53
CIA SOSYALİZMİNİN TARİHİ AYDINLIK - TİİKP – TİKP - SOSYALİST PARTİ - İŞÇİ PARTİSİ ve MAOCULUK/ENVERCİLİK Derleyen: kurtuluspartili @ Scribd

CIA Sosyalizminin Tarihi - İşçi Partisi'nin gerçek yüzü

Embed Size (px)

DESCRIPTION

Yayınlayanın notuTürkiye’de bir hainlik hayaleti dolaşıyor. Yıllardır Türkiye solunu meşgul eden bu hayalet, sessiz ama derinden, kimi dönem tutularak, kimi zaman dışlanarak, bir şekilde kafaları karıştırarak siyaset sahnesinde yer alıyor. Ne olduğu bir türlü anlaşılamayan, sürekli olarak o cepheden bu cepheye atlayan, ancak gerçek komünistlerce kulağından tutulup çekilenlerin hikayesidir anlatılan.Önce Aydınlık’ı bölerek, anavatanında çürümeye başlayan Maoculuğu ülkemize sokan, onun skolastiği ile Türkiye solunda büyük yaralar açan, her türlü liberal döneğin yetiştiği okul haline dönüşen, günümüzün İşçi Partisi’nin “ne olduğunu” olduğu gibi ortaya koyan bu broşür dizisinde, umarız ki bir çok kafa “gerçekten” aydınlanacak, bir çok kişi Doğu Perinçek’in müridi olmadan önce 2 defa düşünecektir. Makaleler, çoğu şeyi olduğu gibi anlatmakta. Tabii ki görmek isteyen gözlere…Bize ulaşınKurtuluş Yolu Gazetesikurtulusyolu.orgKurtuluş Yolu Gazetesi Facebook sayfasıfacebook.com/kurtulusyolu.orgKurtuluş Yolu Gazetesi [email protected]ın Kurtuluş Partisikurtuluspartisi.orgHalkın Kurtuluş Partisi Facebook sayfasıfacebook.com/halkinkurtuluspartisitakipcileriHalkın Kurtuluş Partisi Facebook grubufacebook.com/groups/kurtuluspartisi/

Citation preview

Page 1: CIA Sosyalizminin Tarihi - İşçi Partisi'nin gerçek yüzü

’ …

CIA SOSYALİZMİNİN

TARİHİ AYDINLIK - TİİKP – TİKP - SOSYALİST PARTİ - İŞÇİ PARTİSİ ve MAOCULUK/ENVERCİLİK

Derleyen: kurtuluspartili @ Scribd

Page 2: CIA Sosyalizminin Tarihi - İşçi Partisi'nin gerçek yüzü

Yayınlayanın notu

Türkiye’de bir hainlik hayaleti dolaşıyor. Yıllardır Türkiye solunu meşgul eden bu hayalet, sessiz ama derinden, kimi dönem tutularak, kimi zaman dışlanarak, bir şekilde kafaları karıştırarak siyaset sahnesinde yer alıyor. Ne olduğu bir türlü anlaşılamayan, sürekli olarak o cepheden bu cepheye atlayan, ancak gerçek komünistlerce kulağından tutulup çekilenlerin hikayesidir anlatılan.

Önce Aydınlık’ı bölerek, anavatanında çürümeye başlayan Maoculuğu ülkemize

sokan, onun skolastiği ile Türkiye solunda büyük yaralar açan, her türlü liberal döneğin yetiştiği okul haline dönüşen, günümüzün İşçi Partisi’nin “ne olduğunu” olduğu gibi ortaya koyan bu broşür dizisinde, umarız ki bir çok kafa “gerçekten” aydınlanacak, bir çok kişi Doğu Perinçek’in müridi olmadan önce 2 defa düşünecektir. Makaleler, çoğu şeyi olduğu gibi anlatmakta. Tabii ki görmek isteyen gözlere…

Bize ulaşın

Kurtuluş Yolu Gazetesi kurtulusyolu.org

Kurtuluş Yolu Gazetesi Facebook sayfası facebook.com/kurtulusyolu.org

Kurtuluş Yolu Gazetesi e-posta [email protected]

Halkın Kurtuluş Partisi kurtuluspartisi.org

Halkın Kurtuluş Partisi Facebook sayfası facebook.com/halkinkurtuluspartisitakipcileri

Halkın Kurtuluş Partisi Facebook grubu facebook.com/groups/kurtuluspartisi/

Page 3: CIA Sosyalizminin Tarihi - İşçi Partisi'nin gerçek yüzü

Bölüm - 1

Hikmet Kıvılcımlı’nın gözüyle CIA sosyalizmi

***

MAO! MAO! – Sosyalist (15 Aralık 1970)

Manifest gibi: "Asya'da bir hayalet dolaşıyor: Mao Mao Hayaleti" diyelim. Bunun bizde de

harika türleri belirdi. Yeri geldikçe konuya değmek üzere, şimdilik kısa bir giriş deniyoruz.

1- Mao-Mao tarikatımız

"Mao-Ze-dung düşüncesi".. Biz de de dervişlerini buldu. Dervişlilğ olsun da, ne olursa

olsun. Onu beceririz. Sırtta abâ, elde asâ, kolde Keşkül'ü fukarâ.. Yalnız mangır mı? Fikir de

dilene dilene, Mağripten Maşrıka gideriz. Hazreti Muhammet: "Ütlûb'ül İlm Velev fis Sîyn:

Bilimi Çin'de olsa dileyin" demiş. Dilemişiz, gitmişiz, almışız, gelmişiz: Pusula - barut - ipek -

kâğıt... daha neler, ne hünerler ve biberli baharlar.. Hep Çin'den gelmiş.

Neden Sosyalizm gelmesin? O da geldi. Hem tam bizim Halvetiyye tarikatının elde bin

bir tâneli vird'ü tespihi, her parmağın üç boğumu gibi üçer üçer çekiyoruz: Marksizm -

Leninizm - Maozedung düşüncesi... Birbirimizi mat etmek için, hep onu tekerliyoruz. Ve her

kim ki tekerlemezse: neûz'ü billâh kâfir olur. Öylesine keskin Mao'cular türedi

kim... kürsü'lerde!..."Kürsülerde" ya.. başka nerede olacak? Evet, hiç şaşmayahm: hepsi,

İmam-Hatip diplomalı vâizler gibi. Hep siperce bir kubbenin altında, yahut göklere doğru

basamak- basamak yükselen kutsal menberin üstünde, gözlerimizi çevremize kapayarak,

ağzımızı cemâate açarak okuyup üflüyoruz: Marksizm - Leninizm - Mavzedung düşüncesi...

"Marksizm-Leninizm" yetmiyor.. ille"Mavzedung düşüncesi"!!

2- Dünyayı sarsan 2 Deyiş: Tse Tung mu? Ze-Dung mu?

Çinli yoldaşlarımız, Moğol Atalarımızın kanıyla öylesine katışıktırlar ki, çekik gözlü, çıkık

yanaklı sarp yüzleri bize ayrıca sıcak bir yakınlık verdiği için midir? İçten ısındık hepsine.

Liderleri Mao, masallarımızın tükenmez büyülü Çin Padişahı gibi geldi oturdu kimi

kafalarımıza. Öylesıne ki, adını Çin tecvidi ile kalkalelemiyenlere, cahil sapkın görmüşçe

yukarıdan bakıyoruz.

Mao'nun sonu nasıl okunacak? Bir takım kendini bilmez nâbekârlar "Tse

Tung" diyorlarmış. Neuzubillâh: Kâfir oluyorlar "Tse Tung" diyenler. Ağırbaşlılığına toz

kondurmayan ağır sayfalı, ağır bilim yüklü bir "Aydınlık" dergisi de az kalsın cehennemlik

olayazmış: "Tse Tung" diyormuş!.Yememiş, içmemiş Çincede aslını aramış. Meğer Çin-

Mâçinli ağzı ona: Tse-Tung değil, Ze-Dungdermiş.

Allah, Allah .. Ne ulu günah! "bilimsel sosyalist Proleter Aydınlık" özel sayısında hemen,

hadesten teharetle, gusul ve setr'i avret eyleyip, abdest almış: Bundan kelli, sakın ola Mao-

Ze-Dung'a Mao-Tse-Tung demekten hararetle tövbe istiğfar ediyor. Bir daha mı "Mav-Tse-

Tung" demek? Yârabbi, sen o müşrikliğe artık düşürme Ak-Aydınlık kulunu. Ve ey! Mao Mao

Page 4: CIA Sosyalizminin Tarihi - İşçi Partisi'nin gerçek yüzü

müritleri: gözünüzü dört açın: Mao-Ze-Dung'a kalkar Mao-Tse-Tung derseniz, yeriniz Gayyâ

kuyusunun dibi olur!

Böyle tilcik atlatmıyorlar, bizim Mao, Mao tarikatinin Şıh'tan icâzet almış tâze Halifeler:..

Gelin görün ki, şu Çin ümmeti çok ince külâh eylerler adama. Türkiye'ye dek ilettikleri Mao

Peygamberin İncil'i Şerifi üstüne nasıl bir ad koysalar beğenirsiniz? Olduğıı gibi aşağıya

alalım:

"Oeuvres Choisies de MAO-TSE-TUNG."

Evet, bizim koyu dindar Mao Müritlerine Mao'nun Çinlileri bu affedilmez mûzipliği

yapıyorlar. Resmen "Ze-Dung"a "Tse-Tung" diyorlar. Hem nerede? Mao'nun Pâyitahtı

Pekin'de. Yukarıdaki kitabı yayınlıyanlann adresleri şu:

"Yabancı Diller baskı'ları.

PEKİN, 1969."

Olabilir. Çin'de de bir "revizyonist" ajanı, tâ Pekin yayınlarına dek burnunu sokmuş. "Ze-

Dung"u "Tse-Tung" diye bastırmakla, "Maocu halk savaşı"na sinsice ihanet ediyordur. Bizim

müritler yeminlidirler. Hâşâ! öyle fısk'ü fücur'a ölseler düşmezler....

3- Sosyalizmin Üçlemine:

Dung!

Vaktiyle, İsâ dininin, -eskilerce "Teslîs" denilen, -Üçlemi yerine, yukarıki üçüzün

kuyruğunda "Stalin" gelirdi. Mao- Mao'cularımız onu makaslamışlar. Yerine "Mao-Zedung"u

takmışlar. Genellikle "Batı": deyince "Hristiyan" akla gelir. Hristiyan kültürüne alışmış

olanlar, Sosyalizmi de "Teslîs"leştirerek popüler olmak istemişler. Yahut, düşünmeden onu

yapmışlar.

Şimdi (Marksizm + Leninizm + Stalinizm) üçlemi: (Marksizm + Leninizm + Mao-Zedung)

düşüncesi olmuş "Stalin": (Çelikcil) demekti. Zâhir, çelik yeterli görülmemiş Mao-Zedung'un

içinde hem "mavzer" var, hem de sonu Nakkaare dedikleri "kös" adlı koca davulun yaman

tokmağı gibi: "Dung!" diye her düştükçe adamın ödünü patlatıyor.

Pek sevdi kimi "sosyalistlerimiz" bu "Esmâ'i Hüsnâ" (Güzel-Adlar) çekmeği. Bizim bile

neredeyse hoşumuza gidecek: Mav-Ze-Dung! Ho-Şi-Minh'inkinden hoş ve cengâver kaçıyor

kulağa. Yüzlerce yıldır çok çekti Çin ümmeti. Kurtuluşunu 24 saat davul zurna çalarak kutlasa

yeridir. Mao'nun el kadar kızıl kaplı kitapçığını bağrına basmadıkça nefes almasa hakkıdır.

4 - Devrim'in DEVRİM olduğunun "Keşfídir"

Ve nedir Mao-Ze-Dung düşüncesi? Marksizm - Leninizm'de söylenmemiş ve yapılmamış

hiçbir yanı bulunmıyan bir diyalektik ve pratik olay: Devrim'in "DEVRİM"

olduğunu düşünmüş Mao. Çok haklı. Devrimin: silâhlı bir ayaklanma olduğunu da düşünmüş

Mao. O hepsinden doğru.

Ya bizim devrimbazlar?

Elbet, Moskova'dan Pekin'e, Hanoy'dan Havana'ya dek yeryüzünün dört yanı kanlı ve

silâhlı savaşlarla sosyalizme doğmasaydı, Santiyago'da Şili'de

Allende'nin "marksizmi" sandıktan çıkıp iktidara geçebilir miydi? Orada bile hiç değilse genel

kurmay başkanı gizli gizli kurban edildi, sağcılar tarafından. Hâlâ da "devrim" oldu mu?

Göreceğiz.

Page 5: CIA Sosyalizminin Tarihi - İşçi Partisi'nin gerçek yüzü

5- Hey gidi "Mavzer" Yoldaş

Mao-Zedung'un, Rusça'daki: "Söz mavzer Yoldaşın!" şiirini aslından tercüme ve

popülarize etmesine ihtiyacı yoktu. Koca Çin öyle bir yanardağın krateri olmuştu ki, orada en

sünepe kalem çelebisi, akşam dâıresinden çıkıp evine sağ sâlim gitmek istiyorsa, kalçasına,

mavzer olmadı, çakaralmaz bir tabanca takmadan yola düşemiyordu. Neden?

Şu "ebedîleştirilmiş" sözden ötürü:

"Uzakdoğu'da Çin hacılarının etekleri bir karış kısalsa, Uzakbatı da Mançester dokuma

endüstrisi zıngadak duruyor" da ondan. Üzerinde güneşin batmadığı İngiliz İmparatorluğu

bile grevden ihtilâle kayıyordu da ondan. Kapitalizm kolayını bulmuştu: Batıda işçi sınıfinı

devrime ayaklandırmaktansa, Doğuya sömürgeliğin ateşten gömleğini giydiriveriyordu.

Hele Doğunun tepesinde Osmanlı Pâdişahı, Acem Şehinşahı, Çin Fağfuru gibi yozlaşmış

Tefeci-Bezirgânlığın küpüne zarar keskin sirke bir derebeği tünetilmiş bulunuyorsa: O

hepsinden ucuz ve rahat sömürü alanıydı. Yarı sömürgenin yerli bekçi köpekleri (ve yalnız

onlar mı?) zaten birbirleriyle hırlaşıp kuduzlaşmaktan ve kendi kendilerini ısırmaktan öteye

geçemezlerdi. (Yerli"devrimci"lerimizin yaşı ona benzemese?!)

6 - Yarı Sömürgede Tüm Silâhlı Ölüm

Yan Sömürgelerden Osmanlı parçalanıp kuşa çevriliyordu. Acem diyarının hazineleri,

teherândan yukarısı senin, aşağısı benim: Hakpayı eski kalantor emperyalistler arası kasap

çengelinde kesilıp biçilmişti. Ortada tek antika av: Uçsuz bucaksız 6 milyon küsur kilometre

karelik, dünyanın içinde ayrı ve kapalı bir dünya olan Çin yarı sömürgesi kalıyordu. Onu kim

yiyecek?

Kapitali olan herkes! Bütün liınanlannı, ırmaklarını, göllerini yetmiş iki buçuk eski

oturaklı, yeni yırtıcı çeşit emperyalist canavarları tutmuş. İkide bir yan yattın, çamura battın:

Çin'in her işine, topla tüfekle, açık ve kanlı.saldırıyorlar. Bu saldırılarla iyice âhenkleştirilmiş

Çin iç düzeninin her kaya dibinde bir silâtılı çakıcı haydut, günde metelik için adam doğruyor.

Her dağ tepesine bir ayrı din ve ayrı kin fışkırtması general "Savaş Ağası" sivrilmiş, durmayıp

silâhlı yağma ve yangın kışkırtıyor.

19. cu yüzyıl ortasından (kapitalizmin devrî ekonomi Krizlerinden) 20.ci yüzyıl ortasına

(kapitalizmin politik krizlerine: Evren bunalımlarına, evren savaşlarına, evren ihtilâllerine)

dek, her büyük sanayi ufunetini başkasının ülkesine boşaltmak isteyen soyguncu: Kesik başlı,

yerde yatan Çin bereket ejderhasının tatlı etine saldırmış. Ama lâfla değil,

çıplacık silâhla saldırmış. Çinli de, diline dolanan zikr'ü tespihle değil, eline geçen her türlü

yabayla, kazmayla, bıçakla, kamayla, yâni gene silâhla habire, uluorta harakiri yapıyor,

karnını kılıcıyla deşip kanlı barsaklarını dışarıya fırlatıyor.

7 - Çin'in 1. Kuvayimilliyeciliği: Uzun Yürüyüş

Bunalımlar, İç savaşlar, dış savaşlar.. ayrıntılarına girmiyelim. Kanın gövdeyi götürdüğü

Çin'de herhangi bir devrimcinin:1789 - 1830 - 1848 - 1871 - 1905 - 1917 ve ilh. Devrimlerinin

soluk ve tükürükle olmadığını "keşf" etmesine hiç ihtiyacı yoktu.

Mareşal Çan-Kay-eşeği, o zamane dek elele yürüdüğü proletarya devrimcilerini 1927 yılı

kahpece arkadan vurup, Şanghay, Nankin, Kanton'da rastladığı devrimciyi yakalıyordu. Soru

sual yok. Ellerini arkalarına bağlatıyor, koyun gibi ama, boyunlarından değil, enselerinden

Page 6: CIA Sosyalizminin Tarihi - İşçi Partisi'nin gerçek yüzü

kestirtiyor; başlarını ayakları üstüne diziyordu.

O genel kılıçtan geçiriliş sırasında idama götürülürken kaçıp canını kurtaran

Mao: "Bütün iktidar tüfeğin namlusu içinden çıkar" demiyebilir miydi? Mao bu durumda

yetişmiş. Bir de bizim serde yetiştirilmişleri düşünün!

Şehirde katliamlar sürüp giderken, köylerde patlamış ayaklanmaların

başına işçilerle katılmamak: karşı - devrimciden başka hiç kimsenin yapabileceği iş olamazdı.

Çan-Kay-Şek ordusu örnekti. Kapitalist düzeni uğruna bile dövüşürken, az çok bir düzen

getirebildikçe 2 kat büyümüştü. Haydutlara karşı kim dirense, canından bezmiş halk, hemen

onun çevresinde ordulaşıyordu. Tıpkı bizim Birinci Kuvayimilliye Anadolusu...

Onun için Mao'lar, Şu'lar, Çu'lar çevresinde, oldukça kısa bir silâhlı direnmeyle, 1930 yılı

50.000 kişilik ordu doğdu. Çang eşeğinin 900.000 kişilik üçüncü saldırısında Mao'lar: 90.000

kişilik orduları ile teslim mi olacaklardı? 16 Ekim 1934 günü düşmanı yarıp, Uzun

Yürüyüşe geçmekten başka yol yoktu. 368 gün,18 sıradağlar, 25 ırmak aşıp, 300 çarpışma,15

düzgün Muharebe vererek, 10.000 kilometre yol alındı. 10.000 kilometre: Çin'in bir ucundan

öbür ucu bile değil, oporta göbeği idi! Şensi'ye böyle gelindi.

Şensi, ilk Çin uygarlığına kentleşme kaynağı olmuştu. Şensi'nin inanılmaz stratejik

savunma değerini kim keşfetti? Mao mu? Hayır: Hazret'i İsâ doğmadan 80 yıl önce, Çin'in

Herodot'u sayılan Sseu-Matts... Kızıl Ordu'nun Uzun Yürüyüşle sığındığı yer için, Sseu-

Matts: "20.000 kişi ile bu devlet mızrakla silâhlanmış 1 milyon kişiye kafa

tutabilir." demişti. Yürüyüş sonu Kızıl Ordu'da 90 binden tam o kadar kalmıştı: 20.000 kişi...

Çang 1 milyon kişiyi nereden bulacaktı? Çang bulmıya kalksa, emperyalizm Çin'i tek vücut

görmeye dayanamazdı.

8 -Çin'in Yunan'ı Japon: Mao Yaratığı mıdır?

Emperyalistlerin en zıpçıktı haydudu Japon, daha 1931 yılı Mançurya'yı ele geçirmişti. 15

Temmuz 1937 günü Çan-Kay- eşeğinden, dış Moğolistan'daki Çahar'ı istedi. Gelenekçil Çin

başkentinin Çin seddi ile korunduğu yerleri: Hopeh'i de istedi.

Japon emperyalizmi bir hafta bile bekleyemedi. 21 Temmuz'da Pekin'i, 27 Ocak'ta

Şanghay'ı,14 Kasım'da Kanton'u işgal ederek yayılmaya başladı. Mao'nun yakasını kurtardığı

1927 yılından, Ikinci Emperyalist Evren Savaşı sonu iç savaşların bittiği 1949 yılına dek 50

milyon Çinlinin öldürüldüğü anlaşıldı.

Bütün bu olaylar mı "Mav-Zedung düşüncesi"nin eseridir? Yoksa "Mav-Zedung

düşüncesi" mi o olayların ürünüdür? Çin'de yetmiş yedi buçuk emperyalistin "din

adamı" geçinen misyonerlerine bakın. Hepsi Afrika'da arslan avına çıkmış silâhlı başıbozuk

kılığındalar? Papazlar bile elde silâh dolaşırken, "Mav-Zedung düşüncesi", hele Marksizm -

Leninizmle temastan sonra, ne yapabilirdi? 90'lık Bonz'ların (Çin memurlarının) arasında

çelebice kalemtraşlar bileyerek, fırçalar püskülliyerek "teraşîyde şiirler" düzmekle ve

imtihana girip maaşına yarım Yen zam alma hasretini çekmekle kalabilir miydi?

9 - Türkiye'de miyiz? Osmanlılıkta mıyız?

Ak sayfalar üstüne Kara tilcikler diziştirirken, bilimcil sosyalizmi kimseciklere

bırakamıyan ateşli beğciklerimiz var. Bunlar öz-arı-Türkçeyle, turnalar gibi: "ortam!

ortam!" diye dem çekerler. "Mav-Zedung düşüncesini", yerin dibinden zorla göğe

Page 7: CIA Sosyalizminin Tarihi - İşçi Partisi'nin gerçek yüzü

fırlatan ortam dediğimizdir. O ortam: Kapitalizmin son kertesinde, komprador burjuvazinin

memleketi yabancı emperyalistlere, hiç bir maske takınmaksızın sattığı ortamdır. O, Yarı

sömürge Antika İmparatorluğu'nun paldır küldür yıkıldığı ortamdır.

Mao'yu Mao yapan Ortam: Çin yarı sömürge imparatorluğunu hem didik didik etmek,

hem olduğu gibi alıkoymak gibi çelişik amaçlann kasırgalı kıyametidir. Türkiye'de Osmanlı

yarı sömürge imparatorluğunu hem paramparça etmek, hem ortak yerli komprador, yabancı

Finans-Kapital sağlamalı olarak korumak isteyen çelişkiler kıyameti, 50 yıl öncelerine gelen

Türkiye'dir.

Antika Çin İmparatorluğu emperyalistler arasında bir türlü paylaşılamadığı için, tümü ile

patlayışı 40 yıl kan ve ateş saçan bir volkan gibi işledi. Antika Osmanlı İmparatorluğu: Yemen

- Trablus - Balkan - I. Emperyalist Evren - I. Kurtuluş savaşları sırasında bütün dalları, kolları

budandığı için, Sovyetler devrimine sırtını dayamış birkaç yıllık kuvayı milliye savaşı ile hiç

değilse politık anlamda bir bağımsız Türkiye biçiminde istikrarlaştı.

O nedenle, Çin'de demokratik devrim komprador burjuvazinin tehakkümünden bir

türlü kurtulamadı. Komprador burjuvazinin göbekbağı yabancı Finans-Kapital emrinde kaldı.

Millet önünde her türlü meşrûluğunu ve öncülüğünü yitiren burjuvazinin yerine, ancak işçi

sınıfı demokratik devrimi ele aldı, yörüngesine oturttu. Proletarya öncülüğünde demokratik

devrim, önüne geçilmez akışıyla sosyalist devrime ulaşmaktan başka çıkar yol bulamadı.

Türkiye'de demokratik devrim, bir millî kurtuluş savaşı biçiminde gelişti. Komprador

İttihatçı Burjuvazi çarçabuk kendisini ele vererek, egemenlik yeteneğini ve gücünü yitirdi.

Burjuvazi, 20. ci yüzyılın genel kuralı içinde bir ayrıcalık sağlayıp, demokratik devrimin siyasî

yüzeylerde başını bağlıyabildi. Ve 19. cu yüzyil ortasından beri "yabancı sermaye" kılığında

Türkiye'ye girmiş bulunan Finans-Kapital: "devletleştirilme" baskısı altında, devlet

kapitalizminden, doğru yerli Finans - Kapital egemenliğini sağladı.

Bugün Türkiye'de Mao'culuk taslamak: Türkiye'yi 50 yıl geride kalmış Osmanlı

İmparatorluğu ile karıştırmak olur.

***

CIA SOSYALİZMİ NASIL YAPILIR? – Sosyalist (9 Mart 1971)

İşçi arkadaşlar, belki güleceklerdir. "Başka işiniz mi kalmadı?" diye. "Bırakın sarhoşları yıkılsınlar" diyecekler. Aydın yaygaralarına arasıra yer verdikçe çalışan yığınlarımızdan özür dileriz. Bu satırları sakın bol parayla lüks baskı yapan iki buçuk aydın çömezi "düzeltmek" umuduna kapılarak yazdığımız sanılmasın. Demagoji hiç bir zaman "düzeltilemez". Aydın gençlik ortamında sağlı sollu sapıtmaların bir "Ev sahibini şaşırtmak istiyen hırsız" tipini kimi temiz gence belirtmek istedik. Yanlış hesap Bağdat'tan dönecektir. "Sıffiyn" savaşında, namuslu ve yiğit müslüman saflarını bozmak için Tefeci-Bezirgân Muaviye askerlerinin mızrakları ucuna Kuran'ı takarak, herkesten koyu "Müslüman" olduklarını göstermek istedikleri gibi, "sosyalizm" demagokları da Marks'ın Kapital'ini ve başka "kutsal kitapları" kalkan gibi kullanacaklardır. "Toplum

Page 8: CIA Sosyalizminin Tarihi - İşçi Partisi'nin gerçek yüzü

Polisi"nin kalkanları ne ise, onlarınki de odur. Nitekim Toplum Polisi ne denli "toplumcu" ise, demagoklar da o tür "sosyalist" tirler. Bu sık sık unutturulmaya çalışılan doğruyu açıklıyoruz. "Demagok"un (kuru lâfla kara kalabalığı ayartanların) kendi yalanına inanmış olup olmaması hiç önemli değildir. "Demagogun en tehlikelisi, söylediğine inanmış olanıdır" der Lenin. Demagogların "samimî"leri değilse bile; sahteleri, yanlış kapı çaldıklarını öğreneceklerdir. Şimdilik, hep onlarla uğraşacak olmadığımız için, kulaklarını kimi saf gençlere gösterip bükmekle yetiniyoruz. Finans-Kapitalin bilinçli-bilinçsiz oyuncakları "yeni" bir "aydınlık" getirdiklerini sanırlar. Oysa gölgedeki kurşunî efendileri yüzyıllardır, bile bile lâdes oynarlar. Bugün adına "CİA sosyalizmi" dediğimiz oyun ilktir, ne sondur. Oyunun aktörleri gizli ajan siciline yazılmış mıdırlar? Kıçlarında polis tabancaları var mıdır?... Orası ikinci kertedir. Aktörlerin objektif olarak yaptıklarıderlenilebilecek her noktaya yalan dolan bombaları atmaksa, rolleri CİA sosyalizmi içindedir. Bizim için olayda hiç bir yenilik yok. Eski adıyla "burjuva sosyalizmi" her zaman, her yerde bukalemun gibidir. Konduğu dalın rengini almakta eşsizdir. Bunlardan bir kaç eşantiyonu analım. 1- Japonya'da "MARKSİST" Polis Yeryüzünde birinci emperyalist evren savaşından sonra Japon emperyalizminin gizli polisi, kendi ajanlarını yetiştirdiği bir "Marksist" okul açtı. Ve orada, gizli Finans-Kapital ajanlarına"Bilimsel Sosyalizm"in inceliklerini öğretti. Japon "Marksist" ajanlarının başlıca görevleri, elden geldiğince işçi sınıfı partisi kuruluşunu baltalamak; bunu yapamazlarsa, işçi sınıfı partisi içine sızarak, orada "keskin sosyalizm" yırtınmalarıyla provokasyonlar ve mız çıkarmaktı. İt ürüdü, kervan yürüdü. Japon işçi sınıfı partisi, ajan köpekleri zararsızlaştırdı. 2 - Çarlığın "PROLETER DEVRİMCİ" Ajanları Gerçek sosyalizmin işçi sınıfı partisini baltalayan gizli polis "komünizmi", keskin "Marksist" provokatörler sosyalizmi yalnız 1. emperyalist evren savaşından sonra Uzakdoğu'da görülmedi. Ondan çok önce, kapitalizmin yerleştiği her yerde işçi sınıfı kımıldandıkça, en kurnazca "suret'i haktan gelen" (doğruymuş gibi görünen) aşırı "proleterci" (işçi yanlı), değme "sol"(goşist) veya keskin silâhlı sosyalist provokasyonları binbir çeşitlilik sundu. Sosyal yapısı Türkiye'ninkine çok benziyen eski Çarlık Rusya'sında, gerçek işçi sınıfi partisini doğmadan boğmak, yahut doğunca soysuzlaştırmak için kaç türlü provokatörlükler (kışkırtıcı gizli polis ajanlıkları) icat edildiği, artık Türkiye'de dahi okunabilen klâsik edebiyat sırasına girdi. Bunlarm en sistemli teorik olanı, Çar jandarmasını Albay Zubatof'unca uygulanan "proleter devrimciliği"dir. Frenkçe'de uvriyerizm (koyu amelecilik) denen bu ideolojiye göre, işçiler eylemci aydın gençlere kanmamalıdırlar. İşçi sınıfı partisi yerine sırf işçilerden kurulmuş örgütlerde kendi çıkarlarını aramalıdırlar. 3 -1905 "Devrimci"si: POP GAPON O provokasyonlann en korkunç ve dillere destan anıt örneği (şâheseri), kişi olarak: Pop Gapon'dur. Pop Gapon bizim kılkuyruklar gibi yazı çizi kılıbıklıklarıyla havanda su dövmemiş ve yalnız bayağı "endikatörlük" (işçi ve köylü hareketlerini ve liderlerini belli etmeden polise ele vermek) rolü ile yetinmemiştir. Pop Gapon, bugün artık herkesin tanıdığı içyüzüne rağmen, o zaman herkesçe Rusya'daki 1905 ihtilâline öncü olan ilk İşçi ayaklamsının kendiliğindenci "Lideri" sayılmıştı. Pop Gapon, işçileri ellerinde dilekçe, ilâhiler okuyarak: "Çar Baba"larına dertlerini dökmeye götürmüş ünlü Kızıl Meydan'a gelen temiz işçi ve halk yığınlarını Kanlı Pazar'da kılıç ve kurşun

Page 9: CIA Sosyalizminin Tarihi - İşçi Partisi'nin gerçek yüzü

yağmuru ile yere serdirmişti. Bu hareketin ardından, aynı Pop Gapon, Avrupa'ya geçip, Rus Sosyal Demokrat İşçi Partisi'nın tek ayık lideri Lenin'i de gizli gizli ziyaret etmişti. Pop Gapon'un bir Okrana Ajanı (Gizli Çar Polisinin Papas (ilmiyye) mesleğinden adamı) olduğunu bugün bilmiyen kalmış mıdır? Pop Gapon, gerçek sosyalizmin 1903 Kongresi'nden beri ordulaşmış işçi sınıfı partisini baltalamak için işçi sınıfını kurşunlatarak yıldırmak görevini üzerine almıştı. Farkına varmadan, yaptığı provokasyonla ülkeyi Çar zulmüne karşı bir uçtan öbür uca silâhlı isyana giriştiren tepkiyi aceleleştirdi. İt ürüdü, kervan yürüdü. işçi sınıfı partisi, ajan köpekleri Rusya'da da zararsızlaştırdı. 4 - Türkiye'nin "POP"ları İşçi smıfı partisine karşı Türkiye burjuvazisi Çar üstâdından ve uluslararası Finans-Kapital efendilerinden hiç aşağı kalmamak için sürekli idmanlar yapmıştır. Türkiye'nin modern tarihini azıcık yaşıyanlar ve bïlenler, mütareke yıllarında yabancı emperyalist ajanlarının ve yerli burjuvazinin hangi "İştirâkiyyun" (komünizm) ajanlarını nasıl piyasaya sürdüklerini hatırlarlar. Bunların başlıca görevleri: Türkiye'de gerçekten bir işçi sınıfı partisinin doğuşunu önlemek, baltalamaktı. Bunu yapamayınca; ya herkesten daha önce davranmış görünerek bir "sosyalist parti", hattâ "komünist parti" kurmaya girişmek yolunu tuttular; yahut işçi sınıfı partisi içine sızarak, orada keskin "sosyalizm" hatta "komünizm" formülleriyle, elçabukluğu mârifet, hokkabazlık yolundan provokasyonlar ve mız çıkarmak görevini en "bilimsel", yahut en inadına "devrimci" perdesi altında yerine getirmeye koyuldular. Türkiye'nin karanlık ve nankör sınıflar savaşında ne aşamalar geçirilmedi? Yaşayanlar bir gün ayrıntılarıyla açıklıyacaklardır: İşçi sınıfı için ve çeşitli işyerlerinde uzun yıllar gizli polisin kurduğu "komünist hücreleri" işletildi. Bu polis komünistleri, uluslararası emperyalist casuslarla ve ajanlarla da elele vererek, foyaları ortaya çıkıncıya dek: "Üçüncü Enternasyonal" adına, foyaları sırıtınca: "Üçbuçukuncu Enternasyonal" adına tahrikât, propaganda, teşkilât yaptılar. Öylesi günler oldu ki, pek aşırı polis Marksist- komünistlerinin işçi sınıfı ve halk yığını içine yaydıkları ateşli "komünist beyannameleri"nin ve "komünist dergileri"nin hesabı, gerçek işçi sınıfi devrimcilerinden soruldu. Elebaşıları azılı "polis komünistlerinden" olan boylu boyunca sözde "komünist teşkilatlarının gürültülü sözde: Komünist tevkifatları" yapıldı. Sonra, bu yaman "komünist tevkifatları"nın arslan ajanlar, mâsum işçilerle birlikte, polis birinci şubesinde epey "müthiş" sorgu sualden geçirilip, bir karanlık saatte, polis müdürlüğünün arka kapısından: "defolun!" diye sokağa (işçi sınıfı içinde) fırlatıldılar. İt ürüdü, Kervan yürüdü. Türkiye işçi sınıfının partisi, hep "ileriye kaçan" ajan köpekleri, sık sık zararsızlaşırdı. 5- Provokasyon Amacı: İşçi Sınıfını Partisiz Bırakmak Bu kısa açıklama bize neyi belli ediyor? Şunu: Kışkırtıcı ajan köpeklerin işçi sınıfına saldırışları her zaman, sınıfın en bilinçli, en fedakâr, en yiğit öncülerinin örgütlendiği işçi sınıfı partisinekarşı olur. Ağzıyla kuş tutsa, partisiz bir sınıf her zaman torbada kekliktir. Yapılan saldırı parti ortada görünmüyorsa; işçi sınıfı partisinin olamıyacağı, hiç değilse "henüz zamanı gelmediği"yâvesini işler. Parti, bu havlayışları kısa kesmek için yeni aşamasına davrandı mı, "herkesten önce" bir provokasyon örgütü öne sürmeye girişir. Sosyalizm düşmanları için başka her şey mübahtır: "solculuk"ta, "sosyalistlik"te, "komünistlik"te en aşırıca ajitasyon ve propaganda edilebilir. Yeter ki işçi sınıfı partisi bozulsun. Çelik, çekirdeksiz "sosyalizm"ler, nasıl olsa örgütlü gericilik tarafından bozguna uğratılır. Burjuvazi bilinçli ve örgütlüdür ya...

