Upload
others
View
17
Download
0
Embed Size (px)
Citation preview
KARACİĞER - SAFRA KESESİ – PANKREAS
HİSTOLOJİSİ
KARACİĞER
Makroskopik olarak sınırları az çok belirgin dört lob’dan oluşmuş bulunan karaciğer
vücudun en büyük bezidir. Yetişkinlerde yaklaşık 1500 gr ağırlığındadır ve yetişkin vücut
ağırlığının yaklaşık %2,5 na tekabül eder. Abdominal boşluğun büyük oranda üst sağ ve kısmen
üst sol kısmında yerleşmiştir, kostalar ile korunmuştur. Anatomik olarak iki derin yarıkla sağ ve
sol iki büyük lob ve iki küçük lob (guadrate ve caudate loblar) içerir. Organın histofizyolojisi
her tarafında aynı olduğundan bu bölünme sadece topoğrafik öneme sahiptir.
(internet’ten alınmıştır)
1
Embriyolojik olarak, önbarsak duvarının (özellikle duodenumun başladığı yer
yakınında) endodermal evaginasyonu olarak gelişir (hepatik diverticulum), bu divertikulum
hepatositlere ve hepatik kordonlara prolifere olarak karaciğerin parenşimasını oluşturur.
Hepatik divertikulumun orijinal sapı duktus biliferi commonis’i yapar, bunun dışa doğru
evaginasyonundan ise safra kesesi (gallbladder) ve duktus kistikus gelişir.
Yaşam için temel organlardan biridir. Sindirim kanalından emilen besinlerin işlendiği
ve diğer vücut kısımlarının yararlanması için bazılarının depolandığı bazılarının ise hemen
dolaşıma verildiği bir organdır.
Hem ekzokrin hemde endokrin çalışan bir bezdir ve 500’ün üzerinde farklı kimyasal
reaksiyon gerçekleştirerek yaşamımızda önemli bir rol oynar. Karaciğerin önemli görevleri
arasında şunlar sayılabilir:
- Yağların sindirimi için önemli bir madde olan safra’yı üretir ve bir dış salgı olarak
duodenum lumenine boşaltır,
- Endokrin faaliyet olarak; lipid, karbonhidrat ve protein metabolizmasında önemli bir
rol oynar,
- Birçok toksik maddeyi ve ilaçları inaktive ve metabolize eder. Birçok ilaç ve toksinler
ile vücuda yabancı proteinler suda çözünmediklerinden böbreklerden süzülüp
atılamazlar. Hepatositler bu tür kimyasalları suda çözünebilir forma dönüştürür, bu
işlem faz I (oxidasyon) ve faz II (conjugation) olmak üzere iki evrede gerçekleştirilir.
- Vücuttaki metabolik artıkları birleştirerek üre’ye dönüştürür ve böbreklerden
atılmasını sağlar,
- Demir metabolizmasında, kan plazma proteinlerinin (albumin, lipoprotein, glikoprotein
ve diğer taşıyıcı proteinler) yapımında, kan pıhtılaşması için gerekli faktörlerin
(protrombin, fibrinojen) sentezinde görev alır,
- Vitamin A, D, K gibi birkaç vitamini kandan alıp depolar veya biyokimyasal
modifikasyona uğratır,
- Özellikle barsak yoluyla alınan bakterileri ve vücuda yabancı partikülleri fagosie eder,
- Embryonal dönemde ve yetişkinlerin bazı hastalıklarında hematopoez yeridir.
KARACİĞERİN KAN DONANIMI:
Karaciğerin yukarda anılan görevleri ile kanlanması arasında yakın bir ilişki vardır. Bu
nedenle karaciğerin kan donanımı iyi öğrenilmelidir. Karaciğere kan iki ayrı damarla gelir:
2
1. Vena porta ( portal ven ): Vena porta karaciğerin fonksiyonel damarıdır, karaciğere
gelen kanın %70-80'i bu yolla gelir. Sindirim sistemi, dalak, pancreas'taki kapiller yataklardan
toplanan kanı ( sindirim organlarının venöz kanı; vena mesenterica inferior, vena mesenterica
superior ve vena lienalis ile toplanır, bunlar birleşerek vena porta’yı oluşturur) karaciğere
getirir. Bu kan besleyici maddelerden zengin, oksijen miktarı bakımından fakirdir. Sindirim
tüpü duvarından besin maddelerini ( kompleks lipidler olan şilomikronlar lenf yoluyla taşınır ),
pankreas’dan ve gastrointestinal sistemin enteroendokrin hücrelerinden salgılanan bazı
hormonları, dalak’tan ise alyuvar yıkım ürünlerini ve diğer atıkları toplayan vena porta bunları
işlenmek üzere karaciğere taşır.
2. Arteria hepatica: Aortadan ayrılan turuncus celiaca’nın koludur. Karaciğerin
besleyici damarıdır. Gelen kanın %20-30'unu sağlar, bu kan oksijence zengindir.
İki damarda karaciğere porta hepatis’den (karaciğer kapısı, hilum) girer, oldukca kıt
olan bağdokusu (stroma) içinde gittikce dallanarak neticede karaciğer lobcuklarının
aralarındaki portal alanlarda (Glisson üçgenleri, Kiernan aralıkları, portal alanlar) lobuller arası
artercikleri ve venacıkları (prelobuler vena, suplobuler vena) oluştururlar, nihayet bunlardan
çıkan küçük bağlantı damarlarıda lobul içi sinuzoidlerle ağızlaşır, sinuzoidler ise lobul
merkezini oluşturan sentral venalara (vena sentralis ) bağlanırlar.
Böylece a. hepatica ile aortadan gelen oksijenli kan ile vena porta ile sindirim sistemi
organlarından gelen besinleri taşıyan kan lobul sinuzoidleri içinde birbirine karışarak,
içeriklerini sinusoidlerinin duvarından komşuları olan hepatositlere aktarılır ve onlar tarafından
işlenir. Hepatositlerde işlenerek elde edilen son ürünler ; ya dış salgı olarak (safra) safra
kanalları aracılığıyla duodenum’a gönderilir, ya da iç salgı olarak (çeşitli proteinler, lipidler )
tekrar sinuzoidlere aktarılır ve oradan kan dolaşımıyla ilgili yerlere dağıtılırlar.
Karaciğere giren bu iki damarın (a. hepatica ve v. porta ) dönüşü tektir ve vena hepatica
adını alır. Lobcukların merkezindeki sentral venalar lobcuk boyunca ilerledikce daha çok
sinusoid alır ve çapı giderek artar, lobcuğu terkedince; diğer lobullerden çıkanlarla birleşirler ve
lobcuk altı venleri ( postlobuler vena, sublobuler vena ) oluştururlar. Bunlarda giderek
birbirleriyle birleşir ve sonuçta hepatik vena’yı ( vena hepatica) oluştururlar, bu da karaciğerin
diaframaya bakan yüzünden iki veya daha fazla kol halinde organı terkeder ve vena cava
inferior’a açılırlar.
