Upload
others
View
9
Download
0
Embed Size (px)
Citation preview
PROF. DR. SELAHATTİN ŞENOL
4. BAHAR OKULU
29-03/01-04/2018
Türkiye Çocuk ve Genç Psikiyatrisi Derneği
Bilmekten Bilime
Prof. Dr. Selahattin Şenol Bahar Okulu 29 Mart - 01 Nisan 2018
1
İÇİNDEKİLER
ÖNYAZI 2
DÜZENLEME KURULU
3
KONGRE BİLİMSEL PROGRAMI
4
KONUŞMA ÖZETLERİ
9
SÖZEL BİLDİRİLERİ
11
POSTER BİLDİRİLERİ
60
Prof. Dr. Selahattin Şenol Bahar Okulu 29 Mart - 01 Nisan 2018
2
Değerli Meslektaşlarımız,
“Prof. Dr. Selahattin Şenol Bahar Okulları” geçtiğimiz 3 yıl boyunca, bilimsel metodoloji konusunda eğitim vermeyi,
bu konuda görüşlerin paylaşılmasını amaçlamıştır ve artık camiamızın geleneksel toplantıları arasına girmiştir. Bu
okullar bugüne kadar ayrıca genç meslektaşlarımıza değerli projelerini sunmaya olanak tanımış, onların çaba ve
motivasyonlarını ödüllendirmiş ve genç meslektaşlarımızın projelerinin daha iyi hale gelmesini sağlamak amacıyla
onlara görüş ve geri bildirimlerde bulunmuştur.
Bu okulları başlamasına öncülük eden Prof. Dr. Eyüp Sabri Ercan ve başkanlığındaki mesleki derneğimiz,
meslektaşlarımız ve daha önceki düzenleme kurulu üyelerine, projeleri değerlendiren ve yapıcı geri bildirimlerde
bulunarak projelerin daha iyi ve bilimsel, yenilikçi olmasını sağlayan bilimsel değerlendirme jüri üyelerine teşekkürü
borç biliyoruz ve bu okulların devamlılığını sağlayacak bu yılki etkinliği düzenlemenin de heyecanı içinde
olduğumuzu sizlere belirtmek istiyoruz.
Camiamızın en sevilen ve saygı duyulan, hiç bir zaman unutulmayacak, akademik yetkinliği dışında klinisyenliği,
insani yönleri ile öne çıkmış ve temas ettiği genç meslektaşlarına her zaman çok önemli bir rol model olmuş Prof. Dr.
Selahattin Şenol’u maalesef çok erken bir şekilde, 21 Nisan 2008 tarihinde kaybettik. Sevgili Prof. Dr. Selahattin
Şenol’un örnek alınası bu özelliklerini genç meslektaşlarımıza tanıtmayı ve anısını da yaşatmayı amaçlayan bu
etkinliğin bu seneki dördüncüsü değerli hocamızın 10. ölüm yıl dönemine de denk gelmektedir. Onsuz geçen on yıl,
onu tanıyan ve onunla temas etmiş şanslı insanlar olarak bu etkinliğin önemi ve değerini bizim gözümüzde daha da
arttırmakta ve bu etkinliği düzenleme konusunda gayretimizi ve motivasyonumuzu da yükseltmektedir.
Kaybettiğimiz değerli hocamızın anısı ve gölgesi altında, ayrıca sergilediği insani öğelerin de ön planda olduğu
akademisyenliği ışığında, bilimsel araştırma yöntemleri ve metodoloji konusunda motivasyon arttıran, yön gösterici
olmaya ve merak duymaya, soru sormaya, analitik ve etik düşünmeye yönelten ve araştırma duymaktan keyif almayı
sağlayabilecek bir eğitim ve tartışma ortamı yaratmayı amaçlıyoruz.
Bu toplantıya sadece akademisyen veya daha iyi araştırmacı olmayı hedeflemiş genç meslektaşlarımızı değil tüm genç
meslektaşlarımızı da davet ediyoruz çünkü bilim ve teknolojinin son yıllarda inanılmaz bir ivme kazandığı bir
dönemdeyiz ve neyi nerede bulacağını, araştıracağını bilen, nörobiyolojik-nörobilimsel gelişmeleri takip edebilen,
yeni psikofarmakolojik ve psikoterapötik girişimleri takip ve merak eden, kendini yenileme ve güncelleme konusunda
motivasyonu olan klinisyenlerin yetişmesinin ülkemizde Çocuk ve Ergen Psikiyatrisi alanını daha iyi yerlere
taşıyacağına inanmaktayız. Bu gibi toplantılar ayrıca Türkiye’nin dünyadaki bilimsel ortamda daha iyi yerlere
gelmesini de sağlayabilir. Camiamız ve derneğimizin akademik takviminde bilimsel-akademik düşünme ve
metodolojiyi odak noktasına alan böyle bir okulun geleneksel hale gelmesi meslek grubumuz için bir ayrıcalıktır ve
ayrıca bir övünç kaynağıdır.
29 Mart – 1 Nisan 2018 tarihleri arasında “Ankara Atlı Otel”de “Bilmekten Bilime...” başlığı altında
gerçekleştirilecek olan sevgili hocamızın 10. ölüm yıl dönümüne denk gelen “Prof. Dr. Selahattin Şenol 4. Bahar
Okulu”na tüm uzmanlık öğrencilerimizi ve meslektaşlarımızı davet ediyor ve Ankara’nın akademik ortamı ve
motivasyon arttırıcı güzel bahar günlerinde bilimsel metodoloji konusunda bilgi birikimlerinin ve
deneyimlerinin paylaşılmasını sağlayacak bir ortamda birlikte olabilmeyi ümit ediyoruz.
Katılım koşulları, proje başvuruları ve diğer önemli katılım ile bilgileri derneğimiz web sayfasında duyuracağız. Bu
konuda ayrıca sizlere mail üzerinden de bilgilendirme yapmayı planlıyoruz.
Saygılarımızla Kongre Eş Başkanları
Prof. Dr. Eyüp Sabri ERCAN Prof. Dr. Elvan İŞERİ Doç. Dr. Esra GÜNEY
Prof. Dr. Selahattin Şenol Bahar Okulu 29 Mart - 01 Nisan 2018
3
Prof. Dr. Selahattin Şenol 4. Bahar Okulu Kurullar
Onur Konukları
Gülhan Şenol Gül Şenol Prof. Dr. Ahmet Demircan
Başkanlar
Prof. Dr. Eyüp Sabri Ercan Prof. Dr. Elvan İşeri Doç. Dr. Esra Güney
Kongre Sekreterleri
Doç. Dr. Özhan Yalçın
Arş. Gör. Dr. Ahmet Özaslan
Bilim Kurulu
Prof. Dr. Aynur Akay Prof. Dr. Süreyya Barun Prof. Dr. Ayşen Coşkun
Prof. Dr. Nesrin Çobanoğlu Prof. Dr. Füsun Çuhadaroğlu
Prof. Dr. Turgay Dalkara Prof. Dr. Mehmet Ali Ergün
Prof. Dr. Neslihan İnal Emiroğlu Prof. Dr. Birim Günay Kılıç
Prof. Dr. Nahit Motavallı Mukaddes Prof. Dr. Fatih Ünal
Doç. Dr. Gonca Gül Çelik Doç. Dr. Onur Burak Dursun
Doç. Dr. Gül Karaçetin Doç. Dr. Didem Öztop
Doç. Dr. Ayşegül Tahiroğlu Yolga Doç. Dr. Ali Evren Tufan
Doç. Dr. Pınar Vural Yrd. Doç. Dr. Çilem Bilginer
Prof. Dr. Selahattin Şenol Bahar Okulu 29 Mart - 01 Nisan 2018
4
PROF. DR. SELAHATTİN ŞENOL 4. BAHAR OKULU “Bilmekten bilime…”
29 Mart 2018 Perşembe
08:30-09:30 KAYIT 09:30-10:00
AÇILIŞ ve Prof. Dr. Selahattin Şenol’u Anma Töreni
10:00- 11:00
Konferans
Bilimsel Yayın Serüveni
Prof. Dr. Eyüp Sabri Ercan 11:00-11:30 Kahve Arası 11:30-12:30 Konferans
Beyin Gibi Karmaşık Bir Yapıyı Nasıl Anlayabiliriz?
Prof. Dr. Turgay Dalkara 12:30-13:30 ÖĞLE YEMEĞİ
13:30-14:30
Konferans
Otizm Araştırmaları: 2017 Neler Getirdi?
Prof. Dr. Nahit Motovallı Mukaddes 14:30-14:45 Kahve Arası 14:45-16:15 Panel
Uzmanlarla Buluşma: Kişisel deneyim paylaşımı
Prof. Dr. Eyüp Sabri Ercan- Prof. Dr. Nahit Motovallı Mukaddes 16:15-16:30 Kahve Arası
16:30-17:00
Konferans
Proje Hazırlama ve Yönetim Süreci
Mehtap Kumdakçı Can
17:00-20:15
A
BDT
Çocuk ve Ergenlerde Kaygı Bozukluklarında Bilişsel Davranışçı Psikoterapi Kursu Prof. Dr. Runa Uslu-Uzm. Dr. Özlem Sürücü
Prof. Dr. Selahattin Şenol Bahar Okulu 29 Mart - 01 Nisan 2018
5
17:00-20:15
A
BDT
Çocuk ve Ergenlerde Kaygı Bozukluklarında Bilişsel Davranışçı Psikoterapi Kursu
Prof. Dr. Runa Uslu-Uzm. Dr. Özlem Sürücü
B
PSİKODRAMA
Çocuk ve Ergenlerde Travmaya Yaklaşım: Psikodrama Teknikleriyle Uygulamalı Kurs
Prof. Dr. Bahar Gökler
30 Mart 2018 Cuma 08:30-10:00
Konferans
Çocuk Psikiyatrisinde Teknolojik Çalışmalara Yaklaşım (Teorik)
Doç. Dr. Ali Evren Tufan 10:00- 10:30 Kahve Arası 10:30-11:30 Proje Sunumları 11:30-11:45 Kahve Arası
11:45-12:30
Konferans
Bilimsel Çalışma ve Etik
Prof. Dr. Nesrin Çobanoğlu 12:30-13:30 ÖĞLE YEMEĞİ 13:30-14:15
Konferans
Genetik Çalışmalarda Algoritmalar
Prof. Dr. Mehmet Ali Ergün 14:15-14:30 Kahve Arası
14:30-15:30 Konferans
Bilimden Politikaya Çocuk ve Ergen Ruh Sağlığı
Prof. Dr. Füsun Çuhadaroğlu
15:30-15:45 Kahve Arası 15:45-17:00 Proje Sunumları
Prof. Dr. Selahattin Şenol Bahar Okulu 29 Mart - 01 Nisan 2018
6
31 Mart 2018 Cumartesi 08:30-09:30
Konferans
Çocuk Psikiyatrisinde Teknolojik Çalışmalara Yaklaşım (Pratik)
Doç. Dr. Ali Evren Tufan
09.30-10.00 Konferans
Akılcı İlaç Kullanımı
Doç. Dr. Esra Güney 10:00-10:15 Kahve Arası
10:15-11:15
Panel
Adli Psikiyatrik Açıdan Çocuğun İfadesinin Değerlendirilmesi
Prof. Dr. Ayşen Coşkun
Çocuk İzlem Merkezi Uygulamaları
Yrd. Doç. Dr. Çilem Bilginer 11.15-11.30 Kahve Arası 11.30-12.30 Panel
Çocuk Adli Olgularda Psikiyatrik Görüşme Teknikleri
Doç. Dr. Ayşegül Tahiroğlu Yolga
Uygulama Adli Değerlendirme ve Rapor Düzenleme Süreçleri (Etik ve Yasal Sorumluluklar)
Doç. Dr. Gonca Gül Çelik 12:30-13:30 ÖĞLE YEMEĞİ
Prof. Dr. Selahattin Şenol Bahar Okulu 29 Mart - 01 Nisan 2018
7
17:30-19:00 Kokteyl 19:00-20:00 Keman-Piyano Resitali
13:30-15:00 Panel
Çocuk ve Ergen Psikiyatrisinde Araştırma Planlamak , Yürütmek, Yayınlamak: Önceliklerimiz, Önemsediklerimiz
Prof. Dr. Birim Günay Kılıç – Doç. Dr. Didem Öztop
15:00-15:15 Kahve Arası 15:15-16:00 Konferans
Dikkat Eksikliği Hiperaktivite Bozukluğu ve Psikofarmakolojik Çalışmalar
Prof. Dr. Süreyya Barun 16:00-16:15 Kahve Arası 16:15-17:30 Proje Sunumları
1 Nisan 2018 Pazar
08:30-9:15
Önceki Bahar Okullarında Ödül Alan Tamamlanmış Projelerin Sunumları
Dr. Burcu Atar-Dr. Mehmet Sertçelik
09.15-09.30 Kahve Arası 09.30-10:30
Konferans
Araştırma Sorusundan Araştırma Desenine: Nasıl Başlamalı?
Prof. Dr. Fatih Ünal 10:30-10:45 Kahve Arası
10:45-11:30
Ödül Töreni
11:30-12:00 Kapanış
Prof. Dr. Selahattin Şenol Bahar Okulu 29 Mart - 01 Nisan 2018
8
KONUŞMACI ÖZETLERİ
Prof. Dr. Selahattin Şenol Bahar Okulu 29 Mart - 01 Nisan 2018
9
K/1 ÇOCUK PSİKİYATRİSİNDE TEKNOLOJİK ARAŞTIRMALARA YAKLAŞIM
Ali Evren Tufan
Doçent Dr., Acıbadem Mehmet Ali Aydınlar ÜTF
Çocuk ve Ergen Ruh Sağlığı ve Hastalıkları AD
Nöropsikoloji ve bilişsel psikoloji alanında bilgisayar programlarının kullanımı 1980’lerden beri gözde
olan ancak programlama bilgisi gereksinimi, dönemin yazılım ve donanım kısıtlılıkları gibi nedenlerle
yaygınlaşamayan deneysel bir yaklaşımdır (Mathôt ve ark. 2012). Schneider (1988) o dönemde yeni bir
deneysel paradigmanın deneyimli bir programcı tarafından geliştirilebilmesi için yaklaşık 160 saat
gerektiğini bildirmiştir. Ancak donanım ve yazılımdaki ilerlemeler deneyimsiz programcıların bile
deneylerini hızla geliştirmesine izin vermektedir. Bu alanda kullanılabilecek programlarla ilgili seçenekler
de hızla artmaktadır. Örneğin 2012 yılı içerisinde nöropsikolojik deney geliştirme için en az 8 ücretsiz
program paketi bulunduğu bildirilmiştir (Mathôt ve ark. 2012). Bu konferansta Çocuk Psikiyatrisinde
bilgisayar aracılığı ile gerçekleştirilebilecek teknolojik araştırmaların gerçekleştirilebilmesi için
geliştirilmiş olan programların kısaca tanıtılması amaçlanmıştır.
Kaynaklar:
Mathôt S, Schreij D, Theeuwes J. OpenSesame: An open-source, graphical experiment builder for the
social sciences. Behav Res Method 2012; 44 (2): 314- 324.
Schneider W. Micro experimental laboratory: An integrated system for IBM PC compatibles. Behav Res
Method Instr Comput 1988; 20: 206- 217.
K/2 BEYİN GİBİ KARMAŞIK BİR YAPIYI NASIL ANLAYABİLİRİZ?
Turgay Dalkara
Beynimiz bildiğimiz en karmaşık yapıdır. Yetişkin insan beyni 80 milyardan fazla nörona sahiptir. Her
nöron üzerinde 1.000 ila 10.000 sinaps sonlanır ki bu da serebral kortekste yaklaşık 125 trilyon sinapsa
denk gelir. Her sinapsta iletişim, pre ve post-sinaptik kısımlarda yer alan yüzlerce makromolekül
tarafından düzenlenir. Son on-yıllarda yaşanan gelişmeler, bu karmaşık sistemi, mekansal ölçekte
107 büyüklükte değişen bir aralıkta ve zamansal ölçekde pikosaniye kadar inen yöntemler ile inceleyebilen
etkileyici yeteneğimizi sergilemiştir. Bu dönemde “sub-moleküler”den sistemler seviyesine kadar çok
miktarda veri ürettik. Şimdi, bu indirgemeci başarıyı, bu büyüleyici sistemin bir bütün olarak nasıl
işlediğine dair ilk fikirleri elde etmek için bütünsel bir yaklaşımla tamamlamanın zamanı.
K/3 ARAŞTIRMA SORUSUNDAN ARAŞTIRMA DESENİNE: NASIL BAŞLAMALI?
Prof. Dr. Fatih Unal
Bu sunumda “Klinik araştırma nedir ?”, “Bir araştırmaya nasıl başlanır ?”, “Araştırma sorusu nasıl
geliştirilir ?”, “Varsayım nasıl oluşturulur ?”, “Çalışmanın amaçları nasıl belirlenir ?”, “İstatistiksel açıdan
anlamlı veriler her zaman klinik açıdan da önemli midir ?” gibi soruların yanıtları tartışılmaya
çalışılacak: bir çalışmanın tasarımının nasıl seçildiği, örneklemin nasıl belirlendiği ve verilerin
değerlendirme süreci üzerinde durulacaktır.
Daha sonra tanımlayıcı (hipotez oluşturucu) çalışmalardan ekolojik ya da korelasyon çalışmaları, vaka
raporları ve serileri, kesitsel çalışmalar; analitik (hipotez doğrulayıcı) çalışmalar arasından da gözlemsel
ve girişimsel çalışmaların güçlü ve zayıf yanları örnek verilerek tartışılacaktır.
Prof. Dr. Selahattin Şenol Bahar Okulu 29 Mart - 01 Nisan 2018
10
SÖZEL BİLDİRİLER
Prof. Dr. Selahattin Şenol Bahar Okulu 29 Mart - 01 Nisan 2018
11
S/1 Dikkat Eksikliği Hiperaktivite Bozukluğunda (DEHB) Duyusal Algı Değerlendirilmesi
Arş. Gör. Dr. Dicle Büyüktaşkın1, Doç. Dr. Esra Güney1, Doç. Dr. Zafer Günendi2, Prof. Dr. Bülent Cengiz3
1Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çocuk ve Ergen Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı, Ankara
2Gazi Üniversitesi Fiziksel Tıp ve Rehabilitasyon Anabilim Dalı
3Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi, Nöroloji Anabilim Dalı, Ankara
Amaç
Dikkat Eksikliği Hiperaktivite Bozukluğu (DEHB); çocukluk çağında başlayan, kişinin gelişimine uygun
olmayan dikkatsizlik, hiperaktivite ve dürtüsellik belirtileri ile karakterize nöropsikiyatrik bir bozukluktur. Çocuk ve
ergenlerin %3-7’si bu belirtilerden etkilenmektedir. Ülkemizde yapılan geniş çaplı bir prevalans çalışmasında ise
DEHB sıklığı %12,7 olarak saptanmıştır. DEHB tanılı çocuklarda temel belirtilere ek olarak farklı pek çok belirti
klinik görünüme eşlik edebilmektedir. DEHB fenotipinde duyusal işlemleme işlevlerine ilişkin araştırmalar başlangıç
aşamasında olup, bu alanda yeterince veri bulunmamaktadır.
Duyusal işlemleme problemleri; duyuları algılama, düzenleme ve yorumlama alanlarında ortaya
çıkabilmektedir. Bu problemler, DEHB tanısı olan çocuklarda normal gelişime sahip çocuklara göre daha fazladır.
Çocukların duyusal profilleri, DEHB tanısı olan çocukları normal gelişime sahip çocuklardan ayırabilmektedir.
DEHB’de hem fizyolojik olarak hem de ebeveyn bildirimine dayalı ölçekler ile duyusal işlemleme problemlerinin
olduğu saptanmıştır. Duyusal işlemlemedeki anormal belirtiler ile DEHB’deki agresyon ve suç eğilimi arasında pozitif
korelasyon bulunmuştur. DEHB’de duyusal girdi ve işlemleme ile ilgili bozuklukların okul, ev ve toplumda uygunsuz
davranışsal yanıtlara yol açtığı tespit edilmiştir. Duyusal işlemleme işlevlerinin akademik başarı ve bilişsel işlevlerle
güçlü korelasyonu mevcuttur. Duyusal işlemlemeyle ilgili olarak yapılan çalışmalar, anket ve ebeveyn bildirimine
dayalı ölçeklerle yapılmıştır. Bu nedenle duyusal bozukluklarda objektif ölçümlere ihtiyaç vardır.
Somatosensöryel temporal diskriminasyon (STD), vücudun herhangi bir yerine verilen 2 uyarıyı ayırt etme
becerisidir. İki nokta ayrımı ve zamansal olarak 2’ye ayrılabilir. Posterior parietal korteks, kaudat nukleus başı,
putamen, medial talamus ve lentiküler nukleus lezyonlarında bozulabilir. Hareket bozukluklarında (distoni, Parkinson
hastalığı) somatosensoryel temporal diskriminasyonu araştıran birçok çalışma vardır.
Literatürde DEHB’de somatosensoryel diskriminasyonu araştıran bir çalışmaya rastlanılmamıştır.
Çalışmamız, DEHB tanısı olan hastalarda somatosensoryel temporal diskriminasyonun araştırılması yoluyla
DEHB’de duyusal işlemleme işlevleri hakkında ek bilgiler sağlayacaktır.
Hipotez
DEHB grubunda somatosensoryel temporal diskriminasyon kontrol grubuna göre daha farklıdır.
Yöntem
Bu araştırma vaka ve kontrol grubu arasında somatosensoryel temporal diskriminasyonu karşılaştırarak
DEHB ile aralarındaki olası ilişkilerin incelendiği kesitsel ve tanımlayıcı bir çalışmadır.
Klinik muayene ve psikometrik değerlendirmeler ile DEHB tanısı konulan hastalardan içleme kriterlerini
karşılayanlar çalışmaya davet edilecektir. Çalışmaya katılmayı kabul edenlerle yapılacak birinci görüşmede Güçler
Prof. Dr. Selahattin Şenol Bahar Okulu 29 Mart - 01 Nisan 2018
12
ve Güçlükler Anketi, Adolesan/Erişkin Duyu Profili Kişisel Anket Formu ve Somatosensoryal Temporal
Diskriminasyon protokolü uygulanacaktır.
Araştırma, GÜTF Çocuk ve Ergen psikiyatrisi polikliniğine, dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu
semptomlarıyla başvuran klinik olarak DEHB tanısı konulan rutin olarak Conners öğretmen ve ebeveyn formları
uygulanan 11-18 yaş aralığındaki gönüllüler ile oluşturulacaktır.
Kontrol grubu ise, GÜTF Çocuk ve Ergen Psikiyatrisi Polikliniği’ne ergenlik sorunları, aile içi ilişki sorunları,
okulla ilgili uyum sorunları ya da benzeri danışmanlık gerektiren sorunlarla başvuran; ancak yapılan klinik inceleme
ve psikometrik testler sonrasında herhangi bir psikiyatrik bozukluk tanısı almayan olgular arasından araştırmanın
amacı ve yöntemi sözel olarak anlatılan ve yazılı bilgilendirilmiş olur veren 11-18 yaş arası hasta gruplarıyla benzer
sosyodemografik özelliklere sahip olgulardan oluşturulacaktır.
Çalışmaya alınması planlanan olguların araştırmaya katılımı için velilerine araştırma hakkında ayrıntılı bilgi
verilip olurunun alınması sağlanacak, araştırmaya katılmak istemeyen hastaların rutin takibine aynen devam
edilecektir. Çalışmanın etik onayının yerel etik kuruldan alınması planlanmıştır.
Çalışmaya Alınma Kriterleri:
1. DSM 5 tanı kriterlerine göre DEHB tanısı konulmuş 11-18 yaş arasındaki kız ve erkek hastalar
2. Nörolojik hastalığı olmayan hastalar (serebral palsi, tuberos sklerosis v.b.)
3. Metabolik hastalığı olmayan hastalar (fenilketonüri v.b.)
4.Allerjik, inflamatuvar ve otoimmün hastalık tanısı almamış olan hastalar
Çalışmaya Alınmama Kriterleri:
1. Psikiyatrik değerlendirme sonucu psikopatolojisi olduğu saptanan çocuklar
2. Nörolojik hastalığı olan çocuklar (serebral palsi, tuberos sklerosis v.b.)
3. Metabolik hastalıklar (fenilketonüri v.b)
4. Allerjik, inflamatuvar ve otoimmün hastalık tanısı almış olan çocuklar
Çalışmanın anket basamağında araştırmacı ve ebeveynleri anketleri uygulayacaktır. Somatosensöryel temporal
diskriminasyon (STD) elin dorsal yüzünden C7 dermatomundan değerlendirilecektir. İncelemede yüzeyel elektrotlar
kullanılacak, anot ve katot arasında 1 cm mesafe bırakılacaktır. Taktil uyarı için sabit akım stimulatoru kullanılacaktır.
Minimal duyusal eşik değeri için gerekli akım şiddeti 0,2 msn’lik süre ile uyarı verilerek belirlenecektir. Stimulasyona
1 mA ile başlanacak ve 0,2 mA’lik basamaklarla arttırılarak minimal duyusal eşik değeri belirlenecektir. Bireylerin
aynı akım şiddetinde verilen 3 uyarının üçünü de hissettiği değer kaydedilecektir. Bireylerin minimal duyusal eşik
değeri ölçümü 3 kez tekrarlanacak ve uyarının tutarlı olarak hissedildiği değer kaydedilecektir. STD ölçümü için
bireylere 5 msn’ lik intervalde ikili uyarı verilecek ve daha sonra interstimulus intervalleri 5 msn’lik basamaklarla
arttırılacaktır. Bireylere verilen uyarıyı tek ya da ikili olarak hissedip hissetmedikleri sorularak bireylerin verilen
uyarıyı iki farklı uyarı olarak tanımladıkları interstimulus aralığı kaydedilecek ve asendan sensoriyel temporal
diskriminasyon (aSTD) eşik değeri olarak tanımlanacaktır. Testin devamında eşik interstimulus intervalinden daha
uzun aralıklı 3 uyarı daha verilecek ve ikili uyarının sebat ediyor olması ile STD değeri anlamlı kabul edilecektir.
Daha sonra bireylerin verilen uyarıyı tek uyarı olarak hissettikleri değere ulaşıncaya kadar interstimulus intervalleri 5
msn’lik aralıklarla azaltılacak ve bu değer desendan sensoryal temporal diskriminasyon (dSTD) eşik değeri olarak
tanımlanacaktır. Habitüasyonu önlemek için uyarılar gelişigüzel aralıklarla verilecektir. Test sırasında bireylerin teste
kooperasyonlarını değerlendirmek için her 3 uyarıda bir kez tekli uyarı da verilecektir. Daha sonra minimal duyusal
eşik değerinin 1,5 katına çıkılarak aSTD ve dSTD ölçümleri tekrarlanacaktır. Minimal duyusal eşikte elde edilen
Prof. Dr. Selahattin Şenol Bahar Okulu 29 Mart - 01 Nisan 2018
13
aSTD ve dSTD ve minimal duyusal eşik değerinin 1,5 katında elde edilen aSTD ve dSTD değerlerinin aritmetik
ortalaması o bölgenin STD değeri olarak kabul edilecektir. STD; sağlıklı ve DEHB’li gönüllülerde
değerlendirilecektir
İstatistiksel Analiz
Tanımlayıcı istatistikler, ortalama ± standart sapma, frekans dağılımı, yüzde (%) olarak ifade edilecektir.
Veri dağılımının normalizasyonu için logaritmik transformasyon uygulanacaktır. DEHB hastalarının ve kontrol
grubunun STD değerlerini karşılaştırmak için bağımsız t testi kullanılacaktır. Pearson korelasyon analizi STD
değerleri ve DEHB hastalarının klinik özellikleri arasındaki olası korelasyonu değerlendirme amacıyla
uygulanacaktır. Örneklem sayısı güç analizine göre belirlenecektir. Analizler SPSS 22.0 versiyonu kullanılarak
yapılacaktır. P değerinin 0,05’ten küçük olması istatistiksel olarak anlamlı kabul edilecektir.
Sınırlılıklar
Hastaların yaşları ve dikkat problemleri nedeniyle teste kooperasyonlarının kısıtlı olma olasılığı çalışmanın
bir sınırlılığı olarak görülmektedir.
S/2 Disleksi Risk Grubundaki Türk Çocuklarında Disleksi Yordayıcılarının Değerlendirilmesi
Dr. Yusuf Gürel
Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk ve Ergen Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı- Ankara
email:[email protected]
Amaç:
Özgül Öğrenme Güçlüğü (ÖÖG-spesific learning disabilities), bir veya daha fazla alanın işlevselliğinde bozulmaya
yol açan, çocukluk çağının sık görülen gelişimsel ve nörobiyolojik bir bozukluğudur. En sık görüleni okuma
bozukluğudur. Okuma Bozukluğu (disleksi) etyolojisinde yer aldığı düşünülen bazı risk etmenleri şunlardır;aile
öyküsü, özgül dil bozukluğu, artükülasyon bozukluğu, fonolojik farkındalık, görsel-işitsel işleme kusuru ve ev
okuryazarlık ortamıdır. Disleksi gelişiminde önemli bir diğer etken dilin ortografik yapısıdır. İngilizce gibi opak
dillerde(çoğu tutarsız grafem ve fonem dönüşümü olan dillerde) disleksi gelişme riski daha yüksektir. Türkçe gibi
saydam dillerde(tutarlı gram-fonem uyuşma kuralları içeren) disleksi riski opak ve yarı opak dillere göre daha
düşüktür. İngilizce gibi opak dillerde disleksi etyolojisinde yer aldığı düşünülen özgül dil bozukluğu, artükülasyon
bozukluğu ,aile öyküsü, fonolojik farkındalık, ve ev okuryazarlık ortamıyla ilişkili bir çok boylamsal çalışma
yapılmıştır ve aralarında ilişki bulunmuştur.
Alanyazıya bakıldığında Türkçe gibi saydam bir dilde disleksi etyolojisinde rolü olduğu düşünülen faktörlerle ilgili
boylamsal bir çalışma yapılmadığı görülmüştür. Çalışmamızın birinci amacı disleksi için risk grubunda bulunduğu
düşünülen ailesinde disleksi öyküsü olan çocuklar ve artükülasyon bozukluğu olan çocukların 5 yaşında dil
becerilerini, erken okuryazarlık becerilerini ve ev okuryazarlık ortamının sağlıklı kontrollerle karşılaştırması. İkinci
amacı bu çocukların 1. sınıftaki fonolojik farkındalık, hızlı otomatik adlandırma ve kelime okuma bilgisinin
karşılaştırmasını yaparak boylamsal açıdan disleksi için olası risk faktörlerin Türkçe gibi saydam bir dilde
değerlendirilmesidir.
