43
Birlik Ruhu Yüce dinimiz; barış, esenlik ve kurtuluşun kaynağıdır. Tarihte olduğu gibi günümüzde de birlik ve bütün- ğümüzün, toplumsal barış ve huzurumuzun menbaıdır. Bunun için de insanlar arasındaki görüş farklılıkları ve ayrışmayı değil, ortak paydayı, ortak bilgiyi ve istikrarı önemsemektedir. Müslüman, İslâm’ın ortak paydasını teşkil eden çerçevede bilgi ve hizmet sunar, farklı inanış, dinî hayat tarzı, tutum ve davranışlara karşı eşit me- safede bulunur. Objektif kriterlere göre, şeffaf, hukuka uygun ve yerli yerince sergilediği hal ve hareketleriyle örnek bir hayat sürer. Dinî inanışın bir gereği olarak saygınlığını muhafaza eder, kamu haklarını korur, karşılıklı güvenin tesisi için çalışır. Özgürlüklere saygılı, doğru bildiği yolda daimdir. Şüphesiz Anadolu’daki birlik ve beraberlik tablosunun oluşmasında İslâm dininin insana ve barış içinde birlikte yaşamaya verdiği değer, Müslümanlara kazandırdığı özgüven ve diğer din mensuplarına tanıdığı geniş özgürlük en büyük paya sahiptir. Son elli yılda Ortadoğu’da barış adına dökülen kan ve gözyaşını, insan hakları adıyla hiçe sayılan insanlık onurlarını, terörün dinî zemine kaydırılması çabalarını gördükçe insanlık adına, ülkemiz adına bu tablodan biz de rahatsız olmaktayız. Anadolu’nun sahip olduğu tecrübenin yüceliği günümüzde insanlar tarafından daha da iyi anlaşılmaktadır. Birlik ve beraberlik ruhu, yüksek insanî değerlerin yaşanmış örneği olarak tarihin altın sayfalarında olduğu gibi bugün milletimizin fertlerinin gönlünde de nakış nakış, motif motif işlenmiştir. Anadolu’nun tarihî birikimi; barış içinde birlikte yaşamayı, insana sırf insan olduğu için değer verebilmeyi, farklılıkları zenginlik kaynağı ve iyilikte yarışma sebebi olarak görebilmeyi öğretmiştir. Birlik ve beraberlik ruhu bizlere, hayata yansıyan davranışlar açısından hep ahlâklı olmayı, ahlâklı davran- mayı, etik değerleri öz hayatımız haline getirmeyi öğütler. Gönül medeniyetini oluşturan bir milletin efradı olarak, bizim temel hedeflerimizden biri de güzellikleri aramızda bir sevgi bağı haline getirebilmektir. İnanç ve kültür birliği aynı zamanda bizi birbirimize bağlayan, birbirimizi daha çok sevmemize yol açan, daha insanca hayat düzeni kurmamıza imkân veren bir ışık, bir rahmet olmalıdır. Sevgili Peygamberimiz âlemlere rahmetler saçarken, toplumsal rahmet olarak tezahür etmiştir. Birbirimizi daha çok sevmek, daha çok seve- bilmek ve bu sevgi üzerine toplum hayatını inşa etmek en önemli işimiz ve amacımız olmalıdır. İnanıyorum ki toplumun her kesimine, okuyucularımıza, bu sayımızdaki yazılar, birlik ve beraberlik bilincini tekrar hatırlatırken, bu bilinci insanımızın gönüllerine de iyice yerleştirecektir. İnsanlarımız, ahlâklı, millî-mane- vî değerlere bağlı, kendi kültürümüzün gereklerini yerine getiren, birbirini Allah için seven fertlerden oluştukça ayrılık-gayrılık kelimesi bizim lügatlarımızda yer almaz/alamaz. Daha güzel günlerde bu cennet vatanda birlikte yaşamak için; bugün de, yarın da dünkü gibi birlik olmalı, birliğin sırrına ermeliyiz. Summary The Spirit of Corporation The spirit of corporation and cooperation advises us always to be of good moral character in our daily life, behave in a moral way, and internalize the ethical values in our life. Being the descents of a civilization, who built the civilization of heart, one of our basic aims is to be able to make the goodness a kind of connection among ourselves. The corporation of faith and culture should be a kind of grace and light which also interlinks us, leads us to love each other more, and enables us to establish an order of life which is more humanly. While our beloved Prophet Muhammad (pbuh) spreads grace upon us, it also appears as a communal grace. To love each other more, to be able to love more and to construct the society upon this love should be our basic duty and aim. Başyazı [email protected] İsmail PALAKOĞLU

Başyazı - somuncubaba.net · 4 Somuncu Baba Şubat / 2008 5 Yirmiyedinci Mektup Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi (k.s) Mektûbât-ı Hulûsi-î Dârendevî Ey Aziz Kardeş! Ey Allah

  • Upload
    lyphuc

  • View
    216

  • Download
    0

Embed Size (px)

Citation preview

Page 1: Başyazı - somuncubaba.net · 4 Somuncu Baba Şubat / 2008 5 Yirmiyedinci Mektup Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi (k.s) Mektûbât-ı Hulûsi-î Dârendevî Ey Aziz Kardeş! Ey Allah

1Şubat / 2008

Birlik Ruhu Yüce dinimiz; barış, esenlik ve kurtuluşun kaynağıdır. Tarihte olduğu gibi günümüzde de birlik ve bütün-

lüğümüzün, toplumsal barış ve huzurumuzun menbaıdır. Bunun için de insanlar arasındaki görüş farklılıkları ve ayrışmayı değil, ortak paydayı, ortak bilgiyi ve istikrarı önemsemektedir. Müslüman, İslâm’ın ortak paydasını teşkil eden çerçevede bilgi ve hizmet sunar, farklı inanış, dinî hayat tarzı, tutum ve davranışlara karşı eşit me-safede bulunur. Objektif kriterlere göre, şeffaf, hukuka uygun ve yerli yerince sergilediği hal ve hareketleriyle örnek bir hayat sürer. Dinî inanışın bir gereği olarak saygınlığını muhafaza eder, kamu haklarını korur, karşılıklı güvenin tesisi için çalışır. Özgürlüklere saygılı, doğru bildiği yolda daimdir.

Şüphesiz Anadolu’daki birlik ve beraberlik tablosunun oluşmasında İslâm dininin insana ve barış içinde birlikte yaşamaya verdiği değer, Müslümanlara kazandırdığı özgüven ve diğer din mensuplarına tanıdığı geniş özgürlük en büyük paya sahiptir.

Son elli yılda Ortadoğu’da barış adına dökülen kan ve gözyaşını, insan hakları adıyla hiçe sayılan insanlık onurlarını, terörün dinî zemine kaydırılması çabalarını gördükçe insanlık adına, ülkemiz adına bu tablodan biz de rahatsız olmaktayız. Anadolu’nun sahip olduğu tecrübenin yüceliği günümüzde insanlar tarafından daha da iyi anlaşılmaktadır. Birlik ve beraberlik ruhu, yüksek insanî değerlerin yaşanmış örneği olarak tarihin altın sayfalarında olduğu gibi bugün milletimizin fertlerinin gönlünde de nakış nakış, motif motif işlenmiştir. Anadolu’nun tarihî birikimi; barış içinde birlikte yaşamayı, insana sırf insan olduğu için değer verebilmeyi, farklılıkları zenginlik kaynağı ve iyilikte yarışma sebebi olarak görebilmeyi öğretmiştir.

Birlik ve beraberlik ruhu bizlere, hayata yansıyan davranışlar açısından hep ahlâklı olmayı, ahlâklı davran-mayı, etik değerleri öz hayatımız haline getirmeyi öğütler. Gönül medeniyetini oluşturan bir milletin efradı olarak, bizim temel hedeflerimizden biri de güzellikleri aramızda bir sevgi bağı haline getirebilmektir. İnanç ve kültür birliği aynı zamanda bizi birbirimize bağlayan, birbirimizi daha çok sevmemize yol açan, daha insanca hayat düzeni kurmamıza imkân veren bir ışık, bir rahmet olmalıdır. Sevgili Peygamberimiz âlemlere rahmetler saçarken, toplumsal rahmet olarak tezahür etmiştir. Birbirimizi daha çok sevmek, daha çok seve-bilmek ve bu sevgi üzerine toplum hayatını inşa etmek en önemli işimiz ve amacımız olmalıdır.

İnanıyorum ki toplumun her kesimine, okuyucularımıza, bu sayımızdaki yazılar, birlik ve beraberlik bilincini tekrar hatırlatırken, bu bilinci insanımızın gönüllerine de iyice yerleştirecektir. İnsanlarımız, ahlâklı, millî-mane-vî değerlere bağlı, kendi kültürümüzün gereklerini yerine getiren, birbirini Allah için seven fertlerden oluştukça ayrılık-gayrılık kelimesi bizim lügatlarımızda yer almaz/alamaz. Daha güzel günlerde bu cennet vatanda birlikte yaşamak için; bugün de, yarın da dünkü gibi birlik olmalı, birliğin sırrına ermeliyiz.

SummaryThe Spirit of Corporation The spirit of corporation and cooperation advises us always to be of good moral character in our daily life, behave in a moral way, and internalize the ethical values in our life. Being the descents of a civilization, who built the civilization of heart, one of our basic aims is to be able to make the goodness a kind of connection among ourselves. The corporation of faith and culture should be a kind of grace and light which also interlinks us, leads us to love each other more, and enables us to establish an order of life which is more humanly. While our beloved Prophet Muhammad (pbuh) spreads grace upon us, it also appears as a communal grace. To love each other more, to be able to love more and to construct the society upon this love should be our basic duty and aim.

Başyazı[email protected]

İsmail PALAKOĞLU

Page 2: Başyazı - somuncubaba.net · 4 Somuncu Baba Şubat / 2008 5 Yirmiyedinci Mektup Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi (k.s) Mektûbât-ı Hulûsi-î Dârendevî Ey Aziz Kardeş! Ey Allah

2 Somuncu Baba 3Şubat / 2008

İ Ç İ N D E K İ L E R

6 12 28

52 56 62

30 40 46

68 80 82

BİREYDEN TOPLUMAVAHDET

NASILTEVBE EDELİM ?

BİRLİK YOLUNUNYOLCULARI

“TASAVVUFUNTEMEL FELSEFESİ

BİRLİKTİR”

IRKLAR VE DİNLER COĞRAFYASI

OSMANLI’NIN TEVHÎD TOPLUMU

MİLLÎ BİRLİĞİMİZİNMANEVÎ MİMARLARI

HÜZNÜN VE DRAMIN‘BEYAZ KERBELÂ’SI:

SARIKAMIŞ

KUR’ÂN’A GÖRE İNSAN PSİKOLOJİSİNDE GÜÇLÜ VE

ZAYIF YÖNLERİDEALİZM VE MOTİVASYON

SEVGİ ODAKLIAİLE

BAL GİBİ ŞİFA

Kırk HadisKırk Hadis - Prof. Dr. Enbiya Yıldırım (39) / - Prof. Dr. Enbiya Yıldırım (39) / Örnek Bir Kurtuluş Mücadelesi KahramanmaraşÖrnek Bir Kurtuluş Mücadelesi Kahramanmaraş - Resul Kesenceli (65) / - Resul Kesenceli (65) / Kitap Kitap DünyasıDünyası - Vedat Ali Tok (70) / - Vedat Ali Tok (70) / Sadreddin KonevîSadreddin Konevî - Yusuf Halıcı (74) / - Yusuf Halıcı (74) / Döne’nin Üç GünüDöne’nin Üç Günü - Raziye Sağlam (76) / - Raziye Sağlam (76) / Destanlaşan Destanlaşan

ŞehirŞehir - Mehmet Sertpolat (79) / - Mehmet Sertpolat (79) / Gönülden İkramlarGönülden İkramlar - Mesude Sarı (84) / - Mesude Sarı (84) / Şifa Niyetine Şifa Niyetine (85) (85)

88ŞU B AT / 2 0 0 8

Somuncu BabaA y l ı k İ l i m - K ü l t ü r v e E d e b i y a t D e r g i s i

88 Şubat2008Fiyatı: 7 YTL

www.somuncubaba.net

Dergisi Hediyesi...

Tasavvufun Temeli Birlik

Bir OlanınAdı İle

ISSN

: 13

02-0

803

ŞUBAT 2008

AYLIK İLİM - KÜLTÜR VE EDEBİYAT DERGİSİ

Yaygın Süreli, Aylık Dergi

Sebahaddin ATEŞ

Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi Vakfı Adına İmtiyaz Sahibi

KurucusuA.Şemsettin ATEŞ

Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi Vakfı’nın Yayın Organıdır.

İsmail PALAKOĞLU

Genel YayınYönetmeni

Yayın EditörüMusa TEKTAŞ

Yazı İşleri MüdürüHulûsi YAYLA

Sanat YönetmeniSerkan ÖZTÜRK

Grafik & Tasarım

Muharrem AKINEmre AYDOĞAN

Samet ŞAHİNASLAN

Arka KapakDr. Münevver ÜÇER

KapakDr. Münevver ÜÇER

ArşivMustafa YÜKÇEKER

Tashih

İbrahim ŞAHİNYusuf HALICI

Abone İşlerive Reklam

Tanıtım veHalkla İlişkiler

Melek ATALAY

Rüya KAPLAN

Basım-Yayım-Dağıtım-PazarlamaVİSAN İktisadi İşletmesi

Zaviye Mah. Hacı Hulûsi Efendi Cad. No:71 44700 Darende / MALATYA Tel:(422) 615 15 00 Fax:(422) 615 28 79

www.somuncubaba.net - [email protected]ğıtım

Kültür Dergi Dağıtım

CTP - Kalıp Çıkış

Bizim Repro(312) 341 10 20 - 21

Baskı & ÜretimAjans Türk

Basın ve Basım Sanayi A.ŞTel: 0 (312) 278 08 24

1361068Posta Çeki (Darende): Ziraat Bankası (Darende): 26798480-5001

Tek Sayı : 7 YTL

Kurum Abone : 120 YTL

1 Yıllık (12 Sayı) Abone : 70 YTL

Avrupa 1 Yıllık Abone : 72 EURO

Avrupa Tek Sayı Fiyat : 6 EURO

Avrupa Harici Y.dışı Abone : 102 USD

İRTİBAT TELEFONLARI

YIL: 14 SAYI: 88

Divân-ı Hulûsi-î DârendevîDivân-ı Hulûsi-î Dârendevî - Es-seyyid Osman Hulûsi Efendi (K.s) (4) / - Es-seyyid Osman Hulûsi Efendi (K.s) (4) / Birlikten Rahmet DoğarBirlikten Rahmet Doğar - M. Nihat Malkoç (17) / - M. Nihat Malkoç (17) / Bir Olanın Bir Olanın Adı İleAdı İle - Prof. Dr. Ramazan Altıntaş (18) / - Prof. Dr. Ramazan Altıntaş (18) / Vahdette Kesreti Kesrette Vahdeti GörmekVahdette Kesreti Kesrette Vahdeti Görmek - Doç. Dr. Kadir Özköse (23) / - Doç. Dr. Kadir Özköse (23) / Abdullah B. Abdullah B.

RavâhaRavâha - Doç. Dr. Bünyamin Erul (35) / - Doç. Dr. Bünyamin Erul (35) / Çoklukta BirlikÇoklukta Birlik - Sadık Yalsızuçanlar (36) - Sadık Yalsızuçanlar (36)

Prof. Dr. Ali Akpınar

BİRLİK İÇİNDE DİRLİK BULMAK

Bilal Kemikli Prof. Dr. Mehmet Akkuş

Fatih Çınar İsmail Çolak Doç. Dr. M. Doğan Karacoşkun

Musa Tektaş Prof. Dr. H. Kamil Yılmaz İle Röportaj Doç. Dr. Bayram Ali Çetinkaya

A. Süreyya Durna Kevser Baki Akın Dindar

Page 3: Başyazı - somuncubaba.net · 4 Somuncu Baba Şubat / 2008 5 Yirmiyedinci Mektup Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi (k.s) Mektûbât-ı Hulûsi-î Dârendevî Ey Aziz Kardeş! Ey Allah

4 Somuncu Baba 5Şubat / 2008

Yirmiyedinci MektupEs-Seyyid Osman Hulûsi Efendi (k.s)

Mektûbât-ı Hulûsi-î Dârendevî

Ey Aziz Kardeş!

Ey Allah u Teâla’nın yoluna talip olan kişi Allah yolunda ayağını tam bir tevekkül ve teslimiyetle bir kâmile (Allah dostuna) bağlan ki senin gelişin-de var olan nasibin ortaya çıksın. Ölümsüz, son-suz ikrama mazhar (vasıl) olmak hususunda, ona kavuşmak yolunda gayret et ve bunu murad et.

Sen bu yolda gayret gösterip çabalarken bir gün hak ettiğin manevî nasibin ortaya çıkacak ve sen gönül huzuruna erişeceksin. Gönülleri hoş edecek zamanı bekle ve sen bir değil bin can ile bir irşâd sahibinin -mürşidin- davetini bekle, hazır ol. Her an bir nazar, bir himmet bekle. Bu mane-vî yolun gerçek, sadık yolcularının bir nefesi bile boşa gitmez, bir anı bile kaybolmaz. Sen hemen yeter ki kendini kurtulmuşların arasında say, ken-dini onlardan ayırma.

Bülbül nasıl gül faslına -nevbaharına- eriştiyse ben de senin siyah saçını ve (o güzel) yüzünü gör-dükten sonra nevbahara erişmiş gibi oldum.

“Senden sana, tenden cana sefer eyle ki asıl seyran (seyr-süluk ) budur.” Sırrının ortaya çıkma-sıyla can cananına vasıl olur. Hem de senin iste-ğin hâsıl olup muradına erersin. Mürşidinin uygun bulmasıyla.

****

Umumun menfaatine karşı şahsî menfaat gözeten-lerin arzularını yerine getirerek, iyi demeleriyle övün-me. Umumu hiçlik derecesinde görüp, nefsini herkese tercihen şahsî menfaatlerinin oluşmasına rağmen kötü demeleriyle de üzülme. Ancak bir gayen var ise yük-lendiğin görevleri iyi niyet ve adaletle başarıp vatana, millete karşı doğruluğu ki, sözde değil gerçekten, bizzat icraya çalış, uygula. Emaneti korumak, canından ileri himayesi ve muhafazası lazım bir ödevdir. Emanete hı-

* Günümüz Türkçesine Yrd. Doç. Dr. Cemil Gülseren tarafından çevrilmiştir.

Pek küçükken ben o deryâlara bir bir daldımHer birinden ne kadar varsa nasîbim aldım

Emsile mes’eleyi kıldı güşâdNasara yensuru nasran ve nihâd

Ol Binâ’nın otuz iki bâbınFethedüp anlamışız esbâbın

Okuduk bizde Merâh u MaksûdHem Avâmil’le görüp dersi şühûd

Dahi hem metn-i metîn Kâfiye’denCâmi’nin şerhini ol câmiadan

Yolumuz uğradı Tasdîkât’aDahi tefsîr-i hikem- âyâta

Ba’zı ba’zı da Fenârî’denOkuyup mantık Meâni’den Bana olmuşdu mürebbî o pederYa’ni doğmuş da doğurmuşdu püser Tutdurup zülf-i semen bûyundanKoklayup anber–i gîysûsundan

Okudup dersini hatt u hâlinÖğredüp harfini hâ vü dâlın

Ezber etdirmek içün Leylâ’yıYazdı illâ ile çok çok lâ’yı

Öğretüp bir gün o lebrîz-sühenDedi bir az da oku sırr-ı dehen

Lebinin la’l ve fercâmındanZinde-i câvid olan kâmından

Bahsedüp la’l ü lebin esrârınDerc idüp dürr ü dişin envârın

Dedi bin ehl-i sühan söyleyemezDehenin sırrını şerh eyleyemez

Kaşının karası vü kadr- şebiniGösterüp dersini hem mektebini

Çeşminin fitne vü sihrindenGamzesinin âl u mekrinden

Ey gönül mazhar-ı tekrîm olasınSa’y idüp maksad-ı aksâ bulasın

Page 4: Başyazı - somuncubaba.net · 4 Somuncu Baba Şubat / 2008 5 Yirmiyedinci Mektup Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi (k.s) Mektûbât-ı Hulûsi-î Dârendevî Ey Aziz Kardeş! Ey Allah

İnsanın Kendisi İle Barışık Olması

Kur’ân, içten dışa doğru bir değişim ve oluşumu hedefler. Kur’ân’ın bu metodu, vahdet için de geçerlidir. Kur’ân, he-deflediği her bakımdan güçlü ve donanımlı İslâm Toplumunun oluşması için, önce bireyden işe başlar, bireyin kendi içinde vah-det içerisinde olmasını hedefler.

Kur’ân’ın oluşturmayı is-tediği kâmil insanın yetişmesi için, bireyin kendisi ile barışık olması, içi ile dışının bir olması gerekir. Kendisi ile barışık ol-mayan, inandığı gibi düşünüp yaşayamayan kimseler, sürekli bir iç çatışma içerisinde olaca-ğından zayıf kalacaklardır. Za-yıf fertlerle güçlü toplumların oluşması ise mümkün değildir. Çünkü bireyin iç dünyasındaki bu çalkantılar, onun dış dün-yasına yansıyacak, başkalarına

karşı davranışlarında kendisini gösterecektir.

İslâm’a göre her amelin ge-çerli olmasının temel şartı iman ve niyettir. Amellere değer ka-zandıran niyetlerdir. Yani bir eylem, onu yapanın niyetine göre değerlendirilir. Sözgelimi Yüce Allah’ın hoşnutluğunu ka-zanmak için yapılan bir eylem,

başka çıkar ve beklentiler için

yapılan eylemle bir değildir. Bu

nedenle, önce niyetlerin düzel-

tilmesi gerekir. Bu da bilinç te-

meline dayalı köklü bir imanla

mümkün olacaktır.

İyi niyet, iyi amele götürür.

İyi niyetle kötülüklerin işlenmesi

söz konusu olamaz. Öte yandan,

6 Somuncu Baba 7Şubat / 2008

BİREYDEN TOPLUMA VAHDET

“İnsan hayatında bu kadar önemli olan gönül dünyası, İslâm’a göre başıboş bırakılmamıştır. İslâm, işe öncelikle gönüllerden başlamış ve iç dünyanın

kontrolünü imanın elinde tutmayı hedeflemiştir. Nitekim davranışların İslâm’a göre anlamlı ve değerli olması, inanarak yapılmasına bağlanmıştır. İslâm, oluşturmayı hedeflediği insanın ayrılmaz özelliği olan Salih Ameli (yararlı

davranış, kişiye ve başkalarına dünya ve ahirette yararlı olan iş), iman etmeye endekslemiştir. ”

İlim ve HayatProf. Dr. Ali AKPINAR

Fotoğraf: Samet ŞahinaslanKocatepe Camii / Ankara

Page 5: Başyazı - somuncubaba.net · 4 Somuncu Baba Şubat / 2008 5 Yirmiyedinci Mektup Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi (k.s) Mektûbât-ı Hulûsi-î Dârendevî Ey Aziz Kardeş! Ey Allah

9Şubat / 2008

iyi niyetler de kötülüklerin örtül-

mesine gerekçe olamaz. Bunun

için bir taraftan, “Dervişin fikri

ne ise zikri de odur.” denirken,

diğer taraftan da, “Âyînesi iştir

kişinin lâfa bakılmaz.” denmiştir.

O halde fikir-zikir birliği, iman-

amel birliği yanında, söz-eylem

birliği de kaçınılmazdır. Kur’ân

“Yapmadığınız/yapmayacağınız

şeyleri niçin söylersiniz.”1, “İn-

sanlara iyiliği emreder de kendi-

nizi unutur musunuz?”2 diyerek

bu gerçeğe dikkat çeker. Bu ger-

çek, “İnandığınız gibi yaşamaz-

sanız, yaşadığınız gibi inanmaya

başlarsınız.” sözüyle de özet-

lenmiştir. Zira bir şeyin gereğine

ve doğruluğuna inandığı halde,

onun gereğini yerine getirme-

yen/getiremeyen kişi ikilem içe-

risinde olacaktır. Bu ikilem onu

huzursuzluğa götürecektir.

Kalplerin Birliği

Toplumu oluşturmaya fertler-

den başlayan Kur’ân, o toplumu

oluşturacak kişileri inşâ etmeye

de kalplerden başlar. Kur’ân’ın

yirmi üç yıllık iniş sürecinin on

üç senesi Mekke’de inen âyet-

lerden oluşur. Ağırlıklı olarak

inanç konularının işlendiği bu

âyetlerde fertlerin iç dünyasının

sağlam temeller üzerine inşâ

edilmesi üzerinde ısrarla duru-

lur. Uygulama/ahkâm ağırlıklı

Medine’de inen âyetlerde de

aynı konu işlenmeye devam

eder. Bu bize, kalplerin eğitimi-

nin ne kadar önemli olduğunu

gösterir. Buna göre kişilerin kalp

eğitimi kesintisiz sürmelidir.

İslâm, insan davranışlarının

beyni olan iç dünyaya büyük

önem vermiştir. İşte bu yüzden

imanın var olması için, kalbin

tasdîki temel sayılmıştır. Dil ile

ikrâr ve davranışlara yansıtmak

ise, imanın ikincil şartıdır.

İnsan hayatında bu kadar

önemli olan gönül dünyası,

İslâm’a göre başıboş bırakıl-

mamıştır. İslâm, işe öncelikle

gönüllerden başlamış ve iç dün-

yanın kontrolünü imanın elinde

tutmayı hedeflemiştir. Nitekim

davranışların İslâm’a göre an-

lamlı ve değerli olması, inanarak

yapılmasına bağlanmıştır. İslâm,

oluşturmayı hedeflediği insa-

nın ayrılmaz özelliği olan Salih

Ameli (yararlı davranış, kişiye

ve başkalarına dünya ve ahiret-

te yararlı olan iş), iman etmeye

endekslemiştir.

İman ise, yukarıda da söy-

lendiği gibi gönül işidir, kalbî

dolum/itmi’nândır. İman, bir adı da el-Mü’min, yani güven kay-nağı olan Yüce Allah’a gönülden bağlanıp, güvende olmak ve etrafa güven vermek demektir. İman gibi kalbî bir eylem olan niyet de son derece önemlidir. Mü’minin niyeti, amelinin kap-tanıdır. Eylemlere değer kazan-dıran niyetlerdir, yani burada önemli olan, yapılan eylemlerin niçin ve ne adına yapıldığıdır. Bu yüzden niyet, eylemden

öncedir ve oldukça önemlidir. Yüce Allah, inanan kullarını sa-dece amellerinin kendileriyle değil, o amellerinin arkasında-ki niyetleriyle ebedî cennetine koyacak; inanmayanları da za-ten niyetleri ne olursa olsun ebedî cehennemine atacaktır. Aksi takdirde her iki grubun da amellerini gerçekleştirdikleri ömürleri süresi kadar cennette yahut cehennemde kalmala-rı gerekecekti. Zira Yüce Allah,

mü’mine ebedî ömür vermiş olsaydı, o ebedîyyen Allah’a itâ-at edecekti. İnkârcı için de du-rum böyledir. Mü’minin niyeti-nin amelinden daha iyi olduğu gibi, kâfirin de niyeti amelinden daha kötüdür.

Allah’ı görüyormuş gibi yaşa-ma demek olan ihsân makamı da tamamen kalple alakalıdır. İnsanın söylediği her sözün, iş-lediği her eylemin, onun iç dün-yasında bir alt yapısı ve etkisi vardır. Yani insan, ya içindekini, söz ve eylemiyle dış dünyaya yansıtır; ya da insanın söyledik-leri ve işledikleri onun iç dünya-sında kalıcı izler bırakır.

İslâmî ilimler arasında önem-li disiplinlerden olan Akâid, Ah-lâk ve Tasavvufun temel gayesi, gönül dünyasını en güzel ve mükemmel bir biçimde dizayn etmek, kısaca gönül eğitimidir.

Kur’ân’da pek çok âyette çe-şitli kalb eylemlerinden bahse-dilir. Bu cümleden olarak iman, ilim, mârifet, basîret, muhabbet, zikir, fikir, takvâ, teslîmiyet, şirk, küfür, inkâr, nifak, gaflet, şüp-he, hased, kin, kibir, nefret gibi yüzlerce kavram ve konu yer almıştır.

Kur’ân, kalp eğitimine büyük önem vermiştir. Yüzlerce âyet ve hadiste kalp eğitimi ile ilgi-li açıklamalar ve uyarılar vardır. Bunları bir bütün olarak okuyan kimse, kalbinden de sorumlu olduğunu anlayacak ve nifak, şirk, inkâr, küfür gibi îtikâdî sap-malardan; hased, kibir, kin gibi

8 Somuncu Baba

Fotoğraf: Muhammed Gülseren Kocatepe Camii / Ankara

Page 6: Başyazı - somuncubaba.net · 4 Somuncu Baba Şubat / 2008 5 Yirmiyedinci Mektup Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi (k.s) Mektûbât-ı Hulûsi-î Dârendevî Ey Aziz Kardeş! Ey Allah

ahlâkî düşüklüklerden; günah kurguları, kötülük planları gibi lüzumsuz ve zararlı şeylerden kalbini/gönlünü/beynini koru-

maya çalışacak, bunları yap-

maktan uzak duracaktır.

Kur’ân, ferdin iç dünyasını

tasfiye ettikten sonra, oluştu-

racağı toplum fertlerinin gönül

birliği üzerinde durur; meselâ

münafıklardan bahsederken

onların kalplerinin parçalı oldu-

ğuna dikkat çeker:

“Onların kendi aralarında

şiddetli ayrılık vardır. Sen onları

toplu sanırsın, ama kalpleri da-

ğınıktır. Öyledir, çünkü onlar dü-

şünmez bir topluluktur.”3

Bir önceki âyette onların, “Al-

lah’tan çok insanlardan korktu-

ğu” üzerinde durulur. Başka bir

âyette de yine şeytanın dostları

olan iki yüzlülerin, “insanlardan,

Allah’tan korkar gibi hatta daha

fazla korkmaya başladıkları”4

bildirilir. Demek ki gönül birliği

oluşmadan kurulan birliktelikler,

niteliksiz birliktelikler olup uzun

vâdede dağılıp yıkılmaya mah-

kûmdur. Gönül birliğini oluştu-

ramayan bu güruhlar, gönülleri-

ne tevhîdi hâkim kılamadıkları,

Allah sevgi ve korkusunu yerleş-

tiremedikleri için, birbirlerine

kenetleyen temel harçtan mah-

rum topluluklardır. Gönülleri

birbirine kenetleyecek o harç,

tevhîddir, Allah bilincidir.

Evet, münâfıklar kalp hasta-

larıdır. İki arada bir derede ka-

lan kararsız kimselerdir. Onlar

sürekli bir iç çatışma içerisin-

dedirler. Onlar bir gönüle iki

zıt sevgiyi, iki zıt nefreti yahut

iki zıt korkuyu yerleştirmeye

çalışanlardır. Oysa tek kalp-

te, birbirine zıt iki sevgi yahut

iki korku sığmaz. “Allah, bir

adamın (göğüs) boşluğunda iki

kalp yaratmadı…”5 Onlar birey

olarak iç dünyalarında birliği

oluşturamadıkları gibi, toplum

olarak kalıcı ittihâdı da oluştu-

ramayacaklardır. Zira hedef ve

beklentileri farklı farklı olacaktır.

Çünkü nifakın, tevhîd gibi kalıcı

ve birleştirici rolü yoktur.

“Allah, (ortak koşanla tek Al-

lah’a inananın durumunu anlat-

mak için) şöyle bir misâl verdi:

Birbiriyle çekişen ortaklara bağlı

olan bir adam (yani köle) ile yal-

nız bir kişiye bağlı olan bir adam.

Şimdi bu ikisinin durumu bir olur

mu?”6 İslâm toplumunu oluştu-

racak olan bireyden istenen, tek

kalbe tek sevgiyi, tek hedefi yer-

leştirmektir. Bu birliktelik onları

10 Somuncu Baba

1- 61/Saff, 2.2- 2/Bakara, 44.3- 59/Haşr, 14.4- 4/Nisâ, 77.5- 33/Ahzâb, 4.6- 39/Zümer, 29.7- 59/Haşr, 10.8- 2/Bakara, 208.9- 3/Âlu Imrân, 102-103.10- 61 Saf 4.11- 5/Mâide, 54.

Dipnot

11Şubat / 2008

birbirine yaklaştıracak, kaynaş-

tıracak, yek-vücut hâle getire-

cektir. Artık insan olarak birbir-

lerinde ortaya çıkabilecek ufak

tefek kusurları görmeyecekler,

onları affetmesini ve onlardan

geçmesini bileceklerdir.

Nitekim Kur’ân adamı mü’-

minler aralarında zaman zaman

anlaşmazlıklar olsa bile birbirle-

rine şöyle dua ederler: “Rabbi-

miz, bizi ve bizden önce inanmış

olan kardeşlerimizi bağışla, kalp-

lerimizde inananlara karşı bir kin

bırakma! Rabbimiz, Sen çok şef-

katli, çok merhametlisin!”7

Kur’ân’ın Hedeflediği Toplumun Meziyyetleri

Pek çok Kur’ân âyeti bize,

Kur’ân’ın yeryüzünde kurmayı

hedeflediği toplumun özellikle-

rini ve temellerini açıklıyor. Bir

fikir sahibi olabilmek için şimdi

şu âyetleri okuyalım:

“Ey inananlar, hepiniz birlik-

te/bütünüyle İslâm’a/barışa girin,

şeytanın adımlarını izlemeyin,

çünkü o size apaçık düşman-

dır.”8 Âyetin çağrısı bütün insan-

laradır. O, bütün insanların İslâ-

m’a girmesini istemektedir. İslâ-

m’ın kapısı herkese açıktır. İslâm,

bir bütün olarak insanların barış

dini üzerinde olmalarını iste-

mektedir. Barış dini olan İslâm

etrafında oluşacak bu birliktelik

önündeki en büyük engel ise,

şeytandır. Onun için mü’minler,

farklı zamanlarda çeşitli renk ve

tonlarda görülebilen şeytanın

adımlarına ve adamlarına uy-

maktan sakınmalıdırlar.

“Ey inananlar, Allah’tan, O’na

yaraşır biçimde korkun ve ancak

Müslümanlar olarak ölün. Ve

topluca Allah’ın ipine yapışın,

ayrılmayın…”9 İman edenlere

hitaben gelmiş olan bu âyet de

bütün Müslümanları Allah’ın

ipi olan Kur’ân etrafında bir ve

beraber olmaya çağırmaktadır.

Buna göre ayrılıktan kurtulma-

nın yolu Kur’ân’ın evrensel ilke-

leri etrafında birleşmekten geç-

mektedir. Bu nedenle Kur’ân in-

sanı, İslâm’ı dava edinip insanlığı

İslâm’a çağırandır.

“Allah, kendi yolunda kenet-

lenmiş binalar gibi saf bağlaya-

rak çarpışanları sever.”10 Âyet,

Müslümanları bir binaya benze-

tir. Buna göre onlar birbirleriyle

her bakımdan birlik, beraberlik

ve uyum içerisindedirler. Sevgi-

de, dayanışmada, paylaşımda,

dertlerine ortak olmada hep

birbirlerinin yanındadırlar. On-

ların yürekleri, aynı hedef için

toplu atar. Beyinleri benzer şey-

leri düşünür, hayaller kurar. Dil-

leri aynı hakikatleri terennüm

eder. Onların eylem dünyası da

birbiriyle uyuşur ve örtüşür. Bu

özelliklere sahip olduktan son-

ra, bu binanın oluşmasında her

seviye ve yapıda Müslümana

ihtiyaç vardır. Peygamberimizin

bir hadislerinde belirttiği gibi,

şüphesiz iman-ilim-amel-variyet-

fizik bakımından güçlü mü’min

zayıf mü’minden hayırlı, Allah’a

daha sevimlidir. Ancak her Müs-

lümanın hayırlı ve güzel bir tarafı

vardır. Bu yüzden her seviyede-

ki mü’mine ihtiyaç vardır. Her

Müslümanın İslâm binasında

dolduracağı bir yeri vardır.