3
(internet’ten alınmıştır)
KARACİĞERİN STROMA’SI VE PARENŞİMA’SI
4
Diğer bezlerde olduğu gibi, karaciğer de 1. Stroma ve 2. Parenşima olmak üzere iki
ana unsurdan oluşur:
(internet’ten alınmıştır)
1. Karaciğer’in stroma’sı : Karaciğer en dıştan peritonun visceral yaprağı ile sarılmıştır
(diafragmaya temas ettiği dar bir alan hariç). Bu periton yaprağı; tek katlı mezotelial hücreler
5
ve altında kollagen ve elastik lifler, bağ doku hücreleri içeren sıkı bağ dokusu yapısındadır,
Glisson kapsülü adını alır. Glisson kapsüla’sı karaciğerin ön yüzünün (visseral yüz) orta
kısımlarında kalınlaşır, burası organın hilus’u veya porta hepatis (karaciğer kapısı) adını alır.
Porta hepatis’ten organa ; arteriya hepatika, vena porta ve sinir lifleri girer, duktus hepatikus
ve lenf damarı çıkar. Hilustan damarlar ve sinirler etrafında içeri giren, kapsülanın yani Glisson
kapsülasının devamı olan ince ve gevşek bağ doku bölmeleri organı karaciğer lobcukları denen
birimlere ayırır. Glisson kapsülü terimi lobcuklar arasındaki bu bağ dokuyu da kapsar. Organa
giren-çıkan damar, sinir ve kanallar bu bağ dokusu içinde seyrederler.
Lobcuklar arasındaki bu bağ dokusu bilhassa insanlarda oldukca kıttır. Sadece komşu
üç lobcuğun birleştiği köşelerde diğer yerlerdekinden daha genişce bağ dokusu bulunur,
buralara portal alanlar veya Glisson üçgenleri veya Kiernan aralıkları gibi isimler verilir.
(internet’ten alınmıştır)
6
(internet’ten alınmıştır)
Portal alanlarda ; bir arteriol (a.hepatika'ya ait), bir venül (buradaki venüllerin çoğunluğu v.
porta'ya ait suploluber venalardır. Vena hepatika’ya ait olan sublobuler venalara ise
lobçukların hemen birişiğinde değil, biraz daha uzağında raslanır), bir kanal ( ductus
biliferi'ye ait) bulunur (bunların üçüne birden triad adı verilir) ve birçok lenf damarı ile sinir
telleri bulunur. Bu yapıların tanınmasında şu özelliklere dikkat edilir:
- venül kesitleri ; en geniş, oldukca ince duvarlı, kas telleri çok seyrek veya yoktur.
- hepatik arteriol kesitleri ; en küçük çaplıdır, duvarı kalındır, kas tabakası (media) belirgindir.
- ductus biliferi'ler ; çapları orta boydur, duvarları tek katlı kübik , açık boyalı hücrelerle
sınırlanmıştır.
- lenf damarları ; endotelium zayıftır, valvulalar görülür.
- sinir telleri ; rutin preparatlarda pek iyi seçilemezler.
7
Stromanın görevleri ; organı dıştan sarmak, onu lobcuklara ayırmak, parenşimaya
desteklik etmek ve damar,kanal,sinirleri organ içlerine kadar taşımak olarak özetlenebilir.
Stroma karaciğer lobcukları içine oldukca kıt, ince bir retiküler bağ dokusu halinde
girer, parenşimal hücrelere desteklik eder, sinuzoidlerin tutunmasını sağlar, hücrelerin
rejenerasyonunu kolaylaştırır.
2. Karaciğerin parenşima’sı : Karaciğer parenşimi, yaklaşık 2x1 milimetre çapındaki,
poligonal şekilli (limon ya da fıçı şeklinde) lobcuklardan oluşmuştur.
(Gartner 2007’den alınmıştır)
Bunlar ( hepatik lobul’ler) karaciğerin yapısal ve fonksiyonel birimleridir. Her lobcuğun
ortasında merkezi bir vena (vena sentralis) bulunur.
Vena sentralis'ten lobcuğun periferine doğru ışınsal şekilde karaciğer sinuzoidleri uzanır.
Sinuzoidler arasındaki retiküler dokuyu yine radier şekilde, merkezden perifere doğru
yetişkinlerde tek sıralı ( 6 yaşına kadar çift sıralı ) endodermal orijinli karaciğer epitel hücreleri
(hepatosit'ler) doldurur. Portal alanlardaki bağdokusu içine gömülü yapılar hepatik lobülden
sınırlayıcı hepatosit plakları ile ayrılmışlardır.
8
(Gartner 2007’den alınmıştır)
Hepatositler'in lobcuğun merkezinden periferine doğru yaptığı radier dizilere Remark
kordonları denir. Çok yüzlü olan hepatositler 20-30 mikron çapındadırlar. Bu hücrelerin
tümünün birbirinin aynısı olduğu sanılmamalıdır, boyutları ve ince yapıları ; lobül içindeki
konumlarına, bir lobul'ün içerdiği hücre sayısına ve kişinin yaşına bağlı olarak değişebilir.
Karaciğerde bulunan tüm hücrelerin yaklaşık %80'ini hepatositler oluşturur. Her hepatosit'in 6
veya daha fazla yüzü vardır, bu yüzler temas ettiği veya baktığı yöne göre ; Disse aralığına
bakan yüz, safra kanalcıkları oluşumuna katılan yüz, diğer hepatosite veya portal alana bakan
yüz diye isimlendirilebilir. Hepatosit'in sinuzoidal aralığa bakan yüzünde çok sayıda düzensiz
şekil ve büyüklükte mikrovilluslar bulunur. Böylece hücrelerin kanla temas yüzü yaklaşık altı
kat artırılarak absorbsiyon ve sekresyon için geniş bir yüzey oluşturulur.
Hepatositler büyük, yuvarlak ve merkezi nukleuslara sahiptir. Bazen çift çekirdekli
olabilir. Normalde düşük mitotik aktivitelidir. Yaşla birlikte çift çekirdek sayısı artar, bazı
hücreler çok çekirdekli olabilir, bazen de poliplodi gözlenir. Her nukleus bir veya iki adet iyi
belirgin nukleolus içerir. Hepatositlerin yaklaşık beş aylık yaşam süreleri vardır, sindirim
sistemiyle ilişkili diğer hücrelerle kıyaslandığında nispeten uzun ömürlü hücreler olarak kabul
edilebilirler. Ayrıca önemli ölçüde rejenerasyon yeteneklerinin olduğu bilinmektedir.
Hepatosit sitoplazması hem düz hem de granüllü ER'dan zengindir. Bunların hücre
içindeki miktarları hücrenin lobul içindeki konumuna ve fizyolojik durumuna bağlı olarak
değişebilir. Bir lobcukta; merkezi bölgedeki hücrelerde granülsüz ve granüllü tip eşittir, orta
9
bölgede granüllü tip fazla granülsüz tip azdır, periferal bölgede granüllü tip çok fazla düz tip
ise çok azdır.
Granüllü ER:
Hepatosit sitoplazması genelde asidofiliktir. Grabüllü ER kesecikleri ve serbest
ribozomlar ise sitoplazma içinde kümeler oluşturan bazofilik cisimcikler şeklinde gözlenir.
Bunların polizom ve keseciklerinde:
- Kandan alınan çeşitli amino asitler işlenerek albumin, fibrinojen, protrombin,
lipoproteinler gibi birçok protein sentezlenir. Granüllü ER’ da sentezlenen bu proteinler
genellikle sitoplazmada depo edilmezler, direkt olarak kan dolaşımına verilirler.
