20
1

Kapak ve Düzen: Efsun ETLİOĞLU · Tüm hayvanlar özgür olana kadar! 4 Veganlık, hayvanların gıda, giyim ya da başka amaçlar uğruna maruz kaldıkları sömürü ve zulmün

  • Upload
    others

  • View
    2

  • Download
    0

Embed Size (px)

Citation preview

1

2

Kapak ve Düzen: Efsun ETLİOĞLUVeganMedya Kurucusu: Esra KARADAĞ

3

Merhaba,

Vegan Medya 1 Ekim 2018’de Türkiye’nin ilk içerik tabanlı vegan sosyal ağı olarak yayın hayatına başladı.

Vegan olanlar için bir buluşma ve yeniliklerden haberdar olma platformu, vegan olmayanlar içinse; veganlığı daha iyi anlama, önyargılardan uzak yeni bir dünyayı keşfetme amacıyla kurulan

bir sosyal medya platformu olmayı hedefledi.

Veganlığa karşı oluşturulan önyargıların kırılması, veganlığı anla-tabilmek ve sömürünün olmadığı bir dünya düşünü, ilk önce sanal olarak hayata geçirmek amacıyla kullanıcılar, popüler haber, fo-toğraf, galeri ve videolara tek bir noktadan ulaşırken aynı zaman-

da Vegan Medya’nın içeriğine de katkıda bulunabiliyor.

Siz de veganmedya.com üzerinden kullanıcı oluşturabilir, Vegan Medya’yı bir sosyal ağ olarak kullanabilir, içerikleri okuyabilir ve

kendi içeriklerinizi yazabilirsiniz.

Sadece internet kullanıcılarına değil daha geniş çevrelere ulaşabil-mek adına, Vegan Medya’ daki içeriklerin bir kısmını belirli aralık-

larla fanzin olarak çıkarıp, sesimizi duyurmayı amaçlıyoruz.

Tüm hayvanlar özgür olana kadar!

4

Veganlık, hayvanların gıda, giyim ya da başka amaçlar uğruna maruz kaldıkları sömürü ve zulmün her tür-lüsünden, uygulanabilir olan en mümkün mertebede

kaçınan ve ek olarak insanların, hayvanların ve çevrenin yararına, hayvan kullanımını içermeyen alternatiflerin

geliştirilmesi ve kullanımını destekleyen bir felsefe ve ya-şam biçimidir. Beslenme konusunda, hayvanlardan elde

edilen ürünlerin reddedilmesi anlamına gelir. (Vegan Topluluğu, 1979)

“Vegan” sözcüğü, The Vegan Society (Vegan Topluluğu) tarafından 1944 yılında türetildi. 1949 yılında Leslie J. Cross, topluluğun bir tanıma ihtiyacı olduğuna işaret

ederek veganlık için “Hayvanların insanlığın sömürüsün-den kurtarılması ilkesi” tanımını önerdi. Bu daha sonra

“Hayvanların insanlar tarafından sömürülerek gıda, tica-ret, çalışma, avlanma, deney ve diğer türlü kullanımına son vermeyi hedeflemek” olarak açıklığa kavuşturuldu. Vegan Topluluğu 1979 yılında dernekleştiğinde, “vegan-

lık” tanımını bugün kabul edilen haliyle güncelledi.

VEGANLIK NEDİR?

5

6

Genellikle veganlara karşı yönel-tilen argümanların başında gelir.

”Bu benim tercihim, bana karışa-mazsın!”

Gary L. Francione ve Anna Charl-ton’ın kaleme aldığı ”İnsan Neden Vegan Olur?” isimli kitabın 101. sayfasına bakalım:

”Toplum ahlaki açıdan apaçık ve tartışmasız bir biçimde yanlış olan şeyleri tercih etmenize izin verdiği sürece hayvansal ürün tüketmek de bir ”tercih”dir. Irkçı görüşler benim-semeyi tercih etmekte özgür müsü-nüz? Evet. O halde buradan çıkan sonuç, bir şeyin ”tercih” olduğunu söylemenin, bunun ahlakiliğiyle il-gili hiçbir şey söylemediğidir.