“Ey inananlar, sizden kim di-

ninden dönerse (bilsin ki) Allah,

yakında öyle bir toplum getire-

cek ki O onları sever, onlar da

O’nu severler. Onlar, mü’minle-

re karşı alçak gönüllü, kâfirlere

karşı onurlu ve şiddetlidirler; Al-

lah yolunda cihâd ederler, hiçbir

kınayıcının kınamasından kork-

mazlar. Bu, Allah’ın bir lutfudur,

onu dilediğine verir. Allah’ın

lutfu geniştir, O, bilendir.”11Â-

yete göre Allah’ın istediği, sev-

diği ve razı olduğu bu toplum,

sevgi temellidir, ama hakîkat

düşmanlarına karşı onurludur.

O hakîkat yolcularını gerçekler

yönlendirir.

Özetleyecek olursak güçlü

toplumlar, güçlü bireylerle kuru-

lur. Bireyin güçlü olması, onun

sağlam bir gönül alt yapısına da-

yalı olmasına, sağlıklı bir gönül

eğitiminden geçmesine bağlıdır.

Bu ise Kur’ân ve Sünnet temelli

ve kesintisiz süren bir bilgi eğiti-

mi ile mümkün olacaktır.

Page 7: Başyazı - somuncubaba.net · 4 Somuncu Baba Şubat / 2008 5 Yirmiyedinci Mektup Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi (k.s) Mektûbât-ı Hulûsi-î Dârendevî Ey Aziz Kardeş! Ey Allah

“Hak, birdir ve birliği sever; bu birliği gerçekleştirme süreci içerisinde, insanları tevhîde, birliğin ilkeli bütünlüğüne çağıran haberciler (nebîler) ve rehberler (resûller) yollar. Habercilerin

ve rehberlerin insanlığa öğrettiği en temel ilke, birlik ilkesidir. Bu bakımdan birlik, ister fizikî olsun isterse metafizik olsun, evvelâ

insanın bizâtihî kendi vücut ikliminde sağlanmalıdır.”

BİRLİK İÇİNDE DİRLİK BULMAK

EdebiyatBilal KEMİKLİ

 şık Paşa, öyle sanıyorum ki, edebiyat tarihimiz içerisinde birlik kavramına

en çok atıfta bulunan şairdir. Klasik kültü-rümüzün önemli kaynaklarından olan Ga-rib-nâme’de, sosyal ve kültürel cephesiyle birlik ilkesine dikkat çekmiştir. Onun bir-lik kavramı etrafındaki görüşlerini burada ayrıntılı bir şekilde tahlil edecek değilim. Konuya ilgi duyanlar, merhum Mehmet Kaplan’ın “Âşık Paşa’da Birlik Fikri” isimli makalesini okuyabilirler. Merhum hoca, Âşık Paşa’nın bilhassa sosyal açıdan birlik kavramına yüklediği anlamı inceleme ko-nusu etmiş, oradan yola çıkarak millî bir-lik ve bütünlüğe dönük bir kısım tahliller yapmıştır.

Esasen birlik kavramı sadece Âşık Pa-şa’nın eserlerinde ortaya çıkan bir husus değildir. Osmanlı şair ve yazarlarının pek çoğu, tertip ettikleri dîvânlarına ve mes-nevîlerine, mutlaka tevhîdle başlamışlar-dır. Edebiyatımızda tevhîd, Allah’ın birliği sadedinde kaleme alınan manzumelere denir. Hemen her şair, kaleme aldığı tev-hîdlerde Allah’ın birliği fikrini işlerken, çoğu kere varlık ve ahlâk felsefesi yapar. Bu varlık felsefesinin temelinde, yegâne varlı-ğın, zamansız varlık olan ilâhî zat olduğu fikri işlenir. Ezelî ve ebedî varlık olan ilâhî zât, İhlâs Sûresi’nde muhtasar ve veciz bir

şekilde anlamını bulduğu şekliyle kavra-nan bir varlıktır. Bu varlığın karşısında şair, ister dünya mülküne yön veren bir padi-şah olsun, isterse ilim ve sanata şekil veren bir âlim ve sanatçı olsun, gerçek varlığın karşısında âcizdir ve sıradandır. Maamâfih şair, hangi sosyal, siyasî ve kültürel taba-kadan geliyorsa gelsin, Hakk’a muhtaçtır. Bu ihtiyacının bilincinde olarak eserinin ikinci şiirinde münacat yazacak; Rabbine sığınarak, yardımını ve dostluğunu talep edecektir. Böylece, Yaratan’la bütünleşti-ğinin farkında olarak mânâ incilerini keşfe çıkan şair, haddinin ve kadrinin farkında olarak eserini tamamlayacaktır. Buradan yola çıkarak birlik düşüncesinin şiirde te-zahürlerine dair zengin örnekler verilebilir. Fakat şu kadarıyla yetinmek mümkündür: Osmanlı şairi, tevhîdcidir, birliğin farkında olarak söze hükmeder.

Birlik fikrinin öncü şairi olan Âşık Pa-şa’nın, Garib-nâme’yi dünya gurbetindeki insanın yönünü bulmasına yardımcı olacak nitelikte hazırladığına tanık olmaktayız. Her ne kadar tasavvufî mesnevîler arasın-da sayılsa da, sosyal ve siyasî tahlilleriyle adeta bir siyasetnâme hüviyetini de kaza-nan bu klasik eserde ortaya çıkan birlik dü-şüncesi, Osmanlı zihniyetini oluşturan te-mel kavramlardan birisidir. Bu bakımdan,

13Şubat / 200812 Somuncu Baba

Aşık Paşa Türbesi / KırşehirÇalışma: Özgür Ekinci

Page 8: Başyazı - somuncubaba.net · 4 Somuncu Baba Şubat / 2008 5 Yirmiyedinci Mektup Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi (k.s) Mektûbât-ı Hulûsi-î Dârendevî Ey Aziz Kardeş! Ey Allah

Garib-nâme’yi tetkik etmeden, Osmanlı zihniyeti ve yönetim anlayışına dönük tahlillerin eksik kalacağını ifade etmek isterim. Maamâfih siyasi tarihin dar ka-lıplarını, yatay ve dikey çerçevelerde genişletmenin imkânlarından birisinin, toplum zihniyetini inşa eden kültürel ve edebî eserlerin mütâlaasından geçtiği bi-linen bir gerçektir. Bu meyanda Osmanlı ideolojisinin temel kaynaklarından biri olan Garib-nâme’deki birlik düşüncesi-nin önemine atıfta bulunarak, bazı mü-lahazalarımı sizinle paylaşmak isterim.

Evvelâ Âşık Paşa’nın, kendisine ön-cülük eden ve kendisinden sonra aynı geleneği devam ettiren diğer şairler gibi, eserine tevhîdle ve münacatla başladığı-nı ifade etmek gerekir. Buradaki tevhîd ve münacatların tahlilini başka bir ya-zının konusu edinerek şunu söylemek mümkündür: O, birlik kavramını bireysel ve toplumsal başarıyı sağlayan sihirli bir kavram olarak telakkî eder. Bu meyanda, Garib-nâme’nin ilk bölümünde “bir olan-ların kıssası”nı anlatır. Bu kıssalardan ilki, Hz. Peygamber ve ashabının birlik ilkesi-ne olan bağlılıklarına dairdir. Burada şu husus öne çıkmaktadır; şair, her şeyden önce İslâm’ın zaferini, Hz. Peygamber’in

toplumunda ikâme ettiği birlik ilkesine bağlar. Birlik, “cümle işin yigregi”, yani her işin başıdır. İslâm’ın bütün teklifleri, müntesiplerini öncelikle zihnî planda birliğe ulaştırmayı amaçlar. Bilâhare kar-deşlik esasına dayanan toplumsal birliğin tesisini sağlar. Gerek zihnî gerekse top-lumsal anlamda birliğe ulaşanlar, rûhî, iktisâdî ve siyâsî anlamda gerçek zengin-liğe kavuşurlar. Asr-ı saâdet bu anlamda bir birlik bilincine denk düşer. Bunun içindir ki, İslâm kısa zamanda “dünya tahtını tutmuştur.” Zira “Çalab rahmeti birlik içre”dir (G 89/5).

Birliğ-ile açdı yolı Mustafâ

Hükm kıldı dünyâya kâfdan kâfa (G 89/1)

“Birlik rahmettir.” hâdisinden yola çıkarak birlik kavramı etrafında îmâl-i fikr ederken Âşık Paşa’nın iki kelimeyi kullandığını tespit etmek mümkündür. Bunlar; birikmek ve birlik kelimeleri-dir. Burada “birikmek” tabiri, toplumsal dayanışmayı ve paylaşmayı ifade eder; “birlik” kelimesi ise, onun birlik fikrini ruhanî boyutta ele aldığına işaret eder. Buradan yola çıkarak birliği, doğası itiba-riyle, fizikî birlik ve metafizik birlik olarak ikiye ayırmak mümkündür. Fizikî birlik,

şairin “birikmek” kelimesiyle ta-rif ettiği bedenen bir araya gel-meye tekâbül eder.

Pes bilün yalnuz kişi güçsüz olur

Birikenler devleti uçsuz olur

….

Birikenler şâdumândur şâdumân

Bu hikâyet girtü sözdür bî-gümân

Şairin “birikenler” dediği kimseler, ekonomik ve sosyal gücü, aklı ve hayali ortak bir proje için bir araya getirenler-dir. Bunlar, ortaya koydukları dayanışmayla birlikte ulaştıkla-rı güce bağlı olarak başarılı ve mutlu (şâdumân) olacaklardır. Fakat bu birlikteliğin, sebeplerin ortadan kalkması halinde son bulması muhtemeldir. Oysa şa-irin doğrudan doğruya “birlik” kelimesiyle ifade ettiği metafi-zik “birlik”te, ruhî ve duygusal zeminde birliğe eriş vardır. Bu gönüllerin birliğidir; gönüldaş-lık, yoldaşlık, ülküdaşlıktır. Ayrı mahallelerde, ayrı şehirlerde ve ayrı ülkelerde yaşamak, farklı ortamlardan ve farklı ekonomik ve sosyal sınıflardan gelmek, hatta kronolojik olarak farklı zamanlarda bulunmak gibi be-şerî durumlar metafizik birliğe, gönüldaşlığa halel getiremez. Şüphesiz, “Gözden ırak olan gönülden de ırak olur”; ama can gözü açık bir yol ehlinin nazarında zıtlıklar ahenge, çok-luk teke dönüşmüş ve böylece ıraklık yakına tekâbül etmiş ve zaman donmuştur. Çünkü yol ehli, aşk ehlidir; biliriz ki, “aşı-ğa Bağdat sorulmaz.” Maamâfih metafizik birlik, fizikî birlikten farklı olarak ten ve cisim duva-rını aşarak mânâya ermeyi, îcâ-bında bir inancın, bir düşünce-

nin veya bir hayalin, bir sözün veya bir bakışın izinde olmayı gerekli kılar.

Pes bilün Hak sevdügi birlik durur

Birlik içinde safâ dirlik durur

Hak, birdir ve birliği sever; bu birliği gerçekleştirme süre-ci içerisinde, insanları tevhîde, birliğin ilkeli bütünlüğüne çağı-ran haberciler (nebîler) ve reh-berler (resûller) yollar. Haber-cilerin ve rehberlerin insanlığa öğrettiği en temel ilke, birlik il-kesidir. Bu bakımdan birlik, is-ter fizikî olsun isterse metafizik olsun, evvelâ insanın bizâtihî kendi vücut ikliminde sağlan-malıdır. İnsan, küçük âlemdir; onun âleminde birliğin ve dirli-ğin hâkim olması, birliğe giden yoldaki perdeler olan dağınık ve değişik düşüncelerden, kay-gılardan ve “tûl-i emel” denilen uzak düşlerden ve hayallerden arınmasıyla mümkün olacaktır. Bu ise zor, uzun ve ince bir eği-tim sürecini gerektirir. Bu yolda, öncelikle varlık bilincine eriş söz konusudur. Bu varlık bilin-cinde, derlenip toparlanmanın, evvelemirde varlığın mânâ ve mâhiyetini idrâk ederek Yegâne Varlık’ın vaz’ettiği ilkeleri idrâk

etmek gerektir. Bu idrâk, iman-dır; iç âlemde görüş ve duyuştur.

Haddi zâtında şair, “Sizin ya-ratılışınız, dirilişiniz ancak bir ki-şininki gibidir.” (Lokman, 31/28) âyetinden yola çıkarak, insanın ontolojik olarak birliğine dikkat-lerimizi çeker. Her şeyden önce, hepimiz fizik ve mânâ itibâriyle ilk insanın bir benzeriyiz. İnsan-lar farklı fizik özelliklere, meslek ve meşrebe sahip olsalar da aslî öz itibâriyle birdirler ve onlara mânâ birliğini tembih eden ha-berciler ve rehberlerin öğretileri de birdir. Bu birlik, tıpkı insan vücudunda farklı fonksiyonlar icrâ eden baş, göz, kulak, dil ve ayağın birliği gibidir. Bu or-ganların şekilleri, fonksiyonları ve tezâhürleri farklı olsa da, aslî öz itibâriyle hepsi bir beden için görev yaparlar.

Baş vü göz gibi kulak gibi

Dil gibi hem el gibi ayak gibi

Her birisi bir şekil yumışdadur

İllâ baksan kamusı bir işdedür

Çağdaş teologların İbrâhimî dinlerin birliği ve dinlerin birli-ği gibi ifadelerine ilham teşkil edici bir bakışa sahip olan şair, Hz. Âdem’den başlamak üzere

Fotoğraf: Yıldız Eraslan Aşık Paşa Türbesi / Kırşehir

15Şubat / 200814 Somuncu Baba

Page 9: Başyazı - somuncubaba.net · 4 Somuncu Baba Şubat / 2008 5 Yirmiyedinci Mektup Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi (k.s) Mektûbât-ı Hulûsi-î Dârendevî Ey Aziz Kardeş! Ey Allah

Hz. Peygamber’e gelinceye değin, bütün haberci ve rehberlerin birliğini muhtasar çerçevede ele alır. Bilâhare, Hz. Pey-gamber’in risâletiyle bu birlik halkasının kemâle erdiğini ayrıntılı bir şekilde orta-ya kor. Nitekim bütün peygamberler bir vücûdun organlarıdır; Hz. Peygamber (s.a.v) ise, baştır. Vücut, başla tamlanır; birlik yolu da Hz. Peygamber’le kemâle ermiştir. Şu halde birliğe ermek, Peygam-berî esasları özümseyerek hayata geçir-mektir.

Kamular a’zâ-y-ıdı ol baş durur

Hak yolında biriküp yoldaş durur

Birlik yolunun başı olan Hz. Peygam-ber (s.a.v), fizik ve metafizik, madde ve mânâ ikiliğini bire dönüştürmüştür. Âşık Paşa, bu düşüncesini namaz ibâdetinden yola çıkarak izah etmeye çalışır. Namazın önemine ve edâ edilmesi gereken temel bir ibâdet olduğuna işaret ettikten sonra, gönül ikliminde birliğe eren mü’minlerin her birinin farklı meşgalelerine rağmen beş vakit namazı beklediklerini, böylece zihnî ve rûhî düzlemde metafizik birliğe ulaştıklarını, sonra da cemâat hâlinde bu ibâdeti eda ederken fizikî birlikteliği gerçekleştirdiklerini söyler. Camide niyaz için cem olan mü’min, fizikî ve metafizik birliğe ermiştir. Farklı zâviyelerden baka-rak birlik kavramını tahlîl eden şair bu

vâdîde pek çok şey söyler. Burada belli başlı hususları dikkatlere arzetmiş olduk. Ancak şu beyti birlik yolunun yolcularına nakletmeden de geçemeyeceğim:

İy Âşık sen birlige virgil gönül

Kim olasın rahmet evinde kabûl

Diyor ki, “Ey Âşık! Sen birliğe gönül ver de lütuf ve ihsanlar evinde ağırlan.” İmdi bu Âşık kelimesi iki şekilde de okunabilir: Evvelâ şair, kendisine hitâbetmiş olabilir… Nitekim bu hitâba uygun olarak, o birliğe gönül vermekle kalmamış, birlik üzerin-den düşünmüş ve bu düşünceleriyle arka-sından gelenleri aydınlatmıştır. Fakat ben “âşık” tabirini ikinci anlamıyla, bu kitabı hazırlayan ve okuyan herkese yapılan bir hitap olarak okumak istiyorum. Evet, Ga-rib-nâme hayli hacimli bir eserdir, 13.-14. yüzyılın Türkçesiyle yazıldığından sözlük yardımı olmadan okumak da zordur. Ki-tabı hazırlayan hocamız Prof. Dr. Kemal Yavuz (Hak ömrünü bereketlendirsin), sadece metni ortaya koymamış, aynı za-manda okuyucunun sözlüğe bakma ihti-yacını görerek her bir beyti sadeleştirmiş, âyet ve hadisleri tercüme etmiştir. Bu, pek kolay bir iş değildir, ancak âşıkların yapacağı bir çalışmadır. Yine de bu eseri, ancak âşıklar okur, âşıklar anlar. Velhâsıl birliğe gönül veren âşıkların, birlik içinde dirlik bulacaklarında şüphe yoktur.

Beyhudedir saklamak geçmişin mateminiKalbin yaralarına sür sevgi merheminiHoşgörüyle çoğaltın muhabbetin demini

Davranın ey yârenler birlikten rahmet doğarDoğan rahmet güneşi karanlıkları boğar

Birdir cümle ümmetle dinimiz imanımızHak Tealâ Rabbimiz, Resulullah canımızBirlik için atıyor nabzımız, sol yanımız

Birler Bir’e koşunca birlikten rahmet doğarKâinata sığmayan, insan gönlüne sığar

Ayrı gayrı ne demek bunca birimiz varken?Koca Yunus, Mevlana, Ali pirimiz varkenÇıkılmaz Hak katına ruhta kirimiz varken

Ayrılıklardan azap, birlikten rahmet doğarÇölleşen yüreklere aşk yağmurları yağar

Hicran gönül sızısı, birlik ruhun cilası,Ayrılık cana gurbet, vuslat yürek sılasıGönüller bir olunca coşar rahmet deryası

El ele verin dostlar, birlikten rahmet doğarYüreği aşkla dolan, tekeden de süt sağar

Yunus, sevgi evinin en muhkem köşe taşıMevlana, hoşgörünün, aşk deryasının başıMuhabbetle doyurur kardeşlik, birlik aşı

Fitne fesat ateştir, birlikten rahmet doğarTutmaz namus mayası yürekte olmazsa ar

M. Nihat MALKOÇ

RAHMET DOĞARBİRLİKTEN

16 Somuncu Baba

Fotoğraf: Yıldız Eraslan Âşık Paşa Kabri / Kırşehir

17Şubat / 2008

Page 10: Başyazı - somuncubaba.net · 4 Somuncu Baba Şubat / 2008 5 Yirmiyedinci Mektup Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi (k.s) Mektûbât-ı Hulûsi-î Dârendevî Ey Aziz Kardeş! Ey Allah

A rapçada ‘tek’ anlamına gelen “ehad” sözcüğü, iki

anlamda kullanılır: Bunlardan ilki, nefiy, diğeri ise, isbât için-dir. Nefiyle ilgili olanı o cinsin hepsini kapsamı içine alır; azına ve çoğuna; gerek toptan ve ge-rekse teker teker şâmil olur. Bu mânânın isbât için kullanılması doğru değildir. Nitekim “Evde hiç kimse yok.” dendiği zaman bir, iki veya daha fazlası topluca ya da ayrı olarak yoktur demek istenir. İşte bu anlamda müsbet olarak kullanılması doğru de-ğildir. Çünkü iki sayısı olumsuz cümlede doğru olursa da, olum-lu cümlede doğru olmaz. Buna göre, “Evde bir kişi var.” deni-lince, burada bir kişinin isbâtı bulunduğu gibi, bunun üzerinde olanların da topluca veya ayrı ayrı varlığı isbât edilmiş olur.1

İsbât için kullanılan “bir”e gelince; bu da üç şekildedir. İlki, onlar basamağına eklenen birdir; onbir, yirmibir gibi.. İkin-cisi tamlayan ve tamlanan gibi evvel anlamına kullanılan birdir. Nitekim bu mânâda Kur’ân-ı Kerim’de şöyle buyrulmaktadır:

“Biriniz efendinize şarap içirecek, diğeri de asılacak, kuşlar onun başından yiyecektir.”2 Arapça’da Pazartesi günü için de “ehad” kullanılır. Üçüncüsü ise, mutlak sıfat olarak kullanılır ve ancak Allah’ın vasfı olarak ifade edilir:

“De ki O Allah tektir”3 âyetinde geçtiği gibi.4

Kur’ân-ı Kerim’de Allah’ın tek oluşunu ifade eden birçok âyet vardır. Bu âyetlerden bir kısmı şöyledir:

“Her halde hepinizin ilâhı, bir

tek ilâhtır. Ondan başka bir ilâh yoktur. O Rahmân ve Rahîm-dir.”5

“..O, ancak ve ancak bir tek ilâhtır ve gerçekten ben, sizin ortak tuttuğunuz şeylerden uza-ğım” de. 6

“..O tek ve kahredici olan Al-lah’tan başka tanrı da yoktur.”7

“..Ki sizin ilâhınız birdir.”8

Her ne kadar “ehad” ile “vâ-hid” arasında farklılıklar varsa da “ehâd” kelimesi, “vâhid” an-lamına da gelir. Vâhid, tek ve eş-siz demek olup; zâtında, sıfatla-rında, fiillerinde, isimlerinde ve hükümlerinde ortağı ve benzeri olmayan demektir. İşte bütün bu özelliklerle nitelendirilen zât, Cenâb-ı Hak’tır. Vâhid, Allah’ın

bir vasfı olduğu zaman; bölün-me, çoğalma ve üreme kabul etmeyen anlamınadır. Bu vah-detin ağırlığından dolayı Allah (c.c), “Allah bir olarak anıldığı zaman ahirete inanmayanların yürekleri burkulur da, O’ndan başkaları anıldığı zaman derhal yüzleri güler.”9 buyurmuştur ki, bu anlamda vâhid, tek, yalnız demektir. O halde vâhid söz-cüğünün iki anlamı vardır. Biri-si, vahdet kendisiyle kaim olan; asla bölünme ve parçalanma kabul etmeyen; diğeri ise, zâ-tında ortağı, fiil ve sıfatlarında benzeri olmayandır.10

Arapçada elif-lamlı şekliy-le el-Ehad tabiri, mutlak vasıf olarak sadece Allah hakkında kullanılır. O zaman, mânâsı parçalanmayan, ikilenmeyen,

BİR OLANIN ADI İLE El-Ehad, El-Vâhid

DüşünceProf. Dr. Ramazan ALTINTAŞ

“Müslüman’da hayatın her alanıyla ilgili tevhîde dayalı bir bakış açısı netleşmediği zaman, zihnî yapıda ikilem ve parçalanma gibi derin fay hatları oluşur. İslâmî literatürde orijinal ifadesiyle bu fay hattının ve

parçalanmanın adı, şirktir. Şirk, kişinin; Allah’a, kendisine ve kader birliği ettiği toplumunun değer yargılarına yabancılaşmasını beraberinde getirir.”

19Şubat / 200818 Somuncu Baba

Celî Sülüs Levha, Ya Vâhid, Hat: Fevzi Günüç, Tezhib: Yelda Tezölçer

Allahu Ekber, Hat: Mehmet Özçay, Tezhib: Özden İpek

Page 11: Başyazı - somuncubaba.net · 4 Somuncu Baba Şubat / 2008 5 Yirmiyedinci Mektup Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi (k.s) Mektûbât-ı Hulûsi-î Dârendevî Ey Aziz Kardeş! Ey Allah

benzer. Evvelâ, kişilik etütleri iyi yapılmalı, insanımız tevhîd inancı doğrultusunda yetiştirilir-ken kaç derecelik bir şirk, küfür ve inkâr şiddetindeki fikir dep-remine dayanabileceği önce-den iyi tesbit edilmeli ve buna göre tevhîd eğitimi verilmelidir. Dolayısıyla, birey ve toplum ya-pısında tevhîd inancı, sağlam temeller üzerine oturtulmadan sağlam duruşların ve şahsiyetli kişiliklerin ortaya çıkması veya sürdürülmesi kolay değildir.

Müslümanda hayatın her alanıyla ilgili tevhîde dayalı bir bakış açısı netleşmediği zaman, zihnî yapıda ikilem ve parça-lanma gibi derin fay hatları oluşur. İslâmî literatürde oriji-nal ifadesiyle bu fay hattının ve parçalanmanın adı, şirktir. Şirk, kişinin; Allah’a, kendisine ve kader birliği ettiği toplumunun değer yargılarına yabancılaşma-

sını beraberinde getirir. Zihnî ve ruhî hayatta meydana gelen bu parçalanma/ikilem, değerler alanındaki savrulmalara yansır, fert bazında tek bir insanla da sınırlı kalmaz, sosyal hayatta insanın konumuna ve itibar de-recesine göre; “kan dökücü ve ayrılık çıkarıcı”13 özelliğini de ön plana çıka rır. Çünkü tevhîdî ba-kış açısında insana büyük değer verilir. “Bir insanı öldüren bütün insanlığı, bir insanı dirilten bü-tün insanlığı diriltmiş gibidir.”14 Görüldüğü gibi parçalanmış bir düşünce yapısının faturasının, kişinin kendi özel hayatıyla sı-nırlı kalmayıp, bu ayrılık çıkarıcı ateş, cemiyeti ve hatta kişinin statüsüne bağlı olarak küresel ölçekte dün yayı bile sarsacak bir sonuca gitmesi her zaman için kaçınılmazdır. İşte bu mak-satla dinimiz İslâm, mensupları-nın hangi dile, hangi renge ve hangi bölgeye ait olursa olsun-

lar -ki ırklar ve renkler mozaiği Allah’ın bir sünnetidir15- insana saygı ve kardeşlik ruhu içerisin-de olmalarını tevhîdin bir gereği olarak görür.16 Bu sebeple İslâm, tevhîdi bozucu her türlü davra-nış ve hareketler den kaçınma-mız gerektiğini her halükarda hatırlatır.17

Hayatımızın Her Alanında Tevhîdi

Korumalıyız

Tevhîd inancı insana gönül-de, dilde ve davranışlarda isti-kamet alışkanlığı kazandırır. Bu sebeple kıldığımız namazların her rek’atında okuduğumuz Fa-tiha Suresi’nde: “Bizi doğru yola ilet”18 şeklinde geçen âyet; insanın hakka, iyiye, güzele yönelmesinin ve her türlü sapık lıktan uzak kal-mayı isteme arzusunun bir yansı-masıdır. Hz. Peygamber (s.a.v)’in,

“Doğru yol” (es-Sırâtü’l-Mustakîm)

ikincisi bulunmayan anlamına gelir. Dolayısıyla bölünmeyene vâhid denilir. Bu, parçası ve bo-yutu yok mânâsınadır. Nokta da böyledir. Boyutu olmadığı için, bölünme, parçalanma kabul etmez. Bu anlamda Yüce Al-lah da birdir, zâtında kısımlara ayrılması muhaldir. İkilenmeyen demekse, bir eşi bulunmayan demektir. Güneş gibi. Her ne kadar güneş bir cisim olarak bölünebilir, parçalanabilir özel-liklerine sahipse de evrenin gö-rülebilen kısmında bir benzeri dahi mevcut değildir. Ama buna rağmen mümkinü’l-vücûd oldu-ğu için bir benzerinin bulunması

her zaman imkân dâhilindedir. Var da olabilir yok da olabilir. Yüce Allah ise, vâcibu’l-vücud olup, varlığı kendi zâtının gereği olduğu için, bir benzeri müm-kün değildir.11

Ahlâkımızı Güzelleştirmekte Vâhid

Olmak

Acaba, “Allah’ın ahlâkıyla ah-lâklanınız.” rivâyetinden hare-ket edecek olursak insanın ah-lâkî hayatında Allahu Teâlâ’nın el-Vâhid ism-i şerîfi nasıl anlam bulacaktır? İnsanın vâhid olması nasıl mümkün olabilir? Bu, eğer

hayırlı hasletler ve övülmüş ah-lâkî meziyetler konusunda in-sanlardan hiçbirisi o kimsenin sahip olduğu ahlâkî güzellik düzeyine çıkmamışsa, işte o zaman bu isimden bir nebzecik hisse almış anlamınadır. Çünkü insanlık tarihinin başka dönem-lerinde onun benzerinin ortaya çıkmış olması veya benzerinin bulunması mümkündür. Yine bu benzeri bulunmayış, bütün hasletlere nisbetle değil, bazı hasletlere nisbetledir.12

Öte yandan, el-esmâü’l-hüs-nâ/Allah’ın en güzel isimleri, bize O’nu tanıtan ve O’nun bu isminden hisse almamızı sağla-yan, bu mânâda her birisi ahlâkî hayatımızda anlamlandırılması gereken niteliklerdir. Aynı za-manda Yüce Allah’ın “el-Vâhid” ism-i şerîfi bize hayatımızın her alanında tevhîd aramamız ge-rektiğini de öğretiyor. Çünkü İslâm Dini’nin özünü, tevhîd inancı oluşturur. Tevhîd, her şeyden önce Allah Teâlâ’yı zatın-da, sıfatlarında ve fiillerinde bir kabul edip; zatında, sıfatlarında ve fiillerinde O’na bir baş kasını denk, emsal ve ortak tutmamak demektir. İnanan insana gerekli olan, Allah’ı isim ve sıfatlarıyla bilmesi ve O’na yürekten ina-nıp bağlanmasıdır.

Tevhîd, bir binanın su bas-manı gibidir. Nasıl ki binaların zemin etütleri iyi tesbit edil-meden, kaç nokta şiddetindeki bir depreme dayanıklı olacağı matematiksel mânâda iyi he-saplanmadan yapılırsa, böyle bir bina her zaman risk faktörü taşır. İşte tevhîd inancı da buna

20 Somuncu Baba 21Şubat / 2008

TSM III. Murat Köşkü - Kubbe, (İhlâs Suresi)

Page 12: Başyazı - somuncubaba.net · 4 Somuncu Baba Şubat / 2008 5 Yirmiyedinci Mektup Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi (k.s) Mektûbât-ı Hulûsi-î Dârendevî Ey Aziz Kardeş! Ey Allah

ifadesini bir şekilde sahabeye biz-zat açıkladığını Cabir İbn Abdullah şöyle rivayet ediyor:19

“Rasûlullah (s.a.v)’ın yanında idik. O, yere bir çizgi çizdi. Bu çizginin sağına iki, soluna da iki paralel çizgi daha çizdi. Sonra elini ortadaki çizginin üzerine koydu ve dedi ki: Bu, Allah’ın yoludur. Sonra şu âyeti okudu:

“Bu benim dosdoğru yolumdur, ona uyunuz; başka yollara uy-mayınız ki, onlar sizi Allah’ın yo-lundan ayırır.”20 Sırât-ı Müstakîm, ifrat ve tefritten uzak dengeli/va-sat bir yaşam biçimidir. Bir başka ifade ile bu yol; Allah Rasûlü’nün ve onun ashabının izlediği yol-

dur. Kur’ân-ı Kerim’de “Allah’ın yo luna uymayı, topluca O’nun ipine sarılmayı, çözülüp parça-lanmamayı, birlik ve beraberlik içinde yaşamayı” korumamız gerektiği dile getirilir. Bu âyet-lerden birkaçı şöyledir:

“Hepiniz Allah’ın ipine sımsıkı sarılın, parçalanıp ayrılmayın.”21

“Allah’a ve Rasûlüne itâat edin. Birbirinizle çekişmeyin, aksi tak-dirde zaafa düşer, kuvvet ve dev-letinizi elden kaçırırsınız.”22

Yüce Allah birinci âyette ge-çen ilâhî uyarıya kulak verme-menin neticesini, açıkça, ikin-ci ayette beyân eder. Gökten

yere uzatılmış olan kurtuluş ipi Kur’ân’a sarılıp tutunmadığı-mız zaman İslâm toplumunun çözülüp dağılacağını, kuvvet ve iktidardan olacağını vurgu-lamaktadır. Bu, İslâm ümme-tinin özünü yitirmesi, ecelinin gelmesidir. “Her ümmetin bir eceli vardır”23 âyetinde geçen

‘ecel’den, sadece ümmetin fizikî varlığının sona ermesi mânâsı-na gelen helâk değil, değerler bazında kimliğini kaybetmesi anlaşılmalıdır. Demek ki İslâm ümmetinin birliğini ve bütünlü-ğünü bozucu, toplumun sosyal dokusunu parçalayıcı en büyük unsur, tefrika/bölücülüktür. Bu nedenle Müslümanlar hiçbir zaman sosyal yapımızı parçala-maya yönelik davranışlara prim vermezler.

O halde mutlak Vâhid ancak ve ancak şanı yüce olan Allah’tır, mutlak vahdet de O’na mahsus-tur. Müslümanlar olarak vahdet-ten ayrılmayalım.

1- Râgıb el-İsfehânî, el-Müfredât, İstanbul, 1986, s. 12.

2- 12/Yûsuf, 41.3- 112/İhlâs, 1.4- İsfehânî, el-Müfredât, s. 12.5- 2/Bakara, 163.6- 6/En’âm, 19.7- 38/Sâd, 65.8- 37/Sâffât, 4.9- 39/Zümer, 45.10- Metin Yurdagür, Allah’ın Sıfatları, İstan-

bul, 1984, s. 72-73.11- İmâm Gazâlî, Kitâbu’l-Esnâ fî Şerhi Es-

mâillâhi’l-Hüsnâ, Mısır, ts., s. 9612- İmâm-ı Gazâli, a.g.e., s. 12.13- 2/Bakara, 30.14- 5/Mâide, 32.15- Bkz. 30/Rûm, 22.16- 49/Hucurât, 13.17- Bkz. 5/Mâide, 2.18- 1/Fâtiha, 6.19- İbn Mâce, Sünen, “Mukaddime”1, I, 6,

Kahire, 1372.20- 6/En’âm, 153.21- 3/Âl-i İmrân, 103.22- 8/Enfâl, 46.23- 7/A’râf, 34.

Dipnot

22 Somuncu Baba

Sûfi PerspektifDoç. Dr. Kadir ÖZKÖSE

“Milliyet, cinsiyet, âidiyet, cemiyet gibi farklılıklarımız bir gerçektir. Ama bunlar çatışmanın değil, kaynaşmanın unsurlarıdır aslında. Millî ve manevî değerlerimizi yıpratmadan farklılıklarımızı zenginlik olarak kabul etmemiz gerekir. Bir kilimin desenleri gibi farklı renk tonlarını ortak aşk potasında eriten tasavvuf düşüncesinin birlik rûhuna bugün her zamankinden daha çok muhtacız.”