- Benzer şekilde, vücudun değişik hücre ve dokularında protein metabolizması sonucu
oluşan ve vücut için zararlı olan protein atıkları kan yoluyla karaciğere ulaştığında,
hepatositler tarafından birleştirilerek (aminoasit deaminasyonu) üre’ye dönüştürülür
ve böbreklerden süzülmek üzere tekrar kana verilir.
Bunlar karaciğerin endokrin fonksiyonuna işaret eden örneklerdir.
Granülsüz ER:
Sitoplazma içinde genellikle dağınık olarak bulunan granülsüz ER , hücrenin fizyolojik
durumuna bağlı olarak, granüllü ER ve Golgi aygıtı arasında da sıklıkla gözlenir.
Hepatositlerdeki granülsüz ER ; sık alkol ve ilaç (phenobarbital, anabolic steroid ve
progesteron) kullanımında, kanser tedavisinde kullanılan bazı kemoterapötik ilaçların alımında
önemli miktarlarda artış gösterir. Granülsüz ER; karbontetraklorür (CCI4) gibi bazı toksik
maddelerin etkisinde daha hızlı bir metabolik aktivite gösterir.
Granülsüz ER’da gerçekleştirilen önemli işlemler ( aşağıda anılan işlemler başlıca
granülsüz ER’da gerçekleştirilmekle birlikte bazılarında granüllü ER’unda katkısı olduğu
gözden uzak tutulmamalıdır):
- Çeşitli ilaçların ve maddelerin vücuttan atılmadan once, zehirlenmeyi önlemek için
oksidasyon, metilasyon ve konjugasyon işlemlerinden geçirilerek etkisizleştirilmelerini
sağlayan enzimler granülsüz ER’da bulunur.
- Suda çözünmeyen toksik bilirubin’i glukuronil transferaz enzimi arcılığıyla suda
çözünen ve toksik olmayan biluribin glukuronid’e dönüştürür. Bu bileşik büyük oranda
hepatositler tarafından safra kanalcıkları içine atılır, bir kısmıda böbreklerden süzülür.
Bu olayda aksama görülürse sarılıkla karakterize çeşitli hastalıklar gelişir.
Yenidoğanlarda sıkca görülen sarılığın ( neonatal hiperbilirubinemi) nedeni de
10
hepatositlerde granülsüz ER keseciklerinin henüz yeteri kadar gelişmemiş olmasının
sonucudur.
- Kandan alınan glukoz granülsüz ER’da glikojene dönüştürüldükten sonra sitoplazmada
depo edilir (depo glikojen PAS boyaması ile pozitif boyanır). Depo glikojen granülsüz
ER keseciklerine yakın bir konumda bulunur, kan glukoz düzeyi normalin altına
- (Gartner 2007’den alınmıştır)
- düştüğünde glikojen tekrar granülsüz ER tarafından glukoza dönüştürülerek kana
verilir ve enerji gereksinimleri için kullanılır.
- Hepatositlerde yağ da sentezlenir (farklı boyutlardaki yağ damlacıkları uygun
tespitlerden sonra Sudan veya toluidine boyaması ile iyi gösterilir). Vena porta yoluyla
karaciğere gelen yağ asitleri (kompleks lipidler olan şilomikronlar lenf yoluyla taşınır)
sinuzoidlerden Disse aralığına, oradan da pinositozla hepatosit içine alındıktan sonra
granülsüz ER içinde esterleştirilerek trigliseridlere dönüştürülür, daha sonra granüllü
ve granülsüz ER işbirliğiyle lipoproteinler oluşturulur, Golgi’de yoğunlaştırılan ve
ekzositozla hücreden atılan bu lipoproteinler kan veya lenf yoluyla yağ dokularına
taşınarak orada depo edilirler. Memelilerin aksine balıklarda karaciğer aynı zamanda
yağ depo eden organ özelliğindedir, balık yağı olarak hekimlikte kullanılan preparat
balık karaciğerinden elde edilir.
- Hücre membranının ana elemanı olan ve diğer birçok steroidin prekürsörü olan
kolesterol biyosenteziyle ilgili enzimler de granülsüz ER da bulunur. Kolesterol ayrıca,
11
karaciğerde granüllü ve granülsüz ER – Golgi aygıtı işbirliğiyle sentezlenen çok küçük
yoğunluklu lipoproteinlerin ( very low density lipoprotein, VLDL) de bir elemanıdır.
- Lipidlerin ve aminoasitlerin glukoneogenez adı verilen karmaşık bir enzimatik olayla
glukoza dönüştürülmesi ( granülsüz ve granüllü ER birlikte).
- Deiyodinasyon yapar, yani; tiroksin (T4) ve triiodotronin (T3)’den iyodun
uzaklaştırılması ( granülsüz ve granüllü ER birlikte).
- Alkol metabolizmasında görev yapar. Alkol midede emilimini takiben karaciğere gelir,
hepatositlerde asetaldehit ve asetata metabolize olur (1.yol; alkol dehidrogenaz (ADH),
2. yol; mikrozomal etanol okside edici sistem (MEOS).
- Safra: Karaciğerin ekzokrin salgısı olarak, hepatositlerde granülsüz ER’da sentezlenen
en önemli ürün ise safra’dır (yetişkin bir insanda günde yaklaşık bir litre salgılanır).
Safra yapımı ve salınımı barsaklardaki enteroendokrin hücreler tarafından salgılanan
kolekistokinin, gastrin, motilin gibi hormonlar ve otonom sinirler tarafından regüle
edilir. Hepatositler kandan aldığı su, elektrolitler (Na ve Cl), safra asitleri, fosfolipidler,
kolesterol ve bilirubin’i birkaç işlemden geçirdikten sonra safraya dönüştürür.
- (Gartner 2007’den alınmıştır)
Safranın temel görevleri şöyle sıralanabilir:
-duodenumda yağların emülsiyon haline getirilmesinde önemli bir işlem görerek
bunların daha sonra pancreas enzimi olan lipaz tarafından sindirilmelerini ve
emilmelerini sağlar,
12
- kolesterol, fosfolipidler, safra tuzları, konjuge bilirubin ve elektrolitlerin
atılımını sağlarlar,
- ilaçların ve ağır metallerin metabolik atıklarının atılmasını sağlarlar,
- IgA’yı barsak mukozasına taşırlar (enterohepatik sirkülasyon).
