143

ESKİ BİR öGRETMENİN - Turuz · yanık türküsüyle gurbetteymiş gibi ömrünü tükettiği köyüne döner. Yüz yıllardır uyuyan bu gücü ayaklandırmak gerekiyor du. Köye

  • Upload
    others

  • View
    6

  • Download
    0

Embed Size (px)

Citation preview

Page 1: ESKİ BİR öGRETMENİN - Turuz · yanık türküsüyle gurbetteymiş gibi ömrünü tükettiği köyüne döner. Yüz yıllardır uyuyan bu gücü ayaklandırmak gerekiyor du. Köye
Page 2: ESKİ BİR öGRETMENİN - Turuz · yanık türküsüyle gurbetteymiş gibi ömrünü tükettiği köyüne döner. Yüz yıllardır uyuyan bu gücü ayaklandırmak gerekiyor du. Köye

Dizgi - Baskı - Yayımlayan: Yenigün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık A.Ş.

Nisan 1998

Page 3: ESKİ BİR öGRETMENİN - Turuz · yanık türküsüyle gurbetteymiş gibi ömrünü tükettiği köyüne döner. Yüz yıllardır uyuyan bu gücü ayaklandırmak gerekiyor du. Köye

ESKİ BİR

öGRETMENİN

ANILARI

1908-1940

SÜLEYMAN EDİP BALKIR

Cumhuriye( GAZETESİNİN OKURLARINA ARMAGANIDIR.

Page 4: ESKİ BİR öGRETMENİN - Turuz · yanık türküsüyle gurbetteymiş gibi ömrünü tükettiği köyüne döner. Yüz yıllardır uyuyan bu gücü ayaklandırmak gerekiyor du. Köye
Page 5: ESKİ BİR öGRETMENİN - Turuz · yanık türküsüyle gurbetteymiş gibi ömrünü tükettiği köyüne döner. Yüz yıllardır uyuyan bu gücü ayaklandırmak gerekiyor du. Köye

GlR1Ş

Anılan ben yeraltındaki tarihsel kalıntılara benzetirim. Bir rastlantı sonunda eşilip, deşilip ortaya çıkarılanlar, ayık­lanıp paklandığı zaman kiminin paslanıp işe yaramadığı gö­rülür; kimileri de değerlendirilince bunlar, tarih dönemlerine yeni bir ufuk kurduğu gibi kopuk, lime leşmiş yerlerine yama­lar örer ve anlam bütünleyen güçler kazandırır. Anıların otur­duğu öylesine olaylar vardır ki bunlar yerlerinden çıkarılıp öz­lerine, ağırlıklarına göre dizilip ortaya konulduğu zaman bel­ki bir ülkenin karanlıkta kalmış geçmişindeki bir köşesini, bü­tün çizgileri, bütün renkleriyle tanımlar; ya da bütün dünya­ya yeni şeyler öğreten bulunmaz belge değerini bağlar bun­lar ...

Kendi nefsimde denediğim yönü de şöyle oldu hep: Ha­ni karanlıkta bir elektrik elfenerini ağzına kadar dolu bir oda­da sağa, sola tutarsınız da ışığının yoğunlaştığı yer, keskin bir belirti içinde; yanlardakilerse boğuk bir kaybolmuşluktan kur­tulur, meydana çıkar. Bunların içinde ilgi çekici şeylere rast­lanınca, elinizdeki fener artık deli gibi doğrultular değiştirir; bunlardan yenilerini aramaya başlar. Tıpkı bunun gibi, yeri geldiğinde, bir anımdan kopardığım parçalan asıl biçimleri, renkleriyle ortaya koyunca bunların çok kere çevremi ilgilen­dirdiklerini görmüşümdür. İşte böyle zamanlarda eski yaşan­tılanmın, çabalarımın tümünü, niçin yazmadığım sorusu ile sık, sık karşılaşmışımdır. tlkönce bu teşvikleri umursamadım. Ama yaşlanıp da görev yıllan birbiri üstüne yığıldıkça "Geç­ıniş"im, türlü türlü olayların ve deneylerin tıka basa istif edil­diği bir depoya benzedi. Burada neler yoktu ki .. başı boş bir çocukluk dünyasının alabildiğine özgür yaşantısından tutun da bir şeyler anlayıp bellemek hırsının sürüklediği öğrenciliğe; sonra da öğretme sevgisinin tutuşturduğu ülkücü çabalara ka­dar her şey, ama her şey vardı.

Sürüp giden teşviklerin baskı haline geldiği bir sırada,

5

Page 6: ESKİ BİR öGRETMENİN - Turuz · yanık türküsüyle gurbetteymiş gibi ömrünü tükettiği köyüne döner. Yüz yıllardır uyuyan bu gücü ayaklandırmak gerekiyor du. Köye

vaktiyle pek ağır ve ürkütücü koşullar içinde yürüttüğüm bir görevimin anılarını, sivri yanlarıyla ve o günleri yaşarcasına taze bir coşkunluk içinde ortaya koymuştum.

- Yahu, bunları niye yazmıyorsun? Yoksa eskinin karan­lığı içinde küflenmeye bırakılacak kadar önemsiz mi sayıyor­sun? Yaz dostum,yaz. Hem de hiç vakit geçirmeden başlama­lısın.

Bunları söyleyen, Sabahattin Eyuboğlu idi. Kendisini, Köy Enstitüleri'nin en hızlı günlerinde, Tonguç yolu ile tanı­mıştım. Tonguç, "Eyuboğlu" derdi de başka şey çıkmazdı ağ­zından. O kadar beğenir, o kadar severdi onu. Kendisiyle iliş­kilerimiz bugüne kadar sürdü. Yakınlarım arasında, doğru, güzel şeylere inanan; hiçbir nedenin bu yoldan çeviremeye­ceği kadar sağlam bir karakteri olan bu çok alçakgönüllü dos­tuma öylesine güvenim vardı ki, bana bu söyledikleri, o za­mana kadar birikmiş söylenenlerden çok daha etkili oldu. Ku­ru dallarda, ılık havanın, güneşli günlerin patlattığı tomurcuk­lar gibi, işte hemen o sırada filizleniveren yazmak arzu ve ka­ranın, kalem - kağıt arası savaşına girişti. Bunların ilk örnek­lerini Eyuboğlu'na okudum. Dedi ki,

- -Bence olaylan bu denli yoğunlaştırmak, sivri yerlerine dokunup geçivermek, özleri ne kadar çekici de olsa, kendile­rini yorulmadan ve hatta istenilerek okutsalar bile bir eksik­lik bırakır böylesi. Yapabildiğin kadar bütün yanlara girmeli­sin. Bu anıların önemsiz sayabileceğin hiçbir yönünü bırak­ma. Hepsinin harmanını döv.

Bu türden işler için çok yararlı öğütler verecek kadar piş­kin ve tecrübeli bulduğum için, dostumun gösterdiği yolda yü­rümeye karar verdim ve düşündüm ki, köy öğretmenliğinden köyün mutlu geleceğini kuracak yeni insanlar yetiştiriciliği­ne giden uzun yolda biriktirdiklerimi, elimden geldiği kadar, dallarıyla, budaklarıyla ortaya koymalıydım. Her şeye susa­mış bu yoksul memlekete bizde olanları vermek zorundaydık . Paçaları sıvayıp 1 964 yılının başlarında bu çabalara gömül-

6

Page 7: ESKİ BİR öGRETMENİN - Turuz · yanık türküsüyle gurbetteymiş gibi ömrünü tükettiği köyüne döner. Yüz yıllardır uyuyan bu gücü ayaklandırmak gerekiyor du. Köye

düm. Sabahattin Eyuboğlu'nun düşüncelerine yakın bir doğ­rultuda yürütmeye zorladım kendimi. Niyetim, asıl köy sorun­lan içinde kaldığım savaşlan yazmaktı. Ama köyleri canlan­dırmanın "Cenneti"ni kurmaya giden yolda, sanki cehenne­min erimiş kızıllığına benzeyen ateşlere basa basa irkilmeden yürüyebilrniş olma gücünün nasıl kazanıldığını, hiç olmazsa, kısaca hikaye etmeliydim. Bunun içinde çocukluğumun ve öğrenim-öğretim günlerinin fınnlanna nasıl girip çıktığımı az buçuk gevelerneliydinı. Ha burası, ha şurası derken işi, taa "Arifiye Köy Enstitüsü", için harcanan çabalann eşiğine ka­dar getirmiştim ve yazılanlar da, baktım ki tam bir "Kitap "lık olmuş. Bundan sonrası için, "Şimdi ne yapmalıyım?" diye uzun uzadıya düşündüm: (Arifiye Köy Enstitüsü, başlı başı­na bir dünya. Eğer oraya bir girersem buranın anılannı öyle kolay, kolay zamanında toparlayamayacağım. Eh, ömrümün saati de onikiye beşi gösteriyor. Yaş, 65. Hele şu yazdıklan­rnı çar-çur olmaktan kurtarayım. Ayakta kalabilirsem, Arifi­ye Köy Enstitüsü'ndeki anılara gelir sıra ... Belki bunlan işle­mek, tamamlamak için yeniden yaşama gücü kazanının.)

Ve böylece de anılanrnı yığınlama işi, yanın kaldı. Şim­di buradan ayıklanacak, derlenecek düşünce, deney kınntıla­n eğer gelecekte özlediğimiz başanlar için, yerine göre, bir damla ışık, bir tutam güç olabilirse ne mutlu.

18 Nisan 1967, İstanbul Süleyman Edip Balkır

7

Page 8: ESKİ BİR öGRETMENİN - Turuz · yanık türküsüyle gurbetteymiş gibi ömrünü tükettiği köyüne döner. Yüz yıllardır uyuyan bu gücü ayaklandırmak gerekiyor du. Köye
Page 9: ESKİ BİR öGRETMENİN - Turuz · yanık türküsüyle gurbetteymiş gibi ömrünü tükettiği köyüne döner. Yüz yıllardır uyuyan bu gücü ayaklandırmak gerekiyor du. Köye

TONGUÇ'LA TANIŞMA

Tarih kitaplarıyla ilgili toplantıların yapılmadığı ya da er­ken dağıldığı zamanlarda Milli Eğitim Bakanlığı İlköğretim Genel Müdürlüğü 'nde Şube Müdürü olarak çalışan arkadaşım Fuat Baymur'a sık sık uğruyordum. Onunla İstanbul İlköğre­tim Müfettişliği 'ne atandığı ilk günlerde tanışmıştık. Galata­saray Lisesi 'nde öğretmenken Fransızca bildiği için getirilmiş­ti bu göreve. Ağırbaşlı, güleryüzlü, bilgisini arttırıp zengin­leştirmek için devamlı olarak okuyan, mantığı sağlam ve son­ra da candan davranışlarıyla kolayca insanın içine ve kafası­na sızıveren bu gençle kısa bir süre içinde kaynaşıvermiştik. Sonra o, toplu tedris sistemi üstüne Viyana 'ya gitmişti ama gene de mektuplarla bağlarımızı kuvvetlendirmiştik. Hoş, bü­tün ömrümüz boyunca karşılıklı anlayış ve güven içinde arka­daşlığımız hep ayakta kaldı ya .. Daha sonralan da kişiliğinin sağlamlığı yanında tükenmez çabalarıyla ortaya koyduğu de­ğerli yayımlar, onun öğretim ve eğitim dünyamızın önemli bir gücü olacağını belli etmişti ve öyle de oldu zati. İşte gerçek­ten yakınlık duyduğum Baymur'a şu fırtınalı günün akşamı uğramış, olup bitenler üstüne konuşmuştuk. Bana,

- Şimdi seni Tonguç'la tanıştıracağım, dedi. Olayların, dü­şüncelerin olduğu gibi ortaya atılmasında gösterilen tok yü­rekliliğe bayılır. Hiç çekinmeden ve güven içinde kendisiyle konuşabilirsin.

Kalktık, yanına gittik. Babayani bir davranışla kabul et­ti beni. Baymur, hemen işe girdi, dedi ki:

- Süleyman Edip, şu tarih kitapları işi için gelmiş bura­ya .. tık toplantılarını da yapmışlar. (Bana dönerek) Anlatsa­na bugün olanları Hakkı Bey'e .. Gerçekten konuşmalarımı­zın daha başında bütün sakınma duygularından annmıştım. Bana öyle gelmişti ki o, içimi ve dışımı olduğu gibi görebi­liyordu .. Anlattıklarımı bitirince yakın bir arkadaş sıcaklığı ve anlayışı ile karşı karşıya idim. Sanki birden gücüm tazeleni-

9

Page 10: ESKİ BİR öGRETMENİN - Turuz · yanık türküsüyle gurbetteymiş gibi ömrünü tükettiği köyüne döner. Yüz yıllardır uyuyan bu gücü ayaklandırmak gerekiyor du. Köye

vermişti. Bu başlangıç, o ölünceye kadar sürüp gitmiş, "Her şeyimle onun yanında olma" inanç ve çabalarının mutlu dün­yasına açılan "Kapı"yı örmüştü.

Çok geçmeden öğrenecektim ki bu pekiyi "İnsan"ın, bu seçkin"Düşünür"ün, bu erişilmez "Ülkücü"nün ve bu eşsiz "Eğitimci"nin kendi yolunda bana gösterdikleri, öğrettikleri ve verdikleri, benim "Dünya"ma asıl anlamını getirmiştir. Gelecekteki kuşaklar, Yeni Türkiye'nin kurulmasında onun harcadığı büyük ve çok değerli emekleri, başlı başına onun yazacağı bir TARİH'ten öğrenince, belki kadirbilmezliğin hakkı olarak gözlerinde biriken birkaç damlayı tutamayacak­lar ama yurdun mutluluğ\inu yaratıp geliştirmek için onun gösterdiği yolda güçlü elbirliğinin yeni ufuklanna yönelecek­lerdir .. Buna, çok inanıyorum. Umutlanın da kesin ..

KÖYÜ UYANDIRMAK İÇİN

Uykudaki Güç

Dünyaya gözlerini açtığı günden beri çıkarların tutsak ya­şantısı içinde kısılıp kalmış köylerimizdeki insan, oldum ola­sı hiç gün görmemişti. Vergi istemişler, Çulunu satmış; aske­re çağırmışlar, canını vermiş ...

Toprak altında sürünen mi istersin, ya da camsız kerpiç duvarlann çevrelediği izbelere bannan mı? Birer çamur yığı­nının susuz, gölgesiz, yolsuz ve yordamsız çalkantısı içinde uyuyan bu kalabalık da kim? Karşılığında hiçbir şey verilme­den sömürülmüş bizim köylümüz, yani başka deyimle hepi­mizin EFENDİ'si!.. Can damarlarımızın özünü veren bu he­nüz "Tarih"i başlatmamış çaresiz insanların yoksulluktan öy­lesine yaygın ve öylesine derin ki tutulacak, dile getirilecek hiçbir yanı yok. Kendisine sorarsan, "Köylük yer bura, nide­ceg ağam?" diye boynunu büker. Derdini anlatmak için hadi

10

Page 11: ESKİ BİR öGRETMENİN - Turuz · yanık türküsüyle gurbetteymiş gibi ömrünü tükettiği köyüne döner. Yüz yıllardır uyuyan bu gücü ayaklandırmak gerekiyor du. Köye

hadi üç yüz, beş yüz sözcüğü vardır. Otu. samanı oldu mu ta­mam .. Yumurtasını, yağını kendisi yiyemez ki ... Kimi bir gün­lük ıraktaki kasabaya, pazarın kurulduğu gün vanr da elinde­kilerini satarak azbuçuk gazını, tuzunu alır; yank tabanı ve yanık türküsüyle gurbetteymiş gibi ömrünü tükettiği köyüne döner.

Y üz yıllardır uyuyan bu gücü ayaklandırmak gerekiyor­du. Köye su, yol, sağlık, ışık gitmeliydi. Köye çok yönlü be­reket gitmeliydi. Yeşertmek, meyvelendirmek için bilgi, tek­nik gitmeliydi. Köyü uyandırmak, köyü canlandırmak. için birçok şeyler gitmeliydi, ama nasıl?

Yurdun dört bir yanına yayılmış 40 bin köy içinde l 6 bi­ninin nüfusu l 50' nin altında; l 6 bininin de l 50 ile 400 arası. Yani bunların içinde 3-5 evli olarak kurulmuş olanlarından tu­tun da 80 evli olanına kadarı var. Zaten kalabalık köylere bi­le öğretmen yollanamamış. Çünkü şehir okullarıyla birlikte köy okulları için yetiştirilmesi zorunlu olan sayıdaki öğretmen­lerin tamamlanabilmesi için, o zamanki koşullara göre, yüz yıl beklenilmeliydi. Sonra bu kadar öğretmeni yetiştirecek okullara harcanacak ödenek, görev verilecek öğretmenlerin tü­müne bağlanacak aylık, nerelerden bulunabilir diye düşünü­lüyordu. Kaldı ki öğretmen okullarından çıkan öğretmenler, her şeyden yoksun bu kuş uçmaz, kervan geçmez yerlerde ba­nnamıyorlardı. Haklan da vardı. Doğanın yıpratıcı etkileri­ne dayanamıyorlardı elbet. Bütün alışkanlıkları, hep şehir öl­çüleri içinde beslenip pekişmiş insanların kan değildi bu .. Sonra bu işin asıl önemli yanı da hizmetlerin, köy özellikle­rine uygun doğrultuda yürütülmesiydi.

İşte bu nedenler, yaygın, hızlı ve ucuz bir tutumu zorun­lu kılıyordu.

İmdada Y�tişti

4 Mayıs l 939'da Trabzon - Beşikdüzü Eğitmen Kursu-

1 1

Page 12: ESKİ BİR öGRETMENİN - Turuz · yanık türküsüyle gurbetteymiş gibi ömrünü tükettiği köyüne döner. Yüz yıllardır uyuyan bu gücü ayaklandırmak gerekiyor du. Köye

nun açılışı için müdür Muharrem Karamızrak'ın düzenlediği bayram günü, ileri gelen yöneticilerden sonra söz alan Üçün­cü Umumi Müfettiş Tahsin Uzer'in konuşmasını, Trabzon'da yayımlanmış bulunan "Yeni Yol" gazetesinin 13 Mayıs 1939 tarih ve 2586 sayılı nüshasından olduğu gibi alıyorum: "Az­iz yurttaşlarım! İlelebet unutamayacağım bir hüsnü tesadüfle ben de bu tarihi toplantıda bulunuyordum. O zamanki Maarif Vekili bir şark çocuğu olan Saffet Ankan da Meclis'te hazır bulunuyordu. Söz arasında bir ıstırabından bahsettiler ve Ata­türk' e hitaben, (elimde bol para var, fakat maalesef eleman yok..) dediler, büyük dahi, sanki böyle bir sual karşısında ka­lacağını biliyormuş gibi, bu ideoloji üzerinde günlerce ve haf­talarce etüt yapmış gibi derhal ve bilatereddüt şu cevabı ver­diler: (Müsterih ol Saffet, bunun da bir çaresi vardır. Türk Or­dusunun, bilhassa Cumhuriyet sonrası ordunun yetiştirdiği ça­vuşlardan bu hususta pekala istifade edilebilir. Yüzlerce ne­fer arasından zekalarıyla teferrüt etmiş (sivrilmiş, kendini gös­termiş) olması lazım gelen bu erler, kısa müddetli kurslarla bu iş için istifadeli elemanlar haline kolayca getirilebilir. Bunla­ra Eğitmen diyebilirsiniz) buyurdular.

Ankan bunun üzerine Atatürk'ün, mürşidinin elini öptü. Müteheyyiç olarak biz de öptük. "İşte arkadaşlar eğitmen ta­rihi böyle başlamıştır."

Yoklama

Maarif Vekili Saffet Arıkan'ı, bütün yanlarıyla, Ton­guç'tan öğrenmiştim. Onun için derdi ki: "Uyur gibi görünen fakat daima uyanık, kavrayıcı ve sarıcı bir zekaydı. Düşünce­lerin, olayların sağlamını, çürüğµnü hemen ayıklayıveren de­mir gibi bir mantığı da vardı. Hayatı boyunca geçirdiği tec­rübelerden onun kadar iyi ve yerinde faydalanmış pek ai in­san tanıdım. Anlayacağın, tam bir kurmaydı. Daha iyi tanıt­mak için bir iki şeyini anlatayım: Üniversite öğrenimini ta-

12

Page 13: ESKİ BİR öGRETMENİN - Turuz · yanık türküsüyle gurbetteymiş gibi ömrünü tükettiği köyüne döner. Yüz yıllardır uyuyan bu gücü ayaklandırmak gerekiyor du. Köye

rnamlamış bir gencin uzmanlık alanında yetişmesini sağlamak amacıyla Avrupa'ya yollanması bahis konusu edilmiş kendi­sine .. Sağdan soldan yapılan ricalar, baskı ölçüsü içinde sür­dürülüp götürülürken bu işte asıl önayak olan aracıya, (Hele sen onu bana yolla da bir görüşeyim bakayım.) demiş. Görüş­müş. Görüştükten sonra da ilgiliyi çağırtmış, gülerek şunlan söylemiş: (O delikanlı ile uzun uzadıya konuştum. Hiç iş yok onda. Öğrendim, pertvasız gibidir. insanın değerini de büyü­tür, rnankafalığını da ... yatının yapılacak gerçek zekalan ara­yıp bulalım.)

Başka bir olay: "Toroslar'da kamp kurulması için liselerin ileri gelen yöneticileri, bağlı bulunduk.lan genel müdürlüğe baş­vurmuşlar. iş, Bakan'a duyurulmuş, fakat o, hiçbir şey deme­miş. ilgililer tekliflerinin peşini bırakmamışlar ve zorlama da başlanuş. Bunu öğrenen Bakan, yöneticilerin gelip kendisiyle görüşmelerini istemiş. Topluca Bakan' a çıkılmış. içlerinden bi­risi, kamp için Toroslar'ın ne kadar elverişli bir yer olduğunu uzun uzadıya ve ballandıra ballandıra anlatmış. Arıkan, dinle­miş, hiç ses çıkarmadan eğilip masasının gözünden bir kurmay haritası çıkarmış, yaymış ortaya ve (Kampı, Toroslar'ın nere­sinde kurmak istiyorsunuz? Buraya araç ve gereçlerinizi hangi yoldan götüreceksiniz? ikmal işleriniz nasıl olacak? Nerelerde­ki sulardan ve ne yolda faydalanacaksınız? Bunlar hakkında geniş bilgi istiyorum önce, sonra karanrnızı veririz) demiş. Tek­lif, henüz adamakıllı incelenip aydınlanmamış olduğu için ha­zır bulunanlar, donup kalmışlar. Anlaşılan, gerekli araştırma­lardan sonra tekrar rahatsız edeceklerini söyleyip aynlrnış ola­caklar herhalde .. Ama bir daha da iş tazelenmemiş ... "

işte anlayışlı, geniş bilgisi ve tecrübesi olan bu alçakgö­nüllü devlet adamı, Büyük Kurtarıcı'nın getirdiği ışık altında zorluğun çözülecek düğümünü farkedivermişti. Şimdi bu çok önemli işin uygulanması görevini inan ve rahatlıkla eline tes­lim edeceği insanı bulmak gerekiyordu. Bunun nasıl gelişti­ğini gene Tonguç'tan öğrenelim:

l3

Page 14: ESKİ BİR öGRETMENİN - Turuz · yanık türküsüyle gurbetteymiş gibi ömrünü tükettiği köyüne döner. Yüz yıllardır uyuyan bu gücü ayaklandırmak gerekiyor du. Köye

"Bir gün Gazi Terbiye Enstitüsü'nün bahçesinde İş Şu­besi öğrencileriyle pek küçük bir ev kurmak için çahşmakta idik. Ansızın yanımızda güler yüzlü Bakan'ı gördük. Ne ile uğraştığımızı sordu. Birer iş öğretmeni olarak yetiştirilmekte bulunan gençlerin iş içinde yaparak, çalışarak hazırlanmaları ilkesine uygun bir konu üzerinde bulunduğumuzu; planlar:mı da kendilerinin çizdikleri bir evin ameleliğini, ustalığını yap­makta olduklarını kısaca anlattım, çok memnun oldu ve ayrıl­dı. Hemen arkasından da görüşmek üzere beni makamına ça­ğırdı. Genel olarak eğitim konulan üstüne yuvarlak konuş­ınalar oldu. İlköğretim işleriyle ilgili olarak düşündüklerimi sordu. Bunları, derli toplu bir raporla bildirmenin doğru ola­cağını söyledim. Hazırlayıp verdiğim raporu okumuş, tekrar çağırttı. İlköğretim Umum Müdürü olarak kendisiyle çalışma­mı teklif etti. Hemen kabul etmedim, zorladı. Başaramazsam, ayrılmamın kolay alınası için, vekil olarak tayinimin daha doğru olacağını söyledim. (Eğer yürütebilirsem, siz de beğe­nirseniz temelli olarak kahrım, dedim.) Bu anlaşmadan son­ra şu problemi koydu ortaya: (Acaba çok uzun zaman öğret­men gönderilmesi mümkün olmayacak kadar nüfusları az köy­ler için ordudan onbaşı, çavuş olarak terhis edilmiş açıkgöz köylüleri kısa devreli kurslardan geçirerek kendi köylerinde çalıştırmak faydah olur mu?). Kendisine bu konuda etraflı bir inceleme yapmadan herhangi bir fikir söylemenin doğru ola­mayacağını açıkladım."

Tonguç, ele aldığı işin temeline inmeden, araştırıp eleş­tirmeden, çeşitli hesaplan yapıp doğru sonucu almadan öyle kolay kolay karar vermezdi. Bu önemli konu için de aynı yo­lu tutacaktı elbet. Çünkü köyü uyandırma yolunda girişilecek yeni çabalar öylesine önem kazanacaktı ki bu, belki de eğitim tarihimizin yepyeni bir kesimine açılan bir kapı olacaktı.

Kendisinin anlattığına göre, işi uzatmadan dalmış Orta Anadolu köylerine .. İlkönce, ana fikir üzerine yoklamalar yap­mış. Askerlikte onbaşılık, çavuşluk etmiş köylüler arasından

14

Page 15: ESKİ BİR öGRETMENİN - Turuz · yanık türküsüyle gurbetteymiş gibi ömrünü tükettiği köyüne döner. Yüz yıllardır uyuyan bu gücü ayaklandırmak gerekiyor du. Köye

çocukları, yetişkinleri okutma; ağaç dikme, aşı yapma ... İçle­rinde köylüye önayak olmak isteyeceklerine çıkıp çıkmaya­cağını soruşturmuş, araştırmış. Başlangıçta, hiç bir kımıltı ol­mamış .. Sonra bu gibilere hükümetin tohum, fidan vereceği­ni; aylık bağlayacağını, köyün dışla ilişkilerinde söz sahibi bir önder olacağını, daha da bunlara benzer çıkar ve üstünlükle­ri sayıp dökünce yavaş yavaş bir uyanma; konuya karşı bir sı­caklık başlamış. Bu iş için köylerde adam bulmanın güç ol­mayacağını kestirince yetiştirilmek üzere toplanacak onbaşı ya da çavuş terhisli adayların, amaca uygun niteliklere sahip olup olmadıklarını araştırmaya gelmiş sıra. Bu çabalardan bir iki örneği, kendisinden dinlediğim gibi, aktarayım: "Yanım­da, gerektiğinde kullanmak üzere, tebeşir, kurşunkalemi, def­ter, alfabe, okuma kitabı gibi araç ve gereçler vardı. Yerine gö­re, ya milli eğitim müdürüyle, ya müfettişle, ya da bir köy öğ­retmeni ile dolaştığım yerler oldu. Gittiğimiz köyde, aradığı­mız insanların hamlıklarını yumuşatıp konuya karşı ısındır­mak için onların kanacakları gibi diller döküyordum. Ortamı hazır bir olgunluğa getirice, köy çocuklarını toplayıp başla­dık deneylere. Okulu olan bir köyün ikinci sınıf çocukları kar­şısında onbaşılık yapmış bir köylünün tutumunu anlatayım, pek hoştur. l�könce delikanlıya bir okuma parçasını verdim, (Şunu, kendi kendine adamakıllı pişir. Anlayacağın, çocuklar karşısında hiç kekelemeden okuyabil) ·diye tembih ettim. Köy­lü kendi kendine parçayı birkaç defa gözden geçirdikten son­ra geldi. Kontrol ettim, hiç takılmadan rahat rahat okudu. Me­ğer köyün okulunda bir süre dirsek çürütmüş. Biraz ses ton­larında gerekli törpülemeyi de tamamladım ve yapacağı şey­leri bir bir anlattım. llkönce parçayı okumadan, kendisine ha­zır olarak be ilettiğim birkaç soru ile, çocuklarda merak uyan­dıracaktı. Sonra parçayı, anlamına uyacak biçimde bir sesle okuyacak; benim altını çizdiği kelimelerin ne demek olduğu­nu anlatacak; bunları tahtaya yazacak; çocuklara yazdıracak, ondan sonra da teker teker okutacaktı.

15

Page 16: ESKİ BİR öGRETMENİN - Turuz · yanık türküsüyle gurbetteymiş gibi ömrünü tükettiği köyüne döner. Yüz yıllardır uyuyan bu gücü ayaklandırmak gerekiyor du. Köye

Ders başladı ve kendisine gösterdiklerimi hiç şaşırmadan yürüttü. Sıra, parçayı çocuklara okutmaya, anlattırmaya gel­di. (Kim okuyup anlatacak?) sorusu karşılıksız kaldı. Birkaç kere bunu yineledi, tıss!. Hızla döndü, masanın yanına geldi, yumruğunu bir indirdi. Sesi, top gibi gürledi. Hepimiz ürktük, irkildik. Adamakıllı kızdığı da yüzünden belliydi. (Bana ba­kın! Zor-zar okutacağım size. Yağma yok, susmakla kurtula­mazsınız. Hadi, kim okuyup anlatacak?). Gene ses yok. Bu de­fa çocuklardan birisine adıyla seslendi, (Sen oku bakalım! .. ) diye de sertçe emri yapıştırdı, inadı, suskunluğu sökmüştü ve arkasından tıkır tıkır parça okundu, anlatıldı. Doğrusu bu sı­nav başarılıydı ve umut da vericiydi.

Aklıma geldikçe tüylerimi diken diken eden öbür örnek de şu: Okulu olmayan bir köyde yaşlıca bir aday, kendisi is­tekli göründü, şuradan buradan topladığı çocuk.lan kahveye yakın bir ağacın altında oturttu. Kahvedeki masalardan biri­sini oraya yerleştirdi. Daha önceden üzerinde durulması iste­nilen, bir savaş konusunu ele aldı, başladı çocuklarla konuş­maya: (Bana bakın! Siz hiç babanızdan, dayınızdan, ya da başkalarından savaş lafı duydunuz mu? Çocuklarda en küçük kımıltı olmamıştı. Çavuş terhisli si durdu, baktı, yeniden konuş­tu. (Savaş demek, gavurlarla gırtlaklaşmak demek. Hem de na­sıl? Dişe diş, başa baş. Gelir, girer herif senin topraklarına? Ananı, bacını keser, çocukları süngüler, ekileni ezip geçer, tüm insanları aç bırakır .. ) Mintanının sağ kolunu sıyırdı. Ortaya, dirsekten aşağısı olmayan bir kol çıktı. Onu,önündeki masa­ya koydu, biraz bekledi, sonra küt, küt! vurdu ve gırtlağının bütün gücüyle haykırdı: (Bu yanm kolu görüyor musunuz? Bu, gavurlarla savaşırken oldu. Köyümüzü, tarlamızı, bağımı­zı korumak için tüfengin, güllenin karşısına dikildiğimiz za­man koptu .. ) konuşmasınin burasında, kendi bölüğünden bir komşu köylüsünün, top mermisiyle nasıl paramparça olduğu­nu anlattı. Bir savaş meydanını bütün renkleriyle öylesine her­kesin gözü önüne serdi ki, sanki hepimiz o gürültünün,o yan-

16

Page 17: ESKİ BİR öGRETMENİN - Turuz · yanık türküsüyle gurbetteymiş gibi ömrünü tükettiği köyüne döner. Yüz yıllardır uyuyan bu gücü ayaklandırmak gerekiyor du. Köye

gının ortasındaymışız gibi geldi bize .. Tabloyu, o kadar güzel çizdi. Sonunda bir dP. ders verdi, dedi ki: (Ordumuz, ocağı­mız bedavaya kalmadı bize .. Ne kanlar döktük, ne canlar ver­dik. Ta, eskiden beri hep bu yolda daha da ne kadar erler yi­tirdik. Aklınızı başınıza alın. Güçlü olun. Yurdun bekçiliğini iyi yapın!) Bu, gerçekten beklenmeyen bir şeydi. Adam ora­da olanların tümünü hem duygulandırdı; hem de, derin derin düşündürdü.

Ben, öğreneceğimi öğrenmiş, alacağımı almıştım. Birçok köyde yaptığım araştırmalarımın sonuçlarını uzun uzadıya Bakan' a anlattım. iş aydınlığa çıkmıştı. Köklü, düzenli bir de­nemeye karar verildi."

Bir Deneme ve Sonucu

Tonguç'un Kayseri, Yozgat, Çorum ve Eskişehir köyle­rinde yaptığı araştırmalar, incelemeler, olumlu kanılar getirin­ce Saffet Ankan'a durumu, zengin örnekler vererek, olduğu gibi anlatmış: "Askerlik görevini başarı ile tamamladıktan sonra köylerine dönmüş; okuma, yazma ve biraz da aritmetik bilen açıkgöz köylülerin kısa süreli kurslardan geçirildikten sonra köyü her bakımdan uyandırma yolunda çok faydalı bi­rer kılavuz olarak çalışabileceklerine inandığını" ortaya koy­muş ve işin gerçekleştirilmesi için de yakın ilgisi düşünüle­rek Tarım Bakanlığı ile ortaklaşa bir plan hazırlanmailınt tek­lif etmiş .. Arıkan, Tarım Bakanı ile görüşüp konuşmuş. So­run, bir çok yanlarıyla gözden geçirilmiş; köyde işe yaraya­cak pratik tarım bilgilerini, görerek, yaparak ve sonuçlarını el­de ederek kazanılmasının gerektiği de hesaba katılarak kur­sun, bu türden zengin olanakların toplandığı bir yerde açılma­sı kararlaştırılmış. Böyle bir yer de kolayca bulunmuş. Kuru tarım deneylerinin yapıldığı modem bir çiftlikte çeşitli hay­vanların üretilmesi ve soylarının istenilen nitelikler doğrultu­sunda geliştirilmesi konularında çalışan bir haranın bulundu-

17

Page 18: ESKİ BİR öGRETMENİN - Turuz · yanık türküsüyle gurbetteymiş gibi ömrünü tükettiği köyüne döner. Yüz yıllardır uyuyan bu gücü ayaklandırmak gerekiyor du. Köye

ğu Eskişehir, böyle bir iş için her bakımdan uygun bulunmuş; kursun, Mahmudiye bucağında açılması kararlaştırılmış. Bi­na, tarımın her alanında öğretmenlik yapacak uzman perso­nel; yürütülecek olan çabalar üstüne bakanlıklarca sık sık in­celemeler yapmayı kolaylaştıracak kadar Ankara'ya yakınlık, buraya üstünlük kazandıran nedenlerin belli başlılarındandı.

Ankara köylerinde askerliğini bitirmiş, açıkgöz ve çev­resinin en iyi tanınmış olanları arasından seçilenler, l 936 yı­lının temmuz başlarında Eskişehir - Mahmudiye'ye yollanmış­lardır. Köyün uyanması yolunda görev alacak bir kılavuz içi­n elde edilmesi zorunlu görülen kültür ve tarım ile ilgili bil­gilerin, kursta düzenlenen özel programlarla, işleterek ve yap­tırtarak kazandırılmaları yollan izlenmişti. Sonuç, başarılıy­dı. Bu haşan, yalnız işi ortaya koyanların; bunda emeği ge­çenlerin görüşlerine göre değerlendirilmemişti. Aynca bu eğit­men adayları, köylerine yollanılmadan önce Ankara'da, Ba­kanlar Kurulu'nun; ileri gelen yazarların; yurdun tanınmış eğitimcilerinin önünde bir de sınav geçirmişlerdi.

( . . . ) Kurs süresinin uzatilarak yönetilecek bu türden çalışma­

larla köye yollanacak eğitmenlerin daha da üstün bir kıvama getirilebileceği düşünülmüş olacaktı ki bu dört aylık deneme örneğinden sonra hemen yaygın bir hale getirilmeden.kursla­rın; iki üç yerde açılması kararlaştırılmış ve yeni uygulamacı olarak Ferit Oğuz Bayır'la beni, Mahmudiye'de yetiştirilmiş eğitmen adaylarını köylerinde çalışırken göstermek üzere, Tonguç Ankara'ya çağırmıştı. Bu, bir bakıma yeni görevimiz için görgü, inceleme, koşulların eleştirilmesi yollarıyla bir ha­zırlık yapmamız amacını güdüyor diye de düşünülebilirdi.

Gezimiz başlamıştı. İlk uğradığımız köyün sokakları, pı­rıl pırıl. Kadınlar, evlerinin önlerinde örgü örüyorlar. Boş bir oda, derslik olarak kullanılıyor. Ama benim çok eskiden öğ­retmenlik yaptığım Demireli köyünün okulu gibi sırasız de­ğil.· Eğitmen bunları, kendisi yapmış ve çocuk lan da yerden

18

Page 19: ESKİ BİR öGRETMENİN - Turuz · yanık türküsüyle gurbetteymiş gibi ömrünü tükettiği köyüne döner. Yüz yıllardır uyuyan bu gücü ayaklandırmak gerekiyor du. Köye

kurtarmış. Bu köyleri dolaşırken aldığım izlenimleri, Okul ve Öğretmen Dergisi 'nin 193 7 Mart sayısında, "Bozkırdaki Pır­lantalar" adıyla yayımlamıştım.Bu yazının bir iki yerini akta­rıyorum:

"BOZKIRDAKİ PIRLANTALAR"

"( ... )Bocuk köyündeyiz. Burası bir köy değil, liile tarla­sı. Laleler çocuk, köy de tarla .. . "Aman Yarabbi ne bereket, yarının kırk milyonuna ne özlü bir maya" diye kendi kendi­me düşünürken Genel Direktör dedi ki:

- .Bir gün eğitmen geldi, "Ne yapacağız? Okul binası kö­yün bütün çocuklarını almıyor. Sıkışabildiğimiz kadar yerleş­tik. Ama bir sürü çocuk da kapının önünde, (Bizi de alın!) di­ye akşamlara kadar ağlaşıyorlar. Buna bir çare bulun" dedi. Kalktık, beraberce köye geldik. Çocukları boy sırası yaptık. Büyüklerine, "Haydi bakalım içeri." dedik. Öbürlerine de, "Sizi de yakında alacağız" diye teselliye çalıştık. Ama onla­rın son tesellileri, güzel bir okul binasının yükselmesi olacak. O da neredeyse eli kulağında...

·

Akşam üzeri İlyakut köyüne vardık. Eğitmen Halil, ken­di bahçesinde Tarım Bakanlığı 'nın verdiği aşılı meyve fidan­larını dikiyor. Hemen köylünün yansı da orada idi. Eğitmen,

"Öğleye kadar ağacın dibinde çocukları okuttum, Öğle­den sonra da şu fidanları dikeyim, dedim. Biz kursa gidince mandalar haber alır, burasını dümdüz ederler .. Bari vaktiyle şu duvarı da bir çevireyim." diye kısa bir latife de yaptı.

Biraz sonra tertemiz bir köy odasına gittik. Ortalık da ka­rarıyordu. Eğitmen, evvela ışığı etrafı zor aydınlatan bir lam­ba yaktı. Beş dakika sonra da elinde bir lüks lambasıyla geldi.

- Bunu, bizim köyün delikanlıları gece dersleri için aldı­lar. Aralarında para topladılar, üç lira de ben kattım. On lira­ya getirttik. İyi değil mi?

Diye bizim de fikrimizi sordu.

19

Page 20: ESKİ BİR öGRETMENİN - Turuz · yanık türküsüyle gurbetteymiş gibi ömrünü tükettiği köyüne döner. Yüz yıllardır uyuyan bu gücü ayaklandırmak gerekiyor du. Köye

Gece köylüler odada toplanmıştı. Eğitmen, - Bizim köyün buğdaylarını köyce satmanın yolunu arı­

yorum, şöyle dengine getirsek de iki işyarla hem satış, hem de alım işlerini bir yoluna koysak, diye söze başladı.

Genel Direktör, tohwnlann ıslahı, bugünkü çift hayvanın, enerjisi daha fazla atla; çift aleti sapanın, pullukla değiştiril­mesi meselelerini de alarak toplu bir oda konuşması yaptı. Ferit Bayır, kooperatif fikrine dokundu. Gece yattığımız za­man köy işleri uykularımızı kovdu galiba, bir iki saat de uza­narak böylece konuştuk.

İnsanın bu samimi inanç karşısında gönlü doluyor ve ka­barıyor.

Köyleri hep sıra ile dolaşıyoruz. Çocuklarla konuşuyo­ruz. Onlara okutup yazdırıyoruz, manzwneler, şarkılar söyle­tiyoruz.

Doğrusu çocuklar ateş gibi ... Yolumuzun 120 inci kilometresi üzerindeyiz, Halkavun

köyünde .. Eğitmen birinci sınıfta birkaç kelimeyi kavratıyor. Ders teknik bakımından mezun bir öğretmenin dersi çapında mükemmel.. ( ... ) ..

180 kilometrelik yolda topladıklarımı kafamın süzgecin­den geçirmiş ve sindire sindire onun tadı ile ilk güzel sarhoş­luğa girmiştim ki bir dost eli koluma yapıştı. Ben de farkında değilim. Taşhanın önünde imişim.

- Hoş geldin!. dedi. İstanbul'da ne var, ne yok.. Hayrola burada ne arıyorsun?

-Çavuşlar için açılacak kurslar meselesi .. diye kısaca ce­vap verdim ...

En hassas bir yeri çimdik.lenmiş gibi şöyle bir sıçradı: -Ne? dedi. Gene şu ça·roş eğitmenler işi mi. Bırak Alla­

hını seversen .. Hiç çavuştan da öğretmen olur mu ya!. -Neden? - Şundan olmaz ki bu adam köylüdür bir, ikincisi kursta

ne kadar kalacak ve ne öğrenecek. Bunlara ne veriyorlar?

20

Page 21: ESKİ BİR öGRETMENİN - Turuz · yanık türküsüyle gurbetteymiş gibi ömrünü tükettiği köyüne döner. Yüz yıllardır uyuyan bu gücü ayaklandırmak gerekiyor du. Köye

-lOlira .. - 1 O liral Sonra da on lira ile çalışacaklar değil mi. Bırak

canım, söker iş mi bu? .. - Peki sökeri hangisi?

- Gel, dedim. Elinden yakaladım .. Hemen oradaki kah­veye sürükledim ve konuşmaya başladım:

- Şimdi sana bazı sualler sorayım. Biliyorum ki sen bun­larla meşgul olmamışsındır. Mesela, Türkiye'de kaç köy var? Ve bunların kaçı öğretmensizdir? Hepsinde kaç sene sonra okul açabiliriz? Bunları ne biçim öğretmenlere verebiliriz? .. . İşte bir nefeste sıralayabildiklerim. Daha da çok ya! Nasıl, bun­ların etrafında bana bir şey söyleyebilir misin?

- ? ... - Öyleyse ben söyleyeyim. Hem de kısaca .. Senin kusur

bulduğun köylülük, eğitmeni ik için baş şarttır. Bu kadar da de­ğil.. Çifti çubuğu olacak. Çünkü eğitmen hayatının mühim bir kısmını buraya istinat ettirirken diğer taraftan yapacağı örnek ziraat faaliyetiyle de köylüye rehberlik edebilsin. Sonra, "Bir çavuş sekiz ayda ne öğrenebilir?" diyorsun. Meseleyi böyle almamak lazım. Çavuş senin, benim bilmediğim birçok şey­leri zaten biliyor. Köyünün taşı, toprağı.. hulasa bütün tabi­atı ve bunun yanında da toplumun birçok zorluklarla dolu ha­yatı onu öyle pişirmiş, öyle yetiştirmiştir ki bundan daha reel ve istikametleri doğru mektebi nerede bulursun? O halde de­mek oluyor ki kurs ona, bir taraftan fenni ziraat ve tecrübele­ri verirken, köy için yetecek kadar kültür tarafını da, kuvvet­lendirecektir. Eğer bana deseydin ki, "Şehirli bir orta mektep veya lise mezununu 8 aylık bir kurstan geçirdikten sonra bu­raya versek doğru olur." O zaman senin yaptığın itirazı ben yapacaktım ve diyecektim ki, "Köyü, böyle bir adama sekiz ayda öğretmeğe imkan yoktur."