VAHDETTE KESRETİ KESRETTE VAHDETİ GÖRMEK

23Şubat / 2008

Page 13: Başyazı - somuncubaba.net · 4 Somuncu Baba Şubat / 2008 5 Yirmiyedinci Mektup Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi (k.s) Mektûbât-ı Hulûsi-î Dârendevî Ey Aziz Kardeş! Ey Allah

25Şubat / 2008

İ slâm’ın zâhirî hükümleri ya-nında derûnî hikmetlerini

gerçekleştirebilme yetisi olan tasavvuf, toplumun her katma-nında etki uyandıran bir düşün-ce sistemidir, bireysel kemâlin yanında sosyal kimliğin de kaza-nılmasını öngörmektedir. Tasav-vuf, “halvet der-encümen/halk içinde Hak ile beraber olmak” duygusunu şiâr edinmektedir. Halvet, uzlet, inzivâ, erbaîn, çile, tefekkür, tezekkür, zikir ve tesbîhât gibi görevler yükleye-rek, kendine yabancılaşmayan, kendinden kaçmayan, bilakis kendi ile yüzleşebilen, kendinin farkında olan ve bireysel gelişim seyrini gerçekleştirebilen fertler yetiştirir. Kemâl yolculuğunda manevî donanıma eren sâlikler, diğer yandan hizmet, sohbet, celvet, îsâr, uhuvvet anlayışı ile de kendinden topluma bir şeyler vermeye çalışır. Dervişin halvet ve tekke hayatı daimî ol-madığı için, onun aynı zaman-da günlük hayatın her karesin-de yer alabildiğini görmekteyiz. Dervişliğin gâyesi Hakk’a vuslat ve fenâ hâlinin gerçekleşme-sidir. Derviş, yaratılmışa Hak nazarı ile bakmadan Hakk’a

ulaşamaz. Halkın sıkıntılarını yüklenmeden Hakk’ın şarabını yudumlayamaz.

Fenâ Fi’l-ihvân

Dervişlik yolunun bidâyetin-de sâlikin, “fenâ fi’l-ihvân/aynı şeyhe intisap eden kardeşlerini candan benimsemesi” duygu-suna bürünmesi istenir. Farklı bedenlerde ortak rûhun tecellî etmesi sağlanır. Bu duyguyla o, başkalarını sevebilmeyi, ötekini kendinden bilmeyi, başkasını görebilmeyi, nefsânî arzular ye-rine Rahmânî duygularla hare-ket edebilmeyi öğrenir. Sürekli eleştiri oklarını başkalarına yö-neltmek yerine, iç muhâsebe eğitimi almaya ve onun sonu-cunda özeleştiri yapmaya başlar. Ortada bir sorun varsa, öncelikli olarak kendi kusûrunu görmeye çalışır. “Eller yahşi biz yaman” anlayışı ile başkasına karşı opti-mist/iyimser olurken, kendisine karşı kuşku duygularını dep-reştirir. Kendi benlik duygusu-nu/enâniyetini tatmîne koyulan günümüz insanının iflah olmaz hastalığı yerine nefsini eğitmeyi, hatasını görebilmeyi ve kendi

kusûrunun farkında olabilmeyi öğrenir. Elindekini kardeşi ile paylaşmayı, gönlünü ve sofra-sını kardeşine açabilmeyi, vere-bilmeyi şiâr edinir. Karz-ı hasen (Allah rızası için borç verme) usulüyle ya da gönüllü destekle-ri ile kardeşinin ekonomik sıkın-tılarına tercüman olduğu kadar, haldaşı, gönüldaşı ve sohbetdaşı bir dost olarak da onun iç sıkın-tılarına, yalnızlığına ve her türlü bunalımına hayat iksîri olur. İn-citmeyen sözleri, yerinde uyarı-ları, dirilten muştuları ve güç ve-ren duaları ile kardeşini taşıma-ya çalışır. Zira onun dünyasında bâr olmak/yük olmak değil, yâr olmak esastır. Onlar, aynı şeyhin meclisinde ortak atan kalb ri-timlerine sahiptirler. Aralarında-ki uhuvvet bilinci kendine değil kardeşine pâye vermeyi gerekti-rir. Her biri bir diğerinin aynası ve dayanağı olmaları hasebiyle toplu atan yürekler mesâbesin-dedirler. Dolayısıyla iki padişah koca bir cihana sığmazken, kırk derviş bir postta oturur hâle gelmiştir. Birbirinin gönlünde yer edinenlerin sığamayacakları mekân yoktur. Herkesin hakkını gerektiği gibi yerine getirmeyi ilke edinen derviş, farklılıkları bünyesinde toplamaya, zıtların ahengini sağlamaya, yani câmi-u’l-ezdâd olmaya başlar.

Câmiu’l-Ezdâd / Zıtların Âhengi

Tasavvufun bir şartı teslimi-yetse diğer bir şartı uhuvvettir. Aynı tekkenin mensupları ola-rak acı ve tatlı hallerinde, mutlu ve kederli günlerinde birbirinin destekçisi olan dervişler, dar

24 Somuncu Baba

planda gerçekleşen tarîkat kar-deşliğini ümmet planına taşıma eğitimi almışlardır. Onlar aynı şeyhin dervişleri olarak beraber-lik rûhunu taşıdıkları gibi aynı peygamberin davet halkasında yer aldıkları için tüm inananlar olarak ortak bilince sahip olma-yı da şiâr edinmişlerdir. Allah’ın kardeş kıldığı inananlar arasın-da sorun olmayı değil sorunları gidermeyi esas almışlardır.

Tasavvuf, ilm-i zevk olduğu ve seçkinler yolu kabul edildiği için bu yolda dışlamak, reddet-mek, kovmak yoktur. Sûfîlerin gönülleri engin, dergâhları esen-lik vericidir. Onlar dar kalıplara, kendi kliklerine, kendi dünya-larına hapsolmayı değil, içinde bulunduğumuz dünyanın ya-şanabilir bir huzur adası hâline gelmesine öncülük etmişlerdir. Sonsuzluk yolcusu olan bu şah-siyetlerin hakîkati kendilerinden

ve kendi düşündüklerinden ibâ-ret görmeleri söz konusu olabilir mi? Yaratılanı Yaratan’dan ötürü sevmeye çalışanların bağnazlığı, körlüğü ve taassubu olur mu? Hakk’ın ve haklının yanında yer alan bu erdemliler, “Gel, ne olur-san ol yine gel, bu dergâh umut-suzluk dergâhı değildir.” diyerek buluşmaya, kaynaşmaya ve bir-likte yaşamaya davet etmişler, Hakk’ın ışığını kararan kalblere taşımaya koyulmuşlardır. As-hâb-ı kirâmın yolunu takip eden sûfî kitleler, orduların beldeleri fethe koyulmadan önce belde halklarının gönüllerini fethetme-ye, onların kalblerini İslâm’a aç-maya çalışmışlardır.

Hasan-ı Basrî (ö.110 / 728), Cüneyd-i Bağdâdî (ö. 269 / 882), Ahmed-i Yesevî (ö.562 / 1166), Abdülkâdir-i Geylânî (ö. 561/1166), Hacı Bektaş-ı Velî (ö.669/1271), Mevlânâ Celâ-

leddîn-i Rûmî (ö. 672 / 1273), Eşrefoğlu Rûmî (ö. 874 / 1469), Şemseddîn-i Sivâsî (ö.1006/ 1597), Aziz Mahmûd-ı Hüdâyî (ö.1038/1628), Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî (ö.1242/1826), Abdül-hakîm-i Arvâsî (ö. l362/ l943) ve İhramcızâde İsmail Hakkı Top-rak (ö.1393/1973) gibi her dev-rin çok özel isimleri farklılıkları meclislerinde eritmiş şahsiyet-lerdi. Onlar hiçlik ve mahviyet duygusunu esas kabul etmişler-di, özlerinde zıtlıklar tabiî olarak barındığı halde, o zıtların âhen-gini sağladıkları için kendilerine câmiu’l-ezdâd adı verilmiştir. Hâl dilinden anlarlar, her der-din devâsını fark ederler, herke-se anlayacağı dilden konuşurlar, sözlerinde derinlik, yüzlerinde nûrânîlik ve nazarlarında basîret vardır. Bu özellikleri nedeniyle onların kapısını çalan herkes, o dünyadan bir şeyler alabilmiş, konumuna göre istifade ede-Mevlânâ’nın Kabri / Konya

Hacı Bektaş-ı Veli Camii ve Külliyesi / NevşehirFotoğraf: Bekir Sarı

Fotoğraf: Hulusi Gülseren

Page 14: Başyazı - somuncubaba.net · 4 Somuncu Baba Şubat / 2008 5 Yirmiyedinci Mektup Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi (k.s) Mektûbât-ı Hulûsi-î Dârendevî Ey Aziz Kardeş! Ey Allah

26 Somuncu Baba

bilmiş, meramını anlatabilmiş, sıkıntısını giderebilmiş ve kendi-sini oraya ait görebilmiştir.

Bilhassa ümmetin çözülme yaşadığı; kıtlık, kuraklık, açlık, sefâlet, savaş, kargaşa, saltanat kavgaları, ekonomik buhranlar ve sosyal çalkantılar içinde kıv-randığı dönemlerde ümmetin motive edici güçleri onlar ol-muşlardır. Ahmed-i Yesevî’nin Orta Asya’daki, Ahî Evran-ı Velî (ö. 659/1261)’nin Anadolu’daki, İmâm Rabbânî (ö.1034/1624) nin Hindistan’daki, Ahmed Zer-rûk (ö.899/1493)’un Libya’daki, Şeyh Şâmil (ö. 1288/1871)’in Kafkasya’daki faaliyetleri bunun örneklerinden birkaçıdır.

Tekkelerin Birlik Atmosferi

Tekkeler aslına sâdık kaldı-ğı ve kendilerinden beklenen işlevi yürüttükleri dönemlerde toplumun her kesimine hitâbet-mişlerdir. Onlar, köylüsü şehirli-si, kadını erkeği, yerlisi yaban-cısı, genci yaşlısı, âlimi cahili, fakiri zengini ile birlik mekânı konumuna gelmişlerdir. Cami-lerde yaşanan ve yakalanan bir-lik rûhu, tekkelerdeki eğitimle daha da güçlendirilmiştir. İslâm coğrafyasının her tarafına yayı-lan tekkeleri ile aynı tarîkatın mensupları, farklı mezhep ve coğrafyaya ait olsalar da rahat-lıkla kaynaşabilmişlerdir. Tahkîkî

imana ermek isteyen dervişler, dinin merâsim boyutundan zi-yâde özünü yakalamayı gâye edinmişlerdir. Bu nedenle mez-hep farklılıklarını gündeme ta-şımamış, mezhep taassubuna bürünmemiş, mezhep taklitçi-liğine düşmekten kurtulmaya çalışmışlardır. Örnek olarak, İs-lâm birliği siyâsetini/İttihâd-ı İs-lâm düşüncesini benimseyen II. Abdülhamid, bu hedefini ger-çekleştirme yolunda, daha çok tekkelerin birleştirici ruhundan, tarîkat şeyhlerinin saygın kişili-ğinden ve derviş zümrelerinin hasbî gayretlerinden faydalan-maya çalışmıştır.

Vahdette Kesreti Kesrette Vahdeti/Birlikte Çokluğu Çoklukta Birliği Görmek

Tasavvuf düşüncesinde birlik esas, çokluk izâfîdir. Var diyebi-leceğimiz, yok olma ihtimâli hiç düşünemeyecek yegâne var-lık Hak Teâlâ’dir. O’nun varlığı aslî, diğerlerinin mevcûdiyeti O’na bağlıdır. Çokluk aynasında yansıyan Hakk’ın isim ve sıfat-larıdır. Kesret âlemine baktığı-mızda, her şey aslında Hak’tan geldiğini, Hakk’a ait olduğunu ve Hakk’a işaret ettiğini göster-mektedir. Varlıklar arasında an-lamsız, faydasız ve gereksiz olan yoktur. Zira Allah’ın yaratma-sında abes bulunmaz. Kozmik düzendeki bu ahengi fark ettik-ten sonra, insanoğlu olarak bize düşen de bu birliği idrâk edebil-mektir, zarfın içindeki mazrû-fu fark edebilmektir. O zaman tüm varlıkların gereksinimlerini Allah’tan karşıladıklarını, çokluk olarak gördüğümüz, farklılıklar

27Şubat / 2008

diye bildiğimiz tüm ayrılıkların “Bir” olan Allah’tan farklı yan-sımalar olduğunu bilmiş oluruz. Hakk’ın celâl ve cemâl tecellî-sini, kahrını ve lutfunu, O’dan gelen mihnet ve nimeti bir gör-düğümüz zaman kozmik gerçe-ği idrâk etmiş oluruz. Eşyanın hakâkatini idrak edenler, insân-ı kâmillerdir.

Tasavvuf düşüncesine göre insân-ı kâmil toplayıcı ve yol gösterici bir varlıktır. Hakk’a ba-kan yönü ile Hakk’ın vasıflarını kazanmış, halka bakan yönü ile de yaratılmışların vasıflarını yüklenmiştir. Âlemin tüm kod-ları insan denilen sırda saklıdır. İnsan kendini bildiği, hakikatini idrâk ettiği takdirde konumunu da belirlemiş olacaktır. O za-man kan döken, bozgunculuk çıkararak fesada ve yıkıma yol açan değil; diriltmeye, yaşatma-

ya, düzeltmeye ve düzenleme-ye koyulan varlık olacaktır. Bu özelliği ile meleklere öğretmen-lik yapacak, gâye varlık özelliği-ni gerçekleştirecektir. Yetkin in-sanların olmadığı, kalıbı ile değil adamlığı ile temayüz eden şah-siyetlerin bulunmadığı zaman-larda insanlık kaos ve bunalıma sürüklenmiştir.

Sonuç Yerine

Kurtlar sofrasına dönen dün-yamız, günümüzde artık küresel kaosa sürüklenmekte, kargaşa yaşamaktadır. Farklılıklar gün-demde tutulmakta, ayrılıklar dillendirilmekte, menfaatler ça-tıştırılmaktadır. En acısı da güç odaklarının, kendi menfaatlerini korumak ve kollamak için bizle-ri birbirimize düşürmesi, bizleri kısır döngü içerisine çatışmaya

çekmesi, bulanık suda bizleri avlamaya devam etmeleridir. Bunun sonucu olarak da terör ve şiddetin kol gezdiği dünya coğrafyasında kardeş kanları dökülmekte, kardeş halklar bir-birine kırdırılmakta, tarihî kaza-nımlarımız hebâ edilmektedir.

Milliyet, cinsiyet, âidiyet, cemiyet gibi farklılıklarımız bir gerçektir. Ama bunlar çatışma-nın değil, kaynaşmanın unsur-larıdır aslında. Millî ve manevî değerlerimizi yıpratmadan fark-lılıklarımızı zenginlik olarak ka-bul etmemiz gerekir. Bir kilimin desenleri gibi farklı renk tonla-rını ortak aşk potasında eriten tasavvuf düşüncesinin birlik rû-huna bugün her zamankinden daha çok muhtacız. Kinlerinden arınan, öfkelerini yutan, hasmâ-ne davranışlarından kaçınan, menfaat avcılığına soyunmak-tan uzaklaşan bir toplum vücû-da getirmemiz gerekmektedir.

Hasbî duygularla bir araya gelen, bir bedenin uzuvları gibi aynı acıyı içinde duyan, ümme-tin dertleri ile dertlenen, insan-lığın iyiliğini isteyen, dünyanın dört bir yanında kalender ruhlu bir yaşamla başkalarını yaşatma-ya koyulan “Kolanizatör Türk Dervişleri”nin aşk mektebine kaydolmaya, insanlık denilen cevheri yaşatmaya, kâinat kitabı-nı okumaya ve Allah’ın Kur’ân’ını hayatımızta tatbik etmeye çok muhtacız. Dirliğimiz birliğimiz-de, iriliğimiz dirliğimizde saklıdır. Çünkü tasavvufî eğitimle kazanı-lan fenâ fi’l-ihvân bilinci, ötekini anlamaya, kardeşimizi sevmeye, inananlarla kucaklaşmaya ve tüm insanlıkla kaynaşmaya sevk eder.

İhramcızâde İsmail Hakkı Toprak (k.s)’ın Kabri / SİVAS

Buhara-ÖzbekistanFotoğraf: İmam Usta

Page 15: Başyazı - somuncubaba.net · 4 Somuncu Baba Şubat / 2008 5 Yirmiyedinci Mektup Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi (k.s) Mektûbât-ı Hulûsi-î Dârendevî Ey Aziz Kardeş! Ey Allah

Hulûsi Kalb’denProf. Dr. Mehmet AKKUŞ

Z aman zaman İslâmî duyarlılığımızı yitirdiği-miz, Rabbimize olan kulluk vazifelerimizi

tam mânâsıyla yerine getiremediğimiz olmaktadır. Şüphesiz bunun birçok sebebi vardır. Bu durum, ibâdetlerimizi eksik yapmaktan, insanlar arasın-daki ilişkilerimizde hakkâniyet ölçülerine riâyet etmemekten ve Allah’ın yasaklarına karşı duyarlılık göstermemekten kaynaklanabilir. Kur’ân ve sün-nette Allah’ın kulları için gerekli ölçüler konuldu-ğu halde, dünya meşgalelerinin insanlar üzerinde bıraktığı gaflet, dinî ve ahlâkî vecîbelere riâyette-ki ihmâlkârlık, maalesef onları kulluk bilincinden uzaklaştırabilmektedir Böyle durumlarda insanın

nefsinin, şehvetin ve şeytanın oyuncağı olma ihti-mâli daha da artar. İstikâmetteki sapmalar, ibâdet-lerimizdeki gevşemeler veya umursamazlıklar bizi büsbütün günahkar bir kul hâline getirebilir. İşte böyle durumlarda başvuracağımız çare Allah’a yö-nelip tevbe etmektir.

Ku’ân-ı Kerîm’de Tahrîm Sûresi 8. ayette sa-mîmî olarak ve içten gelerek Allah’a yönelmemiz, günahlarımızdan nasûh bir tevbe ile vazgeçmemiz tavsiye olunmaktadır. Bilerek veya bilmeyerek yap-tığımız günahlar için duâ edip kendisine yakarma-mızı Cenâb-ı Hak bizlere tavsiye etmektedir (40/Mü-

’min/Gâfir, 60.). Bu âyetlerde eğer samimi şekilde duâ

28 Somuncu Baba Şubat / 2008

NASIL TEVBE EDELİM ?

29

edip yalvarırsak, duâmıza icâbet olunacağı da bil-dirilmektedir.

Şairlerimiz tevbe vâdîsinde çok samîmi eserler ortaya koymuşlardır. Genel olarak duâ ve münâ-cât konusunun ele alındığı bu kabil şiirler hemen hemen her şair tarafından kaleme alınmıştır. Nite-kim şu beyit bunlar arasında en çok tekrarlanan bir beyittir:

Tevbe Yâ Rabbi hatâ râhına gittiklerimeBilip ettiklerime bilmeyip ettiklerime

Hulûsî Efendi de aşağıdaki gazelinde bu ko-nuyu işlemekte, yapılan hatalardan, günahlardan, isyanlardan sonra nasıl tevbe edilmesi gerektiğini gayet içtenlikle ortaya koymaktadır. Şairimiz bura-da görünüşte kendi gönlüne hitâb etmekte ise de aslında herkese seslenmektedir. Samîmî bir tevbe için şu hususların mutlaka dikkate alınması ve ge-reğinin yerine getirilmesini öngörmektedir: 1. Ce-nâb-ı Hakk’a samîmî bağlılık, 2. O’nun huzurunda baş eğip secdeye kapanmak, 3. Yaptıklarını hatır-layıp ağlamak, 4. Nefsinin arzu ve isteklerini terk etmek, 5. Mü’min kardeşleriyle iyi geçinmek, 6. Gönül hânesini temiz tutmak. Bu hususlar yerine getirildiğinde umulur ki, Rabbimiz bize rahmetiyle muâmele edecek, yaptığımız kusurları da bağışla-yacaktır. Sonunda da gönül hoşnutluğuna kavuşup bayram etmiş olacağız.

Gazelin Metni:

1- Ey gönül gel edelim tevbeler isyânımıza Dahi bel bağlayalım sıdk ile sultânmıza

2- Başımız uğruna koyup sürelim yüz yoluna Ola ki lutf ile rahm eyleye efgânımıza

3- Ağlayalım gece gündüz akıtıp göz yaşını Erişe bir nazarı dîde-i giryânımıza

4- Edelim terk-i hevâ vü hevesi cümle ne var Nice dil uzatalım sevgili ihvânımıza

5- Dile dil-dârımız ol yârımız atar okunu Derd ile çâk ettiği sîne-i uryânımıza

6- Nice bin îd ile bin neş’e husûle gelecek

Bir kadem basdığı an lutf ile vîrânımıza

7- Ey Hulûsî bizi ta’n eylemeye kasd kılan

Nazar etmez mi aceb aşk ile sûzânımıza

Gazelin Açıklaması

1- Ey gönül, gel isyandan ve dünya sevgisinden

vazgeç; yaptığımız günahlara ve isyanlara tev-

beler edelim de samîmî ve ihlâslı bir şekilde,

sultânımız olan yüce Rabbimize bağlanalım.

2- Günahlarımız için duyduğumuz pişmanlık, bu-

nun için ettiğimiz âh ve figanlardan sonra O’nun

huzurunda baş eğip secdeye kapanalım. Belki

böylece lutfuyla bize merhamet eder.

3- Gece gündüz bu yolda göz yaşı dökelim. Böyle

yaparsak belki döktüğümüz gözyaşları O’nun

lutuf nazarını üzerimize çeker de bağışlanırız.

4- İçimizde ne kadar hevâ ve heves varsa hepsini

terk edelim. Eğer böyle olursak artık mü’min

kardeşlerimize nasıl dil uzatıp, onları incitecek

davranışlarda bulunabiliriz?

5- Daima, O gönlümüzü alan sevgiliye kavuşmayı

dile, O bizim gerçek dostumuzdur. Eğer O’nun

aşk ve muhabbetinin derdiyle göğsümüzü par-

çalar, âh u figân edersek, sevgili Rabbimiz sevgi

oklarını gönlümüze atıp bize merhamet eder.

6- Vîrân olan gönül hânemizde Cenâb-ı Hakk’ın

sevgi ve muhabbeti tam mânâsıyla yerleşecek

olursa, işte o zaman bizim için binlerce neşe ve

binlerce bayram hâsıl olur.

7- Ey Hulûsî! Yaptığımız hatalarımız ve günahları-

mız yüzünden bize ta’n edecek, bizi ayıplaya-

cak olan Mevlâmız, içten gelerek, gayet samîmî

bir şekildeki ağlayıp inlemelerimize hiç nazar

edip bakmaz mı? Bizi bağışlayıp rahmetiyle mu-

âmele etmez mi? Elbette eder.

Sülüs Levha,Haber-i firkati gülden ki kelam etti sabaBülbülün lâle-sıfat kana boyandı ciğeriHat: Feyza KırkanTezhib: Nermin Yiğit

Page 16: Başyazı - somuncubaba.net · 4 Somuncu Baba Şubat / 2008 5 Yirmiyedinci Mektup Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi (k.s) Mektûbât-ı Hulûsi-î Dârendevî Ey Aziz Kardeş! Ey Allah

31Şubat / 2008

B irlik samimiyettir, vefa ve sadakattır. İnanan gönüllerin topluca atması, tevhîdin kalpte

maya tutmasıdır. Birlik Yüce Allah’ın insanlara rahmeti, ayrılık şeytanın inananlara ihanetidir. Müslüman, birlik ruhunu zedeleyecek her türlü tavırdan sakınmalı, kardeşini incitmemeli, sevgi ve saygıda kusur etmemelidir. Her mü’min bir diğerine karşı olabildiğince fedakâr olmalı, sabırlı

davranmalı, onun iyiliği için çalışmalı, sadık ve ve-falı olmalıdır. Bu, tüm mü’minlerin benimsemesi gereken üstün bir ahlâktır.

Gönülden teslim olmanın, selâmet bulmanın en birinci şartı, Allah’ın varlığına ve birliğine inan-maktır. Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi Hazretleri, Dîvân’ında iman sahibi birinin gönlünde ve dilin-de olması gerekeni şöyle tarif ediyor:

EdebiyatMusa TEKTAŞ

BİRLİK YOLUNUN YOLCULARI

Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi (k.s) Bir Hac Yolculuğunda

“Yüce Rabbimize gönülden inanan, O’na tevekkül eden, kâmil iman sahibi olanlar birlik yolunun yolcularıdır. Ancak Rabbi’nin merhamet ettikleri,

rahmetine mazhar kıldıkları bu sırrı anlayabilirler. Ki bunlar, tevekkülden ayrılmazlar, Hakk’a karşı gelmezler. Tevhîdden ve istikametten asla

yönlerini çevirmezler.”

Page 17: Başyazı - somuncubaba.net · 4 Somuncu Baba Şubat / 2008 5 Yirmiyedinci Mektup Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi (k.s) Mektûbât-ı Hulûsi-î Dârendevî Ey Aziz Kardeş! Ey Allah

Gönlünün yâdı olup dâim “Huve’llâhu’l-Kadîm” Dilinin virdi budur kim “Kul Huve’llâhu Ehad”

Zaman veya rütbe bakımından önde olan, ken-dinden evveli bulunmayan Allah’ı gönülde daim tutmak birlik ruhunun temelidir. Bütün varlıklar-dan önce olan, hiçbir şeyin Kendisinden ileri bu-lunmadığı Allah, her şeyden hatta zamandan bile öncedir. Çünkü zamanı da o yaratmıştır. Yüce Allah, ezelî olduğundan varlık bakımından bütün yarattıklarından öncedir. O, bütün kutsî sıfatlarıyla ve güzel isimleriyle her mevcuttan önce bulunan, sonradan olmaktan ve zamandan münezzeh olan-dır. Hiçbir şey yokken O vardı. Şu gördüğümüz ve göremediğimiz bütün varlıklar hep O’ndan sonra ve O’nun var etmesiyle olmuşlardır. Öte yandan, rütbe ve önem bakımından da bütün her şeyden öncedir. O’nun büyüklüğü, önemi, yaratıkların-kiyle mukayese edilemeyecek kadar öncelik sa-hibidir. O, her şeyden önde tutulmalı, hakkına öncelik tanınmalı, O’nunla ilgili her iş, her şeyden önemli görülmelidir.

Bir/tek olan Allah’ı zikretmek de dilin virdidir. Hakikî varlık olarak yalnızca kendi zatından başka bir sebebe muhtaç olmayan Yüce Mevlâ’dır. Bir

an için bile yokluğunu tasavvur etmek imkânsız olan vâcibü’l-vücud, “O” Cenab-ı Allah birdir/tektir.

O Allah, cemâl ve celâl sıfatlarının hepsine hak-kıyle ve eksiksiz olarak sahiptir. Bütünüyle varlığı kendisine ait bulunan ilâhtır. İşte gerçek mabud olan Allah birdir, ikincisi olmayan bir tektir, biri-ciktir. Evvel ve âhir, ortaktan münezzeh, hiçbir şe-kilde benzeri olmayan, hep birdir, yegâne birdir.

Birlik Yolu / Tevekkül Yolu

Yüce Rabbimize gönülden inanan, ona tevek-kül eden, kâmil iman sahibi olanlar birlik yolunun yolcularıdır. Ancak Rabbi’nin merhamet ettikleri, rahmetine mazhar kıldıkları bu sırrı anlayabilirler. Ki bunlar, tevekkülden ayrılmazlar, Hakk’a karşı gelmezler. Tevhîdden ve istikametten asla yönleri-ni çevirmezler. Birlik ve beraberlik içinde örnek bir topululuk olurlar. Tevhîdden ayrılmazlar, anlaşmaz-lıklara düşmezler, birleştirici ve bütünleştirici olurlar. İşte bu tevekkül ehlini Hazret şöyle tavsif ediyor:

Birlik yoludur bendeye esbâb-ı tevekkül Maksûda yeter bend ile erbâb-ı tevekkül Tedbîr ile bitmez işi takdîr-i Hudâ’nın Takdîre rızâ vermedir âdâb-ı tevekkül

Tevekkül: Gerekli tüm çabayı sarfederek, her türlü tedbiri aldıktan sonra, işi tam bir inançla Al-lah’a havale etme, yani, deveyi bağladıktan sonra Allah’a emanet etmeye tevekkül denir. Tevekkül bir kalp amelidir.

Rıza: Arapça razı olmak, memnun olmak de-mektir. Kalbin, hükmün akışı karşısında sükûnet altında bulunması. Genelde rıza, hüküm ve kaza-ya itirazda bulunmamayı ifade eder. Rızanın şartı kazadan (olay vukuu) sonra olmasıdır. Allah’tan razı olması kaza iledir. Tasavvuf yoluna rıza kapısı denmiştir.

Mü’min örnek bir davranış sergileyerek Allah’a güvenip, O’nun rızasını kazanmak için gayret gös-termeli ve davranışlarında etrafına örnek olmalıdır. Hulûsi Efendi Hazretleri istikameti doğru olan bir-lik yolunda ilerleyen Hakk dostlarının hâlini şöyle dillendiriyor:

Şerîat tarîkat resm-i râhımız Hakîkat ma’rifet izz ü câhımız Tevhîddir hısnımız Hak penâhımız Sanma bizi yoldan sapanlardanız

Ümmetin önderleri olan kâmil veliler, hakika-ten ilmen ve ahlâken peygamberlerin varisleri ol-dukları için hep hayır için çalışırlar. Dinin hüküm-lerine göre hareket eder, tasavvufun ince yolunda merhale katederler. Onlar, vahy kaynağından feyz alarak Rasulullah’ın zikrini yaşatmak, dininin eserlerini, şeriat ve ahlâkının bilgilerini yaymak için ümmete hayır ve fazilet öğretmek itibarıyla cennette rıdvan kaynağından akan Kevser nehrine benzerler. Peygamberler, Allah’ı bilme esaslarında birlik olup da şeriatte (dinin amelî hükümlerinde) farklı olarak halkın kurtuluşu için ilâhî rahmetin yayıcıları olduğu gibi, ümmetin bilginleri de kalb-leri hak tevhîdi ve vicdanları Muhammedî ahlâk üzere rıdvan neşesiyle Muhammedî şeriatın esas-larında birlik ile halka rahmet yayarlar. Aşk ile gö-nüllerin birliğini tesis eden kâmillerin gösterişten uzak, tevhîd esasına dayalı olarak muhabbet mec-lisindeki neşelerini de Dîvân’daki şu mısralar dile getiriyor:

Zerk u riyâdan geçmişizTevhîd-i sırfı seçmişizAşk bâdesinden içmişizOl sâkî-i devrân bizim

Birlik Öğütleri

Peygamberimizin şu hadis-i şerifleri birlik için her türlü mücadelenin yapılmasını bizlere öğütlü-yor. Arface İbnu Şureyh (r.a.) anlatıyor: Rasûlullah (s.a.v.) buyurdular ki: “Siz bir kişinin etrafında birlik halinde iken, bir başkası gelip, kuvvetinizi kırmak veya cemaatinizi bölmek isterse, onu öldürüverin.” (Müslim, İmaret 60, ( 1852).

“Şerler ve fesadlar olacak. Kim, birlik içinde olan bu ümmetin işinde tefrika çıkarmak isterse, kim olursa olsun kılıçla boynunu uçurun.” -Bir rivayette:

“...onu öldürün!” denmiştir-.”Müslim, İmaret 59, (1852).

Bu nefsi katl edip ey cân selâmet ber-kenâra çık Anın katline tevhîd gibi bir keskin sinân olmaz

Allah Teâlâ öyle bir vâcibü’l-vücud (varlığı lü-zumlu)dur ki, O’nun lâşerîke leh (ortağı yok) olan birlik sıfatını kaldırmak hiçbir şekilde mümkün değildir. Bu, O’nun zatına mahsus kemalidir ve bütün sıfatları da böyledir.

32 Somuncu Baba 33Şubat / 2008

Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi (k.s) Bir Köy Ziyaretinde

Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi (k.s) Bir Açılış Töreninde

Page 18: Başyazı - somuncubaba.net · 4 Somuncu Baba Şubat / 2008 5 Yirmiyedinci Mektup Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi (k.s) Mektûbât-ı Hulûsi-î Dârendevî Ey Aziz Kardeş! Ey Allah

34 Somuncu Baba

Ümmet, çeşitli insan gruplarına önder olan ve kendisine uyulan bir cemaat demektir. Yani bir imamın çevresinde sağlam bir birlik oluşturup, düzenli bir şekilde faaliyet gösteren ve bu şekilde çeşitli insan grupları üzerine hâkim olan bir top-luluktur. Diğer bir tabirle ümmet, imamet-i kübra sahibi cemaattir. Cemaatlara göre ümmet, fertlere göre imam gibidir. Demek ki ümmet, hâkim bir milletin fertlerinden meydana gelmiş olan bir sos-yal toplumdur.

Her nefis, kendi vicdanına bir göz atışta, kendi varlığının ikilik içindeki birliğini görür ki; biri bulan ne-fis, öbürü bulunan nefistir. Bulan kim, bulunan kim-dir? Burada hayret verici bir vahdet /birlik sırrı kendini gösterir. Kalb denilen şey de işte nefsin bu birlik mer-kezidir. Manevî hayat bu bir anlık atışların merkezi olan vicdana borçlu olarak varlığını sürdürür.

İkilik Perdesini Yırtmak

Allah ne dilerse yapar, dilediğine koruma, di-lediğine yenilgi verir. Mutlak irade O’nun, tam tercih O’nun, mutlak kudret O’nundur. İradesini

durduracak hiçbir kudret yoktur, kudretine karşı koyacak hiç bir şey düşünülemez. O hiçbir husus-ta mecbur değil, tam mânâsı ile fiillerinde hürdür ve her tercihi hikmettir. Genel olarak yarattıkla-rında sırf eşitlik ve benzerlik irade etmemiş, eşitlik içinde üstünlük ve çeşitlilik, çokluk içinde “birlik” murad etmiş ve insanlarda mutlak zorlama isteme-miş, teklif (mükellef kılma) murad eylemiştir. Ha-kikî sevgili olan Allah’ı müşahede etmenin, hayret makamına ulaşmanın yolunu gönüldeki ikiliği kal-dırmakla mümkün gören Hulûsi Efendi bu gerçeği bir gazelinde şu beyitlerle dile getiriyor:

Aradan ey gönül çıkıp fenâ-ender-fenâ olsan

İkilik perdesin çâk eyleyip birle bekâ bulsan

Unutsa gözlerin kendini görmekden görüp yârı

Tahayyür içre kalsan gayrı bendlerden rehâ olsan

Dinî hassasiyetin mânâsı, itaat ve bağlılık anla-mıyla selametin sağlanmasıdır. İslâm; faydalı bir selamet, katıksız bir teslimiyet ve bağlılık demektir. Dini bize en güzel yaşama biçimi olarak tanıtan tasavvufun özünün teslimiyet ve boyun eğmekten ibaret olduğu bilinmektedir. Hakikaten selamet bahşeden hak bir İslâm ise ancak hakikî tevhîd inancına dayanan bir İslâm’dır. Hakikî tevhîd ise, şeriki ve ortağı bulunma ihtimali bile olmayan, ezel ve ebed bakımından hayy ve kayyum bir ilâh tanımak ve ancak O’na şehadet etmektir. Böyle bir ilâh ise ancak Allah Teâlâ’dır. Evvel ve âhir bü-tün izzet ve hakimiyeti şahid ve meşhud olan zat-ı ehadiyyetinde toplayıp, kendisinden başka ilâh-ları nefyetmiştir. O’nun emrine mûti olan iman nefisle mücedele eder, Allah’ta fani olur ve ikilik perdesini yırtıp, birliğin hakikatine ulaşır.