( Safra salgısı sitolitik etkili bir maddedir, bu nedenle kan dolaşımından uzak
tutulur. İki hepatosit'in birbirine dönük yüzleri arasında çok dar tubuler bir aralık bulunur,
safra kanalcıkları sisteminin başlangıcını oluşturan bu 0.5-1 mikronmetre çapındaki kanallara
safra kanalcıkları (bile canaliculus, kolanjiol’ler) denir. Bu kanalcıkların çapı sekresyon
durumuna göre daha da genişleyebilir. Hepatositlerin hücre membranı bu bölgede ATP’ase
etkisi gösterir ve kapillarlarının lumenine uzanan çok sayıda mikrovilluslara sahiptir. Safra
salgısının etkisinden korunmak için kanalcıkları oluşturan membranlar özel bir glikokaliks ile
kaplanmıştır. Kanalcığı oluşturmak üzere karşı karşıya gelen hepatosit membranları
birbirleriyle zonula okludens ve dezmozom yapısında bağlantılarla sıkıca birbirlerine
bağlanırlar, böylece safra salgısının intersellüler aralığa ve oradan da Disse aralığına ve
sinuzoidlere geçmesi önlenmiştir. Bu kanalcıklara yakın olan sitoplazma kısımlarında bol
miktarda aktin filamanları mevcuttur. Safra kanalcıklarındaki akış yönü lobcuk periferine
doğrudur, tam periferde bunlar küçük safra kanalları’yla (bile ductules, Herring kanallar)
devam ederler, bunların duvarları önce tek katlı yassı daha sonraları kübik , soluk renkli
epitellerle çevrilidir. Bunlar kısa bir mesafe seyrettikten sonra Kiernan aralığındaki safra
kanallarına (bile ducts, ductus biliferi) açılırlar. Ductus biliferiler giderek birbirleriyle
birleşirler ve nihayet sağ ve sol hepatik kanalları (duktus hepatikus dekster ve sinister)
oluşturarak porta hepatisten karaciğeri terkettikden sonra birleşerek duktus hepatikus’u
yaparlar. Duktus hepatikus safra kesesinden gelen duktus sistikus ile birleştikten sonra duktus
koledokus adını alır ve pankreas’ın kanalıyla birleşerek duodenumun başlangıç kısmına açılır.
Safra kanalları başlangıçta tek katlı kübik , daha sonra tek katlı pirizmatik bir lamina
epitelyalis ile bunun altında ince lamina propriya ve çok ince bir düz kas tabakasıyla
sarılmıştır).
Hepatosit sitoplazması Golgi aygıtı, lizozom, peroksizom, mitokondriyon gibi
organellerce de oldukca zengindir.
13
Golgi aygıtı; TEM ile incelemelerde rutin inceleme metodlarına göre daha belirgin
şekilde gözlenirler, irili ufaklı, üç-beşi birarada bulunan 50 kadar kesecik, vezikül, vakuoller
halindedirler. Bir kısmı safra kanalcıklarına yakın konumdadırlar ki, muhtemelen ekzokrin
safra salınımıyla ilişkilidirler. Diğer bazı Golgi kesecik ve vezikülleri ise sinuzoidal yüze yakın
konumda bulunurlar, bunlar ise VLDL (very low density lipoproteins), glikoproteinleri, plasma
proteinleri ve diğer lipoproteinleri sentezleyip endokrin salgı olarak Disse aralıkları
aracılığıyla dolaşıma verirler (bu grubun içinde, buraya yakın granülsüz ve granüllü ER
keseciklerinin genişlemiş kısımları içinde de gözlenen 25-80 nm çapında yoğun granüller-salgı
ürünü- bulunur). Golgi aygıtı ayrıca lizozomların ve peroksizomların oluşturulması gibi işlerde
görev yapar.
Lizozomlar; Golgi aygıtına ve safra kanalcıklarına yakın konumdadırlar. Normal
lizozomik enzimlerin yanısıra, TEM incelemelerinde pigment granülleri (lipofuscin),
kısmen sindirilmiş sitoplazmik organeller ve myelin figürleri de içerdikleri gözlenir.
Kansızlık, viral hepatitler, basit safra kanalı tıkanmalarına kadar değişen çeşitli patolojik
durumlarda hepatositlerdeki lizozomların sayısında artış görülür. Başlıca fonksiyonları
hücre içi yaşlı organellerin yıkımı ve dönüşümüdür, demirin geri dönüşümü için demirli
bileşiklerin yıkımında çok önemlidir, depo glikojenin turnover’ı için de önemlidir.
Peroksizomlar; hepatositlerde bol (200-300 adet) bulunurlar (diğer bol bulundukları
bir hücre de böbrek hücreleridir), lizozomlardan daha küçüktürler. Hücrede oksijenin
bulunduğu ana yerlerden biridir, bu nedenle mitokondriyonlara benzer fonksiyon yaparlar.
Yaklaşık 50 kadar değişik enzim taşırlar. En önemli enzimleri oksidaz ve katalaz’dır. Oksidaz
Hidrojen peroksit oluşumunu sağlar. Katalaz ise yağ ve alkol metabolizması sonucu oluşan ve
hücre için toksik bir madde olan olan hidrojen peroksitin yıkılmasnı sağlar (katalaz enzimi bu
ürünü oksijen ve su açığa çıkartacak şekilde yıkıma uğratır). Ayrıca, pürinlerin fazlasının ürik
aside yıkılması, kolesterol, safra asitleri ve myelin yapımında kullanılan bazı lipidlerin sentezi
gibi görevlerle ilgili enzimler içerir.
Mitokondriyonlar; her karaciğer hücresinde sitoplazma içinde dağınık olarak yüzlerce
mitokondriyon bulunur (800-1000 adet kadar, hatta daha fazla olabilecekleri bildirilmiştir,
vital boyalarla iyi boyanırlar). Çeşitli metabolik olaylar için gereken enerji (ATP) üretimine
yönelik enzimler içerirler.
Karaciğer sinuzoidleri :
14
Portal aralıkta bulunan vena porta ve arteria hepatika'nın dalları, kanlarını lobcuk içindeki
sinuzoidlere boşaltırlar. Sinuzoidler içinde kan gayet durgun bir akışa sahiptir. Sinuzoidler vena
sentralislere açılırlar. Vena sentralisler birleşerek sublobuler vena’ları, onlarda birleşerek vena
hepatika'yı yaparlar, bu da vena cava inferior'e açılır.
15
Karaciğer sinuzoidlerinin duvarında endotel hücreleri ve Kupffer hücreleri olmak
üzere iki tür hücre bulunur ( bazı yazarlar bu iki hücrenin dışında; pit cell= intermediet hücre
adını verdikleri üçüncü bir hücre tipi de tanımlamışlardır. Sinuzoid duvarında oldukca seyrek
görünen bu hücrenin farklılaşmamış endotel hücrelerine benzer yapıda olduklarını, yoğun
merkezi granüller içerdiklerini, endokrin görevli olabilecekleri veya naturel killer cell benzeri
özellikler taşıdıklarını, gerektiğinde diğer hücrelere dönüşebilecekleri yolunda görüşler
belirtmişlerdir ):
1) Endotel hücreleri: Tek katlı yassı , pencereli (diyaframsız, pencereler yaklaşık 100
nm çaplıdır) hücrelerdir. Koyu boyanan yassı nukleusları vardır. Sitoplazma ve organelleri
azdır, sitoplazmada küçük pinositoz vezikülleri vardır. Bazal membranları incedir ve
kopuntuludur.
Endotel hücreleri arasındaki aralıklar, diyaframasız olan 100 nm çaplı pencereler,
kopuntulu bazal membran yapısı kan plazmasının rahatlıkla perisinuzoidal aralığa geçerek
hepatositlerle direkt temas etmesine olanak sağlar.