Aldığı parayı azımsamanı da çürük buluyorum. Bunu i­ki noktadan mütalaa edeyim: Birisi, lO liranın kİymetini şe-

2 1

Page 22: ESKİ BİR öGRETMENİN - Turuz · yanık türküsüyle gurbetteymiş gibi ömrünü tükettiği köyüne döner. Yüz yıllardır uyuyan bu gücü ayaklandırmak gerekiyor du. Köye

bir ölçüleriyle hesap etmemek lazım. Bunun iştira kıymeti, şehirdekine nazaran iki üç mislidir. Sonra da Tarım Bakanlı­ğı buna fidan, tohum, pulluk, tavuk, an gibi mühim bir ser­maye de vermektedir.

Dostum, ben şimdi 180 kilometrelik bir yol üzerinde tam on dört köy gördüm. Buralarda senin dudak bükerek kıymet­lerinden şüphe ettiğin eğitmenler çalışıyor. Bak sana kısa kı­sa levhalarla bir dekor hazırlıyorum. Bakalım o zaman da ka­fam değiştiremiyecek misin?

Eğitmen, öğleden evvel çocuklarım okutuyor. Öğleden sonra Tarım Bakanlığı' nın verdigi ilaçlı tohumunu ekiyor; aşı­lı meyve fidanlarım dikiyor. Gece köylüyü yetiştiriyor. Onla­ra Kültür Bakanlığı'mn yolladığı kitapları okutuyor. Haftada bir umumi temizlik yaptırıyor. Cumartesi günü tatilin başla­dığı saatte bayrağı çektiriyor, köylüye selamlatıyor. Gözü has­talıklı çocukları ayırıp şehire tedavi için yolluyor. Su birikin­tilerini kaldırıyor. Göçebe kafilesinin aldığı kimsesiz bir ço­cuğu kurtarıyor. Yeni okul binası için yer ayırtıyor, kurulma­sı için de hazırlıklar yapıyor. Köyler arasındaki bozuk yollar için kazmalı kürekli kafileler çalıştırıyor ve beraber uğraşıyor . . Şimdi bir hamlede hatırıma geliveren bunlar. Daha da neler var ... Şimdi insaf et. Köylü hata pek klasik teorilerle, bayat for­müllerle yetişecek ve eminim ki iki gün sonra şehir hasretiyle yanmaya başlayacak toy öğretmenleri daha yüz sene mi bek­lesin. Evet neye hayret ediyorsun? .. Bu çok eski telakkiye bağ­landığımız gün, yüz seneyi göze al. Yok dostum, memleketin oturup bu işle, karanlık nazireyelerin içinden çıkı1maz hesap­lan arasında ömür tüketmeye; miskin miskin düşünmeye vak­ti kalmadı. Böyle güzel davalar karşısında bilerek konuşmak; konuşmayanları konuşturmak; düşünemeyenleri inandırmak hepimizin borcu olmalı.

"Köylü Çavuştan Eğitmen", bir keşiftir. Bence, Türkiye için buhardan, radyodan daha mühim keşif1. Keşfedenlere ve bunu yürütenlere ne mutlu!. .

22

Page 23: ESKİ BİR öGRETMENİN - Turuz · yanık türküsüyle gurbetteymiş gibi ömrünü tükettiği köyüne döner. Yüz yıllardır uyuyan bu gücü ayaklandırmak gerekiyor du. Köye

Eskişehir-Mahmudiye Eğitmen Kursu'nda Eğitim Şefliğim

Gezimiz tamamlanmış, köylerdeki eğitmen adaylarının tutumları, gidişatı, bu konu üstüne çalışacak bizler için epey yararlı olmuştu. Ertesi gün bürosunda buluştuğumuz Tonguç bana dedi ki,

- Eğitmen kursu işini yaygın bir hale getirmeden, tasar­ladığımız yedi aylık süre içinde yürütelecek bir uygulamanın sonuçlarını daha etraflıca ölçmek faydalı olacaktır diye düşün­dük. Başlangıç ayımız, nisan olacaktır. Bu karara göre, önü­müzde pek az vaktimiz var demektir. Sen şimdi Malunudiye 'ye gideceksin. Adayları, Ankara, Afyon ve Eskişehir köylerin­den seçiyorui:. Bunların hepsi ilk önce Mahmudiye'de topla­nacak. Sonra düşündüğümüz gibi, olanaklar elverirse bölece­ğiz. Bir parti de Hamidiye'ye yollanıp orada ikinci bir kurs açılacak. Biz bu işi, biliyorsun, Tannı Bakanlığı 'yle ortakla­şa yapıyoruz. Çifteler Hara'sının bannaklannda yerleşeceksi­niz. Adayların yiyecek, giyecek giderleri, hep onlardan. Ta­nnı çalışmaları için her türden araç ve gereçleri de verecek­ler. Bu alandaki ders ve uygulamaları, onların elemanları yü­rütecek. Biz yalnız eğitim işlerinden sorumluyuz. Elinize ve­receğimiz delikanlıların, köyün kültür; tanın, sağlık.. işlerin­de becerikli birer kılavuz olara yetiştirilmelerine çalışacaksı­nız. Y önetim işleri Tanın Bakanlığı'nın müdür olarak görev­lendirdiği Nwnan Kıraç adlı bir zat tarafından yürütülecek. Gazi, "Kuru tanın" üstüne uzmanlık kazanması için onu, Arnerika'ya yollamış. Tannı çevrelerinin düşüncelerine göre, olgun bir insanmış. Gerçi sen de çalışmaya başladığında ken­disiyle işbirliği yapacak; onunla ilgili bilgiler edinip bir kanı­ya da varacaksın ya ... Bunları böylece açıklamaktan güttüğüm amaç şu: Biz eğitmen yetiştirme işinde çiftliklerinden, uzman personelinden ve araçlarından faydalanmak; eğitmenlerin köy­lerdeki görevleri sırasında tanının bir çok yönlerinde yardım-

23

Page 24: ESKİ BİR öGRETMENİN - Turuz · yanık türküsüyle gurbetteymiş gibi ömrünü tükettiği köyüne döner. Yüz yıllardır uyuyan bu gücü ayaklandırmak gerekiyor du. Köye

lannı sürdürmek için T&nm Bakanlığı ile ortak olarak çalış­mak zorundayız. Böyle olunca da onlarla iyi geçineceğiz. A­ma şunu cİa demek istemiyorum ki, ne olursa olsun, onların suyuna göre gidelim ... Yetiştirme işlerinin gerektirdiği yön­den ve doğrultudan hiç uzaklaşmayacağız. Ortak gücümüzü, anlayış ve tatlılık içinde değerlendirmesini bileceğiz. Geçen yıl kimi olaylar, araya soğukluklar getirdi. Bunu dağıtmak için hayli sıkıntı çektik. Ereğimize ulaşmak yolunda, gerekirse za­rarı olmayacak, her tür esirgemezlikten ayrılmayacağız. Sana Afyon 'dan bir müfettiş-vereceğiz, öbürünü de kendin bul. Eğer bir derdin olursa hemen mektup yaz. Haydi güle güle, başarı­lar!

içim içime sığmıyordu. Yepyeni bir işe girişiyordum. Ka­famın içi planlar, programlarla dolup taşıyordu. Aynca İstan­bul 'dan bir müfettişin seçimi işi de vardı. Güvendiğim arka­daşlarımı şöyle gözden geçirdim. İnsan yetiştirme konusun­da sabırlı, bilgili, tuttuğunu koparır, alçakgönüllü, arkadaş canlısı .. diye bildiklerimi her yan ve yönleriyle tarttım, ölç­tüm, biçtim ve daha İstanbul' a varmadan parmağımı, tam ara­dığım yere basmıştım. Bu, toptan güvendiğim insan, müfettiş Cemal Öncel olabilirdi. Karakterinin sağlamlığı, meslek kişi­liğinin artık kıvamına erişmiş olmasıyla çevresinde saygı gö­ren, benim de çok sevip beğendiğim bu arkadaş, bu işte aca­ba bana katılır mıydı? Çünkü köy yerinde, gün ışırken paça­ları sıvayıp gece yanlarına kadar pala sallamak, doğrusu her yiğidin kan olamazdı. Önce bu ağır hizmete yatkın, köyü uyandırma sorununda içtenlikle çaba harcayacak yapıda ol­ma koşulu, başta geliyordu. Gerçi gözüme kestirdiğim bu ar­kadaşım, bilebildiğim kadarıyla, tam okka tartıyordu. Yalnız, henüz kendimizi denemediğimiz bu bilinmeyen ayn ve belki de katlanılmayacak kadar zorluklar getirecek bu yeni meslek alanında görev almaya yanaşacak mıydı? Ama artık bu işte ata­cağım ilk adımım belli olduğu için yan yarıya ferahlık duy­muştum doğrusu ...

24

Page 25: ESKİ BİR öGRETMENİN - Turuz · yanık türküsüyle gurbetteymiş gibi ömrünü tükettiği köyüne döner. Yüz yıllardır uyuyan bu gücü ayaklandırmak gerekiyor du. Köye

Bunun yanında bir başka meraka yakalanmıştım, "Aca­ba bu Mahmudiye nasıl bir yerdi? Bize ayrılacak yapılar, ça­balarımızın özelliklerine uygun düşecek miydi? Hara'daki uzmanlarla, ortaklığımızı istediğimiz ölçüler içinde yürütüle­bilecek miydik? Çoğunluğu veteriner olan bu elemanlar, bi­zim köy öğretmenleriyle bağdaşık bir anlayış olgunluğu gös­tereceklermiydi? Bunların bilgilerini, yetiştiricilik alanında değerlendirmeleri için bir danışmaya yönelmek istenildiğin­de, yüksekten atıp bir afurtafura sapıverirlerse ipin ucunu ka­çırmadan doğru yolu bulabilecek miydik?" gibilerden bir yı­ğın sorunun baskısı altından sıyrılıp kurtulamadığım yetmi­yormuş gibi bu arada çevrem, daha işe girmeden içime bir sü­rü korku salacak şeyler gevelemişti: "Mahmudiye, diken bi­le bitirmeyen yoz topraklarda bir kerpiç yığını imiş. Bataklık­ların beslediği sivrisinekler, kemikli soydanmış. Bunlar, bir ayda hesabımızı görür, arkamıza baktırmadan yolcu edermiş bizi .. Falan, filan .. "

Söylenilenlere kulak asmamıştım. Çünkü böyle boş laf­larıi pabuç bırakmayacak kadar köyü biliyordum. Cemal Ön­cel ile de uzun görüşmelerden sonra tam bir anlaşmaya var­mıştık, keyfim tamamdı. Artık iş, yolculuğa kalmıştı ve topar­landım, doğruldum Mahmudiye'ye ...

"MAHMUDİYE YOLUNDA" (*)

" - Poyrazı kapalı, havası ağır .. Orada toz, duman .. Fer­man okur. Biz bir gece bile zor kaldık.

İşte bir tanıdık dilinden Mahmudiye .. Şu Köy Eğitmen­leri Kursu'nun çalıştığı nahiye.

- Aman birader Mahmudiye mi? .. Sakın cibinliksiz git­me!.. Sivrisinekler gözlerini oyar. Hele kinin mutlaka lazım. Rejim yapmazsan sıtma kulağının arkasına derhal yapışır.

(*)Okul ve Öğretmen Dergisinden 1937 - S. Edip Balkır.

25

Page 26: ESKİ BİR öGRETMENİN - Turuz · yanık türküsüyle gurbetteymiş gibi ömrünü tükettiği köyüne döner. Yüz yıllardır uyuyan bu gücü ayaklandırmak gerekiyor du. Köye

büyük,temiz binalarını gördükten sonra bu otelcik bana pek küçük göründü ve ne yalan söyleyeyim bu büyük isim, ne ka­dar ihtişamlı da olsa küçüklüğünü gizleyemiyor. Ama bir ge­ce yattıktan sonra fikrim değişti. "Palas "lık, onun dış tarafın­da değil; içinde imiş. (Sakın otelin sahibi kandırdı da reklam yapıyorum sanmayın ha! .. Bu satırlar, gördüklerimin fotoğ­rafıdır. Gerçi otelci bu methimi haber alsa bedavadan bir ge­ce misafirliğe çağırır ama ben gitmem.)

Sabahleyin Eskişehir' i, gece gördüğümden daha güzel ve sevimli buldum. Burasını l 924 yılında, Dumlupınar'da ter­tiplenen bir törene katılmak için giderken görmüş, dolaşmış­tım. O zaman miniminicik ve şöyle böyle bir kasaba olan Es­kişehir, şimdi koskoca yeni bir şehir; kaynaşan, hareketli ve ileri bir memleket olmuş.

Cumhuriyet, yurtta nereye ve hangi işe elini dokundurdu da ona güçlü bir hüviyet vermedi? Eskişehir, bu "Talih man­zumesi"nden ayrılacak değildi ya!..

Henüz yeni görüyormuşum hissini verecek kadar deği­şen, büyüyen bu şehrin beni tutan, yakalamak isteyen güzel tarafları içinde gene iğretilikten kurtulamıyorum. Ayaklanın Eskişehir' in yollarını arşınlıyordu ama, kafam, her adımda ve her yerde Mahmudiye'nin yolunu çiziyordu, bizim müstakbel eğitmenlerin hayatını kuruyordu.

O akşam lisenin birkaç değerli öğretmeni ile bir masanın etrafında toplandık. Onlar bana soruyor, ben söylüyordum. Ar­tık sormadan da söylemeye devam ediyordum. Hep köycülük meselesi.

Hepsinin yüzünde o kadar tatlı bir inşirah vardı ki susar­sam günah işleyecekmişim gibi bir tembih, benim konuşma zembereğimi mütemadiyen kuruyordu.

- Eh, öyleyse dediler. Artık bize Mahmudiye 'de iyi bir ka­pı açıldı.

- Elbette .. diye cevap verdim. Bu kapı hepinize, herkese açık..

28

Page 27: ESKİ BİR öGRETMENİN - Turuz · yanık türküsüyle gurbetteymiş gibi ömrünü tükettiği köyüne döner. Yüz yıllardır uyuyan bu gücü ayaklandırmak gerekiyor du. Köye

Çok şükür, nihayet Mahmudiye;ye de geldim. Uzun bir şosenin iki kenarına sıralanmış kerpiçten evleri, hiç yadırga­madan gözlerimle kucaklıyorum. Aralarında beyaz duvak ta­kılmış yeni gelinlere benzeyen öyle şirinleri de var ki insan önlerinde durup uzun uzun seyretmeden geçemiyor. Şöyle et­rafıma bakıyorum, genişlikleri kadar içe feranlık veren hu­dutsuz ufuklarda poyrazı kapayan dağlan arıyorum.

- Tuhaf1 .. diyorum. Acaba burada poyraz ters mi esiyor? Hani, poyrazı kapalı idi ya! ..

Koyun sürüleri, meranın ceylan gibi atlan, söğüt ağaçla­rının altında sessiz sessiz akan deresi ile Mahmudiye beni da­ha ilk bakışta kavradı.

Kurs binasında misafir ziyaretçi arkadaşlardan başka kimse yok. Onlarla neşeli bir gece geçirdikten sonra ziyaret­lere çıkıyoruz. Nahiye Müdürü şehirde imiş. Doğru, muhtar Bay Hakkı'nın yanına gittik. Jandarma yüzbaşılığından mü­tekait ihtiyar, fakat çok dinç bir adam:

- Hoş geldiniz!. Eh .. gene köyümüz şenleniyor desene .. Daha lafını bitirmeden içeriye birisi girdi. -Hacı Bey, bir ölüm ilmühaberi dolacakmış. - Şu tıngır, mıngır için mi? Tam da vaktini buldun .. - Acele imiş .. - Cart curt etme şimdi canım. Bak misafirlerimizle ko-

nuşuyorum. Bize döndü, . - Hep kıvır, zıvır .. Neyse, ne diyordum. Efendim bizim

nahiye dehşettir. İnşallah yakında kaza da olacak ya. Bazıla­rı falan filan deyip işi kanştınyorlarmış.

-Kaç yaşındasın Bay Hakkı? -Nüfus yaşımı mı, yoksa kendi yaşımı mı söyleyeyim? .. - Hangisini istersen .. -Nüfus yaşım 60. Kendi yaşım 30. Gerçekten böyle .. Masanın gözünii çekti, birkaç mühür çıkardı. -Bak, dedi, bütün bu işler hep benim omuzumda.Asker-

29

Page 28: ESKİ BİR öGRETMENİN - Turuz · yanık türküsüyle gurbetteymiş gibi ömrünü tükettiği köyüne döner. Yüz yıllardır uyuyan bu gücü ayaklandırmak gerekiyor du. Köye

likteki kılıcı, daha kınına koymadım. İşin suyunu çıkartacak kadar gücüm var. İhtiyarım ama çürük teneke değilim, köşe­taşı, köşe .. Bir defa çektim mi kılıcı, cart! ... Bütün işler düm­düz .. Dünyaya kabak gelip susak gidenlerin vay haline!! ..

Konuşurken ben de falan filanı, cart curtu, kıvır zıvırı ka­rıştırmaya başlıyorum. Öyle tatlı sirayetleri vardı ki, Bay Hak­kı ile siz de konuşsanız, bunlar sizin de lügatçenize muhak­kak musallat olurlar...

Kıvır zıvır, falan filan, bu dinç ihtiyarın dilinde o kadar hoş ki insan özense taklit edemez. O kadar da hususi ..

Okul başöğretmeni ile konuşuyorum: - Sıtmalı kaç çocuğunuz var? - Hiç! .. - Desenize benim kininlere yazık oldu. - Yüzüme hiçbir şey anlamamış gibi baktı. Meraktan kur-

tarmak için, - Buraya gelirken az kalsın bana bir vagon dolusu kinin

taşıtacaklardı. Köy sıtmalı dedilerdi de .. dedim. Cevap vermeden güldü. Akşam kursa döndüğüm zaman benim çavuşlardan bir

partide gelmiş 25 kişi buldum. Gece onlarla konuşurken ba­na neler sormadılar.

- Toprak kanunu çıkacak mı?. - Bu zirai kombinalar işinin esası üzerinde fikir almak is-

tiyoruz. Memleket ve hayat meselelerini öyle ele alıyorlardı ki

değme adamda bu kadar pratik nüfuz bulunmaz. ***

Mahmudiye'de poyrazı kesen dağı aradım, bulamadım. Sıtmayı aradım, bulamadım. Can sıkıntısını araqım bulama­dım. Yalnız Mahmudiye'nin sıtmalı ağır havalı tarifinde ol­mayan güzel bir şey buldum:

Kalkınmanın burada filiz salan ümidini ve yarını kucak­layan imanını ..

30

Page 29: ESKİ BİR öGRETMENİN - Turuz · yanık türküsüyle gurbetteymiş gibi ömrünü tükettiği köyüne döner. Yüz yıllardır uyuyan bu gücü ayaklandırmak gerekiyor du. Köye

Tarım Bakanlığı'nın Eğitmen Kursuna verdiği büyükçe yapılardan birisi, Nisan ayı içinde Eskişehir, Afyon, Ankara illerinden seçilen adayların bannağı oldu. Durumumuz kesin olarak açıklanmadığı için de toplanan adayları, köklü planla­ra göre, köy hizmetleri bakımından yetiştirmeye dönük çaba­lar harcanamadı. Pek kısa süren bu dönemde, topluca yaşama düzeni için zorunlu gördüğümüz kuralları kavratma, kişilik­lerini pişirme konularında önümüze çıkan fırsatlardana fay­dalanılıyordu. Yalnız bu üç ilden gelmiş olanlar arasında an­layış ve bilgi aynntılan, bizleri pek şaşırtmıştı. Eskişehir köy­lerinden seçilmiş olanlar, Romanya göçmenlerinden oldukla­rı için görgüleri fazla, bilgileri de pek elverişliydi. Ellerinde her zaman birer gazete görürdük. Bu yoldan, yurt ve dünya konularına giriyor; bunları, kafa güçlerinin taşıyabildiği ka­darıyla tartışıyorlardı. Afyonlular bu denli uyanık görünmü­yorlardı ama atılganlıkları, umut veriyordu bize .. Fakat An­karalılar çok durgundular .. Düz bakışları; canfanndan bez­mişçesine kabuklarının içinde donmuş gibi görünmeleri, baş­larındaki yetiştiricilerin nesi var, nesi yoksa hepsini süpürüp götürüyordu. Sırası gelip de Eskişehirliler Hamidiye'ye ak­tarılınca biz bize kaldık. "Mahmudiye kursunun hiç bahtı yok­muş doğrusu .. Her iki yakadaki çabalar eşit ölçülerle yürütül­se bile Hamidiye'nin zaten yetişmiş, şimdiden çatır çatır ga­zete, kitap okuyan adaylarıyla, baş edemeyiz elbet... Kurs so­nunda onların bugünkü haline getirebilirsek bizimkileri, ne mutlu . .. " gibilerden yakınmalar gırla gidiyordu. Ama biz yö­neticiler de susmuyorduk, diyorduk ki, "Yanşa mı çıktık ya­ni .. Bırakın şimdi böyle laflan. Görevimiz, bunları kendi köy­lerinde her bakımdan yol gösterecek bir niteliğe ulaştırmak­tır. Açık ve pişkin Eskişehir köylüleri de kendilerine göre ile­ri ve bilgili kılavuz isteyecekler tabii .. Anlayacağınız, dağına göre kar." Bu düşünce, etkisini göstermiş, ortalığı yatıştır­mıştı. Artık vakit kaybetmeden işe girişilmeliydi. İlkönce, komşu köylerden olan adayları, kavrayış ve okuma-yazma dü-

3 1

Page 30: ESKİ BİR öGRETMENİN - Turuz · yanık türküsüyle gurbetteymiş gibi ömrünü tükettiği köyüne döner. Yüz yıllardır uyuyan bu gücü ayaklandırmak gerekiyor du. Köye

zeyleri birbirine yakın on kümeye böldük. Bunları kolayca ayı­I"dbilmek için hepsine ayn ayn adlar taktık, başlarına da birer öğretmen verdik. Bu küme öğretmenleri, eğitmenler köyleri­ne dağıldıktan sonra bunların 8-1 O köylük bölgelerinde gezi­ci başöğretmen olarak çalışacaklardı. "Grup Şefi" dediğimiz müfettişler de ikiye bölünmüş adaylar topluluğunun öğret;m ve eğitim hizmetlerini yürütmek için görevlendirildi. (*) Yö­netim dışındaki genel sorumluluk, benim sırtımda idi. Ama bu ağır yükü, her zaman ve her işte bana destek olan Grup Şe­fi Cemal Öncel 'in bilgili ve yerinde yardımlarıyla kolayca ta­şıyabiliyordum. Yiyecek, giyecek ve başka yönetim .giderle­ri, Tannı Bakanlığı 'nın bütçesinden sağlanıyordu. Bir gün Kurs Müdürü Numan Kıraç çıkageldi. Kendisi, kuru tarım üs­tüne deneyler yapılan Eskişehir'deki çiftlikle eğitmen adayla­rının uygulamalar yaptıkları Harn,idiye çiftliğini yönetiyordu. işi başından aşkın olduğu için kursa ayıracak öyle geniş za­manı yoktu. Bunu,ortada böylece açıklamış, yalnız istekleri­mizin geciktirilmeden yerine getirilebileceğini, üstüne basa basa, söylemişti. Bu durumu zaten pek uzun sürmedi. Tannı Bakanlığı, vaktiyle öğretim hizmetiyle ilişkisi bulunduğunu göz önünde tutarak, yaşlı bir zatı Kurs Müdürü olarak yolla­mıştı. Numan Kıraç'la pek kısa bir süre için işbirliği yapabil­miştik. Fakat doğrusu bilgisini, tutumunu ve davranışını biz baştakiler pek beğenmiştik. Eğitmen adaylarıyla yaptığı bir ko­nuşma, köyü ve köylümüzü yakından tanımakta olduğunu da gösterdi bize .. "Tarım işlerinde her köyün, uzun yıllar süre­since birikmiş gözlem ve deneylerle bir okul niteliği kazan­mış olduğunu; okumuş tarımcıların bu gözlem ve deneyler­den geniş ölçüde faydalanarak bugünkü ziraati daha sağlam

("') Bundan sonraki kurslann çalışma dönemine rastlayan ve bütün yöne­timin Milli Eğitim Bakanlığı'nca yüklenildiği süre içinde yayımlanan (Köy Eğit­menleri Kanun ve Talimatnamesi - l 938)inde kurs direktörlerinin, eğitim şefle­rinin, grup şeflerinin; öğretmenlerinin, eğitmenlerin ödev ve sorumluluklan,"ay­rı ayn yer almıştır. Sırası gelince bunlar açıklanacaktır.

32

Page 31: ESKİ BİR öGRETMENİN - Turuz · yanık türküsüyle gurbetteymiş gibi ömrünü tükettiği köyüne döner. Yüz yıllardır uyuyan bu gücü ayaklandırmak gerekiyor du. Köye

ve verimli bir yönde işletmek için kılavuzluk yapmak isteye­ceklerini ... " katıksız, temiz bir dille anlattı ve demek istedik­lerini de kavrattı. Bizden önceki kısa süreli deneme kursunun da Tarım Bakanlığı'nca atanmış yöneticisi olarak görev yap­mış bulunan Kıraç'la ilgili olarak ileri sürülen söylentilerin harmanı içinde bütün anılarım yuvarlandı ve anladım ki iki ba­kanlığın ortak çabalarına daha baştan soğukluk getiren dedi­kodular, olayların iyi niyetlerle değerlendirilmesinden doğ­muştur. Bunun yanında uzun süre ister görev bakımından, is­ter arkadaşlık yönünden Haracılarla olan ilişkilerim de aynı kanıları getirmiştir. Başlarında müdür Tevfik Bey olduğu hal­de, kursumuzda ders okutan veterinerlerin hepsi kibar, çele­bi, iyi niyetli ve kendi alanlarında adamakıllı hazırlıklı insan­lardı. Hara Müdürü, Bakanlıkça yollandığı Bulgaristan 'da göz­lem ve incelemeler yapmak üzere epey kalmış. Bana kurslar­da okutulmak üzere hazırlattırılmış bulunan "Komşulanmızı Tanıyalım" (*) adlı kitabım üstüne pek değerli bilgiler ver­mek için kendini hiç naza çekmemiş; gerekli yardımları seve seve yapmıştı. Bu izlenim ve kanılarımı, bizim Genel Müdür Tonguç'a, olduğu gibi yansıtmıştım. Böylece, Tarım Bakan­lığı ile önemli sayılacak ortak yargılarda, yersiz bir anlaşmaz­lığa meydan verilmemiş olur diye düşünmüştüm. Gerçi kur­sun sonraki yaşlı müdürü, kimi yerlerde ve zamanlarda, bi­zim istediğimiz gibi, anlayış gösterememişti ama işlerin ve­rimli doğrultuda gelişmesini engellemesine, arada, yersiz bir soğukluğun doğmasına da fırsat bırakılmamıştı.

Tarım Bakanlığı, tarla ziraati, zootekni, tavukçuluk, kon­servecilik derslerini okutacak, müdürle beraber, beş eleman; tanın işlerini izlemek ve kimi konulan danışmak için de, köy­leri yakından tanıdığı düşünülerek, bir tarım memuru He Sof­ya Üniversitesi'ni bitirmiş bir tarım uzmanı vermişti. Bizim

(*} Hayli emek fıarcadığım bu kitabın basılamamış olduğunu, üzüntü ile belirtirim.

33

Page 32: ESKİ BİR öGRETMENİN - Turuz · yanık türküsüyle gurbetteymiş gibi ömrünü tükettiği köyüne döner. Yüz yıllardır uyuyan bu gücü ayaklandırmak gerekiyor du. Köye

genel bilgi kazandırmak ve ileride köylerinde çalışmalarını iz­lemek için gezici başöğretmen olarak görevlendirilecek kurs öğretmenleri arasında, tanın okullarında yetişip köylerde öğ­retmenlik etmiş iki elemanla kadromuzun tutan 3 müfettiş ve sonradan gelen atölye öğretmenini de katınca, 28 ' i buluyor­du. Kültür öğretmeni diye adlandırdığımız 1 5 görevli, küme sayısına göre fazla görülecektir belki ama bunun karşılığı ve nedenleri vardır. On kümenin temelli on öğretmeni içinde has­ta olanlar, başı çok dara gelip izin isteyenler bulunuyordu. İş­te özürlerinden dolayı izin alanların yerine, boş kalan küme­lerin başına bu yedeklerden birini vererek programı aksatma­dan yürütebiliyorduk. Bundan başka, her ay sonunda yapılan bilgi yoklamalarında kümelerde, arkadaşlarından geri kalmış olanları, teker teker yetiştirmek zorunluğu karşısında da, ge­ne bu yedeklerden faydalanıyorduk. İşte ortaya çıkabilecek bu türden eksik ve gedikleri hemen tamamlamak yolunda Önce­den düşünülmüş böyle bir tedbir, gerçekten yetiştiricilik gö­revimizi en küçük bir çöküntüye uğratmadan yürütmemizi sağladı. Kurulan on küme ile meydana getirilen gruplardan Afyonlu adayların bulunduğu grubun başında, Afyon 'dan gel­miş olan müfettiş Hilmi Duru, öbürünün de başında Cemal Ön­cel bulunuyordu.

Yatma, yeme, çalışma ... için elverişli ve eksiksiz bir çev­re hazırlandıktan, öğretim ve eğitim işlerine de gerekli düzen verildikten sonra köy yerinin yaşantılarında uygarlığın her is­tenebilecek çıkıntılardan yoksun kuru çevresini de, azıcık iç boşaltmalarına, eğlencelere ... Yol açacak şöyle böyle renkli olanakları hazırlayıp biçimine sokmak geldi aklımıza .. Arka­daşlarla verdik kafa kafaya. Bunun çözümünü, içinde her tel­den çalınabilecek rahat bir yapının sağlanmasında buluyorduk. Bu da, hemen eğitmen adaylarının kaldığı yere yakın ve yo­lwnuzun üstünde, gelip geçerken gözlerimizin içine bakıp du­ruyordu. Hara Müdürüyle ahbaplığımız hayli ilerlemiş, arada epeyce de bir içtenlik doğmuştu. Durumumuzu açıkladım.

34

Page 33: ESKİ BİR öGRETMENİN - Turuz · yanık türküsüyle gurbetteymiş gibi ömrünü tükettiği köyüne döner. Yüz yıllardır uyuyan bu gücü ayaklandırmak gerekiyor du. Köye

Çabalarımıza yeni güçler katacak nedenlerin arasında, bir lo­kale ne denli susamış olduğumuzu belirttim. Müdür, anlayış gösterdi, "Verdim gitti size .. "yi yapıştırıverdi ve ekledi: "Ora­sını donatmak için de yardıma hazırım. İsteyin, isteyecekleri­nizi . . . " Hemen arkasından da milletin tümü, kendimize göre bir çeki düzen vermek için oraya koşuştu. Göz açıp kapaya­cak kısa bir süre içinde temizliği yapıldı; araç ve gereçlerimiz yerli yerine konuldu. Kağıt, tavla, dama, satranç alındı. Ga­zoz, çay, kahve her zaman hazırdı. Hafta sonlarındaki tatili de, hep birlikte kafaları çekme günü olarak ayırdık kendimize. Al­tı aylık bir serdengeçti çabanın çalkantıları içinde hiçbirimi­zin keyfi gölgelenmedi. Çünkü sayısı "Birkaç"ın üstüne çık­mayan, ama gene de "Çelebi "liği bozmayan zilzurnalık olay­ları, ne kişiliklerin soydanlıklarını kaykılttı; ne de öğretici ve eğitici niteliğine, dar olçüsüyle bile, yozlaştırıcı ve eksiltici bir etki getirdi. Ama bu eğlenceler ve curcunalar, sıkı çabaların yüklediği ağır yorgunlukları dinlendiren şifalı ilaçlar yerine geçti. Bu gözlemimin kazandırdığı tecrübeler, sonra bütün köy işlerinde görev aldığım süreler boyunca hep başvurduğum bir güç tazeleme metodunun temeli oldu. Böyle davranışımın yerindeliği de pek ağır koşullar içinde bunalan arkadaşlarımın zor işler için gerekli güçlerini hep ayakta tuttu . . Bu tutumun paralelinde, bir bakıma, araştırma, inceleme .. sayılabilecek geziler düzenlenmişti. · Emirdağ Fidanlığını, Afyon 'un belli başlı yerlerini bu yolla gezmiş, görmüş, tanımıştık.

( . . . ) Eğitmen yetiştirme eylemlerinin dışında, köylü kız ve ka­

dınlar için çok yararlı sonuçlar verdiğini gördüğümüz bir ça­banın hikayesini buraya koymazsam hak yemişliğin üzüntüsü­nü. taşıyacağım gibi geldi bana. Onun için yerine getirilmesi artık kaçınılmaz bir ödev biçimine giren bu işi ele almalıyım:

Yorgun argın eve döndüğümde karım, şuradan buradan konuşurken köyün gerçekten önemli sayılabilecek bir eksiği­ne bastı parmağını

35

Page 34: ESKİ BİR öGRETMENİN - Turuz · yanık türküsüyle gurbetteymiş gibi ömrünü tükettiği köyüne döner. Yüz yıllardır uyuyan bu gücü ayaklandırmak gerekiyor du. Köye

- Çevremizde olup bitenleri iyice öğrendim. Buranın in­sanları iki yakaya ayrılmış. Bir yanda, geçimleri pek rahat olan Hara' cılar; bir yanda da köylüler. Hoş bunların içinde de iyileri var, ama orta halliler le fukaralar çoğunlukta. Benim asıl gözüme çarpan, aylıklar, para ile düzenlerini kurup işlerini yü­rütme yolunu bulmuşlar. Ama köylü kadınlar, kızlar, evinin, çoluğunun dikiş nakış alanında hiç yok. Bakıyorum, siz sa­bahtan akşama kadar durmadan toz toprak içinde yuvarlanı­yor, yoruluyorsunuz. Bizim payımıza, bu geri ve yoksul yer­de evlere gidip çançan etmek mi düşüyor yalnız? Düşündüm, dedim ki: "Bizim de kendimize göre yapacağımız işler var bu­rada. Niye köyün kızını, kadınını toplayıp onlara biçki dikiş öğretmeyeyim? Zamanında bunun için alınteri döktüm, bir de diploma aldım ya .. Eskiden harcanmış bu emeklerimin ka­zançlarına, bir iş gördürelim bari. Artık buna sıra geldi diye düşünüyorum ben ... Kadınlar, çoluğunun çocuğunun; kızlar kendilerinin, kardeşlerinin dikişlerini, yamasını becersinler.. evlerinde iğne-ipliğe dayanan dertlerin üstesinden gelsinler. Karınca kaderince, ben de katılmalıyım bu işe ...

Ne diyorsun buna? Haydi yardım et de hemen başlaya-lım.

·

İçim, dolu dolu oldu. Handiyse sevincimden ağalayacak­tım. Evimin, çoluk çocuğumun sıkıntılı, zor işlerinde hep ya­nımda kalarak zaman zaman gücünün dışında bana eşlik et­miş karımın bu davranışı, yeni bir şey de öğretiyordu bana . . Demek o, yalnız evinin değil, topluma hizmetin de gönüllüsü idi. Ona güvenim daha da arttı.. Çok, ama çok gururlanmış­tım.

- Ne demek yardım? .. Varımı-yoğumu katanın bu işe. Sen böyle bir şey düşündün, istedin ya .. Yarından tezi yok, he­men paçaları sıvanz .. Sağol!

Ertesi gün koştum muhtarlık yapan Hacı Bey'e. İşi an­lattım. Kavrayışlı ve candan bir adamdı, pek sevindi,

- Ne mutluluk köyümüz için. Kızına, kısrağına herkese

36

Page 35: ESKİ BİR öGRETMENİN - Turuz · yanık türküsüyle gurbetteymiş gibi ömrünü tükettiği köyüne döner. Yüz yıllardır uyuyan bu gücü ayaklandırmak gerekiyor du. Köye

yayarım ben şimdi bunu. Hatta onlara derim ki, "Nimet, aya­ğınıza gelmiş. Bu işe, benim bile içim domaldı. Eğer iğneme iplik takarsanız bem de katılının size .. " Benim hanım işitme­sin şu gevezeliğimi, bayılır ...

Bu kurs için, okulun büyük ve ışıklı bir dersliğini de sağ­ladık. Haberi yayar yaymaz burasının dolup boşalacağını san­mıştık. Birkaç gün bekledik, ama hiç de böyle olmadı. Orta­lıkta kimse görünmüyor, çıt çıkmıyordu. Ben gene Hacı Be­y' e saldırdım:

- Yahu, kurcala şu işi bakalım. Bunun, kökünde herhal­de bir nedeni olacak. Araştır, zorla da milleti uyaklandıralım, başlayalım işimize.

- Sen tasalanma hele .. Vallaha altını üstüne getiririm dün­yanın. Elimden kurtulabilirler mi hiç?

Aradan bir gün geçmişti ki Hacı Bey, bir yel gibi girdi benim kurs yapısındaki odama. Pek sevinçliydi.

- Bey! dedi. Anlaşıldı meselenin püf yeri. Bunlar biçki­dikiş kursunun paralı olduğunu sanmışlar. Hem de içlerinde araç-gereç giderlerini ödeyemeyecek kadar fakir olanlar, �'Bi­zim nemize gerek.. Üste başa; oyaya boyaya harcayacak para nerede? Bizden hayır yok" diye sızlandılar. Ama bana Hacı Bey demişler. Jandarma Kumandanlığı yapmışım ben. Bıra­kır mıyım işin peşimi. "Yahu, bileklerinize bedava bir altın bi­lezik takmak istemiyoruz" yollu azarları veriştirdim, yumu­şatıp söz alıncaya kadar da hepsinin teker teker dikildim kar­şılarında .. Çok fukara olanlarına, bir şeyler uydurursun değil mi artık?

Kısa bir bekleme süresinden sonra yazılmak için birkaç kız başvurdu ve arkasından da sayı hemen 35 i buldu. Yeni­den gelecek başka kimsenin olmadığı anlaşılınca eşim bun­lardan küçük bir grubu Eskişehir'e götürdü. Eşe!, mezür, in­ce kağıt, metot defteri .. gibi araçlarla çeşitli işlerde kullanıla­cak bezler, toptan alındı. Bu arada fukara kızlara da kurstaki

37

Page 36: ESKİ BİR öGRETMENİN - Turuz · yanık türküsüyle gurbetteymiş gibi ömrünü tükettiği köyüne döner. Yüz yıllardır uyuyan bu gücü ayaklandırmak gerekiyor du. Köye

çalışmaları için gerekli bütün avadanlıklar sağlandı. "Biçki­dikiş kursu, gösterdiği dersler için hem para almıyor, hem de fukaranın her şeyini bedava veriyor" sözü, hemen çevreye ya­yıldı. Bu davranış, köyü her bakımdan bizlere bağladı.

Metot, biçki-dikiş, nakış dersleri, tatil günleri dışında öğ­leden sonralan saat l 4-l 8 arasında hiç aksamadan dört ay sür­müştür. Yalnız, işin daha başında bir başka zorlukla karışla­şılmıştı. 7 kişi, kurs programlarını izleyebilmek için okuma­yazma bilmiyorlarmış. Arkadaşım Grup Şefi Cemal Öncel'in eşi öğretmen Aliye Öncel de işin bu yanını ele almış, pek yo­ğun çabalar harcayarak kısa bir süre içinde bu yedi kız ve ka­dını, biçki dikiş kursundan faydalanabilecek bir hazırlık dü­zeyine getirmiştir.

Bu kurs, işlerini bizim Eğitmen Kursu çalışmalarından önce bitirdi. En az başarı ölçüsü, herkesin kendisine yine ken­disinin biçerek diktiği bir elbise olmuştur. Öğrencilerin yap­tıkları çeşitli işler, (Yastıklar, masa örtüleri, çay takımları, ka­neve ve hesap işleri, tül perde örgüleri, kabartma iş, çeşitli na­kışlar .. ) Cemal Öncel ile ortak olarak oturduğumuz evimizde sergilendi. Halk kendi köylülerinin ellerinden çıkan güzel iş­leri gördü, kıvandı. Aynca bir inceleme yapmak üzere gelmiş olan Bakanlık Siyasi Müsteşarı Nafi Atuf Kansu ile Umum Müdür Hakkı Tonguç, Eskişehir Maarifçileri ilgilendiler ve hepsi de köy yerinde şimdiye kadar örneği görülmemiş biçim, güzellik ve zenginlikte böyle bir işe girişilip yararlı sonuçlar almayı, gerçek -bir haşan saydılar ve halkın, aydının, yöneti­cinin katıldığı bu yargı, burada çalışanların emeklerini karşı­layan bir ödül yerine geçti.

Mahmudiye kursunda yetiştirilmekte olan eğitmen aday­larının gündelik yaşantıları içinde ortaya çıkıp gözüme çarpan özellikleri not etmiş, bunları Okul ve Öğretmen Dergisi'nin l 937 tarihli 1 5 . sayısında yayımlamıştım. Birkaç parçasını aşağıya alıyorum:

38

Page 37: ESKİ BİR öGRETMENİN - Turuz · yanık türküsüyle gurbetteymiş gibi ömrünü tükettiği köyüne döner. Yüz yıllardır uyuyan bu gücü ayaklandırmak gerekiyor du. Köye

"KURSUM UZUN KÖŞESİNDE BUCAGINDA"

( ... ) Arkadaşlarının sakal tıraşını yapan Halil Arslan'a seslendim:

- Nasıl işler, Arslan? - Sağ ol şefim! Elimden geldiği kadar yapıyorum. Hepsine birden döndüm, - Doğrusu Halil, usta berber değil mi? dedim. Afyonlu Cafer atıldı : � Evet usta berber doğrusu ... Amma altındaki bıçağa da­

yanabilirsen! .. ***

Bahçede bayrak direğini boyatıyordum. Başımın üstün­de bir kahkaha patladı. Baktım, öğretmen Cevdet. İçimden,

- Tuhaf dedim. Bu ağır başlı adama doe oldu? Demeye kalmadı. Öğretmen vaZiyeti p cereden izah et­

mek mecburiyetini duydu. Anlatmaya başla ı: - Gene bizim Gökmen'in hikayesi. Şimdi yazı yazdırıyo­

rum. Baktım, Gökmen bir satın iri, bir satın küçük harflerle yazmış. "Aman, Gökmen, dedim. Dikkat etsene .. Şunları hep bir büyüklükte çıkart!.. dememe kalmadı Gökmen,

"Ne zararı var öğretmenim, büyük harfler küçük harfle­re bakarlar, küçükler büyür" dedi ve ona gülüyorum.

Arkasından ben de boyayı boyayanlar da, kendimizi tu­tamadık. T ıpkı Cevdet gibi biz de güldük.

Karşılıklı latife yaparlarken Hasan diyor ki: - ,Sen benim ekmeğimle adam oldun. Hazır cevap Gök­

men, hemen yetiştiriyor: - Aman arkadaş acele et! Mademki ekmekle adam yapı­

yorsun, bir sürü adam yap da memleketin boş yerlerini doldu­ralım.

*** Bu akşamki eğlencede bizim tuluatçıların buluşlarını, değ-

me piyesçiler söktüremezdi. Hele Sezer'in hünerleri, şaheserdi.

39

Page 38: ESKİ BİR öGRETMENİN - Turuz · yanık türküsüyle gurbetteymiş gibi ömrünü tükettiği köyüne döner. Yüz yıllardır uyuyan bu gücü ayaklandırmak gerekiyor du. Köye

- Baylar, dedi. Burada her şeyi öğreniyoruz. Tavuğu çok yumurtlatmanın usulünü de anladık. Size şimdi bir marifet göstereceğim. Bakın!

(Hemen oradan eline geçirdiği fötr bir şapkayı masanın üzerine koydu. Büyükçe bir mendili de elinde şöyle bir, iki de­fa salladı.)

- Görüyorsunuz ya mendil.. (Şapkayı havaya kaldırdı.) - Bakın, bunun da hilesi hud' ası yok, şuradan alıverdim. Hoop! .. Bir, iki, üç ... Şapkanın içine boş mendilden arka

arkaya yumurtalar düşürüyordu. Ben alay ettim, - Sezer! Dedim. Artık bize karada ölüm yok. Bundan

sonra kursa yumurta lazım oldu mu hemen sen fabrikayı ça­lıştırırsın.

Sezer, - Şefim! dedi. Bunu, şimdi söyleyeceğim bir söze misal

olsun diye yaptım. Biz köylere gidince mendilden yumurta çı­kartmak kadar zor işleri başaracağız ...

Müthiş bir alkış tufanı . . . Ama bu, bir nezaket ve gösteriş işareti olmaktan çok uzak bir iç ve inanış fırtınasının gürültü­sü idi."

Öğretmen Emin Taşkent' in kimi kurs arkadaşları için yaptığı manzum taşlama ile seslendirilmesini bir türlü başa­ramadığımız, "Eğitmenler Marşı"nı buraya koyarak artık Mahmudiye kursunun anlatma işini bitiriyorum.