Kendi iradesini Allah’ın iradesinde yok eden, insan-ı kâmiller vahdet sırrına erişirler. Kendisinin de bu yolda ilerlemesine mürşidi vesile olur. O makama ulaşan irşad kabiliyetine kavuşan kâmil veliler de kendi müntesiplerini vahdete götürürler. Sağlam bir inanç ve bilinçle Allah’a yakın olmanın sırrını belirten Hulûsi Efendi’nin bir beytiyle yazı-mızı bağlayalım:

Şol vahdete yol bulmuşum âhir o yol ben ol-muşum

Îkânı tahkîk görmüşüm tahkîk bana îkân imiş

35Şubat / 2008

Doç. Dr. Bünyamin ERUL

Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi (k.s) Bir Programda Kutlu Aktaş Bey İle

Adı : AbdullahKünyesi : Ebû Muhammed Doğum yılı : Tespit edilemediDoğum yeri : MedineBaba adı : Ravâha b. Sa’lebeAnne adı : Kebşe bint VâkıdEş(ler)i : Tek hanımı var fakat ismi tespit edilemedi.Akrabaları : Amre adlı kızkardeşi vardır ve ondan dolayı Numan b. Beşir’in dayısıdır. Oğulları : YokKızları : YokKabilesi : Hazrec’in Benî Hâris kolundanİslâm’a girişi : II. Akabe bey’atı öncesi yani M. 621-622 civarındaSohbet süresi : 8-9 yılRivayeti : 1-2 rivayeti var. Ancak hakkında birçok rivayet nakledilmiştir.Yaşadığı yer : MedineMesleği : Şair, hatip, edip, asker. İslâm’ı savunan, müşrikleri hicveden önemli şairlerden, ol-dukça etkili konuşmalar yapan hatiplerdendir.Hicreti : YokSavaşları : Bedir, Uhud, Hudeybiye, Hen-dek, Hayber, MûteGörevleri : II. Bedir Seferinde Medine’de Hz. Peygamber’e vekalet, Hayber öncesi gönderi-len seriyyenin komutanı, Mûte’de Zeyd ve Cafer’in şehit düşmelerinden sonra üçüncü komutan ve san-caktarFiziki yapı : Tespit edilemediMizacı : Abid, zahid, tefekküre, zikir ve ibadete düşkün.Ayrıcalığı : II. Akabe bey’atındaki 12 nakib-den biri, cahiliye döneminden beri okur-yazar ol-duğu gibi, Hz. Peygamber’in de özel kâtiplerinden-dir. Ömrü : Orta yaşta olduğunu tahmin edi-yoruz.

Ölüm yılı : H. 8Ölüm yeri : Mûte (Ürdün)Ölüm sebebi : ŞehitHakkında : Hz. Peygamber’in “Kardeşiniz boş ve ahlâksızca şeyler söylemez”, “Müşriklere yö-nelttiği şiirleri, oklardan daha etkilidir.” “Allah karde-şim Abdullah b. Ravâha’ya rahmet eylesin, nerede namaz vakti girse, devesini çöktürür (ve namazını kılar)dı” şeklindeki övgülerine mazhar olmuştur. Ay-rıca şairler aleyhine 19. Şuarâ 224-226 âyetleri inin-ce kendi hakkında endişesini dile getirince, “Ancak iman edip iyi işler yapanlar, Allah’ı çokça ananlar ve haksızlığa uğratıldıklarında kendilerini savunan-lar başkadır. Haksızlık edenler, hangi dönüşe (hangi akıbete) döndürüleceklerini yakında bileceklerdir” şeklindeki 227. âyet inmiştir.Hadisleri : Bir gece yoldan gelmiş, alelacele hanımının yanına vardığında evde lambanın yandı-ğını ve hanımın yanında birinin olduğunu hissedin-ce kılıcını çekmişti. Bunu fark eden hanımı “Aman yavaş ol! (Yanımdaki) saçlarımı tarayan falan hanım-dır!” demiş ve onu durdurmuştu. O, bunu haber verince, Hz. Peygamber, bir kimsenin yolculuktan ailesine geceleyin dönmesini yasakladı. Sözleri : Allah Rasûlü, Hendek Savaşı’nda Abdullah b. Ravâha’nın şu şiirini yüksek sesle oku-muştur:Allah’ım! Sen olmasaydın, doğruyu bulamazdık, Zekâtı da veremezdik, namazı da kılamazdık!Bâri üzerimize indiriver sekînet,Sabitle ayaklarımızı, savaşırsak şayet!İstedikleri fitneden kaçındığımız Bilinse de, bize karşı azdı düşmanımız! Kaynaklar: Tabakat, III. 525-530; İstiab, II. 293-297; Üsd, III. 234-238; Nubela, I. 230-240; İsabe, II. 306-307; DİA, I. 129-130; Sahabiler Ansiklopedisi, s. 41-43; Buhârî, Cihâd 34; Ah-med, Müsned, III. 451; Taberânî, el-Mu’cemu’l-Kebîr, XII. 322.

Page 19: Başyazı - somuncubaba.net · 4 Somuncu Baba Şubat / 2008 5 Yirmiyedinci Mektup Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi (k.s) Mektûbât-ı Hulûsi-î Dârendevî Ey Aziz Kardeş! Ey Allah

37Şubat / 2008

“Uzlaşma, kişinin kendinden vazgeçmesi, ödün vermesi, değişmesi ve dönüşmesi değil, kendisiyle öteki arasında gerçek bir barış ve güvenlik

ortamının sağlanması yönündeki çabasıdır.”

EdebiyatSadık YALSIZUÇANLAR

ÇOKLUKTABİRLİK

U zlaşma’nın uz’unu, sözlük anlamlarından biri ile, ‘iyi,

güzel’le anmamız halinde, bunu, bir arada, barış içinde yaşama gayreti olarak algılayabiliriz.

Kuşkusuz Allah’ın yaratışı ke-sintisiz ve biriciktir, her tecellide Rabbimiz ayrı bir varlık yaratır.

İnsanların biri diğerine asla benzemez.

Herkesin fiziksel ve ruhî ya-pısı farklı, mizacı kendine özgü, huyu-suyu ayrıdır.

Buna ayrılıkta gayrılık ara-mayanlar açısından ‘uzlaşma’, kendini koruyarak ve ötekinin de kendini korumasına yol aça-rak yaşamak denilebilir.

‘Senin dinin sana benim di-nim bana’ ilkesi, bir bakıma, insanın inançları bakımından ‘özerk ve özgür’ bir alana sahip olduğunu îma eder.

Bu îmayı izlersek, yolumuz Selçuklu ve Osmanlı medeniyet deneyimlerine çıkar.

Selçuklu medeniyeti bize öncelikle şunu söyler: Hiçbir medeniyet ötekini yok ederek kendini var kılmaz.

İnsanın ve medeniyetin (kül-türlerin de tabii ki) özgür biçim-de kendini inşa etmesi, koruma-sı ve yaşaması, aynı zamanda öteki’nin de inşasına ve kendini özgürce dışavurmasına bağlıdır.

O halde yapısı itibariyle ‘ya-tışmayan’ bu evrende, bir oyun ve oyalanma olan dünya haya-tında, insan, kendini ve ötekini Vareden’in bağışladığı özgür ve

özerk alanda, bu alanın yaratıcı ilkelerine itaat ederek yaşamak durumundadır.

İslâm, evrensel bir esenlik, bir hidayet çağrısıdır.

Mutlak adalet ilkesi bize, ‘bi-rinin hatasıyla başkası mes’ul ol-maz’ erdemini buyurur.

Bu, Hz. Ali Efendimiz’le mu-arızları arasındaki ihtilafın da nedenini oluşturur.

Hz. Osman’ın katillerinin ce-zalandırılması konusunda mut-lak adalet ile izafî adalet ilkesi karşı karşıya gelmiştir ve ‘ilim bir şehirdir kapısı Ali’dir’ hadi-sinin sırrına mazhar olan evliya-nın kutbu Hz. Ali, mutlak adalet ilkesinde ısrar etmiştir.

Osmanlı medeniyetinin bü-yük Fatih’i, İstanbul’u aldıktan sonra Ayasofya dışında hiçbir Hristiyan, Musevî vb. ibadet yapılarına dokunmamış, gayr-i Müslimler (öteki) hakiki bir ‘ba-rış ve esenlik’ kültürü içinde ya-şamışlardır.

Uzlaşma, kişinin kendin-den vazgeçmesi, ödün vermesi, değişmesi ve dönüşmesi değil, kendisiyle öteki arasında gerçek bir barış ve güvenlik ortamının sağlanması yönündeki çabası-dır.

Bu anlamda uzlaşma, ayrış-manın karşıtıdır ve her türden ayrışma, bizim sözlüğümüzdeki ‘gayrılık’a tekabül eder.

Öteki’nin dışlanması, aşağı-lanması ve giderek sindirilmesi, bunu yapan açısından da olum-suz, adaletsiz ve erdemsiz bir tutumdur.

‘Kişi, kendini bilmek gibi ir-fan olamaz’ın birincil anlamı, insanın nefsinde İlahî İsim’lerin tecelli düzeyince kendini bil-mesidir ve bunun ‘öteki’ne taal-luk eden kozmik bir boyutu da vardır.

Kendini bilen, öteki’ni de bilebilecek ve öteki’nin kendini bilmesine ilişkin yolları ve yor-damları saygı ile korumaya ça-lışacaktır.

36 Somuncu Baba

Fotoğraf: Fatih Erkoçoğlu Ayasofya Camii / İstanbul

Page 20: Başyazı - somuncubaba.net · 4 Somuncu Baba Şubat / 2008 5 Yirmiyedinci Mektup Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi (k.s) Mektûbât-ı Hulûsi-î Dârendevî Ey Aziz Kardeş! Ey Allah

38 Somuncu Baba

Her türden baskı, nifak üre-tir.

İnsanlar kendilerini özgür biçimde inşa edemez ve dışa vuramazlarsa giderek birer mü-nafık haline gelirler.

Oysa özgürlük insanın aslî karakteridir ve Allah’ın verdiği özgürlük alanının daraltılması, aynı zamanda fıtrata da muha-lefet etmektir.

Yaratılış ilkelerine muhalefet edenler başlarını örse vurup kı-rarlar.

Etnik, dinî vs. her türden milliyetçilik, öteki’nin –tabiat ve tanım gereği- dışlanması, aşağı-lanmasına dayanır.

İnsanın kendini, kendi inanç-larını ve kültürünü, öteki’yle kıyaslayarak veya tepkisel keli-melerle açıklaması patolojik bir durumdur.

Herkes inançlarını özgürce, öteki’nin özgürlük alanına mü-

dahil olmaksızın yaşayabilme-lidir ki, gerçek anlamda ‘uzlaş-ma’ gerçekleşsin, politik veya münafıkane bir takım tutumlar belirmesin.

Din, ruhun formlar âlemiyle kozmik çelişkisini ‘uzlaşma’ya dönüştürür. Evrenin yapısı, ev-renin kuralları içinde kalınarak yatışmaz. İnsan da yatay çizgide kalarak bir ahlâk ve erdem top-lumu inşa edemez. Dünyanın esenliği dikey olandan geçer ve yatay ile dikey boyutların uzlaş-masına bağlıdır. Ayrılık tabiidir, kaçınılmazdır ve olağandır; ama gayrılık, ayrılığın bir çatışma ola-rak üretilmesi anlamına gelir.

Hz. Mevlânâ, ‘ben ne Do-ğuluyum ne Batılı, ben güne-şim, güneş ne Doğuludur ne de Batılı’ derken bunu ima eder belki de. Doğu-Batı gerilimi ekseninde üretilen ve günü-müzde hâlâ süren bir tutumun yanlışlığı buradan yola çıkılarak anlaşılabilir. Reaksiyoner terim-lerle konuşanlar sahih bir ileti-

şim ortamı oluşturamazlar. Her şeyin aslî ve doğal mecrasında akması ve mecradan sapmaya neden olacak, çatışma üretecek, gayrılığa yol açacak eğilimlerin yok olması ancak Hz. Mevlânâ gibi bilgelerin öğretisiyle müm-kündür.

Onlar kozmik gerçekliğin yeryüzündeki temsilcileri ve yo-rumcularıdır.

Uz, iyilik ve güzelliktir.

Hakiki olan iyi, iyi olan gü-zeldir.

Hakikat-İhsan-Hüsün…

Bu formülasyondadır uzlaş-manın sırrı. Gerçeğin buhar-laştığı, bozulduğu ve karıştığı bir zeminde, iyilik ve güzellik bulunmaz. Modern zamanların kaotik, parçalanmış ve bireysel-leşmiş insanlarının yeniden bu formülasyona ihtiyacı var. Çir-kinlik bir form değildir, güzel-lik de modernlerin sandığı gibi lüks bir kategori asla değildir. Uz, iyilik ve güzellikse, uzlaş-ma, ayrışmadan iyidir, gerçektir ve güzeldir. Bizim kendi me-deniyet geleneğimiz ve irfanî birikimimiz ‘uzlaşma’ kültürü bakımından eşsiz bir hazine-dir. Bugün modern dünyanın çatışmacı eğilimlerine yönelik gerçek bir ‘kardeşlik’, barış ve esenlik tutumunun gerçekleş-mesi için tek başına Hz. Mevlâ-nâ bile tükenmez bir hazinedir. Yeter ki ayrışma ve çatışmayı değil uzlaşmayı amaçlayalım ve bu geçici dünyada Hölderlin’in dediği gibi ‘yeryüzünde şairane ikamet’ edebilmek için çaba gösterelim.

39Şubat / 2008

“Muaz (r.a) anlatıyor: Merkep üzerinde Hz. Peygamber’in terkisinde idim. Aramızda sadece semerin ardındaki çıkıntı vardı. Bana “Ey Muaz! Allah’ın kulları üzerindeki haklarıyla, kulların Allah üzerindeki haklarının ne olduğunu biliyor musun?” diye

sordu. Dedim ki: “Allah ve O’nun elçisi daha iyi bilir.” Bunun üzerine Hz. Peygamber bana; “Allah’ın kulları üzerindeki hakkı, kulların O’na itaat etmeleri ve başka hiç

bir şeyi ortak koşmamalarıdır. Kulların Allah üzerindeki hakkı ise, kendisine hiçbir şeyi şirk koşmayanlara azap etmemesidir.” Bunun üzerine “Ey Allah’ın elçisi! Bunu

insanlara müjdeleyeyim mi?” diye sordum. Peygamber (s.a.v) bana, “Hayır, o zaman (buna güvenip) tembellik ederler.” buyurdular.

Türkçe Açıklaması

(Buhârî, Libâs, 101; İlim, 49)

“Allah’a hakkı ile ibadet eden, emrettiği şeyi yapan, nehyettiğinden sakınan; zahirî ve batınî bütün şirk çeşitlerinden kendisini muhafaza eden insan, kâmil imana ulaşır, dalâlet ve Allah’a isyandan kurtulur.”

Şeyh Hamid-i Veli Hz.(Somuncu Baba)

Yorum

İkinciHadis

KırkHadis

Tezhib: Şehnaz Özcan

(Şeyh Hamid-i Veli, Kırk Hadis, (Haz: Prof. Dr. Enbiya Yıldırım), Nasihat Yayınları, 2007.)

Page 21: Başyazı - somuncubaba.net · 4 Somuncu Baba Şubat / 2008 5 Yirmiyedinci Mektup Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi (k.s) Mektûbât-ı Hulûsi-î Dârendevî Ey Aziz Kardeş! Ey Allah

40 Somuncu Baba

1952 İzmit (Karaabdülbaki) doğumlu. 1963’te Akme-şe Bölge İlkokulu’nu, 1970’te Adapazarı İmam Hatip Lisesi’ni, 1974’te İstanbul Yüksek İslâm Enstitüsü’nü bi-tirdi. 1977’de İstanbul Yüksek İslâm Enstitüsü Tasavvuf ve Tarihi alanında asistan oldu. Mayıs 1983’te “Doktor” unvanını aldı. Aynı yıl “Yardımcı Doçent” oldu. 1989’da

“Doçent”, 1996’da “Profesör” oldu. Halen Marmara Üni-versitesi İlahiyat Fakültesi Tasavvuf Anabilim Dalı Başka-nıdır. Neşredilmiş yirmi kadar eseri, muhtelif dergilerde yayınlanmış makaleleri, ansiklopedi maddeleri ve çeşitli bilimsel toplantılarda sunulmuş tebliğleri bulunmaktadır. Evli ve beş çocuk babasıdır.

Eserlerinden Bazıları:Azîz Mahmûd Hüdâyî ve Celvetiyye Tarîkatı /Tasav-

vufî Hadis Şerhleri /Nefs Terbiyesinde Açlık ve Az Yemek /Anahatlarıyla Tasavvuf ve Tarikatlar /Peygamberimiz ve Günlük Hayatı /Gönül Erleri 1-2 /Altın Silsile /Tasavvuf Meseleleri /Rûhânî Hayat /Tasavvufî Bakış /Gönül Pence-resinden /İslâm Tasavvufu/Avârif Tercümesi /İlim, Amel, Seyr u Sülûk /Delilleriyle Marifet Yolu.

Tasavvufta birlik beraberlik anlayışı nasıldır?

Tasavvuf zaten birlik için var-dır. Tevhîd ve vahdet kâinattaki birliği anlatan bir sistemdir. Ta-savvuf ontolojik mânâda tevhî-di birliği merkeze almış varlığın birliği noktasında fikirler geliş-tirmiştir. Tasavvufun temel felse-fesi birliktir diye sözlerime baş-lamak isterim. Birliğin bir inanç ve ontolojik boyutu olduğu gibi bir de sosyolojik ve psikolojik boyutu var. Yâni toplum hayatı-na yansıyan birlik ve beraberlik var. Bu mânâda tasavvuf insan-ları ve kitleyi âile sıcaklığı içeri-sinde kucaklamayı hedefleyen ve Müslümanları büyük bir âile-nin fertleri olarak gören yapıya sahiptir. Tasavvuf her insanı po-tansiyel Müslüman olarak görür.

Bireyselcilik, ferdiyetçilik tasavvufun açılımında elbette vardır. Çünkü insanlar tek tek toplumu oluşturur. Dolayısıy-la yukardan baktığımız zaman toplumu; aşağıdan baktığınız zaman fertleri görürüz. Ferdî planda aslolan fertlerin de bi-rebir kendi kendini inşa etme-si, gönüllerini ve kendi manevî dünyalarını yüceltmesidir. İnsan projeksiyonu önce kendisine çevirmeli, kendinin farkında ol-malı, kendini tanımalı ve ondan sonra Rabbına giden yolu bul-malıdır. Kur’ân’ın ilk emri insa-nın önce kendisini tanımasıdır. Allah Teâlâ buyurmaktadır:

“Yaratan Rabbinin adıyla oku! O, insanı ana rahminde tutunan embriyomdan yarattı. Oku! Ka-lemle öğreten, insana bilmedi-ğini bildiren Rabbin, en büyük

kerem sahibidir.” Yâni sen ner-den geliyorsun, yaratılışın nedir? Bu sürece insanın kafa yorması gerekmektedir. Kendini sorgula-maya yönelik bir hedef gösteri-yor Allah Teâlâ insana...

Madem ki tasavvuf diyo-ruz, Hz. Mevlânâ’dan bahset-memek olmaz. Hz. Mevlânâ Kur’ân’ın tefsîri mânâsındaki Mesnevî’sinde: “Dinle, ney ne şikâyetlerde bulunuyor. Ayrılık derdini anlatıyor” diyor. Orada insanın yolculuğu, âlem-i ervâh-tan dünyaya gelişi anlatılır. İnsa-nın gönül dünyasını inşâ etme-si, orayı dünyaya âid kirlerden, paslardan arındırıp Rabbına layık hâle getirmesi için öğütler verir Hz. Mevlânâ.

Mevlânâ rûhun bu dünyaya yabancılaşmasından bahseder.

Şubat / 2008 41

“Asr-ı Saâdet’te Efendimiz (s.a.v) ile Mekke’den beraber giden muhâcirlere Medîneli ensar, ihtiyacı olduğu halde ikrâmda bulunurdu. Medîneliler ihtiyaçları

olduğu halde evlerini, her türlü ihtiyaçlarını böldüler, onlara verdiler. Bu paylaşım Rasûlallah’a olan sevginin eriştirdiği bir paylaşımdır.”

“TASAVVUFUN TEMEL FELSEFESİ BİRLİKTİR”

RöportajKonuşan: Elife PLATİN

Prof. Dr. H. Kâmil YILMAZ:

Prof. Dr. H. Kâmil YILMAZ

Hat: A

hmed Faris Rizig, Tezhip: A

yten Tiryaki

“Kul kardeşine yardım ettiği sürece Allah da onun yardımcısıdır.” (Hadis-i Şerîf)

Page 22: Başyazı - somuncubaba.net · 4 Somuncu Baba Şubat / 2008 5 Yirmiyedinci Mektup Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi (k.s) Mektûbât-ı Hulûsi-î Dârendevî Ey Aziz Kardeş! Ey Allah

Yâni eğer sen sen isen, ağla-yan ben kimim o zaman? Senlik benlik olmamalı. Ben sensem, sen bensin. Sevginin yukarı bo-yutu budur. Dolayısıyla tasavvuf bu mânâda fena fi’l-ihvân bo-yutuyla aslında sosyolojik birliği, beraberliği, kaynaşmayı ve da-yanışmayı hedeflemektedir.

İslâm’da bütün Müslümanlar genel mânâda bir âile gibi gö-rünmüştür. Bazı Kur’ân âyetleri ile bazı hadîsleri yan yana de-ğerlendirdiğiniz zaman bu tablo ortaya çıkmaktadır. Efendimiz’in (s.a.v) hanımları, Ahzâb sûre-sindeki âyet-i kerîmeye göre:

“Ümmetin anneleri” olarak ifâ-de edilmektedir. Ebû Dâvud’un rivâyet ettiği bir hadiste. “Ben sizin babanız makamındayım” buyurmaktadır. Hucurât sû-resindeki âyet-i kerîmede de:

“Mü’minler kardeştirler” buyu-rulur. Bu duruma göre Peygam-ber Efendimiz (s.a.v) baba, ha-nımları anne ve müminler evlat durumundadır. Tasavvufta da böyledir. Mürşid baba, hanımı vâlide/anne, mürîdler de ihvân; yâni o anne-babanın çocukları-dırlar. Hedef toplumda sıcak bir âile ortamında fedakârlık anlayı-şı ile insanların birbirlerine sevgi ile yaklaşmalarını sağlamak. İn-sanlar ben ben dememeli, ben-den geçmelidir. Eskiden der-gâhlarda “benim nalinim nerde kaldı?” diye kendilerine âid bir şey soranların hemen ayakkabı-larını çevirip, kendilerini dışarı çıkarırlarmış. Burada bana âid bir şey yok, düşüncesi hakîmdir.

Şerîatta benim malım be-nim malım, senin malın senin malındır. Tarîkatte senin malın

senin malın, benim malım da senin malındır. Hakîkatte ise ne senin malın senin, ne de benim malım benim malımdır, hepsi Allah’ın… Bu duyguya erdikten sonra insanoğlu kendisinin bu dünyada mal bakımından bir emanetçi olduğunu düşünür ve bunları nasıl olsa vakti geldiğin-de geri vereceğini düşünerek düzenli ilişkiler kurar. Birlik, berberlik ve ferâgat daha kolay olur. Sevgi ve ferâgat birbirini tetikler.

Asr-ı Saâdet’te Efendimiz (s.a.v) ile Mekke’den beraber giden muhâcirlere Medîneli ensar, ihtiyacı olduğu halde ik-râmda bulunurdu. Medîneliler ihtiyaçları olduğu halde evlerini, her türlü ihtiyaçlarını böldüler, onlara verdiler. Bu paylaşım Ra-sûlallah’a olan sevginin eriştirdi-ği bir paylaşımdır.

Dergâhta da durum böyledir. Dergâha gelen bir tâlibe mürşîd önce mal ve can sevgisinden soyutlamaya çağırır. Azîz Mah-mûd Hüdâyî hazretleri Bursa kadısı iken Üftâde hazretlerine gittiğinde Üftâde hazretlerinin ilk teklifi: Bu zor bir iştir. Bunu yapabilecek misin evladım? diye olmuştur. Bu işin şartları vardır. Bunları kabul etmen la-zım. Önce resmi vazîfeni bıra-kacaksın, sonra sahip olduğun maddî değerleri infâk edeceksin, fakirlere dağıtacaksın. Sonra da buraya gelip hizmet edeceksin demiştir. Bütün bu sayılanlar ben ben demekten kendini alı-koymayı sağlıyor. Tasavvufa dâ-hil olmuş iseniz nîmet peşinde koşmayacaksınız. Kahır çekme ve zorluğa râzı olacaksınız. Yû-nus çok güzel ifâde eder:

Şubat / 2008 4342 Somuncu Baba

Dolayısıyla burada bireyin ken-di kendini inşâ etmesi önemli-dir. Burada insanın bir başka elden tutunmaya ihtiyâcı vardır. İnsan o elden tuttuktan sonra o elle birlikte artık ferdiyetten, bireysellikten kurtulup cemâate, cemiyete, birliğe, topluma doğ-ru kucak açar. Önce bir olarak başlar ondan sonra bütün olur. Vahdet deryâsına hem ontolo-jik mânâda hem de sosyolojik mânâda ulaşır. Cemaatin içeri-sine girer, halkın arasına karışır, toplumla beraber olur ve halkın bütün acılarını ve sancılarını dertlerini yüreğinde hisseder.

Efendimiz’in (s.a.v) buyurdu-ğu: “Müslümanların genel yapısı bir tek vücut gibidir. Birinin başı ağrıdığı zaman diğerinin başı

ağrır. Birinin uzvu hastalandığı zaman diğerinin de uzvu hastala-nır.” Bütün bir toplum bir vücut gibidir. İnsanlar da o bedenin or-ganlarıdır. Tasavvufta da durum böyledir. Tasavvuf erbâbına göre insanlar birbirlerinin derdleri ile derdlenmek, acılarını paylaşmak durumundadır. Nitekim Ebu’l-Hasan Harakânî Hazretleri IV. ve V. asırda yaşamış bir büyük velî-dir. O diyor ki:

“Şam’da bir Müslümanın aya-ğına bir diken batsa benim aya-ğım kanar. Horasan’da bir Müs-lümanın ayağına bir taş çarpsa benim ayağım sızlar.” İşte kendi gönlünü inşâ etmiş ve arındırmış bir insanın anlayışı budur. Hatta Bâyezîd Bistâmî için anlatırlar: Bir gün talebeleri ile beraber

halka olmuş sohbet ederken bir densiz gelip en başta oturan ta-lebesine bir şiş saplıyor. O anda öylesine bir empati oluşuyor ki, en sondakinin bacağından kan çıkıyor. Hatta halkada bulunan-ların her birinin baldırından kan akıyor. Bu empatiyi gösteriyor, birliği beraberliği gösteriyor.

Tasavvufta insan bir yola gir-dikten sonra ben yoktur, artık benlikten çıkmıştır. Biz vardır, kardeşler vardır. Zaten o yüz-den dikkat ederseniz tasavvuf-ta fenâ mertebeleri vardır. Bu fenâ mertebeleri önce “fenâ fi’l-ihvân” ile başlar; yâni sâli-kin kardeşlerinde fâni olmasıdır. Onların hizmetinde, sevgisinde, ihtiyaçlarını görmede fânî olma-sıdır. Kendini görmezden gelip onlarla beraber olmak, onların derdleriyle derdlenmek. Sonra

“fenâ fi’ş-şeyh” vardır; yâni ken-di şeyhinin hizmetinde ve sevgi-sinde fânî olmak. Ondan sonra

“fenâ fi’r-Rasûl”; yâni Peygam-ber Efendimiz’de (s.a.v) fâni olmak ve en sonunda da “Fenâ fillâh”; yâni vahdet deryâsında birliğe erişmek; kendinden ve varlıktan geçip, gerçek varlığı bulmak. “Attığın zaman sen at-madın Allah attı. Öldürdüğünüz zaman siz öldürmediniz öldü-ren Allah’tır” âyetindeki anla-yış gerçekleşiyor. Sevgi ikiliği ortadan kaldırır. Leylâ Mecnun hikâyelerinde hep geçer: Mec-nun bir süre sonra kendini Leylâ zannetmeye başlar ki doktor te-dâvisi sırasında Leylâ’yı incitirsin diyerek kendisini, Leylâ olarak görmesi bundandır. Fuzûlî’nin şiirlerinde de vardır:

Ger ben isem, nesin sen ey Yâr?

Ver sen sen isen neyim men-i zâr?

“Allah sana nasıl iyilik ettiyse sen de öyle iyilik et.” (Kasas/77)Hat: Jawad Khoran, Tezhip: Şehnaz Özcan (Albaraka Türk Hat Yarışması, Özel Ödülü)

Page 23: Başyazı - somuncubaba.net · 4 Somuncu Baba Şubat / 2008 5 Yirmiyedinci Mektup Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi (k.s) Mektûbât-ı Hulûsi-î Dârendevî Ey Aziz Kardeş! Ey Allah

44 Somuncu Baba 45Şubat / 2008

Dövene elsiz gerek / Sövene dilsiz gerek

Dervîş gönülsüz gerek / Sen dervîş olamazsın

Dervîş olabilmek için kızana kızmamak lazım, vurana vurma-mak lazım, en keskin kılıç hilm kılıcıdır. Dolayısıyla tasavvuftaki kılıç hilm kılıcıdır.

Ferdî planda halvet döne-minde insanlar, yalnızlığa rızâ gösterebilirler. Ama genelde toplum içinde olmak esastır. Hatta halvete giren dervîş baş-kalarına zarar vermemek ve nefsi terbiye etmek için bu işi yapar. Sonuçta ferdiyetçilik de yalnızlık da tasavvufta yoktur. Tasavvufun özünde birlik vardır. Varlığın birliği, toplumun birliği ve gönüllerin birliği vardır. Ta-savvufta aynı işleri yapanlar bir süre sonra kalblerini buluşturur-

lar. Kalblerin buluşması için in-sanların câmide aynı heyecanla, aynı safta durmaları, aynı so-kakta yürümeleri, aynı bayrağın altında toplanmaları ve aynı ül-kenin topraklarını paylaşmaları gerekir.

Gönüller Sultanı Hüdâyî hazretlerinin birlik beraberliğe verdiği önem ve yaşantısında buna verdiği yer nasıldır?

Azîz Mahmûd Hüdâyî haz-retleri yaşadığı XVI. ve XVII. yüzyılın önemli mânâ sultanla-rından birisidir. Cenâb-ı Hakk’ın lütfuyla bir ilim adamı ve gönül adamının mazhar olabileceği mertebelere ulaşmıştır. Müder-ris olmuştur, kadı olmuştur. En sonunda da gönüllere ve sul-tanlara sultan olmuştur. Onun gönüllere sultan olması aslında insanları önemsemesi ile insan-

lara değer vermesi ve her insa-na yaklaşması ile sorunlarına or-tak olması iledir. İnsanlara lider olmayı sağlayan çok önemli iki özellik vardır: Bunlardan biri te-vâzû, öbürü cömerdlik. Bir in-sanda tevâzû varsa bu mıknatıs gibi insanları çeker. Tevâzû ehli insanlar her zaman etrafında-kiler tarafından sevilirler. Kibir dolu insanlar ise sürekli iticidir-ler. Hüdâyî hazretleri ilmi, irfânı ve mânevî konumuna rağmen halkın içerisinde herkesle otu-rup kalkan, herkese değer gös-teren ve son derece mütevazi biridir. Mütevazi kimliği ile top-lumun kaynaşmasına, birliğine son derece önemli hizmetleri olmuştur. Allah ona maddî im-kânlar lütfetmiştir. Ama o, bu malını ümmetin refâhına, mille-tin huzûruna vakfederek kullan-mış, şahsî hesapları için kullan-

mamıştır. Cömerd davranmıştır. Bu cömerdlik onun insanların gönüllerinde taht kurmasını sağ-lamıştır. Hüdâyî hazretleri ma-lıyla, diliyle, gönlüyle ve eser-leriyle insanlara sürekli ihsânda bulunmaktadır. Sahip olduğu tüm malı ümmete kullanarak ihsânda bulunmaktadır. Bütün bunlar sâyesinde o toplumun sevgilisi olmuştur.

Hüdâyî hazretleri ile aynı dönemde yetişmiş olan Evliyâ Çelebi Seyahatnâme’sinde Hü-dâyî hazretlerinin elini öptüğü-nü ve yetmiş bin mürîdi oldu-ğunu söylüyor. Bu günün şart-larına göre gerçekten bu rakam çok büyük bir rakam. Sayıyı bi-raz abartılı olduğunu düşünsek bile binlerce insan tarafından her gün ziyâret edildiğini biliyo-ruz. Bu da onun bir gönül insanı olması, insanlara değer verme-sinden dolayıdır. Herkese insan olduğu için saygı ve sevgi gös-termesidir. Ne sohbette cimrilik yapıyor, ne de infakta cimrilik yapıyor. Sürekli şiirlerinde de insanları birliğe, kardeşliğe çağı-

rıyor. Nitekim bir şiirinde:

Buyruğun tut Rahmân’ın, tevhîde

gel tevhîde

Tazelensin îmânın, tevhîde gel tevhîde.

Yine tevhîd ile alakalı güzel bir şiiri

şöyledir:

Tevhîd ile olur her derde dermân

Hakk’a tevhîd ile ermiş erenler

Tevhîd ile olur her müşkil âsân

Hakk’a tevhîd ile ermiş erenler.

Sevgi ile insanları cem’ et-meye çalışmış ve yeri geldiğinde herkesin ayağına gidecek kadar tevâzû sahibiydi. Zamanında İs-tanbul’un büyük bir kısmı tâun hastalığına yakalanmıştı. Büyük sayıda ölümler söz konusu idi. O da iki oğlunu kaybetmişti bu hastalık yüzünden. Hüdâyî haz-retleri Okmeydanı’nda geniş bir alanda yoğun kalabalık ile duâ-ya çıkmıştı. Oğullarının vefâtın-dan sonra şöyle demişti:

Veren Sensin, alan Sen, kılan Sen,

Ne verdinse odur, dahi nemiz var.

Yâni bunları Sen verdin, Sen

aldın, bize neyi nasîb ettinse elimizdeki odur. İnsan emanet-çidir. Dolayısıyla Azîz Mahmûd Hüdâyî hazretlerinin toplumun birliği ve düzeninin kurulması açısından çok faydası olmuştur. Toplumun huzûrunu bozacak olan çıban başlarına karşı da müdâhaleleri söz konusudur. Devletin manevî yapısının ya-nında siyâsi yapısının da korun-masına katkı sağlamıştır.

Tasavvuf bireyselliği ne dere-ce önemsiyor ?

İlk olarak tasavvuf bireysel-liği önemsiyor. Her insan ta-savvufta kâinatın göz bebeğidir. Dolayısıyla insan fert olarak her şeyden üstündür. Her insan da aynı zamanda potansiyel Müs-lümandır. İster Hristiyan olsun, ister Ermeni olsun, Rum olsun potansiyel Müslümandır. Ve her insan saygındır. Bu gözle baktığı için tasavvuf bireysel insanı da önemsemiştir. Toplumu oluştu-ran bireydir. Hayat tarzı olarak ise tasavvuf ferdiyetçiliğe, birey-selciliğe sıcak bakmaz. Sâdece bireyin mutluluğunu düşündü-ğünüz zaman toplumsal barışı sağlamak çok zor olur. Komü-nist sistemde sâdece toplum önemlidir. Bireyin hiçbir değeri yoktur. Batı medeniyetinde bu-günkü sosyal anlayışta ise fer-diyetçilik önemlidir. Bu da çok yanlış. Doğrusu ferdi fert olarak, toplumu toplum olarak görmek ve her ikisi için de çözümler üretmektir. İslâm ve tasavvuf as-lında bunu yapmışlardır. Tasav-vuf İslâm’ın bir parçasıdır.