Hipotez:
Prof. Dr. Selahattin Şenol Bahar Okulu 29 Mart - 01 Nisan 2018
14
1. Risk grubundan olan çocukların (ailesinde disleksi öyküsü olan ve artükülasyon bozukluğu olan)
5 yaşındaki dil becerileri ile kontrol grubu dil becerileri arasında fark vardır.
2. Risk grubundan olan çocukların (ailesinde disleksi öyküsü olan ve artükülasyon bozukluğu olan)
5 yaşında ev okuryazarlık ortamı ölçeği puanları ile kontrol grubu ev okuryazarlık ortamı ölçeği
puanları arasında fark vardır.
3. Risk grubundan olan çocukların (ailesinde disleksi öyküsü olan ve artükülasyon bozukluğu olan)
5 yaşındaki erken okuryazarlık becerileri ile kontrol grubu erken okuryazarlık becerileri arasında
fark vardır.
4. Risk grubundan olan çocukların (ailesinde disleksi öyküsü olan ve artükülasyon bozukluğu olan)
1. sınıfta fonolojik fakındalık, hızlı otomatik adlandırma ve kelime okuma bilgisi becerileri ile
kontrol grubu arasında fark vardır.
5. Okul öncesi dil becerileri, ev okuryazarlık ortamı ve erken okuryazarlık becerileri 1. sınıf
fonolojik farkındalık, hızlı otomatik adlandırma ve kelime okuma bilgisi becerilerini yordar.
Yöntem:
Etik kurul onayının alınmasından sonra Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk ve Ergen Ruh Sağlığı ve Hastalıkları
kliniğinde takipte olan ve şubat -temmuz 2018 tarihleri arasında polikliniğe ve ÖÖG gruplarına başvuran ÖÖG tanılı
çocukların 60-72 aylık kardeşleri ve konuşma bozukluğu tanılarıyla takipli şubat -temmuz 2018 arasında polikliniğe
başvuran 60-72 aylık çocuklar ve aileleri çalışma hakkında bilgilendirildikten sonra bu çalışmaya hasta grubu olarak
dahil edilecektir. Kontrol grubu olarak daha önce çocuk ve ergen psikiyatrisi başvurusu olmayan benzer yaş ve
cinsiyette çocuk ve aileleri seçilecektir. Araştırmacı tarafından sessiz bir odada, çocukların aileleriyle aynı odada fakat
göz teması kurarak dikkatleri dağılmayacak bir pozisyonda görüşmelere alınacaktır. Sosyodemografik bilgi formu ve
ev okuryazarlık ortamı ölçeği aileler tarafından doldurulması sırasında, çocuklara araştırmacı tarafından, Renkli
Progresif Matrisler testi ve Erken Okuryazarlık Becerilerini Değerlendirme Aracı (EOBDA) ve Türkçe Okul Çağı
Dil Gelişim Testi(TODİL) uygulanacaktır. Renkli progresif matriksler testinde yaş grubuna göre % 25 'in altında puan
alan katılımcılar araştırmadan çıkarılacaktır. Katılımcılar değerlendirilmeye alındıktan 1 yıl sonra Fonolojik
Farkındalık testi, Hızlı Otomatik Adlandırma Testi ve Kelime Okuma Bilgisi Testi (KOBİT) uygulanacaktır.
Yapılacak pilot çalışma sonrası örneklem büyüklüğü hesaplanacaktır.
İstatistiksel Analiz:
IBM Statistical Package for the Social Sciences 22.0 sürümü kullanılarak üç grup arasındaki sürekli değişkenler
arasındaki farkın incelenmesi için ANOVA testi kullanılacak, parametrik test şartları sağlanmaması durumunda
Kruskal-Wallis Testi uygulanacaktır. Kategorik değişkenlerin oranlarının karşılaştırılması için Ki-kare testi
kullanılacak, dört gözlü tablolarda her hücreye yeterli sayıda olgu düşmemesi halinde Fisher’in Kesin Testi
uygulanacaktır. İki sürekli değişken arasındaki ilişkinin incelenmesi için Pearson Bağıntı Analizi, parametrik test
şartları sağlanmaması durumunda Spearman Bağıntı Analizi kullanılacaktır. Disleksi için risk faktörlerinin
belirlenmesi için de lojistik regresyon analizi yapılacaktır.
Sınırlılıklar:
Çalışma belli bir bölgede yapılacağı için genellenemez.
Çalışma sonucunda bu iki durum arasında zamansal olarak bir ilişki ortaya konulsa bile nedensellik ilişkisi
kurulamayacaktır.
Prof. Dr. Selahattin Şenol Bahar Okulu 29 Mart - 01 Nisan 2018
15
S/3 Otizm Spektrum Bozukluğu Çekirdek Belirtiler ile Plazma Kemokin Düzeyleri Arasındaki İlişkinin
Değerlendirilmesi
Dr. Ayçin Darıcı Sümer1,2, Doç. Dr. Esra Çöpˡ, Doç. Dr. Özden Şükran Üneri ˡ
ˡ Ankara Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Hematoloji Onkoloji Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Çocuk Psikiyatrisi
Kliniği
2e-mail adres: [email protected]
AMAÇ
Otizm spektrum bozukluğu (OSB) etiyolojisi tam olarak açıklığa kavuşturulamamış, nörogelişimsel bir
psikopatolojidir. Çekirdek belirtileri sosyal iletişimsel alanda belirgin yetersizlikler, sınırlı, tekrarlayıcı davranışlar ve
ilgi alanları ve duyusal hiposensitivite/hipersensitivite olarak belirtilmektedir (APA 2013). En son epidemiyolojik
veriler 1/68 oranında görüldüğünü bildirmektedir (CDC 2012). Genetik, çevresel ve nörobiyolojik faktörler
etiyolojisinde rol oynamaktadır. OSB olan hastaların %70’i kendine zarar verme, cilt yolma, kendi kendini ısırma
dahil yaralayıcı davranışlar sergileyebilir. Aynı zamanda belirli ses veya dokunuşlara karşı beklenmeyen tepki
gösterebilir (Tavassoli, 2017).
Çalışmalar, immünolojik faktörlerin OSB patogenezinde yer aldığını göstermiştir. İmmünolojik faktörlerin OSB'li
bireylerin beyindeki nöral ağları spesifik olarak nasıl etkilediği bilinmemekle birlikte, çalışmalarda santral sinir
sisteminde (SSS) inflamatuar değişiklikler içeren disfonksiyonel immün profiller gösterilmiştir (Ashwood ve ark.,
2011a, 2011b; Vargas ve ark., 2005, Li 2009). Kemokinler, benzer moleküler yapıya sahip, periferik bağışıklık
hücrelerinin göçünü düzenleyen bir sitokin ailesidir. Kemotaksiye ek olarak, SSS’de sinir gelişimi ve sinaptik iletimde
yer almaktadır. Kemokinler, inflamatuar hallerde veya nörogenezde SSS'yi düzenleyerek beyin gelişiminde ve
işlevinde geçici veya kalıcı değişikliklere neden olabilir (Rostene et al., 2011).
Çalışmalar OSB’de kemokinlerin plazma, amniyon sıvısı, beyin omurilik sıvısı ve beyin dokusunda arttığını
göstermiştir. (Ashwood ve ark., 2011a, 2011b; Vargas ve ark., 2005). Bir çalışmada OSB’de MCP-1 (monosit
kemoatraktan protein 1 veya CCL2) ve eotaksin (CCL11) anterior singulat girus astrositlerinde yüksek oranda
bulunmuş ve OSB’li çocuklar kontrol grubuyla karşılaştırıldığında MCP-1 ve eotaksinin BOS’ta 12 kat arttığı
belirtilmiştir (Vargas ve ark., 2005). Kemokinlerin OSB’de biyobelirteç olarak kullanılmasını amaçlayan başka bir
çalışma, yenidoğan kan örneklerinde artmış MCP-1 (CCL2) ile OSB arasında ilişki bulmuştur (Zerbo ve ark., 2014).
Ashwood ve arkadaşlarının çalışması, OSB’li çocukları, kontrol grubu ve OSB dışında gelişimsel gecikmesi olan
grupla karşılaştırdığında, OSB’li çocuklarda MCP-1, RANTES (CCL5) ve eotaksin plazma düzeyleri daha yüksek
oranda bulunmuştur. Ayrıca artmış kemokin üretiminin OSB’deki davranış sorunlarıyla arasında anlamlı bir ilişki
gözlenmiştir (Ashwood ve ark. 2011).Başka bir çalışmada ise OSB’li çocuklar kontrol grubuyla karşılaştırıldığında,
plazmada RANTES, MIP-1α (makrofaj iltihabi protein veya CCL3), MIP-1β (CCL4) düzeylerinde artış gözlenirken,
IP-10 (İnterferon indüklenebilir protein-10 veya CXCL10), MIG ( interferon-γ tarafından indüklenen monokin veya
CXCL9) düzeylerinde azalma gözlenmiştir. Eotaksin ve MCP-1 kontrol grubuyla karşılaştırıldığında ise, iki grup
arasında anlamlı bir fark bulunmamıştır. Ayrıca OSB grubunda kemokin düzeyleri ile davranım sorunları arasında
herhangi bir ilişki gözlenmezken, korelasyon analizleri tüm örneklem üzerinde yürütüldüğünde MIP -1α, MIP-1β ve
IP-10 düzeylerinin sosyal davranışlar ile anlamlı şekilde ilişkili olduğu bulunmuştur (Shen ve ark., 2016). Han ve
ark.çalışmasında ise plazma RANTES ve MCP-1’in OSB grubunda kontrol grubundan daha yüksek olduğu
gözlenmiş, MIG’in ise OSB’li bireylerde yaklaşık olarak 2 kat daha düşük olduğu belirtilmiştir. Bununla birlikte,
CXCL8 (IL8) ve IP-10 düzeylerinde OSB ve kontrol grubu arasında anlamlı bir fark gözlenmemiştir. Artmış RANTES
ve azalmış MIG düzeyleri, tüm grupta sosyal iletişim, tekrarlayıcı, kısıtlı davranış, dikkatsizlik ve hiperaktivite dahil
olmak üzere davranışsal alanlarla anlamlı ilişkisi olduğu gösterilmiştir (Han 2017).
Prof. Dr. Selahattin Şenol Bahar Okulu 29 Mart - 01 Nisan 2018
16
Literatüre bakıldığında, kemokin düzeyleri ile OSB’nin çekirdek belirtileri ile ilişkisini araştıran kısıtlı sayıda çalışma
bulunmaktadır ve sonuçlar tutarsızdır. Ülkemizde OSB tanılı çocuklarda kemokin profilleri ile OSB çekirdek
belirtileri arasındaki ilişkiyi inceleyen herhangi bir çalışmaya rastlanmamıştır.
Çalışmamızda OSB tanılı ve sağlıklı bireylerin plazmasında kemokin profilleri (MIG, MCP-1, MIP-1α, MIP-1β,
RANTES, eotaksin, IP-10, IL8 (CXCL8) ve kemokin profillerinin OSB’deki çekirdek belirtiler ile arasındaki ilişkinin
incelenmesi planlanmaktadır.
HİPOTEZ:
Çalışmamızın hipotezleri;
1. OSB tanılı olgular ve sağlıklı kontrol grupları arasında kemokin profilleri benzerdir.
2. OSB tanılı olgularda kemokin profili ile OSB çekirdek belirtileri arasında ilişki yoktur.
YÖNTEM
Örneklem
Çalışmamıza, çocuk psikiyatrisi polikliniğimize ebeveyni eşliğinde ayaktan başvuran, 3-15 yaş aralığında DSM-V
tanı kriterlerine göre OSB tanısı almış çocuklar ile yaş ve cinsiyet olarak eşleştirilmiş sağlıklı çocukların alınması
planlanmaktadır. Çalışılacak kan parametrelerinin OSB’li bireylerdeki aralığının henüz bilinmiyor olması sebebiyle
güç analizi yapılamamış olup, her grupta en az 50 hasta olması planlanmıştır.
Uygulama
OSB grubundaki çocuklar iki çocuk psikiyatristi tarafından DSM-V tanı kriterlerine dayalı klinik görüşme ile
değerlendirilecektir. Ebeveynler tarafından Otizm Davranış Kontrol Listesi (ODKL) doldurulacaktır. Otizm
grubundaki çocukları değerlendirmek için klinisyenler tarafından Çocukluk Otizmini Derecelendirme Ölçeği (ÇODÖ)
doldurulacaktır. Komorbid durumlar, Çocuk ve Gençler için Duygulanım Bozukluğu ve Şizofreni Ölçeği, Şimdi ve
Yaşam Boyu Versiyonu (KSADS-PL) yarı yapılandırılmış görüşme ile değerlendirilecektir.
Çocuk hastalıkları polikliniklerine ayaktan başvuran ve çalışmayı kabul edenlerle KSADS-PL ile klinik görüşme
yapılacak ve psikiyatrik tanı almayanlar, yaş ve cinsiyet olarak hasta grubuyla eşleştirilerek sağlıklı kontrol grubuna
dahil edilecektir.
Her iki grubun ebeveynleri veya yasal koruyucuları sosyodemografik veri formunu dolduracaktır. Sonrasında tıbbi
durum, ilaç kullanımı, ailede psikiyatrik ya da immünolojik hastalık öyküsü gibi klinik özellikler klinisyen tarafından
sorgulanacaktır.
Çalışmayı kabul edenlerden, ön kol bölgesinden açlık venöz kan örnekleri, sabah saat 07.00-9.00 arasında, 2 ml ikişer
adet EDTA içeren tüpe alınacaktır.
Etik kurul onayı ve çocukların ebeveynlerinden veya yasal koruyucularından yazılı bilgilendirilmiş onam alınması
planlanmaktadır.
OSB grubu için çalışmaya dahil edilme kriterleri
1. 3-15 yaş aralığında OSB tanısı almış olması ve herhangi bir medikal tedavi almaması
2. Akut veya kronik enfeksiyon öyküsünün olmaması
3. Nörolojik hastalık öyküsünün olmaması
Prof. Dr. Selahattin Şenol Bahar Okulu 29 Mart - 01 Nisan 2018
17
4. Aileden onam alınması
OSB grubu için çalışmadan dışlama ölçütleri:
1. Aileden onam alınamaması
2. Akut veya kronik enfeksiyon öyküsü
3. Çocukluk çağı şizofrenisi, bipolar bozukluk gibi komorbid psikiyatrik hastalıkların olması
4. Frajil-X sendromu, Down Sendromu gibi kromozomal anomaliye sahip olması
5. Medikal tedavi alıyor olması
6. Nörolojik hastalık öyküsünün olması
Sağlıklı kontrol grubu çalışmaya dahil edilme kriterleri
1. Gelişim dönemlerinde gecikme olmaması
2. Tıbbi öyküsünde kronik enfeksiyon veya akut enfeksiyon olmaması
3. Klinik değerlendirilmede normal zihinsel gelişime sahip olması
4. Herhangi bir medikal tedavi almaması
5. Aileden onam alınması
Sağlıklı kontrol dışlama kriterleri
1. Aileden onam alınamaması
2. Akut veya kronik enfeksiyon öyküsü
3. KSADS-PL görüşmesinde psikiyatrik tanı alması
4. Medikal tedavi alıyor olması
5. Nörolojik hastalık öyküsünün olması
Çalışmada kullanılacak veri toplama araçları:
Sosyodemografik veri formu; Katılımcı çocuğun yaşı, cinsiyeti, sınıfı, anne ve babanın yaşı, eğitim ve
çalışma durumları gibi demografik veriler ile; güncel tedaviler, eşlik eden tıbbi durum, ilaç kullanımı, ailede
psikiyatrik ya da immünolojik hastalık öyküsü gibi klinik özelliklerin kaydedileceği bu formun araştırmacılar
tarafından hazırlanıp uygulanması planlanmaktadır.
Otizm Davranış Kontrol Listesi (ODKL): Krug ve arkadaşları tarafından, 1993 yılında geliştirilen ölçeğin
Türkçe uyarlaması, geçerlilik ve güvenirlilik çalışması Irmak ve arkadaşları tarafından yapılmıştır. ODKL,
duyusal, ilişki kurma, beden ve nesne kullanımı, dil becerileri, sosyal ve öz bakım becerileri olmak üzere
toplam beş alt ölçekten oluşan 57 maddelik bir değerlendirme aracıdır. Maddeler gözlemlenen çocukta var
ise cevap anahtarına göre 1-4 arası puanlanmaktadır. Toplam puanlar 0 ile 159 arasında değişmektedir.
Çocukluk Otizmi Derecelendirme Ölçeği (ÇODÖ): OSB tanısını koymak ve gelişimsel gecikmesi olan
çocuklar ile otizm spektrum bozukluğunda olan çocukları ayırt etmek amacı ile geliştirilmiş; 15 maddeden
oluşan geçerli ve güvenilir bir ölçektir. Ülkemizde Türkçe formunu geliştiren Sucuoğlu ve arkadaşları, iç
tutarlılık ve madde analizi yöntemleri ile ölçeğin geçerlik ve güvenirliğini değerlendirmiştir. ÇODÖ hafif,
orta ve ağır derecede otistik belirtileri olan çocukları da ayırt etmektedir. ÇODÖ; aile ile görüşme, ilgili diğer
Prof. Dr. Selahattin Şenol Bahar Okulu 29 Mart - 01 Nisan 2018
18
kişilerden bilgi alma ve çocuğun gözlenmesi sonucunda elde edilen bilgiler temel alınarak klinisyen
tarafından doldurulur.
Çocuk ve Gençler için Duygulanım Bozukluğu ve Şizofreni Ölçeği, Şimdi ve Yaşam Boyu Versiyonu
(KSADS-PL): 1997 yılında Kaufman ve arkadaşları tarafından geliştirilen ölçeğin Türkçe geçerlilik ve
güvenirlilik çalışması 2004 yılında Gökler ve arkadaşları tarafından yapılmıştır. Üç bölümden oluşmaktadır.
Yapılandırılmamış başlangıç görüşmesi: çocuğun demografik bilgileri, sağlık durumu, şu andaki yakınması,
geçmişte aldığı psikiyatrik tedavilere ilişkin bilgilerle birlikte çocuğun okuldaki durumu, hobileri, arkadaş ve
aile ilişkiler gibi bilgiler edinilir. Tanı amaçlı tarama görüşmesi: 200 kadar özgül belirti ve davranışı
değerlendirir. Çocuklar için genel değerlendirme ölçeği: çocuğun şu andaki işlev düzeyini belirlemek için
düzenlenmiştir.
Çalışmada yapılacak kan ölçümleri
Sabah açlık venöz kanı alınması ve santrifüje edilen serumların -800C’de saklanması planlanmaktadır.
MIG, MCP-1, MIP-1α, MIP-1β, RANTES, eotaksin, IP-10, IL8 düzeylerinin ölçümü: Plazma
numunelerindeki kemokinlerin seviyesi, Luminexs xMAPs teknolojisine dayanan Luminexs 200 ™ algılama
sistemi ile ölçülmesi planlanmıştır. Klinik duruma kör olan tek bir laboratuar teknisyeni tüm plazma
numunelerini değerlendirecektir.
İSTATİSTİKSEL ANALİZ
İstatistiksel analiz için Windows SPSS 17.00 kullanılacaktır. P<0.05 değeri istatiksel olarak anlamlı kabul
edilecektir.
Sosyodemografik özellikleri karşılaştırmak için bağımsız örneklem t-testi ve ki-kare testi kullanılacaktır.
OSB ve kontrol gruplarında kemokinlerin plazma düzeyindeki farklılıkları analiz etmek için bağımsız
örneklem t-testi ve normal dağılıma uymayan veriler için Mann-Whitney U testi kullanılacaktır. Ayrıca
kemokin düzeyleri ile klinik ölçütler arasındaki puanlar arasındaki ilişkiyi araştırmak için Pearson korelasyon
testi veya normal dağılıma uymayanlar için Spearman korelasyon testi yapılacaktır.
KISITLILIKLAR
Örneklemin kliniğe başvuran hastalardan oluşturulması.
Tek merkezli çalışma olması.
OSB dışında gelişimsel gecikmesi olan bireylerin çalışmaya dahil edilmemesi
ÇALIŞMANIN GÜÇLÜ YANLARI
Sağlıklı kontrol grubunun varlığı
OSB’deki çekirdek belirtilerle kemokin profilleri arasındaki ilişkinin incelenmesi
Yarı yapılandırılmış klinik değerlendirme ölçeği ve klinik tanı koydurucu ölçeklerin tanılamada birlikte
kullanılması
Prof. Dr. Selahattin Şenol Bahar Okulu 29 Mart - 01 Nisan 2018
19
Kaynaklar
1.Yılmaz-Irmak, T., Tekinsav-Sütçü, S., Aydın, A., Sorias, O. (2007). Otizm Davranış Kontrol Listesinin (ODKL)
geçerlilik ve güvenirliliğinin incelenmesi. Çocuk ve Gençlik Ruh Sağlığı Dergisi, 14(1), 13-23.
2. Sucuoğlu B, Öktem F, Akkök F, Gökler B, Otistik Çocukların Değerlendirilmesinde Kullanılan Ölçeklere İlişkin
Bir Çalışma, 3P Dergisi, 1996, 4(2).
3. Vargas DL, Nascimbene C, Krishnan C, Zimmerman AW, Pardo CA. Neuroglial activation and neuroinflammation
in the brain of patients with autism. Ann Neurol (2005) 57(1):67–81. doi:10.1002/ana.20315
4. Ashwood P, Krakowiak P, Hertz-Picciotto I, Hansen R, Pessah I, Van de Water J. Elevated plasma cytokines in
autism spectrum disorders provide evidence of immune dysfunction and are associated with impaired behavioral
outcome. Brain Behav Immun (2011) 25(1):40–5. doi:10.1016/j.bbi.2010.08.003
5.Ashwood P, Krakowiak P, Hertz-Picciotto I, Hansen R, Pessah IN, Van de Water J. Associations of impaired
behaviors with elevated plasma chemok-ines in autism spectrum disorders. J Neuroimmunol (2011) 232(1):196–9.
doi:10.1016/j.jneuroim.2010.10.025
6. Zerbo O, Yoshida C, Grether JK, Van de Water J, Ashwood P, Delorenze GN, et al. Neonatal cytokines and
chemokines and risk of autism spectrum disorder: the early markers for autism (EMA) study: a case-control study. J
Neuroinflammation (2014) 11:113. doi:10.1186/1742-2094-11-113
7. Rostene,W.,Dansereau,M.A.,Godefroy,D.,VanSteenwinckel,J.,Reaux-Le,G.A., Melik-
Parsadaniantz,S.,Apartis,E.,Hunot,S.,Beaudet,N.,Sarret,P.,2011.Neurochemokines:a menage a trois providing new
insights on the functions of chemokines in the central nervous system. J.Neurochem118,680–694.
8.Shen, Y., Ou, J., Liu, M., Shi, L., Li, Y., Xiao, L., Dong, H., Zhang, F., Xia, K. and Zhao, J. (2016). Altered plasma
levels of chemokines in autism and their association with social behaviors. Psychiatry Research, 244, pp.300-305.
9. Han, Y., Cheung, W., Wong, C., Sze, S., Cheng, T., Yeung, M. and Chan, A. (2017). Distinct Cytokine and
Chemokine Profiles in Autism Spectrum Disorders. Frontiers in Immunology, 8.
10. Li X, Chauhan A, Sheikh AM, Patil S, Chauhan V, Li XM, et al. Elevated immune response in the brain of autistic
patients. J Neuroimmunol (2009) 207(1):111–6. doi:10.1016/j.jneuroim.2008.12.002
11. Krug DA, Arick JR, Almond PA (1993) Autism Screening Instrument for Educational Planning. Second Edition,
Pro-ed Inc. Austin, Texas.
12. American Psychiatric Association. (2013). Diagnostic and statistical manual of mental disorders (5th ed.).
Washington, DC
13. Centers for Disease Control and Prevention (CDC) (2012). Literature: MMWR Surveill Summ. Mar 30;61(3):1-
19.
14. Tavassoli, T., Miller, L., Schoen, S., Jo Brout, J., Sullivan, J. and Baron-Cohen, S. (2017). Sensory reactivity,
empathizing and systemizing in autism spectrum conditions and sensory processing disorder. Developmental
Cognitive Neuroscience.
15. Gökler, B., Ünal, F., Pehlivantürk, B., Çengel-Kültür, E., Akdemir, D. ve Taner, Y. (2004). Okul Çağı Çocukları
İçin Duygulanım Bozuklukları ve Şizofreni Görüşme Çizelgesi-Şimdi ve Yaşam Boyu Şekli-Türkçe uyarlamasının
geçerlik ve güvenirliği. Çocuk ve Gençlik Ruh Sağlığı Dergisi, 11(3), 109-116.
Prof. Dr. Selahattin Şenol Bahar Okulu 29 Mart - 01 Nisan 2018
20
S/4 Otizm Spektrum Bozukluğunda İnflamasyon Göstergesi Olarak Ortalama Platelet Hacmi
Buse Pınar Kırmızı, Gonca Çelik, Ayşegül Tahiroğlu, Perihan Çam Ray
Çukurova Üniversitesi Çocuk ve Ergen Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı, Adana
Amaç:
Otizm Spektrum Bozukluğu, sosyal ve iletişim alanında yetersizlik ve stereotipik davranışlar ile seyreden
nörogelişimsel bir bozukluktur. Otizm Spektrum Bozukluğu’nun etiyolojisi net olmamakla birlikte multifaktöriyel bir
bozukluk olduğu düşünülmektedir. Yapılan çalışmalarda genlerin önemli bir rol oynadığı ayrıca klinik tablonun
şiddetlenmesi için ek olarak çevresel faktörlere ihtiyaç duyulduğu gösterilmiştir. Bağışıklık sistemindeki
bozuklukların beyin gelişimi ve sinaptik fonksiyonlar üzerinden Otizm Spektrum Bozukluğu’nun patogenezinde rol
oynadığı gösterilmiştir.
Otizm Spektrum Bozukluğu olan bireylerde santral sinir sistemi, periferal kan ve gastrointestinal sistemde anormal
bir immun cevap olduğu, mikroglia ve astrositlerdeki aşırı aktivasyon post-mortem beyin dokularında ve biyolojik
belirteçlerde gösterilmiştir. Artmış otoimmünitenin başlıca nedeninin gebelik boyunca maternal anti-fetal beyin
antikorlarının plasentadan geçişi olduğu bulunmuştur. Otizmli çocuklar ve onların yakın akrabalarında inflamatuvar
sitokin konsantrasyonlarının serum, plasenta ve beyin omurilik sıvısı (BOS)’ta değişen oranlarda bulunduğu
gösterilmiştir. Ayrıca, immunglobulinlerin hatalı üretiminin veya B hücre ve T hücre disfonksiyonunun Otizm
Spektrum Bozukluğu olan bireylerde humoral ve hücresel immun cevapta değişikliğe neden olduğu doğrulanmıştır.
Maternal otoimmün hastalık öyküsü, çocukta Otizm Spektrum Bozukluğu gelişme riskini artırmaktadır. Sistemik
Lupus Eritematozus (SLE) ve Antifosfolipid Sendrom gibi annedeki otoimmün romatizmal hastalıklar ile çocukta
Otizm Spektrum Bozukluğu arasında potansiyel bir ilişkinin olduğu, dahası, in utero maternal antikorlara ve
sitokinlere maruziyetin ileride Otizm Spekrum Bozukluğu gelişme riskini artırdığı düşünülmektedir. Post mortem
beyin preperatları ve biomarker çalışmalarında nöroinflamasyonun devam etmesi Otizm Spektrum Bozukluğunda
immun disregülasyonun kanıtıdır. Limbik sistemde artmış hücre paketlenmeleri ve küçük nöron boyutları,
serebellumda granuler hücre ve purkinje hücrelerinin azlığı Otizm Spektrum Bozukluğunda sistemik veya lokal
inflamasyonu kısmen açıklayabilir. Bununla birlikte santral sinir sisteminde inflamatuvar cevap mast hücre, astrosit
ve mikroglia aktivasyonu ile bağlantılıdır. Bu artmış aktivasyonun Otizm Spektrum Bozukluğunda vaskuler
endotelyal büyüme faktörü sekresyonunu artırarak kan beyin bariyerini bozduğu düşünülmektedir. Dahası beyin
örnekleri ve BOS’ta sitokin ve kemokin üretimi artmıştır. Bunlar interferon gamma (IFN-γ), interleukin 1 beta (IL-
1B), interleukin 6 (IL-6), IL-12p40, tumor necrosis factor alpha (TNF-α) ve kemokin CCL2 olarak bilinmektedir.
Interleukin 1 beta (IL-1B), sinir sisteminde nörogenez, göç, farklılaşma, sinaps oluşumu, plastisite ve yaralanmaya
verilen cevaplar sırasında bulunmaktadır. Ayrıca santral sinir sisteminde otistik beyin gelişiminden sorumlu
bölgelerde nöronal progenitör hücre proliferasyonu ile ilişkili olduğu bulunmuştur. Interleukin 6 (IL-6), kendi kendine
yenilenme, nöronal göç ve hücre sağ kalımını destekleyen nöronal habercilerle ilişkilidir. Beyinde salgılanan
Interleukin 4 (IL-4), nöral progenitör hücrelerin oligodendrogenezisinden sorumludur. Interferon gamma (IFN-γ),
nöral progenitör hücrelerden nöronal farklılaşmadan sorumludur. Tumor necrosis factor alpha (TNF-α) nöronlarda
hücre ölümüne sebep olabilmektedir. Transforming growth factor beta (TGFβ) nöronal göç, nöral hücre sağ kalımı
ve sinaps oluşumunda rol oynamaktadır.
Araştırmalar Ortalama Platelet Hacmi, Nötrofil/Lenfosit oranı, Platelet/Lenfosit oranı ve Eritrosit Dağılım
Genişliği’nin kardiyovasküler hastalıklar, kronik nefropatiler, neoplazmalar, serebrovasküler hastalıklar ve otoimmün
hastalıklar gibi kronik hastalıklarda inflamasyonun belirteci olduğunu ve bu hastalıklarda inflamasyonu belirlemede
değerli bir potansiyele sahip olabileceklerini göstermektedir.
Yüksek Nötrofil/Lenfosit oranı, Platelet/Lenfosit oranı değerleri artmış inflamasyon göstergeleridir. Periferik kandaki
Nötrofil/Lenfosit oranı, Platelet/Lenfosit oranı basit sistemik inflamasyon cevaplarıdır. Nötrofil/Lenfosit oranı;
Prof. Dr. Selahattin Şenol Bahar Okulu 29 Mart - 01 Nisan 2018
21
Diabetes Mellitus, koroner arter hastalığı, ülseratif kolit ve inflamatuvar artrit gibi sistemik veya lokal inflamatuvar
cevap patolojisi olduğu kanıtlanmış hastalıklarda tanı değerine sahiptir. Platelet/Lenfosit oranı inflamasyonu gösteren
yeni bir belirteçtir. Platelet/Lenfosit oranının pek çok malignenside daha duyarlı bir marker ve prognostik bir faktör
olabileceği düşünülmektedir. Ortalama Platelet Hacmi platelet sayı ve aktivitesini gösteren bir başka belirteçtir.