( ... )

Kastamonu Gölköy Eğitmen Kursu'ndaki Müdürlüğüm

İlk yolculuk

Kursların artık çoğaltılması gerekiyordu. Küçük köyler için "Eğitmen"in, her bakımdan iyi bir kılavuz olacağı açık-

40

Page 39: ESKİ BİR öGRETMENİN - Turuz · yanık türküsüyle gurbetteymiş gibi ömrünü tükettiği köyüne döner. Yüz yıllardır uyuyan bu gücü ayaklandırmak gerekiyor du. Köye

ça anlaşılmıştı. Okulda, tarlada, bahçede, sokakta, evde, köy­de . . . Onun gücü, aralarında yaşadığı pek geri aklmış küçük top­luma nereye yöneleceğini; nasıl davranacağını gösteriyor, öğ­retiyordu. Bu gerçeğin kuşku sinmiş bir yönü kalmamıştı. lş­e daha önce girişilmemiş olmasından doğmuş "Kayıp"lann hızlandırdığı çabalar, devlerle yanşa çıkmış gibiydi� Sanki "Açık"ların kapatılması savaşı başlamıştı. Böyle olduğu için de Ankara' ya çağrı telini aldığım zaman hiç şaşırmamıştım. Apar-topar bir yolculuktan sonra Tonguç'un karşısına dikil­dim. Çok keyifliydi. Başanlann sonuçlarını daha önceden gö­ren bir insanın ferahlığı içindeydi.

- Bugün Çankırı 'ya gideceğiz. Hemen hazırlan! dedi. Za­ten vanm yoğum, bir yolcu çantasıydı. Onu kaptığım gibi her şey için ve her yerde hazır ve nazırdım. Kaşla göz arasında üç kişi bir otomobile yerleştik. Aramızda Tanın Bakanlığı'nın Köycülük Şubesi Müdürü eski öğretmenlerden Raşit Sara­çoğlu da vardı. Ağırbaşlı, bilgili, yurtsever ve her bakımdan olgun bir insandı. Arabanın içindeki küçücük çevremiz bir­den büyüyüvermişti. Tonguç konuşmaya başlamıştı çünkü .. O, kafasında kurduğu "Köyü canlandırma" dünyasının dışına çıkamazdı. Yıllarca sonra bile, bu davranışın küçücük bir de­ğişikliğe uğradığını görmedim. Hep köydedir. Hep köylü ile­dir. Tohum güzelleştirilir; hayvanların soylan geliştiriİir. Bah­çeler, bağlar kurulur. Bataklık olmaktan kurtulmuş yolların ke­narlarındaki badanalı, ışıklı evlerdeki küçük çocukların yüz­lerinden kan damlar. Köy, artık insan ve hayvan sağlık memur­larına, bir tarımcıya, bir kooperatifçiye kavuşmuştur. Güzel bir okul yapısı, yalnız çocukların değil, köylünün de toplantı ye­ridir. Tarımda verimi arttıran metodlann nasıl uygulandığı filmlerle burada gösterilir. Toplumu her yönden eğitici oyun­lar, burada oynanır ve bolluk içindeki bu cennet parçalarının barındırdığı insanlar, yarınına güvenle bakan mutlu bir ulu­sun temelidir. On y!l, köy işlerinin her köşesinde dolu dizgin esen kasırgalar içinde beraber kaldık. Adım başında, ölüm is-

4 1

Page 40: ESKİ BİR öGRETMENİN - Turuz · yanık türküsüyle gurbetteymiş gibi ömrünü tükettiği köyüne döner. Yüz yıllardır uyuyan bu gücü ayaklandırmak gerekiyor du. Köye

teyen cehennemlerin köprülerinden geçerken birlikte acılar, yaralar aldığımız oldu. Ağzından, evinin, ocağının düzenini ilgilendiren tek bir söz çıkmanuştır. Geçimi, kişisel tasalan üs­tüne şöyle veya böyle laf ettiğini hiç bilmem. Yani Tonguç, yurda adanmış bir köycü, benzersiz bir eğitimci olarak kal­mıştır hep .. Sorunların işlenmesinde öylesine düşündürücü ve yeni şeyler öğretici gerçekler kotanrdı ki konuşmalarında, bir yerden öbür yana kurduğu köprülerden geçirirken, bir iklim değişse bile, yenisine alışkanlığı, tereyağından kıl çeker gibi hemen kıvamlaştınverirdi. İlgiyi ayakta tutan derinliği için­de, insan hiç yorulmaz, usanmazdı.

Bozkır'da arabamız hızla ilerliyor. Sürekli konuşmaları­nın kurup ördüğü köylerimizin bugününü geleceğine bağla­yan ışıklı tünellerden, asma köprülerden geçip durmaktayız ha­bire . . . Bir yerinde bana döndü, dedi ki:

( ... ) - Geçen seneki eğitmenlerden birini görmek ister mi­sin?

- Aman dedim. Muhakkak görelim. Otomobil ilerde görünen bir köyün kara yoluna saptı.

Çeşme başında durduğumuz zaman yanımızda güler yüzlü, to­parlak bir adam peyda oldu. Bu köyün muhtarı imiş. Umum müdür, onu tanıyordu. Hoş beşten sonra ona takıldı,

- Eğitmeninizi almaya geldik. Ondan pek memnun değil-mişsiniz de ..

Muhtar zeki bir gülüşle, - Biz bir tanesine daha talibiz, diye cevap verdi, Hem yürüyorduk, hem konuşuyorduk: - Bey, biz yedi ay hep onun yolunu gözledik. Çocuklar,

bizim Hasan (Bu, eğitmenin adı) daha kursa yeni gittiği za­man boyunlarına bezden kitap torbalarını takmışlardı. Allah millete, devlete zeval vermesin. Y ıolumuz yapılıyor; delikan­lılanmız göz açıp kapamadan askerliklerini bitiriyorlar .. Bi­zim köyde mektebi rüyamızda görsek inanmazdık. Hükümet bunun da kolayını buldu. Gördün mü işi?

42

Page 41: ESKİ BİR öGRETMENİN - Turuz · yanık türküsüyle gurbetteymiş gibi ömrünü tükettiği köyüne döner. Yüz yıllardır uyuyan bu gücü ayaklandırmak gerekiyor du. Köye

Salaş bir merdivenden çıktık.Loşça ve küçük bir oda. Fa­kat görünüşte köyün en güzel yeri. Çocuklar, "Hoş geldiniz! " diye bağrıştılar.

"Nasılsınız" sualimize öyle sert ve tok bir "Sağolun"la cevap verdiler ki insan, talim ve terbiyesi tamamlanmış küçük bir kıtanın önünde bulunduğu hissini alıyor.

Hasan Yılmaz beni görünce kızardı. Baktım, elceğizi ile çocuklara sıra yapmış, köşede küçük bir masa, üstünde Üzer­leri kağıtlarla kaplanmış okulun resmi defterleri istif edilmiş. Çocukların karşısında Atatürk'ün büyük bir resmi, duvarlar­da çocukların o zamana kadar öğrendiği kelimeler, cümleler iyi bir yazı ile yazılmış, asılmiş.

Hasan'ın yanına sokuldum: - İyi misin Hasan! dedim. İşlerin nasıl? Onun yüksek sesle verdiği cevap, bizi etrafında halkalan­

dırmıştı. - 36 çocuğum var. 34'ü okuyup yazıyor. 2'si battal çıktı,

ama ne yapıp yapıp onları da yetiştireceğim. Kısa bir yoklama yaptık. Hasan doğru konuşuyordu. Ço­

cuklar dört ay içinde okuyup yazmışlardı. Daha güzeli, kirli paslı görmeye alıştığımız köy çocukları, tertemiz, mis gibi ko­kan yeni bir öğrenci nesli olmuş.

Köyde, şöyle bir dolaştık. Sokaklar temizlenmiş. Bozkır­da, boz rengine alıştığımız kerpiçlerin yüzleri ağarmaya baş-' lamış, çeşmenin harçsız taşla yapılmış kanalı, köye temizlik ve güzellik fikrinin yanaştığına şahadet ediyor. Muhtar,

- inşallah, diyor. Önümüzdeki seneye çocuklar asma oda­dan kurtulacaklar .. Paçaları sıvayıp köyce şu yeni mektebimi­zi bir bitirebilsek! ..

Ayrılırken bu kervan geçmez köyden Onuncuyıl Mar­şı 'nın bize kadar gelen billur dalgası içimizi kabartmıştı. He­pimiz dalmıştık. Ve muhakkak hepimiz de gönüllerimizi, ya­rın bu köyün büyükleri olacak küçüklerin kuracakları yeni ha­yatın diri akışına kaptırmıştık.

43

Page 42: ESKİ BİR öGRETMENİN - Turuz · yanık türküsüyle gurbetteymiş gibi ömrünü tükettiği köyüne döner. Yüz yıllardır uyuyan bu gücü ayaklandırmak gerekiyor du. Köye

Umum Müdür diyordu ki: - Bu civardaki 7 köyün Gezici Başöğretmeni senin Va­

hit, geçenlerde vekalete gelmişti. Üstünün başının tozuyla hiç­bir yere uğramadan, dinlenmeden işini görmek istediği anla­şılıyordu. Bana, "Ben bölgemdeki köyleri bir araya toplaya­cağım. İzin verir misiniz" diye müracaat etti. Ben de, "Sakın güreşle at koşularını unutma! " dedim, selametledim. Aradan biraz zaman geçti. Köyleri dolaşırken hemen bütün köylüler, toplantının tadı damaklarında kalmış olacak ki, "Aman şu eğ­lenceleri sıklaştırın" dediler. Bozkırın sessiz havasına hareket veren güzel bir şey değil mi bu? Zaten iki seneden beri bu An­kara ovası değişti. Karşıdan görünen şirin okul binaları, istik­bale çevrilmiş kaleler gibi. Yolda davarını güden bir çocuğu çağırıyorsunuz. Yaylanmış gibi karşınıza dikiliyor, sert bir se­lamla adını, köyünü söylüyor. Onun, "Atatürk bütün çoluğun çocuğun ulu 'su" deyişinde öyle bir kuvvet, öyle bir inanış var ki insan yakın istikbalin, bunların sırtında ne büyük hızla yü­rüyeceğini tasarlarken hazzından ağlamaklı oluyor. ( ... )"(*)

Çankırı' ya gece girdik. Yeni yapılan okul binasında top­lanan öğretmenlerle geç vakitlere kadar konuşan Tonguç, hı­zını bir türlü alamıyordu. Oradakiler de yeni şeyler kazanma­ya susamış davranışlarıyla konuşulanların kazanını boyuna ateşliyorlardı. Dağılırken,

- Yarın sabah, saat dörtte yola çıkacağız, dedi. Tonguç, elinden gelseydi günlük yaşantılar arasından

"Uyku"yu kaldırırdı. Daha sonralan birlikte yurdun birçok yerlerinde uzun inceleme gezilerine çıktığımız zaman kendi­sinin bu özel yanını da görmüştüm. Hiç hatırlamıyorum, şöy­le l l - 1 2 sularında yatalım da sabahlan 7'de filan kalkalım. tık yola çıkış saatleri, 4 ile 6 arasında değişirdi. Geceleri de en er­ken yattığımız saat, 1 ya da daha sonralan idi. Bu geziler sıra­sınclı kendine güvenen, yüksekten atan ne kadar yöneticiyi, de-

(*) Yeni Hızla Köye Doğru, S. Edip Balkır. Ülkü Basımevi. 1 939

44

Page 43: ESKİ BİR öGRETMENİN - Turuz · yanık türküsüyle gurbetteymiş gibi ömrünü tükettiği köyüne döner. Yüz yıllardır uyuyan bu gücü ayaklandırmak gerekiyor du. Köye

diğimiz saatte yola çıkarak yatağında bıraktik. Geceleri, öğret­menlerle, aydınlarla, köylülerle konuşmaya doyamazdı; onla­ra anlatacağı şeyleri bitiremezdi. "Bir şeyler öğretmek, kafa­ya bir tutam ışık salmak; içi biraz ateşlemek . . . " için hep çırpı­nırdı. Bütün yaşadığı sürece de hep çırpınmıştır böyle . . . Gece­den, ertesi gün için geziye başlanılacak saati haber verirdi:

- Yarın, beş buçukta hareket. "Aman efendim, 5.30'da yola çıkmak da iş miymiş? Em­

redilsinmiş, 3 'te bile çıkmak için hazır olunurmuş, falan, filan . . . " Her şeyimiz biter, Jipimizde yerimizi alırdık. Her defa­

sında o, - Edip dakikasını bile kolla, haksızlık olmasın! diye be­

ni uyarırdı. Saat elimde, bir yandan çevremizi gözetler, bizim belirttiğimiz vakitten bile erken davranacağını söyleyen kişi­leri arar, gelmelerini beklerdik.

- Zil çalıyor, Hakkı Bey! tam vakittir. - Desene iki .kişi daha gürledi. Şoföre, haydi oğlum çek!

Uyusunlar da büyüsünler .. (Atardı kahkahayı.. Sonra birden toparlanır.) Bu ülkede "Yok"u yapacak; "Eksik"i tamamla­yacak insanların emek harcaması için gözlerinin hep açık kal­ması gerekirken onlar hep uyuyorlar. Ama Edip, yılmak yok, uyandıracağız onları. Ne yapıp yapıp uyandırmalı.

Ne kadar ters, ne kadar cıvık tutumla karşılaşırsa karşı­laşsın onun umudu, hep yaylı; gücü, ayakta ve her şeyi pırıl pırıldı. Bir gün de yalınkat olup büküldüğünü görmedim. Ne dev adamdı o .. Hep sonradan öğrendim bunları . . .

Arabamız, "Dumanlı başı bulutlan delen" Ilgaz'a sardı. Bir ağaç denizinin içe dolan ferahlığı, insanı serhoş eden çam kokularının dalgaları ortasında serin suları içe içe Kastamo­nu 'yu bulduk.

Ön araştırma ve karar

Ayağımızın tozu ile valinin yanında aldık soluğu. Avni

45

Page 44: ESKİ BİR öGRETMENİN - Turuz · yanık türküsüyle gurbetteymiş gibi ömrünü tükettiği köyüne döner. Yüz yıllardır uyuyan bu gücü ayaklandırmak gerekiyor du. Köye

Doğan Bey, uyanık, bilgili, lep demeden leblebiyi anlayan, piş­kin, yurtsever ve sapına kadar mert bir yöneticiydi. Umum mü­dür, Kastamonu'ya gelişin amacını açıkladı. Eldeki projelere göre Tanın bakanlığı 'nca 700 kişinin barınabileceği ileri sü­rülen Gölköy'deki eski Ziraat Mektebi ile Şeyh Ziya

' Efen­

di'nin köşkü için bir inceleme izni rica etti. Hemen ilin tanın müdürünü çağırttı. Gerekli açıklamalardan sonra görmek is­tediğimiz yapılara götürmesi için önümüze düşmesini buyruk­ladı. Doğruca kendi haline bırakılmış okul yapısına gittik. Bir de ne görelim? Burası, şöyle yalancıktan dolaşmak için bile içine girilecek bir yer olmaktan çıkmıştı artık. Ana duvarda yukarıdan aşağı uzanan kalın bir yarık, yanına yaklaşma ce­sareti bile bırakmıyordu insanda . . B iraz sonra Fidanlık'ta ça­lışan Alman teknisyen geldi yanımıza. Tonguç ondan çevre­nin fidancılığı ile ilgili bilgiler aldı. (Bağlarımın yirmi yılı aşan süresi içinde onu, yalnız bir defa Almanca konuşurken gör­müştüm. Fakat sonraları bir Almanca kitaptaki sayfaları şöy­le süzerek sanki önceden yazılmış bir metni okur gibi rahat ve pek düzgün çeviriler yaptığını öğrenmiştim.) Buradan umu­du kesince büyük bir bahçe içinde uzaktan saray gibi görünen Şeyh Ziya Efendi' nin yapısına yollandık. Burası da Tanın Ba­kaniığı 'nın malı imiş. Şöyle sağı solu kolaçan ettik. Bakım­sız ve güdükleşmiş büyük bahçenin bir kıyısında sipsivri bir yapı, bunun yanında, artık hayvan barındıracak hali bile kal­mamış ahırlar .. Gösterişli evin ortasında baca gibi yükselen ambar, kapısında da av tüfeği kadar heybetli bir anahtar. İşte eldeki projelerin kağıt üstünde, okul, ahırlar, odalar salonlar . . diye gösterdiği geniş yerler, 700 kişinin barındırılması için fe­rah ferah yeterli görülen, ama aslında bu sayının yedide biri­nin bile sığdırılamayacağını bar bar bağıran bir "gerçek"le kar­şılaşılmıştı. Yani bu ilk gezmemizin, tozmamızın toplamı şu idi: Burada öyle 250 kişilik bir eğitmen kursu açılamazdı. " Su yoktu, yol yoktu, yatacak yer yoktu." Hadi, yıldırım hızı ile yataktı, kap kacaktı, ocaktı, akar suydu . . . Daha buna benzer

46

Page 45: ESKİ BİR öGRETMENİN - Turuz · yanık türküsüyle gurbetteymiş gibi ömrünü tükettiği köyüne döner. Yüz yıllardır uyuyan bu gücü ayaklandırmak gerekiyor du. Köye

şeyleri sağladık, ama yatacak yeri? İşte öyle çıkılmaz bir yo­kuş ki ne yapsan para etmez. İşin yoksa, bu çaresizlik içinde boğulmamak için debelen dur.

- Yahu Edip, niye öyle somurtup karardın? Ya sen, "Hay­di 250 kişilik yer hazırı git kursu aç ! " diye yalnız başına yol­lansaydın buraya . . . Şimdi hep birlikte gördük işin sökmezli­ğini. İyi ki hep beraber geldik. .. Yola çıkmadan önce Arıkan, vaktiyle başından geçen bir olayı anlattı, dinle, bak: tık kur­may çıktığı zaman tayin edildiği ordunun komutanı, kendisi­ne harekat planlarını hazırlama görevini vermiş. Okuldan en iyi derece ile ve parlak bir kurmay olarak diploma aldığı için ordunun kendisine büyük bir· inanı ve güveni varmış. İlk işi­nin başarılı olacağını düşündüğü sonucu için, geceyi gündü­ze katmış; nesi var, nesi yoksa hepsini ortaya koymuş ve dü­zenlenen planlar da Milli Savunma Bakanlığı 'na postalanmış. Ama gel gör ki kesin bir "Takdir" in ha geliyor, ha gelecek di­ye beklendiği o umutlu günlerde bütün orduyu şaşırtan bir tel; "Planlar uygun bulunmamıştır. Gerekli bilgiler postada . . . " Ankan, beyninden vurulmuşa dönmüş. Demek bu kadar ça­bası, yorgunluğu boşa gitmişti. Asıl açıklama gelince, iş an­laşılmış. Kurmay haritalarına göre hazırlanan planlarda, sor.­radarı yapılan fakat henüz haritada gösterilip işlenmemiş bir "Tahta köprü" yüzünden bütün düşünce düzeni bozulmuş. Artık durur mu ya kalkmış, gitmiş o tahta köprüyü, yerinde görmüş ve kusurunu da anlamış.

Tanın Bakanlığı 'ndan gelen bu projelere göre 250 kişilik bir eğitmen kursu için burası, biçilmiş kaftan. Ama Ankan de­di ki; (Başımdan geçen bu olay, kulağıma küpe oldu da gözle­rimle görüp aklımın yatmadığı şeylere hiç yanaşmam. Sen şim­di Tarım Bakanlığı'nın bu işlerle ilgili müdürü ile kursun ba­şına getireceğin arkadaşı al, yeri git gör, ondan sonra karar ver. İş, İspanya'da şato kurmaya benzemesin). Bakan'ın hakkı var­mış. Kağıt üstündeki çizgilerin getirdikleri şu karşınuzdaki gerçeklere hiç uymuyor. Bunu da zamanında görüp öğrenmek

47

Page 46: ESKİ BİR öGRETMENİN - Turuz · yanık türküsüyle gurbetteymiş gibi ömrünü tükettiği köyüne döner. Yüz yıllardır uyuyan bu gücü ayaklandırmak gerekiyor du. Köye

kar. Artık tutumumuzu bu olanaklara göre düzenleriz. Söz ge­lişi, burada 250 eğitmen adayı toplayalım diyorduk, indiririz şimdi bunu l OO'e. 1 50'yi de Yozgat'a yollarız, olur biter . . .

Bende şafak atmıştı. Bu terslik, işleri geriletecekti. Çok üzüldüm. Dedim ki,

- Gerçi başka yolu yok gibi görünüyor, ama bunun çö­züntüsü pek fena olacak. Baştan, burası için (250) denildi. Ar­kadan, "Tasarlanan yerler elverişli değilmiş, bu kadar kimse­nin banndınlamayacağı, yapılan incelemeler sonunda anlaşıl­dı" diye girişilecek bir savunmayı kolayca eskitebilirler. Pe­kala diyebilirler ki, "Camm efendim, karardan önce yerin el­verişli olup olmadığı araştırılsaydı. Böyle konularda işleri sağ­lama oturtmalıydı." Bence, bu rakamdan dönmeyelim.

- İyi hadi dönmeyelim, ama başka ne ederiz. Bunun tek çıkar yolu, "Çadır"dır. Nasıl, var mısın?

- Niye olmasın? Bu baş edilemeyecek bir zorluğu yenen güçlü bir çare sayılacaktır. Hatta hatta, hazır bir bina proble­minden de üstün tutanın bunu . . .

- Öyle ise tamam, oldu. Bizim Bakan, Kızılay İkinci Baş­kanıdır. 200 kişiyi barındıracak çadır bulur bize, hiç tasalan-ma.

_ Sanki her şey olup bitmişti. 250 kişi, yerli yerine yerleş­miş ve kurs da gürül gürül işlemeye başlamıştı. Halbuki ne­rede? İşi bu kerteye getirmek için önümüzde öylesine aşılmaz gibi görünen engeller vardı ki ! Ama zorlukları, kopara kopa­ra bitirecek; tasarladığınız kurumu her yönü hazır ve bütün bir biçime getirme yolunda, geceleri gündüzlere katacaktık. Ko� numuz, kendisini yaylandıran yeni güçleri, bu şırınga ile ka­zanmıştı. Önemli olan, inanç ve güven içine girmekti.

Akşam üstü, Kastamonu'nun oturulabilecek tek lokanta­sında, üç kişi kafa kafaya verdik. Hem demleniyor, hem de be­nim göğüsleyeceğim çok zor kuruculuk ve işletmecilik göre­vinin iç içe girip kaynamış sert düğümlerini çözmeye çabalı­yorduk. Tonguç, keyifli keyifli konuşuyordu:

48

Page 47: ESKİ BİR öGRETMENİN - Turuz · yanık türküsüyle gurbetteymiş gibi ömrünü tükettiği köyüne döner. Yüz yıllardır uyuyan bu gücü ayaklandırmak gerekiyor du. Köye

- Şimdi artık önümüzde, sınırlan belli bir problemimiz var. Bunun en önemli yanı, yatacak, yiyecek, okutulacak, ça­lıştıracak "Yer " işi. Gider gitmez yapı işlerini düzenleyecek öğretmenlerle çadırları yollayacağım. Bundan sonrası, gerçi gene bir sürü zorlukları var, ama daha kolay sanırım. Yatak, su, kap kacak, ışık . . Hep paraya dayanan sorunlar. Ama bu ya­man vali burada iken, sırtın yere gelmez gibi geliyor baı;ıa. Zor­lukları yoluna koyacaktır her halde . . .

Bu konuşmaların kimi yerde getirdiği karanlığın, kimi yerde de karşımıza çıkardığı iyimserliğin çalkantıları içinde kendimizden geçmiş olacaktık ki, galiba, kalın ve çekingen bir ses araya girdi de uyandık.

- Konuşmalarınızı, elimizde olmadan izledik ve çok da ilginç bulduk. Yandan dinlemektense masanıza misafir olalım dedik. Birimiz, "Doğru Söz" gazetesinin sahibi ve başyazarı Hüsnü Açıksöz; birimiz de tüccardan ve eski öğretmenlerden Muharrem Celal Bayar.

Doğrusu bizim için beklenmedik bir şeydi bu. Sevinerek hemen onları aramıza aldik. Gazeteci dedi ki,

- Eğitmen kursu işini, bütün Kastamonu ve çevresine du­yurmak için yarından tezi yok, yazılar yazacağım. Arkadaşı­mın da piyasayı tanıtmak, rahat ve ucuz alışveriş için çok yar­dımı olacaktır size.

Bu karşılaşmayı, iç içe girmiş çeşitli zorlukları kolayca yassıltacak uğurlu bir başlangıç diye yorumladım kendi ken­dime.

Tüccar, konuşmalarımızda yeni bir uç verdi, - Bizim burası, devletle aksataya pek yanaşmazdı eski­

den beri. Ama Avni Doğan Bey, vali olarak buraya geniş bir güven getirdi. Ehhh, benim de piyasada sözüm geçer. Uma­nın ki araç ve gereçleri kredi ile kolayca sağlarız. Gerekirse kefil olurum, dahası var mı? Geç vakitlere kadar hep yurt, köy işleri üzerinde durduk. Bir aralık Muharrem Celal Bey'in Kas­tamonu Öğretmen Okulu'ndaki öğretmenliğine değinilince

49

Page 48: ESKİ BİR öGRETMENİN - Turuz · yanık türküsüyle gurbetteymiş gibi ömrünü tükettiği köyüne döner. Yüz yıllardır uyuyan bu gücü ayaklandırmak gerekiyor du. Köye

Tonguç'un da bu okuldaki anıları tazelendi, bu yoldan kuru­lan bağ, daha da başka türlü bir yakınlık ve sıcaklık getirdi. Ayrılırken kucaklaştık. Ertesi gün buluşmak üzere sözleştik, dağıldık.

İşlere giriş

Sabah sabah dipdiriydik ücümüz de .. Tonguç, hemen ele alıp sonuçlandırmak zorunluğunu gördüğü işleri not ettirdi ba­na. Çevredeki köyleri görmüş, çarşıları dolaşmıştık. Artık y­ol arkadaşlarımın yapacakları şey kalmamıştı. İçleri rahat, Ankara' ya dönebilirlerdi. Onları, "Ayrılık Çeşmesi"ne kadar uğurladık.

Tek başıma kaldım ortalıkta. Ama yanlış anlaşılmasın, hiçbir zaman "Artık yalnızım" diye bir şey gelmedi aklıma. Biliyordum ki eski öğretmen tüccar Muharrem Celal Bey, (Sonra Kastamonu'dan milletvekili seçildi) en büyük dayana­ğımdı. Bir de onun yanında arslan gibi Hüsnü Açıksöz (Bu da Kastamonu'dan milletvekili olmuştu) yer alınıştı. Bana kara­da ölüm yoktu. Oturdum, ilkönce yapılacak işleri şöyle top­tan gözden geçirdim. Bu ezici, bunaltıcı yığının altında bo­ğulmamak için özümü sağlam tutmak gerekiyordu. Öyle ya, iğneden ipliğe, beşikten kaşığa kadar .. her şey düşünülecek, satın alınacaktı. Sorunumuzun ağırlığını hafifletmek için her şeyden öne bir ayıklama, sonra da şehirde yapılacak olanlar ile kursun çalışacağı yerde düzenine konulacakları ayırma zo­runluluğu vardı:

1 - Yatak ve yastıklar için yüz, pamuk; bunların dolduru-lup diktirilmesi. Kılıflar, örtüler, battaniyeler .. ;

2- Kap-kacak, çatal, kaşık, sürahi .. ; 3- Sandalye, masa .. ; 4- Lüks lambalan, gemici fenerleri .. ; 5- Testere, rende, çekiç, keser, kilit.. gibi avandanlık; 6- Altı at, üç araba, bir fayton satın alındı. Aynca santri-

50

Page 49: ESKİ BİR öGRETMENİN - Turuz · yanık türküsüyle gurbetteymiş gibi ömrünü tükettiği köyüne döner. Yüz yıllardır uyuyan bu gücü ayaklandırmak gerekiyor du. Köye

füjlü bir tulumba, bunu çalıştıracak bir motor tedarik edildi. Kereste, tuğla, kireç satan yerlerle anlaşma yapıldı. Yatak ta­kımlannın hazırlanması için bir ev kiralandı. Kursa gelen eğit­men adaylan ile yöneticilerin ve öğretmenlerin günlük yiye­ceğini yollayacak bir yer sağlandı. Belediyenin ve Bayındır­lık Müdürlüğü' nün, kursta girişilecek türlü yapı işleri için ge­niş ölçüde yardımlan elde edildi.

Ama araç ve gereçlerin satın alınması için Maarif Müdü­rü 'nün de candan ilgisiyle piyasaya fişek gibi daldık. Muhar­rem Celal Bey, pek sağlam bir ölçü koydu: "Satın alınacak şey­ler için (veresiye) lafını etmeyeceğiz. Peşin para ile alacakmı­şız gibi davranacağız. Bütün avadanlıklann kadrosu belli ol­duktan; yerleriyle bağlantıları yapıldıktan sonra işi bana bıra­kın. (Kefili benim) deyip adlan belli olmuş, pazarlığı da edil­miş şeyleri taşımaya başlanz."

Öyle de oldu. Muharrem Celal Bey, esnafı sanki haraca "bağlamıştı. Her yerde "Memleket sevgisi, yurt hizmeti . . " Slo­ganı ile ağızlara mühür vuruyor, bağlandığımız şeyleri, peşin fiyatlanndan bile daha ucuza satın aldığımız oluyordu. Ken­di mağazasından verdiği dokuma eşya için, "Piyasada gerek­li araştırmayı yapın da içinize bir kuşkunun gölgesi düşme­sin, insanlık hali bu . . " diye de bir açık davranıştan hiç aynl­mıyordu.

Böyleyken kurs çalışmalannın adamakallı gelişmiş, ar­tık her şeyin yoluna girmiş bulunduğu bir dönemde Vali Yar­dımcısı, bu efendi ve gözü tok, gerçekten yurtsever bu insan için dedikodu yapmış, demiş ki, "Muharrem Celal Bey, fırsa­tını bulup kursa sattığı şeyleri pahalı pahalı kakıyor." Bunun da söylenemeyecek kadar kötü bir nedeni var. Hazret, bana ha­ber göndermiş, "İşi olmadığı zaman 15.ursun faytonundan fay­dalanalım . . " demiş. Ben "Görev dışı hiçbir nedenle kurumun hiçbir şeyini başkasına yollamam, kullandırmam" diye karşı­lık verdim. Buna mim koyan devletli! bizim aylık bordrolan-­nı, gereği olmadığı halde, ayın sonuna kadar tutar, aklınca

5 1

Page 50: ESKİ BİR öGRETMENİN - Turuz · yanık türküsüyle gurbetteymiş gibi ömrünü tükettiği köyüne döner. Yüz yıllardır uyuyan bu gücü ayaklandırmak gerekiyor du. Köye

yetkisinin gücünü göstermek isterdi. Arada başka bir şey de geçmemişti. Kendisi ile her karşılaşımızda bir surat, bir su­rat! . . İşte bana karardığı bu günlerde ileri-geri konuşmuş. Gü­ya aldığımız iyi cins on yatak çarşafındaMuharrem Celal Bey kursu kazıklamış. (Bunun tutan çarşaf başına 25 kuruştan 250 kuruş! . .) Dolaylı olarak beni de kattığı bu kuşku ve suçlama­yı, kalktım, gittim Vali Avni Doğan Bey'e açıkladım, üzüntü­mü belirttim. Bu arada fayton için yolladığı haberi, benim

. karşılığımı da kattım işe. Bana, - Git rahatına bak. Kervanı yürüteceğiz, ne derlerse de­

sinler, ne yaparlarsa yapsınlar. Bozulmak yok! dedi. Sonradan öğrendiğime göre bütün dokuma tüccarlarını

ve mağaza sahiplerini kendi odasında toplamış, kursa aiınmış olan on iyi yatak çarşafının örneklerini de getirterek bunların kaçar liraya satıldığını hazır olanlara sormuş. Aldığı bilgi, açık ve seçik bir iftirayı olduğu gibi ortaya koymuş. Vali Av­ni Doğan Bey, tuturnunuda her yönüyle olumlu, sözü özüne, uygun, çok başarılı bir yöneticiydi. Bırakır mı işin peşini? Yardımcısına izin verdiğini, ilden uzaklaştırdığını öğrendik. Artık bu zat, eski işine dönememişti de.

Kastamonu'daki misafirliğim, uzayıp gidiyordu. Kursta­ki işlere bir çeki düzen vermek için ara sıra oraya gitmek zo­runluğunda kalıyordum, fakat bir türlü de şehirden kopamı­yordum. Çarşıda ilk kımıltılar başladığı saatlerden, akşam dükkanlar kapanıncaya kadar sütçü beygiri gibi koşuyordum. Geceden hazırlanmış; ya da şurada, burada dolaşırken hemen ayak üstü çiziktirdiğim notlarımın bulunduğu kaç el defteri hurdaya çıkmıştı . Durmak, dinlenmek yoktu. Galiba o gün­lerde ortalıkta en çok görünen, her yere en fazla girip çıkan; sağa sola durmadan selam verip, selam alan yalnız bendim. Çevremin alabildiğine gözüne batan bu durumum, bin bir şa­kanın belini büküyordu. Bunlardan benim en çok hoşuma gi­deni de, "Bu müdür, görevi bittikten sonra da buradan ayrıl­maz. 11 İdare Meclisi üyeliğinde gözü var herhalde" yolunda-

52

Page 51: ESKİ BİR öGRETMENİN - Turuz · yanık türküsüyle gurbetteymiş gibi ömrünü tükettiği köyüne döner. Yüz yıllardır uyuyan bu gücü ayaklandırmak gerekiyor du. Köye

ki takılmalardı. . Her biçimde, her renkte "İş"lerle dolu gün­düzlerin nasıl eriyip akıverdiğini anlayamıyordum, ama o ge­celer yok mu, işte bu inatçı karanlı klan yırtıp bir türlü sabah­lan edemiyordum. Her yanda soluğun bile kesildiği bu küçük Anadolu şehrinde saat on ikiden sonra, eğer insanın içinde yok­sa, yakacak küçük bir ışık da kalmıyor; sokaklar, evler, gök . . her yer zifirleşiyordu. Saat kulesinin belli sürelerdeki tok ses­leri, insanı ara sıra kendine getiriyordu. Fakat sessiz aralıklar­da gerçekten " Yalnız başına kalmış olma korkusu", adamın tepesinde değirmen taşı gibi dönüp duruyordu. Kısacası, zor­luklar üstüne yaptığım saldırıların getirdiği iyi sonuçlar, gün­düzlerin yorgunluğunu pek fark ettirmiyordu, ama yatağıma çekilince aklımın takıldığı yeni işlerin kafamı kalbura döndü­ren burgulan, gecelerimi lime lime etmekte idi. Bu karanlığın perişanlığı 40 gün sürdü. Şehirdeki sürekli çabalarım sonun­da, doğrusu ancak kırk yılın cömertçe vereceği şeyleri vali­nin, Maarif Müdürü'nün, Muharrem Celal Bey' in çok olum­lu yardımları yüzünden elde etmiştim. Öbür yandan Hüsnü Açıksöz, oturup kalktığı her yerde kursu ballandıra ballandı­ra anlattığı gibi gazetesinde de ilk haberin bombasını patlat­mıştı.

( . . . )

Gölköy'deki kuruculuk çabalara

Nisanın başı ve yağmurlu bir gün. Önceden öğrenmiştim, Kastamonu'nun usta ve gözü tok şoförü, " San Hafız"mış. Arabasına mühendis Feridun 'la atladık, ver elini Gölköy. İne­bolu 'ya giden şoşeden bizim yerleşeceğimiz yere sapınca ham yolda çırpındık durduk. Çamurda şoförümüz, dizgin tutmaz tekerlekleri yola getirmek ıçin ustalığını gösterdi de güç be­la, eskimiş bir çitle çevrilmiş bahçemize varabildik. Bata çı­ka dolaşıyoruz. Mühendis işe girmişti bile:

- Kaburgaları meydanda şu ahırları bir çırpıda indirmeli

53

Page 52: ESKİ BİR öGRETMENİN - Turuz · yanık türküsüyle gurbetteymiş gibi ömrünü tükettiği köyüne döner. Yüz yıllardır uyuyan bu gücü ayaklandırmak gerekiyor du. Köye

yere .. Baksana, ayakta duracak halleri kalmamış bunlann ar­tık. Ama keresteleri çok işe yarar. Bir hızar kurdunuz mu ta­mam. Kerpiçinden, kiremidinden de aynca faydalanırsınız. Şimdi siz söyleyin bana. Nerelere, nelerin kurulmasını tasar­lıyorsunuz?

- İlkönce nelerin gerekli olduğunu sıralayalım, diye kar­şılık verdim. Kullanılacak su için depo, mutfak, helalar, el yı­kanacak yerler, hamam.

- Daha? - Şu ortasınıda koca ambann baca gibi yükseldiği evi el-

den geçirip adam edeceğiz. - Sonra? - Şimdi de geldik işin asıl püf yanına. Milleti yatıracak

yer meselesi yani . . . - Kaç kişilik? - 250 - Peki be birader ama, bannacak olanlar, insan. Yumurta

değil ki bunlar, bir sandığa istif edilsin. Nasıl ve neyle yapı­lacak bu zor iş allahaşkına?

- Çadırlarla. Arkadan hemen iki katlı büyük bina kuraca­ğız.

- Valla masal gibi bir şey bu .. En iyisi siz, her istenileni bir çırpıda yapıveren bir dudağı gökte, bir dudağı yerde şu "Arap Karısı "nı bulun da onun göstereceği mucizeye sığının. Başka çıkar yol göremiyorum doğrusu bu işde . . Neyse, gene dönelim konumuza. Yann yıkma raporlannı, şu çizdiğimiz taslaklanrı planlarını, hesaplarını veririm hemen. Aynca 1<.e­ndi adamlarınız gelinceye kadar işçi de bulurum. Benden bu kadar. Size de dayanıklılık, sabır dileyeceğim. işleriniz kolay kolay söktürülüp, yürütüleceğe benzemiyor.

Doğrusu "Zor"un hangi yanı gösterilirse, "olumsuz"lu­ğun neresine dokunulsa kılım bile kıpırdamıyordu. Her şeyin yoluna gireceğine, sonucun mutlaka başanlı olacağına inan­cım kesindi. Hemen gündelikçileri işe yığdım. Öbür yandan

54

Page 53: ESKİ BİR öGRETMENİN - Turuz · yanık türküsüyle gurbetteymiş gibi ömrünü tükettiği köyüne döner. Yüz yıllardır uyuyan bu gücü ayaklandırmak gerekiyor du. Köye

da kendimi etkisinden kurtaramadığım bir düşünceyi işleme­ye başladım. "Acaba seçilen eğitmen adaylarını şimdiden ça­ğırayım mı? Hiç olmazsa birkaç il' inkini . . . Bunları yedirecek, yatıracak yer yoktu. tık bakışta bu "yokluk"a adam çağırmak, delilik sayılabilirdi. Ama yine kendi kendime diyordum ki, "Eğitim, kendi ortamında koşullarını tamamladığı zaman ger­çekleşir. Barınaklarını, yine kendilerinin hazırlaması, bu yön­den ele zor geçer bir fırsattır. İhtiyaçlar karşısında düşündür­mek, zorlukların çarelerini buldurup uygulatmak; başlangıç­ta olmaz gibi görünüp yerinde çabaların olumlu sonuçlar ala­cağı başarılara eriştirmek, (İş içinde eğitim)in ta kendisi ola­caktı. Zaten ihtiyaç ve fırsatları yoktan bile var etmeye uğraş­mak, bu alanda tutacağımız en özlü ve en temelli yoldur. Eğit­men, nüfusları az köylerin çocuklarını okutup yazdırmakla ye­tinen bir insan olarak yetiştirilmeyecekti . Öyle ise bunlar, (iş)in kazanında adamakıllı pişirilmeliydi."

Yürürlüğe yeni konulmuş olan "Köy Eğitimleri Kanun ve Talimatnarnesi"nden eğitmenlerin ödevleri ile ilgili bölü­mü bir daha gözden geçirdim.

( . . . ) Demek oluyor ki geri kalmış köylerimizin zorlu hizmet­

lerini kısa zamanda haşan ile yürütebilecek nitelikte kılavuz­lar isteniliyordu. İşte yetiştireceğimiz elemanlar için neleri nasıl yapacağımız sorunu, "Kanun ve Talimatname"de de açıklanmıştı. Gelecekteki hizmet güçlerinin, düzenleyici ve hızlandırıcı böyle bir iş ortamında pişirilmesi, ele zor geçer bir fırsattı. Hemen kesimdeki "Kastamonu, Çorum, Zongul­dak, Sinop, Bolu" illerinden üçüne, (Çorum, Sinop, Kastamo­nu) telleri çektim, "'gelsinler! " diye.

Ve bundan sonra da zorluklar, çalkantılar, tepkiler başla­mıştı.

Sağdan, soldan millet sökün etti. tık adayımız Ali Özde­mir, 4.3. l 938'de geldi. Arkadan Çorumluların tümü katıldı. ( 14.4. 1 938) Maarif Müdürü Neşet köse bana yolladığı mek-

55

Page 54: ESKİ BİR öGRETMENİN - Turuz · yanık türküsüyle gurbetteymiş gibi ömrünü tükettiği köyüne döner. Yüz yıllardır uyuyan bu gücü ayaklandırmak gerekiyor du. Köye

tupta, "Öğretmen yollanamayacak kadar nüfusları az köyle­ri, Milli Eğitim Bakanlığı'nın direktiflerine uygun olarak, bir gezici başöğretmenin kolayca oolaşıp yönetebileceği bölge­lere ayırdım. Adaylar, içlerinden en iyileri araştırılarak seçil­di. Belki bunların arasında, fişlerine göre, bilgi yönünden za­yıf bulunacak olanlar çıkacak ama her biri için yaptığımız araştırma ve soruşturma, bize bunların güvenilir insanlar ol­duğu kanısını verdi. Sakın bunları, (yetiştirilmeleri güç olur gerekçesiyle) işe yaramazlıklarını ileri sürerek geri çevirme!" diye yazıyordu. Bu, eğitmen sorununu bütün dayanakları ve koşullan ile kavramış bir eğitimcinin tutumuydu. Gerçi kurs­larda yetiştiricilik çabalarına yeni katılan müfettiş ve öğret­menler, ellerine verilenler için durmadan yakınıyorlardı ama onlara hep biraz beklemelerini; iyi sonuçların ergeç alınaca­ğını söylüyorduk. Hele bir köyün çobanlığını yapmakta iken seçilmiş olan bir aday için, "Bu kara cahile harcanacak emek­lerimiz güme gidecek, hemen geri yollayalım" diye varılmış bir düşünce ve söz birliği karşısında, Cemal Öncel 'le ikimiz adamakıllı diretmiştik. Bizim Eskişehir-Mahmudiye Kur­su 'ndaki Ankaralılar arasında buna benzer adayların sonradan büyük bir hızla nasıl geliştiklerini bütün yanlan ile ortaya koy­muştuk da sakat bir yargı nedeniyle yanlış bir işleme gitmek­ten korumuştuk onları. "Çoban", bizi yalancı çıkarmamıştı. Eksikliğini, ta başından anlayarak geceyi. gündüze kattı, her bakımdan bir "Y ıldız" oldu.

Kastamonu 'dan seçilenler biraz gecikerek geldiler, fakat Sinop ve Zonguldak'tan katılmalar, hep teker teker, ya da kü­çük topluluklar biçiminde sürdü. Kursumuzun bütün kadro­su, biraz yavaş tamamlandı, tamamlandı ama bu arada biz de �ok üzüldük ve ezildik doğrusu . . Çünkü gelenleri, köylerin­den sökebilmek için bunlara türlü türlü çıkarların hapları yut­turularak sarhoş edilmişler. Ama kursa gelince başlamış bir ayıklık. Köydeki pazarla buradaki çarşının birbirine uymadı­ğı çıkıvermiş karşılarına. Her yer, yağmurdan cıvık cıvık.

