40

EG 107.sayı

Embed Size (px)

DESCRIPTION

Ekim Gençliği 107. sayı / Şubat 2008

Citation preview

Page 1: EG 107.sayı
Page 2: EG 107.sayı
Page 3: EG 107.sayı

AKP’nin 22 Temmuz seçimlerinden başarıylaçıkmasının sonuçları geride bıraktığımız birdönem boyunca etkisini ciddi bir biçimdehissettirdi. Dışarıda ABD’nin, içeride iseTÜSİAD’ın desteğini arkasına alan AKP, işçileri,emekçileri ve gençliği hedef alan topyekünsaldırılarını hızlandırdı. Bir yandan neo-liberalsaldırı politikaları çerçevesinde ciddi adımlaratılırken, diğer yandan sistematik bir kadrolaşmapolitikası uygulamaya konuldu.

Yine bu süreç içeride ve dışarıda Kürthalkına dönük saldırganlığın tırmandırıldığı,ülkenin bütününe şovenist bir atmosferin hakimkılınmaya çalışıldığı bir süreçle bütünleştirildi.Sağlık hakkının gaspından paralı eğitimuygulamalarına kadar bir dizi kalemde neo-liberal uygulamaların taşları döşenirken, şovenisthisteri emekçilerden gelebilecek tepkilerinyönünü değiştirmekte, türbansa bu saldırıatmosferinin üstünü örtmekte temel bir araçolarak kullanıldı, halen daha kullanılıyor.

Açıktır ki, bu sürecin kendisi gençlik hareketiaçısından önemli bir eşiği ifade ediyor. Zira gerekyeni seçilen YÖK başkanının eğitiminparalılaştırılmasına ilişkin yaptığı açıklamalar,gerekse türbanla ilgili yapılan yasa değişikliği,üniversitelerin yeni yapılanmasının resminiçizdiği gibi, gençlik hareketinin de temelgündemlerine işaret ediyor. Önümüzdekidönemde eğitimin ticarileşmesi doğrultusundahızlı adımların atılacağı açık. Ve yine bugündengörülebildiği kadarıyla, eğitimin ticarileşmesikarşısında oluşabilecek birleşik bir tepkinin önü,ayaklara türban dolanarak bugünden alınmakisteniyor.

Bu bağlamda gençlik hareketi içerisindekonumlanan bütün ilerici ve devrimci güçlerintemel görevi, neo-liberal saldırılar dizisikarşısında uyanık olmak ve bu saldırılara karşıbirleşik bir mücadeleyi yükseltmektir. Zira bugünsalt dinsel gericiler tarafından değil, ama BaskınOran, Murat Yetkin gibi sol maskeli liberallertarafından da dillendirilen paralı eğitim modeligençlik kesimlerini ciddi bir geleceksizlikle karşıkarşıya bırakabilecek bir saldırının alarmınıçaldığı kadar, gençlik hareketinin yıllardır

beklediği silkinmeyi yaratacak ölçüde yakıcı birgündeme de işaret etmektedir. İşte bu yüzdensüreci bir eşik olarak görmek ve gençlikhareketinin bu eşiği atlayabilmesi için ayaklaradolanacak bütün engelleri aşmayı da esas görevolarak yüklenmek şarttır.

Artık neo-liberal uygulamalara bir an öncegeçiş dışında hiçbir çıkış yolu kalmamış olansermaye düzeninin, önümüzdeki süreçte, gerekKürt halkına dönük saldırganlığını artıracağı,gerekse devrimci güçlerden ve her nevimuhalefetten şiddet ve zoru esirgemeyeceğiortadadır. Ancak, bugün uygulanan ve bundansonra da uygulanacağından şüphe duyulmamasıgereken bu baskı ve zor politikalarının gerisindederin bir korku olduğu gerçeği unutulmamalıdır.İşte bu yüzden gençlik hareketinin yüzü bir bütünolarak, üzerine gidilmesinden korkulana, üzerinegidilmesi engellenmek istenene, yani neo-liberalpolitikalara, özelde eğitimin ticarileştirilmesinedöndürülmeli ve diğer gündemlere ilişkin görevve sorumluluklar, her türlü saldırı ve zoraverilecek yanıt bu özden koparılmadan elealınmalı, Mart gündemleri de dahil tüm olanaklarbu çerçevede şekillendirilmelidir.

TTiiccaarriilleeşşmmeeddee ssoonn aaşşaammaa:: PPaarraallıı eeğğiittiimmee ttooppyyeekküünn ggeeççiişş!!

Yeni YÖK Başkanı’nın görevine gelir gelmezyaptığı açıklamanın eğitimin paralılaştırılması ileilişkili olması şaşırtıcı değildir. Zira bu sözler“bir ne dediğini bilmez”in aldığı riskin değil,aksine bu hedefle koltuğa getirilmiş bir kuklanıngörevini hakkıyla ifasının bir ürünüdür. Öyle ki,YÖK’ün kurulduğu günden bu yana üniversiteleriçin planlanan gelecek budur ve bugünlere biranda gelinmemiştir. Geride bıraktığımız sonbirkaç yıl içerisinde üniversitelerde artan baskıkoşullarının ve soruşturmaların kendisi de buhedeften kopuk ele alınamaz.

Yusuf Ziya Özcan’ın bugün bu cümlelerirahat rahat sarf edebilmesinin gerisinde elbetteçok yönlü belirleyenler söz konusudur. Bunlardanbir tanesi, adım adım sermaye düzeninin her

GGeennççlliikk hhaarreekkeettiiiiççeerriissiinnddee kkoonnuummllaannaann

iilleerriiccii,, ddeevvrriimmccii ggüüççlleerriinnbbuu öörrttüü ttaarrttıışşmmaassıı

iiççeerriissiinnddee ttuuttaaccaağğıı tteekkttaarraaff kkeennddii ggeelleecceeğğiinniinn

ttaarraaffııddıırr.. VVee ggeelleecceeğğeeggiiddeenn yyoolluunn ttüürrbbaannıınn

uuzzaağğıınnddaann yyaakkıınnıınnddaannggeeççmmeeddiiğğii aaççııkkttıırr..

BBuuggüünn ggeennççlliikkkkeessiimmlleerriinnii ttüürrbbaannıınn

yyaannıınnddaa yyaa ddaakkaarrşşııssıınnddaa ttaarraaff oollmmaayyaaççaağğıırrmmaakk ddeevvrriimmcciilleerriinn,,ssoossyyaalliissttlleerriinn,, iilleerriicciilleerriinn

iişşii ddeeğğiillddiirr.. BBuuggüünnCCHHPP’’ssii iillee AAKKPP’’ssii iillee

ddüüzzeenn bbuu iişşii yyeerrlliiyyeerriinnccee yyaappııyyoorr.. GGeennççlliikkhhaarreekkeettiinniinn öözznneelleerriinniinniişşii,, ggeennççlliikk kkeessiimmlleerriinnee

ttüürrbbaannıınn ggiizzlleeddiiğğiinniiggöösstteerrmmeekk,, ppaarraassıızz

eeğğiittiimm hhaakkkkıı iiççiinn,, ddaahhaaddooğğrruu iiffaaddeessiiyyllee ggeelleecceeğğii

iiççiinn mmüüccaaddeelleeyyee ççaağğıırrmmaakkttıırr..

33

Page 4: EG 107.sayı

kademesinde kadrolaşan koyu bir gericilik gerçeğiyse, diğeri ve daha önemlisi, gençlik hareketinin birdönemdir sıkıştığı ve bir türlü aşamadığı dar ve etkisiz tablodur.

Sermaye düzeni üniversitelerde yaşanan ticarileşme sürecinde yeni bir aşamaya geçiş yapmak vedeyim yerindeyse yarı kamusal bir hizmet olarak tanımladığı eğitimi artık bir bütün olarak özelleştirmekniyetindedir. Burada ileri sürülen tezlere bakıldığında, sosyal yıkım saldırılarının bütünündekilerlehemen hemen aynı olduğu görülecektir. Alt sınıflara daha nitelikli bir eğitim sunulması için herkesineğitim maliyetinin karşılaması ve karşılayamayanlara da diğerlerinin yarattığı olanaklarla burssağlanması vb... Bu gerekçeler SSGSS tartışmaları incelendiğinde aynen oradan da okunabilir ve burayauyarlanabilir.

Ancak, böyle bir sistemin yaratacağı sonucu bugünden en kesin haliyle görmek mümkündür.Fransa’da 40 bin üniversitelinin eğitim giderlerini karşılamak için fuhuş yapıyor olduğu gerçeği, paralıeğitim modelinin vaat ettiği nitelikli eğitim ve “güvenceli” geleceğin en özlü ifadesidir. Bu haliyledenilebilir ki, alt sınıflara mensup gençlik kesimlerine fahişelik dayatılmaktadır. Bu geleceğideğiştirmek ve yeniden yazmaksa, yalnızca ve yalnızca örülecek etkili bir gençlik mücadelesininelindedir.

TTüürrbbaann ggeennççlliiğğee kkuurruullmmuuşş ttuuzzaağğıınn

üüssttüünnüü öörrttmmeekktteeddiirr!!

Türkiye’deki islami gericiliğin palazlanmasının baş aktörü ordu ve ordudan beslenen Kemalist klikbir yanda, ABD’den icazet aldığından bu yana aslan kesilmiş dinsel gericilik diğer yanda... Türkiye’dekiislami gericiliğin önünü açan ordunun laiklikliği ne kadar inandırıcılıktan uzaksa, bugün muhalifgüçlere baskı ve zoru dayatanların, 301, TMY vb. bir dizi anti-demokratik yasanın mimarlarınındemokrasi ve özgürlük adına türbanı savunması aynı ölçüde inandırıcılıktan uzaktır. Gençliğin asılbakması gereken, türban tartışmalarının gerisinde, Kürt halkına düşmanlık başta gelmek üzere tümsaldırı yasaları konusunda sağlanmış olan uzlaşmadır. Dolayısıyla, bugünkü taraflaştırma çabasınıngerisinde gençlik için, işçi ve emekçiler için, ezilen halklar için hayırlı tek bir yan bulunmamaktadır.

Gençlik hareketi içerisinde konumlanan ilerici, devrimci güçlerin bu örtü tartışması içerisindetutacağı tek taraf kendi geleceğinin tarafıdır. Ve geleceğe giden yolun türbanın uzağından yakınındangeçmediği açıktır. Bugün gençlik kesimlerini türbanın yanında ya da karşısında taraf olmaya çağırmakdevrimcilerin, sosyalistlerin, ilericilerin işi değildir. Bugün CHP’si ile AKP’si ile düzen bu işi yerliyerince yapıyor. Gençlik hareketinin öznelerinin işi, gençlik kesimlerine türbanın gizlediğini göstermek,parasız eğitim hakkı için, daha doğru ifadesiyle geleceği için mücadeleye çağırmaktır.

Önümüzde gençliği gelecek mücadelesine çağırmanın olanaklarını fazlasıyla taşıyan bir Mart ayıvar. Mart ayına bu perspektifle yüklenmeli, karşımıza dikilecek engelleri büyük bir kararlılıkla aşarak,parasız eğitim, özgür ve güvenceli gelecek mücadelesini büyütmeliyiz!

Bugün gençlik sermaye düzeninin sandığı gibi seçeneksiz değil! Gericilikten gericilik beğenmeklekarşı karşıya da değil! Hepsi aynı kaynaktan beslenen bu gericilik yatağını kurutmak için, özerk-demokratik üniversite ve paralı eğitim için birleşik devrimci mücadeleye!

FFrraannssaa’’ddaa 4400 bbiinnüünniivveerrssiitteelliinniinn eeğğiittiimmggiiddeerrlleerriinnii kkaarrşşııllaammaakkiiççiinn ffuuhhuuşş yyaappııyyoorroolldduuğğuu ggeerrççeeğğii,, ppaarraallııeeğğiittiimm mmooddeelliinniinn vvaaaatteettttiiğğii nniitteelliikkllii eeğğiittiimm vvee““ggüüvveenncceellii”” ggeelleecceeğğiinneenn öözzllüü iiffaaddeessiiddiirr.. BBuuhhaalliiyyllee ddeenniilleebbiilliirr kkii,, aallttssıınnııffllaarraa mmeennssuuppggeennççlliikk kkeessiimmlleerriinneeffaahhiişşeelliikkddaayyaattııllmmaakkttaaddıırr.. BBuuggeelleecceeğğii ddeeğğiişşttiirrmmeekkvvee yyeenniiddeenn yyaazzmmaakkssaa,,yyaallnnıızzccaa vvee yyaallnnıızzccaaöörrüülleecceekk eettkkiillii bbiirrggeennççlliikk mmüüccaaddeelleessiinniinneelliinnddeeddiirr..

44

Page 5: EG 107.sayı

Genç-Sen gerçekleştirdiği Kurucu Genel Kurul ile kuruluşçalışmalarını sonlandırmış oldu. Oluşturulan tüzük ile sendikanınörgütsel yapısı en azından bir sonraki genel kurula kadarbelirlenmiş durumda. Bu haliyle, henüz etkin bir taban inisiyatifioluşturmamış “bir örgütlenme” olarak tüzüksel normlarınıoluşturmuş ve işleyişini belirlemiş bulunuyor.

Daha önce konuya ilişkin olarak şu görüşleri dile getirmiştik: “Gençlik hareketinin verili durumu, örgüt ve birleşik bir

gençlik örgütlenmesi sorununu tüm yakıcılığı ile karşımızaçıkartmaktadır. Bu parçalı ve dağınık gençlik mücadelesineilerici güçlerin biraraya geldiği bir zeminde politik ve örgütselbir tutum almak, ilerici bir adım, olumlu bir gelişmenin ifadesiolacaktır. Genç-Sen bu açıdan gençlik içinde oynayabileceğimisyonu yerine getirebildiği koşullarda, açık ki desteklenmesigereken bir çaba olacaktır. Ancak bugünkü kitle dışılık Genç-Sen’in oynayabileceği bu olumlu misyonu tartışmalı halesokmakta, onu henüz doğum aşamasında etkisizleştirmektedir.Gençlik mücadelesi ile Genç-Sen ilişkisi açısından asıl sorunbudur. Sorun çözümlenmediği koşullarda, birleşik birmücadelenin olanakları, örgüt sorunu çerçevesinde anlamlıolabilecek bir takım tartışmalar süreç içinde heba edilecek,kaybeden oldukça sınırlı olanaklarla yürüyen gençlik hareketiolacaktır.” (Ekim Gençliği, “Birleşik, kitlesel ve devrimci bir gençlik

örgütlenmesi için!”, sayı:105)Genel kurul öncesinde olasılıklar üzerine yaptığımız bu

eleştiri genel kurul sonrasında bir gerçeklik halini almış, gelinenyerde ise Genç-Sen içindeki bir eğilim açısından kendini açık birbiçimde ifade etmiştir.

Bu kapsamda genel kurul ve önceleyen sürecideğerlendirmek, hareket içinde ve birleşik bir örgüt anlayışı ilesüreci etkin bir tarzda ve tüm gerici eğilimlere karşı örgütlemekdevrimci ve ertelenemez bir sorumluluktur.

TTaabbaann iinniissiiyyaattiiffiinnee ddaayyaannmmaayyaann aannttii--ddeemmookkrraattiikk bbiirr GGeenneell KKuurruull

Bir örgütlenmenin taban inisiyatifini açığa çıkartmayı esasalan bir örgütsel inşayı hedeflemesi, gençlik hareketi vegündemleri ile bağ kurabilmesini, buna uygun bir örgütselanlayışa sahip olmasını zorunlu kılmaktadır. Bu süreç isemücadele alanlarında olmayı, gençliğin somut mücadelegündemleri üzerine söz söylemeyi zorunlu kılar.

Bu açıdan Genç-Sen 1.5 yıllık kuruluş süreci pratiğindegençlik mücadelesi ile nasıl bir eksende ilişki kurmuştur? Açıkki, etkisiz birkaç etkinlik ve toplantı dışında alanlara dönük tekbir tutarlı pratiğin yürütücüsü olamamıştır. Hareketin dönemsel 55

Page 6: EG 107.sayı

gündemlerini pratik bir çabayla bütünleştirmek, buçabanın ortaya çıkartacağı birleşik mücadele veörgütlenme anlayışını genel kurula ve kurucu sürecetaşımak, bugün birleşik bir örgütlenme anlayışınınolmazsa olmazıdır. Ancak böyle bir bakışla tabaninisiyatifi yaratılabilir ve birleşik bir örgütlenmesüreci geliştirilebilir.

“Bir kitle örgütlenmesi hareketle kurduğu bağölçüsünde gelişebilir. Hareketin nesnel sorunlarınaGenç-Sen hangi düzlemde çözüm oluşturmayaçalışmaktadır? Kendini bulunduğu alan içindekonumlandırmayı başaramayan bir örgütün yaşamşansı yoktur.” (Ekim Gençliği, agy) eleştirisi, butemelde bir anlam kazanmaktadır. Bu olgusalgerçekler gözönüne alınmadığında, tabanadayanmayan, bu temelde ortaya çıkan bir birleşikçaba yerine birkaç çevrenin ilkesiz pazarlıklarınasıkışan bir genel kurul süreci ortaya çıkar. NitekimGenç-Sen Kurucu Genel Kurulu’nda yaşanan datamı tamına bu olmuştur.

Bugünün gençlik hareketinin ortaya çıkardığıilerici birikimi kucaklama iddiası ise sorunun birdiğer yanıdır. Genç-Sen Genel Kurulu öncesinde buönemli sorunun altını kalın bir biçimde çizerekşunları söylemiştik:

“Şunu açıklıkla belirtebiliriz ki, bugünün gençlikhareketinde hareketin biriken sorunlarına dönükherhangi düzeyde bir çözüm arayışı, ilerici güçlerlebirleşmeyi bir tercih değil zorunluluk halinegetirmektedir. Kendi içine daralmış, bugüne kadarortaya çıkan olanakları ve ilerici birikimi yok sayanya da bünyesinde toparlamak için etkin bir çabaortaya koymayan herhangi bir örgütlenmenin kitlemücadelesini geliştirmede ve kitleleri örgütlemedebir başarı şansı bulunmamaktadır.” (Ekim Gençliği,agy)

Burada tanımlanan, etkili bir taban çalışmasınadayanan birleşik bir çaba ve her eğilimin kendiniaçıkça ifade edebileceği bir demokratik işleyiştir.Genç-Sen, genel kurulu önceleyen süreçte, birkaçliberal çevrenin (kastedilen MYK’ya seçilensiyasetlerdir) kulisleri dışında, tek bir birleşik çabaortaya koymamıştır. Bırakalım alanlardaki ilericigüçleri biraraya getirme çabasını, kendini siyasalgençlik gruplarına dahi açamamıştır. Genel kuruluönceleyen süreçte sendika bürokrasisinin bildiğimizoyunlarıyla süreç oldu bittiye getirilmiş, elle tutulurve hedefli tek çaba “sorunsuz” bir genel kurul süreciiçin harcanmıştır.

Buraya kadar işaret ettiklerimiz üzerindenbakıldığında, bugün için Genç-Sen’i birleşik birmücadele örgütü olarak tanımlamak olanaksızdır.Zira ortada ne elle tutulur bir mücadele, ne debirleşik bir örgütlenme hedefi vardır. DİSKaçısından hedeflenen, kendine yakın liberalanlayışlarla bu örgütü kurmaktır. Bir kısım siyasalçevreler açısından ise hedef , DİSK’le kulis yaparakortaya çıkan örgütsel sonuçtan “koltuk” kapmaktır.

DİSK elbette kendi bürokratik-liberal çizgisininbir izdüşümü olarak sınıf içindeki pratiğini gençlikiçinde tekrarlamak derdindedir. Bu açıdananlaşılırdır ve bir iç tutarlığı bulunmaktadır. Ancakbir dizi gençlik örgütlenmesi açısından DİSKsınırlarında bir tutarlılıktan dahi söz etmek mümkündeğildir. Zira tüm genel kurulu ve kuruluş süreciniMYK seçimlerine indirgemek ve bu çerçevedehareketin güncel ihtiyaçlarından kopmak, açık biriddiasızlığın ve iradesizliğin dışa vurumudur.Gençlik hareketi bu küçük hesapları ancak ilkeleredayalı açık bir mücadele ile aşabilir. Devrimcitemellerde bir birleşik hareket ve örgütenme

kendisini ancak bu kamburdan kurtararak inşaedebilir.

Genel kurulun demokratik bir genel kurulolduğu, herkese söz hakkı tanındığı, “başkansız birörgüt” kurarak bu demokratik yaklaşımınsomutlandığı iddialarına da kısaca da olsa yanıtvermek gerekiyor.

Demokrasi, genel kurul anında herkese sözhakkı tanınmasıyla biçimsel olarakgerçekleştirilebilecek bir süreç değildir. Sürecitabanın katıldığı açık ve yerel toplantılar üzerindenörgütlemeden, buralarda genel kurulun gündemtartışmaları yapılmadan demokrasi üzerine kocakoca sözler söylemek ancak burjuva avanakların işiolabilir. Eğer burjuva demokrasisinin biçimselsınırlarında bir tartışma yürütülüyorsa, elbette bunadiyecek birşeyimiz yok, zira çürümüş parlamentersistem de benzer bir biçimsel demokrasi ileişlemektedir. Genç-Sen genel kurul öncesinde genelkurul gündemleri üzerine tartışma yürütmüş müdür?Bu tartışmayı kamuoyu karşısında açık bir biçimdeyapmış mıdır? Alanlarda genel kurula giderkenbelirlenen gündemler ve öneriler üzerine dinamik birtartışma yürütülmüş müdür? Çoğaltılabilecek tüm busoruların ortak yanıtı kocaman bir hayırdır.

Demokrasi biçimsel bir ihtiyaç değil, kitlemücadelesini geliştirmenin ve kitleyietkinleştirmenin bir aracıdır. Bu kapsamdatanımlanıp tartışılabilir. Bugünün hareketinin ihtiyacıolan da budur.

Birileri koltuk sevdasıyla ve yasal bir sendikahayali ile tartışmayı “tüzük” tartışmasına sıkıştırıyorolabilirler. Bu onların kendi tercihleridir. Ama bunudayatmak, kulislerle bu kararı aldırmak,tartıştırmamak, tartışanları engellemek, kurultayöncesindeki temel işleyiş biçimi olan koordinasyonudağıtarak bunu gerçekleştirmek başka bir şeydir.Burjuva demokrasicilik oyunlarıyla gençliğinuyutulmasına izin vermeyeceğiz.

TTüüzzüükk ttaarrttıışşmmaallaarrıı:: HHaarreekkeettiinniihhttiiyyaaççllaarrıınnıı

kkaavvrraammaakkttaann yyookkssuunn iillkkeessiizz ppaazzaarrllııkkllaarr

Bahsedilen bir kitle örgütlenmesi ise, tüzükselnormlar hareketin ihtiyaçlarına yanıt vermek içinoluşturulur. Yürütülen siyasal çalışma ve atılanörgütsel adımlar belli normlar oluşturmayı zorunlukılar. Bu açıdan normlar örgütlenmenin hareketlekurduğu bağın bir sonucudur ve hareketi geliştirmeiddiası çerçevesinde bir anlam taşır. Bir örgütdüşünün, henüz kitle mücadelesinin sorun veihtiyaçları ile pratikte karşılaşmamış, ancak kendine“avukatlara onaylatılmış” bir tüzük hazırlatmış.Böylesi bir örgütlenmenin hareketle kurduğu bağ neolabilir? Böylesi bir tüzük neyin ihtiyaçlarına yanıtverir, mücadelenin hangi sorunlarını çözer?

Bugün kurucu genel kurul sonrası ortaya çıkantüzüğün bu sorulara verebileceği tek bir yanıt yoktur.Tüzük iki temel hedef doğrultusundaoluşturulmuştur. Birincisi, henüz başlangıçta yasalbir cendereye sıkıştırılan örgütün yasallığınıgüvenceye almak, ikincisi ise 1.5 yıl boyunca kulisfaaliyeti dışında tek bir çaba harcamayan bir diziliberal gençlik grubunu ve DİSK’i örgüte tümüylehakim kılmaktır.

Bu hedefler görünürde başarılmıştır. Nitekimilkesiz pazarlıklarla bir MYK oluşturulmuş, öteyandan ise sürecin yasal boyutunun sorunsuzca

BBuuggüünn iiççiinn GGeennçç--SSeenn’’ii bbiirrlleeşşiikk bbiirrmmüüccaaddeellee öörrggüüttüü oollaarraakkttaannıımmllaammaakkoollaannaakkssıızzddıırr.. ZZiirraaoorrttaaddaa nnee eellllee ttuuttuulluurrbbiirr mmüüccaaddeellee,, nnee ddeebbiirrlleeşşiikk bbiirr öörrggüüttlleennmmeehheeddeeffii vvaarrddıırr.. DDİİSSKKaaççııssıınnddaann hheeddeefflleenneenn,,kkeennddiinnee yyaakkıınn lliibbeerraallaannllaayyıışşllaarrllaa bbuu öörrggüüttüükkuurrmmaakkttıırr.. BBiirr kkııssıımmssiiyyaassaall ççeevvrreelleerraaççııssıınnddaann iissee hheeddeeff ,,DDİİSSKK’’llee kkuulliiss yyaappaarraakkoorrttaayyaa ççııkkaann öörrggüüttsseellssoonnuuççttaann ““kkoollttuukk””kkaappmmaakkttıırr..

DDİİSSKK eellbbeettttee kkeennddiibbüürrookkrraattiikk--lliibbeerraallççiizzggiissiinniinn bbiirr iizzddüüşşüümmüüoollaarraakk ssıınnııff iiççiinnddeekkiipprraattiiğğiinnii ggeennççlliikk iiççiinnddeetteekkrraarrllaammaakkddeerrddiinnddeeddiirr.. BBuu aaççııddaannaannllaaşşııllıırrddıırr vvee bbiirr iiççttuuttaarrllıığğıı bbuulluunnmmaakkttaaddıırr..AAnnccaakk bbiirr ddiizzii ggeennççlliikköörrggüüttlleennmmeessii aaççııssıınnddaannDDİİSSKK ssıınnıırrllaarrıınnddaa bbiirrttuuttaarrllııllııkkttaann ddaahhii ssöözzeettmmeekk mmüümmkküünnddeeğğiillddiirr.. ZZiirraa ttüümm ggeenneellkkuurruulluu vvee kkuurruulluuşşssüürreecciinnii MMYYKKsseeççiimmlleerriinnee iinnddiirrggeemmeekkvvee bbuu ççeerrççeevveeddeehhaarreekkeettiinn ggüünncceelliihhttiiyyaaççllaarrıınnddaannkkooppmmaakk,, aaççııkk bbiirriiddddiiaassıızzllıığğıınn vveeiirraaddeessiizzlliiğğiinn ddıışşaavvuurruummuudduurr..

66

Page 7: EG 107.sayı

sürmesi için “avukatlarla yasal uyumluluğu”tartışılarak hazırlanmış tüzük kabul edilmiştir.

Bu tüzüğü hazırlayan ve genel kurul salonundafütursuzca savunanlara sormak gerekiyor. Hareketinhangi sorununa çözüm üretiyor masa başındaoluşturduğunuz bu tüzük? Bu konuda tek birgerekçelendirme çabanız var mı? Tüzüğünoluşturulma süreci 5-6 siyasetin 300-350 kişiliktabanı dışında nasıl bir tartışmaya konu edildi?

Oluşturulan tüzüğün maddelerini tartışmak dahaönce de söylediğimiz gibi anlamsızdır. Çünküörgütsel normları tartışmaya, bu normları belirleyenhareket-örgüt ilişkisine gözünüzü kapayarakbaşladınız mı, ortaya biçimsiz bir yığın çıkar. Gerçekyaşam, masa başında oluşturulmuş kurallarla bağlıkalmaz. Bugün ortaya çıkan tüzüğün gerçekyaşamla, mevcut mücadele ile uzaktan yakından birilişkisi bulunmuyor.

Ancak, karşımızdaki ilkesiz pazarlıkları vebelkemiksiz siyaset anlayışını tanımlamak açısındantüzük tartışmalarına dair kimi örneklere değinmekyerinde olacaktır.

Bunlar içinde en etkileyici olanı, tüzükteanadilde eğitim hakkının tanınmasına ilişkintartışmadır. Bu tartışmada, tüzüğü hazırlayangruplardan birisi olarak SGD, “mücadeleprogramında bu gündemi işleyebiliriz, tüzük içingerekli değil” demiş; diğer hazırlayıcı grup EHP isedaha açıkyürekli davranarak, “Eğitim Sen bunedenle kapatıldı, şimdi biz de aynı sonuçla mıkarşılaşalım?” deme pervasızlığında bulunmuştur.Buradaki ilkesel çerçeve nedir? Geniş Kürt gençlikkesimlerinin haklı ve meşru talebini yasallık adınayok sayan bir yaklaşımın birleşik devrimci birmücadele oluşturma şansı bulunabilir mi? Butartışmayı Genç-Sen içindeki bir eğiliminçürüyüşünü gösteren temel bir veri olarak kabuletmek haksızlık olarak tanımlanabilir mi?

Genç-Sen’deki koltuk pazarlıklarının GenelKurul’a gülünç bir biçimde yansıyan en açık örneğiise, hiçbir gerekçelendirmeye dayanmadan 11 kişiolarak önerilen MYK’nın 13’e çıkartılması oldu.Hareketin ihtiyaçlarına dair hemen hemen hiçbir sözsöylemeyen tüzüğe dair söz almış bir kişi, MYK’nın11’den 13’e çıkarılması ile ilgili bir önerge sundu veardından doğal olarak yöneltilen “niye 13 de 15, 17vb. değil? Bu önerge gerekçelendirilmeli” talebine“daha iyi olur, bence daha çok da olabilir ama 13yeterli” diyerek yanıt verme rahatlığını kendindebuldu. Kürsüye çıkan zat bu rahatlığı nasılbulmuştu? Elbette arkasına aldığı DİSK bürokrasisiile süreç boyunca koltuk sevdasıyla bu bürokrasiyidoğrudan etkinleştiren siyasal gençlik gruplarındandeğil mi? MYK seçimleri ilkesiz pazarlıkların canlı

bir belgesi olarak kayıtlara geçmiş oldu. Önerininsahibi ise, bu sözde seçilmiş MYK’da bir koltuksahibi olarak, önerisinin neden “yeterli” olduğununanlaşılmasını sağladı.