İnflamasyon ve inflamasyonun şiddeti ile ilişkili olduğu gösterilmiştir.
Bu çalışmanın birinci amacı; Poliklinik koşullarında istenmesi kolay ve uygulanması basit ve ucuz bir yöntem olan
tam kan sayımı aracılığı ile elde edilen inflamasyon göstergesi parametreleri ile Otizm Spektrum Bozukluğu ve
inflamasyonun ilişkisini araştırmaktır. İkinci olarak; Ortalama Platelet Hacmi’nin Otizm Spektrum Bozukluğu’nda
inflamasyonun tespiti ve semptom şiddetini göstermede uygun bir biyomarker olup olmadığını araştırmaktır. Üçüncü
olarakta; Otizm Spektrum Bozukluğu tanısı alan çocukların bireysel ve ailesel otoimmunite öyküleri ve
sosyodemografik özelliklerini belirlemektir.
Hipotez:
İmmün sistemdeki değişikliklerin ve otoimmünitenin Otizm Spektrum Bozukluğu etiyolojisinde rol oynadığı
düşünülmektedir. Hipotezimiz: Uygulanması basit ve ucuz bir yöntem olan tam kan sayımı ile elde edilen
Nötrofil/Lenfosit oranı, Platelet/Lenfosit oranı ve Ortalama Platelet Hacmi gibi inflamasyon göstergesi
parametrelerin, Otizm Spektrum Bozukluğunda otoimmunite veya inflamasyon artışının yordacı olup olmadığının
araştırılmasıdır.
Yöntem:
Çalışmada, 01.01.2015-01.10.2017 tarihleri arasında Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk ve Ergen Ruh
Sağlığı ve Hastalıkları Polikliniği’ne başvuran olguların arşiv dosyaları retrospektif olarak tarandıktan sonra, Otizm
Spektrum Bozukluğu tanısı alan ve daha önce tedavi almamış olan 3-6 yaş arası 50 olgunun ve yaş, cinsiyet grubu
olarak eşitlenmiş 50 sağlıklı olgunun ilk başvurularında ve ilaç almadan istenen rutin kan incelemelerinde bakılan tam
kan sayımı parametreleri ile Nötrofil/Lenfosit oranı, Platelet/Lenfosit oranı, Ortalama Platelet Hacmi,
Antistreptolizin-O (ASO), Vitamin D düzeyleri retrospektif olarak incelenecektir. Tanılar DSM-V tanı ölçütlerine
göre konulacaktır. Psikometrik ölçümler Otizm Davranış Kontrol Listesi (ABC-Autism Behavior Checklist) ve
Ankara Gelişim Envanteri (AGTE) aracılığı ile yapılacaktır. Katılımcıların çalışmaya dahil edilme kriterleri; Otizm
Spektrum Bozukluğu alt tiplerinden birisine sahip olmaktır. Çalışmadan dışlanma kriterleri; Ağır Düzeyde Mental
Retardasyon, Konjenital Anomaliye sahip olmaktır.
İstatiksel Analiz:
İstatistiksel incelemeler, Statistical Package for the Social Sciences (SPSS) bilgisayar paket programı yardımı ile
yapılacaktır. İstatistik analizlerin yapılması aşamasında Biyoistatistik Anabilim Dalı’ndan yardım alınacaktır.
Sınırlılıklar:
Retrospektif olması nedeniyle dosya kayıtları ve ilişkili değişkenlerin belirlenmesinde güçlük olması.
S/5 Davranım Bozukluğu/Karşıt Gelme Bozukluğu Tanısı Konan Çocuk ve Ergenlerde Empati Becerileri,
Duygusal Yüz İfadelerinin Tanınması ve Otonom Yanıt Parametrelerinin Değerlendirilmesi
Hilal Aydemir, Esra Çöp, Özden Şükran Üneri
Ankara Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Hematoloji Onkoloji EAH, Çocuk Psikiyatri Kliniği, Ankara
Amaç
Prof. Dr. Selahattin Şenol Bahar Okulu 29 Mart - 01 Nisan 2018
22
Davranım Bozukluğu/Karşıt Gelme Bozukluğu tanısı konan çocuk ve ergenler ile sağlıklı kontrollerin; duygusal yüz
ifadeleri, mizaca bağlı ve durumsal empati becerileri, katı duygusallıktan yoksun özelliklerin, deri iletkenlik yanıtı,
kalp hızı değişkenliğinin incelenmesi ve karşılaştırılması amaçlanmaktadır.
Yazında Yıkıcı Davranış Bozukluğu tanılı çocukların sağlıklı akranlarına göre daha az empatik olduğu ve sosyal
becerilerinin daha yetersiz olduğu ifade edilmiştir. Özellikle DB olan erkek ergenlerin kızlara göre duygu tanıma
becerilerinin daha yetersiz olduğu ifade edilmiştir. Ayrıca yazında katı-duygusuz özellikler ile empati becerileri
arasında negatif bir ilişki olduğu, DB tanısı alan grupta katı-duygusuz özellikleri yüksek olan grubun daha az empatik
yanıt verebildikleri belirtilmiştir. Yine katı-duygusuz özelliklerin gelecekteki psikopatiyi yordadığı ve bu grupta
afektif empatinin (başkalarının duygularını paylaşma ) bilişsel empatiye ( başkalarının duygularını anlama ) göre
daha çok etkilendiği vurgulanmıştır.
Ulkemizde bu konuda yapılmış çalışma bulunmamaktadır.
Davranım Bozukluğu tanılı çocuk ve ergenlerde empati becerileri ve duygusal yüz ifadelerini tanıma becerilerindeki
yetersizlikler ve sebeplerinin incelenmesi uygulanacak müdahaleleri planlama açısından önemlidir. Bir çocuğun ve
ergenin sağlıklı ruhsal gelişimi için diğer insanlarla yeterli düzeyde sosyal etkileşime girebilme becerisini kazandırma
oldukça önemlidir.
Sosyal bilişsel becerilerin gelişiminde erken dönemde başlayan aksamaların olması, kişilerin sosyal, iletişimsel ve
mesleki alanlarda yetersizliklerine neden olmaktadır ve bu da bozuk bir döngü ile sonuçlanabilir. Davranım
Bozukluğu olan bireylerde bu döngüde bozukluklar olabilmektedir.
Hipotez
Kesitsel çalışma deseni ile dizayn edilen çalışmamızda aşağıda belirtilen hipotezlerin değerlendirilmesi
amaçlanmaktadır:
1)Davranım Bozukluğu /Karşıt Gelme Bozukluğu tanılı hastalar ve sağlıklı kontrol grubu arasında sosyal bilişsel
beceriler olan sözel olmayan duygu ifadelerinin tanınması, mizaca bağlı ve durumsal empati becerileri arasında fark
yoktur.
2)Davranım Bozukluğu/Karşıt Gelme Bozukluğu tanılı hasta grubunun kendi içinde katı duygusuz özellikleri olan ve
olmayan gruplar arasında duygu ifadelerinin tanınması ve empati becerileri açısından fark yoktur.
3)Davranım Bozukluğu/Karşıt Gelme Bozukluğu tanılı hastalar ve sağlıklı kontroller arasında deri iletkenlik yanıtı ve
kalp hızı değişkenliği arasında ilişki yoktur.
4)Davranım Bozukluğu/Karşıt Gelme Bozukluğu tanılı hasta grubu ve sağlıklı kontrollerin zeka puanları açısından
aralarında fark yoktur.
Yöntem
Bu araştırma Ankara Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Hematoloji Onkoloji EAH Çocuk Psikiyatrisi Polikliniğinde
gerçekleşecektir.Polikliniğimize başvuran 40 Davranım Bozukluğu/Karşıt Gelme Bozukluğu tanılı hasta, pediatri
polikliniklerine başvuran kronik veya psikiyatrik bir rahatsızlığı bulunmayan , 40 sağlıklı kontrol alınması
planlanmaktadır. Olguların sosyodemografik özellikleri araştırmacı tarafından hazırlanan bir formla, klinik
Prof. Dr. Selahattin Şenol Bahar Okulu 29 Mart - 01 Nisan 2018
23
değerlendirmeleri Okul Çağı Çocukları için Duygulanım Bozuklukları ve Şizofreni Görüşme Çizelgesi- Şimdi ve
Yaşam Boyu Şekli ile, duygusal ve davranışsal sorunları 4-18 Yaş Çocuk ve Gençlerde Davranış Değerlendirme
Ölçeği ile, mizaca bağlı empati becerileri Bryant Empati Ölçeği, KASİ Empati Eğilim Ölçeği Çocuk ve Ergen Formu
ve Griffith Ana-baba Empati Ölçeği ile, duygusal yüz ifadelerini tanımabecerileri Sözel Olmayan İfadelerin Tanısal
Analizi Testi ile, katı-duyarsız özellikler Katı-Duyarsız (Acımasız- duygusuz ) Özellikleri Tarama Ölçeği ile, zeka
düzeyleri
Wechsler Çocuklar İçin Zeka Ölçeği-gözden geçirilmiş formu-IV ile değerlendirilecektir.Ölçeklerin doldurulmasının
yaklaşık 45 dakika sürmesi planlanmaktadır. Ayrı bir oturumda katılımcılar on dakika dinlendirildikten sonra sessiz,
dış uyaranlara kapalı, izole bir ortamda parmaklara ve ekstremitelere yerleştirilen problar aracılığıyla bazalde ve Sözel
Olmayan İpuçlarını Algılama Becerilerini Değerlendirme Aracı (SOİAB) testi sırasında belirli aralıklarla deri
iletkenliği yanıtı (SCR) ve EKG kaydı ölçülmesi planlanmaktadır.Çalışmanın süresi 6 ay olarak tahmin edilmektedir.
İstatistiksel Analiz
Veriler, Sosyal Bilimler İçin İstatistik Paket Programı (Statistical Program for Social Sciences-SPSS for Windows,
15.0) kullanılarak analiz edilecektir. Katılımcıların verileri değelendirerek, değişkenlerin dağılımı ve aralarındaki
ilişki belirlenecektir.
Sınırlılıklar
1)Örneklem boyutunun küçük olması
2)Katı-duygusuz özellikleri tarama ölçeğinin özbildirime dayalı olması
S/6 Dikkat Eksikliği Hiperaktivite Bozukluğu Olan Ergenlerde Kronotipinin Komorbidite ve Klinik ile İlişkisi
Ezgi Eynallı Gök*, Özge Metin*, Ayşegül Yolga Tahiroğlu*
*Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çocuk ve Ergen Ruh Sağlığı ve Hastalıkları AD, ADANA
[email protected], [email protected], [email protected]
Amaç:
Bireylerin biyolojik ritimlerince belirlenen, fiziksel ve bilişsel olarak daha aktif performans sergiledikleri zaman
dilimine göre; sabahçılar, akşamcılar ve ara tip olmak üzere üç farklı kronotip tanımlanmıştır. Sabahçı kronotipe sahip
bireyler; erken uyuyan, erken saatlerde güne başlayan, fiziksel ve mental aktiviteler için sabah saatlerini tercih eden
bireylerdir. Akşamcı kronotipe sahip kişilerin ise; daha geç saatte uyudukları, fiziksel ve bilişsel aktiviteler için
öğleden sonra ve akşam saatlerini tercih ettikleri bilinmektedir. Ara tipler ise her iki tipin özelliklerini gösterebilen
kişilerdir. Biyolojik saatle ilgili genetik varyasyonlar ve çevresel etkenler belirli bir popülasyonda kronotiplerin
dağılımına katkıda bulunurlar. Cinsiyet ve yaşın kronotipisel farklılıklarda rol oynadığı düşünülmektedir. Bazı
araştırmacılar tarafından; akşamcılığın ergenlik döneminin sonlanmasına işaret eden biyolojik bir belirteç olduğu ileri
sürülmüştür. Ergenlikte hormonal değişimlerle birlikte kronotipide sabahçılıktan akşamcılığa doğru bir değişim
eğilimi olduğu bilinmektedir. Kronotipi değişikliklerinin cinsiyetler arasında farklı bir seyir göstermesinde ise;
pübertal gelişim evrelerinin zamanlamasının her iki cinsiyet için farklı bir seyir gösteriyor olması sorumlu
tutulmaktadır. Bu nedenle ergenlik döneminde kronotipisel farklılıkların değerlendirilmesinde pübertal gelişim
evresinin saptanması önem arz etmektedir. Kronotip farklılıklarının biyolojik ve psikiyatrik değişkenlerle ilişkisini
inceleyen birçok çalışma mevcut olmakla birlikte çocuk ve ergen yaş grubunda kronotipin DEHB ile ilişkisinin
incelendiği çalışma sayısı yetersizdir. DEHB’de kronotipi ele alan çalışmalar; kronotip dağılımları ve kronotiplerin
Prof. Dr. Selahattin Şenol Bahar Okulu 29 Mart - 01 Nisan 2018
24
DEHB alt tipleri ve semptom şiddeti üzerine olan etkisini incelemiştir. Erişkin DEHB hastalarında yapılan bir
çalışmada; akşamcı kronotip yaş olarak eşleştirilmiş genel popülasyona göre daha yüksek oranda saptanmıştır (%40
& %10.8). Ayrıca, akşamcılık puanlarındaki artış, dikkatsizlik ve dürtüsellikte artışla ilişkili bulunmuştur. DEHB
tanılı çocuklarda yapılan çalışmalarda; erişkine benzer şekilde akşamcı kronotipin baskın olduğu, sağlıklı kontrolere
göre kronotip ölçek puanlarının farklılık göstermediği bildirilmiştir. DEHB alt tipleri ve kronotip tercihi arasındaki
ilişkiye dair çalışmaların bulguları ise tutarlı değildir. Hiperaktivite-dürtüselliğin baskın olduğu tipte akşamcılığın
fazla olduğunu gösteren çalışmaların bulguları, başka çalışmalarca desteklenememiştir. Literatürde, kronotip ve
DEHB’ye eşlik eden ruhsal hastalıklar arasındaki ilişkiyi inceleyen henüz bir çalışma mevcut değildir. DEHB’li çocuk
ve ergenlerde; komorbidite prevelansı %40-80 arasında değişmekte, klinik örneklemde ise daha yüksek olduğu
bildirilmektedir. DEHB’de eşlik eden ruhsal bozuklukların klinik şiddeti ve işlevsellikteki bozulmayı arttırdığı,
komorbidite varlığında uygun tedavi planını oluşturmada bazı güçlüklerin yaşandığı ve tedavi yanıtında sorunlara
neden olduğu bilinmektedir. Bu nedenle DEHB’de komorbidite üzerinde etkili olan faktörlerin belirlenmesi önem arz
etmektedir. Bu çalışmada, DEHB komorbiditesinin, yazında daha önce hiç ele alınmamış bir özellik olan kronotipsel
farklılıklardan nasıl etkilendiğini, kronotipinin komorbidite üzerinde olası yordayıcı rolünü araştırmayı
amaçlamaktayız.
Hipotez: Çalışmamız ile test etmeyi planladığımız hipotezler aşağıda özetlenmiştir.
-DEHB’li ergenlerde akşamcı kronotip sıklığı daha yüksektir.
-DEHB’li ergenlerde akşamcı kronotipe sahip olgularda komorbidite sıklığı daha fazladır.
-DEHB’li ergenlerde kronotiplere göre eşlik eden bozuklukların dağılımları farklılık gösterecektir.
-Kronotiplere göre DEHB semptomatolojisi ve klinik şiddeti farklılık gösterecektir.
-Akşamcılık puanlarındaki artış, komorbidite türü ve DEHB klinik şiddeti üzerinde yordayıcı olacaktır.
Yöntem: Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk ve Ergen Ruh Sağlığı ve Hastalıkları polikliniğine başvuran 12-
18 yaş aralığındaki ergenlerden, psikiyatrik muayene, yarı yapılandırılmış görüşme formu ile yapılan değerlendirme
sonucunda DSM-V tanı kriterlerine göre DEHB tanısı alan olguların çalışmaya dahil edilmesi planlanmıştır. DEHB’li
ergenlerde; kronotipin, komorbidite ve klinik üzerine olan etkisini araştırmak için öncelikle kronotipsel dağılımları
belirlememiz gerekmektedir. Yazında DEHB’li ergenlerde kronotipi dağılımlarını belirleyen herhangi bir çalışma
mevcut olmayıp, 7-12 yaş grubu DEHB’li çocuklarda ülkemizde yapılan tek bir çalışmada akşamcılık kronotipisi
oranı % 36,5 olarak bildirilmiştir. Erişkin DEHB örneklemlerinde yapılan çalışmalarda akşamcı kronotipisi için daha
yüksek oranlar bildirildiği için, ergen DEHB olgularında bu oranının daha yüksek çıkma ihtimalini dikkate alarak
sapma miktarının yüksek alınmasına karar verilmiştir. Sonuç olarak; DEHB’li ergenlerde akşamcı kronotipisi oranını
% 36 olduğunu % 95 olasılıkla ±7 birim sapma ile belirleyebilmek için minimum örneklem büyüklüğü 193 kişi olarak
hesaplanmıştır. Çalışmaya davet edilen olguların bir kısmının kabul etmeyeceği ve eksik doldurulan değerlendirme
araçlarından dolayı bir kısmının verilerinin de dahil edilemeyeceği de dikkate alınarak çalışmaya 200 kişinin dahil
edilmesi planlanmıştır. Dahil etme ölçütlerini karşılayan tüm olgular ve ailelere bilgi verildikten sonra bu olgular
çalışmaya davet edilecektir. Sadece gönüllü olgular yazılı aydınlatılmış onam sağlandıktan sonra çalışmaya
alınacaktır. DSM-V’e göre DEHB tanı kriterlerini karşılama, 18 yaşından küçük olma, 12 yaş ve üzerinde olma,
çalışmaya katılmaya onam verme dahil edilme kriterleri olarak belirlenmiştir. Toplam zeka bölümü puanı 80’in altında
olması, DEHB tedavisi alıyor olma, doğumsal metabolik ve kronik sistemik hastalık tanısının olması, sirkadiyen ritmi
etkileyen ilaç kullanıyor olma, DEHB’ye OSB ve psikotik bozukluk tanılarının eşlik etmesi çalışmadan dışlama
kriterleri olarak belirlenmiştir. Yarı yapılandırılmış görüşme formu (Kiddie Schedule for Affective Disorders and
Schizophrenia for School-Age Children-Present and Lifetime; KSADS-PL) aracılığı ile yapılan görüşme ve ruhsal
muayene sonucunda DEHB tanısına eşlik eden diğer ruhsal tanılar belirlenecektir. Olguların sosyodemografik bilgileri
kliniğimizde kullanılan sosyodemografik form aracılığı ile elde edilecektir. Olguların pübertal gelişim durumlarının
tespit edilmesinde özbildirime dayalı Pübertal Gelişim Değerlendirme Formunu doldurmaları istenecektir. Pübertal
Prof. Dr. Selahattin Şenol Bahar Okulu 29 Mart - 01 Nisan 2018
25
gelişim evreleri karıştırıcı değişken olarak analizlerde dikkate alınacaktır. Kronotipin belirlenmesi için hem ebeveyn
bildirimi hem de ergen bildirimi dikkate alınacaktır. Kronotipi tercihlerinin belirlenmesinde Turkçe geçerlik ve
guvenirlik çalısması yapılmış olan Çocukluk Dönemi Kronotip Anketi kullanılacaktır. Ebeveynlerin herhangi birinden
DEHB kliniği ve ilişkili semptomlara yönelik olarak Conners Ana-baba Dereceleme Ölçeği-Yenilenmiş/Uzun Formu
doldurmaları istenecektir.
İstatistiksel Analiz: Verilerin değerlendirilmesi için SPSS programı kullanılacak olup, istatistiksel analiz konusunda
Biyoistatistik AD.’dan yardım alınacaktır.
Sınırlılıklar: Kronotipi ve pübertal gelişimin değerlendirilmesinde özbildirime dayalı ölçeklerin kullanılması
çalışmanın sınırlılıkları olarak öngörülmektedir.
S/7 Çocukluk Çağı Obsesif Kompulsif Bozukluğu: Oksidatif Hasarın Değerlendirilmesinde Tiyol Disülfit
Homeostazisi ve İskemi Modifiye Albumin(IMA)’ nın Önemi
Emre Ürer*, Birim Günay Kılıç*, Gamze Avcıoğlu**, Özcan Erel**
*: Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk ve Ergen Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı,
Ankara
**: Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Tıbbi Bİyokimya Anabilim Dalı, Ankara
([email protected], [email protected], [email protected], [email protected])
Amaç: Psikiyatrik bozuklukların etyolojisinde biyolojik, psikolojik, sosyal, genetik ve biyokimyasal faktörler yer alır.
Depresyon, anksiyete bozuklukları, şizofreni ve bipolar bozukluk gibi birçok psikiyatrik bozuklukta oksidatif stresin
etyolojide rol oynadığı gösterilmiştir. Oksidatif stres ile psikiyatrik bozukluklar arasındaki nedensel ilişki tam olarak
belirlenmemiştir(1). OKB’ nin biyokimyasal temellerini değerlendiren birçok çalışma bulunmaktadır. Bu çalışmaların
büyük bir kısmı erişkin yaş grubundaki OKB’ li hastalarda TAS, TOS ve OSİ değerlendirilmesine odaklanmıştır. Bu
çalışmalarda, OKB’ de oksidatif hasarın artışı hipotezi ile uyumlu olarak, TOS ve OSİ düzeyleri yüksek, TAS
düzeyleri düşük saptanmıştır(2). Çocukluk yaş gurubunda OKB ile Oksidatif stres ilişkisini değerlendiren çalışma
sayısı çok azdır. Ülkemizde yapılan, yaşları 8-17 arasında değişen OKB tanılı 26 çocuk ve ergenin katıldığı bir
çalışmada , erişkin yaş grubundaki çalışmalara benzer sonuçlar elde edilmiştir(3). Mevcut bilgimize göre, çocukluk
çağı OKB’ sinde hastalık şiddet düzeyleri ile Tiyol disülfit homeostazisi ve iskemi modifiye albumin düzeylerinin
ilişkisini değerlendiren çalışmaya rastlanmamıştır. Tiyoller, antioksidan savunma mekanizmasında önemlidir.
Tiyoller oksidanlar ile oksidasyon reaksiyonuna girebilir ve disülfit bağı oluşturabilirler. Tiyol/disülfit oranı (TDR),
detoksifikasyon, antioksidan koruma, sinyal iletimi, enzimatik aktivitenin düzenlenmesi, apoptozis ve hücresel sinyal
mekanizmalarında kritik rollere sahiptir. Dinamik tiyol disülfit homeostazisinin saptanması, normal veya anormal
normal biyokimyasal süreçler hakkında önemli bilgiler sağlayabilir(4). Tiyol disülfit homeostazisi ile şizofreni,
bipolar bozukluk gibi psikiyatrik durumların ilişkisi gösterilmiştir(5).
Albumin, maddelerin transportu, onkotik basıncın düzenlenmesi ve antioksidan koruma gibi pek çok fizyolojik görevi
olan ve dolaşımda en bol bulunan makroproteindir(6). Oksidatif stres ile albüminin N-terminal ucuna kobalt metalinin
(Co+2) bağlanma düzeyini azaltmaktadır. Bu modifiye edilmiş albümin şekli iskemi-modifiye albumin (IMA) olarak
belirtilmekte ve kardiyak iskemi için umut vaat eden bir belirteç olarak bilinmektedir(7).
Ancak, IMA'nın kardiyak iskemi dışında birçok hastalıkta yükselmesinden dolayı kardiyak iskemi için daha az özgül
olduğu gösterilmiştir(8, 9). Bununla birlikte, IMA çocukluk OKB’sinde henüz değerlendirilmemiştir. Dolayısıyla bu
çalışmada serum Tiyol disülfit ve IMA seviyleri OKB’si olan çocuk hastalarda oksidatif stresin belirlenmesinde
efektif markerlar olarak değerlendirilebilecektir.
Prof. Dr. Selahattin Şenol Bahar Okulu 29 Mart - 01 Nisan 2018
26
Hipotezler:
1) Oksidatif stres belirteçleri kontrol grubuna göre yüksektir.
2) Oksidatif hasarın düzeyi ile hastalık semptom şiddeti korelasyon gösterir.
3) Oksidatif hasarın düzeyi kronik seyir, hastalığın tekrarlama olasılığı ve ek psikiyatrik komorbiditelerin varlığı ile
korelasyon gösterir
Yöntem:
Katılımcılar: 1 Eylül 2018- 1 Şubat 2019 tarihleri arasında Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Ergen
Psikiyatrisi polikliniğine getirilen, OKB semptomları bulunan ve psikiyatrik muayene sonrası DSM-5 tanı kriterlerine
göre OKB tanısı alan 40 çocuk ve ergenin(8-17 yaş) çalışmaya alınması planlanmıştır. Kontrol grubu hasta grubu ile
yaş ve cinsiyet olarak eşleştirilmiş sağlıklı gönüllülerden oluşturulacaktır.
Dışlama kriterleri:
1. Şizofreni, Bipolar Affektif Bozukluk, Yaygın Gelişimsel Bozukluk, Yeme bozukluğu, zeka geriliği olan
hastalar,
2. Alkol, madde bağımlılığı olan hastalar,
3. Sigara kullanımı olan hastalar,
4. Ağır kafa travması öyküsü olanlar,
5. Antioksidan ajan kullanımı (vitamin E, vitamin C, N-asetil sistein), ksantin oksidaz inhibitorü kullanımı
(allopurinol, folik asit),
6. Bilinen akut ya da kronik nörolojik hastalıkları olanlar (epilepsi, MS vb.),
7. Bilinen hipertiroidi, hipotiroidi, diyabet ya da diğer endokrinopatiler gibi tıbbi rahatsızlığı olan hastalar,
8. Bilinen nöroblastoma, nöroendokrin tümör, lökoensefelopati gibi medikal durumlar,
9. Bilinen otoimmün, enfeksiyon ve kardiyovasküler hastalığı olanlar,
10. Body Mass Indexi 30 üzerinde olan hastalar çalışmadan dışlanacaktır.
Psikiyatrik Görüşme ve Ölçekler: Etik kurul onayı alındıktan sonra, tüm katılımcılar ve aileleri yazılı ve sözlü olarak
bilgilendirilecektir. Katılımcılarla, Çocuk ve Ergen Psikiyatristi tarafından OKB’ nin varlığını ve çocuk üzerindeki
etkilerini belirlemeye yönelik psikiyatrik görüşme yapılacaktır. Bu görüşmelerde sosyodemografik bilgiler (yaş,
cinsiyet, eğitim, gelir düzeyi, BMI), çocuğun var olan obsesyonları ve/veya kompulsiyonları ile ilgili bilgiler çocuğun
kendisine ve ailesine sorulacaktır. Tüm olgulara, Schedule for Affective Disorders and Schizophrenia for School-Age
Children-Present and Lifetime Turkish Version (K-SADS-PL) uygulanacaktır. Ayrıca, Çocukluk çağı Yale Brown
Obsesif Kompulsif Skalası (C-YBOCS) olgular tarafından, Klinik Global İzlenim Ölçeği (CGI) de çocuk ergen
psikiyatristi tarafından doldurulacaktır.
Kan Alımı: Tüm katılımcılardan, 12 saat açlığı takiben sabah 8:00-9:00 arasında, biyokimya tüpüne 4 ml kan
alınacaktır. Alınan kanlar 3000 rpmde , +4oC, 15 dakika santrifüj edilecektir. Ayrılan serumlar çalışma gününe kadar
– 80oC’ de saklanacaktır.
Biyokimyasal Analiz: Serum native tiyol, total tiyol ve disülfid değerleri Erel ve Neşelioğlu tarafından
geliştirilen basit yeni ve tamamen otomatize kolorimetrik metotla ölçülür(4). Dinamik disülfit değeri ise total tiyolden
Prof. Dr. Selahattin Şenol Bahar Okulu 29 Mart - 01 Nisan 2018
27
native tiyolü çıkarılıp bu değerin ikiye bölünmesiyle elde edilir. Native tiyol, total tiyol değerleri ölçülürken disülfit
ve diğer oransal değerler hesaplanarak elde edilir. Native tiyol, total tiyol testleri spektrofotometre (otomatik analizör,
Cobas c501, Roche) ile 415 nm’de ölçülür. Native tiyol, total tiyol ve disülfit sonuçları umol/L olarak ifade edilir.
Serum IMA değerleri ise Bar-Or ve ark. tarafından önceden tanımlanan bir metotla kolorimetrik olarak ölçülür(7). Bu
kolorimetrik metot albüminin eksojen kobalt bağlama özelliğini temel almaktadır. Örneklerin absorbansı 470 nm de
spektrofotometre (otomatik analizör, Cobas c501, Roche) ile ölçülür. IMA sonuçları absorbans unitesi (ABSUs)
olarak ifade edilir. Her örnek duplike çalışılır ve ortalama değer rapor edilir.
İstatistiksel Analiz: Kandemir ve ark(7) çalışması referans alınarak n:40 olduğunda güç %99.5 olarak saptanmıştır.
40 çocuk ve ergen hasta grubunu oluşturucak, sağlıklı kontrol grubu olarak, çocuk ve ergenlerin 1:1 yaş ve cinsiyet
eşleşmesi yapılarak, 40 çocuk ve ergen çalışmaya dahil edilecektir.
Verilerin istatistiksel analizi için SPSS 22 yazılım programı kullanılacaktır. Verilerin normal dağılım gösterip
göstermediği Kolmogorov-Smirnov ile değerlendirilecektir. Normal dağılım gösteren hacimlerde analizinde
parametrik testler (Student T-testi), normal dağılım göstermeyen hacimlerinin analizinde nonparametrik testler
(Mann-Whitney U testi) kullanılacaktır. Oksidatif hasar markerları arasında normal dağılıma uygunluk testleri
yapılacaktır, Normal dağılıma uymadığı saptanan değişkenler için iki bağımsız grup arasında istatistiksel
anlamlılıklarda Mann-Whitney U Testi ve Student t testi kullacaktır. Oksidatif hasar markerları ve hastalık şiddeti
arasındaki korelasyon analizleri Spearman Korelasyon Analizi ile yapılacaktır. Karıştırıcı faktörlerin değişkenler
üzerine etkisini dışlamak için Kovaryans analizi (ANCOVA) kullanılacaktır. Tüm analizler için anlamlılık düzeyi p<
0.05 kabul edilecektir
Sınırlılıklar:
1) Çalışmanın kesitsel olarak planlanması, klinik örneklemde yapılması ve olguların klinik görüşme öncesi
sağlıklı dönemde değerlendirilmemiş olması OKB ile Oksidatif hasar arasındaki neden-sonuç ilişkisini
kurmamızı zorlaştırabilir.