56

Page 55: ESKİ BİR öGRETMENİN - Turuz · yanık türküsüyle gurbetteymiş gibi ömrünü tükettiği köyüne döner. Yüz yıllardır uyuyan bu gücü ayaklandırmak gerekiyor du. Köye

Ayakkabı ile dolaşmanın zorluğu canlarına tak ettiği için her­kes yalınayak. Yol yok, rahat yatak yok, yiyecek, şöyle böy­le .. Yıkılan ahırların keresteleri, kerpiçleri istife giriyor. Ça­dırların kurulacağı yere, kum ve çakıl döşeniyor. Eldeki eski hazır yapı, barınılacak biçime konulmak için uğraşılıyor. Üs­telik okuma-yazma diye de bir şey yok. Dinlenme aralıkların­da homurtular başlamış, "Yahu, biz buraya askerlik yapmaya mı geldik yoksa amelelik etmeye mi? Köyümüzün suyu mu çıkmıştı. Oradaki emeklerimiz, çoluğumuzun, çocuğumuzun kursağına azık olarak giriyordu, ya burada? Burada da boğaz tokluğuna ırgatlık. Hayır arkadaş, yarından tezi yok, köyümü­zün yolunu tutmak gerek." Bu zehirli rüzgar, ortalığı öylesi­ne bastırmıştı ki kursumuzun kaşla göz arasında çöküverme­si işten bile değildi. Paçaları sıvadık. Bozgunculukta önayak olan iki kaçağı hemen jandarmaya yakalattık, böylece "Hü­kümet "le yapılmış sözleşmenin bozulamayacağını kavratmak istedik. Sonra hepsini toplayarak "Gerçek"leri birer birer or­taya koydum. Herdeki durumlarının neler olabileceğini, nasıl gelişeceğini açıkladım. Yurt sevgisi üstünde duygulandırdım. Bu arada Eğitim Başı Cemal Öncel' in etkisini sonradan anla­dığımız parlak bir önerisini gerçekleştirdim. O, fırsat bulduk­ça, "Edipciğim, şu milleti derleyip toparlamak için onlara ka­lem, kağıt, kitap vermekte acele edelim. Göreceksin bu dav­ranış, kuşkulara, çözüntülere şifa getirecek . . . " Yollu o günle­rin zorlu bir isteğini ileri sürüyordu. Kalem, kağıt alma konu­sunda "Para formalitesi" öyle karışık ve uzun bir işti ki bir türlü elim buna varmıyordu. Pratik ve kısa bir yol bulmanın peşindeydim. Sonunda evire çevire işi denkleştirdim. Yığdım kalemi kağıdı kursa. Cemal'in yüzü güldü.

- İşte gördün mü can kurtaran çareyi? Millet, kağıda ka­leme kavuşunca artık kendilerini okutacağımıza inanmış. Şim­di çalışma programını aksatmadan yürütüyorum. Kursların ilk ·çalkantılı ve karanlık günlerinin biricik ilacı bence, kalem ve kağıt. Bu büyük sırra vaktinde varılmasını başarabildin mi

57

Page 56: ESKİ BİR öGRETMENİN - Turuz · yanık türküsüyle gurbetteymiş gibi ömrünü tükettiği köyüne döner. Yüz yıllardır uyuyan bu gücü ayaklandırmak gerekiyor du. Köye

ortalık mayna, karada ölüm yok demektir, diye düşüncesini, sevincini açıkladı.

Yavaş yavaş bir durulma, bir oturuşma dönemine giriyor­duk. Yaş3.ntılanmızı hızla düzenine koyacak işleri, arka arka­ya ele almıştık.

Hemen on gün içinde eldeki tek evin kullanılır bir hale getirilmesi; çadırların kurulacağı alanın düzenlenmesi; toplu­ca yemek yedirilecek sağlam bir salaşın kurulması ve içinin donatılması; sahra helalarının yapılması .. yolunda ilk derle­nip toparlanmayı becermiştik. Kötü işlere girişmek için bir at­lama tahtası hazır edilmişti. Bundan sonra, 250 eğitmen ada­yının yerleşip yetiştirileceği kurs için gerekli neler yapılacak­sa onlara hemen yapışmak zorunluluğu vardı ve soluk alma­dan da işe başladık. İlk önce büyük su birikintilerini kuruttuk. Pabuçları ayaktan söküp alan çamurun canına okuduk. Bir, gi­riş yerinden yapıya; bir de, buna dik ve bütün bahçe boyunca 200 metre uzayan ham yere iki güzel ve sağlam yol yaptık. Hangi tür iş için hangi taşı kaldırsanız o konuda pişmiş usta birkaç eğitmen adayı çıkıveriyordu ortaya. Yollan da işte bun­ların kılavuzluğu bir çırpıda yapıvermiştik. tlin Bayındırlık Müdürlüğü'nden bir mühendis bu iki yolu görünce şaştı kal­dı. Hele iki kenarındaki elma ağaçlan ile pek şirin bir bulva­ra benzeyen 200 metrelik uzun yolumuzur. bir buçuk günde yapıldığını öğrenince az kalsın küçük dilini yutacaktı. Daya­namamıştı da demişti ki,

- Bir başkası söyleseydi inanmazdım doğrusu. Köylerimi­zin kavuşacağı "yol"lann bir müjdesi sayanın bunu. İlk geldi­ğiniz zaman yapacağınız bir sürü işi sayarken tıkanacak gibi olmuştum da, "Bunlar, ancak masaldaki Arap kansının işidir" diye takılmıştım ama, yanılmışım. Dediklerinizin hepsini ra­hat rahat yapabileceksiniz birader, benim aklım kesti artık. ..

O günlerde kursun önünde koca bir kamyon durdu, şoför yerinden tığ gibi bir delikanlı atladı, elindeki mektupla yanı­mıza geldi. Bizim eğitmen adaylamı barındırmak için buldu-

58

Page 57: ESKİ BİR öGRETMENİN - Turuz · yanık türküsüyle gurbetteymiş gibi ömrünü tükettiği köyüne döner. Yüz yıllardır uyuyan bu gücü ayaklandırmak gerekiyor du. Köye

ğumuz çözüm yolu artık sonuçlanıyordu, çadırlar gelmişti. Tonguç mektubunda diyordu ki: "Namık'la yolladığım çadır­lar, ihtiyacınızı karşılayacaktır. Orada yapı işlerinde çalışmak üzere öbür arkadaşlar ile tayinini yaptığım bu genç, çok usta ve çalışkan bir öğretmendir. Kendisinden faydalanacağınızı umarım." Tonguç, Yapı Usta Okulu'ndan yetişmiş Namık için az bile yazmış. Kendisi ile iş alanındaki yakın arkadaşlığımız, onun dev çabalan ile bilgisini ne kadar hesaplı ve doğru ola­rak denkleştirdiğini öğretmişti bize. Gölköy Eğitmen Kur­su' nun kuruluşunda onun her bakımdan verimli olmuş değer­li emeklerini hayranlıkla anarım burada . .

Müfettiş, öğretmen, eğitmen adayı.. kim varsa hepimiz kafa kafaya verdik, çadırları, hazırladığımız meydanda nasıl yerleştireceğimizi düşündük. Sonunda anlaştık. Herbirinde 28 kişi yatırabileceğimiz üç büyük çadırı, yüzleri yola açık ol­mak; iki yanına, gene yola doğru uzamak fakat giriş yerleri ortaya bakmak üzere konulan küçük çadırlarla meydana bir "Atnalı" biçimi verdik. Ortaya demir borudan bir bayrak se­reni, iki yana da lüks lambası asılacak direkler dikdik, tamam. Sıra içlerinin döşenmesine gelmişti . Yığdım ağacı, tahtayı meydana. Herkes yatacağı ranzayı kendisi yapacaktı. Kaşla göz arasında bunlar da hazırlanıp yerlerine konuldu. Bayrak sereniyle, lüks lamba direklerinin diplerine güzel çiçeklikler de yapılınca şipşirin bir alan çıkmıştı ortaya. Bu küçük yeşil­likler bize, üç büyük çadırın önünü süslemek, hem de bunun özene bezene yaptırılmasını sağlamak yolunu düşündürdü ve arkasından işi, yarışmaya döktük. Ödülümüz, ön bahçesi en çok beğenilen çadırın çekilen resmi olacak, bu da herkesin gö­rebileceğ bir yerine asılacaktı. Yalnız bu işde sert bir koşulu­muz vardı. Harcanacak çabalar, kurstaki günlük çalışma prog­ramının uygulanmasına hiçbir zarar getirmemeliydi. Bu ko­nuda çadırlar sessiz sessiz beş gün uğraştılar. Üçünün de önü, pek göz alıcı yeşillik ve çiçeklerle bezenmişti. Birinciliği yal­nız bir çadıra veremedik. Hepsi birbirinden güzeldi. Üçünü de

59

Page 58: ESKİ BİR öGRETMENİN - Turuz · yanık türküsüyle gurbetteymiş gibi ömrünü tükettiği köyüne döner. Yüz yıllardır uyuyan bu gücü ayaklandırmak gerekiyor du. Köye

birinci saydık. Davullar, zurnalarla coşkun bir bayram günü yaşattı bize bu kararımız.

Kuyunun hemen yanından başlayacağımız 52 metre uzunluğundaki yapımız, en büyük derdimizi körletecekti. Bir çatı altında mutfak, el yıkama yeri, hamam ve helalar . . kendi elemanlarımızla giriştiğimiz düzgünce ilk yapı işi buydu. Mut­fak, 300 kişilik yemeği pişirebilecek genişlik ve düzende idi. Burası, kurs çalışmaları süresince yemek hazırlama işini de aksatmadan yürüttü. Canımızı sıkan, el yıkama yerlerinin tah­ta oluklanydı. Baştan düşünmüş, demiştik ki, "Tahtalar su görünce şişer; aralarından sızıntı yapmaz" ama daha ilk gün­kü denemede bunun çürüklüğü ortaya çıktı. Oluklar su tutma­dı, yansını akıttı . El yıkamak için içeriye girecek gibi değil­di, ortalık göl. İki tahtanın birleştiği yeri çinko ile kapattık, ol­madı. Adamakıllı sıkılıyorduk. Ertesi gün, "Ne var, ne yok, şuraya bir uğrayayım" demiştim. Bizim dülgerlik öğretmeni Hamdi'nin yüzü gülüyordu. (Bu delikanlı da ağaç işleri için eşi bulunmaz bir öğretmendi) gözlerinin içine bir şeyler sorar gibi baktım.

- Oldu, Müdür bey! dedi. Çok uğraştık ama sonunda ba­şardık. Çimento ile kapattım.

Arkadan iki kat da yağlı boya çekince oluklar, sanki taş­tan yapılmış kadar sağlamlaştı. 24 kişinin birden yıkanabile­ceği hamamın da her şeyi düşünülmüştü. Helalar, rahat ve ye­teri kadardı. Yalnız buraları, su bağlanıp da kullanılmaya baş­lanınca gücümüzü pek üzen· bir olayla karşılaştık. Su ve pis­lik akmıyordu. Bu işlerden iyi anladığını ileri sürdüğü için tek­nik konuların yürütülmesi görevini üstüne alan müfettiş Hik­met Bozkurt, "İş yanlış tutulmuş .. Suyun ve pisliğin akacağı kanala verilen yatıklık yetersizdir;" diyor ve bu arada elinde­ki kağıda çizdiği çizgilerle bunu ispatlamaya çalışıyordu. İşin, para ve yorucu çabalar harcanarak meydana gelmişliği bir ya­na, ihtiyaçların karşılanmayacağı gerçeği, içimize kurşun gi­bi oturuyordu. Bu yapının öğretmeni Namık,

60

Page 59: ESKİ BİR öGRETMENİN - Turuz · yanık türküsüyle gurbetteymiş gibi ömrünü tükettiği köyüne döner. Yüz yıllardır uyuyan bu gücü ayaklandırmak gerekiyor du. Köye

- Hikmet Bey, yanlışınız var. Kanaldaki yatıklık, akıntı­ya elverişlidir. Olsa olsa molozlar, tahta parçalan engelliyor bunu .. diye bir açıklama yolu buluyor ve umut verici konuş­malarım bu doğrultuda �ürdürüyordu. Fakat yedek istihkam subaylığı yapmış bulunan Hikmet, bu alandaki bilgilerine ve pişkinliğine güvenerek kafasını kaykıltıyor; akıntı yatıklığı­nın yetersizliğinde direniyordu. İki müfettiş arkadaş, kanalda bir sondajdan sonra önceden hazırlattıkları çuvallar, uzun çu­buklarla temizliğe giriştiler. İnsanın kendi evinde bile yapa­mayacağı bu aşağılık görülen iş, başarılması gerekli bir ödev sayılıyordu. Büyük yorgunluklara mal olan bu ağır emekler, sonunda hepimizin yüzünü güldürmüştü. Onları kucakladık. Çünkü en büyük sorunlardan birisi, çıkmazdan sıyrılıp alın­mış, herkes rahata ermişti.

Daha işin başında beni en çok düşünüren "Su" proble­minin küçük, fakat çok büyük önemli hikayesini açıklamadan · geçemiyeceğim. Bir "Kuruluş"un ne demek oiduğunu bilen­lere malumdur ki böyle yerlerde işin can alacak yönü, "su "dur. 300 kişinin içmesi için, pişirilecek yemeği için, yıkanması için, el-yüz temizleme yeri için, helalar için, besleyecekleri hayvanları için, yetiştirecekleri bitkiler için, girişilecek yapı işleri için, "su", gerekliliğin de üstünde bii:' şey. "O"nsuz so­luk bile alınamazdı elbet. Hazırdaki biricik yapımızın hemen kıyısındaki kerpiç molozunun altında, çürümüş tahta salaşla örtülü, içindeki suyu da toprağa çok yakın bir kuyudan başka hiçbir şey bulamadık yakın çevremizde. Sorduk, soruşturduk. Daday Şosesi üstündeki vadilerden faydalanabileceğimizi sağ­lık verdiler bize. Ama, "İlk önce şu çocuk oyuncağı gibi gö­rünen kuyuyu işletelim" dedik. Kastamonu'da tamircilik ya­pan Remzi Usta'nın böyle işlere aklının pek erdiğini öğrenin­ce onu apar-topar getirmiştim. Kuyuyu inceledi, sağa baktı, sola baktı,

-Yalla müdür bey, dedi. Bunun çevresine genişçe beton bir plaka dökülür, ağzına demir bir kapak yapılır; üç metre yu-

6 1

Page 60: ESKİ BİR öGRETMENİN - Turuz · yanık türküsüyle gurbetteymiş gibi ömrünü tükettiği köyüne döner. Yüz yıllardır uyuyan bu gücü ayaklandırmak gerekiyor du. Köye

kansına kurulacak sağlam bir sehpanın üstiliıe birbirine bağ­lı bidonlar yerleştirilir, santrifüjlü tulumbayı da işlettin mi ta­mam. İşin bu yanı kolay da kuyunun suyu, buranın her derdi­ni körletmeye yeterli olur mu, ona bir şey diyemem işte.

- Hele bu kuyuyu çalıştıralım, verimini deneyelim de on­dan sonrasını aynca düşünürüz. Sen hemen yapacağın işleri bir çırpıda tamamla, şimdi önemli olan, bu . . .

Her şey kararlaştırıldığı gibi hazırlandı. tık provalar da tamam. Bir kaldı, " Su yetecek mi, yetmeyecek mi?" ye. Mut­fak, hamam, el yıkama yeri ve helalar, buraya bağlanıp işlet­meye açıldıktan tam bir hafta boyunca kuyunun suyu tüken­meyince, anladık ki işler yolunda gidecekti. Artık herkesin yü-zü gülmüştü.

·

( . . . )

Öğretim

Sosyal ve tarımsal durumları birbirine benzeyen illerden meydana gelmiş kursumuz kesimindeki milli eğitim müdür­lüklerinin askerliğini haşan ile bitirmiş olanlar için doldurt­tuğu fişler incelenmiş; bunlarda adayların aile durumu, geçi­mi, bilgisi (okuma, yazma, imla, aritmetik, yurt bilgisi), ka­rakteri ayn ayn belirtildiğinden seçimler, olabildiği kadar, ob­jektif ölçülerle yapılmıştı. Her adayın gerçek bilgi düzeyini araştırıp belli başlı yanlarını ortaya koymak, kendilerini ye­tiştirmede izlenecek müfredat programı yönünden, zorunlu i­di. tık önce temel okul görevini yapmış olan askerlik durum­larını, sonra da resmi veya özel hangi öğrenim çarklarından geçmiş bulunduklarını anlamak, girişilen ilk işimizdi. Yapı­lan araştırmada, bunların 88'inin onbaşı, 57 'sinin de er olarak askerliklerini bitirmiş olduğu anlaşıldı. Demek oluyordu ki ge­lenlerin yansından fazlası askerlikte sivrilmiş ve bu nedenle de kursumuzda bir açıkgözler çoğunluğu meydana gelmişti. Öğrenim işine gelince 42 aday beş sınıflı ilkokulu, 66 aday üç

62

Page 61: ESKİ BİR öGRETMENİN - Turuz · yanık türküsüyle gurbetteymiş gibi ömrünü tükettiği köyüne döner. Yüz yıllardır uyuyan bu gücü ayaklandırmak gerekiyor du. Köye

sınıflı köy okulunu bitirmiş, 29 aday ulus okulunda okumuş; 60 aday okuma yazmayı askerlikte; 9 kişi de kendi kendine öğrenmiş bulunuyormuş. Gerçi bu tablo, görünüşte kursumuz yönünden pek elverişli ve sevindirici bir durumdu. Fakat ken­di ölçülerimizle işi kurcalayıp aydınlık bir sonuca varmak ge­rekiyordu. Bu, tutumumuz için yerinde bir inceleme olacak­tı. Hemen arkadan .girdik işe: Halk okuma kitabından seçilen parçalar üzerinde okuma; buradaki sözlerin ezbere yazılıp ya­zılamadığı; aritmetikte dört işlem üstüne doğruluk ve çabuk­luk yönünden girişilen araştırmalar değerlendirildiğinde gö­rüldü ki, her biri �çin bize verilmiş olan bilgilere göre elde edi­len sonuçlar, düşüktür. Böylece bu yoklamalarımızda sapta­dığımız hazırlık düzeyi geri bir topluluğun eğitmen oldukla­rı zaman köylerinde girişecekleri öğretim, eğitim, tanın, sağ­lık, bayındırlık . . işlerinde başarıya ulaşabilmeleri için kursta bunları yetiştirme konusunda uygulanacak programın, müf­redat taslağında gösterilen en geniş zaman sınırına kadar gi­dilmek, yol ile düzenlemesinde kaçınılmaz bir zorunluk çıkı­yordu ortaya. Bu araştırmaların bizi ulaştırdığı bir başka ola­nak da, bilgileri birbirine yakın alanlan aynı kümede toplayıp öğretim gücünün inişli çkışlı bir yönde fire vermesine mey­dan bırakmamasıydı. Artık sıra, program müfredatının aday­lardaki bilgi düzeylerine göre hazırlanıp yürütülmesine geli­yordu. Milli Eğitim Bakanlığı 'nın 1938 yılında Tannı Bakan­lığı ile ortaklaşa hazırladığı taslak, ne yapılacağım ve hangi yoldan gidileceğini önceden saptamamız için bize kılavuzluk ediyordu. " Köy Eğitmeni yetiştirme kursları Müfredat Prog­ramı Taslağı" iki ana bölüme ayrılmış; uygulama sırasında ek­sik, fazla görülen yerlerini açıklamak üzere, her sahifenin kar­şısında bir boş sahife bırakılmıştır. Birinci bölümünü ilk ya­nsında kültür dersleri çizelgesi ile müfredat programı taslağı ve müfredatta gösterilmemiş olan konulara değinen notlar; ikinci yansında da ziraat dersleri müfredatı yer almıştır.

Kültür derslerinin başında gelen Türkçede yazı, imla oku-

63

Page 62: ESKİ BİR öGRETMENİN - Turuz · yanık türküsüyle gurbetteymiş gibi ömrünü tükettiği köyüne döner. Yüz yıllardır uyuyan bu gücü ayaklandırmak gerekiyor du. Köye

ma, tahrir çalışmalarının amaçlan, bu amaçlara varmak için izlenecek yollar belirtilmiş; daha sonra da aritmetik ve geomet-' ri, yurt ve yaşama bilgisi (A-yurt ve komşu memleketlere iliş­kin bilgiler, B-Türk ulusunun geçmişi üstüne bilgiler; C- Köy­le ilgili sosyal, siyasal ve ekonomik bilgiler, D- Tabiat ve tek­nik bilgisi, E- Sağlık bilgisi), Atölye dersleri ve müfredatı, eği­tim bilgisi derslerinin amacı ve bütün bu dersler için harcana­cak zaman, okutulmalarında göz önünde bulundurulacak il­keler yer almıştır. Taslağın ikinci yansında konulmuş olan dört ana ders ve bunların her biri ile ilgili dallar üstüne, "Ta­rım Çabalan" bölümünde açıklamalar yapılmıştı.

İkinci bölüm, Eğitmenli Köy Okulları Müfredat Progra­mı Taslağı (EK) idir. Bunun başında "Haftalık çalışma cetve­li" ve uygulaması ile ilgili notlar konulmuş, bundan sonra köy okulunun her üç sınıfı için Türkçe, aritmetik ve geometri, yurt ve yaşama bilgisi müfredatı gösterilmiş; her üç yılda yaptı­rılması gerekli işlerle gezici başöğretmenlerin işleyeceği ko­nular açıklanmıştır.

Taslağın başındaki çizelge, yedi aylık kurs süresi için kül­tür derslerine en az 790, en çok 960 saat ayımuştır. Bu saat­lerin, eğitmen adaylarının yetiştirilmesi yolunda gerekli çaba­ların, konusuna göre, eğitim şefi tarafından azıltılıp çoğaltı­labileceği belirtilmiştir. Eğitim Şefi Cemal Öncel' in hazırla­dığı haftalık ders ve iş programlan, daha baştan yapılmış olan bilgi yoklamalarına ve bundan sonra da konuların işlenmele­ri sonunda kavranış ve kazanılmış olma derecelerine; küme öğretmenlerinin, bunların üstünde grup şefleri müfettişlerin; bu amaçla yapılan genel toplantılarda, ortaya koydukları dü­şünce ve örneklere dayalı tutulurdu. Uygulanan bu program­lara göre adaylar sabahleyen saat 5 .30'da kalkıyor, akşam 21 .45'te yatıyorlardı. Öğle üzeri kendilerine verilen yemek ve dinlenme paydosu olan iki saatlik zaman bu süreden düşülün­ce kurs, aşağı yukarı, l 5 saatlik uzun, yoğun bir iş-ders çaba­sı içinde kalıyordu. Zaman, günlük koşullara; programın ge-

64

Page 63: ESKİ BİR öGRETMENİN - Turuz · yanık türküsüyle gurbetteymiş gibi ömrünü tükettiği köyüne döner. Yüz yıllardır uyuyan bu gücü ayaklandırmak gerekiyor du. Köye

rekli gördüğü özelliklere uygun bir esneklik sının içinde de-, ğerlendiriliyordu. Şimdi böyle çok vakit alan ve konuları da

çeşitli bir programın uygulanmasında insanın dayanma gücü­JIÜ ezdiği sanılan ağırlık, ayn ayn kişiler ve çevrelerce eleşti­rilmişti. Hep denilmişti ki, "Durmamacasına üzerinde çalışı­lan ders konulan, yaptırılan çeşitli işler, yetiştirilmek isteni­len eğitmen adayına bıkkınlık verir ve bu nedenle de onların ilgilerini zayıflatır. Bir kere de buraya gelindi mi artık bu ham insanlarda hayır kalmaz. Y ükü alıştıra alıştıra ve taşınacağı ka­dar yüklemek, temel bir tutum olmalıdır."

Y ılar boyu bu eleştirinin tutar hiç bir yanı görülmedi. Çünkü ileri-geri konuşulurken eğitmen adaylarına verilmesi zorunlu bilgi ve alışkanlıkların kadrosu ve bunların kazandı­rılması koşullan; aynca· yetiştirilecek olan bu köy insanları­nın dayanıklılık dereceleri ile yeni şeyleri öğrenmeye karşı iç­lerinin nasıl hani hani yanmakta olduğu bilinmiyordu. Bu du­ruma inan getiren bir açıklık verebilmek için öğretim alanın­daki çabalarımızın iki yanı üzerinde durmalıyım. Bunlardan biri, bizim tutumumuzun özelliğinde yer almaktadır ki o da, "Küme" düzeninin bilgi kazandırma işinde öğretmenler için pek elverişli birer ortam oluşu, gerektiğinde adayların her bi­ri ile ayn ayn uğraşmak olanaklarından faydalanışı ve aynca alınan bilgilerin yeterli olup olmadığını araştırıp belirmiş ih­tiyaca göre, nerelerde ve nasıl bir öğretim yolu tutulacağının seçilebilinişiydi. Elbet sonuçlan pek verimli olan bu tutum, rahat ve geniş bir zamanın getirdiği olanakların etkisi ile da­ha da başarılı oluyordu.

Öbür yan, elimizdeki adayların üstüne sürekli gözlemler ve deneylerden sonra varılmış kanılarımızın toplamıdır:

- Köylümüzde, kendisinin bilmediği ama öğrenilip anla­şılmasında fayda gördüğü şeylere karşı büyük bir merak var­dır. Bu özellik, onları öğretim alanında ilerletmek için sağlam bir dayanaktır.

- 1lgisi uyandı, ya da uyandırıldı mı konunun üstüne öy-

65

Page 64: ESKİ BİR öGRETMENİN - Turuz · yanık türküsüyle gurbetteymiş gibi ömrünü tükettiği köyüne döner. Yüz yıllardır uyuyan bu gücü ayaklandırmak gerekiyor du. Köye

le yırtıcı bir güçle abanır ve bunu öylesine sürdürür ki sonun­da açılıp içine girilecek şeyin anahtarını mutlaka ele geçirir. (Bir motoru çalıştırmayı öğreninceye kadar başından kalkma­yan, düzgün bir sıva yapıncaya kadar uğraşan; okunaklı ve gü­zel bir yazı yazmaya, doğru ve çabuk aritmetik işlemleri çöz­meyi sağlayacak başarıya erinceye kadar gerekli çabaların ar­kasını bırakmayan eğitmen adaylarını çok görmüşüzdür.)

- Yoksulluğun çektirdiği çileler, zorlukların dokuduğu pişkinlik, kökündeki "sağduyu"yu adamakıllı mayaya getir­miştir. "lnanılacak"la "inanılmayacak"ı; (yapılacak)la "ya­pılmayacak"ı ayırt etmedeki sezişi, anlayış ölçüsü, pek az ya­nılır sağlamlıktadır.

İşte köydeki görev ve hizmetlere göre yetiştirme amacı ile hazırlanmış Eğitmen Yetiştirme Müfredat Programı Tasla­ğı işlenirken he.m bunu uygulayacak öğretmenler için tutula­cak yoldaki zaman hızı, çabalardaki metodun seçimi bakım­larından tanınan özgürlük; hem de adayların ye.tiştirilme güç­lerindeki elverişlilik, programlan belli öbür kurumların alışıl­mış ölçüleri içinde tartışılırsa elbet yanlış sonuçlara varılır. Bi­zim kursumuzun yedi aylık süreli yetiştirme döneminin, za­manı türlü yönlerden değerlendiren koşul zenginliği ve öğre­tim metotlarındaki özellik, bunun yanında da merak ve diren­me gücü yüksek bir eğitmen adayı topluluğu esas alınınca en azından üç katına çıkarılarak hesap edilmesinde hiçbir sakın­ca yoktur.

( ... )

İş Alanında

Kursta dersle iş, birbirine kaynaşmıştı. Yatılıp kalkılan, ye­mek yenilen, su içilen, yıkanılan, oturulan, dolaşılan her yer­de temizlik ve düzen işlerinden sorumlu olan, adaylardı. Tür­lü tanın çalışmalarını onlar yürütürlerdi. Yolların, çitlerin ona­rılması, ya da yeniden yapılması; kurulan yapılarda duvarların

66

Page 65: ESKİ BİR öGRETMENİN - Turuz · yanık türküsüyle gurbetteymiş gibi ömrünü tükettiği köyüne döner. Yüz yıllardır uyuyan bu gücü ayaklandırmak gerekiyor du. Köye

örülmesi; hızarlarda kereste biçilmesi, ağaç altlarına atılmış tez­gahlarda kapı, pencere . . . hazırlanması gibi kursun kurulması çabalarına da ellerinden geldiğince emeklerini katıyorlardı.

Görülüyor ki, iş kesiminde gündelik yaşantıların yürütül­mesine bağlı kalan, bir de hem kendilerinin, hem de daha son­raki yıllarda alınacak eğitmen adaylarının barınma ve yaşama rahatlıklarını sağlayacak olanakları hazırlayan iki yönü özet­ledik. Bunlardan ayn olarak zaten yatkın olan iş güçlerini, me­tot ve teknikle pişirme yolunu tutmak gerekliydi. İşte bu amaç­la çeşitli avadanlığın hazırlanabileceği bir işlik kuruldu. Bu­rada ağaç işleri için tezgahlar, her türlü araç ve gereç; 6 bey­girlik bir motorlu testere, maden işler için örsler, mengeneler, çeşitli aletler vardı. İşlikte yapılacak avadanlığı, okul ve ev için diye iki dalda topladık. Köylerine gittiklerinde adayların okul­larına ve evlerine kolayca yapabilmelerini sağlamak düşün­cesi ile bu işliğimizde örnek olarak kendilerine hazırlatılan eş­yadan bazıları aşağıda gösterilmiştir.

Okul için: iki tip yazı tahtası, iki kişilik sıra, bir masa, bir bank, bir hesap göstergesi, büyük dolap, elbise askısı, bayrak direği, çanta, paspas, an kovanı, süzgeçli teneke.

Ev için: Tahta karyola (iki tip), yastağaç, lamba askısı, ·el­bise askısı, sandık, bavul, ibrik, fener, musluklu teneke, sigara tablası, kahve tepsisi, huni, maşrapa, ızgara, sacayağı, çekiç.

Bunlardan başka madensel ve tahta eşyanın boyanması, bakır kapların kalaylanması işleri de ele alınmıştı. (Kursun bü­tün kaplan kalaylanmıştı).

Ve böylece, iş alanında kafalara geometrik bir orantı fik­rini yerleştirme; ellere de dengeli bir pişkinlik kazandırma yolunda, bilgilerimizin ve koşullarımızın bütün verilerinden faydalanmıştık.)

Eğitmenlik Bilgisi

"Umumi bilgi programını ağustosun sonunda bitirmiş-

67

Page 66: ESKİ BİR öGRETMENİN - Turuz · yanık türküsüyle gurbetteymiş gibi ömrünü tükettiği köyüne döner. Yüz yıllardır uyuyan bu gücü ayaklandırmak gerekiyor du. Köye

tik. Sıra, artık ders uyglamalarına gelmişti. Bunun için önce­den bir hazırlık yapacaktık. Eğitim Şefi Cemal 'le bi�im yay­lıya atladık, başladık civar köyleri dolaşmaya. Gittiğimiz köy­lerde muhtarları bulduk, hiç okuma yazma bilmeyen çocuk­ların listelerini hazırladık. Köyün iş zamanlarını öğrendik.

Köylerden dönüp son yaptığımız işleri söylemeden önce her zaman hatırladığım bir olayı anlatayım:

Koru köyüne girdiğimiz zaman karşımıza bir ihtiyar çık­tı. Bununla, tuğla alışverişi yapmıştık. Bize muhtarı bulması için arabamıza aldık ve doğruca muhtarın evinin önünde dur­duk.

O, birkaç defa haykırdı. Muhtarın yerine 7-8 yaşında kü-çük bir kız çıktı. Şimdi konuşuyorlar:

- Gız baban nerde? - Bacçada . . . - Hadi onu çığır . . . vanve! . . Kız, terliğe benzeyen ayakkabılarını eline aldı. Bizim yüz

metrelik koşu rekortmenlerini özendirecek bir çıkış yaptı, yıl­dırım gibi süzülmeye başladı.

İhtiyara sorduk. - Bahçe uzak mı? - Bi ciğara içimi . . . - Eh öyleyse kızı ne diye yolladık. Haydi araba ile gide-

lim. Atlar, arabayı sağa sola savurarak dört nala gidiyorduk.

Fakat bizim küçük kıza yetişmeye imkan yok. Nihayet yeri­mize vardık. Kız bir şey olmamış gibi bizi karşıfadı. Solumu­yordu bile .. Bizim Cemal bana döndü, dedi ki,

- Yahu bu kız İsveç jimnastiğini ne yapsın? . . Bu buluş, o kadar hoşumuza gitti ki, gülmekten katıldık,

fakat gururlanarak. Cemal sözünü tamamladı, - Sonra biz diyoruz ki, köylü kadını 10 çocuk doğuruyor,

gene sırım gibi . . . Hem de bir ağacın dalına asıldı mı, şıp diye bahçede, tarlada turp gibi bir yavru . . . Bir de bizim kafamız al-

68

Page 67: ESKİ BİR öGRETMENİN - Turuz · yanık türküsüyle gurbetteymiş gibi ömrünü tükettiği köyüne döner. Yüz yıllardır uyuyan bu gücü ayaklandırmak gerekiyor du. Köye

mı yor, (bunlar nasıl ebesiz doğuruyor?) diye . . . Neyse, işimize dönelim. Biz b u dolaşmadan sonra uygu- -

lamaların yapılacağı köyleri tespit ettik: Sanömer, Koru, Ahmetbey, Araz, Emirler, Şekerköy, Ta­

lipler; Göl. Vilayetçe lazım gelen tedbirler alındıktan sonra bizim

işimiz tamamlandı. Artık başlayabilirdik. Şimdi burada biraz duralım. Hemen hepinizin yüzünde

aynı soru işaretinin büküldüğünü görüyorum. Diyeceksiniz ki, "Uygulama, köyü, çocuğu bulmakla olmaz. Önceden dehşet­li bir öğretim tekniği hazırlığına ihtiyaç var." Bizim yaptığı­mız ilk hazırlık öyle dehşetli değildi. Aksine pek basit. Onla- . rın ellerinde iki tane "Öğretim kılavuzu" var. Bunlar, eğitmen­li köylerin birinci, ikinci yıllarında okutulacak, içinde okuma, aritmetik yurt ve yaşama konularını toplayan iki kitabın ders-lerde nasıl kullanılacağını gösteriyor.

·

( . . . )

Eğitim

Hem kendisinin, hem de içinde yetiştiği kurumunun hiz­metlerini görmek için düzenlenmiş bir programa bağlı kala­rak iki ayn doğrultuda sürdürülen çabalar ve bunların gerek­tirdiği kişisel, toplumsal ilişkilerde iyi niyet, açıklık, doğru­luk, sorumluluk anlayışına uygun bir davranış, ele aldığımız "Disiplin" işlerinin temeliydi. Yedi aylık bir kurs dönemi için­de hiç kimsenin bumu kanamadı. Karşılıklı sevgi, fedakarlık, görevi kusursuz yapma isteği, her şeyde, her zaman tutulan sağlam bir yöndü.

Kursta, köylerinde geçmiş olayları yansıtma yoluyla dü­şündüklerini, bildiklerini açık ve seçik olarak yazma alışkan­lığını geliştirmek için haftalık bir köy gazetesi çıkarılırdı. Bu­nun başına konulmuş olan, "Hep köye doğru! Her şeyimiz köy için . . . " sloganı, gerçekten buradaki toplumun katıksız dayana-

69

Page 68: ESKİ BİR öGRETMENİN - Turuz · yanık türküsüyle gurbetteymiş gibi ömrünü tükettiği köyüne döner. Yüz yıllardır uyuyan bu gücü ayaklandırmak gerekiyor du. Köye

ğıydı. Bu haftalık dergiye giren Sinop'un Kınık köyünden eğitmen adayı Celal Altay' ın bir yazısını olduğu gibi alıyorum.

"FINDIK BAHÇESİ"

"Evimizin üst yanında babamdan kalma bir tarla vardı. Toprağı çok verimsizdi. Babam bu tarlaya bolca gübre döktü­ğü halde gene yetecek kadar ürün alamazdı. Babam öldüğü zaman ben 1 2 yaşındaydım. Bize anamdan başka bakacak kimse de yoktu. Zavallı anam beni öküzlerin önünde yürüte­rek sabanın tutağında kendisi olduğu halde birkaç yıl bu tar­layı ektik. Biz babam gibi tarlaya gübre veremediğimiz için kuvvetinin azaldığını görüyorduk. Nihayet bir zaman, ektiği­mizi bile alamaz olduk. Ondan sonra da bu tarlayı boş bırak­tık. Artık tarlamız bomboş, içinde yabani otlar, dikenleı bü­yüyor. Akşamlan köyün örüsünden (Mer'a) gelen sürü bura­da yayılıyordu. Herkes bunun içinden gelip geçiyordu.

24 yaşıma taze ermiştim. Anamla bir sabah yemeğimizi yerken;

- Kız ana! Ben "Tilkibayırı "na fındık dikeceğim, dedim. Bu sözüme anamın gözleri yaşardı. Bana:

- Ah, oğul ! . . Rahmetlik baban bile bu tarlaya gübre dök­tüğü halde oradan iyi ürün alamıyordu. Sen o yavan tarlanın hakkından gelip de nasıl bir şey çıkaracaksın? Boşuna yorul­ma dedi.

Gözlerinden yağmur damlası gibi yaş boşanan zavallı anamın "Ah! " çekişi bana dokundu. Kalktım, köyümüze bir saat uzaktaki "Göktaş" köyünde tanıdığım Behlül Dayının ya­nına gittim. Onun korusundan tarlamın çevresine çitlik uzun latalann kesilmesine söz aldım. Beni sevenlerle bunlan kes­tik. Yontabildiğim kadarını da kendim yonttum.

Gene babamdan kalma 40 dip kök kestaneden bir tanesi­ni yıkarak çitin direklerini hazırladım. Bunların hepsini tarla­nın kenadanna çektim. 1 5 günde tarlayı çit içine aldım.

70

Page 69: ESKİ BİR öGRETMENİN - Turuz · yanık türküsüyle gurbetteymiş gibi ömrünü tükettiği köyüne döner. Yüz yıllardır uyuyan bu gücü ayaklandırmak gerekiyor du. Köye

Ben bu işlerle uğraşırken birçok arkadaşlarım; - Ülen Celal, ne uğraşıp duruyorsun? Gel de keklik avı­

na gidelim, diye benimle alay ediyorlardı. Biraz yaşlıca İbra­him Dayının;

- Kuzum Celal! Ben babanı iyi tanının. O zavallı da bu tarlaya çok emek verdi. Çok alınteri döktü. Fakat bir türlü emeğini doğrultamadı. Sen bu işten vazgeç. Demesi de canı­mı çok sıktı. Hatta tarlanın yanından geçen tanışlanmın bir­çoğu "merhaba" demez oldular. Fakat ne olursa olsun ben bu işe bir defa başladım. Geri dönmek olmazdı.

Bu iş üzerinde çok uğraştım. İki yılda bu yere 450 ocak fındık diktim. Bir kenarına da diktiğim ham fidanları Amas­ya'dan kendim getirdiğim elma kalemleri ile aşıladım. Aynca çeşitli meyveler de yetiştirdim.

Az zaman içinde bahçem köyümün en güzel bahçesi ol­du. Hatta Sinop ilimizde bile eşine rastlanamazdı.

Bunu gören köylüler ve bana evvelden gülen arkadaşla­rım, dört elle böyle bir bahçe yapmaya sarıldılar. tlkbahar ge­lende (geldiği zaman) alnımın teriyle üç beş sene içinde ye­tiştirdiğim bu bahçede gezerken hep anamın ilk sözlerini ha­tırlanın. Ve kendi kendime:

"Eğer yılgınlık gösterseydim burası gene kupkuru bir toprak parçasıydı. Halbuki şimdi ne güzel! Hem de artık be­nim ekmek tutamağını oldu. İnsan tuttuğunu koparmalı der, içimdem kıvanırdım."

Haftalık Eğlenceler, Toplantılar

Her hafta sonu, kursun bayram günü oluyordu. Üç lüks lambasıyla aydınlatılan çadırların avlusu, kenarlarına banklar, sandalyeler sıralanarak hazırlanır; her ilin eğitmen adayları, marifetlerini burada gösterirlerdi. Asıl coşkunluk, Çorumlu­lar halaylarını çekerken başlar, taşardı. Onların kendilerinden davulcusu, zurnacısı da tamamdı. Birbirinden atik, tığ gibi on

7 1

Page 70: ESKİ BİR öGRETMENİN - Turuz · yanık türküsüyle gurbetteymiş gibi ömrünü tükettiği köyüne döner. Yüz yıllardır uyuyan bu gücü ayaklandırmak gerekiyor du. Köye

iki delikanlı· el ele verdi mi vücutlarda, bacaklarda, ayaklar­da, sanki bir kişininmiş gibi, aynı ölçülerdeki kıvrak hareket­ler akıp gider; seyircileri de coşkunluklarının peşine takıp gö­türürdü. Bir başka il, köy gelenekleri; daha öbürü, köy okulu üstüne hazırladıkları meydan oyunlarını ortaya koyar, vakit ge­çirilirdi. Böylece hem yorgunlukları dinlendirici etkisi, hem de düşündürücü örnek yönleriyle bir bakıma haftalık progra­mın uzun ve renkli bir dersi olurdu bu eğlenceler . . .

Köyde ne var, ne yok? Eğitmen adaylarını, dönemin ortalarında köylerine yol­

lamıştık. Kursa adamakıllı alıştıkları; bundan başka girişilen çabaların ileride faydalarının dokunacağı inancını aldıkları; öbür taraftan da toplu yaşantının zevkine erdikleri ve eğitmen olma yolunda da işin yarısını tamamladıkları için artık köyle­rinde kalıp dönmeme ihtimalini aklımıza getirmiyor, bü ne­denle de hiç korkmadan onlara izin veriyorduk. Sonra, giden­ler, köylerindeki işlerinin toparlanmasına yardım ettikleri; hem kendilerinin, hem de çoluk çocuklarının hasretlerini ya­tıştırdıkları için eskisine göre daha taze güçlerle işlerine sarı­lıyorlardı . Yetiştirici olarak bizler de, kesimin koşullan ayn düzendeki köylerinden, olan bitenlerle ilgili haberler almak; bu kanaldan bütün adaylara bilgiler vermek; halkla adayın karşılıklı davranışlarını eleştirip tutulan yolların doğruluk de­recesini saptamak olanaklarını elde ediyor; aynca adaylarda, konuşma güç ve güveni kazanma alışkanlığını pişiriyorduk.

Köye gidiş, oradan dönüş izlenimleri; köylülerle ilişki­lerin hazırladığı sonuçlar ortaya dökülünce gördük ki tuttuğu­muz yol, edinilecek bilgi ve kor.ular yönünden bizler için ger­çekten paha biçilmez fırsatlar hevengi imiş. Bu konuda bir i­ki örneği aşağıya alıyorum.

Araçlı Niyazi Ayvacı 'nın konuşması: " İzin aldım, köyüme yürüyerek bir buçuk günde gittim.

Köyde beni ilk defa karşılayan bir delikanlı oldu. Bana: - Aç elini bakayım, dedi. Açtım. Elimdeki nasırlara ba-

72

Page 71: ESKİ BİR öGRETMENİN - Turuz · yanık türküsüyle gurbetteymiş gibi ömrünü tükettiği köyüne döner. Yüz yıllardır uyuyan bu gücü ayaklandırmak gerekiyor du. Köye

karak sordu, - Bunlar ne? O delikanlıya şu cevabı verdim: - Sen yalnız çift sürmesini bilirsin. Ben ondan başka taş

yontmasını, ağaç rendelemesini, beton dökmesini de öğren­dim. Bu işleri öğrenmek için çalıştım. İşte bu nasırlar ondan oldu. 3 ay önce senin gibi çift sürmekten başka bir şey bilme­yen Niyazi, şimdi bir köylü için ne gerekiyorsa öğrendi.

- Senin bu öğrendiklerin ne olacak? - Ne mi olacak. Kurstan döndükten sonra hem çocukları

okutacağım, hem öğrendiklerimi size de öğreteceğim. Böyle­likle köyümüz zenginleşmiş olacak. Başkasına muhtaç olma­yacağız.

- Çocukları okutacağım dedin ama köyde okul yok ki? - Okul yapacağız. Biliyor musun nasıl olacak. Memiş

Dayının odası gibi değil. Maarif Vekaleti'nden plan gönderi­lecek, ona göre güzel bir okul yapacağız.

- Kim yapacak o işi? - Biz, hepimiz beraber çalışıp yapacağız. Ben tuğla yap-

masını da öğrendim; yakmasını da. Kurstan dönünceye kadar marangozluk da öğreneceğim. Anladın ya her şeyi kendimiz yapacağız. Para harcamak yok.

- Demek ki, sen bunları hep kursta öğrendin. Hastalan da iyi edebilir misin?

- Köyde hasta mı var? - Yok . . Durmuş Dayının mandası hasta da onun için sor-

dum. - Gidelim, bakalım! Beraber gittik. Mandaya baktım. Ferahlamaya ihtiyacı

vardı. Hemen biraz zeytinyağı ile İngiliz tuzu istedim. Karış­tırarak hayvana içirdim. Biraz sonra hayvan ferahladı. Bunu gören köylüler:

- Yaşa Niyazi.. Sen her işi yapabileceksin. Biz şimdiden okul için hazırlık yaparız. Senin yolunu bekleriz. Sen her şe-

73

Page 72: ESKİ BİR öGRETMENİN - Turuz · yanık türküsüyle gurbetteymiş gibi ömrünü tükettiği köyüne döner. Yüz yıllardır uyuyan bu gücü ayaklandırmak gerekiyor du. Köye

yi öğrenmişsin. Köyümüzün hayvanlarını sen kurtaracaksın, tarladan fazla buğday almayı sen öğreteceksin. Bize bundan sonra doktor sen olacaksın. Seni okutanlara bizden selam söy- · le. Git, öğren, tez gel, bütün köy seni bekliyoruz.