Örnekleri uzatmak yersizdir. Zira ortadakitartışma ilkesiz pazarlıklar üzerine kurulmuştur.Ortaya çıkan tüzüğün ve seçilen MYK‘nın hareketaçısından hiçbir anlamı ve bağlayıcılığıbulunmamaktadır. Hareketin ve birleşik mücadeleninolanakları birilerinin koltuk hesaplarına terkedilemez.

EEttkkiinn,, bbiirrlleeşşiikk vvee ppoolliittiikk bbiirr ooddaakkllaaşşmmaa ggüünncceell zzoorruunnlluulluuğğuu!!

Genel kurul süreci ve öncesinde iki ana eğilimkendini belirgin bir biçimde ortaya koymuştur. Bueğilimlerden birincisi üstte uzun uzadıya sonuçlarınıtartıştığımız genel kurula egemen eğilimdir.Aşılmadığı koşullarda Genç-Sen’in gerçek bir kitleörgütü haline dönüşebilme şansı bulunmamaktadır.

Bugün bu eğilimin karşısında konumlananların,eksiklerine karşın önemli bir olanak olduğunurahatlıkla söyleyebiliriz. Zira genel kurul süreci,taban çalışmasından uzak duran çevrelerintabansızlığını da açık bir biçimde gözler önünesermiştir. Etkin ve birleşik bir taban çalışması,ilkelere dayalı açık bir taraflaşma, bu liberal eğilimintemsilcilerinin koltuk sevdalarını kursaklarındabırakmaya yeter.

Sürecin işleyişinin kapalı kapılar ardında vekulislerle sürdürülüyor olması bugüne kadar etkin birmuhalefet zemini oluşturmayı engellemekteydi. Budönem gerçekleşen genel kurul ile aşılmışbulunuyor. Bir taraf kendi politik hedefini vepratiğini belirgin bir açıklıkla ortaya koymuş, tümilkesizliği ile bunu genel kurula egemen kılmayıbaşarmıştır. Bundan sonra bu eğiliminyapabilecekleri, tanıtım etkinlikleri düzenlemek veüye kayıt masaları açmak olacaktır. Öte yandan, birdiğer önemli nokta, bu eğilimin aynı zamanda artanbaskı ve zor koşulları karşısında üniversitelerdensalonlara çekilen bir eğilim olduğudur. Doğal olarakbu eğilim bir mücadele örgütü inşa etmeninadımlarını atmak yerine, icazet almaya oynayan birpazarlık örgütünün peşinden koşacaktır.

Süreci tersine döndürecek olan, bu ilkesiz küçükhesapların karşısına kamuoyuna açıklanan etkin birpolitik taraflaşma ile çıkmaktır. Bu noktada önceliklimuhatap açık ki devrimci siyasal gençlikörgütlenmeleridir. Genç-Sen içindebulunan/bulunmayan tüm gençlik gruplarını Genç-Sen içinde etkin bir taban muhalefeti yaratılması

SSüürreeccii tteerrssiinneeddöönnddüürreecceekk oollaann,, bbuuiillkkeessiizz kküüççüükk hheessaappllaarrıınnkkaarrşşııssıınnaa kkaammuuooyyuunnaaaaççııkkllaannaann eettkkiinn bbiirrppoolliittiikk ttaarraaffllaaşşmmaa iilleeççııkkmmaakkttıırr.. BBuu nnookkttaaddaaöönncceelliikkllii mmuuhhaattaapp aaççııkkkkii ddeevvrriimmccii ssiiyyaassaallggeennççlliikköörrggüüttlleennmmeelleerriiddiirr..GGeennçç--SSeenn iiççiinnddeebbuulluunnaann//bbuulluunnmmaayyaannttüümm ggeennççlliikk ggrruuppllaarrıınnııGGeennçç--SSeenn iiççiinnddee eettkkiinnbbiirr ttaabbaann mmuuhhaalleeffeettiiyyaarraattııllmmaassııddooğğrruullttuussuunnddaabbiirraarraayyaa ggeettiirrmmeekkbbaaşşllaannggııçç aaddıımmıınnıınnhheeddeefflleerriinnddeenn bbiirriioollmmaallııddıırr..

77

Page 8: EG 107.sayı

doğrultusunda biraraya getirmek başlangıç adımının hedeflerindenbiri olmalıdır.

Bu kapsamda geniş bir tartışma platformu hızla oluşturulmalıve bu tartışma platformu dönemin başında daha geniş bir ilericimuhalefetin katıldığı açık forumlar şeklinde kendini inşa etmelidir.Zira tabana dayalı muhalefetin kendini birleşik bir örgütselzeminde inşa etmesi ve açık ilkesel bir politik kimlikle kamuoyukarşısına çıkması, Genç-Sen’in bütününde yaşanabilecekdönüşümün de başlangıç adımıdır aynı zamanda.

Bu taraflaşma kapsamında altını önemle çizmemiz gerekenbirkaç noktayı başlangıç açısından tanımlayalım:

* Genç-Sen’i hareketin ihtiyaçlarına yanıt veren birörgütlenme haline getirmek için birleşik muhalefet eksenioluşturmak,

* Bu birleşik muhalefet çabasının hedefini, genel kurul veseçimler değil, taban inisiyatifi oluşturmayı hedefleyen, gençliğingüncel sorun ve gündemlerini işlemeye çalışan biçimde ele almak,

* Siyasal gençlik örgütlenmelerinden başlayarak süreci genişbir ilerici-devrimci kesimin tartışmasına açmak,

* Genç-Sen içinde dinamik bir muhalefet ve çalışma eksenioluşturmak için örgütsel bir koordinasyon oluşturmak,

* Forumlar üzerinden Genç-Sen’in bugüne kadaroluşturmaktan özenle çekindiği tartışma platformalarınıkamuoyuna açık bir biçimde gerçekleştirmek, bu kapsamdagençlik hareketinin ve örgütlenmesinin sorunlarını da içine katanbir eksende geniş bir tartışma zemini oluşturmak,

* Genç-Sen içinde tartışılacak ve önümüzdeki dönemyürütülecek faaliyetin politik ve pratik çerçevesini oluşturmak,

* Kendini açık bir taraf olarak, genel çerçeve netleştiğindekamuoyuna açıklamak...

Bu adımlar Genç-Sen içindeki ilkesiz taraflaşmanın karşısındaaçık bir politik taraf olarak örgütlenmek için öncelikli adımlardır.Bu adımlar etkin bir biçimde atıldığı, dinamik bir tartışma sürecioluşturulduğu koşullarda, önümüzdeki gerici barikatların birerbirer yıkılacağından kuşkumuz yok.

Nitekim, bizim de parçası olduğumuz yetersizliklerdenkaynaklı olarak, Genel Kurul sürecinde etkin ve politik birtaraflaşma tüm çabalara karşın başarılamamıştır. Oysa genel kurulsürecinde ortaya çıkan ayrışma henüz başlangıç sürecinde kendiniaçık bir biçimde ortaya koymuştu. Etkin ve birleşik bir taraflaşmagerçekleştirilemediği için, genel kurulda süreci etkileyen birmuhalefet ve buna uygun bir sonuç ortaya çıkarılamamıştır.

Burada tanımlanan bir müdahale çabasıdır. Bugün dinamik birtartışma zemini dahi birleşik bir hareket oluşturma çabasında pahabiçilmez bir önem taşımaktadır. İlkesel bir çerçevede hareketinihtiyaçları ekseninde bir politik odaklaşma sağlanmadan Genç-Sen’i etkin bir araç haline getirmek mümkün değildir.

BBiirrlleeşşiikk ddeevvrriimmccii bbiirr ggeennççlliikk hhaarreekkeettii vvee öörrggüüttüüiiççiinn!!

Genel kurul sürecinde ve öncesinde genel kurulu bir oldubittiye getiren tutumlar genel kurulun birleşik bir tartışmazeminine dönüşmesini de engellemiştir. Genç komünistler olaraksürece yeterli bir ilgi ve devrimci bir taraflaşma çabası açısındanetkin bir tutumla hazırlanmadığımızı açıklıkla belirtmeliyiz.Sürecin işleyen hiçbir mekanizmasının olmaması bizi sınırlayanbir rol oynamıştır. Ancak müdahale etmekte zorlandığımız kapalıkapılar, kulis faaliyetleri geride kalmıştır. Genç komünistlerönümüzdeki süreçte, Genç-Sen’i kitle mücadelesinin ihtiyaçlarınayanıt veren birleşik bir örgütlenme haline getirmek için etkin birçaba ortaya koyacaklardır.

Bu kapsamda Genç Komünistler aşağıdaki hedeflerçerçevesinde hareket edeceklerdir:

* Genç-Sen’i birleşik bir gençlik mücadelesinin aracınadönüştürmek,

* Genç-Sen’in sınırlarını aşan bir kapsamda birleşik gençlikhareketi ve örgütlenmesi sorununu tartışmak, bu kapsamda gençlikiçinde dinamik bir politik tartışma süreci örgütlemek,

* Ticari eğitime ve geleceksizliğe karşı gençliğin kitleselmücadelesini örgütlemek,

* Gençliğin ve ülkenin öne çıkan gündemlerini etkin vebirleşik bir çalışma biçiminde işlemek,

* Kitlesel bir gençlik örgütlenmesi için taban inisiyatifiniaçığa çıkartacak bir çalışma tarzını birleşik bir biçimdeoluşturmak,

* Birleşik bir gençlik hareketi hedefli etkin bir politiktaraflaşmanın adımlarını atmak.

Genç-Sen’in bugüne kadarki pratiği liberal bir önderliğinsınırlarına sıkışmasından kaynaklanmaktadır. Bu zayıflıküzerinden birleşik bir çabayı anlamsızlaştırmak elbette büyük birhata olacaktır. Zira tüm eksiklerine rağmen ortada birleşik birörgütlenme olanağı vardır ve sorunlar devrimci bir önderlik vemüdahale ile aşılabilir.

Bugün hangi saiklerle olursa olsun buna burun kıvırmak,görmezden gelmek birleşik bir gençlik mücadelesinin olanaklarınasırt çevirmek anlamına gelecek, dar grupçuluğun ifadesi olacaktır.

“Bugün öğrenci hareketine etkin ve yolaçıcı bir müdahale tamda bu parçalı güçlerin birleşik bir örgütlenme ve pratik içindeseferber edilebilmesinden geçmektedir. Bu nesnel bir imkanolduğu kadar nesnel bir ihtiyaçtır da. Nesnel bir imkandırdiyoruz; zira öznel planda birçok grup arasında bölünmüş olsa dasözkonusu olan yılların mücadelesi içinde öğrenci hareketininoluşturduğu ilerici-devrimci birikimdir ve nesnel varlığı ilegerçekte ona aittir. Nesnel bir ihtiyaçtır diyoruz; zira öğrencihareketinin bu öncü birikimine dayanmak, geniş öğrencikitlelerine etkin ve başarılı bir yönelimin olmazsa olmazkoşuludur. Bu gücü toplamı içinde birleşik bir kuvvet olarakharekete geçiremediğimiz ölçüde, hiç değilse bugün için genişgençlik kitlelerinde yankı uyandıracak ve destek bulacak birgençlik mücadelesi geliştiremeyiz.” (Ekim, Gençlik HareketininSorunları, sayı: 239, Ekim 2004)

Bu kapsamda ilk adım olarak gençlik örgütlenmesi sorunu veGenç-Sen’e pratik/politik müdahalenin sorun ve olanaklarınıdoğru bir temelde değerlendirmek, bu müdahalenin pratikbiçimlerini ortaya çıkartmak gerekmektedir. Bugüne kadar ortayakoyduğumuz değerlendirmeler ışığında tüm yerellerinbulundukları illerdeki Genç-Sen pratiklerine etkin müdahaleninsorun ve olanaklarını tartışarak ikinci döneme hazırlanmalarıgerekmektedir.

Genç komünistlerin Genç-Sen içindeki konumlanışı, döneminacil ihtiyacı ve hedefi olan birleşik bir gençlik hareketi veörgütlenmesinin geliştirilmesi doğrultusunda olacaktır. Genç-Sen’in, yapısal zaafları aşılmadan, böyle bir araç haline gelmesiolanaksızdır. Ancak etkin ve birleşik bir faaliyetin dönem içindebu zaafları aşacak sonuçlar yaratacağından da kuşku duymuyoruz.

Ekim Gençliği88

Page 9: EG 107.sayı

Ciddiyet, samimiyet ve ilkelere dayalı bir mücadele,devrimci bir akım ve örgütün olmazsa olmaz nitelikleridir.Ancak günümüz gençlik gruplarının önemli bir kısmıgençlik hareketinin yılları bulan darlığı ve çıkışsızlığının,öte yandan da bağlı oldukları siyasal yapının yapısalzaaflarının bir sonucu olarak, belirgin bir ciddiyet vesamimiyet sorunu yaşamaktadırlar. Bugün ağırlıklı olaraksözkonusu olan, günü kurtarma çabasının bile artıkgörülemediği, devrimci mücadelenin dışına sürüklenmiş birsiyasal gençlik grupları tablosudur. Bunu belirleyen,hareketin ihtiyaçlarının ötesinde grupsal çıkar ve kaygılar,çoğu durumda hiçbir tutarlı mantıkla açıklanamayacak yönve tutum farklılıklarıdır.

İlkeler, buna dayalı bir mücadele... Mücadelenin heradımında buna uygun bir konumlanış ve tutum... Devrimcibir örgütlenmenin ciddiyetini belirleyen temel ölçüt budur.Bu ölçütten yoksunsanız, siyasal mücadelede yönünüzübelirleyen doğrultudan yoksun kalırsınız. Bu sizi ciddi vetutarlı bir yapı olmaktan alıkoyar. Bir de bu durumunüzerini örtmek için belirgin bir çaba harcıyorsanız, gölgedövüşleri yaparak günü kurtaran tartışmalarla yolunuzuyürüyorsanız, samimiyetiniz de tartışmalı bir halegelecektir.

Atılım’ın 189. sayında “Genç-Sen maratonu başladı”başlıklı bir değerlendirme yayınlandı. Değerlendirme anahatları ile SGD ve Atılım çevresinin genel kurul sürecini,öte yandan ise ortaya çıkan eğilim ve taraflaşmayıtartışmak/tanımlamak isteği ile kaleme alınmış. Nitekimmetin bu başlıklara dair de belli başlı açıklamalardabulunuyor. Ancak metnin sıradan bir okuyucunun dahidikkatini çekecek yanı, olgusal bir takım gerçeklerideğerlendirmekten çok kendini açıklama çabasına girişmişolmasıdır. Bu durum anlaşılırdır. Zira genel kurul, Atılım‘ın“objektif haber anlayışı”nın üzerini tek bir metinleörtemeyeceği tutarsızlıkları, bir kez daha üstü örtülemez birbiçimde dışa vurmuştur. Atılım’ın ortaya koyduğueleştirilerin ve tanımlamaların doğruluğunu devrimci birilkesellikle tanımlamaya çalışmak, ilkelerden yoksunluğunkanıksandığı gençlik hareketi içinde birçokları için anlamsızgörülebilir. Ancak bizim için önemli olan kimin ne anladığıdeğil, gerçekler ve ilkelerdir.

SSGGDD vvee AAttııllıımm ççeevvrreessii ggeennççlliikk hhaarreekkeettii iiççiinnddee nneeyyii ssaavvuunnuuyyoorr??

“Genç-Sen’i önemseyen ve bu işe emek harcamakisteyenler”in dönem boyunca anlamlı sonuçlaroluşturduğunu düşünenler, Genç-Sen içinde nasıl birpratiğin ve tartışmanın temsilcisi olmuşlardır? Bu çevreaçısından Genç-Sen, henüz başlangıçta kitle mücadelesidışında tanımlanmıştır. Geçtiğimiz yıl boyunca yapılantartışmalarda SGD çevresi suya sabuna dokunmadan, tek birpratik-politik çaba harcamadan, kuruluş sürecininyürütülmesini tartışmıştır. Zira Genç-Sen içinde bizim dedahil olduğumuz; süreci alanlarda örgütlemek, tabanıninisiyatifine dayanan bir çalışma süreci hedeflemek vegençliğin öne çıkan gündemlerini birleşik bir tarzdabelirlemek tartışmalarının karşısında, neredeyse tüm süreçboyunca SGD çevresini bulduk.

Bu karşıtlıkta etkin bir desteğe sahip olduklarını dabelirtmemiz gerekiyor. Zira DİSK bürokrasisi için dehedeflenen ana hatları ile buydu: Kısa bir tanıtım, ardındanise hızla kendine yakın anlayışlarla bir genel kurul süreciörgütlemek. Bu noktada SGD hızlı bir kulis çalışması ile buanlayışta ortaklaşacağı yol arkadaşlarını da bulmuş oldu:SDP, EHP, Anti kapitalist... Sonrasında pratik çaba olaraktanımlanacak tek iş, sorunsuz bir genel kurul ile koltuklarınpaylaşılması çabasıdır. Elbette bu süreç etkili bir “emekharcayarak” geçirilmiş olabilir. Ancak burada bizi vedoğallığında gençlik hareketini ilgilendiren bir yanbulunmuyor. Zira bazıları koltuk kapma sevdasıyla, DİSKbürokrasisi ve liberal gençlik çevreleri ile ilkesiz birbirlikteliğin “yoğun pratiğini” sergiliyorlar diye bizim deaynı pratik süreçte yer almamızı beklemeleri kendiciddiyetsizliklerinin bir dışavurumu olabilir ancak.

YTÜ’de örgütlenen yemekhane boykotuna destekçağrımızı yanıtsız bırakanları, “Meslekler nereyesempozyumu”nun örgütlenme sürecine katılım çağrımızaayak direyenleri, üniversite önlerinde soruşturma terörünekarşı mücadele ederken bu temel gündemi tartışmak ihtiyacıdahi duymayanları beklemek gibi bir niyetimiz hiç olmadı.Tartışmalar yapıldı, sonuç belirlendi ve biz gücümüze 99

Page 10: EG 107.sayı

güven temelinde pratik faaliyetimizi yürütmeyisürdürdük. Ötesi bizim işimiz olamaz, olamazdı.

Şimdi Atılım ve SGD çevresine sorulmasıgereken asıl soruya geçelim: Bu çevre gençlikhareketi içinde güncel planda neyi savunuyor?Yıllardır tekrarlanan ve bizim bir türlükarşılaşamadığımız “kitlelere hücum” perspektifi mihareketin biriken sorunlarına dair çözüm yaklaşımı?Ya da “sosyalist aydınlanma” hayalleri ilekurdukları, şimdi ise işletmekte bile zorlandıklarıSosyalist Gençlik Dernekleri mi hareketinsorunlarını çözecek olan?

Başlangıçta belirttiğimiz gibi, ciddiyetsizlik birtercih değil, bir yoksunluktur. İlkelerden ve ilkeselhassasiyetlerden yoksunsanız, hareketin sorun veihtiyaçlarını tanımlamaktan yoksunsanız, yaşam sizeciddiye alınır bir örgütlenme olma şansı tanımaz.

SSGGDD ççeevvrreessiinniinn ssiiyyaassaall pprraattiiğğii:: BBiirr rrüüzzggaarr ggüüllüü ssiiyyaasseettii

Atılım ve SGD çokça alışık olduğumuz bir elçabukluğu ile genel kurul sürecinden yansıyanbirtakım sorunlardan sıyrılmak derdindedir.Alıntılıyoruz:

“Anadilde eğitim bir diğer tartışma konusu...Sosyalist gençlerin anadilde eğitim konusundakitavrı, bugüne kadar ortaya koyduğu pratiklerlesabittir. Nitekim sosyalist gençler, 2002’de anadildeeğitim kampanyasının destekçisi değil örgütleyicisiolmuşlar, sonraki yıllarda üniversitelerde Kürdolojibölümünün açılması yönünde çalışmalaryürütmüşlerdir. En son, kurucu genel kurulda Genç-Sen’in de bu yönde bir tutum benimsemesi için uğraşvermişlerdir. Bu talebin, sendikanın ‘amaç veilkeler’ini tarif eden metinde yer alması için özel birgayret sarf etmişlerdir. Sonuçta, Genç-Sen KurucuGenel Kurulu başarı ile gerçekleştirildi. Şimdi neyapmalı? Genç-Sen’in kampüslerde ve tek tekfakültelerde canlanmasına hizmet eden hazırlıkçalışmaları, tanıtım kampanyasına evriltilmeli,öğrenci sendikasını daha geniş gençlik kitlesiylebuluşturmak için seferber olunmalı. Bu sorumluluk,herkesten önce sosyalist gençlerin omuzlarındadır.”

Asıl sorun “Anadilde eğitim bir diğer tartışmakonusu...” olarak ifade edilen noktadır. Yanıtlanmasıgereken konu ise tüzüğe bu maddeyi koymayaSGD’nin neden karşı çıktığıdır. Buna yanıt vermekiçin başlanmış bu koca alıntıda bir yanıt bulunuyormu? Yine değerlendirme metninin bütününe hakimolan o savunmacı yaklaşımla ama biz geçmişte bunuyaptık denilmekte, “sonuçta Genç-Sen Genel Kurulubaşarı ile gerçekleşti” denilerek anlaşılmaz birciddiyetsizlikle yaşanan sıkışmanın üstü örtülmeyeçalışılmaktadır. Yani bir basınçla yanıt arayışınagirişilmiş, söyleyecek bir şey bulunamayınca dasorun evelenip gevelenmiştir. Atılım açısından buyeni bir ciddiyetsizlik örneğidir. Bir açıklamayapmak yerine, her zaman tercih ettiği gibitartışmayı yok saysaydı daha akıllıca olurdu.Metinden yansıyan koca bir ciddiyetsizliktir...

SGD anadilde eğitim gibi temel önemde birkonuyu insanların gündemine sokmak, tartıştırmakve bu gündem ekseninde genel kurulu açık bir tutumalmaya çağırmak yerine, “talebi amaç ve ilkelermetninde tartışırız” demekle yetinmiştir. Peki nedençokça önemsenen tüzükte anadilde eğitim talebiningeçmesine karşıt bir tutum açıklamıştır SGD? Açıkki sorun, yeni durum ve bunun oluşturduğudengelerdir. DİSK’le kulisler yapıp samimiyetinizi

onlara açıklamak için ikna edici bir çabaharcıyorsanız, temel sorun olarak genel kuruldanMYK seçilmeyi koymuşsanız, iş Kürt sorunukarşısında tutum almaya gelince günün ihtiyaçları ileilkesel çerçeve arasında sıkışıp kalırsınız. Zira buDİSK’in onlarca örnekle sabit şoven çizgisi ileilkelere dayanan bir tartışmayı göze almak demektir.

Yine “yasal” bir eksene sıkışan hatta hazırlanantüzükte yasal çerçevede ortaya çıkan uyumsuzluklarıdüzeltmeyi, bu açıdan tüzüğü düzenin müdahalelerikarşısında tartışmaya açmayı taahhüt etmiş iseniz,zaten başlangıçta bu yasalcı boyunduruk anadildeeğitim talebini tüzüğe koymanıza engel olacaktır.Aynı konu üzerine söz alan EHP temsilcisininsöylediği “Eğitim-Sen bu nedenle kapatıldı, şimdibiz de aynı sonuçla mı karşılaşalım” sözleri politikbir iflası tanımlamakla beraber en azından samimibir ifade olarak değerlendirilmelidir.

Burada Kürt sorunu gibi temel önemde birsorun karşısında düşülen durum bizi hiçşaşırtmamıştır. Zira hiçbir dönem bu çevrenin Kürtsorunu karşısında ilkelere dayalı bir yaklaşımı, bunauygun bir pratiği bulunmamıştır. Sorun Kürthareketinin kuyruğunda ve onun dümen suyunda birsiyaset arayışıdır. Buna uygun olarak kendinikonumlandırma çabasıdır. Şimdi ise öncelikli yanDİSK’in kuyruğunda ve dümen suyunda bir siyasetarayışıdır. Ve ona uygun konumlanıştır. İlkeler mi?Geçiniz! Bunun ne önemi olabilir ki? İşte SDGçevresinden genel kurul süreci ile bir kez dahayansıyan budur.

KKuuyyrruukkççuulluukk vvee cciiddddiiyyeettssiizzlliikk üüzzeerriinneessoonn ssöözzlleerr

Şimdi Atılım’ın yapmaya çalıştığı iki temeleleştiriyi kısaca da olsa yanıtlayalım.Oluşturduğumuz önergeleri geri çekme nedenimiziaçıkladığımız, bunu genel kurul sonrasında haklıçıkartan onlarca anti demokratik tutum örneğibulunuyorken, eleştiriniz neyi hedeflemektedir? Eğerdeğerlendirmelerimize dair bir tartışmanız varsa veelbette bunu yapacak bir cesaretiniz, bekliyoruz?Ama bunu yapmadan ve kendi tutumunuzu dahigerekçelendiremeyen bir metinle kalkıp bizieleştirmeye kalmak bir başka ciddiyetsizlikörneğidir.

DPG’nin çekilmesi sonrasında Ekim Gençliği degenel kurul sürecini terk etmiştir. Bu konudaDPG’nin tutumu elbette bütünsel bir doğruluktaşımıyor, zamanlama ve üslup açısındaneleştirilebilir. Biz bir takım yanlışları kullanmakderdi ile hareket etmiyoruz, etmeyiz de. Bu noktadaçıkışımızı belirleyen asıl neden, DPG’nin yürüttüğütartışma zeminine gösterilen tahamülsüzlüktür. Bunusaldırgan biçimlere taşımaktır. Zaten demokrasicilikoyunu oynanan genel kurulun birleşik bir tartışmaolanağına ve farklı düşüncelere verdiği saldırganyanıttır. Zira bizim için bugünkü biçimiyle Genç-Sen’den daha önemli olan gençlik içinde dinamik birtartışma süreci oluşturmaktır.

İlkesizliği yaşam biçimi haline getiren birsiyaset, genel kurul sürecine ve öncesine dair kalkıpbizi eleştirme ve hatta “kuyrukçuluk” ve“ciddiyetsizlikle” suçlama cesareti göstermektedir.Siyasal literatürde olmasa da sosyal yaşam içinde“aptal cesareti” denen bu olsa gerek.

Ekim Gençliği

1100

ŞŞiimmddii AAttııllıımm vveeSSGGDD ççeevvrreessiinneessoorruullmmaassıı ggeerreekkeenn aassııllssoorruuyyaa ggeeççeelliimm:: BBuuççeevvrree ggeennççlliikk hhaarreekkeettiiiiççiinnddee ggüünncceell ppllaannddaanneeyyii ssaavvuunnuuyyoorr??YYııllllaarrddıırr tteekkrraarrllaannaannvvee bbiizziimm bbiirr ttüürrllüükkaarrşşııllaaşşaammaaddıığğıımmıızz““kkiittlleelleerree hhüüccuumm””ppeerrssppeekkttiiffii mmiihhaarreekkeettiinn bbiirriikkeennssoorruunnllaarrıınnaa ddaaiirrççöözzüümm yyaakkllaaşşıımmıı?? YYaaddaa ““ssoossyyaalliissttaayyddıınnllaannmmaa”” hhaayyaalllleerriiiillee kkuurrdduukkllaarrıı,, şşiimmddiiiissee iişşlleettmmeekkttee bbiilleezzoorrllaannddııkkllaarrıı SSoossyyaalliissttGGeennççlliikk DDeerrnneekklleerrii mmiihhaarreekkeettiinn ssoorruunnllaarrıınnııççöözzeecceekk oollaann??

Page 11: EG 107.sayı

Geçtiğimiz yıl Cumhuriyet mitingleriyle tırmandırılan“laik/anti-laik” taraflaşması, geçtiğimiz günlerde ortaya atılan“türban ile üniversiteye girme/girememe” tartışmalarıylabirlikte yeniden karşımıza çıkmış bulunmaktadır.

Bu süreçte ortaya çıkan düzen içi taraflaşmaya paralel birbiçimde kamuoyuna açıklamalar yapılmakta, üniversitelerdeardı ardına imzalar toplanmakta, ülke gündemi bu sorunasıkıştırılmak istenmektedir. Düzen içi taraflardan liberal“aydınlar”a ve hatta “sosyalist” olma iddiasındaki kimisiyasal yapılanmalara kadar tartışmanın yürütücüleri,“laiklik”, “din ve vicdan özgürlüğü”, “demokrasi ve insanhakları” vb. üzerine nutuklar atmakta, toplum bu iki taraftanbiri olmaya zorlanmaktadır.

Taraflardan biri kadının özgürlüğünü, genel hak veözgürlükleri kılık-kıyafet “serbestliğine” indirgemekte,diğerleri “şeriat geliyor“ hezeyanları ile sözde laikliksavunuculuğuna girişmekte, “gericiliğe karşı aydınlanmanınbayrağı”nı yükseltmektedir.

Oysa, bugün ABD emperyalizminin işbirlikçisi ve islamcısermayenin temsilcisi AKP, türban tartışmalarında tersdüştüğü TÜSİAD da dahil olmak üzere, bütünüyle sermayesınıfının çıkarlarını korumakla ve sistemin devamlılığınısağlamakla yükümlüdür. Yanı sıra emperyalist-kapitalistsistemle ilişkiler çerçevesinde, her inançtan işçi ve emekçiyiiçine alacak biçimde, sosyal yıkım politikalarını pervasızcauygulamaktadır.

“Türkiye laiktir, laik kalacak” sloganları atanlar ise büyükbir çelişkiyi yaşamaktadırlar. Çünkü bu ülkede laik bir sistemyoktur ve hiç olmamıştır. “İslam dininin inançları, ibadet veahlâk esasları ile ilgili işleri yürütmek, din konusundatoplumu aydınlatmak ve ibadet yerlerini yönetmek” amacıylakurulmuş Diyanet İşleri Başkanlığı gibi bir kurum ortadaiken, devlete bağlı ve maaşlı onlarca imam ve din adamımevcut iken, imam hatip liselerinin sayısı her geçen günartarken, ilkokuldan liseye kadar zorunlu din dersiuygulaması yürürlükte iken laiklikten bahsetmek mümkündeğildir.