Verdiğiniz değerli bilgiler için çok teşekkür ederiz Hocam…

Ben teşekkür ederim.

“Elhamdulillah Vahdeh”

Page 24: Başyazı - somuncubaba.net · 4 Somuncu Baba Şubat / 2008 5 Yirmiyedinci Mektup Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi (k.s) Mektûbât-ı Hulûsi-î Dârendevî Ey Aziz Kardeş! Ey Allah

S on İmparatorluk Osmanlı, bünyesinde onlarca ırkı,

rengi, etnik kökeni, dili, dini, inancı ve kültürü harmanlamış erdemli bir medeniyeti inşâ et-miştir. Bu uygarlık projesi, tev-hîd medeniyeti olan İslâm’ın bir neticesi olarak neşvünema bulmuştur. Dünya kültür ve medeniyet birikiminin son hal-kası olan Osmanlı, bir anlamda Abbasî, Endülüs ve Selçuklu birikiminin orijinal bir sentezi-dir. O halde Osmanlı’yı, tevhîdi merkeze almayan diğer uygarlık-lardan farklı kılan vasıflar neler-dir? Osmanlı bu kadar farklı ırk, din ve kültürü uyumlu bir şekil-de nasıl bir arada tevhîd içinde tutabilme ve yaşatabilme zemi-nini hazırlamıştır? Yaşadığımız zamanların erdemsiz sömürgeci uygarlıklarının da bu sorunun cevabını aradıkları bir gerçektir.

Evliyâ Kabirlerini Ziyaret Eden Hıristiyanlar

Sorulan sualin cevabını, ön-celikle Osmanlı’nın insana ve topluma karşı tutum ve tavrın-da aramak yerinde olacaktır. Nitekim bu toplumda, tarih bo-yunca Türklerin yanında başka milletler her daim var olmuş ve cemiyeti zenginleştirmişlerdir. Osmanlı kültür dokusu, tevhîd toplumunu şekillendirmiştir. Ortaya çıkan mahsulün vasıf ve kalitesi, öyle bir hal almıştır ki, bazı zamanlarda Hıristiyan, Yahudi ve Müslüman gelenek-lerinin birbirleriyle karışması sonucunda eşsiz bir numune hâsıl olmuştur. Bu numune

içerisinde Hıristiyan tebaaya mensup bir kısım fertlerin Müs-lüman velî kabirlerini ziyaret-leri garip karşılanmaz. Bu hal, toplum hayatında gerçekleştiği gibi, devlet hayatında da ken-dine yer bulur.

Osmanlı’nın ortaya koydu-ğu bu bütünleştirici hayat tarzı, ana unsur Türklerin eseridir; dolayısıyla Türk devletinin tari-hidir. Ancak ana unsurla birlik-te şekillenen medeniyet, bugün için Osmanlı vârisi yirmiyi aş-kın devlette yaşayan onu aşan milletin, çok dinli, çok dilli top-lumların müşterek geçmişidir.

Etnik kökeni birbirinden farklı unsurların oluşturduğu İmparatorluk, kan ve kabile an-layışıyla teşekkül etmemiş; 19. yüzyılın ırkçı ve milliyetçi fana-tizmine dâhil olmamıştır. Klasik imparatorluklar gibi Osmanlı toplumu da, milletlerin iç içe olduğu bir toplum düzenini gerçekleştirmiştir.

Din ve inanç alanında, başka imparatorluklarla karşılaştırıla-mayacak kadar hoşgörülü olan Osmanlı, bünyesinde barındır-dığı bütün dinlerin din adamı ve dinî kurumlarına büyük say-gı göstermiş ve onları muhafaza etmiştir. Devlet, ayin ve ibadet özgürlüğünü, vatandaşlarının faydası yönünde en uç alanlara kadar genişletmiştir.

Bir Kültür Mozaiği: Osmanlı Mutfağı

Din ve inanç alanındaki hoş-görü ve özgürlük, Osmanlı’da

kültürün her alanında yankı bulur. Nitekim yemek kültü-rü de buna dâhildir. Örneğin bir Anadolu yemek çeşidi olan turşu, sebzenin bulunmadığı mevsimlerin nâdîde yiyeceği-dir. Ancak turşu, Anadolu’nun her bölgesinde kendine özgü şekilleriyle tat bulur. Yine ta-hıla dayalı bir çeşit tatlı olan baklava, Osmanlı mutfağının kendine has orijinal bir damak lezzeti örneğidir. Ancak o da İmparatorluğun her bölgesinde yapılmasına rağmen, Halep ve Şam’ın baklavasının enfesliği tüm Osmanlı toplumunca ka-bul edilir. Hâsılı bir miras ola-rak Osmanlı mutfağı, kültürler mozaiği olarak ayrıcalığını ko-rumaktadır.

Bugün dahi, bu mutfak kül-türünün önemli ürünleri olan Türk kahvesi, lokum ve bakla-vaya Osmanlı mirasçısı Balkan ülkelerinin sahip çıkma gayret-lerinin altındaki zihniyeti başka hangi gerekçelerle izah edebi-liriz?

Yeniçerilerin Yolu: Bektaşîlik

Osmanlı’da köklü ve tarihî geçmişleri bulunan sûfî akım-lar, tevhîd toplumun zenginlik kaynağı sivil örgütlenmelerdir. Bunlar içerisinde Bektaşîliğin ayrı bir yeri bulunmaktadır.

Bektaşîlik, Osmanlı’da sade-ce belirli mezheplere açık olan bir tasavvufî yol değildir. Sün-nîler de bu tarikatın mensubu

46 Somuncu Baba 47Şubat / 2008

IRKLAR VE DİNLERCOĞRAFYASI OSMANLI’NIN

TEVHÎD TOPLUMU

Bilim ve HikmetDoç. Dr. Bayram Ali ÇETİNKAYA

Kudüs/FilistinFotoğraf: Fatih Erkoçoğlu

Page 25: Başyazı - somuncubaba.net · 4 Somuncu Baba Şubat / 2008 5 Yirmiyedinci Mektup Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi (k.s) Mektûbât-ı Hulûsi-î Dârendevî Ey Aziz Kardeş! Ey Allah

olabiliyorlardı. Aynı zamanda Bektaşî babalarının yeniçeri ocağında önemli bir konumları vardı. İlk olarak Türkmen aşiret-leri arasında yaygınlık kazanan Bektaşîlik, Yeniçeri ocağının ta-rikatı durumuna gelmişti..

Sivil hayata dâhil oldukların-da Yeniçeriler, kahve açıyorlar ve bu kahvelerde Bektaşî Baba’nın bir postu mutlaka bulunurdu.

Bektaşîler, imparatorluğun Rumeli sınırlarında 14. yüzyılın ikinci yarısında ortaya çıkarak zamanla Osmanlı gazilerinin pîri olan Sarı Saltuk’a bağlan-mışlardır. “15. yüzyılda Bekta-

şîler yeniçeriler tarafından be-nimsenmiştir…… 16. yüzyıldan itibaren Hacı Bektaş’ın yeniçe-rilerin pîri olduğu resmî olarak kabul edilmiştir. Bu çerçevede bir Bektaşî babası sürekli ocak-ta kalmıştır. Bektaşî tarikatıyla yeniçeri ocağı o denli birbirin-den ayrılmaz hale gelmiştir ki, bir yerde tarikat başkanı seçil-diğinde İstanbul’daki yeniçeri kışlasına gelir, tacını kendisine Yeniçeri Ağası giydirirdi.”

“Hacı Bektaş-ı Veli’nin Köçe-ği” olarak adandırılan Yeniçeri askerleri Bektaşî babaları eliyle terbiye edilirdi. Hatta tarikatın

şeyhi, 99. alayın miralayı kabul edilir, dervişlerinden sekizi kış-lalarında bulunarak, devletin saadet ve bekası, arkadaşlarının muzafferiyeti için, gece gündüz dua ederlerdi.

İslâm’ın Rumeli’de, Osmanlı Hıristiyan nüfusu içerisinde ya-yılmasında, Bektaşîlik’in hayatî bir rolü ve katkısı bulunmak-tadır. Diğerleri yanında bu ta-savvufî anlayış da, İslâmiyet’in, Balkan köylerinde canlılık ka-zanmasına katkı sağlamıştır.

Osmanlı kültüründe, Bektaşî-lik’in cemiyetin soysal hayatında derin tesirleri görülür. Özgürlük-çü ve millî vasfıyla bu sûfî hare-ket, toplum katmanları arasında birlik ve kardeşliğin gelişmesin-de etkili olan toplum hareketle-rinden birisidir. Evliya Çelebi’nin bildirdiğine göre, İmparatorluk coğrafyasında yedi yüz Bekta-şî tekkesi bulunmaktadır. Yine onun belirttiğine göre, İstanbul nüfusunun beşte biri Bektaşî ve şehirde on dört tekke vardır.

Sanat Akademisi Mevlevîlik-Yöneticilere

Erdemi Öğreten Nakşibendîlik

Bir diğer Anadolu sûfî yolu olan Mevlevîlik, büyük kent-lerde bir sanat akademisi gibi kültürel bir zenginlik kaynağı-dır. Elbette bu haliyle Mevlevî tekkeleri, hakikate ulaşmaya çalışan insanlarımızın akıl ve zihinleri terbiye eden; yaşayış-larını edep ve hayâyla süsleyen

48 Somuncu Baba 49Şubat / 2008

merkezler oldular. Mevlevîlik, ekseriyetle yönetici sınıf arasın-da yaygınlık kazanmıştır. Bu açı-dan 18. yüzyıl Osmanlı müzis-yen ve şairlerinin başında Mev-levîler gelir. Klâsik Osmanlı sa-natı üzerindeki derin etkilerinin yanı sıra Mevlevîler, Bektaşîler gibi, bütünüyle kendi Mevlevî geleneklerine dayalı bir müzik ve edebiyat yaratmışlardır.

Yine erdemli bir toplumun inşâsını gerçekleştirmeye ça-lışan Nakşibendîlik, Osmanlı yönetiminin erdemli yönetici-lerini yetiştiren bir dergâh ola-rak tarihe damgasını vurmuştur. Nakşî tekkelerinin bir kısmının, Osmanlı yönetim merkezi Bab-ı Âli’nin karşısında mekân bul-ması da bu hali isbatlamaktadır.

Kültürel, Ticarî ve Dinî Zenginlik Kaynağı: Gayr-ı

Müslimler

Tevhîd toplumunun önemli temsilcileri, sadece Müslüman-larla sınırlı değildir. Bu toplu-mun kayrılmış ve muhafaza edilmiş Gayr-ı Müslimleri, yüz-yıllarca farklı bölgelerde barış ve hoşgörünün en geniş halle-rini yaşamışlardır.

Kültürel açıdan zengin bir İmparatorluk olan Osmanlı’nın son döneminde hiçbir devlette bulunmayacak özellikler bu-lunmaktadır. Zira bu erdemli medeniyetin yönetiminde ba-kan, vali olmuş; her dilden in-sanın bulunduğu Hariciye Ne-zâreti’nde (Dışişleri Bakanlığı)

büyükelçi olarak bulunmuş çok sayıda Gayr-ı Müslimin varlığı bir hakikattir.

Yönetiminde farklı dinlerin temsilcileri bulunan Osmanlı’da mevcut okullara üçte bir oranın-da Müslüman olmayan öğrenci alınmaktadır. Aynı şekilde Tıbbı-ye’nin (Tıp Fakültesi) ve Mülki-ye’nin (Siyasal Bilgiler Fakültesi) üçte bir öğrencisini Gayr-ı Müs-limler teşkil etmektedir.

Tevhîd toplumu olan Os-manlı içinde, üç önemli gayr-i Müslim topluluğu bulunmak-tadır: Yahudiler, Ermeniler ve Rumlar.

Batı’nın Mazlumları-Osmanlı’ya Sığınan İspanyol (Sefared)

Yahudileri

İspanya’dan ayrılmakla kar-şı karşı kalan Yahudiler, önce Hollanda ve İtalya gibi Avrupa ülkelerine göç ettiler. Ancak orada dinî ve insanî kimlikleri-ne yapılan baskılar neticesinde Osmanlı Sultanı II. Beyazıd’ın İmparatorluğu’n kapısını açma-sıyla barış ve özgürlük toprak-larına sığındılar. Bu sığınmalar çerçevesinde Katolik ülkeler-de Engizisyon’un baskılarına uğrayan Marrano Yahudileri-leri de Osmanlı topraklarına göç ettiler. İspanyol Yahudileri mesleklerini ve ticaretlerini de beraberlerinde taşıdılar. Zira bunların bir kısmı cerrahlıkta, diplomatlıkta, tüccarlıkta ve di-ğer meslek sınıflarında işlerinin uzmanı kişilerdi.

Nihayetinde Osmanlı’ya sı-ğınan her kişi ve toplum, ken-disi için bir mekân ve toprak parçası bulmuştur. Nitekim İs-tanbul’da birden 50 sinagogun açılması, bunun en açık işareti-dir. Avrupa’nın zulüm ve işken-cesine maruz kalan Musevîlerin gelişiyle birlikte Rumeli’nin belli bölgelerinden nüfus artmıştır.

Osmanlı’nın millet siste-miyle Müslüman olmayanların dinî ve kültürel hakları teminat altına alınmıştır. Azınlıklar, bu sistem içerisinde Osmanlı bi-lim, kültür, sanat ve ticaretine önemli katkılarda bulunmuşlar-dır. 1492 yılında İspanya’dan Osmanlı coğrafyasına göç eden Yahudiler içerisinde sonradan Müslüman olan Abdüsselam el-Mühtedî (İlya el-Yahudi), II. Beyazıd zamanında astronomi ve tıpla ilgili çok önemli eserler telif etmiştir. Yine Musa Calinus el-İsrâilî adında, önemli eserler vermiş Musevî bir hekim bu-lunmaktadır. Ayrıca Kanuninin Saray Hekimliği’ni yapan Mo-zes Hamon, Musevî bir ana babadan doğduğu ve dinini koruduğu halde, Türkçe’de diş hekimliğine ait ilk eseri kaleme alan kişidir.

Kurtuluş savaşında Bursa-nın Yunanlılara karşı savunul-ması esnasında ölen Musevîler bulunmaktadır. Onlar Birinci Dünya Savaşı’nda askere alın-dılar, Çanakkale Savaşı’nda da mücadeleye katıldılar. Musevî-ler, askerliğin dışında orduda eczacı ve tabip olarak da vazife

Page 26: Başyazı - somuncubaba.net · 4 Somuncu Baba Şubat / 2008 5 Yirmiyedinci Mektup Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi (k.s) Mektûbât-ı Hulûsi-î Dârendevî Ey Aziz Kardeş! Ey Allah

ifa ettiler. Ayrıca Osmanlı Yahu-dileri, 16. yüzyılda, banker ve mültezim olarak Osmanlı mali-yesi ve uzak mesafe ticaretinde önemli ayrıcalıklar elde ettiler. Onlar her alanda etkin oldular, hatta Saray’da da önemli görev-lerde bulundular. Yahudi tüccar-lar (Levantiniler), aynı zamanda Avrupa ülkelerine verilen kapi-tülasyonlardan da yararlandılar.

İmparatorlukta yaşayan Ya-hudiler, kendi hahambaşılarını kendileri seçiyorlardı. Bu çer-

çevede Devlet’in başşehrinde bulunan İstanbul Hahambaşısı-nın diğer hahamlara göre farklı statüsü bulunuyordu. Onların özel hayatlarında kendi dinî hukuklarını uygulamalarına izin veriliyordu. Hahamlar, Bet-Din adı verilen mahkemelerde, Yahudilerin aralarındaki dava-larda hüküm veriyorlardı.

Görüldüğü üzere Osmanlı İdaresi, ırkçılık ve milliyetçilik hareketlerinin en yoğun olduğu dönemlerde bile Yahudi tebaa-

nın arasından bürokrasiye me-murlar tayin etmiştir. Bununla yetinmeyip Rumlardan büyü-kelçi ve valiler atamış; Ermeni vatandaşlarını nâzırlık (bakan) ve müsteşarlık makamlarında görevlendirmiştir. Hatta Os-manlı ordusunda hem muha-rip hem de meslek sınıflarında bulunan Gayr-i Müslimler için, donanma gemileri, Paskalya ve Noel bayramlarında limanlara yanaşırlar; neferlerin, çavuş-ların yortu dolayısıyla evlerine gitmelerine müsaade edilirdi.

Bu medeniyetin halkı için-de bulanan Gayr-i Müslimlerin bir kısmı Türkçe’den başka dil bilmezler, buna rağmen onların hakları, İslâm hukukunun yü-rürlükte olduğu mahkemelerde titizlikle korunurdu.

Sadık Millet: Ermeniler

Müslüman olmayan toplu-luklar içerisinde Ermeniler’in ayrı bir statüsü bulunmaktadır. Sömürgecilerin çıkarları için or-taya atılan Ermenilere soykırım yapıldığı iddia ve iftiraları bir yana, onlar Osmanlı toplumu-nun sâdık milleti olarak kabul edilmiştir. Ermenilerin aile içi ilişkileri, akrabalık-sülale ilişki-leri, ırz-namus telakkîleri Müs-lüman toplum gibidir. O kadar ki dinî ayrımın dışında, Müslü-manlarla aynı ve tek bir toplum gibi görülmektedir. Sosyal ha-yatları gibi, Ermenilerle Türk-lerin mutfak kültürleri de birbi-riyle ayrışmayacak kadar yakın ve benzerdir.

50 Somuncu Baba

Taha Akyol, Osmanlı Mirasından Cumhuri-yet Türkiyesi’ne İlber Ortaylı ile Konuşmalar, IV. baskı, İstanbul 2002.Esther Benbassa-Aron Rodrigue, Türkiye ve Balkan Yahudileri Tarihi, çev: A. Atasoy, Yay. Haz: R.N. Bali, II. baskı, İstanbul 2003.Ahmet Hikmet Eroğlu, Osmanlı Devletinde Yahudiler, II. baskı, İstanbul 2003.Halil İnalcık, Osmanlı İmparatorluğu’nun Ekonomik ve Sosyal Tarihi, Türkçe’ye çev: Halil Berktay, II. baskı, İstanbul 2004, I-II.……………., Osmanlı Klâsik Çağ (1300-1600), Türkçe’ye çev: Ruşen Sezer, IV. bas-kı, İstanbul 2004.M. Macit Kenanoğlu, Osmanlı Millet Sistemi Mit ve Gerçek, İstanbul 2004.İlber Ortaylı, Osmanlı Barışı, VI. baskı, İstan-bul 2005.……………, Osmanlı’yı Yeniden Keşfetmek, XV. baskı, İstanbul 2006.……………, Son İmparatorluk Osmanlı, II. baskı, İstanbul 2006.

Kaynakça

51Şubat / 2008

Osmanlı coğrafyasında, 19. yüzyılda, mimarbaşılık, Erme-ni usta ve mimarların kontro-lündedir. Onlar mimarlıktaki ustalıklarını kuyumculuk sana-tında da göstermişlerdir. Ayrıca maliye işleri, barutçuluk, sikke darbı, yani darphane işleri Er-menilerin elinde bulunan mes-leklerdir.

Ermenilere, Osmanlı’da “ami-ra” sınıfı denilir. Nitekim bunla-rın içerisinden II. Abdülhamid’in en itibarlı nazırı olan Artin Dad-yan Paşa, Hariciye Müşteşarı ve Maliye Bakanı olmuştur.

Mutfak kültürü açısından Osmanlı sofrasında, reçel ve di-ğer sebzelerle yapılan yemek-lerin yer edinmesinde Anado-lu’da yaşayan farklı milletlerin katkıları önemlidir. Müslüman halk, bu milletlere birçok şey öğrettiği gibi, onlardan da çok kapsamlı mutfak zenginliği al-mış ve devşirmiştir. Şu bir ger-çektir ki, bugün Türk mutfağı, bu farklı milletlerin ortak bir ürünüdür.

Tevhîd toplumunun zengin-liği ve güçlülüğü, belli bölge-lere bakıldığında görülecektir. Örneğin Diyarbakır’da, Şâfiî müftüsü, Hanefî müftüsü, Sür-yânî kadim, Süryânî Katolik metropolitleri, Ermeni ve Erme-ni Katolik ve Ermeni Protestan üç din grubunun rûhânî lideri hepsi bir arada bulunabiliyor.

‘Öteki’, Osmanlı devlet ni-zamımızda adı konmuş bir sis-temi ifade eder. Yani millet. Bir

milletin mensubu olmak için kıstas, konuşulan dil değil, din-dir. Yani Ermeni Ermenice ko-nuşur. Ama bağlı olduğu kilise itibariyle Ortodoks Gregoryen Ermeni milleti denir. Onlar ki-liseye bağlıdır, inananlardır. Katolik dendiği zaman Ermeni Katolikleri anlaşılır. Bu Katolik-ler geçen asırlardaki diğer Kato-likler gibi Latince kullanmazlar. İbadetlerinde Ermenice kulla-nırlar. Dinî liderlerini, rahipleri-ni kendileri seçer. Roma onları usulen tasdik eder; fakat bunlar Katoliktir.”

Zorunlu göç (Tehcir) sıra-sında bir kısım Ermenilerle Müslüman toplum arasında bir çatışma yoktur. Hatta Kay-seri gibi şehirlerde “Siz dininizi değiştirmiş olun, sizi kurtara-lım.” sözlerine muhatap olurlar. Müslüman olmaları da önem-senmeden, sadece onları göç etmekten kurtarmak amacıyla böyle söylenir. Komşuluk örne-ği olarak Müslüman halk, Erme-nileri, kimi yerde saklıyor, kimi yerde de, en kolayını yapıp, kız çocuklarını nikâhına alıyor.

Osmanlı’nın Londra Elçisi Rum Kostaki Musurus Paşa

Osmanlı toplumundaki bir diğer azınlık, Rumlardır. Kosta-ki Musurus Paşa, kırk yıl Lond-ra’da Osmanlı büyükelçiliği görevinde bulunmuş, büyük il-tifatlara nail olmuş bir Rum’dur. Düzenlediği toplantılara, Krali-çe Victoria, Osmanlı nişanlarını takıp katılırmış. Aşırı Osmanlıcı

olmasından dolayı, Yunan mil-

liyetçilerinin saldırısına uğramış

ve sol kolu sakat kalmıştır.

Yine Fenerliler denilen azın-

lıklar, bürokraside kendilerine

vazife verilen kimselerdir ki,

işleri tercüme yapmaktır. Dola-

yısıyla onlar devletin dış işleri-

ni şekillendirirler. Türkçe’yi iyi

bildikleri gibi, Rumca, Yunan-

ca, İtalyanca ve Fransızca’yı iyi

derece konuşurlar. Ancak onlar

her şeyin üzerinde, tevhîd top-

lumunun felsefesine sahip Os-

manlı tebaasıdır ve Osmanlıcı-

lık düşüncesini benimserler.

Sonuç olarak Osmanlı me-

deniyeti, çok kültürlü ve çok

dinli tevhîd toplumunu orta-

ya çıkarmıştır. Ne zamanki bu

anlayış ve ona ait uygulamalar

terk edilmiş, o vakit sarsıntılar,

kırılmalar ve krizler İmparator-

luğu örselemiş ve kemirmeye

başlamıştır. Ancak onun varisle-

ri, kadîm mirası devam ettirme

potansiyeline sahiptir.

Page 27: Başyazı - somuncubaba.net · 4 Somuncu Baba Şubat / 2008 5 Yirmiyedinci Mektup Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi (k.s) Mektûbât-ı Hulûsi-î Dârendevî Ey Aziz Kardeş! Ey Allah

53Şubat / 2008

T arihimiz, birlik anlayışımızla aştığımız nice güçlüklere şâ-

hittir. Kocaman bir tarihe sahip olan asîl milletimiz birlik ruhu ile nice medeniyetler kurmuş, bütün dünyaya birlikte olmanın güç ve ihtişâmını göstermiştir. Millî mücâdele yıllarımız da birlik duygularımızın zirveye ulaştığı; din, vatan, millet ve mukaddes değerler uğruna tek yürek olarak mücâdele edişimizin ve birliği-miz ile el ele kazandığımız zafer-lerimizin en güzel örneklerden bir tanesidir. Bu büyük kurtuluş mücâdelesinin arkasında şüphe-siz, kesin bir inanca ve sarsılmaz bir imâna sahip olan ecdâdımızın büyük fedâkârlıkları yatmaktadır. Dedelerimizin dünyayı hayran bı-rakan bu eşsiz davranışlarının te-melinde sarsılmaz bir iman gücü, samimi bir mücâdele anlayışı ve zafere olan inançları yatmaktadır. Ecdâdımızın içerisinde bulunan bu potansiyel enerjinin açığa çıkarılması için toplumun bir-çok kesimi bıkmadan yılmadan çalışmıştır. Siyasîler, sivil toplum örgütleri, ilim adamları ve mane-viyât önderleri onlardan sadece birkaç gruptur. Biz, bu çalışma-mızda, millî mücâdelemizin bu toplum kesimlerinden maneviyât önderleri üzerinde durmaya, on-ların millî birliği sağlamadaki çaba ve gayretlerini tespit etmeye çalı-şacağız.

Millî Mücâdele Fikrinin Oluşmasında ve Müdafaa-i

Hukuk Cemiyetlerinin Teşekkülünde Sûfîlerin Rolü

Gönül insanları, millî birliği-mizin teşekkül aşamasından iti-

baren toplumumuzun geleceği için girişimlerde bulunmuşlardır. Millî mücâdele fikrinin teşekkü-lü sürecinde en gür seslerden bir tanesi de sûfîlerden yüksel-miştir. Isparta’dan Şeyh Ali Efen-di, Rize’den Şeyh İlyâs Efendi, Erzincan’dan Şeyh Fevzî Efendi, Urfa’dan Şeyh Saffet (Yetkin), Bursa’dan Şeyh Servet Efendi ve Şeyh Hacı Ahmet Efendiler, İstanbul’dan Özbekler Dergâhı Şeyhi Şeyh Ata ve Hacı Bayram Şeyhi Şemseddin Efendiler millî birlik fikrinin hayata geçirilmesi için seslerini duyurmaya çalı-şan gönül insanlarından sadece birkaç tanesidir. Bağımsızlık ve mandanın kabul edilmemesi fikrinin milletin zihninde umut-la yeşermesi için yurdun dört bir yanında oluşturulan “Mü-dafaa-i Hukûk” cemiyetlerinde de sûfîler ön saflardaki yerlerini

almışlardır. Bitlis’te Şeyh Abdül-gâzî Efendi, Kastamonu’da Şeyh Şemsizâde Ziyâeddin Efendi, Van’da Şeyh Mâsûm Efendi, Be-yazıd Mutasarrıflığında Şeyh İb-rahim Efendi, Erzincan’da Şeyh Safvet ve Şeyh Hacı Fevzi Efen-diler, Isparta’da Şeyh Ali Efendi, Lazistan’da Şeyh İlyâs Efendi, Tavas’ta Şeyh Alizâde Kemâlet-tin Efendi, Nazilli’de Şeyh Nûrî Efendi ve nihâyet Denizli’de Hamamcı Şeyh Mustafa Efendi-ler bu sosyal hareketlerin teşek-küllerinde çok önemli roller üst-lenmiştir. Bu fedakâr insanların öncülüğünde oluşturulan cemi-yetler vasıtası ile yurdumuzun dört bir yanında insanımız millî mücâdele fikrine gönül vermiş, dünya tarihinde çok az milletin gösterebildiği bir birliktelik ile zor günlerin arkasından güzel günlere ulaşmayı başarmıştır.

KültürFatih ÇINAR

52 Somuncu Baba

MİLLÎ BİRLİĞİMİZİN MANEVÎ MİMARLARI

Page 28: Başyazı - somuncubaba.net · 4 Somuncu Baba Şubat / 2008 5 Yirmiyedinci Mektup Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi (k.s) Mektûbât-ı Hulûsi-î Dârendevî Ey Aziz Kardeş! Ey Allah

54 Somuncu Baba 55Şubat / 2008

Amasya Tamîmi, Sivas Kongresi ve Ankara Fetvâsının

Yayımlanmasında Sûfîlerin Etkisi

“Amasya Tamîmi” ile başla-yan süreçte milletin bağımsızlığı için gözler karartılmış, bütün dü-şünceler “ya istiklâl ya da ölüm” fikri çerçevesinde şekillenmeye resmen başlamıştır. Bu önemli kararların alınmasında da gönül insanlarının etkisi azımsanama-yacak kadar büyüktür. Amasya Müftüsü’nün fedakâr çabaları ile gerçekleştirilen faaliyetlerde sûfîlerin payı azımsanamayacak kadar büyüktür. Millî mücâde-le önderleri Amasya’ya teşrif ettiklerinde Amasya Müftüsü ile birlikte bu yol göstericileri karşılayanlardan aynı zamanda Amasya Tamîmi’nin şekillen-mesi ve yayınlamasında fedâ-kârlık gösterenlerden bir tanesi

de Şeyh Cemâleddin Efendi ol-muştur. Onun gerek karşılama, gerek çalışmalardaki gayretleri ve hayatî öneme hâiz tamîmin yayımlanmasındaki çabaları her türlü takdirin üzerindedir.

Amasya Tamîmi’nden sonra bütün Anadolu’nun mücâdele-ye dâhil olduğu, yurdun her ta-rafından temsilcilerin katılarak manda ve himâyenin kabul edi-lemeyeceği fikrinin yüksek sesle dillendirildiği Sivas Kongresi de gönül insanlarının şekillenmesi-ne katkıda bulundukları bir giri-şim olmuştur. Erzincandan Şeyh Hacı Fevzi Efendi ve Kütahya’-dan Şeyh Seyfi Efendi bu gönül insanlarının başını çekmişlerdir. Bu ileri görüşlü insanlar yurdun dört bir tarafından kongreye iş-tirâk etmişler ve burada alınan hayatî kararların altına temsil et-tikleri topluluklar namına imza koymuşlardır.

Bundan sonraki süreçte daha önceki girişimler kadar et-kili, millî birliğimizi sağlamada atılan en önemli adımlardan bir tanesi olan “Ankara Fetvâsı”nın hazırlanması ve yayımlanarak milletin vicdânındaki müstesnâ yerini almasında da sûfîler çok etkin olmuşlardır. Bu fetvâ ön-celikle “İstanbul Fetvâsı” adıyla hazırlanan ve millî mücâdeleyi önlemek için çeşitli dergi ve gazetelerde ilân edilen fetvâ-nın millet üzerindeki etkisini kırmak amacıyla hazırlanmıştır. Çok önemli kararların millete ilân edildiği ve 153 kişinin al-tına imzâ koyduğu bu önemli girişimde Hınıs Müftüsü Şeyh Bedreddin Efendi, Erzincan’dan Şeyh Safvet ve Şeyh Hacı Fevzî Efendiler, Sivas’tan Şeyh Hacı Mustafa Takî Efendi gibi dev-rin önemli maneviyât önder-leri de yerlerini almışlardır. Bu fetvâ ile gönüller millî birlik ve

mücâdele sahasında manevî bir bağ ile birbirine bağlanmıştır ki, böylesine önemli bir gönül fa-aliyetinde gönüllere yön veren insanların bulunması çok doğal görülecek bir hadise olarak zi-hinlerdeki yerini almıştır.

İlk Meclisin Manevî Mimârları

Nihâyet bütün zorluklara rağmen yapılan seçimler ve ve-rilen mücâdeleler sonunda bü-tün dünyaya bu milletin bağım-sızlığını ve birliğini ilân eden ilk cumhuriyet meclisinde milletin vekîli olarak bulunan kahraman ruhlu insanlar arasında birçok gönül insanı da seçkin yerlerini almışlardır. Nakşibendî Dergâhı Şeyhi Şeyh Hacı Fevzî Efendi (Erzincan Mebusu), Şeyh Servet Akdağ Efendi (Bursa Mebusu), Şeyh Seyfi Aydın Efendi (Kütah-ya Mebusu) ve Şeyh Hacı Mus-tafa Takî Efendi (Sivas Mebusu) ilk meclisimizin sûfî meşrepli milletvekilleri olarak mecliste-

ki vekillik görevlerine seçilmiş-lerdir. Bu gönül insanları, çok kısa bir sürede memleketin maddî ve manevî kalkınmasın-da önemli hamlelere imza atan bu ilk meclisimizde birçok ko-misyonda, kanun maddelerinin milletin istifâdesine sunulma-sında faal bir rol üstlenmişlerdir. Şeyh Seyfi Efendi Şer’iye ve İr-şâd Encümenlerinde, Şeyh Mus-tafa Takî Efendi Şer’iye, Evkaf, Adalet, İrşâd, Memurin Muha-kematı Tetkik Kurulu, Anayasa ve Millî Eğitim komisyonlarında çalışmış hatta III. toplantı yılın-da bir süre Dilekçe Komisyonu Başkanlığı görevinde bulunmuş-tur. Şeyh Servet Akdağ Efendi ise İrşad, Şer’iye, Tapu Kadastro, Millî Eğitim ve Tasarı komisyon-larında görevler üstlenmiştir.

Sonuç

Millî birliğimizin sağlanması için bu fikrin oluşum aşamasın-dan hayata geçirilmesine kadar ve hayata geçirilen bu eşsiz fik-

rin başarı ile neticelenmesine kadar ki süreçte etkili ve önemli görevler üstlenen sûfî meşrepli gönül insanlarımızı burada zik-redilenler ile sınırlandırmamız mümkün değildir. Bununla birlikte burada sıralanan örnek-ler dahi bize göstermektedir ki, milletimizin millî birlik ve beraberliğini sağlamada ve bu birliğin başarıya ulaşmasında gönüllere hitâp eden kahra-man ruhlu insanlarımızın hissesi gerçekten çok büyük olmuştur. Yüce milletimiz gönlü ile başla-dığı mücâdelesine azim, karar-lılık ve samimiyet harcı ile de-vam etmiş, böylece; kendisini birliğe, dirliğe, bağımsızlığa ve çağdaş medeniyetler seviyesine yükselmeye davet eden gönül insanlarının bu çağlar ve coğ-rafyalar üstü çağrısına en güzel cevabı vermiştir. İlk meclisi-mizin açılışında semâya açılan eller, milletimiz ile vekilleri ara-sındaki manevî bağı gösterme-si açısından son derece önem arz etmektedir. Bugün bizlere düşen görev, şanlı milletimizin bütün farklılıklarına rağmen gö-nül birliği ile mutluluğa ve güzel günlere ulaştığı fikrini iyi anla-yıp birbirimizi dışlamak yerine el ele verip cennet vatanımız, evlatlarımız ve bütün insanlığın hayrı için durmadan, bıkmadan, yılmadan çalışmak olacaktır.

(Ali Sarıkoyuncu, Millî Mücâdelede Din Ada-maları I-II, DİBY, Ankara 2002; İlk Meclis’in Din Adamı Milletvekilleri, Diyânet Aylık Dergi, Nisan 1993, s.24-27; Cemal Kutay, Kurtuluş ve Cumhuriyetin Manevî Mimarları, DİBY, Ankara 1973; Kadir Mısırlıoğlu, Kur-tuluş Savaşında Sarıklı Mücâhitler, İstanbul 1969.)