Hayvansal ürün tüketmeyi ahlaki olarak meşrulaştıramayız. Bu ka-dar. O ürünleri tüketmek, ancak en sığ anlamda bir tercih meselesi ola-bilir. Ahlak konusunu ciddiye alan kimse için bu bir tercih meselesi değildir. Başkalarına zarar vermeyi seçme imkanımız olabilir, ama bu, ahlaki anlamda buna iznimiz oldu-ğu anlamına gelmez.

Başka bir deyişle, hayvanlara ge-reksiz yere acı çektirmenin ahlaki olarak yanlış olduğunu düşündü-ğümüzü söyleyip, sonra da hayvan-lara gereksiz yere acı çektirmenin sadece bir tercih meselesi olduğu-nu söylemenin hiçbir anlamı yok. Ahlak dışı olduğunu kabul ettiği-miz bir şeyi yapmayı hukuki olarak tercih etme özgürlüğümüz olabilir. Ama mesele ahlaksa, ortada bir ter-cih yoktur.”

Şunu eklemekte yarar görüyorum. Kitapta geçen ”hukuki olarak ter-cih etme özgürlüğümüzün” oldu-ğu, yapabilir olduğumuz ve şu an için kabahatler kanununda öteye geçememiş, doğru düzgün bir hay-van hakları yasasına sahip olma-dığımız için, bugün birçok kedi, köpek şiddet görüyor, tecavüze uğ-ruyor, zehirleniyor, öldürülüyor.

Hayvan Yemek Kişisel Bir Tercih Midir?

7

Bunların caydırıcı cezası yok ve en son Kayseri örneğinde gördüğümüz gibi; ölen çocuğun köpekler tarafından parçalanarak öldürüldüğü söylenip (çocuk kı-yafetleri bile parçalanmamış bir halde bulunmuşken, aile otopsiyi reddediyor ve bir an önce defne-diyorlar, suçu da zavallı köpeklere atıyorlar. Köpekleri toplarken de ”kediler için de ekip yolda” gibi ses-ler duyuyoruz. Sizin de burnunuza kötü kokular gelmiyor mu?) toplu-ca katliam yapılabiliyor.Bunun yanlışlığını birçok insan gö-rebiliyor, fark edebiliyor ama söz konusu olan kültürel anlamda yer-leşik yemek kültürü olunca hay-vanları birbirinden ayırmak (se-vilecek/yenilecek olarak) oldukça doğal görülüyor, bunun adının ”türcülük” olduğu bilinmiyor.

Burada önemli olan nokta şu ki, tercih ettiğiniz şey, başkalarına zarar veriyorsa orayı sorgulamalı-sınız. Bugün siyah giymeyi tercih edebilirsiniz, saçınızı sarıya boya-mayı, dövme yaptırmayı ya da spor yapmamayı tercih edebilirsiniz. Bunlar sizinle alakalı ve sonucu yalnızca sizi etkileyebilecek şeyler-dir.

Küfür etmeyi, insanlarla dalga geç-meyi, ayrımcılığı, dedikodu yap-

mayı da tercih edebilirsiniz ama bu davranışlarınız sadece sizinle alakalı değildir ve başkalarını da ilgilendirir ve evet bunlar tercihtir, nasıl bir insan olmak konusundaki tercihleriniz.

Başkaları derken sadece insan odaklı düşünmek, hayvanların da bilinçli, acıyı hissedebilen, aile ku-rabilen, sosyalleşebilen oldukları gerçeğini göz ardı etmektir ve şu an için olmasa da gelecekte bir gün onlara hak ettikleri özgürlükleri geri verilecektir. Tarihsel süreçte bunun birçok örneği mevcuttur.

İnsanlar birbirini sevmeyebilir, düşüncelerine katılmayabilir ama burada önemli olan nokta bu ey-lemlerimizin hayvan özgürlüğü noktasına zarar vermemesi gerek-tiği noktasıdır. Veganlığın da yega-ne amacı budur.