Vurgulanması gereken noktalardan biri de, her dönem“göreve çağrılan” ve “laikliğin koruyucusu” olarak görülenordunun temel görevinin mevcut sömürü sistemini koruma vekollama olduğu ve en önemlisi, bu ülkede dinsel gericiliğinbu denli güç kazanmasının önünün bizzat bu ordu tarafındanaçıldığıdır. Amerikan emperyalizminin “yeşil kuşak projesi”ve bu doğrultuda karşımıza çıkarılan “Türk-İslam sentezi”,bizzat 12 Eylül askeri-faşist darbesi ile ordu tarafından hayatageçirilmiştir. Zorunlu din dersi uygulamasından imam-hatiplerin pıtrak gibi çoğalmasına kadar birçok uygulama odönemle birlikte ordu eliyle hayata geçirilmiş, böylece ABD

patentli “ılımlı islam projesi”nin zemini döşenmiştir.Ve en önemlisi, bugün laiklik/anti-laiklik tartışmaları ile

kitlelerin bilinçleri bulandırılırken, üniversite gençliğini, işçive emekçi kitleleri ilgilendiren birçok kritik yasa ve saldırı birbir hayata geçirilmeye çalışılmaktadır.

DDiinnsseell ggeerriicciilliikk kkaarrşşııssıınnddaa kkoommüünniisstt ttuuttuumm

“Hiçbir koşulda din sorununu burjuva radikaldemokratlarının sık sık yaptığı gibi, soyut, ülkücü bir biçimde,sınıf mücadelesinden kopuk ‘entelektüel’ bir sorun gibi ortayakoymak yanlışına düşmememiz gerekir. Aşırı baskı temelineoturan ve işçilerin eğitilmediği bir toplumda, dinselönyargıların sadece propaganda yöntemleriyle yokedilebileceğini sanmak budalalık olur. İnsanlığın üzerindekidin boyunduruğunun toplumdaki ekonomik boyunduruğun birsonucu ve yansıması olduğunu akıldan çıkarmak burjuva dargörüşlülüğünden başka bir şey değildir. Proletaryakapitalizmin karanlık güçlerine karşı kendi mücadelesiyleaydınlanmadıkça, ne kadar bildiri dağıtılırsa dağıtılsın, nekadar söz söylenirse söylensin proletaryayı aydınlatmakolanaksızdır. Bizim açımızdan ezilen sınıfların bu dünyada bircennet yaratmak adına gerçek devrimci mücadeledebirleşmesi, öteki dünya cenneti konusunda proletaryanıngörüş birliğine gelmesinden daha önemlidir.” (Lenin,Sosyalizm ve Din, Eriş Yayınları)

Burada sorunun nasıl ele alınması gerektiği çok özlü birbiçimde ortaya konulmaktadır. Komünistler dine ve dinselgericiliğe karşı mücadeleyi, sorunu besleyen nesnel-toplumsalkoşullardan bağımsız ele almazlar. Dinsel gericiliği süreklibesleyen maddi-toplumsal koşullar ortadan kaldırılmadıkçasorunun kalıcı bir tarzda çözülemeyeceği bilimselgerçekliğinden hareket ederler. Bu tutum elbette hiçbirbiçimde dinsel gerici ideolojiye karşı mücadeleyi tali planaitmemekte, sorunu önemsizleştirmemektedir. Burada önemliolan, sınıf mücadelesinden kopuk bir tarzda ortaya konulan“tepeden din yasaklamacılığı” gibi “burjuvazinin ekmeğineyağ sürecek” tutumlardan kaçınabilmektir.

Komünistler dinin devletten tümüyle ayrılmasını, devletindine kişisel vicdan ve inanç özgürlüğü bağlamındayaklaşmasını, dini eğitimin ortadan kaldırılmasınısavunmaktadırlar. Öte yandan, tartışmanın türbanaindirgenmesine karşı çıkmakta ve tepeden bir yasaklamaylatopluma nüfuz etmiş dinsel gericiliğin ortadankaldırılamayacağı bilinciyle hareket etmektedirler. 1111

Page 12: EG 107.sayı

TBMM Genel Kurulu’nda 9 Şubat’ta yapılanikinci tur oylamada, 103 ret oyuna karşılık 411oyla kabul edilen kanunla türbanınyükseköğretimde serbest bırakılmasının yoluaçıldı. Dinci-gerici AKP ile ırkçı-faşist MHPortaklığıyla kabul edilen yasa, cumhurbaşkanıtarafından onaylanırsa, dinci gericilik önemli birmevzi kazanmış olacak. Tabii dinci gericiliğinÇankaya tepesini denetlediği gözönünealındığında kanunun onaylanma ihtimali yüksektir.Nitekim bazı üniversiteler şimdiden kapılarınıtürbanlı öğrencilere açmış bulunuyor.

Dinci-gerici cephenin bu adımıyla türbanetrafında dönen tartışma daha da alevlenirken,destekçilerini sokaklara çıkaran taraflar kararlılıkgösterisinde bulundu. Ancak gerici güç odaklarıarasındaki bu çatışmada dinci-gerici cenahınüstünlüğü ele geçirdiği gözlenmektedir. Irkçılıkhisterisi yayıldığında faşist partiyle aynı kulvardabuluşan “sol kılıklı” milliyetçiler şaşkınlık içindegörünmektedir. Zira AKP, faşist partinin desteğinialarak taarruza geçmiştir.

Bu gelişmeler, faşist partinin kendilerineyaklaştığını savunan “sol kılıklı” milliyetçilerinfoyasını ortaya çıkarmıştır. Olaylar gösteriyor ki,faşist parti yerli yerinde dururken, bu çevrelerfaşist partiye yaklaşmıştır. Perinçekçi İP’inMHP’yle ittifak kurmasında olduğu gibi, faşistparti bir kez daha onları hayal kırıklığınauğratmıştır. Zira bu ülkede hem faşist cenah dincigericiliğe yakın olmuş hem dinci-gerici cenahırkçılıkla malul olmuştur. AKP-MHP ittifakının bukritik evrede kolaylıkla sağlanması, büyük ölçüdebu doku yakınlığıyla da ilgilidir.

Laikliğin bekçisi olduğunu öne süren cenahıasıl güçsüz kılan ise generallerin son günlerdekisuskunluğudur. Dinci-gericiliği denetim altındatutmak için “postmodern darbe” yapan, “e-muhtıra” yayınlayan generaller, son gelişmelerlepek ilgili görünmüyorlar. İkinci NATO ordusuna“ilerici” payeler biçen, dahası bu fantaziyeinanarak “postal”dan medet umanların derin birdüş kırıklığına yuvarlandıkları kesin.

Kürt halkı üzerine bomba yağdırmakla meşgulolan Amerikancı generaller ile “türbana özgürlük”için cihat açan Amerikancı AKP’nin zımni biranlaşmaya varmış olmaları ihtimal dışı değildir.Zira Tayyip Erdoğan ile Genelkurmay İkinciBaşkanı’nın geçen Kasım ayında Beyaz Saray’dahuzura çıkmasından sonra taraflar arasındakiçatışma belli bir dengede tutulmuştur. Bukoşullarda tarafların bazı konularda karşılıklıtavizler vermesine dayalı, yeni dengeleri gözetenzımni bir anlaşmaya varmaları önünde bir engelgörünmüyor.

Taraflar arasında zımni bir anlaşma sağlanmışolsa bile, gerici güç odakları arasındaki çıkarçatışmaları devam edecek, emekçiler yinecenahlardan birinin peşine takılmak istenecektir.Bu arada bazı sol kurum ya da çevrelerin dinci-laik çatışmasında dolaylı da olsa taraf olmaeğilimi sergilemeleri, kafa karışıklığının daha daartmasına hizmet edecektir.

Hem türban savunucusu hem türban karşıtıkesimler farklı çevrelerde taraftar bulabilmektedir.Dinci gericilerle onlara yedeklenenler türbanısavunmanın özgürlüğü savunmak olduğunu önesürerken, karşı cephede olanlar ise, türbana karşı1122

EEmmeekkççiilleerr ggeerriiccii ggüüççlleerriinn ppeeşşiinnee ttaakkııllmmaayyıı rreeddddeettmmeelliiddiirr!!

İİşşççii ssıınnııffıı vvee eemmeekkççiilleerriinn ggüünnddeemmii;;ssaallddıırrıı ffuurryyaassıınnaa kkaarrşşıı ddiirreenniişş oollmmaallııddıırr!!

Page 13: EG 107.sayı

çıkmanın laik-demokratik kazanımlara sahip çıkmakanlamına geldiğini iddia ediyor.

Tarafların tartışmalarında işçi sınıfına, emekçilere,ezilen Kürt halkına yer yoktur. Ekonomik-sosyalkazanımların gaspına, demokratik hak ve özgürlüklerintırpanlanmasına ses çıkaran olmadığı gibi özelleştirmesaldırısına karşı çıkan da yok. Sendikalaştıkları içinpatronların bekçi köpekliğini yapan kollukkuvvetlerinin saldırısına uğrayan işçilere destek verentaraf olmadığı gibi, Kürt halkının tepesine bombayağdırılmasını da hep birlikte alkışlıyorlar.

Bunun böyle olması taraflar adına kaba birriyakârlık gösterisi yapıldığını ortaya sermekle birlikte,şaşırtıcı değildir. Zira bu bilinçli bir sınıfın,burjuvazinin tüm kesimlerinin kölelik ve yağma düzenikapitalizmi savunma içgüdülerinin kaçınılmazsonucudur. Onlar özgürlüğü de, demokrasiyi dekendileri için istiyorlar. Yani emekçilerin ürettiği artı-değerin yağmasından daha büyük bir pay almaözgürlüğü peşindedirler.

Biliniyor ki, kapitalistler için sömürüde sınırsızözgürlük olduğu yerde, işçi sınıfı ve emekçiler içinkölelik vardır. O halde, en basit demokratik hakkıkullanma özgürlüğü bile, ancak emekçilerin çalışma veyaşam koşullarına nasıl yansıdığına bakılarakölçülebilir. Diğer bir ölçüt ise, işçi sınıfıyla ezilenlerindavasını savunan siyasi güçlerin, yani devrimcihareketin faaliyet yürütme özgürlüğüyle ilgilidir. Buölçüt üzerinden bakıldığında, ne dinci-gerici cenah, nepostaldan medet uman ancak hayal kırıklığına uğrayan“laik” cenah demokrattır. Zira taraflar, hem işçisınıfının çalışma ve yaşam koşullarının giderekkötüleşmesine yol açan neo-liberal saldırıya destekveriyor, hem de devrimcileri “terörist” kategorisineyerleştirip her tür haktan mahrum bırakılmasınısavunuyorlar.

Genelde işçi sınıfı, daha özel planda ise sınıfın ilerikesimleri bu sahte ikilemi reddetmelidir. Taraflardanbirinin peşine takılmak, işçi sınıfının cellatlarınınhizmetine girmekten başka bir anlam taşımayacaktır.

Taraflardan biri sömürü ve köleliğe karşıdirenmeyi değil avuç açmayı önerirken, öbürü ırkçı-şoven zehirle işçi sınıfının birliğini parçalamaya gayretederek aynı amaca hizmet ediyor.

Biri dinsel aidiyeti öne çıkarırken, diğeri ulusalaidiyeti öne çıkarıyor. Yani her iki taraf da, işçisınıfının sınıf kimliğinin, sınıf aidiyetininyozlaştırılması için uğraşıyor. Demek oluyor ki,taraflar hem işçilerin birliğini baltalamaya hem dehalklar arası kardeşliği yıkmaya çalışıyorlar.

Unutmamak gerekir ki, bu uğursuz çabaları bilinçliolduğu kadar planlıdır da. Çünkü onlar başka birdünyanın, kapitalizmin kokmuş karanlıklar dünyasınınmensuplarıdır.

İşçi sınıfıyla ezilenler, asalak kapitalistlerin veonlar adına siyaset yapanların peşine düşmekten özenlekaçınmalıdırlar. Bunun yolu kendi sınıfının davasıuğruna mücadele etmeyi başarmaktan geçiyor.Egemenler karşımıza iki gerici bayrakla çıkıyorlar.Onları elimizin tersiyle itmek, işçi sınıfı ve emekçilerinkızıl bayrağı altında birleşerek yanıt vermek gerekiyor.

Sömürücü sınıflardan ya da onların çıkarlarınıtemsil eden düzen partilerinden medet ummak,egemenler arası çatışmada bir tarafın kuyruğunatakılmak, tam bir aymazlık olacaktır. Böylesi biraymazlığın yaratacağı sonuç ise kölelik içindeçürümek olabilir ancak.

Elbette işçi sınıfı ve emekçilerin en azından öncübilinçli kesimleri, egemenlerin kurduğu bu tuzaklarınfarkındadır. Fakat saldırıların boyutu göz önünealındığında, farkında olmak yetmez. Bu bilinciemekçiler arasında alabildiğine yayarak eylemlimücadeleye kanalize etmek gerekir.

Sınıf devrimcileri, başlayan bahar sürecini bubilinci işçi sınıfıyla emekçilere taşımanın bir olanağınaçevirebilmelidirler. İşbirlikçi sermaye iktidarınınekonomik-sosyal, ideolojik-politik saldırısınınhedefindeki emekçiler saldırılara karşı mücadeleninöznesi haline getirilebilmelidirler. Bu amaçlaemekçileri uyarmak, bilinçlendirmek, örgütlemek,daha da önemlisi eylemli mücadelenin asli unsurlarıhaline getirmek büyük bir önem taşımaktadır. Hemdüzenin pervasız saldırılarına karşı etkili bir yanıtvermek, hem de devrim ve sosyalizm davasınıgüçlendirmek, bu alanda sağlanacak başarıylabağlantılı olacaktır.

(Sosyalizm için Kızıl Bayrak, Sayı: 2008/07,15 Şubat ‘08) 1133

Page 14: EG 107.sayı

6 Kasım 1981 tarihinde kurulan ve kurulduğugünden bu yana üniversitelerin çok yönlü birbiçimde düzene entegrasyonu görevini üstlenenYÖK, yeni başkanına kavuştu. Sermaye düzenininbu kilit kurumuna, yine sermaye düzeninin kilitisimlerinden biri getirilmiş oldu: Yusuf ZiyaÖzcan... Şimdilerde bu isim üzerine düzen içitaraflaşmada laiklik postu giymiş klik tarafındanfırtınalar kopartılıyor. Ancak bu esip gürlemelerbir kenara bırakıldığında, Yusuf Ziya Özcan’ın,“temiz” siciliyle, sermaye düzeninin rahatçaYÖK’ü teslim edebileceği bir isim olduğu daaçıkça görülüyor.

Önümüzdeki dönemde üniversitelerinyapısında bir dizi değişiklik olacağı bugündenöngörülmeli. Elbette YÖK aynı YÖK, elbettedeğişen bu kurumun misyonu değil. Değişen YÖKbaşkanlığı kapısındaki isim tabelasından ibaret.Ancak Yusuf Ziya Özcan’ın neo-liberalpolitikaların hız kazandığı bir dönemde bu ulvigörevi üstlenmiş olması da, artık bir takımadımların daha hızlı atılacağının, 27 yıllıküniversiteleri sermayenin denetimine bırakmaserüveninin doruk noktasına ulaşacağının yeni birgöstergesi olarak değerlendirilmeli. Nitekim çiçeğiburnunda YÖK başkanının arka arkaya yaptığıaçıklamalar da bu tespitin ilk göstergesi.

DDüüzzeenn iiççii ttaarraaffllaaşşmmaaddaa YYÖÖKK kkrriizzii vvee AAKKPP’’nniinn ssttrraatteejjiikk hhaammlleessii

Sermaye düzeninin farklı klikleri arasındasüregelen denge, AKP’nin 22 Temmuz seçimbaşarısı üzerine ciddi bir sarsılma yaşadı. Devletbürokrasisinin üç önemli koltuğuna kurulan AKP,dengenin yeniden kendi aleyhine eşitlenmemesi

için kritik noktalarda oldukça hassas adımlaratmaktan geri durmuyor.

Türk-İş’ten Merkez Bankası’na, düzeniçerisinde farklı misyonlarla öne çıkan bir dizikurumu denetimi altına alan AKP iktidarı, ordueksenli kliğin dengeyi yeniden eşitlemedeki temelkozu olan Kürt sorunundan da ABD’denoperasyon izni kopartarak sıyrılmış oldu. YineTÜSİAD ile arasını hoş tutma yaklaşımından aslataviz vermeyen AKP iktidarı, SSGSS yasatasarısına hız kazandırmak başta olmak üzereTÜSİAD’ın tehditkar mektuplarla hatırlattığı birdizi meselede de adım atmaktan geri durmadı.YÖK Başkanı ataması da AKP’nin bu toplamstratejisi ile uyumlu bir hamle olarak kayıtlarageçmiş oldu.

YÖK Başkanlığı’na getirilen isim, gerekTÜSİAD içerisindeki konumlanışı, gerek ABD ilekurduğu kurumsal düzlemdeki ilişkileri, gerekse“terörle mücadele” merkezli orduyla kurduğudirsek teması ile sermayenin farklı kliklerininsözcülerinin üzerine çok rahat sözsöyleyemeyeceği bir isim. Elbette CHP kanadıhala Özcan’ın sicilinde yer alan ve islamla ilgiliolan araştırmalar üzerinden fırtınalar kopartmayaçalışsa da, yeni YÖK Başkanı, TÜSİAD’ın,ABD’nin, özellikle de Türkiye’nin eğitimpolitikasındaki dönüşümler noktasında çoktan gerisayımı başlatmış ve bunu türlü raporlarla ilanetmiş İMF, DB, TÜBİTAK gibi kurumlarıngüvenini yıllar öncesinden kazanmış bir kimlik.Bu haliyle AKP bir taşla iki kuş vurmuş oldu. Biryandan neo-liberal dönüşümleri bütünlüklü hayatageçirme noktasında üstlendiği görevi düzen içitartışmalarla yavaşlatmaktan kaçındığını ortayakoyan AKP, diğer yandan üniversitelerdeyaşanacak dönüşümleri zora sokabilecek,

DDooğğrraammaaccıı vvee GGüürrüüzz ggeelleenneeğğiinniinn tteemmssiillcciissii:: YYuussuuff ZZiiyyaa ÖÖzzccaann......

ÜÜnniivveerrssiittee--sseerrmmaayyee iişşbbiirrlliiğğiinnddeeggiirriilleecceekk yyeennii aaşşaammaa!!

1144

Page 15: EG 107.sayı

engelleyebilecek potansiyel bir gençlikhareketinin de önlemini, kurumun başına “sosyalhareketlilikle baş etme” konusunda stratejist sıfatıtaşıyan bu ismi getirerek almış oldu.

HHeerr ttaaşşıınn aallttıınnddaann ÖÖzzccaann ççııkkııyyoorr!!

Yusuf Ziya Özcan’ın akademik özgeçmişinindökümü, üniversite-sermaye işbirliğininTürkiye’deki tarihçesine denk düşüyor. 1973’teAnkara Dil, Tarih ve Coğrafya Fakültesi SosyolojiBölümü’nden mezun olduktan sonra devlet bursuile Chicago Üniversitesi’ne devam eden Özcan,burada yüksek lisans ve doktorasını tamamlıyor.“Türkiye’de sosyal tabakalaşma ve sosyalhareketlilik” üzerine hazırladığı tez ile doktorünvanı alan Özcan 1981’de, yani YÖK’ünkurulduğu ve darbenin çocuğu bu kurumaracılığıyla üniversitelerde öğretim elemanlarınıhedef alan bir cadı avının başlatıldığı yılda,ODTÜ Sosyoloji Bölümü’nde öğretim elemanıolarak göreve başlıyor.

Özcan’ın öğretim elemanlığı ile başlayan vebugün YÖK Başkanlığı’na uzanan kariyeryolculuğu olabildiğine tutarlı. Özcan, akademi ilekurduğu ilişkiyle paralel olarak sermaye ilekurduğu ilişkileri de geliştirerek, “liberal islamcı”,başka bir deyişle gerici ve sermaye uşağı statüsüneuygun bir biçimde konumlanmış ve bukonumlanış bugün onu YÖK’ün, Doğramacı veGürüz’den sonra bu kuruma en yaraşırbaşkanlarından biri yapabilmiştir.

Sicilinde İslam’ın kalkınmaya engel olupolmadığı, Nakşibendi tarikatının çok yönlüincelenmesi vb. içeriklerde bir dizi çalışmabulunan Özcan, ayrıca “terör” sorunu ile herzaman özel olarak ilgilenmiş, Türkiye’deki sosyalhareketlilik, etnik kökenler ve bir dizi yanıylapolisler üzerine çok sayıda araştırma yapmıştır.

Özcan’ın kurumsal özgeçmişi de çarpıcıdır.Kendisi 2004 yılından bu yana TÜSİADbünyesinde Sosyal ve Beşeri Bilimler AraştırmaGrubu Sekreterliği’ni yürütmekte ve kurumunNATO temsilciliğini sürdürmekte, UluslararasıStratejik Araştırmalar Kurumu’nun (USAK) Bilimve Danışma Kurulu Başkanı sıfatını taşımakta,Uluslararası Hukuk ve Politika (UHP) dergisindeYazı Kurulu üyeliği yapmakta ve aynı zamandaRTE’nin danışmanı olan Prof. Dr. AhmetDavutoğlu ile beraber İstanbul Valiliği DanışmaKurulu Üyeliği’ni de sürdürmektedir. DünyaBankası ve AB işbirliğinde bir dizi projeye deimza atmış olan Özcan, ayrıca ODTÜ’ye poliskonumlanması noktasında harcadığı yoğun emeklede tanınmaktadır. Engin akademik çalışma arşiviarasında, 2003 tarihli “Üniversiteye Giriş veYüksek Öğrenim Reformu Araştırması” başlıklıbir “rapor” da bulunmaktadır!

MMüüccaaddeellee aarrttııkk eerrtteelleenneemmeezz!!

YÖK Başkanı seçimlerinin önemininsembolik olduğu ortadadır. Ancak düzenin attığıadımlar bütünlüklü okunup, Özcan’ın bugünekadar düzen içerisindeki konumlanışı ilebirleştirilince, karşımıza YÖK’ün yıllardıröğrenciler için adım adım geliştirdiği müşteri

statüsünün tescillendiği ve sermayeninüniversitelerde “polis korumasıyla” cirit attığı birtablo çıkacaktır. Bu tablonun ilk sinyali yineYÖK’ün yeni başından gelmiştir.

Özcan, üniversitelerde özgürlük ortamınıntesisi için türbana serbestlik tanınmasını savunanilk açıklamasının ardından ikinci açıklamasını dayapmış ve bu açıklamayı saf temennilerlebirleştirerek sempati toplama yoluna gitmiştir.Üniversitelerin paralılaştırılmasını savunanaçıklama, Özcan’ın “devlet üniversiteye paravereceğine öğrenciye versin”, “üniversitelerbilimin üretildiği kurumlar olsun”, “üniversitelerher açıdan özgür olsun, bunun koşulu maliözerkliktir” cümleleriyle süslenmiş, “bütündünyada bu zaten böyle” yalanları ilecilalanmıştır...

Gerçekten de yüksek öğrenim sistemi ciddi birtehditle karşı karşıyadır. İhsan Doğramacı’nınzamanında YÖK’ü kurarak temellerini attığı,Kemal Gürüz’ün raporlarla süslediği sürece, YusufZiya Özcan artık “bitir” direktifi ile girişyapmıştır. Kurulmak istenen, işçi-emekçiçocukları için üniversite kapılarının bütünüylekapandığı, eğitimin kâra endekslendiği, gericiliğinbütün koridor ve amfilerde hakim kılındığı, polisindemirbaşa dönüştüğü bir yüksek öğretimsistemidir. Üniversite öğrencilerine müşterilikstatüsü, eğitim-öğretime ise bütünüyle sermayeyehizmet dayatılmaktadır.

Çok açıktır ki, Özcan tarafından dillendirilenöğrenci bursu vaatleri, koca bir yalandan ibarettir.Yüksek öğrenimin paralı olması, milyonlarıneğitim hakkının gaspından başka bir anlamagelmemektedir. Burs adı verilen sadakalar, varolaneşitsizliği derinleştirmekten başka bir işeyaramayacağı gibi, geleceksizlik bataklığına itilengençlik kesimlerinin önüne sahte bir umut ya dabir sus payı olarak atılan aldatmacadan ibarettir.

Özcan tarafından dile getirilen bilimsel eğitim,bilimi, teknolojiyi ve bilgiyi üreten beyinlerimizisermayeye peşkeş çekmenin başka bir söylenişbiçimidir. ODTÜ’de üretilen füze boyaları, budüzenin bilimi nasıl kavradığının ibretlik birbelgesidir.

Ve yine çok açıktır ki, Özcan’ın özgürüniversitesi, en fazla öğrencilerinin ne yiyeceğineve ne giyeceğine karar verebileceği üniversiteyitanımlamaktadır. Yoksa üniversiteleri polisbahçesine dönüştüren, sosyal hareketliliğin hertürlüsünü “terör” olarak addeden bu zihniyetinbaşka bir tür özgürlükle uzaktan yakından işiolamaz!

Ve son olarak yine açıktır ki, dünyanın bütünühiç de Özcan’ın iddia ettiği gibi değildir!Dünyanın dört bir yanında üniversiteler ve eğitimbenzer bir tasfiye saldırısı ile karşı karşıyadır amaFransa’da, Yunanistan’da ve dünyanın dört biryanında öğrenciler geleceklerine sahip çıkmabilinciyle mücadele etmektedir. Özcan, dünyayıreferans göstererek yolunu düzlemeye çalışıyorsaşimdiden söyleyelim; bu çabalar nafiledir! Busaldırılar da er ya da geç püskürtülecektir.

Sermaye düzeninin bu kapsamlı saldırısınakarşı gençlik güçleri yüzünü birleşik devrimci birmücadelenin ihtiyaçlarına dönmelidir. Kapsamlısaldırıları püskürtecek yegane yol budur! 1155

GGeerrççeekktteenn ddee yyüükksseekkööğğrreenniimm ssiisstteemmii cciiddddii

bbiirr tteehhddiittllee kkaarrşşııkkaarrşşııyyaaddıırr.. İİhhssaann

DDooğğrraammaaccıı’’nnıınnzzaammaannıınnddaa YYÖÖKK’’üü

kkuurraarraakk tteemmeelllleerriinniiaattttıığğıı,, KKeemmaall

GGüürrüüzz’’üünn rraappoorrllaarrllaassüüsslleeddiiğğii ssüürreeccee,,

YYuussuuff ZZiiyyaa ÖÖzzccaannaarrttııkk ““bbiittiirr”” ddiirreekkttiiffii

iillee ggiirriişş yyaappmmıışşttıırr..KKuurruullmmaakk iisstteenneenn,,

iişşççii--eemmeekkççii ççooccuukkllaarrııiiççiinn üünniivveerrssiittee

kkaappııllaarrıınnıınn bbüüttüünnüüyylleekkaappaannddıığğıı,, eeğğiittiimmiinnkkâârraa eennddeekksslleennddiiğğii,,

ggeerriicciilliiğğiinn bbüüttüünnkkoorriiddoorr vvee aammffiilleerrddee

hhaakkiimm kkııllıınnddıığğıı,, ppoolliissiinnddeemmiirrbbaaşşaa ddöönnüüşşttüüğğüü

bbiirr yyüükksseekk ööğğrreettiimmssiisstteemmiiddiirr.. ÜÜnniivveerrssiittee

ööğğrreenncciilleerriinneemmüüşştteerriilliikk ssttaattüüssüü,,

eeğğiittiimm--ööğğrreettiimmee iisseebbüüttüünnüüyyllee sseerrmmaayyeeyyee

hhiizzmmeettddaayyaattııllmmaakkttaaddıırr..

Page 16: EG 107.sayı

LLiibbeerraall ssoolluunn GGrreeggoorr SSaammssaa’’ssıı::BBaasskkıınn OOrraann

S. Kızılırmak

“Gregor Samsa bir sabah bunaltıcı düşlerdenuyandığında, kendini yatağında dev bir böceğedönüşmüş olarak buldu.”

Bu sözlerle başlayan dönüşüm, Kafka’nınyabancılaşmayı ve bireyi irdelediği ünlü eserindeanlatılır. Olayın kahramanı Gregor Samsa,nesneleştirici hayatın kabullerinden sıyrılıpkendisine ve çevresine dışarıdan baktığında,kendisini aynı zamanda bir böcek olarak bulur.Toplumsal yabancılaşmayı ele alan eser özündesürüden ayrılanın trajedisini anlatır.

Bir de bu kitaptaki mekanizmayı tersindenokuyarak, daha doğrusu yazarak, ezber bozduğunudüşünenler var. Gregorlaştıkça zaten bir bağları veetkileşimleri olmayan dünyayı ezberler vesıradanlıklar dünyası olarak itham edebileceğinidüşünenler… Oysa tek başına Gregorlaşmak, içindebulunmadığınız dünyayı mahkum etme yetisini sizesağlamaz. Maalesef ki buradaki dönüşüm ya daKafka’nın deyimi ile böcekleşme, tamamen bireyselbir süreci ifade etmektedir...

‘90’larda TÜSİAD adına hazırladığı“demokratikleşme paketi” ile adı öne çıkan BaskınOran, Kürt sorunundan AB sürecine,demokratikleşmeden milliyetçiliğe kadar kendiiçinde tutarlı bir liberal siyasal platformun temsilcisiolagelmiştir. Tabii liberalizmin sol demek olduğunukendisine kim söylemiştir bilemiyoruz, fakat busiyasal platformla birlikte kendisi solun “ezberbozan” baskın sesi olma iddiasındadır. Özellikle“solun ortak adayı” olarak kamuoyunun karşısınaçıkarıldığından bu yana... Elbette kendisinin böylesiyanılsamalar dünyasına dalmasında ve gerçekkamuoyuna sol adına kabul edilemez bir imajyansıtmasına sebep olan solun tablosunu buradaayrıca değerlendirmek gerekecektir. Ama önce şu

ezber bozan incilere bir değinmeliyiz.Bir yerde bir takım ezberler bozuluyorsa,

öncelikle bu ezberlerin var olması gerekir. Oran’ınyapmak istediği, Gregorlaşarak sola bir imajgiydirme çabası tam da budur. O solun ezberinibozmaktadır çünkü sol ezbercidir. O solun cesaretedemediğini söylemektedir çünkü solun gerçekçiolmaya, eski alışkanlıklarının dışında laf söylemeyecesareti yoktur. Elbette buradaki yaklaşım bizimaçımızdan bir niyet sorunu değil. Baskın Oran, tamda olduğu gibi, yani bir liberal gibi, sol kimliğitahammül edilemez, basit, ezberci bir kimlik olarakyargılamaktadır.