Kaynakça

Page 29: Başyazı - somuncubaba.net · 4 Somuncu Baba Şubat / 2008 5 Yirmiyedinci Mektup Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi (k.s) Mektûbât-ı Hulûsi-î Dârendevî Ey Aziz Kardeş! Ey Allah

56 Somuncu Baba 57Şubat / 2008

Tarihİsmail ÇOLAK

“Sarıkamış, artık Mohaç, Niğbolu, Çanakkale, Sakarya gibi bir destan yeridir. Eksi 40 dereceye düşen dondurucu soğukta aç-bîilaç kalıp kırılan ve acımasız emirlere göğüs geren o muhteşem “Mehmetçiğin”; tarihe sığmayan kahramanlığı, mesuliyet duygusu, emre itaati,

tevekkülü, mücadele azmi ve onca dramdan sonra büyük bir metânetle düşman üzerine atılması hayret ötesidir ve bütün bunlar Sarıkamış Dramı’nı “destanlaştırmaya” yetmektedir.

Sarıkamış, Türk Milleti’nin tarihte, zamana, mesafeye ve mekâna karşı çektiği bir kılıçtır. Türk’ün inancının, sabrının ve direncinin ağır imtihandan geçtiği büyük bir mahşerdir.”

S arıkamış nedir, neresidir; küçük bir serhat şehri mi,

karlı bir dağ başı mı, yoksa bir tarih mezarlığı mı? Şüphesiz Sa-rıkamış, iman, cesaret ve asalet abidesi, masal kahramanı bin-lerce Mehmetçiğin; kış kıyamet-te gömlek ve çarıkla dondurucu soğukta Allahuekber Dağlarının karla kaplı cehennemine sü-rüldüğü ve çoğunun düşmana tek bir kurşun bile sıkamadan donarak şehit düştüğü bü-yük bir kabr(gül)istan, bir ibret meşheridir, şanlı tarihimizdeki kara yapraklar arasında belki de en unutulmazıdır. O dağla-rın, eteklerinde, ne hayaller, ne acılar gömülüdür; karla kefen-lediği on binlerce “erkek güzeli Mehmet’i” tarifsiz bir şeref ve özenle koynunda ağırlamakta-dır. Aziz şehitlerimizin hatırası

tarih sayfalarında buzdan bir kor olarak ışıldamakta ve mille-timizin yüreğini sızlatmaya hâlâ devam etmektedir. Bu yüzden Sarıkamış, beyaz bir hüznün ve dramın yegâne değişmez adre-si; bu yüzden “Türk’ün Beyaz Kerbelâsı”dır. Tarihin, hür bir vatana, özgür bir istikbale eriş-me adına, mübarek bedenlerini kefâret kılan Sarıkamış şehitle-rine müstesnâ bir mevki biçe-ceğine ve ziyadesiyle takdir ve hürmetle anacağına zerre kadar şüphe duyamayız.

Sarıkamış, artık Mohaç, Niğ-bolu, Çanakkale, Sakarya gibi bir destan yeridir. Eksi 40 dere-ceye düşen dondurucu soğukta aç-bîilaç kalıp kırılan ve acıma-sız emirlere göğüs geren o muh-teşem “Mehmetçiğin”; tarihe sığmayan kahramanlığı, mesuli-

yet duygusu, emre itaati, tevek-külü, mücadele azmi ve onca dramdan sonra büyük bir me-tânetle düşman üzerine atılması hayret ötesidir ve bütün bunlar Sarıkamış Dramı’nı “destanlaş-tırmaya” yetmektedir. Sarıkamış, Türk Milleti’nin tarihte, zamana, mesafeye ve mekâna karşı çek-tiği bir kılıçtır. Türk’ün inancı-nın, sabrının ve direncinin ağır imtihandan geçtiği büyük bir mahşerdir. Hiç kuşkusuz millet-ler, tarihlerini ve kahraman(lık)-larını önemsedikleri, varlıkların adandığı kutsal değerlere sahip çıktıkları ve mâzînin imbiğinden süzülen acı tecrübeleri tedris et-tikleri nisbette güçlü ve pâyidâr olabilirler. Tarihimizin “Sarıka-mış Durağı’nda” büyük bir ib-ret ve rikkatle duralım ve derin bir muhâsebe ve tarih şuuruyla

S A R I K A M I ŞS A R I K A M I ŞHüznün ve Dramın ‘Beyaz Kerbelâ’sı:

Kompozisyon: Engin Çiftçi

Page 30: Başyazı - somuncubaba.net · 4 Somuncu Baba Şubat / 2008 5 Yirmiyedinci Mektup Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi (k.s) Mektûbât-ı Hulûsi-î Dârendevî Ey Aziz Kardeş! Ey Allah

58 Somuncu Baba 59Şubat / 2008

hareket ederek, gelecekte bizi bekleyen benzer felaketlerden kurtaracak faydalı dersler çıka-ralım. Bir hayalperestin “Don Kişot’ça” mâcerâlarının hangi boyutlarda fecâatler doğurdu-ğunu, koca imparatorluğu uçu-rumların eşiğine nasıl getirdiğini, devlet ve millete ne denli fecî bir fatura ödettiğini ibret naza-rıyla düşünelim ve benzer mâ-cerâcılardan memleketimizi ha-lâs eylemesini dergâh-ı ilahîden derin bir vecdle niyaz edelim.

Enver Paşa’nın Ham Hayali/Ağır Gafleti

Sarıkamış Harekâtı, I. Dünya Savaşı’nda Kafkas Cephesinde Ruslara karşı düzenlenmiştir. Osmanlı, Enver Paşa’nın marifetiyle harbe iştirak edince, Rus-lar ve Fransızlar karşısında zor duruma düşen Al-manlar, bir çıkış yolu bu-lup rahatlamak ümidiyle Bâb-ı Âlî’den geniş çaplı bir ta-arruz başlatmasını istemişlerdi. Bu hususta, Osmanlı Devleti’ne gönderdikleri trenlere “Enver-land’a (Enver’in Topraklarına) gider!” ibaresini yazarak, ihti-rasını kamçıladıkları Enver Paşa ve “Alman ordusunun süngü-sü” Mehmetçik nasıl olsa emre âmâdeydi. Buna karşılık Enver Paşa ise askerî bir manevrayla, Allahuekber ve Sarıkamış Dağ-larını aşıp, Rus işgalindeki doğu illerimizi kurtarmak, Kafkasya ve Orta Asya’ya girerek “Türk Birliği”ni gerçekleştirip Çarlık Rusya’sını çökertmek ve sonun-

da da “Boğazın Hasta Adamı’nı” yeniden ayağa kaldırarak “Bü-yük Türkiye”yi kurmak amacın-daydı. 32 yaşında orduya hük-meden Enver Paşa yine kabına sığmamış; iflâh olmaz bir “Turan Hülyası”na kendini kaptırmıştı. Doğu yollarına “Turan’a gider” levhalarını çoktan koydurmuştu. Alman Goltz Paşa dahi ondaki hamlık ve dirâyetsizliği tenkit-ten kendini alamamıştı: “Kaf-kasya’da Napolyon olduğunu iddia eden birçok cahil adam var.” Turancılığın, Enver Paşa’nın

karakteri ve icraatları üzerinde-ki derin etkileri hakkında Kazım Karabekir’in tesbitleri oldukça çarpıcıdır: “Turancılığı kendi-sine o kadar büyük bir ideal edinmişti ki, bir alevin etrafında dönen ve en nihayetinde ken-disini de o aleve atıp yakan bir pervane gibi etrafında döndü durdu.”

Nitekim Enver Paşa, Doğu 3. Ordu Komutanı Hasan İz-zet Paşa’ya, 16 Aralık 1914’te Sarıkamış’taki Rus birliklerine karşı taarruz emrini vermekte gecikmeyecekti. Ancak, cep-

helerin emektar komutanı, bu pervasız hareketin amansız kış şartları yüzünden büyük bir hüs-ranla sonuçlanacağını bildiğin-den şiddetle karşı çıkmıştı: “Bu mevsimde harekât bir faciaya dönüşür. Kış şiddetini kaybetsin, yollar açılsın, düşmana haddini bildiririz!” İzzet Paşa, bu teklifi-ni kabul ettiremeyince istifa et-mişti. Harekâtın muhaliflerinden 9. Kolordu Komutanı Galip Paşa da itirazını şöyle dile getirmişti:

“Yol yok, kar fazla. Muharebe vasıtalarından mahrumuz. İâşe

yolunda değil; hele giyim hiç yok. Harekâtın yaza tehiri münasip olur.” Öte yandan, facianın mes’ul-lerinden Hafız Hakkı Paşa ise, bölgedeki yalan yanlış tetkikleri neticesinde ta-arruza yol açan şu raporu ikbal uğruna sunmaktan çekinmemişti: “Dağlar üzerindeki yolları keşfet-tim. Bu mevsimde hare-ketin mümkün olduğuna

inandım. Kolordu ve ordu ko-mutanları yeterince inançlı ve kararlı olmadıklarından taraftar olmuyorlar. Bu vazife, rütbem düzeltilerek bana verilirse yapa-rım.” Tepkilere kulağını tıkayan Enver Paşa, taarruz komutanlı-ğını bizzat üstlenme ve muha-liflerin yerine Hafız Hakkı Paşa ve İhsan Paşa’yı getirme yoluna gidecek ve 21 Aralıkta “Sarıka-mış Harekâtı’nı” resmen başla-tacaktı. Harekât planına göre, 9. Kolordu Sarıkamış Dağlarını, 10. Kolordu Allahuekber Dağlarını aşarak Rus birliklerini Sarıkamı-ş’ta imha edecekti.

Ölüme Sürülen Mehmetçik ve Donan Ordunun Trajedisi

120 bin civarındaki Mehmet-çik harekâtla birlikte, kar kış de-meden, paltosuz postalsız, ce-hennemî fırtınanın ve donduru-cu soğuğun ortasına sürülüver-mişti. Senenin yarısı karla kaplı olan bölgenin kimi yerlerinde kar yüksekliği 1-2 metreye yak-laşıyordu ve zemheri günlerin-de sıfırın altında kırk dereceye kadar düşen soğuklar düşman-dan da beter durumda idi. Öyle ki, gündüz başlayan yürüyüş-te askerlerin yumuşayan çarıkları gece donup bir mengene gibi ayakları-nı sıkmaya başladığında adım atmak imkânsızla-şıyordu; zira ayakta baş-layan donma kısa sürede tüm vücudu esir alıyordu. Bu arada, İstanbul’dan gi-yecek ve askeri malzeme taşıyan gemilerin Trab-zon’da Ruslar tarafından batırılması; 3. Ordu üzerinde tam bir psikolojik yıkım meyda-na getirmişti. O günlerde Iğdırlı Ali Çavuş’un yazlık giysilerle tit-reyerek yazdığı şu mektup, ya-şanan vahameti tüm ürperticili-ğiyle ortaya koymuştu: “Çadırın perdesi buz kesmiş oğlak kulağı gibi kırılmakta. Akşam yaklaşın-ca Köprüköy’e civar dağlardan tipi boşanır. Kumandanımız, Enver Paşa’nın teftiş için gelece-ğini müjdeledi. Gelinceye kadar yün içlik, çorap ve paltoların verileceğini ve yazlıkları ataca-ğımızı müjdeledi. Başkuman-dan’ın gelmesiyle, Moskof’un geceleri seyrettiğimiz ocaklı ve

mutfaklı karargâhlarını ele ge-çireceğimizden subaylarımız çok emin. Tepelerdeki Moskof ocaklarının ateşi gözlerimizdeki ayazı tandır közüne tebdil eyler. Başkumandan acele gelse de ateşe kavuşsak!..” Zuhur eden elim hadiseler Enver Paşa’yı he-nüz caydıramamış ve birliklere şu mesajı göndermesine engel olamamıştı: “Ayağınızda çarık, sırtınızda paltonuz olmadığı-nı gördüm; lâkin karşınızdaki düşman sizden korkuyor. Yakın zamanda Kafkasya’ya gireceğiz.

Orada her türlü nimete kavuşa-caksınız.”

Takvimler 26 Aralık’ı göster-diğinde Enver Paşa’nın da için-de yer aldığı 9. Kolordu, Sarıka-mış’ın 8 km. yakınına gelmiş ve eksi 25 derece soğukta barınak-sız bir biçimde gecelemek zo-runda kalmıştı. Kalın kütükleri kesecek balta olmadığı için ateş de yakılamamıştı. Komutanlar, donmaları önlemek için sık sık birlikleri uyarıyordu. Fakat on beş saatlik yürüyüşün ardından dermansız bedenlerini bir ağaca yaslayan zavallı askerler tatlı bir uyuşukluğa bürünüyor ve don-

duklarını bile hissedemiyorlardı. Biraz akıllı davrananlar üzerle-rine muşamba atıp soluklarıyla birbirlerini ısıtmaya çalışıyor-lardı. Öte yandan Hafız Hakkı Paşa, 10. Kolordu ile Allahuek-ber’i, ardında binlerce donuk bırakma pahasına aşıp Enver Paşa’dan önce Sarıkamış’a eriş-me sevdasındaydı. Saatler bo-yunca yol kat etmekten takati kesilen Mehmetçikler sütun gibi devrilip kalmış ve birliklerinden kopmuştu. Neferlerin kimi çö-melmiş, kimi yuvarlanmış, kimi bir ağacın gövdesine dayanmış

vaziyette kardan heykel-lere dönüşmüştü. Hangi dehşet verici hallere ma-ruz kalındığını 9. Kolordu Kurmay Başkanı Yarbay Şerif Paşa şöyle satırlara dökmüştü: “Kar ve buz kayaları ile meşhur olan bütün dik ve derin dere-leri, tepeleri topçular nasıl çıkacaklar aklım ermiyor-du. En nihayet çıktık. Pek

yorulmuş ve takatsiz düşmüştük. Tam yayla üstünde keskin bir rüzgâr ve arkasından şiddetli bir tipi başladı. Göz gözü görmez oldu. Kimsenin kimseye yardım etme imkânı kalmadı. Sonsuz denecek kadar uzamış olan yol kolu dağıldı. Herkes kendi canı-nın derdine düştü. Yol kenarında karların içine çömelmiş bir nefer, kollarıyla bir yığın kar kucakla-mış, titreyip feryat ederek dişle-riyle kemiriyordu. Zavallı cinnet geçiriyordu. Şu mel’un buzullar içinde biz, belki 10 binden fazla insanı bir günde kar altında bı-raktık ve geçtik.”

Page 31: Başyazı - somuncubaba.net · 4 Somuncu Baba Şubat / 2008 5 Yirmiyedinci Mektup Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi (k.s) Mektûbât-ı Hulûsi-î Dârendevî Ey Aziz Kardeş! Ey Allah

61Şubat / 2008

Alptekin Müderrisoğlu, Sarıkamış Dramı, İstanbul 1997; Ziya Nur Aksun, Enver Paşa ve Sarıkamış Harekâtı, İstanbul 2005; İsmail Çolak, Tarihimizin En Beyaz Dramı, İstanbul 2006, Akis Kitap.

Kaynakça

Karla Kefenlenen Beyaz ‘Güller’/Kardelenler

Günlerce süren ölüm yolcu-luğunun ardından, kilometreler-ce uzunluktaki yürüyüş kolunun başı sonunda Allahuekber Dağ-larını aşıp Beyköy’e ulaşmıştı; ancak kolun arkası aniden ko-punca korkunç facianın bilân-çosu bütün çıplaklığıyla kendini göstermişti. Maalesef yapılan yoklamada 16.300 kişilik 30. Tümenden 1400; 16.000 kişilik 31. Tümenden 2.000; 32.300 kişilik 10. Kolordudan da 3.400 asker kalmış, gerisi dağın etek-lerinde karla kefenlenmişti. Sağ kalabilme mucizesini başarabi-lenlerin büyük kısmıysa donma, tifüs, açlık ve ayak şişmesi sebe-biyle yürüyecek halde değildi. Enver Paşa, kürklü paltosu ve su geçirmez çizmesi ile süratle ilerlerken, askerin de kendisi gibi yürüyeceğini zannediyordu. Elde kalan aç ve bîtâb düşmüş bir avuç askerle, her cihetten güçlü Rus ordusunu hâlâ püs-kürtebileceğini vehmediyor; fecaati görmezden gelme/giz-leme işgüzarlığıyla İstanbul’a şu telgrafı çekiyordu: “Kahraman askerlerimizde ilerleme isteği o kadar çok ki, ellerinden gel-se soluklarıyla karları eritip yol açacaklar.” İlk taarruzun akim kalmasından sonra Enver Paşa istemeyerek de olsa askerlerin dinlenmesine müsaade etmişti. Eksi 40 dereceyi bulan soğukta sabahı etmek kolay değildi ve dahası ateş yakmak da yasaktı. Çünkü en küçük alev belirtisin-de Ruslar orayı hallaç pamuğu-na çeviriyordu. Donmamak için sürekli hareket etmek gerekiyor-du ve gûyâ bunun adı da din-

lenmek oluyordu. Gün ışıdığın-da subaylar birlikleri toplamaya çıkınca insanın kanını donduran acı bir vaziyetle karşılaşmışlardı: Çamların alçak dallarında kimi oturmuş, kimi ayakta duran as-kerler komutanların çağrılarına icabet etmemişti; zira biçare askerler ayakları donmasın diye çamlara tırmanmış ve oracıkta donarak abideleşmişlerdi.

Destanlaşan Dramda Hazin Tükeniş ve Acı

Bilânço

Enver Paşa şansını sonu-

na kadar deneyip Sarıkamış’a girmekte kararlıydı. 6. Ordu Komutanı A. İhsan Sabis Paşa, onun bu inatçı tutumuyla ilgili şu ilginç teşhisi yapmıştı: “Karşı-sında duran Sarıkamış’a bir türlü kavuşamamak; sevgilisinin reddi karşısında inatçı âşığın şuurunu kaybedip ölüm kararı vermesine benzer bir durumdu.” Sarıkamış yakınlarına ulaşan Türk kuvvet-leri, 25 Aralık gecesi, kazanma şanslarını yitirdikleri halde en küçük bir bozulma emaresi gös-termeden taarruzu büyük bir azim ve cesaretle sürdürmüş-ler; onların bu kahramanca ve

belki de ümitsizce mücadelesi Rus ordusunda büyük bir pa-nik meydana getirmişti. Hatta korkusuzca düşman üzerine atı-lan 300 kişilik bir öncü kuvveti, insanüstü bir gayretle ve tarif-siz ıstıraplarla karlı dağları aşsa, donan vücutları lime lime olsa da; mecalsiz dudaklarından ke-lime-i şehâdet fısıldayarak karşı-dan yağan kurşunları hiçe sayıp Sarıkamış’a girmeye muvaffak olmuş ve Rusları şaşkına çevirip hatırı sayılır kayıplar verdirmiş-lerdi. Türk askeri, bütün im-kânsızlıklara rağmen, fedakârlık, dayanıklılık, itaat, direniş ve mücadele bakımından emsalsiz bir davranış sergilemişti. Fakat Türk birliklerinin üstünlüğü an-cak iki saat sürmüş ve Rusların Türkistan Kolordusu Komutanı Yudeniç’in karşı saldırısı sonu-cunda 9. Kolordu çekilmeye dahi fırsat bulamadan teslim olmuştu. Sarıkamış’ta soğuğa teslim olmaktan kurtulamayan kahraman Mehmetçik, Rus Kaf-kas Ordusu Kurmay Başkanı Pi-etroroviç’i Enver Paşa’dan daha fazla etkilemişti: “Delirmiş bu Türkler. Böylesine açık hedef olunur mu? Türkler gibi asker yoktur, ama; bu ne acemilik, bu ne akılsızlık… İlk sırada diz çök-müş beş kahraman tetiğe asıla-mamış; kaput yakaları semaya dikilmiş kaskatı. Tabiata, baş-kumandana ve düşmana isyan eden, ama Allah’ına teslimiyet-le bakan gözleri açık. İkinci sı-rada öyle bir manzara ki, hiçbir heykeltıraş benzerini yapmaya muvaffak olamaz. Başları kor-kutucu katılıkta semaya dönük altı masal güzeli Mehmet, öy-

lesine kaskatı kesilmiş. Binbaşı Mustafa Nihat ayakta; sol eli boynundaki dürbünü kavramış, havada donmuş kale sancağı gibi. Allahuekber Dağlarındaki Türk müfrezesini esir alama-dım. Çünkü, bizden çok evvel Allah’larına teslim olmuşlardı!..”

Emir komuta iyice bozul-muş, elde kalan bir avuç asker de sokak çatışmalarında telef olmuştu. Sonunda Hakkı Paşa, Enver Paşa’ya işimizin bittiği-ni itiraf etmek mecburiyetinde kalmıştı. 10 Ocak 1915’te ha-yallerimizle birlikte Mehmetçik de tükenmişti. Altı hafta süren kasırga, 3. Ordu’nun 118.714 askerinden 109.274’ünü Sa-rıkamış Dağlarının eteklerine serpmişti. Harekâtın neden bir felaketle sonuçlandığı hakkında Fevzi Çakmak şu değerlendir-meyi yapmıştır: “Hafız Hakkı ve Enver aşırı atılgan ve aktif kişi-lerdi. İkisi ortasında birisi bulun-madığından başımıza Sarıkamış felaketi geldi.” Sabis Paşa’nın tespitleri çok daha şümullüdür:

“Mağlûbiyet, gâlibiyet kadar her askerin talihinde vardır. Fakat aşikâr hesapları ihmal etmek, samimi yardımcıların mütalaa-larına kıymet vermemek doğru sayılamaz. Evham, korkaklık ne kadar fenaysa, hesapsız ce-saret ve sabırsızlık da o derece zararlıdır. Orduyu savaş eritme-di; soğuk, hastalık ve gıdasızlık mahvetti.”

SARIKAMIŞ AĞITI

Sarıkamış’ta var maşınUrus (Rus) yığmış ağır koşunBizim asker açık, çıplakDağlarda büyüdü kışın

Çadırlar dağa kurulduHücum borusu vurulduBir Sarıkamış uğrunaDoksan bin fidan kırıldı

Sarıkamış alkan olduZalim Urus murat aldıKimsesiz kul, kız gelinlerKara giyip saçın yoldu

Sarıkamış içi meşeUrus hep yaktı ateşeBizi koydun eli bağlıNereye vardın Enver Paşa?

Bardız deresi kan çağlarAnalar ciğerin dağlarÇil Horoz dağı ardındaNice duvaklılar ağlar.

Enver Paşa hücum dediYarıldı Moskof ödüZalim Allahuekber DağıNice arslan, yiğit yedi.

Sarıkamış ne aralıKimi şehit kimi yaralıBunu duymuş var mı olaYalan dünya kurulalı.

İbrişimin kozalarıBatsın Avşar kazalarıSarıkamış’ta kırıldıGonca gülün tazeleri.

Yüzbaşılar, binbaşılarTabur, taburu karşılarYağmur yağıp gün değinceYatan şehitler ışılar.

Kılıcım kana boyandıGökte melekler uyandıYedi Düvelin ağzında:Ancak Osmanlı dayandı.

60 Somuncu Baba

Page 32: Başyazı - somuncubaba.net · 4 Somuncu Baba Şubat / 2008 5 Yirmiyedinci Mektup Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi (k.s) Mektûbât-ı Hulûsi-î Dârendevî Ey Aziz Kardeş! Ey Allah

62 Somuncu Baba 63Şubat / 2008

dünyaya, toprak ve su biçiminde Allah’ın eserlerinin bilgisini elde etmek amacıyla inmiştir. Bu ne-denle insan ruhu kaynağına, yani yüce âleme dönmeye çalışır2. Yine bir hadiste “Allah Âdem’i kendi sûretinde yarattı”3 deni-lir. İbnü’l-Arabî, bu hadisin Hz. Âdem’in ve aynı zamanda diğer insanların Allah’ın sahip olduğu bütün sıfatlara sahip oluşunu an-lattığını söyler.4

İnsandaki söz konusu Rabbânî niteliğin, sınırlı, bizzat yaratıcının insana kodladığı, aynı zamanda sorumluluk gerektiren bir durum olduğu görülmektedir. Bu, en üst kâmil olma noktasında bile, ilah-lık noktasına taşınabilecek bir şey değildir5. Nitekim Kur’ân’a baktığımızda bu sınırlı Rabbânî niteliğe karşın insan âciz, zayıf ve hayat süresince karşılaşması muhtemel sayısız güçlüklerin üs-tesinden gelme konusunda zor-lanan bir varlıktır.6 Bu durumda insanın Rabbânî niteliğinden ka-sıt, Allah’ın sınırsız güç ve nitelik-lerinin ancak sınırlı bir numunesi oluğunun anlaşılmasıdır. İnsan her hâlükârda Allah’tan ayrı bir varlıktır. Allah’la buluşma yahut yakınlaşma, bu Rabbânî özün açılımı ve yaşanmasıyla müm-kündür.

Bu temel donanımına karşın insan, çeşitli psikolojik, psiko-fiz-yolojik ve sosyal etkenler sonucu, özgür iradesiyle ve içsel faktörle-rin etkisiyle, yapısındaki olumsuz yönelmeyi etkin kılabilir. Kur’ân bu etkinleşme sürecinde iç-benliğinin insana etkide bulun-ma şekli olan “vesvese”den söz eder.7 Gazâlî, “vesvese” denilen olayın, insanı olumsuz davranış-lar yapmaya yönlendiren duygu

ve düşüncelerin tümü olduğunu söyler. Ona göre bu duygu ve düşüncelerdeki yapılanma, dış etkilerle harekete geçer. Bunları harekete geçiren insan ruhunda-ki kaynakların, gazap ve şehvet (saldırganlık ve cinsellik) güdüsü olduğunu belirtir.8

Konuyla ilgili bir âyet, Yûsuf Peygamber’e ait sözleri içermek-tedir. “…Rabbimin acıyıp esirge-diği kimseler hâriç, insanın kendi iç benliği (nefsi) de onu kötülüğe sürükleyebilir..”9

Geri planda, Yûsuf Peygam-ber’in yaşadığı bir olay söz ko-nusudur. O, hizmetinde bulun-duğu Mısırlı bir adamın karısı ta-rafından zinâya zorlanmıştır. Her ne kadar, kadına karşı durarak bu eylemin gerçekleşmesini en-gellemişse de, Kur’ân, iç benli-ğinin onu eylemi gerçekleştirme konusunda güdülediğini yan-sıtmış ve bunu şu şekilde ifade etmiştir: “...(Yûsuf:) Ey Rabbim… Sen onların oyunlarını tuzakları-nı benden uzak tutmazsan, ben o zaman onların ayartmalarına

kapılır (içimde oluşan arzu ve öz-lemle onlara meyleder) ve (doğru nedir, eğri nedir) seçemeyen şaş-kın kimselerden olurum.”10

Muhammed Esed, Yûsuf Pey-gamber’in “sen onların oyunla-rını-tuzaklarını benden uzak tut-mazsan” ifadesinin, yaratılıştan gelen bir zayıflığı, yahut olumsuz yönelimi yenmesini bilmiş bir kimsenin alçak gönüllülüğünü yansıttığını söyler ve “Yusuf Pey-gamber, bu erdemli davranışını, iyi bir insanın yapması gereken şekilde kendisine değil, Rabbinin yardım ve desteğine bağlamakta-dır.” der11

Kur’ân, bu yönelimleri et-kin kılma sürecinde, belli ilkeler çerçevesinde yaşayan insanlar için, olumsuz davranışlara yö-nelmenin gerçekleşme imkânı bulamayacağını belirtir: “Haydi, şimdi onlardan gücün ün yettiğini sesinle ayart; atlarınla ve adam-larınla onların üzerine yüklen ve (böylece) onların, mallarıyla çocuklarıyla (ilgili olarak işleye-cekleri günahlara) ortak ol; onla-

PsikolojiDoç. Dr. M. Doğan KARACOŞKUN

K ur’ân’a göre Allah, insana önce şekil vermiş, sonra

kendi ruhundan üflemiştir1. Bu yönüyle Rabbânî yapısı olan insan, hayat, bilinç ve duyar-lık sahibi bir varlıktır. Nitekim Gazâlî, insanın doğası itibarıyla

ilâhî kaynaklı olduğuna işaretle, Hıristiyanlıktaki, Hz. Âdem’in dünyaya düşmesiyle, işlemiş ol-duğu günahın bütün insanları kapsadığı ve her doğan bireyin günahkâr doğduğu düşüncesine karşı, dünyaya düşüşün bir ceza

değil, tecrübe vesilesi olduğunu belirtir. Ona göre, insan doğası, kaynağı itibarıyla gerçekte yer-yüzüne ait değil, bu dünyaya ya-bancıdır. Gazâlî, birçok sûfî gibi, bu dünyayı bir konaklama yeri olarak görür. Ona göre insan bu

“Kur’ân’a göre insanların olumsuz davranışlara yönelmesi, insanın ‘nefs’ isimli ‘iç-benin’ olumsuz güdülenmelere yönlendirilmesi ile gerçekleşir. Kur’ân’da

belirtilen diğer pek çok etken varsa da, bunlar temelde belirleyici değil, destekleyici araçlardır. Bunlar, pek çoğu somut olarak bilinen ve her biri, yine şeytanın aracılığı yahut önderliği ile etkinleşen dünya malı, evlat vb. daha başka

etkenlerdir. Nitekim bu araçlara kalbinde çok fazla yer ayırmayan kimseler, şeytanın müdahalesi karşısında güçlü olabilirler.”

KUR’ÂN’A GÖRE İNSAN PSİKOLOJİSİNDE GÜÇLÜ VE ZAYIF YÖNLER

Page 33: Başyazı - somuncubaba.net · 4 Somuncu Baba Şubat / 2008 5 Yirmiyedinci Mektup Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi (k.s) Mektûbât-ı Hulûsi-î Dârendevî Ey Aziz Kardeş! Ey Allah

64 Somuncu Baba

ra va’dlerde bulun; çünkü (onlar bilmezler ki) şeytanın va’d ettiği her şey sadece akıl çelmek için-dir. (Bununla birlikte yine de) bil ki, (Bana güven bağlayan) kulla-rım üzerinde senin etkin olmaya-caktır; çünkü kimse Rab bin kadar güvene lâyık değildir”12

Bu âyetlerdeki içeriği açıkla-yıcı nitelikteki bir hadis de şu şe-kildedir: “Hz. Muhammed: ‘Hiç kimse yoktur ki, onun bir şeytanı olmasın’, buyurunca, ashâbı so-rarlar ‘Ey Allah’ın Rasulu! Senin de şeytanın var mıdır?’ Hz. Mu-hammed cevâben şöyle der: ‘Ben de dâhilim. Ancak Cenâb-ı Hak bana yardım ederek şeytanı bana mağlûp etti ve böylece benim şeytanım teslim oldu. Bu yüzden o, hayırdan başkasını bana em-retmiyor.”13

İç-benliğinin vesveseleri etki-li olmayan insan, iç dünyasında olumsuz bir yönelim ihtiyacı his-setmeyen kâmil bir insandır. Bu insanlarda “şeytan” denilen ve Kur’ân açısından olumsuz kabul edilen davranışlara güdüleyici etken14, pasiftir. Kur’ân’a göre şeytanın temel tutumu, Allah

anıldığında sinmek, O unutul-duğu zamanlarda hemen dev-reye girerek sinsice düşünceleri bulandırmaktır.15 İlgili âyet ve hadisleri değerlendiren Gazâlî şöyle der: “Ne zaman ki hevânın istekleriyle dünyanın zikri kalbe galebe çalarsa, şeksiz ve şüphesiz şeytan bir imkân bulur ve ves-veseye başlar. Ne zaman ki kalp Allah’ın zikrine dönerse, şeytan oradan göç eder ve onun için im-kân kapısı oldukça daralır.”16

İnsanların olumsuz davra-nışlara güdülenmesine gelince, “şeytan”, bu süreçte aktif rol alan en etkili unsur olarak gözükmek-tedir. Kur’ân’a göre insanların olumsuz davranışlara yönelmesi, insanın “nefs” isimli “iç-benin” olumsuz güdülenmelere yön-lendirilmesi ile gerçekleşir.17 Kur’ân’da belirtilen diğer pek çok etken varsa da, bunlar te-melde belirleyici değil, destekle-yici araçlardır. Bunlar, pek çoğu somut olarak bilinen ve her biri, yine şeytanın aracılığı yahut ön-derliği ile etkinleşen dünya malı, evlat vb. daha başka etkenlerdir. Nitekim bu araçlara kalbinde

çok fazla yer ayırmayan kimseler, şeytanın müdahalesi karşısında güçlü olabilirler. Âyette şeytana hitâben, “Benim kullarım üzerin-de senin sultan yoktur.”18 denilir. Burada kastın, nefsini şeytanın yönlendirmesine açık tutmayan kimseler olduğu ifade edilir.19 Bu kimselerin dışındakiler, Kur’ân da “hevâsını (arzu ve özlemlerini) ilâh edinen kimseler” olarak ni-telenmektedirler.20 Hevâyı ilâh edinme şeklindeki bu yaşantı bi-çimi, fıtratın gerçekleşememesi durumunda yaşanması muhte-mel bir süreç olabileceği gibi, fıt-ratındaki güzelliği yakalayabildiği halde, iman ve İslâm hakikatini kavrayamayan kimseler de, yer yer hevâlarının esiri olmaktan kurtulamayabilirler.

1- 15/Hicr, 28-29 ; (32/Secde, 7-9.2- Gazâlî, İhyâu Ulûmi’d-Dîn, (terc. Ahmet

Serdaroğlu), c.III, s. 516-523; Claudia Reid Upper, “Gazâlî’nin İnsanın Doğası Hakkındaki Düşünceleri”, İş Hayatında İslam İnsanı, Müsiad Araştırma Raporla-rı-9, İstanbul, 1994, s. 85.

3- Müslim, Sahîh, Birr, 115.4- İbnü’l-Arabî Fusûsü’l-hikem, Beyrut,

1980, s. 48-49.5- Ali Akpınar, “Allah’ın Ahlakı İle Ahlak-

lanmak” , Tasavvuf Dergisi, Yıl, 2, sayı, 6, 2001, s. 72.

6- 4/Nisâ, 28; Beled, 90/4.7- 50/Kâf, 16.8- Gazâlî, a. g. e., s. 59-61.9- 12/Yûsuf, 53.10- 12/Yûsuf, 33.11- Muhammed Esed, Kur’ân Mesajı, (çev.

Cahit Koytak, Ahmet Ertürk), İstanbul, 2000, s. 469.

12- 17/İsra, 64-65. Ayrıca bkz. 12/Yusuf, 33, 7/Araf, 20, 17/İsra, 65, 16/Nahl, 99.

13- Müslim, Sahîh, Münâfikûn, 70; Gazali, a. g. e., s. 65.

14- Bakara, 2/268; A’râf, 200-201.15- Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an

Dili, (Sadeleştirenler: İsmail Karaçam, Emin Işık, Nusrettin Bolelli, Abdullah Yücel, Nedim Yılmaz), C. X, İstanbul, trs., s. 189-191.

16- Gazâlî, a. g. e., s. 62.17- 7/A’râf, 200 201; Bakara, 2/268.18- Geniş Bilgi İçin bkz. Gazâlî, a. g. e., s.

71.19- Şinasi Gündüz, Din ve İnanç Sözlüğü,

Ankara, 1998, s. 353.20- 17/İsrâ, 65.

