Upload
others
View
5
Download
0
Embed Size (px)
Citation preview
Doğu Suat KALYONBeden Eğitimi ve Spor Öğretmeni
Voleybolun Dünya Tarihçesi
Voleybol 'un atası diyebileceğimiz "Mintonette" adlı oyun ilk olarak 1885 yılında, Amerika Birleşik
Devletleri'nde oynandı. Massachusetts'in Holyoke kentinde, okulu yeni bitirmiş genç bir beden eğitimi
öğretmeni, William G. Morgan, YMCA'de işadamlarına beden eğitimi yaptırmakla görevlendirilmişti. YMCA,
"Young Men's Christina Association" ın kısaltılmışı. Türkçesi : Genç Erkekler Hıristiyan Birliği. Amacı
toplumsal çalışmalarla Hıristiyanlığı yaymak olan bu kuruluş, o yıllarda bütün dünyaya kol sarmış bulunan
çok geniş bir misyoner derneğiydi. William G. Morgan bu derneğin Holyoke kentindeki şubesinde
işadamlarına önceleri kuru kuruya beden eğitimi yaptırırken, bir süre sonra, çalışmaları sıkıcılıktan
kurtarmak, sağlık için katlanılan bir eziyet durumundan uzaklaştırmak gerektiğini gördü. Eğlendirici, oyun
niteliği olan bir çalışma yolu aramaya başladı.
Eğlence Voleybolu
1891'de gene bir YMCA öğretmeninin, James Naismith'in bulduğu basketbol oyunundan yararlanabilirdi, ama bu oyun koşuya
dayanan, çarpışmalara yol açan, gençlere yönelik bir oyundu, yaşlılara göre değildi. Tenis vardı, ama ona da, raket, çevresi telli
düzgün bir alan gibi, her zaman, her yerde bulunmayan şeyler gerekliydi. Üstelik de, tenisi iki, en çok dört kişi oynuyordu. William G.
Morgan daha çok sayıda insanı, daha kısa bir sürede, topluca, fazla yorucu olmayan bir hareketliliğe sokmak istiyordu. Yeni bir oyun
düşündü. Tenis ağını yükseltip yerden 1.80-1.90 metreye gerdi. uzun boylu bir insanın başı hizasında. Basket topunun iç lastiğini
çıkarıp top olarak kullandı. (O zamanki basket toplarının dışı deri olur, içlerine lastik kese sokulup şişirilirdi.) Filenin iki yanına geçen iş
adamları bu lastiği kendi alanlarında yere düşürmemeye, filenin öbür yanına atmaya çabalıyor, parmakları, avuçları, yumrukları,
kollarıyla istedikleri gibi vuruyorlardı. İç lastiğin hafif geldiği görülünce, basket topu denendi, ama o da hem çok büyük, hem de ağırdı.
Bunun üzerine bir firmaya özel bir top yaptırıldı. Gene dışı deri, içi lastik keseli, daha küçük, daha hafif bir top. (Ölçüleri bakımından
günümüzdeki voleybol toplarına çok yakın bir topdu bu.) İşadamları filenin iki yanından güle oynaya bu topu öbür yana atmaya, kendi
alanlarında yere düşürmemek için sağa sola koşuşmaya giriştiler. Ne oyun alanı sınırlıydı ne de oyuncu sayısı. gelenler ikiye ayrılıyor,
oyun alanını istedikleri gibi belirliyor, başlıyorlardı oynamaya.
William G. Morgan amacına ulaşmış, çarpışması, itişmesi olmayan, tehlikesi az, çok temiz, yoruculuğu ise, oyuncu sayısını azaltıp
çoğaltarak, oyun alanını küçültüp büyüterek istendiği gibi ayarlanabilen, son derece eğlenceli bir oyun bulmuştu.
Kısa sürede Mintonette'e merak salanların arasında bir doktor (Dr Frank Wood), bir de itfaiye şefi (John Lynch) vardı. bu iki
Mintonette'çi, William G. Morgan'la birlikte, oyuna kurallar koymaya başladılar.
Ertesi yıl, 1896'da, Springfield koleji'nde düzenlenen bir YMCA beden eğitimi öğretmenleri toplantısında, Mintonette'den söz açılınca,
oyunu tanıtmak amacıyla bir gösteri maçı yapılması önerildi. William G. Morgan hemen gidip Holyoke'dan beşer kişilik iki takım
getirerek delegeler önünde oynamalarını sağladı, o güne kadar konan kuralları açıkladı. Takımlardan birinin kaptanı Belediye başkanı
J.J. Curran, öbürünün kaptanı itfaiye şefi John Lynch'di.
Mintonette oyunu, en kısa söyleyişle, "topu yere düşürmeden karşı alana atmak" diye tanımlanabilirdi. Yani topa havadayken vurmak.
Oyunu izleyenlerden Profesör Albert T. Halstead "Mintonette" yerine "volley Ball" adını önerdi. "Volley " tenis ile futbolda kullanılan bir
terimdi. "Topa yere değmeden vurmak" anlamına Mintonette oyununun temel özelliğine çok uygun düştüğü için bu ad hemen
benimsendi. (1952 yılında, yani ellialtı yıl sonra, A.B.D Voleybol birliği bu iki sözcüğü birleştirerek "Volleyball" diye yazılmasına karar
vermiştir.)
1896'da Springfiald Koleji'nde yapılan gösteriden sonra, istek üzerine, William G. Morgan o güne kadar
geliştirdikleri kuralları yazarak toplantı yöneticilerine sundu. Bunun üzerine bir komite kurulup voleybol
oyununu incelemek, geliştirmek, kurallarını belirlemekle görevlendirildi. YMCA dernekleri voleybolu kısa
sürede bütün Amerika Birleşik Devletleri ile Kanada'ya yaydıkları gibi, misyonerler aracılığıyla başka
ülkelere de götürdüler. J. Howard Crocker Çin'e, Franklin Brown Japonya'ya Dr. J.H. Gray Burma'ya,
Hindistan'a, daha başkaları Güney Amerika, Avrupa, Afrika Ülkelerine bu eğlenceli oyunu yarışırcasına
yaydılar. 1910 Yılında Filipinlere giden Elwood S. Brown ise orada voleybolu tanıtmakla kalmadı, üç yıl
sonra, 1913'de, yapılmasına öncülük ettiği Manila Uzak Asya Oyunları'nda voleybolunda yer almasını
sağladı.
İlk Smaç
1913 manila Uzak Asya Oyunları'nın voleybol tarihinde önemli bir yeri vardır. Daha önce parmaklarla, ellerle,
yumruklarla, kollarla, avuçlayarak, okkalayarak topu karşı alana atmaktan başka bir özelliği bulunmayan eğlence
voleyboluna bu tarihte ilk olarak "Smaç" hareketi girmiştir. günümüzün insanı "voleybol" denince her şeyden önce
smaç hareketini düşünür. 1913'e Kadar ise voleybolda böyle bir hareket yoktu. Amerikalılar voleybolu bulmuş,
geliştirmiş, dünyaya yaymış, ama oyuna smaç hareketini Filipinli'ler sokmuştur. Demek ki "Eğlence voleybolu"nun
bulucusu Amerikalılar; günümüzün çok sevilen sporu "Güç voleybol"una geçişi sağlayan "smaç" hareketinin
bulucusu da Filipinlilerdir.
Japonların uçan servisleri dünya voleybolunda ön sıralara geçmelerini sağlayan şaşırtıcı bir uygulamaydı.
1913 Manila Uzak Asya Oyunları'nda voleybol yarışmalarına katılmak üzere içerlerden, ormanlık bölgelerden
gelen bir takım, filenin önüne uzun boylu iri yarı bir oyuncu koyuyor, sonra da öbür oyunculardan biri topu onun
önüne doğru yükseltiyordu. Bu iri yarı adam havaya yükseltilen topu güzel güzel karşıya atacağına, bir iki adımlık
bir koşuyla gelip bütün gücüyle yumrukluyor ya da tokatlıyordu. böyle bir vuruşu kurtarma olanağı yoktu, öte
yandan kurallarda böyle bir vuruşu yasaklayan herhangi bir söz de yoktu. Oyuna bu tür bir hareketin girebileceği
kimsenin aklına gelmemişti anlaşılan. hemen Amerika Birleşik Devletleri'ne, YMCA dernekleri merkezine mektup
yazılıp ilginç durum anlatıldı, ne yapılması gerektiği soruldu. gelen karşılıkta, kurallarca yasaklanmayan her
hareketin geçerli olduğu belirtiliyordu. Böylece voleybola "smaç" hareketinin girişi onaylanıyordu, "eğlence
voleybolundan (Recreation volleyball) "Güç Voleyboluna (Power volleyball) doğru en önemli adım atılmış oluyordu.
Smaç hareketinin voleybol oyununu değiştirmekte ne kadar etkili olduğunu anlamak için, bu konu üzerinde biraz
durmak yeter.
Teniste fileye yaklaşıp karşıdan gele topa sert bir vole vurma ya da raket tutarak topu kesip file dibine
indirme hareketi vardır. voleybolda da arkadan kurtarılması çok güç olan smaçları engelleyebilmek için bu
yola gidilmiştir. Vurulan topu filenin üzerinden geçerken ellere çarptırıp karşı alana düşürmek, yani blok.
Demek ki günümüzün voleybolunda çok önemli bir yer tutan "blok" hareketini de bu spora "smaç" getirmiştir.
Sıçrama için de aynı şey söylenebilir. Smaç hareketi filenin yükseltilmesine neden olmuştur. smaç ile blok,
sıçrayan iki oyuncunun havada yaptıkları karşılıklı, birbirine bağlı iki hareket olarak voleybol sporunun
gelişmesini, bugünkü durumuna gelmesini sağlamışlardır. Parmaklarla topun karşı alana atılması diye
özetlenebilecek "Eğlence voleybolundan, ağır bir spor olan, üstün yapı, güç, kondisyon isteyen "Güç
voleyboluna smaç hareketiyle geçildiği açıktır.
Öyleyse, 1895'i genel olarak "voleybol "un, 1913'ü ise bugünkü anlamıyla "Voleybol Sporu "nün başlangıcı
diye kabul etmek gerekir.
Birinci Dünya Savaşı'nda voleybol Amerikan ordusunun önemli bir eğlence sporu durumuna gelmişti.
Dünyanın çeşitli ülkelerine dağılan Amerika birlikleri oralara voleybol fileleri, voleybol toplarıyla gittiler.
Böylece, voleybolun dünyaya yayılmasına misyonerlerden sonra Amerikan askerlerinin de büyük katkısı oldu.
1916 Yılında Amerika'da ilk Voleybol Kuralları kitabı yayımlandı. Daha önce, bu kurallar, genellikle YMCA
derneklerinin dergilerinde yer alırdı. Ama oyun artık iyice yaygınlaşmıştı. Nitekim YMCA'ciler yıllarca
geliştirilmesine, tanıtılmasına öncülük ettikleri bu sporun bütün ulusa mal edilmesi için, 1928'de, Amerika
Birleşik Devletleri Voleybol Birliği'nin kurulmasına da öncülük ettiler. Amerika'da ulusal turnuvalar yapılmaya
başlandı.
1939'da İkinci Dünya Savaşı patlayınca, voleybol Amerikan askerleriyle birlikte yeniden dünyanın dört bir
yanına yayıldı.
1942'de İse Sovyetler Birliği Washington Elçisi'nin yetkililere başvurarak voleybol oyunu üzerine bilgi topladığı,
Amerika'da uygulanan kuralları alıp memleketine gönderdiği görüldü.
1947'de Paris'de Uluslararası Voleybol Federasyonu kuruldu.
1948'de Amerika Birleşik Devletleri voleybol takımı Avrupa'da bir gösteri turnesine çıktı.