2) OKB ile ilişkili komorbid durumların dışlanmaması karıştırıcı olabilir. Depresyon, Anksiyete
bozuklukları ve tik bozuklukları gibi diğer OKB ile ilişkili olabilecek komorbid durumlardaki hastalık ile
oksidatif hasar arasındaki ilişki bilinmektedir. Fakat son yıllarda “OKB ve İlişkili bozukluklar” kavramı
ile OKB ve ilişkili olabilecek semptomatoloji aynı başlık altında toplanmaya çalışılmış olup ve ortak bir
nörobiyolojik etyoloji bulma çalışmaları devam etmektedir. Bu durum Depresyon ve diğer duygurum
bozuklukları ve anksiyete bozukluklarını kapsamamaktadır.
Prof. Dr. Selahattin Şenol Bahar Okulu 29 Mart - 01 Nisan 2018
28
Kaynakça
1. Salim S. Oxidative stress and psychological disorders. Current neuropharmacology. 2014;12(2):140-7.
2. Selek S, Herken H, Bulut M, Ceylan MF, Celik H, Savas HA, et al. Oxidative imbalance in obsessive
compulsive disorder patients: a total evaluation of oxidant–antioxidant status. Progress in Neuro-
Psychopharmacology and Biological Psychiatry. 2008;32(2):487-91.
3. Kandemir H, Abuhandan M, Aksoy N, Savik E, Kaya C. Oxidative imbalance in child and adolescent patients
with obsessive compulsive disorder. Journal of psychiatric research. 2013;47(11):1831-4.
4. Erel O, Neselioglu S. A novel and automated assay for thiol/disulphide homeostasis. Clinical biochemistry.
2014;47(18):326-32.
5. Erzin G, Kotan VO, Topçuoğlu C, Özkaya G, Erel Ö, Yüksel RN, et al. Thiol/disulphide homeostasis in
bipolar disorder. Psychiatry research. 2018;261:237-42.
6. Quinlan GJ, Martin GS, Evans TW. Albumin: biochemical properties and therapeutic potential. Hepatology.
2005;41(6):1211-9.
7. Bar–Or D, Lau E, Winkler JV. A novel assay for cobalt-albumin binding and its potential as a marker for
myocardial ischemia—a preliminary report1. The Journal of emergency medicine. 2000;19(4):311-5.
8. Kocaoglu C, Caksen H, Atabek ME, Kurku H, Arslan S. Serum ischemia-modified albumin levels in children
with epileptic seizures. Pediatric emergency care. 2014;30(6):394-6.
9. Gulpamuk B, Tekin K, Sonmez K, Inanc M, Neselioglu S, Erel O, et al. The significance of thiol/disulfide
homeostasis and ischemia-modified albumin levels to assess the oxidative stress in patients with different stages of
diabetes mellitus. Scandinavian journal of clinical and laboratory investigation. 2018:1-7.
S/8 Bipolar Tanılı Ebeveynlerin Çocuklarında Endofenotipler, Psikopatoloji Prevalansı ve İlişkili Faktörler:
İki Yıllık İzlem Çalışması
Fatih Hilmi Çetin1, Kürşat Altınbaş2, Gökçeçiçek Arıcı1, Özlem Çiçek1, Serhat Türkoğlu1
1: Selçuk Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk-Ergen Psikiyatri Anabilim Dalı, Konya
2: Selçuk Üniversitesi Tıp Fakültesi Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı, Konya
[email protected] [email protected] [email protected] [email protected]
GİRİŞ:
Ruhsal bir hastalığın erken dönemde tanınması ve hastalığa yönelik koruyucu stratejilerin geliştirilebilmesi amacıyla
hastalığın yordayıcılarının ve risk etkenlerinin belirlenmesi önemlidir. Bipolar Bozukluk temel özelliği mani ve
depresyon olan, epizodik seyir gösteren, vejetatif ve psikomotor bozuklukların klinik tabloya eşlik ettiği, bireyin
sosyal işlevselliğini ve kişilerarası ilişkilerini bozan önemli bir ruhsal bozukluktur. Genetik ve nörobiyolojik etmenler
etiyolojisinde önemli rol oynamaktadır. Bipolar bozukluğun patofizyolojisinde güçlü genetik etkilerin bulunması ve
Prof. Dr. Selahattin Şenol Bahar Okulu 29 Mart - 01 Nisan 2018
29
bazı erişkinlerde hastalığın başlangıcının çocukluk ve ergenlikte olması, bipolar bozukluğu olan anne babaların
çocuklarının bu hastalık için risk altında olduğunu göstermektedir. BB olan erişkinlerde yapılan geriye dönük
çalışmalar, bu kişilerin %60’ında duygudurum belirtilerinin 20 yaşından ve %10-20’sinde 10 yaşından önce ortaya
çıktığı ve çalışmaların çoğunda bipolar bozukluğu bulunan ebeveynlerin çocuklarında yüksek oranda psikopatoloji
özellikle de duygudurum ve yıkıcı davranım bozuklukları görüldüğü saptanmıştır. Bir meta-analiz çalışmasında,
bipolarduygudurum bozukluğu olan ebeveynlerin çocuklarında herhangi bir psikiyatrik hastalık gelişiminin 2.7 kat,
duygudurum bozukluğu gelişiminin ise 4 kat arttığı gösterilmiştir.Bipolar I bozukluğu olan ebeveynlerin çocuklarıyla
yapılan bir çalışmada, bu çocuklara %71.4 oranında yaşam boyu en az bir psikiyatrik bozukluk tanısı konmuş olduğu
saptanmıştır. Ayrıca soy geçmişlerinde ruhsal bozukluk olan ebeveynlerin çocuklarında bipolar bozukluk daha erken
yaşta görülmektedir. Bu sonuç; trinükleotid tekrarlarının artmasına dayanan, kuşaklar ilerledikçe hastalığın
şiddetlenmesi ve daha erken başlaması ile kendini gösteren erkenleşme olgusunu (anticipation)
desteklemektedir.Bipolar bozukluk tanılı olguların çocuklarında hastalık ortaya çıktığında, hasta geçirilen süre
frekansları, hastaneye yatış sıklığı, özkıyım girişimi gibi belirtilerin daha şiddetli olacağı ; karma dönem, duygudurum
dengeleyicilere kötü yanıt gibi olumsuz gidiş özellikleri; daha fazla deprese, anksiyöz ve irritabl oldukları
öngörülmüştür. Ülkemizde bipolar bozukluğu olan hastaların akrabalarında ruhsal bozukluk sıklığını tarama ile ilgili
az sayıda çalışma yapılmıştır ve çalışmaların çoğunda doğrudan ebeveynlerle çalışılmamıştır. Bipolar bozukluğun
görülme sıklığının yüksek olduğu, ülkemizdeki akraba evliliklerinin ve genç nüfusun fazla olduğu göz önünde
bulundurulursa, ebeveyn çalışmalarının önemi anlaşılacaktır. Tüm bu veriler ışığında bipolar bozukluğu olan
ebeveyne sahip olmanın çocukta birçok ruhsal etki oluşturabileceği ve bu etkilenmenin ne derecede olacağını
belirleyen birçok faktör olduğu açıktır. Buna karşın hem ülkemizde hem dünyada bu konuda yeterli veri yoktur. Bu
nedenle bu çalışmada psikiyatri servisinde yatan bipolar bozukluğu olan ebeveyne sahip çocuklarda olası
psikopatolojileri, psikopatoloji gelişen ve gelişmeyen çocuklar arasındaki rezilyans faktörleri ve bipolar bozukluk
yordayıcılarının saptanması amaçlanmıştır.
AMAÇ: Bipolar ebeveynlerde nöropsikolojik profil, bipolar ebeveyn çocuklarında psikopatoloji prevalansı,
nöropsikolojik profil ve nöropsikolojik profili etkileyen faktörlerin saptanması (ebeveyndeki bipolar türü,hangi
ebeveynin bipolar olduğu, ebeveynin tedaviye cevabı,sosyodemografik faktörler gibi) ile psikopatoloji gelişen ve
gelişmeyen çocuklar arasında rezilyansı belirleyen faktörleri saptamak
METHOD:
Bu çalışma, Selçuk üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi çocuk ve ergen ruh sağlığı hastalıkları ve ruh sağlığı
hastalıkları anabilim dalları tarafından birlikte yürütülecektir.Çalışma örnekleminin 6-18 yaşları arasındaki 50 kişilik
vaka ve 50 kişilik kontrol grubundan oluşması planlanmaktadır. Çalışma örneklemi psikiyatri servisinde yatmakta
olan bipolar bozukluğu olan hastaların çocuklarından ve çalışmaya gönüllü olarak katılmayı kabul eden herhangi bir
psikiyatrik bozukluğu olmayan ebeveyn çocuklarından seçilecektir.Hem vaka hem kontrol grubuna tüm
psikopatolojileri taramak için yarı yapılandırılmış bir görüşme tekniği olan K-SADS-PL uygulanacaktır.
Çalışmada,yatan tüm bipolar hastaların 6-18 yaş aralığındaki çocuklarına,nöropsikolojik testlerden SDÖT, işaretleme
ve stroop testleri, güçler güçlükler anketi, çocuk anksiyete ölçeği (SCARED) ve çocuk depresyon ölçeği (CDI) ile
young mani ölçeği 6 ay aralıklarla 2 yıl süresince yapılacaktır (toplam 5 kez değerlendirilme yapılmış
olacaktır).Ayrıca rezilyans faktörleri saptamak için ayrıntılı sosyodemografik veri formu oluşturulacak ve her olguyla
birebir görüşülerek bu çalışma için hazırlanan sosyodemografik veri formu doldurulacaktır.Bipolar ebeveynlere de
SCID, nöropsikolojik testler ve tedavi yanıtını değerlendirmek için young-mani ölçeği kullanılacaktır.
HİPOTEZ:
Bipolar ebeveyni olan çocuklarda psikopatoloji görülme oranları artmaktadır.
Bipolar ebeveyne sahip çocukların nöropsikojik testlerinde kontrollere göre seçici dikkat, sürekli dikkat, kısa süreli
bellek gibi alanlarda daha fazla bozulma gözlenecektir.
Prof. Dr. Selahattin Şenol Bahar Okulu 29 Mart - 01 Nisan 2018
30
Sosyoekonomik düzeyi düşük olan, tedaviye kötü yanıt veren, psikotik veya karma özellikli, hızlı döngülü bipolar
ebeveyn çocuklarında psikopatoloji gelişme riski daha yüksek oranda gözlenecektir.
İstatistiksel Analiz:
Tanımlayıcı istatistikler ortalama (±) standart sapma, frekans dağılımı ve yüzde olarak sunulacaktır. Kategorik
değişkenlerin karşılaştırılmasında Ki-Kare ve McNemar testi uygulanacaktır. Ölçümle belirtilen değişkenlerin
karşılaştırılmasında öncelikle normal dağılıma uygunluk bakılacaktır. Normal dağılıma uyan değişkenlerin
karşılaştırılmasında parametrik, uymayanların karşılaştırılmasında nonparametrik testler uygulanacaktır. Ölçümle
belirtilen değişkenlerin ilişkisine bakılmadan önce normal dağılıma uygunluğa bakılacak uyanlar pearson korelasyon,
normal dağılıma uymayanlar arasında ise spearman korelasyon testi uygulanacaktır.Analizde istatistiksel anlamlılık
düzeyi p<0.05 alınacaktır.
KISITLILIK:
Hasta sayısının görece küçük olması, ebeveynlerin psikiyatrik komorbid bozukluklarının olması ve yalnızca sağlıklı
anne babaların çocuklarının kontrol grubu olarak alınması (diğer psikopatolojilerin alınmaması) bulguların
genellenebilirliğini engelleyebilir.
KAYNAKLAR:
1. Akdemir, Devrim, and Bahar Gökler. "Bipolarduygudurum bozukluğu olan anne babaların çocuklarında
psikopatoloji." Turk Psikiyatri Derg 19.2 (2008): 133-40.
2. Coskun, Murat, Süleyman Salih Zoroğlu, and Mücahit Öztürk. "Pediatrik bipolar bozukluk etiyolojisinde
genetik ve nörobiyolojik faktörler." Klinik Psikofarmakoloji Bülteni-Bulletin of
ClinicalPsychopharmacology 20.1 (2010): 101-108.
3. Kisa, Cebrail, et al. "Bipolar Bozukluk Tanısı Konan Hastaların Ebeveynlerinde Ruhsal Bozukluklar." Türk
Psikiyatri Dergisi(2004).
4. Lapalme, Micheline, SheilaghHodgins, andCatherineLaRoche. "Children of parentswithbipolardisorder: a
metaanalysis of risk formentaldisorders." TheCanadianJournal of Psychiatry 42.6 (1997): 623-631.
5. Mutlu, Caner, Neslim GüvendeğerDoksat, and Ayten Erdoğan. "Pediatrik Bipolar Bozuklukta
Epidemiyoloji." Psikiyatride Güncel Yaklaşımlar 7.4 (2015): 382-390.
6. ÖZDEMİR, Osman, et al. "Bipolar Bozukluğu Olan Hastalarda Aile Öyküsü FamilyHistory in
PatientswithBipolarDisorder." (2016).
7. Öztürk, Gülhan Küçük, et al. "Ebeveyninde Bipolar Bozukluk Olan Gençlerin Benlik Tasarımlarının
İncelenmesi." Journal of PsychiatricNursing 8.2 (2017): 66-71.
8. Yüncü, Zeki, et al. "İki Uçlu Bozuklukta Birikme Etkisi: İki Nesil Arasında Bir Karşılaştırma." Turk
Psikiyatri Dergisi 19.4 (2008).
S/9 Cinsel İstismar Sonrası Gelişen Travma Sonrası Stress Bozukluğu ve Katekol-O-Metiltransferaz
(COMT)'un Met ve Val genetik varyantlarının etkisi
Prof. Dr. Selahattin Şenol Bahar Okulu 29 Mart - 01 Nisan 2018
31
1Lale Allahyarova, 1Ayşegül Yolga Tahiroğlu, 1Perihan Çam Ray, 1Gonca Gül Çelik, 2Özge Özalp Yüreğir1
1Çukurova Üniversitesi Tıp Fakultesi Çocuk ve Ergen Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı, Adana
2Adana Şehir Hastanesi, Adana
Amaç:
Çocuk ve ergenlerde, cinsel istismar sonrası gelişen en önemli ruhsal patoloji olan Travma Sonrası Stres
Bozukluğunun (TSSB) temel özelliklerinin bilişsel fonksiyonlarla ilişkili olduğu ve belleğe dayalı değişikliklerin,
TSSB’nin belirleyici semptomları arasında olduğu vurgulanmaktadır. Cinsel istismara maruz almış bireylerin, hangi
travma belirtileri geliştireceği, bu belirtilerin şiddetinin nasıl olacağı, bu belirtiler üzerine çevresel ya da genetik
faktörlerin etkisinin nasıl olduğunu öngören faktörler henüz tam olarak aydınlatılamamış önemli konulardır.
Kromozom 22q11.2 geni tarafından kodlanan Katekol-O-metil transferaz (COMT) enzimi, dopamin başta olmak
üzere katekolamin metabolizmasında önemli rol oynar. Bu enzimin, özellikle prefrontal kortekte dopamin
metabolizması üzerinden, bilişsel fonksiyonları etkileyebileceği varsayılmıştır (1, 2). Bu enzimin İki aleli (Val
108/158 ve Met 108/158) ve üç genotipi (Val158/Val158, Val158/Met158 ve Met158/Met158) tanımlanmıştır (3).
Birçok çalışmada, COMT Val158 / 108 Met polimorfizminin insan davranışı, bilişsel fonksiyonlar üzerindeki etkileri
araştırılmıştır (2, 4, 5, 6).
Met158 alelinin, prefrontal kortekste daha yüksek katekolamin biyoyararlanımı ile ilişkili olup, bilişsel işlemlerde
performs açısından avantaj sağladığı ve dopaminin daha yüksek seviyelerde olduğu (4, 5, 7), bu polimorfizmin Dikkat
Eksikliği ve Hiperaktivite Bozukluğu, şizofreni ve davranış bozukluğu, yaygın anksiyete bozukluğu, panik bozukluk,
obsesif kompulsif bozukluk ve bazılarında TSSB gibi bazı anksiyete bozukluklarıyla ilişkili olabileceği
vurgulanmaktadır (6, 7). Met158 aleli olan katılımcıların, TSSB ile ilişkili semptomları daha sık geliştireceklerini
varsayan çalışmalar vardır (2). Val / Val genotipine sahip olan kişilerde ise duygulanım özellikleri ve duygusal
işlemede daha iyi performans gösterdiği bildirilmiştir (6). Val alelinin ise, birçok antisosyal davranış riski ile
ilişkilendirildiği belirtilmiştir (2).
Met/Met genotipinin TSSB riski ile ilişkili olduğu bazı çalışmalarda bildirilmiştir. Yine bir çalışmada, Met aleli için
homozigot olanların, Val/Val veya Val/Met genotipleri olanlara göre daha yüksek TSSB riski taşıdıkları bildirilmiştir
(8). Başka bir çalışmada, COMT'un Val158Met polimorfizmi için heterozigot olanlar, homozigot gruptan daha yüksek
travma seviyelerine yanıt olarak daha az TSSB semptomu geliştirdiği ve hem Met/Met hem de Val/Val genotiplerinin
artmış risk altında olduğu belirtilmiştir (7). Gazilerle yapılan bir çalışmada, COMT Val158/108Met'in bir veya iki
Met aleli varlığı TSSB için, bellek işlevlerinde koruyucu bir varyant olarak görev yapabileceği belirtilmiştir (1).
Met/Met genotipinin, TSSB'si olan bireylerde bunun zayıf duygulanım fonksiyonu ve korku inhibisyonu defisitiyle
ilişkili oluğu, ancak bu ilişkinin çocukluk çağı travma maruziyetine bağımlı olduğu bildirilmiştir (9). Val/Val genotipi,
1
Prof. Dr. Selahattin Şenol Bahar Okulu 29 Mart - 01 Nisan 2018
32
çocukluk çağı travmalarının daha yüksek seviyelerine maruz kalan bireylerin dissosiyasyon düzeylerinde artış
etkisiyle ile ilişkilendirilmiştir (10). Mevcut bulgular, COMT Val158Met polimorfizminin travma ile psikopatoloji
arasındaki ilişkiye aracılık ettiğini desteklemektedir.
Bu çalışmanın amacı, cinsel istismara maruz kalan hastalarda istismardan 6 ay sonra Travma Sonrası Stress Bozukluğu
ve ilişkili belirtilerin gelişiminin öngörülebilirliğinin incelenmesidir. Cinsel istismar sonrasında hastalarda görülen
travma belirtilerinin gelişimine COMT'un Met ve Val genetik varyantlarının etkisinin araştırılması amaçlanmaktadır.
Bu çalışmanın, bulduğu bulgular ile cinsel istismar sonrasında hastalarda görülebilecek etkinin öngörülebilirliği
açısından klinisyenlere yol gösterici olacağını ve TSSB için öngörücü faktörlerin belirlenmesinin bu olgularda
profilaktik ve tedavi hedeflerinin geliştirilmesine katkıda bulunacağını umuyoruz.
Hipotez
COMT enziminin farklı genotipleri, prefrontal korteksteki dopaminin kullanılabilirliğini düzenlediği için, dopamin
düzeyi farklılıklarının anksiyete bozukluğunu etkileyebileceği varsayılmaktadır. Örneğin, COMT'un Met varyantı
olan kişilerde, daha düşük COMT aktivitesi ve daha yüksek dopamin düzeylerinin dorsolateral prefrontal korteksin
yürütücü işlevlerini daha iyi yapmasını sağlayarak bilgiyi daha iyi işlemledikleri öngörülmektedir. Bundan dolayı bu
kişilerde stresörlerin, bilişsel bilgiyi işlemlemeği bozduğu ve anksiyete belirtileri oluşturabildikleri ve bu kişilerin
'evhamlılar' olarak adlandırılabilecekleri belirtilmiştir. COMT'un Val tipi, yüksek enzim aktiviteleri ve düşük dopamin
düzeyleriyle birlikte oluşan artmış dopamin salınımıyla bilgi işlemlemeyi optimize ederek başa çıkabilecekleri ve
bundan dolayı böyle kişilerin stress altında endişelenmeyen ya da korkmayan 'savaşçılar' olarak adlandırılabilecekleri
belirtilmektedir (11). COMT enzimi, bir kişiyi duygusal ve davranışsal bozukluklar açısından etkileyebileceği gibi ve
TSSB geliştirme riski ile ilişkili olabilir. Bu varsayımlardan yola çıkarak, COMT'un Met varyantı olan kişilerde,
istismar sonrasında Travma Sonrası Stress Bozukluğu gelişme ihtimalinin daha yüksek olduğunu düşünmekteyiz.
Yöntem
Çalışma evreni:
Çalışmamızın örneklem grubu, Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk ve Ergen Ruh Sağlığı ve Hastalıkları
Anabilim Dalı Polikliniğinde Ocak 2015- Ocak 2019 tarihleri arasında takip edilen cinsel istismar öyküsü bulunan
12-18 yaş arası 150 olgunun ve yaş, cinsiyet grubu olarak eşitlenmiş sağlıklı olgu alınması planlanmıştır.
Örneklem Seçimi
Çocuk ve ergen psikiyatri polikliniğinde belirtilen tarihlerde cinsel istismar öyküsü ile takip edilen hastalar, hastane
kayıtları incelenerek tespit edilecek ve dosyaları incelenerek genel bilgiler araştırmacılar tarafından hazırlanmış
sosyodemografik ve klinik veri formuyla alınacaktır. Sosyodemografik bölüm yaş, cinsiyet, eğitim durumu, klinik
bölüm ise sigara-alkol-psikoaktif madde kullanımı, istismarın başlama yaşı, istismarın süresi, istismarın ortaya çıkma
şekli, istismarcının kimliği, semptomların başlamasından sonraki tedavisiz geçen süre, tanı, tedavi süresi, hastalık
süresi, tedaviye başlandıktan sonra ek tedavi gereksinimi ve nedeni, soygeçmişinin sorgulanması planlandı.
Mental Retardasyon, DSM-5'e göre Otizm Spektrum Bozukluğu, Bipolar Bozukluk ve Psikotik bozukluk tanısı alan,
komorbid nörolojik hastalık ve genetik hastalığı olan ve dismorfik görünüme sahip olgular, gönüllü olmayanlar
çalışma dışında tutulacaktır.
Moleküler Analiz:
Gerçek zamanlı (real-time) PCR yöntemi ile genotip çalışması yapılması planlanmaktadır.
İstatistiksel Analiz:
Prof. Dr. Selahattin Şenol Bahar Okulu 29 Mart - 01 Nisan 2018
33
Sosyodemografik ve klinik veri formlarından elde edilen bilgiler SPSS 20.0 versiyonunda oluşturulan veri tabanına
girilmesi ve tanımlayıcı değişkenlerin analiz edilmesi planlanmaktadır.
Sınırlılıklar:
Örneklemimiz, polikliniğimize başvuran adli vakalardan çalışmaya katılmayı kabul eden olgulardan oluşacağından
dolayı, toplum örneklemini yansıtamayabileceği ve daha geniş katılımlı çalışma örneklemi oluşturulması
gerekebileceği araştırmamızın sınırlılığını oluşturmaktadır.
Kaynaklar:
1. Mestrovic AH, Tudor L, Perkovic MN ve ark. Significant association between catechol-O-methyltransferase
(COMT) Val158/108Met polymorphism and cognitive function in veterans with PTSD. Neurosci Lett. 2018 Feb
14;666:38-43.
2. Winkler EA, Yue JK, Ferguson AR ve ark. COMT Val158Met polymorphism is associated with post-traumatic
stress disorder and functional outcome following mild traumatic brain injury. J Clin Neurosci. 2017 Jan;35:109-116.
3.Karayiorgou M, Altelmus M, Galke BL ve ark. Genotype determining low catechol-Omethyltransferase activity as
a risk factor for obsessive-compulsive disorder. Proc Natl Acad Sci USA 1997;94:4572-4575.
4.Dickinson D, Elvevag B. Genes, cognition and brain through a COMT lens. Neuroscience 2009; 164:72–87.
5.Witte AV, Floel A. Effects of COMT polymorphisms on brain function and behavior in health and disease. Brain
Res Bull 2012; 88:418–28.
6. Mier D, Kirsch P, Meyer-Lindenberg A. Neural substrates of pleiotropic action of genetic variation in COMT: a
meta-analysis. Mol Psychiatry 2010; 15:918–27.
7. Clark R, DeYoung CG, Sponheim SR ve ark. Predicting post-traumatic stress disorder in veterans: Interaction of
traumatic load with COMT gene variation. J Psychiatr Res 2013 Dec;47(12):1849-56.
8.Kolassa IT, Kolassa S, Ertl V ve ark. The risk of posttraumatic stress disorder after trauma depends on traumatic
load and the catechol-o-methyltransferase Val(158)Met polymorphism. Biol Psychiatry. 2010 Feb 15;67(4):304-8.
9.Deslauriers J, Acheson D, Maihofer AX ve ark. COMT val158met polymorphism links to altered fear conditioning
and extinction are modulated by PTSD and childhood trauma. Depress Anxiety. 2018;35:32–42.
Prof. Dr. Selahattin Şenol Bahar Okulu 29 Mart - 01 Nisan 2018
34
10.Savitz J, van der Merwe L, Newman TK ve ark. The relationship between childhood abuse and dissociation. Is it
influenced by catechol-O-methyltransferase (COMT) activity. Int J Neuropsychopharmacol 2008 Mar;11(2):149-61.
11.Stahl S.M. Stahl'ın Temel Psikofarmakolojisi. Anksiyete bozuklukları ve anksiyoliitikler. (2015). Bölüm 9; 388-420
S/10 Dehb Tanılı Çocuk ve Ergenlerde Metilfenidat Tedavisi Sonrası Kardiyak Otonomik Fonksiyonların ve
Endotelyal Disfonksiyonun Prospektif Olarak İncelenmesi
Ayşegül Efe¹ ([email protected])
¹Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çocuk ve Ergen Ruh Sağlığı ve Hastalıkları AD., Ankara
AMAÇ: Dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu (DEHB); erişkinliğe kadar süren kronik, yaygın nörogelişimsel
bir bozukluktur ve tedavisinde sıklıkla psikositumulan ajanlar kullanılmaktadır. Metilfenidat (MPH) hem ülkemizde
hem dünyada en yaygın kullanılan ve 6 yaşından sonra kullanımı FDA (Food and Drug Administriation) tarafından
onaylanmış psikostimulandır. Yaygın kullanımı olan tüm psikostimulanların sempatomimetik olmalarından ötürü alan
yazında olası kardiyovasküler yan etkiler üzerine odaklanılmıştır. Westover ve Halm, 2012; 10 adet toplum temelli
gözlemsel çalışmayı değerlendirdikleri sistemik derlemede çocuk ve ergenler üzerinde yapılmış 7 çalışmanın 6’sında
psikositimulan kullanımı ile beklenen kardiyovaskuler yan etkiler arasında ilişki saptanmadığı bildirilmiştir.
Winterstein ve ark., 2012; ABD’de 1999-2006 yılları arasında 1.219.847 çocuk ve ergen üzerinde yaptıkları
araştırmalarında stimulan kullanımı ile ciddi kardiyak olaylar için erken-dönem riskte istatistiksel olarak anlamlı bir
artış bildirilmemiştir. Alan yazında MPH, amfetamin ve atomoksetin kullanımında klinik olarak zayıf anlama sahip
bir ortalama kalp hızı ve kan basıncı artışı tutarlı olarak bildirilmiş olup daha çok kesitsel olarak kalbin otonomik
fonksiyonları üzerinde oluşabilecek değişimlere odaklanıldığı görülmektedir. Stimulan kullanım ile otonomik
fonksiyonlarda tutarlı olarak bildirilen bu değişimlerin DEHB’nin hastalığın doğasına ait artmış sempatik tonus ile
ilişkili olabileceği ve sadece kullanılan tedavilerle ilişkili olamayacağı ifade edilmektedir. Ayrıca çalışmalarda
otonomik fonksiyonları etkileyebilecek anksiyete bozuklukları, depresyon gibi psikiyatrik eştanıların ve mizaca
ilişkin risk faktörlerinin olası karıştırıcı etkileri değerlendirilmemiştir. Stimulan kullanımına bağlı oluştuğu düşünülen
ortalama kalp hızı ve kan basıncı değişimlerinin kronik süreçte ne gibi sonuçları olduğuna ilişkin ve gelecek
kardiyovasküler hastalık oluşma riskini değerlendiren prospektif çalışmalara gereksinim vardır. Çocuk ve erişkinler
üzerinde yapılan çalışmalarda akıma bağlı dilatasyon (flow mediated dilatation) gelecek kardiyovasküler olay riskini,
kardiyak morbidite ve mortaliteyi öngeren önemli non-invazif bir belirteçtir ve temelde endotelyal fonksiyonu
değerlendirmektedir. Bu çalışmanın amacı DEHB tanısı almış çocuk ve ergenlerde MPH tedavisi başlandıktan sonra
kalbin otonomik fonksiyonlarında oluşabilecek değişiklikler ve endotelyal disfonksiyon bakımından prospektif olarak
incelenmesi amaçlanmaktadır.
HİPOTEZ: Yeni DEHB tanısı almış 6-18 yaş aralığındaki çocuk ve ergenlerde MPH tedavisi başlangıcı sonrasında
bazal ölçümlere kıyasla kardiyak otonomik fonksiyonlarda prospektif değerlendirme sayesinde MPH kullanımı ile
açıklanabilecek anlamlı farklılıklar olacağını öngörmekteyiz. Gelecek kardiyak morbidite ve mortalite (ani kardiyak
ölüm, koroner kalp hastalığı, atheroskleroz) için iyi bir belirteç olduğu düşünülen akıma bağlı dilatasyonun (FMD-
flow mediated dilatation) doopler-ultrasonografik ölçümü ile MPH kullanımının endotelyal disfonksiyon
yaratmayacağını, böylelikle gelecek kardiyovasküler olay riskini arttırmayacağını varsaymaktayız.