Esra

KA

RA

DA

Ğ

8

9

Denizi seviyorum. Hayvanları sevdiğini söyleyip de onları sömürme-ye ve öldürmeye devam ettiğinin far-kında olmayan insanların ”sevgi” an-layışı değil burada kastettiğim. İçinde hiçbir çelişkiye ya da tutarsızlığa yer vermeyecek türden, dürüst bir sevgi anlayışı bu. Yılın yarısını onun sessiz ve engin kucağında, diğer yarısını ona geri dönmeyi bekleyerek geçiriyorum. Çocukken deniz sınırsız ve tanımı zor bir bölge gibi gelirdi, büyüdükçe bu hissin aslında ne kadar da doğru ol-duğunu anlamaya başladım. Bildiğim ilk ve tek deniz Marmaris körfezi iken, yıllar içinde ülkenin güneybatı kıyıla-rından sonra, uzak denizleri keşfeder-ken ve özlerken buldum kendimi.

Şehir yaşantısının getirdiği stres, beklentiler, kaygılar, içinden bir türlü çıkamadığımız, bitmek bil-meyen yoğun düşünce bulutlarının boynumuzun arkasında birikmesi ve omuzlarımızı düşürmesi gibi günlük yaşantının diğer kısıtlayıcı bir çok sı-

kıntılarından, kısa bir süreliğine de olsa uzaklaşmak için çoğumuzun sı-ğındığı bir yerdir deniz. Yazları tatile, kışları ise hafta sonu temiz hava almak için bir çay içimine, hep ona gidilir.

Denize yüklediğimiz ”ro-mantizm” bir yandan da gözümüzün önünde olan gerçekleri görmemizi zorlaştırıyor. Sadece yüzmek, su spor-ları, tekne turu vs için, içinde/üzerin-de vakit geçirdiğimiz denizin, kendi içinde karadaki gibi bir yaşam dinami-ğine sahip olduğunu, bilinç sahibi ve hissedebilir milyonlarca canlıya yuva olduğunu ”çoğu zaman” unutuyoruz. Denizi ne kadar sevsek, onu ne kadar romantize etsek de aslında ona bir o kadar uzağız. Uzak olmamızın nede-nini ise günlük eylemlerimize bakarak söylemek zor değil. Özlenen veya ka-vuşulamayan sevgiliye deniz başında dökülen şiirler, onun kıyısında planla-nan birçok gelecek, kurulan hayaller, oracıkta temeli atılan yeni bir yaşama dair alınan kararlar… Birçok insan de-

Vira Vegan! (Balıklar, Deniz ve Özgürlük Üzerine)

10

nizi çok sevdiğini söyler ama kimse onu ve içindeki canlıları korumak için ”rakı-balık”taki balıktan vazgeçmek istemez. Sadece sevmek yeterli değil, ayrıca denizi ve içindeki sayısız yaşam formunu korumak için harekete geç-memiz de gerekiyor. Balıkların da bi-linç sahibi, acıyı hisseden canlılar ol-duğunu her defasında hatırlatmalıyız. Balıklar rakının yanında, insanların midesine inmek için ölmek istemez.

Her yıl 640.000 ton ”balıkçılık” malzemesi denizlere atılıyor. Denize atılan (hayalet) ağlar her yıl 130.000 den fazla deniz canlısını (deniz asla-nı, fok, balinalar, yunuslar, deniz kap-lumbağaları, deniz kuşları ve sayısız daha birçok tür) öldürüyor ve deniz tabanındaki yaşamı da kurutuyor. Geçtiğimiz 30 yıl içinde yalnızca tica-ri balıkçılığın öldürdüğü balina sayısı 35.000 in üzerinde. Kuzey Pasifik Ok-yanusu’nda bulunan büyük çöp alanı-nın yanı sıra, tüm iç ve açık deniz kı-yılarının, ticari deniz yollarının deniz dibindeki atık miktarı ise kesin olarak bilinmemekte. Zihninizde canlanma-sı açısından örnek vermek gerekirse, geçtiğimiz Kasım ayında Bodrum’da