1949'da İlk dünya şampiyonası Çekoslavakya'nın Prag kentinde yapıldı. Birinciliği Çekoslavakya, ikinciliği yedi
yıl önce voleybol konusunda Amerika Birleşik Devletleri'nden bilgi isteyen Sovyetler Birliği kazandı.
1952'de Moskova'da yapılan kızların birinci, erkeklerin ikinci dünya şampiyonalarına ise Amerika Birleşik
Devletleri katılmadı. Hem erkeklerde, hem de kızlarda Sovyetler Birliği birinci, Çekoslavakya ikinci oldu.
1956'da Paris'de yapılan dünya şampiyonalarında da Amerika Birleşik Devletleri'nin erkeklerde altıncı, kızlarda
dokuzuncu olduğu izlendi.
Voleybolun artık bir Avrupa oyunu niteliği kazandığı, Amerika'nın gerilerde kaldığı, bu sporun hızlı
gelişmesine ayak uyduramadığı anlaşılıyordu.
1960'da Brezilya'nın Sao Poulo kentinde yapılan dünya şampiyonalarında takımlar şöyle sıralandı:
Erkeklerde birinci, Sovyetler Birliği; ikinci, Çekoslovakya. Amerika Birleşik Devletleri yedinci. Kızlarda birinci,
Sovyetler birliği; ikinci, Japonya. Amerika birleşik Devletleri altıncı.
Voleybolun Amerika'dan Doğu Avrupa'ya kaydığı artık biliniyordu. İlginç olan bir Asya ülkesinin, Japonya'nın
araya girmesiydi. Üstelik, Japonların bu dünya şampiyonasında ilgi çekmeleri yalnız dereceye girmelerinden
gelmiyordu. Oyuna yenilikler katmışlardı. Japon servis diye anılan değişik bir servis atıyor, servisleri parmak
yerine manşetle karşılıyorlardı. Özellikle sert balans servislerin manşetle alınması büyük kolaylık sağlıyordu
oyunculara. Japon erkekleri dereceye giremedilerse de, kızlar uçan servisleriyle hiç beklenmezken ikinci
oldular. Japonların çalışma süreleri de şaşırtıcıydı. Dört ile altı saat arası süren uzun antrenmanlar
yapıyorlardı. Maç günleri de kısaltmıyorlardı çalışma sürelerini. Diyelim maçları 16:00'da, Japon takımı saat
14:00'de gelip çalışmaya başlıyor, sonra oyuncular ellerini yüzlerini yıkayıp maça çıkıyorlardı. Buna karşılık,
Sovyet Birliği, Romanya gibi Doğu Avrupa takımlarının, maç sabahları birer saat süren hafif çalışmalar
yaptıkları görülüyordu.
1962'de Moskova'daki dünya şampiyonalarında Japon kız takımı Sovyet takımını yenerek birinci oldu.
Maçın ilk setinde hakem Japon takımının bloklarına sürekli file çalıyor, Sovyet oyuncular da hep blok aut
arayarak oynuyorlardı. İlk seti verince Japonlar bloksuz oynamaya başladılar, çok başarılı bir yer savunması
yaparak maçı 3-1 aldılar. Erkeklerde Japonya biraz daha göz doldurduysa da, gene dereceye giremedi,
alışılmış sıralama değişmedi : Sovyetler Birliği birinci, Çekoslovakya ikinci.
1957'de, Sofya'da yapılan bir toplantıda "voleybol"un Olimpiyatlara alınmasına karar verilmişti. Bu karar ilk
olarak 1964 Tokyo Olimpiyat Oyunları'nda uygulandı. Erkeklerde yine birinci, Sovyetler; ikinci,
Çekoslovakya, Kızlarda gene birinci, Japonya; ikinci Sovyetler.
Bir değişiklik olmamıştı. Teknik, taktik yönlerinden de pek bir yenilik yoktu. Ama yarışmalar sırasında
Tokyo'da yapılan toplantıda Uluslararası Voleybol Federasyonu bir kural değişikliği önerisini kabul ederek
blokta ellerin karşı alana geçebileceğini bildirdi.
Voleybolda köklü değişikliklere yol açacak bir karardı bu. Eller karşı alana sokulunca blok yanından geçme
olanağı, bloktan kaçma olanağı çok sınırlanıyordu. En önemlisi de pasların fileye yaklaştırılması
engelleniyordu.
Smaç ile Blok Dengesi
Başlangıçta, vücudun karşı alana hiçbir şekilde geçmemesi voleybolun kesin bir kuralıydı. Bu gün blokta
eller karşı alana geçebiliyor, hatta daha sonra yapılan değişikliklerle ayaklar da file çizgisine basabiliyor. Bu
gibi kural değişiklikleri smaç ile blok arasında bir denge kurmak için yapılmakta. Kurallar yüzünden smaç ile
bloktan birinin öbürüne üstünlük sağlanması istenmiyor.
Servis karşılamada, yer savunmasında, parmaklar yerine manşetin kullanılmaya başlanması, dünya
voleybolunun görünümünü kısa bir sürede değiştirdi.
Eller kendi alanında tutularak yapılan blok, "pasif blok", yalnız yüksek paslarla voleybol oynandığı sürece
smaçla eşit durumdaydı, smaç karşısında "çaresiz" değildi. Pas yüksek atılıyor, ikili blok vuruş yerine
gidiyor, smaçör sıçrayıp vuruyor, blok da topun geçeceği alanı kapatıyordu. Sonra, file önüne birdenbire
gelip alçak ya da kısa paslarla vurulan smaçlar başlayınca, ikili blok kurulamaz oldu. Tekli blok ise, tam
yerinde, tam zamanında çıkılsa bile, eller kendi alanında tutulacağından, "çaresiz" kalıyordu. Smaçör tekli
bloğun sağından, solundan kolayca geçebiliyordu.
Burada sözünü ettiğimiz "kısa" smaçlar, aşağıda özelliklerini anlatacağımız Asya voleybolunun erken
sıçramayla vurulan kısa smaçları değildir. Bazı antrenörler, Asya voleybolunu küçümsemek, yeni bir şey
olmadığını belirtmek amacıyla, "Biz vurmuyor muyduk, bizde vuruyorduk kısa, hem de ne biçim vuruyorduk
!" gibi sözler ederler. Oysa Asya voleybolunun kısa smaçı ile Avrupa voleybolunun eskiden kullandığı kısa
smaç aynı şey değildir.
Japonların voleybola getirdikleri yeniliklerden biri de, canlı, hırslı, yere yakın savunma anlayışıydı.
1962'de, Japon kızları, yer savunmasındaki üstün başarılarıyla dünya şampiyonu oldular.
Top filenin üstünden çok yüksek geçmiyor, ama Japon oyuncular ellerini karşı alana sokmadan pasif blok
yapmışlar. 1964'den önce bu uygulama, kurallara göre bir zorunluluktu.
Avrupa voleybolunun eskiden kullandığı kısa smaçta, oyuncu fileye hızla yaklaşır, top pasörün
parmaklarından çıkar çıkmaz sıçrayıp vurur. Vurulduğu anda top ölü noktadadır, yükselişi bitmiş bir an
havada durmuştur. Karşıdaki blokçu da top pasörün parmaklarından çıkar çıkmaz, smaçörle birlikte
sıçrar. Blokçu ellerini kendi alanında tutup eski kurala göre, pasif blok yaparsa, smaçör fileye dik
vurmadığı kadar hep geçecektir. Pas fileye çok yakın atılmamışsa, top fileye değmez bile. İşte eller karşı
alna sokularak yapılan aktif blok smaçörün bu kesin üstünlüğünü ortadan kaldırmıştır. Pasörün elinden
top çıktıktan sonra sıçrayan bir smaçörün, aynı anda sıçrayarak ellerini karşı alana sokan, topa
yaklaştıran bir aktif blokçuyu geçmesi kolay değildir. Bu durumda başarı oyuncuların üstünlüğüne,
ustalığına kalır.
Blokta ellerin karşı alana geçebileceği kuralı, kısa paslardaki gelişmeyle birlikte bozulan smaç ile blok
dengesini yeniden sağlamak için kabul edilmişti. Ama bu kural değişikliğinin voleybol üzerindeki etkileri
inanılmayacak kadar büyük oldu. Dünya voleybolu iki ayrı oyun tarzına yöneldi.
Japon oyuncular yüksek smaça karşı köşeye üçlü blok koymuşlar. 8 ile 10 numara ellerini karşı alana
sokarak aktif blok yapıyorlar. Her durumda bloğa çıkmayan ünlü pasör Nekoda (2) ise, karşı smaçörün
paralele döneceğini anlayınca, genç bir pasif blokla, onlara yardımcı olmuş.
Asya Voleybolu
"Aktif Blok" diye adlandırılan bu yeni blok anlayışına karşı ilk akla gelen çözüm, blok üstü smaçlardı.
1965-66 Yıllarında özellikle Doğu Avrupa Takımları, Çekoslovakya, Sovyetler Birliği, Doğu Almanya,
Polonya, Bulgaristan, çok uzun boylu oyunculara kule gibi yüksek paslar atarak blok üstü vurdurma
yolunu seçtiler. Smaçör yukardan vurunca, blok da ister istemez yukarı uzanıyor, elleri karşı alana
sokma kuralından yararlanamıyordu. Bu tarzın üstünlüğü fazla beceri istememesi, hata yapma
olasılığını azaltması, fizik gücüne dayanması, olağanüstü teknik çalışmaları gerektirmemesi
avantajıydı. Buna karşılık, oyun çok yavanlaşıyordu, tek düze, izlenmesi bıkkınlık veren bir aynı
hareketler dizisi haline geliyordu.
Doğu Asya takımları ise, kendi yapılarına daha uygun bir yol aramak zorundaydılar. Asya ülkelerinde
oynanan, kuralları değişik bir voleybol tarzının özelliklerinden esinlenerek, çabuk girişlerle ikili blok
kurulmasını önlemek, file hareketleriyle karşı blokçuları birbirini engeller duruma getirip bloksuz
vurmak, bloğun kıpırdamasına olanak vermeyecek kadar erken sıçramalarla kısa vurmak, file önünde
arka oyuncuları da sıçratarak kimin vuracağını gizlemek gibi yöntemlere başvurdular. İkili girişleri,
örmeleri geliştirdiler.
1970 Dünya Şampiyonası'nda en büyük smaçör seçilen Dimitar Zlanatov'a yüksek toplarda aktif blok
yapmak olanaksızdı. Topa iyice yukardan vuran bu smaçörü Doğu Alman blokçular çok geç pasif blok
çıkarak durdurmaya çalışıyorlar.
1966'da Çekoslovakya'da yapılan altıncı Erkekler Dünya Şampiyonası'nda Japonlar bu yeni anlayışlarıyla
oynadılar. Üstün teknik isteyen, çok hata yapma olasılığı yaratan, sürekli sıçradığı için son derece yorucu
olan, uzun çalışmaları gerektiren, bu yeni, izlenmesine doyulmayan voleybol, dereceye giremedi.
Beşincilikte kaldı. Çekler hatasız yüksek voleybolları ile birinci olurken, kısa smaçlarla süslenen bir yüksek
voleybol oynayan Rumenler ikinci oldular. Ancak on birinci olabilen Amerika Birleşik Devletleri'nin yetkilileri
ise antrenörlerine Avrupa voleybolunu inceleme görevini vermek gereğini duydular.
Ertesi yıl, 1967'de, Türkiye'de yapılan Avrupa Şampiyonası'nda, Sovyetler Birliği, Polonya, Romanya,
Çekoslovakya, Fransa, Arnavutluk, İsrail, Hollanda takımlarının, azda olsa, Japonları taklit eden hareketler
yaptıkları görüldü. Bir yandan bu hareketler deneniyor, bir yandan da herkes birbirine Japon voleybolunu
anlatıyordu.
Gene 1967'de, Tokyo'da yapılan beşinci Kızlar Dünya Şampiyonası'nda, Japonya'nın arkasından Amerika
Birleşik Devletleri'nin ikinci olduğu görüldüyse de, bu silkinme o kadarla kaldı.