YÖNTEM: Çalışmaya Çocuk ve Ergen Psikiyatrisi polikliniğine ayaktan başvurmuş, yeni DEHB tanısı almış ve
MPH başlanması planlanan 6-18 yaş aralığındaki çocuk ve ergen hastaların dâhil edilmesi planlanmaktadır. MPH
Prof. Dr. Selahattin Şenol Bahar Okulu 29 Mart - 01 Nisan 2018
35
kullanımına başlamadan önce hastaların tanısal görüşme, CBCL ve sosyo-demografik veri formu (yaş, cinsiyet, ırk,
ailede ve hastada kardiyak hastalık öyküsü, ilaç kullanımı, tıbbi ve psikiyatrik tanıları sorgulayan) verilmesi
planlanmaktadır. Otonomik kardiyak fonksiyonu etkileyebileceği düşünülen ve alanyazındaki diğer çalışmaların bir
kısıtlılığı olduğu düşünülen psikiyatrik komorbiditenin saptanması bakımında K-SADS-PL uygulanması ve KOKGB
ve öğrenme güçlükleri tanıları dışındaki tüm diğer psikiyatrik eştanılara sahip hastaların çalışmanın dışında
bırakılması planlanmaktadır. Çalışmaya dâhil edilen hastalarda MPH öncesi boy, kilo, vücut kitle indeksi (BMI),
Tanner evrelemesi, fiziksel aktivite düzeyi ölçümü, dinlenme hali sistolik ve diyastolik kan basınçları (yatar
pozisyonda 5 dk dinlendikten sonra, sağ brakialden havalı manometre kullanılarak, 5 dk ara ile 3 kez ölçülüp
ortalaması), dinlenme hali kalp hızı/sn (5 dk ara ile 3 kez ölçülüp ortalaması), EKG (ektopik kalp atımları veya
aritmilerin değerlendirilmesi ve otonomik fonksiyonların değerlendirilmesi için SDRR, LF, HF ve LF/HF oranı) ve
Ekokardiyografi lineer probu ile brakial arterden doopler-ultrasonografik FMD (reaktif hiperemik indeks) ölçümü
planlanmaktadır. FMD ölçümlerini etkiliyor oluşundan dolayı çalışmanın sessiz, sıcaklığı kontrol altında bir ortamda
yapılması ve hastaların son 2 hafta egzersizden kaçınmaları, sigara kullanmamaları, son 4-6 saatte kafein
tüketmemeleri, fazla yağlı gıdalar ve C vitamini gibi antioksidanlar almamalarının önerilmesi planlanmaktadır. Bazal
değerlendirmeler sonrasında 0,4-1,4 mg/kg/gün (ortalama 1 mg/kg/gün) MPH tedavisi başlanarak 3 ay kullanımı
sonrasında aynı ölçümler tekrarlanacaktır.
İSTATİSTİKSEL ANALİZ: Çalışmanın verilerinin değerlendirilmesi için SPSS-22 paket programı kullanılacaktır.
Verilerin normal dağılıp dağılmadığı analiz edilecektir. MPH kullanımı öncesi bazal ölçümler ve kullanım sonrası
elde edilen bağımlı değişkenler dağılımın normalliğine göre eşleştirilmiş örneklemler t-testi (paired t-test) veya
Wilcoxon test kullanılarak kıyaslanacaktır.
SINIRLILIKLAR: Çalışmada DEHB’li hastaların MPH kullanımı öncesi bazal değerlerinin eşleştirilmiş bir sağlıklı
kontrol grubuna ait değişkenlerle kıyaslanmaması çalışmanın kısıtlılıklarındandır. Çalışmada psikiyatrik eştanıların,
gelişimsel ve fiziksel özellikler, cinsiyet, günlük fiziksel aktivite ve diyet gibi karıştırıcı faktörlerin hesap ediliyor
olmasına rağmen, MPH kullanımı öncesi ve sonrası kıyaslanan kardiyak değişkenlerdeki değişikliklerle ilaç kullanımı
arasında direk bir nedenselliğin açıklanamaması kısıtlılıklardandır. MPH kullanımının kronik, birikici etkilerinin
değerlendirilmesi için daha uzun zaman aralığında prospektif olarak aynı parametrelerin değerlendirilmesi önerilir.
Mizaç özelliklerinin karıştırıcı etkisi değerlendirilmemiştir. MPH kullanımı sonrası bakılan kardiyak değişkenlerin
ilaç dozu ile ilişkisinin değerlendirilmesi önerilir. Klinik örneklem üzerinde yapıldığı için sonuçların topluma
genellenememesi çalışmanın kısıtlılıklarındandır.
Kısaltmalar: DEHB (dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu), FDA (Food And Drug Administration), MPH
(metilfenidat), KOKGB (karşı olma karşı gelme bozukluğu), FMD (akıma bağlı dilatasyon), SDRR (standart deviation
of normal RR interval), LF (low frequency), HF (high frequency).
S/11 Dikkat Eksikliği Hiperaktivite Bozukluğu’ nda Mikrobiyota Analizi ve Mikrobiyota Profilinin Klinik
Parametrelerle İlişkisi
Fatih Hilmi Çetin1, Uğur Arslan2, Hasan Ali Güler1, Sevde Afife Ersoy1, Kübra Kılınç1
Mustafa Esad Tezcan1, Duygu Fındık2, Serhat Türkoğlu1
1. Selçuk Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk-Ergen Ruh Sağlığı- Hastalıkları Anabilim Dalı, Konya
2 Selçuk Üniversitesi Tıp Fakültesi Mikrobiyoloji Anabilim Dalı, Konya
Yazar e-mail adresleri:
Prof. Dr. Selahattin Şenol Bahar Okulu 29 Mart - 01 Nisan 2018
36
Amaç:
Dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu(DEHB) dünya genelinde yaklaşık %5 prevalansa sahip olan en yaygın
nörogelişimsel ve nörodavranışsal bozukluktur. Temel olarak gelişim düzeyi ile uyumsuz derecede dürtüsellik,
hareketlilik ve dikkatsizlik olmak üzere 3 temel belirtisi ve DSM-V e göre dikkatsizlik,hiperaktivite-dürtüsellik ve
kombine olarak 3 görünümü mevcuttur1.
Barsak florasında başta Lactobasillus, Clostridium ve Bacteroides bakterileri olmak üzere 1014-1015 mikroorganizma
bulunmakta ve bu flora üyeleri gen-çevre etkileşiminde önemli bir rol üstlenmektedir. Barsak mikrobiom çeşitliliğinin
oluşmasında doğum şekli, gestasyonel yaş, anne sütü alımı, antibiyotik kulanımı gibi faktörler etkilidir2,3. Barsak
florasındaki değişikliklere bağlı olarak diyabetes mellitus,inflamatuar barsak hastalıkları, obezite, non-alkolik
steatohepatit, kolorektal kanser gibi hastalıkların meydana geldiği bilinmektedir4. Buna ek olarak son 10 yılda barsak
mikrobiyotasının immün,metabolik, endokrin ve nöral sistemler aracılığı ile beyin fonksiyonları ve davranışlar
üzerinde etkili olduğu gösterilmiştir5. Barsak florasındaki bakterilerden Escherichia ve Bacillus noradrenalin,
Streptococcus ve Enterococcus seratonin, Lactobacillus ise asetilkolin gibi nöroaktif maddeler sentezlemektedir6.
Barsak mikrobiyota kompozisyonundaki değişikliğin anksiyete, depresyon, otizm ve DEHB gibi patolojilerin
gelişimine katkıda bulunduğu bildirilmektedir ve bu veriler büyük ölçüde hayvan çalışmalarından elde edilmiştir.1,7,8
2014 yılında Naserıbafroueı ve arkadaşlarının 37 majör depresif bozukluk tanılı hasta ile 18 kişilik kontrol grubunu
karşılaştırdıkları çalışmada; majör depresif bozukluk tanılı hastalarda Bacteroidales bakterisinde artış
Lachnospiraceae bakterinde ise azalma bildirmişlerdir9. 2015 yılında Jiang ve arkadaşları tarafından yapılan bir
çalışmada 46 majör depresif bozukluk tanısı alan hasta ile 30 kişilik kontrol grubu karşılaştırılmıştır. Majör depresif
bozukluk tanısı alan hastalar aktif hastalar ve 4 haftalık tedaviye yanıt vermiş hastalar olarak 2 gruba ayrılmıştır.
Kontrol grubuna kıyasla hem aktif hastalarda hem de tedaviye yanıt vermiş hastalarda Bacteroidetes, Proteobacteria,
Actinobacteria bakterilerinin kontrol gurubuna kıyasla daha fazla; Firmicutes bakterisinin ise daha az olduğu
bildirilmiştir. Ayrıca Faecalibacterium bakterisi ile de depresif semptom şiddeti arasında negatif korelasyon
bulunmuştur10. Finegold ve arkadaşları tarafından yapılan bir çalışmada 33 otizm tanılı çocuk ile bu çocuklardan 7’
sinin kardeşi ve 8 kişiden oluşan kontrol grubu 3 grup olarak incelenmiştir. Çalışma sonucunda otistik çocuklarda
Bacteroidetes bakterisi, kontrol grubunda ise Firmicutes bakterisi daha fazla bulunmuştur11. 2017 yılında Schwarz ve
arkadaşları tarafından ilk kez psikotik atak tanısı alan 28 hasta ile 16 kişilik kontrol grubunun karşılaştırıldığı
çalışmada; psikotik atak yaşayan hastalarda Lactobacillus grubu bakteriler artmış oranda bulunmuş ve bu durumun
semptom şiddeti ile de korelasyon gösterdiği saptanmıştır12. Bizim bilgimize göre; henüz DEHB ile barsak
mikrobiyota ilişkisini araştıran bir çalışma bulunmamaktadır1.
Tüm bu veriler ışığında bu çalışmada barsak mikrobiyotasının DEHB etiyolojisindeki olası rolünün incelenmesi,
mikrobiyata farklılıklarının tedavi yanıtı, yan etki insidansı gibi klinik parametreler üzerine olası etkilerinin açığa
çıkarılması ve son olarak DEHB farmakoterapisi ile barsak mikrobiyotasındaki olası değişikliklerin ortaya konulması
amaçlanmaktadır.
Prof. Dr. Selahattin Şenol Bahar Okulu 29 Mart - 01 Nisan 2018
37
Hipotez:
1. DEHB’de kontrol grubuna göre mikrobiyotada farklılık vardır
2. DEHB tedavisi ile mikrobiyota profilinde değişiklik olur
3. Klinik parametre-mikrobiyota ilişkilidir.
a. Spesifik bakteri ailesi spesifik endofenotiple ilişkilidir.
b. Spesifik bakteri ailesindeki değişiklik spesifik endofenotipte düzelme sağlar.
c. Spesifik bakteri ailesi spresifik yan etki ile ilişkilidir.
d. Spesifik bakteri ailesi tedavi yanıtı/direnci ile ilişkilidir
Yöntem:
Çalışmamız Nisan -Eylül 2018 tarihleri arasında Selçuk Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk ve Ergen Ruh Sağlığı ve
Hastalıkları ve Mikrobiyoloji klinikleri tarafından yürütülecektir. Prospektif bir desenle tasarlanan çalışmaya, 6-12
yaş arası komorbid psikopatolojisi olmayan, daha önce herhangi bir psikotropik ilaç almamış IQ>85 olan 50 bileşik
görünüm DEHB olgusu alınacaktır. Bunun için, çocuk ve ergen psikiyatrisi hekimleri tarafından DSM-V-TR tanı
kriterlerine göre değerlendirilen ve klinik görüşmenin yanı sıra yarı yapılandırılmış bir ölçek olan Okul Çağı Çocukları
için Duygulanım Bozuklukları ve Şizofreni Görüşme Çizelgesi-Şimdi ve Yaşam Boyu Şekli-Türkçe Uyarlaması
(ÇDŞG-ŞY-T) uygulanan, anne-baba ve öğretmenlere Atilla-Turgay Derecelendirme Ölçeği verilen ve bu sürecin
sonucunda ilk kez DEHB tanısı alan ve komorbiditesi olmayan hastalar dâhil edilecektir. Kontrol grubu ise çocuk
psikiyatri polikliniğine herhangi bir nedenle başvuran ancak herhangi bir kronik, immünolojik, nörolojik, metabolik
ve psikiyatrik hastalık tanısı almayan, IQ>85 olan sağlıklı olgulardan vaka grubuna cinsiyet ve yaş açısından eş olacak
şekilde 30 kişi olarak seçilecektir. Her iki grup için de dışlama kriterleri ise; son 3 ay içinde antibiyotik kullanmış
olmak, kronik gastrointestinal hastalığa sahip olmak, gastrointestinal cerrahi geçirmiş olmak, akut gastrointestinal
enfeksiyona sahip olmak olarak belirlenmiştir. Olguların tümüne ÇDŞG-ŞY-T ile tanısal görüşme ve uygulanan
psikometrik ölçeklerin yanı sıra DEHB’de dikkat eksikikliği, hiperaktivite ve zamanlama sorunlarını objektif bir
şekilde ortaya koyan Moxo d-CPT Dikkat Performans Testi uygulanacaktır. Bu test bilgisayar ortamında bir
uygulayıcı eşliğinde uygulanmaktadır Tanısal değerlendirme için yapılan psikometrik ölçümlerden sonra hastalardan
mikrobiyota analizi için fekal numune alınacaktır. Vaka grubundan 30 hastadan DEHB için kendilerine uygulanacak
tedavilerden 2 ay sonra mikrobiyota analizi için tekrar fekal numune alınacaktır. Tedavi yanıtının ve yan etkilerin
değerlendirmesinde Barkley Stimülan Yan Etki Ölçeği, aile ve öğretmenlerden alınan geri bildirimler, Atilla-Turgay
Derecelendirme Ölçeği ve Moxo d-CPT Dikkat Performans Testinden yararlanılacaktır. Atilla Turgay ölçeği için en
az %40’ lık azalma tedavi yanıtı olarak değerlendirilecektir.
Metagenomik analiz yapılacak olan çalışmamızda fekal örneklerin DNA izolasyonu için, örneğin doğasından dolayı
ticari DNA izolasyon kitleri kullanılacaktır. Metagenomik çalışma, 1500 baz uzunluğundaki prokaryotik 16S
ribozomal RNA geninin analiziyle yapılacaktır. DNA miktar tespiti, floresan temelli çift zincirli Picogreen boyası
kullanılarak, Victor 3 florometre cihazında gerçekleştirilecektir. Filogenetik sınıflamadaki tür tespiti için kullanılacak
olan değişken bölge, 16S ribozomal RNA geninin V3 ve V4 bölgeleridir.
Son olarak biyoinformatik analizle örneklerin taksonomik olarak sınıflandırılması, referans dizilere göre hizalanması,
operasyonel taksonomik birim tespiti ve türlerin benzerliklerine göre gruplandırılması gerçekleştirilecektir.
İstatistiksel Analiz:
Prof. Dr. Selahattin Şenol Bahar Okulu 29 Mart - 01 Nisan 2018
38
Olgu ve kontrol grubu arasında yapılacak karşılaştırmaların yanı sıra olgu grubu içinde tedavi öncesi ve sonrası
arasında da karşılaştırma yapılacaktır. Tanımlayıcı istatistikler ortalama (±) standart sapma, frekans dağılımı ve yüzde
olarak sunulacaktır. Kategorik değişkenlerin karşılaştırılmasında Ki-Kare ve McNemar testi uygulanacaktır. Ölçümle
belirtilen değişkenlerin karşılaştırılmasında öncelikle normal dağılıma uygunluk bakılacaktır. Normal dağılıma uyan
değişkenlerin karşılaştırılmasında parametrik, uymayanların karşılaştırılmasında non-parametrik testler
uygulanacaktır. Normal dağılıma uyanlar arasında Pearson Korelasyon, normal dağılıma uymayanlar arasında ise
Spearman Korelasyon Testi uygulanacaktır. Analizde istatistiksel anlamlılık düzeyi p<0.05 alınacaktır.
Sınırlılıklar:
1. DEHB grubunun tamamının bileşik görünüme sahip olması
2. Mikrobiyota profilinin birçok değişkenden etkilenmesi
S/12 Erken Başlangıçlı Bipolar Bozukluk Tanısı Olan Hastalarda Antidepresan Tedavisi İle Ortaya Çıkan
Mani Gelişimine Katkıda Bulunan Risk Faktörlerinin Karşılaştırılması
Doğukan Koç1, Ahu Paketçi2, Ece Böber2, Neslihan İnal-Emiroğlu1
1 Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çocuk ve Ergen Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı, İzmir
[email protected],[email protected]
2 Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı, Çocuk Endokrinolojisi Bilim
Dalı, İzmir
[email protected],ece.bö[email protected]
AMAÇ
Yakın zamanda ortaya çıkan kanıtlar, immün-inflamatuar yolakların aktivasyonu ile bipolar bozukluk da dahil olmak
üzere psikiyatrik sendromlar arasındaki etyopatogenetik ilişkinin önemine işaret etmektedir1,2. Ayrıca, tiroid
fonksiyon bozuklukları ile nöropsikiyatrik bulgular arasındaki ilişki uzun zamandır bilinmektedir3,4,5. Genel
popülasyona oranla bipolar bozukluğu olan hastalarda yüksek oranda otoimmün tiroid disfonksiyonu
saptanmıştır5.Bipolar bozukluktaki nöropsikiyatrik belirtileri açıklamada hipotalamik-pitüiter-tiroid (HPT)
ekseninin rol oynayabileceği önerilmiştir6.Birçok çalışma, tiroid hormon düzeyi anormallikleri bulunmayan
durumlarda bile anti-tiroid peroksidaz (Anti-TPO) dahil olmak üzere dolaşımdaki tiroid oto-antikorlarının varlığı ile
Prof. Dr. Selahattin Şenol Bahar Okulu 29 Mart - 01 Nisan 2018
39
affektif bozukluklar arasında muhtemel bir ilişki olduğunu göstermektedir7.Bipolar bozukluğu olan ebeveynlerin
çocuklarının, psikiyatrik bozuklukları geliştirmesine yatkın olduklarından bağımsız olarak, tiroid otoimmünitesini
geliştirme yönünden daha yatkın oldukları bulunmuştur8.Böylelikle otoimmün tiroid değişiklikleri bipolar
bozukluğun patofizyolojisinde rol oynayabilir, ancak bunların rolü tam olarak aydınlatılamamıştır.
DSM'nin önceki sürümlerinde, antidepresan tedavisi ile ilişkili mani vakalarının bipolar bozukluk olarak
sınıflandırılmaması gerektiğini savunurken, DSM V ‘'te bipolar bozukluğun bir belirtisi olarak "ilaç kaynaklı bipolar
bozukluk" un kavramlaştırdığını görmekteyiz.
Pediatrik popülasyonda literatürde bildirilen Antidepresan Tedavisi ile Ortaya çıkan Mani (ATOM) oranları yaklaşık
% 5,8 ila % 7,5 aralığındadır9.ATOM için kullanılan farklı tanımlamalar çalışmaların karşılaştırmalarını
zorlaştırmaktadır. ATOM'in altta yatan bipolar bozukluğun bir göstergesi olması muhtemel bir görüş birliği olduğu
halde, bu vakalarının klinik popülasyonlarındaki sıklığı, ATOM olasılığını artıran faktörler ve / veya " ATOM için
"risk profilleri", olguların ve kontrollerin alt popülasyonlarının cinsiyete göre sınıflandırılması durumuna
göre farklılık göstermektedir.
ATOM olasılığını arttıran faktörlerin tespiti çocuk ve ergen grubu hastalarda erken tanı ve tedavi seçimi açısından
gittikçe önem kazanmaktadır. Erişkin bipolar bozukluk grubunda otoimmün tiroid hastalığı olanların ATOM gelişme
riski değerlendirilmiş ancak çocuk ve ergen grubunda araştırılmamıştır10. Çocuk ve ergenlerde yapılan otoimmün
tiroid çalışmalarında hastalığın prevelansı ön ergen yaş grubunda en yüksek olarak saptanmıştır11,12. Bu yaş grubu
aynı zamanda ATOM için belirlenen en riskli 10-14 yaş grubunu içermektedir9 . Daha önce bu yaş grubunda ATOM
ve otoimmün tiroid hastalıklarının ilişkisi araştırılmamıştır. ATOM için bu riskli yaş grubu düşünüldüğünde risk
gruplarının tespiti ve koruyucu ilaç tercihlerinin kullanılması önem kazanacaktır.
DSM-5'in yayınlanmasını takiben ATOM gelişimindeki bu boşluklar ve bu konuya olan ilgi artışı göz önüne
alındığında, bu çalışmanın amacı ; erken başlangıçlı bipolar bozukluk tanısı olan hastalardaki ATOM gelişim
öyküsüne katkıda bulunabilecek tiroid oto-antikorlarlarının varlığını araştırmaktır8,10. Ayrıca, ATOM gelişim
öyküsüne katkıda bulunabilecek aile öyküsü, cinsiyet, madde kullanım öyküsü, suisid öyküsü ve psikiyatrik
komorbidite öyküsü gibi faktörlerin araştırılması amaçlanmaktadır.
HİPOTEZ
1-Otoimmün tiroid hastalığı erken başlangıçlı bipolar bozukluğa sahip olan hastalarda antidepresan tedavisi ile ortaya
çıkan mani (ATOM) için bir risk faktörüdür.
2- Ailede bipolar öyküsü, önceden tekrarlayan depresyon öyküsü, cinsiyet, suisid girişimi, madde kullanım
bozukluğu, dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğunun eşlik etmesi erken başlangıçlı bipolar bozukluğa sahip olan
hastalarda ATOM için bir risk faktörüdür.
Prof. Dr. Selahattin Şenol Bahar Okulu 29 Mart - 01 Nisan 2018
40
YÖNTEM
Örneklem
Çalışmaya Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi (DEÜTF) Çocuk ve Ergen Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim
Dalı Polikliniği’nde ayaktan izlenen 10-18 yaş arasında bipolar bozukluk BTA tanısı ile izlenen hastalar dahil
edilecektir. Çalışmanın Nisan 2018- Mart 2019 tarihleri arası yapılması planlanmıştır. Çalışmaya bipolar bozukluk
tanısı almış 100 çocuk ve ergen alınacaktır. Gruplar yaş ve cinsiyet eşleştirmesi yapılarak ATOM + ve ATOM - olacak
şekilde her grupta 50 kişi olacak şekilde belirlenecektir
Bu çalışma için dahil edilme kriterleri, bireylerin: (i) 10-18 yaş arasında olması; (ii) bipolar bozukluk- I veya bipolar
bozukluk- II ve bipolar bozukluk BTA için DSM-IV ölçütlerini karşılaması ve ötimik fazda olması; (iii) ATOM +
olguları ve ATOM-kontrolleri olarak sınıflandırılabilir olmasıdır.
Bipolar bozukluk tanısı almış ergenlerin kliniğimizde tedavileri ve izlemleri sırasında son 1 yıl içinde aşağıdaki
ölçütlere göre ATOM (+) ya da (-) olup olmadığına göre sınıflandırma yapılacaktır.
Antidepresan tedavisi ile ortaya çıkan mani (ATOM +) olguları için
(i) tam bir manik veya hipomanik atak için DSM-IV kriterlerini karşılaması; (ii) depresif bir dönem için bir
antidepresan ile tedaviye başlandıktan sonraki 90 gün içinde (hipo) maninin başlaması ve ATOM'in sürecinde DSM-
IV kriterlerine de uyması; ve (iii) Antidepresanın bir monoterapi olarak reçete edildiği veya bir duygudurum
düzenleyici ve/veya antipsikotik ilaç ile birlikte verildiği durumlar olarak tanımlanmıştır.
Antidepresan tedavisi ile ortaya çıkan mani (ATOM -) kontrolleri için
(i) bipolar bozukluk- I veya bipolar bozukluk- II ve bipolar bozukluk BTA için DSM-IV ölçütlerini karşılaması; (ii)
bilinen bir duygudurum düzenleyicinin olmaksızın antidepresan tarafından tedavi edilen en az bir tane majör depresif
epizod yaşaması ; ve (iii) Antidepresan monoterapisini takip eden 90 gün içinde, bireyde elevasyon bulgularının veya
eksitasyon belirtileri ile ilgili herhangi bir kanıt göstermemesi.
Kardiyovasküler, gastrointestinal ve solunumsal kronik hastalığının olması, steroid ve lityum kullanma öyküsü,
Cushing sendromu olması durumunda olgular çalışmaya alınmayacaktır.
Dahil olma kriterlerine uyan hastaların kendileri ve aileleri ile görüşülecek, çalışma hakkında bilgi verilecek ve
katılmak isteyen ebeveyn ve çocuklardan yazılı onam alınacaktır.
Tanı için Okul Cagı Cocukları icin Duygulanım Bozuklukları ve Sizofreni Gorusme Cizelgesi–Simdi ve Yasam Boyu
Sekli Turkce uyarlaması (CDSG-SY) kullanılması planlanmaktadır.
Prof. Dr. Selahattin Şenol Bahar Okulu 29 Mart - 01 Nisan 2018
41
Young Mani Değerlendirme Ölçeği-Ana Baba Formu /YMDÖ- ABF) (Parent–Young Mania Rating Scale/PYMRS):
YMDÖ- ABF’nun türkçe geçerlilik güvenirlilik çalışması mevcuttur13 ve en yüksek 60 puan alınmaktadır. Ortalama
puan manik atak için 25 olup, 13 üzeri puanlar olası mani ya da hipomani, 21 üzeri puanlar ise mani ya da hipomani
göstergesidir14 .
Kan örneklemi: Polikliniğe başvuran hastalardan rutin analiz için laboratuvara geldiklerinde ilave olarak serum
seperatör tüplerine 5 ml kan alınacaktır. Kanlar alındıktan sonra 45 dakika pıhtılaşmaya bırakılacak ve ardından 10
dk 1000 G’de santrifüj edildikten sonra serumlar ayrılacak ve çalışma anına kadar -80 C’de saklanacaktır. Çalışma
günü derin dondurucudan çıkarılacak örnekler, çözüldükten sonra vortekslenip iyice karıştırıldıktan sonra analiz
başlatılacaktır. Serum anti-TPO ve anti-TG düzeyleri ticari ELISA kitleri ile çalışılacak olup; okuma için Merkez
Laboratuvarı ELISA okuyucuları kullanılacaktır.
İSTATİSTİKSEL ANALİZ
İstatistiksel analiz için SPSS 24 sürümü kullanılacak, anlamlılık düzeyi P <0.05 olarak belirlenecek.
ATOM + ve ATOM- grupları önceden belirlenmiş klinik özellikler üzerinde sürekli değişkenler için Mann-Whitney
U testleri ve kategorik değişkenler için ki-kare testleri kullanılarak karşılaştırılacak. Çoklu değişkenlerin birbiri ile
ilişkilerine yönelik regresyon analizi uygulanacak, risk oranları saptanmaya çalışılacaktır. Gruplar arasında anlamlı
farklılık göstermeyen analizler için, istatistiksel testi, cinsiyete göre alt gruplara ayrılmış gruplarla tekrarlanacak.
Sınırlılıklar
1-Ergenlik döneminde takip edilen bipolar bozukluk olgularının tanı ölçütlerini halen heterojenitesini koruması.
2- Geriye dönük tedavi değerlendirmeleri sırasındaki bilgi eksikliklerinin olması.
3-Alınan yaş grubu için beyin nöroplastisitesinin devam etmesi ve birçok faktörden etkilenerek bu dönemde çok fazla
ek psikiyatrik komorbidite görülmesi.
4-ATOM + olgulara karşı ATOM- kontrollerine verilen her antidepresan ilaç için yaygınlık oranlarını ve dozlarını
ayrı ayrı incelemek veya bipolar bozukluğu tedavi etmek için reçete edilen ilaçlardaki cinsiyet farklılıklarını
incelemenin mümkün olmaması.
5-Geçmişte kullanılmış olan psikostimülan ya da antidepresan gibi ilaçların etkilerinin saptanamaması.
Kaynaklar
1. Berk, M. et al. Pathways underlying neuroprogression in bipolar disorder: focus on inflammation, oxidative
stress and neurotrophic factors. Neurosci. Biobehav. Rev. 35, 804–817 (2011).
2. Grande, I., Berk, M., Birmaher, B. & Vieta, E. Bipolar disorder. Lancet 387, 1561–1572 (2016).
3. Sidhom, O. et al. Spectrum of autoantibodies in Tunisian psychiatric inpatients. Immunol. Invest. 41, 538–
549 (2012).
Prof. Dr. Selahattin Şenol Bahar Okulu 29 Mart - 01 Nisan 2018
42
4. Siwek, M. et al. Associations of Serum Cytokine Receptor Levels with Melancholia, Staging of Illness,
Depressive and Manic Phases, and Severity of Depression in Bipolar Disorder. Mol. Neurobiol. 54, 5883–5893 (2017).
5. Bauer, M., Goetz, T., Glenn, T. & Whybrow, P. C. The thyroid-brain interaction in thyroid disorders and
mood disorders. J. Neuroendocrinol. 20, 1101–1114 (2008).
6. Bonnin, C. M. et al. [Bipolar disorder, cognitive functioning and hypothalamic-pituitary-thyroid axis]. Actas
Esp. Psiquiatr. 38, 223–228 (2010).
7. Leyhe, T. & Müssig, K. Cognitive and affective dysfunctions in autoimmune thyroiditis. Brain Behav. Immun.
41, 261–266 (2014).
8. Hillegers, M. H. J. et al. Signs of a higher prevalence of autoimmune thyroiditis in female offspring of bipolar
parents. Eur. Neuropsychopharmacol. 17, 394–399 (2007).
9. Martin, A. et al. Age effects on antidepressant-induced manic conversion. Arch. Pediatr. Adolesc. Med. 158,
773–780 (2004).
10. Scott, J. et al. A re-examination of antidepressant treatment-emergent mania in bipolar disorders: evidence of
gender differences. Acta Psychiatr. Scand. 135, 479–488 (2017).
11. Hashimoto Thyroiditis in Childhood – Review of the Epidemiology, Genetic Susceptibility and Clinical
Aspects of the Disease. Macedonian Journal of Medical Sciences 5, (2012).
12. Sar, E., Karaoglu, A. & Yesilkay, E. Hashimoto’s Thyroiditis in Children and Adolescents. in Autoimmune
Disorders - Current Concepts and Advances from Bedside to Mechanistic Insights (2011).
13. Diler, R. S., Uguz, S., Seydaoglu, G. & Avci, A. Mania profile in a community sample of prepubertal children
in Turkey. Bipolar Disord. 10, 546–553 (2008).
14. Youngstrom, E. A., Birmaher, B. & Findling, R. L. Pediatric bipolar disorder: validity, phenomenology, and
recommendations for diagnosis. Bipolar Disord. 10, 194–214 (2008).