küçük bir alanda gerçekleştirilen de-niz dibi temizleme çalışması esna-sında, yalnızca 2 saat içinde 235 kilo atık çıkarılmıştı ve çıkarılan atıklar (battaniye, sandalye,damacana, araba lastiği, elektronik pek çok alet ve daha birçok atık) görenleri şaşkına çevir-mişti. Okyanuslarda bilinen ve kayıt altına alınan, oksijenin seviyesinin sı-fıra indiği 500 civarı ölü bölgenin yanı sıra, bilinmeyen sayısız ölü bölgenin olduğu da tahmin ediliyor. Plastik te-melli atıkların denizler için büyük bir sorun olduğu bilinmekte ancak balık-çılığın ve hayvancılık endüstrisinin küresel ısınma, iklim değişiklikleri ile olan bağlantısının, nesli tükenen de-niz canlıları, ölü okyanus bölgeleri ve deniz kirliliğinden de sorumlu olduğu artık bir sır değil.

Liseden beri balinalara, yu-nuslara büyük bir ilgi ve merak bes-liyordum. Denizde çalıştığım yıllar içinde birçok defa sayısız yunus görme şansım oldu. Rüyalarımda ise sıklıkla Orka ve balina görürüm (gerçekte he-nüz bir balina göremedim). Bazen, aniden ortaya çıkıp tekne ile yarışmak için pruvaya yönelen yunusların da-kikalarca nasıl bir sürat ve coşku ile yüzdüğünü görünce, bu canlıların do-ğal yaşamlarından koparılıp, yalnızca para için küçücük havuzlara/akvar-yumlara hapsedilmesinin ne kadar da büyük bir haksızlık, adaletsizlik oldu-ğunu insanların anlayamıyor, göremi-yor olmasının şaşkınlığını yaşıyorum, sizlerin de benzer hisler içinde oldu-ğunuzu düşünüyorum. O yüzden ne

11

kadar çok insanı bilgilendirmek, eğit-mek gerekiyorsa o kadar çok insana ulaşmamız bu canlıların özgürlüğü/yaşamı için çok önemli. Her fırsatta, akvaryumların, hayvanat bahçeleri-nin, pet shopların, kısacası hayvanla-rın hapsedildiği, sömürüldüğü, kul-lanıldığı her yer ve durum hakkında çevremizi bilgilendirmek çok önemli. Birileri beni zorla kaçırıp, bir yere ka-patsa başkalarının küçük de olsa, elin-den ne gelirse beni oradan çıkarmak için bir şeyler yapmasını isterdim. Siz de öyle olmasını istemez miydiniz?

Şimdi hatırladım da, 2017 ya-zında Sorrento açıklarında, seyir ha-linde denizi izlerken, yukarı doğru püsküren beyaz köpükler görüp, ”aca-ba mı?” diye çok heyecanlanmıştım. Çok uzak olduğu için dürbünle bak-mak zorunda kalmıştım, püsküren su dışında bedenini göremediğim o canlının İspermeçet (Kaşalot) balina-sı olduğunu düşünüyorum. Umarım bu geçen yıllar içinde hep güvende ve insan müdahalesinden uzak kalabil-miştir. Hiç görmesem, göremeyecek olsam da onların güvende ve sağlıklı olmalarını diliyorum, diğer pek çok hayvan için de dilediğim gibi. Kendi adıma şunu söyleyebilirim ki vegan ol-duktan sonra, sevmenin ”dokunmak” ya ”sahip olmak” olmadığı gerçeğine uyandım. 2015 yazında yunan sula-rında seyirdeyken okuyup bitirdiğim Erich Fromm’un ”Sevgi Sanatı”nı, me-rak edenlere tavsiye edebilirim. ”Sahip olma” arzusu özünde olduğumuz ki-şiden bizi uzaklaştıran bir tuzak gibi.

Sahip olmadan, dokunmadan, hap-setmeden de sevmek ise vegan dün-yada mümkün. Çünkü yalnızca vegan dünyada sevmek, sömürmek ve öldür-mek anlamına gelmiyor, çelişkilerden ve tutarsızlıktan uzak olan ”gerçek” sevgi, bir veganın kalbi.

