24
Aydınlık BU SAYIDA 32 KİTAP TANITILIYOR 7 Eylül 2012 Cuma / Yıl: 1 / Sayı: 28 Aydınlık Gazetesi’nin ücretsiz ekidir KITAP . Toplam: 959 Yaşadım... Geronimo Ekia: Bir Deccalin Şehit Edilmesi Chavez No Nos Dejes! * Hakikatin Yetmediği: Özaldatılma hsan Oktay Anar’n yeni kitab “Yedinci Gün” üzerine Malta Sürgünleri’nden Silivri tutsaklarına Malta Sürgünleri’nden Silivri tutsaklarına Malta Sürgünleri’nden Silivri tutsaklarına Malta Sürgünleri’nden Silivri tutsaklarına Malta Sürgünleri’nden Silivri tutsaklarına Malta Sürgünleri’nden Silivri tutsaklarına Malta Sürgünleri’nden Silivri tutsaklarına Müyesser Yıldız’dan tarihçi titizliğiyle hazırlanmış bir kitap

KITAP Aydınlık · Aydınlık Kitap geçen sayıda “Yaratıcı Yazarlık Atölyeleri”ni tar-tışmaya açtı. Kapak dosyasında işlediğimiz bu konu oldukça ilgi görmüşe

  • Upload
    others

  • View
    5

  • Download
    0

Embed Size (px)

Citation preview

Page 1: KITAP Aydınlık · Aydınlık Kitap geçen sayıda “Yaratıcı Yazarlık Atölyeleri”ni tar-tışmaya açtı. Kapak dosyasında işlediğimiz bu konu oldukça ilgi görmüşe

AydınlıkBU SAYIDA

32KİTAP

TANITILIYOR

7 Eylül 2012 Cuma / Yıl: 1 / Sayı: 28

Aydınlık Gazetesi’nin ücretsiz ekidir

KITAP.

Toplam: 959

Yaşadım...

Geronimo Ekia:Bir Deccalin Şehit

Edilmesi

Chavez No Nos Dejes! *

Hakikatin Yetmediği:Özaldatılma

�hsan Oktay Anar’�nyeni kitab� “Yedinci

Gün” üzerine

Malta Sürgünleri’nden Silivri tutsaklarına

Malta Sürgünleri’nden Silivri tutsaklarına

Malta Sürgünleri’nden Silivri tutsaklarına

Malta Sürgünleri’nden Silivri tutsaklarına

Malta Sürgünleri’nden Silivri tutsaklarına

Malta Sürgünleri’nden Silivri tutsaklarına

Malta Sürgünleri’ndenSilivri tutsaklarına

Müyesser Yıldız’dan tarihçi titizliğiyle hazırlanmış bir kitap

Page 2: KITAP Aydınlık · Aydınlık Kitap geçen sayıda “Yaratıcı Yazarlık Atölyeleri”ni tar-tışmaya açtı. Kapak dosyasında işlediğimiz bu konu oldukça ilgi görmüşe
Page 3: KITAP Aydınlık · Aydınlık Kitap geçen sayıda “Yaratıcı Yazarlık Atölyeleri”ni tar-tışmaya açtı. Kapak dosyasında işlediğimiz bu konu oldukça ilgi görmüşe

Aydınlık Kitap geçen sayıda “Yaratıcı Yazarlık Atölyeleri”ni tar-tışmaya açtı. Kapak dosyasında işlediğimiz bu konu oldukça ilgigörmüşe benziyor. Konuya ilişkin çok sayıda geri dönüş aldık. Bu-radan da anlaşılıyor ki bu atölyeler hakkında süren bir tartışma var;farklı görüşler mevcut. Kapak dosyamızda görüşlerine yer verdiğimizkişiler de zaten farklı açılardan yaklaşmışlardı meseleye. Öyle gö-rülüyor ki kafalar karışık. Bu atölyeler hakkındaki tartışmayı de-rinleştirerek sürdürmek gerek.