Kastamonu 'nun Hasırlı Köyünden lsmail Güneyligil şöy­le konuşmuştu:

"Köye gittim. Köy muhtarının köy kahvesinde bir işle meşgul olduğunu gördüm. Bana dedi ki:

- İsmail, mahkememiz var. Halil, Emmisi Koca Ali 'den miras istiyor. Al, şu kağıdı oku.

Kağıda baktım. Başka şeyler yazılı. Yüzüme baktı. Du­daklarını büktü. Demek istedi ki, kağıdı mahkemeden gelmiş gibi oku . .

Canun sıkıldı. İşe karıştım: - Köyde doksanlık Kara Hüseyin var, onu da çağırın.

Şimdiye kadar köyde miras için mahkemeye gitmiş değiliz. Alacakları ne ise burada paylaşmak mümkün.

Meğer muhtar bu işi mahsus bu yola sokmuş. Halil, em­.misinden miras alırsa 60 liralık bir çift öküzünü muhtara ve­recekmiş . . . Muhtarın sahtekarlığını öğrendikten sonra,

- Muhtar. Sen bu işi niçin böyle yapıyorsun? Miras hukuk mahkemesinin kararıyla taksim edilir. Sen böyle sahtekarlık yaparsan kursa döndüğüm zaman şeflere söylerim. Seni vila­yete bildirirler. O zaman senin de suyuna bulgur süreriz.

Muhtar işi anladı. Konuşmayı değiştirdi. Bu suretle ka­nunsuz iş unutulmuş oldu.

Benden neler öğrendiğimi sordular. Şimdiye kadar kurs­ta ne öğrendimse hepsini anlattım. Sebze işine çok sevindiler. Yastık çeşitlerini de söyledim. Gübrenin nasıl tarlaya serpile­ceğini ve sürmesini de anlattım. Köyde hayvan hastalığı ol­duğunu söylediler. Gittim, baktım. Şap. Tedavisi için evvela öküzün ayaklarını yıkadım. Su içinde eritilmiş göztaşı ile yı­kadım ve sardım. Ağızda olursa gem takmamalarını söyledim. Bir hafta içinde hastalık kalmadı.

74

Page 73: ESKİ BİR öGRETMENİN - Turuz · yanık türküsüyle gurbetteymiş gibi ömrünü tükettiği köyüne döner. Yüz yıllardır uyuyan bu gücü ayaklandırmak gerekiyor du. Köye

Yusuf Erbaş 'ın konuşması: Bakımsız okulwnuza üç yıl da ben gitmiştim. Öğretmen

güleryüzlü, çalışkan bir gençti. Babam üç davara çobanlık etmemi zorlarken öğretmen

aklıma gelir, darıltınm diye korkar, üzülürdüm. Çaresiz. Davarın peşindeyim. Bu üç koyunu, okulun yamacındaki çimenliğe salardım.

Uzaklaşmamak için küçük bir höyüğün üstüne otururdum. Gözümü okula dikerdim, oradan da haydi çocukların arasına.

Nedense öğretmenle köylümüz eyuşamamışlardı. Köy­de öğretmenin sözü geçmez, iki tarafa ayn baş çekerdi. Bu yüz­den köylünün eli okula değmiyordu. Kış günleri birer çomak odun götürürdük. Öğretmen de titremekten kurtulurdu. Hele, o penceredeki yırtık kağıdı onarmaktan baş alamazdı.

Bir gün cami meydanında öğretmenimiz, köylüye üzün­tülerini anlattı. Bu sözlerine hiç kimse tınmadı. O günden son­ra öğretmen de ağzını açmadı ya!

Bilmem, neden? Sözleri köylüye hoş gelmiyordu. Onu yadırgıyorlardı. O da, köylüye dert ortağı olamıyordu. Çok sür­medi. İki yıl sonra da okul kapandı. Köylü buna sızlanmadı mı? Her yere başvurmadılar mı sanırsınız? Ben işin içindeyim. Köyümüz okula yardımdan gocunmuyor. Onun eline yapış da bak, seni hiç kırar mı? .

İşte bu yıl köyümüzün sızısı bitecek. Yolumu bekliyor­lar. İzinli gittiğimde bana öyle sarıldılar ki.

Alaca karanlıkta eve inmiştim. Duyanlar evi doldurdu. Bi­raz beni dinlediler, sonra, muhtarın yolsuzluğu yüzünden çı­karıldığını söylediler. Ertesi gün yeniden seçim yapılacakmış. "Tam sırasında geldin" dediler.

Düşündüklerini sordum, "Hatibin Mustafa nasıl?" diye­rek son sözü bana bıraktılar. Ben de onu düşünüyordwn. As­kerden yeni gelmiş, özü, sözü doğru, bilgili, köyüne yararlı bir çocuktu.

Kafalarımız birleşti. Yalnız köyün yaşlıları, Latif Hoca-

75

Page 74: ESKİ BİR öGRETMENİN - Turuz · yanık türküsüyle gurbetteymiş gibi ömrünü tükettiği köyüne döner. Yüz yıllardır uyuyan bu gücü ayaklandırmak gerekiyor du. Köye

nın muhtar olmasını pekiliyorlarmış. Ne olursa olsun; ben işi başaracağıma güveniyordum.

Söz burada kaldı. Dağıldık. . . Sabahleyin köy meydanı kalabalıklaştı. Biz kafa denkle­

ri, bir tarafa çömeldik. Köy adetidir, ihtiyarlar yanında taze­ler çok işe karışmaz. Bunlar, "Latif hocaya olsun ! " dediler. Söz kesen olmadı. Aradan "Tamam, tamam! " diyenler oldu. Dayanamadım kalktım; söz istedim. Kocakuşak Hasan ağa:

- Söyle bakalım, siz gençler orada ne fısıldaşıyordunuz, dedi.

Bu işin usulsüz olduğunu, rey alınmasını söyledim. Dediğim gibi yapıldı. Hatibin Mustafa da muhtar oldu.

İkinci gün yeni muhtarla alt baştaki mahalleye doğru gezme­ye çıktık. Köy işlerini tasarlıyorduk. Muhtar,

- Yusuf, sen benim sağ elimsin; hele bir gel, diyordu. Hevesine imrendim. Mustafa bu işe eskiden iştahalı imiş

ama, söylemezmiş. Mahalleye yaklaştık. Genç, ihtiyar, ulu çı­narın gölgesine halkalanmış oturuyorlardı. Yanlarına biz de çöktük. Bana:

- Hoşgeldin, ne zaman bitecek? dediler. Hoca artığı seksenlik Hamza Ağa, - Bu, askerden geleli epeyce oldu. Sözünüzün yeri var mı? - Eğitmen olacak; okumaya gitti, dediler. Yüzündeki buruşukluklar katlandı. Gülerek, - iyi, iyi. Oku da teravih kıldınrsın! Din hakkında bir şey

yok ya diye mırıldandı. Dilimin döndüğü kadar bu ihtiyarın kafasını yatıştırma­

ya çalıştım. Dermansız bir kafaya ne sığar, kanar mı? Gene başladı, - Bak, Satılmış'ın Fatma gelini al basmış: aklını oynat­

mış. Alicik olsaydı bunu tütsü ile iyi ederdi. Hamza ağayı yumuşatmaya, yola getirmeye çalıştımsa da

fayda yok. Belini doğrultmadan direnerek kalktı ve:

76

Page 75: ESKİ BİR öGRETMENİN - Turuz · yanık türküsüyle gurbetteymiş gibi ömrünü tükettiği köyüne döner. Yüz yıllardır uyuyan bu gücü ayaklandırmak gerekiyor du. Köye

- Sen mektebe değil, laf öğrenmeye gitmişsin. Bırak, be­ni söyletme ! dedi. lğıldayarak evine gitti. Yerinmedim. Zaten bir ayağı çukurda. Yeni bir şeyi kafasına sokmaya değmez. Ya­nımdakiler hak verdiler.

- Sen onun lafına gücenme. Biliyorsun patavatsızdır. Hem ihtiyar. Biraz da köy işinden, çift çubuktan konuştuk. "Hoş­ça kahn!" deyip aynldık.

İznim bitmişti. Hazırlandım. Başta muhtar, birçok köy gençleri "Üçbelen"e kadar yolcu ettiler. Biraz uzaklaştım; ar­kamdan bağırıyorlardı:

- Bizi unutma! .. Yoluna bakıyoruz . . .

"İş"ten "Kitap"a

O günlerin önemli sorunları içinde, daha önceden başla­mış köye dayalı çabaların kurum haline getirilmesi için geliş­tirilen "eğitmen kursları ", ağızlarda bol bol çiğnenen bir sa­kızdı. Girişilen her yeni ve umutlu çabada olduğu gibi elbet bu işin de yanında kalıp içtenlikle destekleyicileri vardı ama buna, kurnazca çelme atanlar da çoktu. Gerçi daha ilk dene­melerin sonuçlarını gözden geçirirken bu yeni gidişin güçlen­dirilmesi yolunda yargılarından faydalanılmak istenilen ta­nınmış eğitimci ve yazarlar bu işten yana adamakıllı kazanıl­mış sayılabilirlerdi ama sorunun daha da yerleşip kökleşme­si için eldeki kazançlar yeterli görünmüyordu. Tonguç bir gün bana demişti ki,

- Eğitmen yetiştirme işlerinde sert çatışmaların hızı tav­sadı. Artık yaygın bir örgütlenme ortamı da oturuşacak. Ger­çi kimi eğitimciler düşün olarak bu kurumu tutuyor. Ama bu­nun üstüne ayrıntılı bilgiler yok. Öyle ayaktan ve gündelik göz­lemlerle kesin sonuçlara varacak yaradılışta olmayanlar için bu alanda derli toplu bir şey hazırlanmalı. Sözgelişi, senin şu kursun kuruluş hikayesi küçük bir kitapta toplasan nasıl olur? Bu, hem çabalan başından sonuna kadar "var"ı ile "yok"u

77

Page 76: ESKİ BİR öGRETMENİN - Turuz · yanık türküsüyle gurbetteymiş gibi ömrünü tükettiği köyüne döner. Yüz yıllardır uyuyan bu gücü ayaklandırmak gerekiyor du. Köye

ile her şeyini ortaya koyar; hem de yeni kuruluşlarda uyarıcı bir kılavuz hizmeti göıür. Sonra sizin işin bir özelliği var. Bü­tün olanakları, savaşarak yeniden yarattınız gibi. Ne demek, barınaksız, yolsuz, susuz hiçbir araç ve gerecin bulunmadığı kuru bir yerde hani hani işleyen o çadırlı kurs ! . . Doğrusu ma­sallardaki gibi kısa sürelerle devleşen güçlerinizin serüvenle­rini koymalı ortaya� Bak görsünler, elalem canlarını dişlerine nasıl takıyor da korkunç bir yılmazlık içinde başarıya koşu­yor? Böyle bir kitap, önümüzdeki yılın bütçesinde kursların harcamaları ile ilgili ödeneğin kolayca çoğaltılması yolunda Bakanı daha da istekli ve güçlü bir duruma getirecektir kanı­sındayım. Yalnız bu işin iki önemli yanına dokunayım. Bir ke­re tam köylülerin pratikliği ve hızı içinde davranarak hemen hazırlığı bitirip makineye verebilmeli. Gerçi bende bunu ba­kanlığa bastırtabilirim ama binbir formalite, bizim istediğimiz kısa bir süre içinde bunun ortaya konulmasına elverişli değil­dir. Sen şimdi yapacağın masrafı sağdan soldan bul, kitap meydana gelince hem bizim bakanlık adına, hem de Tanın Ba­kanlığına bunlardan yeteri kadar satın aldırtırım. Haydi, sen hemen sıva kollan . . .

Hiç duraklamadan şu karşılığı vermiştim: - Düşündükleriniz ve benden istediğiniz pek yerinde. Bu­

nun birçok yanlarının da faydalan, ger�kliliği meydanda. En kısa gelecekte, "Kitap"ın basılacak hale getirilmesini sağla­yacağımı umuyorum.

Bu konuşmalarımız, l 938 yılının Eylül 'ündeydi. Hemen paçaları sıvadım, bütün resmi yazılan, raporları taradım. Bel­geleri sıraya koydum, kapandım bir odaya ve giriştim işe. Ne­fes almadan diyecek kadar hızlı bir çaba; gece gündüz diye­cek kadar sert bir direnişle kağıtları doldurmaya başladım. Bir yandan da yazdıklarımı makineye veriyordum. Ekim sonların­da kurs dağılmadan her şey baskıya hazır bir durumdaydı. Şimdi sıra, adını koymaya gelmişti. Ben, "Köye Doğru "yu ta­sarlıyordum. Arkadaşlar, "Bir de (Hızla) koyalım başına" di-

78

Page 77: ESKİ BİR öGRETMENİN - Turuz · yanık türküsüyle gurbetteymiş gibi ömrünü tükettiği köyüne döner. Yüz yıllardır uyuyan bu gücü ayaklandırmak gerekiyor du. Köye

ye tutturdular. Sonra, sonra, "Yalnız (Hızla)da çıplak kalıyor. Gelin şu (Hızla)yı yenileştirelim. Yani (Yeni Hızla) diyelim, adı da (Yeni Hızla Köye Doğru) biçimini alsın diye zorladı­lar.

İstanbul 'daki görevimin başına döndüğüm zaman basıla­cak yazılan, "Ülkü Basım Evi"ne bıraktım. Gene hızlı bir iz­leyişten sonra çabalanın muradına erdi. Elimde evirir çevirir­ken koltuklarım kabardı. Böyle bir kitabın ileride sağlayaca­ğı faydalan ölçtüm, tarttım ve çok sevindim. Şimdi azıcık ki­tabın niteliği üstünde durmak isterim. Bu, "yok"ları "var" e­den bir "atılış ve buluşlar" dizisini gerçekleştirmek için yo­rulmadan, korkmadan yapılmış bir savaşın başanlannı yan­sıtmaktadır. Aynca o, yaşanmış emeklerin gelişme doğrultu­sunda köy işleri üstüne küçük bir "tarih"de olmuştur artık bu­gün. Köycülüğü ilgilendiren sorunların değerlendirilmesi yo­lunda bu küçücük hikaye, eğer bir damla ışık ve güçle katıl­ma fırsatını elde edebilirse bu çabalarda ter dökmüş candan arkadaşlarımın paylarını burada öncelikle belirtmek isterim.

"Yeni Hızla Köye Doğru" l 38 sahifedir. l 939 yılında ba­sılmıştır. İçinde 62 resim, bir kroki, kuruluş ve işleyişle ilgili olarak çeşitli konular vardır: "İlk Söz", "İşe Başlamadan Ev­vel", "İşe Girerken", "İşe Giriş", "Kastamonu 'da Geçen Gün­düzlerim, Gecelerim", " Kursta İlk Yağmurlu Gün", "Zorlu Bir Karar", "İlk Namzedimiz ve İlk Toplanış", "Çetin Şart­lar Karşısında İlk Aksülamel", "Kursumuzun Hayali Deko­runu Hakikat Yapmak İçin", "Büyük Bir Teşebbüs", "İnşaat İşlerimizin Bel Kemiği" , "Ziraat İşlerimiz", "Yönetim, Öğ­retim ve Eğitim İşleri."

llk önce bu kitaptan birini Yücel' e birini de Tonguç' a pos­taladım. Bir kaç gün sonra Tonguç 'tan şu mektubu aldım.

Kardeşim Süleyman Edip, (Yeni Hızla Köye Doğru) adlı eserini aldım. Dün okudum.

Çok güzel. Seni cidden tebrik ederim. Meseleyi fevkalade gü­zel aksettirrnişsin. Bu kitap, kurs işine yeniden girecek mü-

79

Page 78: ESKİ BİR öGRETMENİN - Turuz · yanık türküsüyle gurbetteymiş gibi ömrünü tükettiği köyüne döner. Yüz yıllardır uyuyan bu gücü ayaklandırmak gerekiyor du. Köye

fettiş, öğretmen ve eğitmenlere pek kıymetli bir rehber ola­cak. Bu itibarla kıymeti bir kat daha artacaktır. Varol. Tekrar tekrar tebrik ederim.

( . . . ) Çok kritik günlerdeyiz. 3000 olmasa da 2000 eğitme­ne işi bağlayabilsek kendimi bahtiyar addedeceğim. ( . . . )

H. Tonguç Aradan pek az zaman geçmişti, kendisinden dinlemiştim.

Yücel, elinde bu kitap bakanlığa gelmiş, demiş ki, "Şöyle re­simlerine bakayım diye karıştırmıştım, okuyup bitirmeden bı­rakamadım. Millet nasıl çalışıyor, bak görsünler. Şunun aylı­ğını arttırın bari."

Bunun üzerine İlköğretim Umum Müdürlüğü, bu kitabın inelenerek yazarına bir ödül verilmesi için gerekli yere baş­vurmuş, "Yasav Kurulu" da benzeri aşağıya alınan takdir ka-rarını düzenlemiş: ·

Sayı: 1 32

T.C. MAARİF VEKİLLİGİ YASAV KOMİSYONU

Özet: İstanbul İlköğretim İspekteri ve Kastamonu Köy Eğit. kursu direkt. Süleyman Edip Balkır'ın takdiri

80

TOPLANTIDA BULUNANLAR

Müsteşar: R. N. Edgüer İsp. K. Başkanı: C. Dursunoğlu Orta ô. G. Direktörü: A. Yukaruç

fık Ô. G. Direktörü: H. Tonguç Er. T.Ô.G. Direktörü: R. Uzel Zatişleri Direktörü: Bulunmadı

Page 79: ESKİ BİR öGRETMENİN - Turuz · yanık türküsüyle gurbetteymiş gibi ömrünü tükettiği köyüne döner. Yüz yıllardır uyuyan bu gücü ayaklandırmak gerekiyor du. Köye

İstanbul 1lköğretim lspekteri ve Kastamonu Köy Eğit­menleri Yetiştirme Kursu Direktörü Süleyman Edip Balkır'ın neşrettiği eser hakkında İlköğretim Genel Direktörlüğü'nün komisyonumuza havale buyrulan 8.3. 1 939 T. ve 260 sayılı tahriratı okundu.

Gereği düşünülerek: Süleyman Edip Balkır'ın neşrettiği (Yeni Hızla Köye Doğ­

ru) adlı eserinden dolayı 1 880· sayılı Kanunun 3. maddesince takdirname ile taltifi ve evrakın 1lköğretim Genel Direktörlü­ğü 'ne ve Zatişleri Direktörlüğü'ne verilmesi kararlaştınldı. Müsteşar lsp.K. 8. Y. O. G. D. O. O. G. D. 1 . Ö. G. D.

E. T. O. G. D. Z. 1. D Muvafıktır. 29/IIl/939

Yücel Epey zaman sonra Tonguç bu kitaptan Matbuat Umum

Müdürü Vedat Nedim Tör' e vermiş. Ben o zaman Arifi ye Köy Enstitüsü Müdürlüğü'ne yeni getirilmiştim. Kendisinden şöy­le bir mektup aldım.

T.C. BAŞVEKALET

MATBUAT UMUM MÜDÜRLÜÖÜ Delikanlım; "Yeni Hızla Köye Doğru"nu Bozkır'ın şahrem şahrem

çatlamış topraklarının bir yaz sağanağını içine çekmesi gibi bir yudumda hırsla okudum.

·

İçimde havai fişekleri patladı sandım. Aklım tutuştu, ru­hum alev alev yandı. Bir kere daha anladım ki, benim göbek­bağım sizlere bağlı.

Siz, Arşimet'in aradığı istinat noktasını bulanlarsınız. Fa­kat bu büyük keşfi bilenlerimiz ne kadar az.

Kuzum dostum, Ertuğrul Muhsin'e kitabından bir tane yollasana. Ben de ona yarın bir mektup yazacağım. Gelecek sene bir film çevirsinler. Kahveci güzeli, mahveci güzeli di-

8 1

Page 80: ESKİ BİR öGRETMENİN - Turuz · yanık türküsüyle gurbetteymiş gibi ömrünü tükettiği köyüne döner. Yüz yıllardır uyuyan bu gücü ayaklandırmak gerekiyor du. Köye

ye dejenere filmlere vakit ve para israf edeceklerine bu güzel davayı canlandırmaya çalışsınlar. Albümden adresinize gön­derildi. Aldınız mı?

Size ve hepinize saygı ve sevgilerimi yollarım.

Ertuğrul Muhsin 'in adresi: Şehir Tiyatrosu, Tepebaşı - Beyoğlu

27.9. 1 940

İmza Vedat Nedim

"Film" düşüncesini öne sürdürecek bir niteliğin ağırlı­ğını taşıdığı kabul edilen bu kitap, ortak emeklerin küçücük bir öyküsü idi. Bunun yazan olarak yeniden koltuklarım ka­barmıştı. Ama bu savaşın olaylarını temele inerek toptan süz­düğüm zaman karşımda dimdik duran şu gerçeği, özümün ka­tıksız aydınlığı içinde daha iyi gördüm ve içimden şöyle ko­nuştum:

"Ben bir ülkü uğrunda büyük zorlukları ve yoklukları ye­nip başarıya ulaşan bir (Küçük takım)ın kılavuzu idim. Kö­yün yurt ölçüsündeki sorunlarını her yanıyla işleyen büyük eğitimci Tonguç, gelecekte faydalı olacağını tasarladığı hiz­metleri tartıp ölçtükten sonra böyle bir kitabın hazırlanması zorunluğunu ortaya koymasaydı da beni görevlendirmeseydi şimdi üstüne abanıp gururlandığım bu (Kitap), geçmişin son­radan unutulacak bir (Anı)sı olarak kalacaktı. Yararlığı doğ­rultusundaki umutların dirilttiği (övünç)lere yer varsa bu, tü­müyle Tonguç'un hakkıdır. Çünkü o düşünmüştü; o, yaptır­mışti."

Güç, Fakat Çok Önemli Bir Görev

Kastamonu'daki işlerimi bitirmiş, İstanbul'a asıl müfet­tişlik görevime dönmüştüm. Denetlemelerime giriştiğim gün­lerdeydi. Bir derslikte, özlü ve sürükleyici bir çabanın tam or­tasında kapımız vurulmuştu. Öğretmen baktı, Okul Başöğret-

82

Page 81: ESKİ BİR öGRETMENİN - Turuz · yanık türküsüyle gurbetteymiş gibi ömrünü tükettiği köyüne döner. Yüz yıllardır uyuyan bu gücü ayaklandırmak gerekiyor du. Köye

meni Ali Rıza Bey imiş. Kendisi Beşiktaş ilçesinin Maarif Me­murluğunu da yapıyordu. Hemen diyeceklerini toparladı:

Maarif Müdürü (Milli Eğitim Müdürü) telefonda sizi bek­liyor. Pek acele bir işmiş galiba . .

Müdür Tevfik Kut'un sesini tanıdım. Pek telaşlı görünü­yordu.

- Kardeşim, Ankara'dan şimdi telefon ettiler. Seni bugün götürebilecek ilk trenle hareket edecekmişsin. Genel Müdür­le Eskişehir İstasyonunda buluşacak; sana, talimatını orada ve­recekmiş. Hemen hazırlan!

- İyi ama Müdür Bey, eve gideceğim, yol çantamı hazır­layacağım. Bu, en azından bir saatlik iş. Sonra en önemlisi, bu seyahat için benim param da yok.

- Çantanı kap gel daireye. Ben para veririm sana. Apar topar istenilenden, ancak bir sonraki trene yetişebildim. Es­kişehir' e vardığım zaman arandım, Tonguç 'u göremedim. Fa­kat birisi, kompartımanları tarayarak hızlı hızlı bana doğru yü­rüyordu. Biraz sonra bunun, Eskişehir - Mahmudiye eğitmen yetiştirme kursunda arkadaşlık ettiğim müfettiş Bayram Bey olduğunu hemen seçtim. Kolumu kaldırıp işaretimi verdim. Kucaklaştık. Beni bulabildiği için olacak, soluğu rahatladı. Şöyle yayılarak, karşıma oturdu.

- Hakkı Bey seni çok bekledi, diye lafa başladı, sen bun­dan önceki trenden çıkmayınca çekti gitti Hamidiye'ye .. sana bir mektup bıraktı, al!

Mektubu açtım, okudum. Bunda aşağı yukan diyordu ki, "Yeni Cumhurbaşkanı yurt gezisine çıkıyor. Birkaç güne ka­dar Kastamonu'ya gidecek. Orada kendisine bizim köy işle­ri üstüne doyurucu ve inandırıcı bilgiler verme olanaklarını sağla. Sorunumuzun geleceği bakımından bunun, büyük öne­mi var. Seni Ankara'da şube müdürleri istasyonda karşılaya­cak. Otomobilin hazırdır. Hiç savsaklamadan hemen çek, git. İyi haberlerini bekleyeceğim. Başarılar! . .

Birden sıtma nöbeti gibi birşey sarıvermişti beni ve san-

83

Page 82: ESKİ BİR öGRETMENİN - Turuz · yanık türküsüyle gurbetteymiş gibi ömrünü tükettiği köyüne döner. Yüz yıllardır uyuyan bu gücü ayaklandırmak gerekiyor du. Köye

ki devletin en büyük başının karşısındaydım. Ürkek, şaşkın bir adam oluvermiştim. Her yanım tutulmuş, kazık kesilmişti. İçime dönük kuşkular, öylesine dallanıp budaklanmıştı ki çev­rem olduğu gibi birden silindi. Arkadaşımın nasıl ayrıldığını; ayrılırken kendisiyle neler konuştuğumuzu sonradan bile ha­tırlayamamıştım. Bu kaybolmuşluğum, saatlerce sürdü. Fakat yavaş yavaş ayıldım, kendime geldim. Düşündüm ki, "Bu işin öyle insan gücüne inme iner gibi korkulacak hiçbir yanı yok. Eninde sonunda varılacak yön, yaptıklarım, yapılanlar için bildiklerim ve daha ötesinde de, bunlar üstüne düşündükle­rim. İnsan alınteri dökerek göğüslediği işlerin girdisini çıktı­sını, derinliğini, yaygınlığını iyi bilir ve iyi bildiği şeyleri de doğru, açık bir deyişle anlatır. Bana gösterilen güven, benim bu yoldaki gücüme inanışın bir sonucudur. Görevi, en sağlam, en doğru en inandırıcı ölçiileri içinde yürütmem için hiçbir şe­yim de eksik değil. Sıkı dur, görerek, bilerek bas, basacağın yere ! .. "

Kafamla içimin bu alışverişi beni öylesine hafifletti, gö­zümü pekleştirdi ki görevimi yapmanın gerektirdiği süreyi bi­le şimdiden uzun bulmaya, sabırsızlanmaya başlamıştım. An­kara' ya gidinceye kadar torbamda ne varsa hepsini aktardım, sıraya koydum. Dizisini beğenmediklerimi bozdum, tekrar düzenledim. Çabalarımıza ilişkin serbest bir açıklama yapma fırsatı verilirse neler diyeceğimi, nasıl söyleyeceğimi adama­kıllı pişirdim. İyi bir hizmetin yeterli gücüne erişebileceğim yolundaki inancım, artık beni rahatlandıran bir döşek olmuş­tu, bunun içinde dinlendirici bir uyku, her şeye atılmaya ha­zır diriliğin temelini atmıştı.

Ankara lstasyonu'nda, bana haber verildiği gibi, her şey hazırdı. Şube müdürü arkadaşlarla şöyle ayaküstü hoşbeşten sonra atladım arabaya, ver elini Kastamonu .. . Ovalar, dağlar, ormanlar birbirine yapışık gölgeler gibi .�ğımdan, solumdan koşuşuyordu. Gece ginrtiştik şehre. Poğru, Vali Doğan Bey' in yanına. Toplantıda imiş. Bekledim. Bir süre sonra karşı kar-

84

Page 83: ESKİ BİR öGRETMENİN - Turuz · yanık türküsüyle gurbetteymiş gibi ömrünü tükettiği köyüne döner. Yüz yıllardır uyuyan bu gücü ayaklandırmak gerekiyor du. Köye

şıyaydık. Beni gördüğü için memnun olduğu yüzünden oku­nuyordu. Fakat bu vakitsiz gelişimin merakı da pek belliydi. tık sorusu,

- Hayrola Süleyman Edip? Ne oldu. - Cumhurbaşkanı gelecekmiş buraya da. Köy işleri üstü-

ne . . Daha sözlerimi tamamlamamıştım. Avni Doğan Bey bir­

den köpürdü ve, -Yoook, işte buna gelemem! diye bana çıkıştı. Yahu, bu

da ne demek? Saffet Bey'le (Arıkan) uzun uzadıya konuş­muştuk. "Eğitmen kursu için Cumhurbaşkanını gereği kadar aydınlatacağıma; kendilerini, bu dava için kazanma yolunda bütün gücümü harcayacağıma söz vermiştim." Demek bana yeterli güveni yokmuş ha . . Yani, benim bu işi beceremeyece­ğim düşünülerek seni yolladılar, öyle mi? Pekala öyle ise .. Ben de derhal çekiliyorum ortadan. Nasıl isterseniz öyle yapın!

Bu çıkış karşısında öylesine bozulmuş; daha işin başın­da umudumu öylesine yitirmiştim ki ne diyeceğimi, ne yapa­cağımı, kestirememiş, donmuş kalmıştım. Avni Doğan Bey bu batarya ile ateşin karşısındaki perişanlığımı hemen farketmiş olacak ki,

- Vekil bana " Senin elinle, senin dilinle bu işin en iyi bi­çimde yoluna konulabileceğine inancım var. Bize yardımcı ol, Avni Bey!." dediği iaman, "İçinin rahat olmasını; ne yapıp yapıp iyi sonucun müjdesini vereceğimi" vaat etmiştim. Eee . . bütün bunlardan sonra ne oluyor, açık açık bir güvensizlik de­ğil mi bu? Düpedüz bir yetersizlik kuşkı.ısu sezilmiyor mu bu tutumda? Her şey olduğu gibi ortada. Saklanacak yanı kalmış mı bu işin artık .. De bakalım; haydi konuş bakalım sen de! . .

Uyuşukluğumu silip süpüren bir akım dolaştı her yanım­da. Hani büyük tehlikeler karşısında şahlanan inanılmaz güç­ler, insanı nasıl varlığının kabından taşınrsa bende de öyle bir şey oldu. Ezikliğimin içinden silkinerek sıyrıldım. Anlayışım,

85

Page 84: ESKİ BİR öGRETMENİN - Turuz · yanık türküsüyle gurbetteymiş gibi ömrünü tükettiği köyüne döner. Yüz yıllardır uyuyan bu gücü ayaklandırmak gerekiyor du. Köye

zekam dirilip sivrildi, kaybettiğimi sandığım fırsatın kapısı açıktı önümde işte .. Hemen daldım:

- Beyefendi, galiba meselede bir yanlış anlama var. Bir defa böyle yurt köycülüğünü yakından ilgilendiren köklü bir sorunun, en elverişli ölçü ve biçimleriyle ortaya konulabilme­si işinin; buradaki koşullara göre,üstesinden gelebilecek tek insan olarak görürüm sizi . . Saffet Bey, mevkiinize, kişiliğini­ze ve yönetimdeki büyük yeteneğinize içtenlikle güvenmiş, ye­rinde bir anlayış göstererek böyle çok önemli bir hizmeti rica etmiş sizden .. Size yapılan teklif, sizin de bunu kabul edişi­niz, ne kadar doğru düşmüşse bundan sonraki tutumunuzun da başarılı sonucuna varacağını kestirmek, o kadar doğrudur. Gölköy'deki Eğitmen Kursu'nun çalışmalarında; planlaştınl­mış türlü köy hizmetlerinde detaylara inilmek, ya da kimi tek­nik ve özel bilgiler alınmak istenilirse bu alanda size yardım etmek üzere yollanmış bulunuyorum.

· Konuşmamı burada kesti ve, - Tarnaaam .. şimdi anladım, dedi. Saffet Bey çok akıllı

adamdır. İyi düşünmüş doğrusu . . Haydi şimdi git, rahatına bak. Hiç merak etme, işi koparıp kurtaracağız.

Sırtımdan büyük bir yük kalkmıştı. "Ya bu işi idare etme yolunu bulamasaydım da Vali'nin öfkesini yatıştıracak ve as­lında gerçeğe de uyan bu düşünce dizisini derleyip toparlaya­masaydım halim nice olurdu?" dedim durdwn, kendi kendi­me ve soğuk terler de döktüm .. Ayakta gördüğüm bu ters rü­yanın etkisinden kendimi zorlayarak çabuk kurtuldum, gene girdim tasanlanmın istifi içine .. Burada, hiç yorulmuyordum. Çünkü hep işim için tatlı, zevkli düşünce ve söz kalıplarım dü­köyordum boyuna ve arada da, "Ne olur ne olmaz?" diye Göl­köy'deki kursa attım kapağı hemen. Ortalıktaki yapraklan top­lattım. Arkamdan yeniden yerlere dökülüp toprağı örtmesin diye bazı ağaçların dallarını silkelettim, yeniden bir temizlik zorunluğu bırakmadım böylece .. yapıların kendi haline hıra-

86

Page 85: ESKİ BİR öGRETMENİN - Turuz · yanık türküsüyle gurbetteymiş gibi ömrünü tükettiği köyüne döner. Yüz yıllardır uyuyan bu gücü ayaklandırmak gerekiyor du. Köye

kılmışlıklanna bir çekidüzen verdim. Artık Devlet Başkanı ge­lip görebilirdi burasını.

Aradan öyle sabırsızlanacak kadar vakit geçmedi. Cum­hurbaşkanı gelmiş, Vali Konağı'na inmişti. Arkasından bir ta­nışma töreni düzenlenmişti. İnönü'ye ilin bütün daire müdür­leri, adliyecileri, belediyecileri, şehrin ileri gelenleri tanıtıldı ve aynca bir başka gün de Cumhurbaşkanı, her hizmet bölü­münün sorumlu başıyla teker teker konuşacaktı. Bu benim için büyük bir sınav olacaktı. "Eğitmen" konusunu öylesine ezberlemiştim ki"Sorular" başlar aşlamaz bunların karşılık­ları, belli kalıplarda oturmuş biçimleriyle olduğu gibi ortaya konulacaktı. Bunun üstüne hiç kuşkum kalmamıştı. Gün gel­di, çattı. Uzun büyük bir masanın başında İnönü, onun yanın­da Vali Doğan Bey yer almışlardı. Sağlık, Bayındırlık, Tarım Müdürleri; Maliyeciler, Yargıçlar, Savcı, sıralarını savmışlar­dı. Yalnız burada aklıma geldikçe bugün bile üzüntü veren et­kisini azaltmamış bir olaya kısaca dokunmaktan kendimi ala­mayacağım. Cumhurbaşkanı, öğrenmek istediklerini sıra ile sorup karşılıklarını aldıktan sonra, "Başında bulunduğunuz ör­güt çalışmalarının, daha verimli olabilmesi için yapacağınız herhangi bir teklifiniz veya isteğiniz var mı?" yollu ortaya bir de soru atıyordu. İşte bunlardan birine verilen karşılık:

- Paşam, bizim yazı makinesi pek eski. İş görmüyor. Bir makine lütfedilmesini istirham edeceğim.

Devlet hizmetini, halka yardım görevini bu denli dar bir ölçü içinde kısırlaştırmış, soysuzlaştırmış bir anlayışın bu so­ğuk rüzgarı, ortalığı öylesine dondurdu, kavurdu ki hiç kim­sede soluk alacak güç bırakmadı. Cumhurbaşkanı'nın nazik ve çok ustalıklı bir davranışı ile bu İzan kıtlığının fırtınası ge­çiştirilivermişti.

Öğretim ve eğitim konularında adamakıllı terletilen Ma­arif Müdürü'ne,

- Şu eğitmen işini anlatın bakayım bana, sorusu yönelti-lince Vali Avni Doğan Bey,

·

87

Page 86: ESKİ BİR öGRETMENİN - Turuz · yanık türküsüyle gurbetteymiş gibi ömrünü tükettiği köyüne döner. Yüz yıllardır uyuyan bu gücü ayaklandırmak gerekiyor du. Köye

- Paşam, Eğitmen Kursu Müdürü burada. Emir buyurur­sanız ondan bilgi alınsın, diye araya girdi. O zaman İnönü ba­na dönerek,

- Peki, dedi; siz söyleyin öyleyse . . - Paşam! diye konuşmaya başladım. Eğitmen, nüfusları

az olan köylerimiz için yetiştiriliyor. Bu küçük köylere, daha uzun zaman öğretmen yollama olanaklarından yoksunuz. İş­te eğitmen, buralarda kılavuzluk görevi yapmak için hazırla­nıyor.

Bu kısa girişimden sonra, "Eğitmen" konusunda benini anlatacaklarım içinde kendilerince yararsız ve önemsiz sayı­labilecek olanlar yüzünden vakit harcamayı belkirdoğru bul­mamış olacaklardı ki, sözümü kesti ve,

- Eğitmen işinde durulmasını gerekli bulduğum yön ve sorunlara doğrudan doğruya girmek ve içlerinden daha baş­langıçta anlamak istediklerimin ayıklanmış olarak ortaya ko­nulmasını kolaylaştırmak için konuşmalarımızda, sadece be­nim sorularımın karşılığını isteyeceğim.

- Nasıl emrederseniz Paşam. - Demiştiniz ki, eğitmenleri nüfusları az olan köylerimiz

için yetiştireceğiz. Peki, hatırınızda mı Türkiye'de bu nüfus­ları az köylerin sayısı?

- Evet Paşam. Nüfusları 1 50 civarında ve daha az, aşağı yukarı 1 6.000 köyümüz var.

- Bu köylerin her birinden, ortalama, okuma çağında kaç çocuk çıkar acaba?

- 1 5 . - Peki, eğitmenlerin bu küçük köylere gidince ne işler ya-

pacakları herhangi resmi bir belgede belirtilmiş midir? - Evet, 2338 Sayılı Köy Eğitmenleri Kanunu'nun 6. mad­

desine göre Tarım ve Kültür bakanlıklarınca kabul edilen ta­limatnamede açıklanmıştır hepsi.

- Bu talimatnamede başka neler var? Şunları bir özetle­yiverin bakayım bana.

88

Page 87: ESKİ BİR öGRETMENİN - Turuz · yanık türküsüyle gurbetteymiş gibi ömrünü tükettiği köyüne döner. Yüz yıllardır uyuyan bu gücü ayaklandırmak gerekiyor du. Köye

- Bu talimatnamede, eğitmen kursları için Kültür ve Ta­nın bakanlıkları bütçelerinden hangi tür masrafların ödenece­ği; kurslarda çalışan öğretim, eğitim ve yönetim elemanları­nın; eğitmenlerin görevleri saptanmıştır.

- Eğitmenlerle ilgili olarak bahis konusu edilen görevle­ri kısaca söyleyebilir misiniz?

- Eğitmen, gittiği köyde çocukları, yetişkinlerden okuma yazma bilmeyenleri okutacak; köyde bir okul yapısının kurul­ması için önayak olacak. Fenni ziraat çabalarında köylünün önüne düşecek; köyde bir koru, bir fidanlık kuracak. Meydan­ların, sokakların ağaçlandırılmasını sağlayacak. Köyün, te­mizlik, sağlık izlerine göz kulak olacak; hükümetle ilişkile­rinde yardımcı olacak.

- Şimdi akla takılabilecek yönleri birer birer aydınlığa çı-karalım. Bu köylerdeki okullar kaç sınıflı?

- Üç sınıflı. - Eğitmen bu üç sınıfı bir arada nasıl yönetecek? - Eğitmenli okulların bir özelliği de şudur: Buralarda eğit-

men, her yıl bir sınıf okutacak. Sözgelişi, eğitmen ilk gittiği yıl 9, 10, 1 1, 12, 1 3 yaşındaki çocukları okula alacak. Bunlar, ilk yıl, birinci sınıf, sonra ikinci, daha sonra da üçüncü sınıf olacaklar. Bunlara diploma verince, yeni ders yılının başında tekrar sürekli olarak üç yıl okutmak üzere, birinci sınıfı kura­cak.

- Ya bu ayn, ayn beş yaşın çocukları çok kalabalık olu­verirse ne olacak?

- Paşam talimatnamede, bu da. düşünülmüş. Gerçi bu köy­lerdeki çocuk sayısı " 15" etrafında hesaplanmış ama, eğer bu­}'urduğunuz gibi, sayı fazla çıkıverir de "50"yi geçerse o za­man, eğitmen 9, 10 yaşındaki çocukları bırakacak.

- Yani şimdi ne oluyor? Köyün çocuğu kalabalıksa kad­ro, büyük yaştaki çocuklarla dolduruluyor. Daha küçükler de artık bundan sonraki üç yıl sürecek döneme bırakılıyor. Gü­zel, iyi düşünülmüş.

89

Page 88: ESKİ BİR öGRETMENİN - Turuz · yanık türküsüyle gurbetteymiş gibi ömrünü tükettiği köyüne döner. Yüz yıllardır uyuyan bu gücü ayaklandırmak gerekiyor du. Köye

- Bir şey öğrenmek istiyorum. Öğretim, bir marifet; bir sanattır. Yedi aylık bir kurstan sonra bu köy delikanhları bari okutma-yazdırma işini becerebiliyorlar mı? Bu alanda giriş­tiğiniz çabalar böyle bir güç kazanmalarına yetiyor mu? Kısa bir açıklama yapar mısınız?

- Başüstüne Paşam. Konu, dış yönüyle gözden geçirildi­ği zaman "Mantık"ın ulaşacağı nokta, elbet böyle bir yeter­sizlik kanısı olabilir. Ama işin aslı, kesin olarak böyle değil, arzedeyim:

Eğitmen adayları, genel bilgi alanında, programlarında­ki derslere göre, hazırlıkları tamamlandıktan sonra, çevrede­ki köylerde küme öğretmenlerinin gruplarının şefinin ve Kurs Eğitim Başının Kılavazluğuyla araştırmalara başlar; kendile­rine, gidecekleri köylerde görev olarak başarmaları istenilen işler türünden incelemeler yaptırtılır; köyün temizliği, fidan­lık, koru, okul yapısının yerleri, köyün özelliği göz önünde bu­lundurularak, hazırlanan kaba taslak bir planın gerçekleştiril­mesi yolundaki düşüncelerini ortaya koyar; bunlar tartışıldık­tan sonra fidanlığın yeri, meyve ağaçlarının türleri, okul ya­pısının kurulacağı alan için ortak kararlara varılır. Bu biçim çabalar, köyün ana sorunlarında eğitmen adayının gözünü açar, onu pişirir.

- Ders verme meselesini merak ediyonım. Bu iş nasıl yü-rütülüyor?

·

- Eğitmen yetiştirme ile ilgili bütün konular için tutulan kolaylık ve pratiklik yolu, ders vermeye alıştırmalar işinde de izlenilmektedir. Bu alanda onları adamakıllı pişirmek için eli­mizde etkili olanaklar var. Ders uygulamaları sırasında her eğitmen adayına "Öğretim kılavuzu" verilir. Bunlar, eğitmen­li köy okullarının birinci, ikinci, üçüncü sınıflarında okutula­cak okuma, aritmetik, yurt ve yaşama bahislerini bir araya top­layan üç kitabın içindeki konuların derslerde nasıl işlenilecek­lerini gösterirler. Sözgelişi, birinci yıl öğretim kılavuzunun ilk sayfasını açan eğitmen adayı şu direktifleri bulur:

90

Page 89: ESKİ BİR öGRETMENİN - Turuz · yanık türküsüyle gurbetteymiş gibi ömrünü tükettiği köyüne döner. Yüz yıllardır uyuyan bu gücü ayaklandırmak gerekiyor du. Köye

Alfabe. Birinci ders, iki saat sürecek. Birinci saat: Kitapları dağıt, yırtmamalannı, kirletmeme­

lerini tembih et. Kitapların başındaki Atatürk'ün resmini çocuklara gös­

ter. Atatürk hakkında da kısa bilgi ver. Üçüncü sahifeyi açtır. Buradaki at resmi üzerinde çocuk­

ları konuştur. Rengi, ayaklan, kuyruğu, yelesi nasıl? diye . . Resmin üstündeki yazının "At" olduğunu söyle. Çöplerle yaz­dırt. Defterlerine de baka baka yazdırt. Sonra hepsine birden söylet!

Aritmetik, Yurt, Yaşama dersleri de bunun gibi .. Usta bir öğretmenin yapabileceği, yaptırtacağı şeyler hep öz olarak emir biçiminde yapılmış. Eğitmen adayı bunları tıpkısı tıpkı­sına uyguladığı zaman, kusursuz bir ders yapmış olur.