Not: Başlıktaki ”vira” kelimesinin an-lamı1) Ünlem, denizcilik – Maçuna (vinç) ve başka makinelerin çevrilmesi/kal-dırılması için verilen komut2) Aralıksız, sürekli olarak

Dil

ek (@

vega

ndil

ek)

12

”Bitkilerde protein muhtevası çok yoğun olmadığı için vegan besle-nen birinin aşırı protein alması müm-kün değildir, buna karşın hayvansal tüketimde günlük ihtiyacınızın 10 misli fazla protein alabilirsiniz. Fazla hayvansal proteinin kemikler üzerin-deki olumsuz etkisi yalnızca kalsiyum çekmesi değil, aynı zamanda cortisol (steroid) seviyelerini yükseltmesidir. Fazla kortizonun en büyük yan etkisi de, kortizon kullanan hastalarda çok sık gözlemlediğimiz gibi kemik eri-mesidir.

Kaslarınızı ve kemiklerinizi yeteri kadar kullanmazsanız ne yerse-niz yiyin kemiklerinizin zayıflamasına mani olamazsınız. Kemiklerinize, ‘be-nim sana ihtiyacım var’ mesajı verirse-niz kemik kendisini sertleştirmek için elinden geleni yapar. Kalsiyumdan zengin bitkilerle beslenen ve yeteri kadar spor yapan birinde kemik eri-mesi gelişmez (1). Yaşlılık günlerinde kalça kırığı sorunuyla karşılaşmamak isteyenlerin bitkisel beslenmeden ay-rılmaması gerekir. Bitkisel besinlerde yalnızca kalsiyum değil, kemikler için gerekli olan potasyum, magnezyum, vitamin K gibi diğer mikro besinler ve vitaminler de vardır (2).

Almanya’da (University of Applied Sciences) yapılan bir çalışma vegan beslenmenin yeteri kadar kal-siyum sağladığını göstermiştir (110). Tüm büyük baş hayvanlar yalnız kal-siyumu değil, çinko, demir, bakır ve başka pek çok minerali de yedikleri ottan alıyorlar. Topraktaki tüm bu de-ğerli mineraller, köklerden yapraklara, onlardan da bitkileri yiyen hayvanlara ve insanlara aktarılır. Orangutanlar, inekler, boğalar, hepsi kemiklerindeki kalsiyumu yeşil bitkilerden alırlar. 6 tonluk filin belim kalınlığındaki bacak kemiğinin kalsiyumu sadece yeşillik-ten gelirken bizim incecik kemikleri-miz neden başka kalsiyum kaynağına ihtiyaç duysun ki?”

Kaynak Kitap : Vegan Beslenme/ Dr. Murat Kınıkoğlu, Sayfa 54-55.

1. Tucker K. L., Devine A., Dha-liwal S. S., Dick I.M., “Effects of calcium supplementation on clinical fracture and bone structure: result of a 5-year, double-blind, placebo-controlled trial in elderly women” Arch Intern Med., 166(8), ss. 869-75, Nisan 20062. Feskanich D., WeberP., Willett W.C, et al. “Vitamin K intake and hip fractures in women:a prospective study” Am J Clin Nutr, 69(1), ss. 74-79, 1999.3. Kohlenberg-Mueller K., “Calci-um balance in yoğun gdults on a vegan and lactovegetarian diet” J Bone Miner Metab., 21(1), ss. 28-33, 2003

Bitkisel Beslenenlerde Kalsiyum Eksikliği Ortaya Çıkar Mı?

13Weronika Kolinska - Liberation for all

14

MUTLAKA İZLEMENİZ GEREKEN BELGESELLER

Vegan olanların ve daha da önemlisi vegan olmayanların izlemesi gereken belgeseller serimize başlıyoruz.

Vegan değilseniz bu belgeselleri izlemelisiniz çünkü ancak bu şekilde siz-den saklanan gerçekleri, sizi manipüle edenleri öğrenebilirsiniz.

Vegansanız, bu belgeselleri izlemelisiniz çünkü bir vegan olarak bilgile-nip, size sorulan sorulara daha doğru, daha bilimsel cevaplar

verebilirsiniz.