Dipnot

KültürResul KESENCELİ

15 Eylül 1919’da İngilizlerle Fransızlar arasında kararlaştırı-lan Suriye İtilafnamesi’ne göre; Musul ve çevresini, bu bölge-deki petrol alanlarını İngiltere’ye devreden Fransa, buna karşılık onlardan boşalacak olan Maraş, Antep ve Urfa Sancaklarını işgal edecekti. Maraş halkı arasında İngilizlerin gideceği, yerlerine Fransızların geleceği söylenti-leri dolaşmaya başlamıştı. Her geçen gün bu haber daha da netleşti. İngilizlerden yakınlık göremeyen Ermeniler, Fransız-ları dört gözle beklemeye başla-

dılar. Çukurova bölgesinde hal-ka karşı sert ve kırıcı bir tutum sergileyen Fransızların, Maraş’ı işgal edeceklerini duyduklarında halk endişeye kapıldı. Fransızla-rın Maraş’a girmelerini önlemek için çareler düşündüler ve mi-tingler yaptılar. Ayrıca İngiliz ve Amerikan makamlarına çekilen telgraflarla olayı protesto ettiler. Fakat halkın bu gayretleri bir ne-tice vermedi.

15 Eylül 1919 tarihinde Fransız öncü kuvvetleri Yüzbaşı Julie komutasında Maraş’a gel-

di. 30 Ekim Perşembe günü de De Fontzine komutasında 1000 Fransız ve 500 Cezayir asıllı as-ker ile Fransız askeri elbisesi giy-miş 400 Fransız eşkıyası Maraş’ı işgal etmeye başladılar. Maraş’ta bulunan Ermeniler Fransız işgal ordusunu coşkun gösterilerle karşıladılar. İşgalci Fransızlara çi-çek buketleri sunularak “Yaşasın Fransızlar ve Ermeniler, Kahrol-sun Türkler” diye bağıran Erme-niler taşkınlık ve çılgınlıklar gös-terdiler. Türklerin millî ve dinî değerlerine saldırdılar.

KAHRAMANMARAŞÖRNEK BİR KURTULUŞ MÜCADELESİ

Fotoğraflar: Hulusi Gülseren

65Şubat / 2008

Page 34: Başyazı - somuncubaba.net · 4 Somuncu Baba Şubat / 2008 5 Yirmiyedinci Mektup Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi (k.s) Mektûbât-ı Hulûsi-î Dârendevî Ey Aziz Kardeş! Ey Allah

67Şubat / 200866 Somuncu Baba

Sütçü İmam Olayı

31 Ekim 1919 günü Ermeni-ler, Fransız askerleriyle birlikte şehri dolaşırlarken önlerine gelen Türklere hakaret ederek saldırı-larda bulunuyorlardı. Bu esnada bir grup Fransız askeri hükümet konağındaki nöbetçi askerlere sataşarak, devleti küçültücü ve tahrik edici sözler söylediler. Ora-dan geçmekte olan bir posta da-ğıtıcısını da dövdüler. Bütün bu haberler şehre yayıldı. Fransız askerleri, hürriyetine bağlı, şeref ve namusuna son derece düşkün, bu uğurda ölümü hiçe sayan Ma-raş halkını henüz tanımıyor, her yaptıklarının yanlarına kalacağını sanıyorlardı. Türkler için son de-rece çileli ve ağır geçen bugün sona ermek üzereydi. İkindi üzeri bir grup Fransız askeri ve Ermeni, kışlalarına dönüyorlardı. O sıra-da Uzunoluk hamamından çıkıp evlerine gitmekte olan kadınla-rı gören işgalcilerden biri onlara yaklaşarak; “Burası artık Türklerin değildir. Fransız memleketinde böyle gezilmez. ” dedi. Bu söz-lere önem vermeyen kadınlara güçlerini göstermek isteyen Fran-sız askerler sataşmaya başladılar. Kadınlardan biri olayın etkisiyle

bayılınca diğer kadınlarda feryada başladılar.

Hamamın yakınındaki Kel Ha-cı’nın Kahvesinde bulunan Maraş-lılar olay yerine gelerek Ermenileri uyardılar fakat bunları dinleyen olmadı. Bunun üzerine Çakmakçı Said ve Gaffar Kabuloğlu Osman, hanımları işgalcilerin elinden al-mak isterken dipçik ve kurşunla ağır yaralandılar. Bu sırada yan tarafta küçük bir dükkânda süt satan ve olayları soğukkanlılıkla seyreden Sütçü İmam, Karadağ tabancasını alarak olay yerine gel-di. Silahını, kadınlara sataşan ve Çakmakçı Said’i yaralayan Fransız askerlerinin üzerine doğrultarak ateşledi. Kurşun isabet eden asker yere düştü, diğerleri ise kaçtılar. Maraş’ta düşmana sıkılan bu kur-şun ile Türk milletinin işgalcilere yaptıklarının yanlarına kalmayaca-ğı gösterildi. Olay yerine Fransız askerleri geldi. Bu esnada Sütçü İmam, Nalbant Bekir’den aldığı bir atla Bertiz’in Ağabeyli köyünde bulunan Beyazıt oğlu Muharrem Bey’in yanına gitti.

Ermenilerin ve Fransızların bütün çabalarına rağmen Sütçü İmam bulunamadı.

Bu olayda aldığı yaradan do-layı Çakmakçı Said şehit oldu. Yaralanan Fransız askeri ise öldü. Fransızlar da misilleme hareketine girişerek Sütçü İmam’ın dayısının oğlu Tiyeklioğlu Kadir’in ellerini ve ayaklarını arkasından bağlayıp bu-run ve kulaklarını kestikten sonra boğazlayarak şehit ettiler.

Bayrak Olayı

İşgalci güçlerin şehirde yaptı-ğı taşkınlıklar tam bir terör havası estirir. Olaylar bir türlü durmak bilmez. 27 Kasım 1919 gecesi Er-menilerin ileri gelenlerinden Hır-lakyan’ın evinde bir balo tertip-lenir. Ziyafette yemekler yenilip içildikten sonra baloyu açmak ve Hırlakyan Ailesini şereflendirmek düşüncesiyle Guvernör Andre, Agop Hırlakyan’ın iki torunundan Osep’in kızı müstakbel Ermenistan Prensesi diye adlandırılan Helena-’yı dansa davet eder. Genç kız; ”Sizinle dans etmemekten üzgü-nüm, çünkü kendimi hâlâ esaret ve zillet içinde yaşayan bir kadın olarak görüyorum. Kalesinde Türk Bayrağı dalgalanan bir memleket-te, Fransızların hâkim oldukları ve bizim emniyet ve hürriyet içinde yaşadığımızı nasıl düşünebiliyor-sunuz?” diyerek, Guvernör And-re’nin teklifini reddeder. Bunun üzerine askerlerine emir veren Komutan, kaledeki Türk Bayrağı-’nı indirtir.

28 Kasım 1919 Cuma sabahı Maraşlının kara sabahıdır. Yatağın-dan kalkan Maraşlılar, asırlardan beri Kale burcunda dalgalanan şanlı bayraklarını göremezler. Bu olay şehri infiale sürükler. Savcı Avukat Mehmet Ali Kısakürek der-hal kaleme sarılıp, “Âlem-i İslâm’a Hitap” beyannamesini yazarak şehrin muhtelif yerlerine dağıttırır.

Halkı, Bayrağın indirilmesine tep-ki göstermeye davet eder.

“Ey Milleti Necibe-i Osmani-ye! Vaktine hazır ol. Bin üç yüz küsur seneden beri Hz. Allah’ı ve Peygamber-i Zişan’ını hizme-tinle razı ettiğin bir din ölüyor. Yani ecdadının kanı pahasına fethettiği bir kal’anın burcu ba-lasındaki Al Sancağın, bugün Fransızlar tarafından indirilip yerine kendi bandıraları konul-du. Şimdi, acaba bunu yerine koyacak sende İslâm gayreti hiç mi yok. İgtişaş arzu etmeye-lim. Yalnız pür vekar-ü azamet olarak, ol Al Sancağımızı geri yerine koyalım. Tekrar Kemal-i muhabbetle yerlerimize avdet edelim. Korkma, korkma seni buradaki birkaç Fransız kuvveti kıramaz. Sen mütevekkilen Al-lah’a kendi mevcudiyetini gös-terecek olursan, değil birkaç Fransız kuvveti, hatta bütün Fransız milleti kıramaz. Buna emin ol ve yürü…28 teşrin-i sani Yevm-il cum’a 1335”

Bir milletin istiklaline son verilmesi anlamına gelen Bayra-ğının indirilmesi karşısında Ma-raşlılar sessiz kalamazlar ve halk

Cuma namazı vakti Ulu Cami’-de toplanır. Ezan okunduktan sonra, camide toplanan halk “Bayraksız Namaz Kılınmaz” diye bağırır. O esnada cami imamı “Aziz cemaat, kalesin-de düşman bayrağı dalgalanan bir millet hürriyetini kaybetmiş sayılır. Hürriyet olmayan bir yerde Cuma namazı kılmak caiz değildir.” diyerek dağıtılan beyannamenin doğru olduğunu tasdik eder. Bunun üzerine Ma-raşlılar topluca kaleye hücum ederek, indirilen bayrağı ye-niden kale burçlarına diker ve Cuma namazı orada eda edilir.

Savaş Başlıyor

Bayrak olayının ardından şehir adım adım savaşa sürük-lenir. Aslan Bey Başkanlığında kurulan Müdafa-i Hukuk Cemi-yeti, her mahallede kurularak faaliyete geçer. Bir taraftan da Gazi Mustafa Kemal Atatürk ile temasa geçilerek direniş hazır-lığına başlanır. 21 Ocak 1920 günü şehir harbi başlar. 22 gün ve gece süren bir mücadeleden sonra Maraşlılar 7’den 70’e sila-ha sarılarak tek yürek tek bilek

halinde bütün mevcudiyetini ortaya koyar. Sonunda kendisini yok etmek isteyen düşmanı yer-li işbirlikçileri ile birlikte mağlup eder, büyük bir zafere imzasını atar. Bu uğurda birçok evladını şehit verir. Maraş’ın düşman iş-galinden kurtulması, Türk Kur-tuluş Savaşının da ilk hareketini teşkil eder. Maraşlılar daha o tarihte “Kendini Kurtaran Şehir” ünvanı ile anılmaya başlanmak-la birlikte, çevre illerin de yardı-mına koşarak millî dayanışma-nın en güzel örneklerini verir.

Maraş’ın Kurtuluş Savaşında şehir halkı ile birlikte topyekün direniş göstermesi ve çevre vila-yetlerinin de yardımına koşması büyük takdir toplar. Kurtuluş savaşı sonrasında Ankara’dan Maraş’a bir yazı gönderilerek, Millî Mücadeleye katılanların listesi istenir. Şehrin ileri gelen yöneticileri toplanır, bir durum tespiti yapar. Sonunda Ankara-’ya “Maraş’ta Millî Mücadeleye katılmayan tek fert bile yoktur. ” cevabı verilir. Bunun üzerine 5 Nisan 1925 yılında toplanan Türkiye Büyük Millet Meclisi; İstiklâl Madalya’sının Maraş’ta fertlere değil, şehre verilmesini kararlaştırır. Ve Maraş bir adet Kırmızı Şeritli İstiklâl Madalyası ile ödüllendirilir. Maraş şehri yine Millî Mücadeledeki feda-kârlığından ötürü TBMM tara-fından, 7 Şubat 1973 tarihin-de de “Kahramanlık” payesiyle ödüllendirilir.

Kahramanmaraşlı 1925 yılın-dan beri her yıl Kurtuluş günü olan 12 Şubat Bayramında Kır-mızı Şeritli İstiklâl Madalyasını Şanlı Bayrağına törenle takarak, geçmişini yâd eder.

Page 35: Başyazı - somuncubaba.net · 4 Somuncu Baba Şubat / 2008 5 Yirmiyedinci Mektup Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi (k.s) Mektûbât-ı Hulûsi-î Dârendevî Ey Aziz Kardeş! Ey Allah

69Şubat / 2008

barınmadığı alçak gönüllülükte ve gönül zenginliği içerisinde; gönül pınarlarından gönül ta-sıyla, gönül sultanlarına gönül-lü su taşıyacak düzeyde... Ve yine kalbinde; kin ve adâvetin eğlenmediği bir platformda, mütekâmil mânâda ‘ego’sun-dan sıyrılmış ve ‘hümanist’ dü-şünceyle muhkem mahiyette, münevverlikte; azmanlaşmış nefsimizin zıddına, yok olmalı-yız dostum!

***

Ham çökelek ikram edildi-ğinde ‘tok’luk numarasına ya-tıp; kaymak ikram edildiğinde aç sırtlanlar gibi atılmamalıyız. Câmii kapısında, asansörde, toplantılarda ve topluca görüş serdederken; yanımızdakini göstererek, “Buyurun sağdan başlayalım” nezâketinde bulu-nuruz ve bu hâlin ‘sünnet’ ol-duğunu söyleriz. Fakat ufukta ‘ballı lokma’ göründüğünde hiç de sağa sola bakmadan, sünnet farz gözetmeden ‘cumburlop’ balıklama dalarız. Yalan mı?!.

“Vazife istenmez, verilir” deriz de, verilmeyen vazifeyi almak için, îcat koymayıp çıkarırız; dalga, dümen, dolap, fırıldak, entrika çirkinliğinde ne varsa çeviririz. Yanlış mı?!.

“Hayır!. Ne yalandır ne de yanlış. Gerçeğin bizzat ken-disidir” diyor iseniz; bin kere âferinler, tebrikler! O halde te-nezzül niye? Gasp niye? Mut-lak, gözü gönlü tok olmalıyız dostum!

***

Büyüktür; mesûliyetimiz, mükellefiyetimiz. Omuzladığı-mız yük büyüktür. Küçük işler, küçük düşünenlerindir. Aşkı-mız, aksiyonumuz büyüktür. Ufkumuz, sıfıra müncer değil ki?!. Nazargâhımız büyüktür.

Vatan, yalnız Memed’in ana-sı olamaz. ‘Vatan’ hepimizin anasıdır, yavuklusudur. Vatan, Anadolu’dur. Sakarya, Çanak-kale/Gelibolu’dur vatan. Hasılı bu vatanda sen, ben, o, öteki yok. Hepimiz bir ‘ulu çınar’ gi-biyiz. Söz vaktinde açılmışken mâdem; bu çınarın yaprağına zarar vermeden, yekpâre ya-pımızla; yaprakları kucaklayan dal, dalları kucaklayan beden, bedeni kucaklayan kök olmalı-yız dostum!

***

Sağır ruhlu, vurdum duy-maz her kim ki; uyuşukluk ille-

tine ‘dûçar’dır. Onun yardımcı-sı ‘hak’ ola gayrı. Üzerine ölü toprağı serpilenlerden, hayır beklenmez. O, artık yaşayan bir ölüdür. Bağırsan da duymaz ve çağırsan da. Boş ver öylesil-leri!.. Bizler, en iyisi mi, kula-ğının üstüne yatan ve uyuyan değil; sak olmalıyız dostum!

***

Göcekleşsin yurdumuz. Gül bitsin, sümbül bitsin. Konma-sın bülbüller zakkum ağacına. Dudaklar susuzluktan kurak düşmesin. Çöle dönüşmesin topraklarımız. Cas cavlak bir dünyada yaşamaktansa; gür ve yeşil ormanlar misâli ve de tarak dişleri gibi sık olmalıyız dostum!

Unutma ki doğruluktan dir-lik, dirlikten birlik, birlikten kuvvet doğar.

Sakın unutma!

Ş iarımız doğruluktur, dü-rüstlüktür a dostum! Sağ-

lamlıkta, esneklikte, aktivitede bir çelik yay gibi olmalıyız da; sürüngen yılanlar gibi kıvrım kıvrım olmamalıyız. Asla yal-palamadan ve asla kıvırmadan

-kurşun paralelliğinde- hedefe varmalıyız.

Sert ve haşin mizaçlılık yeri-ne, yumuşak başlı ve yumuşak huylu, lâkin vakarlı velâkin ka-

rarlı... Sünepe ve mıymıntı ta-kılmadan, ‘dik başlı’lık yapma-dan alnı açık, başı dik olmalıyız dostum!

***

Şöyle kirden ve pasaktan uzakta... Çetrefilli işlerin ıra-ğında... Yakın mesâfeden ba-kıldığında, ortak bir ifadeyle herkesin; “Ha işte, aradığım adam buymuş!” diyebildiği ve güven beslediği ve de bü-

tün referansların ‘ok işareti’yle gösterdiği berrak bir kişilikte... Ticarette, siyasette, sanatta ve bilumum sosyal münasebette; bir kar beyazlığı kadar sâde, bir süt köpüğü kadar ak olmalıyız dostum!

***

Bir doktor neşteri gibi keskin ve bir sargı bezi gibi hijyenik... Ama müşfik, ama merhamet-li konumda... Kalbinde kibrin

DenemeAhmet Süreyya DURNA

İDEALİZM VE MOTİVASYON

68 Somuncu Baba

Page 36: Başyazı - somuncubaba.net · 4 Somuncu Baba Şubat / 2008 5 Yirmiyedinci Mektup Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi (k.s) Mektûbât-ı Hulûsi-î Dârendevî Ey Aziz Kardeş! Ey Allah

70 Somuncu Baba 71Şubat / 2008

Y ayın dünyasındaki tuhaf bir uygulamayı dile getirerek

başlayalım yazımıza. Yayınev-leri güncel konular haricindeki kitapları çoğunlukla Eylül ayına, yani okulların açıldığı zamana saklıyor. Bir bakıma onlar da mektep çocukları gibi yazın ta-tile giriyorlar. Okumanın, kita-bın tatili olmayacağı gibi, tatil mevsimlerinde daha fazla kitap okunacağını, okunması gerek-tiğini dikkate almıyorlar. Bazı yayınevleri ise kitabın mevsimi, tatili olmayacağını bildikleri için lüzumunda, gerektiğinde kitap basıyor, yani yeni dönemleri, eski dönemleri yoktur onlar için ki güzel olan da budur.

Mecbur kalmadıkça abur cu-bur kitap okumam. Bu yüzden elime geçen kitapları sırayla ve sindirerek okumayı prensip ha-line getirmeye çalışıyorum.

Son birkaç yıldır baş döndü-rücü çoğunlukta bir yayın dikka-ti çekiyor. Fakat hangileri okun-maya değer, hangileri değmez, bu da bahs-i diğerdendir. Bazı kitapları gördükçe bunların ki-tap/yayın kirliliğine yol açtığını–tepki doğuracağını da bilerek- söylemeden geçemeyeceğim. Bitli baklanın kör alıcısı vardır, ama her kitabın bir alıcısı var mıdır bilmiyorum, bunun için öncelikle kitabın okuyucuya ne kazandıracağı hesabı yapılmalı

diye düşünüyorum. Zira bunlar için binlerce ağaç yok oluyor. Sırf tatmin için kitap, dergi bas-mak/bastırmak psikolojik bir ra-hatsızlık olsa gerek.

Rahatsız olduğum bu tablo-nun ardından aydınlık ve güzel bir konuya geçelim. Geçen yıl neler okudum. Okuduklarımın bende bıraktığı intibalar neler, onları okuyucularımla paylaş-mak istiyorum.

2007’nin Mevlânâ Yılı ilan edilmesi sebebiyle çok sayıda Mevlânâ kitabı basıldı. Bunların da bir kısmının ticarî kaygılara yönelik olması hasebiyle, acaba hangileri okunmalı, sorusunun cevabını okuyuculara bırakalım.

Evet, yıllarını Mevlânâ ve onun en meşhur eseri Mesne-vî okumalarına, araştırmaları-na, konferanslarına hasretmiş bir akademisyen-yazarın-Cihan Okuyucu’nun- Mevlânâ isimli mütevazı kitabını Mevlânâ yılın-da hiç Mevlânâ kitabı okumamış her yaş ve eğitim seviyesindeki okuyuculara tavsiye etmek iste-rim. Cihan Okuyucu’nun bun-dan önce de İçimizdeki Mevlâ-nâ ve Mevlânâ Konuşuyor isimli kitapları yayınlanmıştı.

Ali Akpınar’ın Mevlânâ Gö-züyle Kur’an’a Bakış isimli ince-leme kitabı, Bayram Ali Çetinka-ya’nın Şems- Mevlânâ Dostluğu

isimli kitabı da bu bahsin içinde sayılması gerekenlerden.

Ahi Evran Üniversitesi Ahilik Kültürünü Araştırma Merkezi Müdürü Doç. Dr. M. Fatih Kök-sal gerek süreli yayınlarla, gerek sempozyumlarla, gerekse kitap çalışmaları ile ahilik kültürüne ilmî ve akademik anlamda hiz-metlerini devam ettiriyor. M. Fa-tih Köksal, Kırşehir Valiliği kültür hizmetleri arasında basılan Ahi Evran ve Ahilik kitabında ahilik ve ahilik geleneklerini, ahiliğin geçmişten günümüze yansıma-sını ve etkilerini anlatıyor.

Gül’e Salavât (Hz. Peygam-ber’e Şiirler Antolojisi) ve Yu-nus Emre Mustafa Özçelik’in iki değerli çalışması. Gül’e Salavât, Özçelik’in Peygamber Efendi-miz için yazılan na’tlardan seç-tiği güzel bir güldeste.

Yıllardır hemen her dergide ismine rastladığımız yazar-şair Bekir Oğuzbaşaran bilgisini, ha-fızasına depoladığı kültür zen-ginliğini, ilhamını şiir tekniği ile birleştirerek Kültür ve Edebiya-tımızdan Manzum Portreler adı ile yayınladı. Kitap, içinde 200’e yakın yazar, şair, kültür ve bilim adamına yazılmış dörtlüklerden oluşuyor. Oğuzbaşaran’ın, Aralık 2007’de Ötüken Yayınları ara-sında çıkan diğer bir kitabı da Rubaiyyat-ı Oğuz. Şairin bu kita-bı ses getireceği benziyor.

KİTAP DÜNYASI

KİTAPLIK / Vedat Ali TOK

SÜTUN YAYINLARI

ÖTÜKEN YAYINLARI

MEVLÂNÂCihan OKUYUCUTel: 0216 318 60 11

RUBAİYYAT-I OĞUZBekir OĞUZBAŞARANTel: 0 212 251 0350

NESİL YAYINLARI

YAHYA KEMALSelahattin YAŞARTel: 0212 551 32 25

UMUT İKLİMİNDERıfat ARAZTel: 0 312 323 09 90İNDEKS KİTABEVİ

Atabey Kılıç’ın belagat üzerine yaptığı çalışma-lardan biri bu yıl kisve-i tab’a büründü: Belâgat-ı Lisân-ı Osmânî. Kılıç’ın belagat ve manzum sözlük-lerle ilgili çalışmaları devam ediyor.

Nurkal Kumsuz her yıl olduğu gibi, bu yıl da birkaç kitap yayınladı. Ağır Bir Ölümdür Yaşamak roman, Edebiyat Dünyasında Hastalıklar ve Ölüm-ler araştırma kitabı.

Bu yıl elimize geçen güzel şiir kitaplarının şairi Rıfat Araz. Onun birbirinden güzel şiirlerle dolu üç kitabının adları: Sonsuzluğa Adanan Ömür, Bir Yü-rek Yıkanır, Umut İkliminde.

Şehir kitapları ile dikkat çeken Emir Kalkan’ın “ha bu Diyar”ı da Kayseri’nin eski kültürel hayatından ke-sitleri hikâye ediyor. Kalkan yine akıcı ve farklı üslu-buyla dikkat çekiyor, eserini bir solukta okutuyor.

2006-2007 Kayseri Salnamesi, Murat Yerlikhan ve İrfan Birol’un gayretli çalışmalarıyla ortaya ko-nan bir kaynak eser.

19. yüzyılda Kayseri, Hüseyin Cömert’in araştır-malarından biri.

Kayseri Büyükşehir Belediyesinin küçük ha-cimli fakat Kayseri’yi tarihi ve bugünüyle gençlere, çocuklara çizgilerle tanıtmayı amaçlayan Küçük Gezgin Kayseri’de kitapçığı da dikkat çekici bir ça-lışma. Kültür Dairesi başkanı Oktay Durukan’ın, kitapçığın hazırlanmasında katkısı büyük.

Kayseri şehir kitaplarından biri de Halit Erkiletlioğ-lu’na ait. Erkiletlioğlu’nun uzun yıllar yaptığı incele-melerin semeresi Geniş Kayseri Tarihi adını taşıyor.

Büyük âlim Ahmet Muhtar Büyükçınar’ın ib-retlik hayat hikâyesini anlattığı hatıra türündeki Hayatım İbret Aynası gençlere yol gösterici, azmi, sebatı, mücadeleyi aşılayan 2 ciltlik bir eser.

Sütun Yayınlarından çıkan bir kitap: Konsolosun Köpeği. Şeref Yılmaz’ın çoğunluğu yurtdışındaki hatıralarının hikâyesi. Kitapta millî ve mânevî de-ğerlerin öne çıkarıldığı on hikâyeye yer verilmiş.

KONSOLOSUN KÖPEĞİŞeref YILMAZTel: 0 216 318 60 11SÜTUN YAYINLARI

Page 37: Başyazı - somuncubaba.net · 4 Somuncu Baba Şubat / 2008 5 Yirmiyedinci Mektup Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi (k.s) Mektûbât-ı Hulûsi-î Dârendevî Ey Aziz Kardeş! Ey Allah

72 Somuncu Baba 73Şubat / 2008

K ültür ve Turizm Bakanlı-ğı, Sivas Belediyesi, Hayat

Ağacı Derneği, Sultanşehir Kül-tür ve Sanat Derneği ile Buruciye Yayınları tarafından organize edi-len ‘Buruciye Şiir Akşamları’ adlı programın ikincisi düzenlendi. Büyük ilgi gören gecede 22 şair, kendi eserlerini seslendirdi. Ata-türk Kültür Merkezi’nde yapılan gecenin açılış konuşmasını yapan

Belediye Başkanı Sami AYDIN belediye olarak kültürel faaliyet-lerde de bulunduklarını belirtti.

Yapılan konuşmanın ardın-dan geceye davet edilen, Prof. Dr. Hüseyin Akkaya, Prof. Dr Nurullah Genç, Doç. Dr. Hicabi Kırlangıç, Yrd. Doç. Dr. Osman Sarı, Adem Turan, Mevlana İdris, Recep Garip, Yavuz Bülent Baki-ler, Özcan Ünlü, Cumali Ünaldı

Hasan Nebioğlu, Cevat Akka-nat, Şaban Abak, Tayyip Atmaca, Müştehir Karakaya, Bahattin Ka-rakoç, Mustafa Uçurum, Alim Yıl-dız, Berat Demirci, Bilal Tırnakçı, Hasan Hüseyin Cesur ve Hüseyin Kaya isimli 22 şair, kendi eserleri-ni seslendirdi.

Gece, Başkan Aydın’ın şairler-le hatıra fotoğrafı çektirmeleri ile tamamlandı.

S anatalemi.net’in ilk olarak gündeme taşıdığı, Zaman Gazetesinin ve edebiyat dünyasının

destek verdiği “2008 Yahya Kemal yılı olsun” çağ-rısına Kültür ve Turizm Bakanımız Ertuğrul Güna-y’dan destek geldi. Kültür ve Turizm Bakanlığı, 2008’i “Yahya Kemal Yılı” ilan etti. 2008’in, Türk şiirinin en önemli ustalarından biri olan Yahya Ke-mal Beyatlı’nın ölümünün 50. yılı olduğunu be-lirten Günay, bu vesile ile büyük şairin daha iyi tanınacağını ve anlaşılacağını umduğunu söyledi.

KÜLTÜR VE TURİZM BAKANLIĞI,

2008’İ “YAHYA KEMAL YILI” İLAN ETTİ

“DİLAVER CEBECİ” SAYGI GECESİ YAPILDI

KÜLTÜR/SANAT

Ü lkemizin tanınmış şairlerinden, aslen Darendeli Cebecizade Mehmet Paşa’nın

torunlarından, “Türkiyem”in şairi, Dilâver Ce-beci için Türkiye Yazarlar Birliği’nde bir toplantı yapıldı. Türkiye Yazarlar Birliği İstanbul Şubesi ile Eğitim Bir Sen’in müşterek olarak düzenle-diği program, 12 Ocak Cumartesi günü saat 17.30’da başladı. Sosyolog Cafer Vayni’nin ha-zırladığı ve yönettiği toplantıda, Olcay Yazıcı “Dilâver Cebeci’nin Şiir Coğrafyası”nı, Meryem Aybike Sinan, “Dilâver Cebeci’nin Nesir Coğ-rafyası”nı anlattı. Dr. Cevdet Aşkın “Darüzziyafe Günlerimiz”, Ömer Balıbey ise “Dostum Dilâ-ver Cebeci” başlıklı konuşmalar yaptı. Program TYB’nin Kızlarağası Medresesi, Hoca Rüstem Sokağı, No. 6 Cağaloğlu-İstanbul adresinde ger-çekleşti. Programa Dilaver Cebeci ve çok sayıda edebiyatsever katıldı.

BURUCİYEŞİİR AKŞAMLARI

Dergimizin yazarlarından, Sivas Cumhuriyet Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyelerinden, Enbiya Yıldırım Bey, Profesörlük kadrosuna, Alim Yıldız ve M. Doğan Karacoşkun Beyler ise Doçentlik kadrosuna atanmışlardır. Başarı dileklerimizle tebrik ederiz.

Tebrik

Page 38: Başyazı - somuncubaba.net · 4 Somuncu Baba Şubat / 2008 5 Yirmiyedinci Mektup Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi (k.s) Mektûbât-ı Hulûsi-î Dârendevî Ey Aziz Kardeş! Ey Allah

B üyük mütefekkir ve mutasavvıf... Konya’nın manevî üstatlarından…

İsmi Muhammed bin İshak, künyesi Ebü’l-Meâlî, lakabı Sadreddin’dir. Sadreddin Konevî, 1210 yılında Malatya’da doğmuş, 1274 yılında Konya’da vefat et-miştir. Büyük düşünür ve mutasavvıf Mevlânâ, Şeyh Edebali, Hacı Bektaş-ı Veli, Yunus Emre ve Ahi Evran ile aynı zamanda yaşamıştır. Kabri Konya’da kendi adı ile anılan caminin bahçesindedir.

Babası İshak Efendi kendisi gibi büyük bir âlim, Anadolu Selçukluları nezdinde itibarlı ve mevki sa-hibi bir zattır. İki yaşındayken babasını kaybeden Sadreddin Konevî, çocukluğundan itibaren üvey ba-bası büyük sûfî üstatlarından olan Muhyiddin Arabî hazretlerinin manevî terbiye ve tedrisi altında yeti-şir. Kendisinin yetişmesine hususi ihtimam gösterdiği Muhyiddin Arabî, Sadreddin Konevî’nin ruh ve fikir dünyasını şekillendiren ilk hocası, ilk şeyhidir. Ona nefsini terbiye yollarını öğretir.

Sadreddin Konevî, Muhyiddin Arabî’den gerek feyz, gerek düşünce yoluyla aldığı eğitimi, binbir me-şakkat ve zorluğa katlanarak elde eder, günlerini riya-zet ve mücahede ile nefsiyle uğraşmakla geçirirdi.

Rivayetlere göre, Muhyiddin Arabî, ona, riyazet yoluyla nefsini terbiye etmesi için uykusuz bırakır ye-mek vermezmiş. Annesi, bu duruma içten içe üzülür, ana yüreği onun aç susuz kalmasına razı olmazmış. Bir gün komşuları ona, “sen zengin ve soylu bir ada-mın hanımıydın. Şimdi ise doğulu bir dervişin hanımı oldun, durumun nedir?” diye sorunca, dayanamaz

Yusuf HALICI

ve içini döker: “İyiyim hoşum ama efendim kendisi kuş eti yer, ballı şerbetler içer ama oğluma bir arpa ekmeği dahi vermez ve onu bana bile göstermez” diye yakınır. Muhyiddin Arabî bu ya-kınmaları duyar. Akşam için ha-nımına bir tavuk hazırlamasını söyler. Yemekten sonra da hanı-mından, yedikleri tavuğun ke-miklerini bir araya toplamasını is-ter. Kemikler bir araya toplanınca Muhyiddin Arabî: “Allah’ın adıyla ayağa kalk ey tavuk” der. Tavuk ayaklanıp gider. Sonra hanımına dönüp “Sadreddin ne zaman ki bunu yapar, işte o zaman tavuk yiyebilir” der.

Sadreddin Konevî hazretleri hocası Muhyiddin Arabî ile birlik-te Halep ve Şam’a gitti ve devam-lı onun derslerini takip etti. Onun vefatından sonra da evliyanın bü-yüklerinden Evhadüdin-i Kirmanî hazretlerinin sohbetlerine katıldı. Ondan feyz aldı ve yüksek mane-vî bilgiler tahsil etti. Daha sonra Mısır’a ve hacca gitti. Hac dönü-şü Konya’ya gelip yerleşti. Orada güzel halleri ve kerametleriyle çok meşhur oldu.

Sadreddin Konevî, zamanı-nın en büyük şeyhi ve âlimi idi. Anadolu Selçuklularının Şeyhü’l İslâm’ı, devrinin ikinci İmam-ı Azam’ı sayılırdı. Hadis ilminde, manevî bilgilerde eşsizdi. Kon-ya’da binlerce talebeye özellikle kelâm, tasavvuf, tefsir ve hadis dersleri verdi. Bu binlerce talebe yanında pek çok da hikmet ve tasavvuf ehli kimseler yetiştirdi. Mevlânâ’nın da kendisinden feyz aldığı rivayet olunur. Mevlânâ ile aralarındaki münasebet ve dost-luğa ait pek çok menkıbe vardır.

Bir gün büyük bir ilim meclisi kurulmuş ve Konya’nın büyükleri orada toplanmışlardı. Sadreddin Konevî hazretleri de orada bir seccade üzerinde oturuyordu. Mevlânâ içeri girince ona olan saygı ve hürmeti sebebiyle sec-cadeye onun oturmasını istedi. Bunun üzerine Mevlânâ; “Sizin seccadenize oturursam, kıyamet-te bunun hesabını nasıl verebi-lirim?” dedi. Sadreddin Konevî hazretleri de; “Senin oturmada fayda görmediğin seccade bize de yaramaz.” deyip, seccadeyi oradan kaldırdı.

Sadreddin Konevî hazretlerin-den önce vefat eden Mevlânâ, cenaze namazının Sadreddin Ko-nevî tarafından kıldırılmasını vasi-yet etmiş bu vasiyeti de Sadred-din Konevî hazretleri tarafından yerine getirilmiştir. Bir rivayete göre de Sadreddin Konevî çok sevdiği Mevlânâ’yı kaybetmeye dayanamayıp cenazesinde ba-yılmış namazı da Kadı Siracettin tarafından kıldırılmıştır.

Konevî hazretleri uykuların azaltılmasının, ruhların olgunlaş-masında bir ölçü olduğunu söy-lerdi.

Kendisinin nasıl çalıştığı ve az uyumak için nasıl bir yöntem uy-guladığı şöyle anlatılır:

“Uykuları azaltıp, çalışacak vaktini çoğaltmak için kendisi, uzun ve sağlamca bir iple bağlı olan sepet içine girmiş, ipi yük-sekçe bir yerden aşırdıktan sonra bizzat içinde bulunduğu sepeti yukarı çekmiş ve sonra da bunun ucunu kendi eliyle sımsıkı tutma-ya çalışmıştır. Tabiatıyla ipin ucu bırakıldığı takdirde sepet de yere düşecektir. Buna mani olmak,

ancak uyanık kalmanın sonucu olduğundan, Konevî hazretleri böyle bir usulle devamlı uyanık kalmanın yolunu bulmuş, uyku-suzluğa kendini alıştırmıştı.”

Nefsiyle uğraşması öyle bir dereceye ulaşmıştı ki, bazen de uyumamak için yüksek bir yere çıkar, düşme korkusuyla uyumaz tefekkürle meşgul olurdu.