Geçmiş olan kurs döneminde bizim eğitmen adaylarına 1 700'e yakın ders verdirdik. Her eğitmen adayına ortalama 8 'er ders düştü ve her biri 50-60 dersin tartışmasına katıldı. Tartışmalarda hiçbir şeylerine karışılmadı. Öyle can alacak yerlere dokunulurdu ki sezişler ile buldukları bu noktaların, zaman zaman tutturduğum tartışma notları ayıklandığİ zaman, öğretim tekniği ilkelerine uyduğu ya da bu ilkelerle benzer­likleri olduğu çok görüldü.

- Bir dakika! şu sorunun karşılığını isterim: Şimdi anlattıklarınız, yetiştiricilik bakımından gerçekten

olumlu, ıgüzel şeyler . . Yalnız genel olarak ye_tiştiriciler, yetiş­tirdikleri elemanların hizmetlerinde göstermeleri arzulanan haşan ölçülerinin tespitinde, tarafsız kalabilirler mi acaba? . . Eğitmenleri bir de görevleri başında görmek; kendilerinden beklenilenleri ne dereceye kadar başarabildiklerini öğrenmek çok önemlidir. Siz, şimdiye kadar kendi yetiştirdiklerinizi hiç işlerinin başında görebildiniz mi?

-

- Evet Paşam. Bu öyle sistemli bir izleme değil ve elbet sağlam bir yargıya götürecek ölçüde değildir, ama bütünün bu

9 1

Page 90: ESKİ BİR öGRETMENİN - Turuz · yanık türküsüyle gurbetteymiş gibi ömrünü tükettiği köyüne döner. Yüz yıllardır uyuyan bu gücü ayaklandırmak gerekiyor du. Köye

az örnekleri de gelecek için iyi şeyler düşündürebilecek nite­liktedir.

Ankara köyletjnin birinde, Eskişehir-Mahmudiye kur­sunda yetiştirdiğimiz eğitmenlerden birini görmüştüm.Ço­cuklarını okutmuştu. Köyün delikanlılannı ele almıştı. Kuru­lacak fidanlığın yerini hazırlamıştı. Temizlik işlerini başarı ile yürütüyordu. Gene Çankırı köylerinden birinde, yetiştirdiği­miz eğitmenlerden birini görevi başında inceledim. Okuluna 36 çocuk alnuş. Bunların 34'ünü çatır çatır okutmuş, yazdır­mış. " İkisi battal çıktı, ama ne yapıp yapıp onlara da söktüre­ceğim" diye güvenli güvenli konuştu eğitmen. Köy, pırıl pı­rıldı. Çeşmenin yanlara taşan suyunu kuru örgüler içine alıp uzağa götürmüş. Bu temizlik ve düzeni nasıl başardığını sor­dum kendisine, " Haftanın bir gününü köyümüzün böyle işle� rine ayırdık. Elbirliğiyle sarılıyoruz işlere. iyi sonuçlar, her­kesin şevkini arttırıyor" dedi.

Bu dönemde eğitmenleri hasat zamanında köylerine izin­li olarak yollamıştık. Döndüklerinde, "Köyde ne var ne yok, neler yaptılar? diye konuşturduk onları. Köyün sorunlarına öy­le girmişler; bunları, birçok yönlerden öylesine ele alıp işle­mişler ki hepimizin göğüsleri kabardı.

- Çok teşekkür ederim. Anlaşılıyor ki işler, hem bugün doğru yolunda yürüyor; hem de, pek az da olsa, doğrudan doğruya iş başında yapılmış araştırmalar, gelecek için bugün­den kandırıcı, inandırıcı vaatler getiriyor.

Eğitmen adaylarının nasıl seçildiği işini de kısaca şöyle bir toparlayın hele . .

Kültür ve Tannı bakanlıklarınca, açılacak kursun yeri, ke­sime girecek iller kararlaştırılır. Söz gelişi, bizim buradaki kursun bölgesine beş il alınmış: Kastamonu, Çankırı, Çorum, Sinop, Zonguldak. Adaylarımızı bu illerin köylerinden aldık. ·

- Hepsi kaç kişiydi? . - 250 - Bütün kurslarda kaç kişi yetiştiriliyor?

92

Page 91: ESKİ BİR öGRETMENİN - Turuz · yanık türküsüyle gurbetteymiş gibi ömrünü tükettiği köyüne döner. Yüz yıllardır uyuyan bu gücü ayaklandırmak gerekiyor du. Köye

- Eğitmenler için yıllık yetiştirme kadrosu 2000. Bakan­lıklarca yapılan hazırlık, bu sayıya göre.

- Seçim işinin nasıl yapılmakta olduğunu anlatmaya baş­lanuştınız, bitirmediniz. Tamamlayınız şunu.

- Kurs çalışmalarına başlamadan üç ay önce kesime gi­ren illerdeki birbirine yakın nüfusları az 8- 1 O köyden kurul­muş bölgelerdeki küçük köylere ilköğretim müfettişleri, ora­ları iyi bilen öğretmenler yollanır. Bunlar, askerliklerini bitir­miş; okuma-yazması olan; tarım işleriyle uğraşan, toprak ve hayvan sahibi isteklileri arar. Bunların ahlak durumlarını so­ruşturur; herbiri için basılı birer fiş doldururlar. Bunlarda, se­çenin kanıları ve adayın yazısı örneği ile kabataslak bilgi dü­zeyi ile ilgili notlar vardır. İller milli eğitim müdürlüklerince kurslara yollanan bu fişler incelenir, seçilenlerin adlan bu il­lere duyurulur, adaylar da nisan ayının ilk günlerinde kurs ça­lışmalarına katılırlar.

- Y iyecek, giyecek işleri iyi midir? Geçmiş olan dönem için harcanan paranın tümünü şöyle aşağı-yukarı söyleyebilir misiniz?

- İki kap doyurucu yemek, biri iş, biri de yabanlık ikişer kat elbise. 250 kişinin barınacağı; yetiştirileceği bu kursun her çeşit giderleri ile kuruluş masraflarının tutan, yuvarlak hesap 60.000 lira kadardır. Bunun l /8' ini Tannı Bakanlığı ödedi.

- Doğrusu az para ile çok iş . Deminden beri verdiğiniz bilgilerle işin temeli üstüne fikir edindim . Yalnız kadın eğit­men işi, hiç söz konusu olmadı. henüz kadın eğitmen yok ga­liba .. Köyü birde evin içinden kavramalı. Belki bu iş için kay­nak da yok. Ama ne yapıp yapıp bu yola girmenin çaresini şim­diden araştırmalı; bir kolaylık bulmak için hazırlanmalı. Köy, ancak böyle bir tutumla toptan' canlandırılabilir. Biz Eğitmen Teşkilatına büyük ümitler bağlıyonız. Yaptığınız açıklamalar­dan ötürü size teşekkür ederim.

*** Ortalıkta bir kaynaşma var. O gün İnönü, Kastamonu

93

Page 92: ESKİ BİR öGRETMENİN - Turuz · yanık türküsüyle gurbetteymiş gibi ömrünü tükettiği köyüne döner. Yüz yıllardır uyuyan bu gücü ayaklandırmak gerekiyor du. Köye

Halkevi 'nden Cumhurbaşk�nlığı 'nın ilk söylevi ile bütün Tür­kiye 'ye seslenecekti. Herkesteki merak ve telaşın nedeni buy­du. gen de erkenden bölük bölük Halkevi'ne girmek için ge­lenlerin arasına katıldım. Daha kapıdan girer girmez Vali Av­ni Doğan Bey, el ile işaret ederek yanına çağırdı beni.

- Hiç vakit kaybetmeden doğru Gölköy'e git. Programa göre biz, İnönü ile bugün Daday'a gideceğiz. Dönüşte de Kurs'a uğrayacağız. Belki ortalığa bir çekidüzen vermek ge­rekirse, hemen fırla! dedi. Ben, tabii soluğu Gölköy'de aldım. Zati kurstaki yapılar, yollar, bahçe .. her yer önceden hazır bir biçime konulduğu için şöyle küçük bir rötuştan sonra ortalık pınl pınl olmuştu. Artık iş Cumhurbaşkanı'nın gelmesine kal­mıştı. Sabırsız bir bekleme döneminde epeyce ter döktüm. Asıl sınav, başan ile atlamıştı. Bu geliş için artık yeni ürkek­likleri kımıldatan "Acaba?"lan o kadar umursamıyordum. A­ma insan, kendisini rahata erdirecek "Neden "!ere soluk aldırt­mayacak dü$ünce ve mantık savaşında su götürmez bir üstün­lük elde etse de gene bir bekleyişin ateşten gömleğini giymek­ten kurtulamıyor. Bu gömlek sırtımı ne kadar kavurdu, gerek­siz kuşkularla ne kadar yoruldum ve ne kadar belli bir yerden seçilebilecek araba kafilesini gözledim, hiç bilmiyorum. Ba­kışlarımı ayıramadığım sırtta görünen dizi, kaşla göz arasın­da karşımda belirivermişti. Bahçede topianan kadın-erkek köy halkı ile cumhurbaşkanına karşı çıktık. Ben, öne düştüm. İnö­nü 'ye yol gösterdim. Daha içeriye girer girmez, çadırların ku­rulduğu yerleri belli olan meydan göze çarpıyordu. Buranın önceden çekilmiş bir resmini yanıma almıştım.Cebimden çı­kardım,

- Kurs çalışırken burası işte böyleydi, diye resmi uzat­tım.Fakat bu giriş ve davranış anlamsız kalmıştı. Bir açıkla­ma yapma zorunluğu karşısında bulunduğumu anladım: Eğit­menler bu çadırlarda yattılar, kalktılar, Tanın Bakanlığı, "Bi­zim, Gölköy'de 600 kişilik yerimiz var" deyince burada 250 kişilik bir kurs açılmasına karar verilmiş. Fakat kursu açma-

94

Page 93: ESKİ BİR öGRETMENİN - Turuz · yanık türküsüyle gurbetteymiş gibi ömrünü tükettiği köyüne döner. Yüz yıllardır uyuyan bu gücü ayaklandırmak gerekiyor du. Köye

dan önce Tanın Bakanlığı'nın yerlerini incelemek için bura­ya geldiğimiz zaman bir de ne görelim. Şu karşıdaki şimdi terk edilmiş eski Ziraat Okulu, duvarları yarılmış, ayakta zor du­ruyor. O kadar ki içinin nasıl olduğunu anlamak için kapısın­dan ayak atmaya bile cesaret edemedik .. Şu meydanın arka­sında artık hayvanların bile kapatılamayacağı hale gelmiş yı­kık dökük ahırlar, harap okul binası. . gibi kağıt üstünde plan olarak birçok insan barındıracak sanılan yapıların, hiçbir işe yaramayacağı meydandaydı. Tam ortasında baca gibi bir am­barın yükseldiği şu ahşap evde ise ne kadar zorlansa ancak 50-60 kişi yatırılabilirdi. Bir kere de iki bakanlık, 250 eğitmen yetiştirmek için burada bir kurs açılmasını kararlaştırmış; bu­nu gerekli yerlere duyurmuş; seçim hazırlıklarının yapılması bildirilmiş; y�i artık bu işten dönülmez bir kerteye gelinmiş. İşte bu çaresizlik yüzünden Milli Eğitim Bakanı Arıkan, bize Kızılay 'dan 3 büyük, 25 küçük çadır verdi, şu bataklık yeri kum ve çakılla adamakıllı bir meydan haline getirdik. Yedi aylık bir kurs dönemi süresince 200 kadar eğitmen burada rahatça barındı. Eğitmenlerin bir hafta içinde meydanı çamurdan kur­tarıp ranzalarını da kendilerinin yaparak içine girdikleri bu ça­dırların toplandığı alana sonradan onlar, "Ordugah" adını tak­tılar. Şu çit yönündeki yolu, ahşap binadan ta bahçenin biti­mine kadar uzanan 200 metrelik yolu, rekor denilecek kısa bir sürede tamamladılar. Yoksa çamurdan baş alamazdık.

Vali Avni Doğan Bey de söze kanştı: - Paşam şu gördüğünüz mutfak, helalar, yıkanacak yer­

ler, şu yolumuz üstündeki atölye, ilerideki beyaz bina, hep eğit­menler eliyle yapılmıştır. Hemde aklın ermeyeceği kadar az para ile. Bizim bu kurs, her şeyi ucuz, ucuz elde etmenin yo­lunu keşfetti. Tuğla, kereste, kireç bedava denilecek kadar az para ile elde edildi. Onlara ormanda bir de makta vermiştim. Tomrukları oradan indirdiler. Burada da hızarları kurdular. Çatır çatır çalıştırdılar.

95

Page 94: ESKİ BİR öGRETMENİN - Turuz · yanık türküsüyle gurbetteymiş gibi ömrünü tükettiği köyüne döner. Yüz yıllardır uyuyan bu gücü ayaklandırmak gerekiyor du. Köye

İnönü, - "Tuğlayı kendimiz yaptık. Yapılarımızı kendimiz kur­

duk" diyorsunuz, peki bu işlerin nasıl yapılacağını gösteren, eğitmenlerin başlarında "Öğretmen" gibi bir kimse bulunu­yor muydu?

- Evet Paşam, kurulan yapılar için başlarında dttvarcıhk, dülgerlik öğretmenleri vardı, ama tuğla ve yol yapma işleri, kendi aralarından çıkan ustaların kılavuzluğu ile yürütüldü.

- Peki, bu tuğla yapma meselesi nereden geldi aklınıza? - Mutlaka aşılması gereken bir zorunluluktan doğdu bu

kararımız. Yoksa çevrenin ihtiyacımızı bir türlü karşılayama­mış olan az sayıdaki ve pahalı pahalı sattığı tUğlaya kalsaydık durumumuz pek kötü olurdu.

- Nasıl yaptınız, ne kannız oldu bu işten? - Bizim çevremizdeki köyler tuğlayı odunla pişiriyorlar.

Biz, Birinci Cihan Savaşı'nda Azdavay'da Almanlar tarafın­dan çıkarılan kömürle pişirdik. Köylünün en kabadayı fınnı l 0.000- l 2.000; bizimkisi, l 20- l 50 binlik. Biz ıskartalar, yağ­murdan, fırında ziyan olanlar çıktıktan sonra kursun türlü ih­tiyacı için 250.000, Kastamonu'da yapılan lise pansiyonu için 1 20.000 tuğla pişirdik. Hesabımıza göre tuğlanın binini biz, 1 30 kuruşa mal ettik. Halbuki dışarıdan binini 8-9 liraya alı­yorduk. Onu da istediğimiz zaman ve istediğiniz sayıda ala­mıyorduk. Kereste de buna göre. Piyasadan metre küpünü 25-30 liraya aldığımız keresteyi ormandaki maktaımızdan 9 lira­ya mal ettik. Doğramalık keresteyi, yıktığımız eski ambarla­rın abanozlaşmış kalaslarından sağladık.

- Peki bu kadar çeşitli ağır işten sonra derslere yeteri ka­dar vakit bulabildiniz mi bari?

- Konunun bu yanını da kısaca açıklayayım. Eğitmenle­rin ders müfredat programında onlar için bir dönemde okutul­ması zorunlu görülen genel bilgi ders sayısının azı ve çoğu sı­nırlandırılmıştır. Bu sınır, 730'da başlar, 960'ta kesilir. Bizim günlük porgramlarımıza göre ders, iş, soluk alma, temizlik,

96

Page 95: ESKİ BİR öGRETMENİN - Turuz · yanık türküsüyle gurbetteymiş gibi ömrünü tükettiği köyüne döner. Yüz yıllardır uyuyan bu gücü ayaklandırmak gerekiyor du. Köye

düzen . . . gibi genel hizmet çabalarına ayrılan sürenin tutan 1 5 saattir. Bu uzun ve yoğun süre, o günün özelliklerine uygun bir esneklik içinde değerlendirilir. ·

- tık bakışta bu tutum, ağır bıkkınlık verecek gibi görü­nür. Ne dersiniz buna?

- Paşam bu işi aydınlığa çıkarıp konu üstüne doğru bir ka­nıya varabilmek için eğitmenleri yetiştirmede başvurulan özel metot ve bunların kişilikleri ile ilgili gerçekleri ele alamayız. Bu yapılmadıkça sorun, dış yan ile işaret buyurduğunuz kuş­kudan kurtulamaz.

Bilgi kazandırmada izlediğimiz metodun özeti şu: Ders ve iş kümeleri 8- 12 kişiliktir. Her kümenin başında

geceli gündüzlü, ileride eğitmenlere gezici başöğretmenlik yapacak, bir öğretmen bulunur. Bu öğretmenler, kendi küme­sinde bulunanların dağarcıklarır)da olanı-biteni bilir. Her haf­ta sonunda yaptığı yoklamalarla da neler kazandıklarını; ya da verilmesi gerekli yeni bilgilerin kadrosunu açık seçik bilir. Ge­rektiğinde zayıf kalmış olanlarla teker teker uğraşıp bunları, kümesinin genel seviyesine zamanında ulaştırma başarısını elinde tutabilir.

Öğretim bakımından eldeki bu özel olanakların yanında bir de eğitmen adaylarının iç güçleri çok önemlidir elbet. Bil­mediği, ama öğrenmek için yararlı olduğunu kestirdiği bir şe­yin üstüne öylesine çullanır ki, artık zamanı, kendisini unu­tur; olur olmaz kişilerin erişemeyeceği bir dev gayretle onun üstesinden gelir. Sonra köyünde çok zamanlar, her düğümü kendisinin çözmek zorunluğu karşısında kalacağı köyün, köy­lünün yararına girişeceği köklü hizmetlerden çevresinin ne ka­dar çok kıvanacağı yulunda kendilerine kazandırılmış inanç­ların üstüne bir de, bir şey öğrenmeye ihtiyaç, istek duyma hır­sı eklenince eğitmen adaylarının çalışma şevklerinin yorulmaz ve eskimez yönleri kendiliğinden çıkar ortaya.

- Bütün bu konuşmalarımız arasında konunun bir yanına hiç dokunulmadı. Bunların köylerde yaptıkları, görevlerin iz-

97

Page 96: ESKİ BİR öGRETMENİN - Turuz · yanık türküsüyle gurbetteymiş gibi ömrünü tükettiği köyüne döner. Yüz yıllardır uyuyan bu gücü ayaklandırmak gerekiyor du. Köye

lenmesi işi ne oluyor. Herhalde köylerine gittikten sonra ken­di hallerine bırakılmıyorlardır?

- Evet Paşam. Onları kursta yetiştiren öğretmenler, bun­ların öğretim ve eğitim alanındaki çabalan ile ve köydeki di­ğer hizmetlerle ilgıli görevlerini izliyorlar. Ders işlerinin önemli yanlarında; köy sorunlarının ele alınmasında onlara kı� lavuzluk, üstelik doğrudan doğruya hizmetlere katılma yanı ile de yardımlar yapıyorlar. Her gezici başöğretmenin bu kü­çük bölgelerde gerektiğinde doğrudan doğruya işleri ele ala­rak yaptıkları denetlemeleri ayrıca kendi başına giriştiği ça­balan, üst basamakta görev yapmakta bulunan ve kurstaki ça­lışmalara katılmış ilk öğretim müfettişleri izlerler.

- Anlaşılıyor ki bu işin en ağır yükü Milli Eğitim Bakan­lığı 'nın sırtında. Tarım Bakanlığı'nın eğitmenlerle ilişkileri­nin sınırlan ne? Bu alanda Tarım Bakanlığı ' nın ne gibi görev­leri var?

- Eğitmenler Tarım Bakanlığı elemanlarınca verilmiş olan . planlara göre bulunduğu köyün tarımsal durumunu inceleyip saptamak yükümlülüğündedir. Yine bu kanaldan gelecek yar­dımlarla köylerinde birer koru, ya da fidanlık kurmak görevi verilmiştir bunlara. Tarım Bakanlığı'nca eğitmenlere, köyle­rinin özelliklerine göre, üretimi arttıracak, iyileştirecek ve ko­laylaştıracak tohum, araç ve gereç verilmesi, talimnamesinde yer almıştır. Eğitmen, bunlardan köylüyü de faydalandıracak� tır.

- Bana verdiğiniz bilgilere çok teşekkür ederim. Bunlar benim için pek yararlı oldu. Başarılan takdir ettim.

Aldığım görev, artık burada sonucunu vermiş sayılabilir­di. Pek rahatlamıştım. Döndüm Kastamonu'ya . .

Ertesi gün Merkez Kıraathanesi 'nde otururken bir polis geldi,

- Sizi Vali Bey çağırıyor, Halkevi'nde bekliyor, dedi. Doğruca oraya gittim. Kapıdan girince büyük bir kalaba­

lıkla karşılaştım. İlin bütün ileri gelenleri, müdürler, yargıç-

98

Page 97: ESKİ BİR öGRETMENİN - Turuz · yanık türküsüyle gurbetteymiş gibi ömrünü tükettiği köyüne döner. Yüz yıllardır uyuyan bu gücü ayaklandırmak gerekiyor du. Köye

!ar . . hepsi orada idi. Bunu yorumlayacak bir uç bulamadım bir türlü .. Vali Avni Doğan bey'in yükselen sesi, bu kalabalığın uğultusunu bıçak gibi kesti.

- Arkadaşlar, şimdi Cumhurbaşkanı hazretlerinin bana verdiği şerefli bir görevi yerine getirmekle büyük bir zevk du­yacağım. Bana yöneldi, Süleyman Edip Bey, yaklaşır mısınız? Cumhurbaşkanı Hazretleri buyurdular ki, "Eğitmen Kursu Müdürünün, gerek Vilayet Konağı'nda yapılan görüşmeler sı­rasında Eğitmen Kursları ve Eğitmenlerle ilgili olarak verdi­ği genel bilgi; gerekse kursu ziyaretimde bu konunun özel ve teknik yanlarına da girerek yaptığı açıklamalar, benim için pek yararlı olmuştur. Adıma kendisini tebrik edin ve gözlerinden öpünüz! " Gelin sizi kucaklayayım. Kucakladı, yanaklarımdan öptü. Bir alkış tufanı koptu. İçim, ılık bir rahatlık içinde gev­şemiş, gözlerimin önünde yıldızlar pırıldamaya başlamıştı. Sanki tabanlarım yerden kesilmiş bir tüy hafifliği ile uçmuş­tum. Bunun bir rüya olup olmadığı kuşkusundan, kendimi dı­şarı atıp doğru postahanenin yolunu tutunca sıyrılabildim.

Hemen Hakkı Tonguç'a şu anlamda bir tel çektim: "Eğitmen kursları üstüne Sayın Cumhurbaşkanı 'na ver­

diğim bilgiler dolayısıyla kurstaki ziyaretleri sırasında bizzat yaptıkları iltifatlardan ayn olarak şimdi Halkevi'nde Vali Av­ni Doğan Bey, büyük bir kalabalık huzurunda, Cumhurbaşka­nı Hazretlerinin takdirlerini bildirmek ve adına tebrik edilmem görevinin verildiğinden bahisle beni kucakladı.

Ertesi gün bu tele şu karşılığı aldım. Bay Edip Balkır Eğitmen Kursu Direktörü 34 Ankara 1 328 1 8 1 0/ 12/ 1 0/40 Başarılarınızı tebrik. Mesainize teşekkürler. Ankara yo­

lu ile dönmenizi rica. Sevgiler. Hakkı Tonguç Artık hiçbir yerde oturamıyordum. Öylesine sabırsızla­

nıyor; olup biteni Tonguç'a anlatmak için içim öylesine do­lup taşıyordu ki, handiyse yaya olarak Ankara'ya yola çıka-

99

Page 98: ESKİ BİR öGRETMENİN - Turuz · yanık türküsüyle gurbetteymiş gibi ömrünü tükettiği köyüne döner. Yüz yıllardır uyuyan bu gücü ayaklandırmak gerekiyor du. Köye

caktım ve hemen biraraba bulup hiç oyalanmadan bastım, git­tim. Bunu, bir telle de Tonguç' a bildirmiştim. Ankara 'da doğ­ruca dairesine gittim. Odasında kendisini yalnız buldum. Ka­pandık. Başından sonuna kadar, bir noktasını bile· atlamadan, anlattım. Ben heyecandan çoştukça o da sessiz sessiz ve bite­viye akan göz yaşlan içinde dinledi. Bitirince kalktı, boynu­ma sarıldı, yanaklarımı öperken,

- Sağol Edip! Çok iyi bir iş başardın. Artık bu alandaki çalışmalarımız daha kolay, daha güçlü ve elbet daha güvenli bir doğrultuda gelişecek. Haydi sen de evine, çoluğuna, çocu­ğuna dön! Bundan sonra içimiz ferah ve uykularımız rahat ola­cak. Sana güle gile!

Kastamonu-Gölköy il. dönem Eğitmen Yetiştirme Kursu Müdürlüğüm.

1 939 yılı Nisanı'nda Gölköy'e vardığım zaman keyfim yolundaydı. Çünkü 200 eğitmen adayının barındırılması, ye­tiştirilmesi için gerekli her şey tamamdı. Geçmiş yılın büyük ve sürekli çabalarla altedilmiş "Yokluk"lannı düşündükçe so­luğu kesen o günkü kar rüyamı dağıtan bugünkü varlıklı pırıl pırıl "Yapıt"ımız, fabrikadan yeni çıkmış bir saat gibiydi . Sa­dece şöyle bir kurulma işi vardı; Öğretmenler, müfettişler, eğitmen adayları geldi mi, tamam. Tıkır tıkır işleyecekti: Ça­muru tüketen yollan döşerken; yapıların duvarlarında örüle­cek tuğlaları fınnlarken yani bir kurumun iğneden ipliğe ka­dar her şeyi için dökülen terlerle ıslanmış gerçekten ezici yor­gunluklar içinde, "Yahu biz buraya amelelik etmeye mi gel­dik yoksa! .. Köyümüzdeki kendi işlerimizin suyu mu çıkmış­tı ha? .. " yollu yakınmalara, takazalara yer kalmamıştı artık.

Günü geldi, çattı. Bizim arı kovanı gene hani hani işle­meye başlamıştı. Kastamonu'dan 58, Çankın'dan 1 8, Sinop'tan 47, Çorum'dan 46, Zonguldak'tan 1 5 aday geldi. Toplam 1·84 olmuştu. Bu dönemin de eğitim işlerinin düzenlenmesi için şef

1 00

Page 99: ESKİ BİR öGRETMENİN - Turuz · yanık türküsüyle gurbetteymiş gibi ömrünü tükettiği köyüne döner. Yüz yıllardır uyuyan bu gücü ayaklandırmak gerekiyor du. Köye

olarak gene Cemal Öncel gelmişti. Kendisiyle bu, birlikte sür­dürdüğümüz üçüncü dö!lem arkadaşlığımızdı. Her bakımdan içim rahattı. Artık Eğitim Şefliği işlerinde adamakıllı pişkin­leşrnişti. Neleri ve nasıl yapacağını ezbere biliyordu. Bunun için de onun her yöndeki tutumuna büyük güvenim vardı. Bundan sonraki iş ve görev ortaklığımızda bu inanç ve bağlı­lığıma, en küçük gölge düşmemiştir.

Nereye el atsak kurumumuz, her yanı ile ayan hiç yanıl­mayan bir saat düzeni içinde çalışıyordu. Yalnız bu " Her şe-

- yin yolundalığı ", bizi hiç gevşetmedi. Yeni gelenlere, geçmiş yılın sıkıntılarını; her şeyi yeniden kurmanın yuttuğu dev ça­balan açık açık anlattık. "Öncekilerin, kendilerini barındırmak için döktükleri terlerin; kendilerinden başka bu yıl gelenlerin de barınmaları, yetişmeleri bakımından her şeye yetip de art­tığını" ortaya koyduk. " Hem bugün için daha geniş bir ferah­lığa erişilmesinin, hem de bundan sonrakiler için, bizden ön­cekiler gibi, varımızı yoğumuzu harcamanın gerektiği"ni an­latarak onların güçlerini şahlandırdık ve zaman kaybetmeden giriştik yeni işlere . .

Bir yandan öğretmen Hakkı Tanberk'in planlaştırdığı sebzecilik ve meyvecilik alanındaki çok başarılı çabalar; öbür yandan da haftalık programlara göre yürütülen öğretim-eği­tim üstüne girişilen çalışmalar aksamadan en verimli doğrul­tularında gelişiyordu. Bunlara paralel olarak 40 metre uzun­luğunda bir yıl önce, çitle çevrili asıl alanın içine yaptığımız büyük yapının bir benzerini kurma işimiz vardı. Ama bunu oturtacak yer yoktu artık. Bu sınırlı alanda zar zor ileride öğ­retmen ailelerinin oturacağı lojmanlar için bir yer bulduk ve hemen dört ailelik iki evi kısa zamanda bitirdik. Fakat asıl bü­yük yapıyı nereye oturtacaktık? İşte buna çare bulamıyorduk. Her başımız darda iken olduğu gibi, bu zor günlerde de Vali Avni Doğan Bey, Hızır gibi imdadımıza yetişti. Bu durumu kendisine açtığım zaman,

- Ne üzülüyorsun, şimdiye kadar hangi işiniz ortada kal-

10 1

Page 100: ESKİ BİR öGRETMENİN - Turuz · yanık türküsüyle gurbetteymiş gibi ömrünü tükettiği köyüne döner. Yüz yıllardır uyuyan bu gücü ayaklandırmak gerekiyor du. Köye

dı? Merak etme, onun için de bir çıkar yol bulacağım dedi ve arasını hiç soğutmadan da hemen Özel idare Müdürünü ça­ğırttı. Ona, "Kursun yerleştiği bahçe ile Daday yolu arasında­ki alarıın sahipleri bulunup bulunmadığını; buralarda Özel idare malı olup olmadığını inceleyip vakit kaybetmeden ken­disine bilgi verilmesini" buyrukladı.

Özel idare Müdürü, - Beyefendi, bahis konusu olan yerin büyük bir kısmı

Özel İdare'nin malıdır deyince Vali Avni Doğan Bey, - Bu alanda kursun genişlemesi, önümüzdeki yıl burada

açılacak "Köy Öğretmen Okulu" için de yeni yapılar kurabil­mesi amacıyla yeteri kadar toprak ayrılıp tahsis karannın alın­ması ve sonucunun da Eğitmen Kursu Müdürlüğü'ne bildiri­lerek orada girişilecek çalışmalar için kendilerine şimdiden resmi olanaklar verelim diye meseleyi kestirip attı.

Yeri gelmişken burada önemli bir derdimize değineceğim. Bu işi kendi kendime de çok düşünmüşümdür. Devlete hiz­metim süresince ayrı ayn iki ilde köy sorunlarını ele almış bu­lunan birer kurumun yöneticisi olarak çalıştım: Kastamonu 'da, Kocaeli'de. İki ilin başında bulunan valilerin kişilikleri, görev anlayışları, örgütünde iş gören sorumluların güçlerini arttırıp başarılarını kolaylaştırmada dağlar kadar ayrıntılar vardı. Bi­ri Kastamonu gibi kenar bir ildi!, halkı sevgi ve inanla kendi­ne bağlamış; genel hizmette her bakımdan yardım şevkinde birlik sağlamış; dertlere çare bulma yolunda geceli gündüzlü bilerek emek harcamış; her yanıyla her yönüyle sevgi, saygı toplamış ve bu yolda da "Devlet'e güven" fikrini yerleştirip besleyen eşsizlik ölçüleri içinde değer kazanmış bir "Büyük"; öbür ildeki zat da işlerin özleri dışında biçimsel görevler ya­pan klasik bir memur. (Bu valinin benim görevime ilişkin dav­ranışlarını, yirmi yıl boyunca, gerektikçe, üzüntü veren olay­lar içinde sivrilti sivriltiverirdim. Yeri ve sırası geldikçe de bu gözlemlerim içindeki benzet örnekleri verme işini sürdürece­ğim."

1 02

Page 101: ESKİ BİR öGRETMENİN - Turuz · yanık türküsüyle gurbetteymiş gibi ömrünü tükettiği köyüne döner. Yüz yıllardır uyuyan bu gücü ayaklandırmak gerekiyor du. Köye

Bir de bu ilin bize komşu ilçesinde Bekir Suphi Aktan adında bir kaymaka1ı1 vardı. Birçok zamanlar arkadaşlar mem­leket işlerini bir arada konuştuğumuz zaman hep şu düşünce üzerinde dururduk: "Niye Adapazarı Kaymakamı Kocaeli Va­lisi değil de Adapazan'nda kaymakam olarak harcamnakta." Gecesini gündüzüne katarak Adapazarı'nda kaymakamlık ya­pan bu genç, bilgili, yurtsever yöneticinin o küçücük ilçede ziyan olan büyük gücüne bakar bakar üzülürdük. Bir il kesi­minin gelişmesi için, tam okka tartan bir yeterlik; köklü bir halk sevgisi anlayışı; her zaman ayakta kalan bir dinamizm ge­rekti.

Kendi kendime hep şu soruyu koyardım ortaya, "Valiler, niçin bir ilin ekonomik, kültürel gelişmesi yolunda kesimin koşullarına uygun olarak hazırlanmış bir plana göre çalıştırıl­mıyor; belli bir sürede yaptıktan ve eriştikleri başarılı düzey­leriyle ölçülmüyor da bir yerde kalabildiği yıllar içinde kuru­luş ortaklıklarında, doğrudan doğruya payı olmadığı halde, ge­ne (Yapıt! )larım diye kuru övünmelerin şarkılarıyla vali ko­nağının, bedava arabasının rahatlığı ve şatafatlı çalkantıları arasında, hiç de hakkı olmadığı halde, gününü gün eder; yok­sul memleket için bu zararlı davranışa nasıl ses çıkarılmaz?" İşte hep bu ters duruma şaşar kalır, acınır dururdum.

Vali Avni Doğan Bey, Kastamonu 'da kaldığım iki kurs dö­nemi süresince halkın yardımıyla ve doğrudan doğruya kişi­sel çabalarıyla güzel bir hastane, bir halkevi kurdurdu; bir kendir fabrikasının temellerini attırdı; çevrenin meyveciliği­ni ilerletmek için fidancılık konusunda bir yandan hükümet eliyle, bir yandan köylünün örgütlenmesi yoluyla düşünüle­bilecek bütün olanakları geliştirmişti. İşte vali bu idi. Halka hizmet sevgisini, yararlı bilgiyi, içtenlikle atbaşı yürütebilen vali böyle olmalıydı.

*** Özel İdare'nin kursa tahsis ettiği toprağın yazısı gelir

gelmez paçaları sıvadık, yakında kurulması gerçekleşecek

103

Page 102: ESKİ BİR öGRETMENİN - Turuz · yanık türküsüyle gurbetteymiş gibi ömrünü tükettiği köyüne döner. Yüz yıllardır uyuyan bu gücü ayaklandırmak gerekiyor du. Köye

"Köy Öğretmen Okulu" ile ilintisi olan hesaplan da yaparak verdik kazmayı temele. Bir yıl önceki yaptığımız yapının ben­zeri uygulanacaktı. Yalnız ön yüzünün estetik yönünden da­ha güzel görünmesi için uzman öğretmen Zühtü 'nün çalışma­sıyla buna, sevimli ve beğenilen bir biçim verildi. Bu yapı, or­tadakilerin en güzeli ve en çok emek yiyen oturaklısı bir ya­pıt olarak çıktı meydana.

Gölköy Eğitmen yetiştirme kursunun yaşamından bir par­çasını yansıttığını düşünerek tlköğretim Dergisi 'nde (12 Şu­bat 1 940, sayı 38) yayımlanmış bir yazımı olduğu gibi bura­ya alıyorum:

( . . . ) - Yerden göğe kadar haklısın Müdür Bey ama ne bileyim,

olmadı işte. - Peki olduralım öyleyse. - Hay, hay! Nerede o günler? - Sen köyün güvendiği birkaç kişiyi kursa çağır da bir ko-

nuşalım, bakalım. - O akşam buluştuk, anlaştık. Köylü hayvanıyla, arabası

ile çalışacak, taş taşıyacak. Biz de eğitmenlerle elimizden ne gelirse her şeyimizle yardım edecektik.

Ertesi gün, doğru Avni Doğan Bey'e. Olanı, biteni anlat­tım, çok sevindi.

- Hemen girişelim. Çok hayırlı bir iş. Sen şimdi kursa te­lefonla haber ver. Muhtar Mahir, heyeti toplasın kursta. Öğ­leden sonra birlikte gidelim, işe başlayalım.

A�am üstü buluştuğumuz zaman Vali Avni Doğan Bey, Gölköy İhtiyar Heyeti ile güzel bir konuşma yaptı ve mesele­yi, pek kestirmeden giderek bağladı:

Taşlan hazır eder etmez, usta bulduracağım, yola başla­tacağım. Ustaların gündeliklerini ödeteceğim.

Aradan bir ay geçmişti, köyün tam ortasından geçen düz­gün bir yol yapılıp bitirilmişti ve millet de sudan, çamurdan kurtulmuştu.

1 04

Page 103: ESKİ BİR öGRETMENİN - Turuz · yanık türküsüyle gurbetteymiş gibi ömrünü tükettiği köyüne döner. Yüz yıllardır uyuyan bu gücü ayaklandırmak gerekiyor du. Köye

İşin rahatlığını görüp anlayan köylü şöyle konuşmaya başlamıştı:

- Hiç kafa yo�uş ya bizde de. İnsan, yıllarca bu sıkın­tıya katlanır mıydı yahu. Ama bu kadar zaman geçmiş, bu iş­te bize önayak olacak biri de çıkmamış hani.

- Sağolun, varolun Müdür Bey. Şükürler olsun ayakları­mız sudan, çamurdan çıktı. Köyümüz bu iyiliğinizi hiç una­tamaz. Kulaklarınız çınlarsa, bilin ki mutlaka biz anıyoruzdur.

Köye hizmet sevgisi, yararlık isteği olunca, güçler kendi kendine olumlu yollan, ne yapıp yapıp buluyor işte böyle.

Gölköy'e gelenlerden birkaç çizgi

Tonguç, başında bulunduğu kurumların kusurlardan arın­ması; bunların her gün biraz daha iyiye yönelip değerlerini kı­vamına getirmesi için güvendiği insanlara, durup dinlenme­den, buralarda girişilen çabalan inceletir, sonra da bu kişile­rin düşüncelerinden yargılarından yararlanırdı. Zaten · onun önderliğindeki bu özelliktir ki ağır yükleri kolayca taşımak ve önceden amaca erişmek olanaklarını kazandırmıştır.

Baltacıoğlu

Yaşayanlar arasında, eğitimcilerin babası bilinen İsmail Hakkı Baltacıoğlu, kursumuzun çalışmalarını görmek için gelmişti. Gezdi, dolaştı, sordu, soruşturdu. Sonra kendisine gözlemleri üstüne düşüncelerini, yargılarını öğrenmek istedi­ğimi söyledim; işlerimizi iyileştirecek önerileri olup olmadı­ğını sorduğum zaman, demişti ki:

- Azizim, hayranlığımın aptallık derecesine vardırıldığı­nı mı söyletmek istersin bana? . .

Bu deyimin içtenliğini, İstanbul'a dönünce o zaman çı­kardığı "Yeni Adam" dergisinde benim için yayımladığı bir yazıyı gördükten sonra daha iyi anladım.

1 05

Page 104: ESKİ BİR öGRETMENİN - Turuz · yanık türküsüyle gurbetteymiş gibi ömrünü tükettiği köyüne döner. Yüz yıllardır uyuyan bu gücü ayaklandırmak gerekiyor du. Köye

Hayrullah Örs .

Örs, Kastamonu 'daki ikinci dönem kurs çalışmalarını de­netlemek için gelmişti. Her yanı dolaştık, her şeyi gördük. Son­ra geldik, kantinimizin çiçeklerle bezenmiş bahçesine oturduk. Önce söze o başladı:

- Bir daha gelişimde bu çiçeklerin ortasında bir baubab ağacı görürsem hiç yadırgamayacağım.

- Şu havuzun ortasındaki sütunun kılıfı su borusu mu? - Betonu kolayca ve düzgün bir biçimde dökmek için kul-

landık. - Güzel ! . . Doğrusu çok pratik bir şey . . . Yapılanlar, yapılacaklar üstüne benim sözüm bitince, la:­

fı gene o aldı; - Bak, ne diyeceğim sana. Benim gördüklerimle senin an­

lattıklannı şöyle biri birine kattım. Adamakıllı geniş bir iş ve buluş toplamı oldu bu. Gel, şunları öbür kurslara bildir. Ör­nekler, çoğalsın. Sen de onların bu türden yaptıklarını öğren. Sonra bütün bunları topla, birleştir. Kurslar arasında başlaya­cak böyle bir buluş alışverişi içinde belirecek çalışma yönle­rindeki özellikler, bu kurumlarımızın çabalarındaki gelişme­yi ve başarılan arttırıp genişletir. Gerçi kolay bir iş değil ama, bu çok yararlı olabilecek hizmeti, öyle yabana atma sen. He­le bir düşün! İşe bir girişirsen arkası gelir onun.

Daha ne kadar güzel, yararlı düşünler koydu ortaya. İn­san, Örs 'ün anlattığı şeyleri dinlemek tutkusundan öyle kolay kolay sökülemez. Mübarek, "Kıtaplık" gibidir. Hazretim, "za­man "la "zemin"e uygun şeyleri öylesine seçip ileri sürer ki karşısındakiler de işlerine yarayanlardan birçoğunu zahmet­sizce öğreniverirler. İşte bu bedavacılık, bir kitaplığın, türle­ri, bölümleri ne kadar zengin olursa olsun kıvıracağı bir iş de­ğildir. Çünkü burada, istenileni bulmak için aramak, uğraşmak gerek. Halbuki Çelebi dostumuzun benzerine az rastlanılır "Bellek" inde istif edilmiş bilgiler tam yerinde ve sırasında or-

1 06

Page 105: ESKİ BİR öGRETMENİN - Turuz · yanık türküsüyle gurbetteymiş gibi ömrünü tükettiği köyüne döner. Yüz yıllardır uyuyan bu gücü ayaklandırmak gerekiyor du. Köye

taya konuldukça çevresi, birçok problemlerinin düğümlerini çözer: elindeki ham gereçleri, ortaya konulanların ateşi ile pi­şirir ve özgürlük içinde "yargı"sını yine kendisi kurar. Onun için ben Örs için herkesin yakıştırdığı "ayaklı kitaplık" deyi­mini yetersiz bulmuş; ona, "konuşan ansiklopedi adını takmış­tım.

Sonradan köy işleriyle ilgili çabalarımı sürdürdüğüm yıl­larda da buluştuğumuz çok oldu. Pek yararlı kılavuzluklany­la uğraşılanıruzın özlerine zaman zaman ağırlıklarından bir­çok şeyler katmıştı.

Kendi kendine öğrendiği Fransızca ve öğrenciliği sırasın­da yerinde kazandığı Almancasıyla çeviriler yapmakta bulu­nan dostumuz, şimdi geniş kültürü, sağlam bilgisiyle tam or­tamını buldu. İstanbul maarifi gibi karışık, çok zor bir işin; Tatbiki Güzel Sanatlar Okulu 'nun da, kurucusu olarak, başın­da bulunduktan sonra Topkapı Müzesi 'ne müdür oldu. Yurt müzeciliğine yaptığı engin hizmetleri öğrendikçe bütün dost çevresi kıvanıyoruz. Çabalan var olsun!

İki Öğretmen Okulu Müdürü

Bir gün Tonguç, kursa iki öğretmen okulu müdürü getir­mişti. Bunlardan birisi, bahçede koluma girdi, beni şöyle bir kenara çekti, çenesiyle Tonguç'u göstererek,

- Bizi buraya niye getirdi biliyor musun? Üretim konu­sunu ele alacak. Sen bu işe sakın "olur" deme!

Bütün ömrü boyunca kendisini dev aynasında seyretmek­ten sıyrılamamış, bahtsız tesadüflerin arkadaş ettiği: eksiklik duygularının kavurup cüceleştirdiği bu adamın böyle akılsız­ca davranışına şaştım. Benim, yolunda çaba harcadığım; çev­renin istek ve anlayışla göğüslemesine önayak olduğum bir so­runda karşıma dikilmesini çok iğrenç bulmuştum. Hırsımdan yere tükürdüm. Karşılığım şöyle idi:

- Saçmalama! Ben böyle bir şey yapabilir miyim hiç?

1 07

Page 106: ESKİ BİR öGRETMENİN - Turuz · yanık türküsüyle gurbetteymiş gibi ömrünü tükettiği köyüne döner. Yüz yıllardır uyuyan bu gücü ayaklandırmak gerekiyor du. Köye

Sonradan bu adam, meydana çıkan hainlikleriyle büyük köycü ordusunu tiksindirmişti kendisinden.

Öbür müdür Remzi Özyürek'ti. Kendisiyle Eskişehir­Mahmudiyc kursunda arkadaşlık etmiştik. Kurstaki temizlik işlerini pek beğenmiş, bunu nasıl başardığımızı; nasıl sürdür­düğümüzü merak ediyordu. Konuştuk.