Earthlings, Shaun Monson’ın yönetmenliğini, Joaquin Phoenix ve Persia White’in anlatı-cılığını, Moby’nin müziklerini yaptığı 2005 yapımı bir belgesel.

Birçok kişi Earthlings izledikten sonra vegan olma kararı veriyor.

Belgeselde insan ırkının,hayvan ırkını ne şekilde ve hangi sebeplerle sömürdüğü gözler önüne seriliyor.

En etkileyici ve etkili vegan belgesellerden biri Earthlings.

Yönetmenliğini Kip Andersen ve Keegan Kuhn’un üstlendiği 2014 yapımı Cowspiracy-

Sürdürülebilirliğin Sırrı belgeselinin yapımcısı ise Leonardo DiCaprio.

Cowspiracy, beslenme alışkanlıklarımızın gezegene etkilerini oldukça çarpıcı, bilimsel rakamlarla anlatıyor. Hayvansal endüstrinin

sürdürülebilir olmadığı, gezegene salınan kar-bon oranının en büyük yüzdesinin yine hay-

vancılık endüstrisi olduğu gibi birçok sıkıntıyı ve sebeplerini açıklıyor.

15

2011 yapımı ”Çatal Bıçaktan Üstündür” belgeselinin senarist ve yönetmeni Lee Fulkerson, bu yapımda gıda sektörü hakkın-daki gerçekleri ortaya çıkarıyor.

Diyabet, obezite gibi günümüz hastalıklarının birçoğunun altında yatan sebepler, iki gıda bilimcisi tarafından araştırılıyor.

Yönetmenliğini Kip Andersen ve Ke-egan Kuhn’un üstlendiği 2017 yapımı

Türkçe’ye ”Sağlık Komplosu” olarak çevrilen bu belgesel yediklerimizin

sağlımız üzerindeki etkilerine, alışıl-mışın dışında yanıt veriyor.

Ayrıca gıda sektörünün, ilaç sektörü ile olan bağlantısına da dikkat çeken

belgesel, doğru bilenen birçok bilgiyi sorgulamanızı sağlıyor.

Film veganlık propagandası yaptığı gerekçesiyle, vegan olmayanlardan

çok eleştiri alıyor.

New york’ta yaşayan et ve süt ürünleri sevdalısı üç kişinin, altı hafta boyunca vegan beslenmelerini konu alan 2010 yapımı belgeselin yö-

netmenliğini ise Marisa Miller Wolfson yapıyor.

En çok bilinen ve konuşulan, izlenmesi gereken belgesellerden birka-çını sizlerle paylaştık.

Devam eden içeriklerde farklı belgesellerin tanıtımlarını yapmaya devam edeceğiz.

Şimdi kendinize bir güzellik yapın ve izlemediyseniz bu belgesellerden birini hemen izleyin, pişman olmayacaksınız! Es

ra K

AR

AD

16

”Oswego, New York Eyalet Üniversi-tesi’nde saldırganlık üzerine çalışan araştırmacılar, hadım edilmenin öl-dürme davranışları üzerindeki etkile-rini gözlemek için erkek sıçanları kul-lanmışlardır. Bazıları hadım edilen, bazılarına erkeklik hormonu verilen, bazıları da hadım edilmeyen sıçanlar, bir günlük yavru sıçanlarla kafeslere kapatılmış ve yavru sıçanları öldürme ve etlerini yeme oranları kaydedilmiş-tir(1).

Davis, California Üniversitesi’nden araştırmacılar stresin kuzuların geli-şimi üzerindeki etkisi araştırmışlar-dır. Yavru kuzular doğumu izleyen beş hafta boyunca haftada 3 kez ana-larının yanından alınmış, bir hamağa konmuş ve vücutlarına elektrik veril-miştir. Kuzular beş aylık olunca tep-kilerinin daha önce yaşadıkları stresle bağlantılı olup olmadığını saptamak üzere daha da fazla strese maruz bıra-kılmışlardır(2).