Page 10: CIA Sosyalizminin Tarihi - İşçi Partisi'nin gerçek yüzü

6 - Minarenin Kılıfı ve Sıçan Aklı Kendilerini ilkin 50 yıl önce çıkmış ilk Aydınlık dergisinin oldu bittiyle "mirasçısı" pozunda gösterebileceklerini uman "neydikleri belirsiz" kişiler, düşüncemizi ve yazımızı almak için bize çok alçak gönüllüce başvurdulardı. Kendilerine yayının ancak örgüt ıçin bir duvarcı sicimi olabileceğini anlattık. O şartla yazı verdik. Onlar çok geçmeden açıkgözlüğe başladılar: Yazdıklanmızda yeni bir öneri görünce, çıkacak dergide o öneri yerine, aynı düşünceyi sulandırarak, ilkin "kendi buluşları" imiş gibi öne sürdüler. Bir iki sayı sonra yayınlanan yazılarımızın aslı okurlara, o keskin sosyalistlerin "buluştarını" taklit eden bir geç kalmış düşünce imiş gibi sunuldu. "proleter sosyalizmi" ile "burjuva sosyalizmi" deyimlerimizin başına getirilenler gibi... Kalpazanlık mıydı bu, yoksa toyca kurnazlık mı? Biz, tükenmez iyi dileğimizle, o turfanda "sosyalist" beyciklerin, Tefeci Bezirgân artığı küçük burjuvalıklarına verdik. Düzelirler umudu ile görmezlikten geldik. Oysa onlar atı alınca Üsküdar'ı geçecek harâmilikteymişler. Sosyalist ortamda "Bilimsel" logorre'lerini (söz ishallerini) akıllarınca geçer akça kılar kılmaz asıl içyüzlerini açığa vurdular. Türkiye'de "işçi sınıfı partisi'nin objektif ve sübjektif şartlarının yetersiz olduğu" iddiasına sıçradılar. O zaman aldı bizi bir düşünce. "Karaman'ın koyunu, sonradan çıkmıştı oyunu!" Tıpkı polis ajanlarının işçi sınıfı partisini baltalama taktiklerine pek benziyordu bu "şartların yetersizliği teorisi". Ne yapıyorsıınuz deyince, yetersizlik yazısını kendi dergilerindeki "özgürlüğe" atfettiler. Ama, yalanlamadılar da. Minareyi çalanlar, kılıfını hazırlamışlar demekti. Sıçan tırtıkçılığı ile vakit kazanacaklardı. Hele boylarını göstersinlerdi. 7 - Suçüstü Yakalanış Sonradan Ak-Aydınlıkçı olacaklar, meşru savunma durumuna itilmiş arkadaşlarının eylemlerini "anarşistlik" ilân etmekte, bezirgân parti liderleriyle aynı zamana ve ayna kaba yellendiler. O yüzden eylemciler ile "sosyalizmin bilimi"ni yazar geçinenler arasında çıngar koptu. Ak-Aydınlıkçı'lar kendilerini "Proleteleter Devrimci" ilân eder etmez, ansızın herkesten daha "keskin sosyalist" görünmenin yolunu "Mao-Mao"culukta buldular. Ve dün "eleştirdikleri" eylemcilerin "silâhlı halk savaşı" parolasını şiddetle (ama kaloriferli apartmanlarında) döktürdüler: Onlar mı eylem düşmanı? Az önceki "bilimsel" perhizlerini, şimdi Mao-Mao'culuk turşusu ile keskince bozmuşlardı. "Tarihsel Maddecilik Yayınları"nın son üç kitabı çıkınca, tatar ağaları geç kaldıklarını anladılar. Bu yol "işçi sınıfı partisi"ni herkesten önce kendilerinin girişiminde kurmak sevdasıyla "Sosyalist Kurultay" çağrısına ılgar ettiler. Ve bir yol daha metotlarına sâdık kaldılar. Kaç yıl önce "Sosyalist" gazetesinde çıkmış "Sosyalistler Konferansı" çağrısını ağızlarında, hiç anmaksızın, soysuzlaştırma çabasına daldılar. Yaşları benzemesin, Dünya'da ve Türkiye'de işçi sınıfı partisi'ni önce baltalama, sonra ele geçirme yolundaki casus taktiği ve provokasyonu ile iyice paralele düştüklerini, ve "Cesaret arz ederken, sirkatlerini söylediklerini" anlamadılar. Suçüstü yakalandılar.

***

CIA SOSYALİZMİ TARİH KALPAZANLARI - Sosyalist (9 Mart 1971)

Ak-Aydınlık, onu yanlışlıkla okuyacak olan her delikanlıyı, "Hanyayı Konyayı bilmez"

Page 11: CIA Sosyalizminin Tarihi - İşçi Partisi'nin gerçek yüzü

enayi yerine koyarak şöyle diyor: "Proletaryanın devrim hedefine yönelmeyen bir tarih tezi, proletaryanın bilimi değildir." Söz konusu Tarih Tezi'nin özü "Antika Tarih"in gidiş kanunudur. Bu kanuna göre sınıflı toplum (yâni medeniyet - uygarlık) insanlığı na zaman bir çıkmaza soktuysa, o zaman barbarlık (yâni sınıfsız toplum, ilkel sosyalizm) kılıcını çekmiş, Gordios'un kör düğümünü kesmiştir. Bu Tez'de "proletaryanın Devrim hedefine yönelmeyen" ne var? Anlatılan açıktır. Sosyalizm, toplu yaşamak zorunda olan insanlığın öyle güçlü bir eğilimidir ki, en ilkel (tarihöncesi) biçimi ile dahi, yedi bin yıl toplumu yokolmaktan kurtarabilmiştir.Modern işçi sınıfı gibi bir devrimci sosyal sınıfın bulunmadığı antik medeniyetler boyunca, barbarlığın ikide bir yarattığı rönesanslar (dirilişler), gerçekte (ilkel bile olsa) gene sosyalizm'in eseridir. Modern işçi sınıfının sosyalizmi ile ilkel sosyalizm arasında, medeniyet tarihçilerinin uydurdukları uçurum üzerinde insancıl bir köprü vardır. Sosyalist beycikler, bu Tez'de ve yığınla aydınlatıcı başka sonuçlarında, "proletaryanın devrim hedefine" yönelmemiş hangi noktayı görüyorlar? Bunu anlamış ve anlatmış değiller. Ancak kırk yıl işlenmiş bir araştırmayı, bir kaç saatlik üstün körü ve kuyruk acılı okumayla, bir vuruşta yere sermek sevdasındalar. O yüzden, Tez'in bütünlüğü içinde değerlenebilecek bir kaç satırının önünü sonunu makaslıyarak, Tez'in aslını bilmeyen bir kaç çocuğu kandırmaya yeğkiniyorlar. KARA CÜMLESİ EKSİK SOSYAL CANBAZLIKLAR Tabiî her sosyal tez gibi, söz konusu Tarih Tezi de, "kürsü sosyalisti" Beyciklerin sandıkları gibi, yahut göstermeye çabaladıkları gibi bilim için bilim yapma hevesinden doğmadı. Doğulu toplumlardaki sosyal sınıf savaşlarının batıdakilere göre çok daha karmaşık oluşu yüzünden yapılmış kırk yıllık teorik -pratik savaşların bır sonucuydu. İster istemez o çok özellikli savaşların anlamları ve gelişmeleri üzerinde uygulamalara yankılar verecekti. Ak-Aydınlıkçı sosyalist beğciklerimizi de en çok üzen şey bu uygulamalar olmuş. Uygulamalardan birisi Tarih Tezi'nin Osmanlı tarihinde ıspatlanışıdır. Buna öyle içerlemişler ki, her kızdıklarına akrep kuyrukları ile sokmaya çalıştıkları, o yaman "revizyonizm"lerini nasıl kullanacaklarını bilemiyorlar. Şöyle "bilgincil" sözler kekeliyorlar: "Kıvılcımlı'nın tahlilinde, tarih içinde toplumun geçirdiği sarsıntılar, bir ileri aşamaya atılıştan hep kulak arkası edilmektedir." "Eş mâna?" Ne demek istedikleri anlaşıldı mı? Yüksek öğretimde bu denli "kara cümlesi eksiklik" olmamalı: Belki bir kaleme alış veya düzeltim yanlışıdır. Geçelim. Asıl okuyacak olana Tarih Tez'inden iki fâre yakalayıp sunuyorlar: 1 - Osmanlılığın "kuruluş" problemi; 2 - O problem yüzünden tarihi "dümdüz", "metafizik" görüş.. Ak-Aydınlıkçı sosyalizm arslanları, bu iki iddialarını tutturabilmek için "dümdüz" yalanlar uydurup, hiç bir metin vermeksizin inanılmaz "canbazlıklara" girişiyorlar. Sırasıyla görelim. Osmanlılık üzerinde, Tarih Tezi'nin açık metinleri yerine, cici sosyalizmin şu iki makyajlı genelev sermayesi müşteriye sunuluyor: "Kıvılcımlı, Osmanlı Devletinin kabile demokrasisi gelenek ve görenekleri üzerine kurulduğunu söylüyor. Tam tersine, Osmanlı Devletinin kurulması kabile demokrasisinin yıkılması ve yerini feodal bir devletin alması olayıdır." Kıvılcımlı'nın böyle bir cümlesi yok. Cici sosyalizm Beyciklerinin "bilimsel" kafacıkları öyle yakıştırmış. Sonra dönüp o bayağı yakıştırma üzerine Kıvılcımlı'yı arkadan vuracaklar. Böyle uydurma lâfla adam kandırmak arslanlık değil, sosyalizm kediliği bile değil, tam müflüs küçükburjuva kalpazanlığını ve burjuva düşünce vurgunculuğunu maskeleyen sosyalizm

Page 12: CIA Sosyalizminin Tarihi - İşçi Partisi'nin gerçek yüzü

çakallığıdır. Nasıl mı? Belirtelim. Metafizik Kaşığı İle Skolastik Pisliği Yeyiş Tarih Tezi, Osmanlılığın, kabile demokrasisi "üzerine" değil, kabile demokrasisinden kaynak almış vurucu güç "tarafından" kurulduğunu görür. Osmanlılık kabile demokrasisi "üzerine kuruldu" denilirse: Osmanlılık yaşadıkça, hep kabile demokrasisi üzerine dayandı, demek olur ki, gerçeğe aykırı düşülür. Çünkü "Osmanlı Devleti kurul"dukça elbet "kabile demokrasisi yıkılmış"tır. Kabile demokrasisi hem kendisi yıkılıyor, hem Devleti kuruyor, bu nasıl olur denecek? Bu "çelişkidir" denecek. Tamam; biz de onu söylüyoruz. Eğer bu söylediğimiz, kendi aklımızdan uydurulmuş bir çelişki olsaydı, elbet "saçma" olurdu. Ne var ki, Osmanlı Tarihinin som gerçekliği o çelişkinin zenbereği ile kurulmuştur. Yâni, İslâm ve Bizans derebeyilik devletlerini yıkan da, Osmanlı Devletini kuran da aynı zamanda, aynı ilkel sosyalizm ilişkilerini yaşatan "kabile demokrasisi"nin ilk Osmanlı ilblerine (gaazilerine, şövalyelerine) verdiği güçtür. İlk Osmanlılar Bizans tekfurları, yahut Selçuk Sultanları gibi derebeğileşmiş bulunsa idiler, fethettikleri yerlerde Dirlik Düzeni denilen köklü toprak reformunu ve tarihsel devrimiyapamazlardı. O zaman toprak köleliğinden "Çiftçi" durumuna geçmek isteyen ezik köylüye halk yığınlarınca kucak açılarak karşılanmazlardı. Dolayısı ile Osmanlı Fütuhatı, saman alevi gibi, üç kıtayı çarçabuk saramazdı. Osmanlı Devleti 600 yıl yaşıyamazdı. Bütün o zincirleme tarih olayları en kör gözün bile görmezlikten gelemiyeceği gerçekliklerdir. Hacıağa yahut Finans-Kapital veletlerinin paşa keyiflerince uyduracakları sosyalizm kalpazanlığı ile görmezlikten gelinemezdi. Buna karşılık, o tarihsel devrim prosesinin vurucu gücü olan ilkel sosyalizm (Ak-Aydınlık Beyciklerinin sevdikleri deyimle: "Kabile demokrasisi") Osmanlı Devletini kurarken, kendi kan örgütlerinin yıkılışını getirmedi mi? Getirdi. Devleti kuran güç yıkılır: Bu canlı, gerçek çelişkiyi namusluca kavramak için, üç buçuk skolastik kürsü döküntüsü cici sosyalistin üç buçuk yılda"diyalektik maddeciliği" ezberleyip metafızik beyinsizliğe soysuzlaştırması yetmez. Diyalektik, ezberlenecek bir CİA Sosyalizminin dogm'u değildir. Tarih içinde canını dişine takıpdövüşenlerin, adım adım uygulayabilecekleri bir metot ve mantık işidir. Sosyalizm Çakallarının Vakıfa Pevlemeleri Cici Sosyalizm çakalları, onları belki adam olurlar sanmış olan Türkiye işçi sınıfı savaşçılarının ayak izlerini koklaya koklaya "pev-"lemekle, bozgunculuk yaratabileceklerini mi umuyorlar. Boşuna çaba. Onu, kendilerinden çok daha aktif küçükburjuva şarlatan devrim yobazları bile yapamadılar. Osmanlı Tarihi, öyle Marksizm softalığının tekerlemesi gibi "kabile demokrasisinin yıkılması ve yerini feodal devletin alması" biçiminde olmadı. Bu, eski sapık sosyalizm şarlatanlığı Tortskizmin, aşın ve keskin "permanan devrim" gevezeliği ile Leninizmi mat etmiye kalkışmış yenik formülünü tarih alanına yakıştırıvermek olurdu. Tortskizm de, olmaz maskara küçükburjuva bensizliği ile, tarihin basamaklarını "düz" ve "yatınkat" edebiyat mantığı ile atlamak için şöyle demişti: "Çarlığın yıkılması ve yerini proleterya devletinin alması" Bu formül, sürü sürü zıpçıktı aydın sosyalistin ve gizli açık provakatörün ağzının suyunu akıtmış, suyu bulandırmıştı. Tarih öyle yürümedi Çarlık yıkıldı. Onun yerine burjuva iktidarı Kerenski'leri kullandı. Sonra onu işçi-köylü iktidarı kovaladı. Proletarya demokrasisi gene köylü yığınlarıyla sosyalizme geçişi sağladı. Tarih ileriye gidiş gibi geriye gidişinde de,hangi basamakları aştı ise, onları olmamış saymak neyi değiştirir? Osmanlı Tarihi, "kabile demokrasisi" yıkılır yıkılmaz "feodal bir

Page 13: CIA Sosyalizminin Tarihi - İşçi Partisi'nin gerçek yüzü

devlet"biçimine girmedi. Tarihin belirli çağı üzerinde yapılmış bir kesitle, tarihin bütün gelişimi üzerine genelleme yargı yürütmek: 19.'cu yüzyıl ortalarına dek az çok mâzur görülebilecek burjuvametafizik mantığını vé metodunu kullannıak demektir. Ak-Aydınlıkçı beycikler, kendilerine sakınmaları için kaç yol açıklama yaptığımız bir çukura düştüler. Burjuva profesörlerinin sempozyumundaki metafizik "Osmanlı feodatitesi"tekerlemelerini sözde bize gönderip eleştirimizi alacaklar ve hepsini birden basacaklardı. Bir daha sözlerinde durmadılar. Burjuva tarih tezini mal bulunmuş mağribî gibi yayınladılar. Şimdi düştükleri skolastikle, kendi kafalarını da çorba ederek cezalandırdılar. Söz konusu Tarih Tezi, Osmanlı toplumunun toprak temelinde derebeyleşmeyi azıttıran kesim (mukataa) düzeninden önce, ilk yüzyıl boyu sürmüş, ikinci yüzyıla doğru Mehmet Fâtih olmadan yeni bir dirilişe uğratılmış bir dirlik düzeni yaşandığını açıklamıştır. Ak-Aydınlıkçı cici beycikler o yüzyıl boyu yaşanmış ve "Mirî Toprak" rejimiyle tâ Tanzimat'a dek kalıntılarını zaman zaman teptirmiş bulunan Dirlik Düzeni'ni niçin atlıyorlar. Akıllarınca Tarih Tezi'ni yalan dolanla çürütmek için. Tarihin Gelişimini "dümdüz" Eden Kim? Bir tezi çürütmek için, ilkin onun özünü namusluca, hiçbir tahrife girişmeden olduğu gibi koymak, sonra yanlışlığını gerçek olayların ışığında açıklamak gerekir. Cici sosyalist beycikler unun tam tersine kalkışıyorlar. Tez üzerine kendi uydurdukları yalanlara dayanıp, bılmeyenleri aldatacak şöyle sövgüler havlıyorlar: "Kıvılcımlı'nın Tarih Tezi Marksist bir tarih kavrayışından uzaklaşmakta, sonuç olarak tarihi dümdüz bir gelişme olarak gören metafizik bir tez olmaktadır." Evet. Bunu yazabiliyor. Sözcüklerin, anlam namusu tanımıyan dillere isyan edemiyeceklerini bilen cici sosyalistlerimiz hep öyle kelimelerin ırzına geçmekle, kendi namuslarını lekelediklerini kavrayamıyorlar. Yukarıda, Osmanlı tarihinde burjuva bilginlerinin ve Ak-Aydınlıkçı çömezlerinin nasıl "metafizik" mantıklarına kurban gittiklerine değdik. Ak- Aydınlık beyciklerinin en bukalemunu olan D.P.'ye(Demokrat Parti'ye değil, onun ilk faşist komandolanndan keskin Sosyalizme fırlamış Bay D.P.'ye*) yanımıza her sokuluşunda en az birkaç öğün söylediğimiz söz hep "tarihi dümdüz bir gelişme" saymaktan çekinmesi idi. Şimdi sıra onlara gelmiş.. Onlar bizi "dümdüz gelişme" ile suçluyorlar! Ne var ki, Tarih Tezi yıllar yılıdır yazılı ve basılı olarak ortada duruyor. Acep Ak-Aydınlık beycikleri Tez'e "tükaka" demekle kimsenin okumayacağını, hele anlıyamayacağını mı sanmışlar? Tarih Tezi, Osmanlılığın ilkel sosyalizmden sınıflı topluma ve en sonra derebeyleşmeye geçişindeki basamakları, en somut örneği ile 300-400 yıl önce yazılmış Osmanlı Tarih'lerinden alıp açıklamıştır. Örnek, Hacı Halife (G.1058, İ. D.1647) ile Naimâ (G.1121,) İ. D.1708) nin tarih felsefelerinden özetlenmiştir. "Tarih-Devrim-Sosyalizm" kitabında, ilkel sosyalizmden medeniyete geçiş, olağanüstü duru gerçeklikte beş "Tavır" (Aşama) olarak özetlenir: 1. Tavr'ı Evvel: "Doğuş sıralarında devletin "sahibi" vardır. "YOLDAŞ ve GÖZCÜ" demek olan sahibidir o... Sahip sözcüğünün ilk anlamından kayışı, gittikçe ZIT anlama gelişi: Toplumun özellikle toprak münasebetlerindeki soysuzlaşma, DEREBEYLEŞME gidişi ile geçirdiği değişikliklere ayna olur." (Tarih-Devıim-Sosyalizm,1965, s.l63) Bu açıklama nedir? Tarihin "dümdüz-metafizik" değil, diyalektik bir gelişimle "zıt" (çelişik) gidiş gösterdiğine belgedir. Ve bütün ondan sonraki dört "Tavır" (Aşama) böyle diyalektikilişki-çelişkilerle Derebeyleşmeye doğru basamak basamak atlayıp geçer. Derebeyliğe Uzanan Dört Aşama

Page 14: CIA Sosyalizminin Tarihi - İşçi Partisi'nin gerçek yüzü

2. Tavr'ı Sânı: "İlk barbarın ülkücü karakteri aşınmıya başlar. Toplumda o zamana kadar ki KAN teşkilâtı yerine, SINIFLAR ve SINIF dövüşü geçince; artık, içerideki gerginliği dengeleştirecek eski herşeyde ORTAKLIK: Müşareket prensibini güden GELENEK ve GÖRENEK'ler YASAK edilecektir." (a.y., s.165) "KANDAŞLIK bağları yerine KUL, AĞA, KÖLE ve EFENDİ münasebetlerini geçirmek kolay edinilir bir bilim değildi. O hinoğluhinliği başka kimse çakmadan öğrenen açıkgöz, eski KAN düzenli EŞIT ve KANDAŞ toplumu ancak atlatabilir." (T.D.S., s.l67) Her düşünce dolandırıcısı olmayan için besbelli olduğu gibi: "EŞİT KANDAŞLIĞI... YASAK" etmekle, onun "GELENEK-GÖRENEK"lerini "YOK" etmek arasında uçurumlar vardır. Toplum bu uçurumlu aşamaları atlaya atlaya en son konağı olan DEREBEĞİLEŞME'ye varacaktır. İlgilenenler ayrıntılarını yerinde okur. Son üç aşama için birkaç söz: 3- Tavr'ı Sâlis: "Bezirgân Medeniyetin yükselişi", "sosyal ve ekonomik gelişim devridir." (T.D.S., s.171) Demek Toplum, üçüncü aşamasında bile, henüz derebeyleşme arteryo-sklerozu'na girmemiştir. Gerilemez, ilerler. 4- Tavr'ı Râbi: "Bezirgân medeniyetinin durması", "eski, nispeten namuslu, azçok idealist devlet adamları ortadan kalkmış"tır. "Teâtı'i İrtişâ" (rüşvet alışverişi) ve "Mala meyilli Ricâl'i Mutlaka" (özel mülkiyet eğilimli müstebit devlet adamları) türemiştir. (T.D.S., s.172) Demek Toplum ancak dördüncü aşamasında derebeyileşmeye başlamıştır. Henüz gerilemez ise de ilerliyemez de. 5- Tavr'ı Hâmis: "Bezirgân medeniyetinin çökmesi" (T.D.S., s. 173.) "temeli: Bezirgân - derebeyi fârelerince aşınmış bir toplumun öteki bütün siyasi, hukuki, ahlâki, felsefi, dini ve ilh. ÜSTYAPISINDA iler tutar yer kalamaz." "Artık boğuşma üst tabakaları sarmıştır. HARP önlenemez, sürer. İSTİKRAZ yetmez, arttırılır. DEREBEYİCE ödünç almalarla MÜSADERE'ler: Çapulu zenginler katına doğru çıkarır. Onlar, çalışan fakir halk gibi kaderlerine küsmezler. Birbirlerine düşerler. Yahut, Osmanlı usulü: KOYU DİNDARLIK ayranları kabarır. Kimi "HACILIĞA", kimi Mısır'a çil yavrusu gibi kaçışırlar. "Ve son VURUŞU yapacak BARBAR, toplumun altlı, üstlü bütün sınıflarınca, kurtarıcı gibi beklenir." (T.D.S., s.174) Bizim cici sosyalist kılkuyruklar, bunları okumamış mıdırlar? Tarih Tezi, antika tarihi böyle batıp çıkan sonsuz çelişkileri içinde buluyor: Beyciklerin, yayınladıkları burjuva feodolizm anlayışının skolastik batağından burunlarını çıkarıp Tarih Tezi'ni dümdüz bir gelişme, metafizik bir tez olarak ilân etmeleri neye benzer? Onlardan daha özürlü olan isterik salon kokotunun, kendi pisliğini levantalarla örtmesine... Yahut, onlardan daha haklı olan sokak fâhişesinin, aşağılık kompleksi ile, bütün komşu kadınların namuslarından şüpheyle konuşmasına, ve herkese pislik atmasına... Kadıncıklar mecbur. Bu beycikleri yalana, dolana, namussuzluğa zorlıyan yok, sanırız. (*) Doğu Perinçek. Yayıncının notu.

***

Page 15: CIA Sosyalizminin Tarihi - İşçi Partisi'nin gerçek yüzü

MAO KALPAZANLARI – Sosyalist (6 Nisan 1971)

Ünlü kızıl kitabın birinci bölümü parti üzerinedir. Ve bu bölüınün (yani kitabın) birinci cümlesi: "Parti'nin" Çin Halkının Önderlik merkezi olduğunu söyler. Ve bütün birinci bölüm boyunca, Mao'nun çeşitli zamanlarda Parti'nin önemini vurgulayan cümleleri yer almaktadır. Her Marksist - Leninist lider gibi Mao da, partinin birinci derecedeki önemini çok iyi kavramış, tüm mücadelesi boyunca partiyi güçlendirmiş ve partiyi daima kitlelerin önderi kılmıştır. Ak-Aydınlık benzerlerini yani bizdeki sahte Maocuları çekmiştir, bunlar her nedense parti meselesine hiç girmiyorlar. Bir zamanlar "İşçi sınıfının politik - ideolojik - örgütsel - öncülüğünden" sözederlerdi. Hadi ideolojik öncülüğü "Mao Zedung düşüncesiyle" hallettiler diyelim, peki politik öncülük nasıl gerçekleşecek? Ak Aydınlık dergisiyle mi? Hadi onu da o dergiyle sağlasınlar... Ya örgütsel öncülük ne oldu? Oysa ideolojik politik öncülük örgüt öncülüğünün, (yani her şeyden önce örgütün) varlığıyla gerçekleşir. Öncülük diyalektik bir bütündür. İşte sahtekârlann maskesi burada düşer... Aylardır bir sürü laf kalabalığı içinde üniversite odalarından ahkâm kesenler buraya geldi mi susarlar.. Susarlar çünkü Proletarya Partisi'nin teşkilini ne kadar geciktirirlerse, kendi borlarının o kadar uzun ömürlü olacağını hesaplamışlardır. Oysa bu kişiler gerçek Maoculuğun ne olduğunu pekâlâ bilirler. Örgütsüz hiçbir mücadelenin başarıya ulaşamayacağını hiç şüphesiz bilirler. Ama gene de örgüt önermezler. Günümüzün acil meselesinin örgütlenmek olduğunu nicedir dillerine almıyorlardı. Kuru sıkı laf kalabalığı arasında oradan buradan adam apartmak peşindeydiler. Bir ara Sosyalist Kurultay'dan bahsediyorlardı. Oradaki amaç da belliydi, ortadaki dağınıklıktan kendilerine parsa toplayacaklarını umdular, olmadı.. Susuverdiler.. Çünkü gençlik katlarında partisiz mücadele görüşü yaygındı. Çünkü Proletarya Partisinden sözeden herkese hemencecik revizyonist diyenler çoğunluktaydı. Gençleri en keskin lâf eden grubun toparlayacağını uman sahte Maocular bu yarışa girdiler. Dev Genç merkez yönetimini pasifistlikle suçlarken, partisiz mücadele anlayışını eleştirmek işlerine gelmiyordu. Marksizm - Leninizmin (ve dillerinden hiç eksik etmedikleri Mao Zedung düşüncesinin) en temel teorik ve pratik noktalarından biri olan PARTİ konusuna, örgütlü mücadele konusuna hiç değinmediler. Yaptıkları eğer provokasyon değil idiyse, oportünizmin ve revizyonizmin dik âlâsıydı... Ve bizce yaptıkları aynı zamanda bir provokasyondu. Dev-Genç merkez yönetimini "en tehlikeli revizyonizm"le ve pasifizmle suçladılar. Nereden aldıkları belli olmayan bir icazetle lâfta keskinleştikçe keskinleştiler. Yaptıkları açıktı, diğer ihtiyatsız ve tecrübesiz grupları kendi provokasyon alanlarına çekip, sosyalizmin gizliliğini deşifre etmek ve birtakım genç kadroların, acemi unsurların kendi kendilerini polise ihbar etmelerini sağlamak. Elhak Akaydınlıkçılar bu provokasyonda bir miktar başarılı oldular... (Ak Aydınlıkçıların SOSYALİST'e öfkelenmelerinin nedenlerinden birisi Proletarya Partisi çalışmaları ise, diğeri de Sosyalist'i ve onun başyazarını bu provokasyona düşüremediklerinden ileri gelir. 30 Mart 1971 tarihli sayılarında da binbir dereden su getirerek, en adi demagojilerle Dr. Kıvılcımlı'yı kendi kendisini ihbara zorlamaktadırlar. Oysa bilmezler mi ki Kıvılcımlı niçin bunca yıl hapiste yatmıştır.. Bilmezler mi, Kıvılcımlı, daha geçen