Sadreddin Konevî’nin hayatı, zühd ve takva içerisinde geçti. Haramlardan çok sakınır, şüpheli korkusuyla mubahların fazlasın-dan bile kaçınırdı. Hiç kimsenin kalbini kırmaz, dünya malına asla meyletmezdi. İslâm ölçülerine sıkı sıkıya bağlı, prensiplerine sa-dık, söz ve davranışlarında ciddi, ömür boyu, şeriat ölçülerine göre hareket etmeyi şiar edinmiş taviz-siz bir âlim, yüce bir şahsiyetti.

Ömrünü Allahu Teâlâ’nın kul-larına hizmet etmekle, ilim ve edep öğretmekle geçiren Sadred-din Konevî hazretleri dualarında:

“Ya Rabbi! Kalbimizi senden başka şeye yönelmekten ve sen-den başkasıyla meşgul olmaktan temizle. Bizi bizden al, bizim ye-rimize bizi kendinle doldur. Bizi başkalarına ve şeytana oyuncak yapma. Bize nur bahşet. Duaları-mızı çabucak, kendi istediğin şe-kilde kabul buyur. Sen işitensin. Sen bize bizden daha yakınsın. Sen dualara icabet edensin.” bu-yururdu.

Gönül âlemi geniş, tefekkür dünyası engin, ilim, irfan ve fazi-leti yüce Sadreddin Konevî, Kon-ya’nın mana kubbesini bezeyen yıldızlardandır.

SADREDDİN KONEVÎ

“Sadreddin Konevî’nin hayatı, zühd ve takva

içerisinde geçti. Haramlardan çok sakınır, şüpheli korkusuyla

mubahların fazlasından bile kaçınırdı. Hiç kimsenin

kalbini kırmaz, dünya malına asla meyletmezdi. İslâm

ölçülerine sıkı sıkıya bağlı, prensiplerine sadık, söz ve

davranışlarında ciddi, ömür boyu, şeriat ölçülerine göre hareket etmeyi şiar edinmiş

tavizsiz bir âlim, yüce bir şahsiyetti.”

75Şubat / 200874 Somuncu Baba

Page 39: Başyazı - somuncubaba.net · 4 Somuncu Baba Şubat / 2008 5 Yirmiyedinci Mektup Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi (k.s) Mektûbât-ı Hulûsi-î Dârendevî Ey Aziz Kardeş! Ey Allah

77Şubat / 200876 Somuncu Baba

DÖNE’NİN ÜÇ GÜNÜD öne, uçsuz bucaksız kar-

da, bata çıka yürüyor, yü-rüyor, sonra ileride bir karartı görüyor. Döne, kâh düşerek, kâh kalkıp koşarak ona yakla-şıyor ve o anda yüreği acıyla kavrularak olduğu yere yığılıyor. Oğlu Hasan karlar üzerinde, bir çocuğun masumiyetiyle uyur gibi cansız yatıyor. Göğsünden, bembeyaz karlar üzerine kan akıyor. Döne, oğlunu kucaklar-ken ter içinde uyanıyor.

Oğlunun gittiği günden beri hep aynı kâbusu görüyordu. Kötü arkadaşlar edinmişti Ha-san. Devletine, askerine söz söylemeye başlamıştı. Babası

Emralı, o arkadaşlarını bırak-ması için önce konuştu, kâr et-meyince kızıp bağırdı, nihayet ardından gelen iki tokatla Ha-san evi terk edip teyzesi Ayşe-’ye gitti. Aslında arkadaşlarının peşinden gidecekti ama hemen dikkati üzerilerine çekmek iste-miyorlardı.

Döne aksiydi, sert mizaçlıydı. Komşularıyla ilişkileri iyi değildi ama Döne’nin üç günden beri ne aksiliği kaldı ne de huysuzlu-ğu. Aklından Hasan çıkmıyordu.

Bugün yine evi toplayıp, ye-mek yaparken gözünün önüne, düşünde gördüğü o korkunç

manzara geldi. Kovmak için ba-şını iki yana sallayıp işini daha hızlı yapmaya başladı. Yaptığı işe o kadar dalmıştı ki, kapı vu-rulunca irkildi.

Gelen komşusu Şerife’ydi.

- Buyur Şerife.

Şerife içeri göz gezdirirken girip girmemekte kararsız, “Em-ralı Ağam yok mu?”

- Sabahtan Bozgedik’e git-ti. “Şimdi kar yolları kapatmış-tır, yolda kalanlar varsa gidip de alayım” dedi. Birazdan arkasına üç-beş kişi takmış halde gelir.

HikâyeRaziye SAĞLAM

Ocağın karşısına bağdaş ku-ran Şerife:

- Ne kadar soğuk… Mübarek kar geceden beri hiç dinmedi. Döne Bacı, Hasan’dan haber var mı?

Hasan’ın adının söylenmesi bile Döne’nin gözlerinin dol-masına yetiyordu. “On iki se-neden sonra çocuk sahibi ol, gözünden ırma, büyüt bu boya getir, o gitsin devletine, askerine düşman olanların safına girme-ye çalışsın.” dedi Şerife içinden gelenleri okumuş gibi.

- Çok üzülüyon değil mi? Bak sana ne deyecem. Himmet Dede’ye gidip dua edelim. Ha-san’ın doğru yolu bulması için Allah’a yalvaralım. Evliyanın yüzü suyu hürmetine.

Döne çok şaşırdı.

- Himmet Dede mi? Şerife sen ne diyon bacım? Ben bu güne kadar namazımı bile doğ-ru düzgün kılmadım. Kırk iki yaşındayım, bir kez bile ziyare-tine gitmedim. Hem ne aksi ol-duğumu biliyon. Nasıl giderim? Evliya çarpmaz mı?

- Niye gidemicen? Gendin için değil ya, oğlun için gidip dua edecen. Evliya niye çarpsın ki adamı?

- Bilmem ki…

- Üç gün sonra Cuma. Git-mek istersen hazırlan bize gel…

………..

Şerife gittikten sonra Döne, işlerini yaparken bir yandan da,

“Ben aksi bir kadınım. Emralının getirdiği misafirleri bile soh-

ranarak ağırlıyom. Ne yüzle… Gitmesem Hasan… Ne yapsam, ne etsem… diye dalmış, iç he-saplaşması yaparken Emralı’nın,

“Gapıyı bacayı açmış napıyon gadın? İçeriyi dondurmuşsun.” diye bağıran sesiyle irkildi. Ar-dında üç tane de misafir var-dı. Hemen tülbentiyle ağzını kapattı. Gelenleri içeri buyur ettikten sonra ibriğe sıcak su doldurup el leğeni ile Emralı’ya uzattı. “Adamlar donmuş, sıcak su ile biraz gendilerine gelirler.” Emralı, Döne’nin hiç terslen-meden gelenleri karşılamasına üstelik sıcak su vermesine çok şaşırdı. O şaşkınlıkla misafirlere hizmet ederken Döne sofrayı hazırladı. Emralı, “Bizim garının başına daş düştü zaar.” diye dü-şünürken çok keyifleniyordu.

Gelenler öğleden sonra yo-lun açılmasıyla gittiler. Akşamüs-tü karın tekrar bastırmasıyla yol yine kapandı. Emralı yeni misa-firler getirdi. Gelenler, biri kadın üç kişiydi. İstanbul’dan babala-rının cenazesi için gelmişlerdi. Daha üç saat yolları vardı. Ka-dın ile kocası öğretmendi. Döne bir fırsatını bulup onlara Hasan ile ilgili akıl danışmak istiyordu. Ertesi günü ezandan önce kalk-tı, sütleri sağıp yayık makinesi-ne koydu. Taze peynirle, daha üzerinde köpükleri olan tere-yağ. Bir yandan aklında Hasan, diğer yandan Himmet Baba’ya yapacağı ziyaret… Bir de her işi çabuk yapıp bir an önce İstan-bullu misafirlerle konuşmak isti-yordu. Aslında dün konuşacaktı ama akşam komşusunun rahat-sızlandığını duyunca yoklamak için gitmek zorunda kalmıştı. Gitmeden onların yataklarını

hazırlamıştı. Döndüğünde ise vakit hayli geçti.

Emralı sofrayı kurmasına yar-dım ederken, Döne:

- Dün hiç bacımgilden kim-seyi gördün mü?

- Yok hanım, biliyom sen Ha-san’ı merak ediyon ama ben onları bir iyi tembihledim. Ha-san gidecek gibi olursa hemen bana haber iletecekler.

- Oğlan gideli kaç gün oldu, bir çare düşünmedin. Varsa yoksa Bozgedik. Biri yolda gala-cak da sen görmicen diye ödün kopuyo.

- Biliyom sen pek hoşlanmı-yon ama yolda galana yardım edene Allah da yardım eder. Ben babamdan böyle gördüm. Hem insanlar nasipleniyor, hem evin bereketi artıyor.

Döne demlikleri uzatırken,

- Oğlan uğursuzlara katılacak diye ödüm kopuyo. Ne edecem şaşırdım galdım.

- Allah’a emanet.

Hepsi kalkmış, tam kahvaltı-ya oturulacakken, kapı vuruldu. Gelen komşu kızı Zahide’ydi.

- Döne abla koş. Yengemin ağrısı tuttu. Ebe kadın da gele-miyo. Anam ünle de Döne gel-sin, dedi.

- Tamam Zahide, sen git, ben geliyom, dedikten sonra izin is-ter gibi Emralı’ya baktı.

- Haydi git. Bekletme komşuları.

Doğum çok zor oldu. Döne eve geldiğinde öğleden sonra

Page 40: Başyazı - somuncubaba.net · 4 Somuncu Baba Şubat / 2008 5 Yirmiyedinci Mektup Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi (k.s) Mektûbât-ı Hulûsi-î Dârendevî Ey Aziz Kardeş! Ey Allah

olmuştu. Emralı, ocağın başına oturmuş kahve pişiriyordu.

Döne onları göremeyince telaşla:

- Gettiler mi? diye sordu.

- Gettiler. Çok teşekkür edip, gadın sana bunu bıraktı, der-ken yün bir şalı Döne’ye doğru uzattı.

Döne çökercesine yere otur-du. Ağzından belli belirsiz bir

“Hasan’ı anlatacaktım.” sözleri döküldü.

O gece Döne yine o kâ-buslardan birini gördü. Kan ter içinde uyandığında daha ezan okunmamıştı. Hemen su ısıtıp bir boy abdesti aldı. Emralı, “Bu soğukta ne yıkanması, üşüte-ceksin dediyse de kulak asma-dı.” Himmet Dede’yi ziyarete gidecekti.

Çarçabuk kahvaltılarını yap-tılar. Emralı, “Hava yine bozdu, bi gidip etrafı kolaçan edek.” diyerek çıktı. Döne’de ise he-yecan son haddindeydi. İlk defa bir türbe ziyaretine gidecek ve oğlu için, iyiliği için dua ede-cekti.

Yalnız kâbuslar gözünün önünden gitmiyordu. Hazırlan-dı, tam çıkacakken durakladı. Aklına gelen şeyi yapıp yapma-makta bir an tereddüt etti ve hızla içeri girip yatakların altın-da duran silahı aldı. Kuşağına sokup, üzerine hediye olan şalı aldı. Dizlerine kadar kara bata-rak iki saat yol yürüyüp türbeye vardılar. Girişinde, “Pür hizmet, pür himmet.” yazıyordu. Döne o anda bunun anlamını pek de anlamadı ama türbenin hava-

sından çok etkilendi. Gözyaşları içinde uzunca bir süre dua et-tikten sonra yanındaki mescitte iki rekât namaz kıldılar. Şerife,

“Hadi bacım, birazdan Cuma namazı için dolar burası.” Çık-tıklarında, “N’aptın? Hasan için bir iyice dua ettin mi?” Döne,

“Valla bacım, dua ettim ama ne dedim doğrusu bilmiyom.”

Döne tam lafını bitirmişti ki ileride karartılar dikkatini çekti. Biraz yaklaşınca birinin Hasan olduğunu anladı. Onlara doğru koşarken, bir taraftan da, “Ha-saaan!”diye bağırdı. Hasan hiç ummadığı bir anda annesinin sesini duyunca çok şaşırdı. Ya-nındakilerin, “Durma! Haydi, gidelim.” demesine aldırma-dan döndü. Döne o sırada bi-raz daha yaklaşmıştı. Gözyaşları içinde, “Yavrum Hasan. Haydi, gel, evimize gidelim.”diye yal-vardı.

Hasan, “Gelemem ana.” di-yerek arkasını döndü. Hızlı hızlı yürümeye başladı. Döne son bir umutla bir kere daha seslendi ama Hasan dönmedi. Aslında anasına gitmeyi, sarılıp beraber eve dönmeyi çok isterdi ama artık çok geçti. Böyle bir şey mümkün olamazdı.

Döne onun ardından bakar-ken bir anda onu elinde silah ile asker katili olarak gördü. Gözü-nün önüne bir elinde silahı ile geliyor, bir karlar üzerinde can-sız yatarken. İkisini de görmek istemiyordu. Hasan da onu din-lemiyordu. Umutsuz bir çaresiz-lik içindeyken aklına silahı geldi. Tam da türbeden çıkmışken Ha-san’la karşılaşması tesadüf ola-mazdı. Üstelik Hasan yanlış yol-

lara sapıyorken… Hiç tereddüt etmeden silahı çekti ve Şerife-’nin “Döne yapma.” demesine fırsat kalmadan bir ananın ve-receği en zor kararı verip silahı ateşledi. Hasan, “Yandım anam” diye bağırırken aslında yanan Döne’nin yüreğiydi. Diğer ikisi korkup kaçtılar. Döne, “Allah’ım bir şey olmasın, Himmet Dede himmet.” diye bağırarak oğluna doğru koştu. Hasan rüyasındaki gibi bembeyaz karlar üzerin-de uyur gibi yatıyordu. Üstelik omzu da kanıyordu. Döne deh-şet içinde oğlunu kucakladı. O sırada Şerife de nefes nefese yanına geldi. Gözleri fal taşı gibi açılmıştı. Hemen Hasan’a baktı, yaşıyordu. “Dur bacım Hasan’ın bir şeyi yok, sadece yaralanmış.” derken Döne, “Kaldır, sırtıma almama yardım et.” dedi.

Döne çocukluğundaki gibi Hasan’ı sırtına aldı ve karlarda güçlükle yürüyerek türbeye geri döndüler. O sırada cemaat de Cuma için toplanmaya başla-mıştı. Cemaatten biri Hasan’ın yarasına baktı. “Sadece sıyırmış, şimdi sararsak birkaç güne iyi-leşir.” dedi. Hasan da o sırada gözlerini açmıştı. Canı yanı-yordu ama gönlündeki vicdan azabından kurtulmanın hafif-liği yanında önemsiz kalıyor-du. Hasan’ın yarası sarıldıktan sonra etrafta bulunan bir ata bindirildi. Döne de arkasına binip düşmemesi için oğluna sarıldı. Himmet Dede türbesin-den ayrılırken, “Pür hizmet, pür himmet.” sözü onun için anlam bulmuştu.

78 Somuncu Baba

Arkadaş, dön mâziye düşün bir an! Düşün bu şehri ki, nasıl kahraman? Üstündeyken kâbus gibi bir duman! Kurtuluşa ilhamdır Türk’e iman! Maraş Fransız’a verir mi eman?

Sütçü İmam,Rıdvan Hoca destandır! Maraş, Maraş’ lılara gülistandır! Cuma terk etmek, bayrağa yastandır! Kurtuluş, ne bilekten, ne kastandır! Kurtuluş, o bin yıllık mirastandır!

Taş Mescid, eskilere uzanan yol, Ulu Câmi, Kale birlikte sembol! Al bayrağım dalgalan, hep orda ol! Ol ki, özgürlük gibi içime dol! Tâ ki uzanmasın ne bir el, ne kol!

Ecdâdım seni bizim için kurdu. Hem devleti ebed müddet buyurdu! Ey bin yıllık sevdam,Türk İslam yurdu! Kahramanlık sende ne güzel durdu! Bu ruh seni Maraş yaptı duyurdu! Mehmet SERTPOLAT

Destanlaşan Şehir! Maraş’ın kurtuluşunun anısına..

79Şubat / 2008

Page 41: Başyazı - somuncubaba.net · 4 Somuncu Baba Şubat / 2008 5 Yirmiyedinci Mektup Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi (k.s) Mektûbât-ı Hulûsi-î Dârendevî Ey Aziz Kardeş! Ey Allah

80 Somuncu Baba

D inimizde aile kavramı, ol-dukça önemli bir yer tut-

maktadır. Evliliği düşünenlerin tamamına yakını iyi bir aile ya-şantısının olmasını amaçlayarak ömür boyu sürecek bir birlikte-liğe “evet” derler. Herhangi bir aile oluşurken, kadın ve erkeğin en önemli beklentileri; evlen-meden önce yaşadıkları sevgi, saygı ve dürüstlük gibi kavram-ları ailenin güvenli sınırları için-de koruyabilmektir.

Dünya ve ahiret mutlulu-ğunu hedef alan dinimiz, top-lumun en önemli temeli olan aileyi sevgi ve saygıya dayanan bir kurum, bir birliktelik olarak nitelendirmiştir. Özellikle aileyi

diğer ilişkilerden ayıran en be-lirgin fark, aile bireyleri arasında her şeyden önce sevginin ege-men olmasıdır. Sevginin kaynağı yüce Allah’tır. Yuvalar bu sevgi ile kurulur, anne-babalar ço-cuklarını bu sevgi ile besler ve büyütür.

Sevgi odaklı bir aile, şefkat ve güzel ahlâk temelleri üzerine kurulur. Bu özellikleri taşıyan ai-ledeki bireyler; başta Allah’ı ol-mak üzere, birbirlerini, çocukla-rını, bütün çocukları ve insanları hatta yaratandan ötürü bütün yaratılanları severler. Çünkü sev-gi odaklı ailenin özünde Allah sevgisi vardır. Sevginin hâkim olduğu bir ailede samimiyet ve

affetme ön plandadır.

Aile ortamında sevgi oldu-ğunda, herkes hatalarına, ek-siklerine rağmen kabul edile-ceğini bilir. Eşler birbirleri için özveride bulunurlar. İşbirliği ve yardımlaşma sevgi odaklı aile-lerde daha yüksektir. Eşler bir-birlerini korur ve sahiplenirler. Erkek kadının, kadın erkeğin izzet, namus, vefa, sevgi, saygı, doğruluk, şefkat, merhamet, ka-rakter ve kişiliğinden asla şüphe duymazlar.

Merhamet ve sevginin gereği, eşler birbirlerinin üzüntüsüne, sıkıntısına, bolluğuna, darlığına ortak olurlar. Zira sevgi, merha-met ve şefkat hep iyi ve güzel

AileKevser BAKİ

SEVGİ ODAKLI AİLE

81Şubat / 2008

günlerde olmaz. Önemli olan dar ve zor günlerde birbirleri-ne yardımcı olabilmektir. Aynı zamanda ailesinde sevgi ekseni oluşturan eşler, birbirlerine el-lerinden geldiğince fedakârlık göstermelidirler. Yeri geldiğinde, eşlerden biri hayat arkadaşı için bazı haklarından feragat etme-sini bilmelidir.

Bir insan hanımını ve çocuk-larını Allah için sevmelidir. Di-yelim ki kalbinde onlara karşı olan sevginin azaldığını hissetti. Bu durumda yapacağı şey; on-lara karşı davranışlarında ada-letli olmak ve haklarına dikkat etmektir. Kalbindeki sevgileri azaldı diye onlara soğuk tavır-lar sergilemek, haksızlık yapmak, sert davranmak helal değildir. Böyle yaparsa zulüm yapmış olur ve vebale girer. Zaten İslâmın aile içerisinde olmasını istediği sevginin en dikkat çekici yönü; modern ailelerdeki sevgiden ayıran ve devamlılık kazandıran özelliği; bu duyguların sevap umudu, azap endişesi ve ebe-dî hayat inancının var olmasıdır. Eşlerdeki ahiret inancı ve Allah’ı razı etme arzusu gibi hassasi-yetler, aile içerisinde merhamet ve sevgi duygularını pekiştirdiği gibi, aynı zamanda süreklilik kazandırır. Böylece ailede hu-zur, istikrar ve güven devam et-miş olur.

İslâm’da eşler birbirlerine karşı yükümlü ve sorumlu kı-lınmışlardır. Karşılıklı hak ve gö-revlerini bilip buna göre hareket ederlerse, aile ocağı mutluluk ve neşe kaynağı olur. Ailede erke-ğin kadına nasıl davranacağı ko-nusunda Peygamberimiz (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “İmanı en olgun olan mümin, ahlâkça en güzel olanıdır. En hayırlınız da, kadınlarına en güzel davrana-

nınızdır.” Sevgili Peygamberi-miz iyi kadınları tarif ederken de, “yüzüne baktığında için açılır, bir ricada bulunduğunda kırmaz, yanında bulunmadığın-da her şeyini kutsal bir emanet olarak korur” buyurmuşlardır. Eş bazen anne-babadan daha yakındır. İnsan eşine söylediği bazı sırları anne- babasına söy-leyemeyebilir. Kur’ân-ı Kerimde bu konuda şöyle buyrulmuştur.” Onlar (kadınlar) size örtüdürler, siz de onlara örtüsünüz!” (Ba-kara, 87)

Evlilikte hiçbir ilişkide bu-lunmayan bir sadakat ve sevgi bulunması gerekir. Bu saygı ve sevginin kaybedilmemesi için ölçülü davranılması gerekmek-tedir. Bunun için de yapıcı ve üretici güçlerin korunup gelişti-rilmesi gerekmektedir. Şüphesiz çocukları hayata karşı motive eden ve onların en iyi şekilde yetişmesine zemin hazırlayan etmen “sevgi ve saygı dolu, birliktelik ruhunu yansıtabilen” mutlu anne-babalardır. Evliliğin sekteye uğramadan yürüyebil-mesi için eşlerin değer yargıları, görüşleri ve amaçları arasında uyum olması gerekmektedir. Bunun için bazı altın kurallar vardır:

1- Eşinin mutlu olacağı ve kendini iyi hissedeceği sözler söylemeli. Herkesin iyi şeyler duymaya ihtiyacı vardır. Birbir-lerine yardım etmeli, birbirine inanmalı ve bunu karşısındaki-ne ifade etmeli.

2- Eşine karşı olan ilgisini, sevgisini beden diliyle göster-meli. Eşinin dost ve akrabaları-nı kendi akrabaları gibi görmeli, onun ilişkilerine ve sevdiklerine saygı duymalı. Her zaman adil ve dürüstlüğü esas almalı.

3- Eşiyle mümkün olduğu kadar fazla zaman geçirmeli. Evlilikte mesai saati uygulaması olmaz. Şu saatte konuşulur, bu saatte konuşulmaz denilemez. Evlilik 24 saat kesintisiz destek demektir. Unutmayın; eşinize ayırdığınız her bir dakika evlilik ve aile huzuruna yansıyacaktır.

4- Yeteneklerini, kaynakları-nı ailesine yardım etmek üzere yerinde ve yeterince kullanma-lıdır. Eşler iyilik adına elindeki imkânları aile dışında arkadaş ve dost için kullanıp, eşine ve çocuklarına hiç olmazsa aynı imkânları sunmuyorsa huzurun bozulmasına ve güvenin azal-masına sebep olacaktır.

5- Eşiyle aralarında ortak he-yecan uyandıracak konular ve ilgi alanları bulmalı. En azından eşinin sevdiği bir programı sev-meli, severek okuduğu kitaba ilgi duymalı, severek ve heye-canla anlattığı siyasî konuları dinliyor görünüp destek olmalı. Eşlerden biri aile olarak pikniğe gitmeyi bir özlem olarak his-sediyorsa destek olup ailenin birlikteliği adına uygun zaman-da, uygun yerlere gidilmesi hoş karşılanmalı.

6- Eşine sadakat göstermeli. Eşini önemsemeli. Eşiyle ara-sında uyumlu bir hayat sürme-ye çalışmalı. Eşinin kişiliğini ve yeteneklerini kabul ederek, ona

“sen değerlisin” mesajı verme-li. Eşler birbirlerine bazı şeyleri şartlı olarak verebilirler. Fakat sevgi ve saygı “kayıtsız, şartsız” olmalıdır.

Rabbimizin verdiğine razı olarak; O’nun istediği şekilde evlilik yapma ve hayat kurma gayretinde bulunmak, her Müs-lüman’ın görevidir.

Page 42: Başyazı - somuncubaba.net · 4 Somuncu Baba Şubat / 2008 5 Yirmiyedinci Mektup Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi (k.s) Mektûbât-ı Hulûsi-î Dârendevî Ey Aziz Kardeş! Ey Allah

83

BAL GİBİ ŞİFAB al, balözünün arıların kur-

sağında işlenip değiştiril-mesiyle meydana gelir. Sindirim salgılarının etkisi altında gelişen bu değişim balözünü, dekstroz, buüloz, sakaroz ve madensel tuz karışımı haline getirir.

Arı, çiçeklerden nektar denilen balözünü emdiği zaman sakaroz, glukoz, fruktoz, çok miktarda su, enzimler, vitaminler, bazı azotlu maddeler ve asitlerden meydana gelen bir sıvıyı kursağında top-lamış olur. Ancak enzimlerden, vitaminlerden, asitlerden ve bazı azotlu maddelerden hangilerinin nektardan geldiği, hangilerinin arı tarafından eklenmiş olabileceği bilinmemektedir.

Balda sitrik, malik, formik ve asetik asit vardır. Ancak en önem-lisi glukomik asittir. Proteinlerin yapıtaşı olan aminoasitler de bal-da bulunur. Balın çok tatlı olması, asitliğinin fark edilmemesine se-bep olur. Balın tadını ve kokusu-nu, balı meydana getiren madde-ler oluşturmaktadır. Özellikle ma-lik ve sitrik asitin tad ve kokuda etkili olduğu bilinmektedir.

Baldaki Vitaminler

Balda yüzde 0.17 oranında kül de bulunmaktadır. Balda en fazla bulunan mineraller kalsiyum ve fosfordur. Bunlardan sonra po-tasyum, kükürt, sodyum klorür ve

magnezyum gelmektedir. Ayrıca elementlerden iyot, bakır, de-mir, manganez ve çinko da eser miktarda balda bulunur. Baldaki vitamin miktarı, nektar ve polen kaynaklarına bağlı olarak değişir. Bu vitaminler şunlardır:

Tiamin (B), riboflavin (B2), as-korbih asit (C), piridoksin (B6), pantotenik asit (B5) ve nikotinik asit (B3) tir.

Başlıca iki çeşit bal vardır: Çok çiçek ve tek çiçek balı. Çok çiçek balını arılar binbir çiçek dolaşarak topladıkları balözüyle yaparlar. Tek çiçek balı genellikle bir tek bitki türünden toplanan balözüy-le yapılır.

SağlıkAkın DİNDAR

82 Somuncu Baba

Balın Özellikleri

Bal başlıca früktoz, glikoz ve suyun bileşiğidir; sindirimi gerek-tirmediği için kolayca kana geçer, Bu sebeple zayıf ve iştahsız kim-selerin enerji ihtiyaçlarını karşıla-mada iyi bir yiyecektir.

Normal şartlarda enerji üret-mek için yağ ve şekerler birlikte yakılır ve böyle daha verimli bir enerji meydana gelir. Şeker ol-madığı zaman yağlar daha ve-rimsiz şekilde kullanılır ve kolay-lıkla yorgunluk meydana gelir. Bu sebeple yeterince tabii şeker de alınmalıdır. Glikoz ve früktoz de-nilen iki tabii şeker balda boldur.

Balın Faydaları

- Bal soğuk suyla karıştırılıp içilirse ishali durdurur, sıcak veya ılık suyla karıştırılıp içilirse kuvvetli müshil olur.

- Bal sıcak içildiği zaman 7, soğuk içildiği zaman 20 dakika-da kana karışır. İhtiva ettiği ser-best şekerlerden dolayı beynin çalışması kolaylaşır. Düşünceye mükemmellik kazandırır.

- Bal, mikrop öldürücü (anti-mikrobiyal) özelliğe sahiptir. Bu da baldaki glukooaksidaz enzi-minin varlığına bağlıdır. Balı orta ve yüksek sıcaklıkta ısıtmakla bu enzimin faaliyeti azalacağından mikrop öldürücü özelliği de yok olur. Ayrıca baldaki inhibin adı verilen bir madde de balın mik-rop öldürücü özelliğini artırır. Bu madde zararlı bakterilerin su kaybedip kuruyarak ölmele-rini sağlar. Bu özelliği sebebiyle bal, göz ağrılarını gidermek için de kullanılır.

- Zengin bir gıda olan bal, bebek ve çocuk beslenmesinde önemli rol oynar. Beslenmeden doğan bazı eksiklikler, çocuk-larda ve hatta büyüklerde bile kemikle ilgili hastalıkların teda-visi için çok faydalıdır. Altını ıs-latan çocuklara 1-2 ay devamlı bal yedirildiğinde, çocukların büyük çoğunluğunun bu huyla-rından vazgeçtiği tespit edilmiş-tir. Çünkü balın sinirler üzerine olumlu etkileri vardır. Sinir bo-zukluğundan yakınan uykusuz kişiler bal yiyerek rahatlayabi-lirler; Çünkü bal, uyumalarına yardımcı olmaktadır. Bal, kalp çarpıntısından ve yüksek tansi-yondan şikayetçi olanlar içinde son derece faydalıdır.

- Bal asidoz meydana getir-mez; çabuk sindirimi yüzünden alkolik fermantasyona uğramaz. Muhtevasındaki serbest asitler dolayısıyla yağın hazmını ko-laylaştırır, anne ve inek sütünün demir eksikliğini tamamlar, iş-tah açar ve bağırsaklara has ha-reketleri artırarak rahatlık sağlar.

- Bal, taze kan yapımı için ge-reken enerji temin deposu ola-rak kansızlar için kan yapımını hızlandırıp kan ihtiyacını gide-rir. Kanın temizlenmesine yar-dımcı olur, kan dolaşımını hem düzenler hem de kolaylaştırır (damarlardaki sinirlere olumlu etki özelliği) ve damar sertliğine olumlu etki yapar.

- Çocuklarda kusma, öksürük, bronşit gibi hastalıklarda bal, kay-natılmış arpa suyuyla karıştırılıp içilirse, hastalık tedavi edilmiş olur.

- Bal sabah ve akşam devamlı yenirse sarılığın çok kısa zaman-

da tedavisine yardımcı olur.

- Süte bol miktarda bal karıştı-rılıp içilirse tenya (şerit) parazitini düşürdüğü tesbit edilmiştir.

- Bir miktar tuzla karıştırılıp de-vamlı içilirse balgam söktürür.

- Bal karın ağrılarını keser, mi-deye ferahlık verir. Mide ve bağır-saktaki yaraları tedavi eder. Ülser-li hastalarda 4 kg. balı 1 haftada yiyen ve buna 1 ay devam eden 100 hastadan 97’sinde ülserden kesin eser kalmadığı görülmüştür.

- Çabuk enerjiye dönüşen ha-zır gıda maddesi olması özelliğiy-le yüzme, dağcılık, atletizm, bas-ketbol, futbol, bisiklet yarışı, buz pateni, kayak, güreş gibi sporlarla meşgul olan kimselere enerji ver-mek ve yorgunluklarını hafiflet-mek için sade veya portakal su-yuna karıştırılarak kullanılmalıdır.

Mübarek Gıda

Bal, Kur’ân-ı Kerim’de zikre-dilen gıdadır:

“O arıların karınlarından renkleri muhtelif bal çıkar ki, onda insanlar için şifa vardır. Doğrusu bunda da düşünecek bir topluluk için büyük bir ala-met vardır.”

Peygamberimiz de çeşitli ha-dislerinde balı şifa olarak tavsi-ye etmiştir.

Sinirleri yatıştırır, idrar söktü-rür, bağırsakları yumuşatır, solu-canları döker, zihnen çalışanla-ra faydalıdır. Kanseri, özellikle mide, safra kesesi, prostat ve akciğer kanserini önleyici etki-ye sahiptir.

Şubat / 2008

Page 43: Başyazı - somuncubaba.net · 4 Somuncu Baba Şubat / 2008 5 Yirmiyedinci Mektup Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi (k.s) Mektûbât-ı Hulûsi-î Dârendevî Ey Aziz Kardeş! Ey Allah

Testi KebabıMalzemeler - 4 Kişilik• 1 kg kuşbaşı yağsız kuzu eti• 300 gram kuru soğan• 1 baş sarımsak• 2 adet orta boy domates• 2 adet yeşil sivri biber• 1 adet çarliston biber• 1 tatlı kaşığı karabiber• 1 tatlı kaşığı pul biber• 1 tatlı kaşığı tuz

84 Somuncu Baba 85Şubat / 2008

Gönülden İkramlarMesude SARI

Yapılışı:

Soğan, sarımsak, domates ve biberleri iri küpler şeklinde doğrayıp, uygun boyuta ge-tirdikten sonra, damak zevkinize göre baha-rat ve tuzunu ilave edip, tüm malzemeleri karıştırın. Çiğ olarak toprak bir su testisinin içerisine doldurun. Testinin ağzını hava alma-yacak şekilde hamur ile kapatın. Orta ısılı bir fırında 45 dakika kadar pişirin.

Not: Restorantlarda kömür ateşinde taş fırınlarda pişirilen testi kebabını, evinizde elektrikli fırında da hazırlayabilirsiniz. Yalnız direkt ateşe maruz kalan testi pişim esnasın-da çatlar.

ŞİFA NİYETİNEÇÖREK OTU:

Çörek otunun kullanılan kısmı olgun tohumudur. Dünyada orta Avrupa’da, ülkemizde ise Afyon, Burdur ve Isparta’da yetiştirilir. Sindirimi olumlu etkiler, sütü artırır. İştah açar, adet düzensizliğine olumlu etki eder, dengeler. Çörek otunun; bir fincan suya, bir tatlı kaşığı tohumu karıştırılarak yapılan çayı içilir. Çörek ve ekmek-lerin üzerine pişmeden serpiştirilir. Baharat olarak kek-lere, bisküvilere katılır. Ayrıca bir tatlı kaşığı çörek otu yağı sabahları aç karnına içildiği vakit gün boyunca nefes darlığına iyi gelir.

Çörek Otunun Faydaları: • Mikrop, virüs ve mantarlara karşı öldürücü tesire

sahiptir. • İfraz boşaltıcı ve solunum borusunu genişleticidir. • Kan şekerini düşürür. • Damar hastalıklarını önler. • Hazmı kolaylaştırır. • Vücuttaki zehirleri süzerek atar. • İdrar söktürücü özelliği ile safraya iyi gelir. • Yaraların çabuk iyileşmesini ve hücrelerin yenilen-

mesini hızlandırır. • Alerjiyi önler. • Savunma sistemini dengeler. • Hormon sistemini ve ruh hâlini sağlamlaştırır. • Çocuklarda özellikle sinir ve deri hastalıklarına, as-

tım ile alerjiye iyi gelir. • Egzamalı deriye sık sık çörek otu yağı sürüldüğün-

de deri çabuk iyileşir. Yine deri hastalıklarında mikrop öldürücü tesirinden dolayı çok fayda verir.

• Hazım zorluğu ve mide şişkinliklerinde çörek otu-nun faydası eskiden beri bilinmektedir.

• Hemoroide iyi gelir, çünkü damarları güçlendirir ve kan dolaşımını hızlandırır.

•Romatizma, şeker hastalığı ve kolesterolün yüksel-mesi gibi metabolizma hastalıklarına faydalıdır.

Fotoğraf: Bekir SARI