2) Kupffer’in yıldız hücreleri: Mononukleer fagositik sisteme dahil, monosit orijinli
hücrelerdir, ilk kez tanıtan Kupffer’in adıyla anılırlar, kuvvetli fagositoz yaparlar. Komşu
endotel hücreleri ile bağlantı yapmazlar, onlardan daha koyu ve büyüktür, yıldız şekillidir,
sitoplazmik uzantıları vardır. Lizozom ve diğer organeller bakımından daha zengindir,
peroksidaz reaksiyonu pozitiftir (endotel hücrelerinde negatif). Karaciğer hücre topluluğunun
yaklaşık %15’ini oluştururlar. Sitoplazmalarında ferritin formunda demir ve alyuvar
parçacıkları görülmesi bunların; dalaktan kaçan yaşlanmış alyuvarların metabolize edilmesi,
hemoglobinin sindirilmesi gibi görevler yaptığına işarettir. Bu görev bilhassa dalağı çıkarılmış
(splenectomy) vakalarda gayet açık bir şekilde gözlenir. Ayrıca barsaklardan alınan ve vena
porta ile buraya taşınan bakterileri ortadan kaldırmak, immunolojik olaylarla ilgili proteinleri
salgılamak başlıca görevlerindendir.
Sinuzoidler kapiller damarlardan daha geniş çaplıdırlar, pencereli tiptirler, bazal
membran yer yer kesintilidir.
Disse aralığı = perisinuzoiadal aralık:
16
(internet’ten alınmıştır)
Sinuzoid duvarı ile hepatositler arasında dar bir aralık bulunur, buraya; Disse aralığı =
perisinuzoidal aralık = subendotel aralık gibi isimler verilir. Disse aralığında retiküler ve
nadiren kollagen lifler bulunursada amorf madde bulunmaz, kan plazması Disse aralığı içinde
rahatca hareket eder. Hepatositlerin Disse aralığına bakan yüzleri çok sayıda mikrovillus içerir.
Bu mikrovilluslar sayesinde hepatositlerin sinuzoid içindeki kandan Disse aralığına süzülen kan
plazmasını işleme yüzeyi yaklaşık altı kat artırılmış olur. Hepatositlere işlenen ve sentezlenen
proteinler, lipoproteinler ve diğer bazı ürünler yine aynı yüzeyden Disse aralığına boşaltılarak
kan dolaşımına verilir (bu işlemin karaciğerin endokrin fonksiyonuna işaret ettiğine dikkat
ediniz!!). Disse aralığı lobcuğun periferinde Mall aralığı ile devam eder, Mall aralıkları Portal
alanlardaki lenf kapillarlarının başlangıcını oluşturur.
17
Disse aralığı içinde bulunan yıldızsı hücrelere İto hücreleri (perisinuzoidal hücre) adı
verilir. Bu hücreler mezenşimal orijinlidirler, sitoplazmalarında yağ içerirler ve vitamin A’nın
metabolizmasında ve depolanmasında rol oynarlar. Sağlıklı karaciğerde bu hücreler
retinoidlerin alınması, depo edilmesi ve salınması , bazı ekstrasellüler matriks proteinlerinin ve
proteoglikanların sentezi ve salgılanması, büyüme faktörlerinin ve sitokinlerin salgılanması ve
çeşitli düzenleyici maddelere (örn. prostaglandinler, trombaksan A2) yanıt olarak sinusoid
çapının düzenlenmesi gibi işlevler görürler. Bu hücreler fötal dönemde ise olasılıkla hemopoezi
sağlayan stem cel olarak görev yaparlar. Daha çok lobcuğun periferine doğru yerleşen bu
hücreler altın ile iyi boyanırlar. Bazı patolojik durumlarda ise bu hücreler lipid ve vitamin A
depolama yeteneklerini kaybederek myofibroblast karekterinde bir hücreye dönüşürler ve Disse
aralığı içine Tip I , Tip III kollagen sentezleyerek karaciğer fibrosis’ine sebep olurlar. Ayrıca, bu
İto hücreleri karaciğer yaralanmaları sonrası ekstrasellüler matriksin yenilenmesinde de rol
oynarlar.
Karaciğerin lenf drenajı: Disse aralıkları karaciğerde lenfin oluştuğu yerdir (sinuzoid
duvarından Disse aralıklarına geçen kan plazması ile gevşek bağ dokusundaki, kapillarlardan
çıkarak oluşan, doku sıvısı göletleri arasında işlevsel olarak ilişki kurmanın yanlış olmayacağı
kanaatindeyim. Burada hepatositler; Disse aralığındaki kan plazmasından istediklerini alır,
işler ve işlenmiş ürünleriyle birlikte metabolik artıklarını da Disse aralığına boşaltarak lenf
sıvısını oluştururlar ). Yukarıda izah edildiği gibi, Disse aralığı lobcuğun periferinde Mall
aralığı ile devam eder, Mall aralıkları Portal alanlardaki lenf kapillarlarının başlangıcını
oluştururlar, lenf kapillarları Glisson kapsülü içinde zengin bir lenf ağı oluştururlar ve
bunların giderek çapları büyür, birleşerek Porta hepatis’ten organı terk eder, alt taraf ana lenf
damarı olan duktus torasikus’a katılır. Duktus torasikus’daki lenfin büyük bir bölümü
karaciğerden az bir kısmı ise mezenterik lenfatikler aracılığıyla barsaklardan gelmektedir.
Karaciğerde oluşan lenf sıvısı diğer yerlerdekinden daha fazla protein içerir.
Karaciğerin Lobulasyonu:
Histolojik ve fizyolojik bazı kriterler göz önüne alınarak , üç farklı karaciğer lobulü
(veya ünitesi) tanımlanmıştır:
1. Klasik karaciğer lobülü: Poligonal veya hekzagonal şekillidir, köşelerinde Glisson
üçgenleri, ortasında vena sentralis vardır. Köşelerde genellikle 6 portal alan bulunur.
Kan akımı periferden merkeze doğrudur. Safra akışı merkezden perifere doğrudur.
18
Yetişkin karaciğerinde yaklaşık 1 milyon adet klasik karaciğer lobülü vardır. Bu tür
lobül tanımı karaciğerin endokrin fonksiyonunu açıklamakta avantaj sağlar.
(Gartner 2007’den alınmıştır)
2. Portal lobül: Bu ayırımda safra salgılanışı gözönüne alınmıştır. Birbirine komşu üç
klasik lobülün vena sentralis'lerini köşe kabul eden üçgen şeklindeki sahanın içi portal lobuldür.
Lobulün merkezi portal alan (Kiernan aralığı) dır. Bu lobül de kan akımı merkezden perifere
doğrudur, safra akış yönü periferden merkeze doğrudur. Bir bakıma, portal lobulün merkezi
hepatositlerde salgılanan safranın toplandığı merkezdir. Bu tür lobül tanımı karaciğerin
ekzokrin fonksiyonunu açıklamakta kolaylık sağlar.
3. Hepatik asinus: İki komşu klasik lobül içinde aynı hepatik arter ve vena porta
dalından kanlanan hücre grupları hepatik asinus olarak tanımlanır. Lob; merkezi klasik
lobüllerin bitişik kenarları (iki portal alan kapsayacak şekilde), dış sınırları her iki klasik lobüle
ait vena sentalis'ler olan baklava dilimi veya elipsoid şekillidir. Bu lobulusta hepatositler
dağıtıcı damarlara olan yakınlıklarına göre 3 zona ayrılır.