1966 Dünya Şampiyonası'nda ilgileri üstüne çeken Doğu Almanya erkek takımı, 1972'ye kadar, çok yüksek
blokları, blok üstü smaçları az hatalı voleybolları ile hep söz sahibi göründülerse de, 1968 Meksika
Olimpiyat Oyunları'nda gene Sovyetler Birliği öne çıktı. Japon erkekleri ise ikinci oldular. Çok önemli iki maçı
3-2 veren Japon takımı ilk iki set karşısındakileri şaşkına çeviriyor, ama arkasını getiremiyor, kendi hızına,
insan dayanıklılığını aşan hızlı oyununa yenik düşüyordu.
Kızlarda da ilk iki dereceyi aynı ülkeler aldı : 1. Sovyetler Birliği; 2. Japonya
1970'de, Sofya'da yapılan yedinci Erkekler Dünya Şampiyonası'na Japonya'nın uzun boylu bir takımla
geldiği görüldü. Turnuvanın boy ortalaması en yüksek takımıydılar. Artık yalnız hızlı oynamıyor, araya
yüksek paslar da sokuyorlardı.
Japonların voleybola getirdikleri erken sıçramalı smaçlar önceleri büyük bir şaşkınlık yaratmış,
blokçuları çaresiz bırakmıştı. Japon oyuncu smaçı vurmak üzere, karşı blok yükselse de geç kalacak.
Daha smaçörle birlikte bloğa sıçramaya alışılmamış.
Japonların 1968'de Meksika Olimpiyat Oyunları'nda oynadıkları voleybolda aldatıcı smaç sıçramaları
önemli bir yer tutuyor, her smaçta vuran vurmayan birkaç kişi tam sıçranma yapıyordu. Bunun takımı
tükettiği, ilk setlerdeki hızın son setlerde sağlanamadığı görülünce, araya yüksek paslar sokmak
gereği duyulmuştu. Yüksek pasta yalnız vuracak olan sıçrıyor, ötekiler boşuna yorulmamış oluyorlardı.
Asya voleybolunda yüksek smaçın kullanılışı da değişiktir. topa tam uzanma ile çok yukardan, bloğa
çaptırarak vurulur. İyice yukardan düz vurulan bir top vuranın alanına yönelirse rahatça alınıp ikinci bir
hücum yapılır. Vuranın yönünden auta giderse, blok aut olur. Karşı alana yönelirse, çıkarılması öbür
takım için sorundur, çünkü bloktan seken topların nereye gideceği belli olmaz. Üstelik de yalnız oyun
alanından değil, gittiği her yeden topu çıkarıp oyuna sokmak gerekir. En azından iyi bir karşı hücum
yapılamaz.
Japonların uzun oyunculara önem vermelerinin bir nedeni de çok yüksek paslarla oynayan karşı
takımlara blok koymakta başarısızlığa düşmüş olmalarıydı. Üstünden vurulabilen bloklarla sayı
toplamak son derece güçtü.
1970 Sofya Dünya Şampiyonası'nda iki, iki buçuk saat süren çok zorlu maçlar oynandı. Asya
voleybolunun en iyi uygulayıcısı Japonya, aldığı bütün önlemlere karşın gene birinci olamadı. Doğu
Almanya yüksek voleybolu ile birinciliği aldı.
Ama voleybol otoriteleri Japonların üstünlüğünü görmüş, hakem oyunlarına kurban edildiklerini izlemişlerdi.
1972 Münih Olimpiyat Oyunları'nda voleybolun favorisi olarak herkes Japonya'yı gösteriyordu.
Japonlar dayanılmayacak kadar hızlı, aldatıcı sıçramalı oynamaktan vazgeçip kendi kendilerini
tüketmeyince, yenilmesi çok güç bir takım durumuna gelmişlerdi. Doğu Avrupa ülkeleri, yüksek voleybolda
direndikleri kadar, daha çok, daha çeşitli hücum silahları olan Asya voleyboluyla baş edemeyeceklerini
kesinlikle anladılar. Asya voleybolunun getirdiği yenilikleri kendi sistemlerine yerleştirmeye, oyun
anlayışlarını değiştirmeye yönlendiler. Sofya'daki bu şampiyonadan sonra bütün dünya ülkeleri Asya
voleybolunun etki alanına girdi.
1968 Olimpiyat Oyunları'nın şampiyonu Sovyetler Birliği takımı. Voleybola Japonların getirdiği manşet
benimsenmiş, çok güzel bir stille uygulanıyor. Üç metre içini almış olan oyunculardan ikisi de pas atacak
yetenekteler, top ne yana gitse sağlıklı bir yüksek pas çıkacak. Arkadan kaçan 1 numaralı pasör pas atarsa
öndeki 12 numaralı oyuncu bir kısa sıçraması yapacak. Vurmak için köşeleri tekli bloğa bırakmak gibi bir
kaygısı yok. Çünkü köşelere kule pas atılacak. Uzun boylu, uzun kollu, çok güçlü iki dev smaçör, yatay
hızdan yararlanarak iyice yükselmek, bloğun üstünden vurmak için oyun alanının dışına açılmışlar. Doğu
Avrupa voleybol anlayışının en üst düzeyde bir uygulaması.
Hızlı, aldatıcı hareketlerle oynanan voleybol fizik yetersizliğinin, daha doğrusu boy kısalığının yarattığı bir
tarzdır, ama uzun boylular hızlı oynayamaz diye bir kural yoktur. Yukarda da söylediğimiz gibi, 1970'de
Sofya'ya gelen Japon takımı uzun boylu bir takımdı.
1972 Münih Olimpiyat Oyunları'nda, beklendiği gibi, erkekler şampiyonu Japonya oldu. Kızlarda ise
Sovyetler birinci, Japonlar ikinci sırayı aldılar. İşin çok ilginç yanı, üçüncü ile dördüncünün de Asya takımları,
Kuzey Kore ile Güney Kore kız takımları olmasıydı.
Voleybolda bir "Asya okulu" kurulduğu, ayrıca bu anlayışın bütün dünyayı etkisinde bıraktığı, voleybol
oyununa yepyeni bir görünüm verdiği artık yadsınamazdı. Oysa alışkanlıkları içinde rahat eden,
değişiklikten hoşlanmayan, yeni şeyleri araştırmanın, öğrenmenin yorgunluğuna katlanmak istemeyen
tembel kafalar, "Asya voleybolu" nu gelip geçici bir yenilik saymak, küçümsemek yanılgısına düşmüş, uzun
süre direnmişlerdir.
Çağdaş Voleybol
1974'de Meksika'da yapılan Erkekler Dünya Şampiyonası'nda takımlar şöyle sıralandı : 1-Polonya; 2-
Sovyetler Birliği ; 3-Japonya ; 4-Doğu Almanya. Bu sıralama ilk bakışta "Asya voleybolu" nun üçüncülüğe
itildiği izlemini verebilir, ama gerçek şudur : Asya voleybolu artık şaşırtıcı bir yenilik değildi, getirdiği
üstünlükler, 1974 yılında, bütün dünyaca biliniyordu. Örnekse, Doğu Avrupa takımları yeniden öne çıkarken,
ilk olarak Japonlarda gördükleri hareketleri de kullanıyorlardı. Yani artık iki anlayış çarpışmıyor, iki anlayışı
da özümleyen çağdaş voleybol, birtakım değişiklikler, çeşitlemelerle, bütün takımlarca oynanıyordu.( Bu
arada Polonyalıların üç metre dışından smaçları gibi ilginç yenilikler de görülmekteydi).
1974 Dünya Şampiyonası'nda kızların sıralaması ise şöyle oldu: 1-Japonya 2-Sovyetler Birliği 3-Güney
Kore. Burada da yanlış bir izlenime kapılmamak, "Kızlarda Asya voleybolu üstünlüğünü sürdürüyordu," diye
düşünmemek gerekir. Anlayışlar arasında artı öylesine bir uzaklık kalmamıştı.
Bugünkü Sovyetler Birliği takımının görünümü ise Doğu Avrupa voleybol anlayışından çok uzak. Sovyetler
ile Brezilya 1982 Dünya Şampiyonası finalini oynuyorlar. Sağda dümdüz yükselmiş olan 3 numaralı oyuncu
uzak kurşuna sıçramış, 7 numara yarmaya giriyor, pas ise 5 numaraya atılmış. Bu bir alçak pas. Topun file
üstüne bir metreden fazla yükselmiş olması, 5 numaralı oyuncunun sıçrama gücünü kullanabilmesi, alçak
pası yukarıdan vurması için Brezilya'nın 6 numarası tekli blok yapacak, 8 ile 9'un yetişme olanakları yok.
Savin'in aldatıcı erken sıçraması ile Moliboga'nın yarma girişi, onları pasın atılacağı yerden uzaklaştırmış.
Bu da Asya voleybol anlayışının en üst düzeyde bir uygulaması.
Asya voleybolu, ortaya çıkış döneminde, bu tarza yabancı olan ülkeler için şaşırtıcıydı. Japonların birden
bire en üst sıralara fırlamaları biraz da bunun sonucudur. Ama kısa sürede bu şaşkınlık atlatıldı, hızlı
voleybol bütün dünyayı etkiledi, çabuk hareketlerin bütün sistemlerde az ya da çok yer almaya başladığı
görüldü. Çağdaş voleybol izlenmesi zevkli veren bir sporsa, bunu öncelikle file hareketlerine, yani Asya
voleybol anlayışına borçluyuz. Ne var ki bu yaygın etkileme, Asya voleybolunun üstünlüğüne de son vermiş
oldu. Bu gün hızlı voleybol oynamak başarı için yeterli değil. Çünkü herkes her şeyi biliyor. Uygulansın
uygulanmasın, bütün ülkelerde hızlı voleybol çalışılmakta. Hiç değilse, hızlı oynayan takımların nasıl
durdurulacağı öğreniliyor.
Zamanla bu tarzın içinde de değişik sistemler oluştu. İnceleyenler, hepsi hızlı voleybol oynayan ülkelerin
anlayışları arasında önemli ayrılıklar bulunduğunu gördüler.
Japonlar, Koreliler, Çinliler, işin öncüleri olarak çok çeşitlemeli, sayısız giriş değişiklikleriyle, pasörün
üstünlüğüne yaslanarak oynarken, örnekse, Polonya takımı oyuncularının hepsinin topluca uydukları, belli
işaretlerle başlatılan file hareketleri uyguluyor. Polonyalıların bu basitleştirilmiş hızlı voleybol anlayışını
Avrupa takımları daha kolay bulmaktalar. Oyunculara, file hareketi yapma bakımından, yaratıcılık
tanınmıyor, her şey önceden belli. Japonlarda serbest girişler yapılabilir, bunları pasör izlemek,
değerlendirmek zorundadır, onun için de işi çok daha güçtür. Sovyetler ise ortadan bir uzak kurşun pas
üzerine kuruyorlar oyunlarını. Böylece de hep tekli blok karşısında kalabiliyorlar. Buna karşılık Polonyalılar
daha çok iki numaradan ikili sıçramaları kullanıyor, örmeler yapıyorlar.
Bu değişik servis bekleyişlerinin arkasında uzun çalışmaların, birtakım deneylerden alınan sonuçların yattığı
bir gerçektir. Asya voleybol anlayışını, bir ülkenin uygulamalarından olduğu gibi kopya etmek söz konusu
değildir günümüzde. Her ülke çağdaş voleybola kendi yenilikleriyle katkıda bulunmaktadır.
Servis bekleyişleri de değişik bu takımların. Japonlar genellikle beşli kırık hat W bekleyişi yapıyorlar.
Polonyalılar U bekleyişi denen dörtlü bekleyişi yapıyorlar. Sovyetlerin, çeşitli bekleyişler arasında, L
bekleyişi denen, üç smaçörü sol başta toplayıp birden açılarak fileye saldırmalarını sağlayan bir bekleyişleri
var.