Eskişehir'deki Köy Öğretmen Okulu'nda sessiz ve güç­lü çalışmalarıyla öğretmen yetiştirme konusuna çok değerli de­neyler katan bu arkadaş, gerçekten öz yürekli bir insandır. Bu­gün hala çocuk yayınlan alanında geniş iş yapan bir kurumun sahibidir. tlköğretime geçen yararlı hizmeti, bugün de sürüp gitmektedir. Temiz, doğru ve ülkücü bir insan olmaktan bir damla bile kaybetmemiştir.

Eğitmen işi üstüne bir toparlama

Bu sorunun pek çileli bir başı vardı. Her şeyi bildikleri kanısıyla şişinen; şurada burada cart-curt eden kof insanlar, aydın ( ! ) kılığına bürünerek hep bu işe saldırmışlardır.

- Canım efendim, körkütük cahil köylüleri al, şöyle böy­le bir kurstan geçir; ham-hum şaralop, sal meydana. Ve son­ra asıl kötüsü bela et, köylerin başına bunları. Boyacı küpü mü bu iş? Daldır çıkar, al sana bir eğitmen! Doğrusu yazık emek­lere; günah, boşuna harcanan paralara . . .

Bir sürü kaymakamın önünde Kocaeli Valisi bana böyle çıkışmıştı. Keramet savurduğunu sanan oradakilerin bu en bü­yüğünün, cakalı edası, ferman dinlemez gazabı görülecek şey­di. Dondum, üzüldüm, ezildim, "Artık.bu haksız saldırıya kar­şı çıkmanın tam zamanıdır" diye düşündüm. Ve gerçekleri en katı, en sivri yanlarıyla ortaya koymaya karar verdim ve be­nim taretlerimi de ateşledim.

- Eğer boyacı küpündeki boya, iyi ise, has ise bu benzet­meyi, hiç de tutarlı bulmam. Doğru bir sonuca varabilmek için acele etmeden bu işin her yanını teker teker ele almalı; enini

108

Page 107: ESKİ BİR öGRETMENİN - Turuz · yanık türküsüyle gurbetteymiş gibi ömrünü tükettiği köyüne döner. Yüz yıllardır uyuyan bu gücü ayaklandırmak gerekiyor du. Köye

boyunu insafla ve akıl yoluyla; özellikle memleketin gerçek­leriyle karşılaştırarak, ölçmdi. Öyle gürültüye getirilerek yu­varlak laflarla kolayca mahkfun edjlecek bir iş değil bu. Ko­nuya girmeden ortak bir anlaşmaya varmak için, karşılıklı is­teklerin sınırlan çizilmeli. Sözgelişi, .. Görev aldığı köyünde eğitmenden neler beklendiğini, hangi hizmetleri yapması ge­rektiği?" sorusunun karşılığını aydınlığa çıkaralım önce . . . Bu konuda fikrinizi öğrenebilirmiyim Beyefendi?

- Uzatmayalım be birader. Köyün çocuklarını okutmak için yetiştirilmiyor mu bunlar, meselenin özü bu değil mi? Yal­la benim aklım almıyor. Allah, lillfilı için söyleyin bana. Yedi aylık bir kurstan sonra bir köy delikanlısı, çocuk okutabilir mi? .. Buna inanılabilir mi hiç? Sizin gerçek düşünceniz, oku­tabilecekleri yolunda mı yani? . .

- Veli Bey, işe şurada başlayalım: Sizin i l sınırlan içinde çalışan eğitmen sayısını biliyor musunuz?

- Bunların köylerindeki çocuk lan okutup okutamadıkla­nnı, doğrudan doğruya kendiniz inceleyebilmek fırsatını bu­labildiniz mi?

- Sonra tarafsız bir yargıya varmak için, yapılmış incele­melerin getirdiği "sayı, orantı" gibi tanıtlann elde bulunma­sı gereklidir. Belki bu tür bir araştırma, bir ilin başındaki yö­neticisinden istenilemez. Bugünkü olumsuz yargıya varmanız­da hiç olmazsa alacalı bir incelemenin belli bir sonucuna da­yanılmasındaki zorunluğu kabul ederseniz sanırım. tlinizde hiç şöyle 20-25 eğitmeni yerinde görüp neler yapabildikleri­ni; köy çocuklannı okutup okutamadıklarını gözden geçire­bildiniz mi?

- Hayır ama, benim de bir sorum var size: Okullarda uzun süre meslek eğitimi görmüş öğretmenlerin çalıştıkları köyler­de, "Öğretmen, çocuklarımızı okutamıyor." Yollu sızlanma­lar olmuş; köylü, türlü yakınmalarla öğretmenler için atıp tut-

109

Page 108: ESKİ BİR öGRETMENİN - Turuz · yanık türküsüyle gurbetteymiş gibi ömrünü tükettiği köyüne döner. Yüz yıllardır uyuyan bu gücü ayaklandırmak gerekiyor du. Köye

muşlar. Peki öğreten olarak yetişmiş bir meslek adamı, b5yle yerden yere vurulurken bir köy delikanlısı nasıl olur da yedi aylık bir kurstan sonra köyünün çocuklarını okutabilir. Buna kim inanır, siz inanıyor musunuz?

- Vali Bey, ilkönce sorunuzun karşılığını aydınlığa kavuş­turmak için kimi problemleri sınırlayıp birbirinden ayırmak gerek. Ben, on yıldan fazla bir süre, öğretmenli, eğitmenli köy okullarını denetledim. Böyle, buyrulduğu gibi, çocuklarını okutamayan, öğretmen okulundan yetişmiş bir öğretmen gör­medim hiç. Öğretmenler için ortaya konulup size kadar uza­nan bu dert yanmalar, aynca soruşturma konusu olacak bir "geçimsizlik" işinden ileri gelmiş olmalıdır. Yoksa, ne çocuk okutamayan öğretmen olarak yetişmiş bir meslek adamı var­dır; ne de bunun çocuk okutamadığını anlayıp saptayan bir köylü . . . Sorunuz şu idi: "Eğitmen çocuk okutabiliyor mu?" Gözümü kırpmadan vereceğim karşılık, "Evet, eğitmenler köy !erindeki çocuklarını okutuyorlar. Bunda en küçük bir kuş­kuya yer kalmadı artık."

- Peki bu iddianızın tanıdan? - Çook. .. Doğrudan doğruya bu konuya dönük gözlem-

ler. Araştırmalar, rakamlar . . . Vali Bey, benim şimdiye kadar yönettiğim eğitmen kurslarından yetişmiş eğitmenler l 2 ilin köylerinde çalışmaktadır. 1 939 yılında Milli Eğitim Bakanlı­ğı beni, Kastamonu eğitmen kursundan çıkıp da Kastamonu, Çankırı, Bolu, Zonguldak, Sinop, Çorum köylerinde görev al­mış eğitmennleri, işleri başında denetlemem için görevlendir­mişti. Bu illerin birçok köylerinde, aynca zaman zaman ve fır­sat düştükçe taa Diyarbakır'dan Ege kıyılarına kadar birçok köylerde araştırmalar yaptım. İşte "yargı"m, böyle yaygın bir alanda girişilmiş araştırmaların sonuçlarına oturmaktadır.

Benim başka bir teklifim olacak. İlinizde eski ve yeni eğitmenlerin çalıştığı köylerden istediğiniz kadarını kendiniz seçin. Arzu edilen zamanda gidip bu köylerdeki eğitmenleri beraber görelim. Umarım ki o zaman eğitmen sorununun kar-

1 1 0

Page 109: ESKİ BİR öGRETMENİN - Turuz · yanık türküsüyle gurbetteymiş gibi ömrünü tükettiği köyüne döner. Yüz yıllardır uyuyan bu gücü ayaklandırmak gerekiyor du. Köye

şıtı yargılarınız, temelinden çökecek ve mutlaka o zaman si­zi de aramıza ve düşüncelerimize katılmış olarak bulacağız.

- Olur gideriz, bir bakarız. Peki, gözlemlerinizin olumlu sonuçlarından ayrı olarak bu konuya özgü yapılmış araştırma­lara ilişkin rakamlar var mı elinizde hiç. Varsa bir fikir edin­mek isterdim doğrusu.

- Var elbet. Şimdi hemen verecek durumda değilim. Ha­zırda yok ama arzu ederseniz Tonguç'un "Canlandırılacak Köy" kitabında, Ankara tlindeki eğitmenler arasında yaptı­rılmış olan araştırma sonuçlarının % '!erine yer verilmiştir. Bu kitabı, şimdi getirtebilirim. (Bu konuşma, Arifiye İstasyonun­da, bir kenara çekilmiş boş bir vagonda kaymakamlar önün­de geçmişti.)

- Ben öyle tam rakam istemiyeceğim. Şöyle kabataslak bir şey söyleyebilir misiniz?

- Hatırımda kaldığına göre l OO'den fazla köyde 500'ü aş­kın çocuk arasında yapılmış araştırmalarda, okuma yazma öğ­renenlerin oranı, %50'nin üstünde bulunmuştur. Yani bu de­mek ki, "Eğitmen, köyündeki çocukları okutuyor, okutabili­yor."

Ben şimdi işlerin başka yerine değinmek istiyorum.Ko­nuyu bir de şöyle işleyelim: "Acaba Eğitmen işine hiç girişil­meseydi, bugünkü kayıplarımız ne olurdu?"

Konuşmalarda ön planda tuttuğumuz "Çocuk okutma" konusunu ele alayım: Bugün köylerde çalışmakta olan eğit­men sayısı yaklaşık olarak 5000 kadardır. En küçük köyler­de bile aşağı-yukarı azından l 5 çocuğu çatır çatır okutuyor­lar. Bwıun masallık hiçbir yeri yok. Eğitmenler, demek ki, kes­tirme bir hesaba göre şöyle böyle 1 00.000'den fazla çocuk okutmuşlardır. Eğitmenler olmasaydı işte bizim için pek çok önemli olan böyle bir olanaktan yoksun kalacaktık.

Şimdi de konunun can alacak bir başka yakasına geçece­ğim. Sözde aydınların dilinde, araştırma sonunda varılmış ge­nel bir kanı olarak değil, çok söylendiği için, başka türlüsü

l l 1

Page 110: ESKİ BİR öGRETMENİN - Turuz · yanık türküsüyle gurbetteymiş gibi ömrünü tükettiği köyüne döner. Yüz yıllardır uyuyan bu gücü ayaklandırmak gerekiyor du. Köye

konuşulduğu zaman, ayıp olur diye, kalıplaşmış şu sözlere, di­bindeki acı anlama inemeden, ortak çıkılır: "Efendim köy, in­sanların dolaştığı bir açık hava mezarlığıdır." Herkes, bu dış görünüşü güzel sözde, varsa, gözleminin, anlayışının seçebil­diği kadarını yüklenir. Güya bu, açlığa, yoksulluğa dokunmak isteyen bir edebiyattır.

- Hep biliriz Müdür Bey, soğanın yalnız cücüğünü yeme­yi varlıklılığın bir olanağı olarak düşünen köylünün korkunç sefaletini.

- Onun daha güzeli var Vali Bey. Benim doğup büyüdü­ğüm Marmara Bölgesindeki köylüler, Orta Anadolu ve Şark köylerine göre elbet çok varlıklı sayılabilirler. Bir defa sizin­le ilinizin önde gelen yöneticileriyle bir köye gitmiştik. Her şeyi bol olan bir evin konuklan olarak yedik, içtik; yağlan­dık, ballandık. Şimdi bu yağ meselesinin benim çevremdeki dağ köylüleri arasında nasıl erişilmesi ırak bir masal olduğu belirtilen bir olayı anlatayım. Gülünç gibi gelir sizlere belki ama gerçeğin ta kendisidir.

Bizim oraya, Orhaneli köylerinden orakçılar gelir. Ken­di aralarında girişilen bir konuşmada kardeşim bulunmuş, o anlatmıştı bana.

- Hani bizim gonşu Çapraz Mıstava vaya işte o sööledi, balla gaymak çok eyi oluyoomuş. (Hani bizim komşu Çapraz Mustafa var ya, işte o söyledi. Balla kaymak çok iyi oluyor­muş.)

- U nirdeng bellemiş? (O nereden biliyormuş?) - Uğa da sağdıcı İbram demiş (Ona da sağdıcı İbrahim

demiş.) Demiş ki, 'Üle bigün hiyet odasındaydım. lnetter de­liğinden baktıydım, mamırla balla gaymak yiyoliiadı. (Demiş ki bir gün heyet odasındaydım. Anahtar deliğinden baktıydım memurlar, balla kaymak yiyorlardı.) .

- Vali Bey, bizim o sofraları zengin köy evinin odaların­dan birinin içini gözetleyen bir fukara türemişse kimbilir bi­zim yediklerimiz için de neler anlatmıştır? ..

· 1 1 2

Page 111: ESKİ BİR öGRETMENİN - Turuz · yanık türküsüyle gurbetteymiş gibi ömrünü tükettiği köyüne döner. Yüz yıllardır uyuyan bu gücü ayaklandırmak gerekiyor du. Köye

- Galiba işin karikatür yönüne kaydık. - Gerçi siz yönetici olarak yurdun ayn ayn yerlerinde gö-

rev almışsınızdır. Bu arada elbet birçok köyler görmüşsünüz­dür. Eğer şimdiye kadar gördüğünüz köylerin bugün içinde bu­lundukları koşullar, anlattığım bu olayı bir "Karikatür" ola­rak ele almaya zorluyorsa sizi, Türkiye 'nin köy durumu üstü­ne iyi şeyler düşündürecek bir davranış olur bu. Ama ben de çok köy gördüm. Diyarbakır'dan Ege kıyılarına kadar türlü köylerde dolaştım. Gündüzleri ışığı yukardaki bir delikten alan mezar gibi inlerden kurulanları mı; yer yüzündeki kerpiç yığınlarını sıralayıp "Köy" adının takılmış olanlarını mı; su­suz, ekmeksiz; ortası hafifçe çukurlaştınlan kütüğü yastık di­ye kullananları mı; ancak düğünlerde ya da pek itibarlı konuk­lar için ortaya çıkarılan tek yorganı bulunan varlıklı köyler mi istersiniz, neler; ne yürek parçalayıcı şeyler vardı bunların içinde . . . Ne karikatürü? Keşke öyle olsa .. Ama bu, zehir gibi bir gerçek. Tavuğu, yumurtayı, tereyağını, balı kendisinde ka­lan köyü yaratmak için çabalıyoruz. İnşallah o günleri de gö­rürüz. Benim biraz önce anlattığım olay, işte o zaman bol bol gülünecek "Karikatür"ün ta kendisi olur. Bu yoksulluğun pa­ralelindeki bilgi, düşünce yoksulluğu da gelecek için en yakı­cı korkular olarak çörekleniyor içimizde . . . Yaşını, anasının, ba­basının, köyünün adını, nüfusunu bilmeyenler çok aralarında. Bunları bırakın, bayrağını tanımayanlar var. Hele ne demek­miş, Atatürk, Cumhuriyet, Türkiye .. filan, bunlar hak getire . . Gün oluyor ki, "Bu memleket nasıl ayakta duruyor" diye dü­şününce insanın kafası zonkluyor; içi yaprak yaprak yanıp, parçalanıyor.

Vali Bey, siz daha çok, köyün muhtarıyla, ileri gelenle­riyle karşılaştığınız için şimdi anlatacağım olay, belki sizin alıştığınız köylü düzeyinin sınırlarını zorla yerinden oynatmak; onu alabildiğine düşürmek isteyen hileli, uydurma bir düzen gibi gelir size. Ama bence, ne kadar ağır olursa olsun, gerçek­lerimizi bütün açıklıklarıyla ortaya koymadıkça "Çaba-

1 13

Page 112: ESKİ BİR öGRETMENİN - Turuz · yanık türküsüyle gurbetteymiş gibi ömrünü tükettiği köyüne döner. Yüz yıllardır uyuyan bu gücü ayaklandırmak gerekiyor du. Köye

lar"ımız için, vakit kaybetmeden, girişilecek güçleri ölçüp tartamayız.

- Merak ettim doğrusu. Neymiş köylünün cahilliğini ol­duğu gibi ortaya koyan bu olay? Haydi anlatın bakayım şunu da . .

- Bir akşam üstü birkaç köylü, köyün hemen kenarında­ki mezarlığın önünde durmuşlar. İçlerinden birisi,

- Bağa bakın! Hadi şu ölülerimizi sevindirelim. Üle Ali! Okusuna biduva (Bir dua). Biz de amin diyelim.

- Yalla ben duva-muva bilmem kii. (Ben dua falan bil-mem ki . . )

- Ehmet sen yap bakaam biduva. Onun da karşılığı tıpkı kendisinden öncekininki gibi imiş: - Yalla ben de bilemeeyoon. Bir sessizlik . . . Dua önerisini yapan köylü üzülmüş, boy�

nun bükmüş . . - Hadi deeg bakaam şimci nideeg? Ölülerimize masgara

olduk, gitti. (Haydi söyleyin bakalım, şimdi ne yapacağız? Ölülere maskara olduk, gitti.)

Kenardan birisi, - Ne dırlanıyoguz be .. onun da goleyi va. (Ne dırlanıyor­

sunuz be . . onun da kolayı var.) Şimci hepimiz paldır küldür köye doğru gaçanz, ölüler bizi doğuz sana . . . Ne va bunda? (Şimdi hepimiz paldır küldür köye doğru kaçarız; ölüler bizi domuz sanırlar. Ne var bunda.)

- Gerçekten sırsıklam bir cahillik örneği. - İşte bu kapkaralığı biraz ışığa kavuşturmaya; yığını bi-

raz insanlık çizgisine yaklaştırmaya çalışıyoruz. Vali Bey, eğit­menleri iş başında incelediğim zaman farahlık ve bundan da daha fazla, umut verici örneklerle karşılaştım.

Eğitmen, - Köye bayrak, köye Türkiye haritası, köye Atatürk'ü

sokmuştur. - Evlere hela yapmağa başlatmış.

1 14

Page 113: ESKİ BİR öGRETMENİN - Turuz · yanık türküsüyle gurbetteymiş gibi ömrünü tükettiği köyüne döner. Yüz yıllardır uyuyan bu gücü ayaklandırmak gerekiyor du. Köye

- Bozkır'ın küçük bir köyünde 3000 kavak çeliği çimlen-diriyordu. Bunlar, toprağa yeşillik karıştıracaktılar.

- Köyde gübrelikler için yer ayırtmış. - İçecek su getirmek için köylünün önüne düşmüş, - "Kinin"i öğretmiş, zorla kullandırıyordu. - Köyün sokaklarını, haftanın belli günlerinde elbirliği ile

temizletmeye başlatnuştı. - Kurulacak okul yapısına harcanmak üzere, köyün or­

taklık yerlerinden birini imece ile ektirmiş. - Kafkas göçmenlerinin yerleştiği, askerden dönenlerden

başka Türkçeyi pek azının konuştuğu bir köyde, okula aldığı çocukların tümüne Türkçe öğretmiş.

- Fidan dikmeyi, ağaca aşı yapmayı öğretmiş. - Hükümetle köy arasında türlü işleri yoluna koymak için

yararlı bir aracı olmuş. - Köylünün dertleri içinde yaşamış. Onlara hiç yukardan

bakmamış. Zaman zaman yaralarına şifa veren bir merhem ol� muş.

Özet olarak, köyü pislikten kurtarmak; köyleri daha iyi yaşamayı özenir hale getirmek için, her şeyine güvenilir bir insandı.

Daha burada şimdi akla gelmedik, bir sürü yararlı hizmet­leri vardı bunların. İşte ucuz, hızlı bu yerli kat kılavuzlardan yılda 2000'i yetiştiriliyordu. On yılda 20.000 eğitmen, kuş uç­maz, kervan geçmez küçücük köylerin dayanağı; umudu ve oralarını hergün biraz değiştiren güç kaynağı olacaktı.

Artık işi bağlayacağım Vali Bey. İliniz köylerindeki eğit­menlerden okul yapma, yol tamiri, su getirme, köylerinin te­mizliği, düzeni işlerinde büyük yardımlar görebilirsiniz. On­lara güvenriıeniz, elinizi uzatmanız yeter. Bakın, hizmet yo­lunda nasıl paralanacaklar.

Son sorum şu. Ve bitireyim artık: Bir an için eğitmenlerin çocuklarını okutmadığını; köyün

1 1 5

Page 114: ESKİ BİR öGRETMENİN - Turuz · yanık türküsüyle gurbetteymiş gibi ömrünü tükettiği köyüne döner. Yüz yıllardır uyuyan bu gücü ayaklandırmak gerekiyor du. Köye

sağlığı, bayındırlığı yönünden en küçük etkileri olmadığını ka­bul edelim. Peki, bunlar, askerden döndükleri z.amanki durum­larına göre, yedi aylık (Aslında bir yıllık sıkı çabaya bedel) bir kurstan sonra hiçbir değişiklik geçirmediler mi? Yeni bir dünya görüşü, kendi işlerinde ileri bir hizmet yeteneği de ka­zanmadılar nu? Yani şimdi açıktan köylerde, böyle 5000 de­likanlımız var, fena mı?

""" . . . . .

Kaymakamlar önünde vali ile bu pervasız konuşmam bit­tiği zaman, bütün bunları lütfen dinlemiş bir insanın kaygısız­lığı, azameti içinde kalktı. Fakat bundan sonraki günlerde de, "Eğitmen neymiş? üç günlük kurstan sonra onbaşıdan, çavuş­tan hoca mı olurmuş?" Lafını hiç etmedi. Yalnız bir gösteriş yapmak istediği kaymakamlar, bu tartışmadan, gerçekler adı­na, paylarını aldılar ve <;damakılh ayarak ve bütün kuşkular­dan silkinerek bizim yana katıldıklarını gelip bana teker teker içtenlikle söylediler. Boşuna nefes tüketmemiştim demek. A­ma bu Vali Bey, köy sorunu üstüne girişilen uğraşıların gene karşısında idi. Kendisinin yönettiği bir ilin sınırlan içinde al­tı yıl serdengeçti davranışla çalışan bir Köy Enstitüsü ekibi­nin başındaydım. İşlerimize hiç ısınamadı. Elindeki olanak­lardan zırnık göstermedi. Ne yaptıysak yaranamadık ve bir tür­lü hizaya gelmedi, hatta bu tersliğiyle rahmetli Yücel de çok uğraştı ama, o da eli boş dönmüştü.

Bir de gene bulunduğum kenar bir ilin başında Valilik e­den Avni Doğan Bey vardı. Bu anlayışlı, bilgili, mert, yurdun yaran için her şeyini ortaya koyım bir valiydi o. Gönül, bütün illerimizde içleri ısıtan, kafaları ışıldatan, çabaları hızlandı­ran böyle valiler istiyor. Bekleyelim, bu da olur elbet. Sözüm buraya gelmişken, sonsuz büyüklüklerini; soylu yurt sevgisin­den güç üreten yardımlarını sevgi ile, saygı ile anma görevi­mi de yerine getireyim.

ı 1 6

Page 115: ESKİ BİR öGRETMENİN - Turuz · yanık türküsüyle gurbetteymiş gibi ömrünü tükettiği köyüne döner. Yüz yıllardır uyuyan bu gücü ayaklandırmak gerekiyor du. Köye

Kısaca toplam:

Eğitmenlerin yetiştirilmesi işine 1 93 7 yılında başlanmış­tı. Yani bundan 30 yıl önce. Eğer bu gidiş duraklamasaydı, da­ha doğrusu, önüne gelen haksız ve zalim bir çelme atıp göçer­tilmeseydi de bu günleri tutsaydı, tarihten önceki köylerden ayrıntısı pek az olan bu fukara köylerimiz, belki biraz silki­nir, karanlıktan, çamurdan, çoraklıktan kurtulma yolunu arar; biraz ışık, bir lokma fazla ekmek bulabilme olanaklarına yak-laşırdı.

·

Bugün aşağı yukarı en azından 20.000 eğitmenimiz ola­caktı. Bunlar, karınca karannca küçücük köylerinde, yurdun geleceğini, birçok yönlerden beklediğimiz ferahlığa çıkaracak ortamın ilk basamağını hazırlayacaklardı, olmadı. Bırakma­dılar. Her güzel, her yararlı işimizde olduğu gibi, buna da sal­dırdılar ve çökerttiler. Yazık oldu!

1 1 7

Page 116: ESKİ BİR öGRETMENİN - Turuz · yanık türküsüyle gurbetteymiş gibi ömrünü tükettiği köyüne döner. Yüz yıllardır uyuyan bu gücü ayaklandırmak gerekiyor du. Köye

KÖYE AYDINLIK GETİRECEK GÜNLERİN EŞİGİNDE

Kastamonu 'dalci kurs çabalarının en hızlı günleriydi. 1 939 Temmuz'unda toplanacak Birinci Maarif Şurası'na çağınl­mıştım. Gelen yazıya bağlanmış genel gündeme göre, 1 - Cum­huriyet Maarifinin plan ve esasları; 2- Muhtelif öğretim dere­cesindeki müesseselere ait talimatnamelerin tetkiki; 3- Bütün müfredat programlarının tetkiki; 4- Şura üyelerinin dilek ·ve teklifleri konu olarak ele alınacaktı.

Tonguç'la haşhaşa

Şı1ra 'daki çaba ve davranışlar üstüne önceden bilgi edin­mek istiyordum. Bunun için de Tonguç'u görmeliydim. Ayn­ca epey uzun bir ayrılığın biriktirdiği konulan; kurs yönetimi­ne bağlı birçok yönlerden çözüm isteyen işleri, konuşup di­rektif ve yardımlar almak üzere, Ankara'ya vardığımda doğ­ruca onun bürosuna gittim. Hoşbeşten sonra,

- Bu akşam yemeğinde bizim evde olalım da yeni geliş­meler üstüne bol bol konuşalım. Memnun olacağın havadis­lerim de var hem sana. Haydi gel, şimdi biraz Ferit'e uğraya­lım diye kalktı, beni Şube müdürlerinin odasına götürdü.

- Ferit! Şu yapılan hazırlığı Edip' e ver de bir okusun ba- · kalım, dedi. Ferit Oğuz bana daktilo ile yazılmış sahifelerden meydana gelmiş bir tomarı karton içine yerleştirdi, uzattı. Son­ra da,

- İyi oku arkadaş, köylerin beklediği mutlu günler, işte bu tasarının içinde yatıyor, yollu girişi ile bende büyük bir me­rak uyandırdı. Arkadan Tonguç'Ia aralarında henüz sonucu alınmamış bir işin müzakeresini yapmaya başladılar. Ben de elimdeki dosyaya kapandım, onu içer gibi ve bir damlacığını

1 1 8

Page 117: ESKİ BİR öGRETMENİN - Turuz · yanık türküsüyle gurbetteymiş gibi ömrünü tükettiği köyüne döner. Yüz yıllardır uyuyan bu gücü ayaklandırmak gerekiyor du. Köye

ziyan etmeden okudum, bitirdim. Dosyayı geri uzattım. Fe­rit' in sevincinden ağzı kulaklanna vanyordu.

- Nasıl arkadaş, döktüğümüz alınterleri, ölesiye harcadı­ğımız çabalarla pişirilen büyük davanın kuracağı yeni dünya­mızın kapısındayız demektir artık değil mi, ne dersin?

- Yalla Ferit, bu müjdenin getirdiği sevinç işinde şaşkına döndüm. Azıcık kendi kendime şöyle bir düşüneyim, ortaya konulan problemleri kendi süzgecimden geçireyim; kendi an­layışımla bir tartıp ölçeyim; temel düşünü önce bir kavraya­yım da o zaman görüşelim.

- Pekala arkadaş. Önümüzde daha çok günlerimiz var, kar­şılığını aldım ve aynldım.

Şimdi sırası gelmişken Ferit Oğuz Bayır'ın hiç ara ver­meden günlerini verdiği; kıyasıya bütün güçlerini harcadığı köy sorunlan içindeki yerini belirteyim. Bu, onun su götür­mez bir hakkı, kendisi ile bu işlerin en eski iki yolculuğunu yapmış olanlardan biri olarak benim de kaçınılmaz bir göre­vimdir.

Ferit Oğuz, ilk eğitmen kurslanndan birinin yöneticisi olarak girdiği köy işlerinde sonradan Şube müdürü Adile Ton­guç 'un yardımcılığını yapmıştır.

1 937 yılından 1 946'ya kadar aralıksız gık demeden ge­celi gündüzlü bir serdengeçti ruhuyla, yıpratıcılığını yakından bildiğim, büyük savaşımızın fırtınalan içinde hep ayakta kal­mıştır.

Burada, pek önemli bir çıkma yapmak zorunluluğunu duymaktayım:

Tonguç, acı ölümüyle ortadan çekildikten sonra, yarınki köyü canlandırma hayatımızın tek kaynagı olacak; belki de Dünya Egitim Tarihinin yeni bir bölümünü örmege yardım edecek. 1940-46 yılı dönemindeki olaylar, ilgililerin fırsat bul­dukça ortaya koymaları yolu ile ve birbirlerine eklene eklene sınırları tamam bir bütün haline gelebilecektir diye düşünü­yorum kendi hesabıma. Ama bu alanda en büyük pay ve gö-

1 1 9

Page 118: ESKİ BİR öGRETMENİN - Turuz · yanık türküsüyle gurbetteymiş gibi ömrünü tükettiği köyüne döner. Yüz yıllardır uyuyan bu gücü ayaklandırmak gerekiyor du. Köye

rev, bence Dr. Engin Tonguç 'a düşmektedir. Eğer günün bi­rinde, babasının kendine bırakmış olacağını sandığım belge­leri yayımlarsa, bugün hayatta kalmış hiç kimsenin başara­mayacağı bir hizmetin bütününü veniıiş olacak ve böylece birçok haksız kuşkular eriyecek; kötü niyetlerin kararttığı yön­ler, bu yoğun ışık altında gerçek çizgileriyle ortaya çıkacak­tır.

Tonguç'un ağzından, KÖY ENSTiTÜSÜ

Akşam üstü birlikte Tonguç'un evine gittik. Gündüzden okuduğum tasarının birçok yanlan, kafamda kıvrılmış soru­lar biçiminde katlanıyor, dolup taşıyordu. Sabırsızlık, iç dü­zenimi bozmuştu. "Hemen otursak artık, işin içine bir girsek" diyordum. "Bu müjdenin arkasında kalıp benim kendi kendi­me içinden çıkamayacağım problemleri teker teker ele alarak anlayacaklannu anlasam; öğreneceklerimi bir öğrensem .. . " diye hop oturup hop kalkıyordum.

Meraklarının yükü altında ne denli ezildiğini, düpedüz görmüş olacaktı ki, Tonguç, beni daha fazla yormadan işe he­men girdi:

- Eee .. ne diyorsun bu işe Edip? Bu gün okudukların için­de hiç takıldığın yanlar oldu mu, onları koy ortaya da bir ko­nuşalım bakalım. Yalnız Ferit'in eline tutuşturduğu kağıtlar içinde okumadığın bir şey var. Haberim, şimdiye kadar ara­mızda söz konusu edilmemişti. Köy Enstitüsü düşüncesi, do­ğacak yeni Türkiye'nin temelini atacak, ısısı ile ona can gö­türecek; ona, yaşamanın büyük gücünü kazandıracak. Bu dü­şünceyi gerçekleşetirme yolunda büyük sıkıntılar çekilecek el­bet. Şimdiden belirtileri görülmeye başladı bile. Ağızlan kö­pürerek bu fikrin karşısına ilk çıkacak olanlar, birçok yanla­rını gömüldükleri karanlık içinde saklayan yan okumuş söz­de aydınlar; rahatlarının bozulacağından korkan yöneticiler; çıkarlarının kayba uğrayacağından ürken ağalar, kodamanlar-

1 20

Page 119: ESKİ BİR öGRETMENİN - Turuz · yanık türküsüyle gurbetteymiş gibi ömrünü tükettiği köyüne döner. Yüz yıllardır uyuyan bu gücü ayaklandırmak gerekiyor du. Köye

dır. Elbet bu iş, "Lokma piş, ağzıma düş!" deyiminden uzak, demirden leblebileri çiğnemek güçlüğünden sonra bunları, yakınmadan sindirme ustalığı gösterme zorunluğunu yükle­yecektir sırtımıza. Mihnet, cefa, iftira .. Her şey var bunun so­nunda. Ama köy ve köylü sevgisi, bize bütün sıkıntıları göze aldıracaktır. Onlara hizmet yolunda her şeye göğüs gereceğiz. Eğer bu uğurda öleceksek mezarlarımız, gelecek kuşakların yeni Türkiye'nin doğmasında harcayacakları gözü pek ve bi­linçli çabaların kaynaklarını olacaktır. Ölümü göze almadan yeni yaşamların doğuşuna ortamlar hazırlanamaz.

Neyse, ben önce şu haberimi vereyim. Edip'ciğim, çok büyük bir işe gireceğiz. Bu kurumların ayakta durabilmesi için, "Adam nerde, hangi kadro ile yürüteceksiniz bu işle­ri? . . . " homurtuları, şimdiden baş kaldırdı, şurada burada . . . Düşüncemi yakından bilirsin sen bu konuda . . Benim kanım, "Adamını, işin kendisi yetiştirir." Eğitmen kurslarındaki de­neyler, bu kanıyı ne kadar doğruladı, değil mi? Ama bu çıkış noktasını kaybetmeden, kimi ön hazırlıkların peşini bırakma­manın doğru olacağını hesapladım ve kendi kendime şöyle bir karar verdim: Ferit'le seni, Macaristan'a yollamak. Biriniz köy ekonomisi, biriniz de yetişkinlerin eğitimi üstüne yapı­lanları görmek, öğrenmek için bir süre oralarda araştırmalar yapmanızın çok yararlı olabileceğini düşündüm. Bu amaçla Macaristan Elçiliğiyle kurduğumuz bağ, iyi sonuçlar getirdi, anlaşmaya vardık ve yine düşündüm ki, girişeceğiniz yeni ha­zırlıklar, kazanacağınız pişkinliklerinizle bu günkü çabalan­nızdak.i güçlerin oralarda geliştirilmiş koşullarıyla buraya dö­nüşünüzde daha verimli ve başarılı bir kılavuz olarak çalışma­nızı sağlayacaktır. Bu konuda diyeceklerim bu kadar. Şimdi gelelim bu gün okuduğum tasan üstüne sormak istediğin bir şey, ya da bunların sence eleştirilecek herhangi bir. yanı var mı? Biraz da onları konuşalım.

- ilk önce bir anlayış boşluğunu doldurmak istiyorum. Kö­ye öğretmen yetiştirme işinde, "Eski"den ayrılarak daha güç-

1 2 1

Page 120: ESKİ BİR öGRETMENİN - Turuz · yanık türküsüyle gurbetteymiş gibi ömrünü tükettiği köyüne döner. Yüz yıllardır uyuyan bu gücü ayaklandırmak gerekiyor du. Köye

lü, köy için daha yararlı olması bakımından yeni ilkeler doğ­rultusunda çalışan Eskişehir ve lzmir'deki Köy Öğretmen Okullarına verilmiş olan adlar bırakılıp açılması tasarlanan bu yeni kurumlara niçin Köy Enstitüsü denilecek?

·Bu sorum üzerine hemen kalktı, o gün Bakanlık'ta Ferit Oğuz'un bana okumak üzere verdiği tasarının bir benzerini ge­tirdi, açtı,

- Bak, dedi. Birinci maddeyi okuyorum, iyi dinle: "Köy öğretmeni ve diğer köy meslekleri erbabmı yetiştirmek üzere ziraat işlerine elverişli arazisi bulunan yerlerde Ma­arif Vekilliğince köy enstitüleri açılır." Demek oluyor ki iş, sadece köye öğretmen yetiştirmek değil, bunun yanında di­ğer köy meslekleri erbabım yetiştirmek konusu ele alına­cak.

- Akla şu da geliyor: Madem ki Enstitüler, köy öğretme­ninden ayn olarak diğer köy meslekleri erbabını yetiştirecek kurumlardır. Öyle ise sözgelişi, neden "Köy meslekleri ele­manlarını yetiştirme okulu" denilmiyor da Köy Enstitüsü de­niliyor.

- Senin aklına gelen adla çalışacak kurumların hizmetle­ri sınırlı olur. Yalnız köye yarar meslek olarak saptanan alan­lar için eleman yetiştirilir. Oysa Köy Enstitüsü eylemlerinin kapsamı, sınırsız ve köylerin karşılaşacağı türlü problemleri, hizmet kadrosu içine alacak.

Özet olarak Köy Enstitüsü 'nün görevi, öğretmen ve köy meslekleri erbabım yetiştirmek, bunların yanında bütün köy sorunlannm çözüm yollanm bulmak için araştırmalar, in­celemeler yapmak olacaktır. Yani demek oluyor ki köydeki hayatı canlandıracak kılavuzları yetiştirecek; aynca köyün tür­lü uğraşılarla söktüremediği problemler, o kesimin enstitüsü­ne aktarılacak; bunlar bilimin ve deneylerin sürekli güçleriy­le aydınlığa kavuşturulacaktır. Köyün yaşamındaki koşullar geliştirilirken bu alandaki duraklamaların nedenlerini ortadan kaldıracak çabalar da ayn bir doğrultuda sürdürülecektir.

1 22

Page 121: ESKİ BİR öGRETMENİN - Turuz · yanık türküsüyle gurbetteymiş gibi ömrünü tükettiği köyüne döner. Yüz yıllardır uyuyan bu gücü ayaklandırmak gerekiyor du. Köye

Gerekçede Enstitü 'nün tanımını, " . . . . . . . Öğretmenle bir-likte köye lüzumlu diğer unsarlann da yetiştirileceği bu yeni müesseselere Köy Enstitüleri adını vermek muvafık olacak­tır." diye yaptık.

- Öğretmenle birlikte yetiştirilmesi tasarlanan " Köye lü­zumlu diğer unsurlar"dan neleri ve kimleri anlayacağız?

- Büyük toplumların yaşamını kolaylaştıracak hizmetler manzwnesini bir aklına getir. Bunun içinde neler var, kaba­taslak ve kısa ölçüler içinde şöyle bir gözden geçirelim: Kül­tür, sağlık, tarım, bayındırlık .. filan mı? İşte bu görüşe para­lel olarak köye lüzumlu elemanları yerlerine yerleştirebiliriz. Bir defa öğretmeni başa koyalım. · Bu, köyün bilen, düşünen ve her şeyini hesaplayan bir "Beyin"dir. Sonra köyün geçimi­nin oturduğu tanın ve.kolları var. Emeği değerlendirecek yol­da yararlı olacak örgütler .. Kendisinin ve hayvanlarının sağlı­ğını izleyecek, düzenleyecek elemanlar . .

Artık, sorduğun bu unsurların neler v e kimler olacağı kendiliğinden çıkıyor ortaya. Şimdi de bunalrı sıra ile adlan­dıralım. Tarımcı, Kooperatifçi, Yönetici, Sağlıkçılar (İnsan ve hayvanlar için ayn ayrı). Ve daha da zaman ilerledikçe, eko­nomik, sosyal koşulların ortaya koyacağı yeni köy gerçekle­rinin incelenmelerine; bunların yanında, köyün yapısından doğacak olaylar üstüne gerekli araştırmalara girişilmesine sı­ra gelir.

- Şimdiye kadar kitaplarda ve hiçbir teorinin teklifinde rastlamadığımız bu çok yeni anlayış, elbet köyün katı gerçek­lerinin zoruyla ortaya çıkarılmıştır. Yalnız kapsamı geniş böy­le bir planın uygulanması çok zor olacaktır. Ayrıca bunun için epey zaman da beklenecektir gibi geliyor bana.

- Tamam. Elbet girişilecek olan bu büyük iş, bir gözbağ­cılığı değil. Önemli olan, köylerin düzenlenmesinde, yoluna konulmasında zora geldiğimiz işlerinin neler olduğunun bi­linmesi; bunlar için neler yapılmasının gerektiğidir. Gidece­ğimiz yol, varacağımız erek belli olduktan sonra bunun ko-

123

Page 122: ESKİ BİR öGRETMENİN - Turuz · yanık türküsüyle gurbetteymiş gibi ömrünü tükettiği köyüne döner. Yüz yıllardır uyuyan bu gücü ayaklandırmak gerekiyor du. Köye

şullannı hazırlamak için bütün gücümüzü harcayacağız Vt' ge­reği kadar da beklemesini bileceğiz.

llkönce köye şöyle dörtbaşı mamur bir "Öğretmen" so­kalım. Böyle güçlü bir önderin hazırlayacağı her şeye elveriş­li Ortam' ı yabana atma, olanaklarımız zenginleştikçe köyde insanın, hayvanın sağlığını ele alacak elemanlann; toprağın verimini arttıracak, ürünün soyunu iyileştirecek, türünü bol­laştıracak tanmcının, köylünün emeğini, türlü haklannı beda­vaya harcamaya yol açan engelleri yıkıp değerleri bulduracak kooperatiftiçinin, yöneticinin yetiştirilmesine sıra gelecek el­bet...

- Tasanyı şöyle üstünkörü okuyunca bile "Köy Enstitü­sü"nün, şimdiye kadar ileri sürülen düşünce ve tekliflerden çok ayn bir yönde ve daha bu günden taşıdığı geniş anlam ve büyük güç yanında, zaman zaman köy sorununda ağızlarda sakız gibi çiğnenen parlak sözler öylesine cüce kalıyor ki bun­lar yan yana getirilişte kökleri güdük, dallan budanmış, dış görünüşleri eskilere umutlu görünen kısır ve özsüz eğitim ede­biyatı, "Köy Enstitüsü"nün ağırlığı altında eziliyor, yurt ger­çeklerinin tam yerine oturmuş yeni anlamının ışığı içinde si­linip kayboluyor.

Şimdiye kadar köylere yollanan "Öğretmen " in yetiştiril­diği öğretmen okullannın birçok bakımlardan yetersizlikleri ele alınarak yenilerinin şehirler dışında kurulmasını; öğrenci­lerin buralarda tanın ve sağlık bilgileriyle donatılmasını; iş il­kelerine göre yetiştirilmeleri; yeteri kadar öğretmen yetiştir­mek için çok öğrenci alınmasını; bunlann aylıklannı ödeye­bilmek için gelir kaynaklarının aranması teklifleri ileri sürül­müştür.

Halbuki şimdi kurulması yolunda bütün güçlerin harca­nacağı "Köy Enstitüsü", yurt gerçeklerine bir türlü lehim tut­turamadığı için askıda kalan bir sürü ekonomik ve sosyal prob­lemin kaynaştınlıp çözümlenmesi için çare bulma yönünü keşfetmiş.

124

Page 123: ESKİ BİR öGRETMENİN - Turuz · yanık türküsüyle gurbetteymiş gibi ömrünü tükettiği köyüne döner. Yüz yıllardır uyuyan bu gücü ayaklandırmak gerekiyor du. Köye

Şimdiye kadar köy için ileri sürülen düşün ve öneriler­den ayn ve yepyeni bir anlayışa göre kurulacak "Köy Ensti­tüsü"nün kendine özgü üstünlükleri, yaptığınız açıklamalar­dan anlayabildiğim kadarını, sıralayayım da bu konuda öğren­diklerimi, sizin de bir defa gözden geçirmenize olanak hazır­lamış bulunayım.

Bir defa köy hizmetlerinde, ne kadar iyi yetiştirilirse ye­tiştirilmiş olsun, yalnız başına bir öğretmenin yeterli olmadı­ğı düşünülmüş. Eskilerin ise köy için ileri sürdükleri en par­lak, en özlü olduklarını sandıklan düşüncelerinde tek eksen, "Öğretmen"dir.

Oysa tasan, köy için lüzumlu sayılan öğretmen, tarımcı, sağlıkçı, kooperatifçi, yönetici, ileride belirecek ihtiyaçlara gö­re, benzerleri gibi elemanları da yetiştirmeyi kendine amaç ola­rak almakta ve böylece her yönden yapılması zorunlu ve ya­rarlı etkileri hesaba katmaktadır. Eylemlerinde "Eski "den ay­nk kaldığı için adı bile değişiktir.

Eğitim edebiyatçıları, öğretmenin köyde tutunabilmesi, oradaki görevlerini sürdürebilmesi için köyde hizmete alıştı­rılacağı bir çevrede, yani bu koşullara uygun bir ortamda ye­tiştirilmesine olanaklar hazırlayacak özellikte Öğretmen Okul­ları kurulmasını ön görmüşlerdir.