S/13 SELEKTİF MUTİZM: ÇOCUKLUKTAN ERGENLİK DÖNEMİNE BİR İZLEM ÇALIŞMASI
Yrd.Doç.Dr.Tuna Çak 1 Araş.Gör.Yağmur Karakuş 2 (Konuşmaci) Araş.Gör.Ezgi Öztürk 3
Araş.Gör.Ruken Demirkol 4Araş Gör.Ayşenur Dursun 5Araş Gör.Arzu Yavuz 6
Adres: Hacettepe Üniversitesi Çocuk ve Ergen Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Bölümü, Sıhhıye Ankara
Telefon numarası: 0312 305 11 50-11 51
GİRİŞ, KONU ve KAPSAM
Selektif mutizm (SM); çocuğun yakın ilişki içinde olduğu bazı kişilerle konuşabilirken, bazı özgül sosyal durumlarda
sürekli olarak konuşmaması durumudur. Çocuğun hayatında önemli sosyal ve akademik bozukluklara yol açan bu
durumun; etiyolojisi tam olarak anlaşılamamış olup yapısal yatkınlık, ailesel ve çevresel faktörlerin karşılıklı
etkileşimleri sonucu oluştuğu düşünülmektedir. Çekingen ve inhibe mizaç özelliklerinin ve genetik faktörlerin etkili
olduğu ve bu kişilik özelliklerinin SM tanısı konan çocukların ailelerinde artmış olduğu görülmektedir (Steinhausen
ve Adamek,1997). Bu faktörlerin yanı sıra; konuşma gecikmesi ve bozuklukları, göçmenlik ve bilingualizm, travma
öyküsü diğer risk faktörleri olarak karşımıza çıkmaktadır, bu da SM’nin çok boyutlu olarak ele alınması gerektiğini
göstermektedir (Dow,1995; Steinhausen,2005).
Prof. Dr. Selahattin Şenol Bahar Okulu 29 Mart - 01 Nisan 2018
43
SM, DSM-5’te ‘Anksiyete bozuklukları’ tanıları içinde yer almaktadır, bunun yanında başta sosyal fobi olmak üzere
diğer anksiyete bozuklukları ile de komorbiditesi sık görülmektedir (Beidel ve Turner 2005, Black ve Uhde 1995,
Dow ve ark. 1995). Ek olarak klinik deneyimlerde ve yapılan çalışmalarda karşıt olma karşı gelme belirtilerinin eşlik
ettiği bir grup hasta daha bulunmaktadır. Yapılan iki çalışmada eşlik eden karşıt olma karşı gelme bozukluğu sıklığı
%10 (Black ve Uhde 1995) ve %6.8 (Manassis ve ark.2007) olarak bulunmuştur. Arie ve arkadaşları (2006) selektif
mutizme %11.1 oranında dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğunun eşlik ettiğini bildirmişlerdir.
AMAÇ
Bu projede, SM tanısı konan hastaların uzun dönem sonuçlarını araştırmak, prognostik faktörleri belirlemek, yapısal
özelliklerin (çekingen mizaç, karşı olma davranışları vb.) prognoza olan etkisini araştırmak amaçlanmıştır. Aynı
zamanda SM tanısı konan hastaların yapısal ve ailesel özellikleri ve tedaviye cevabı ayrılık anksiyetesi ve/veya sosyal
fobisi olan çocuklarla karşılaştırılacaktır.
HİPOTEZ
SM tanısı konan hastalarda eşlik eden komorbidite varlığı ve ailelerinde ve hastalarda psikiyatrik belirti ve bozukluk
yükü ve objektif olarak ölçülen anksiyete duyarlılığı prognozu olumsuz etkilemektedir. Karşıt olma karşı gelme
belirtileri olan hastalar; anksiyete bozukluğuna yönelik selektif seratonin geri alım inhibitörleri ve oyun terapisinden
anksiyete belirtileri olan ve çekingen mizaçlı çocuklara göre daha az yarar görmektedir.
YÖNTEM
Çalışma Deseni: Retrospektif Kohort
Örneklem: Araştırmanın çalışma grubu olarak 2007-2014 yılları arasında Hacettepe Üniversitesi Çocuk ve Ergen Ruh
Sağlığı ve Hastalıkları bölümüne başvuran ve DSM IV kriterlerine göre SM tanısı konan 1996-2009 yılları arasında
doğmuş 42 hastanın dosya kayıtlarından taranması ile oluşturulan çalışma grubunun kullanılması planlanmıştır. Bu
hastaların bilgileri yaş, tanı alma yılı, komorbidite varlığı, ailesel psikiyatrik tanı özellikleri, yapılan tedaviler
açısından incelenmiştir. Hastaların tanı aldıkları 2007- 2014 yılları arasında 4 ila 10 yaşları arasında oldukları, 2
hastanın 15 ve 16 yaşlarında olduğu görülmüştür. Günümüzde hesaplandığında yaşları 10- 21 arasında değişmektedir.
Kontrol grubu için Hacettepe Üniversitesi Çocuk ve Ergen Ruh Sağlığı ve Hastalıkları bölümü arşivi taranarak 2007-
2014 yılları arasında başvuran tüm hastaların dosyaları incelendiğinde 1996-2009 yılları arasında doğmuş, selektif
mutizm tanısı almayan, ayrılık anksiyetesi ve /veya sosyal fobi tanısı alan çocuklar belirlenmiştir. Bu ölçütleri
karşılayan 90 çocuk araştırmanın kontrol grubunu oluşturacaktır. Kontrol grubunun araştırmanın çalışma grubuna yaş
ve cinsiyet açısından eşleştirilmiş olması planlanmıştır.
İzlemdeki değişiklikleri saptamak üzere günümüzde ergenlik döneminde olan hastalara telefon yolu ile ulaşılması
planlanmıştır. Telefon yolu ile ulaşılamayan ailelerin dosyalarda bulunan adreslerine davet mektubu gönderilmesi
düşünülmüştür.
Ulaşılan hastaların onamlarının olması halinde; bölümümüze davet edilerek değerlendirilmelerin yapılması
planlanmıştır.
İşlem: Tüm ergenler ve ailelerinden değerlendirme öncesinde bilgilendirilmiş onay alınacaktır. Çalışmaya katılan
tüm ergen ve ebeveynleri ile araştırmacılar tarafından DSM-V’e dayalı psikiyatrik klinik görüşme yapılması ve K-
SADS-PL uygulanması planlanmıştır. Bu görüşmeler ergen ve aileleri ile ayrı ayrı görüşmeler şeklinde yapılacaktır.
Ergenlerin zeka düzeyini belirlemek için araştırmacı uzman psikolog tarafından WISC-R yapılacaktır.
Prof. Dr. Selahattin Şenol Bahar Okulu 29 Mart - 01 Nisan 2018
44
Veri Toplama Araçları:
• Sosyodemografik veri forumu
• Geçmiş hastalık bilgileri ve psikiyatrik belirtiler formu
Çalışma ve kontrol gruplarındaki ergenlere yönelik
• Okul çağı çocukları için duygulanım bozuklukları ve şizofreni görüşme çizelgesi- şimdi ve yaşam boyu
versiyonu (Schedule for Affective Disorders and Schizophrenia for School Age Children Present and Life-time K-
SADS-PL)
• Mcmaster Aile Değerlendirme Aracı (MMADA; Mcmaster Family Assessment Device, FAD)
• Çocuklar için anksiyete duyarlılığı ölçeği (ÇADÖ; Childhood Anxiety Sensitivity Index, CASI)
• Güçler ve güçlükler anketi (GGA; The Strengths and Difficulties Questionnaire, SDQ)
• Çocuklar için durumluk-sürekli kaygı envanteri (ÇDKE-ÇSKE)
• Çocuklar için depresyon ölçeği (ÇDÖ)
• Çocuklar İçin Yaşam Kalitesi Ölçeği
• Klinik global izlenim ölçeği (CGI)
• Global değerlendirme ölçeği (GAS)
• Conners anne baba ve öğretmen değerlendirme ölçekleri
• Coopersmith öz saygı envanteri (CÖE)
• Anne baba tutum ölçeği (ABTÖ)
• Başa çıkma tutumlarını değerlendirme ölçeği (COPE)
• Uluslararası duygusal resim sistemi (UDRS; International Affective Picture System, IAPS) ile kalp hızı
değişkenliği ölçümü
Uygulama için Uluslararası Duygusal Resim Sistemi’nden (UDRS) ergen yaş grubuna uygun 20 resim seçilmiştir.
Seçilen resimlerin duygusal değer ve uyarılmışlık boyutlarını değerlendirmek için katılımcılara bilgisayar ortamında
hazırlanmış her bir resim ve boyutun 30 saniye gösterildiği resim akışı hazırlanmıştır.
Seçilen resimler karşısında katılımcıların elektrofizyolojik ölçümlerinin kayıt edilmesi içinse 30 saniye ekranda
görüneceği, resim aralarında 10 saniyelik siyah ekranın olacağı slayt gösterisi düzenlenmiştir. Değerlendirmenin
yapıldığı oturumda önce elektrofizyolojik ölçümler alınacak, daha sonra öz değerlendirme ölçümü yapılacaktır. “Öz
Değerlendirme Ölçümü” ile resim karşısında ortaya çıkan duygularını duygu değeri (olumsuz-olumlu) ve uyarılmışlık
düzeyine (az-çok) göre derecelendirmeleri istenecektir. Her bir katılımcıdan, bu sunu sırasında ve 5 dakika dinlenim
durumunda olmak üzere toplam 15 dakikalık EKG kayıtları alınacaktır.
Çalışma ve kontrol gruplarındaki ergenlerin ebeveynlerine yönelik
• Yaşam kalitesi ölçeği yaşam kalitesi (SF36) formu
• Belirti Tarama Envanteri– 90 (SCL-90-R)
• Başa çıkma tutumlarını değerlendirme ölçeği (COPE)
Prof. Dr. Selahattin Şenol Bahar Okulu 29 Mart - 01 Nisan 2018
45
• Aile hayatı ve çocuk yetiştirme tutumu ölçeği
• Beck depresyon ölçeği
• Beck ansiyete ölçeği
•
İSTATİSTİKSEL ANALİZ
İstatistiksel analiz için SPSS 24.0 paket programının kullanılması planlanmıştır.
SINIRLILIKLAR
SM’nin nadir görülen çocukluk çağı psikiyatrik hastalıklarından olması nedeni ile örneklem sayısının yetersizliği
çalışmanın ana kısıtlılığını oluşturmaktadır.
Hastalara ve ailelerine tekrar ulaşabilmenin bazı hastaların tedavisinin tamamlanmış olması nedeni ile zor olabileceği
düşünülmektedir.
Çalışma grubunun başlangıç tanıları anındaki dosya verilerinin , izlemde elde edilecek verilere kıyasla eksiklikler
içerebilmesi de bir başka kısıtlılık durumunu oluşturmaktadır.
S/14 Sluggish Cognitive Tempo (Yavaş Bilişsel Tempo-SCT) Semptomları Olan Dikkat Eksikliği Hiperaktivite
Bozukluğu’na Sahip Olgularda Metilfenidat ve Atomoksetin Tedavisinin SCT Semptomlarına Olan
Etkinliğinin Prospektif İncelenmesi
Dr. Akın TAHILLIOĞLU1, Dr. Didem ÇELİK1, Prof. Dr. Eyüp Sabri ERCAN1
[email protected], [email protected], [email protected]
1. Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk ve Ergen Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı, İZMİR
AMAÇ:
Çocukluk döneminde oluşmaya başlayan psikiyatrik bozukluklar, kontrol altına alınmadığı takdirde, erişkinlik
döneminde daha fazla işlev kaybını ve verilen tedavilere daha az olumlu yanıtları beraberinde getirmektedir.
Dikkat Eksikliği Hiperaktivite Bozukluğu (DEHB), dikkat eksikliği, hiperaktivite ve impulsivite olmak üzere 3 ayrı
antiteden oluşan bir nörogelişimsel bozukluk olarak kabul edilmektedir. DEHB’nin temel özelliği, kalıcı ve sürekli
olan dikkat süresinin kısalığı, engellemeye yönelik denetim eksikliği nedeniyle davranışlarda ya da bilişte ortaya çıkan
ataklık ve huzursuzluktur. Bunun sonucu olarak çocukta gelişim dönemiyle uyumsuz aşırı hareketlilik, dürtüsellik ve
dikkatini sürdürememe gibi sorunlar ortaya çıkar.
Yavaş Bilişsel Tempo (Sluggish Cognitive Tempo-SCT); hayale dalıp gitme, uyanık kalmada zorlanma, enerjide
düşüklük, kendi dünyasında yaşama, şaşkın görünümde olma gibi klinik belirtilerle gösterilen bir bilişsel uyarılma ve
uyanıklık bozukluğudur (Becker 2013). SCT için özellikle gündüz düşleri ve uykulu/sersem/düşük aktif olma
belirtileri DEHB’den ayırdedilmesinde önemlidir. SCT semptomlarının DEHB’nin hiperaktivite-dürtüsellik
semptomlarından daha çok dikkat eksikliği semptomları ile birliktelik göstermesi klinik araştırmaların büyük
çoğunluğunun ortak bulgusudur. Yine DEHB’den farklı olarak içe yönelim semptomları (anksiyete, depresyon…)
Prof. Dr. Selahattin Şenol Bahar Okulu 29 Mart - 01 Nisan 2018
46
SCT’ye daha fazla eşlik ediyorken dışa yönelim semptomları ise (Karşıt olma Bozukluğu, Davranım Bozukluğu…)
SCT’ye daha az eşlik etmektedir.
Önceleri DEHB’nin alt tipi olarak düşünülen SCT’nin sonradan yapılan araştırmalarla daha farklı bir bozukluk
olabileceği, bulgularının da DEHB’den farklılık gösterdiği öne sürülmüştür. SCT, henüz DSM-5’de (Diagnostic and
Statistical Manual of Mental Disorders-V) tanı olarak geçmemektedir. Yapılan bir çalışmada DEHB’si olan bireylerin
%39’unda SCT, SCT’si olan bireylerin %59’unda DEHB olduğu saptanmıştır (Barkley 2012). Pür SCT olan ancak
DEHB tanısı almayan olguların oranının %40 olduğu belirtilmiştir (Barkley 2013).
1980’lerden bu yana araştırılan SCT’nin etiyolojisi, epidemiyolojisi ve tedavi modalitelerine ait literatürde yer alan
araştırma sayısı son derece düşüktür. Özellikle ilaca yanıt konusunda SCT ile ilgili veriler oldukça kısıtlıdır. Yapılan
çift kör plasebo kontrollü bir çalışmada Atomoksetin’in SCT semptomları üzerindeki etkinliği araştırılmış olup,
Atomoksetin’in DEHB semptomları üzerine kontrol sağladığı, ancak SCT semptomları üzerine etkisinin minimal
olduğu görülmüştür (McBurnett 2016). Yine uzun yıllardır DEHB’nin standart tedavileri olan stimülan ve stimülan
dışı ilaç kullanımına dirençli bazı olguların SCT’li olgular olabileceği öne sürülmektedir. Metilfenidat tedavisinin
SCT belirti yüküyle ilişkisiz olduğunu belirten literatür bulguları olduğu gibi (Ludwig 2009, Wietecha 2013), SCT
olgularının davranışçı yöntemlere daha iyi yanıt verebileceğini öne süren literatür bulguları da mevcuttur (Pfiffner
2007).
Yapılması planlanan bu araştırmada SCT semptomlarını taşıyan DEHB tanılı olgularda Metilfenidat ve Atomoksetin
tedavisinin SCT semptomlarına ne derece etkili olduğunun saptanması amaçlanmıştır. Bu çalışma, yapılabildiği
takdirde hem metilfenidat, hem de atomoksetin tedavisiyle Barkley Çocuk Dikkat Anketi kullanılarak saptanan SCT
semptomlarının ne ölçüde azalabileceğini ölçebilecek literatürdeki ilk çalışma olacaktır.
HİPOTEZ:
SCT’nin eşlik ettiği DEHB tanılı olgularda Metilfenidat ve Atomoksetin tedavisinin SCT semptomlarına etkinliği
konusunda dünyada çok kısıtlı çalışma bulunmakla birlikte ülkemizde bu konuyu aydınlatmaya yönelik hiçbir çalışma
bulunmamaktadır. Metilfenidat ve Atomoksetin tedavisi uygulanan DEHB komorbid SCT’li olguların SCT
semptomlarındaki gerilemenin farmakolojik tedavi verilmeyip davranışsal yöntemlerle izlenen, pür SCT
semptomatolojisi gösteren olgulardaki SCT semptomlarındaki gerilemeye göre daha farklı bulunacağı öngörülmüştür.
YÖNTEM:
Çalışmaya Etik Kurul onayı sonrasında Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Psikiyatrisi Polikliniğine
başvuran 7-12 yaş aralığındaki 60 olgu alınacaktır. Bu 60 olgu DEHB tanısı olan ve SCT semptomları yüksek saptanan
40 olgu ve izole olarak SCT semptomları yüksek saptanan 20 olgu olmak üzere iki ana alt grupta toplanmıştır.
DEHB+SCT tanılı olan 40 olgunun yarısı olan 20 olguya Metilfenidat, diğer 20 olguya ise Atomoksetin tedavisi
başlanacaktır. Pür SCT semptomatolojisi gösteren 20 olguya ise farmakolojik tedavi uygulanmayıp davranışçı
yöntemlerle izlemi sürdürülecektir. Tüm olgulara ilk başvurularında yarı yapılandırılmış tanı görüşmesi olan Okul
Prof. Dr. Selahattin Şenol Bahar Okulu 29 Mart - 01 Nisan 2018
47
Çağı Çocukları İçin Duygulanım Bozuklukları ve Şizofreni Görüşme Çizelgesi-Şimdi ve Yaşam boyu Şekli Türkçe
uyarlaması-ÇDŞG-ŞY (K-SADS-PL) uygulanacaktır. Ayrıca olguların mental kapasitelerinin tayini amacıyla
Wechsler Çocuklar İçin Zeka Ölçeği Geliştirilmiş Formu (WISC-R) testi yaptırılacak ve Total IQ Puanı 80 ve üzeri
olan olgular çalışmaya dahil edilecektir. Olguların ebeveynleri tarafından başvuru anında, 1. ay ve 2. ay sonunda
Barkley Çocuk Dikkat Anketi doldurtulacak; başvuru anında ve tedavinin 2. ayında Öğretmen Bilgi Formu (ÖBF-
TRF), 4-18 yaş Davranış Değerlendirme Ölçeği (CBCL) ve Turgay DEHB ölçeği aile ve öğretmenler tarafından
doldurtulacaktır. Tüm olgulara başvuru anında ve 2. ay sonunda CNSVS Nörokognitif testi uygulanacaktır.
Okul Çağı Çocukları İçin Duygulanım Bozuklukları ve Şizofreni Görüşme Çizelgesi-Şimdi ve Yaşam boyu Şekli
Türkçe uyarlaması-ÇDŞG-ŞY (K-SADS-PL); çocuk ve ergenlerde şimdiki ve yaşam boyu olan psikopatolojileri
saptamak amacıyla kullanılan yarı yapılandırılmış bir görüşme formudur.
Wechsler Çocuklar İçin Zeka Ölçeği (WISC-R); 1949 yılında Wechsler tarafından geliştirilmiş, 1974 yılında yeniden
düzenlenmiş, 1995 yılında ise Türk kültürüne uyarlanmıştır. 6-16 yaş grubunda mental kapasite tayini amacıyla
uygulanan bu test 6 sözel ve 6 performans alt testinden oluşmaktadır.
Barkley’in Çocuk Dikkat Anketi; 14 maddeden oluşan bir ölçektir ve Russell Barkley tarafından 2013 yılında
geliştirilmiştir. Bu test SCT olgularını tarama amacıyla geliştirilmiştir.
CNSVS (Central Nervous Sysytem Vital Signs); rutin klinik tarama işlemleri için geliştirilmiş bilgisayar destekli
nöropsikolojik bir test bataryasıdır. İçerisinde Sözel bellek testi, Görsel bellek testi, Parmak vurma testi, Sembol-Sayı
kodlama testi, Stroop testi, Kesintisiz performans testi ve Dikkat değişim testi olmak üzere yaygın kullanılan yedi
adet test vardır. Bu testlerden elde edilen puanlar toplanarak altı adet ana skor saptanır.
Turgay DEHB ölçeği; dikkat eksikliğini sorgulayan 9, aşırı hareketliliği sorgulayan 6, dürtüselliği sorgulayan 3, karşıt
olma karşı gelme bozukluğunu sorgulayan 8 ve davranım bozukluğunu sorgulayan 15 madde olmak üzere toplam 41
maddeden oluşmaktadır.
Öğretmen Bilgi Formu (ÖBF); 5-18 yaş grubu öğrencilerin okula uyumunu ve sorunlu davranışlarını öğretmenlerden
elde edilen bilgiler doğrultusunda standart bir biçimde değerlendirebilmek amacıyla Achenbach tarafından 1991
yılında geliştirilmiştir.
4-18 yaş Çocuk ve Ergenlerde Davranış Değerlendirme Ölçeği (CBCL); aile tarafından doldurulan ve Achenbach
ve Edelbroch tarafından geliştirilmiş, pek çok psikiyatrik bozukluğu sorgulayan bir davranış değerlendirme ölçeğidir.
İSTATİSTİKSEL ANALİZ:
Saptanan veriler, çalışmanın amacı doğrultusunda SPSS Version-22 veri tabanı kullanılarak analiz edilecektir.
SINIRLILIKLAR:
SCT tanısı henüz DSM’de bulunmamaktadır. Bu nedenle standardize edilmiş tanı kriterleri oluşmamıştır. İlaç
tedavisi uygulanacak 40 kişilik SCT olgu grubunun DEHB komorbiditesi olan olgulardan oluşması farmakolojik
tedaviyle SCT semptomlarındaki değişimi net olarak saptayabilmek açısından bir kısıtlılık oluşturacaktır.
Prof. Dr. Selahattin Şenol Bahar Okulu 29 Mart - 01 Nisan 2018
48
S/15 Karaciğer Transplant Hastalarında Transplant Öncesi Ve Sonrası Nörobilişsel İşlevlerin Birbiriyle ve
Sağlıklı Kontrollerle Karşılaştırılması
Dr. Begüm Şahbudak1 [email protected]
Dr. Miray Tasasız Karakoyun2 [email protected]
Doç. Dr. Burak Baykara1 [email protected]
Prof. Dr. Sema Aydoğdu2 [email protected]
Prof. Dr. Neslihan İnal Emiroğlu1 [email protected]
1 Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi Çocuk ve Ergen Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı,
Balçova, İzmir
2 Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı Gastroenteroloji ve
Hepatoloji ve Beslenme Bilim Dalı, Bornova, İzmir
Amaç: Solid organ transplantasyonlarından en belirgin olarak gelişmekte karaciğer ve böbrek nakli sonrası, alıcıların
uzun dönem yaşaması beklenmektedir [1]. Bu süreçte karaciğer naklinde hepatik ensefalopati ile birlikte bilişsel
süreçlerin bozulması sıklıkla gözlenen klinik bir deneyimdir. Kronik hastalığa sahip çocuklarda; kronik hastalığa
maruziyet ile birlikte kaygı düzeyinin artışı, majör cerrahiler nörobilişsel performansta bozulmaya dolayısı ile
akademik performansta bozulmaya neden olmaktadır[2]. 2017 yapılmış farklı bir çalışmada ise; kronik hastalıklarda
nörobilişsel işlevlerin azalacağı, erken dönemde transplant şansı olanların bilişsel işlevler yönünden de yarar
sağlayacağı düşünülmüştür [1]. Karaciğer transplantasyonu, son dönem karaciğer yetmezliği olan çocuklarda iyi
bilinen ve kanıtlanmış bir tedavi yöntemidir[3]. Bununla birlikte karaciğer transplantı sonrası sağ kalan çocuklarda
transplant sonrası uzun dönem etkilere odaklanılmıştır. 2013 yılında yapılmış bir çalışmada; 3 yaşından önce karaciğer
transplantasyon yapılan çocuk ve ergenlerde, transplant yapılmış çocuk ve ergen grubuna göre zeka düzeylerinde
anlamlı yüksek bulunmuş ve erken dönem karaciğer transplantının zeka ve diğer bilişsel işlevlere olumlu katkıda
bulunacağı bildirilmiştir [4]. 2014 yılında yayınlanmış bir çalışmada; 1985 ile 2014 yılları arasında karaciğer
transplantı olan hastaların beş yıl sonraki nörobilişsel işlevleri, akademik başarısı yaş ve cinsiyet olarak eşleştirilen
kardeşler ile karşılaştırılmış, yürütücü işlevlerde, planlama ve organizasyon becerilerinde, porblem çözme ve görsel
taramada zorluklar belirgin olarak farklı bulunmuştur [5]. Ahluwalia ve arkadaşlarının yayınladığı ve erişkin hasta
grubu ile yapılmış bir çalışmada transplant öncesi ve sonrası 6. Ayda bilişsel işlevler, nörometabolik ve fonksiyonel
beyin değişiklikleri ve yaşam kalitesi karşılaştırılmış; transplant öncesi saptanan nörobilişsel bozulmanın travma sonra
fonksiyonel beyin değişikliklerini öngördüğü bulunmuştur [6].
Çocuklarda karaciğer transplantasyonu; biliyer atrezi ,fulminan karaciğer yetmezliği ve siroz gibi son dönem
karaciğer yetmezliği gibi nedenlerle gerçekleştirilmektedir. Kc transplantasyonu hasta ile doku uyumu olan canlı ya
da beyin ölümü gerçekleşmiş vericiden cerrahi müdahale ile alınan karaciğerin alıcıya transplante edilmesidir [7].
Türkiye’de ilk organ nakli girişimi 1962’de Dr. Kemal Beyazıt tarafından yapılan kalp naklidir, ancak nakil sonrası
hasta kaybedildiği için bu nakil başarısız olarak kayıtlara geçmiştir. 1970’lerin başında Hacettepe Üniversitesinde
hayvanlar üzerinde organ nakli deney çalışmaları başlamış ve ilk başarılı organ nakli 1975’de Dr. Mehmet Haberal
tarafından bir anneden oğluna böbrek nakledilmesi ile gerçekleştirilmiştir.1990 tarihinde dünyada ilk defa Türkiye’de,
Dr. Haberal tarafından canlıdan kısmi karaciğer nakli gerçekleştirilmiştir. Şu anda Türkiye’ de Ege Üniversitesi Tıp
Fakültesi’ nin de dahil olduğu birçok merkezde karaciğer nakli yapılmaktadır. Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi
Hastanesi’ nde her sene değişmekle birlikte özellikle canlı vericiden nakil olarak yaklaşık 15 ila 20 arası 18 yaş altı
Prof. Dr. Selahattin Şenol Bahar Okulu 29 Mart - 01 Nisan 2018
49
çocuk ve ergene karaciğer transplantı gerçekleştirilmektedir. Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi’ nde karaciğer
nakil programı 1994 yılında başlamış ve ilk pediatrik karaciğer nakli 1997’ de yapılmıştır. [8]
Yöntem: Bu çalışmada; 2018 Mayıs ile 2020 Aralık tarihleri arasında 12-18 yaş arası, Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi
Hastanesi Çocuk Gastroenteroloji Bilim Dalı’ na dış merkezden karaciğer yetmezliği nedeniyle yönlendirilen veya
başvuran karaciğer yetmezliği saptanan ve karaciğer nakil sırasına alınan 30 çocuk ve ergene okul çağı çocukları için
duygulanım bozuklukları ve şizofreni görüşme çizelgesi, şimdi ve yaşamboyu şekli (Schedule for Affective Disorders
and Schizophrenia for School Aged Children Kiddie-SADS-lifetime Version- KSADS-PL) ile tanı konularak
nörobilişşel testler uygulanacaktır. Yaş ve cinsiyet açısından eşleştirilmiş 60 sağlıklı kontrol alınarak aynı testler
uygulanacaktır.
Çalışmada ek psikiyatrik hastalıklar değerlendirilerek nörobilişsel etkilenmeler göz önünde bulundurularak
istatistiksel değerlendirme yapılacaktır. İçleme kriterlerinden biri de klinik gözlem ve öyküden alınan normal zeka
izlenimi verilen çocuk ve ergenlerin çalışmaya dahil edilmesidir. Normal sağlıklı kontroller için dışlama kriteri
karaciğer hastalıkları dışındanörobilişsel işlevleri etkileyecek kronik hastalıkların bulunmasıdır.
Transplant sonrası 1. Ay, 6. Ay ve 12. Ayda K-SADS ile birlikte nörobilişsel testler tekrarlanacaktır. Literatürde
erişkinlerle yapılan çalışmalar olsa da bulgular tartışmalı olup; çocuk ve ergenlerle yapılan bir çalışma
bulunmamaktadır. Nörobilişsel değerlendirme için uygulanacak testler; Zangwill tarafından geliştirilen ve kısa süreli
bellek ile birlikte öğrenme yeteneğini ölçen Sayı Dizisi Öğrenme Testi (SDÖT; Serial Digit Learning Test); 1935
yılında Stroop tarafından geliştirilen, bozucu etki altında algısal kurulum ve tepkiyi değiştirebilme becerisi, amaca
yönelik davranışı sürdürebilme, bilgi işleme hızı, konsantrasyon, dikkati ölçen Stroop Testi -Temel Bilimler
Araştırma Grubu Formu (ST-TBAG); problem çözme, mantık yürütme, düzenleme, ardışıklama, soyut düşünme,
cevap engelleme, tepki düzeneğini değiştirme ve dikkati sürdürebilme gibi işlevlerin değerlendirilmesinde kullanılan
Wisconsin Kart Eşleme Testi; sözel malzemeye ilişkin bilgi işleme süreçlerin çok yönlü olarak ölçen bir test olan ve
sözel öğrenme, anlık bellek uzamı (immediate memory span) geriye bozucu etki (retroactive interference), serbest
hatırlama (free recall), ve tanıma (recognition) belleğini ölçen Rey İşitsel Sözel Bellek Süreçleri Testi(Auditory
Verbal Leanrning Test: AVLT; yanıt inhibisyonunu ölçen laboratuvar temelli bir ölçüm olan Stop Sinyal Testi;
dikkat hızını, motor hızı, görsel tarama, mental esneklik, sebatlılık, cevap inhibisyonu ve enteferansa yatkınlığı
değerlendiren İz Sürme Testi (Trail Making Test) olacaktır.
Hipotez:
1- Kc transplantı öncesi ve sonrası nörobilişsel testler farklılık gösterecektir.
2- Kc transplantı öncesi nörobilişsel testler sağlıklı kontrollerile karşılaştırıldığında farklılık gösterecektir.
3- Kc transplantı sonrası nörobilişsel testler sağlıklı kontroller ile karşılaştırıldığında farklılık gösterecektir.
4- Transplant sonrası dönemde zamanla birlikte nörobilişsel testler farklılık gösterecektir.
İstatistiksel Analiz: Çalışmanın analizi SPSS paket istatistik programı kullanılarak yapılacaktır. Tanımlayıcı verilerin
incelenmesinde niceliksel veriler için ortalama ve standart sapma, niteliksel veriler için sayı ve yüzdeler
kullanılacaktır. İstatistiksel analizlerde kategorik değerler için ikili gruplarda t testi, üçlü gruplarda VARYANS
analizi; kategorik olmayan ölçümlerin karşılaştırılmasında ki kare testi uygulanacaktır.