Görüldüğü gibi, günümüzde artık yatık voleybol mu, yüksek voleybol mu bir tartışma yapılamaz. Hızlı
voleybolu, her türlü pasıyla çağdaş voleybolu çeşitli ülkeler nasıl oynuyorlar, bunu araştırıp incelemek
gerekir.
Voleybolun Yayılışı
1976'daki Montreal Olimpiyatları'nda gene Polonya birinci, Sovyetler Birliği ikinci sırayı aldılar. Japonya
dördüncülüğe indi. Üçüncülüğü ise yeni bir takım, Küba kazandı. Kızlarda sıralama değişmedi : 1-Japonya;
2-Sovyetler Birliği; 3-Güney Kore. Burada üstünde durulması gereken şey, Doğu Avrupa ile Asya
takımlarının arasına bir Amerika takımının girmesidir. Önceleri yalnız Doğu Avrupa'da oynanan yüksek
düzeydeki voleybola, sonradan Doğu Asya ülkeleri katılmıştı, şimdiyse ortaya bir de Amerika takımı
çıkıyordu. Demek ki çağdaş voleybol bir yayılmayı getirmekteydi.
1978'de Roma'da yapılan Erkekler Dünya Şampiyonası bu bakımdan çok ilginç bir görünümle sona erdi:1-
Sovyetler Birliği; 2-İtalya; 3-Küba; 4-Güney Kore. Yörelere göre sıralarsak:1-Doğu Avrupa; 2-Batı Avrupa; 3-
Orta Amerika; 4-Doğu Asya. Oldukça şaşırtıcı bir sonuç.
Gerçi voleybolun çok yaygın bir spor olduğu hep bilinirdi, dünyanın her yanında voleybol oynanmaktaydı,
ama yüksek düzeydeki voleybol belli yörelerin sporuydu. Anlaşılan bu durum artık değişiyordu.
1978'de Sovyetler Birliği'nde yapılan Kızlar Dünya Şampiyonası'nda da değişik bir görünüm çizildi: 1-Küba;
2-Japonya; 3-Sovyetler Birliği;4-Güney Kore; 5-A.B.D 6-Çin.
Kızlar dünya şampiyonalarına daha önce yalnız bir kez, 1974'de, katılıp yedinci olan Küba birinciliği
kazanmış; 1967 yılı ikincisi A.B.D. on birincilik, on ikincilik gibi derecelerde dolaşırken, yeni bir atılımla
beşinciliğe yükselmiş; 1956 yılı altıncısı Çin, 1962'de dokuzunculuk, 1974'de on dördüncülük gibi iki
dereceden sonra yeniden altıncılığa ulaşmıştı.
1980'deki Moskova Olimpiyatları'na bazı ülkeler siyasal nedenlerle sporcularını göndermediler. Bu arada,
A.B.D.'nin uzun emeklerle hazırlanan, ne yapacakları merakla beklenen kız voleybolcuları da yarışmalara
katılamadı.
İlk dereceleri, başlangıç yıllarında olduğu gibi, Doğu Avrupa ülkeleri paylaştılar.
1980 Olimpiyat Oyunları'na hazırlanırken, 1978 Dünya Şampiyonası'nda beşincilik gibi umut veren bir
dereceye ulaşan A.B.D.'nin kız voleybolcularını Amerikalı sporseverler büyük bir ilgiyle izlediler. dünyanın
en iyi kız takımları, Sovyetler, Japonlar, Kübalılar ile ülkenin çeşitli kentlerinde maçlar yapıldı, turneler,
turnuvalar düzenlendi, başarılı sonuçlar alındı. 1979'da, Minnesota Üniversitesi'nin spor salonunda, Sovyet
kızlarıyla oynanan bu maçı 12.942 kişi izlemişti.
1982'de Arjantin'de yapılan erkekler Dünya Şampiyonası'nda ise beklenmedik takımlar öne çıktı. Çağdaş
voleybolun bütün dünyaya yayıldığı açıkça görülüyordu. Bu yayılışı tam olarak belirlemek için ilk on beş
dereceyi alan takımları sıralayalım :
1-Sovyetler Birliği
2-Brezilya
3-Arjantin
4-Japonya
5-Bulgaristan
6-Polonya
7-Çin
8-Güney Kore
9-Çekoslovakya
10-Küba
11-Kanada
12-Doğu Almanya
13-A.B.D
14-İtalya
15-Romanya
Gene 1982'de Peru'da yapılan Kızlar Dünya Şampiyonası'nda da ilk on beş sırayı şu takımlar aldı:
Dünya voleybolunu zorlayan yeniler. 1982 Kızlar Dünya Şampiyonası: Altın Çin'in, Gümüş Peru'nun, Bronz
A.B.D.'nin.
1-Çin
2-Peru
3-A.B.D
4-Japonya
5-Küba
6-Sovyetler Birliği
7-Güney Kore
8-Brezilya
9-Bulgaristan
10-Macaristan
11-Kanada
12-Avustralya
13-Meksika
14-Batı Almanya
15-İtalya
Görüldüğü gibi, ilk on beş dereceye giremeyen, şimdilik, yalnızca Afrika ülkeler.
Bu düzeyde takımlar, gelip geçici çalışmalarla yetiştirilemeyeceğine göre, dünyanın dört bir yanında,
durmadan yaygınlaşan bir "güç voleybolu" etkinliğinin sürdürülmekte olduğunu söyleyebiliriz.
Voleybolun Türkiye Tarihçesi
Başlangıç Dönemi (1919-1951)
Voleybol Türkiye'ye Birinci Dünya Savaşı'nı izleyen Mütareke günlerinde geldi. 1919-1925 yılları arasında İstanbul'da
YMCA'in müdürlüğünü yapan Dr. Deaver adlı Amerikalı, derneğin spor salonunda voleybol oynatmaya başlamış, kısa
zamanda beden eğitimi öğretmenlerimizin ilgisini bu yeni spor oyununa çekmeyi başarmıştı.
1919'da voleybol daha Avrupa'ya yayılmış değildi. Bulunalı topu topu yirmi dört yıl olmuş, hele smaçla oynanmaya
başlanışının üstünden daha ancak altı yıl geçmişti.
Calaloğlu'ndaki Erkek Muallim Mektebi'nin beden eğitimi öğretmeni olan ünlü spor adamı Selim Sırrı TARCAN, YMCA'de
görüp oynadığı voleybolu, bedensel yetenekleri geliştiren, temiz bir spor oyunu olarak benimseyip öğrencilerine
öğretmeye başladı. 1920-1924 yılları arasında Erkek Muallim Mektebi'nden çıkan beden eğitimi öğretmenleri de bu sporu
kısa sürede okullarımız yaydılar. Kabataş, Vefa, Pertevniyal, Galatasaray, İstiklal, Haydarpaşa, İstanbul liselerinde
yoğunlaşan çalışmalar, önce okullar arası turnuvalara yol açtı. Voleybol oynayan çocuklar okullardan mezun olmaya
başlayınca da, çalışmalar üniversitelere, kulüplere doğru genişledi. Bu gün bir basketbol yuvası olarak bilinen İstanbul
Teknik Üniversitesi, o zamanki adıyla Yüksek Mühendis Mektebi, 1924-1944 yılları arasında voleybolun beşiğiydi.
Ankara'daki Siyasal Bilgiler Fakültesi, o zamanki adıyla Mülkiye Mektebi de, voleybola öncülük eden bir yüksek okuldu.
Kulüpler arası lig maçlarına geçildiğinde voleybolcu sayısı hayli yükselmişti. Çeşitli kentlerde yapılmaya başlanan
şampiyonaları, 1949'da Türkiye Voleybol Şampiyonası izledi.
Gene de takım sayısı fazla değildi. Örnekse 1951 yılında İstanbul Voleybol Ligi şu yedi takım arasında
oynanıyordu: Altınordu, Beyoğluspor,Galatasaray, Vefa Kadıköyspor, Kurtuluş, Moda. Bu takımlardan başa
oynayanlar Vefa ile Kadıköyspor idi.
Otuz iki yıl süren bu başlangıç döneminde Türk voleybolu bütünüyle dışa kapalı kaldığından çok ilkel bir
görünümdeydi. Spor Oyunları Federasyonu adı altında kurulmuş bir federasyon basketbol, eltopu,
voleybolu birlikte yönetmeye çabalıyor, yeterince etkin olamıyordu.
1952'de Mısır'a giden üniversiteli basketbolcularımızla voleybolcularımız General Necip'le. Soldan sağa,
Muammer(Basketbol, Aleksandre Holyafkim (Voleybol), Yiğit Ayaşlıoğlu(V), Selçuk Atamer(V), Erdoğan
Partener(B), Vahit Çolakoğlu(Yönetici), Mısır Fahri Konsolosumuz Kemal Faruki, Yılmaz Gündüz(B),
General Necip, Sacit Seldüz(B), Yalçın Okaya(B), Mısırlı bir subay, Sinan Erdem(V), Mısırlı Binbaşı Behiç,
Cemil Sevin(B), Ayhan Demir(V). Öndekiler: Atilla Erten(B), Ziya Kayacan(V), Orhan Bilgin(V), Turhan
Tezol(B), Nejat Diyarbakırlı(B), Lui Şalabi(V), Seyhan(B), Valentin Holyafkim(V).
Oysa sporcularımızda dışa açılma özlemi büyüktü. Öylesine ki, 1946 yılında ülkemize Yunanistan'dan gelen
bir basketbol takımında voleybolcularında yer aldığı öğrenilince, durum hemen Spor Oyunları Ajanı Turgut
ATAKOL'a iletilmiş, onun aracılığıyla Atina-İstanbul karmaları adıyla bir maç oynanması sağlanmıştı.
Voleybolda ilk yabancı karşılaşmamız olarak anabileceğimiz bu maç, o zamanki kurallara göre üç set
üzerinden oynanmış, 2-0 İstanbul Karması'nın üstünlüğüyle sona ermişti. Bu karmada yer alan o günün
ünlü oyuncuları şunlardı: Güneri ARTUNKAL, Dinçer ASENA, Mehmet Jeba BERKÖK, Ayhan DEMİR,
Payidar DOBRA,Gültekin GÜLER, Aleksandre HOLYAFKİM, Valentin HOLYAFKİM, Uğur KALAFATOĞLU,
Erdoğan KUTKAN, Sacit SELDÜZ, Merih SEREZ.
Bu gerçi uluslararası bir karşılaşmaydı, ama bizim hakemlerimizle ( Yani bizde geçerli kurallarla) üstelik de
öncelikle basketbolcu olan sporculara karşı oynanmış, tam anlamıyla bir "dostluk" maçıydı. 1952 yılında ise
başka bir uluslararası karşılaşma Türk voleybolunun görünümünü bütünüyle değiştiriverdi.
Dışa Açılma(1952-1957)
O dönemde Türk voleyboluna yalnız oyunculuğu, antrenörlüğüyle değil, girişimci kişiliğinden kaynaklanan
gönüllü yöneticiliğiyle de büyük katkılarda bulunan Ayhan DEMİR, 1952 yılında, ne yapmış ne etmiş,
üniversiteli sporculardan kurulu bir basketbol takımı ile bir voleybol takımını, Mısır'ın çağrılısı olarak
Kahire'ye götürmüştü.
Türk voleybolcuları orada yabancı hakemlerden, bizde uygulanan kuralların çoktan değiştirilmiş olduğunu,
oyunumuzun dizilişlerden vuruşlarımıza kadar pek çok yönüyle uluslararası kurallara uymadığını öğrenince,
büyük bir düş kırıklığına uğradılar. yurda dönüldüğünde Spor Oyunları Federasyonu'na başvurulup durum
ayrıntıları ile anlatıldı : Yıllardır yabancı karşılaşma yapmamak, kuralları izlememek yüzünden, utanç verici
bir duruma düşülmüştü.