Birinci zondaki hücreler kana ilk, ikinci zondaki hücreler kana ikinci, üçüncü zondaki
hücreler ise kana üçüncü derecede cevap veren hücrelerdir. Birinci zondaki hücreler damarlara
en yakındır, bu nedenle de sinuzoide gelen kandaki oksijenden, besinlerden, toksinlerden ve
safra kanalı tıkanmalarından ilk etkilenen ya da yararlanan hücrelerdir. Üçüncü zondaki
hücreler bu olumlu/olumsuz etkilere daha geç muhatap olur, bu bölgede ischemic nekroz ve
hücre yağlanması öncelikle gözlenir. İkinci zondaki hücreler ise söz konusu etkenlere zon 1 ve
zon 3 deki hücrelere göre orta derecede tepki verirler.
19
Bu lobulde kan akışı merkezden perifere, safra akışı periferden merkeze doğrudur. Bu
zonal düzenleme ise; kan ve hepatositler arasındaki metabolik işlevleri, ayrıca hepatositlerin
çeşitli ajan veya hastalıklardan farklı derecelerde etkilenmelerininin açıklanmasında yarar
sağlar. Bazı hastalıkların gelişmesinin de açıklamasına yardımcı olur.
Karaciğerde hücre yenilenmesi ve rejenerasyon: Normal durumda karaciğer
hücrelerinde yenilenme çok yavaş bir tempoda seyreder. Ortalama 10-20 bin hücrede bir adet
mitotik figür izlenir. Hepatositlerin yaşam süreleri yaklaşık 150 gün veya daha fazladır.
Durum böyle olmakla birlikte, karaciğer dokusunun cerrahi yolla kısmi kayıplarında
veya çeşitli travmatik etkiler veya toksik maddelerin etkisiyle bölgesel işlev kaybı durumunda
hepatositler ileri derecede rejenerasyon yeteneği gösterir ve çok kısa sürede kayıp dokunun
yenilenmesi sağlanır. Sıçanlarda %75’i çıkarılmış karaciğerin bir ay içinde kaybedilen dokunun
tamamen rejenere olduğu gözlenmiştir. İnsanlarda bu özellik biraz daha sınırlıdır.
Rejenerasyonun miktarı ve hızının; kişinin yaşına, hasarın büyüklüğüne ve türe göre
değişebileceği bildirilmektedir. Genç rodentlerde kayıp miktarı ile rejenerasyonun hemen
hemen birbirine eşit olduğu, buna karşın yaşlı rodentlerde rejenerasyonun kayıp miktardan daha
az olduğu rapor edilmiştir. İnsanlarda ise rejenerasyonun kayıptan daima daha az olduğu, ve
ayrıca ; yaşlı ve kilolu kişilerde rejenerasyonun genç ve silim kişilere göre daha sınırlı olduğu
bildirilmektedir.
Rejenerasyon geride kalan sağlam hepatositlerin mitozu ve büyümesi ile sağlanır.
Vücudumuzu meydana getiren hücrelerin mitozu kanda dolaşan ve chalon’ lar adı verilen
büyüme faktörleri tarafından düzenlenir. Karaciğer chalonları hepatositlerin sitoplazmalarında
sentezlenir ve yeteri düzeyde bulunduklarında DNA sentezini baskılayarak normal koşullarda
hepatositlerin çoğalmaları ve rejenerasyon üzerine negatif bir etki uygularlar. İşte normal,
sağlıklı karaciğerde, chalon sentezi zirvede bulunduğundan mitoz figürlerine çok az sayıda
raslarız. Karaciğer zarar gördüğünde ya da kısmen çıkarıldığında; buna bağlı olarak , dokudaki
chalon miktarı azalacağından dokudaki mitotik aktivite artar. Rejenerasyon ilerledikce
dokudaki chalon miktarı normal düzeyini bulur ve mitotik aktivite tekrar azalarak normal
seyrine girer.
Sürekli ya da sık sık tekrarlanan karaciğer hasarlarında , karaciğer de hepatosit
rejenerasyonu yanında bağ dokusu artımı da hızlandığından , giderek bağ dokusu artar ve siroz
denen patolojik durum şekillenir.
-Hepatosit rejenerasyonunu kontrol eden başlıca maddeler şunlardır:
20
.Hepatosit growth faktör,
. TGF-alfa (transforming growth faktör alfa)
. TGF-Beta (transforming growth faktör beta)
. EGF (epidermal growth faktör)
. İnterlökin-6
Bu maddelerin çoğu İto hücreleri tarafından salgılanır.
SAFRA KESESİ (vesica fella, gallbladder)
(internet’ten alınmıştır)
Karaciğerin alt yüzüne bağlı armut biçiminde bir organdır. Ductus hepatikus'un bir
genişlemesi olarak kabul edilebilir. Safrayı depolar ve yoğunlaştırır. Ductus cysticus adı verilen
kanalıyla ductus hepatikus'a bağlanır. İnsan karaciğeri günde yaklaşık bir litre safra üretir. Safra
kesesinin depolama kapasitesi ise sınırlı ( 20-50 ml ) olduğundan safrayı yoğaltarak depo eder.
Safra kesesi; fundus, korpus, boyun olmak üzere üç bölüm gösterir. Boyun ductus
cysticus ile devam eder. Tubuler organların genel yapısına uyar, yani duvarı içten dışa doğru;
tunika mukoza, tunika muskularis ve tunika seroza ana katmanlarına sahiptir.
21
Tunika mukoza: Özellikle boş olduğu zaman belirgin olan çok sayıda kıvrımlar içerir.
Lamina epitelyalis tek katlı pirizmatik'tir, hücrelerin oval biçimli bazal konumlu nukleusları
vardır, mitokondriyonlardan zengindir, az miktarda mukus salgılarlar. Apikal yüzlerinde çok
sayıda mikrovillus vardır. Yine hücrelerinin apical temas yerlerinde hücre bağlantı kompleksleri
vardır ki, safra içeriğinin hücreler arasına kaçışını önler. Epiteller boyun bölgesinde propriya
içine invagine olarak tubulo-asiner yapılı, müköz salgılı bezleri oluştururlar. Lamina propriya
gevşek bağ dokusudur, su ve elektrolitlerin emilimi için özelleşmiş organlardakine (barsaklar)
benzer özellikler taşır. Geniş venöz ağlar içerir, lenfositler ve plasma hücreleri bulunur, tunika
muskularis’den gelen düz kas telleri görülür. Lamina muskularis mukoze bulunmaz,
submukoza çok kıttır.
Tunika muskularis: Başlıca sirküler olmak üzere her yönde seyreden düz kas
tellerinden yapılmıştır.
Dıştan tunika seroza ile sarılmıştır (karaciğere yapışık yüzü hariç).
Safra kesesi mukozasının tunika meskularis derinliklerine doğru bazen yaptığı derin
invaginasyonlar Rokitansky-Aschoff sinusları olarak adlanır. Buraları ilerideki olası patolojik
değişimler için bir ön kese olarak düşünülür, buralarda bakteriler birikerek enfeksiyona neden
olabilir, ayrıca safra taşları oluşumu için bir risk faktörü oluşturur.