Belki pek ters düşecektir ama, bir benzetişten kendimi alamayacağım. Koyunu nasıl keçi yapmak mümkün değilse, bir öğrenciye kendini anlamaya başladığı günden ileriye, için­de birikmiş yaşantıların köklerini sökmeye çabalamak çok yersizdir. Köy yaşamını verebileceği sanılan koşulların top­landığı bir kurumda yetiştirilseler de eğer o, şehirden gelmiş­se ne yapılsa boştur. Yoksul bir köye yollandığında sürdürül­mesi biçimsel ölçüler içinde var sayılacak hizmet ülküsü er geç sulanacak, arkadan bu gücü tükenecek ve küçüklüğünden be­ri birikmiş alışkanlıklarının, isteklerinin doğuracağı özlemler, onu git gide hasta edecektir. Eninde sonunda da buradan kaç­mak için çareler arayacaktır. Köy okullarını denetlerken bu-

1 25

Page 124: ESKİ BİR öGRETMENİN - Turuz · yanık türküsüyle gurbetteymiş gibi ömrünü tükettiği köyüne döner. Yüz yıllardır uyuyan bu gücü ayaklandırmak gerekiyor du. Köye

nun pek çok örnekleriyle karşılaşmıştım, "Aman Müfettiş Bey, şehre naklimi sağlayın, ne olursunuz! .. " Yollu yakarma­lardan bezmiştim.

Görüyorum ki "Köy Enstitüsü" ile bunun da ilacı bulun­muştur. Eğitmenlerin görevlendirilmesi işinde denendi. Kom­şu köye yollanan eğitmen bile, doğma-büyüme köylü olduğu halde orasını yadırgadı. Asıl köyüne gidenler gibi yerleşip kökleşmede çok zorluk çektiler.

Demek oluyor ki yeni ilke, köyden alınıp, gene kendi köylerine verilecekler. Bunun, bağlayıcı, tutucu, türlü yanlı birçok çıkarlar sağladığı meydanda. Dar zamanlarda, çaresiz günlerde barınacak bir baba ocağı; ekmeği getirecek tarla-ta­pan, hayvan, tanın araçları var. Sonra birlikte büyüyerek kay­naştığı üstten, alttan kendi çağına yakın kuşakların araların­dan sivrilip öğretmen olmuş böyle bir arkadaşlarına türlü yön­lerden destek olacakları düşünülebilir. Bu da güç arttıran ay­n bir yan.

Yalnız okulsuz köylerden ilk öğrenimini tamamlamış ço­cuklar nasıl sağlanacak? İşte bir mesele daha . .

- Eşeledikçe neler çıkıyor bak. Beş sınıflı eğitmenli böl­ge okullarından yetişenler; üç yıllıkken beş yıllık yapıfacak olan köy okullarından çıkanlar; bunlar da yetmezse Köy Ens­titülerinde kurulacak beş sınıflı uygulama okullarından yetiş-tireceklerimiz . . . . . . . Tamam mı?

- Yalnız kafanu kurcalayan bir başka şey daha var: Aca­ba bunlara bağlanacak 20 lira, geçimlerine yetecek mi? Ya­şantılarında çevresine örnek verecek rahatlığı, genişliği sağ­layabilecek mi?

- İyi ama enstitü çıkışlı köy öğretmeninin geçimi için başkaca sağlanmak istenilen ,hak ve olanakları hiç hesaplamı­yorsun. Bir kere bu, hizmetlerinin altıncı yılında 30 liraya; on­beşinci yılında da 40 liraya çıkacak. 20, 30, 40 liranın köyde­ki geçim için geçer değer olarak gücünü bir düşün bakalım. Bence aylıktan daha önemlisi, öğretmen için köye kılavuzluk

126

Page 125: ESKİ BİR öGRETMENİN - Turuz · yanık türküsüyle gurbetteymiş gibi ömrünü tükettiği köyüne döner. Yüz yıllardır uyuyan bu gücü ayaklandırmak gerekiyor du. Köye

edecek ileri bir tanın uygulaması yapmaya yarayacak ve bu­nun yanında da kendisinin ve ailesinin geçimine yetecek ge­nişlikte tarla ayrılması; bunları işletmek için devletçe her tür­lü üretim araçlarının verilmesi zorunludur ve bunlarla öğret­men, vakit-i hali yerinde bir insanın bütün ihtiyaçlarını karşı­layacak verimde bir işletme kurabilecek demektir.

- Aklıma takılan bir başka mesele: Öğretmen hem geçi­mi, hem de örnekler vermek için sürecek, ekecek, hayvanına bakacak, aletini onaracak .. Yalnız bunlar, bir insanı başlı ba­şına dolduracak işler. Bir de köyün toptan okutulması, sağlı­ğı, düzenini izleme işleri binince öğretmenin gücü yetecek mi bunlara?

- Darılma ama Edip, bu işi böyle kıyısından, yüzünden tutarak dar yanlarıyla konuşup işlemeye girişmek, çok yarar­sız. Sağlam bir yargıya varmak için yaygın bir görüş ölçüsü­nü elden bırakmayalım, sonra amaçların doğrultusundan hiç sapmayalım. Şimdi, teker teker ve sıra ile meselelerimize de­ğinelim. Ne diyorsun sen, hem geçim için hem örnekler orta­mında kılavuzluk yapacak tarım çabalan ve hem de köyün top­tan bütün işlerini ele alma yolunda harcanması zorunlu emek­ler için vakit kalmaz diyorsun değil mi? Şimdi senin ileri sü­rdüğün bu sakıncayı şöyle bir eşelersek nasıl dibini göreceğiz bak. Bu konuda yanlış saplantının nedenini ortaya koyarsak kuşkun silinecek sanırım. Şu "Vakit kalmaz" kanından baş­layalım işe. Ben biliyorum, seni bu sonuca getiren düşünce şu: "Okulda, çocuklarla uğraşırken; ya da köyün bir başka işinin üzerindeyken tarlasının tavı gelmiştir, sürülecek. Beklediği kadar beklemiş olan çukurlara artık fidanlar dikilecektir. Ya­ni şimdi öğretmen okuldaki, köydeki işleri bıraksın da tarla­ya, bahçeye mi gitsin?" diyorsun. Elbette öyle olacak. Okul dört duvardan, köy yalnızca evlerin çevrelediği bir yer olarak düşünülürse yanlışlıklar dizisinden sıyrılıp kurtulamayız.

Şimdi ben sana bir şey sorayım: Tavı geldiği için tarlala­rına koşan analar, babalar, toprakla boğuşurken; bağlan boz-

1 27

Page 126: ESKİ BİR öGRETMENİN - Turuz · yanık türküsüyle gurbetteymiş gibi ömrünü tükettiği köyüne döner. Yüz yıllardır uyuyan bu gücü ayaklandırmak gerekiyor du. Köye

mak için bütün köylünün gülüş-ahenk işe sarıldığı bir sırada; zeytinleri toplamak için ev halkının seferber olduğu bir hen­gamede çocuklar, bütün köylünün hep evcek göç ettiği iş ye­rinde olmayacak mı? Öğretmen, tanın türünün geliştirilmesiy­le uğraşılan; köyün önemli bir işinin zorladığı yere, "Benim okulda, şurada, burada işim var" diye koşmayacak mı? Sen köylerde müfettişlik yaptın. Maarifle köy ve köylü arasında­ki anlaşmazlığın belli başlı hastalığı olan şu devamsızlık der­dini doğuran nedenin kaynağı, biçimsel ve pestenkerani bir dü­şünce ile çocuğu iş alanında evine yardımcı olmaktan yoksun bırakan katı zorlamalar değil mi? Oysa çocuklar, gerektiği za­man anasının, babasının yanında; onlara yardımcı olacak; öğ­retmen, tarlasında, bahçesinde, kimi zamanlarda da hatta öğ­rencileriyle birlikte, çalışacak. Köy çevresi, eğer böyle dav­ranışları, öğretim ve eğitimin normal gidişatı olarak benimse­meye alışır; tutumun gerekliliğinin bu olduğu yolunda bir an­layışa varırsa o zaman öğretmen tarlasında toprakla boğuşur; ahırında uğraşır; işliğinde çalışırken görenler, onu tıpkı oku­lunda, köyünün bir işinde çalışıyor gibi saymanın getireceği kanılardan ayrıntılı bir yola hiç sapmayacak. "Öğretmen, köy için; hepimiz için çalışıyor" yargısında, en küçük kuşkuya bi­le düşmeyecek.

Şimdi biitün bunları göz önünde bulundU.r, "Öğretmen, vakit bulur, ya da bulamaz . . . " meselesini bir daha düşün ba­kalun. Artık, "Öğretmen" için temel düşün üstüne oturacak eylemleri ayıklayıp saptayabilirsin.

- Alışkanlıklar, önü kapayan öyle karanlıklara sürüyor ik insanı . . . Bende de öyle oldu. Sözde eğitmen işinde bir sürü gözlemlerim var. Ama bu kadarcığı, aydıncı değilmiş. Şimdi yepyeni bir anlayışa göre işlediğiniz " Köy okulu" , "Köy öğ­retmeni "nin anlamı, artık bu alanda daha kolay, daha esnek ve kıvrak manevralar yapabilecek bir olgunluğa getirdi beni. Alışık olduğum ölçülerin sırnaşıklığından da epeyce arındım.

Başka bir yere atlamadan burada, işin bir yanını daha

1 28

Page 127: ESKİ BİR öGRETMENİN - Turuz · yanık türküsüyle gurbetteymiş gibi ömrünü tükettiği köyüne döner. Yüz yıllardır uyuyan bu gücü ayaklandırmak gerekiyor du. Köye

kurcalamak istiyorum. Öğretmene geçimini sağlamak, türlü uygulamalar için verilecek toprakların işlenmesinde bir baş· ka amacın yer aldığını seziyor gibiyim. Acaba içinde bulun­duğu toplumun yaşama düzeyinin elbet yukarısında bulunma­yı isteyecek öğretmen, "Benimsediği uygarlık ölçülerine gö­re kaliteli bir geçim sağlayabilmek için tanın alanındaki ça­balarını bilimin, tekniğin verilerine göre en iyi yolda sürdür­mek zorunluluğu içinde kalsın" düşünü, yer aldı mı bu dav­ranışta? Eğer geçim sağlama, iyi örnekler vermede köklü bir zorunluluğun bir yanında da böyle bir çıkış nedeni varsa, bu doğrusu olağan üstü bir buluştur.

- Şimdi tam üstüne bastın işin Edip. Konunun taşıdığı zor­lukları teker teker ele alırken şimdi aklına gelen bu yönü de, öğretmenin bizim isteklerimize uygun olarak köyün yaşamı­na ekonomik yanlardan yapacağı etkinin en keskin ilaçların­dan biri olarak düşündüm. Öğretmene geçim, deneyleri ve uy­gulamaları için toprak sağlamanın ne kadar girintili çıkıntılı sıkıntılarla ilintili olacağını bilmez değilim. İşte öğretmeni, çevresinin yukarısında bir yaşam düzeyinin kurulmasını sür­dürmeye zorlayacak, "Bugünkünden daha iyi, daha ileri bir geçim ferahlığı" düşünü, köyün gelecekteki yaşamı için ken­diliğinden ortaya çıkacak örneklere destek, temel olacaktır. İşin bu ince ve yararlı yanını iyi yakaladın. Çünkü bu, ama­cın gerçek örgüsü içindedir.

Şimdi toparlayabiliriz artık şu başladığımız inceleme ve tartışmanın sonucunu . . . Verilecek aylık, kurulacak işletme, akıllı, çalışkan bir köy enstitüsü çıkışlı öğretmeni özlediği ra­hatlığa ve bolluğa kavuşturabilir. İşin bir önemli yerine daha ilişeyim. Bu konuda tutulan yol, öğretmeni köyünün alınya­zısına ortak etmek olmuştur. O artık "Yann"ını daima köyü­nün geleceği içinde oturmuş olarak düşünmek zorunda kala­caktır. Kendi yaşamının her bakımdan rahat, güvenli bir doğ­rultuda zenginleşmesi yolunda girişeceği bilimli ve cesur çı-

1 29

Page 128: ESKİ BİR öGRETMENİN - Turuz · yanık türküsüyle gurbetteymiş gibi ömrünü tükettiği köyüne döner. Yüz yıllardır uyuyan bu gücü ayaklandırmak gerekiyor du. Köye

kışlar, vereceği iyi sonuçlarla köylünün yaşamına tek elden çok yararlı etkiler hazırlayacaktır. Nasıl anlaştık, uyuştuk mu?

Konunun burasında Tonguç, benim için adamakallı dev­leşmişti. Onun, insanlıktaki tükenmez değerleriyle; bir işin pe­şine takıldığında enini boyunu, üstünü altını ne derece dikkat, sabır ve anlayışla incelediğini; vardığı sonuçları ne kadar al­çakgönüllülük ile tarttığını; bunları, türlü danışma kaynakla­rına giderek ne kadar titizlikle doğru mihenklere vurduğunu pek çok görmüşümdür. Sağlam kafası, geniş kültürü, yorul­maz bilmez çabalarıyla, sabır ve hoşgörürlüğü, arkadaş can­lısı oluşu, cömertliğiyle bende katıksız saygı ve sevgi duygu­lan yaratmış olan her yanı tam okka gelen bu büyük eğitimci ile benim içinde yıprandığım ve bu nedenle de yabancısı ol­madığım bir konuda giriştiğim uzun konuşma, gözlerimi ada­makallı açmış; hurda bilgimi söküp yerine pırıl pırıl ve yep­yeni bir eğitim anlayışı kurmuştu.

Kendisiyle her buluşmamızda, dağarcığıma ondan bir şey­ler girerdi. Tonguç, en yeni buluşları çevresine aktaran; en ile­ri düşün ve anlayışın gündüzlerini ören; durmamacasına yurt sorunları yolunda her şeyi harcayan ve çevresini aydınlatan; ya­rarlı bilgilerle donatan bir Üniversite; elde ettiklerini cesaret­le, en doğru ölçüleriyle uygulayan eşsiz bir Otorite idi.

Ve onu kaybedinceye kadar uzaktan bile hep onun kür­süsünde kendi yetersizliğimi izleye izleye çömezliğini yapmak zevki içinde kalmışımdır.

"Böyle bir insan artık zor gelir" diye düşünüyor ve yurt hesabına yanıyorum hep . . . .

Cumhurbaşkanımızla, Çankaya 'da Köy Enstitüleri Üs­tüne Bir Konuşma

Birinci Maarif Şurası

Özel bir kanunla çağınlmasında zorunluk bulunan 52 üyesinin, buna ek olarak 86 danışmanın katıldığı Birinci Ma-

1 30

Page 129: ESKİ BİR öGRETMENİN - Turuz · yanık türküsüyle gurbetteymiş gibi ömrünü tükettiği köyüne döner. Yüz yıllardır uyuyan bu gücü ayaklandırmak gerekiyor du. Köye

arif Şılrası Milli Eğitim Bakanı Hasan-Ali Yücel' in bir söy� levi ile 1 7. VIl. l 939'da açıldı. Bakan uzun konuşmasında, tür­lü eğitim konulan üstünde durduktan sonra köyde ilköğretim işine girmiş, lnönü'nün, (Kati olarak inanıyoruz ki Köylümü­zün tahsilini ve maişetini daha yüksek bir dereceye vardırdı­gımız gün, milletimizin her sahada kudreti, bugün güç tasav­vur olunacak kadar yüksek ve heybetli olacaktır.) diye daha önçe yaptığı eğitimcilere, aydınlara yol gösteren uyarısını tek­rarlayarak köy öğretmeninin niteliğini kısaca i�Le�iş; eğit­men yetiştirme işine girerek şunları söylemiştir:

" . . . Şimdiye kadar ancak 4638 ' ine öğretmen gönderebil­diğimiz 40.000 köyün hepsine, öğretmen okulwıdan çıkmış öğretmen göndermenin, ne kadar parlak olursa olsun, bugün bulunduğumuz şartlar içersinde ancak bir hayal olduğunu tak­dir edersiniz. Onun için nüfuslarının azlığı, dolayısıyla, öğ­retmen okulundan çıkmış bir öğretmen göndermeye bugün için imkan bulamadığımız köyleri eğitmenle okutmanın za­ruri olduğunu yüksek heyetiniz de teslim buyurur.

Üç seneden beri memleketin muhtelif yerlerinde açmış olduğumuz kurslardan yetiştirdiğimiz eğitmenlerden köyleri­mizde aldığımız randıman, hepimizi memnun edecek bir kıy­mettedir. Köyden yetişmiş, köy kalkınmasının hayati ehem­miyetini içinden duymuş, çalışkan ve müteşebbis gençleri, köy çocuklarını ve köy halkını yetiştirmek için lazım olan bil­giler, maharetler, teknik vasıtalar ve bilhassa ideallerle teçhiz ediyoruz. Bunları, yayından fırlamış bir ok gibi bütün hızı ve bütün enerjisiyle vazifesi başına koşar ve memleketin kendi­lerinden istediği ödevi canla başarır gördükçe bu milli işin az zamanda muvaffakiyetle neticeleneceğine inanımız artıyor. Binlerce senelik parlak tarihinin yüksek karakterine verdiği kudretle bugün Cumhuriyet Türkiyesi ' nin dayandığı en sağ­lam temel olan Türk köylüsü, kendi elemanıyla köy kalkın­masında baş rolü almış bulunuyor. Şimdiye kadar en ücra köy­lere dağıttığımız eğitmenlerin bulundukları köylerin çocukla-

1 3 1

Page 130: ESKİ BİR öGRETMENİN - Turuz · yanık türküsüyle gurbetteymiş gibi ömrünü tükettiği köyüne döner. Yüz yıllardır uyuyan bu gücü ayaklandırmak gerekiyor du. Köye

nna ve ergin halkına okuma yazma, hesap, tabiat ve sağlık bil­gileri gibi umumi malumattan başka vatandaşlık terbiyesini ameli olarak öğretmek, ziraat ve sağlık sahalarında yapılma­sı lazım gelen işleri köylüye yaptırmak, az masrafla köy okul binalarını vücude getirmek gibi hizmetlerle köye canlı bir te..: rakki ruhu götürdüklerini ve getirdiklerini umumiyetle görü­yoruz."

Eldeki genel gündeme göre, Şura için kurulmuş bulunan sekiz komisyonun adlan şöyleydi:

1 - Plan komisyonu, 2- 1Iköğretim komisyonu, 3- Ortaöğ­retim komisyonu, 4- Teknik öğretim komisyonu, 5- Yükseköğ­retim komisyonu, 6- Neşriyat komisyonu, 7- Beden terbiyesi ve spor komisyonu, 8- Dilekler komisyonu.

Beni, ilköğretim komisyonuna vermişler. Burada ilköğ­retimle ilgili yönetmelikler, ilkokul müfredat programı ince­lenecek; bir öğretmen tarafından idare edilen üç sınıflı köy okullarında sınıfların beşe çıkarılması konusu ele alınacak; il­köğretim için gelir kaynakları araştırılacaktı.

Çankaya'daki Kabul Töreni

Şurada komisyonların hazırlayıp verdiği raporlar üstüne toplanan Genel Kurul inceleme ve tartışmalarını yapmış, ge­reken kararları almış ve dağılmıştı. 27 Temmuz 1 939'da Çan­kaya'daki Cumhurbaşkanlığı Köşkü'nde Maarif Şurası üyele­riyle eşleri onuruna bir kabul töreni yapılmış, orada Sayın Cumhurbaşkanı İnönü, kendisinin ve eşinin Maarif Şura üye­leriyle bir arada bulunmaktan 3evinç duyduklarını; on gün sü­ren Şura çalışmalarını dikkatle izlediklerini; eğitim ailesi üye­lerinin yüksek değerlerini ve özellikle bağlılıklarını ve sevgi­lerini takdirle gördüklerini büyük Türk milletinin layık oldu­ğu yüce düzeyine yükseltilmesi yolundaki aracın, kültür ve teknik güç olduğunu; bunların da öğretim-eğitim ailesinin ei­lerinde bulunduğunu belirtmiş ve "En iyi dileklerimiz ve her

1 32

Page 131: ESKİ BİR öGRETMENİN - Turuz · yanık türküsüyle gurbetteymiş gibi ömrünü tükettiği köyüne döner. Yüz yıllardır uyuyan bu gücü ayaklandırmak gerekiyor du. Köye

suretle yardımcı olmak arzularımız daima sizlerle beraberdir. Sizi bu duygularla selamlıyoruz" diye sözlerini bitirmiştir.

Konuklar, büfeye buyur edildi. Resimlerinden bellediği­miz birçok ileri gelen kişiler vardı bu kabulde. Ben de tam bü­fenin kalabalığı arasına karışmıştım ki köşkün memurlarından olduğu anlaşılan birisi,

- Paşa hazretleri, sizi emir buyuruyorlar, diye beni davet ediyordu. Doğruca Sayın İnönü'nün birlikte oturduğu küçük topluluğa yöneldim. Yanında Fethi Bey (Okyar), Faik Bey (Öztırak) vardı.

- Hele oturun bakalım, diye tam karşısındaki hasır koltu­ğu gösterdi ve şakacı bir davranışla da bakın sizinle bir paza­rlık yapalım. Kimi konular üstüne sorular soracağım. Ama Milli Eğitim Bakanlığına bağlı birisi gibi deği l, tarafsız bir va­tandaş gibi bildiklerinizi, düşündüklerinizi söyleyeceksiniz.

- Emredersiniz Paşam. - İlkönce şu sanat okullarını konuşalım. Bunlar için ne

düşünüyorsunuz? Bildiklerinizi söylemenize yardım için bir iki uç göstereyim size. Bu okullarda öğrenciler, acaba sanat­larını iyi öğrenebiliyorlar mı? Buralarını bitirenler, dışarıda iş bulabiliyorlar mı? Bu okulların sayılarının yeterli olup olma­dığı ile ilgili bir bilginiz var mı?

- Paşam, sanat okulları için doğru fikir verebilecek ge­nişlikte bir inceleme yapmış değilim. Ufak-tefek gözlemler, kırık-dökük bilgiler verebileceğim. Emrettiğiniz soruları te­ker teker ele alalım. Bir defa sanat okullarının ihtiyacı karşı­layacak sayıda olmadığı söylenebilir. Her bakımdan geri kal­mış, her alanı yetersiz olan memleketimiz için, "Daha çok sa­nat okuluna ihtiyaç vardır herhalde" demek, hiç de yanlış ol­maz kanımca. İşin asıl önemli olan yanı, galiba şu: Bir kere memleket ekonomik bakımdan bölgelere ayrılmalı. Buralar­da hangi sanatların geçebileceği, bu alanda kullanılacak ge­reçler, çevre ihtiyaçları incelenip, saptanmalı. Açılacak sanat okulları, çevresinin özelliklerine dayalı olmalıdır.

133

Page 132: ESKİ BİR öGRETMENİN - Turuz · yanık türküsüyle gurbetteymiş gibi ömrünü tükettiği köyüne döner. Yüz yıllardır uyuyan bu gücü ayaklandırmak gerekiyor du. Köye

Şimdi bu okullarda daha çok ele alınmış sanatlar galiba tesviyecilik, tornacılık, marangozluk. Tesviyecilik ile torna­cılık öğrenenler büyük şehirlerde tutunabilirler. Zaten verimi az olan bu okullardan çıkanlar, dönüp dolaşıp memurluk ka­pısını çalmaktadırlar. Bu yola girilmiş olmanın örneklerine rastlanıyor. Bu üzüntü verecek sonucun nedenleri olarak, ya çalışılacak alandaki iş darlığı; ya da yetişmede eksik kalınmış olma, düşünülebilir.

Geçen yıl Kastamonu 'da bir marangozla yaptığım konuş­ma, pek uyarıcıdır. Şundan bundan söz ederken ona sordum: "Buradaki Sanat Okulu.nda marangozluk öğrenip de çıkan­lardan hiç kendi başına dükkan açmış var mıdır. Sözgelişi, böy­le birisiyle ortak olsan daha güzel; daha ince işler çıkararak daha fazla kazanç sağlanamaz mı?" Ondan aldığım karşılık, doğrusu üzüntü verici idi:

(Bizim burada Sanat Okulundan çıkanlardan kendi ba•. şına dükkan açmış olan yok. Açsa da kamını doyuramaz. Çün­kü burada öyle ince işler istemezler. Şu küçük .dükkanım, ken­di yağımla kavnilmama yetiyor. Zar-zor ancak bir lokma ek­mek veriyor. Bir de ortak alsam o zaman hiç idare etmez, üç gün sonra kaparız. Bey, bir şey söyleyeyim. Bu sanat okulla­rından çıkanlara bakıyorum. Ustalıkları hiç de fena değil. Al­lah için düzgün iş çıkarıyorlar. Yalnız küçük bir şey için bile koca keresteleri kesip biçme huylan var ya onların, bir insan, ne kadara eli ince işe yatsa da, eğer hesaplı davranmıyorsa ben­ce beş para etmez. Gün geliyor ki biz iki şeker sandığından bir şey çıkarıyoruz. Başka yolu yok. Çünkü alınacak para da ona göre. Ama bizim mektepli usta, hesaplı, ucuza çıkarma­ya yatkın olarak yetişmediği için piyasada tutunamıyorlar. O zaman da ver elini hükümet kapısı. Belli bir aylıkla çalışmak, daha uygun geliyor ona .. Sonra, biz kimi yavan-yaşık geçiri­riz günümı1zü. Azla da yetiniriz ama o delikanlılar okulda iyi yiyip içmeye, temiz giyinmeye alıştıkları için bizim gibi öy­le darlık çekmeye gelemiyorlar.)

1 34

Page 133: ESKİ BİR öGRETMENİN - Turuz · yanık türküsüyle gurbetteymiş gibi ömrünü tükettiği köyüne döner. Yüz yıllardır uyuyan bu gücü ayaklandırmak gerekiyor du. Köye

Paşam Şura Genel Kurulu'nda bir üye, kız sanat okul­lannın bir davranışına değindi. Dedi ki, (Kız Sanat okullan­nın sayısı hem çok az. hem de çok masraflı . . Ana babalar, bu­ralarda okuyan kızlan için güçlerinin kaldıramayacağı kadar masraf yapmak zorunluğunda bırakıldıklarından yakınıyor­lamuş.)

- Demek buralarda da pahalı bir yetiştirme yolu tutul­muş anlaşılan . •

.. Biçki-dikiş alanında çalışan öğretmenlerin bir eksikli­ğinden ileri geliyor gibi görünüyor bana bu ...

- Nedir o? � Bu öğretmenler, sanının ki bizim evlerdeki geçim dü­

zenini, bütçe darlıklannı iyi bilmemektedirler. Sadece iyi ku­maşlardan güzel, süslü şeyler yaptırtıp üstünlük sağlama kay­gısında olduklan anlaşılıyor. Zamanla, halka yaklaştıkça, o­nun iç durumunu çeşitli nedenlerle öğrenme fırsatı buldukça bu davramşlannı değiştirecekler elbet.

- Evet .. önemli olan, bu öğretmenlerin istenileni öğret­meye güçlerinin yeterli bulunup bulunmadığıdır. Daha iyiyi yapma hevesinde oluş, belki söylenilen eksikliği doğurabilir ama ilerde gerçekler onlan aydınnca onlar da ergeç istenilen yola gireceklerdir . .

Bu konu ile ilgili başka bir şey? - Geçen hafta Şura 'da Teknik Tedrisat Umum Müdürü, be­

ni aratmış. Buluştuk. Köylerde biçki-dikiş gezici kurslannın tutunup tutuna­

mayacağı işi üstüne düşüncemi öğrenmek istemiş. Bu türden kurslann köy kadınlan için pek yararlı olabileceğini; çalış­malar ilerledikçe bunun, daha önceden akla gelmedik birçok yeni işleri ele almanın zorunluluğunu ortaya koyacağını; kurs programının gittikçe kendiliğinden zenginleşeceğini; zaman geçtikçe bu işe yatkın iyi elemanların yetişebileceğini söyle­dim.

1 35

Page 134: ESKİ BİR öGRETMENİN - Turuz · yanık türküsüyle gurbetteymiş gibi ömrünü tükettiği köyüne döner. Yüz yıllardır uyuyan bu gücü ayaklandırmak gerekiyor du. Köye

Rüştü Bey (Uzel) tuttuğunu koparan bir Umum Müdür­dür. Bu işin geleceğinin, pek verimli olabileceğine inanılabi­lir.

Kastamonu'da işaret buyurduğunuz "Kadın Eğitmen"in köy için çeşitli yönlerden zorunlu görülen hizmetleri, bir ya­nıyla bu yoldan gerçekleştirilebilir sanının.

- Peki, sizin işlerde yeni gelişmeler var mı?. - Evet Paşam. Yeni bir müjdem var size. Bu yüzden bir-

kaç gündür çok mutluyum. - Bu mutluluğu paylaşalım öyle ise, neymiş bu müjdeniz,

söyleyin bakalım. - Bugünlerde Milli Eğitim Bakanlığı, köylerde görev ala­

cak, köye yararlı elemanlar yetiştirmek için "Köy Enstitüle­ri" adıyla yepyeni kurumların açılması yolunda hazırlık ya­pıyor.

- Bu, gerçekten ilgi çekici bir haber. Hele bunların bütün yanlarıyla niteliklerini öğrenebilirsem o zaman belki bu ha­ber, müjde yerine geçer. Yalnız bir şey sorayım. Nasıl bu ko­nuda da eğitmen işinde olduğu gibi hazırlık tamam mı? Öğ­renmek istediklerimin karşılığını bulabilecek miyim?

- Paşam, "Köy Enstitüleri Kanun Tasarısı"nı yeni oku­dum. Sonra Genel Müdür Hakkı Tonguç Bey'le bu iş üstüne hayli geniş bir konuşma yaptım. Akla gelen birçok meselele­ri ona sordum. Epeyce de aydınlandım. Umarım ki, soruları­nızı karşılıksız bırakmam.

- Çok iyi .. Bu konunun epeyce pişirilmiş olduğu belli. Bu nedenle de bu yeni kurumun bütün yanlaryla ne olduğunu öğ­renmek için acele edeceğim. Yalnız Kastomonu'da eğitmen işinde bilgi almak için izlediğimiz yol, hem zaman kazancı, hem de öğrenmek istediklerim için, benim seçim olanağına y­er vermesi bakımlarından pek yararlı olmuştu. Gene aynı me­todu izleyelim.

İlk sorum şu olacak: "Köy Enstitüleri" hangi amaçlarla kuruluyor?

1 36

Page 135: ESKİ BİR öGRETMENİN - Turuz · yanık türküsüyle gurbetteymiş gibi ömrünü tükettiği köyüne döner. Yüz yıllardır uyuyan bu gücü ayaklandırmak gerekiyor du. Köye

- Tasarının birinci maddesi ezberimde. Orada diyor ki, "Köy Öğretmeni ve diğer köy meslekleri erbabını yetiştir­mek üzere ziraat işlerine elverişli arazisi bulunan yerlerde Ma­arif Vekilliği 'nce Köy Enstitüleri açılır."

- Bu kurumların köy öğretmeni ile birlikte diğer meslek erbabını yetiştireceği söz konusu olduğuna göre, bu meslek­lerin hangileri olduğu belli midir?

- Köye yarayan meslekler, kanun tasarısında açıklanma­mıştır. Ancak bunlar, zaman geçtikçe köylerin meydana çıka­cak ihtiyaçlarına göre belirecektir. Bizim Genel Müdür Ton­guç 'un düşüncesine göre, köyün kültür ve ekonomik işlerini bilgi ve anlayışla yürütecek "Öğretmen" bütün bu meslekle­rin temeli olacak. Arkadan sağlık memuru, Ebe, Kooperatif­çi, Tarımcı, Yönetici . . . !erin yetiştirilmesine gelecek sıra.

- Köy için yetiştirilecek meslek erbabının kadrosu epey geniş. Köye hizmetin, onları uyandırma, canlandırma yolun­da etkilemenin en doğru yolu şimdi bulunmuş.

Bu kurumlara "Köy Enstitüsü" adının verilmesinin ne­deni, bunların ileride ele alacakları işlerdeki özellik olacak her­halde.

- Evet Paşam, öyle .. "Köy Enstitüsü" bütün köy sorun­larına çözüm yollan arayacak bir kurum olacaktır.

- Demek ki bunların iki başlı görevi olacak. Bir yandan köye yarar meslek erbabını yetiştirirken öbür yandan da köy­de karşılaşılacak zorluklara aydınlık getirecek bir araştırma, bir inceleme santralı olacak.

Kaç tane açılabilecek bunlardan. Bir teklif var mı? - Evet Paşam. Şimdilik 1 6 Köy Enstitüsü. Bunların açılacağı yerlerin, çevre coğrafya koşullan yö­

nünden uygunluk gösteren iller bir araya getirilerek, enstitü­lerin kesimleri sınırlanacak.

- Yalnız bu 1 6 Enstitünün kuruluşları çok zaman, çok da para harcanmasına bağlı. Para işine dokunuluyor mu hiç?

- Bu 1 6 Enstitünün öğretmen evleri de katılarak her biri-

1 37

Page 136: ESKİ BİR öGRETMENİN - Turuz · yanık türküsüyle gurbetteymiş gibi ömrünü tükettiği köyüne döner. Yüz yıllardır uyuyan bu gücü ayaklandırmak gerekiyor du. Köye

ne verilecek ödenekler belli. Bütün yapı giderleri için, tama­mı beş yılda ödenmek üzere, üç milyon lira hesap ediliyor.

- Fakat kuruluş için verilen para da, zaman da yeterli gö­rünmedi bana. Yani şimdi her enstitüde gerekli yapılar, beşin­ci yıiın sonunda tamamlanacak demek oluyor.

- Kastamonu 'ya teşrif buyurduğunuz 7.8ll13ll gönliiğünüz Eğitmen Kursu'nda bütün yapıların, yolların hep eğitmen adayları tarafından yapıldığını; kirecini, tuğlasını, kerestesini hep kendilerinin hazırladıktan yolunda bilgi verilm;şti. Bu metotla hem pek ucuza malediliyor, hem de çabuk yapılabili­yor her şey.

Bu 16 enstitünün yedi milyon lira hesabedilen yapı mas­raflarının eğitmen kurslarındaki gibi her şeylerini kendileri­nin yapmaları yolu tutularak üç milyon lira ile başarılabile­ceği umuluyor.

- Köy Enstitülerine nereden ve nasıl öğrenci alınacak? - Beş yıllık ilkokulu bitirmiş köy çocuktan seçilerek alı-

nacak. Bunlar, beş yıllık bir süre içinde yetiştirilip öğretmen çıkarılacaklar.

- Köye yarar diğer meslek erbabının öğrenim ve yetişti­rilme süreleri belli mi?

- Gerektiği zaman Maarif Vekilliğince saptanacak. - Köy Enstitüsü'nden diploma aldıktan sonra öğretrnen,

köyde kaç lira aylıkla çalışacak? - 20 Lira ile başlaycak, sonra 30; 1 S 'inci ders yılı başın­

da da 40 liraya çıkacak. - Peki bu para, geçim için yeter mi acaba? - Öğretmene, aylığı dışında başka geçim olanakları da

sağlanıyor. - Ne gibi? - Bir defa öğretmenin ve ailesinin geçimine; öğretmen-

lerin ders uygulamalarına yetecek büyüklükte arazi veriliyor. - Bu toprakların işlenmesi için gerekli alet ve hayvanlar?

1 38

Page 137: ESKİ BİR öGRETMENİN - Turuz · yanık türküsüyle gurbetteymiş gibi ömrünü tükettiği köyüne döner. Yüz yıllardır uyuyan bu gücü ayaklandırmak gerekiyor du. Köye

- Çiftçilik için hayvan, avadanlık, tohum, fidan .. gibi üre­tim araçları devletçe bedava verilecek.

- Öğretmenin geçimini büyük ölçüde sağlayacak bu ta­nın işletmesi, bütün araçlarıyla ekili ve elde edilen ürün bir afetle ziyan olursa?

- Bu hallerde bütün zararları karşılayacak yardımların yapılması düşünülmüş.

- Peki, bu öğretmenlere başkaca ne gibi hakların verilme­si söz konusu?

- Hiztnet sürelerinde 30 yılı dolduran öğretmen, emekli­liğini isteyebilecek; bunlara, emekli aylığı bağlanacaktır. Köy öğretmeni, eşi ve çocukları, MaarifVekilliği'nin prevantoryu­munda parasız tedavi edilecekler. Köyde öğretmenin ve aile­sinin sağlık işleri, sağlık müfettişi hekimlerce izlenecektir. Aynca, enstitü çıkışlı öğretmenlere yedek subaylık hakkr da tanınmıştır. .

- Bu Enstitülere ne kadar öğrenci alınacağı belli mi? - Evet Paşam. Nüfusları dörtyüzden fazla, eksik öğret-

menli, ya da hiç öğretmeni olmayan köylere; köy karakterin­deki küçük kasabalar için 1 5 .000; eğitmen örgütünde görev­lendirilecek gezici başöğretmenlikler icin 3.000; eğitmenlt­rin bölge merkezlerinde kurulacak beş sınıflı okul öğretmen­likleri için de 2.000 ki toplam olarak 20.000 öğrenci alına-cak. .

- Köy Enstitüleri 'nde bugünün ihtiyaçlarına göre 20.000 öğretmen yetiştirilmesinin gerekli olduğu işi, herhalde ciddi bir hesap sonucu olacak. Peki ama bu kadar öğrenciyi, açıla­cak enstitüler bulabilecekler mi acaba? Çünkü köylerde topu topu 5 .000 okulumuz bulunduğuna göre başlangıçta bir kay­nak darlığı ile karşılaşılması muhtemel. Böyle tıkanıklıklar, ilgililerce fark edilmiştir elbet. Bu arada bir de okullu köyler­de pek az sayıda kız Öğrencinin bulunduğu hesaba katılırsa, ölçüsü epeyce geniş bir zorluk, söz konusudur. Bunlar için de bir çare düşünülmüştür sanının.

1 39

Page 138: ESKİ BİR öGRETMENİN - Turuz · yanık türküsüyle gurbetteymiş gibi ömrünü tükettiği köyüne döner. Yüz yıllardır uyuyan bu gücü ayaklandırmak gerekiyor du. Köye

- işin başlangıcında karşılaşılacak zorluklardan en önem­lilerinden birisine değindiniz. Buyurduğunuz bu tıkanıklık akla gelmiş. İki ana çare üzerinde duruluyor. Bunlardan biri­si, eğitmenli köy okulları bölgelerinin ortalarında beş sınıflı ilkokullar açmak ve üç sınıflı okulları beş sınıfa çıkarmak; öbürü de Genel Müdürümüzün düşüncesine göre, olanaklar elverdiğinde, eğitmenli okulları bitirmiş öğrencileri, enstitü­lere bağlı olarak kurulacak uygulama okullarında yetiştirip köy Enstitüleri'ne almak.

- Görülüyor ki "Kaynak" işinde karamsar olacak kadar bir tıkanıklık !>ÖZ konusu değilmiş. Koşulların, daha başka olanakları da hazırlayabileceği düşünülebilir.

Nasıl eğitmen işi yürüyor mu? - Evet Paşam, eğitmenler, artık Köy Enstitüleri 'nde açı­

lacak kurslarda yetiştirilecekler. - Verdiğiniz haber, beni gerçekten sevindirdi. Görülüyor

ki köyün uyandırılması, canlandırılması için şimdi artık doğ­ru yol bulunmuş. Yurt için hayırlı olsun. Bu alanda çalışacak­lara başarılar dilerim. Beni, gerçekleşmesini güvenle bekliye­ceğim Köy Enstitüleri üstüne iyi bilgilerle donattınız. Sağ ol­un!

Yukardaki konuşmamın dayanağı olan "Köy Enstitüleri Kanun Layihası", 1 7 Nisan 1940 yılında 3803 sayı ile kanun­laşmıştır.

Ve hemen bundan sonra, daha önce hazır edilip işaretle­rini bekleyen öğretmenler, yöneticiler, namlularından fırla­yan fişekler gibi yerlerine kondular. Sel, çamur tanımayan, hiç­bir yokluk karşısında irkilmeden, hiçbir zorluk önünde ürk­meden büyük savaşa daldılar. Gemi azıya alan soylu bir hırs, büyük bir sevgi, bu savaşın bellibaşlı cephaneleriydi. Buralar­da görev alan anaların babaların, ne çoluğunu çocuğunu gör� dü gözleri . . . ne de yıpratıcı yorgunlukların ateşi kaİ-şısındıi duraladılar. Her şeylerini köy hizmetine adayan bu ülkücü in­sanlar, varlarını, yoklarını bu uğurda harcadılar.

140

Page 139: ESKİ BİR öGRETMENİN - Turuz · yanık türküsüyle gurbetteymiş gibi ömrünü tükettiği köyüne döner. Yüz yıllardır uyuyan bu gücü ayaklandırmak gerekiyor du. Köye

1 940-1 946 yıllan, köyün ak günlerini dokumaya başla­dı. Gidiş ve davranışlardaki içtenlik ve özelliğin eğitim tari­hine kazandırdığı benzersiz düşünce ve yargı değerleri, bu alanda doğru ölçülere varmak isteyen gelecekteki araştırıcı­lara aydınlık bir yol açmıştır.

*** Kuruluş ve gelişmeleri için en hızlı çabaların harcandığı

günlerde Sayın İnönü, Köy Enstitüleri için yapmış bulundu­ğu gözlem ve incelemelere dayanarak övgüsünü ve yargısını, aşağıya aktardığım 25.8. 1 942 de Samsun 'daki demeciyle bü­tün yurda duyurmuştur.

"Samsun'a gelinceye kadar Köy Enstitüleri 'nden üçünü gördüm. Kız ve erkek köylü çocuklarımız hem müesseseleri­ni kuruyorlar, hem de ileride ifa edecekleri yüksek vazifeleri için hazırlanıyorlardı. Yapıcı, çare bulucu, çalışkan bir ruh bu Enstitüler'in hayatına hakim olmuştur. Bu durumu görmek­ten pek memnun oldum, pek ümitliyim. Türk kızlarının müs­tesna haysiyet ve ciddi vazife severliği, bütün mekteplerimiz­de olduğu gibi, Köy Enstitüleri 'nde de göze çarpmaktadır. Öğretmenler ve Enstitü Müdürleri Türk köyünün geleceğini sağlam temellere istinat ettirmek için aşk ile çalışıyorlar. İk­tidarlı, fedakar ve vatansever köy öğretmenleri yetiştirmek Enstitülerin mukaddes emelleridir. Şüphe yok ki Enstitü öğ­retmenlerine ve müdürlerine düşen vazife hepimiz için, her va­tansever için imrenilecek, heves edilecek bir vazifedir: Şim­diki tutumfarı iyi netice alacağımız ümidini bende çok kuv­vetlendirdi. Köy Enstitüleri hakkındaki bu müspet görüşleri­mi vatandaşlarıma söylemekten zevk alıyorum."

Bütün ömrü boyunca yaptığı siyasal ve askerlik görevle­ri içinde kendisince üstün değerlerini benimsediği; öldüğü za­man da Türk Milletine bırakacağı iki eserinden birisinin Köy Enstitüleri olduğunu belirterek onlara sahip olan Sayın İnö:. nü'nün 1 7 Nisan 1967 Bayramı için yolladığı kutlama mesa­jı ile yazılarımı bitiriyorum. Konuya bundan daha uygun dü-

14 ı

Page 140: ESKİ BİR öGRETMENİN - Turuz · yanık türküsüyle gurbetteymiş gibi ömrünü tükettiği köyüne döner. Yüz yıllardır uyuyan bu gücü ayaklandırmak gerekiyor du. Köye

şebilecek böyle güzel ve özlü bir bağlantı bulunamazdı her­halde.

"İNÖNÜ'NÜN MESAJI (Cumhuriyet Salı 1 8 Nisan 1 967)

"Mesajında; Hasan Ali Yücel ile İsmail Hakkı Tonguç'u minnetle anan İnönü, özetle şöyle demektedir:

. " Köy Eiıstitüleri 'nin yıl dönümünde fikirlerimi topluluk huzurunda söylemek isterdim. Düşündüklerim, Köy Enstitü­leri 'ne karşı ölçülmez takdir duygularımın özeti olacaktır.

"Köy Enstitüleri, eğitim hayatımızın geçirdiği evrim için­de başlıbaşına bir hamle devridir. Buraya alınanlar ameli ha­yat mücadelesinde ve türlü sanat kollarında tecrübeli çalışmış­lardır. Çıkanların, kız ve erkek, mesleklerinde başarılarını da­ima görmüşümdür ve daima göreceğime de inanmaktayım."

142

Köy işlerine emeği sevgisi geçenlere selam! Bu sorunda anlayış gösterenlere de selam! ..

Page 141: ESKİ BİR öGRETMENİN - Turuz · yanık türküsüyle gurbetteymiş gibi ömrünü tükettiği köyüne döner. Yüz yıllardır uyuyan bu gücü ayaklandırmak gerekiyor du. Köye
Page 142: ESKİ BİR öGRETMENİN - Turuz · yanık türküsüyle gurbetteymiş gibi ömrünü tükettiği köyüne döner. Yüz yıllardır uyuyan bu gücü ayaklandırmak gerekiyor du. Köye
Page 143: ESKİ BİR öGRETMENİN - Turuz · yanık türküsüyle gurbetteymiş gibi ömrünü tükettiği köyüne döner. Yüz yıllardır uyuyan bu gücü ayaklandırmak gerekiyor du. Köye