İlk ulusal takımımız. Soldan sağa ayaktakiler: Aleksandre Holyafkim, Marsel Şalabi, Ayhan Demir, Sacit
Seldüz, Saman Bergerden, Sinan Erdem, Lui Şalabi. Oturanlar: Vahit Çolakoğlu, Muammer Pamuk, Haluk
Kanbay(Antr.), Faik Gökay(S.O.F. Başkanı), Tevfik Artun(Hakem). Öndekiler: Ziya Kayacan, Gültekin Gürel,
Selçuk Atamer, Valentin Holyafkim, Yiğit Ayaşlıoğlu.
Bunun üzerine, 1953'de, Yugoslavya ile İstanbul'da bir maç yapılması için harekete geçildi. Bir ulusal takım
seçilip Mısır'da edinilen bilgilerin elverdiğince çalıştırıldı. Takımda yer alan oyuncular şunlardı.
Selçuk ATAMER,
Yiğit AYAŞLIOĞLU,
Saman BERGERDEN,
Ayhan DEMİR,
Sinan ERDEM,
Gültekin GÜREL,
Aleksandre HOLYAFKİM,
Valentin HOLYAFKİM,
Ziya KAYACAN,
Sacit SELDÜZ,
Lui ŞALABİ,
Marsel ŞALABİ
por ve Sergi Sarayı'nda oynanan bu ilk beş setlik maçımızda ulusal takımımız Yugoslavların yadırgadığı
çekmelerle bir set kapıp 3-1 yenildi.
Yugoslavlar pasör kaçırarak üç oyuncuyla hücum ediyorlardı. Bizim voleybolumuz ise daha üç pasör üç
smaçör anlayışını aşmış değildi. Nerden vuracağı önceden belli tek smaçörle hücum ediyorduk.
Bu maçı bir Türk başhakem yönetmese büsbütün çaresiz kalacaktık. Çünkü daha faullü vuruşlarımızı
düzeltebilmiş değildik.
Spor Oyunları Federasyonu yetkilileri, durmadan gelişen dünya voleybolu karşısındaki durumumuzu
gözleriyle görünce, sporcularımızı, antrenörlerimizi eğitmek üzere, Yugoslavya'dan bir antrenör getirdiler.
Danila POJAR adındaki bu antrenör Türkiye'deki maçları izledi, kurslar açtı, takımlarımızın çağdaş
yöntemlerle çalıştırılmaları için gerekli bilgileri verdi.
Aynı yıl Ankara'da düzenlenen üç üniversite takımı arasındaki uluslararası turnuvayı, Yugoslavya ile
Yunanistan'ı yenen Türkiye kazandı.
Ama, bir yıl sonra, 1945'de, Belgrat'ta yapılan ikinci ulusal maçımızda Yugoslavya'ya gene, hem de 3-0
yenildik. Maç on yedi dakika sürmüş, Türk takımı çözülüp gitmişti. Ama artık faullü çekmelerle oynamıyor,
smaç vuruyorduk.
Belgrat'ta Yugoslavya ile oynadığımız ikinci ulusal maçımızda görev alan voleybolcularımız soldan sağa:
Sinan Erdem(K), Ayhan Demir, Orhan Bilgin, Şakir Erman, Mahir Aras, Semih Aygıt, Burhan Yamanoğlu, Ali
Rıza Olcayto Cihat Özgenel, Erdoğan Teziç, Lui Şalabi, Valentin Holyafkim.
1955 yılında ulusal takımımız hiç maç yapmadı. Ama yabancılarla oynamanın, iyi takımları görmenin
önemini anlayan sporcular dışa açılmanın başka yollarını aradılar. 1953'den 1957'e kadar sürekli hem
İstanbul, hem Türkiye Şampiyonu olan Galatasaray takımı, ulusal takımın birçok oyuncusunu da içinde
bulunduran kadrosuyla 1955 yılını yabancı karşılaşmalarla geçirdi.
1954'de, Belgrat'taki ulusal maçımızı açık havada bir sağanak yağmur sonrasında, mazot döküp yakılarak
kurutulan, toprak bir voleybol alanında oynamıştık. Ayhan Demir(4) plase atıyor, Valentin Holyafkim(3) ile
Lui Şalabi dublaja girmişler. Pası Cihat Özgenel yükseltmiş.
En güvenilen oyuncu, Ayhan DEMİR, o günlerin anlayışına uyarak, takımının antrenörlüğünü de
yapmaktaydı. Önce Bulgar takımlarıyla oynandı. Sonra Fransa'da iki Yugoslav, bir İtalyan, bir Fransız
takımının katıldığı beşli bir turnuvaya gidildi. bu turnuvada Galatasaray iki Yugoslav takımının arkasından
üçüncü olmak başarısını gösterdi.
Ertesi yıl, 1956'da, Türkiye Paris'de yapılan üçüncü Erkekler Dünya Şampiyonası'na katıldı. Sovyetlere 3-0,
Kore'ye (2-0 öndeyken) 3-2 yenilerek klasman grubuna kalan takımımız Avusturya ile Luxemburg'u 3-0
yenip Hindistan'a 3-0 yenilerek sıralamada yirmi ikinci oldu.
Takımı maçlara kaptan Ayhan DEMİR hazırlamış, hem oyunculuk, hem koçluk yapmıştı. Oysa bütün
takımların kenarda oturan antrenörleri vardı.
Dünya Şampiyonası'ndan, "Kore maçını kaçırmasaydık çok daha iyi bir derece alacaktık" görüşüyle,
uluslararası maçlara iyice alışılmış olarak dönüldü.
1957'de, İstanbul'da, Fatih Kupası adıyla çok büyük bir turnuva düzenlendi. Sovyetler Birliği, Çekoslovakya,
Romanya, Bulgaristan, Yugoslavya, İran ile Türkiye'nin katıldığı bu turnuvaya takımımız Çekoslovakya'dan
getirilen ünlü bir antrenör, Jiri KOBRLE hazırladı. Türkiye yalnız İran'ı 3-0 yendi, öbür takımlardan set
alamadı, ama artık biz de voleybolu, bu alanda ileri gitmiş dünya ülkelerinin oynadığı gibi oynuyorduk.
Seyircilerimiz, tribünlerdeki genç sporcularımız ise, "güç voleybolu" denilen sporun özelliklerini en yüksek
düzeyde oynayanlardan görmek olanağını elde etmişlerdi. Bu tarihten sonra spor çevrelerinde voleybola
verilen önem birdenbire arttı.
Ulusal takımımız çalıştıran Jiri KOBRLE'den, memleketine dönmeden önce, antrenör kurslarında da
yararlanılarak Doğu Avrupa voleybolunun kurumsal özelliklerinin öğrenilmesi yolunda önemli bir adım
atılmış oldu.
Doğu Avrupa Voleybolu (1958-1967)
1958'de Voleybol-Eltopu Federasyonu kuruldu. Eltopunun o dönemde yaygın bir spor olmadığı
düşünülürse, bu ayrılmanın voleybol için önemi kolayca anlaşılır. Voleybol artık yüksek düzeydeki
yöneticilerce de önemsenen, atılım yapması beklenen bir spordu.
1958'de, Çekoslovakya'nın Prag kentindeki Avrupa Erkekler Şampiyonası'na takımımızı hazırlaması için
ünlü Rumen antrenör Nicolae SOTIR çağrıldı. Türkiye bu şampiyonada on birinci olurken Avusturya(3-0),
Arnavutluk(3-1),Mısır(3-0),Finlandiya(3-1) gibi takımları yendi. Doğu Avrupa voleybolunu artı başarıyla
uyguluyor, Batı Avrupa takımlarıyla başa baş oynayacak duruma gelmiş görünüyorduk. Tıpkı Kobrle gibi,
Sotir de antrenör kursları yöneterek voleybol adamlarımızın kuramsal yönden gelişmelerine katkıda
bulundu.
Fatih Kupası maçlarının gördüğü büyük ilgiden güç alan Federasyon, İstanbul'da uluslararası turnuvaları
belli aralarla tekrarlamaya başladı. 1965'e kadar dört İstanbul Enternasyonal Voleybol Turnuvası izlendi.
Dünyanın en güçlü voleybol takımları olarak bilinen Sovyetler Birliği, Çekoslovakya, Romanya, Bulgaristan,
Yugoslavya, Macaristan, Polonya'nın ünlü oyuncuları, seyircilerimizin, özellikleriyle tanıdıkları sporcular
oldular. Voleybol oynamaya heves eden çocuklarımızın sayısı arttığı gibi, voleybola yeni başlamış olan
küçük yaşlardaki sporcularımızın görgüsü de büyük oranla arttı.
Fatih Kupası maçlarına katılan ulusal takımımız soldan sağa: Ayhan Demir(K) Şakir Erman, İrfan Yener,
Güngör Demirtaş, Burhan Yamanoğlu, Ender Kurt, Sinan Erdem, Erdoğan Teziç, Şevket Güventürk, Atilla
Sesören, Ömer Kuntay, Değer Eraybar, Nasuhi Ünlü, Yiğit Ayaşlıoğlu, Antr. Jiri Kobrle.
Galatasaray Bulgaristan'daki maçlarından birinde. Soldan sağa: Yiğit Ayaşlıoğlu(K), Ayhan Demir, Değer
Eraybar, Aral Sürek, Sinan Erdem, Pavlo Ditovski, Erdoğan Teziç, Oral Yılmaz, Özer Ödelli, Egemen
Güredin, Güngör Demirtaş, Ertan Pamir.
Bu arada kurslar yönetmek, ulusal takımlarımızı çalıştırmak için, bir Rumen antrenör daha geldi Nicolae
MURAFA.
Bu antrenörün büyüklerin yanı sıra genç erkek takımımızı da çalıştırması, voleybolumuzda yeni bir kuşağın
söz sahibi olmaya başladığı 1966 yılına denk düşmüştü.
Doğu Avrupa voleybol anlayışına bağlı, uzun süreli, programlı çalışmalara yatkın bir antrenör olan Hilmi
TÜKEL'in, kendi yetiştirdiği gençlerden kurulu Fenerbahçe takımı, bu dönemde, tam bir serpilmenin
eşiğindeydi. Daha başlarken Doğu Avrupa voleybol anlayışına göre hazırlanmış olan bu yükselme özlemi
içindeki sporcular, Murafa'nın çalıştırdığı genç ulusal takımda yer alıp uluslararası deneyim kazanınca,
1966-1967 dönemi İstanbul birinciliğini, Galatasaray'ın yılların şampiyonu "Yenilmez Armada"sından
koparmayı başardılar.
1966 yılı Ağustosunda Macaristan'da yapılan Genç Erkekler Voleybol Şampiyonası'nda Türk takımı on ikinci
oldu.
1966-1967 döneminde İstanbul birinciliğini kazanan Fenerbahçe'nin genç kadrosu, yöneticilerin ilgisizliği
yüzünden dağılıncaya kadar, hep başarılı oldu. 1968'de bir Galatasaray maçına çıkan ilk altı: Özcan
Sarıtürk(9), İbrahim Vuran(10), Mehmet Toydemir(1), Deniz Esinduy(4), İsmail Vuran(3) Ahmet Özkan(11).
Aynı yılın Ekim ayında Çekoslovakya'da yapılan altıncı Erkekler Dünya Şampiyonası na katılan takımımıza
antrenör Murafa bu genç takımdan beş oyuncu aldı. 1956-1968 yılları arasında ulusal takımımızın
değişmez adamı Değer Eraybar takım kaptanıydı. Türk voleybolunun Doğu Avrupa anlayışına geçiş
döneminde yetişmiş en büyük sporculardan biri olan, bu öğrenme, değerlendirme, uygulama gücü yüksek
oyuncu, Murafa'nın yardımcılığını yapıyor, antrenörlüğe dönüm yıllarında, otuz yaşının olgunluğuyla,
voleybolumuzu alttan gelen kuşağa aktarmakta önemli bir rol oynuyordu.