Safra salınımı: Safra kesesi safrayı depo eder, suyunu ve inorganik kısımlarını absorbe
ederek yoğunlaştırır, gerekli olduğunda sindirim kanalına boşaltır. Safra salınımını başlatan
hormon ince barsaklarda bulunan enteroendokrin hücrelerden salgılanan koleokistokinin,
gastrin, motilin gibi hormonlardır. Koleokistokinin çift yönlü etkilidir; safra kesesi duvarındaki
düz kasların kasılmasını, Oddi sifinkterindeki düz kasın gevşemesini sağlar ve safra boşaltılır.
Koleokistokinin'in salgılanması ise ince barsaktaki besinsel yağların varlığıyla uyarılır.
PANCREAS
22
(internet’ten alınmıştır)
Pankreas da karaciğer gibi hem endokrin hem de ekzokrin salgı yapan bir bezdir
( ancak; karaciğerde her iki fonksiyon da aynı hücreler tarafından yerine getirilirken,
pankreasda ekzokrin ve endokrin salgı farklı hücre grupları tarafından yapılır). Ekzokrin
bölümü sindirim enzimleri salgılar, ductus pancreaticus aracılığıyla duodenum'a boşaltır.
Endokrin bölüm ise ekzokrin bezler arasına dağılmış bulunan Langerhans adacıkları’ndan
oluşur ve tüm bezin %2’lik bir kısmını yapar.
Pankreas dıştan zayıf bir kapsüla ile sarılmıştır. Kapsüladan ayrılan ince septumlar
organı lob ve lobcuk’lara ayırır ( anatomik olarak 4 bölümü bulunur; duodenum kıvrımı içinde
kalan baş kısmı, vena porta ile temas eden boyun kısmı, aorta’nın önünde bulunan esas gövde
kısmı, dalağın hilusuna doğru uzanan kuyruk kısmı. Kuyruktan başlayıp baş kısmına doğru
uzanmış bulunan ana pankreas kanalı lob ve lobcuklardan ekzokrin salgıyı toplar).
Pankreasın ekzokrin kısmı bileşik tubulo-asiner bir bezdir, seröz salgılıdır, parotis
bezine çok benzer. Parotis’ten ayırıcı özellikler olarak;
- aralarında Langerhans adacıklarının bulunması,
- korpus glandulanın ortasında sentro asiner hücrelerin bulunması,
- çizgili kanalın (pars striata) bulunmaması
sayılabilir.
23
(internet’ten alınmıştır)
Ekzokrin asinuslar lumeni kuşatan birkaç adet, tek sıralı piramidal şekilli seröz salgı
hücresinden oluşmuştur. Bu piramidal hücreler apikal düzeyde birbirleriyle sıkı bağlantılarla
donatılmıştır, böylece salgının intersellüler aralığa çıkışı önlenmiştir. Nukleusları yuvarlak ve
merkezidir. Sitoplazmanın bazal tarafı bazofilik (granüllü ER ve serbeset ribozomlardan
dolayı), apikal tarafı ise asidofilik ( Golgi kompleksi ve paketlenmiş salgı granüllerinden
dolayı) özellik gösterir. Sitoplazma granüllü ER’ca zengin olup, protein salgılayan hücrelerin
tüm özelliklerini gösterir. Zimogen granüllerin miktarı ve içeriği sindirim fazına bağlı olarak
değişir. Açlık sırasında zymogen granüller maksimum miktardadır.
Asinusun merkezinde yassı şekilli sentro asiner hücreler bulunur, bunlar ilk akıtıcı
kanal olan duktus intercalated’lerin başlangıcını yapan hücrelerdir. Sentro asiner hücreler
24
ergastoplazma ve sekret granülleri içermezler, bu nedenle açık soluk boyanırlar (tanınma
kriterleri).
Korpus glandula (asinus) çok uzun olan ductus intercalated ile devam eder, pars
striata bulunmaz. İntercalad ductuslar lobcuk dışında ductus excretorius’u (interlobuler
ductus) yaparlar. Bunlar birleşerek iki ana pankreatik duktus yaparlar: Wirsung ductusu ve
Santroni ductusu. Bu kanallar pirizmatik hücrelerle döşelidir. Bu kanallar ya doğrudan
duodenuma açılırlar ya da karaciğer ve safra kesesinden gelen kanal (ductus choledokus) ile
birleşerek, Vater’in hepatopankreatik papilla’sı adı verilen (diğer adı; diverticulum duodeni)
yerde duodenuma açılırlar. Papillanın etrafında duodenumun düz kasından oluşan büzücü bir
tabaka (Oddi şifinkteri) bulunur. Bu şifinkterin görevi duodenuma akan safra ve pankreas
salgısını kontrol etmektir.
Pankreas enzimleri barsaklardaki sindirim işlemi için çok gereklidir. Kişinin beslenme
tipine bağlı olarak üretilen pankreas enzimlerinin çeşitleri de değişir, yaklaşık 20 çeşit enzim
ürettiği kaydedilmektedir. Üretilen başlıca enzimler; tripsinojen, kemotripsinojen,
karboksipeptidaz, ribonukleaz, deoksiribonukleaz, lipaz, fosfolipaz A, triasilgliserol, elastaz ve
amilaz'dır. Üretilen bu enzimlerin çoğu asiner hücrelerin sitoplazması içinde proenzim olarak
depo edilir, bunlar ancak salgılandıktan sonra, duodenum içinde aktifleşirler. Bu durum
pankreasın enzimlerin eritici etkisinden korunmasını sağlar.
Günlük 1-1.5 litre (yaklaşık hepatik safra salgısı kadar) tahmin edilen bu maddelerin
salgılanması başlıca iki hormon tarafından kontrol edilir. Bunlar duodenum mukozasındaki
enteroendokrin hücreler tarafından üretilen sekretin ve kolekistokinin'dir. Sekretin pankreas
kanal hücrelerindeki reseptörlere, kolekistokinin ise; bez gövdesi hücrelerindeki reseptörlere
bağlanarak işlevlerini gerçekleştirirler. Nervus vagus'un uyarılması da pankreas salgısını artırır.
Önce sekretin’in etkisiyle pankreas kanal hücreleri (bilhassa duktus interkalated hücreleri);
bikarbonattan zengin , enzim aktivitesi yönünden fakir bol bir sıvı salgılarlar. Kanal hücreleri
tarafından salgılanan bu salgı (duodenum submukozasındaki Brunner bezlerinin alkali
salgısıyla birlikte) asitik chyme'yi nötralize eder. Daha sonra kolekistokinin etkisiyle bez
gövdesinde yapılan enzimden zengin salgı duodenuma boşaltılır.
Endokrin pankreas’ı Langerhans adacıkları (insula pancreaticus) adı verilen değişik
boyutlardaki hücre grupları oluşturur. İç salgı yapan bu adacıkların tüm pankreas hacmine oranı
yaklaşık %2 dir, organın kuyruk bölümünde diğer bölümlere göre daha sıktırlar. Pankreasda bu
25
endokrin hücreler gebeliğin 9-12. haftaları arasında gelişirler. Hematoksilen eozin boyamasında
endokrin hücre grupları daha koyu boyanan ekzokrin pankreas bölümüne göre soluk
görünümleriyle ayırtedilirler.