BBoozzuullaann ssoonn eezzbbeerr:: EEmmeekkççii ççooccuukkllaarrııüünniivveerrssiittee ookkuummaakk zzoorruunnddaa ddeeğğiill!!

Yeni YÖK başkanı niyetini açıkça ortaya koyanve hiçbir yanlış anlamaya mahal vermeyen biraçıklama ile çıktı kamuoyunun karşına: “Herkesüniversite okumak zorunda değil. Parasız üniversiteeğitimi bizden başka dünyanın neresinde görülmüş.İlla okumak isteyen yetenekli gençler var ise bizonları burslandıralım (borçlandıralım). Çalışmayabaşlayınca biz onlardan tahsil ederiz bu meblağı.”Burjuvazinin dolaysız temsilcisi olan Yusuf ZiyaÖzcan’a söyleyecek hiçbir şeyimiz yok. Neticededervişin fikri ve zikri birlik arz ediyor.

Fakat hemen bu açıklamanın ardından “ezberbozan” çıkıyor sahneye. Kendi ezbersizliği burjuvaliberal siyaset alanından geleni yansıtmaktan ibaretolan ve bu yönü ile gerçekten bilimsel terimi ileezbersiz ve eşdeyimi ile de hafızasız olan safi ayna,Özcan’ın tezlerini aynısıyla yansıtıyor. Merak eden,13 Ocak tarihli Radikal İki’nin manşetine bakabilir(Bedava üniversite ezberi).

Ay güneşten gelen ışığı yansıtırken hepimiz,gecemizi aydınlatan o parlaklığı ay ışığı olarakisimlendiririz. Bu geçmiş zamanların alışkanlığıdır, ozamanlar bilimsel gerçekler bilinmiyordu. Fakatbugün burjuva liberal tezleri, ben solcuyum hattasosyalistim diyen birisi bize yansıtırken, solun ezberbozan tezlerini ürettiğini düşünüyor ve inanmamızıbekliyor. Halbuki bilim ne kadar gelişti!..

BBuurrjjuuvvaazziiddeenn yyaannssııyyaann ssooll eeğğiittiimm mmooddeellii

Baskın Oran’ın üniversiteye dair ilk tezi:“Üniversite paralı olur fakat bir ihtiyacı olup talepeden dört yıl burs alır”. Tabii özellikle belirtelim,fazla değil dört yıl, bitirdin bitirdin bitiremedin!..Hemen ardından bunu gerekçelendiren ikinci tezgeliyor: “Para üniversitelere tahsis edilir”.Tamamıyle burjuvaziye ait olan bu tezlerin uzunuzun burada aktarmayı gerekli görmediğimizaçıklamaları da aynı sınıfsal-siyasal aidiyeti ifadeediyor (tabi ezber bozan sol adına). Ve elbette en1166

Page 17: EG 107.sayı

masum gerekçe, üniveristeler kendi finansmanını sağlasın ki, emekçi çocukları asıl o zaman okuma fırsatı bulsun! Peki devletingereğince desteklediği ve hayli de pahalı olan vakıf üniversitelerinde emekçi çocukları mı okuyor?

KKaaffkkaa OOrraann’’aa yyooll ggöösstteerrssiinn!!

Madem söze Kafka ile başladık, devam edelim. Baskın Oran neden eğitimin, finansman sorunu olan bir ticari alan olmadığınıdüşünemiyor? Neden toplumsal üretim sürecine hazırlanan emek gücünün toplumsal değerle finanse edilmesi gerektiğini düşünemiyor?Neden insanların eğitim umutları, ailelerinin verecekleri paralara ya da altına imza atacakları senetlere bağlansın? Neden bir türlüvergilendirilemeyen büyük burjuvaların, rüşvetçi/rantçı bürokratların varolduğu, korkunç gelir uçurumlarının yaratıldığı bir toplumda,üniversitelerin nasıl ayakta kalabileceğinin yanıtını eğitim hakkı talep eden gençlerde arıyoruz? Neden burjuvazi tüm topluma şovyaparak milyonlarca doları bir gecede bomba halinde dağlara dökerken, üniversiteler için hiçbir çıkış yolu bulunamıyor? Ve neden BayK geçebileceği kapının önünde bir ömür beklerken, geçebileceğine inanmadığı için bir kez bile yeltenmiyor? Bize ezberci, hayalperestdenebilir. Biz Bay K’ya söyleneni söyleyeceğiz: “Deneseydin geçerdin, kimse sana geçemezsin demedi, önünde hiçbir engel yoktu.”

KKoonnuuşşaannaa ddeeğğiill kkoonnuuşşttuurraannaa bbaakk!!

Herkes kendi adına konuşur. Bizi bu yazıyı yazmaya iten ise, tam boy bir burjuva liberalinin sol adına konuşması. Yani milyonlarcaişçi ve emekçi adına, çalınan artı değer adına... Teferruata inildiğinde, birçok başlık üzerinden yapılacak tartışma toplamında özet olarakburadan yapılmalıdır. Baskın Oran bu düzen adına konuşuyor. Kürt halkının haklı öfke ve özgürlük mücadelesinin nasıl bastırılacağını,Kürt adının parlamentoda bir tabela haline nasıl getirilebileceğini anlatırken, bu düzen adına konuşuyor. Nasıl ki TSK bu düzen adınavuruyorsa, o da bu düzen adına konuşuyor. AB yolunun nasıl açılacağını, bu konuda emekçileri ikna etmek için türlü güzellemeleri, içiboş temennileri bu düzen adına anlatıyor. AB sermayesi ile bütünleşecek burjuvalar adına... Üniversitelerin nasıl ve nedenparalılaştırılacağını anlatırken, 27 yılda üniversiteleri kışlaya çeviren, ticarileştiren YÖK adına konuşuyor.

Daha ne diyebiliriz? Kısacası, bu zatı tüm emekçilerin karşısına sol diye, umut diye, alternatif diye çıkarıp konuşturanlar utansın!Tabii liberal tasfiye aşamasına gelmiş geleneksel sol hareket bu eylemi uygulamaya bir başladığında, sık sık kullanma ihtiyacı olacaktır.Bütün bir tarihi bunu gösteriyor, “ezber bozanların” söylediklerine bakarsak yarınları da…

Özetle, emeğin, sınıfın ve dolayısıyla onun kurtuluş mücadelesinin içinde olmayan, bu yönlü bir bakışı olmayanın sol ile bir ilgisiyoktur. İktisadi ve siyasi anlamda sol içinde olmayan Gregor Samsa’nın böcekleşmesi, sol için bir şey ifade etmez.

11771177

Fahişeleştiren düzene çanak tutmak!A. Eylül

Kendine Laura D. ismini seçen genç kadın anlatımına şu sözlerle başlıyor: “Adım Laura. 19 yaşındayım.Filoloji öğrencisiyim ve eğitim masraflarımı ödemek için fahişelik yapmak zorunda kaldım. Bu durumda olanyalnız ben değilim. Sanırım benim durumumda olan 40 binden fazla kız öğrenci var. Her şey garip birşekilde, nerede biteceği ve bu işin hesabını kendime nasıl vereceğimi düşünmeden başladı. Ağzımda gümüşkaşıkla doğmadım. Hiçbir zaman lüks ve refah içinde yaşamadım. Ama bu yıla kadar da herhangi bir şeyineksikliğini de duymadım. Öğrenme isteğim ve üniversite yıllarımın yaşamımın en güzel ve sorunsuz yıllarıolacağına dair inancım vardı. Üniversite hayatımın ilk yılının tam ve gerçek bir kabusa dönüşeceğini hayalbile edemezdim.” (Benim Sevgili Araştırmalarım)

Fransa’da üniversite eğitimi oldukça pahalı ve bu sorun, yakın zamanda Türkiye’de de sanki sihirli birdeğnekmiş gibi lanse edilen burs sistemi ile aşılmaya çalışılıyor. Eğitimin paralılaştırılması sürecinin birürünü olarak Fransa’da bugün üniversiteye kayıtlı olan 2.2 milyon öğrencinin %45.5’i çalışarak okuyor. Yineyapılan araştırmalara göre, 225 bin üniversiteli eğitim giderlerini karşılayabilmekte zorlanıyor. Çoğunluğunukadınların oluşturduğu 40 binden fazla öğrenci ise eğitim giderlerini fuhuş yaparak karşılıyor. Öğrencilerinfuhuş yaparak geçimlerini sağlamalarının gerisinde elbette kapitalist toplum düzeninin aşındırdığı değeryargılarının, bireycileşmenin ve yabancılaşmanın da dolaysız etkileri sözkonusu, ancak temel etkenin maddiolanaksızlıklar olduğu açık. Zira Laura D. örneğinde de görüldüğü gibi Fransa’da burs almak çok kolaydeğil. Not ortalaması vb. kriterlerin yanısıra farklı kriterler de devreye giriyor. Örneğin babası işçi, annesi isehasta bakıcı olan Laura D., temel ihtiyaçlarını karşılamakta zorlanmasına rağmen, burs alabilmek için fazlazengin bulunuyor.

Fransa’da yayınlanan ve “Benim Sevgili Araştırmalarım” ismini taşıyan bu çarpıcı öz yaşam öyküsü ilegündeme oturan konunun Fransa’ya özgü olmadığını bilmek için ise alim olmak gerekmiyor. Hafızalarımızıbiraz zorlayarak bir 10 yıl geriye gittiğimiz zaman, burjuva medyada ODTÜ’lü genç kadınların eğitimgiderlerini karşılayabilmek için fahişelik yaptıklarını ilan eden haberleri hatırlayabiliriz. Bu haliyle sorununevrensel olduğu ve eğitim alanında neo-liberal politikalar etkinleştiği ölçüde derinleştiği açık...

LLaauurraa DD..’’nniinn aaddıınnıı ssiilliipp,, yyeerriinnee AAyyşşee,, FFaattmmaa yyaazzıınn......

Sermaye düzeninin bugün geniş gençlik yığınlarına vaadedebilecek hiçbir şeyi kalmamıştır. Bu,Türkiye’de de, Fransa’da da böyledir. Gençlik yığınları bir yandan meta düzeninin değer yargıları ile adımadım ahlaki bir çöküntünün içine itilirken, diğer yandan geleceksizlik içerisinde kıvranmaktadır. Dünyanın

Page 18: EG 107.sayı

hemen hemen bütün gelişmiş kapitalisttoplumlarında eğitimin paralılaştırılması sürecihızlandırılmıştır. İşçi ve emekçi çocukları eğitimgiderlerini karşılayabilmek için çok ağır bedellerödemektedir. Sermaye düzeni gençlerin önüne ucuzemek sömürüsünden beden sömürüsüne genişyelpazede bir seçenekler yığını sunmaktadır. Ve buseçeneklerin çıktığı kapı ise ya intihar ya da hercinsten köleliğin içselleştirilmesi olmaktadır.Gelinen yerde eğitim giderlerini karşılayamadığıiçin birkaç yıl önce intihar eden Özkan’la ya dasilah sanayii için çalıştırılan ODTÜ’lü öğrencilerile fahişelik yaparak yaşamlarını sürdürmekzorunda kalan üniversiteliler arasında niteliksel birfark tanımlamaya çalışmak, beterin beteri vartesellisinden öte bir anlam ifade etmeyecektir.

Türkiye’de bugün resmen tartışılmasa daLaura D. ile aynı koşullarda yaşayan binlerceüniversite öğrencisinin bulunduğu bir gerçek. Veyine çiçeği burnunda YÖK Başkanı’nınaçıklamalarına bakarak önümüzdeki yıllarda busayının katlanarak artacağı günyüzü gibi ortada.Laura D.’nin yaşam öyküsü de bu yüzden kapitalistbarbarlığın, sermaye düzeninin fahişeleştiren yüzüolarak okunmalı ve kavranmalıdır.

DDüüzzeenn ffaahhiişşeelleeşşttiirriiyyoorr,, BBaasskkıınn OOrraannaarraaccııllııkk yyaappııyyoorr!!

“Benim Sevgili Araştırmalarım” kitabı ile ilgilitartışmalar, tam da Türkiye’de paralı eğitimmodellerinin sol maskesi takmış liberallertarafından teorize edildiği ve güzellendiği günleredenk geldi. Bu eş zamanlılık, 22 Temmuzseçimlerinde reformist solun genişçe bir kesiminin,nasıl bir siyasal-toplumsal model etrafındakenetlendiğinin gözler önüne serilmesi açısındanda oldukça yararlı oldu. Zira “solun ortak adayı”,ezilenlerin sesi olma iddiasındaki Oran, yeni YÖKBaşkanı eğitimin paralılaşması ile ilgili birkaçcümle kurar kurmaz, hızla paralı eğitim

savunuculuğuna soyundu ve Laura’larıfahişeleştiren Avrupa modelini güzelleye güzelleyebitiremedi.

Baskın Oran’ın 13 Ocak tarihli Radikal İkiekinde yer alan yazısının başlığı konuyu özlü birbiçimde anlatıyor: “Bedava üniversite ezberi”...

Seçim süreci boyunca bir yandan solundeğerlerinden nemalanarak bu değerlere üstü açıkbir saldırıyı başlatan Oran, 13 Ocak tarihindekaleme aldığı bir yazı ile, seçim dönemi boyunca“işgücünden” faydalandığı gençler için nasıl birgelecek kurguladığını özlü bir biçimde ifade etmişoldu. Burjuvazinin tezlerinin bir tekrarından ibaretolan bu yazıda yeralan önermelerle Laura D’nin özyaşam öyküsü kısaca karşılaştırıldığında, bir aykadar önce Gregor Samsa olarak nitelediğimizBaskın Oran’a daha ağır bir “sıfat” yakıştırmakgerekiyor.

“Üniversite paralı olur ama isteyene, ihtiyacıolana 4 yıl burs verilir!” Baskın Oran’ın sözkonusuyazısının özetini ve ciddiye alınır tek tezini bucümle oluşturuyor. Zira Oran, burjuvazininyıllardır uygulamak için taklalar attığı bu teziemekçi gençlerinin yararınaymış gibi sunma acizceçabasına girişerek, “burs alan öğrenci, ‘bursumkesilir’ diye daha çok ders çalışır” vb. cinsindensaçma sapan gerekçelerle ortaya atıyor.

Sonuç olarak, yazının özeti mahiyetindeki butek cümle, Laura D.’yi fahişeliğe iten sürecin de ilkhalkasını oluşturuyor. Evet, sermaye düzenifahişeleştiriyor! Baskın Oran ise sermayedüzeninin daha geniş kesimleri fahişeleştirmektenbaşka bir işlev taşımayan bu tezlerini savunarak vesavunmanın da ötesinde güzelleyerek, sermayedüzeninin fahişelik dayatmasına aracılık yapıyor!

Baskın Oran’ı solun ortak adayı olaraktanımlayan ve peşine takılanlarsa bütün bunlaranesnel olarak çanak tutuyor. Bu tabloda kendinisorgulaması gerekenler, seçim dönemi boyunca buçirkef politik düzleme eklemlenenlerdir. Ziraburadaki politik düzlem, emeği de, bedeni de üçkuruşa satabilecek cinstendir! 1188

SSeerrmmaayyee ddüüzzeenniiffaahhiişşeelleeşşttiirriiyyoorr!! BBaasskkıınnOOrraann iissee sseerrmmaayyeeddüüzzeenniinniinn ddaahhaa ggeenniişşkkeessiimmlleerriiffaahhiişşeelleeşşttiirrmmeekktteennbbaaşşkkaa bbiirr iişşlleevvttaaşşıımmaayyaann ppaarraallııeeğğiittiimm tteezzlleerriinniissaavvuunnaarraakk vveessaavvuunnmmaannıınn ddaaöötteessiinnddee ggüüzzeelllleeyyeerreekk,,sseerrmmaayyee ddüüzzeenniinniinnffaahhiişşeelliikk ddaayyaattmmaassıınnaaaarraaccııllııkk yyaappııyyoorr!!BBaasskkıınn OOrraann’’ıı ssoolluunnoorrttaakk aaddaayyıı oollaarraakkttaannıımmllaayyaann vvee ppeeşşiinneettaakkııllaannllaarrssaa bbüüttüünnbbuunnllaarraa nneessnneell oollaarraakkççaannaakk ttuuttuuyyoorr..

Page 19: EG 107.sayı

KKuurruullttaayy hhaazzıırrllııkkllaarrıı bbaaşşllaaddıı

Geçtiğimiz Temmuz ayında TMMOB merkez yönetimitarafından TMMOB 2. Öğrenci Üye Kurultayı’nın yapılacağıaçıklanmış, ancak daha sonra herhangi bir adım atılmamıştı. Gerekçeşitli şube yönetimlerinden, gerekse de öğrenci üyelerden gelen,kurultayın akıbetine ilişkin sorular cevapsız kalmıştı. Akla ilk gelenkaygı, ya gerçekleştirileceği açıklanan kurultayın fiilenyapılmayacağı ya da öğrenci iradesinin yansıtılmadığı, aksine yoksayıldığı bir “formalite etkinliği” düzenleneceğiydi. Bu durum,mevcut TMMOB yönetimini az çok tanıyan her ilerici unsurunbenzer kaygıları taşımasına neden oldu.

Gelinen yerde, İstanbul’da faaliyet gösteren bazı öğrencikomisyonlarının girişimleri sonucunda, kurultaya dönük tartışmalar,öğrenci üyeler nezdinde başlamış oldu. İstanbul’daki şube öğrencikomisyonları tarafından oluşturulan birliktelik, tüm aksaklıklarına veeksiklerine rağmen, mühendislik ve mimarlık öğrencilerinin birliktetartışabilmesi, üretebilmesi ve harekete geçebilmesi hedefiyle yolaçıktı. Bu kapsamda gündemine aldığı konuların başında da TMMOB2. Öğrenci Üye Kurultayı yer aldı. Kurultaya dair somut bilgi edinmeçabasında benzer süreçlerden geçildi ve sonuçta mevcut bileşenlekurultaya ilişkin somut adımlar atılmasına karar verildi.

İlk olarak diğer illerdeki öğrenci üyelerle iletişime geçildi vekurultay içeriğinin ve yönteminin tartışılabileceği bir merkezitoplantı yapılması hedeflendi. Bu süreçte karşılaşılan en büyükengel, birliğin toplamını kesen seçim süreçleri ve bu süreçlerdekarşılaşılan müzmin “iş görememezlik” durumu oldu. Bu tablobürokratik düzlemde konuyla ilgili bir ilerleme yaşanmasınıengellese de, öğrenciler cephesinden tartışmalar “beklemeye”alınmadı ve süreç işletilmeye devam edildi. İstanbul bileşeninintartışmaya başladığı, kurultay hazırlık çalışmaları kapsamında biryerel çalıştay fikrinin ortaya çıkması, bu yönde atılan olumlu biradım olarak belirtilmelidir. Mart ayı içerisinde gerçekleştirilmesihedeflenen merkezi toplantıyla da, kurultay hazırlık çalışmalarınınolanaklı tüm yerellere taşınması planlanmaktadır.

GGeennççlliiğğiinn ggüünnddeemmlleerriinniinn ttaarrttıışşııllddıığğıı bbiirr kkuurruullttaayy ssüürreeccii iiççiinn

Kurultay’da gençliğin gündemlerin etkin bir biçimdeişlenmesinin önemi açıktır. Öğrenci gençliğin temel gündemleri tümçeşitliliğiyle kurultaya taşınabilmeli, ön sürecinde etkin birtartışmaya konu edilebilmelidir. Neo-liberal politikalarla birlikteeğitimde yaşanan dönüşümlerin yanı sıra mesleklerde yaşanandönüşümler de önemli bir başlık olarakkurultay gündemindeki yerinialmalıdır.

Tartışılmasıgerekengündemlerinbaşında,eğitimin

ticarileştirilmesi sürecinin kopmaz bir parçası olarak karşımıza çıkanmüfredat değişiklikleri, diplomalardan çıkarılan ünvanlar vb.sonucunda giderek anti-bilimsel bir içeriğe bürünen üniversiteeğitimi ve geleceksizlik sorunu yer almalıdır. Mezuniyet sonrasındakarşımıza çıkan yetkin mühendislik ise sermayenin ihtiyaç duyduğuucuz teknik elemanları üretecek temel saldırı pozisyonundadır vebizlere, eğitimin niteliğindeki belirgin zayıflığın çözümü olaraksunulabilmektedir.

Diğer yandan, mevcut toplumsal sorunlar da kurultay vesilesiyleişlenebilmelidir. Gençliğe dayatılan suni gündemler ve taraflaşmalarortaya konulabilmeli, uzun bir süredir yaratılan şoven atmosferekarşı halkların kardeşliğinden yana tutum açıklanabilmelidir.

TTaabbaann iinniissiiyyaattiiffiinnii aaççıığğaa ççııkkaarrttmmaakk iiççiinn!!

TMMOB 2. Öğrenci Üye Kurultayı’na ilişkin ilk açıklamamızdada belirttiğimiz gibi; “Bizler öğrenci üye kurultaylarının, örgütlenmesüreciyle birlikte değerlendirilmesi gereken, gerçek değerinin öntartışma süreçlerinde yattığı, yani salt kurultay anından ibaretolmayan etkinlikler olduğunu düşünüyoruz. Kaldı ki TMMOByönetiminin öğrenci üye kurultayının yapılacağına dairaçıklamasında da ifade ettiği, ‘söz, yetki, karar süreçlerindeöğrencilerin de olduğu özerk ve demokratik üniversite için birliktetartışma ve üretme ortamını yaşama geçirme’ amacının da başka birşekilde hayata geçirilemeyeceğini düşünüyoruz.”

Süreç, iyi niyet temennileriyle ilerliyor gibi gözükse de,bürokratik mekanizmalar tarafından öğütülmesi tehlikesi de varlığınıkorumaktadır. Yaptıkları yapacaklarının teminatı sayılabilecekmevcut yönetim anlayışının muhtemel engellemelerine primvermeden öğrencilerin kendi yollarını yürüyebilmesi gerekmektedir.Tabii burada kastedilen, salt mevcut yönetimle bir karşıtlık ilişkisigeliştirmek değil, ihtiyaç ölçüsünde bunu da kapsayacak şekilde,taban inisiyatifini ve iradesini etkin bir biçimde açığa çıkarma iradesive bunu gerçekleştirebilme çabasıdır.

Unutulmamalıdır ki, esas olan mühendislik-mimarlıköğrencilerinin temel belirleyen olduğu, herhangi bir sınırlamayagidilmeden ya da temsil yetkisi gözetilmeden örgütlenme sürecinetüm tabanın katılımını hedefleyen bir kurultay çalışmasıdır.Tabandan kasıt tüm mühendislik, mimarlık ve planlama öğrencileriolduğu ölçüde, çalışmanın hedef alanı da üniversiteler olabilmelidir.Sürecin yürütücüsü olma iddiasındaki tüm komisyonların hedeflerinealması gereken temel çalışma alanı budur.

Öğrencilerin yaşam alanlarında kuşatılması, tartışmaların vetemel karar alma süreçlerinin bu saikler gözetilerek oluşturulabilmesigerekir. Somutlayacak olursak, kurultay hazırlık çalışmasıüniversitelerde örgütlenen, katılım sınırlaması bulunmayan, forum vebenzeri kitle toplantılarıyla yürütülmelidir. Bu yöntem hem kurultaygündemlerinin mümkün olan en geniş bileşen tarafından

tartışılabilmesini sağlayacaktır, hem de henüz sınırlı olanaklarlailerleyen komisyon çalışmalarının gerçek zeminine

oturması yönlü bir adım olarak anlam kazanacaktır.Karar alma süreçlerinde dikkat edilmesi gereken en

temel nokta ise, yerellerde alınan kararların, merkezikurultaya ilerleyen süreç boyunca taşınabilmesidir.Taban inisiyatifinin ve iradesinin açığa

çıkarılabilmesinin, kurultayın gerçek işleviniyerine getirebilmesinin başlıca güvencesi budur.

Toplumcu MühendislikMimarlık Öğrencileri 11991199

TMMOB 2. Öğrenci Üye Kurultayı hazırlık sürecine dair...

KKuurruullttaayy ööğğrreenncciilleerriinn iirraaddeessiinniiyyaannssııttmmaallııddıırr!!

Page 20: EG 107.sayı

GGeennççlliikk hareketi, olanaklar, sorunlar...

HHeerr aaççııddan daha güçlü bir kkoommüünniisstt gençlik örgütü için!

GGüünnüünn tteemmeell ddeevvrriimmccii ggöörreevv vvee ssoorruummlluulluuğğuu,, ggeenniişşkkiittlleelleerrllee bbaağğ kkuurrmmaayyıı hheeddeefflleeyyeenn ssiisstteemmaattiikk vvee eettkkiinn bbiirrppoolliittiikk ffaaaalliiyyeettttiirr.. BBuunnddaann uuzzaakk dduurruulldduuğğuu kkooşşuullllaarrddaa,,hhaarreekkeettiinn bbiirriikkeenn ssoorruunnllaarrıınnıı aaşşmmaakk,, hhaalliihhaazzıırrddaakkiittüümm ssiiyyaassaall ggrruuppllaarr bbiirrlleeşşssee ddaahhii,, oollaannaakkssıızzddıırr..ZZiirraa,, ggeennççlliikk kkiittlleelleerriiyyllee bbaağğllaarrıı öönneemmllii ööllççüüddeezzaayyııffllaammıışş oollaann,, ççaallıışşmmaa yyüürrüütteecceekk mmiilliittaannkkaaddrroollaarrddaann ddaahhii yyookkssuunn bbuulluunnaann ggrruuppllaarrıınnbbiirraarraayyaa ggeellmmeessii kkeennddii bbaaşşıınnaa hhiiççbbiirrssoorruunnuu ççöözzeemmeezz.. BBuu eellbbeettttee ssiiyyaassaallggeennççlliikk ggrruuppllaarrıınnddaann bbaaşşllaayyaann bbiirrbbiirrlleeşşiikk ggeennççlliikk mmüüccaaddeelleessiinnii vveeöörrggüüttlleennmmeessiinnii öönneemmssiizzlleeşşttiirrmmeekkaannllaammıınnaa ggeellmmeezz.. ZZiirraa ““ggöörrüünnüürrggeelleecceekkttee bbuuggüünnkküü kkııssıırr ddöönnggüüddeennççııkkıışş iiççiinn bbaaşşkkaaccaa bbiirr yyooll vvee iimmkkaannggöörrüünnmmeeddiiğğiinnee ggöörree,, bbuummüüccaaddeelleeyyii iinnaattççıı bbiirr bbiiççiimmddeevveerrmmeekktteenn bbaaşşkkaa ddaa bbiirr ççöözzüümmyyoolluu yyookkttuurr oorrttaaddaa..”” ((33)) AAnnccaakkbbuu bbiirrlleeşşiikklliiğğiinn iillkkeelleerree ddaayyaallıı,,hhaarreekkeettiinn bbiirriikkeenn ssoorruunnllaarrıınnaammüüddaahhaallee eeddeenn,, pprraattiikk--ppoolliittiikk ççöözzüümmlleerr oolluuşşttuurraannbbiirr bbiirrlleeşşiikklliikk oollmmaassııggeerreekkmmeekktteeddiirr.. BBaaşşaarrııllııbbiirr ggeelliişşmmee aannccaakk bbööyylleessaağğllaannıırr.. BBuuggüünn bbiirrddiizzii ssiiyyaassaall ggeennççlliikkggrruubbuunnuunn bbaaşşaarrııssıızzkkaallddıığğıı aassııll aallaann ddaabbuurraassııddıırr..

Gençlik hareketi yılları bulan bir daralma içinde. Son birkaç yıldırbelki de en zayıf ve etkisiz dönemini yaşıyor. Uzun yılları bulan bu

gerileme, gelinen yerde, devrimci/sol grupları gençlik mücadelesininetkisiz özneleri haline getirmiş bulunuyor. Bu tabloya yol açan etkenleri ve

ortaya çıkan sonucu tartışıp tanımlamak, sorunun çözümü doğrultusundaatılacak adımlarda hareket noktamızı da belirleyecektir. Zira halihazırdaki

kısır ve hedefsiz pratikler hareketin sorunlarının çözümü önündeki en büyükengeldir.

Şimdi hareketin mevcut tablosunu kısaca da olsa tanımlamaya çalışalım.

GGeennççlliikk hhaarreekkeettii,, oollaannaakkllaarr,, ssoorruunnllaarr

Yıllardır devam eden neo-liberal saldırı politikaları eğitimin ticari bir faaliyetedönüşmesini hızlandırmış, öte yandan mesleki alanlarda yaşanan dönüşümler ve

kamunun yaygın tasfiyesi gençliğin geniş kesimlerini işsizlik ve geleceksizlik sorunuile karşı karşıya bırakmıştır. Tüm bunlar geçmiş dönemlerle kıyaslanamaz bir biçimde

gençlik sorununu derinleştirmiştir. Bundan dolayıdır ki, yükseköğretim gençliği debugün ‘70’li ve ‘80’li yıllarla kıyaslanamaz genişlikte mücadele olanaklarına

sahiptir.“Yani gençlik sorununu siyasal planda geçici olarak çözen burjuvazi, aynı sorunuiktisadi, sosyal ve kültürel alanda geçmiş dönemle kıyaslanamaz ölçüde ağırlaştırmıştır.”(1)

Üniversite eğitiminin yaygınlaşması ile birlikte, bugün yükseköğretim sistemi içindeyüzbinlerce öğrenci bulunmaktadır. Çoğu zaman bu değişimin yönünün üst sınıflar gençliği

lehine olduğu, yüksek öğrenim alanında işçi ve emekçi çocuklarında bir daralmaya yolaçtığıdüşünülmektedir. Kuşkusuz üniversite sayısındaki artış yükseköğretimin niteliğini düşürmekte,

fakat tam da bunun kendisi, özellikle taşra üniversitelerinde emekçi çocuklarının sayısında artışayolaçmaktadır. Üst sınıflara mensup gençlik elit üniversitelere, emekçi çocukları ise ağırlıkla

taşralardaki niteliksiz üniversitelere kaymaktadır. Bu, gençlik mücadelesinin kitle tabanınıngenişlediğini göstermektedir.