Murafa'nın gençleştirilmiş takımı, Çekoslovakya'daki Dünya Şampiyonası'nda on beşinci olma başarısını
gösterdi. Bu başarı sözcüğünün gelişigüzel kullanılmadığını belirtmek için, sıralamada altımızda kalan
takımların adlarını verelim: 16-İtalya; 17-Küba; 18-Fransa; 19-Finlandiya; 20-Batı Almanya 21-Moğolistan;
22-Danimarka.
Ertesi yıl Türkiye çok büyük bir organizasyonu yüklendi: 1967 Avrupa voleybol şampiyonaları. Yirmi erkek,
on yedi kız takımının katıldığı maçlar Ankara, İstanbul, İzmir, Adana'da 26 Ekim günü başladı. Finalleri ise
kızlar İzmir'de erkekler İstanbul'da oynadılar.
İstanbul'da Sovyetler Birliği, Çekoslovakya, Polonya, Romanya, Macaristan, Doğu Almanya, Yugoslavya,
İtalya arasında oynanan, bir hafta süren maçlar, tribünleri dolduran genç sporcularımız için eşsiz bir görgü
eğitimi olduğu gibi, voleybola birtakım yeniliklerin gelmekte olduğunu da açıkça gösterdi.
1966'da, Çekoslovakya'da yapılan Erkekler Dünya Şampiyonası'nda Japonların sergilediği Asya
voleybolunun hareketleri, Sovyetler Birliği, Çekoslovakya Polonya, Romanya takımlarının oyuncularınca
deneniyor, bir yıl önce Çekoslovakya'daki Dünya Şampiyonası'na katılmış olan voleybolcularımızın anlata
anlata bitiremedikleri "Japon Voleybolu" tribünlerin başlıca konusu olmayı sürdürüyordu.
1966'da Çekoslovakya'daki Dünya Şampiyonası'na katılıp on beşinci olan ulusal takımımız. Soldan sağa
ayaktakiler: Bahattin Şençağda, Aşkın Uygur, Abdullah Yaşar, İbrahim Vuran, Mustafa Topaç. Öndekiler:
İlhan Çetinkaya, Deniz Esinduy, Aziz Kalaoğlu, Şakir Tunçkol, Tunç Kurtböke, Değer Eraybar(K).
1958-1967 yılları arasındaki kısa dönemi Türk voleybolunun çok iyi yönetildiği, parlak bir dönem olarak
anmak gerekir.
Voleybolumuzu bu dönemde bilgisizlik batağından kurtarılıp uluslararası turnuvalarda dereceye girecek
düzeye yükseltilmiş, çok başarılı sporcular yetiştirilmiş, antrenör kursları açılmış, dünyanın en büyük
takımları Türk seyircilerinin karşısına tekrar tekrar çıkarılmış, kız ulusal takımı kurularak şampiyonalara
sokulmuş, yapılan yoğun çalışmalarla uluslararası voleybol çevrelerinde saygınlık kazanmamız sağlanmış,
bunun sonucu olarak da Vahit ÇOLAKOĞLU, Sinan ERDEM, Meno ZAMBOĞLU gibi yöneticilerimiz dünya
voleybol kuruluşlarında uzun yıllar sürecek çok önemli görevlere getirilmişlerdir.
Asya Voleybolu(1968-1975)
1966'da Murafa'nın Çekoslovakya'daki Dünya Şampiyonası'na götürdüğü ulusal takımımızın beş genç
oyuncusu Deniz ESİNDUY, İlhan ÇETİNKAYA, Aziz KALAOĞLU, Mustafa TOPAÇ, İbrahim VURAN idiler.
"Japon voleybolu"nu genç yaşta, gelişme yıllarında görme olanağı bulan bu voleybolcularımızdan İlhan
ÇETİNKAYA ile İbrahim VURAN, özellikle yeniliklere açık, gelişme, ilerleme özlemi içinde gençlerdi. Her ikisi
de oynadıkları takımlarla Asya voleybol anlayışının hareketlerlerini sokmakta öncülük ettiler. Antrenörlük de
yapan ilhan ÇETİNKAYA çalıştırdığı takımları bütünüyle bu anlayışa yönlendirdi. Ayrıca, 1971 yılında,
genellikle Japon antrenörlerin yaptıklarından kaynaklanan, Asya voleybol anlayışının kurumsal temellerini,
uygulama tekniklerini açıklayan, Voleybol adlı bir kitap da yayımlandı.
1966'da ulusal takımımızın kaptanlığını yapan, sporculuğu bırakıp bütünüyle antrenörlüğe adanma
hazırlıkları içindeyken "Japon voleybolu "nu görme olanağını elde eden Değer ERAYBAR ile dünya
voleybolunu yakından izleyen Ankaralı iki antrenör, Cafer AKSAKAL ile Cengiz GÖLLÜ de, çalıştırdıkları
takımlarda, Asya voleybol anlayışının file hareketlerini uygulamaya başladılar. Örnekse, Cengiz GÖLLÜ'nün
antrenör, İlhan Çetinkaya'nın oyuncu olduğu ODTÜ'de, 1968-1971 yılları arasında, kısa, kurşun, jet, alçak,
çapraz Romen paslarla oynanıyordu.
Altınyurt'un Deplasmanlı Lig'e yükseldiği yılki kadrosu. Soldan sağa ayaktakiler: Dünya Baltacıoğlu, Cabir
Ayçe, Erdan Çokay, Eşref Yıldırımer, Nuri Demirel, Ahmet Ersen. Öndekiler: Selim Çavuşoğlu, Ahmet
Bulgulu(K), Erdal Gürkan, Raffi Tülbentçi, Atıf Tezerten.
Doğu Avrupa voleybol anlayışıyla yetişmiş olan sporcuların Asya voleybol anlayışının kaçınılmaz koşulu
olan erken sıçramaları kolay kolay benimsemedikleri, erken kısayı ölü kısaya, kurşun pası kaydırak pasa
dönüştürerek hep topun pasörün elinden çıkmasını beklemek eğilimi içinde oldukları, ayrıca kurşun jetleri
de bombeli jete dönüştürdükleri bir gerçektir. İlhan ÇETİNKAYA kitabında erken sıçramanın (Flash
hareketinin) önemini açıkça belirtmiş olsa da, bu geçiş döneminde, başka bir voleybol anlayışıyla yetişmiş
oyunculardan, özlenen sonuç alınamamış olabilir.
Nitekim 1970-7971 yıllarında ulusal takımlarımızı çalıştıran Bulgar antrenör Kosta ŞAPOF, erken sıçrama
üzerinde pek durmamış, hızlı voleybolu, Avrupalıların "Quick" dedikleri "çabuk" smaçlarla oynatma yolunu
seçmiş, ölü kısa, kaydırak, bombeli jet paslarla yetinmek zorunda kalmıştır.
Altınyurt'da 1972'ye kadar yapılan hızlı voleybol çalışmaları da bu anlayış çerçevesindeydi. Avrupalıların
çabuk smaçlarıyla bir oyun anlayışını uyguluyorduk.
Voleybol Federasyonu'nun 1971 yılında başlattığı Asya voleybolu çalışmalarının ilk ürünü olan bu genç
ulusal takım, Ankara'da yapılan, 1972 Balkan Gençler Şampiyonası'nda üçüncü olmayı başardı. Ama
özlenen voleybolu oynayamadı. Araya kısa, alçak paslar sokulduysa da, kendi seyircimiz önünde daha
ilerisi göze alınamadı. Semih Oktay(10), Dünya Baltacıoğlu(1), Harun Akkıvılcım(2), Şükrü Yengi(11), Sedat
Yavuz(12), Selim Çavuşoğlu(3).
1972'de Ankara'da yapılan Balkan Gençler Şampiyonası'nda erken sıçramaları deneyen Bulgar takımını
izleyince, flash hareketinin nasıl yapılması gerektiği konusunda kesin bir görüşe varmış olduk.
Bu tarihten sonra Altınyurt Asya voleybol anlayışına giden yolda büyük bir atılıma girdi. Türk voleyboluna
birbiri ardına yeni file hareketleri getirdi. Önce seyircilerin, giderek bütün genç voleybolcuların ilgisini çeken
bu oyun tarzına "Altınyurt Tarzı" denmeye başlandı.
Asya voleybolu, seçkin sporcuları az olan, yetiştirdiği iyi oyuncularını sürekli başka kulüplere kaptıran
Altınyurt'un, her şeye karşın, önce yükselmesini, sonra da uzun yıllar Deplasmanlı Lig'de kalabilmesini
sağladı. Ama önlerde yer almayan bir takımın getirdiği yenilikler, beğenilse de, öbür takımları yeterince
etkilemedi.
1971 yılında Voleybol Federasyonu Teknik Komitesi, ulusal takımlarımızın başarılı olabilmeleri için, Doğu
Avrupa oyun anlayışından uzaklaşıp Asya oyun anlayışına yönelmemiz gerektiği konusunda bir karar aldı.
Bu yönde bir başlangıç yapılması için de genç ulusal erkek takımının başına antrenör olarak Cafer
AKSAKAL getirildi. İstanbul, Ankara İzmir'de geniş bir çalışma başlatıldı. Bu çalışmalarda antrenörleri,
oyuncuları (özellikle Asya voleybol anlayışıyla yetiştirilmekte olan pasörleriyle) Altınyurt'lular da görev
aldılar.
1973 yılında, Adana'da, dört takım arasında yapılan 50.Yıl Turnuvası'nda, Değer Eraybar'ın çalıştırdığı ulusal
takımımız şampiyon oldu. İspanya'yı, İran'ı 3-1'lik sonuçlarla yendik, final maçında ise Batı Almanya setler 1-1
iken oyunu yarım bırakıp alandan çekildi. Final maçının ilk altısı: Erdal Önder(4), Murat Över(8), İbrahim
Vuran(10), Oktay Kökten(2), Semih Oktay(7), Aziz Kalaoğlu(6).
Çeşitli turnuvaları, şampiyonaları içeren, aralıklarla sürdürülen iki yıllık bir çalışma sonucunda, hızlı voleybol
oynayabileceğine inanılan bir takım oluşturuldu.
Cafer AKSAKAL'ın 1973'de Hollanda'da yapılan Avrupa Gençler Şampiyonası'na götürdüğü bu takım orada
beş maç kazandı, üç maç yitirdi, on dördüncü oldu. Ama takımımızın oynadığı voleybol büyük övgülerle
karşılandı.
Hollanda'daki maçları izlemiş olan Nejat ALTAV şöyle yazıyordu: "Yirmi beş yıla yakın voleybolun içinde hakem
ve gazeteci olarak bulunduğum sürede iddia edebilirim ki genç takımımız, ilk defa modern voleybol
oynamıştır.(...) Eski voleybol klasik yüksek pasları yerine fileye paralel gelen topları vurmaya hazır üç
smaçörümüzü bir anda karşılarında gören Macarlar şaşırmış ve blokları çökmüştü."
Almanlara teknik direktörlük yapan ünlü Rumen antrenör Sebastian Mihailescu da şöyle diyordu: "Grubumuzda
Türkleri favori görüyorum. Zira modern voleybolu gerçekten uyguluyorlar."
Evet, Asya voleyboluna artık "Japon voleybolu" değil, "modern voleybol" deniliyordu. Yani herkes bu tarzı
benimseme yolundaydı.
Türkler ise bu voleybolu Mihailescu gibi bir antrenöre bile beğendirecek düzeyde oynayabiliyorlardı.
Bu umut ışığı, ne yazık ki, yaşları dolan oyuncuların takımdan ayrılmaları, Cafer AKSAKAL'ın da ertesi yıl
antrenörlüğü bırakmasıyla sönüverdi.
Ama Asya voleybolunun file hareketleri genç ulusal takımlarımızdaki oyuncular aracılığıyla kulüp takımlarına
yayılmaya başlamıştı.