Page 16: CIA Sosyalizminin Tarihi - İşçi Partisi'nin gerçek yüzü

yıl yaptığı bir konuşmada, Sosyalizm lâfla değil, silâhla olur" dediği gerekçesiyle hâlen yargılanmaktadır. Hepsini bilirler. Ve gene Dr. Kıvılcımlı'nın "Mao Mao" başlıklı yazısında Mao'yu niçin ve nasıl takdir ettiğini, ve sahte Maocuların, pamuk elli cici beyciklerin ellerine silâhtan başka her şeyin yaraşacağını bildiği için o yazıyı yazdığını bilirler. Kıvılcımlı, orada Mao'nun eylemini sergileyerek Mao kalpazanlannı teşhir etmişti.) Ak Aydınlıkçı sahtekâr Maocular Nihat Erim kabinesinin ardından hemen "Örgütlenelim" sloganını attılar. Yeni mi akıllarına geldi? Yeni geldi, diyelim. Peki nasıl örgütlenelim? Aylardır Parti konusunda tek lâf ulaşılacağı konusunda en ufak bir görüş belirtemeyenler Partili mücadele bilincini önleyenler, Vatan Partisi'nin tekliflerini baltalayanlar kendileri değiller mi? Onlar mı, Proletarya Sosyalistlerine örgütlenmeyi salık veriyorlar? Daha bir yıl önce ideolojik - politik - örgütsel öncülükten bahsederlerdi. Demagojinin başka bir biçimi. Örgütsel öncülük olmazsa ne ideolojik ne de politik öncülük gerçekleşir... Ve örgüt Akaydınlıkçılar tarafından hep hasıraltı edilmiştir. Yani proletaryanın örgütlenmesini, İşçi Sınıfı Partisi'ne giden yolu da diğer bazı gruplarla birlikte dinamitlemeye çalışmışlardır. Kurtuluş grubunun tutumu açıktır, onlar şimdilik partisiz mücadeleyi önerirler. Bu nedenle Kurtuluş grubundan proletarya partisinin nasıl kurulacağını sormayız. Üstelik bu arkadaşlar ölümün üstüne yürüyen pervasız kişilerdir. Ya bizim keskin Maocular? İşte burada şapa otururlar.. Çünkü her Leninist gibi Mao da partinin öncü gereğini her satır başı vurgulamış, her adımda bunu ispatlamış bir kişidir... Böylece, Leninizmin en önemli meselesinde sahte Maocular açık vermişlerdir... Hem de öylesine yaman bir açık vermişlerdir ki, görmeyen gözler önünde de maskeleri düşmüştür... Bundan sonra proletarya partisini konusunu da ele alacaklardır... Fakat burada da en seviyesiz demagojiler bir takım lâf salataları ve bol bol Mao Zedung düşüncesi... Böylece bu konuyu da dejenere etmeye çalışacaklardır. Ak Aydınlıkçılar'ın proletarya partisi konusuna girdiklerinde illegaliteyi şu ya da bu şekilde dillerinden eksik etmeyerek Provokasyon konusu yapacakları bellidir. AK AYDINLIK'IN EYLEMDEKİ BİR PROVOKASYONU: Şimdi sırası gelmıişken Ak Aydınlıkçıların eylemdeki bir provokasyonunu örnek olarak burada vereceğiz. Bir greve giden Ak Aydınlıkçılar, işçilerle konuşurken, sendikacıların Moskovaya bağlı olduklarını bu nedenle revizyonist olduklarını, Moskovacı sendikacılara işçilerin güvenmemeleri gerektiğini söylemişlerdir... Daha sonra aynı grevde sendika yönetimi Gorki üçlüsünden bir filmi getirip işçilere göstermişlerdir ve fılm esnasında işçiler sinemanın oynadığı çadırı terketmişlerdir, "Bize söylemişlerdi inanmamıştık, bu sendikacılar hakikaten komünistmiş" demişlerdir... Burada sendikacıları müşkül durumda bırakmamak için olayın yerini ve zamanını vermiyoruz. Bu haltı işleyen provokatörler olayı daha iyi bilirler... Eğer yönetici "ağabeylerinin" (Ak Aydınlık merkezinin) haberi yoksa, sorup öğrensinler. Fakat sorup öğrenmeğe ne hacet, Ak Aydınlık yöneticileri yürütülen toplu ve açık bir provokasyonu sürdürmektedirler. Türkiye'de CIA ve egemen sınıflar Sovyet Rusya düşmanlığını komünizm düşmanlığı ile eşdeğer tutmuşlardır. Ak Aydınlıkçıların Rusya'ya karşı çıkmaları hâlisâne niyetle ve "sosyalizm"adına değildir. Çünkü, henüz doğru dürüst ekonomik bilince bile gelmemiş ve derin anti-komünist şartlanma içinde yetişmiş işçilere anti Sovyet propaganda yapmak, Türkiye'nin şartlarında sosyalizm düşmanlığının, CIA provokasyonunun ta kendisidir... Türkeş'in faşist komandoları Mavi ve Kızıl emperyalizmin düşmanıyız derler.Akaydınlıkçılar, Amerikan ve Sovyet Sosyal Emperyalizminin düşmanıyız diye

Page 17: CIA Sosyalizminin Tarihi - İşçi Partisi'nin gerçek yüzü

konuşurlar... Ümmetçiler de aynı sloganları kullanırlar... CHP'nin safdil gençleri de, yanı yoldadır ve CIA Türkiye işçi sınıfı içindeki en başarılı provokasyonlarını anti-komünist şartlanmanın Sovyet düşmanlığına eşit olduğu olgusundan yola çıkarak tezgâhlar... APIŞIP KALAN CİCİ MAOCULAR Maoculuğun Türkiye'ye en temel noktaları çarpıtarak sokan ve yukarıda söylediğimiz provokasyonlar dışında, genel geçer lâflarla mezhepçilik yaratmaya çalışan, Türkiye'deki sınıf tahlillerini 50 yıl öncesinin Çin'ine benzeterek çarpıtan ve ona uysun diye "Toprak ve köylü"' demagojileri yapan, ikide bir görüş değiştiren, hedef şaşırtan, her türlü kaypaklığı "esneklik" diye yorumlayan, kişi putlaştırma eğilimini yerleştirmek isteyen, Türkiye'den kopuk üç buçuk kırık dökük lâfla ideolojik öncülük peşinde koşan Ak Aydınlıkçı sahtekâr Maocular Rusya'nın uzlaşmacı politikasını dillerine dolamışlarken, Pakistan meselelesiyle apışıp kalmışlardır. Bilindiği gibi, faşist Yahya Han'ın Pekin'le arası hayli iyidir. Çin, Hindistan'a karşı daima Pakistan'la birlik olmuştur.. Ne var ki, son hafta içindeki Doğu-Batı Pakistan kavgasında Yahya Han'ın faşist terörü, döktüğü oluk oluk kan Çin'i müşkül durumda bırakmıştır. Hele Hindistan'da Doğu Pakistan halkını destekleyince Çin cephesinden henüz ses seda çıkmamıştır. Böyle şeyler olur.. Sosyal olaylara mekanik açıdan bakılırsa kimileri işte böyle apışıp kalırlar. Çünkü sosyal olaylar ancak diyalektikle çözülecek kadar karmaşıktır. Kısa vadeli çıkar hesapları adamı böyle günün birinde afallatıverir... Ve bizim cici beycikler, Pakistan konusunda genel geçer sözler söylemek yoluna gitmişlerdir. 4.4.1971 sayılarında bu konuda net bir yorum getirmeden fıyâkalı lâflar ve ihtiyâtlı cümlelerle işi geçiştinneye çalışmaktadırlar. İşte burada, sahtekâr Maocularla ilgili şimdilik üç noktaya değindik...

Page 18: CIA Sosyalizminin Tarihi - İşçi Partisi'nin gerçek yüzü

Bölüm - 2

Devrimci Derleniş yazıları

“İKİ SÜPER” OPORTÜNİZM ***

Maoizmin en popüler olduğu yıllarda yazılan ve Maoizm’in yarattığı kafa karışıklığına

karşı mücadelede en önemli kaynaklardan biri olan “İki Süper Oportünizm” adlı kitabın

önsözünden Maoizm ile ilgili bölümleri ve birkaç başlığ(Üç dünya teorisi, diyalektik

materyalizmin inkarı, Sovyet sosyal emperyalizmi) bu derlemede kullanacağız. Ancak konu ile

ilgili daha net bilgi için “İki Süper Oportünizm(Derleniş Yayınları)” derlemesinin de bu

broşürlerle beraber okunmasında fayda olduğunu belirtiriz (Derleyen notu).

“İki Süper” Oportünizm - Ön sözünden

(…)Bilindiği gibi Maocuların Kâbesi 1970’lerde Çin’di, ÇKP’ydi. Daha da net söylersek Mao idi. Bunlardan bir grubun ise hızını Mao da kesememişti: Onlar da Kâbe olarak Arnavutluk’un Başşehri Tiran’ı seçmişlerdi. Tabiî lider olarak da yanılmaz Enver Hoca’yı. Bu gruplar öylesine sapık idiler ki, kendi kafalarını asla kullanmazlardı. Mao ne demiş ise onu Türkiye’de tekrarlamak en büyük devrimcilikti onlara göre. Dikkat edilsin; Mao’nun yaptığını yapmak değil, söylediğini tekrar etmekti yaptıkları…

Bu Maocu gruplardan Enver Hocacılığa karanları ise (O günlerin Halkın Kurtuluşu, bugünün EMEP’i) bir başka türlü zavallılardı. Onları Enver Hoca’nın yazıp çizdikleri de kesmezdi. Tiran Radyosu onların en büyük teori kaynaklarıydı. Öylesine ki, Tiran Radyosu’nun haber bültenlerini bile, hiç üşenmeden, önce tercüme eder, sonra teksir eder, elden ele geçirerek okurlardı. Böylece Türkiye’de nasıl bir devrim gerçekleştirecekleri konusunu kendileri anlamış allameler, kendilerine her inanan kişi ise bir militan devrimci olurdu(!..) Yani “al Allah delini zapt eyle kulunu” durumu en keskin devrimcilik sayılıyordu.

Bu grupların Kart Babası ise o zamanlar PDA (Proleter Devrimci Aydınlık) adıyla anılan, bugünün İP’idir. Hikmet Kıvılcımlı’nın kulağından yakalayıp, tâ 1970 yılında CIA Sosyalizmi olduğunu teşhis ve teşhir ettiği bu grubun, Mao’dan aldığı ve tüm diğer Maoculara tapşırdığı şey şuydu:

Günümüzde “İki Süper Emperyalizm” vardı. Bu ikisine karşı da mücadele vermek gerekirdi. Hatta “Sovyet Sosyal Emperyalizmi” yükselen emperyalizm olduğu için O’nunla mücadele daha önemliydi.

Yani başdüşman Sovyetler Birliğiydi. Sovyetler Birliğinin Türkiye’yi işgal etmesine karşı tüm Türkiye yekvücut olmalıydı. Hatta Batıda konuşlanmış Ege Ordusu Sovyetler Birliği sınırına taşınmalıydı.

Böylece onlar, Ülkemizin milyonlarca metrekare toprağı ABD üssü olmuş ve bu üsler de Atom Silahlarıyla (Hatta daha tam söyleyişle ABC; yani Atom, Kimyasal ve Biyolojik

Page 19: CIA Sosyalizminin Tarihi - İşçi Partisi'nin gerçek yüzü

Silahlarla) doldurulmuş iken; başdüşman olarak ABD Emperyalizmini değil de “Sovyet Sosyal Emperyalizmi”ni gösteriyordu.

Bir Önsözde sözü uzatmaktan kaçınmak için daha fazla ayrıntıya girmeyelim. Fakat şu kadarını da belirtmeden geçmeyelim:

SSCB ve Sosyalist Kamp’ın, insanlığı Emperyalizmin canavarlıklarından koruyan nasıl bir kalkan olduğu; Sosyalist Kamp yıkılınca en kör göze bile battı. Yukarıdaki tezleri savunanlar için tek bir yol vardı: Savundukları tezlerin hiçbir kıymetinin olmadığını, hatta halklarımızı zehirlemekten başka hiçbir görev ifa etmediklerini görüp, biz bir halt değilmişiz deyip, siyaset arenasından çekilmek… Bunun yerine hazret (Doğu Perinçek) kendisine “Sovyet Sosyal Emperyalizmini” en büyük tehlike olarak görüyordunuz. Bunun böyle olmadığı ortaya çıktı. Bu konuda ne diyorsunuz” diye sorulunca: “Bu tezi ABD’den Halil Berktay, Şahin Alpay gibi Robert Kolejliler getirdi.” diye savunma yapabiliyor.

E, nerede kaldı o zaman senin siyasi liderliğin?.. Sana düşen, artık kuyruğunu kıstırıp, bir köşeye çekilmek değil midir?..

Olur mu hiç?.. Emperyalizm, on yıllar harcayarak var ettiği bir hareketi bir çırpıda niçin yok etsin…

Yok edip atmak yerine, hazır hâlâ inanan müritler de varken, yeni demagojiler niçin üretilmesin: Gereği düşünüldü… Önce Bekaa’ya gitti D. Perinçek. Apo’yu yağlayarak Kürt Hareketine şirin göründü. Böylece 12 Eylülde “PKK Davası bizim ihbarlarımız sonucu açılmıştır.” dediğini, 12 Eylül Faşizmini savunan tek “sol” görünüşlü hareket olduğunu unutturmak istedi. Apo hazretleri de sorulunca: “Doğu Perinçek, iyi yolda.” diyerek, onun bitmiş siyasi ömrünü yeniden başlattı. Böylece karşıdevrimci olduğu herkesçe kabul ve ilan edilen D. Perinçek, küçükburjuva sol ortamına yeniden dönebildi. (…)

Bir de söz etmemiz gereken bir başka konu; Mao’nun, dolayısıyla Maocuların “Sovyetler Birliğinde 1956 yılında karşıdevrim oldu” tezidir. Bu tez öylesine koftur ve öylesine Mao’nun hayal ürünüdür ki, 1991 karşıdevrimi sonrasında, bu uydurma karşıdevrim sözde-teorisinin ne kadar kof olduğunu, artık dünyanın en ücra köşesinde yaşayın çoban bile bilir, anlar oldu. Yani karşıdevrimin Sovyetlerde 1991’de gerçekleştiğini; bunun öncesinde ise (şu derecede hasta, bu derecede yanlış uygulamalarla inmeli de olsa) sosyalist sistemin ayakta olduğunu, artık sağır sultan bile duydu, biliyor.

Demek ki, Mao’nun karşıdevrim tezi, ancak bir kariyer hastasının beyninin üretebileceği zırvalamadır. 1963’e kadar doğru ve devrimci bir çizgi izleyen Mao, 1963 sonrasında, bizce bunadı, sağlıklı düşünme yetisini kaybetti; bunun sonucunda da sosyal şovenizme saptı. Çin’i dünyanın merkezi yapmak ve bunu herkese kabul ettirmek istedi. Bunu yapabilmesi için Sosyalist Sovyetler Birliği ve O’nunla dayanışma içinde bulunan Sosyalist Kamp ülkelerinin sosyalist olmadıklarını, hatta bazılarının emperyalist bile olduğunu iddia ederek, amacına ulaşabileceğini sandı. “Sovyet Sosyal Emperyalizm” tezi böylesine ilkel, şoven ve sağlıksız bir bakış açısının-mantığın ürünüdür.

Mao’nun buna benzer daha ne zırva “teoriler” uydurduğu ve Dünya Sosyalist-Komünist Hareketine ne zararlar verdiği, bilimsel ispatlarıyla ortaya konulmaktadır bu Kitap’ta.

MAOİZM (MAOCULUK) VAR MI?

Page 20: CIA Sosyalizminin Tarihi - İşçi Partisi'nin gerçek yüzü

“Mao Zedung Düşüncesi” açıkça MAOİZM demektir. Hele Marksizm-Leninizm dendikten sonra hemen bir de “Mao Zedung Düşüncesi” eklenirse bunun MAOİZM’den başka bir anlamı olamaz. ÇKP ve bizzat Başkanı Mao’nun kendisi de bu anlamda kullanmaktadır “Mao Zedung Düşüncesi”ni. Ayrıca daha aşağıda göreceğimiz Mao’nun sözleri bizim bu kanımızı daha da pekiştirmektedir. Geçmeden hemen belirtelim ki, “Mao Zedung Düşüncesi” kavramı, hatalı ve idealist bir kavramdır. Çünkü Marksizm yalnız düşünceyi incelemez. O her şeyden önce düşünce ve davranış bilimidir. Kimin düşünce ve davranış bilimidir?

İşçi Sınıfının ve onun öncü müfrezesi, aynı zamanda genelkurmayı olan Proletarya Partisinin. Marksizm yalnız düşünce bilimi olsaydı, İşçi Sınıfı dünyayı değiştiremezdi. Çünkü devrimci düşünce, devrimci davranışla birleşmezse; düşünce uykuda sayıklamaktan, davranış uykuda gezerlikten kurtulamaz. Biz nasıl Marks’ın düşünce ürünlerini devrimci savaşından ayrı düşünemezsek, Lenin’i de Ekim Devrimi’nden ayrı düşünemeyiz. Mao’yu yine Çin Devrimi’nden ayrı koyamayız. Çünkü Marks’ın da, Lenin’in de, Mao’nun da eserleri o devrim fırtınaları içinde ortaya çıkmıştır.

Diyelim ki Lenin’in “Ne Yapmalı?” adlı eseri, Lenin’in dahi kafasının olduğu kadar, ekonomistlere karşı verdiği mücadelenin de ürünüdür. Ve biz Leninizm derken Usta’nın hayatı boyunca verdiği Sosyalizm savaşını, Ekim Devrimi’ni ve düşünce ürünlerini anlarız. Biliriz ki: “Marksizm dogma değil, davranış için yol göstericidir.”

Bizce Başkan Mao ve ÇKP açıkça “Maoizm” demeye cesaret edemedikleri için, aynı anlama gelmek üzere böyle idealist bir kavram formülasyonuna gittiler. Ve aynı anlamda kullandılar: “Marksizm-Leninizm, Mao Zedung Düşüncesi” diye. Marksizm-Leninizm yetmiyor. Çünkü aşıldı o. Kim aştı?

“Mao Zedung Düşüncesi”. “Mao Zedung Düşüncesi, bütün dünyada emperyalizmin tüm olarak ortadan

kaldırılması ve sosyalizmin muzaffer olması çağının Marksizm-Leninizmidir.” (Kızıl Kitap, Önsöz) Görüldüğü gibi burada “Mao Zedung Düşüncesi” günümüzün Marksizm-Leninizmi olarak sunulmaktadır. Marksizm-Leninizmin aşıldığı burada açıkça konmaktadır. Halbuki “Mao Zedung Düşüncesi” ya da Maoizmde, Marksizm-Leninizmde bulunmayan yeni hiçbir doğru düşünce ve davranış yoktur. Bunu aşağıda daha geniş inceleyeceğiz.

SOVYETLER SOSYAL-EMPERYALİST Mİ?

Başkan Mao ya da ÇKP deyince ilk akla gelen “Sovyet Sosyal-Emperyalizmi” meselesidir. Bizce bu tez antimarksist bir tezdir. Marksizmin prensipleri ışığında, meseleye baktığımızda Sovyetler Birliği’nde bir karşıdevrim olduğunu söyleyemeyiz. 1- Marksist DEVLET anlayışı açısından Sovyetler’de karşıdevrim olmamıştır. 2- Marksist DEVRİM anlayışı açısından Sovyetler’de karşıdevrim olduğu söylenemez. DEVLET ANLAYIŞI AÇISINDAN

“Devlet, yani, hakim sınıf olarak örgütlenmiş proletarya. İşte, bu, proletarya diktatörlüğüdür.” (Lenin, Marksizm DEVLET Üzerine, s. 47)

“Bu hakim sınıf olarak örgütlenmiş proletarya” parçalanmadan, silahlarından tecrit edilmeden, tümüyle ezilmeden bir sosyalist ülkede nasıl karşıdevrim olabilir? Proletarya

Page 21: CIA Sosyalizminin Tarihi - İşçi Partisi'nin gerçek yüzü

devletini, yani proletarya diktatörlüğünü oluşturan “sadece silahlanmış yığınların örgütlenmesi” (Lenin, Devlet ve İhtilâl, s. 111) değil midir?

Bu örgüt parçalanmadan, kırılmadan karşıdevrimden söz edilemez. “Devlet, bir gücün özel örgütüdür, belirli bir sınıfın sırtını yere getirmeye mahsus bir

şiddet örgütü. “Peki, proletaryanın yenmek zorunda olduğu sınıf hangisidir? “Sadece sömürücüler sınıfı elbette, yani burjuvazi. Emekçilerin, ancak ve ancak,

sömürücülerin direncini kırmak, onu baskı altına almak için devlete ihtiyaçları vardır, ama bu işi, sonuna kadar devrimci, burjuvaziyi iktidardan tamamen kovmak için ona karşı mücadelede bütün emekçileri ve bütün sömürülenleri birleştirmeye yetenekli tek sınıf olarak, sadece ve sadece proletarya yapabilir.” (Lenin, Devlet ve İhtilâl, s. 35)

Lenin Usta netçe koyuyor devletin ne olduğunu. Her devlet gibi proletarya devleti de bir şiddet örgütüdür. Ve şiddetini sömürücü sınıf üzerine yani burjuvazi üzerine uygular. Görevi budur. Yoksa korkuluk, yahut süs eşyası değildir.

E, o zaman bir karşıdevrimin ilk önce bu örgütü yok etmesi, ezmesi gerekir. Bu olmuş mudur Sovyetler Birliği’nde? Silahlı bir mücadele sonucunda yenilip alaşağı edilmiş midir proletarya? Hayır. Öyleyse bir karşıdevrimden söz açmak yukarıda Usta’nın koyduğu devlet

öğretisini açıkça inkâr etmektir.

“MAO ZEDUNG DÜŞÜNCESİ”NİN DİĞER ANTİMARKSİST TEZLERİ: “MAO ZEDUNG DÜŞÜNCESİ” DİYALEKTİĞE SİLAH ÇEKİYOR

“(...) Eskiden diyalektiğin üç büyük kanunu olduğu söylenirdi, sonra Stalin dört kanun

olduğunu söyledi. Benim görüşüme göre sadece bir temel kanun vardır, o da çelişme kanunudur. Nitelik ve nicelik, olumlu ve olumsuz, dış görünüşle öz, içerik ve biçim, zorunluluk ve özgürlük, olasılık ve gerçek vb., bütün bunlar zıtların birliği durumlarıdır.” (Mao Zedung, Yayınlanmamış Yazılar, s. 195)

“Engels üç kategoriden söz etmişti ama bana sorarsanız ben bu kategorilerin ikisine inanmıyorum. (Zıtların birliği en temel kanundur; nicelik ve niteliğin birbirine dönüşmesi, nicelik ve nitelik, zıtların birliğinden ibarettir ve yadsımanın yadsınması ise hiç yoktur.) Nicelikle niteliğin birbirine dönüşmesini, yadsımanın yadsınmasını ve zıtların birliği kanununu aynı düzeyde yan yana koymak, “tekçilik” (Monizm) değil, “üççülük”tür. En temel şey, zıtların birliğidir. Nicelikle niteliğin birbirine dönüşmesi nicelik ve nitelik zıtlarının birliğidir. Yadsımanın yadsınması diye bir şey yoktur. Olumlama, yadsıma, olumlama, yadsıma... şeylerin gelişiminde, olaylar zincirinin her halkası, hem olumlama hem de yadsımadır. Köleci toplum, ilkel toplumun yadsınmasıydı, ama feodal toplum açısından olumlamayı teşkil ediyordu, Feodal toplum köleci toplum açısından yadsınmayı ama kapitalist toplum açısından olumlamayı teşkil ediyordu. Kapitalist toplum feodal toplumun yadsınmasıydı ama o da sosyalist toplum açısından olumlamadır.” (Mao Zedung, a.g.e., s. 179-180)

MARKS’A AÇIK BİR SALDIRI

“Aceleciliğe gelince, Marks dahi bir çok hata yaptı. Her gün bir Avrupa devriminin olacağını ümit etti, ama olmadı. Birçok inişler ve çıkışlar oldu ve Marks öldüğünde devrim

Page 22: CIA Sosyalizminin Tarihi - İşçi Partisi'nin gerçek yüzü

hâlâ gerçekleşmemişti. Yalnızca Lenin döneminde gerçekleşti. Bu da bir sabırsızlık değil miydi? Bu küçükburjuva fanatizmi değil miydi?” (Mao Zedung, Yayınlanmamış Yazılar, s. 98)

“Mao Zedung Düşüncesi”nin Marksizm-Leninizmi aşmak ve çağımızın yaşayan canlı Marksizm-Leninizmi olmak hırsıyla o denli gözü dönmüş ki, bu amacına ulaşabilmek için; sürü sürü aylıklı burjuva bilginlerinin Marks’a yönelttikleri böyle saçma eleştirilere bile sarılabilmekte, onlardan medet umabilmektedir. Tabiî, bunu yaparken, nasıl gülünç durumlara düştüğünün farkına varamamaktadır. Bilindiği gibi, Uluslararası Finans-Kapital Haydut Çetesi, her türden propaganda araç gereçleriyle serseme çevirdiği Batı insanına bu yalanı (Marks’ın “her gün bir Avrupa devriminin olacağını ümit etti”ği yalanını) kolayca yutturur. Fakat bir devrimci olarak aynı saçma yalanı tekrarlamak; Finans-Kapitalce sahneye konulan komedyada rol oynamaktan başka bir anlama gelmez. Ve böyle bir kişi bilerek ya da bilmeyerek, Marksizm düşmanlarıyla ittifak kurmuş sayılır.

Marks, eğer gerçekten her gün bir Avrupa Devriminin patlayacağını ümit etseydi, Marksist olmaz; Mao’nun dediği gibi “bir küçükburjuva fanatiği” ya da zavallı bir küçükburjuva ütopyacısı olurdu. Oysa gerçeklik hiç de böyle değildir.

“MAO ZEDUNG DÜŞÜNCESİ ve BİLİM YASAKÇILIĞI

“Çok fazla kitap okumamalıyız. Marksist kitaplar okumalıyız, ama gene de çok fazla değil. Bir düzine kadarını okumak yeter. Eğer çok fazla okursak, kendi zıddımıza dönüşebilir, kitap kurtları, dogmatikler, revizyonistler haline gelebiliriz.

“(...) “Eğer çok fazla kitap okursanız, bunlar sonunda zihninizi köreltir. Liang hanedanından

İmparator Vu ilk yıllarında oldukça iyiydi, fakat sonraları çok kitap okudu ve pek başarılı olamadı. Sonunda Tay Çeng’de açlıktan öldü.” (Mao Zedung, Yayınlanmamış Yazılar, s. 164)

Burada Mao’nun kastettiği “Marksist kitaplar”, Marks-Engels-Lenin Ustaların kitapları değildir. Sadece kendi kitaplarıdır okunmasını istediği. Bu tezimizi belgeleyelim:

Mao yukarıda sözünü ettiğimiz konuşmasında, Marksizmin klasikleri hakkında şöyle bir değerlendirmede bulunur:

“(...) Klasiklere saygı göstermeliyiz ama onları körü körüne izlememeliyiz.” (Yayınlanmamış Yazılar, s. 66)

“ÜÇ DÜNYA TEORİSİ”

“Başkan Mao 1974 Şubatında bir üçüncü dünya ülkesinin önderiyle yaptığı konuşmada şöyle demişti: “Bence, Birleşik Amerika ve Sovyetler Birliği birinci dünyayı oluşturuyor. Japonya, Avrupa ve Kanada, yani ara kesim, ikinci dünyaya aittir. Biz de üçüncü dünyayız”. “Üçüncü dünya büyük bir nüfusa sahiptir. Japonya dışında Asya üçüncü dünyaya aittir. Tüm Afrika üçüncü dünyaya aittir. Latin Amerika’da öyle.” (Peking Review, 4 Kasım 1977, sayı 45, Türkçe yayınlayan Aydınlık, sayı 82, s. 2)

ÇKP, Mao’nun ağzından işte böyle özetler ünlü “Üç Dünya Teorisi”ni. Görüldüğü gibi, dünyanın bu şekilde üçe ayrılması hiçbir şekilde sınıf esasına

dayanmaz. Sosyalist bir ülke olan Sovyetler Birliği’yle emperyalist ABD (“birinci dünya” denerek) aynı kefeye konur. İş bu kadarla kalsaydı (“Mao Zedung Düşüncesi”nin zaten hayattaki bütün davası Sovyetler Birliği’yle olduğundan) pek o kadar şaşırmazdık ve bu kadarcık kusuru Başkan Mao’ya helal edebilirdik. Fakat gelin görün ki Mao bu ünlü

Page 23: CIA Sosyalizminin Tarihi - İşçi Partisi'nin gerçek yüzü

“teori”sinde, “Revizyonist” dediği Avrupa sosyalist ülkeleri; Polonya, Romanya, Çekoslovakya, Macaristan, Doğu Almanya ve Bulgaristan’la birlikte yıllarca Avrupa’nın tek sosyalist ülkesi saydığı Arnavutluk’u da diğer emperyalist Avrupa devletleri; İngiltere, Fransa, Almanya ve emperyalist Asya devleti Japonya’yla, emperyalist Kanada’yla aynı kategoriye sokuyor ve topuna birden “ikinci dünya”dır diyordu.

Bu “teori” yine aynı şekilde; sosyalist ülkeler olan Küba, Moğolistan, Vietnam Halk Cumhuriyeti, Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti ve Çin’i de; Şili, Endonezya, İran, Mısır, Güney Afrika Cumhuriyeti ve Rodezya, Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri gibi Faşist diktatörlüklerle ve derebeyi zorbalığının hüküm sürdüğü otokrasilerle aynı saflara yerleştirmekte ve adına “üçüncü dünya” demektedir.

Gördüğümüz gibi, Mao’nun “Üç Dünya Teorisi” dünya devletlerini kapitalist-sosyalist, emperyalist-antiemperyalist, faşist-demokrat ayrımı yapmadan, hiçbir bilimsel temele (sosyal sınıf esasına) dayanmayan bir şekilde, rast gele saflara ayırmakta; sosyalist devletlerle emperyalist, faşist devletleri aynı saflara yerleştirmekte ve sonuçta ortaya “Üç Dünya” değil, ezo gelin, tarhana ve yayla gibi (veya bunlara benzer) üç çorba teorisi çıkmaktadır. Ne var ki bu teori, bu çorbalar kadar olsun işe yaramamaktadır. Tabiî proletaryanın işine.