Dolayısıyla, “yüksek öğretimde işçi ve emekçi çocukları gün geçtikçe azalıyor” yaklaşımımetropollerle sınırlı bir gerçeği tanımlamaktadır. Zira sistem “Gecekondu üniversitelerini tüm

Türkiye’ye yaygınlaştırarak, taşradan büyük kentlerin üniversitelerine emekçi çocuklarının akışınıbüyük ölçüde sınırladı. Böylece geçmiş dönemlerde gençlik hareketinin merkezini ve lokomotifini

oluşturan büyük kentlerin bu özellikleri belirgin biçimde zayıfladı.”(2)Bu, hareketin sorun alanlarının başında gelmektedir. Zira sistem işçi ve emekçi çocuklarını

yükseköğretim içine belli bir yaygınlıkta çekmekle birlikte, onları taşranın boğucu sosyal ve kültürel atmosferiiçine hapsetmektedir. Bunun lise eğitimi düzeyinde bir “yükseköğretim”le ve sistematik bir baskı ve terörle

birleşmesi, işçi-emekçi kökenli gençlik kesimlerini hareketsiz kılmaktadır. Bu durum, temel bir çelişkiyi tanımlamak açısından oldukça önemlidir. Gençlik hareketinin kitlesel tabanı

taşralara kaymış olmakla beraber, hareketin politik olanakları, gençlik mücadelesini aşan bir dizi toplumsal-sınıfsalnedenden kaynaklı olarak, hala da metropollerde bulunmaktadır. Hareketin kitle tabanı ile politik olanakları arasındaki bu

çelişkinin çözümü, gençlik hareketini sürükleyecek bir sınıf hareketinin gelişmesine bağlıdır. Bugünün gençlik hareketisiyasal bir sınıf hareketinin önderliğine ekmek ve su kadar muhtaçtır. Ancak yine de bu veri, sorunu kendi içinde çözmese de,

komünist bir gençlik örgütlenmesi için taşra üniversitelerinin önemini anlatmaktadır. Gençlik mücadelesi açısından bir diğer önemli handikap, geniş gençlik kesimlerinin sol/devrimci söylemden belirgin

uzaklığıdır. Sınıf hareketinin geriliği aşılamadan ve siyasal gericiliğin üniversitelerdeki etkisi kırılamadan bu sorunu çözmek,hareketin mevcut tablosunda belirgin bir değişim yaratmak olanaksızdır. Bu açıdan, bugünün gençlik mücadelesinin temel sorunupolitizasyon sorunudur. Gençliğin toplumun diğer kesimlerinden dolaysız olarak etkilenen yapısı, özellikle dışsal gündemlerüzerinden gençlik mücadelesinin eylemsel çıkışlarını zaman zaman sağlasa da, bu politizasyon dışsal hareketin kapsamınadolaysız olarak bağlı kalmaktadır. (Bu duruma en belirgin örnek Irak savaşı dönemindeki savaş karşıtı eylemsel süreçtir.Türkiye’deki ve dünyadaki savaş karşıtı eylemlerin etkisi ile ortaya çıkmış, bu hareketlerdeki geri çekilmeyle hızlasönümlenmiştir.) 2200

Page 21: EG 107.sayı

Gençliikk hhaarreekkeettii,, oollaannaakkllaarr,, ssoorruunnllaarr......

Her açııddaann ddaahhaa ggüüççllüü bbiirr komünistt ggeennççlliikk öörrggüüttüü iiççiinn!!

Burjuva ideolojisinin gençlik üzerindeki etkinliği, sol/devrimcisiyaset ve muhalefet zeminini önemli ölçüde daraltmaktadır. Bugündenilebilir ki, yakın geçmişin ilerici olanaklarının önemli bir kısmıdüzen ve onun sahte kutuplaşmasına bırakılmış durumdadır.Kemalist-ulusalcı söylemin üniversitelerdeki belirgin yaygınlığı,devrimci söylemle buluşabilecek bir duyarlılığı dolaysız bir biçimdedüzene yedeklemiştir. Kendi gerici kimliklerini sahte bir anti-amerikancılıkla gizleyen bu ulusalcı-şoven kesimin etkinlik alanınınyaygınlığı -örgütsel boyutları ile olmasa da-, aynı anlama gelmeküzere sol/devrimci söylemin darlığını ve etkisizliğini göstermektedir(Şoven saldırganlık karşısında “halkların kardeşliği” eylemleri bellibir darlıkta kalırken, üniversite senatolarının ve ulusalcıörgütlenmelerin örgütlediği eylemler binlere ulaşabilmiştir). Öteyandan, önemli bir olanak olan Kürt gençliğinin siyasal önderliğitarafından gençlik sorununun dışına çekilmiş olması, mücadeleyidaraltan bir diğer önemli etkendir. Sonuç olarak, sol/devrimcisöylemden etkilenen gençlik kesimleri üniversitelerde oldukçadaralmıştır. (‘07 6 Kasım eylemlerine ülke çapında yaklaşık ikibincivarında öğrenci katılmıştır).

Geçmiş yıllarda siyasal gündemlerden ve eylemsel süreçlerdenetkilenen belirli bir gençlik kesimi bulunmaktaydı. 6 Kasım vb.eylemlere katılan, anti-faşist süreçlerde yeralan bu unsurlar, siyasalgençlik gruplarına belirgin bir güvensizlik duymakla beraber, soldevrimci söylemden önemli ölçüde etkileniyordu. Ancak bugün solduyarlılık açısından bu ilerici olanaklar önemli ölçüde yok olmuştur.Son dönemde yürütülen tüm çalışmalarda, politik söylem tarzı kadar,hatta zaman zaman daha belirleyici olarak kitleyle doğrudan iletişimkanalları (çeper örgütlenmeler, mesleki alan örgütlenmeleri, kulüpler,topluluklar vb.) faaliyetin başarısını belirlemektedir. Politikçalışmaların etkinlik alanındaki bu daralma, çok yönlü birkonumlanışı ve çalışmayı (politik kitle ajitasyonu, örgütlenmeçalışması, sosyal ve kültürel çalışma) bir zorunluluk olarak karşımızaçıkarmış durumdadır.

HHaarreekkeettii öörrggüüttlleeyyeecceekklleerriinn pprraattiiğğii vvee ppoolliittiikk ooddaakkllaaşşmmaa iihhttiiyyaaccıı

Yakın dönem değerlendirmelerimizde bu tartışma geniş bir yertuttuğu için, siyasal gençlik gruplarının hareket içindekikonumlanışını ana hatları ile ele alacağız. Öncelikle siyasal gençlikgruplarının önemli bir kısmını kesen temel zayıflıkları tanımlamaklabaşlayalım.

Bugünün gençlik hareketi için tanımlanabilecek en temel zayıflık,politik kimlik alanında yaşanmaktadır. İlkesel olan herşeyi yok sayan,günün ihtiyaçlarını bile tanımlamaktan yoksun, bu açıdan apolitizminve ilkesizliğin içinde hızlı çürüyüşünü sürdüren bir siyasal gençlikgrupları tablosu ile yüzyüzeyiz. Bu tablo içinde politik bir odaklaşmayaratmanın, ilkelere dayalı bir birleşik mücadele ve örgütlenmesürecini örgütlemenin oldukça zor olduğu açıktır. Bu; geçtiğimizyılların onlarca yerel ve merkezi pratiğinin ortaya koyduğu birgerçektir. Özellikle Genç-Sen Genel Kurulu’ndan yansıyanlar,yaşananın sadece apolitizm olmadığını, bir dizi siyaset şahsında açıkbir çürüme yaşandığını tüm açıklığıyla gösteriyor. Öyle ki, bu çürümebir dizi siyaset şahsında artık geri dönülmez bir boyut kazanmıştır.Yapılması gereken, bu liberal kimliği, bu çürümeyi hareketin toplamkimliği haline getirmeye çalışanlara karşı hareketi devrimcileştirmemücadelesine yüklenmektir. İlkelere dayalı bir mücadele, birleşikkitlesel bir gençlik hareketini geliştirebilmek açısından büyük birönem taşımaktadır.

Günün temel devrimci görev ve sorumluluğu, geniş kitlelerle bağkurmayı hedefleyen sistematik ve etkin bir politik faaliyettir. Bundanuzak durulduğu koşullarda, hareketin biriken sorunlarını aşmak,halihazırdaki tüm siyasal gruplar birleşse dahi, olanaksızdır. Zira,gençlik kitleleriyle bağları önemli ölçüde zayıflamış olan, çalışmayürütecek militan kadrolardan dahi yoksun bulunangrupların biraraya gelmesi kendi başına hiçbir sorunuçözemez. Bu elbette siyasal gençlik gruplarından 2211

Page 22: EG 107.sayı

başlayan bir birleşik gençlik mücadelesini veörgütlenmesini önemsizleştirmek anlamına gelmez.Zira “görünür gelecekte bugünkü kısır döngüdençıkış için başkaca bir yol ve imkan görünmediğinegöre, bu mücadeleyi inatçı bir biçimde vermektenbaşka da bir çözüm yolu yoktur ortada.” (3) Ancakbu birleşikliğin ilkelere dayalı, hareketin birikensorunlarına müdahale eden, pratik-politik çözümleroluşturan bir birleşiklik olması gerekmektedir.Başarılı bir gelişme ancak böyle sağlanır. Bugün birdizi siyasal gençlik grubunun başarısız kaldığı asılalan da burasıdır.

Bugün güncel planda Genç-Sen üzerindenortaya çıkan birleşik örgütlenme pratiğini de butemel önemde sorunlarla bütünlük içinde tartışmakzorundayız. Genç-Sen halihazırda hareketinöznelerinin tutumu ve pratiği açısından bir turnusolişlevi görmektedir. Bu açıdan, yukarıdatanımladığımız sorunları aşmak, ancak ve ancaketkili bir politik mücadele ile sağlanabilir.

Genç komünistler, Genç-Sen deneyimiçerçevesinde, hareketin sorun ve ihtiyaçlarınaçözüm oluşturulması doğrultusunda etkin bir çabasergileyeceklerdir. Birleşik devrimci bir gençlikhareketi ve örgütlenmesini hedefleyenörgütlenmelerin etkin bir taraf haline gelmesi içinüzerlerine düşen sorumluluğun gereklerini yerinegetireceklerdir. Halihazırda devam eden bu ortakçabanın başarısından kuşku duymuyoruz. Kendiliberal kimliklerinin hareket içindeki tek kimlikolduğunu sananlara, hareketin ihtiyaçlarına yanıtveren ilkesel bir taraflaşmanın ne anlama geldiğinianlatacağımızı da büyük bir güvenle ifade edebiliriz.

HHeerr aaççııddaann ddaahhaa ggüüççllüü bbiirr kkoommüünniisstt ggeennççlliikk öörrggüüttüü iiççiinn!!

Komünist gençlik, gençlik hareketi içindekiözgün konum ve kimliğinin gereği olarak, kendietkinlik alanını geliştirmenin çok yönlü sorunlarınımutlaka etkili bir biçimde tartışmak ve aşmak içinçok yönlü bir çaba ortaya koymak durumundadır.Hareketin biriken sorunları, harekete devrimci öncümüdahalenin pratik-politik önemini gün geçtikçearttırmaktadır. Bu müdahaleyi yapabilecek asli güçise genç komünistlerdir. Komünist gençlikörgütlenmesinin her açıdan güçlendirilmesi, sadecekendisi için değil, daha önemlisi, hareketinsorunlarının çözümü için de belirleyici önemdedir.

“Bugün gençlik içindeki siyasal öznelerdenyansıyan derin bir apolitizm ve kendiliğindenciliktir.Yıllardır hep gençlik kitleleri apolitizmle suçlanmış,bu durum siyasal örgütlülüklerin kendi apolitizminiörtmenin bir dayanağı haline getirilmiştir.İlerlemeyen, kendini üretemeyen geriye düşer ve yokolur. Bu, devrimci diyalektiğin temel ilkesidir. Bugünsiyasal gençlik gruplarından yansıyan da bu yokoluştur.

Tüm yetersizliklerimize karşın bizi bu sürecindışında tutan temel neden, örgütsel olanaklar değilpolitik-ideolojik üretkenliğimiz ve bunun ürünüısrarlı ve hedefli pratiğimizdir. Bugün gençliksorunu çerçevesinde güçlü bir politik konumlanışasahibiz. Gençlik alanında taşıdığımız bu ideolojik-politik sürükleyici kimliği güçlü bir örgütsel kimlikve gelişme ile bütünleştirmek... Sorun kendi adımızabu noktada düğümlenmektedir. Bunu başardığımızkoşullarda ‘dönemin devrimci önderliğini’ deyaratmış olacağız.” (4)

Komünist gençliğin yeni dönemde üzerine enfazla yoğunlaşacağı başlık, politik düzeyimiz ileörgütsel düzeyimiz arasındaki açı farkını kapatmakolacaktır. Bu noktada öne çıkan sorunları bellibaşlıklar altında tartışarak, yeni dönem çalışmasınınyönünü ve örgütlenme hedeflerini temel yanları ilebelirtmeye çalışalım.

MMeerrkkeezzii öörrggüüttsseell ddüüzzeeyyiimmiizziiggüüççlleennddiirrmmee ssoorruummlluulluuğğuu::

Komünist gençlik örgütlenmesinin güçlenmesiherşeyden önce, onun politik-pratik önderliğinin vemerkezi müdahale kapasitesinin güçlenmesidemektir. Bu başarılamadan kalıcı bir gelişmesağlamak olanaksızdır. Bu sorunun çözümü ise etkinbir kadrolaşma politikasından geçmektedir. Bukomünist bir gençlik örgütlenmesi için bir kat dahaönemlidir. Hem kendi faaliyetini politik-pratikolarak güçlendirerek sürdürebilmesi, hem departinin çeşitli çalışma alanlarına donanımlı kadroaktarımını güvenceye alabilmesi ancak etkili birkadrolaşma politikası ile sağlanabilir.

Merkezi bir örgütlenmenin yerel çalışmalaradaha etkili müdahalede bulunması ancakkadrolaşma düzeyini güçlendirmesi ile mümkündür.Örgütsel gelişmenin tek yanlı bir yaygınlaşmaolmadığı, bu yaygınlaşmayı güvenceye almak içinniteliksel bir gelişme gerektiği açıktır. Tam da bunedenle hedefli bir kadrolaşma politikasınınsorunlarını genel ve yerel planda tartışmalıyız.

Kadrolaşma sorununu, bir kısım gençyoldaşımızı tek yanlı olarak sınıf çalışması pratiğinesokarak çözemeyeceğimiz açıktır. Elbette gençkomünistlerin sınıf çalışması içinde deneyimkazanabilmeleri, bu yönde bir pratik içinegirebilmeleri gerekiyor. Ki son yıllarda bu yönlüpratiğimizde belli bir zayıflama yaşanmıştır. Seçimçalışmasının yoldaşlarımıza kazandırdığı çok yönlüdeneyimin olumlu sonuçlarını gözönündebulundurarak bu sorunu daha sistemli bir biçimdeele almalıyız. Fakat bunun kadrolaşma gibi çokyönlü ve kapsamlı bir sorunun çözümü için yeterliolmayacağını bilmeliyiz.

Çözümün en önemli yanı, sistematik ve çokyönlü bir eğitimdir. İdeolojik-politik eğitimdenpratik ve örgütsel eğitime kadar devrimci eğitimsorununu çok yönlü olarak ve sistematik bir biçimdeçözmek durumundayız. Partinin bu yönlümüdahalesi ve değerlendirmeleri dikkatliceincelendiği, orada tanımlanan kapsam etkin birdenetimle hayata geçirildiği koşullarda sorununönemli bir yanı aşılmış olacaktır.

Sorunun diğer bir yanı etkin bir organsal işleyişve bunun ürünü işbölümüdür. Zira kadrolaşmanın enönemli boyutu örgütsel kimlikteki gelişim ve bunudestekleyen bir politik kimliktir. Bu gelişiminsağlanacağı asıl alan ise örgüt ve onun organlarıdır.Bu nedenle organsal işleyişi geliştirmek sürekli bireğitim ve kadrolaşmanın da güvencesi olacaktır.

Sorunun bir diğer boyutu ise ihtiyaca yanıtverebilen nitelikte bir organlaşmadır. Bu, çalışmanınyaygınlaşması için de kritik bir önem taşımaktadır.Sorunu şu şekilde tanımlayalım: Bir alanda birpolitik kitle faaliyeti yürüyor ve yeni güçlereulaşıyorsunuz. Ulaşılan bu yeni güçleri örgütlemek,çalışmanın gelişmesinin temel adımıdır. İşte tam bunoktada, bu güçleri doğru tanımlayan, kimin nasılbir örgütsel düzeye uygun olduğunu belirleyen ve buyeni katılımlarla beraber çalışmamızı yaygınlaştıran

GGeennçç kkoommüünniissttlleerr,,GGeennçç--SSeenn ddeenneeyyiimmiiççeerrççeevveessiinnddee,,hhaarreekkeettiinn ssoorruunn vveeiihhttiiyyaaççllaarrıınnaa ççöözzüümmoolluuşşttuurruullmmaassııddooğğrruullttuussuunnddaa eettkkiinnbbiirr ççaabbaasseerrggiilleeyyeecceekklleerrddiirr..BBiirrlleeşşiikk ddeevvrriimmccii bbiirrggeennççlliikk hhaarreekkeettii vveeöörrggüüttlleennmmeessiinniihheeddeefflleeyyeennöörrggüüttlleennmmeelleerriinn eettkkiinnbbiirr ttaarraaff hhaalliinneeggeellmmeessii iiççiinn üüzzeerrlleerriinneeddüüşşeenn ssoorruummlluulluuğğuunnggeerreekklleerriinnii yyeerriinneeggeettiirreecceekklleerrddiirr..HHaalliihhaazzıırrddaa ddeevvaammeeddeenn bbuu oorrttaakk ççaabbaannıınnbbaaşşaarrııssıınnddaann kkuuşşkkuudduuyymmuuyyoorruuzz.. KKeennddiilliibbeerraall kkiimmlliikklleerriinniinnhhaarreekkeett iiççiinnddeekkii tteekkkkiimmlliikk oolldduuğğuunnuussaannaannllaarraa,, hhaarreekkeettiinniihhttiiyyaaççllaarrıınnaa yyaannııttvveerreenn iillkkeesseell bbiirrttaarraaffllaaşşmmaannıınn nneeaannllaammaa ggeellddiiğğiinniiaannllaattaaccaağğıımmıızzıı ddaabbüüyyüükk bbiirr ggüüvveennlleeiiffaaddee eeddeebbiilliirriizz..

2222

Page 23: EG 107.sayı

bir çizgi ortaya koyabiliyor muyuz? Bugüne kadarkipratiğimiz bu alanda başarısız kaldığımızıgösteriyor. Bizde genel olarak genişleme, yenifaaliyet alanlarına açılmak, işbölümünügüçlendirmek için bir olanak olarakdeğerlendirilemiyor. Çoğu durumda yeni gençinsanların önünü açacak örgütsel adımları atmakta,işbölümü yapmakta zorlanıyoruz.

Yeni dönemde kadrolaşma pratiği ortayakoyacaksak eğer, her örgütsel birim çeper örgütlersorununa doğru bir temelde çözüm bulmakdurumundadır. 3 kişiyle yürüttüğümüz bir faaliyeti,örgütlenme sürecinin sonucunda 8-10 kişi olmamızakarşın geliştiremiyorsak, bu yeni katılımlar olanakolmaktan çıkacaktır. Bu nedenle çevresini iyitanıyan, doğru müdahalelerde bulunan ve mutlakaher süreçte komünist faaliyetin can damarı olançeper örgütlenmeler oluşturan bir bakışla hareketetmek zorundayız. Kalıcı bir gelişme de, kadrolaşmada ancak böyle başarılabilir.

Sorunun merkezi faaliyet açısından temelyanına da kısaca değinelim. Yukarıda bahsettiğimizsorunlar önemli ölçüde merkezi faaliyet için degeçerlidir. Bu alanda da daha profesyonel birişbölümü ve organlaşma acil bir ihtiyaçtır. Faaliyetintemel alanlarından (komünist yayın faaliyeti vb.)politik faaliyet biçimlerine kadar (Genç-Sen,mühendislik-mimarlık çalışması vb.) organlaşma veişbölümü mutlaka başarılabilmelidir. Bu açıdan yenidönemde temel hedefimiz, bu alanları etkili organsalişleyişlere kavuşturmak olacaktır.

PPoolliittiikk ffaaaalliiyyeettii ççookk yyöönnllüü öörrggüüttlleemmeessoorruummlluulluuğğuu::

Politik faaliyet alanında önemli başarılar eldeetmemize, anlamlı sonuçlar almamıza karşınbelirgin bir yetersizlikle de karşı karşıyayız.Faaliyetimiz birçok çalışma alanında önemli ölçüdepropaganda-ajitasyon çalışması olarak kalmakta,etkili bir örgütlenme süreci ilebütünleştirilememektedir. Öncelikle çalışmamızınbu tek yönlülüğünü mutlak suretle aşmalıyız. Dahaönce de çeşitli vesilelerle ifade ettiğimiz gibi, bugünfaaliyetin başarısı, her adımda örgütlenmek, kalıcıveya geçici örgütlenmeler oluşturmaktır. Bunundışında “çok etki yaratan pratikleri” sınamaolanağımız bulunmuyor. Sınayıcı alanörgütlenmedir, başarı bu alandaki gelişmedir.

Sorunun bir diğer önemli yanı ise faaliyetin

tekyönlülüğüdür. Yazımızın giriş bölümündekitanımlamamızı hatırlatarak sorunu somutlamayaçalışalım: “Son dönemde yürütülen tümçalışmalarda, politik söylem tarzı kadar, hattazaman zaman daha belirleyici olarak kitleyledoğrudan iletişim kanalları (çeper örgütlenmeler,mesleki alan örgütlenmeleri, kulüpler, topluluklarvb.) faaliyetin başarısını belirlemektedir. Politikçalışmaların etkinlik alanındaki bu daralma, çokyönlü bir konumlanışı ve çalışmayı (politik kitleajitasyonu, örgütlenme çalışması, sosyal ve kültürelçalışma) bir zorunluluk olarak karşımıza çıkarmışdurumdadır.”

Yakın dönem çalışma pratiklerinin genel birdeğerlendirmesi yapıldığında, çoğu durumdafaaliyetin başarısının gerisinde, politik gündemdendaha çok sosyal ve örgütsel ilişkileniş olduğu ortayaçıkmaktadır. Kısa bir örnek bu açıdan açıklayıcıolacaktır: Bir faaliyet alanı yaklaşık bir ayı bulan biryerel kampanya yürütüyor. Bu süre zarfındaneredeyse her aracı kullanarak yaygın bir kitleçalışması örgütlüyor. Faaliyetin sonucunda, ilericigüçlerdeki daralmadan ve sol söylemin gençlikalanındaki etkinliğinin sınırlarından kaynaklı olarakancak 3-5 kişiye ulaşıyoruz. Öte yandan, hedefli birbiçimde alt sınıfların derslerine giren, burada açıkbir kimlikle örgütlenme faaliyeti yürüten, kulüp vetopluluklar içinde çalışma yürüten yoldaşlarımız ise,bu aynı faaliyet döneminin sonucunda onlarca insanıçalışmanın parçası haline getirebiliyor.

Bu örnek oldukça önemlidir ve tüm çalışmaalanları üzerine dikkatlice düşünmelidir. Son ikiyıllık pratiğimiz politik ajitasyonun sınırlarını ortayakoyarkan, yoğun bir emek harcayarak insanlaraulaşan, insanların yaşam alanlarına inen birfaaliyetin dinamik ve güçlü sonuçlarını onlarcaörnek üzerinden göstermiş bulunmaktadır.

Yeni dönem çalışmamız, bu örnekleri mutlakayaygınlaştırabilmelidir. Politik yeterliliklerimiz bualanda etkin sonuçlar almanın da güvencesidir. Şunuaçıklıkla belirtmeliyiz ki, kimileri bu önemli sorunupolitik faaliyetin, gençlik hareketinin gündemlerinindışına düşerek çözmeye çalıştılar. O dönem gençkomünistler, bu tutumun ilgili güçleri hareketindışına düşüreceğini, bunun ise bir yok oluş olacağınıaçık bir biçimde ifade etmişti. Devrimcieleştirilerimizin haklılığını bugün bir dizi gençlikörgütlenmesinin düştüğü durum kanıtlamıştır.Öyleyse, politik çalışmamızı ve pratiğimizizayıflatmadan, aksine bu güçlü yanımıza dayanarak,

2233

Page 24: EG 107.sayı

eksik kaldığımız alanlara yüklenmek zorundayız.

TTaaşşrraa üünniivveerrssiitteelleerrii,, ööğğrreennccii yyuurrttllaarrıı vvee mmeesslleekk yyüükksseekk ookkuullllaarrıı::Komünist gençlik çalışması açısından bugün en önemli alanları taşra üniversiteleri, meslek yüksek

okulları ve yurtlar oluşturmaktadır. Komünist gençlik faaliyeti, diğer tüm akımların gençlikfaaliyetlerinden farklı olarak, işçi ve emekçi sınıflardan gelen gençlik güçlerine ulaşmak zorundadır. Bunoktada özgün yanları ile bu üç alan -taşra üniversiteleri, yurtlar, meslek yüksek okulları- komünistgençlik faaliyetinin temel örgütlenme alanlarıdır.

Taşra üniversitelerine dönük tartışmalarımız elbette ki boşuna değil. Zira bugün bu alanlar,örgütlenmenin ve açık politik faaliyet yürütmenin tüm zorluklarına karşın, faaliyetin genişleyeceği,kitlesel olanaklara sahip olacağımız temel önemde çalışma alanlarıdır. Son yıllarda merkeziolanaklarımızın belirgin darlığı nedeniyle yaygınlaşmakta ve derinleşmekte zorlandığımız bu alanlarailişkin daha güçlü ve etkili bir yönelim oluşturmanın sorunları mutlaka yeni dönemde çözümlenmek veaşılmak zorundadır. Tüm ilgimizi bu alandaki olanakları güçlendirmeye vermek, buradaki politik-pratikörnekleri yaygınlaştırmak yeni dönemin başlıca hedefi olacaktır.

Taşra üniversitelerine yönelik çalışma iki yönlü bir önem taşımaktadır. Bir yanı gençlikçalışmamızın kitleselleşmesi ve yaygınlaşması, diğer yanı ise parti çalışmasının bu alanlarayaygınlaşmasında oynayabileceği roldür.

Taşra üniversiteleri çalışmasında diğer alanlara göre daha önemli olan insanlarla birebir ilişki kurmakanallarını etkin bir biçimde zorlamak (ev ziyaretleri, sınıflardaki politik çalışmalar vb.), olanaklarölçüsünde bu zeminde çeper örgütlenmeler (eğitim grupları, çalışma grupları vb.) oluşturmaktır.

Önemle gözetilmesi gereken bir diğer yan ise, politik faaliyetteki darlığı iyi düşünülmüş araçlarlakırmaktır. Bunun en etkili araçlarından birisi yerel yayın faaliyetleridir. Doğru bir tarzda örgütlenmişyerel yayın pratiklerinin yüzlerce öğrenciye dolaysız olarak ulaşan bir ajitasyon aracı, öte yandan daoluşturduğu kurumsal işleyiş (dağıtım ve yayını örgütleme) ile politik bir örgütlenmenin ilk adımıolduğunun bilincinde olmalıyız. Bu nedenle özellikle yerel yayın faaliyetlerine gereken ilgi mutlakagösterilmelidir.

Bu alanda özellikle sosyal ve kültürel çalışma biçimleri belirgin bir ağırlık taşımak durumundadır.Politik olanakların darlığı, öte yandan bu alandaki çok yönlü kültürel ve sosyal olanaksızlıklar, kültürelve sosyal üretimi bir kat daha önemli kılmaktadır. Taşraya yönelik çalışma bu alana gereken önemigöstermeli, bu noktalarda çözücü adımlar atabilmelidir.

Diğer iki başlık olan meslek yüksek okulları ve yurtlar ise, henüz faaliyetimizin en deneyimsizolduğu alanlardır. Bu iki önemli çalışma alanına dair değerlendirmeleri çok yönlü bir deneyimoluşturmak için yayınlarımızda işlemek zorundayız. Nitekim bir ildeki MYO faaliyeti, diğer bir ildekiyurt faaliyeti ilk değerlendirmelerini yapmış bulunmaktadır. Bu örnekleri yaygınlaştırmak, ortaya çıkanilk deneyimleri faaliyetimizin toplamına maledebilmek gerekiyor.

***Yeni dönemde gerek gençlik hareketinin biriken sorunlarına, gerekse de birleşik örgütlenme ve

mücadele olanaklarına daha etkin müdahale için temel şiarımız “Her açıdan daha güçlü bir komünistgençlik örgütlenmesi!” olacaktır. Bu, çalışmamızın niteliğini ve niceliğini güçlendirme çağrısıdır.Halihazırda bu sorunu çözmek için başlangıç olanaklarına sahibiz. Önemli olan, doğru bir yaklaşımla buolanakları gerçeğe dönüştürmek, hareket içinde pratik olarak etkin bir güç olabilmektir.

Genç Komünistler

(1) (TKİP Merkez Yayın Organı Ekim, Sayı: 239, Ekim 2004, Başyazı)(2) (TKİP Merkez Yayın Organı Ekim, Sayı: 216, Temmuz 2000, Başyazı)(3) (TKİP Merkez Yayın Organı Ekim, Sayı: 239, Ekim 2004, Başyazı)(4) (Ekim Gençliği, Sayı 105, Aralık 2007, Gençlik içinde işçi sınıfı devrimciliğinin bayrağını daha

güçlü dalgalandırmak için!)