Langerhans adacıklarının hormon üreten epitel kordonları ve bunlar arasında bulunan zengin bir
pencereli kapiller ağından ibaret yapısı vardır (interstisyumdaki damardan ayrılan küçük bir arteriol
adacık içinde birçok kapillara ayrılır, bunun dönüşü olan venül adacığı terkettikten sonra ekzokrin
asinuslar arasında da seyrettiğinden pankreasın dış ve iç salgı yapan kısımları arasında sıkı bir
etkileşim sağlamış olur). Endokrin pankreasın en önemli görevi kan dolaşımına verdiği hormonlar
aracılığıyla glikoz metabolizmasını ayarlamaktır.
Endokrin pankreastaki farklı hücre tipleri rutin tekniklerle ayırtedilemezler. Doku örneklerine
Zenker-formol tespitlerden sonra Mallory-Azan boyama metodu uygulandığında ise; A (alpha), B (beta)
ve D (delta) hücreleri olarak başlıca üç tip hücre rahatca seçilebilir. A hücreleri kırmızı, B hücreleri
kahverengi/portakal ve D hücreleri mavi renkte boyanırlar. Bu yöntemde %5 kadar hücre ise hiç boya
almaz. TEM ve immunhistokimya gibi ileri inceleme teknikleri kullanıldığında ise , yukarıda
tanımlanan üç tip hücreye ek olarak F hücresi (PP hücresi), D-1 hücresi , EC hücresi gibi daha özel
hücre tipleri de tanımlanmaktadır, ki bunların her biri farklı hormon yapar ve adacığın farklı
bölgelerinde bulunur.
26
(internet’ten alınmıştır)
27
Bu endokrin hücrelerin özellikleri ve fonksiyonları şöyledir:
1. Alfa hücreleri: Langerhans adacığı hücre populasyonunun %15-20 sini oluştururlar,
çoğunlukla adacıkların periferinde bulunan bu hücreler glukagon hormonu salgılarlar, bu hormon kan
şekeri düzeyinde bir azalma olduğu zaman salgılanır ve kan şekeri düzeyini yükseltir.
Glukagon hormonunun etkisi insülin hormonununki ile karşılıklıdır, yani kan glukoz düzeyi
düştüğünde alfa hücreleri tarafından yeterli miktarda salgılanır, karaciğer ve diğer dokulardaki depo
glukozun yıkımını başlatarak kan şeker düzeyinin yükselmesini sağlar. Glukagon ayrıca karaciğer
hücreleriden hepatik lipaz’ı sitimüle ederek yağ hücrelerinden yağların mobilize olmasını da sağlar.
2. Beta hücreleri: %60-80 'ini yaparlar, adacığın orta kısımlarında yerleşiktirler, alfa
hücrelerinden daha büyüktürler. Beta hücreleri insülin hormonu salgılarlar. Kan şekeri düzeyinde bir
artış insülin salınımını sitimüle eder, bu da özellikle karaciğerde, iskelet kası, kalb kası hücrelerinde ve
yağ dokusunda kan şekerinin glikoza dönüştürülerek depolanmasını ve böylece kan şeker düzeyinin
düşmesini sağlar.
İnsülin hormonu yokluğu veya yetersizliği durumunda kanda glukoz düzeyi artar ve idrarda
glukoz gözlenir (diabetes mellitus). Glukoz metabolizmasındaki bu etkisine ilaveten, insülin; glycerol
sentezini sitimüle eder, yağ hücrelerinde lipaz aktivitesini azaltır. Ayrıca kan sirkülasyonundaki insülin
hücreler tarafından alınan amino asit miktarını artırır. Doku kültürü çalışmalarının sonuçlarına göre
insülin hormonunun normal hücre büyümesi ve fonksiyonu için temel maddelerden olduğu kabul
edilmektedir.
3. Delta hücreleri: Az (%5-10) sayıdadırlar, periferik yerleşimlidirler, somatostatin hormonu
salgılarlar. Bu hormon;
- insulin ve glukagon salınmasını parakrin bir şekilde inhibe eder,
- ekzokrin pankreas enzimlerinin salınmasını,
- mide pariyetal hücrelerinden HCI salınmasını,
- enteroendokrin hücrelerden gastrin salınmasını,
- safra kesesinin kasılmasını inhibe eder.
Somatostatin hypotalamusta da üretilir ve ön hipofizden büyüme hormonu salınımını inhibe eder.
4. F hücreleri ( ya da PP hücreleri): Pankreatik polipeptid salgılarlar. Bu salgı;
- somatostatin salgılanmasını inhibe eder,
- pankreasın dış salgısını inhibe eder,
- safra kesesinin gevşemesine neden olarak duodenuma boşaltılan safra salgısının azalmasını
sağlar.
28
5. D-1 Hücreleri: Vazoaktif intestinal polipeptid (VIP)salgılarlar, barsakların motilitesini ve
sekresyon aktivitesini etkileyerek pankreas dış salgısını sitimüle ederler.
6. EC Hücreleri: Secretin, motilin, suptance-P gibi maddeler salgılarlar, sekretin lokal olarak
bikarbonat salınımını ve pankreas enzimlerini teşvik eder, motilin mide ve barsak hareketlerini
arttırır, substance-P ise nörotransmitter özelliklere sahiptir.
KAYNAKLAR
1. Abraham L. Kierszenbaum, (Çev.Edit. Ramazan Demir), Histoloji ve Hücre Biyolojisi,
Patolojiye giriş, Palme Yayıncılık, 2006, Ankara.
2. Netter Temel Histoloji, Çev. Edit. S.Müftüoğlu ve ark., Güneş Tıp Kitabevi, 2009.
3. M.H. Ross, W. Pawlina, Histology A text and Atlas, Lippincott Will., 2006.
4. Beresford WA. Lecture notes on Histology, Blackwell Scientific Publ. Oxford,1977.
5. Erençin, Z., Özel Histoloji, Ankara Üniversitesi Yayınları, 1963, Ankara.
6. Erbengi T., Histoloji II, Beta Basım Yay. Dağ. A.Ş., 1985, Ankara.
7. Erkoçak A. Özel Histoloji. 4.baskı. Ankara: Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi
Basımevi. 1982.
8. Johnson, Kurt E., Histology and Cell Biology, 2. Ed., NMS series, Harwal Publ. Comp.,
Pennsylvania, 1991.
9. Mills Spring EJ. Microscopic Anatomy, Department of Anatomy and Cell Biology State
Univ. of New York Health Sci. Center Syracuse, New York, 1992.
10. Paker Ş. Histoloji. 2.baskı. Bursa: Uludağ Üniversitesi Basımevi. 1993.
11. Sadler TW. Medical Embryology. 6th ed. USA: Williams & Wilkins. 1990.
12. Tanyolaç A. Özel Histoloji , Yorum Matbaacılık Sanayii, Ankara, 1993.
13. Junqueira LC, Carneiro J, Kelly RO. Basic Histology. 7th ed. USA: Appleton and
Lange. 1992.
14.Junqueira LC, Carneiro J, Kelly RO (Çev.Edit. Yener Aytekin), Temel Histoloji,
Nobel Tıp Kitapevi, 2006, İstanbul.
15.Leeson TS, Leeson CR, Paparo AA. Text/Atlas of Histology. Canada: WB
Saunders Co. 1988.
16.Gartner, L.P., Hiatt, J.L., Color Textbook of Histology, Third Ed., Saunders,
2007.
29