Page 24: CIA Sosyalizminin Tarihi - İşçi Partisi'nin gerçek yüzü

Bölüm - 3

Devrimci Mücadele Yazıları

CIA Sosyalizmi İP’in devrimci ortamda yeri yoktur –

Devrimci Mücadele (Mart-Nisan 1998)

Bir çok sol parti ve kitle örgütünün, pek haklı nedenlerle “ Özelleştirme karşıtı platform” adlı örgütlenmeye gittiklerini biliyoruz. Bu örgütlenmenin önderliğinde, geçtiğimiz Pazar günü bir de miting yapıldı. Özelleştirme, kamu mallarının vurgunculara lüpletilmesidir. Bu aşağılık işe karşı çıkmak kuşkusuz her devrimcinin, her ilericinin hatta insancıl namusa sahip her insanın ivedi görevleri arasındadır. O nedenle yukarıda adı geçen platformu oluşturan, mitingi yapan devrimci ve demokratları kutlarız. Yalnız, bu arkadaşların, yapmakta oldukları önemli bir yanlışı da bilinçlerine çıkarmak isteriz. Arkadaşlar söz konusu süreçte hep İP’le birlikte davranıyorlar. İP’le ÖKP’yi oluşturuyorlar. Bu, çok önemli bir yanlıştır. Şundan: İP’in özetçe kimliği İP, (o zamanki adıyla PDA) 12 Mart 1970 öncesinde, devrimci gençliği, devrimci hareketleri, Sosyalist Kampı (tabii Küba’yı da) düşman ilan ederek onların karşısında yer almıştır. Bu tutumundan dolayı, Kıvılcımlı Usta, PDA’nın siyasi niteliği üzerine araştırma yapmış ve onun CIA Sosyalizmini savunan karşı devrimci bir örgüt olduğunu açığa çıkarmıştır. O günden bu yana bizler, bu hareketi CIA sosyalizmi olarak görmüş ve göstermişizdir. Bu hareketle hiçbir platformda ya da benzer oluşumda bir arada olmamışızdır. Bu hareketi sol bir hareket olarak görmemişizdir. Herkesi de CIA tipi sosyalizm yapan bu hareketin oyununa gelmekten sakındırmaya çalışmışızdır. Bugün bu görev, bir kez daha ÖKP’nin oluşumu nedeniyle gündeme gelmiş, bizleri davranışa zorlamıştır. O nedenle sizleri uyarıyor ve eleştiriyoruz. İP’çiler, 12 Eylül öncesinde “Aydınlıkçılar” olarak anılmaktadırlar. 1970 sonrasında, devrimci gruplara karşı düşmanlıklarını iyice bileyen ve açık eden İP(Aydınlık), artık işi iyice muhbirliğe dökmüştür. Devrimcileri tek tek-İsim isim burjuvazinin polisine ihbar etmeye başlar “Aydınlık” adlı gazetesinde. Yine aynı gazetede, her gün 10-20 devrimcinin kanını döken MHP’li faşistleri kardeş ilan eder ve onlara açık mektuplar yazar. Yani Kontrgerilla’nın faşist partisi MHP’nin içinde yer alacağı bir milli mutabakat hükümetinin kurulmasının Türkiye için en yararlı hükümet olacağını savunurlar. İP’çiler yine o günlerde, uluslar arası emperyalistlerin saldırgan askeri örgütü NATO’yu dost örgüt ilan ederler ve Türkiye’nin NATO’da kalmasını savunurlar. İP’in şefi Doğu Perinçek, “Türkiye devriminin yolunun, Sovyet işgaline karşı bir ayaklanma”dan geçtiğini yazar. O günlerde, yerli-yabancı parababaları 12 Eylül faşizmine sıçramanın hazırlıklarını yapmaktadırlar. Gerçek devrimciler, bu aşağılık planı, teori gücüyle görürler ve göstermeye çalışırlar. Ve faşizm ortamında da, devrimci mücadelenin başarılı bir biçimde yapılabilmesinin koşullarını yaratmaya çalışırlar. İşte o günlerde Doğu Perinçek, “Aydınlık” adlı paçavrada; Türkiye’de faşizm tehlikesinin olmadığını, bu tehlikeden söz edenlerin Sovyet Sosyal emperyalizmin Türkiye’yi işgal planı olduğunu ileri sürer. Ve buna karşı uyanık olunmasını savunur. Çok geçmeden CIA güdümünde 12 Eylül darbesi yapılır. Yüzbinlerce devrimci, ilerici ve demokrat insan işkencelerden geçirilerek faşizmin zindanlarına doldurulur. 19 devrimci genç idam edilir. Yine binlerce masum insan da Kontrgerilla tarafından yok edilir.

Page 25: CIA Sosyalizminin Tarihi - İşçi Partisi'nin gerçek yüzü

İşte bu faşizmin, aşağılık, kanlı, insanlık dışı uygulamalarının en azgın biçimde sürdürüldüğü günlerde, İP önderleri (0 zamanki adlarıyla "Aydınlık" önderleri) çıkarlar ve "12 Eylül askeri harekatını" desteklediklerini ilan ederler. En açık biçimiyle desteklerler de. Sıkıyönetim mahkemelerindeki savunmalarında; 12 Eylül harekatını destekleyen tek sol grubun kendileri olduğunun MİT raporlarıyla sabit olduğunu söylerler. Böylesine alçalarak savunmalar yaparlar. Hatta devrimciler 90 günlük gözaltılarda, DAL'larda en ağır işkencelere uğratılırken; "Aydınlık"-TİKP'nin bir Merkez Komite üyesi (Mustafa Kemal Çamkıran) Frankfurt havaalanında bir basın toplantısı yaparak: "Türkiye'de işkence yoktur. Bunu ispat etmek için bizzat Türkiye'ye dönüyorum" diye açıklamalarda bulunabiliyordu.

Tabii CIA patentli 12 Eylül faşizmi de aptal değildir. Farkı farkeder. Bunları gerçek devrimcilerin yatmakta olduğu zindanlardan (Mamak Askeri Cezaevinden) çıkarır. Ve sermayenin sınangılı hizmetkârlarının göstermelik olarak hapsedildiği sözde hapishanelere (Ordu Dil Okulu'na) koyar.' IP şefleri, Türkeş'lerle, Erbakan'larla, Ecevit'lerle aynı yerde yatırılırlar. Yani sermaye bu tutumuyla İP'i kendinden sayar. Ona kendi örgütü gözüyle bakar.

12 Eylül sonrası İP'in karşıdevrimci içyüzü bu alçakça tutumundan dolayı yüzük taşı gibi bir kez daha açığa çıkmıştı. Bütün devrimci gruplar artık ondan iğrenerek söz ediyorlardı. Ne var ki, Kürt solunun prensipsiz tutumu, İP'çilerin yeniden devrimci ortam içine girebilmelerine yol açmıştır. Oysa IP önderleri 12 Eylülün sıkıyönetim mahkemelerinde; PKK davası bizim ihbarlarımız sonucu açıldı, diye "savunma"lar yapmışlardır... Kürt-solunun prensip yoksunluğunun ve hatasının büyüklüğünü varın siz hesap edin.

Bugün Kürt solu hatasını az da olsa anlamıştır. Fakat iş işten geçmiş, İP bir kez daha devrimci ortam içine sızabilmiştir. Onu yeniden bu ortamdan püskürtüp atmak gerekmektedir.

Kürt solu, İP'in devrimci ortamda kabul görmesinde baş rolü oynamıştır. Ama bunun tek suçlusu değildir. Bizim dışımızdaki Türkiye sol grupları da bu konuda prensipsiz davranmıştır. İP'i devrimci ortama kabul edebilmişlerdir. Bu grupların pek çoğu bugün de bu prensipsizliklerini sürdürmektedirler. '

Bizden sonra bu konuda en tutarlı davranan "Devrimci Sol-Kurtuluş" olmuştur. Fakat o bile, 1992 l Mayısını, Gaziosmanpaşa'da İP'in arkasında (İP'in aldığı izinle gerçekleştirilen bir yürüyüş ve mitingle) kutlamaktan kendini kurtaramamıştır...

Türkiye solunu bu hatadan arınmaya çağırıyoruz. İP'in devrimciler ve' demokratlar ortamında yeri yoktur. Onun yeri sermaye örgütlerinin (Karşı-devrim cephesinin) yanında ve içindedir.

1920'de Türkiye'de yükseltilen, Marksizm-Leninizmin şanlı bayrağını, üzerine hiçbir leke Düşürmeden, işkence odaları ve burjuvazinin zindanları da dahil olmak üzere devrimci mücadelenin sürdürüldüğü `her yerde bugüne dek onurla ve kararlılıkla taşıyan biz Eneski Sosyalizmin savunucuları, her konuda olduğu gibi bu konuda da devrimci prensipler çerçevesinde yani o prensiplerin emrettiği' biçimde davranmaktan vazgeçmeyeceğiz.

Sizlere diyoruz ki; burjuvaziyle, onun devletiyle, faşizmle işbirliği yapanlarla, devrimcileri burjuvaziye ihbar edenlerle ilişki kurulmaz ve onlar solcu sayılmaz.

Bu nedenle devrimci 'grupları ve halk örgütlerini, CIA sosyalizmi İP'e karşı tavır, almaya, açıkçası IP'le hiçbir konuda ilişki kurmamaya ve bir araya gelmemeye çağırıyoruz.

Devrimci Selamlar

İŞÇİ PARTİSİNİN İPLERİ KİMİN ELİNDE –

Devrimci Mücadele (Temmuz-Ağustos 2002)

5 Nisan Cuma ve 8 Nisan Pazartesi günleri Ankara Üniversitesi Cebeci Kampusunda İşçi Partililer iki ayrı saldırı gerçekleştirdiler. Bu saldırılarda üniversitelerin gerçek sahiplerini yıldırmaya; kendilerine has alçakça yöntemlerle öğrencileri terörize etmeye ve bu yolla mücadeleden alıkoymaya çalıştılar. Cuma günü öğlen saatlerinde gerçekleşen ilk saldırıda kendilerine gereken cevap verilerek kampus dışına atılan İşçi Partililer, Pazartesi günü sabah 8:30'da okul dışından gelen yaklaşık 100

Page 26: CIA Sosyalizminin Tarihi - İşçi Partisi'nin gerçek yüzü

kişilik bir grupla yeniden saldırdılar. Satırlarla, bıçaklarla, demir çubuklar, sopalar ve taşlarla Cebeci Kampusundaki fakülteleri basan, camları kıran, kantinlerde oturan öğrencilere saldıran bu insanlık dışı yaratıkların yaraladıkları arkadaşlarımız hastanelere kaldırıldılar, kimisi ameliyata alındı.

Devletin resmi kolluk güçleri ise saldırılar karşısında eli bıçaklı katilleri değil, meşru savunmasını yapan ve arkadaşlarını hastaneye kaldırmaya çalışan devrimci öğrencileri gözaltına almak istedi. İP'lileri “bunlar bizim adamımız" diyerek salıverdiler. İP çetesinin kimlerle bağı olduğunun, kimlerle işbirliği yaptığını ve yerinin neresi olduğunu söze hacet bırakmadan gözlerimize batırmış oldular. ' İŞÇİ PARTİSİ'NİN GERÇEK YÜZÜ

İşçi Partisi, eski adıyla PDA (Proleter Devrimci Aydınlık); 12 Mart 1970 öncesinde devrimci gençliği, devrimci hareketleri ve sosyalist ülkeleri düşman ilan ederek, onların karşısında sözde “sosyalist" olma demagojileri ile ortaya çıkmıştır. Bir amacı sosyalizme ve devrimciliğe eğilimi olan gençliği kendi bünyesinde toplayarak ajanlaştırarak olan İP (diğer bir adıyla AYDINLIK), bir yandan da Türkiye devrimci ortamı içine sızarak provokasyonlarla bölmeyi amaç edinmiştir. Yine bu yolla, devrimcilerin halk nazarındaki meşruiyetine gölge düşürmeye çalışmıştır.

1970 sonrasında devrimci gruplara karşı düşmanlığını iyice bileyen İP, 12 Eylül öncesinde gerçek yüzünü iyice açığa çıkararak işi muhbirliğe dökmüştür. Mahallede kavgaya karışan bir liseliden, işkencelerde adını vermeden direnen devrimcilere kadar “Aydınlık” adlı paçavrada, isim isim, adres adres devrimcileri ihbar etmiştir. (Bu konu ile ilgili merak eden arkadaşların, Milli Kütüphanede, Süreli Yayınlar bölümünden 20 Mart 1978'den yani ilk sayısından itibaren darbeye kadar olan Aydınlık'lara göz atmaları yeterlidir.)

Yine aynı gazetede, her gün 10-20 devrimcinin kanını döken MHP'li faşistleri kardeş ilan etmiş ve onlara açık mektuplar yazmıştır. Yine o dönemlerde, Kontrgerillanın resmi partisi faşist MHP'nin de içinde bulunacağı bir milli mutabakat hükümetinin kurulmasının Türkiye için en yararlı hükümet olacağını savunurlar. İP'çiler yine o günlerde uluslararası emperyalistlerin saldırgan askeri örgütü NATO'yu da dost ilan eder ve Türkiye'nin NATO'da kalmasını savunurlar.

12 Eylül 1980'e gelindiğinde CIA güdümlü askeri faşist darbe gerçekleştirilir ve İP'in bu faşist darbeye dizdiği övgüler, onun sol maskesini iyice düşürür. 12 Eylül`darbesinde, yüz binlerce devrimci, ilerici ve demokrat insanımız işkencelerden geçirilerek faşizmin zindanlarına doldurulur. 19 devrimci genç idam edilir, binlerce masum İnsan da Kontrgerilla tarafından yok edilir. İşte bu faşizmin aşağılık, kanlı, insanlık dışı uygulamalarının en azgın biçim sürdürüldüğü günlerde İP'çiler, “12 Eylül askeri harekâtını" desteklediklerini ilan ederler ve İP'in önderleri askeri mahkemelerde darbeyi destekleyen tek 'sol' grubun kendileri olduğunun MİT raporlarıyla sabit olduğunu “gurur"la söylerler. Bununla da yetinmeyip, Kontrgerillanın, CIA'nın ve faşizmin en sadık uşağı olduklarını, faşizmi aklama girişimleriyle bir kez daha gösterirler. Gerçek devrimciler 90 günlük gözaltılarda DAL'larda en ağır işkencelere tabi tutulurken, dönemin Aydınlık Çetesinin (0 dönemki ismiyle TİKP'nin) merkez komite üyesi olan Mustafa Kemal Çamkıran, Frankfurt havaalanında bir basın toplantısı düzenleyerek: “Türkiye'de işkence yoktur. Bunu ispat etmek için bizzat Türkiye'ye dönüyorum" şeklindeki açıklamasıyla Türkiye'ye gelir. Tabiî ki efendileri onları gerçek devrimcilerin yatmakta oldukları zindanlardan(Mamak Askeri Cezaevinden) çıkarır ve sermayenin sınanmış hizmetkarlarının göstermelik olarak hapsedildiği sözde" hapishanelere (Ordu Dil Okulu'na) koyar. İP'in şefleri, Türkeş'lerle, Erbakan'larla, Ecevit'lerle birlikte aynı yerde yatarlar. Yani bu tutumuyla sermaye İP'i de kendinden sayar, ona kendi örgütü gözüyle bakar.

Son günlerde ise gerici ve halk düşmanı olan yüzünü, Kürt Ulusu'na karşı takındığı faşistçe tutumla göstermekte olan Aydınlıkçılar (o dönemki adıyla Sosyalist Parti), 1990'lı yılların başlarında devrimcilerin içine sızabilmek ve sol içinde rant kapabilmek için, Kürt hareketini destekler gibi--görünerek Kürt Halkının ve Kürtçenin özgürlüğünü ve Federe devleti savunmuştur. CIA, MİT ve Kontrgerilla ile eş güdümlü hareket içinde bulunan sözde solcu İP'in manevraları bitmek tükenmek bilmez. 12 Eylül öncesindeki ihbar ve provokasyonlarıyla, 12 Eylül sürecinde faşist darbeyi aklamak için gösterdiği çabalarla, devrimciler ortamında iyice soyutlanan bu CIA sosyalistleri, devrimci ortama yeniden girebilmek ve böylece provokasyonlarına devam edebilmek için fırsat kollar. Sosyalizmden

Page 27: CIA Sosyalizminin Tarihi - İşçi Partisi'nin gerçek yüzü

Kemalizme, MHP'den sol ortam içine gidiş-gelişleri bu şekilde izah edilebilir. Yine bu uğurda İP, takındığı sosyalist maskeyi takviye etmek için sol söylemlerde bulunur, sisteme muhalif görünür, eylemlere katılır, bildiriler dağıtır ve misyonu gereği halkımızda kafa karışıklığı yaratmaya çalışır. Diğer yandan Cebeci Kampusu'nda olduğu gibi ajan-provokatör kimliğine uygun davranmaya devam eder. CIA sosyalizminin gençlik kanadı olan "Öncü Gençlik"in son bildirilerinde sözde karşı göründükleri, kendileri gibi ajan olan Karen Fogg ile ilgili bilgilere de MİT kanalıyla ulaştıkları, şefleri Doğu Perinçek'in bir televizyon programında “Biz bu bilgileri milli kuvvetlerden (MİT) aldık" demesiyle açığa çıkmıştır. SON SÖZ YERİNE

Bizler Devrimci-Demokrat-Yurtsever-İlerici Gençler olarak, İŞÇİ PARTİSİ’NİN İPLERİNİN KİMLERİN ELİNDE olduğunu çok iyi biliyoruz. Ne "zaman gençlik hareketinde, toplumsal muhalefette bir kıpırdanma olsa sistem tarafından karşımıza çıkarılan İP'çiler; efendilerine layık olabilmek için, yarattıkları provokasyon ve çatışma ortamıyla, haince pusuları ve saldırılarıyla pratikte faşistlerden hiçbir farklarının olmadığını kanıtlıyorlar.

Onların yeri devrimci saflar değil, karşıdevrim saflarıdır. Bugüne kadar olduğu gibi, bugünden sonra da mümkün olan her yolla İP'in halk düşmanı gerçek yüzünü teşhir etmeye devam edeceğiz. Son dönemde Kemalizmin de bayraktarlığına soyunarak kendisine yeniden meşru zemini arayan bu güruha ve her türlü faaliyetine karşı uyanık olunmalıdır. Bizler bilime, özgürlüğe, ülkemize 've geleceğimize sahip çıkıyoruz. Her defasında karşıdevrimcilerin oyununu bozmayı, halk ve insanlık_ düşmanı yüzlerini tarih önünde teşhir etmeyi benliğimizden ayrılmaz bir görev biliyoruz.

Tarih, yüreğinde özgürlük ve eşitlik umuduyla geleceğe koşan gerçek devrimcilerin önderliğiyle halklarımızı insanlığın' gerçek kurtuluşu olan sosyalizme doğru götürürken; CIA sosyalistlerini; faşistleri, ajan-provokatörleri ve devrim düşmanlarını kirli sayfalarına hapsedecektir. ” BEYTEPE'DE AJAN İSTEMİYORUZ! DEVRİMCİ-DEMOKRAT ÖĞRENCİLER

M. ORUÇOĞLU YALAN YAZIYOR – Devrimci Mücadele (Eylül-Ekim 2002)

(…) M. ORUÇOĞLU KIVILCIMLI'YA NİYE İFTİRA EDİYOR? Kıvılcımlı, yanına her yaklaşan devrimciyi iyi niyetli kabul eder ve ona istediği her konuda yardım ederdi. Yazı isteyene istediği konuda yazı, bilgi isteyene bilgi verirdi. Konferans vermesini, tartışmalı toplantılara katılmasını talep edenleri de kırmazdı. Devrimci gençlere, işçilere, köylülere yardımcı olmaktan büyük haz duyardı. İşte bu sebepten Kıvılcımlı, Aydınlık Sosyalist Dergi'ye, Proleter Devrimci Aydınlık dergisine de yazılar vermiş, onlara yol göstermek istemiştir. Bilindiği gibi bu dergiler Mihri Belli ve Doğu Perinçek liderliğindeki hareketlerin yayın organlarıydı. Mihri Belli liderliğindeki Milli Demokratik Devrim (MDD) Hareketi, Kıvılcımlı'nın bütün uyarılarına rağmen sonunda bir zortlamaya varmıştı. Mihri Belli, bu küçükburjuva ideolojisinde; “Asker-sivil-aydın zümre”ye partisiz olarak MDD'yi yaptırıyordu. Proletarya Partisi ancak ondan sonra “ufuktan bir güneş gibi doğacak”tı. Kıvılcımlı, böylesine bir ucube devrim anlayışına daha fazla hoşgörü gösteremezdi. “Devrim Zorlaması Demokratik Zortlama” adlı eserinde, Mihri Belli'nin MDD Hareketinin temelsiz, kof, bilimden ve mantıktan uzak bir küçükburjuva hareketi olduğunu, kanıtlarıyla birlikte, elle tutulur bir somutlukta ortaya seriverdi. Bu eser, Mihri Belli ve onun adına bağlı olan hareketin işini bir anda bitirdi.

Page 28: CIA Sosyalizminin Tarihi - İşçi Partisi'nin gerçek yüzü

Mahir Çayan, o güne dek tartışmasız lider bellediği kişinin (Mihri Belli'nin) böylesine bilimden ve bilinçten yoksun, kof bir küçükburjuva masal anlatıcısı olduğunu görünce, hemen ondan koptu. Sonra kendi adına bağlı olan hareketi oluşturmaya girişti. Burada şöyle bir soru akla gelebilir: Mahir neden Kıvılcımlı'dan etkilenmedi? Etkilendi... Mahir, okumayla arası en iyi olan gençlik önderiydi. Kıvılcımlı'yı da biraz anlar gibi oldu. İTÜ Gümüşsuyu'ndaki bir DEV-GENÇ toplantısında Mahir, kürsüye çıktı ve şöyle dedi: “Artık Aydınlık Sosyalist Dergi'yle yollarımız ayrıldı. Bunu “Aydınlık Sosyalist Dergi'ye Açık Mektup” adlı broşürümüzde açıkça belirttik. Kıvılcımlı'yı şu anda inceliyorum. İncelediğim-okuduğum kadarıyla da önemli bir ayrılığımızın olmadığını gördüm. İncelemem sonunda da bu görüşüm değişmezse, Kıvılcımlı'nın bir militanı olarak devrimciliğimi sürdüreceğim.” Mahir'in bu konudaki sözlerinin anlamı aynen buydu. Aradan 32 yıl geçti. Kullandığı sözcükler belki farklı olabilir, ama konuşmasının içeriği buydu. Mahir, Ankara'dan Y. Küpeli, S. K. Özüdoğru, E. Kürkçü gibi adı bilinen arkadaşlarıyla gelmişti o toplantıya ve onlar da birer konuşma yapmışlardı. Bir gün sonra da Mahir ve Y. Küpeli, F. Aral, Cağaloğlu'ndaki Sosyalist Gazetesinin merkezine geldiler. Mahir orada da aynı görüşleri dile getirdi. Ve ardından da o anda Cerrahpaşa'da yatmakta olan Kıvılcımlı'yı ziyarete gittiler. Duyduğumuza göre Mahir Kıvılcımlı'ya da aynı şekilde konuşmuş. Kıvılcımlı o zaman, prostat kanseri ameliyatı olduğu için Cerrahpaşa'da yatmaktaydı. Mahirler Ankara'ya gitti. Kısa bir süre sonra da çıkardıkları “Kurtuluş” Gazetesinde, Kıvılcımlı'yı Roza Luksemburg'a benzeten ve revizyonistlikle suçlayan bir yazı yayımladılar. 12 Mart 1971 Faşizminin arifesiydi. Mahir de Kıvılcımlı'ya karşı olduğunu resmen ilan ediyordu artık. Mahir, İstanbul'da verdiği, “Kıvılcımlı'yı inceleyeceğim-okuyacağım” şeklindeki sözünde durmamıştı. Kıvılcımlı'yı okumadan-öğrenmeden reddetmişti ve haksız suçlamalar yöneltmişti. Sebebi şuydu: O anda Deniz ODTÜ'de karargah kurmuştu ve dağa çıkmanın hazırlıklarını yapıyordu. Deniz için, Fidel'in OLAS Söylevi tutulacak devrimci yolu açıkça gösteriyordu: Askeri ve politik şeflik birleştirilmeli ve oluşturulacak bir gerilla grubuyla dağın yolu tutulmalıydı. Başkaca okumaya, yazmaya, araştırmaya gerek yoktu. Hatta yayımcılıkla filan uğraşmak zaman ve emek israfıydı ve oportünistlere özgü işlerdi. İstanbul'daki Denizci (THKO'cu) arkadaşlar, böyle diyorlardı o zamanlar. Deniz'in bu tutumu, küçükburjuva gençlik ortamında hararetle karşılanıyordu. Ve Deniz'in taraftar kitlesi hızla büyüyordu. Bütün dünyada Küba Devrimi'nin, Fidel'in, Che'nin rüzgarları esiyordu. Özellikle de aydın gençlik kitlesini olağanüstü etkiliyordu bu rüzgarlar. Denizler'in söylemi de bu rüzgarların etkisinden kaynaklanıyordu. Bu ortamda, Mahir'in, Kıvılcımlı'yı benimsediğini açıklaması, gençlik tabanını-taraftar kitlesini Denizler'e kaptırmasına yol açardı. Çünkü gerillacılık teorileri aydın gençlik ortamında çok hoş karşılanıyordu. Bize göre Mahir'in kafası da net değildi. Mantığıyla Kıvılcımlı'nın doğruluğunu görse de gönlü gerillacılıktan yanaydı. İşte bu sebeplerden dolayı Mahir Arkadaş Kıvılcımlı'ya cephe aldı. Sonra bilindiği gibi Mahir, Carlos Mariguella'nın “Şehir Gerillası” adlı kitabındaki tezleri biraz daha süsleyerek “Kesintisiz Devrim” adını verdiği yazılarını yazdı. Artık o da hemen gerillaya başlanması gerektiğini savunuyordu. Çünkü gelinen aşamada (emperyalizmin üçüncü bunalım döneminde) evrim ve devrim aşamaları iç içe geçmişti. Kıvılcımlı ise; Küba deneyinin tekrarlanamayacağını; tutmamız gereken tek yolun, Büyük Ekim Devrimi'nin gösterdiği yol olduğunu, böylece de sarılmamız gereken teorinin Leninci devrim öğretisi olduğunu yazıyor ve söylüyordu. Mahir Arkadaş bir yandan Leninist Devrim Öğretisini, Ekim Devrimi'nin izlediği yolu, gelinen aşamada mevcut şartlara cevap vermez diye reddediyor, diğer yandan da Kıvılcımlı'yı revizyonistlikle suçluyordu. Oysa asıl revizyonizmi yapan kendisi ve onun gibi düşünenlerdi. Çünkü onlar Leninci Devrim Öğretisini, var olan koşullarda çözüm değildir diyerek, reddediyorlardı. Ve Küba Devrimi'nin izlediği yolun doğruluğunu savunuyorlardı. Oysa Küba Devrimi kendine özgü bir devrimdi. Ve tekrarlanamazdı. Fidel, iktidarı aldıktan bir yıl sonra sosyalist olduğunu açıkladı. Ondan önce ise Fidel ve hareketi, CHE'nin deyişiyle “Sosyalist değil ulusal devrimci”ydi. Kıvılcımlı, Doğu Perinçek'in lideri olduğu PDA grubunun yayın organlarına da başlangıçta, karşıdevrimci içyüzünü açığa vurmadan önce, yazılar veriyordu. Kıvılcımlı'nın amacı bütün devrimci

Page 29: CIA Sosyalizminin Tarihi - İşçi Partisi'nin gerçek yüzü

güçlerin belirli prensipler çerçevesinde Derlenmesi ve Proletarya Partisinin Yeniden Örgütlenmesiydi. “Kendimize Gelelim, Ya Birleşmek! Ya Ölüm!” diyordu Kıvılcımlı tüm devrimci güçlere. Fakat PDA denen bu grup diğerlerine benzemiyordu. Doğu Perinçek, Demokrat Parti'nin faşist gençlik komandoluğundan, 1960 sonrasında devrimciliğe geçmişti. Doğu Perinçek, 1968'den itibaren azgınlaşan faşist saldırılar karşısında nefis savunması yapan devrimci güçleri “anarşist”likle suçlamaya başladı. Her zaman olduğu gibi, o dönemde de MHP'li faşist güçlerle polis birlikte saldırıyordu Devrimci Gençlere. Ve şehitler veriyordu devrimciler. Doğu Perinçek ise devrimci gençleri suçluyordu. Tıpkı faşist güçler gibi. Doğu Perinçek, daha sonra Sovyetler Birliği'ne de “Sosyal Emperyalist” diyerek saldırmaya başladı. Küba da Sovyet Sosyal Emperyalistlerine uşaklık ediyordu ona göre. İşte bu aşamada Kıvılcımlı, D. Perinçek grubunun siyasi eylemini tahlil ederek onun kimliğini ortaya çıkardı: D. Perinçek'in lideri olduğu PDA Hareketi, CIA Sosyalizmi yapıyordu. Çünkü bu hareket Türkiye'deki Devrimci Güçlere düşmandı, dünyadaki Çin ve Arnavutluk dışındaki sosyalist devletlere (iktidarlara) düşmandı. PDA'nın tezleri CIA'nın tezleriyle çakışıyordu. Kıvılcımlı, “CIA Sosyalizmi Nasıl Yapılır?”, “CIA Sosyalizmi Tarih Kalpazanları”, “CIA Sosyalizminin Tarih Kalpazanları” başlıklı yazılarıyla açığa çıkardı. D. Perinçek ve PDA Hareketinin karşıdevrimci içyüzünü. Kıvılcımlı'nın çok haklı olarak “CIA Sosyalizmi” adını verdiği bu hareket 1970'li yıllarda da ihanetlerine devam etti. Sivil ve resmi faşist güçlerin (Kontrgerillanın bünyesine giren güçlerin) saldırıları karşısında nefis savunması yapan devrimcileri devlete ihbar etti. 5 Mayıs 2002 tarihli Hürriyet'te yayımlanan eski bir yandaşının kendisiyle yaptığı söyleşide şu soruluyor D. Perinçek'e: “Geçmişinizin muhasebesini yaparken vicdanınızı rahatsız eden şeyler var mı? Mesela Aydınlık gazetesinde ihbar edilen sol adresler, isimler?” D. Perinçek'in yanıtı şu: “Az bile yapmışız. O konuda daha cesur olmalıymışız.” Dikkat edelim; 1976'dan 1991'e kadar CIA Sosyalizmi dediğimiz bu hareketin içinde yer almış, ama bugün hiçbir devrimcilik iddiası olmayan ve bir Finans-Kapital organında sermayeye hizmet eden bir insan bile, Doğu Perinçek'e yaptığınız ihbarlardan dolayı vicdanınız rahatsız olmuyor mu? demek ihtiyacını duyuyor. Yani böyle bir şeyin, muhbirliğin şerefsizlik olduğunu biliyor. Ama öbürü “az bile yapmışız” diyerek her türden insani değerden yoksunluğunu açığa vuruyor. Bu hareket 12 Eylül öncesinde NATO'yu savundu bildiğimiz gibi. Türkiye'nin NATO'da kalması iyidir, dedi. 12 Eylül Faşizmi Kontrgerillanın kanlı saldırıları ile kendisine zemin oluşturmaya çalışırken D. Perinçek “Aydınlık” adlı yayın organında: Faşizm gelecek diyorlar. Hayır gelmeyecek Türkiye'de faşizm tehlikesi yoktur. Sosyal Faşizm tehlikesi vardır. Yeni Çarlar Türkiye'yi işgal etmek istiyorlar. Asıl tehlike budur. Türkiye'de faşizm tehlikesi vardır demek Rusya'nın oyununa gelmek olur, diye yazılar yayımlıyordu. 12 Eylül Faşizmi geldi; yüz binlerce devrimciyi, demokratı, aydını, işçiyi, köylüyü işkencelerden geçirip zindanlara doldurmaya başladı. Bu hareket 12 Eylül'e arka çıktı. Alkışladı 12 Eylül Faşizmini. Bu hareketin merkez komite üyesi Mustafa Kemal Çamkıran, Frankfurt'ta Türkiye'de 12 Eylül Hareketinin insanlara işkence yapmadığını ispatlamak için Türkiye'ye gidiyorum, diye bir basın açıklaması yaptıktan sonra, uçakla Ankara'ya geldi. Sıkıyönetim komutanlığı havaalanından alıp Mamak Askeri Hapishanesi'ne getiriyor. Mamak'ta şartlandırılmış asker, her gelen devrimciye, demokrata yaptığı karşılama törenini buna da yapıyor: her gelene; kanunun, insan haklarının vb.nin bulunmadığını anlatmak için esaslı bir dayak atıyor. Ve Çamkıran o güne dek dayakçı askerlerin hiç duymadığı bir iddiada bulunuyor: Ben 12 Eylül Harekatını destekliyorum. Onun için Avrupa'dan gelip teslim oldum, diyor. Bu iddia kendileriyle dalga geçildiğini, kendilerinin saf yerine konulduğunu sanan askerleri iyice çileden çıkarıyor. Ve dayağın dozunu birkaç misli arttırıyorlar. Mamak'ın şartlandırılmış askeri bile devrimcilik iddiasındaki birinin 12 Eylül'ü destekleyebileceğini kabul edemiyor. Böyle bir şeyi haklı olarak aklı almıyor. Devrimci olan bu harekatı desteklemez diyor...