Kapağa dair aldığımız olumlu olumsuz tepkiler bize başka birşeyi daha gösterdi. Aydınlık Kitap kapak dosyasında bu tür tartışmalıkonulara daha sık el atmalı. Kitap eklerinin fikir kapaklarındanuzak kalarak sadece birer raf konumunda ilerlemesi bu tür ka-paklarla değişime uğrayacaktır. Elbette edebiyat dergilerinden dahafarklı bir işleyişe sahip olan kitap ekleri bunun farkında olsalar daokuyucularına farklı görüşleri sunmaktan çekinmemeli ve fikir dün-yalarına hizmet etmekten geri durmamalıdırlar. Buna öncülük yap-maya devam edeceğimizin sinyallerini verebiliriz.

* * *

Gazeteci – yazar Müyesser Yıldız’ın kitabı daha çıkmadan ko-nuşulmaya başladı. Yıldız, kitapta yer alan ilgi çekici noktalar bazıyayın organlarında yer bulunca birdenbire telefon yağmuruna tu-tulmuş. Kitap hakkında demeç isteyen isteyene. Günlerden 2 Ey-lül Pazartesi. Beytüşşebap’ta on şehit vermişiz. “Bu ortamda çıkıpkitabımı mı anlatacaktım” diyor. Telefonun diğer ucundan gaze-teciler tarafından yöneltilen soruları yanıtsız bırakıyor. Müyesser Yıl-dız yeni kitabı hakkında ilk söyleşiyi Aydınlık Kitap'a verdi...

* * *

Haftaya görüşmek dileğiyle...

İÇİNDEKİLER SUNU

[email protected]

Baskı: Toros Yay. Mat. Tur. Org. San. Tic. Ltd. Şti.Oruçreis Cad. Remzi Özkaya Sok. No:16Bahçelievler / İstanbul Tel: 0212 655 44 34

Yönetim Yeriİstiklal Cad. Deva Çıkmazı No:3/3 Beyoğlu / İstanbulTel: 0212 251 21 14 / 251 21 15 / 251 55 04

Faks: 0212 252 51 22

Aydınlık Gazetesi’nin ücretsiz ekidir

Anadolum Gazetecilik Basım Yayın San. ve Tic. A.Ş.

adına sahibi:Mehmet Sabuncu

Genel Yayın Yönetmeni:Serhan Bolluk

Sorumlu Müdür:Mehmet Bozkurt

Aydınlık

KITAP.

Boris Vian- Günlerin KöpüğüGelmiş geçmiş en güzel çağdaş aşk romanı ol-

duğu için

Perihan Mağden- Ali İle RamazanGerçekçi uslubu sayesinde sonuna kadar acıyı

hissettirdiği ama asla uyuşturmadığı için

İhsan Oktay Anar- Yedinci GünBugün aldım. Okumadığım halde iyi olduğu-

nuadım gibi bildiğim için.

Murakami- İmkansızın ŞarkısıYazar, entelektüel birikimini tüm romana

nakış gibi işlediği için. Okuduktan sonra en

az göz atılacak ya da dinlenecek üçbeş ki-

tap ve şarkı oluyor.

Ayça Şen- Kalın KitapSamimiyet ve zekanın doruklarında do-

laştırdığı ve bunu en komik şekliyle yan-

sıttığı için.

ÖneriYorum

AKASYAASILTÜRKMEN

AKASYAASILTÜRKMEN

1)

2)

3)

4)

5)

Haftanın Portresi: Stéphane Mallarmé s. 4

Kendinde biten yolculuk s. 5

Geronimo Ekia: Bir deccalin şehit edilmesi s. 6

Komünist Parti ve Çin Pratiği s. 7

Chavez No Nos Dejes! * s. 8

Hakikatin Yetmediği: Özaldatılma s. 9

Düşbaz’ın Yedinci Günü s. 10

Zaman Makinası ve Usta Makinist: Fikret Otyam s. 11

s. 12

s. 15

s. 16

s. 17

Yeni Çıkanlar s. 18-19

Çocuk: İstanbul’da Soluksuz Bir Macera s. 20

Sahaf: Reşat Enis’in “Despot”u s. 21

Alıntı Test-Bulmaca s. 22

7 EYLÜL 2012 CUMA 3Aydınlık KİTAP

Reklam Müdürü: Saynur Okuroğlu

Sayfa Sekreteri: Alev Özgenç

Editör: Pınar Akkoç Yazıişleri: Damla Yazıcı

Fırtınayla Borayla Denenmiş Şair: Nihat Behram

Emperyalizme karşı mücadeleningüncelliği ve Doğu sorunu

Kapak: Müyesser Yıldız’la son kitabı üzerine“İnsanlar tahammül ettiği için zulüm vardır”