Sınırlılıklar: Ek psikiyatrik hastalıklar değerlendirmeyi etkin yapmada zorluklar yaratacaktır.Bununla birlikte
literatürde böyle bir çalışmanın bulunmaması karşılaştırmada eksiklik yaratacaktır. Çocuk ve ergenlere zeka testi
uygulanamaması bu çalışmanın eksikliklerinden biridir.
Prof. Dr. Selahattin Şenol Bahar Okulu 29 Mart - 01 Nisan 2018
50
1. Lee, J.M., et al., Delayed transplantation may affect intellectual ability in children. Pediatrics International,
2017.
2. Adebäck, P., A. Nemeth, and B. Fischler, Cognitive and emotional outcome after pediatric liver
transplantation. Pediatric Transplantation, 2003. 7(5): p. 385-389.
3. Bucuvalas, J.C. and F.C. Ryckman, Long‐term outcome after liver transplantation in children. Pediatric
transplantation, 2002. 6(1): p. 30-36.
4. Robertson, C.M., et al., Neurocognitive outcomes at kindergarten entry after liver transplantation at< 3 yr of
age. Pediatric transplantation, 2013. 17(7): p. 621-630.
5. Ee, L., et al., Academic potential and cognitive functioning of long‐term survivors after childhood liver
transplantation. Pediatric transplantation, 2014. 18(3): p. 272-279.
6. Ahluwalia, V., et al., Liver transplantation significantly improves global functioning and cerebral processing.
Liver Transplantation, 2016. 22(10): p. 1379-1390.
7. Forsberg, A., L. Bäckman, and A. Möller, Experiencing liver transplantation: a phenomenological approach.
Journal of advanced nursing, 2000. 32(2): p. 327-334.
8. Ergün, O. and M. Sözbilen, Çocuklarda karaciğer nakli. Çocuk Cerrahisi Dergisi. 26(2): p. 4-19.
S/16 Otizm Spektrum Bozukluğu Tanısı Alan Küçük Çocukların Anneleriyle Etkileşimleri ve Annelerinin
Bağlanma Örüntülerinin Değerlendirilmesi, Gelişimsel Gecikmesi Olan ve Tipik Gelişim Gösteren Çocuklar
ve Anneleri ile Karşılaştırılması
Dr. R. Duygu Temeltürk, Uzm. Dr. Esra Solmaz
Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk ve Ergen Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı
Amaç: Bağlanma, iki kişi arasındaki duygusal bağdır. Bebek-bakımveren arasındaki bağlanmayı ilk tanımlayan John
Bowlby’nin ‘Bağlanma Kuramı’na göre bebeklerde bağlanma özellikle stres durumlarında ortaya çıkan bebeğin
bakım veren kişiyi arama ve yakınlık davranışı ile kendini gösterir. Bakımveren-çocuk ilişkisinin gelişiminde çocuğun
duygusal ve sosyal gelişim düzeyi önemlidir (Aisworth ve ark., 1970). Bu karşılıklı ilişkiyi değerlendirmek amacıyla
yapılan ‘Yabancı Durum Testi’ ile bakımveren-bebek arasındaki bağlanma güvenli ve güvensiz olarak iki şekilde
sınıflandırılmaktadır. Bağlanma ve bakımveren-bebek ilişkisini etkileyen faktörler içinde çocuğun yanı sıra
bakımverene ait birtakım özellikler de önemli rol oynamaktadır. Bakımverenin mizaç özellikleri, çocuğa karşı tutumu,
ilişki kurma biçimleri değerlendirildiğinde şimdiye dek en çok üzerinde durulan ise bakımverenin duyarlılığıdır. Bu
anlamda ‘Bebeklik ve Erken Çocukluk Döneminde Ruh Sağlığı ve Gelişimsel Sorunların Tanı Sınıflaması-
Yenilenmiş Basım’da yer alan ölçeklerle de ebeveyn-bebek iki yönlü ilişkileri, bağlanma biçimleri klinik olarak
değerlendirilebilmektedir. Otizm Açılımı Kapsamında Bozukluk, toplumsal iletişim-etkileşim eksiklikleri ve sınırlı,
yineleyici davranış örüntüleri ile karakterize bir nörogelişimsel bozukluktur (DSM-5, APA). Otizm kapsamına giren
tanı konan birçok bebek, çocuk, ergen ve erişkin bireylerde bağlanma araştırılmıştır. Bazı çalışmalarda da gelişimsel
geriliği olan ve otizm spektrum bozukluğu tanısı alan bebek ve küçük çocukların bakımverenleriyle ilişki biçimi
(Bilgic ve ark., 2011) ve bağlanmaya yönelik sosyal davranışları (Akdemir ve ark., 2009) karşılaştırılmıştır. Otistik
çocuklarda sosyal etkileşim-iletişim kısıtlılıklarının bağlanma davranışını etkilediği (Rogers ve ark., 1991) ve bu
Prof. Dr. Selahattin Şenol Bahar Okulu 29 Mart - 01 Nisan 2018
51
çocuklarda güvenli bağlanma stilinin yaklaşık %50 oranında görüldüğünü (Capps Sigman&Mundy ve ark., 2009)
gösteren çalışmalar mevcuttur. Otistik çocuklarla diğer çocukların bağlanma açısından karşılaştırıldığı bir derleme
çalışmasında otizmin güvenli bağlanmaya ilişkin davranışları etkilediği ve bağlanma gelişimini geciktirdiği
belirtilmiştir (Pehlivantürk ve ark., 2004). 2-3 y arası otizm tanısı almış ve almamış çocuklarda bağlanmanın
karşılaştırıldığı başka bir çalışmada ise ‘Yabancı Durum Testi’ ile anne-baba ve çocuk arasındaki ilişki
değerlendirilmiş, sonuçta baba-çocuk ilişkisinin ve çocuğun bilişsel becerilerinin bağlanma üzerindeki önemli rolünün
üzerinde durulmuştur (Grzadzinski ve ark., 2014). ‘Otizm Spektrum Bozukluğu’ tanısı alan 202 ergen ve erişkinlerde
yapılan bir diğer çalışmada otizm karakteristikleri (daha az maladaptif davranış, sosyal bozulma) ve annelerin çeşitli
özelliklerinin (daha az karamsarlık) anne-çocuk ilişkisini etkilediği sonucuna varılmıştır (Orsmond ve ark., 2006).
Koren-Karie ve arkadaşlarının 2009 yılında okul öncesi otistik çocuklarla yaptığı bir çalışmada ise çocuğun psikiyatrik
tanısına bakılmaksızın güvenli bağlanmanın annenin duyarlılığı ile doğrudan ilişkili olduğu gösterilmiştir (Koren-
Karie ve ark., 2009). ‘Otizm Spektrum Bozukluğu’ tanılı 2-10 yaş arası çocukların anne ve babalarındaki bağlanma
algısının bağlanmanın kalitesi ile doğrudan ilişkili olduğu, bu ilişkinin babalarda annelere göre daha yüksek düzeyde
olduğu bulunmuştur (Goodman ve ark.,2012). 2017 yılında yapılan bir derleme çalışmasında ‘Otizm Spektrum
Bozukluğu’ tanısı alan çocuklarda bağlanmayı araştıran 40 çalışma incelenmiş, bu çocukların büyük çoğunluğunun
bakımverenleriyle güvenli bir bağlanma ilişkisi kurabildiği, gelişimsel gecikme düzeyi ve otistik semptom şiddeti ile
güvenli bağlanmanın negatif yönde ilişkili olduğu, güvenli bağlanma özellikleri gösteren otistik çocukların ortak
dikkat, oyun ve eğitim alanlarında daha başarılı oldukları görülmüştür (J. Teague, M. Gray ve ark.,2017).
Hipotez: Bu çalışmadaki hipotezlerimiz: Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi poliklinik başvurusu olan 18-60 ay arası
küçük çocuklardan oluşan üç grupta (Otizm Spektrum Bozukluğu tanılı grup, Bilişsel Gelişimde Gecikme tanılı grup
ve sağlıklı kontrol grubu) anne-bebek ilişki biçimi ve bağlanma stili farklılık göstermektedir. Bu üç gruptaki annelerin
genel ilişki biçimleri de farklıdır. Ayrıca bu bulgular, otizm şiddeti ve gelişim geriliği düzeyi ile de ilişkilidir.
Yöntem: Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk ve Ergen Ruh Sağlığı ve Hastalıkları A.D’na başvurusu olan 18-
60 ay arasındaki ‘Otizm Spektrum Bozukluğu’ ve ‘Bilişsel Gelişimde Gecikme’ tanılı küçük çocuklar ve hastanemiz
çocuk sağlığı ve hastalıkları genel polikliniklerine herhangi bir sebeple başvuran aynı yaş aralığındaki herhangi bir
psikiyatrik tanısı olmayan küçük çocuklar çalışmaya dahil edilecektir. Her üç gruptan otuzar çocuk alınması
planlanmıştır, etik kurul onayının alınmasının ardından başlanacak çalışmanın süresi ise altı ay olarak belirlenmiştir.
Ebeveynlerin bilgilendirilmiş gönüllü onamı hem sözlü hem de yazılı olarak alınacaktır. Anne-çocuk ilişkisini ve
çocuğun sosyal, duygusal, bilişsel davranışlarını değerlendirmek amaçlı yarım saatlik bir oyun gözlemi yapılacak, bu
sırada Ebeveyn-Bebek İlişkisini Değerlendirme Ölçeği ve Duygusal Bağlanma&Duygusal Ulaşılabilirlik Ölçeği
kullanılarak anne-bebek ilişkisi ve karşılıklı duygusal ilişki kurma biçimleri değerlendirilecektir. Çocukların gelişim
düzeylerini belirlemek amaçlı nesnel bir veri sağlaması açısından ‘Ankara Gelişim Tarama Envanteri’ uygulanacak,
otizm tanılı olanlarda otizm şiddetini belirlemek amacıyla ‘Çocukluk Otizmini Değerlendirme Ölçeği’ kullanılacaktır.
Ailelere sosyodemografik veri formu verilecek, annelerden Aile Değerlendirme Ölçeği, İlişki Ölçekleri Anketi ve
Yakın İlişkilerde Yaşantılar Envanteri’ni doldurmaları istenecektir.
İstatistiksel Analiz:
IBM Statistical Package for the Social Sciences 22.0 sürümü kullanılarak verilerden elde edilen değişkenlerin normal
dağılıma uygun olup olmadığını değerlendirmek için Kolmogorov-Smirnow testi yapılacaktır. Üç grup arasındaki
sürekli değişkenler arasındaki farkın incelenmesi için Kruskal-Wallis Yöntemi uygulanacaktır. Kategorik
değişkenlerin oranlarının karşılaştırılması için Ki-kare testi kullanılacaktır. İki sürekli değişken arasındaki ilişkinin
incelenmesi için Spearman Bağıntı Analizi kullanılacaktır.
Sınırlılıklar:
Kesitsel bir çalışma olduğu için nedensellik ilişkisi kurulamayacaktır.
Çalışma belli bir bölgede yapılacağı için tüm çocuklara genellenemeyecektir.
Prof. Dr. Selahattin Şenol Bahar Okulu 29 Mart - 01 Nisan 2018
52
‘Otizm Spektrum Bozukluğu’ tanı grubundaki komorbid gelişim geriliği tanısı yüksek oranda bulunduğundan
bu grupta homojenite optimal düzeyde sağlanamayacaktır.
S/17 Yavaş Bilişsel Tempo (Sluggish Cognitive Tempo-SCT) İle Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite Bozukluğu
Olan Çocuk ve Ergenlerde Diffusion Tensor Imaging (DTI) ve Kranial Fonksiyonel Magnetik Rezonans
(fMRG) Görüntüleme Bulgularının Araştırılması
Dr. Didem ÇELİK1, Prof. Dr. Eyüp Sabri ERCAN1
[email protected] [email protected]
1. Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk ve Ergen Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı, İZMİR
AMAÇ:
Dikkat Eksikliği Hiperaktivite Bozukluğu (DEHB), dikkat süresinin kısalığı/dağınıklığı, kaotik hareketlilik ve
fevrilikle seyreden, belirtileri büyük oranda, hayat boyu süren nörogelişimsel bir bozukluktur (APA 2013). Bu
bozukluk eğitim hayatı, sosyal yaşam ve sağlık alanında önemli sorunlara sebep olmaktadır ( Faraone ve ark., 2015).
SCT, hayale dalıp gitme, uyanık kalmada zorlanma, enerjide düşüklük, kendi dünyasında yaşama, şaşkın
görünümde olma gibi klinik belirtiler gösteren bir bilişsel uyarılma ve uyanıklık bozukluğudur (Becker 2013). SCT (
Sluggish Cognitive Tempo- Yavaş Bilişsel Tempo) henüz DSM-V (diagnostic and statistical manual of mental
disorders-V) kapsamında yer almamakla birlikte, DEHB’den ayrı bir boyut-semptom kümesi olarak DSM-IV
oluşturulurken yapılan klinik çalışmalarda bahsedilmeye başlanmıştır. ( Lahey 1994). Bu sendromun toplumda %5.2
oranında görüldüğü rapor edilmiştir (Barkley 2012).
DEHB’de sıkça rastlanan dikkati devam ettirme (sustained attention) sorununun gözlemlenmesine rağmen, SCT’de
odaklanmayı başlatma (engage attention) probleminin daha ön planda olduğu gözlemlenmiştir. SCT’li olgulara dışa
yönelim semptomları daha az eşlik eder ( Karşıt Olma Karşıt Gelme Bozukluğu, Davranım Bozukluğu..).Klinik
değerlendirmede araştırıcıların ortak görüşe vardıkları bir diğer nokta. da SCT olgularının daha kaygılı mizaca sahip
oldukları, sosyal gruplara katılmada çekingen davrandıklarıdır.
Nörobiyoloik bir bozukluk olan DEHB’nin beyin bölgeleri bozukluğundan ziyade beyin bölgeleri arasında bir
bağlantı bozukluğu olabileceği üzerinde durulmaktadır. Beyin yolaklarını görüntülemeye yarayan DTG (Difüzyon
Tensor Görüntüleme) çalışmalarını içeren güncel ve geniş örneklemli bir meta-analiz çalışması sonucunda araştırıcılar
inferior ve superior longitudinal fasikül, anterior corona radiata, corpus callosum, cingulum, internal kapsül, caudate
Prof. Dr. Selahattin Şenol Bahar Okulu 29 Mart - 01 Nisan 2018
53
nucleus ve cerebellum bölgelerinde beyaz cevher değişiklikleri olduğunu göstermişlerdir (Van Ewjik 2012). Heterojen
bir bozukluk olduğu kabul gören DEHB’nin alt tiplerini araştıran güncel bir DTG çalışmasında ise ilaç kullanımı
olmayan ve komorbiditeye sahip olmayan olgularla sağlıklı kontroller karşılaştırıldığında DTG parametreleri
açısından anlamlı fark gözlenmemiştir (Ercan 2016).
Bu araştırma ile, fMRG ( Fonksiyonel magnetik rezonans görüntüleme) ve DTG yöntemi kullanılarak SCT
semptomları yüksek saptanan ve DEHB komorbiditesi olan olgular ile SCT semptomları göstermeyen DEHB
olgularının kendi içlerinde ve kontrol gruplarıyla karşılaştırılarak beyin bölgelerindeki aktivasyon farklılıklarının
saptanması amaçlanmaktadır. Dünyada ve ülkemizde bu alanda çok kısıtlı çalışma bulunmaktadır. Bu çalışma SCT
etyolojisine dair daha fazla bilgi edinilmesini amaçlayan bir araştırmadır.
HİPOTEZ:
SCT komorbiditesi olan DEHB’li olgular ile SCT semptomları göstermeyen DEHB olgularının beyin beyaz cevher
mikroyapısı ve beyin bölgelerindeki aktivasyonlar açısından farklı bulunacağı öngörülmüştür. Literatürde bu alanda
yapılan DTG ve fMRG çalışmaları oldukça kısıtlı olduğundan, literatüre bağlı hipotezler oluşturmak oldukça güçtür.
YÖNTEM:
Etik kurulu onayı alındıktan sonra araştırmanın örneklemine, Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk ve Ergen Ruh
Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı Polikliniği’ne başvuran 8-14 yaş aralığındaki SCT semptomları yüksek saptanan
ve DEHB komorbiditesi olan 42 olgu, SCT semptomları göstermeyen ve DEHB tanısı olan 42 olgu ve 24 sağlıklı
kontrol grubu olarak dahil edilecektir. Olgu gruplarının seçilebilmesi için başvuran ailelere CBCL ölçeğinden (4-18
yaş Çocuk ve Gençler için Davranış Değerlendirme Ölçeği) seçilmiş 4 maddelik kısa SCT tarama anketi ve öğretmen
tarafından doldurulmak üzere ÖBF (Öğretmen Bilgi Formu) verilecektir. Ön görüşme formunda 4 puan ve üzeri alan
ve öğretmen bilgi formu uyumlu olan olgulara tarafımızca K-SADS-PL ( Okul Çağı Çocukları İçin Duygulanım
Bozuklukları ve Şizofreni Görüşme Çizelgesi- Şimdi ve Yaşam boyu Şekli Türkçe Uyarlaması- ÇDŞG-ŞY) yapılarak
değerlendirmeye alınacaktır. İkinci basamak değerlendirme Prof. Dr. Eyüp Sabri Ercan tarafından tanıya yönelik
olarak yapılacaktır. Görüşmede çocuk, aile ve öğretmenler tarafından doldurulan ölçekler değerlendirilerek tanı
kriterlerini karşılayanlar çalışmaya alınacaktır. Çalışma ekibi tarafından bilgilendirilen ve araştırmaya katılmayı kabul
eden olgular WiSC-R testinden geçtikten sonra fMRG ve sonrasında da DTG için 3 Tesla MRG kısmına alınacaktır.
Çalışmadan Dışlanma Kriterleri:
1- Uygulanan klinik görüşmeler ve ölçekler sonucunda DEHB ya da SCT dışında aktif psikopatolojisi olanlar
ya da geçmişte aktif psikiyatrik hastalık öyküsü olanlar,
Prof. Dr. Selahattin Şenol Bahar Okulu 29 Mart - 01 Nisan 2018
54
2- Son 1 yılda psikotrop ilaç kullanım öyküsü olma,
3- Alkol-madde kullanım bozukluğunun olması,
4- Herhangi bir nörolojik veya ek tıbbi hastalığın olması,
5- Total IQ puanının 80’in altında olması,
6- Perinatal komplikasyonlar ve fiziksel kafa travması hikayesi olan olgular,
7- Klostrofobi tanısı, platin gibi MR çekimine engel oluşturabilecek metal parçaların varlığı,
8- Ailesi ve kendisinin çalışmaya katılmak istememesi.
Okul Çağı Çocukları İçin Duygulanım Bozuklukları ve Şizofreni Görüşme Çizelgesi-Şimdi ve Yaşam boyu Şekli
Türkçe uyarlaması-ÇDŞG-ŞY (Schedule for Affective Disorders and Schizophrenia for School Aged Children,
Present and Lifetime Version, K-SADS-PL): Çocuk ve ergenlerin DSM-IV tanı kriterlerine göre şimdiki ve yaşam
boyu psikopatolojleri saptamak amacıyla kullanılan yarı yapılandırılmış bir görüşme formudur. Dikkat Eksikliği ve
Yıkıcı Davranım Bozuklukları için DSM-IV’e Dayalı Tarama ve Değerlendirme Ölçeği: DSM-IV ölçütlerinin
anlamları değişltirilmeden soru şekline dönüştürülmesi şeklinde Atilla Turgay tarafından geliştirimiş bir
değerlendirme aracıdır. Barkley’in Çocuk Dikkat Anketi; 14 maddeden oluşan bir ölçektir ve Russell Barkley
tarafından 2013 yılında geliştirilmiştir. Bu test SCT olgularını tarama amacıyla geliştirilmiştir. Öğretmen Bilgi
Formu,, 5-18 yaş grubu öğrencilerin okula uyumunu ve sorunlu davranışlarını öğretmenlerden elde edilen bilgiler
doğrultusunda standart bir biçimde değerlendirebilmek amacıyla Achenbach tarafından 1991 yılında geliştirilmiştir.
Ölçek, okul ve öğrenci ile ilgili temel bilgilerin yanı sıra uyum işlevlerine yönelik bilgi sağlar. 4-18 yaş Çocuk ve
Ergenlerde Davranış Değerlendirme Ölçeği (Child Behaviour Checklist-CBCL); Aile tarafından doldurulması
gereken ve Achenbach ve Edelbroch tarafından geliştirilmiş oaln bir davranış değerlendirme ölçeğidir. 8 ve davranım
bozukluğunu sorgulayan 15 madde olmak üzere toplam 41 maddeden oluşmaktadır. Wechsler Çocuklar İçin Zeka
Ölçeği (WISC-R), Weschler tarafından geliştirilmiştir. 6-16 yaş grubunda mental kapasite tayini amacıyla uygulanan
bu test 6 sözel ve 6 performans alt testinden oluşmaktadır. Kısa SCT Tarama Anketi; CBCL formunda bulunan
13,17,80,102 numaralı soruların bulunduğu hastaya ön görüşmeler sırasında verilen tarama amaçlı bir ankettir.
İSTATİKSEL ANALİZ:
Prof. Dr. Selahattin Şenol Bahar Okulu 29 Mart - 01 Nisan 2018
55
Dikkat Eksikliği ve Yıkıcı Davranım Bozuklukları için DSM-IV’e dayalı Tarama ve Değerlendirme Ölçeği, K-
SADS_PL,Barkley’in Çocuk Dikkat Ölçeği, WISC-R ve olgu rapor formu aracılığı ile toplanan veriler SPSS ( The
Statistical Package for Social Sciences)ile değerlendirilecektir.
DTG verilerinin analizi için, vokel karşılaştırmalı morfometri (VBM) yöntemi kullanılacaktır. fMRG verilerinin
analizi için; FEAT versiyon 5.1 (fMRI Expert Analysis Tool) kullanılacaktır.
SINIRLILIKLAR:
Bu çalışmada pür SCT olgularının bulunmayacak olması çalışmanın kısıtlılıklarındandır. Daha fazla sayıda olgu ile
yapılacak çalışmalar etyolojiyi aydınlatmada daha yol gösterici olacaktır.
S/18 DİKKAT EKSİKLİĞİ VE HİPERAKTİVİTE BOZUKLUĞU VE OKSİDATİF STRESLE İLİŞKİSİ
Ulkar Shamkhalova1 Ayşegül Yolga Tahiroğlu2 Gonca Gül Çelik 3 Özge Metin4 Perihan Çam Ray5 Murat
Tahiroğlu6
Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çocuk ve Ergen Ruh sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı, Adana
Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çocuk ve Ergen Ruh sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı, Adana
Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çocuk ve Ergen Ruh sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı, Adana
Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çocuk ve Ergen Ruh sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı, Adana
Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çocuk ve Ergen Ruh sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı, Adana
Yaşam Labaratuvarı, Adana
Amaç
Dikkat Eksikliği Hiperaktivite Bozukluğu (DEHB) gelişimsel düzeye göre uygun olmayan, işlevselliği
ya da gelişimi bozan süregiden bir dikkatsizlik ve/ya da aşırı hareketlilik-dürtüsellik belirtileri ile
karakterize bir nörogelişimsel bozukluktur.(1) DEHB etiyolojisinde genetik etkenler,
nörotransmitteranomalileri (dopamin, noradrenalin) ve nörobiyolojik etkenlerden kabul görmesine
rağmen, yapılan son çalışmalar çocuk ve erişkin DEHB hastalarında bozulmuş oksidatif stres
dengesinden bahsetmektedir.(2)
Fizyolojik durumlarda oksidatif ve antioksidatif sistemler arasında denge vardır. Aerobik organizmalarda
serbest radikal oluşumunu kontrol altında tutmak ve bu moleküllerin zararlı etkilerine engel olmak üzere
antioksidan savunma sistemleri gelişmiştir. Ancak bazı durumlarda mevcut antioksidan sistem serbest
radikalleri tamamen önleyemez, denge bozulur ve oksidatif stres olarak adlandırılan durum ortaya
çıkar.(3) Reaktif oksijen metabolitleri bu etkileriyle merkezi sinir sistem enzimleri ve nörotransmitter
reseptör fonksiyonları değiştirir. Bu nedenle, oksidan-aracılı nöronal zedelenmenin nörogelişimsel
bozuklukların patofizyolojisinde rol oynadığı düşünülmektedir.(4) Nöronal fonksiyonda oksidatif
metabolizmanın önemini vurgulayan birçok çalışmada DEHB’li çocuklarda periferal oksidatif stres
parametreleri bakılmış ve çelişkili sonuçlar elde edilmiştir. (5,6,7)
Oksidatif stres de glia-aracılı inflamasyonla sonuçlanan mekanizmayı tetikleyerek ikincil bir nöronal
hasarla neden olur. (8) Aktive edilmiş glia hücrelerinin salgıladığı düşünülen immünmedyatörler
(örneğin, nitrik oksit ve reaktif oksijen türleri, proinflamatuvarsitokinler ve kemokinler) nörotiksisiteden
sorumlu tutulmaktadırlar.(4) Antioksidanların nöroprotektif aktivitesinin mekanik temeli, sadece
nöronlarda serbest radikalleri etkisizleştirmeye yönelik değil aynı zamanda glial hücreler tarafından
Prof. Dr. Selahattin Şenol Bahar Okulu 29 Mart - 01 Nisan 2018
56
salınan pro-inflamatuarsitokinler ve diğer mediatörler tarafından indüklenen genlerin bastırılmasına
dayanır.(9)
İnflamatuar süreç oksidatif strese neden olur ve hücresel antioksidan kapasiteyi azaltır. Buna ek
olarak, oksidatif stres de glia-aracılı inflamasyonla sonuçlanan mekanizmayı tetikleyerek ikincil bir
nöronal hasarla neden olur. (10) Aktive edilmiş glia hücrelerinin salgıladığı düşünülen immün
medyatörler (örneğin, nitrik oksit ve reaktif oksijen türleri, proinflamatuvar sitokinler ve kemokinler)
nörotiksisiteden sorumlu tutulmaktadırlar.(11) Antioksidan bileşenlerin inflamatuar cevabı önleme ve
oksidatif dengeyi sağlamaya yönelik etkileri araştırılmaktadır. Antioksidanların nöroprotektif
aktivitesinin mekanik temeli, sadece nöronlarda serbest radikalleri etkisizleştirmeye yönelik değil aynı
zamanda glial hücreler tarafından salınan pro-inflamatuar sitokinler ve diğer mediatörler tarafından
indüklenen genlerin bastırılmasına dayanır. (8) İnflamasyon, oksidatif stres ve immun sistem yoğun
etkileşim içerisindedir. Çalışmamızın bu etkileşim ve mekanizmanın aydınlatılmasına katkı sağlayacağını
düşünüyoruz.
Hipotez
Bu çalışmada, araştırılması hedeflenen temel sorular aşağıda açıklanmıştır.
Araştırmanın olası soruları;
1- DEHB’li olgularda beta hemolitik streptokik enfeksiyonunun bir göstergesi olarak ASO titrelerinin kesitsel olarak
tespit edilmesi,
2- Yüksek ASO titresine sahip olan ve olmayan DEHB olguların oksidatif stres düzeyleri arasında fark olup
olmadığının araştırılması ve klinik-sosyodemografik özelliklerinin karşılaştırılması,
3- Her iki tanı grubunun kontrol grubu ile kıyaslandığında oksidatif stres düzeyinde fark olup olmadığının
araştırılması,
4- Tedavi öncesi ve sonrası total antioksidan ve total oksidan sistem değerlerinin karşılaştırılması ve arasındaki
ilişkinin araştırılması,
5- DEHB ve ilişkili semptomlar ve DEHB alt tipleri ile oksidatif stres arasındaki ilişkinin araştırılması,
6- DEHB etyolojisinde otoimmünite ve oksidatif stressin rolünün araştırılması.
Yöntem
Katılımcılar: Çalışmaya Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk ve Ergen Ruh Sağlığı ve Hastalıkları
polikliniğine başvuran 6-18 yaş aralığındaki çocuk ve ergenlerden, psikiyatrik muayene ve yarı yapılandırılmış
görüşme formu (K-SADS-PL) ile yapılan değerlendirme sonucunda DEHB düşünülen olgulardan, DSM-V tanı
kriterlerine göre DEHB tanısı alan ve daha önce bu tanı nedeniyle tedavi almamış olan olgular çalışmaya davet
edilecektir. Sadece gönüllü olgular yazılı aydınlatılmış onam sağlandıktan sonra çalışmaya alınacaktır. Çalışmaya
2017 Aralık- 2018 Mayıs aylarında başvuran hastaların alınması planlanmıştır.
Dahil Edilme Kriterleri: 6-18 yaş aralığında olan, çalışmaya katılmaya onay veren, K-SADS-PL ile yapılan
değerlendirme sonrasında DEHB düşünülen ve DSM-5 kriterlerine göre DEHB tanı kriterlerini karşılayan, daha önce
DEHB tedavisi almış olmayan olgular çalışmaya dahil edilecektir.
Prof. Dr. Selahattin Şenol Bahar Okulu 29 Mart - 01 Nisan 2018
57
Dışlama Kriterleri: Mental retardasyon, otizm veya psikotik bozuklukların eşlik ettiği, duygudurum ve/veya kaygı
bozukluklarının eşlik ettiği, genel durumu stabil olmayan veya kronik tıbbi hastalığı olan, epilepsi tanısı dahil
nörolojik bozukluğu olan, geçtiğimiz hafta içinde enfeksiyon veya madde kullanım öyküsü olan, aktif sigara içicisi,
geçmiş ve/veya devam eden madde bağımlılığına dair bulgunun var olması, bilinç kaybıyla sonuçlanan kafa travması
öyküsü, hamilelik durumu, daha önce DEHB tanısıyla son 3 ay içinde ilaç tedavisi kullanmış olan hastalar çalışma
dışında bırakılacaktır.
Çalışmanın kontrol grubu hastanemize rutin sağlık kontrolleri, aşılama için başvuran ve K-SADS-PL uygulanarak
ruhsal muayenesi yapılan sağlıklı bireylerden oluşmaktadır. Kontrol grubu kan örneği alımından 6 hafta öncesinde
herhangi bir ilaç kullanmamış olması gerekmektedir.
Olguların sosyodemografik bilgileri kliniğimizde kullanılan sosyodemografik form aracılığı ile elde edilecektir.
Ebeveynlerden DEHB semptom şiddeti ve ilişkili semptomları ve aile işlevselliğini değerlendirecek ölçekleri
doldurmaları istenecektir. Öğretmenlerden, DEHB semptom şiddeti ve ilişkili semptomları değerlendirecek ölçekleri
doldurmaları istenecektir. Olgular; metilfenidat ve penisilin tedavisi öncesi ve sonrası kanda TAS, TOS , PON1
bakılacak ve Oksidatif Stres İndeksi (OSİ) hesaplanarak oksidatif stres durumu karşılaştırılacaktır.