Page 30: CIA Sosyalizminin Tarihi - İşçi Partisi'nin gerçek yüzü

Dayakçı asker bize göre de düşüncesinde haklı. Asker, bunların CIA Sosyalisti olabileceklerini bilmiyor tabiî. Bu hareket, bugüne kadar sayısız görüş değiştirmiştir. Bir uçtan bir uca sıçramıştır. Yılan gibi kıvrılmıştır. Geçenlerde bir televizyon programında bir burjuva hizmetkârı, emekli büyükelçi, Doğu Perinçek'in yüzüne karşı; 10-12 yıl kadar önce Kürt Meselesi hakkında yazdıklarını okudu. Hatırlanacağı üzere D. Perinçek o günlerde A. Öcalan'ı Bekaa'da üst üste ziyaret ediyordu. Öcalan'la bu birbirlerini karşılıklı övüyorlardı. Yine hatırlanacağı üzere Öcalan bunu bağımsız milletvekili seçtirmek bile istedi. D. Perinçek de o günlerde PKK'ye hoş görünecek yazılar yazıyordu. Bugün ise, yine bildiğimiz gibi, bu hareket; bir televizyon programında Hasan Yalçın'ın ağzından görüşlerini şöyle açıklamaktadır: Türkiye'de Kürt Sorunu tamamıyla çözümlenmiştir. Türkiye'de bir Kürt Sorunu yoktur. Kürtler Türkiye'de Avrupa'nın hiçbir ülkesinde olmayan demokratik hakları kullanmaktadırlar, demektedir. Sermaye adamı emekli büyükelçi, D. Perinçek'in Kürt sorunu hakkındaki eski görüşlerini okuduktan sonra: “İnsanda siyasi etik olmalı” dedi ve noktayı koydu. Yani Finans-Kapital hizmetinde on yıllarca çalışmış, bir anlamda ömrünü tüketmiş burjuva aydınları bile, bu hareketin liderini, siyasi ahlâktan yoksunlukla suçluyorlar. O sözlerden sonra D. Perinçek, hiçbir şey olmamış gibi sırıtarak: “Biz o zaman da şöyle demek istemiştik” diye çalkalayarak, demagojisini sürdürdü. Yediği hakaretten hiç etkilenmedi. Çünkü o da aslında içyüzünün ne olduğunu biliyor... Kıvılcımlı, bu hareketin içyüzünü, yani gerçek siyasi kimliğini, 32 yıl önce açığa çıkarmıştır. Ve aradan geçen süre Kıvılcımlı'yı tartışmasız bir biçimde doğrulamıştır. Bu hareket bugüne kadar görüşten görüşe sıçramıştır, pek çok konuda. Ama özü hiç değişmemiştir. Yani, gerçek devrimcilere olan düşmanlığı... Bu konuda 12 Mart öncesinde ne idiyse bugün de aynıdır. İşte o yüzden bu hareket gerçek sol değil, sahte soldur. Kıvılcımlı'nın deyişiyle: CIA Sosyalizmidir. İ. Kaypakkaya, işte böyle bir hareketin içerisinde yıllarını geçirmiştir. Ve D. Perinçek gibi birini lider bellemiştir. Bu harekette, hep söylediğimiz gibi, gerçek devrimcilere düşmanlık öğretilir. Dostluk öğretilmez, insanlık öğretilmez. Kaypakkaya eğer Kıvılcımlı hakkında M. Oruçoğlu'nun yazdığı yalanları söylemişse, böyle bir hareketten geldiği için ve böyle bir insanın, liderin öğrencisi olduğu için söylemiştir. Yani, o hareketten tam kopuşamadığı için, o hareketin kendisine bulaştırdığı kirlerden tam arınamadığı için söylemiştir. İ. Kaypakkaya, eğer Kıvılcımlı hakkındaki bu yalanları PDA hareketinden ayrılmadan önce söylemişse o zaman mesele daha açık ve daha kolay anlaşılır hale gelir. O hareketin içindeki bir insanın Kıvılcımlı hakkında olumlu yargılarda bulunması zaten anormal olurdu. Çünkü bu hareket yukarıda da tekrar tekrar vurguladığımız gibi, gerçek devrimcilere oldum olası düşmandır. M. Oruçoğlu, “Konferanstan sonra köylülerin ağzını yoklamış İbo.” diyor. “Ağız yoklamak-ağız aramak” gibi deyimlerin karşılığı olan yöntemler, dürüst-mert-dobra insanların, kitle içinde çalışma yaparken kullanacağı yöntemler değildir. Bunlar küçük, basit, empas-kumpas hesapları içinde olan sınıflı toplumun çamurlarına bulanmış insanların kullandığı yöntemlerdir. Devrimci insan, dürüst-mert insandır. Açık sözlü insandır. Söyleyeceğini lafı dolandırmadan, açıkça, netçe söyler. Sorusunu da öyle sorar. Özetlersek: Ağız aramak, devrimcilerin değil, bezirgânların, en azından bezirgânlığın pisliğiyle kirlenmiş insanların baş vurmaya tenezzül edeceği yöntemdir. Oruçoğlu, bu yüksek devrimci ahlâktan haberdar olmadığı için, Kaypakkaya tarafından yapıldığını iddia ettiği işin olumlu olduğunu sanıyor.

Page 31: CIA Sosyalizminin Tarihi - İşçi Partisi'nin gerçek yüzü

Bölüm - 4

Kurtuluş Yolu yazıları

İhanete Karmış İki Sözde Sol Akım

Bunların her ikisi de aslında sağa savrulmuştur. Sağ sapmadır. Bu bakımdan birbirinden özde pek farkları yoktur. Fakat görünüşte çok farklıdırlar. Biri ya da bir bölüğü tam anlamıyla şovenizm bataklığına saplanmıştır. Bu bölük, Kontrgerillanın Türkiye’deki Özel Örgütü, daha doğrusu Özel Partisi olan MHP’yle ittifaktan çekinmemektedir. Bazen ortak eylemler de yapmaktadırlar. Bu, adı sol, şoven gruplar bu noktaya kadar sürüklenmiş, bataklığa saplanmış bulunmaktadırlar. Bunlar çoğumuzun aklına geldiği gibi, İP, onun yavrusu Türk Solu ve Cumhuriyet Gazetesinin ideolojik rehberliğindeki Kemalist Gruplardır. Bu sözde sol, şoven grupların ortak fobisi Kürtlerdir. Bunlar, Türkiye’de bir Kürt Sorunu olduğunu kabul etmezler. İP ve Lideri D. Perinçek’in Sahte Solculuğu Bunlardan İP ve önderi Doğu Perinçek, Türkiye Sol Ortamında siyasi ahlâk yoksunluğuyla-omurgasızlığıyla-tutarsızlığıyla-bir dönem hararetle savunduğu görüşlerin, bir süre sonra yüz seksen derece karşıtını savunmasıyla ünlüdür. Bu grup 12 Eylül Faşizmini destekleyen tek sol maskeli gruptur. 12 Eylül öncesindeyse NATO’cuydu. Devrimcileri devlete ihbar ediyordu, çıkardığı günlük “Aydınlık Gazetesi”nde. 12 Eylül Faşizminin Askeri Mahkemelerinde, “PKK Davası bizim ihbarlarımız üzerine-sayesinde açılmıştır” diye savunmalar yapmıştır. 1990’da, tam tersi bir davranış içine girerek, “Bekaa ziyaretçileri” arasına katılır bu grup. Hem de lideri Doğu Perinçek tarafından yapılır bu ziyaretler. Orada Abdullah Öcalan ziyaret edilir. Onun hoşuna gidecek sorular sorulur, yorumlar yapılır. Dergisinde, PKK’ye yakın görüşler savunulur. Bunun karşılığında, A. Öcalan, “Doğu Perinçek olumlu yönde gelişme gösteriyor” diye görüşler öne sürer. Yazar çizer. Bununla da kalmaz, D. Perinçek’i milletvekili yapmak ister. Çünkü A. Öcalan da D. Perinçek gibi ilkesizdir, reel politikerdir. Yani günün çıkarları (tabiî kendi canları için) neyi yapmalarını, nasıl davranmalarını gerektiriyorsa, ona uygun düşünce ve davranış ortaya koyarlar. Doğu Perinçek, 12 Eylül Faşizmini açıktan-resmen desteklemesinden dolayı Türk Solundan (Türkiye Sol Ortamından) kovulmuştu. Aslında Kıvılcımlı, tâ 1970’te onun kimliğini ortaya çıkarmış, ona en uygun adı koymuştu: “CIA Sosyalisti”ydi o grup. Sahte soldu. Sadece adı soldu. İçyüzüyse sağın ta kendisiydi. Fakat bizim Uyurgezer Küçükburjuva Sol Gruplarımızın bunu görebilmeleri için, bu grubun 12 Eylül Faşizmini açıktan destekliyor oluşunu görmeleri gerekmişti. Malum onlar teori-bilim gücüyle görmezler. Olaylar en kör gözlere bile batar duruma gelince ancak görebilirler. O da tam olmaz… D. Perinçek ve grubu, kovulduğu Sol Ortama yeniden dönebilmek için, PKK’ye ve A. Öcalan’a yanaşmıştı. Bunda da başarılı olur D. Perinçek. Yeniden Küçükburjuva Sol Ortama kabul edilir. Küçükburjuva sollarımız, güce tapıcıdır. Onların karakteristiği budur. A. Öcalan’ın, D. Perinçek için verdiği olumlu Fetva, küçükburjuva sol gruplarımız tarafından tartışmasız kabul edilir. Bu kabul sonucu, Küçükburjuva Sol Gruplar, D. Perinçek’in arkasına takılarak, 1992’de İstanbul Gaziosmanpaşa’da 1 Mayıs Kutlaması bile yapar. Sonra İP ve lideri yine dönüşümünü sürdürür. Bir kalıp daha değiştirir. Şu anki durağı devlete eklemlenmek olmuştur. Artık hızlı bir Kürt düşmanıdır ve devlet dostudur. Solculuğu sadece dilindedir yine. Her zaman olduğu gibi...

Page 32: CIA Sosyalizminin Tarihi - İşçi Partisi'nin gerçek yüzü

İP ve lideri D. Perinçek’in böyle fırıldak gibi dönüşünden dolayı inandırıcılığını tümüyle yitirdiğini düşünen bir grup taraftarı, bu hareketten koptu. “Türk Solu” adında yeni bir grup oluşturdu. İşte “Türk Solu” adlı şoven, ırkçı hareketin gelmişi geçmişi ve ortaya çıkışı da böyledir. Cumhuriyet Gazetesi dönekler fideliğidir Cumhuriyet Gazetesi, İkinci Emperyalist Paylaşım Savaşı yıllarında Almancıdır, dolayısıyla da Hitlercidir. Gazetenin kurucusu ve başyazarı Yunus Nadi, başyazılarında; dünyada yeni bir düzen kuruluyor, Türkiye de bu yeni düzende yerini almalıdır; anlamına gelen cümleler yazarak Hitler’in Nazi ideolojisini benimsediğini belirten düşünceler ortaya koyar, o yıllarda. Hem de bu görüşlerini pek çok yazısında dile getirir. Türkiye’nin de Almanya safında yer almasını savunur, bu yazılarıyla. Gazetenin bugünlerdeki duayeni İlhan Selçuk da, Ecevit Hükümeti’nin kurulmasına yol açan milletvekili genel seçimlerinde, Kontrgerillanın özel örgütü olan faşist MHP’nin seçimlerden Ecevit’in DSP’sinden sonra yüzde on yedi oy alarak ikinci parti çıkmasını, “Nerede hareket orada bereket!” başlıklı köşe yazısıyla kutlamıştı. Ayrıca aynı içerikte bir de başyazı yayımlamıştı Cumhuriyet’te. İlhan Selçuk, bilindiği gibi bugün de Demirelcidir. “Demirel dindar, Tayyip dinci” zırvalamalarıyla kırk yılın sermaye, tabiî aynı zamanda da ABD uşağı S. Demirel’in, “Laikliği savunan cephenin” başına geçmesini önermektedir. Hem de pek çok köşe yazısında... Demirel’in kullanıla kullanıla artık paçavraya döndüğü ve Türkiye Halkı üzerinde hiçbir inandırıcılığı kalmadığını gören ABD, yerli-yabancı Parababaları bile vazgeçmişlerdir S. Demirel’den. O’nun adı vurgunla, yolsuzlukla, satılmışlıkla ve her türden aşağılık işle özdeşleşmiştir halkımız için. Bunu bildiği için bırakmış, çöplüğe atmıştır onu, ABD. Hatırlayanımız olacaktır, B. Ecevit ve eski Cumhuriyetçi, dönekliğinin kitabını yazmış Hasan Cemal, S. Demirel’i bir kez daha cumhurbaşkanı seçtirebilmek için çok uğraşmıştır. Fakat ABD, onu bıraktığı için, bu mümkün olmamıştır. Yani Demirel’den, bir dönek ve bunak B. Ecevit, bir dönek H. Cemal, bir de sümsük-bunak İ. Selçuk ve kafadarları vazgeçememiştir. Bunlar sahte demokrattır. Sıradan insanın sağduyusu ve namus anlayışı bile yoktur bunlarda. S. Demirel, “Verdimse ben verdim” diyen utanma, arlanma bilmez alçaktır. Onun dindarlığı da, laik görünme çabası da sahtedir. Onun tapındığı tek tanrı para tanrısıdır. O, yeri geldiği zaman, “En çok İmam Hatip Okulunu ben açtım” diyerek övünür. On yıllarca en aşağılık biçimde din sömürüsü-din tüccarlığı yapmıştır. Yeğeni Yahya-Yahya Murat ve Kardeşi Şevket-Hacı Ali Demirel’in toplam 1.5 milyar doları bulan vurgunlarını hep savunmuştur. Ayrıca onlarla da ortaktır. Kendisinin de açıkça söylediği gibi, Demireller’de mal mülk ayrımı yoktur. Servet ortaklığı vardır. Dolayısıyla da S. Demirel de o vurgunların içindedir. S. Demirel’in bugün, laik oynama çabası Ortaçağcı-Şeriatçı alanın bütünüyle başkalarınca doldurulmuş olmasından kaynaklanmaktadır. Bilindiği gibi CHP, DSP ve SHP dışındaki tüm sermaye partileri din sömürüsü yapmak-din alıp satmak için birbiriyle yarışmaktadır. Demireller’i, onlara ilişkin bir belgeselde, İslamköylü yaşlı bir kadın şöyle anlatmıştı: “Bak kuzum, ben sana Demirelleri anlatıverem. Demireller, kurtla birlik olup koyunu yerler, sonra da çobanla beraber oturup ağlarlar. Demireller işte böyle…” Belki okur yazarlığı bile olmayan, bu saygıdeğer yaşlı kadın, Demireller’i ne kadar özlü ve gerçekçi anlatıyor, değil mi? Ama o Anamızda vicdan var, namus var ve “aklımız eriyor ama gücümüz yetmiyor!” diyen Halkımızın sağduyusu var. O sebepten Demireller’in iğrenç içyüzlerini-kara vicdanlarını olduğu gibi görüyor ve anlatıyor. İ. Selçuk ve benzerleri gibi bin tane insan bir araya gelip kafa kafaya verse, bu sevimli köylü Anamızın bilinç düzeyine ulaşabilirler mi? Üstelik de İ. Selçukgiller enteldantel geçinir. Eşeğin eşeği beğenmesi misali, kendilerinden başka da kimseyi beğenmezler. Bu grup, ABD ve AB’nin, Türkiye’yi Sevr bataklığına götürmek istediğini görür ve bundan şikayetlenirler. Fakat yine AB’ye girilmesinden yana olduklarını belirtmekten geri durmazlar. AB’ye karşı değiliz biz, derler. O zaman niye gürültü yapıyorsunuz dersek; “Biz AB’ye onurlu girilmesinden yanayız” derler. Sevr’in onurlusu ya da

Page 33: CIA Sosyalizminin Tarihi - İşçi Partisi'nin gerçek yüzü

onursuzu nasıl oluyorsa?.. Bu zavallılara göre oluyormuş işte… Bunlarda Tarih bilinci ve bilimi yoktur. Batı’nın ve Türkiye’nin Tarihini gerçek anlamıyla bilmez bunlar. Sözde Bilim adamı Erol Manisalı’dan AB’ye şaşı bakış (AB’ye evet, AB’ın Emperyalist politikalarına hayır demek; cellata evet, ilmeğine hayır demektir) Bunların bilime en yakın duran-en bilgin geçineni Prof. Erol Manisalı’yla, Prof. Emre Kongar’dır. E. Manisalı, geçen Cuma (23 Haziran) gecesi Hulki Cevizoğlu’nun “Ceviz Kabuğu” adlı TV. programındaydı. AB’nin Türkiye’ye yönelik kötü niyetlerini anlattıktan sonra, AB’ye girilmesine taraftar olduğunu anlattı. Gerekçesini de şöyle savundu: “Ben AB’ye karşı değilim. AB’nin, Avrupa devletlerinin emperyalist politikalarına karşıyım. O politikalara karşı çıkıyorum.” Bu konuda birçok kitap da yazmış bulunan ekonomi profesörü Erol Manisalı, emperyalizmin bir politika değil özünde bir ekonomi olayı olduğunu göremiyor. Emperyalizmin, emperyalist devletlerin, kötü niyetlerinden kaynaklanan, isterlerse ya da mecbur kalırlarsa vaz da geçebilecekleri, uzak da durabilecekleri bir politika olduğunu sanıyor. Oysa “Emperyalizm tekelci kapitalizmdir.” “Geberen kapitalizmdir.” “Kapitalizmin tarih içinde vardığı en son konaktır.” Lenin, 1916 ilkbaharında şöyle yazıyordu: “Kapitalistler dünyayı paylaşıyorlarsa, bunu, kendilerinde bulunan hain duygulardan ötürü değil, ulaştıkları yoğunlaşma derecesi, kâr sağlamak için kendilerini bu yola başvurma zorunda bıraktığı için yapıyorlar. Ve dünyayı mevcut “sermayeleri”, “güçleri” oranında paylaşıyorlar, çünkü kapitalizm ve meta üretimi sisteminin mevcut olduğu bir ortamda daha başka bir paylaşma şekli mümkün olamaz. Şu da var ki, ekonomik ve siyasi gelişmeye göre güçler de değişmektedir. (…) “Kapitalizmin bugünkü aşaması bize gösteriyor ki, kapitalist gruplar arasında, dünyanın iktisadi yönden paylaşılması esasına dayanan bazı ilişkiler doğmakta, buna paralel ve bağlı olarak da, siyasi gruplar, devletler arasında, dünyanın toprak bakımından paylaşılması, sömürge savaşı, “iktisadi önem taşıyan topraklar için mücadele” esasına dayanan birtakım ilişkiler kurulmaktadır.” (Emperyalizm, s. 94) “Emperyalizmin temelden düzeltileceği fikri, bir aldatmacadan, bir “iyi dilek”ten ibaret olduğu için (…)” (age.) Emperyalist saldırganlık, mazlum ulusları boyunduruk altına alma ve işgaller, dünya pazarlarının ve hammadde kaynaklarının-doğal zenginliklerin ele geçirilmesi için yapılan savaşlar, dünyanın kana ve ateşe boğulması, sinsice ve alçakça oynanan diplomasi oyunları hep; ulaştıkları ekonomik yoğunlaşma derecesi yüzünden, ülke sınırları içine sığamayan tekelci şirketlerin ve onların emrindeki siyasilerin-devletlerin yapmak zorunda olduğu insanlık dışı, pis, iğrenç işlerdir. Bunlar, emperyalist devletlerin yöneticilerinin kaçınamayacakları davranışlardır. Onların iyi ya da kötü niyetli oluşlarıyla da bir ilgisi yoktur. Emperyalizm var olduğu sürece, emperyalist yağma savaşları ve politikalar da olacaktır. Emperyalizm mezara gömüldükten sonra, insanlık, onun kötülüklerinden kurtulacak ve savaşların, işgallerin olmadığı bir dünya mümkün olabilecektir. Prof. Erol Manisalı, burjuva önyargıları ve Sosyal Devrim Bilimini ahmakça küçümseyişi yüzünden uzmanı olduğu alanda bile, gördüğümüz gibi, sınıfta kalmaktadır. Gelelim Prof. Emre Kongar’ın koftiden bilginliği… Bu konuda, E. Kongar’ın, dönek H. Cemal üzerine olan bir köşe yazısından örnek vereceğiz. Şöyle başlar yazı: “Kör İnançlılık, Döneklik ve Paranoya “İnsanların fikir değiştirmeleri doğaldır. “İnsanoğlu öğrenen, değişen, gelişen bir yaratıktır. “Bilgi dağarcığımız geliştikçe, bireysel deneylerimiz biriktikçe, hem duygu hem de düşünce dünyamızda birtakım değişmeler olması kaçınılmazdır.

Page 34: CIA Sosyalizminin Tarihi - İşçi Partisi'nin gerçek yüzü

“Bu değişme ve gelişme sağlıklıdır, insanı daha başarılı, daha uyumlu, daha verimli, sonuç olarak da daha mutlu noktalara taşır.” (Cumhuriyet, 2 Ocak 2006) Buraya kadarki satırlarda bir yanlışlık yok. Hemen herkesin düşünebileceği ve kabul edebileceği doğru görüşlerdir bunlar. Fakat ne yazık ki Üstat, bundan sonra tam tersi bir tutuma girer. İpe sapa gelmez-zırvalamalar karalamaya başlar. İzleyelim: “Sağlıksız olan, değişmesi, gelişmesi, hatta bir zamanlar savunduğu fikirlerinden “dönmesi” değildir.” Üstat’a göre, “dönek”lik “sağlıksız değil”miş. İşte burada her şey berbat olur. Döneklik de kuşkusuz bir değişmedir ama asla bir gelişme değildir. Geriye dönüştür, geriye gidiştir. Sağlıklı değişmede-gelişmede insan, hep daha doğruya, mükemmele gider. Düşünceleri-görüşleri daha zenginleşir, tutarlılaşır, mükemmelleşir. Döneklikteyse, kişi geriye gider, başa döner. Üstelik de bu dönüş, doğruyu, iyiyi, mükemmeli arama, ona ulaşma çabasıyla olmaz… Çünkü her Devrim, taraftarlarından (tabiî sadece sözde değil eylemleriyle de devrimci olan taraftarlarından) büyük fedakârlıklar ister. Yiğitlik, fedakârlık, zorluklara göğüs germe ister. Türkiye’de devrimcilik, kelleyi koltuğa almayı gerektirir. İşkenceleri, zindanları, yargısız infazları hiçe saymayı gerektirir. İşte bunları göze alamayanlar, devrimcilikten vazgeçerler. Devrimcilikte havlu atmış tipler deriz biz bunlara. Bu kişiler sadece o noktada kalırlarsa, biz onlara yalnızca acırız. Devrimcilik gerçek insan olmaktır. Bu tipler insanlıktan vazgeçmiş olurlar, devrimciliği bırakmakla. İnsan olmanın hakkını verememiş, onun onur ve sorumluluğunu taşıyamamış olurlar. İşte bu yüzden acırız biz onlara. Bunların bir bölümünüyse, Parababaları satın alır. Kendi hizmetkârı yapar. Parayla, ünle, koltukla satın alınır bunlar. Korkaklık bir kişilik zaafıdır. Yetersizliktir. Acınır böylelerine. Çünkü korkak olursanız koruyamazsınız insanlığınızı. Yani insanlık onurunuzu. Mesela, gerçek bir devrimci olamazsınız. Fakat satılmak, para, mal mülk, ün ve makam için sermayenin-Parababalarının yani zalim sömürücülerin, vurguncuların hizmetine girmek; onlara uşaklık etmek ahlâksızlıktır. Şerefsizliktir, alçaklık, namussuzluktur. İnsan olmaktan bilerek ve isteyerek vazgeçmektir. Satılmaktır. Kişiliğin, tabiî insanî kişiliğin yok olmasıdır. O yüzden biz böylelerine insan sefaleti diyoruz. Bunların yalnızca suretleri insandır. Ama ruhları insan değildir… Bugün kanser hücreleri gibi, satılmış Parababaları medyasının tüm köşebaşlarını tutmuş olan dönek yazar-çizerler ordusu bu kategoriye girer. Sermayeye uşaklık eden Holding Profesörleri, sanatçı, şovmen bilmem ne adlarını taşıyan soytarılar da tabiî bunlardandır. Hasan Cemal işte budur. Yani bir insan sefaletidir o da… Meseleyi böyle görmemek, hiç görmemektir… E. Kongar ve İ. Selçuk gibiler de zaten hiç görememektedirler sorunu… Zaten onların, kendilerine yani Cumhuriyet Gazetesine saldırmayan döneklerle hiçbir problemi yoktur. E. Kongar, Liboş Mehmet’le (Barlas’la) birlikte TV programı yapar. Bu işi yaparken de birbirlerine saygıda kusur etmezler. Oysa, biz gerçek Devrimciler için, Liboş Mehmet de sefalettir ve midemizi bulandırır bunların tümü gibi… Ayrıca belirtelim ki H. Cemal’le Liboş Mehmet bugün Parababaları ve ABD uşaklığı konusunda tıpatıp birbirlerine benzerler. Yani her ikisi de birbirinin aynıdır. Hemen her konuda aynı şeyleri savunmaktadırlar. İ. Selçuk da bunların bir diğer benzeri olan Çetin Altan’la dosttur. Birlikte, o alçağın, o döneklerin en kıdemlisinin doğum gününü kutlarlar. Ve o kutlamada, İ. Selçuk sirkatin söyler: “Bugüne kadar Çetin Altan’la hiç meselemiz (tartışma benzeri bir şeyimiz) olmadı.” Kelimeler belki aynen bunlar olmayabilir. Fakat anlamı aynen buydu, İ. Selçuk’un söylediklerinin… Bu sözleriyle İ. Selçuk, bizim aslında döneklerle bir mücadelemiz olmaz, demiş oluyor. Olmaz da tabiî, çünkü şu anda da Cumhuriyet’te bir yığın dönek çalışmaktadır, yazıp çizmektedir. Birlikte kardeş kardeş geçinmektedirler-yazmaktadırlar. Gazetecilik yapmaktadırlar. Hatırlatalım, Ç. Altan, yalnızca kendisi sefaletleşmekle kalmamış, tıpatıp kendisi gibi iki de oğul yetiştirmiştir… Hiçbir iğrenç nesne bizim midemizi böylesine dönekler kadar bulandırmaz…

Page 35: CIA Sosyalizminin Tarihi - İşçi Partisi'nin gerçek yüzü

Şimdi E. Kongar’ı bıraktığımız yerden okumaya devam edelim: “Sağlıksız olan, “kör inanç” sahiplerinin kamp değiştirdiklerinde sergiledikleri bağnazlık ve paranoyadır. “(Kör inanç” deyimini “fanatizm” karşılığı kullanıyorum; Erdal Atabek’e teşekkürler.)” (agy) Bir kez daha gördüğümüz gibi sıradan-normal kişilikteki insanların dönekliği, E. Kongar için problem-sorun değildir. Hatta “sağlık”lıdır bu tür “değiş”imler. Sağlıksız olan, kör inanç sahiplerinin dönekliğiymiş E. Kongar’a göre... Allah bunlara akıl fikir ihsan etsin desek bir faydası olur mu dersiniz?.. E. Kongar “kör inanç deyimini de fanatizm karşılığı kullanıyor”muş. Burada da çuvallıyor, E. Kongar. Devrimciliği, demokratlığı ve dönekliğin ne olduğunu hiç bilmediği gibi, sosyal bilimlerin terimlerini de bilmiyor. Terminolojiden de bihaber. “Kör inanç” sözcüğü “fanatizm” karşılığı olarak kullanılamaz. Kullanan yanlış yapar. “Kör inanç”, “dogma” karşılığında kullanılabilir. Ona yakın düşer. Tam olmasa da onu karşılar. Çünkü her ikisinde de inanmak söz konusudur. Akıl ve mantık süzgecinden, deneyden geçirmeden yani yanlış da olabileceği hiç akla getirilmeden kabul edilen tezler, görüşler, emirler vardır. Aklın ve bilimin ölçütlerine vurulmadan kabul edildikleri, inanıldıkları için kördür bunlar. Sağlam bir dil mantığına sahip olan Nijat Özön, körinancı; “batıl itikat, hurafe” diye anlamlandırır. Nijat Özön’ün bu yaklaşımı; Emre Kongar’dan da Erdal Atabek’ten de çok daha başarılıdır. Aralarında nitelik-kalite farkı vardır. Bizce bu kelime dogmadan hurafeye kadar geniş bir yelpazeye yayılan anlamlar bütününü kapsar. Fanatizmdeyse, aşırı-ölçüsüz biçimde bağlanmak söz konusudur. Bir inanca, yani bir dinin dogmalarına olduğu gibi, hiç de inanç konusu olmayan şeylere de bağlanabilir insan. Mesela, bir sanatçıya, bir sanat dalına-türüne, bir nesneye (otomobile falan), bir şehre, bir semte, bir futbol kulübüne, bir sporcuya ya da ailesine bağlanabilir. Tabiî çok aşırı ölçüde... Uca savrularak… E. Kongar, yukarıda aktardığımız satırlarında, bu terim bilgisini yine bir Cumhuriyet yazarı olan Erdal Atabek’ten aldığını-öğrendiğini anlatarak ona teşekkür ediyor. Erdal Atabek, E. Kongar’a kıyasla daha da “sade suya tirit” yazılar yazan biridir. Burada tam da “Bozacının şahidi şıracı” durumuyla karşılaşıyoruz. Kaldı ki, sanırız bu yakıştırma terim bilgisi Erdal Atabek’in de orijinal malı değildir. Çünkü Ortaçağcı-Şeriatçı Mehmet Doğan’ın, “Pınar Yayınları”ndan çıkan “Büyük Türkçe Sözlük”nde, “Körinanç, taassup, fanatizm” diye açıklanır. Mehmet Doğan Ortaçağcı olduğu için körinancı, dogmayla ilişkilendirmez. Çünkü dogma denince akla öncelikle din dogmaları gelir. Bir dinin Tanrı buyruğu diye öne sürülen savları ve emirleri de birer dogmadır. Mehmet Doğan bundan kaçınmak için körinancı, fanatizmle bağlantılı kılar. Öyle açıklar. Tabiî terim uydurukçuluğu yapar. Erdal Atabek de, bu uydurma-yakıştırma terim adlandırmayı buradan almış olmalı. Bize öyle geliyor… Geçelim. E. Kongar, köşe yazısının sonraki bölümünde de hiçbir değer taşımayan, safsata diye niteleyebileceğimiz zırvalamalar yapar. İki örnek verelim buna da: “Gençliğinde, darbeciler kampında yaptığı yanlışları, şimdi yeni katıldığı liberalizm kampında tekrarlamakta, her taşın altında “hainler” her köşenin ardında “düşmanlar” görmektedir.” (agy) Hain yok mudur, E. Kongar, Türkiye’de? Ona göre ya yoktur ya da yok denecek kadar azdır. Rahmetli Atilla İlhan da, “Türkiye’nin yüzde on hain kontenjanı vardır” diyordu. Şimdi soralım E. Kongar’a: A. İlhan da mı “bağnaz”dı? Şunu belirtelim ki, A. İlhan, zekaca ve bilgi-bilinççe, E. Kongar’ı, ona, yüze değil bine katlar. E. Kongar ve İ. Selçuk gibi Cumhuriyetçilerin, kendilerine sataşmayan döneklerle bir sorunları olmadığı, hatta bazılarıyla dostlukları ve işbirlikleri olduğu için böyle düşünmeleri, onları hain ve alçak görmemeleri doğaldır. Çünkü kendi solculukları da göstermeliktir, kıldan tüydendir. Ya da tavşan kakası solculuktur bu… Devam eder E. Kongar: “Kişisel ve toplumsal varlığını, içinde bulunduğu kampla özdeşleştirdiği için, “dönekliğini” haklı çıkarmak amacıyla, daha keskin daha bağnaz ve hatta paranoyak olmuştur.” (agy) E. Kongar’a göre, H. Cemal “paranoyak olmuş”. Niye? Cumhuriyete saldırdığı için...