Umut Ulusal Takımı'nın, ne yapılmak istendiğini çok iyi bilen, çağdaş voleybola gönül vermiş, birbirine bağlı
gençlerden kurulu bir kadrosu vardı. Soldan sağa: Selim Çavuşoğlu, Serap Gençsu(K), Yusuf Hakim, Şakir
Kayhan, Antr. Mehmet Bengü, Dünya Baltacıoğlu, Eşref Yıldırımer, Serdar Çağan, Cumhur Tezesen,
Gökhan Esentan, Ahmet Özçam, Secaattin Yetiştiren, Mehmet Gündüz.
1975 yılında, Altıyurt Kulübü'nde, federasyon Teknik Direktörü Ayhan DEMİR'in başkanlığında yapılan,
Mehmet BENGÜ, Enver GÖÇENER, Cahit ER Doğuş'un katıldıkları bir toplantıda, 1971'den bu yana genç
ulusal takımlarda çalıştırılan oyuncularla bir Umut Ulusal Takımı oluşturmak düşüncesi ortaya atıldı. Asya
voleybol anlayışıyla oynatılacak olan bu takım dört yıldır verilen emeklerin ürününü toplayacaktı.
Teknik, taktik antrenörlüğünü Mehmet Bengü'nün, kondisyon antrenörlüğünü Enver GÖÇENER'in üstlendiği
Umut Ulusal Takımı'na şu oyuncular seçildi: Selim ÇAVUŞOĞLU, Serap GENÇSU, Dünya BALTACIOĞLU,
Serdar ÇAĞAN, Yusuf HAKİM, Ahmet ÖZÇAM, Mehmet GÜNDÜZ, Secaattin YETİŞTİREN, Şakir KAYHAN,
Cumhur TEZESEN, Eşref YILDIRIMER, Gökhan ESENTAN.
Asya voleybol anlayışının üstünlüğünü kanıtlama özleminin yarattığı büyük bir coşkuyla hazırlanan
takımımız, 1975 yılı Temmuz ayında, Batı Almanya'nın Mannheim kentinde, Romanya, İtalya, Batı Almanya
genç ulusal takımlarının katıldığı dörtlü bir turnuvaya götürüldü.
İlk maçımızda Batı Almanya'yı şaşkına çevirerek 3-0 yendik.(Aslında çok iyi hazırlanmış olan Alman takımı
ertesi gün İtalya'yla 3-2 lik bir maç oynadı, son gün ise Romanya'yı 3-2 yenmeyi başardı.) İkinci maçımızda,
büyük bir çekişmeden sonra, Rumenlere 3-2 yenildik. Hem Romanya'yı, hem de Batı Almanya'yı yenen
İtalya'yla oynayacağımız üçüncü maç şampiyonluk maçıydı. Prof. Anderlini nin antrenörlüğünü, sonraki
yılların ünlü oyuncusu Lanfranco'nun kaptanlığını yaptığı, büyük umutlarla bakılan güçlü İtalyan genç
takımı, Türkiye karşısında 3-0 lık umulmadık bir yenilgiye uğradı. Romanya ile İtalya gibi iki voleybol ülkesini
geride bırakarak şampiyon olduk.
1979-1980 Avrupa Şampiyon Kulüpler Kupası'nın Ankara'da oynanan final maçlarında Eczacıbaşı,
Finlandiya'nın Pieksamaky takımını yenerek, İtalyan Clippan Torino ile Çekoslovak Bratislava takımlarının
arkasından Avrupa üçüncüsü oldu. Soldan sağa: Oktay Kökden(K), Ata Onar, Uğur Acar, Serdar Çağan,
Brunko İliev, Kurtaran Mumcu, Paidar Demir, İvan Seferinov, Faruk Saran, Selim Öztreves, Fatih Toptaş,
Zeki Uslu.
Asya voleybol anlayışı ikinci umut ışığını yakmıştı.
Yurda dönüldüğünde Umut Ulusal Takımı na yeni bir görev çıktı. Mart ayında Fransa'da yapılan Batı Avrupa
Kupası maçlarında yöneticilerle aralarında geçen bazı tatsız olaylar yüzünden Erkek Ulusal Takımımızın
oyuncuları, Akdeniz Oyunları için yapılan çağrıya gelmemişlerdi. Mannheim'daki başarının sağladığı
güvenle Federasyon, Cezayir'deki Akdeniz Oyunları'na umut Ulusal Takımı'nı göndermeye karar verdi.
Cezayir'de yaptığımız üç maçtan ilkinde Fas'ı 3-0 yendik, ikincisinde İtalya'ya 3-0 yenildik, klasmanda
Mısır'la oynadığımız maçı 3-1 kazanarak sıralamada beşinci olduk. Ülkemizdeki Asya voleybolu
çalışmalarının en üst düzeye ulaştığı 1975 yılından sonra ise bir geri dönüş yaşandı. İkinci umut ışığı da
sönmüştü. Eski voleybolcularla yeni voleybolcuların bir arada yer aldıkları ulusal takımımız, iki anlayış
arasında bocalamaya başladı. Maçlar oyuncuların becerilerine, alışkanlıklarına göre düzenlenen, eski mi
yeni mi anlaşılmaz bir sistemle oynanır oldu.
Çağdaş Voleybol(1976-»»»»)
1979-1980 Avrupa Şampiyon Kulüpler Kupası'nın Çekoslovakya'da oynanan final maçlarında Eczacıbaşı
Çekoslovak Buda Hvizda, Macar Nim-Se, Arnavut Dinamo Tiran takımları arasındaki zorlu çekişmede
başarıyla sıyrılıp Avrupa ikincisi oldu. Soldan sağa ayaktakiler: Nurdan Ayçelik, Selcan Teoman, Lilia
Venkova, Antr. Cengiz Göllü, Hülya Erçin, Arzu Bağdatlıoğlu, Sibel Bileke, Öndekiler: Aylin Üstündağ,
Çiğdem Erman, Meral Kalfaoğlu, Yrd. Antr. Özden Şahsuvaroğlu, Hülya Odabaşı, Meral Özdemir. Violet
Kostende.
Asya voleybol anlayışı aşağı yukarı on yıl içinde bütün ileri gitmiş voleybol ülkelerini etki alanına almıştı. Her
ülke kendi voleybol anlayışını gözden geçirip köklü değişikliklere uğratmış, kısa sürede dünya voleybolu
bambaşka bir görünüm kazanmıştı. Artık her şey ortaklaşa kullanılıyordu. "Asya voleybolu", "Japon
voleybolu" demenin de bir anlamı kalmamıştı; "Çağdaş voleybol" deniyordu.
Türkiye ise iki anlayışı birlikte sürdürmekte en fazla direnen ülkelerden biri oldu. Çünkü en seçkin oyuncular
kurum kulüplerinde toplanmışlardı. ODTÜ, Altınyurt gibi amatör kulüplerdeki, ulusal takımlardaki çalışmalar,
amacı yalnızca şampiyonluk olan kurum kulüplerini etkilemiyor, "Riskli voleybol" diye adlandırılan çağdaş
voleybol bu takımlara bir türlü giremiyordu. Genç oyuncuların ulusal takımlardan götürdükleri hareketler,
başarılı olabildikleri sürece, oyunu süslemek için kullanılıyor, böyle "fantezi" hareketlere genellikle kolay
maçlarda göz yumuluyordu.
Bu yanlış tutumu kıran kulüp Eczacıbaşı oldu. Kuruluşunda, Deplasmanlı Lig'e yükselişinde Ayhan Demir'in
büyük emeği olan bu kulübün, "Başarıya hangi tarz götürüyorsa o tarz iyidir" görüşünü savunan yöneticileri,
içerdeki başarılarla yetinmeyerek Avrupa Kupalarında başarı aramaya başlayınca, hem erkeklerde, hem
kızlarda çağdaş voleybola yönelmek gereği duydular.
Ayhan Demir'den sonra teknik direktörlüğe getirilen Cengiz GÖLLÜ, aslında , Türkiye'de Asya voleybol
anlayışının file hareketlerini ilk uygulatan antrenörlerden biriydi. Ayrıca, 1971 yılında, ulusal takımlarımızın
Asya voleybol anlayışına yönelmeleri gerektiği konusunda karar alan Voleybol Federasyonu Teknik
Komitesi'nin de bir üyesiydi.
İçerde, kolay, hataları en aza indiren Doğu Avrupa voleybolu ile sonuca gidilebiliyordu, ama dışarıya
açılınca, artık herkesin oynadığı çağdaş voleybola geçmek, başarılı olabilmenin tek yoluydu.
Liglerde Eczacıbaşı'nın çağdaş voleybol oynamaya başlaması, İtfaiye (Değer ERBAY), Galatasaray (Cahit
ERDOĞUŞ), Vinylex gibi güçlü takımların bu yoldaki çabalarıyla birleşince, birtakım inatçı direnmelere
karşın, Türk voleybolunun görünümü de değişiverdi. Bunun sonucu olarak da, kulüp takımlarımız Avrupa
kupalarında finallere yükselmeye, dereceye girmeye başladılar.
Gene Cengiz Göllü'nün Eczacıbaşı'nda yürüttüğü "Çağdaş voleybol" çalışmalarının ürünü olan çok büyük
bir başarı da, 1977 yılında, İtalya'da, Genç Kızlar Avrupa Şampiyonası Elemelerinde elde edildi. Genç Kız
Ulusal Takımımız dörtlü turnuvada Belçika'yı 3-0, İtalya'yı 3-2, İspanya'yı 3-0 yenerek birinci oldu.
1977 Avrupa Şampiyonası Elemelerinde şampiyon olan Genç Kız Ulusal Takımımız. Soldan sağa,
ayaktakiler: Violet Kostende, Arzu Bağdatlıoğlu, Antr. Cengiz Göllü, Deniz Dosdoğru, Selcan Teoman.
Öndekiler: Yasemin Varış, Gülnaz Ensü, Meral Babalı(Kalafatoğlu), Hülya Babalı(Erçin), Dilek Erülker.
Türkiye, Asya voleybol anlayışının etki alanında, Doğu Avrupa'nın yüksek voleybolundan uzaklaşıp çağdaş
bir anlayışa yönelirken, hem erkeklerde, hem kızlarda, teknik, taktik yönünden yabancı ülkelerdekine denk
hatta çoğuna üstün bir voleybol oynar duruma geldi. Bu arada, Asya voleybol anlayışının birçok hareketi
benimsendiyse de, bu sistemin temeli olan flash hareketi bir türlü yaygınlaştırılamadı. Böylece de bizim
"Çağdaş voleybol "umumda "erken sıçrama" pek yer almadı.
Antrenörlerimizin, son yıllarda, özellikle bloktaki yetersizliğimiz üzerinde durdukları, boy, yapı, güç
sorunlarına eğildikleri gözleniyor.
Voleybol oyun kuralları, nasıl oynanır, saha ölçüleri
Voleybolda her oyuncunun güçlü olduğu yönleri geliştirilmeye çalışılmalıdır. Her oyuncunun güçlü olduğu
yönleri vardır. Doğal olarak öncelikle oyuncuların zayıf oldukları taraflar giderilmeye çalışılmalıdır. Ancak
bununla yetinilmemeli, oyuncuların başarılı oldukları teknik, taktik, moral ve hatta sosyal yönlerini de
geliştirerek, takımın başarısına katkıları artırılmalıdır.
Voleybol nasıl oynanır?