KKoommüünniisstt ggeennççlliikkççaallıışşmmaassıı aaççııssıınnddaannbbuuggüünn eenn öönneemmllii aallaannllaarrııttaaşşrraa üünniivveerrssiitteelleerrii,,mmeesslleekk yyüükksseekk ookkuullllaarrıı vveeyyuurrttllaarr oolluuşşttuurrmmaakkttaaddıırr..KKoommüünniisstt ggeennççlliikkffaaaalliiyyeettii,, ddiiğğeerr ttüümmaakkıımmllaarrıınn ggeennççlliikkffaaaalliiyyeettlleerriinnddeenn ffaarrkkllııoollaarraakk,, iişşççii vvee eemmeekkççiissıınnııffllaarrddaann ggeelleenn ggeennççlliikkggüüççlleerriinnee uullaaşşmmaakkzzoorruunnddaaddıırr.. BBuu nnookkttaaddaaöözzggüünn yyaannllaarrıı iillee bbuu üüççaallaann --ttaaşşrraa üünniivveerrssiitteelleerrii,,yyuurrttllaarr,, mmeesslleekk yyüükksseekkookkuullllaarrıı-- kkoommüünniisstt ggeennççlliikkffaaaalliiyyeettiinniinn tteemmeellöörrggüüttlleennmmee aallaannllaarrııddıırr..

2244

Page 25: EG 107.sayı

Ticari Eğitime Karşı GençlikKoordinasyonu’nun 5. Toplantısı 23 Şubat 2008tarihinde İstanbul’da toplanıyor. Onlarcaüniversiteden katılımın hedeflendiği Koordinasyontoplantısında -gündem önerilerine açık bir biçimde-temelde iki başlık tartışılacak.

Birinci oturumda Koordinasyon bileşenleri yenidönem gençlik hareketinin gündemlerini tartışacak.Bu çerçevede Koordinasyon toplantısının dahaverimli ve güçlü geçebilmesinin tüm katılımcılarınüzerine düşen bir sorumluluk olduğunubelirtmeliyiz. Koordinasyon toplantısına katılmadanönce, ilgili oturum başlıklarına ilişkin olaraksistematik bir okuma ve tartışma sürecininyapılabilmesi gerekiyor. Bu bağlamdasunabileceğimiz öneriler şunlardır:

* Öncelikle yeni YÖK Başkanı’nın açıklamalarıve kimi liberallerin bu açıklamalarıgerekçelendirmeleri dikkatli bir biçimde okunmalıve tartışılmalıdır. Zira eğitimdeki neo-liberaldönüşümler planında önemsenmesi gereken buaçıklamalara paralel uygulamalar yeni dönemgençlik hareketinin temel bir gündeminioluşturacaktır.

* Konuya ilişkin okumaları bütünleyen birtarzda ticari eğitim sorununun derinleşen kapsamı,özelde paralı eğitim saldırısı, sermaye düzenininpratik hattı ile bütünleşen bir biçimdetartışılabilmelidir. Önden yürütülecek tartışmalarKoordinasyon toplantısına düşünsel bir zenginlikkatacaktır.

* Koordinasyon toplantısında bir diziüniversitenin biraraya geliyor olmasının verdiğiavantajı kullanarak, üniversitelerde ticari eğitimsorununa ilişkin ortaya çıkan gelişmeler vedeneyimler aktarılabilmelidir. Yeni dönemingündemlerinin güçlü bir biçimdetanımlanabilmesinde sözkonusu gelişme vedeneyimlerin önemi açıktır.

* Üniversiteler merkezli yürüyen türbantartışmaları ve bu sorunun üniversitelere yansıyansonuçları Koordinasyon toplantısına taşınmalıdır.

Koordinasyon toplantısının ikinci oturumunda,birleşik bir gençlik örgütlenmesi deneyimi olarakGenç-Sen’in bugünkü tablosuna devrimci birmüdahalenin koşulları, yöntemi ve pratik hattıtartışılacaktır. Bu başlığın Koordinasyontoplantısında güçlü bir tartışmaya konuedilebilmesinin önemi açıktır. Burada sağlanacakaçıklık, bugün gençlik hareketi açısından önemli birolanağı ifade eden bir birleşik gençlikörgütlenmesini güçlendirme çabası üzerinden elealınmalıdır. Bu konudaki ön hazırlık oldukça önemtaşımaktadır. Ön hazırlık için sunabileceğimizöneriler şunlardır:

1- Koordinasyon toplantısına katılacak olan tümyerellerin Genç-Sen Genel Kurulu’na ilişkinyapılmış değerlendirmeleri okumaları, bugün Genç-Sen içerisinde yaşanan politik taraflaşmanınanlaşılabilmesi açısından önemlidir.

2- Hemen hemen tüm üniversitelerde Genç-Senile ilgili çeşitli adımlar atılıyor. Atılan adımlar, gerekele alınan gündemler, gerekse faaliyetin örgütlenmeyöntemi ile birlikte bütünlüklü olaraktartışılabilmelidir.

3- Her üniversiteden katılacak unsurların, Genç-Sen’e yerel ölçekte hangi gündemsel çerçevede vehangi yöntemsel bütünlükle müdahale etmeyidüşündüklerine ilişkin bir tartışmayıKoordinasyon’a taşımaları geliştirici olacaktır. Bukonuda Koordinasyon’a katılacak her yerelin birtebliğ hazırlaması işlevsel olacaktır. Bu tebliğler,toplantı sonunda Koordinasyon’un sonuçbildirgesini hazırlamakla görevlendireceğikomisyonun güçlü bir bildirge hazırlayabilmesiaçısından da kolaylaştırıcı ve yol gösterici olacaktı.r

***23 Şubat günü gerçekleştirilecek toplantı, bir

dönem boyunca ticari eğitime karşı yürütülecekmücadelenin gerek gündeminin oluşturulması,gerekse Genç-Sen zeminindeki müdahaleninçerçevesinin tanımlanması bakımından büyük birönem taşımaktadır. Bu olanağı güçlü birdeğerlendirmenin zeminine çevirebilmek, bugüngençlik hareketi içerisinde ticari eğitime karşı tutumalan duyarlı bütün unsurların ortak sorumluluğudur.

Bu gündemlere duyarlı her kişi ve kurumuKoordinasyon toplantısına katılmaya vedüşüncelerini ortaya koymaya çağırıyoruz.

Ticari Eğitime Karşı GençlikKoordinasyonu

14 Şubat 2008

22552255

TTiiccaarrii EEğğiittiimmee KKaarrşşıı GGeennççlliikkKKoooorrddiinnaassyyoonnuu’’nnuunn 55.. TTooppllaannttııssıı’’nnaaççaağğrrıı!!

Page 26: EG 107.sayı

Yeni bir dönemin başındayız. İlk dönemebaktığımızda, önemli çalışmalar örgütlediğimizisöyleyebiliriz. “Yalanlarınızı da alın gidin!”kampanyasının yürütüldüğü dönem boyunca anlamlıdeneyimler kazandık. Doğal olarak, birinci dönemçalışmamızın bu birikim ve deneyimleri üzerindenikinci dönem çalışmamızı şekillendireceğiz.

GGeeççmmiişşiinn ddeenneeyyiimmlleerrii ıışşıığğıınnddaa ggeelleecceeğğii öörrggüüttlleemmeeyyee!!

“Liseli gençlik alanındaki hareketsizlik vedağınıklık tablosu içerisinde, uzun soluklu bir kitleçalışmasına dayanan, liseli gençliği hareketegeçirmeye yönelik kanalları oluşturmayı ve yereldinamiklerle bağ kurmayı hedefleyen sistematik birçalışma örülebilmiştir. Kampanya faaliyetinin ortayaçıkardığı imkanlardan bağımsız olarak, bu yöneliminkendisi hedefli bir politik faaliyetin göstergesidir.”

Liselilerin Sesi’nin 20. sayısında yer alan butespit, bir yandan çalışmamızın güçlü olan yanınavurgu yaparken, diğer yandan zayıf kalan yanınıişaret etmektedir. Lise çalışmamız her dönem liselerepolitik faaliyeti taşımayı esas almış, kitleçalışmasında ısrar etmiştir. Bu ısrar güçlenereksürecektir. Ama bu dönem zayıf kaldığımız yana,yani politikayla buluşturduğumuz liselileri örgütlübir mücadelenin parçası kılma noktasına yüklenmeksorumluluğu ile yüzyüzeyiz. Örülen ısrarlıçalışmanın somut sonuçlar yaratması zorlanmalı,süreç içinde açığa çıkarılan dinamikler örgütlü halegetirilmelidir. Birinci dönem yaşadığımız buzayıflığı aşamadığımız koşullarda, çalışmanınsonuçları, sarf ettiğimiz emeğin çok gerisindekalacaktır.

Bu tartışmalar ışığında ikinci dönemçalışmamız, örgütlenme sorununa çubuk büken,belirlenen politik hatta yürütülecek kitle çalışmasınınsonuçlarını örgütlenmeye kanalize eden üç ayrı alançalışması üzerinden şekillenecektir.

MMeesslleekk lliisseelliilleerr ssöömmüürrüüyyee kkaarrşşıı bbiirr aaddıımm iilleerriiyyee!!

Meslek liseliler, döne döne tartıştığımız liseligençliğin paralı eğitim, geleceksizlik gibisorunlarının yanı sıra, üretim sürecine katılmalarınıngetirdiği sorunlarla boğuşuyorlar. Ucuz emeksömürüsüyle genç yaşta tanışan meslek liselilerihedefleyen özgün bir çalışma tartışmasını yıllardıryürütüyoruz. Son iki yıldır ilk adımlarını örmeyeçalıştığımız “meslek liseliler” çalışmasına, bu senekurultayı hedefleyen güçlü bir yönelimle başlıyoruz.

Amacımız bu alanda kalıcı çalışmaların ilkayaklarını örmektir.

İLGP’nin çalışma yürüttüğü tüm bölgelerdeseçilen pilot Endüstri Meslek Liseleri çalışmanın ilktaşınacağı yerler olacak. İlk olarak güçlü birpropaganda çalışması ile meslek liselileri sorunlarınısahiplenmeye çağıracağız. “Meslek Lisesi” bültenibu çalışmada temel bir aracımız olacak. Buçalışmanın etkisi üzerinden elde ettiğimiz imkanlarlabirçok meslek lisesine seslenen bir süreç öreceğiz.

PPaarraallıı eeğğiittiimmee ggeeççiitt vveerrmmeemmeekk iiççiinn lliisseelliilleerriinn sseessii yyüükksseelliiyyoorr!!

Paralı eğitim saldırılarının artık pervasızcasavunulduğu bir dönemden geçiyoruz. Zaten paralıolan üniversite eğitimi için milyarlardanbahsedilerek, liselilere geleceksizlikten başka birseçenek bırakılmıyor. İşçi ve emekçi çocuklarıeğitim sürecinden iyice dışlanıyor.

Liseli gençliğe sorunlarına sahip çıkmalarıyönünde çağrı yaparak, liselileri devrimci birtaraflaşmaya yönlendireceğiz. Yusuf Ziya Özcan’ınaçıklamalarını ve hâlihazırda süren paralı eğitimuygulamalarını somutlayan bir teşhir çalışmasındansonra liselileri kendi talepleri ekseninde taraf olmayaçağıracağız. Daha sonra paralı eğitim vegeleceksizlik başlıklarını, yerellerin özgünlükleriylederinleştirerek, “İLGP Lise Kurultayı”nahazırlanacağız.

ÖÖSSSS ddüüzzeenniinniinn yyaarrıışş aattıı oollmmaakkiisstteemmeeyyeennlleerr öörrggüüttlleenniiyyoorr!!

Dershane öğrencilerinin temel sorunlarından biriarada kalmış kimlikleridir. Ne lise ne de üniversiteöğrencisi olmayan, sayıları 1.5 milyonu bulan biröğrenci topluluğu her gün okula gider gibi MEB’ebağlı dershanelere gidiyor. Fakat öğrencilikhaklarından yoksunlar.

Dershanelere yönelik çalışmamız, öğrencilikhaklarından biri olan paso talebi ile başlayacak. Özelbir bültenle (196. Dakika) başlattığımız çalışma,öncelikle paso istemini yükseltecek, ardından imzakampanyasıyla bu çalışma sonlandıracak. Bu çalışmapratiği ile ivme kazanacak olan faaliyetimiz ÖSSgündemi üzerinden şekillenecek. Bu alanda daçalışmaları “Dershane Kurultayı”na taşıyacağız.

KKuurruullttaayyllaarrıı öörrggüüttlleerrkkeenn……

Kurultay çalışmalarının, faaliyetimizin güçlüyönlerine yaslanarak zayıf yanlarını aşma noktasında

Liseli gençlik yeni bir mücadele dönemine girdi...

İstanbul Liseli GençlikPlatformu kurultaylara

hazırlanıyor!

2266

Page 27: EG 107.sayı

önemli bir imkan olacağını düşünüyoruz. Ama unutmayalım ki, kurultay sihirli bir değnek değildir. Yukarıda tanımladığımız sorunlarınaşılmasında mesafe almak, kurultayların ön hazırlık süreçleriyle doğrudan ilişkilidir.

Kurultaylarla, liseli gençliğe kalıcı örgütsel mevziler kazandırmak ve var olanları güçlendirmek hedeflenmelidir. Bir bütün olarak kampanyaçalışmalarımız, liseli gençliğin örgütsel alanda yaşadığı boşluk sorununu ele alırken, diğer yandan politikalarımızı liselilere daha güçlütaşımamızı sağlayacaktır.

2006 yılında yürüttüğümüz Liseli Gençlik Kurultayı çalışması bize çok anlamlı deneyimler bırakmıştır. Bu deneyim birçok zayıf yanımızıaşmamızı kolaylaştırmıştır. Liseli gençlik güçlerimizin yoğun politika tartışmaları, yerel tebliğ hazırlıklarına gözle görülür bir biçimdeyansımıştır. Kurultay Hazırlık Komiteleri, İLGP Çalışma Grupları, çıkarılan yerel fanzinler, alan bültenleri (Meslek Liselilerin Sesi) vb.,örgütlenme araçları olarak şekillenmiştir. Yerel tiyatro, müzik grupları ile kurumsallaşmanın diğer ayakları oluşturulmuştur.

Kurultaylara hazırlık çerçevesinde tüm alanlarımızda, okulların açılmasıyla birlikte çalışmalarımız başladı. Güç ve olanaklarımızınsınırlarına takılmadan tüm alanlarımızda ilişki ağımızı genişletmek, örgütlülüklerimizi oturtmak için yoğun bir takvim oluşturduk. Varolduğumuz okullarda faaliyetimizi daha da derinleştirme ve çalışmamızı yeni okullara taşıma iddiasıyla hareket ediyoruz. Binlerce afiş, bildiri,kuş ve bültenle liselilere seslenecek, mücadelede taraf olmaları için çağrımızı dört bir yandan yükselteceğiz. Hedefimiz, İLGP çalışmasınınolmadığı alanlarda İLGP’yi anlatabilmek ve bulunduğumuz alanlarda kalıcı mevziler yaratabilmektir.

ÖÖzzggüürrllüükk vvee ggeelleecceekk mmüüccaaddeelleessiinnii yyüükksseellttiiyyoorruuzz!!

Çok yönlü ve yaygın bir çalışma sürecine kurultay hazırlıklarıyla girmiş bulunuyoruz. Nisan’ın 2. haftasında yapılması düşünülenkurultayları, kurultayın sonuçlarını taşıyacağımız 1 Mayıs çalışmaları ve hemen sonrasında birleşik bir hatta ele alacağımız ÖSS karşıtıkampanyamız izleyecek. Haziran ayının sonuna kadar uzun soluklu ve tok bir çalışma örmeyi hedefliyoruz. 2. dönemde, zayıflıklarımızı vesınırlılıklarımızı aşma hedefiyle iddialı bir çalışma pratiği öreceğiz. Lise çalışmamızda yeni bir evreye ulaşmak, bütün bu dönem boyuncayürüteceğimiz faaliyette sağlayacağımız başarıya bağlı olacaktır.

ÜÜnniivveerrssiitteelleerrddee ssoorruuşşttuurrmmaa tteerröörrüü!!ÜÜnniivveerrssiitteelleerrddee ssoorruuşşttuurrmmaa tteerröörrüü!!EEggee ÜÜnniivveerrssiitteessii::

Üniversiteler dönemi soruşturmalarla kapattı. Ege Üniversitesi’ndedönem içerisinde gerçekleştirilen YÖK karşıtı eylem, Ali Serkan Eroğluanması ve ardından gelişen saldırılar gerekçe gösterilerek devrimci-demokrat öğrencilere soruşturma açıldı.

İnceleme ve soruşturma kurulu başkanı rektör yardımcısı Prof. Dr. H.Haluk Baylas’ın imzasını taşıyan yazıda şunlar söyleniyor:

“27/12/2007 tarihinde Üniversitemiz Kampüsü’nde saat 08:10’danitibaren gerçekleşen ve Gıda Kafe’de devam eden bir dizi izinsiz öğrencifaaliyetine katılma eyleminiz nedeniyle Rektörlük Makamı’nın31/12/2007 tarihli ve B.30.2.EGE.0.00.00.01/119 sayılı onayı ilehakkınızda disiplin soruşturması açılmıştır.”

“06/11/2007 günü saat 11:30 sıralarında Kampus içi 1 No’luYemekhane önünde başlayarak, aynı gün devam eden YÖK’ü protestoeylemine katılmanız nedeniyle Rektörlük Makamı’nın 17/12/2007 tarihlive B.30.2.EGE.0.00.00.01.113 sayılı onayı ile hakkınızda disiplinsoruşturması açılmıştır.”

Soruşturmanın tebligatı kapalı zarflarda ve zimmetli olarak öğrenciişlerine gönderilmiştir. Bölümlere duyurusu yapılmayan soruşturmalariçin her öğrenci ayrı ayrı çağrılmış ve zarflar imza karşılığı teslimedilmiştir. Öğrenci işleri soruşturma açılan öğrenci sayısı ve kimlerhakkında soruşturma açıldığını açıklamaktan kaçınmıştır.

Soruşturma terörü dönem sonuna getirilerek, tepki örgütlenmesininönüne geçilmek istenmektedir. Öğrenciler 21 Şubat günü savunmayapılması amacıyla rektör yardımcılığına çağrılmıştır.

Gözaltılar, soruşturmalar, baskılar bizi yıldıramaz! Ege Üniversitesi/Ekim Gençliği

UUlluuddaağğ ÜÜnniivveerrssiitteessii::6 Kasım çalışmaları çerçevesinde ortak olarak çıkarılan fanzin dağıtımı sırasında iki Ekim Gençliği okuru ve bir SGD’li

öğrenci gözaltına alınmış ve 56 YTL’lik para cezası kesilmişti. Sonraki süreçte gözaltına alınan öğrencilere, “kimlik göstermemek, görevli memura trip atmak ve üst aratmamak”

bahanesiyle soruşturma açıldı. Özellikle final döneminde açıklanan soruşturma sonucunda öğrenciler 1 haftadan 6 aya kadar uzaklaştırma cezası aldılar. Uludağ Üniversitesi Rektörlüğü’nün tüm baskılarına rağmen çalışmalarımız ikinci dönemde de güçlenerek sürecek.

Uludağ Üniversitesi/Ekim Gençliği

22772277

Page 28: EG 107.sayı

Baskıcı ve yasakçı uygulamaların artık gelenek halinegeldiği İstanbul Üniversitesi’nde Öğrenci Kültür Merkezi’nin(ÖKM) gerekçesiz ve süresiz kapatılması ile bir dönem dahabitti.

ÖKM, İstanbul Üniversitesi öğrencilerinin sosyal ve kültürelüretim yapabildiği, tartışabildiği, tüm fakültelerine ortak olarakgirebildiği bir alandı. 19 Aralık gündeminden politik filmlerinsergilenmesine kadar bir dizi etkinlik etrafında yüzlerce öğrenciÖKM aracılığı ile yan yana getirilebilmişti. Tam da bu yüzdenhedef haline geldi.

Senenin başında Felsefe Kulübü’nün yapmak istediği panelengellenmek istenmiş, Halkbilim Kulübü’nün yapacağı İnsanHakları Haftası etkinlikleri iptal edilmiş, tatil dönemindeyapılabilecek tadilat eğitim dönemine denk getirilmişti. Sonolarak, önce faşistlerin silahlı tehditi, sonra EdebiyatFakültesi’ne yönelik bir faşist saldırı yaşandı ve bu gerginliklerüzerine İstanbul Üniversitesi Senatosu ÖKM’yi kapattı.

SSoonn ddeerreeccee ppllaannllıı vvee iiyyii ooyynnaannmmıışş bbiirr sseennaarryyoo dduurruuyyoorrkkaarrşşıımmıızzddaa..

ÖKM’nin kapatılması karşısında ilerici güçler hareketegeçmekte gecikmedi. Kulüpler olarak süreci değerlendirmek vemüdahale edebilmek için toplantılar yaptık. Toplantılarda ikifarklı tutum ortaya çıktı. Bir yönelim, süreçte faşistlerin oynadığırolü atlayarak, polis-idare işbirliğini önemsemeyen, sadecekültür merkezi ve sanat üretimine yapılan saldırılar ekseninde birçalışma şeklinde karşımıza çıktı. Diğeri ise, bizim de temsilcisiolduğumuz bütünlüklü yaklaşımdı. Süreci ele alırken faşistlerinbugüne kadar toplumsal muhalefet karşısında oynadıkları rolünve polis-idare işbirliğinin öneminin atlanmaması gerektiğini,sürecin üniversitelerde yaşanan toplam dönüşümden bağımsızolmadığını, bunların kültür-sanata yönelik saldırılarla birleşik birçalışmaya konu edilebileceğini ortaya koyduk ve süreci toplamsaldırılarla birlikte örmek noktasında bir birliktelik sağladık. Buçerçevede bir eylem kararı alındı.

Eylemin ön sürecini, sınav haftasına gelmesine rağmen,etkin bir şekilde örmeyi başarabildik. Yaygın bildiri dağıtımı,öğretim görevlileri ile görüşerek onları da sürece katma çabası,basın ayağının asgari oranda örülebilmesi eyleme katılımı güçlükıldı. Yaklaşık 500 öğrencinin katılımı ile coşkulu bir eylemgerçekleştirildi. Daha sonrasında ÖKM kulüplerinintemsilcilerinin ve ÖKM Başkanı Cengiz Çakmak’ın dabulunduğu bir toplantı yapıldı. ÖKM’nin açılacağı, fakatfaşistlerin etkinlik gösterdiği Türkçe Yaşam Kulübü’ne belirlisaatler arasında iki gün istenen odanın verilmesi koşuluylabunun olabileceği açıklandı. Tiyatro Kulübü dışındaki kulüplerbunu kabul etmeyeceklerini söylediler. Yoğun tartışmalarınardından okulun tatile girmesiyle birlikte bu konu belirsiz kaldıve ÖKM açıldı.

Üniversitedeki dönüşümleri hayata geçirebilmenin yoludevrimci, demokrat öğrencileri etkisizleştirmekten geçiyor.Birbiri ardına gerçekleştirilen sivil faşist saldırılar, polisinüniversiteye ve dolayısıyla devrimci faaliyete müdahalesi,ardından açılan soruşturmalar bunu hedefliyor. ÖKM’ninkapatılması da bu çerçevede önem taşıyor. Muhalefete yönelikyoğun saldırıların olduğu bir dönemde üretim yapan bir alanınsaldırının dışında kalması beklenemezdi. İstanbul Üniversitesiyönetimi bir kez daha hizmet ettiği sınıfın çıkarlarına uygunhareket etmiştir. Üniversiteye yerleştirilen kameralar ve kapıdakiözel güvenlik şirketleriyle başlayan, Mesut Parlak’ın ardı arkasıkesilmeyen pervasız açıklamalarıyla süren, okulun içinde ciritatan sivil polisler ve faşistlerle tırmandırılan saldırılar, ve nihayetÖKM’nin kapatılması... Tüm bu saldırılar birbirinibütünlemektedir.

İlerici güçlerin ÖKM eylemi üzerinden bu saldırılara karşısergilediği birliktelik anlamlıdır. Baskı ve saldırılarıngöğüslenmesi açısından bunun önemi yeterince açıktır.Kulüplerin dönem dönem birlikte etkinlikler örgütleyebilmesiiçin adımların atılması, çalışmaların kampüslere taşınması,öğrencilerin ÖKM’yi daha fazla sahiplenmesini sağlayacaktır.

Ortak tutum alma noktasında belli yönleriyle eksikkalındığını da belirtmeliyiz. Kulüpler arası iletişimin ve tartışmakültürünün geliştirilebilmesi için çaba harcanmalı, gericiyaklaşımlar mahkûm edilmelidir. Yaşanan süreçte kulüplerdeçalışması olmayan politik güçlerin sürece müdahalesi sınırlıolmuştur. Bunu aşabilmek için adımlar atılmış ama geçkalınmıştır. Üniversitedeki tüm güçlerin sürece aktif katılımınoktasında bugünü aşan bir çaba ortaya konulmalı, bunun yol veyöntemleri aranmalıdır.

ÖKM sürecinde gerçekleştirilen birliktelik eksikleriylebirlikte olumlu bir pratiği işaret etmektedir. Bu eksikleri gidermenoktasında daha fazla çaba sergilemeli, saldırıların kapsamınarağmen, duruma müdahalede oldukça fazla olanağa sahipolduğumuzu unutmamalıyız.

İÜ Ekim Gençliği2288

ÖKM’ye yönelik saldırılar ve birleşik mücadelenin önemi!

Page 29: EG 107.sayı

2299

İstanbul Üniversitesi Beyazıt yerleşkesinde bulunan veyıllardır üniversite öğrencilerinin alternatif sanat alanındaönemli bir mevzisi olan Öğrenci Kültür Merkezi geçtiğimizay bir komplo ile kapatılmıştı. Faşistlerin açtığı bir kulübündevrimci öğrencilere karşı sergilediği provokatif tutumlarıbahane eden rektörlük ÖKM’nin kapısına kilit vurmuştu.

İÜ Öğrencileri ve İÜ ÖKM Kulüpleri, ÖKM’ninkapatılmasına karşı 18 Ocak günü İÜ İletişim Fakültesiönünden ana kapıya bir yürüyüş gerçekleştirdiler.

“ÖKM’yi a-ça-ca-ğız!/İÜ Öğrencileri” pankartınınaçıldığı eylemde “Kültür-sanata zincir vurulamaz!”, “Polis-idare işbirliğine son!”, “Kariyer merkezi değil, kültür merkeziistiyoruz!”, “Karanlığa teslim olmayacağız1”, “AKM, TaksimSahnesi, Muhsin Ertuğrul, ÖKM... Şimdi sıra nerede!” ve“ÖKM’yi geri istiyoruz!” dövizleri taşındı.

Yürüyüş ve eylem boyunca “ÖKM’yi geri istiyoruz!”,“Tüccar rektör üniversiteden defol!”, “Sermayenin uşağırektör istifa!”, “Herkese eşit, parasız eğitim!”, “F tipiüniversite istemiyoruz!”, “Sermaye defol üniversiteler

bizimdir!”, “Kurtuluş yok tek başına! Ya hepberaber ya hiçbirimiz!” sloganları atıldı.

Beyazıt Meydanı’nda ilk olarak ÖKMSahnesi, “Meso’nun önlenemez yükselişi” adlıoyunu sergiledi. İÜ Rektörü Mesut Parlak’ıngöreve geldiği ilk günden itibaren okuldakiöğrencilere açtığı soruşturmaları, verdiği cezaları,imza attığı özelleştirmeleri konu alan oyun ilgiyle

izlendi. Oyunun ardından basın açıklamasına geçildi.“İÜ

Öğrencileri olarak tarihimizde hiç yaşamadığımız kadarkaranlık günler içerisindeyiz” sözleriyle başlayan açıklamadaÖKM’nin kapatılması protesto edildi ve ÖKM’nin bugünekadar gerçekleştirdiği etkinlikler anlatıldı.

Açıklama şu sözlerle sona erdi:“Biz ÖKM kulüpleriülkemizi ve üniversitelerimizi karanlığa boğmak isteyenlerinsergiledikleri bu oyunlara seyirci kalmayacağız. ÖKM’yiaçacağız! Ülkemizde ve üniversitelerimizde özelleştirmelere,faşistlere ve gericilere geçit vermeyeceğiz!”

Sanatçı Orhan Aydın da eyleme destek verdi. Yaptığıkonuşmada,“Çünkü orası dün bizimdi, bugün sizin, yarınsizden sonra geleceklerin. Yani orası üniversite gibiinsanlığın ortak evidir. İnsanlığın ortak evine kilit vuranlartarihte hep kötü anılıyorlar...” dedi.

Yaklaşık 500 kişinin katıldığı eylem, söylenen marşlar veçekilen halayların ardından sona erdi.

İstanbul Liseli Gençlik Platformu olarak ara tatildöneminde İstanbul merkezli bir devrim okulu gerçekleştirdik.

Lise çalışmamızı geliştirmede devrim okulları bizim içinönemli bir yerde duruyor. Tatil sürecini devrimci bir eğitimekonu etmek biz devrimci liselilerin gelişimi açısından önemtaşıyor. Burada yürüttüğümüz tartışmaları alanlarımıza, çalışmapratiğimize yansıtabildiğimiz ölçüde, bu, toplam çalışmamızıgüçlendiren bir rol oynuyor.

Bu yıl da, birinci dönem kampanyamızın sona ermesininardından, “Devrim Okulları”nın ön hazırlığını yapmayabaşladık. Gündemlere dair derlemeler yaparak, tartışmalaraönden hazırlanılarak gelinmesini, böylece tartışmaların dahaverimli geçmesini amaçladık.

KKaappiittaalliizzmmiinn bbiilliimmsseell eelleeşşttiirriissii

Devrim Okulları’nın ilk gününde “Kapitalizmin bilimseleleştirisi” başlığını tartıştık. Sunum, diyalektik ve materyalisttarih kavramlarının tartışılmasıyla başladı. Sonrasında sınıflıtoplumların oluşum sürecinden başlayarak kapitalist üretimilişkilerinin oluşumuna kadarki toplumsal gelişme sürecinin biranlatımı yapıldı. Toplumsal gelişmenin hep ileriye doğruolduğu, toplumların alt aşamalardan üst aşamalara doğru birgelişim çizgisi izlediği, sosyalist toplumun ancak bu nesnel-tarihsel gelişme üzerinden varlık bulabileceği vurgulandı.

DDeevvrriimmccii kkiimmlliikk,, ddeevvrriimmccii yyaaşşaamm

“Devrimci kimlik” ve “Devrimci yaşam” sunumu, ideolojikkimlik, örgütlü kimlik ve devrimci kimlik ara başlıklarıüzerinden şekillendi.