Page 36: CIA Sosyalizminin Tarihi - İşçi Partisi'nin gerçek yüzü

İyi de H. Cemal’in dönekliği yeni değil ki... H. Cemal, 1980’li yılların başından beri dönektir. Onunla on küsür yıl çalışan, kardeşçe geçinen, onu yönetici yapan siz değil misiniz? Nadir Nadi ve İ. Selçuk değil mi? H. Cemal, paranoyak filan değildir. Parababalarının hizmetindeki her dönek gibi, aldığı on binlerce dolarlık aylığı hak etmeye çalışmaktadır sadece. Bu görevini de çok bilinçlice yapmaktadır. Cumhuriyet Gazetesinin demokratlığının sınırları... Devam ediyor E. Kongar: “Asıl düşmanları ise, eski ya da yeni, “karşı kampın bağnazları” değildir. “Çünkü onlar da kendisi gibi “kör inanç” sahibidirler; düşman kamplar birbirinin varlığı ile beslenir.” (agy) Saçmalamanın düzeyini veya düzeysizliğini görüyorsunuz değil mi? Peki kimmiş H. Cemal’in “asıl düşmanları”? Görelim: “Asıl düşmanı, bağnazlığa karşı çıkan, gerçek demokratlardır.” (agy) “Gerçek demokratlar” kim? Tabiî ki Cumhuriyet taifesidir. Başka kim olacak... O Cumhuriyet ki, 1980’li yıllarda, gerçek devrimci sanatçı Kerim Korcan’ın ölümü üzerine verdiğimiz ölüm ilanını bile yayımlatamamıştık ona. İlan metninde; “Vaclav Havel gibi ABD uşakları” ibaresi geçtiği için... Bu ibareyi çıkarmadan ilanı yayımlayamayız, demişlerdi bize... Bu tutum, düşünceye saygısızlığın, düşünce yasakçılığının, sansürcülüğün âlâsı değil midir? Düşünce yasakçılığında ve sansürcülükte Abdülhamit’le aynı kafaya sahip olmak değil midir? Bunlar “demokrat” oluyor hem de “gerçek demokrat”... Gülerler kedinin çamaşır yıkayışına... Cumhuriyet, 12 Eylül öncesinde de şehitlerimizin ölüm ilanını, içinde devrimci düşünceler savunulduğu için yayımlamamıştı. Ayrıca, İ. Selçuk, 1950 öncesinde, devrimcilere uygulanan zulmü, onlarca yıllık hapis cezalarını; “Kemalist düzenin iyice oturtulması için bu uygulama gerekliydi (zorunluydu da demiş olabilir)” diyerek savunmuştur. Hikmet Kıvılcımlı’da bu cezalar tam bir trajediye dönüşür bildiğimiz gibi. 1925’ten 1950’ye kadar olan yirmi beş yılın tam on dokuz yılını burjuvazinin zindanlarında geçirir, Kıvılcımlı. Askeri savcılar, onun için hazırladıkları iddianamelerde, açık açık, “Kıvılcımlı için delil arayacak kadar saaafdil değiliz” der... İ. Selçuk da bunlar-bu uygulamalar gerekliydi, der. Sonra da bunlar, “Biz gerçek demokrat”larız diye övünürler... A kılkuyruklar, siz demokratlığın, demokrasinin, sosyalizmin ne olduğunu bilir misiniz? Demokratlık size sürsen bulaşır mı? Sizin gerçek devrimcilere düşmanlık açısından Hasan Cemal’den ne farkınız var?.. Onunla aynı kafa yapısına sahipsiniz siz de. O da, siz de, Abdülhamit Kafası taşımaktasınız. Cumhuriyet, 12 Mart 1971’den beri tam bir “Dönekler Serası veya Fideliğidir”. Marksizm dönekleri, gerçek devrimcilikten ürküntüye kapılıp tatlı canlarını güvenli bir limana atmak isteyince, ilk gözlerine çarpan yer Cumhuriyet Gazetesi olmuştur. Bu gazete adeta mıknatıs gibi çekmiştir bu alçaklar-yüreksizler takımını... Bu ahlâk fukaralarını, bu insan sefaletlerini... Bu görünüşte insanlar, burada adlarını duyurup, Parababalarının utanç verici güvenini (iyi bir uşak olacakları konusunda) kazandıktan sonra, sermayenin has yayın organlarına transfer oluyorlardı. Daha doğrusu Parababaları tarafından işe alınıyorlardı. Bu alçaklar artık, kalitelerine göre on binlerce dolara varan maaşlarla, yerli-yabancı Parababaları çetesine, en şerefsiz biçimde; utanmayı arlanmayı bilmeden hizmet ediyorlardı. Bunlar, her türden insanî-ahlâkî ve ulusal değerlerden kopuyorlardı. Biz, bunları yiv sıyırmış civatalara benzetiyoruz. Bunlar, çıkarları gerektirdiği anda her türlü şekle ya da hale girebilirler. Hiç rahatsızlık duymadan... Cengiz Çandar, Hasan Cemal, Hadi Uluengin, Şahin Alpay, Ali Kırca, Nuri Çolakoğlu, Ufuk Güldemir, bu alçaklar takımının, bu sefaletler ordusunun ilk akla geliverenleridir. Yukarıda da söylediğimiz gibi, şu anda transfer edileceği günü bekleyen yığınla dönek vardır Cumhuriyet’te.

Page 37: CIA Sosyalizminin Tarihi - İşçi Partisi'nin gerçek yüzü

İ. Selçukgiller’de işleyen ve gerçekleri az da olsa kavrayan bir zekâ olsa, Hasan Cemal paranoyak mı, bilmem ne mi diye saçmalayacaklarına, bir düşünürler: Biz bu kadar döneği, alçağı nasıl yetiştirdik? Bunlar niye Cumhuriyet’ten çıktı? Bizim bu aşağılık işteki suçumuzun büyüklüğü nedir? diye. Ama onlarda, bu soruları açıkça soracak ne dürüstlük var ne de zekâ... Onlar, şimdi Demirelli (Demirel’in liderliğinde) Cumhuriyetçi Cephe kurma peşinde... Anadolu Halkı, böyleleri için; “Kırkı bir dana akıllı” der. GELELİM İKİNCİ SAPKIN AKIMA Bu akımın en önde gelen temsilcileri, ESP-Atılım ve EMEP-Evrensel’dir. Bunların hemen arkasından İ. Kaypakkayacı iki grup gelir. Bunlar Partizan-İşçi Köylü ve Devrimci Demokrasi adlı gruplardır. Bunların tümü 12 Eylül 1980 öncesinin Maocu-Enver Hocacı (AEP’ci) gruplarıdır. Bilindiği gibi bu grupların Türkiye’deki Kart Babası da Doğu Perinçek’tir. Bunlar onun evlatları, torunlarıdır. D. Perinçek’in siyasi kimliğine yukarıda yer vermiştik. Bu gruplar da ne yazık ki önemli ölçüde onun siyasi özelliklerini taşımaktadırlar. Bunların fobisi de askerdir, Türk Ordusudur. Bunlar, ordunun burjuva devletinin başlıca iki baskı gücünden biri olduğunu bilirler. Ama gerisini bilmezler. Yani ordunun, burjuva devletinin baskı gücü olmakla birlikte, kendisinin burjuva olmadığını, Halk çocuklarından oluştuğunu bilmezler. (Kastettiğimiz Türk Ordusu’dur.) Ordu Meselesine Leninizmin bakışı Bu konuda sözü Usta’ya bırakalım. Lenin’in 1905 Devrimi’nden çıkardığı derslerde bu konuya ilişkin olarak ne dediğini görelim: “(…) Şüphesiz devrim bir kitle karakteri kazanmadıkça ve askeri birlikleri etkilemedikçe, ciddi bir mücadeleden söz edilemez. Askeri birlikler arasında çalışmamızın şart olduğunu söylemeye bile gerek yoktur. Fakat onları bir hamlede ikna etmenin veya kendiliklerinden davaya inanmalarının sonucu olarak, bizim tarafa geçeceklerini hayal etmemeliyiz. Moskova ayaklanması, bu görüşün ne kadar klişeleşmiş ve ölü bir görüş olduğunu açıkça ortaya koymuştur. Aslında askeri birliklerin tereddüt göstermesi, ki bu her gerçek halk hareketi içinde kaçınılmaz bir olaydır, devrimci mücadelenin şiddetlendiği her zaman askeri birlikler için gerçek bir mücadeleye yol açar. Moskova ayaklanması, devrim ve gericilik arasında bocalayan askeri birlikler için, kanlı ve çılgın bir mücadelenin mükemmel bir örneği olmuştur. Bizzat Dubasov, Moskova garnizonunu oluşturan on beş bin kişi içerisinde sadece beş bin kişinin güvenilebilir olduğunu açıklamıştır. Hükümet kararsızlara çok çeşitli ve korkunç yollarla engel oldu: Onlara ricada bulundular, övdüler, rüşvet verdiler, kol saatleri, paralar, vs. hediye ettiler, votkayla uyuşturdular, yalan söylediler, tehdit ettiler, kışlaya hapsedip silahlarını aldılar ve en az güvenilir olduklarından şüphelenilenleri ise ihanet ve şiddet kullanarak tasfiye ettiler. Bu durumda hükümetten çok geri kaldığımızı, açıkça ve çekinmeden itiraf etmek cesaretini göstermeliyiz. Biz kararsız askeri birlikler için hükümetin giriştiği ve kazandığı böyle saldırgan, verimli, cesur ve aktif bir çarpışmada emrimize amade güçlerden faydalanmayı başaramadık. Ordu içinde çalışmalar yaptık ve gelecekte bu çalışmaları, askeri birlikleri ideolojik olarak “tarafımıza kazanmak” için iki misline çıkartacağız. Fakat ayaklanma sırasında, askeri birlikler için maddi bir mücadelenin zorunluluğunu unutacak olursak, sefil bilgiçler durumuna düşeriz. “Aralık ayında, Moskova proletaryası bize askeri birlikleri ideolojik olarak “saflarımıza kazanmak” konusunda muhteşem dersler verdi. Örneğin, 8 Aralık’ta Strastnaya Meydanı’nda kalabalık Kazak’ları çevirdi, onları kardeşçe kaynaşıp, geri dönmeye ikna etti. 10 Aralık’ta Presnya Mahallesinde on bin kişilik bir halk kitlesi önünde ellerinde kızıl bir bayrak taşıyan iki işçi kız Kazak’ları “öldürün bizi, bayrağı ölmeden teslim etmeyeceğiz!” diye haykırarak karşıladığı zaman, Kazaklar şaşkına dönmüş, kalabalıktan gelen “Yaşasın Kazak’lar” bağırışları arasında dört nala oradan uzaklaşmıştı. Bu cesaret ve kahramanlık örnekleri proletaryanın belleğinde ebediyete kadar derin izler olarak kalmalıdır.

Page 38: CIA Sosyalizminin Tarihi - İşçi Partisi'nin gerçek yüzü

“Şimdi de, bizim hükümetten nasıl geride olduğumuzu gösteren örnekler verelim. 9 Aralık’ta askerler devrimcilere katılmak üzere Marseillaise’i söyleyerek Bolshaya Serpukhovskaya Caddesi’nden aşağı yürüyorlardı. İşçiler onları karşılamak için delegeler gönderdi. Malakhov’un bizzat kendisi onlara doğru tehlikeli bir şekilde at sürdü. İşçiler çok geç kalmıştı, Malakhov daha önce ulaştı. Malakhov, askeri kararsızlığa düşüren çok heyecanlı bir konuşma yaptı, askerleri ağır süvariler kuşattı, kışlaya gönderdi ve orada hapsetti. İki gün içinde yüz elli bin kişinin çağrımız üzerine ayaklanmasına rağmen, askerlere önce biz değil Malakhov ulaştı, oysa bunlar devriye kolları olarak örgütlenebilirlerdi ve örgütlenmeliydiler. Malakhov askerleri ağır süvari birlikleri ile kuşattı, oysa biz Malakhov’u bomba atıcıları ile çevirmedik. Bunu yapabilirdik ve yapmalıydık; ve çok önce Sosyal-Demokrat basın (eski Iskra) bir ayaklanma sırasında sivil ve askeri şefleri acımadan yok etmenin görevimiz olduğuna işaret etmişti. Bolshaya Serpukhovskaya Caddesi’nde olanlar, ana çizgileri ile Nesvizhskiye Kışlasında ve Krutitskiye Kışlasında da tekrarlandı ve yine işçiler Ekaterinoslav Alayı’nı “geri çekmeye” giriştikleri zaman ve Alexandrov’daki istihkâmcılara delegeler gönderildiği zaman ve Rostov topçu birliği Moskova yolundan geri döndürüldüğü zaman ve Kolomna’daki istihkâmcılar silahsızlandırıldıkları zaman ve benzeri olaylarda, aynı şeyler yaşandı. Ayaklanma sırasında biz kararsızlık gösteren askeri birlikler için yaptığımız mücadelede yeterli olmadığımızı ispat ettik.” (Lenin, Moskova Ayaklanmasının Dersleri, Kitle İçinde Parti çalışması, Ekim Yayınları, 5. Baskı, s. 42-44) Türkiye’de Ordu Gençliği’nin devrimci geleneği Ekim Devrimi ve onu takip eden bütün devrimlerde, burjuva devletinin emrindeki ordu parçalanmış ve bunlardan biri devrime katılmıştır. Devrimcilerin safına geçmiştir. Her gerçek devrim askeri birliklerde bu bölünmeye yol açar. Bu kaçınılmazdır. Yeter ki devrim kitle karakteri kazansın. Halkı etkilesin ve saflarında ordulaştırsın. İşte o zaman askerî birlikler içinde de bir tereddüt ve bunun arkasından bir parçalanma mutlaka olur. Kaldı ki Türk Ordusu hemen tümüyle Halk çocuklarından oluşmaktadır. Fransız Ordusu gibi, subay kadrosu burjuva çocuklarından, İngiliz Ordusu gibi soylulardan oluşmamaktadır. Sivil Gençliğimizin nasıl çok önemli bir bölümü devrimcileşebiliyorsa, Ordu Gençliğinin de bir bölümü devrimcileşebilir. Belki sivil gençlik oranında olmaz bu devrimcileşme. Ama bir bölümü mutlaka devrimcileşir. Ordu da Halkın bir parçasıdır. Fakat Halkın, içine en zor nüfuz edilebilen parçasıdır. Bu nedenle, Ordu Gençliğini ideolojik olarak kazanmak için aktif bir mücadele yürütmeliyiz. Ordu, devrime de gidebilir, faşizme de. Tabiî biz, Ordunun devrime giden tarafını tutmalıyız. Bu taraf, Ordu Gençliğidir. Generaller, Ordunun burjuvalaşmış kesimini temsil ederler. Parababaları tarafından kolay elde edilirler. Tabiî bu kesim içinden de ilerici unsurlar çıkabilir. Ama az çıkar. Ordu Gençliğiyse, Ordunun Halka yakın olan yönünü oluşturur. Biz devrimciler işte bu yönü-tarafı tutmalı ve onu ideolojik olarak kazanmalıyız. Marksist-Leninist Devrim Öğretisi bunu emreder. Kaldı ki bizim Ordu, Osmanlının ilk kuruluş günlerinden gelen bir devrimci geleneğe sahiptir (Tabiî Ordu Gençliği). Tanzimat’ta, Meşrutiyet’te, Kuvayimilliye’de, 27 Mayıs’ta ve 28 Şubat’ta bu gelenek kendini ortaya koymuştur, ispatlamıştır. Tabiî olayları, olduğu gibi görebilenler için... Akıl ve Diyalektik Mantık sahipleri için... Türkiye’de Ordu Gençliği’nin devrimci geleneğinin Lenin tarafından görülüşü 1908 Meşrutiyet Hareketi, bir devrim midir? Evet. Bir burjuva devrimidir. Halk Devrimi değildir. Ama devrimdir, burjuva devrimi de olsa... Yine Usta’yı izleyelim: “Örnek olarak 20. yüzyıl devrimleri alınırsa, Portekiz ve Türk devrimlerini [1908 devrimi kastediliyor- ç.] burjuva devrimleri olarak kabul etmek besbelli kaçınılmaz bir şey olacaktır. Ama bu devrimlerin her ikisi de “halk” devrimi değildir; çünkü halk yığınları, halkın geniş çoğunluğu, kendine özgü ekonomik ve politik taleplerle, aktif, bağımsız ve hissedilir bir biçimde, bu devrimler içinde görünmezler. Buna karşılık, 1905-1907 Rus burjuva devrimi, Portekiz ve Türk devrimlerinin, zaman zaman kazandıkları kadar “parlak” başarılar kazanmış olmaksızın, söz götürmez bir biçimde “gerçek bir halk” devrimi oldu. Çünkü halk yığınları, halk çoğunluğu, halkın baskı ve sömürü altında bunalmış

Page 39: CIA Sosyalizminin Tarihi - İşçi Partisi'nin gerçek yüzü

en derin “aşağı” toplumsal tabakaları, kendiliklerinden ayaklanmış ve devrimin bütün gidişi üzerinde, kendi isteklerinin, yıkılmakta olan eski toplum yerine kendi gönüllerince yeni bir toplum kurma girişimlerinin izini bırakmışlardır.” (Lenin, Devlet ve İhtilâl, Bilim ve Sosyalizm Yayınları, s. 53) Peki 1908 Türk Devrimini kim yapmıştır? Sivil ve asker Jön Türkler. Yani sivil ve asker gençlik. Yine Usta’ya bakalım: “Türkiye’de Jön Türklerin başını çektiği hareket, orduda başarı sağlamıştır. Gerçi bu yarım bir zaferdir, hatta o bile değildir. Çünkü Türkiye’nin II. Nikolası (II. Abdülhamid kastedilmektedir. KY.) ünlü Türk anayasasını yürürlüğe koyma vaadiyle şimdilik durumu kurtarmıştır. Ne var ki bir devrimde böyle yarım zaferler, eski rejimin vermek zorunda kaldığı bu gibi acele ödünler, iç savaşın daha geniş halk yığınlarını harekete katan yeni ve çok daha kesin, çok daha sert dalgalanmaların en sağlam güvencesidir.” (Lenin, 23 Temmuz (5 Ağustos) 1908 “Dünya Siyasetinde Patlayıcı Maddeler”, Lenin Stalin Mao’nun Türkiye Yazıları, Kaynak Yayınları, s. 62-63) Aynı burjuva devrimcileri, bildiğimiz gibi bir yıl sonra, 1909’da, 2. Abdulhamid’i tahtından indirirler. Ve Meşrutiyet Düzenini kurarlar. Böylece de devrimlerine yeni bir halka daha eklerler. Birinci Kuvayimilliye’ye bakalım. Nedir bunun sınıfsal ve siyasal karakteri? Lenin Türkiye’de olup bitenleri çok doğru görür ve değerlendirir Bunu hem Lenin hem de 17 Temmuz’la 1 Eylül 1928 arasında Moskova’da toplanan Komintern’in 6. Kongresi’nde kabul edilen Komintern Programı çok net olarak ortaya koyar: “Ocak 1920: Türkiye’de burjuva-milli devrimi; (...) ile birlikte milletlerarası devrim zincirinin halkaları, kapitalizmin derin kargaşalığa yol açan genel bunalımını meydana getiren unsurlardır.” Şimdi de Lenin’in bu hareketi nasıl değerlendirdiğini görelim. Bunun için, Sovyetler Birliği’nin ilk Ankara elçisi S. İ. Aralov’un hatıralarından bir bölüm aktarmamız yetecektir. S. İ. Aralov bu bölümde, Ankara’ya hareket etmeden önce Lenin’in kendisini çağırarak, görüşmelerinde, ona söylediklerini anlatır: “Vladimir İlyiç yerinden kalktı, masasının arkasından çıktı, Çiçerin'le dostça selamlaştı, hal, hatır sordu. Sorgu dolu gözlerle bana baktı, elimi sıktı, cesaretlendirici sı­cak bir bakışla ve sempati okunan bir gülümseyişle: “- Demek böyle, azizim, dedi, savaşı bitirdiniz. Dip­lomat oldunuz, ala! Kılıcı sapan haline getirdiniz! İyi ve gerekli bir iş. Lütfen oturunuz. 17’nci orduyu hatırlıyorum, hatırlıyorum. Ordunuz fena dövüşmedi. Şimdi size büyük bir iş veriliyor. Türkiye'de yararlı çalışacağınızı umuyorum. Türkler, milli kurtuluşları için savaşıyor­lar. Bunun için merkez komitesi, askerlik işlerini bilen bi­risi olarak, sizi oraya gönderiyor. Emperyalistler Türki­ye'yi soyup soğana çevirdiler, hâlâ da soyuyorlar. Köylü­ler ve işçiler buna katlanamadılar ve başkaldırdılar. Sa­bır bardağı taştı, gerek Doğu halkları gerek biz emperya­list kuvvetlere karşı savaşıyoruz. Sovyetler Birliği emper­yalistlerle olan işini bitirdi. Onları bozguna uğrattı ve memleketten kovdu. Onların dişlerini söktük, keskin tırnaklarını vücudumuza geçirmelerine izin vermedik. “Lenin Türkiye'de olup bitenleri çok iyi biliyordu: “- Mustafa Kemal Paşa, tabii ki sosyalist değildir, di­yordu Lenin. Ama görülüyor ki, iyi bir teşkilatçı… Kabi­liyetli bir lider, milli burjuva ihtilalini idare ediyor. İleri­ci, akıllı bir devlet adamı. Bizim sosyalist inkılâbımızın önemini anlamış olup, Sovyet Rusya'ya karşı olumlu davranıyor. O, istilacılara karşı bir kurtuluş savaşı yapı­yor. Emperyalistlerin gururunu kıracağına, padişahı da yardakçılarıyla birlikte silip süpüreceğine inanıyorum. Halkın ona inandığını söylüyorlar. Ona, yani Türk halkı­na yardım etmemiz gerekiyor. İşte, sizin işiniz budur. Türk hükümetine, Türk halkına saygı gösteriniz. Büyük­lük taslamayınız. Onların işlerine karışmayınız... İngiltere onların üzerine Yunanistan'ı saldırttı. İngiltere ile Ameri­ka bizim üzerimize de sürü ile memleket saldırttı... Sizi ciddi işler bekliyor. Yoldaş Frunze bugünlerde Ukrayna Cumhuriyeti adına Ankara'ya gidecektir. Herhalde onun­la Türkiye'de karşılaşacaksınızdır. “- Kendimiz fakir olduğumuz halde Türkiye'ye mad­di yardımda bulunabiliriz. Bunu yapmamız gereklidir. Moral yardımı, yakınlık, dostluk, üç kat değeri olan bir yardımdır. Böylece, Türk halkı yalnız olmadığını hisset­miş olacaktır.” (Bir Sovyet Diplomatının Türkiye Hatıraları. S. 46-47)

Page 40: CIA Sosyalizminin Tarihi - İşçi Partisi'nin gerçek yüzü

Çok açık biçimde söylendiği gibi Birinci Kuvayimilliye Hareketi, Burjuvazinin (Anadolu Burjuvazisinin) önderliğinde verilen bir antiemperyalist milli kurtuluş hareketidir. Aynı zamanda da bir “milli burjuva ihtilali”dir. O zaman Anadolu burjuvazisi o kadar zayıf ve ufuksuzdu ki, kendi ihtilalini, kendi içinden çıkan bir temsilciyle yönetemiyordu. Ordu Gençliğinin bir Paşa’sının, devriminin başına geçmesine rıza göstermek zorunda kalıyordu. Mustafa Kemal o zaman 38 yaşındaydı. Yani Ordu Gençliğini ve onun Tarihinden gelen devrimci geleneklerini temsil ediyordu. O geleneklerin gücüyle, İstanbul Hükümetine ve Padişaha başkaldırıyor, antiemperyalist burjuva ulusal kurtuluş hareketine katılıyordu. Tabiî Ordu Gençliğinin diğer temsilcileri olan silah arkadaşları da... İşçi Sınıfımız, o tarihlerde, Anadolu’da son derece cılız ve örgütsüz. Burjuvaziyse, İşçi Sınıfımıza göre daha deneyimli ve örgütlü. O yüzden İşçi Sınıfımızı etkisizleştirerek, harekete damgasını vuruyor, yani sınıf karakterini harekete benimsetiyor. Anadolu’da “Müdâfaa-i Hukuk Cemiyetleri” biçiminde örgütlenen ve Ulusal Kurtuluş Hareketine, daha doğrusu savaşına sınıf karakterini veren burjuvazidir. Bu antiemperyalist Kurtuluş Savaşını kimler yapmıştır? Türkiye Halkı, onun bir parçası olan Ordu Gençliği ve Anadolu Burjuvazisi. Modern bir sınıf olduğu ve örgütlü bulunduğu için Harekete karakterini yansıtmış ve zaferin tüm kazanımlarını tekeline almıştır, burjuvazi. Şimdi de 27 Mayıs Hareketine bakalım. Bu nedir? Politik bir devrimdir. Ordu Gençliği ve aydın sivil gençlik elele vererek bu devrimi yapmıştır. Vurucu Güç rolünü Ordu Gençliği oynamıştır. Peki yıktıkları iktidarın sınıf karakteri neydi? Özbeöz Finans-Kapital iktidarıdır. Asker ve Sivil Gençliğimiz bu zalim, hain Finans-Kapital iktidarını bir gecede ve tek vuruşta alaşağı ediyor. Ama kendisi Küçükburjuva sınıftan gelme bu gençliğimizin. Oysa 20’nci Yüzyılda ancak iki modern sınıftan biri iktidar olabilir ve orada kalabilir. Bunlar da burjuvazi ve İşçi Sınıfıdır. Çünkü; egemen üretim yordamı (biçimi) içinde sadece bu iki sınıf dolaysızca rol oynar, bu düzende. O nedenle de iktidar bunlardan birinin elinde olabilir ancak. Tabiî İşçi Sınıfı iktidara gelince sömürüye son verir ve sömürücü sınıf olan burjuvaziye tahakküm uygular. Baskı altına alır onu. Karşıdevrim hevesini kırmak için... 27 Mayısçılar, bütün iyi niyetlerine, yurtsever ve halkseverliklerine rağmen, iki modern sınıftan birine dahil olmadıkları için iktidarı ellerinde tutamadılar. Tutamazlardı da. Ellerinde, iktidara gelince uygulayacakları bir programları bile yoktu. Onlar yalnızca yıkmakla her şeyin düzeleceğini, toplumsal kötülüklerin son bulacağını sanıyorlardı. Bu derece saf, bu derece çocuktular. Tabiî çok da iyi niyetliydiler. İşçi Sınıfımız yine örgütsüzdü. Devrimcileri, gücüyle yani örgütlü gücüyle etkileyemedi. Finans-Kapitalistlerse dişlerinden tırnaklarına kadar örgütlüydüler. Kendileri gibi asalak ve vicdansız bir sömürücü sınıf olan Antika Tefeci-Bezirgân Sermayeyle de tam anlamıyla kaynaşıktılar. Onu yedeklerine almışlardı. Üstelik uluslararası Parababalarıyla da ortaklaşmıştılar. Bütün bu sebeplerden dolayı devrimden hemen sonra yine iktidarı ellerine geçirdiler. Sadece birkaç kurban verdiler o kadar. Fakat 27 Mayıs tümden de etkisiz olmadı. Toplumda sömürünün önüne önce bent çekecek (devrimci mücadelenin yan ürünü olan reformlar yoluyla sınırlamalar getirecek) ve sonunda da onu sömürülen sınıfla birlikte tümden ortadan kaldıracak olan Sosyalizmi serbest bıraktı. O güne dek sosyalistlere hiç soluk aldırılmamıştı. Sosyalistler hep zindanda tutulmuştu. Bu şartlar altında da yaygınlaşamamış, kitleselleşememişti. 27 Mayıs’tan sonra düşünce ve örgütlenme özgürlüğünün önündeki engeller bir ölçüde de olsa kaldırıldı. Demokrasi kırıntıları biçimindeki bu kısmî-sınırlı özgürlük ortamında, sosyalizm; çalışan ve ezilen halk kitleleri, aydın gençliğimiz ve eğitim emekçileri başta gelmek üzere

Page 41: CIA Sosyalizminin Tarihi - İşçi Partisi'nin gerçek yüzü

kamu emekçileri içinde hızla yayıldı. Güçlü bir sosyalist kuşak ve sosyalist kültür oluştu. Marksizmin klasikleri Türkçeye çevrildi ve kitlelerce okunmaya başlandı. Bu gelişmeden korkuya kapılan ABD ve benzeri Batılı emperyalist devletlerle yerli Parababaları hemen CIA’nın aşağılık, iğrenç, insanlık dışı Kontrgerilla yöntemlerini Türkiye’de de uygulamaya başladılar. Faşist milis örgütü MHP’yi-Ülkü Ocaklarını kurdurdular. İmam Hatip okullarının sayısını pıtrak gibi artırdılar. Kur’an Kursları ve Tarikatları da olanca güçleriyle destekleyerek güçlendirdiler, yaygınlaştırdılar. Devrimci Hareketin yükselişinin önünü bu faşist ve Ortaçağcı güçlerle tıkamaya çalıştılar. Sonra da sosyalistlerin ve sosyalist kültürün bütünüyle kökünü kazımak için art arda iki faşist darbe yaptırdılar: 12 Mart ve 12 Eylül faşist darbeleridir bunlar. 27 Mayıs’ın, Anayasası başta olmak üzere, halka az da olsa soluk aldıran bütün halktan yana yasalarını ortadan kaldırdılar. Faşist 1982 Anayasası ve aynı doğrultuda-aynı amaçla hazırlanan Sendikalar Yasasını getirdiler. Bu faşist düzenlemeleri yeni Polis Vazife ve Selahiyet Kanunu, Terörle Mücadele Yasası, Devlet Güvenlik Mahkemeleri Yasası gibi faşist yasalar izledi. Sonunda 27 Mayıs’ın getirdiği olumlu her şeyi hemen hemen götürmüş oldular. 28 Şubat da kendine göre bir ileri harekettir. Bir politik devrim olamasa bile, ileri, demokratik yönde atılmış bir adımdır. Ortaçağcı-Şeriatçı toplum düzenine gidişi bir süreliğine de olsa durdurabilmiştir. Hiç unutmayalım ki laiklik gitti miydi toplum Ortaçağa gidiverir bir anda. Bir Afganistan, bir Suudi Arabistan, bir İran oluverir. Laikliğin olmadığı yerde de demokrasiden asla söz edilemez… Demokrasinin olmadığı yerde-toplum düzeninde laiklik olabilir. Fakat tersi olamaz: Laiklik yoksa demokrasi de insan hakları da yoktur. Bu bakımdan Laiklik, demokratik bir toplum düzeni için hayati öneme haizdir. Laikliği de Halk Demokrasisi gibi öncelikle biz gerçek devrimciler savunmalıyız. Bizim öncelikli görevlerimiz arasındadır. Bunu yine Lenin Usta söylüyor: “Ama, okulu, ayrı ayrı ligalar içinde örgütlenmiş bulunan uluslar arasında bölüştürmek üzere devletin elinden almak, demokrasi bakımından ve hele proletarya açısından zararlı bir tedbirdir. Bu, ancak ulusların ayrı özelliklerinin sağlamlaşması sonucunu doğurur, oysa biz, ulusları birbirine yaklaştırma yolunda çaba harcamalıyız. Böyle bir tedbir, şovenliğin gelişmesi sonucunu verir, oysa biz, bütün ulusların işçilerinin en sıkı birliğine doğru, her türlü şovenizme karşı, her türlü ulusal tekelciliğe karşı, her türlü burjuva milliyetçiliğine karşı yürümek zorundayız. Bütün milliyetlerden gelme işçilerin eğitim politikası birdir: anadilin özgürlüğü, demokratik ve laik okul.” (İtalikler Lenin’e aittir.) (Lenin, Ulusların Kaderlerini Tayin Hakkı, Sol Yayınları, İkinci Baskı, s. 140) Bizim yamuk sol, başka türlü adlandırırsak sözde sol bu gerçeği bilmez. Ortaçağcı hareketlerle ittifaklar peşinde koşar. Ortaçağcıların örgütlediği “Türban eylemleri”nde onların yanında yer alır. Ortaçağcı, sahte insan hakları örgütüyle-“Mazlum-Der”le ve yine şeriatçı yazar çizer takımıyla ortak bildiriler yayımlar. Bu utanç verici bir alçalmadır. Bunun devrimcilikle ve demokratlıkla zerrece ilgisi yoktur. Bu Ortaçağcı taife, 28 Şubat’tan sonra bizim sözde-uyurgezer solla ittifak arayışı içine girmiştir. Ondan önce soldan bilinçlice ve kararlıca uzak duruyorlardı. Hiç unutmayalım 2 Temmuz 1993’te Sivas’ta 35 aydını-demokratı tam da kendilerine uygun bir usulle katleden bu canavarlardır. O masum insanlar, o gencecik demokratlar ateşler içinde yanarken, bu insan sefaleti alçaklar Madımak Oteli’nin önünde hayvani çığlıklar, sevinç naraları atıyorlardı. Bunların ellerindeki kanı, okyanusların bütün suları yıkayıp temizleyemez. Bunların ellerini sıkan herkesin de eline kan bulaşır… Yine hiç unutmayalım: Hiçbir yapma din laik olamaz. O dine tam anlamıyla inanan da. Dinlerin özüyle çelişir bu. Bu dinler, hayatın-toplumun ve kişinin her alanını düzenlerler. Düzenlemek isterler. Sanattan, hukuktan, felsefeden, ekonomiye kadar, her alanı dogmalarla (tartışılmaz Tanrı buyruklarıyla) kesin biçimde belirlerler. Ona inanan o buyruklara da uymak ve onları toplumda hatta dünyada egemen kılmak ister. İstemezse zaten dini bütün-gerçek dindar sayılmaz. Peki Batılı ülkeler laikliği nasıl uyguluyor, uygulayabiliyor? Biz de onlarınki gibi bir laikliği uygulayamaz mıyız? Kesinlikle hayır, uygulayamayız. Şundan:

Page 42: CIA Sosyalizminin Tarihi - İşçi Partisi'nin gerçek yüzü

Dini siyasi ideoloji olarak benimseyen sınıf, Tarihin ilk egemen sınıfı olan Antika Tefeci-Bezirgân Sermaye Sınıfıdır. O asalak-vurguncu sınıf Ortaçağda kayıtsız şartsız egemendi. Şimdiyse Modern Finans-Kapitalin uydusu durumundadır. Yağmadan aslan payını da elbette ki Finans-Kapital almaktadır. Bu yüzden şimdiki durumdan memnun olmakla birlikte, hep tek başına iktidar olduğu eski günlerin özlemi içindedir. İmkân-fırsat bulursa toplumu o günlere götürmekte hiç tereddüt geçirmez. Bulamazsa mevcut duruma katlanır. Bu Antika sömürgen sınıf, bizim gibi Şark toplumlarında bütün yırtıcı dişleri ve tırnaklarıyla yaşamaktadır, varlığını sürdürmektedir. Çünkü bizde burjuva devrimi 20’nci Yüzyılda yapılmıştır. Yani burjuvazinin dünya genelinde tüm olumlu özelliklerini yitirdiği, tekelci aşamaya geldiği bir dönemde yapılmıştır. O yüzden, mesela Türkiye’de 1923’te iktidara gelen Anadolu burjuvazisi 25’te artık, yani iki yıl içinde kesin biçimde tekelci Finans-Kapital aşamasına gelmiştir. Bir avuç olduğu için de hemen Tefeci-Bezirgân Sermayeyle ittifaka girmiştir. Zaten Batılı emperyalistler de onu buna yönlendirmiştir. Çünkü, Usta’nın (Lenin’in) dediği gibi Emperyalistler, talan etmek için bir geri ülkeye girdi miydi oradaki en gerici sınıf ve zümrelerle ittifaka girerler. Çünkü amaçları birdir: sömürü-çapul-vurgun. O yüzden de hemencecik koklaşıp anlaşırlar. Batıdaysa Burjuva devrimleri 14’üncü Yüzyılın sonlarından itibaren başlamıştır. Yani burjuvazinin dünya çapında devrimci-ilerici, olumlu özellikleri de barındırdığı çağında yapılmıştır oralarda burjuva devrimleri. Burjuvazinin o dönemine, “Serbest Rekabetçi Dönem” diyoruz biz. Daha doğrusu bilim. İşte bu sebepten de oralarda iktidara gelen burjuvazi Tefeci-Bezirgân sınıfını yani Derebeyliği tümden tasfiye etmiştir. Zaten bu Antika sınıf Batı’da, Şark toplumlarında olduğu kadar köklü ve yaygın da değildi. Bu sebepten Batı’da, burjuva devrimleri önce başladı ve tamamlandı. Mesela, Osmanlı her geçen gün derebeyleşmenin batağına giderken, Batı kapitalizme geçti. Bu yüzden Osmanlı günbegün geriledi ve çöktü… Burjuva sınıfı özünde dindar değildir. Onun dindarlığı, İşçi Sınıfını kandırmaya ve uyutmaya yöneliktir. Bu bakımdan Batı burjuvazisi Hıristiyanlığı ciddiye almaz. Oralarda Hıristiyanlığı ciddiye alıp, siyasi ideoloji olarak benimseyecek ve kullanacak bir Tefeci-Bezirgân sınıfı da yoktur. İşte bu yüzden Batı’da siyasal dincilik ve teokratik düzen özlemciliği, kitle tabanı bulamaz. Bir avuç fanatiğin dışında kimse tarafından ciddiye alınmaz. Laiklikse Batı toplumlarında geniş kitleler tarafından iyice benimsenmiştir. Fakat bizde, yukarıda anlattığımız gibi tam tersi bir durum, bir toplum gerçekliği vardır. Bu farkı göremeyen zavallılar, bizde de Batı’dakine benzer bir laiklik olabilir sanıyorlar. Bu onların cehaletinden kaynaklanmaktadır. Bizde, Demokratik Halk Devrimiyle, Tefeci-Bezirgân Sermaye Sınıfı ve Finans-Kapital zümresi tasfiye edilinceye kadar bu durum sürecektir. Ortaçağcılık-Şeriat düzeni özlemciliği (siyasal İslamcılık) tehlikesi hep varlığını koruyacaktır. Demokratik Halk Devriminin zaferi bu asalak sömürgen-vurguncu, vatan ve halk düşmanı sınıflarla birlikte, Ortaçağcılık tehlikesini de ortadan kaldıracaktır. İşte bütün bu sebeplerden dolayı 28 Şubat Hareketi, olumlu bir iş yapmıştır, ilerici bir harekettir. Türkiye’nin hiçbir meselesini doğru dürüst göremeyen, kavrayamayan bu sözde sol akım tabiî 28 Şubat’ı da kavrayamayacaktır. 27 Mayıs Politik Devrimini de... Bu olumlu, ilerici hareketleri, sırf bu hareketlerde Ordu Gençliği Vurucu Güç oldu diye karalayacaktır. Bunları, 12 Mart ve 12 Eylül faşist darbeleriyle karıştıracaktır, aynı kefeye koyacaktır. Ve karşı çıkacaktır… Geçelim… Demek ki, Türkiye’nin Tarihindeki bütün devrimlerde Ordu Gençliği hep ön safta, Vurucu Güç olarak yerini almıştır. Şimdi böyle bir gerçekliği var bu ülkenin. Biz de bu ülkenin devrimcileriyiz ve burada devrim yapacağız. Bu gerçekliği görmeyecek miyiz? Yahut da, “varsa var bize ne” mi, diyeceğiz? Böyle yaparsak bizim Bilimcil Sosyalistliğimiz nerede kalır? Unutmayalım, Bilimcil Sosyalizmin, bir adı da Tarihçil Materyalizmdir. Maddeci açıdan yani hiçbir doğaüstü güç işe karıştırmadan Tarihi etüt etmektir. Olayları neden sonuç ilişkileri içinde inceleyerek gerçek sebeplerini bulmak, sonra da bundan sonra toplumun ne yönde, hangi sosyal güçler tarafından, nasıl geliştirileceğini öngörmektir. İşte bu anlamda, bilimin görevi önceden görmektir.

Page 43: CIA Sosyalizminin Tarihi - İşçi Partisi'nin gerçek yüzü

Öyleyse Türkiye’nin bu olgusunu da olduğu gibi, gerçeklikte nasılsa öylece görmek ve onu değerlendirmektir devrimcilerin görevi. Yani yapmakla görevli olduğumuz devrimde bu gerçeklikten yararlanabilir miyiz diye, düşünmektir. Bugüne kadarki, bütün devrimlerde ön safta, vurucu güç olmuş, Ordu Gençliği, bizim devrimimizde de neden yer almasın? Kaldı ki, başta Büyük Ekim Devrimi olmak üzere her sosyalist devrimde eski düzenin Orduları parçalanmış, bir bölümü devrim safında yer almıştır. İşte 1905-1907 Rus Devrimi’nde olanı Usta anlatıyor. Potemkin zırhlısı nedir? Kimlerdir orada Çara karşı başkaldıranlar? 1917 Ekim Devrimi’nde Çar’ın Kışlık Sarayı’nı topa tutarak Devrimin fitilini ateşleyen kimdir? Aurora Zırhlısı… Çar Ordusu bile bölünür ve bir bölümü devrimcileşirken, bizim Ordu’nun bir bölümü, devrim safında neden yer almasın? Kaldı ki, bizim Ordunun, Osmanlı’nın ilk kuruluş günlerinden gelme bir de devrimci geleneği vardır… Osmanlı’yı Orta Barbar dediğimiz, İlkel Sosyalist Toplumdan gelme insanlar kurmuştur çünkü. Dolayısıyla da İlkel Sosyalist Toplumdan kalma gelenekler üzerine kurulmuştur Osmanlı. Tabiî kurulduğu andan itibaren de o gelenekler aşınmaya-yıpranmaya-erimeye başlamıştır. Zaten, o gelenekler sayesinde Osmanlı Üç Kıta’ya yayılan koca bir imparatorluk olabilmiştir. Tabiî her Antika medeniyet gibi sonunda o da derebeyleşmiş ve çökmüştür. Fakat gelenekler yüzyıllarca yaşar. Bugün de tümüyle yok olmamıştır. Ordu Gençliği’nin ve Sivil Gençliğimizin Vatanı ve milleti korumak için, hiçbir menfaat gözetmeden, ölümü göze alarak öne atılması ve devrimlerde ön safta yer alması işte bu gelenekler sayesindedir. İşçi Sınıfı bilimini ve Tarihimizi olması gerektiği gibi bilmeyen, bu sözde sol gruplar, metafizik mantıklarına, cehaletlerine bakmadan, bir de kalkıyorlar, bizi darbecilikle-cuntacılıkla, milliyetçilikle suçluyorlar. A soytarı sen devrimciliğin alfabesinden başka neyini bilirsin? Senin bildiğin yalnızca alfabe. Alfabeyle siyaset yapılmaz. Devrimci siyaset hiç yapılmaz. Devrimcilik, Yüksek Matematik gerektirir. Ya da Marks Usta’nın dediği gibi GÜZEL SANAT’tır devrim. Onu da ancak gerçek devrimciler-Marksist-Leninistler yapabilir. Sense, Aristoteles’in Metafizik Mantığıyla iş gören kafan ve eşeklerle yarışan cehaletinle, ancak Kazmalık yapabilirsin. Ordu düşmanlığı, bu sözde sol grupları, Türkiye düşmanlığına sürüklemiştir. Bunlar Tarihimize düşmandırlar. Ulusal değerlere düşmandırlar. Vatana düşmandırlar. Sınıf esasına dayanan siyaset yoktur bunlarda. Emperyalizme (ABD ve AB Emperyalizmine) karşı olmak, düşman olmak, onlarla savaşmak yoktur. Bunların başdüşmanı MGK’dır. Özellikle de Ordudur… Sadece Ordu karşıtlığı üzerine bir politika yürütmektedir bunlar. Bu politikanın da tabiî devrimcilikle bir ilgisi yoktur. Bunlar ara sıra ABD ve AB’ye karşı olduklarını söyler ve yazarlar. Ama bu karşıtlık sadece sözdedir, özde değil. Örnekleyelim: Tarih 2006’nın Mart’ı, yer Bursa’dır. Fransa’da, Parababalarınca çıkartılmak istenen “İlk İş Yasası”na karşı ayaklanan öğrenci ve işçi gençliğin ağırlıkta olduğu halk eylemlerine destek vermek amacıyla, ortaklaşa yapılacak bir eylem planlanmaktadır. Biz taşınacak ortak pankarta, “Fransa’dan Türkiye’ye AB Emperyalizmini Püskürteceğiz” sloganının yazılmasını öneriyoruz. Diğer sol gruplar, “AB Emperyalizmi” ibaresinin geçmesine yazılmasına karşı çıkıyorlar. Sebebini soruyoruz. “Halk anlamaz” diyorlar. Arkadaşımız acı acı gülüyor… Ve Lenin bu meseleyi 1917’de çözmüştür. Halk neden anlamasın diyor. Fakat diğerleri inatçıdır. Kabule yanaşmazlar. Tartışmalardan sonra ortak pankartın altına şu slogan yazılıyor: “Fransa’dan Türkiye’ye AB Yasalarını Püskürteceğiz”. Biz de ortaklaşa eylemden kopmamak için bu pankartın altına imza atıyoruz. Fakat taşıdığımız kendi dövizlerimize; “Fransa’dan Türkiye’ye AB Emperyalizmini Yok Edeceğiz!” sloganını yazıyoruz. Bu eylemde ayrıştığımız, yani “AB Emperyalizmi” ibaresinin yazılmasına karşı çıkan gruplar şunlardır: ESP, HÖC, Partizan, Kızıl Bayrak, Alınteri, BATİS, BEK. (KÖZ) İstanbul’da da kaleme aldıkları bildirilere, “ABD ve AB Emperyalizmi” sözleri bizim önerimiz üzerine yazılıyor. Tabiî altına bizim de imza atacağımız, ortaklaşa eylemler için hazırlanan bildirilerdir söz konusu olan… Bizden utanıp sıkıldıkları için, itiraz edemiyorlar bu sözlerin bildiriye girmesine.

Page 44: CIA Sosyalizminin Tarihi - İşçi Partisi'nin gerçek yüzü

Kendi gönüllerinden böyle bir şey geçmiyor oysa. Tabiî böyle olunca da kalemlerine dolanmıyor bu ibare. Bir örnek daha verelim: Üç ay kadar önceydi. Rauf Denktaş’ın, Hacettepe Üniversitesi Beytepe Kampusuna, konuşmak için geleceği öğrenilmiştir. SGD (ESP), Öğrenci Koordinasyonu, AGD (HÖC), Ekim Gençliği (Kızıl Bayrak) gruplarına mensup arkadaşlar, R. Denktaş’ı protesto etme kararı alırlar. Biz bu karara katılmayız. Biz, Denktaş’ı protesto etmeyiz, deriz. Bu tartışmalar sırasında bir ESP’li arkadaş aynen şöyle der: “Kıbrıs’tan bize ne?” Evet, onların anlayışı budur. Çünkü onlar Yurtsever değildir. Fakat ABD ve AB emperyalistleri, bunlar gibi uykudagezer değildir. Onlar, “Kıbrıs’tan bize ne?” demiyorlar. Tam tersine Kıbrıs’ı, Türkiye’den tümüyle kopararak hegemonyalarına almak istiyorlar. Kıbrıs’ı, bir batmayan uçak gemisi gibi kullanmak istiyorlar. Askeri üslerle doldurarak… Böylece de hem Ortadoğu Halklarını buradan gerektiğinde kolayca vurmak, hem bölgedeki bekçi köpekleri İsrail’i iyice koruyup kollamak istiyorlar. Ama emperyalistlerin bu hesaplarını-planlarını, görüp anlayacak kafa mı var bizim küçükburjuva gruplarımızda. Bu sözde solcu küçükburjuva gruplar, gelmişimize, geçmişimize saldırmayı hatta, sövmeyi, ulusal değerlerden yoksunluğu marifet hatta solculuğun gereği sayıyorlar. Bunların çoğuna göre, biz antiemperyalist bir ulusal kurtuluş savaşı vermedik. Olan yalnızca Türk Yunan savaşıymış. Bunların bazısına göre de Mustafa Kemal, İngiliz ajanıymış... zırvalamayı bu noktaya kadar götürüyorlar. İnsanda biraz, akıl-mantık ve dürüstlük olmalı. Savunulan şeyin gerçeklerle uyuşup uyuşmadığını dikkate almalı insan. Yoksa, savrulur gider... Ne aydın namusu kalır ne devrimci namus... İngilizlerin, Mustafa Kemal’e ve Kuvayimilliye’ye düşmanlığını ortaya koyan yığınla belge var ortada. Bir tekini olsun aktarmadan geçmeyelim: “Amiral Sir F. Robeck’ten (Akdeniz’deki İngiliz donanma komutanı. Kurtuluş Yolu) Lord Curzon’a “(...) Damat Ferit 7 Nisan’da bana geldi, millî hareketi bastırmak için her çeşit moral baskıyı kullanacağını söyledi. Millî harekete karşı organize edilen Anzavur, hükümetin elinde ilk silahtır. Anzavur Bandırma’yı istila etti. Hükümet onu Balıkesir valisi tayin etti ve ayrıca İngilizler’den de yardım istedi. Ben milliyetçileri ezmek için yeni hükümete her yardımı yapacağımı söyledim. 11 Nisan 1920.” (Erol Ulubelen, İngiliz Gizli Belgelerinde TÜRKİYE, s. 272) İngilizler’in Mustafa Kemal’e düşmanlığı Kuvayimilliye öncesinden başlar. Çünkü Mustafa Kemal, Mondoros Mütarekesi sonrası, bulunduğu Suriye ve Filistin Cephesinde, komuta etmekte olduğu “Yıldırım Orduları”nın, İngilizler tarafından Mütareke şartlarına dayanılarak esir edilip Halep’e götürülmesine ve enterne edilmesine izin vermemiştir. İngiliz generalinin bu yöndeki talebini reddetmiştir. Bunun üzerine İtilaf Devletleri, İstanbul’daki teslimiyetçi yönetime baskı yaparak, “Yıldırım Orduları Grup Komutanlığı”nı lağvettirmişlerdir. Mustafa Kemal’in Samsun’a gitmek üzere yola çıktığını öğrenince de telaşa kapılmışlardır. Mustafa Kemal’in, Padişahın verdiği emre bağlı kalmayarak, yurtseverce hareketlere girişebileceği endişesine ve telaşına kapılmışlardır. Tarihin gösterdiği gibi telaşlanmakta da haklı çıkmışlardır... Bu gerçekleri, Mustafa Kemal’in silah arkadaşı Ali Fuat Cebesoy, “Askeri ve Siyasi Belgeler” adlı kitabında anlatır. (Bakınız, agy, s. 274) Mustafa Kemal, Lenin’in de işaret ettiği gibi sosyalist değildir. Fakat antiemperyalisttir ve yurtseverdir. Milliyetçidir. Burjuva Ulusal Kurtuluş Hareketinin önderi-komutanıdır. Kemalizmin Mustafa Kemal’le bir ilgisi yoktur. Kemalizmi Anadolu burjuvazisi icat etmiştir, Mustafa Kemal’i tam olarak kendi safına çekebilmek için... Burjuvazi kendi sınıf çıkarlarını oluşturan programına Kemalizm adını vermiştir. Kemalizmin ne olduğunu Mustafa Kemal’in kendisi de bilmez. Mustafa Kemal, ömrünün zafere (1923’e) kadarki bölümünü cephelerde-savaş meydanlarında geçirmiş bir komutandır. Zaferden sonraysa, burjuvazi, O’nu Çankaya’ya hapsetmiştir. Burada Mustafa Kemal’i bir yığın vurguncu alçakla kuşatmıştır. Ve alkole olan zaafından insafsızca faydalanmıştır. O zaafını sömürmüştür. Sonunda da siroz ederek öldürmüştür Mustafa Kemal’i. Kendisine bakmakla yükümlü olan özel doktorlarına varıncaya kadar, satın alır burjuvazi. Mustafa Kemal sirozdur artık. Karaciğeri aşırı alkolden iflasa gitmektedir. Görevlerini yapamamaktadır. Malum, vücudun fabrikasıdır karaciğer. O fabrika artık çalışmaz hale gelmektedir.

Page 45: CIA Sosyalizminin Tarihi - İşçi Partisi'nin gerçek yüzü

Bedeni kırmızı lekelerle doldurmuştur. Sık sık burnu kanamaktadır. Doktor bakar; önemli değil, geçer der. Örnekleyelim, Falih Rıfkı’yı okuyalım: “Bütün bunların sebebi, karaciğerini için için kemiren onulmaz bir illet olduğunu bilmiyorduk. Bu, önce hafıza zayılamasından başlamıştı. Sonra sık sık burun kanamaları devri geldi. Daima yanında bulunan hekimlerinin (bunlardan biri Refik Saydam’dır. Kurtuluş Yolu) neden bu âraza ve umumi çöküntüye dikkat etmediklerini ve hepsini pek basit bir sebebe bağlayarak geçiştirdiklerini doğrusu hâlâ anlayamıyorum. Burnu kanadıkça, biraz bakarız, geçer, derlerdi. Sonra kaşınmalar başladı. (...) “(...) “Atatürk kaşınmağa, hem de iğilerek bacaklarını kaşımağa dayanamıyordu. “- Bu evde göze görünmez kırmızı böcekler varmış, diye tutturmuştu. “Evde başka hiç kimse ve hiçbirimiz böyle bir rahatsızlık duymuyorduk. Fakat kendisini teselli etmek için aynı şüpheye düştüklerini söyleyenler de olurdu. Hattâ bir seyahatte evin baştanbaşa en tesirli ilaçlarla temizlenmesini emretmişti.” (Falih Rıfkı Atay, Çankaya, s. 487-488) Mustafa Kemal, bu seyahatinde Yalova’daki çiftliğine gider. Ve orada da bir hekime görünür. O bölgenin sıradan hekimi, bakar bakmaz Mustafa Kemal’in siroz olduğunu ve bedenindeki kızarıklıkların ondan kaynaklandığını anlar ve söyler... Fakat artık iş işten geçmiş, yapacak pek bir şey kalmamıştır. Düşünün, Yalova’daki sıradan bir hekimin gördüğünü, Ankara’daki anlı şanlı, deve dişi gibi hekimler göremiyor, anlayamıyor. Bu inandırıcı olabilir mi? Çankaya Köşk’ünde akşam kurulan mükellef içki (daha doğrusu rakı) sofrası hemen hemen gün ağarıncaya kadar devam ediyor. Ve aynı durum her gün tekrarlanıyor. Bütün yurt sorunları sofrada konuşuluyor... Yine örnekleyelim: “Yakup Kadri, Ruşen Eşref ve ben Çankaya’daki eski köşkünün hemen her akşamki davetlilerinden idik. Devrimin heyecanlı ve şevkli günlerinde birçok defalar gün ağarırken evlerimize dönerdik. Atatürk istediği kadar uyumakta serbestti. Fakat biz gündüz de çalışmak zorunda idik. Her akşam değişen misafirlerden biz değişmeyenlere, kimseye haber vermeden erkence çıkabilmek müsaadesini vermesini istemiştik: “- Doğru, dedi, siz gidin ama, arkanızdan çıkıştığımı işitirseniz ehemmiyet vermeyin. Çünkü herkes sizin gibi yaparsa ben kiminle oturayım?” (Falih Rıfkı Atay, agy, s. 486) Falih Rıfkı Atay, “Çankaya” adlı kitabında, bu trajediyi ve Mustafa Kemal’in sofra müdavimlerinin kalitesizliğini, iğrençliğini uzun uzun anlatır. Bu konuyu şöyle bağlayabiliriz: Kübalı devrimciler için Jose Marti neyse, Mustafa Kemal de bizim için odur. Biz bu anlamda Mustafa Kemal’e sahip çıkar, O’nu savunuruz... Devrimci tutumun da bu olduğuna inanıyoruz. Biz, Mustafa Kemal’in önderlik ederek zafere taşıdığı Ulusal Kurtuluşu mantıkî sonucuna götüreceğiz: Sosyal Kurtuluşla taçlandıracağız. Biz, Birinci Kuvayimilliye’de, insanlığın baş belâsı Batılı emperyalistleri yendiğimiz için ulusal gurur duyuyoruz. Dünyada bu alçakların yenilebileceğini gösteren ilk ulus olduğumuz için gururlanıyoruz. Osmanlı atalarımız, taşıdıkları İlkel Komünal Toplum geleneklerinin gücüyle, İstanbul’u fethederek; çürümüş Bizans’ı (Doğu Roma İmparatorluğu’nu) ortadan kaldırdılar. İnsanlığın ilerlemesinin önünü açtılar. Bundan dolayı da gurur duyuyoruz. Kıvılcımlı Usta bunu şöyle koyar: “Gerçekte İstanbul’un Fethi, her şeyden evvel bir insanlık ve medeniyet hamlesidir. Arapça’da “Fetih” sözü güzel bir tesadüfle: “Açmak” anlamına gelir. İstanbul’un Fethi de o zamanki insanlığı bir çıkmazdan kurtarmış, medeniyete yeni ufuklar açmıştır. İstanbul’un Fethi, tarih yolu üstüne kâbus gibi çökmüş bir cesedin (Bizans engelinin) kaldırılması, Bizans çöküntüleriyle tıkanmış medeniyet yollarının –Yalnız Müslümanlara, Yalnız Türklere değil- Tüm İnsanlığa yeniden açılmasıdır. Açılış biraz acıklı mı olmuştur? Mümkün. Fakat o zaman ölüleri böyle kaldırmak âdetti. “Demek, istanbul’un Fethi, yalnız Türklerin değil, bütün dünyanın kutlayabileceği, kutlamakta haklı –hatta bir dereceye kadar, insan olarak görevli- sayılabileceği büyük Tarihsel Devrimlerden biridir.” (Fetih ve Medeniyet, s. 15-16)

Page 46: CIA Sosyalizminin Tarihi - İşçi Partisi'nin gerçek yüzü

27 Mayıs Devrimcileri, sosyalizmi serbest bıraktılar. Çok sınırlı da olsa bir demokrasi ortamının oluşmasına yol açtılar. Devrimci kuşaklar yetişti bu ortamda. Devrimci kültür yaygınlaştı. Bundan da gurur duyuyoruz. İşçi Sınıfımız şanlı 15-16 Haziran Direnişini yaptı. Bu da önemli bir gurur kaynağımızdır. Ömrünün 22 buçuk yılını Parababalarının zindanlarında geçiren, fakat bu zindanları komünist bir üniversiteye çevirmeyi başaran ve oradan bir kızıl profesör olarak mezun olan ve yine Parababalarının işkence odalarından her seferinde başı dik çıkarak, devrimci gururu ve onuru yükseklerde tutmayı başaran Hikmet Kıvılcımlı da elbettte ki onur kaynağımızdır. Tabiî yıllarını zindanlarda geçiren diğer devrimci yoldaşlarımız da... Hep yenilgilerle de sonuçlanmış olsa büyük devrimci mücadeleler verdik, şehitler verdik. Hâlâ da vermekteyiz. Bu kavgalarımızla ve şehitlerimizle gurur duyuyoruz. Sonunda devrim de yapacağız. Parababaları iktidarını yıkacağız. Halk iktidarı kuracağız. Bunda kararlıyız. Kendimize, halkımıza ve ideolojimize güvenimiz tamdır. Gerçek devrimciler, ulusal gurur da duyar ve duymaktadır. Tabiî ona kaynaklık edebilen olaylardan dolayı... Bu konuda da Usta’yı dinleyelim: “Ulusal gurur duygusu, bize, biz bilinçli Rus Proleterlerine yabancı bir duygu mudur? Elbette ki değildir! Biz, dilimizi ve yurdumuzu severiz; biz, yurdumuzun emekçi yığınlarını (yani yurdumuz nüfusunun onda dokuzunu) demokratik ve sosyalist bilinç düzeyine yükseltmek için elimizden geleni yapıyoruz. Çarın kasapları, soylular ve kapitalistler elinde güzel yurdumuzun uğradığı hakaretleri, zulüm ve aşağılamaları görmek ve duymak bizim için çok acıdır. Radişçev’i, dekabristleri ve 1870’lerin devrimcilerini kendi içinden yaratmış olan biz Rusların, bu zulüm ve aşağılamalara karşı göstermiş olduğumuz direnişten ötürü gurur duyuyoruz. Rus işçi Sınıfının, 1905’te yığınların güçlü devrimci partisini yaratmış olmasından ötürü; Rus köylülüğünün demokrasiyi benimsemeye başlamasından, papazların ve büyük toprak sahiplerinin boyunduruğunu kırma işine girişmesinden ötürü, gurur duyuyoruz.” (Lenin, Ulusların Kaderlerini Tayin Hakkı, Sol Yayınları, İkinci Baskı, Ocak 1975, s. 126-127) Danıştay saldırısı ikinci sözde solu Tayyipgillerle aynı safta buluşturdu Bildiğimiz gibi geçen 17 Mayıs’ta, Danıştay’a Tayyipgillerin kafasını Ortaçağcı ideolojiyle şartlandırdığı bir kişi saldırıda bulundu. Tabiî saldırıyı bir Ortaçağcı ekip hazırlamıştı. Yalnızca tetikçi bir kişiydi. Ekibin üleması, “Şeyh Salih Hoca” adlı Ortaçağdan kalma bir tipti. Altı-sekiz ay boyunca tetikçiyi eğitmişti. Sonunda da, verdiği uyuşturucu eğitimin dozunun, artık yeterli düzeye ulaştığını anlamış olacak ki; “Bir şeyler yapmanın zamanı geldi” diyerek, saldırganın harekete geçmesi emrini vermişti. Bu emir üzerine saldırgana silahlar tedarik edilmiş, saldırgan yeterli oranda silah eğitimini yapmıştı. Uzatmayalım, saldırgan, ekipten iki kişiyle birlikte İstanbul’dan Ankara’ya gelmiş ve Danıştaya avukat kimliğini göstererek girmiş ve katliamını yapmıştı. Bir yargıcı öldürmüş, dördünü de yaralamıştı. Amacı, Türbana yasak getiren bir uygulamayı, yasaya uygun bulan Danıştay 2. Dairesinin bütün üyelerini öldürmekti. Fakat bu kadarını becerebilmişti. Katliamın hemen ardından Tayyip’in Bakanı Mehmet Ali Şahin, “Bu saldırının gerisinde kimler olduğuna dair sürprizlere hazır olun.” diyerek, olayın Kontrgerilla tarafından yapılmış olduğunu tevil yoluyla da olsa öne süren bir açıklama yaptı. Daha doğrusu, bir iddiada bulundu. Hemen aynı dakikalarda (ben daha iyi şeriatçıyım diyerek, Cumhurbaşkanlığı yarışında Tayyip’i sollamaya çalışan) Meclis Başkanı B. Arınç da saldırının kendileriyle kesinlikle bir ilgisinin bulunmadığını, şu anda bilinmeyen bazı güçler tarafından, ya da bir meczup tarafından yapılmış olabileceğini öne süren bir açıklama yaptı. Bunların ardından Tayyip de benzeri bir açıklamada bulundu. Gelgelelim, bu şeriatçı koroya kendini demokrat, ilerici, hatta devrimci sayan, bu ikinci sapkın akımın hemen tüm mensupları da katılmaktan geri durmadı. Hatta onlar, bu yarışta Tayyipgilleri bile solladılar. Bir iki örnek verelim:

Page 47: CIA Sosyalizminin Tarihi - İşçi Partisi'nin gerçek yüzü

“Ancak, bu eylemin zamanlaması ve eylemi yapanın kişiliği ve arka planı düşünüldüğünde, durumun hiç de kamuoyuna sunulduğu gibi, “rejimi yıkmayı” amaçlayan değil, tam tersine otoriter-laisizim temelli, totaliter ve militer yapıya sahip rejimi güçlendirici bir sonuç doğurduğu ortadadır. “(…) “Biz bu senaryoları daha önce de yaşadık. Türkiye’nin birçok aydını aynı biçimde defalarca katledildiler. Ve her defasında halk sokaklara döküldü, marşlar söylendi ve dün olduğu gibi “beğenelim beğenmeyelim” sivil siyasetçiler lanetlendi, askerler alkışlandı.” (İHD İstanbul Şubesi’nin 19.05.2006 Tarihli Basın Açıklaması’ndan) “Susurluk-28 Şubat tuzağına düşmeyelim “(…) “Dün Meclis önünde hükümeti uyaran ortak bir metni okuyan topluluğa, KESK ve EMEP temsilcileri de destek verdi. Hazırlanan ortak metni İHD eski Başkanı Hüsnü Öndül okudu. “(…) “Ortamın demokratikleşme ve özgürlük mücadelesini sekteye uğratmak ve dikkatleri toplum için hayati önem taşıyan sosyo-ekonomik sorunlardan uzaklaştırmak için kullanılabileceğini dile getiren Öndül, Danıştay’da işlenen cinayetin ve ardından gelişen olayları dar bir laiklik-irtica ekseninde görmemek ve daha geniş çerçevede değerlendirmek gerektiğini ifade etti. “Saldırının toplumun bir kesimine değil, bütün topluma, barışa ve demokrasiye karşı yapıldığının altını çizen Öndül, “Tarih tekerrür etmemeli. Susurluk-28 Şubat tuzağına bir daha düşmemeliyiz, iktidarın el değiştirmesinin tek yolu serbest seçimlerdir, demokrasinin tekrar kesintiye uğramasına izin vermemeliyiz” dedi. “Metni imzalayanlar “Diyarbakır eski Milletvekili Abdülbaki Erdoğmuş, Memur-Sen Başkanı Ahmet Aksu, Mazlum-Der Başkanı Ayhan Bilgen, Yazar Aydın Çubukçu, ODTÜ Öğretim Üyesi Doç. Dr. Cem Somel, Mazlum-Der eski Genel Başkanı Cevat Özkaya, Yazar Doç. Dr. Fikret Başkaya, Yazar Gülay Göktürk, Yazar Haluk Özdalga, AÜ İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Hayri Kırbaşoğlu, İHD eski Genel Başkanı Hüsnü Öndül, Yazar İbrahim Karagül, eski Milletvekili Prof. Dr. Mehmet Bekaroğlu, Yazar Mustafa Karaalioğlu, Gazi Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mümtazer Türköne, Yazar Doç. Dr. Nuray Mert, Yazar Nihat Genç, Hak-İş Başkanı Salim Uslu, Mazlum-Der eski Başkanı Yılmaz Ensaroğlu, İHD Başkanı Yusuf Alataş, İstanbul Barosu eski Başkanı Yücel Sayman.” (25.05.2006 Tarihli “Aydınlar” Açıklaması’ndan) Daha böyle yığınla açıklama ve köşe yazısı aktarabiliriz. Sağlı-sollu bu yazı ve açıklamalarda savunulan görüşlerin tümü, hemen hemen yukarıdaki satırlarda söylenenlerle aynı içeriktedir. O yüzden örnekleri çoğaltmaya gerek görmüyoruz. Tabiî, ikinci sapkın akıma dahil gruplar da kendi yayın organlarında, aynı görüşleri savundular. İşin tuhafı, Tayyipgillerin, yani Tefeci-Bezirgân Sermayenin tüm yayın organları da bu görüşleri tekrarladılar. Hatta Finans-Kapital medyasından Mehmet Ali Birand ve Tuğba Akyol gibi sermaye uşağı yazar-çizerler de bu koroya dahil olmaktan geri durmadılar. Böylece de bu sözde sol, ilerici, demokrat gruplar Tayyipgillerle aynı safta buluşmuş oldu. Bunlara göre, Danıştay Saldırısıyla Şemdinli’deki bombalamaların sorumluları aynıydı. Bunların gerisinde Susurluk’ta ortaya çıkan gizli çete vardı. Tabiî onların da gerisinde olan, Merkezi ABD’de bulunan Kontrgerillaydı. Yani bu olayların planlayıcısı ve yapanlar, ABD-CIA yönetimindeki Kontrgerillanın Türkiye Şubesinin elemanlarıydı, tetikçileriydi. Amaçları da, yukarıda açıkça söylendiğine göre, “Serbest seçimlerle”(!) işbaşına gelmiş Tayyip Hükümetini bir askeri darbeyle devirmek, yerine bir cunta hükümeti getirmekti. Yani eylem, Tayyipgillerin de ısrarla öne sürdükleri gibi, Tayyip Hükümetine karşı yapılmıştı aslında. Bu zırvalamaları kıdemli Ortaçağcılardan ve Özal’ın Bakanlarından Hasan Celal Güzel, çok öz biçimde ortaya koydu. Açıklamasının yalnızca başlığını aktarmak, sanırız içeriğini anlatmaya yetecektir: “Saldırının amacı darbe yapılmasını sağlamak” (Zaman Gazetesi, 26.05.2006) Oysa, bu ortaçağcı saldırının ne Şemdinli’yle, ne de Kontrgerillayla bir ilgisi vardı. Şemdinli’yi Kontrgerilla yapmıştı. Amacı, Türk-Kürt kardeşliğini dinamitlemekti. Bin yıldır birlikte yaşayan iki halkı,

Page 48: CIA Sosyalizminin Tarihi - İşçi Partisi'nin gerçek yüzü

artık bir arada yaşayamaz duruma getirmekti. Bunda da bir hayli başarılı oldu. Hatırlarsak Şemdinli sonrası, Türkiye genelinde yaşanan olaylar, bu iki halkın kardeşliğine büyük darbeler indirdi. Şemdinli bombalamalarını Kontrgerilla ve ABD bu amacına ulaşmak için yaptırdı. Danıştay Saldırısındaysa Ortaçağcıların amacı, laikliği savunan kişi ve kurumları terörize ederek, Tayyipgillerin önünü açmak, iktidarlarını sağlamlaştırmaktı. Tabiî bu aynı zamanda Türkiye’nin Ortaçağa götürülüşünün de önünü açma amacı güdüyordu. Saldırıyı yapanlarsa, yukarıda söylediğimiz gibi, özbeöz Türkiye’deki şeriatçı örgütlerdi. Fethullahçı Şeyh Salih Kunter azmettirmişti, katili. Çete de onun müritlerinden oluşuyordu. ABD, şu anda Tayyipgiller Hükümetinden memnundur. Yine hatırlayacağımız gibi, Tayyip’in danışmanı Cüneyd Zapsu, geçen aylarda ABD’ye giderek, Richard Perle başkanlığındaki ABD heyetinin önünde yalvar yakar olmuştu. Ne olur, insaf edin Tayyip Hükümetini kanalizasyon deliğinden aşağıya süpürmeyin. Tayyipgilleri kullanın. Biz hizmetinize-emrinize amadeyiz. Ne görev verirseniz yaparız, diyerek, efendilerine bir kez daha sadakat yemini etmişti. Tabiî, onu oraya, bunları söylemesi için Tayyip göndermişti. Daha doğrusu, bu sözleri söyleyen Tayyip’in kendisiydi. Özel ulakla dileğini efendilerine iletmişti. Şimdi böyle diyen bir hükümeti, ABD neden kullanmasın da devirmek istesin? Bunun akılla, mantıkla, bilimle, bilinçle uzaktan yakından bir ilgisi bulunabilir mi? Sonra ABD, şimdi Tayyipgilleri devirmek istese, neden ille de darbe yaptırsın? Böyle bir işin çok daha kolay başka yolları yok mu? Kuşkusuz, hem de çok var. Mesela ABD, bir sinyal gönderse, Tayyip’in en az iki yüz küsur milletvekili, en fazla bir hafta içinde partisinden ayrılıp, Erkan Mumcu’nun ANAP’ına geçiverir. Çünkü onlarınki yalnızca bir çıkar ortaklığıdır, çıkar birlikteliğidir. Ve onlar, Türkiye’de iktidara kimin geleceğini ve oradan kimin düşürüleceğini kararlaştıranın, hiç de sanıldığı gibi Türkiye insanı olmadığını, biricik karar merciinin ABD olduğunu, Cüneyd Zapsu kadar bilirler. Ya da başka türlü söylersek, adları gibi bilirler. Gelelim darbe meselesine: Türkiye’de iki faşist darbe yaptırmıştır ABD. 12 Mart ve 12 Eylül Darbelerini… Bu darbeleri niye yaptırmıştır? Devrimcilerin ve sosyalist kültürün kökünü kazımak için. Böylece de Türkiye’yi güvenli biçimde kucağında tutabilmek için. Bu, güneş kadar varlığı kesin olan bir gerçekliktir. Göremeyenlerse ya namussuzdur-Parababaları uşağıdır, ya da sosyal kördür. Sosyal körlük, görme özürlülükten bin kat daha berbattır… Şu anda ABD’nin bir askeri cuntayı işbaşına getirmekte ne çıkarı olabilir? Hiç… Tam tersine, çıkarı değil, zararı olur böyle bir şeyden. Çünkü Tayyip Hükümeti, ABD’nin her istediğini vermeye hazırdır. Hem de hiç tereddütsüz… ABD, bizim Ordu Fosilleri diye adlandırdığımız Amerikancı generallere, geçmiştekilere benzer bir darbe yaptırdı diyelim; böyle bir varsayımda bulunalım. Peki, bu darbecilerden, ABD her istediğini alabilecek mi? Hayır. Neden? Ordu Fosilleri mi karşı çıkacak buna? Değil… Öyleyse kim?.. Ordu Gençliği… ABD’nin ve AB’nin her istediğini vermeye razı olmaz bu Gençlik. Amerikancı generaller de O’nun tepkisinden korkarak, çekinirler ABD’nin her isteğini karşılamaktan. Çünkü ABD ve AB Emperyalistleri, Türkiye’yi kerte kerte Sevr bataklığına sürüklüyorlar. Bu süreç ilerledikçe emperyalistlerin niyetleri çok daha belirginleşecek, Ordu Gençliğinin tepkisi de artacaktır. Şu anda Ordu Gençliğinin başını Hilmi Özkök, Birol Güven, Işık Koşaner gibi ABD’ye ve Tayyipgillere dostça bakan generaller tutmaktadır. Bu generaller Ordu Gençliğinin tepkisini, onları kandırarak nötralize etmektedir. Zaten andığımız, faşist darbeleri de bunların geçmişteki benzerleri olan “Netekimgiller” yapmıştı. Hani ABD Dışişleri yetkilileri, bu faşist generallere “Henze’nin

Page 49: CIA Sosyalizminin Tarihi - İşçi Partisi'nin gerçek yüzü

oğlanları” adını koymuştu. İşte bu Amerikancı generaller eliyle planladığı darbeleri yaptırtmıştı ABD ve CIA. ABD, bildiğimiz gibi, son yıllarda Orduyu, bırakalım öne çıkarmayı, yıpratma, hatta madara etme uğraşındadır. Süleymaniye’de Ordunun kafasına çuvalı, bu nedenle geçirmiştir. O’nun itibarını ve özgüvenini yok etmek istemiştir. Böylelikle de Parababalarının ihanetlerine tepki göstermesinin önünü kesmeyi amaçlamıştır. Yine hep söylediğimiz gibi, Türkiye’nin Finans-Kapitalistleri (TÜSİAD, TİSK’in tüm üyeleriyle TOBB’un Merkez Yöneticileri) ve Tefeci-Bezirgânları (Tayyipgiller) kayıtsız-şartsız ABD ve AB Emperyalistlerinin hizmetindedirler. Onlar adına Türkiye’de görev yapmaktadırlar. Tabiî karşılığında da küp doldurmaktadırlar. Ve koltuk sahibi olmaktadırlar. Gerçekler böyleyken, kalkıp şu anda bir askeri darbe tehlikesinden dem vurmak, Şemdinli ve Susurluk’la Danıştay Saldırısını aynı kefeye koymak; ya zavallılıktır ya da namussuzluk ve alçaklıktır. Bizim sözde sol akım, zavallıdır, Ortaçağcı güçlerse namussuz ve alçak… Geçen günlerde AB, Türk Ordusuna ilişkin yeni bir emirname gönderdi: Türkiye’de Ordu sadece askeri konularda görüş bildirmeli-açıklamalıdır. Onu da “sivil iradenin” yani hükümetin onayını alarak yapmalıdır, dedi. Hatırlarsınız, ABD yöneticileri de benzer görüşler ileri sürerler zaman zaman… Ve TÜSİAD da bu anlama gelen açıklamalarda bulunur. Bu yerli-yabancı vurguncular-haydutlar-sömürgenler çetesi bugün neden Türk Ordusuna karşıdırlar? Oysa aynı çakallar, 1971’de ve 1980’de Orduya iki faşist darbe yaptırtmışlardı. O gün yönetime getirdikleri Ordunun, bugün niye etkisizleşmesini istiyorlar? Çok basit: 12 Mart ve 12 Eylül’de devrimci güçleri ezdirmek ve Türkiye’yi AB’ye toptan satabilmekti amaçları. 12 Eylül’le ayrıca da 24 Ocak Kararlarını rahatça uygulatmak istiyorlardı, Türkiye’de. Mevcut sivil hükümetler bu işi başaramazdı. O yüzden faşist darbelere ihtiyaç duydular. Bugünse durum bambaşkadır. Artık devrimciler, tehlike olmaktan çıkmıştır. Çünkü Sosyalist Kamp çökmüştür. Ve bu çöküşün yarattığı deprem şoku tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de devrimci güçleri çok olumsuz etkilemiş, adeta felç etmiştir. O yüzden, sosyalistler bir süreliğine de olsa, Parababaları için tehlike olmaktan, “yakın tehdit” olmaktan çıkmıştır. O sebepten, şimdi yerli-yabancı Parababaları için Türkiye’de etkili bir Orduya ihtiyaç yoktur. Tersine, şimdi Ordu, onlar için ayakbağı oluşturmaktadır. Çünkü Ordu Gençliği’nin devrimci geleneği vardır, yurtseverdir, halkçıdır. Bu yüzden de ABD ve AB’nin, Ortadoğu ve Türkiye’de oynamak istediği alçakça oyunlara karşı direnç göstermesi beklenir. Bu geleneğinden ve tutumundan dolayı emperyalistler Orduya karşıdırlar. Onlar işte böyle bir öngörüde bulunuyorlar. Bu nedenle de Türk Ordusunu, etkisizleştirmek, güçsüzleştirmek istiyorlar. Onların emperyalist çıkarları, böyle davranmalarını gerektiriyor. Peki, Tayyipgiller niye düşmandır Türk Ordusuna? Şundan: Bir kere onlar Ortaçağcıdır. Dedik ya, Tefeci-Bezirgân Sermaye sınıfının siyasi temsilcisidir bunlar diye. Ortaçağın ümmetçilik konağına götürmek istiyorlar onlar, Türkiye’yi. Yani ümmetçidirler. Bu yüzden de vatan ve millet tanımazlar. Ulusal değerler taşımazlar. Onlar için, vatan da millet de, ulusal ordu da gereksizdir. Ayrıca da Ordu, 28 Şubat ilerici hareketiyle, Ortaçağcı gidişin bir süreliğine de olsa önünü kesmiştir. Çünkü Ordu laikliği savunmaktadır. Bunlarsa laiklik düşmanıdır. Bu bakımdan da Orduya düşmandır Tayyipgiller. Sonra, bunlar, yabancı Parababalarının yani ABD ve AB’nin hizmetine-emrine girmişlerdir. Onlarla tam bir işbirliği içindedirler. Zaten de ABD ve AB sayesinde hükümet olmuşlardır. Şimdi ABD ve AB’nin de emperyalist çıkarları, Türk Ordusuna düşmanlığı gerektirmektedir. Böylece de Tayyipgiller’le ABD ve AB emperyalistlerinin sınıf çıkarları, Orduya düşmanlık konusunda, tencereyle kapağı gibi birbiriyle örtüşmektedir. Peki bizim sözde sol küçükburjuva gruplar neden düşmandır Orduya? Leninci Devrim Öğretisine inanmadıklarından. Hep söylediğimiz gibi bunlar Leninist değil, Narodniktirler. Oysa Narodnizm 19’uncu Yüzyılda kalmıştır. Lenin Usta, “Halkın Dostları Kimlerdir ve

Page 50: CIA Sosyalizminin Tarihi - İşçi Partisi'nin gerçek yüzü

Sosyal Demokratlara Karşı Nasıl Savaşırlar?” adlı eseriyle, bu hareketi, yüz küsur yıl önce tarihe gömmüştür. Kıvılcımlı Usta, çok haklı olarak, Türkiye’de “Kır gerillacığı yapıyoruz. Kırlardan şehirleri kuşatacağız ve şehirleri de zapt ederek devrimi zafere ulaştıracağız” diyen bu Narodnik Hareketlerin ideolojilerini; “Çakırcalı Mehmet Efe ideolojisi” olarak adlandırarak alaya almıştır. Bu ideoloji ölüdür. Asla dirilmez. Biricik bilimcil devrim öğretisi Leninizmdir. Yine Kıvılcımlı, bu öğretiyi, “Devrim Nedir?” adlı eserinde çok özlü ve didaktik biçimde ortaya koymuştur. Tek çıkar yol budur… Yani Leninci Devrim yoludur. Bu yolu da yalnızca biz biliyoruz ve biz savunuyoruz. Bu sözde sol akım o denli kafadan gayri müsellahtır ki, bugün bile, sosyalizmin dünyadaki onurlu kalesi Küba’ya küfürlerle saldırmaktan kendini alamaz. Oysa bunların savunduğu, “Sovyet Sosyal Emperyalizmi” teziyle “Üç Dünya Teorisi” adlı saçma görüşleri çoktan tuz buz olmuştur. O sözde teori ve tezin beş paralık bilimcil değer taşımadığı açık ve kesin olaylarla, Tarih tarafından kanıtlanmıştır. Gerçek bu olmasına rağmen bizim sözde solcular, dogmalarla afyonlanmış dervişler gibi ayıkamamakta, girdikleri hayal dünyasından çıkamamaktadırlar. Bugün, Küba’nın Sosyalist olmadığı iddiasını, dünyada, Maocu, Enver Hocacı ve Troçkist meczuplar dışında hiç kimse ciddiye almaz. Hatta eşekler bile... Ve bugün, Küba’nın sosyalizmin dünyadaki yüz akı olduğunu göremeyen bir siyasi akım, başka neyi görebilir?.. Dünyada ve Türkiye’de olup biten, süregiden hangi olayı, hangi gerçeği görebilir, anlayabilir? Hiçbir şeyi… Bunlar uykuda gezerdirler. Adlarının dışında, Solculukla, Devrimcilikle de ilgileri kalmamıştır. Bütün bu sebeplerden dolayı, biz, bunlardan ümit kesmiş durumdayız. Bunlar iflah olmaz… Bunlarla, gelgeç eylemlerin dışında bir ilişkimiz de olmaz bizim. BU AŞAMADA, DEVRİMCİ İLKELERİMİZ NELERDİR? 1- Antiemperyalizm 2- Antifeodalizm 3- Antişovenizm İçinde bulunduğumuz konağın bu üç ilkesini açalım: 1- Antiemperyalizm: Bugün, devrimcilik iddiasında bulunan bir grup açık ve kesin şekilde antiemperyalist olmak zorundadır. Yani yerli yabancı Modern Parababalarına (Finans-Kapitalistlere) karşı olmak mecburiyetindedir. Yabancı emperyalistler: ABD, AB ve Japon emperyalistleridir. Yerli emperyalistler “TÜSİAD”cılar, TİSK ve TOBB yöneticileridir. (Emperyalizm, bildiğimiz gibi “Tekelci Kapitalizmdir”.) 2- Antifeodalizm: Gerçek devrimciler, bugünün Türkiye’sinde antifeodal de olmak zorundadır. Yani Antika Tefeci-Bezirgân Sermaye Sınıfına ve onların, başta siyasi temsilcileri (Tayyipgiller) ve benzerleri gelmek üzere, tüm Ortaçağcı-Şeriat Düzeni taraftarı örgütlere-güçlere karşı olmak mecburiyetindedir. 3- Antişovenizm: Bugünün Türkiye’sinde antişovenist olmak; Türkiye’nin şu anki en önde gelen siyasi sorunu olan Kürt Meselesini; görmeyi, kabul etmeyi ve demokratik yani özgürlük, eşitlik, kardeşlik temelinde çözümünden yana olmayı gerekli kılar. Bu çözümün yöntemini ve biçimini Hikmet Kıvılcımlı, 1933’te, Elazığ zindanında ortaya koymuştur. Usta’nın bu eserinin adı; “İhtiyat Kuvvet: Milliyet (Şark)”tır. Bugünün diliyle bu esere; Kürt Meselesi ve Devrimci Çözümü de diyebiliriz. Bugün, devrimciliğin, tabiî gerçek İşçi Sınıfı Devrimciliğinin vazgeçilmez üç ilkesi bunlardır. Bunlardan bir tekini bile kabule yanaşmayan, veya özde değil de sözde savunur görünen herhangi bir akım, sadece sözde sol olabilir. Gerçek devrimci olamaz. O sebeple de biz, böyle gruplarla, kalıcı ittifaklar yapmayız, yapamayız. Ancak, bu üç prensibi de içten ve coşkulu biçimde savunan gruplar, bizim yoldaşımız olabilir. Sınırlarımızı böylece kesin şekilde çizmiş oluyoruz. Tabiî bir kez daha…

Doğu Perinçek, devrimcilere, sosyalist harekete ihanet etmiştir

Page 51: CIA Sosyalizminin Tarihi - İşçi Partisi'nin gerçek yüzü

("Kurtuluş Yolu" gazetesinin 51. sayısındaki "Başyazı"dan alıntıdır. -23

Ekim 2010)

D.Perinçek ve PDA Tayfasının tüm tezleri bugün Sevrci Sahte Solcular tarafından savunulmaktadır Yani 6 yıllık polis eğitiminde devletin devrimciler hakkında veremediği bilgiyi sözüm ona sol geçinen Aydınlık altın tepsi içinde sunuyordu gördüğümüz gibi. Doğu Perinçek ve PDA Tayfası, Parababaları devletine, CIA’ya, MİT’e, Polise ettikleri bu hizmetin ve Devrimci Kavgaya, Halklarımıza yaptıkları ihanetin hesabını vermeye mecburdur. Bunun dışında bu hainler tayfası CIA Sosyalizminin bütün tezlerini Türkiye’ye taşımıştır. O CIA ideolojisiyle doktrine edilmiş zavallıcıklar yetiştirmiştir. “Sovyet Sosyal Emperyalizmi” ve “Üç Dünya Teorisi”, bu tezlerin başında gelir. Bu antimarksist tezler, deneyimsiz genç devrimcilerin kafalarını karıştırmış, onlarda kalıcı bilinç bulanıklığı yaratmıştır. Bu ekip, AB-D Emperyalistlerinin saldırgan antikomünist askeri örgütü NATO’yu bile savunmuş, Türkiye’nin NATO’dan çıkmamasını, “Sovyet Sosyal Emperyalistleri”nin, “Yeni Çarlar”ın Türkiye’yi istilasına karşı kendini bu örgüt aracılığıyla savunmasını önermiştir. Bir CIA tezgâhı olan 12 Eylül Faşist Darbesini açıktan savunmuştur. Yurt dışında, yurt içinde ve faşizmin askeri mahkemelerinde yani “Sıkıyönetim Mahkemeleri”nde. “12 Eylül harekâtını savunan tek sol örgüt biziz” diye o mahkemelerde nutuklar atmışlardır. Sonra da bu ekip, bugün sizin savunduğunuz hemen tüm Marksizm dışı zırva tezlerin Türkiye’deki ilk savunucusudur. Siz, bu zırvalamaları onlardan devraldınız. Doğu Perinçek’in; “Kıvılcımlı’nın Burjuva Devlet ve Ordu Teorisinin Eleştirisi” adlı bir kitabı var. Buradaki yazılar o günkü gazete ve dergilerinde de çıkmıştır. Bu kitap ve diğer yayınlarındaki yazılarında Doğu Perinçek, sizin bugün bize yönelttiğiniz demagojik suçlamaların hemen tamamını Hikmet Kıvılcımlı’ya yöneltir. Usta’yı “orducu, darbeci, devletçi, şoven, Kemalist” olmakla suçlar. Ayrıca sizin, bugün savunduğunuz Ermeni ve Kıbrıs meselelerindeki tezlerinizi de Türkiye’ye getiren Doğu Perinçek ve avenesidir. Bakın Ermeni Meselesi’nde ne derler: “Osmanlı devleti, Hamidiye Alaylarını Kürtleri bölmek ve feodal parçalanmayı sürdürmek için kullandı. “(…) “Ermeni-Kürt çatışması yaratıldı. Ermenilerin anti-feodal ve milli mücadelelerine karşı Hamidiye Alayları seferber edildi. Kürt feodalleri Ermeni-Kürt çatışmasını kendi emelleri için körüklediler. Ermenilerin mallarını gaspettiler. Ermeni ve Kürt halkları birbirine kırdırıldı. “1894’te Sason Talor katliamında on binden fazla Ermeni, Hamidiye Alayları tarafından katledildi.” (Türkiye İhtilalci İşçi Köylü Partisi Davası, SAVUNMA, Aydınlık Yayınları, 1974, s. 409-410) Bu, gerçeği tersyüz ederek ortaya koyan satırlar şimdi sizin yayın organlarınızda tekrarladığınız satırlardır. Hem de kelimesi kelimesine değil mi?.. Bakın burada Rus Çarlık Emperyalizminin, İngiliz, Fransız, Alman ve ABD Emperyalizminin, halkları birbirine boğazlatarak Osmanlı’yı çökertme, parçalama ve paylaşma için tezgâhladığı aşağılık, kanlı, insanlık dışı oyunlar, Osmanlı’ya mal edilir. Emperyalistlerin bütün suçu Osmanlı üzerine yıkılır. Tıpkı emperyalistlerin yaptığı gibi… Ermeni burjuvalarının, emperyalistlerin kışkırtma ve desteğiyle; Kürt illerinin tamamında azınlık olmalarına rağmen, ayrı, bağımsız bir Ermeni devleti kurmak için başlattıkları isyanı, “Ermenilerin anti-feodal ve milli mücadelelerine karşı…” denilerek dolaylı bir anlatımla da olsa meşru kabul edilerek savunulur… Tıpkı bugün sizlerin yaptığı gibi… O zamanlar, “Ermeni soykırımı” teriminin kullanımı bugünlerdeki gibi moda değildi. O nedenle Doğu Perinçek ve tayfası da bunu kullanmıyor.

Page 52: CIA Sosyalizminin Tarihi - İşçi Partisi'nin gerçek yüzü

Biz, “Sason İsyanı”nın gerçek yüzünü, o yıllarda bölgede Rus Çarlığı’nın konsolosluğunu yapan Rus General Mayevsky’nin, Çarına olayların oluş şekli hakkında bilgi vermek için hazırladığı ve gönderdiği Raporları’na dayanarak göstermiştik. Bu çalışmamız, gazetemizde ve konuya ilişkin kitabımızda bulunmaktadır. Rus Generali Mayevsky’nin Raporları’ndan oluşan kitabı da stantlarımızda sergilenmekte, Parti şubelerimizde satılmaktadır. Gelelim Kıbrıs Meselesi’ne: Doğu Perinçek’in yine “Aydınlık Yayınları”ndan çıkan 1976 basımı 119 sayfalık, “Kıbrıs Meselesi” adlı bir kitabı vardır. Bugün sizin savunduğunuz tezin aynısını işler, çok ayrıntılı olarak. Sizinkiler, Doğu Perinçek’ten aldığınız tezleri çok yavan ve kuru biçimde dillendirirler, yazıp çizerler. D. Perinçek sizin şeflerinizden-ideologlarınızdan çok daha zeki olduğu için oldukça süslü biçimde savunur sizin Sevrci tezleri. Derin teorik temeller oluşturur onlara. Ustaları da bu saçmalıklarına malzeme olarak kullanmaya kalkar. D. Perinçek çok zekidir, ama aynı oranda da siyasi namus ve ahlâk fukarasıdır. O yüzden bir türlü tutarlı olamaz. Bir zaman çok keskin biçimde savunduğu tezlerin bir zaman sonra tam tersine sıçrar. Onları da aynı keskinlikte, uç noktada savunmaya girişir. 1970’lerde, 80’lerde, 90’ın da büyük bölümünde bugün sizin de savunduğunuz tezlerin hemen tümünü savunuyordu. O cepheyi iyice rezilleştirdikten sonra, bu sefer kalktı yurtsever, laik, Kemalist, ulusalcı cepheye atladı, 180 derecelik bir dönüş yaparak. Şimdi de orayı kirletmekle meşgul… Kıbrıs Meselesi’ne dönersek; şöyle der D. Perinçek: “Kıbrıs’a yapılan silahlı müdahale, Doğu Akdeniz’deki kargaşalığı daha da artırmıştır. İki süper devletin Orta Doğu ve Akdeniz’deki hegemonya çatışması her geçen gün şiddetlenmektedir. Kıbrıs, Süveyş ve Orta Doğu petrolleri bakımından taşıdığı önem dolayısıyla bu çatışmanın odak noktalarından birini meydana getirmektedir. Orta Doğu’da yeni bir savaşın patlak vermesi ihtimali her geçen gün büyümektedir. “(…) “Hâkim sınıflar, Kıbrıs’ı işgal etmekle yurdumuzun başına büyük bir bela açmışlardır. Türkiye, kargaşalığın gittikçe merkezine doğru çekilmektedir. Orta Doğu’da iki süper devletin yarattığı kargaşalık ve saldırı tehditleri bugün Türkiye’yi her zamankinden fazla ilgilendirmektedir. “(…) “İşgalci siyasete ve şovenizme karşı mücadeleyi cesaretle güçlendirmeliyiz. Türkiye hâkim sınıflarının, Kıbrıs’a barış ve özgürlük götürmek perdesi altında yaptıkları NATO jandarmalığını bütün halka açıklamalıyız. Bazı yurtseverler, estirilen şoven hava karşısında gerçeklerin halka açıklanmasına, “sonra tecrit oluruz” gerekçesiyle karşı çıkmaktadırlar. Devrimciler, her şart altında ve her türlü baskıya göğüs gererek gerçekleri ve halkın menfaatlerini savunurlar. “İşgalci siyasetin halkımızın menfaatlerine ne kadar zararlı olduğu, er geç gün ışığına çıkacaktır ve bugünden çıkmaktadır.” (agy, s. 86-87) D. Perinçek’in kitabının her sayfası bu anlamdaki zırvalamalarla doludur. Fakat görüldüğü gibi D. Perinçek bu saçmalıklarını devrimci motiflerle süslemeyi asla ihmal etmez. D. Perinçek, AB-D Emperyalistlerinin, Kıbrıs konusunda bugünkü tezleriyle ana düşünce bakımından tam bir uyum gösteren (Çünkü onlar da bugün Türkiye’yi Kıbrıs’ta işgalci olarak görmektedirler ve Türk Ordusu’nun Kıbrıs’tan derhal çekilmesini, KKTC’nin lağvedilmesini istemektedirler.) tezlerini size iyice benimsettikten sonra, 90’lı yılların sonlarına doğru aniden ve birden 180 derecelik yön değişikliği yaparak karşı cepheye-ulusalcı güçler cephesine zıpladı. Şimdi Türk Ordusu’nun Ada’daki varlığının ve KKTC’nin aynı şiddette savunucusudur. “Kıbrıs’ı veren Türkiye’yi de verir” diyen afişlemeler yapmaktadır. Siz, D. Perinçek’le 90’lı yılların sonlarına kadar, ideolojik birlik içinde olduğunuz için, onun geçmişte, 1980 öncesi ve sonrası yukarıda andığımız ihanetlerini görmezlikten geldiniz. 1992 1 Mayısı’nı onun önderliğinde, rehberliğinde kutladınız, Gaziosmanpaşa Meydanı’nda. Valilik sadece ona izin vermişti. Biz onu 1970’ten beri CIA Sosyalizminin Türkiye’deki savunucusu saydığımız için asla onunla birlikte iş yapmayacağımızı söyledik diğer sol gruplara. Biz ondan ayrı kutlamalıyız, kutlarız da dedik. Somut yer gösterdik. Ama HÖC hariç diğerleri sözümüze itibar etmediler. D. Perinçek’in yanına gideceklerini, onunla birlikte olacaklarını, dolayısıyla onun arkasına sığınacaklarını söylediler.

Page 53: CIA Sosyalizminin Tarihi - İşçi Partisi'nin gerçek yüzü

HÖC de 1 Mayıs’tan bir gün önce bize gelerek, bize verdiği sözde duramayacağını, kendisinin de D. Perinçek’in arkasına takılacağını bildirdi. Gerekçesini sorduğumuzda da aynen şöyle dedi: “Bize karşı polisin tavrı biliyorsunuz, çok sert oluyor…” Bazı 1 Mayıs’larda, eline tahta tüfekler verip tırışkadan üniformalar giydirdikleri gençleri, kaz adımı yürütüp, “Titre Oligarşi Parti Cephe Geliyor” diye bağırtan HÖC hazretleri işte bize böyle dedi. Onlardan ve bizden, bu görüşmeyi yapan Arkadaşlar halen hayattadır ve saflardadır. Biz o 1 Mayıs’ı, Yurtiçi Kargo Direnişçileri ve Permatik Grevcileriyle birlikte İkitelli’de grev yerinde (yani Permatik’te) kutladık. Siz, D. Perinçek’in ardına takıldınız ve onu kürsüden konuşurken huşu içinde dinlediniz… Şimdi söyleyin bakalım İP’çi kim?.. Yarın eski görüşlerine geri dönse –bu onun için hiç de zor olmaz– siz yine onunla birlik olursunuz… Bizse; o, ben yıllarca Türkiye Solu’na ihanet ettim, CIA Sosyalizmi yaptım, devrimci harekete ve Türkiye Halklarını karşı ağır suçlar işledim, bağışlanmamı-beni affetmenizi diliyorum, demedikçe onunla yan yana gelmeyiz, birlikte iş yapmayız…