Wisconsin Üniversitesi’nden araş-

tırmacılar on dört yavru kedinin göz kapaklarını daha gözleri açıl-madan dikmiştir. Körlük sonucun-da beyin hücrelerinde değişiklik olup olmadığını belirlemek için yedi ila on beş aylık kedilerin beyin hücreleri incelenmiştir(3).

San Francisco, California Üniver-sitesi’nden araştırmacılar sekiz baykuş maymunun (durukuli) par-maklarını kesmiş ve bu operasyon-la algılarının değişip değişmediğini belirlemek için beyinlerini incele-mişlerdir(4).

Wisconsin Üniversitesi’nden Har-ry Harlow’un ”anne yokluğu” de-neyleri zalimliğiyle meşhurdur. Harlow bu deneylerde yavru may-munları annelerinden ayırmış ve tam bir tecrit halinde ya da tel ve bezden yapılmış ”vekil” annelerle birlikte yetiştirmiştir. Bu ”vekil” an-nelerden bazıları, yavru maymun-lar onlardan sevgi ve ilgi görmeye çalıştıklarında canlarını yakacak şekilde tasarlanmıştır. Harlow bu yavruların yaşadıkları dehşetin ve sonradan gelişen psikopatolojinin, büyüme sürecinde anneyle tema-sın insanlar için önemli olduğunu kanıtladığı sonucuna varmıştır(5).

Geçmiş Yıllardan Günümüze Uzanan Utanç: Hayvanların Kullanıldığı Deneylerden Örnekler

17

Benzer anne yoksunluğu araştır-maları bugün de sürmektedir. Pen-nsylvania Üniversitesi’nde Martin Seligman ve meslektaşları tarafın-dan yürütülen ”öğrenilmiş acizlik” deneylerinde, Seligman köpeklere öylesine ağır biçimde ve uzun sü-relerle elektrik vermiş ve yakmıştır ki, köpekler acıdan kurtulmaya ça-lışmaktan vazgeçmişlerdir. Pek çok araştırmacı, uzun bir süre zihinsel ya da duygusal sıkıntıya maruz bı-rakılmaları halinde insanların da ”acizleşme”yi öğreneceklerini gös-termek için hayvanlar üzerinde benzer deneyler yürütmüştür(6).”

(1) Kenneth M. Rosenberg, ”Effects of Pre- and postpubertal Castration and Testosteron on Pup-Killing Behavior in the Male Rat”, 13 Physiology&Beha-vior 159 (1974).(2) Gary P. Moberg ve Valeria A. Wood, ”Neonatal Stress in Lambs: Behavioral and Physiological Responses”, 14 De-velopmental Psychobiology 155 (1981)(3) Peter D. Sperar, Lillian Tong ve ca-rol Sawyer, ”Effects of Binocular Dep-rivation on Responses of Cells in Cats’ Lateral Suprasylvian Visual Cortex”, 49 Journal of Neurophysiology 366 (1983)(4) Michael M. Merzenich vd., ”So-matosensory Cortical Map Changes Following Digit Amputation in Adult Monkeys”, 224 Journal of Comparative Neurology 591 (1984)

(5) Harlow’unki de dahil anne yoksun-luğu deneyleriyle ilgili genel bir de-ğerlendirme, tartışma ve bibliyografya için bkz. Murry J. Cohen, A Critique of Maternal depreviation Monkey Experiments at the State University of New York Health Science Center (New York: Medical Research Moder-nization Committee, 1996); Martin L. Stephens, Maternal Deprivation Ex-periments in Psychology: A Critique of Animal Models (Jenkintown, Pen-nsylvania: The Amerikan Anti-Vivise-ction Society, 1986).(6) Seligman’ınki de dahil öğrenil-miş acizlik deneyleri için bkz. Kath-ryn Hahner, ”Learned Helplessness: A Critique of Research and Theory”, Stephan R. Kaufman ve Betsy Todd (yay. haz.), Perspectives on Animal Research, Cilt 1 içinde (New York: Me-dikal Research Modernization Com-mittee, 1989), s.1.Alıntı: Gary L. Francione ”Hayvan Haklarına Giriş, Çocuğunuz mu Kö-peğiniz mi?” İletişim Yayınları

18

19

20