Voleybol altı kişiden kurulu iki takım arasında oynanır. Amaç, sahayı ikiye bölen filenin üzerinden topu karşı
tarafınsahasına düşürerek Oyuncular sahada sabit yerlerde dururlar üç kişi fileye yakın üç kişi de savunma
pozisyonunda geride durur. Bir takım topa arka arkaya en fazla üç kere vurabilir. Topa vücudun herhangi bir
yeri ile vurmak serbesttir. Oyuncular saat yönünde olmak üzere sürekli değişerek oynarlar. Topu karşı
tarafın sahasına düşüren takım puan kazanır. Maç 5 setten oluşur. 25 puana, en az iki farkla olmak üzere ilk
ulaşan seti kazanır. Beşinci set 15 puan üzerinden oynanır. En az iki farklı sonuç burada da
gereklidir."Libero" defansif bir oyuncudur. Defansta istediği yerde oynayabilir. Ön tarafa geçemez, blok
yapamaz, servis atamaz. Forması takım arkadaşlarından farklı renktedir. Takım koçları saha kenarından
takımlarına direktifler vermekte serbesttir. Her sette altı değişiklik yapma hakkı vardır. Sadece ön alanda
oynayan oyuncular bloğa çıkabilir. Blok, top fileyi geçmeden yapılmalıdır. Blok sayı olarak sayılamaz.
Voleybol sahası 18mt x 9mt boyutlarındadır. Tam ortasından bir ağ ile ikiye bölünmüştür. Fileden 3 metre
geriye olan kısım atak alanıdır.
Manşet
Manşet tekniği çok iyi olan oyuncular bile, sert ve uzun servislerde, manşet için kollarını vucütlarından öne
doğru ayırıp iyi bir manşet alabilmek için zorlanırlar. Bu durumlarda vücudunuzu mümkün olduğunca
yükseltmeye ve hatta parmak uçlarında kalkmaya çalışın. Ancak en iyisi böyle bir duruma düşmemek için
gerekli tedbirleri önceden almaktır. Bunun için vücudunuz topa tam dönük olsun ve ayak hareketleri ile
manşet alma yüksekliğini ayarlamaya çalışın. Yeni kurallara göre artık servisler parmakla da
karşılanabilmektedir. Bu güzel bir görüntü vermezse de çoğu kez tek çözümdür ve top tutulup atmadıkça
parmak pası kötü olsa dahi hakem genellikle faul çalmaz.
Servis
Servis atmaya hazırlanırken filenin arasından rakip oyunculara bakarak hedefinizi belirleyin . Manşeti zayıf
olan oyunculara veya manşet alanlar arasındaki koridorlara veya yanlara atmaya çalışın. Özellikle pasörün
ön sırada olduğu durumlarda, geçerli bir diğer taktik de sol taraftaki smaçöre kısa servis atmaktır. Bu
durumda hücum yapacak oyuncu sayısı bire iner. Atacağınız yere karar verdikten sonra, iyi bir servis için
konsantre olmaya çalışın. Etkin bir servis için en önemli husus, topun havaya iyi atılmasıdır. Bu durumda
top (vurmaz iseniz) tam ayaklarınızın önüne düşmelidir.
Blok
Blok yaparken, ne kadar iyi blok tutarsanız tutun, hücum eden daima avantajlıdır. Topu yakalama ihtimaliniz
çok yüksek değildir, o nedenle moraliniz bozulmasın. Siz işinize devam edin ve mümkün olduğunca ellerinizi
karşı alana uzatmaya çalışın. Bazı oyuncuların moralleri, mesela blokta top ellerinin arasından geçip sayı
olduğunda çok bozulur ve kendilerini suçlu hissederler. Bir sonraki bloğa daha hırslı fakat bilinçsiz olarak
çıkar ve hata yaparlar. Bunun yerine bir önceki hücumda rakibin şanslı olduğunu düşünün. Unutmayın ki iyi
kurulmuş bir blokta bile, doğal olarak birçok zayıf nokta vardır. Blok başarılı olmasa da antremanda
öğrendiğiniz temel teknikleri sabırla ve konsantre şekilde uygulamaya devam edin.
Savunma
İyi bir savunma için rakibin ön sıra oyuncularının belirlenmesi çok önemlidir. Bütün blok yapacaklar
smaçörlerin kimler olduğunu ve pasörün ön veya arka oyuncu olduğunu bilmelidirler. Pasör ön oyuncu ise
plase atabilir veya ikinci topa vurabilir. Ön sıra ve arka sıra savunmacıları buna hazır olmalıdırlar. Pasör
arka oyuncu ise onu dikkate alıp savunma yapmaya gerek kalmaz.
Smaç
Smaç vurulan topun hız kazanması için, tüm vucudunuzun ağırlığını kullanmalısınız. Bazı oyuncular
sadece kollarının hareketiyle smaç vurmaya çalışırlar. Güçlü bir smaç topu önünüze alarak ve tüm vücut
kaslarınızın kuvvetini ona aktararak vurulabilir.
Top bazen file üstünde ve her iki takımın arasında kalır. Yani iki rakip oyuncu aynı anda topa temas ederler
ve daha mücadeleci olan ve topla daha dengeli temas kuran kazanır. Bu durumda sıçrayabildiğiniz kadar
yükseğe sıçrayın ve dirseklerinizi kilitleyerek ellerinizi güçlü bir şekilde ileri uzatın. Tüm ağırlığınız topun
arkasında olsun. Çift elle temas etmeniz mümkün değilse, tek elle temas etmek hiç müdahale etmemekten
daha iyidir. Topu kısa süre tutup atsanız dahi hakem genellikle faul çalmayacaktır.
Smaçta temas yüksekliği
Bir oyuncunu smaç vurma kapasitesi boyunun uzunluğuna ve sıçrama yüksekliğine bağlıdır. Ancak
bunların dışında genellikle gözardı edilen en önemli nokta, topla temas ettiği anda oyuncunun kolunun ne
kadar açık olduğudur. Temas noktasının yüksekliği smaçta çok önemlidir, fakat bazı oyuncular smaç
sırasında kollarını tam açmazlar. Başarılı bir smaç için, smaç vurmadığınız omzunuzu iyice düşürün ve
topun arkasında kalarak topa sıçrayabildiğiniz en yüksek noktada temas etmeye çalışın.
Serviste eller
Servis atılırken ön oyuncu iseniz, file önünde ve elleriniz yukarda bekleyin. Aksi halde hızlı bir hücumda geç
kalabilirsiniz. Elleri yukarıda tutmanın bir diğer yararı da rakibin görüşünü kısmen engellemektir. Elleri
hareket ettirerek rakibin görüşünü kapamak kural dışıdır, ancak vucudun hafifce sağa sola eğilmesi ile
yapılan engellemelere hakemler genellikle tolerans gösterirler.
Blok yaparken
Blok yapanların çoğu topa vurulduğu anda gözlerini kaparlar. Hücum eden oyuncu, smaçtan vazgeçip
plaseyi tercih edebilir ve bu duruma reaksiyon göstermekte geç kalabilirsiniz. Bu nedenle gözlerinizi
mümkün olduğu kadar uzun açık tutun (yani kapamayın!).
Molalar
Molalarda bazı oyuncular ilgisiz davranırlar ve koçlarını dinlemezler. İyi bir takım oyuncusu kesinlikle böyle
davranmaz. Molalarda her zaman koç ile göz temasında olun ve verilen talimatları başınızla onaylayın.
Takımın iyiliği için kesinlikle uyumsuzluk ifade eden veya itiraz belirten hareketler yapmayın, veya sözler
söylemeyin. Bu tartışmaları maçtan sonraya veya antremana saklayın. Kazanmak için oyuncular ve koçun
uyum içinde olması en önemli koşuldur.
Oyun alanı, 18x9 m ölçülerinde bir dikdörtgendir ve her yönde en az 3 m genişliğinde olan bir serbest bölge
ile çevrilmiştir.Oyun sahasının üzerinde bulunan serbest oyun boşluğu, her türlü engelden arındırılmış
olmalıdır. Serbest oyun boşluğu, oyun sahası yüzeyinden ölçüldüğünde en az 7 m yüksekliğinde olmalıdır.
Oyun Sahasının Yüzeyi: Sahanın yüzeyi düz, yatay ve yeknesak olmalıdır. Oyuncular için sakatlanmaya yol
açacak herhangi bir tehlike teşkil etmemelidir. Pürüzlü ve kaygan yüzeylerde oynanması yasaktır.FIVB
Dünya ve Resmi Müsabakalarında sadece tahta veya sentetik bir yüzeyin kullanılmasına izin verilir. Bu
yüzey daha önce FIVB tarafından onaylanmış olmalıdır. Kapalı salonlarda oyun alanının yüzeyi açık renkte
olmalıdır. FIVB Dünya ve Resmi Müsabakalarında çizgiler için beyaz, oyun alanı ve serbest bölge için farklı
renkler kullanılmalıdır. Açık hava sahalarında drenaj amacıyla her metre için 5 mm lik bir eğime müsaade
edilir. Saha çizgilerinin sert bir maddeden oluşturulması yasaktır.
Oyun Alanının Üzerindeki Çizgiler: Bütün çizgiler 5 cm genişliğindedir. Çizgiler, zeminin ve diğer çizgilerin
renklerinden farklı ve açık renkte olmalıdır.
Sınır çizgileri: İki yan ve iki dip çizgi oyun alanını belirler. Yan ve dip çizgilerin her ikisi de oyun alanının
boyutlarına dahil olarak çizilir.
Orta çizgi: Orta çizginin tam ortası oyun alanını 9x9 m boyutlarında iki eşit alana böler ; bununla beraber
orta çizgi kalınlığının, bütünüyle, her iki oyun alanının da sınırları içerisinde olduğu kabul edilir. Bu çizgi
filenin altından iki yan çizgi arasında uzanır.
hücum çizgisi: Her oyun alanında, arka kenarı, orta çizginin tam ortasından 3 m geride çizilmiş bir hücum
çizgisi, ön bölgeyi belirler.
Bölgeler
ön bölge: Her oyun alanında ön bölge orta çizginin tam ortası ve hücum çizgisinin arka kenarıyla sınırlıdır.
Ön bölgenin yan çizgiler dışında serbest bölgenin sonuna kadar uzandığı varsayılır.
servis bölgesi: Servis bölgesi, her dip çizginin gerisinde 9 m genişliğindeki sahadır. Bu bölgenin yan
sınırları, dip çizgilerden 20 cm geriye, yan çizgilerin uzantısı olarak çizilen 15 cm uzunluğunda iki kısa
çizgiyle belirlenir. Her iki kısa çizgi de servis bölgesinin genişliğine dahildir. Servis bölgesinin derinliği
serbest bölgenin sonuna kadar devam eder.
oyuncu değiştirme bölgesi: Oyuncu değiştirme bölgesi, her iki hücum çizgisinin yazı hakemi masasına
kadar olan uzantısı ile sınırlıdır.
libero değişim bölgesi: Libero değişim bölgesi, serbest bölgenin, takım sıraları tarafındaki bir bölümü olup,
hücum çizgisi uzantısından dip çizgiye kadar olan alanla sınırlandırılmıştır.
ısınma sahası: FIVB Dünya ve Resmi Müsabakalarında ısınma sahaları yaklaşık 3x3m boyutlarında,
serbest bölgenin dışında ve oturma sıralarının bulunduğu taraftaki köşelerde yer alır.
ceza sahası: Yaklaşık 1x1 m boyutlarında olan ve 2 sandalye bulundurulan bir ceza sahası, her bir dip çizgi
uzantısının dışında olacak şekilde, kontrol sahası içinde yer alır. Bu sahalar 5 cm genişliğinde kırmızı bir
çizgiyle sınırlandırılabilirler.
File: File, düşey olarak orta çizginin üstünde yer alır ve erkekler için 2.43 m, bayanlar için 2.24 m
yüksekliğindedir. File, 1 m genişliğinde, 9.50 ila 10 m uzunluğundadır ve 10 cm lik karelerden oluşan siyah
iplerden yapılmıştır. Anten, 1.80 m uzunluğunda ve 10 mm çapındadır. Antenlerin her birinin 80 cm lik üst
kısımları filenin üzerinde devam eder. Antenler filenin bir parçası sayılır ve geçiş boşluğunun yan sınırlarını
belirler.
Doğu Suat KALYONBeden Eğitimi ve Spor Öğretmeni
2015