İlk olarak, verili durumda düzen içerisinde birtaraflaşmanın zorunluluğuna dikkat çekildi. “Düzen yönelttiğisaldırılar ile bu taraflaşmayı zorunlu kılarken, bir yandan dadüzen karşıtı bir taraf olunmasının önüne geçmeye

çalışmaktadır” denildi. İdeolojik kimlik ara başlığı altında, “Düşünen ve

savaşan militan” tanımlaması üzerine bir tartışmayürütüldü. Çalışmanın her unsurunun, çalışmanın pratiğinekatkı sunmanın yanı sıra, hem kendi gelişimi hem deçalışmanın gelişimi açısından, düşünsel yoğunlaşma veideolojik eğitim sürecine önem vermesi gerektiği

vurgulandı. Ardından “Örgütlü mücadele neden gereklidir?”,“Örgüt zorunlu bir ihtiyaç mıdır?” sorularının tartışılması ileörgütlü kimlik tartışmasına geçildi.

LLiisseelleerrddee ggeennççlliikk ççaallıışşmmaassıınnıınn ssoorruunnllaarrııvvee yyeennii ddöönneemm

Liselerde gençlik çalışmasının sorunları ve yeni dönemtartışmasına, lise öğrencilerinin gençlik içerisinde tuttuğu yer vebünyesinde taşıdığı devrimci dinamiğe vurgu yapılması ilebaşlandı. Ardından kendi lise çalışmamızın deneyimleriüzerinden, liselerde devrimci faaliyetin ve kitle çalışmasınınsorunlarını tartıştık. Yeni döneme ilişkin olarak ise, biryoldaşımız, İLGP’nin ikinci dönem izleyeceği çalışma hattınıngenel çerçevesini çizdi. Ardından çalışmanın hangi gündemlerleve nasıl yürütülmesi gerektiğine dair tartışmalar yapıldı.

Devrim Okulu içerik olarak başarılı bir çalışmaya konuedilmiş oldu. Ara tatilin böylesi bir eğitim süreci iledeğerlendirilmiş olması, ikinci dönemde yürüteceğimiz çalışmaaçısından önemli bir yerde durmaktadır.

Elbette Devrim Okulları çalışmasının eksiklikleri desözkonusudur. Bu kendisini esas olarak ilişkilerimizi çalışmayakatmada zayıflık olarak ortaya koymuş ve bu da çalışmanınyerel ayaklarının oluşturulmasını güçleştirmiştir. EsenyurtİLGP’nin gerçekleştirdiği çalışma bu açıdan olumlu bir örnekolmuştur. Esenyurt İLGP, merkezi “Devrim Okulu”başlıklarının tamamını yerel çalışması ile birleştirerek, üçgünlük bir devrim okulu süreci oluşturmuş ve bu sayedetartışmalarımızın daha geniş bir alana taşınmasını olanaklıkılmıştır.

Esenyurt İLGP deneyimi diğer alanlar tarafından datartışılmalı, gerek dönem içi eğitim faaliyetlerinin organizeedilmesi, gerekse önümüzdeki yaz sürecinde bu örnek pratiğinyol göstericiliğinde bir çalışma hedeflenmelidir.

İstanbul Liseli Gençlik Platformu

ÖÖKKMM ssaallddıırrııssıınnaa kkaarrşşııkkiittlleesseell eeyylleemm!!

İİLLGGPP’’ddeenn DDeevvrriimmOOkkuullllaarrıı!!

Page 30: EG 107.sayı

Her şey silahtan çıkan üç kurşunla başlamadı. Sermayedevletinin kirli tarihi, yıllardır körüklenen ırkçı-şovenistpropaganda, bu üç kurşunda somutlandı sadece. Bu üçkurşundan sonra yılan hikâyesine dönen, bu memleketin hiç deyabancı olmadığı bir dava süreci daha başladı. Devletin kirliilişkileri, korunmak istenenler, kurban verilenler, gizli belgeler,hasıraltı edilenler bir bir döküldü ortaya. Dava sonuçlanmasa daher şey gün gibi ortadaydı. “Derin devlet” dedikleri, aslındasermaye devletinin ta kendisiydi ve bir kez daha sahne almıştı.

DDeevvlleettii aakkllaammaa ççaallıışşmmaassıı

Hrant’ın katledilmesinin hemen ardından katil hızlıcabulunuvermiş, suçlu “adalete” teslim edilmişti. 17 yaşındakitetikçi Ogün Samast, bu cinayetin gerisindeki ilişkilerin,simaların hasıraltı edilebilmesi için önce ortalığa salınmış, sonrada devletin kendini temize çıkarma aracı olarak yakalanmıştı.Ardından, Hrant’ın kanı daha yerde kurumamışken İstanbulEmniyet Müdürü bir açıklama yaptı. “Cinayetin siyasibağlantısı yok, örgüt bağlantısı yok, katil milliyetçi duygularlacinayeti işlemiş!” diyerek, cinayetin üstünü nasıl örteceklerininhesabını yaptıklarını ortaya koydu. Ancak bir yıl içinde gördükki, bu olayın içinde “örgütlenmemiş” kimse kalmamıştı!

DDaavvaa ssüürreecciinniinn oorrttaayyaa ççııkkaarrddıığğıı kkiirrllii iilliişşkkiilleerr

Bir yıllık zaman diliminde Hrant’ın cinayetine ilişkin birsürü belge ve bilgi ortalığa saçıldı. Cinayet öncesindenbaşlayarak, Hrant’ın katledileceğinin devlet tarafından bilindiğiortaya çıktı. Hrant dosyasının her satırında, devlet görevlilerininalabildiğine açık öldürme planları yaptıkları, yapanlarıyönlendirdikleri, delilleri sakladıkları, yanlış bilgi verdikleri veaçıktan Hrant’ı tehdit ettikleri anlaşıldı.

Özelikle geçtiğimiz aylarda ortaya çıkan bir telefongörüşmesi, MİT, emniyet, jandarmaya ve Alperen Ocaklarıarasındaki ilişkiyi tüm açıklığıyla gözler önüne serdi. Hrant’ıncesedi daha kaldırımdayken, cinayetin azmettiricilerinden ErhanTuncel ile onu arayan istihbarat polisi Muhittin Zenit’inyaptıkları telefon görüşmesinden, bu cinayet planın tümayrıntılarının Zenit tarafından bilindiği ortaya çıktı. Ancak bu da

Zenit’in ceza almasına yetmedi, Zenit de diğerleri gibi görevinedevam etti.

Trabzon İl Jandarma Komutanı Ali Öz, Pelitli Jandarmaİstihbarat örgütü, Trabzon Terörle Mücadele Şubesi’ndekipolisler, İstihbarat Daire Başkanı Ramazan Akyürek, İstanbulEmniyet Müdürlüğü ve İstihbarat Daire Başkanlığı gibi kabarıkbir liste Zenit gibi “aklandı”. Aklanmak bir yana, bunların birkısmı, bugün İstanbul 14.Ağır Ceza Mahkemesi’nde yürümekteolan davaya delil ve belge sunan kişiler durumundalar.

Cinayet yerindeki görüntü kayıtları, bu cinayetin öncedenbilindiğini gösteren Trabzon ve İstanbul’da yapılan yazışmalar,telefon görüşmeleri ya gizlilik gerekçesiyle imha edildi ya dabunlara hiç ulaşılamadı. Yargılama öncesi ve sonrası yaşananlarkontrgerilla devletinin açık kanıtıydı. Sermaye devletinin“yüksek menfaatleri”ni korumak için gereken yapılmıştı!

KKaahhrraammaannllaaşşttıırrııllaann tteettiikkççii

Ogün Samast’ı 19 Ocak’ta Halaskargazi Caddesi’ne getirenneydi? O’nun Hrant’ı vurma güç ve cesaretini bulabilmesiningerisinde ne vardı?

Burjuva cumhuriyetinin tarihi inkâr ve imha tarihidir. Bucoğrafyada halkalara Türkleşme ya da yok olma arasında birseçim yapmaları dayatılmaktadır. Asimile edilemeyenler yokedilmektedir. Bu politika ilkokul çağından itibaren ince inceişlenir. “Türk’ün Türk’ten başka dostu yoktur” propagandasıylagençlik zehirlenmeye çalışırırken, “öteki” dedikleri, “vatanhaini”, “yediği tabağı pisleyen nankör” ilan edilerekdüşmanlaştırılır.

Hrant Dink bir Ermeni’ydi, “bölücü”ydü, “öteki”ydi. TıpkıKürtler, Rumlar vb. gibi… Yani katli vacipti. Bu coğrafyanınhalklarına yıllar yılı dayatılan ırkçı-şovenist politikalar, şırıngaedilen “milliyetçi” hassasiyetler Ogün Samastlar’ı yaratmıştır.Bundan sonra onların cesaretlendirilerek tetikçiliğehazırlanmaları gerekmekte, bu da çok zor olmamaktadır.

SSeerrmmaayyee ddeevvlleettii ttüümm kkuurruummllaarrııyyllaa ssaallddıırrııyyoorr!!

Cinayetin ardından tepkiler çığ gibi büyüdü. Hrant’ıncenazesi yüzbinler tarafından sahiplenildi. “HepimizErmeni’yiz!” sloganı güçlü bir biçimde yükseltilince, karşıtpropaganda devreye sokuldu. Sıra medyadaydı. Şovenizmitırmandırma konusunda sınır tanımayan, tetikçi katilleri, mafyakabadayılarını kahraman olarak parlatan dizilere yer vermekonusunda birbiriyle yarışan tekelci basın bu konuda da üstünedüşeni yerine getirdi.

Bir bebekten katil yaratan kapitalizm karanlığı, ayaktakalabilmek için halkları birbirine karşı düşmanlaştırıyor. Düzen,kurumları eliyle bu düşmanlığı pekiştirerek sömürüyor,semiriyor. Türk halkı köleleştirilmek, belleksizleştirilmek,onursuzlaştırılmak isteniyor… “Ötekiler” inkar ve imhaediliyor…

Oysa düşman, bu coğrafyanın halkları değil, düzenin takendisidir!

Sıkılan üç kurşunun ardından…

““YYaaşşaassıınn hhaallkkllaarrıınn kkaarrddeeşşlliiğğii!!””

3300

Page 31: EG 107.sayı

EErrggeenneekkoonn ooppeerraassyyoonnuu vvee bbuuzzddaağğıınnıınn ggöörrüünneenn yyüüzzüü!!

Ümraniye’de ele geçirilen bombalara ilişkin başlatılansoruşturma, yeni bir Susurluk vakasını daha gündeme getirdi.Basına yansıyan ismiyle “Ergenekon” çetesine yapılan operasyon,Susurluk kazası, Danıştay baskını, 301 eylemleri ile tanınanisimleri hedef aldığı gibi, bugüne kadar reddedilen JİTEMgerçeğini de ortaya çıkarıyor. Düne kadar korunan, pek çok olaydaismi geçtiği halde ifadelerinin alınmasına bile gerek duyulmayanörgüt bileşenlerinin bugün önümüze atılması, bahsedildiği gibidevletin içine kadar sızmış çeteleri tasfiye etmeden, bir“bağırsakboşaltma”dan mı ibaret?

KKiirrllii oollaann ttüümm kkuurruummllaarrııyyllaa ddeevvlleettiinn kkeennddiissiiddiirr!!

Susurluk kazasını izleyen süreç hatırlanırsa, devletin üstkademelerinde görev alanların kirli işleri/ilişkileri sözde açığaçıkarılmış, bir iki “günah keçisi” ile olayların devlete mal edilmesiengellenmişti.

Benzer tablolar, Şemdinli bombacılarının yargılanmasürecinde, Danıştay baskınında, Hrant Dink cinayetiaraştırmalarında da yaşanmıştır. Zanlıların açıktan korunması,olayları araştıran savcıların soruşturulması, basına yayın yasağıgetirilmesi gibi önlemler devlet eliyle alınmıştır.

Bugün Ergenekon çetesi üyelerinin isimlerine baktığımızda,Susurluk skandalı ve sonrasındaki pek çok olayda geçen isimlerolduğunu görüyoruz. Susurluk’ta ifadesi dahi alınmayan VeliKüçük’ün bugün tutuklanmış olması, Türkiye’nin geldiği noktaaçısından önemli bir adım olarak değerlendirilebilir mi? Nasıloldu da devlet yıllardır pis işlerini yaptırdığı kişileri, bazımensuplarını bu kadar kolay gözden çıkardı?

Hükümetin ordu ile yeni bir çatışma anlamına gelen türbanmeselesini gündemin baş sırasına oturtmadan önce, buoperasyonla elini güçlendirdiği söylenebilirse de, sorunun bununötesinde olduğu anlaşılmaktadır. Fethullahçı gericilerin mevzisiolarak bilinen emniyetin, ordunun kolladığı çocukları hapsegötüren operasyonlarının ardından ordunun bir tepki ortayakoymaması oldukça dikkate değerdir, genelkurmay başkanı ordu“bir suç örgütü” değildir demekle yetinmiştir. Bu operasyondaErgenekon çetesinin “ABD karşıtlığı”nın önemli bir rol oynadığı,bizzat burjuva medya tarafından dile getirilmektedir. Bu,Amerikancı ordunun tepkisizliğini de açıklamaktadır.

Amerikancı ordu ile iyi bir Amerikan uşağı olan hükümetin buoperasyondan dolayı karşı karşıya gelmemiş olması, burjuvamedyada ortaya dökülenler ve tüm yorumlar, bunun basit bir

temizlik operasyonu olmanın ötesine geçtiği ihtimalinigüçlendirmektedir. Bu çete kendi boyunu aşan işler yapmayakalkmış, zaten toplum nezdinde de yeterince deşifre olduğu için,tasfiye edilmelerinde fazla bir güçlük yaşanmamıştır.

KKüüççüükk’’tteenn bbüüyyüükk iittiirraaffllaarr

İstanbul Terörle Mücadele Şube (TEM) ekipleri tarafındangözaltına alınan emekli Tuğgeneral Veli Küçük’ün özenlekoruduğu binlerce sayfalık arşivine el konulduğu söyleniyor.Sorgusu sırasında evinden çıkan belgeler hakkında konuşanKüçük şunları söylemektedir:

“Ben JİTEM’in kurucusu olarak biliniyorum. Kanunda yeriolan bir birimdir. Bu bende bir meslek hastalığı olarakniteleyebileceğim arşivleme alışkanlığından dolayı bana görevsırasında değişik yerlerden ulaşan belgeleri dosyalayarakmuhafaza ettim. Emekli olduktan sonra da bu şekilde gelenbelgeleri arşivledim. Evimde bulunan gizlilik niteliği yüksek olanbelgeleri arşivlemem, karakterimin ve alışkanlığımın biryansımasıdır. Evimde, gündemdeki Ergenekon, Lobi gibibelgelerin orijinal nüshalarının çıkması da arşivlemehastalığımdan kaynaklanmaktadır.”

Küçük bir yandan arşiv merakından bahsederken, bir yandanda devletin yıllardır “yok” dediği JİTEM’in varlığını birebirkurucusu olduğunu belirterek kabul ediyor, devlete ait gizlibelgelerin varlığından söz ediyor. Tabii ki bu belgelerin içeriğiaçıklanmıyor.

SSoonnuuçç

JİTEM’in kurucularından Veli Küçük, beraberinde “devletadına” çete kuran üst düzey görevlilerle birlikte yakalanmış olsada, operasyon sırasında ele geçirilen bilgilerin, devlete ve silahlıkuvvetlere ait gizli belgelerin içeriği hakkında hiçbir bilgiverilmemesi, operasyonun bugüne kadar tutuklanan 15 kişiylesınırlı kalacağına işaret ediyor. Başta Veli Küçük olmak üzeretutuklu kontracıların, elbette devlet adına işledikleri suçlardandeğil, TCK’nın 313’üncü maddesinin 1. fıkrasında tanımlanan,“Halkı, Türkiye Cumhuriyeti hükümetine karşı silahlı bir isyanatahrik”ten suçlanması da, operasyonla neyin hedeflendiğinianlatıyor.

Sonuç olarak, her zaman olduğu gibi, bugüne kadar devletadına işlenen hiçbir kirli iş ve cinayet, ucu kontrgerillaörgütlenmesine uzanan hiçbir ilişki sorgulanmayacaktır. 3311

Page 32: EG 107.sayı

Her yıl geleneksel olarak Berlin’de gerçekleştirilen ve Almanya’nın en büyük politik gösterisi olan Rosa Luxemburg veKarl Liebknecht anması, bu yıl da Ocak ayının ikinci haftasında, 13 Ocak 2008 tarihinde gerçekleştirildi.

Alman polis devleti, her yıl yaptığı gibi bu yıl da, her türlü kirli saldırı ve rezilce provokasyona başvurdu. Önce, besleyip-koruduğu neo-nazi çetelerini, bu yürüyüşe karşı bir yürüyüş izni almak üzere harekete geçirdi. Bununla da kalmadı, ırkçıpartiyi harekete geçirerek, 1944 yılında idam edilen KPD yöneticisi ve sendikacı Anton Saetlow’un adının verildiği, Berlin’inLichtenberger ilçesindeki meydanın adını değiştirme girişiminde bulunmasını sağladı.

Alman devleti ve polisinin tüm çabalarının biricik amacı, ortamı mümkün olduğunca germek, terörize ederek korkuyaratmak, böylece yürüyüşe ve diğer etkinliklere katılımı engellemekti. Ancak bu kirli oyunlar bu kez de başarıya ulaşmadı.

Bu yılki yürüyüşe, geçen yılkinden daha fazla, yaklaşık onbin kişilik bir katılım gerçekleşti. Sabahın erken saatlerindenbaşlayarak gerçekleştirilen anıt mezar ziyaretine de her yıl olduğu gibi onbinlerce insan katıldı.

Alman burjuvazisi ve devleti, Rosa Luxemburg ve Karl Liebknecht’i unutturamayacaktır. Zira, dün olduğu gibi bugün de,sosyal devrim korkusu onun yakasını hiç bırakmayacaktır. Rosa’nın sözleri ile, “Devrim hala açık duran mezarlarınüzerinden, ‘zaferlerden’ ve ‘yenilgilerden’ geçerek, kendi büyük hedeflerine doğru fırtınalar içinde yürüyecektir.”

3322

Onbinlerce kişi R. Luxemburg ve K. Liebknecht’i andı...

“Zafer her yerde sosyalizmeaittir!”

DDüünnyyaa iişşççii ssıınnııffıı aayyaakkttaa!!İşçi sınıfı dünyanın dört bir yanında grevlerle, direnişlerle hak arama mücadelesini sürdürüyor. Farklı

ülkelerden işçiler benzer saldırılara karşı ortak sınıf çıkarları için direniyor! Ocak ayında bu türden pek çok grev ve direniş yaşandı...

BBeellççiikkaa’’ddaa FFoorrdd iişşççiilleerrii ggrreevvddee 17 Ocak günü öğleden sonra Ford işçileri Belçika’nın Genk kentinde kendiliğinden başlayan bir eylem ile iş

bıraktılar. İşçiler kendilerine dayatılan yüksek tempoda çalışmayı protesto ederek daha yüksek ücret talebiniyükselttiler.

MMeekkssiikkaa’’ddaa mmaaddeenn iişşççiilleerriinniinn ggrreevviiMeksika’nın en büyük bakır madeni Cananea’da işçiler 30 Temmuz 2007’de greve çıkmıştı. Grev düşük

ücretlere, güvenlikten yoksun ve sağlıksız koşullara karşı gerçekleşmişti. Grev 11 Ocak günü illegal ilan edildive polis saldırısı ile dağıtıldı. Bu baskıları protesto etmek için 25.000 maden işçisi 8 saatliğine greve gitti.

YYuunnaanniissttaann lliimmaannllaarrıınnddaa iikkii ggüünnllüükk ggrreevv Yunanistan’da Atina (Pire) ve Selanik limanlarında liman işçileri Ocak ayının üçüncü haftasında iki günlük

grev yaptılar. İşçiler grevleriyle bir kez daha hükümetin limanları özelleştirme planlarını protesto ettiler.

NNiijjeerryyaa’’ddaa ççeelliikk iişşççiilleerriinniinn ggrreevvii Nijerya’da Ajaokuta Steel Company’de çalışan çelik işçileri de Ocak ayının üçüncü haftasında iki günlük

greve gittiler. Grev Kasım ve Aralık ayında ödenmeyen maaşlarını derhal ödenmesi talebiyle gerçekleştirildi.

BBaarrbbaaddooss’’ttaa ggrreevv bbaaşşaarrıı iillee ssoonnuuççllaannddıı Karibik Adalarından Barbados’ta telekomünikasyon tekeli Cable and Wireless’te çalışan 700 kişi 4 Aralık’ta

greve gitti. Grev başbakanın talep ettikleri %12,5 luk ücret artışını ve geride kalan 10 yıllık ödemeleri kabuletmesi üzerine 11 Ocak’ta sona erdi.

YYeennii ZZeellaannddaa’’ddaa lliimmaann iişşççiilleerrii kkaazzaannddıı Yeni Zelanda’da Napier limanında bir hafta süren grev ile süresiz olarak çalışan 25 işçinin ve 60 mevsimlik

işçinin işten atılmaları engellendi.

FFiinnllaannddiiyyaa’’ddaa ppaakkeettlleemmee ffiirrmmaassıınnddaa ggrreevv 9 Ocak günü Finlandiya’da paketleme malzemeleri üreten Walki firmasında 400 kişi greve gitti. İşçiler 600

kişinin çalıştığı fabrikalarında çalışanların üçte birinin işten atılmak istenmesini protesto ettiler.

Page 33: EG 107.sayı

3333

Büyük Ekim Devrimi’nin getirdiğikazanımların en önemlilerinden biri olan eğitimhakkının kullanımı konusunda fikir edinmek içintemel başvuru kaynaklarının başında AntonMakarenko ve eserleri gelmektedir.

Bunun nedenlerinden biri, sosyalist yenidüzenin kendine verdiği görevin niteliğiyse, diğerive daha önemlisi, onun uslanmaz devrimci kişiliğive bundan ayrı ele alınamayacak olan sınıfkimliğidir.

Bir eğitimci oluşuna bakıp, kolayından, küçükburjuva damgası vurmadan önce, içine doğduğuve yetiştiği ailenin hangi sınıfın içinde olduğunabakmak gerekiyor. Bunun tek başına yeterliolmadığı, sonradan farklı bir sınıf kimliği deedinilebileceği biliniyor. Ancak Makarenko’nunailesinden bağımsız bir kimlik edineceği dönem -genç bir öğretmen olarak çalışmaya başladığıyıllar- Ekim Devrimi’nin öngünleri olduğundan,O, bu edinimin devrimcilik tarzında olduğunu,yaşamı ve fikirleriyle kanıtlamış bulunuyor.

Baba Semyon Makarenko bir demiryoluişçisiydi. Anton ise önceleri parlak öğrenci, iyi bireğitimci ve sonraları ise iflah olmaz birdevrimcidir. Dolayısıyla, devrimin ardından, yenidüzenin kurulması ve gelişmesinin en önemliayaklarından birini oluşturan eğitim işindegörevlendirilir. Hem de en zor alanlarındanbirinde. O’nun bir eğitimci olarak hem gelişmesi,hem de tarihin o güne dek kaydettiği en ileribaşarılara imza atması da bu zor göreviomuzlamasıyla mümkün olur. Görev, suçluçocuklardan sosyalist kişilikler yaratmaktır.

Aslında bu, ilk başta belki sadeceMakarenko’nun bir hayali olabilirdi. Çünkü bualanda kaydedilmiş bir tek başarı bile bulunmadığıgibi, eski toplumun bu çocukları eğitmek vetopluma kazanmak gibi bir niyeti de olmamıştı.Tüm dünyada olduğu gibi, Rusya’da da çocuksuçluların yeri çocuk hapishaneleriydi.

Sosyalist yeni devletin, aslında onun adınayeni eğitim yönetiminin, bu olaya son derece -amasadece- hüsnü niyetle el attığını ise,Makarenko’nun başına gelenler göstermektedir.Hüsnü niyet, bu çocuklara acımakta, onlarısokaklardan ve ıslahevlerinden kurtarmakistemekteydi. Ancak iyi niyet tek başına sonuçalmaya yetmiyordu. Böyle bir alanda başarıkaydetmek içinse, eski sistemden kalma tek birdeney bile yoktu. Nasıl olsun ki!? Bu çocuklar,kapitalist sistemin bizzat oluşturduğu toplumtortularıydı.

Böylece Makarenko, onlara sadece acımanınyetmeyeceği bilinci ve sosyalist toplumunkuruluşu coşkusuyla işe girişti. Yeni yöntemler,devrimci yöntemler geliştirmeye çalıştı. Masabaşıteorisyenleri yöntemleri yüzünden O’nunla öncedalga geçtiler. Ardından da okulun yönetimindenaldılar. Ne var ki, 1920’den ‘28’e kadar, yanisadece 8 yıl süren bu eşsiz deneyim meyvelerinivermeye başlamıştı. Sokaklardan toplanan veyaıslahevlerinden yollanan -veya Gorki Kolonisi’ninünü yayıldıktan sonraki dönemde evinden kaçıpsığınan- çocuklardan, pırıl pırıl komsomol üyeleri,başarılı üniversite öğrencileri yetişmiş, yani,başlangıçta belki Makarenko’nun bile sadece

Ekim Devrimi’nden bize kalanlar…Sosyalist eğitimin mimarlarından biri:

Anton S. MakarenkoAyşe Aydın

MMaakkaarreennkkoo’’nnuunn,,kkeennddii kkiimmlliiğğii vveeççaabbaallaarrııyyllaa oorrttaayyaakkooyydduuğğuu eenn öönneemmlliiggeerrççeekklleerrddeenn bbiirrii,,ssoossyyaalliisstt ssiisstteemmddeeeeğğiittiimmiinn ssaaddeeccee hhaakkoollmmaaddıığğıı,, aayynnıı zzaammaannddaavvee ddaahhaa öönneemmllii oollmmaakküüzzeerree ddeevvlleettcceepphheessiinnddeenn bbiirr ggöörreevvoollaarraakk aallggııllaannddıığğııddıırr.. BBuu,,eellbbeettttee,, bbaaşşkkaa ppeekk ççookkkkoonnuuddaa ddaa bbööyylleeddiirr,,aammaa,, bbuurraaddaa kkoonnuummuuzzeeğğiittiimm oolldduuğğuu iiççiinnssaaddeeccee bbuu aallaannüüzzeerriinnddeenn öörrnneekklleerrsseekk;;eeğğiittiimmii,, bbüüyyüükk--kküüççüükkiissttiissnnaassıızz hheerrkkeess iiççiinntteemmeell,, vvaazzggeeççiillmmeezz,,eennggeelllleenneemmeezz bbiirr hhaakkoollaarraakk ttaannıımmaakk yyeettmmeezz..BBuunnuu bbööyyllee ttaannıımmllaayyaannıınnssaammiimmiiyyeettii,, bbuu şşeekkiillddeekkuullllaannmmaa iimmkkaannllaarrıınnıı ddaayyaarraattııpp yyaarraattmmaaddıığğııyyllaaoorrttaayyaa ççııkkaaccaakkttıırr..

Page 34: EG 107.sayı

3344

hayal edebileceği gerçekleşmişti. Başına gelen hiçbir şey, Makarenko’yu yolundan ve fikirlerinden

caydıramadı ama. O, artık yönetici olmadığı başka okullarda çalışmaya,fikirlerini geliştirmeye ve uygulamaya devam etti. Bir başka ifadeyle,sosyalizmin kuruluşu sürecinde kendisinden beklenen görevlerigerçekleştirmeye...

O gün, O’nun yöntemlerine karşı çıkan eğitim yöneticilerinin masabaşıteorileri, Makarenko’nun sıcak pratiğin içinde geliştirdiği devrimci yöntemlerinkarşısında eriyip yok olmaya mahkumdu, öyle de oldu. Bugün Makarenko’nunadı ve eserleri tüm dünyada, sadece sosyalist eğitimcilerin değil, diğer eğitimemekçilerinin ve her devrimcinin dilinde dolaşırken, onların adını bilehatırlayan bulunmuyor.

Bu sadece, Ekim Devrimi’nin üstünden 90 yıl geçtikten, tüm kazanımlarıyere çalındıktan sonra, bugünün dünyasında böyle değil. Kuşkusuz, Sovyeteğitim yönetimi de ondan öğrenmeyi bildi ve yeni eğitim sistemini kurarkenyararlandı.

Makarenko’nun fikir ve deneyimlerinden yararlananlardan biri de, tazecumhuriyetin ilerici eğitimcilerinden Hasan Ali Yücel’dir. Suçlu değil ama,daha ziyade yoksul köylü çocuklarının eğitimi düşünülerek kurulan -ve çokkısa zamanda, ilk meyveleri görülür görülmez tasfiye edilen- KöyEnstitüleri’nin, Makarenko’nun koloni ve komünlerinin ancak karikatürüolabilecek niteliklerine rağmen, nasıl bir eğitim kalitesi tutturabildiğinin somutkanıtları ise, bu okullarda yetişmiş çok sayıda değerli yazar, şair ve düşünürdür.

Makarenko’nun, kendi kimliği ve çabalarıyla ortaya koyduğu en önemligerçeklerden biri, sosyalist sistemde eğitimin sadece hak olmadığı, aynızamanda ve daha önemli olmak üzere devlet cephesinden bir görev olarakalgılandığıdır. Bu, elbette, başka pek çok konuda da böyledir, ama, buradakonumuz eğitim olduğu için sadece bu alan üzerinden örneklersek; eğitimi,büyük-küçük istisnasız herkes için temel, vazgeçilmez, engellenemez bir hakolarak tanımak yetmez. Bunu böyle tanımlayanın samimiyeti, bu şekildekullanma imkanlarını da yaratıp yaratmadığıyla ortaya çıkacaktır.Makarenko’nun koloni ve komünleri başta olmak üzere, sosyalizmin kurduğueğitim sistemi içinde, sadece çocuk ve gençler için değil, öğrenmek isteyenherkes için yer vardır. Eğitim için herhangi bir ücret ödenmesi sözkonusuolmadığı gibi, eğitim masrafları devlet ya da kurumlar aracılığıyla sistemtarafından karşılanmıştır. Üstelik sosyalist Sovyetler Birliği’nin eğitimhizmetlerinden sadece Sovyet vatandaşları değil, hemen tüm sosyalist halkcumhuriyetleri, bundan da öteye, genel olarak dünyanın dört bir yanındaneğitim amacıyla gelen herkes yararlanabilmiştir. Tıpkı parasız sağlıkhizmetinden turistlerin bile yararlanabildiği gibi.