Biyokimyasal İncelemeler
1. Olgulardan onam alındıktan sonra, tedavi başlanmadan önce polikliniğimizde tüm hastalara bakılan rutin kan
incelemelerinde Antistreptolizin-O ve C reaktif protein düzeyleri bakılacaktır.
2. Ayrıca periferik venöz kan örneği alınarak mikroELISA yöntemi ile TAS, TOS ve PON1 düzeyleri bakılacaktır.
3. Biyokimyasal incelemeler Adana Özel Yaşam Laboratuarında Yapılacaktır ve incelemelerin 100 olguluk kısmı bu
laboratuar tarafından karşılanacaktır.
İstatiksel Analiz
Çalışma verilerinin istatistiksel analizleri Statistical Package for the Social Sciences 16.00 sürümü ile
yapılacaktır.
Sınırlılıklar
Çalışmamızda belirtilmesi gereken bir dizi kısıtlılık söz konusudur. Ailelerin doldurduğu ölçeklere göre ruhsal
belirtilerin ve davranış sorunlarının değerlendirilmesi yanlış sonuçlara neden olabilir. Hastaların daha objektif
yöntemlerle değerlendirildiği çalışmalara ihtiyaç vardır. Çalışmanın örneklemi yaş ve cinsiyet açısından eşit dağılım
göstermediği saptanmıştır, bu da evreni temsil etmesindeki kısıtlılıklardan birisi olabilir. Ayrıca, genetik veya diyet,
mevsimsel değişiklikler, yaşam koşulları gibi çevresel etmenler sonucunda immün sistemlerinden kaynaklanan
farklılık nedeniyle enfeksiyon ve oksidatif strese verilen yanıt kişiye göre değişkenlik gösterebileceğinden,
örneklemin daha geniş tutulması ve bu farklılıkların göz önünde bulundurulması gerekmektedir.
KAYNAKLAR:
1. Amerikan Psikiyatri Birliği, Ruhsal Bozuklukların Tanısal ve Sayımsal El Kitabı, Beşinci Baskı (DSM-5),
Tanı Ölçütleri Başvuru Elkitabı’ndan, çev. Köroğlu E, Hekimler Yayın Birliği, Ankara, 2014.
2. Biederman J, Faraone SV. Attention-deficithyperactivitydisorder. Lancet 2005;366(9481):237-48
Prof. Dr. Selahattin Şenol Bahar Okulu 29 Mart - 01 Nisan 2018
58
3. Kelvin J.A. Davies Biochemical Society Symposia; Oxidativestress: theparadox of aerobic life, 1995 Nov 01,
61 1-31.
4. Berk et al. Sodepression is an inflammatorydisease, but where does the inflammation come from? , BMC
Med. 2013 Sep 12; 11():200
5. Fortenberry GZ, Meeker JD, Paraoxonase I polymorphisms andattention/hyperactivity in school-age children
from Mexico City, Mexico, EnvironRes. 2014 Jul;132:342-9.
6. Oztop D, Altun H, Baskol G, Ozsoy S. Oxidativestress in children with attention deficit hyperactivity disorder,
ClinBiochem. 2012 Jul;45(10-11):745-8.
7. Bulut M, Selek S, Bez Y, Cemal Kaya M, Gunes M, Karababa F, Celik H, Savas HA, Lipid peroxidation
markers in adult attention deficit hyperactivity disorder: new findings for oxidative stres, PsychiatryRes. 2013
Oct 30;209(3):638-42.
8. Wang JY. Dual effects of antioxidants in neurodegeneration: direct neuroprotection against oxidative stres
and indirect protection via suppression of glia-mediatedinflammation. CurrPharm Des. 2006;12(27):3521-33
9. Kul M, Unal F, Kandemir H, Sarkarati B, Kilinc K, Kandemir SB. Evaluation of Oxidative Metabolism in
Child and Adolescent Patients with Attention Deficit Hyperactivity Disorder, PsychiatryInvestig. 2015
Jul;12(3):361-6.
10. Felicity Ng , Michael B, Olivia D, Ashley I. B. Oxidativestress in psychiatricdisorders: evidence base and
therapeutic implications, Oxidativestress in psychiatricdisorders: evidencebaseandtherapeuticimplications.
International Journal of Neuropsychopharmacology, 11-6, 2008.
11. Joseph N, Zhang-James Y, Perl A, Faraone SV. Oxidative Stress and ADHD: A Meta-Analysis, J Atten
Disord. 2015 Nov;19(11):915-24.
Prof. Dr. Selahattin Şenol Bahar Okulu 29 Mart - 01 Nisan 2018
59
POSTER ÖZETLERİ
Prof. Dr. Selahattin Şenol Bahar Okulu 29 Mart - 01 Nisan 2018
60
P/1 ÇOCUK VE ERGEN PSIKIYATRISI POLIKILINIĞINE BAŞVURAN HASTALARDA
TRANSKRANYAL MANYETIK UYARIM TEDAVISI: RETROSPEKTIF
DEĞERLENDIRME
Mine ElagözYüksel 1
1:Üsküdar Üniversitesi İnsan ve Toplum Bilimleri Fakültesi - [email protected]
ÖZET
Giriş: Transkranyal manyetik uyarım (TMU) girişimsel olmayan bir tedavi biçimidir. TMU ile hızlı
değişen bir manyetik alan oluşturularak kortikal nöronların uyarılabilirliği ve elektriksel aktivitesinin
arttırılması sağlanır. Tel bobinlerin oluşturduğu manyetik alan saçlı derinin 1.5-2 cm derinliğine
ulaşır, ancak etkisi transsinaptik iletim ile derinde yer alan hücrelere yayılabilir. Epilepsi riski dışında
güvenlidir. Senkop, baş ağrısı, işitme problemi gibi yan etkiler bildirilmiştir. Literatürde psikiyatri ve
nöroloji hastaları ile yapılan çalışmalar yoğunlukta olup çocuk ve ergen psikiyatrisi alanında yapılmış
çalışmalar oldukça azdır. Dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu, otizm spektrum Bozukluğu,
depresif Bozukluk, bipolar bozukluk, Tourette Sendromu en sık TMU uygulanan hastalıklar arasında
yer almaktadır (1).
Yöntem: NPI Beyin Hastanesinde çocuk-ergen psikiyatrisi polikliniğine başvurmuş ve TMU
tedavisine yönlendirilmiş hastaların dosyaları taranmıştır. Dosya taramasına yönelik etik kurul onayı
alınmıştır. Hastaların psikiyatrik tanıları, TMU etkisi ve yan etkisi incelenmiştir.
Sonuç: En sık depresif bozukluk, otizm spektrum bozukluğu olmakla beraber yeme bozukluğu,
psikoz gibi birçok hastalıkta TMU tedavisi uygulandığı görülmüştür. Ciddi bir yan etki
gözlemlenmemiştir.
Tartışma: Bu poster sunumunda; çocuk ve ergen psikiyatrisi polikliniğinde TMU için yönlendirilen
hastalarının psikiyatrik tanıları, TMU etkisi ve bildirilen yan etkiler ilgili literatür eşliğinde
tartışılmıştır. Kaynaklar:
1. Croarkin PE, Wall CA, Lee J. Applications of transcranial magnetic stimulation (TMS) in child and
adolescent psychiatry. Int Rev Psychiatry. 2011 Oct;23(5):445-53.
P/2 RISPERIDON KULLANIMI SONRASI GELIŞEN ENÜREZIS: BIR OLGU
SUNUMU
Elif Güngördü 1 ,Fethiye Kılıçaslan 2 ,Hamza
Ayaydın 3 ,
1:Harran Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çocuk ve Ergen Ruh Sağlığı ve Hastalıkları
Anabilim Dalı, Şanlıurfa
- [email protected]:Harran Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çocuk ve Ergen Ruh Sağlığı ve
Hastalıkları Anabilim Dalı, Şanlıurfa - [email protected]:Harran Üniversitesi Tıp
Prof. Dr. Selahattin Şenol Bahar Okulu 29 Mart - 01 Nisan 2018
61
Fakültesi, Çocuk ve Ergen Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı, Şanlıurfa -
ÖZET
Risperidon kullanımı sonrası gelişen enürezis: Bir olgu sunumu
Risperidon D2 ve 5HT2 antagonizması yapan ve çocuk ve ergenlerde yaygın olarak kullanılan bir atipik
antipsikotik ajandır. Hiperaktivite, sinirlilik, agresiflik, kendine zarar verme davranışı ve stereotipi gibi
davranış bozukluklarında etkili olduğu gösterilmiştir. Risperidon kullanımı genellikle güvenli olmakla
birlikte halsizlik, kilo alımı veya iştahta artma sıklıkla görülen yan etkilerken, enürezis nadir olarak
görülmektedir. Bu olgu sunumunda Down sendromu ve zihinsel engelliği olup davranış bozukluğuna
yönelik risperidon tedavisi başlanan ve sonrasında hem gece hem gündüz idrar kaçırma yakınmaları
gelişen 13 yaşındaki bir erkek olgudan bahsedilecektir. 13 yaşında Down sendromu ve zihinsel
engellilik tanıları olan erkek hasta hareketlilik, sinirlilik, kendine ve etrafa zarar verme şikayetleri ile
ailesi tarafından kliniğimize getirildi. Ailesi ile yapılan görüşme sonucu hastanın 4 yaşından itibaren
hareketlilik, yerinde durmama şikayetlerinin olduğu ve son 2 yıldır da sinirlendiğinde kollarını ısırdığı,
kafasını duvara vurduğu, eşyaları fırlattığı, istekleri olmayınca anne-babasının kolunu ısırdığı öğrenildi.
Hastanın davranış problemlerine yönelik risperidon 1mg/gün tedavisi tedricen başlandı. 2 hafta sonra
hasta, ilaç tedavisinin üçüncü gününde ortaya çıkan gündüz 2-3 kere ve gece 1-2 kere olan idrar kaçırma
yakınmasının geçmemesi üzerine kliniğimize tekrar başvurdu. Hastanın ailevi ve tıbbi öyküsü, ürolojik
muayenesi ve laboratuar testleri normal sınırlarda idi. Hastanın özgeçmişinde enürezisi yoktu ve 5
yaşında gündüz, 4 yaşında ise gece idrar kontrolünü sağladığı saptandı. Bu durum risperidonun
indüklediği enürezis olarak değerlendirildi ve risperidon tedavisi kesildi. Poliklinik kontrolüne 1 ay
sonra gelen hastanın risperidon tedavisi kesildikten 10 gün sonra gece ve gündüz enürezis şikayetinin
kalmadığı öğrenildi. Davranış problemleri devam eden hastanın tedavisi aripiprazol 5mg/gün şeklinde
değiştirildi ve son 2 aylık sürede enürezis görülmedi. Olgumuz risperidon kullanımı sonrası hem gece
hem de gündüz idrar kaçırma şikayeti gibi nadir görülen bir yan etkiye dikkat çekmek açısından önem
taşımaktadır. Ayrıca hastaların tedavi uyumlarını arttırmak için klinisyenlerin böyle bir yan etkinin
farkında olmaları önemlidir.
P/3 OTIZM TANILI DAVRANIM SORUNLARI OLAN ÇOCUK HASTADA
ARIPIPRAZOL ILE INDÜKLENEN HIPERTANSIYON
Aylin Deniz Uzun 1 ,Şermin Yalın Sapmaz 2 ,Masum Ötürk 3 ,Hasan Kandemir 4 ,
1:Manisa Celal Bayar Üniversitesi Tıp Fakültesi - [email protected]:Manisa Celal Bayar Üniversitesi
Tıp Fakültesi - [email protected]:Manisa Celal Bayar Üniversitesi Tıp Fakültesi -
[email protected]:Manisa Celal Bayar Üniversitesi Tıp Fakültesi - [email protected]
Prof. Dr. Selahattin Şenol Bahar Okulu 29 Mart - 01 Nisan 2018
62
ÖZET
Çocuk ve gençlerde atipik antipsikotikler saldırganlık, duygudurum bozukluğu ve psikoz tedavisinde
yaygın olarak kullanılmaktadır. Aripiprazolün şizofreni, otizm ve bipolar bozukluğu olan çocuk ve
gençlerde kullanımı da giderek artmaktadır. Bu yazıda, otizm tanısı olup davranış sorunları olan
aripiprazol başlandıktan sonra hipertansiyon gelişen ilaç kesimi sonrası değerleri normale dönen
başlangıçta fiziksel açıdan sağlıklı 8 yaşında bir olgu sunulmaktadır. Bu olgu çalışmasının amacı,
çocuklar ve ergenlerde aripiprazole bağlı hipertansiyon gelişiminin ilaç yan etkisi olarak ortaya çıkışını
tartışmak ve raporlamaktır
P/4 ANKARA ÜNIVERSITESI TIP FAKÜLTESI ÇOCUK VE ERGEN RUH SAĞLIĞI VE
HASTALIKLARI KLINIĞINE BIRINCIL BAŞVURU SONRASI LIMBIK ENSEFALIT
TANISI ALAN DÖRT HASTA OLGUSUNUN INCELENMESI
Gökçe Yağmur EFENDİ 1 ,Birim Günay KILIÇ 2
1:Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk ve Ergen Ruh Sağlığı ve Hastalıkları A.D - [email protected]:Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk ve Ergen Ruh Sağlığı ve Hastalıkları A.D - [email protected]
ÖZET
Limbik ensefalit limbik yapıların enfeksiyöz olmayan inflamasyonu ile seyreden bir hastalık olup,
genellikle nöbet geçirme, bellek bozuklukları, bilinç bulanıklığı, duygudurum dalgalanmaları, kişilik
özelliklerinde ve davranışlarda değişiklikler gibi semptomlar ile ortaya çıkmaktadır. Limbik ensefalit
seyrinde görülebilen çeşitli bilişsel ve davranışsal belirtiler, atipik davranış değişiklikleri ile psikiyatri
kliniklerine başvuran hastaları değerlendirirken ayırıcı tanıda LE ( limbik ensefalit ) ön tanısının göz
önünde bulundurulmasını gerektirmektedir. Vaka serimizde, psikiyatrik semptomlar ile çocuk ve ergen
ruh sağlığı ve hastalıkları polikliniğinde birincil değerlendirmeleri yapıldıktan sonra istenilen çocuk
nörolojisi konsültasyonları sonucunda ’Limbik Ensefalit’ tanısı alan dört hastanın ilk başvuruları
sırasındaki semptomları ve izledikleri klinik seyir ele alınmaktadır. Amacımız, nadir görülen bir
hastalık olmasına karşın özellikle ‘atipik’ psikiyatrik semptomlar ile çocuk ve ergen ruh sağlığı ve
hastalıkları kliniklerine başvuran hastaların değerlendirilmesi sürecinde LE ayırıcı tanısına dair
farkındalığın arttırılmasıdır.
P/5 CINSIYET DISFORISI OLAN BIR KIZ ERGEN OLGU SUNUMU
Nurdan Kasar 1 ,Nihal Yurteri
Çetin 2
1:Düzce Üniversitesi Çocuk ve Ergen Ruh Sağlığı ve Hastalıkları, Düzce - [email protected]:Düzce
Üniversitesi Çocuk ve Ergen Ruh Sağlığı ve Hastalıkları, Düzce - [email protected]
Prof. Dr. Selahattin Şenol Bahar Okulu 29 Mart - 01 Nisan 2018
63
ÖZET
Cinsel kimlik sorunları, sıklıkla erken çocukluk döneminde ortaya çıkan, kendi cinsiyetinden inatçı ve
şiddetli bir rahatsızlık duyma ve karşı cinsten olmaya özlem duyma ile belirlidir . DSM-5’te bu durum
cinsiyet disforisi adı altında incelenmiştir . Bu yazıda cinsiyet disforisi ve eşlik eden depresyonu olan
bir kız ergen olgudan bahsedilmiştir. 12 yaş kız ergen olgu, kendinden büyük kızlara ilgi duyma, onlara
mektup yazma ve onların ilgisini çekmeye çalışma, mutsuzluk, keyifsizlik nedeniyle annesi ile birlikte
başvurdu. Kendisi; kızlara ilgi duymasının 2 yıl önce başladığını, tamamen erkeksi hislerinin olduğunu,
kızları görünce kalbinin çarptığını belirtti. Son 1 yıldır kendini kötü hissettiğini, uykularının düzensiz
olduğunu, birkaç ay önce kollarını çizme şeklinde kendisine zarar verici davranışta bulunduğunu
belirtti. Anne ve babanın yaklaşık 4 yıl önce boşandığı, olgumuz ve kardeşinin annenin yanında kaldığı,
babanın ikinci bir evlilik yaptığı öğrenildi. Hastanın yaşından daha büyük göründüğü, giyiminin
erkeksi yönde olduğu, öz bakımının görece olarak az, duygudurumunun çökkün, duygulanımının
duygudurum ile uyumlu olduğu, düşünce içeriğinde değersizlik düşünceleri ve pasif doğada ölüm
düşüncelerinin olduğu tespit edildi. Uyku düzensizliği yaşayan olgunun iştahı olağandı. Laboratuvar
tetkikleri ve çocuk endokrin değerlendirmesinde sorun saptanmadı. Hastanın depresif duygudurumu ve
kendine zarar verici davranışı nedeniyle sertralin 50 mg/gün ve aripiprazol
5 mg/gün tedavisi başlandı. Bireysel destekleyici görüşme yapıldı. Sonraki kontrolde kendini daha iyi
hissettiğini, kendine zarar verme isteğinin kalmadığını ve sinirliliğinin azaldığını belirtti. Bireysel
destekleyici görüşmelere ve medikasyonuna devam edildi. Cinsiyet disforisi tanısı alan olgularda bir
ya da daha fazla psikiyatrik komorbidite görülebilmektedir. Ülkemizde yapılan bir çalışmada cinsiyet
disforisi tanısı alan çocuklarda yetiştirilme hataları, ayrılık kaygısı ve özdeşim güçlükleri yaşandığı
saptanmıştır ve bu çocuklarda güvensiz bağlanma görüldüğünü bildiren olgu sunumları bulunmaktadır.
Olgumuzda; anne baba ilişki sorunlarının, annenin çocuğunu ihmalinin ve güvensiz bağlanmanın bu
durumun ortaya çıkışında önemli psikososyal etkenler olabileceği düşünülmüştür.
P/6 ÇOK ERKEN BAŞLANGIÇLI ŞIZOFRENI VE PANDAS ATAĞI: OLGU
SUNUMU
Buse Pınar Kırmızı 1 ,Perihan Çam Ray 2 ,Ayşegül Tahiroğlu 3 ,Gonca Çelik 4
1:Çukurova Üniversitesi Çocuk ve Ergen Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı, Adana -
[email protected]:Çukurova Üniversitesi Çocuk ve Ergen Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı,
Adana - [email protected]:Çukurova Üniversitesi Çocuk ve Ergen Ruh Sağlığı ve Hastalıkları
Anabilim Dalı, Adana - [email protected]:Çukurova Üniversitesi Çocuk ve Ergen Ruh Sağlığı ve
Hastalıkları Anabilim Dalı, Adana - [email protected]
ÖZET
Çok erken (çocukluk) başlangıçlı şizofreni, 13 yaşından önce başlayan şizofreniyi tanımlamak için
kullanılan, nadir görülen, ancak önemli gelişimsel güçlüklere ve sosyal işlevlerde bozulmalara neden
olan bir psikiyatrik bozukluktur. Yazında, Şizofreninin etiyopatogenezinde nöroinflamatuvar süreçlere
Prof. Dr. Selahattin Şenol Bahar Okulu 29 Mart - 01 Nisan 2018
64
vurgu yapılmıştır. PANDAS (Pediatric autoimmune neuropsychiatrc disorders associated with
steptococal infections) A grubu beta hemolitik streptokok (GABHS) enfeksiyonununun ardından
immün tepki sonucunda ani başlayan ya da alevlenen obsesif-kompulsif belirtiler/tiklerle karakterize,
nöropsikiyatrik belirti kümesini içeren çocukluk çağı otoimmün nöropsikiyatrik bozukluklar
olarak tanımlanmaktadır. Bu yazımızda, çok erken başlangıçlı şizofreni tanısı alan ve PANDAS atağı
geçiren bir olgu sunulmuştur. Olgumuz 6 yaşında bir kız çocuğu olup, polikliniğimize içe kapanıklık,
anlamsız konuşma ve gayta-idrar kaçırma şikayetleriyle ailesi tarafından getirilmiş olup 4 aydır
sosyal geri çekilme, kendi kendine konuşma, karşısında biri varmış gibi el kol hareketleri yapma,
anlamsız cümleler kurma ve huzursuzluk şikayetleri olduğu belirtilmiştr. Yapılan ruhsal
muayenesinde göz teması kurmadığı, ancak seslenince baktığı, sorulan sorulara anlamlı cevaplar
vermediği ve huzursuz olduğu gözlenmiştir. Olgu, organik etiyolojinin araştırılması açısından Çocuk
Nöroloji Bölümü’ne konsülte edilmiş ve yapılan değerlendirmeler sonucunda bir patoloji
saptanmamıştır. Poliklinik takibimize alınan olgunun 1 ay sonraki kontrolünde sfinkter kontrolünü
kazandığı, ancak diğer şikayetlerinin devam ettiği, uykusunun düzensiz olduğu, etrafındakilere
saldırdığı belirtilmiştir. Küçüğe, DSM V’e göre çok erken başlangıçlı şizofreni tanısı konularak
Risperidon 0,5 mg/gün başlandı. Sonraki kontrolünde şikayetlerinin ilaç başlandıktan sonraki 3 hafta
gerilediği, ancak son 1 haftadır şikayetlerinin tekrar arttığı belirtilmiştir. Muayenesinde; ÜSYE
geçirdiği, bu şikayetlerin enfeksiyon sonrası tekrar arttığı, geçmişte dudak ve gözlerinde motor
tiklerinin olduğu belirtilmiş olup, tedavisine Benzatin Penisilin G 6.3.3 IU eklenmiştir. Küçüğün,
3 hafta sonraki kontrolünde çocuklara ilgisinin arttığı, uykusunun düzeldiği, huzursuzluğunun azaldığı
belirtilmiştir. Olgumuzda ani başlayan nöropsikiyatrik belirtiler, antipsikotik tedaviden kısmen yanıt
görmekle birlikte, tedaviye Benzatin Penisilin G eklenmesi ile kliniğinde belirgin düzelmenin olması
PANDAS atağını desteklemektedir. Bu olgu bildirimimizde, çok erken başlangıçlı şizofreni ve
PANDAS’ın farklı klinik görünümleri literatür ışığında tartışılacaktır.
P/7 HIÇKIRIK ATAKLARIYLA GIDEN BIR PANS OLGUSU
Ayşegül Kızıltoprak 1 ,Lale Allahyarova 2 ,Perihan Çam Ray 3 ,Ayşegül Tahiroğlu 4 ,Gonca Gül Çelik 5
1:Çukurova Üniversitesi Çocuk ve Ergen Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı, Adana -
[email protected]:Çukurova Üniversitesi Çocuk ve Ergen Ruh Sağlığı ve Hastalıkları
Anabilim Dalı, Adana - [email protected]:Çukurova Üniversitesi Çocuk ve Ergen Ruh Sağlığı ve
Hastalıkları Anabilim Dalı, Adana - [email protected]:Çukurova Üniversitesi Çocuk ve Ergen Ruh
Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı, Adana - [email protected]:Çukurova Üniversitesi Çocuk ve Ergen
Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı, Adana - [email protected]
Özet
Pediatrik Akut Başlangıçlı Nöropsikiyatrik Sendrom (PANS) ani ve dramatik bir şekilde ortaya çıkan
obsesif kompulsif semptomlar ve/veya sınırlayıcı yeme davranışına artmış anksiyete, duygusal
Prof. Dr. Selahattin Şenol Bahar Okulu 29 Mart - 01 Nisan 2018
65
labilite ve/veya depresyon, irritabilite/zıtlaşma/agresyon, davranışsal regresyon, okul performansında
düşme, duyusal motor anormallikler, somatik semptomlar, gibi semptomlardan en az ikisin eşlik ettiği
klinik tablodur. PANS ve ilişkili nöropsikiyatrik durumların patogenezinde nöroinflamasyonun önemli
rol oynadığı belirtilmekle birlikte, altta yatan mekanizmalar tam olarak aydınlatılamamıştır. PANS’ın
enfeksiyonlarla yakından ilişkili olabileceği, ancak belirti başlangıcı ve alevlenmelerin sadece olası
enfeksiyonlara bağlı hastalıkları değil, çevresel veya immünolojik bir sebep gösterilemeyen akut
başlangıçlı çocukluk çağı nöropsikiyatrik hastalıkları da kapsadığı vurgulanmaktadır. Relaps ve
remisyonlarla seyreden PANS olgularında, en sık rastlanan enfeksiyon etkeni olarak Grup A beta
hemolitik streptokok enfeksiyonu (GABHS) olup, M. pneumoniae ve influenza gibi virüslerle de
ilişkilendirilen vakalar bildirilmiştir.
Burada sunacağımız olgu, 13 yaş 3 aylık kız çocuğu olup, kliniğimize aniden başlayan ve
yaklaşık 8 gündür olan hıçkırık yakınmasıyla başvurmuştur. Olgunun hıçkırık yakınması nedeniyle son
1 haftadır okula gidemediği, hıçkırık yakınması öncesi, üst solunum yolu enfeksiyonu geçirdiği, ayrıca
ellerinde kaşıntı ve kabarıklık yakınmasının olduğu, bu yakınmalarla önce genel pediatri ve çocuk
nöroloji bölümlerine başvurdukları, burada yapılan incelemelerin sonunda hastanın tarafımıza
yönlendirildiği öğrenilmiştir. Hastadan ve aileden alınan öyküde olgunun, yaklaşık bir yıldır simetri,
kontrol ve temizlik kompulsiyonlarının olduğu, sık enfeksiyon geçirdiği ve alerji öyküsü olduğu
öğrenilmiştir. Soygeçmiş öyküsünde; annede akut romatizmal ateş öyküsü olduğu ve penisilin
profilaksisi aldığı, babasının da obsesif kompulsif bozukluk tanısı olduğu belirtilmiştir. PANS olarak
değerlendirilen olguya, oral 1 mg/kg olacak şekilde tek doz metil-prednizolon ve depo penisilin
2.400.000 IÜ/3 haftada önerildi. Olgunun, tedavi sonrası birinci hafta kompulsiyonlarında belirgin
gerileme olduğu ve hıçkırık yakınmasının geçtiği, okula tekrar başladığı gözlendi. Tedavinin 3.
haftasında, olgunun ellerinde döküntünün ardından hıçkırık yakınmalarının tekrarladığı belirtildi.
Olgumuzda olduğu gibi atipik, ani başlangıçlı, nöropsikiyatrik semptomların varlığında ve özellikle
ailesel yüklülüğü olan olgularda PANS ve ilişkili nöropsikiyatrik durumlar akılda tutulmalıdır.
P/8 Çok Erken Başlangıçlı Şizofreni ve PANDAS Atağı: Olgu Sunumu
Buse Pınar Kırmızı 1 ,Perihan Çam Ray 2 ,Ayşegül Tahiroğlu 3 ,Gonca Çelik 4,
Çukurova Üniversitesi Çocuk ve Ergen Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı Sarıçam/Adana
Özet
Çok erken (çocukluk) başlangıçlı şizofreni, 13 yaşından önce başlayan şizofreniyi tanımlamak için
kullanılan, nadir görülen, ancak önemli gelişimsel güçlüklere ve sosyal işlevlerde bozulmalara neden
olan bir psikiyatrik bozukluktur. Yazında, Şizofreninin etiyopatogenezinde nöroinflamatuvar süreçlere
vurgu yapılmıştır. PANDAS (Pediatric autoimmune neuropsychiatric disorders associated with
steptococal infections) A grubu beta hemolitik streptokok (GABHS) enfeksiyonununun ardından
Prof. Dr. Selahattin Şenol Bahar Okulu 29 Mart - 01 Nisan 2018
66
immün tepki sonucunda, ani başlayan ya da alevlenen obsesif-kompulsif belirtiler/tiklerle karakterize,
nöropsikiyatrik belirti kümesini içeren çocukluk çağı otoimmün nöropsikiyatrik bozukluklar olarak
tanımlanmaktadır. Bu yazımızda, çok erken başlangıçlı şizofreni tanısı alan ve PANDAS atağı geçiren
bir olgu sunulmuştur. Olgumuz 6 yaşında bir kız çocuğu olup, polikliniğimize içe kapanıklık, anlamsız
konuşma ve gayta-idrar kaçırma şikayetleriyle ailesi tarafından getirilmiş olup, 4 aydır sosyal geri
çekilme, kendi kendine konuşma, karşısında biri varmış gibi el kol hareketleri yapma, anlamsız
cümleler kurma ve huzursuzluk şikayetleri olduğu belirtilmiştir. Yapılan ruhsal muayenesinde göz
teması kurmadığı, ancak seslenince baktığı, sorulan sorulara anlamlı cevaplar vermediği ve huzursuz
olduğu gözlenmiştir. Olgu, organik etiyolojinin araştırılması açısından Çocuk Nöroloji Bölümü’ne
konsülte edilmiş ve yapılan değerlendirmeler sonucunda bir patoloji saptanmamıştır. Poliklinik
takibimize alınan olgunun 1 ay sonraki kontrolünde sfinkter kontrolünü kazandığı, ancak diğer
şikayetlerinin devam ettiği, uykusunun düzensiz olduğu, etrafındakilere saldırdığı belirtilmiştir.
Küçüğe, DSM V’e göre çok erken başlangıçlı şizofreni tanısı konularak Risperidon 0,5 mg/gün
başlandı. Sonraki kontrolünde şikayetlerinin ilaç başlandıktan sonraki 3 hafta gerilediği, ancak son 1
haftadır şikayetlerinin tekrar arttığı belirtilmiştir. Muayenesinde; ÜSYE geçirdiği, bu şikayetlerin
enfeksiyon sonrası tekrar arttığı, geçmişte dudak ve gözlerinde motor tiklerinin olduğu belirtilmiş olup,
tedavisine Benzatin Penisilin G 6.3.3 IU eklenmiştir. Küçüğün, 3 hafta sonraki kontrolünde çocuklara
ilgisinin arttığı, uykusunun düzeldiği, huzursuzluğunun azaldığı belirtilmiştir. Olgumuzda ani başlayan
nöropsikiyatrik belirtiler, antipsikotik tedaviden kısmen yanıt görmekle birlikte, tedaviye Benzatin
Penisilin G eklenmesi ile kliniğinde belirgin düzelmenin olması PANDAS atağını desteklemektedir.
Bu olgu bildirimimizde, çok erken başlangıçlı şizofreni ve PANDAS’ın farklı klinik görünümleri
literatür ışığında tartışılacaktır.