Bir öğretmen ve okul yöneticisi olarak suçlu çocuklardan sağlam karakterlisosyalist insan yetiştirmeyi başaran Makarenko, bir eğitimbilimci olarak, çocukeğitiminin okulda başlayıp orada bitmediğini çok iyi biliyordu. Özellikle okulöncesi dönem çok önemliydi. Nitekim O’nun koloni ve komünlerindekizorluklar da bu “önceki dönem”in yarattığı zorluklardı. Bu nedenle okul öncesieğitim konusuna da kafa yoran Makarenko’dan bugünün ana-babalarınaarmağan çok değerli iki kitap daha kalmıştır. Dahası, koloni ve komünlere aitdeneyimlerin ele alındığı kitaplar da sadece eğitimcilere değil aynı zamandaana-babalara hitap eder.

Makarenko’dan öğrenecek pek çok şey var. Ve ondan öğrendiğimiz herşey,Ekim Devrimi’nin değerini ve yeni Ekimler ihtiyacının yakıcılığını gösterecek.

Makarenko’nun Türkçe’ye çevrilen eserleri arasında, iki ciltlik Yaşam Yolu(Payel Yay.), Ana Babaların Kitabı (Sorun Yay.), Ailede ve Okulda ÇocukEğitimi (Sorun Yay.), Kulelerde Bayraklar (Evrensel Yay.) vardır. Ayrıca,Ceylan yayınlarının çıkardığı Makarenko Yaşamı ve Eserleri isimli çeviriderleme de, O’nu, anılarıyla kitapta yer alan öğrencilerinin ağzından, yani ilkağızdan tanıma imkanı sunması açısından iyi bir başvuru yapıtıdır. Onlarcakitap yanında bu çevirilerin çok sınırlı kaldığı açıktır. Ne var ki, O’nu vesosyalist eğitim sorunlarını anlamak için bu kadarı bile yetmektedir.

(Sİ Kızıl Bayrak, sayı: 43, 9 Kasım ‘07)

Page 35: EG 107.sayı

3355

“Kentsel dönüşüm”, son dönemde adını sıkça duyduğumuz,kente dair her müdahalenin altından çıkan bir kavram. Ortayaçıkışıyla kentsel rehabilitasyon, iyileştirme, güçlendirme, korumagibi alt başlıkları barındıran kavram, günümüzde özelliklebelediyelerin “yenileme” anlayışına sıkışan bir biçimde karşımızaçıkıyor.

Son yıllarda “kentsel dönüşüm” adı altında ortaya atılanprojeler incelendiğinde, kentin ortasında kalmış emekçisemtlerinin, gecekondu bölgelerinin “yasallaştırma” bahanesiyle,kullanıcısıyla birlikte değiştirilmek istendiğini görüyoruz. Yinebugüne kadarki örnekler gösteriyor ki, bu değişim-dönüşümsonucu ortaya çıkan değer maliyetinin kat be kat üstünde alıcıbulduğundan, “girişimci” yeni kar alanları oluşturmak için kentidönüştürürken, belediyeler de bu ortaklığın çıkarlarını koruyanresmi muhataplar olarak karşımıza çıkıyor. Sonuçta, tabiatı gereğidönüşümü kaçınılmaz olan kentler için asıl sorun da anlaşılıyor!

KKeennttlleerr nnee iiççiinn,, nneeyyee ddöönnüüşşüüyyoorr??

Kapitalizmin 1970’lerde girdiği krizle ortaya atılan,Türkiye’de ise 24 Ocak kararları ile hayat bulan neo-liberalpolitikalar, eğitim, sağlık gibi temel hizmet alanlarında bellidüzenlemeleri öngörürken, kentlerin yeniden yapılandırılmasıçerçevesinde de belli dönüşümleri hedeflemektedir. “Mekan”kavramı yeniden tanımlanırken, kentler de bu tanımlamaylabirlikte yapılandırılmakta, markalaştırılarak alınıp satılabilir birmetaya dönüştürülmektedir. Türkiye’de bu dönüşümü İstanbulüzerinden okuduğumuzda, 2010 yılında dünya başkenti olmayolundaki kent için “İstanbul Manhattan olacak!” söylemlerininortaya atılması, Zaha Hadid gibi ünlü mimarlardan projeistenmesi, kentin ortasında kalmış ve oluşturulan “vizyona”uymayan gecekondu alanlarının, işçi-emekçi semtlerinin“temizlenmesi”, tüm bunları gerçekleştirmek üzere de hukukialtyapının oluşturulması bu yönde kendini göstermektedir.

SSuulluukkuullee ddöönnüüşşüümmüünn eeşşiiğğiinnddee

İstanbul Büyükşehir Belediyesi, Fatih Belediyesi ve TOKİişbirliğiyle Fatih’te 620 ev, bir otel, bir ticaret, kültür ve eğlencetesisini içeren Sulukule Yenileme Projesi, Kültür ve TabiatVarlıkları Yenileme Kurulu tarafından 2007 yılı sonundaonaylandı. Mahalleliden 8 Mayıs’a kadar evlerini boşaltmasıisteniyor.

Proje hayata geçirildiğinde, 5000 kişi yerinden edilmişolacak. Her ne kadar Fatih Belediye Başkanı Mustafa Demirprojenin her aşamasını mahalleliye danışarakgerçekleştirdiklerini, projenin kimseyi zarara uğratmayacağınıifade etse de, mahalle sakinleri projeyi basından öğrendiklerini,oldu bittiye getirildiklerini vurguluyor. Hukuki yollara başvuranmahalleli, karşılarına çıkartılan “acele kamulaştırma” yasası ileevlerinin yasal olarak ellerinden alındığını ancak, kapalı kapılarardında zenginlere satıldığını söylüyor.

Mustafa Demir ise bugüne kadar 620 hak sahibinden 400tanesiyle protokol imzaladıklarını belirterek, “Kanun gereğibizimle gelip uzlaşmayan 220 hane sahibi artık bu projedenyararlanamayacak. Biz kendi değer tespit komisyonumuzunonların mülkiyetleri için belirlediği rayiç bedelin yüzde 20’sinibankada kendi adlarına bloke ettirip, yolumuza devam ediyoruz.”

açıklamasını yapıyor. Bunun anlamı, bugüne kadar belediye ileanlaşmayan 200 hane sahibi istese de istemese de çıkartılıyor.Pazarlık yapma şansı verdiğini belirten belediye bundan sonrakendi belirledikleri miktarı zorla verip evleri zorla boşaltacağınınsinyallerini veriyor.

Kiracıların durumu ise belirsiz. Proje kapsamında 40 kmuzaklıktaki Taşoluk’ta 320 YTL kira ile oturulabileceğiöngörülüyor. Ancak halihazırda 100-150 YTL kira vermektezorlanan aileler için oldukça yüksek bir maliyeti işaret edenTaşoluk bir çözüm oluşturmuyor. Kaldı ki pek çok ailedüzenlenen kuralarda ismi çıkmadığı için bu “çözüm”den deyararlanamıyor.

SSuulluukkuullee’’yyii ssaavvuunnmmaakk!!

Bugün pek çok sivil toplum örgütü, akademik çevrelerSulukule’yi yaşatmak, Roman kültürünün sürdürülebilirliğinisağlamak amacıyla çalışmalar düzenliyor. Basında Sulukule’yedönük ilgi artarken, Avrupa Birliği, UNESCO fonları kullanılarakalternatif projeler hazırlanıyor. Sulukule’nin özgün durumunadikkat çekilerek, buradaki durumun herhangi bir gecekonduyıkımından farklı olduğu vurgulanıyor. Bölgeye uzun yıllar önceyerleşen Romanlar’ın tapu sahibi olması temel farklılık olarakortaya konuluyor.

Oysa, Sulukule barındırdığı kültürel değerleri ile öne çıkanbir bölge olsa da, açıklanan anket sonuçlarına göre kentyoksullarının yoğun olarak yaşadığı bir bölgeyi de tanımlıyor.Temel geçim kaynağını oluşturan Devriye Evleri (eğlence evleri)‘94 yılında kapatıldıktan sonra mahallelinin kayıt dışı işlerdeçalıştığını, tamamının yoksulluk sınırının altında yaşadığınıgörüyoruz.

Yenileme Projesi tam da bu sebeple, “çöküntü bölgelerinidüzenlemek” amacıyla ele alınıyor. Bu anlamda girişimci vebelediyeler açısından her gün bir yenisi eklenen dönüşümprojeleri ile bir bütünlük de arz ediyor. Sulukule’nin özgündurumuna çekilen dikkat ise, kentin bütününe dönük politikayakarşı ortak mücadele zemini oluşturmanın önüne geçiyor.

Öte yandan, çalışmaları süren alternatif projelerde, sosyalfonlar ile mevcut kullanıcıyı koruyacak, mülkiyet ilişkilerinedokunmayacak önlemler alınmaya çalışıldığını görüyoruz. Her nekadar hedeflenen yenileme günümüz şartlarında mümküngözüküyorsa da, bu çözümün, alandaki rantın artmasına, kiralarınve konut bedelinin yükselmesine mevcut kullanıcının değişmesinesebep olacağı göz ardı ediliyor. Özetle, tekil müdahalelerinçözümsüzlüğü ortaya çıkıyor.

SSoonnuuçç yyeerriinnee

Sulukule örneğinde olduğu gibi, mülkiyet üzerindenşekillenen alternatif çözümler, somut bir karşılık üretmeyeceğigibi, bölgede yaşayan kiracıların ve sayıları artan evsizlerinbarınma hakkını da açıkça gasp edecektir. Bu yüzden, verilecekmücadele öncelikle, devletin herkesin barınma hakkını güvencealtına alması talebi üzerinden şekillenmeli, sistemin oluşturduğuişsizlik, sosyal güvencesizlik, geleceksizlik gibi sorunlara karşıbir mücadele hattı ile birleşebilmelidir. Sulukule’yi yaşatmak,ancak sorunun kaynağı doğru anlaşıldığı oranda mümkünolacaktır.

“Kentsel bölüşüm”ün son odağı:

SSuulluukkuullee ddöönnüüşşüüyyoorr!!

Page 36: EG 107.sayı

Türkiye birkaç ay içerisinde Facebook’a kayıtlı üye sayısıüzerinden dünyada ilk beşe girdi, Avrupa’da ise ikinci oldu.Birkaç ay içerisinde 850 bin kayıtlı kullanıcıya ulaşanTürkiye’nin bu “başarı”sının gerisinde ise koca bir toplumunyalnızlığı yatıyor... Yoksa internet kullanımının yaygınlığı,bilgisayar kullanan kişi sayısının çokluğu vb. gerekçeler,Türkiye’nin bu istatistiki “başarı”sını açıklamaya yetmiyor...

YYaallnnıızzllıığğaa kkaarrşşıı ggiirriişşiilleenn aammaannssıızz mmüüccaaddeellee!!

Facebook sitesi en özlü ifadesiyle bir arkadaşlık sitesi. Ancakçöpçatan siteleri vb.’inden çeşitli farklılıklar gösteriyor. Bu sitede-elbette binlerce istisnası olduğu bilinse de- temelde insanlar yeniarkadaşlıklar aramıyorlar. Daha çok yaşamlarının çeşitlidönemlerinde çeşitli düzeylerde tanışan insanlar, birbirleriniarıyorlar!

Önce herkes kendisine internet üzerinden kişisel bir websayfası hazırlıyor. Kendi ile ilgili bilinmesinde sakınca duymadığıkimi bilgileri yazdıktan ve kendi fotoğrafını siteye koyduktansonra, arama motoruna sırayla isimler yazarak, bulabildiklerinikendi sayfasına arkadaş olarak kaydetmeye başlıyor. Bugenellikle Facebook kullanıcısı olduğu bilinen isimlerle başlıyor.Ardından üniversite, lise, ortaokul ve hatta ilköğretime kadaruzanıyor. Sonra daha önce sokakta bir kez merhabalaşılan,arkadaşımın arkadaşı denilen, yolda görülse iki dakika durulupsohbet edilmeyecek insanlar da listeye eklenerek yalnızlığa karşıgirişilen meydan okuma süreci tamamlanıyor.

Günümüz toplumlarında çalışma koşulları, sosyal-kültüreldokudaki bozulma ve yozlaşmanın sonucu olan yalnızlaşma veyabancılaşmanın bugün ulaştığı noktanın en özlü ifadesi olan busite, insanların yaralarını sarmak için sığındıkları bir liman gibi.Yıllarca sesini duymadıkları, yüzünü bile hatırlamakta güçlükçektikleri kimi insanlara ulaşarak (bir-iki mesajdan sonra oinsanlarla tek bir kelime konuşmayacak olsalar bile) bugünün acıgerçeklerinden kaçmanın yolunu arıyorlar. Kısacası Facebook,yabancılaşma ile gerici bir uzlaşma zemini üzerinden yalnızlığakarşı girişilmiş sonuçsuz bir mücadele... İnsanı bir sandalye vebilgisayar ekranına mahkum eden bu meşguliyet zararsız birhasret giderme gibi görünse de, sonuçta nostaljik bir boğulmayıda beraberinde getiriyor...

GGeeççmmiişşee dduuyyuullaann öözzlleemmiinn kkaayynnaağğıı bbuuggüünn!!

Facebook kullanıcıları ile bir anket yapılsa, muhtemelenulaşılacak olan en temel veri hemen hepsinin “geçmişi aradığı”

olacaktır. Kullanıcıların büyük bir kısmı “geçmişi özlediklerini”ifade edeceklerdir. Geçmişe duyulan özlemin gerisinde isedoğrudan bugün yatmaktadır.

Yaşadığımız düzende insanların güncel olarak mutluolabilmelerini sağlayan çok az şey sözkonusu. Yorgunluklar,yoğunluklar, yalnızlık, yabancılaşma, paylaşımsızlık, üretimsizlikvb. bugün dün olduğundan daha güçlü bir biçimde kendinihissettiriyor. Türkiye’nin Facebook kullanıcılarının profilinedikkat edildiğinde, bu sitenin gençler arasında olduğu kadar ortayaşlı kesimler arasında da gözle görülür bir yaygınlığı olduğufark edilecektir. Öyle ki Türkiye bu konuda da liste başı... İştebunun gerisinde, her Ramazan Bayramı’nda çekilen reklamlardaele alınan “nerede o eski bayramlar” teması yatıyor.

Kısacası, Facebook kullanıcılarının, aradıkları bir isimden,bir arkadaştan öte kendi mutlu çocuklukları, öğrencilikleri,geçmişleridir... Ya da kişinin çeşitli çarklar arasına sıkışmadanönceki yaşanmışlıkları...

TTüürrkkiiyyee’’nniinn ffaacceebbooookk ““bbaaşşaarrııssıı”” rraassttllaannttıı ddeeğğiill!!

Türkiye’nin Facebook’taki “başarısı”na şaşırmamakgerekiyor. Hele ortayaşlıların Facebook’a duydukları ilgiye hiç...Özellikle orta yaşlı küçük burjuva kesimler bu site aracılığıylafaşist askeri darbe yıllarında yitirdiklerini arıyorlar. Onlarınçocukları ise darbe sonrası yıllarda yaşamanın yarattığı erezyonlaaslında ne aradıklarını bile tam olarak bilince çıkartamıyorlar.

Facebook Türkiye’de neredeyse bir milyon insan için bir anıdefteri... Arkadaşlık listesinde artan sayı bir övünç kaynağı adeta!Facebook Türkiye’de neredeyse bir milyon insan için cesuroldukları bir arena! Normal yaşamda alamadıkları bir dizitutumu, politik yaklaşımı rahatça ifade edebildikleri bir “kürsü”!..Örneğin sınırötesi operasyona dönük kitlesel bir ses çıkmazken,Facebook’ta şovenizme karşı oluşturulan farklı grupların üyesayısı neredeyse onbinlerle ifade ediliyor. Yine politik görüşünüsosyalist, komünist, sol vb. tanımlayanların sayısı dünyaölçeğinde çok ciddi bir yekûnü oluşturuyor.

Kapitalizm hep hücre tipi yaşamı dayatıyor ve bu yaşamıniçerisine hapsettiği insanları oyalamak için önlerine kimioyuncaklar çıkartıyor Şimdi ise bunun adı “PC tipi yaşam”... Vebu kez karşımıza çıkartılan oyuncak binlerce insanı aylarcaoyalayabilecek cinsten! Bu oyuncak geçmişimiz! Ancak esassorun da burada başlıyor! Bizler geçmişimizle oyalanır ve kimizaman sevinir, kimi zaman özlemle iç çekerken, elimizden kayıpgiden geleceğimiz oluyor!

TTüürrkkiiyyee FFaacceebbooookk’’ttaa rraakkiipp ttaannıımmııyyoorr!!

YYaallnnıızzllıığğıınn vvee yyaabbaannccııllaaşşmmaannıınnkkaazzaannddıırrddıığğıı iissttaattiissttiikksseell bbaaşşaarrıı!!

3366

Page 37: EG 107.sayı

3377

Nazım’a ve değerlerimizesahip çıkıyoruz!

““SSeerrmmaayyee NNaazzıımm’’ddaann eelliinnii ççeekk!!””Nazım Hikmet’in eserlerinin telif hakkını alarak, Nazım’ın şiirlerinin internette yayınlanmasını bile önlemeyi kendine

borç bilen sermaye kuruluşu YKY, bu kez de “Bu Hasret Bizim” başlığı ile bir sergi düzenleyerek, Nazım ve Vera’nınMoskova’daki yaşamına ait kişisel eşyalarına “el koydu”.

Yapı Kredi şahsında sermaye düzeninin devrimci değerlerin içini boşaltma saldırılarına karşı İÜ Kamp-üs dergisi veYTÜ Amatör gazetesi, 19 Ocak günü Taksim’de bulunan YKY önünde Nazım’a sahip çıktı ve “Bu hasret sizin değil! Buhasret bizim!” dedi. “Sermaye Nazım’dan elini çek! Bu hasret bizim/İÜ Kamp-üs dergisi ve YTÜ Amatör gazetesi”pankartının açıldığı eylemde, “Nazım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hala!”, “Yazılar susmaz, yazarlar sussa da!”,“Sermaye Nazım’dan elini çek!”, “Yapı Kredi’ye borcumuz yok!” ve “Değerlerimizden elinizi çekin!” dövizleri taşındı.

Yapılan açıklamada, yaşadığı dönemde Nazım’ın vatan haini ilan edilerek bu coğrafyadan sürüldüğü, bu topraklardacezaevi dışında bir meskenin ona çok görüldüğü söylenerek, sermayenin bugün O’nun üzerinden rant sağlamaya çalıştığıve bununla da yetinmeyerek Nazım’ı tekellerine almaya cüret ettiği ifade edildi. Açıklama Nazım’a sahip çıkmanın ancakve ancak O’nun mücadelesine sahip çıkarak mümkün olabileceğinin vurgulanması ile son buldu.

Basın açıklamasından sonra Nazım Hikmet’in “Vatan haini” ve “Güneşi içenlerin türküsü” şiirleri okundu. Eylemeçevreden alkışlarla destek verildi. Açıklamaya 30 kişi katıldı.

İÜ Kamp-üs dergisi / YTÜ Amatör Dergisi

Yaşamak fiilinin gelecek zamanı çoğu zaman ölmekoluyor... Çoğumuz açlıktan, yokluktan, yoksunluktan...Susmaktan çoğumuz! Çoğunluk ölüyor, bir avuç insanınhizmetinde yaşarken… Ölümlerden doğanlar ise özgürlüğühaykırıyor. Susturulmak isteniyor, susmuyorlar.Cezalandırılıyorlar, yasaklanıyorlar, sürgüne gönderiliyorlar.

Sürgünden dile getirilen hasret, kelimelerde yer buluyor. Obu topraklara hasret... Bu topraklar ise özgürlüğe,düşündüklerini özgürce haykırmaya hasret... Yıllarca uğrunasavaşılan, bir parça özgürlük için kan dökülen bu topraklar,açlığın, yoksulluğun, sömürünün olmadığı günlere, özgürlüğüsavunan şairlere hasret…

Senelerce yasaklanıyor şiirler, kitaplar yakılıyor,gömülüyor, saklanıyor... Bir şair yıllar önce sürgünegönderiliyor. Bu topraklarda bir “hain” dolaşıyor sokaklarda.Düşünüyor, konuşuyor, yazıyor... “Bir Ankara Gazetesi’nde üçsütun üstüne kapkara haykıran puntolarla yazılıyor: NazımHikmet vatan hainliğine devam ediyor!”. Cevabı “Evet,”oluyor Nazım’ın, “Ben vatan hainiyim!”

Bu yasaklanmış günlerin karanlığı arasında bugün sermayeNazım’ın şiirleriyle kendini aklamaya çalışıyor. Ancak bu kara“aklıkta” Nazım’ı sahiplenme cüretini gösterenler şiirleri kendikar hırslarına alet ediyor. Yapı Kredi Yayınları şahsında açığaçıkan bu el koyma hadisesi üzerine Nazım’ın şiirlerinin telifhakkını alanların açıklaması Nazım’ın şiirlerinin “bedeliödenmeden” okunamayacağı oluyor!

Bu sene de YKY, “Bu Hasret Bizim” başlığıyla, Nazım’ınve Vera’nın Moskova’daki yaşamına ait kişisel eşyaları ve özelbelgelerinden oluşan bir sergi düzenledi. 19 Ocak-22 Mart2008 tarihleri arasında Yapı Kredi Sermet Çifter Salonu’ndaNazım’ın daktilosundan cüzdanına, takım elbiselerindenoyuncaklarına, plaklarından imzaladığı kitaplarına kadar birçokkişisel eşyası sergileniyor.

Her şeyi metaya dönüştüren bu düzen insanı ve insana ait

bütün değerleri de pazara sürmekten geri durmuyor!Bugün Nazım Hikmet şahsında yapılan da budur. Sermaye dünyok etmeye çalıştığı, yasakladığı değerlerimizi bugün bir birboyunduruk altına almaya çalışıyor. Değerlerimizi dün her yolve yöntemle yok etmeye çalışanlar, bugün piyasalaştırıp altınıboşaltma çabasındalar.

Düzenin devrimci değerleri yok etme politikası NazımHikmet’te bir kez daha hayat buluyor. Önce yasaklanan şiirler,bu şiirleri okuyanlara açılan soruşturmalar, bu şiirlerisahiplenen öğrencilerin okullarından atılması, ardından YKYşahsında ortaya konulan bu “sahip çıkma” aldatmacası... Bütünbunlarda açığa çıkan tek şey “sahip çıkma” adına içiniboşaltma çabası oluyor.

Nazım bir komünistti, şiirleri ve yaşamı mücadelesinin birbelgesiydi. Bu şiirleri düzen tarafından kabullenilmedi, Nazımsürgün hayatına mahkum edildi. Şimdiyse Yapı Kredi şahsındasermaye düzeni, sözde sanata ve sanatçıya duyarlılığınıngöstergesi olarak Nazım’ın hayatını sergiye dönüştürdü.Nazım’ı sürgüne mahkum eden, yasaklayan bir düzenin kilitbir kurumu olan YKB’nin ne yapmayı hedeflediği açık, amabunu başaramayacağı da...

“Ben sadece ölen babamdan ileri, doğacak çocuğumdangeriyim ve bir kavganın adsız neferiyim!” sözlerindenanladığımız gibi, adı önemli değildi onun, bu kavgada bir sıraneferiydi. Nazım, mücadelelerle dolu yaşamıyla Nazımolmuştu. Şiirleri, bu düzene inat yaşam bulmuştu. Hayatını,düzenin tüm saldırılarının karşısında düşüncelerindenvazgeçmeden geçirmişti.

Nazım’ın düşünceleri ve mücadelesi, ona ait eşya vebelgelerin sermayenin camekânlı binalarında sergilenmesiyledeğil, “Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür ve bir orman gibikardeşçesine, bu hasret bizim” çağrısı büyütülereksürdürülecektir!

T. Karanfil

Page 38: EG 107.sayı

Tüketim ama ille de tüketim!

3388

Bu toplumda kadın/erkek denildiğinde cisimleşennasıl çarpık cinsiyetçi bilincin dikte ettikleriyse,devamında gelen tüm görüntüler, kavramlar,kavranamayanlar da bu cinsiyetçi-ataerkil bilincinhamurundan üretilir.

Ve bu toplumda herkesin sevgisi kendinedir! Buyüzden tek yüzlüdür sevgiler. İkinci bir yüzü yoktur.Fakat bu yaşanılan ve hiç de yaşanılası olmayan dünyadüzeninde her şeye ikinci bir yüz giydirilir. İkiyüzlüdürbu dünya, insanlar, hayatlar... Bu ikiyüzlü durumdansevgi de nasibini alır elbet. Aslında en çok da o alır.Paketlenir, afişe edilir, sömürülür, kırmızıya bulanıpbulanıp çıkarılır. Kırmızı ama ille de kırmızı olmalıdır!

BBiirr 1144 ŞŞuubbaatt vvaarrddıırr,, bbiirr ddee ggeerriissii……

Her şeyin günübirlik tatlara indirgendiği busistemde, bir 14 Şubat vardır, bir de hikâyesi… Ama buhikâye kimsenin umrunda değildir. O kimseler paketinağırlığına, gülün kırmızılığına, tek taşın büyüklüğünebakar. Zaten diğeri işin hikâyesidir!

O 14 Şubat’larda insanlar sevgiye değil, tüketmeyeaçtır. Gerçekte de açtır, açıktadır ama kapitalist dünyapazarladığının satın alınmasını ister. Hakkıdır! Çünkü budünyada her şeyin bir fiyatı vardır.

Sonra kadınlar gelir, kadınlar gider, erkekler gelir,erkekler gider. Gidip gelip, alır. Gözleri küçülür, elleribüyür, beyni küçülür, kalbi büyür, kendi küçülür, hırslarıbüyür... Ha babam alışveriş yapılan bu dünyada insanlaren çok “sevdiğim” demekten çekinir. Eprimiş kelimelerikırmızıya bulayıp bulayıp dillendiriverir...

Bu bir masal olsa ya mesela... Kızıl renk bir çocuğasarılmış arkadaşı kırmızının bu haline acılanır, öfkelenir.Tanrının karşısına çıkar ve insanoğluna sövüp sayar,dünyaya inmek istediğini söyler. Tanrı da büyüktürhani... Ee tanrı bu ya, kızılın bu hoyratlığına, kendinibilmezliğine kinlenir. Kızılı, arkadaşı çocuğun içinesaklar ve öyle dünyaya indirir. Bu yüzden artık bütünçocukların öfkesi kızıldır...

BBiirr 1144 ŞŞuubbaatt hhiikkââyyeessii......

14 Şubat öncesi... Bahardan kalma şakacı bir kışgünü, biraz güneş, biraz yağmur, üstüne bir miktar kar,biraz kadın, biraz adam, çokça kırmızı, ama ille dekırmızı...

Caddenin bir ucundan başlayıp bitimine kadar bütünvitrinlere tek tek baktı sevgili. Hiçbir ayrıntıyı kaçırmakistemiyordu. O gün geldiğinde sevgilisinin elindekocaman bir paket olmasını hayal ediyordu. Tümvitrinleri içine alan, özenle sarılmış, büyük, kırmızıkurdeleli bir paket. Paketi tutan eli zaten biliyordu.Bilmediği paketin içindekiydi. Ne de heyecanlı birhayaldi bu böyle. Sonra diğer elini düşündü. O taraf daboş olmamalıydı. Kocaman bir buket hayal etti şimdi de.Gülümsedi. Kırmızı güllere tutulmuş bir kola sahipolmak nasıl da gurur vericiydi.

Sonra sağına baktı insan, soluna baktı insan, her yerinsan, hep insan... Hepsinin ne kadar da yalnız vehayalsiz olduğunu hissetti ve kendi hayalinin peşindengitmeye devam etti.

Ve 14 Şubat akşamı...Sevgili kapıyı çalar ve sunturlu bir paketle girer

içeri. Zorlanır taşımakta, ağırdır alabildiğine. Bu ağırlık,bekleyen ve uman sevgiliyi mutlu eder. Saldırır pakete.Açar, açar, yırtar, açar ve sonunda...

Bir duvar! Kırmızı tuğlalarla örülmüş, muazzam birduvar çıkar, kırmızı kurdeleli, ağır mı ağır paketiniçinden. Kaldırır duvarını yerinden, yükler sırtına sevgili,koyar diğer duvarlarının yanına...

Gece devam eder. Sonra sabah olur. Yeni bir gün,yeni duvarlara gebe başlar alelacele.

BBiirr 1144 ŞŞuubbaatt bbeedddduuaassıı

Bence 14 Şubat’ta bütün sokak lambalarısöndürülmeli, tüm sokak başlarında mum satıcılarıbelirmeli... “Abi bir tane almaz mıydınız?” , “Peki, sizabla güzel sevgilinin hatırına”... Ortama bir parçaromantizm katılır böylece.

Hem zaten son gelen elektrik zamlarında sokaklambalarının masrafı da bize çıkartılacak. Hiç olmazsabir gün paramız cebimizde kalır.

“Gel abi, abla gel, sevgililer günü hatırına, kokulumumlar, ekmekten ucuz!” Sudan ucuz demekistemedim. Bilerek yaptım. Ekmeğe zam gelecek ya!

Şimdi en büyük bedduamı;“Be hey sarsak insanlık;Sevgisiz kalın emi!”

Demek istiyorum, diyemiyorum. Her kelimem gidipçocukların paçasına takılıyor, gözümün önüne kızılısaklamış çocuklar geliyor, susuyorum…

Çok laf etmeye gerek yok, en iyisi siz silinbeyninizden bu satırları, gidip kendinize “özelleştirilmiş”bir gün edinin. Bolca var etrafta, önce sevgili olun, anneolun, baba olun... Ve bir “gün” edinin kendinize. Sonrada bir bardak soğuk su için harcadığınız hayatınüzerine...

VVee mmuuaammmmaassıı......

“can canı severbunun ötesi yok çocuk.” / Arkadaş Z. Özger

Ötesi yalan, ötesi boşluk, sağım kırmızı, solumkalpli yastık, önüm cüzdan, arkam kredi kartı... Eee, sobeçocuk. Aşk olsun emi!

N. Asya

Page 39: EG 107.sayı
Page 40: EG 107.sayı