Çağdan çağa, ozandan ozanaözü hep aynı kalan imge

Page 4: KITAP Aydınlık · Aydınlık Kitap geçen sayıda “Yaratıcı Yazarlık Atölyeleri”ni tar-tışmaya açtı. Kapak dosyasında işlediğimiz bu konu oldukça ilgi görmüşe

İnsanlara içlerinden birinin nasıl olabileceğinive neler yapabileceğini göstermesini bil!

Yunan Mitolojisi’nde İyonya’nın baş kah-

ramanı Theseus’un kahramanlıklarını, aşkla-

rını edebi kahraman Andre Gide’ın yorumuyla

incelemeden önce, her ne kadar Andre Gide

da Theseus da kısaca anlatılacak kahraman-

lıklar yapmaktan çok daha öteye gitmiş olsa-

lar da, bu kitapla birleşmeden önce hangi yol-

lardan geçtiklerinden bahsetmek gerek.

Düşüncelerindeki bütünlük ve soyluluk, üs-

lubundaki sadelik ve uyumla Fransız edebi-

yatının saygın isimleri yer alan Andre Gide ya-

şamı boyunca toplumsal ve bireysel ahlakın en

önemli ölçütünün, bireyin içtenliği ve kendi-

sini tanıması olduğunu savundu. Andre Gide,

1908 de Fransız edebiyatının gelişiminde bü-

yük etkisi bulunan “Nouvelle

Revue Française" adlı derginin

kurucuları arasında yer aldı. En

önemli eserleri arasında eşcin-

selliği açıkça savunduğu “Cory-

don”, kendisinin roman olarak

adlandırdığı tek yapıtı “Kalpa-

zanlar” ve Matta İncili’nden

şu bap ile başlayan “dar kapı-

dan geçiniz, çünkü, insanı yıkı-

ma götüren yol rahat ve geniş-

tir.”, “Dar Kapı” sayılabilir.

1924’te edebi vasiyeti olarak ka-

bul edilen “Theseus”, yayın-

landıktan bir yıl sonra, 1947 de hem Oxford

Üniversitesi’nden Edebiyat Doktoru ünvanı-

nı ve aynı yıl Nobel Edebiyat Ödülü’nü alan

Andre Gide’ın yapıtlarını 1952’de Katolik Ki-

lisesi Index e, yani okunması Katolik Kilise-

si nce yasaklanan kitaplar listesine aldı.

Mitoloji’ye göre Atina’nın kadim kralla-

rından Egeus’un oğlu Theseus, İyonya’nın baş

kahramanıydı.. Atinalılar onu büyük bir re-

formcu, Attika’nın Atina önderliğinde siyasi bü-

tünleşmesini sağlayan kişi olduğu kabul edi-

yorlardı. Kendisi de 1896’da Normandiya’da

bir komüne belediye başkanlığı yapmış olan ya-

zar Andre Gide’ın Theseus’un ağzından şu

cümleleri:

“Ben kaderimi tamamladım. Ardımda

Atina şehir devletini bırakıyorum. Ben Atina’yı

karım ve oğlumdan daha çok sevdim. Onu ken-

di şehrim yaptım. Benden sonra benim dü-

şüncelerim ölümsüzce orda yaşayacak. Yalnız

ölmeyi gönül rızasıyla bekliyorum. Dünya

nimetlerini tattım. Benden sonra benim dü-

şüncelerim ölümsüzce orada yaşayacak. Yal-

nız ölmeyi gönül rızası ile bekliyorum. Dün-

ya nimetlerini tattım. Benden sonra, benim sa-

yemde insanların kendilerini daha mutlu,

daha iyi ve daha özgür hissedeceklerini dü-

şünmek içimi açıyor. Ben eserlerimi gelecek-

teki insanların iyiliği için yarattım. Yaşadım.”

neden Theseus’u seçtiğinin en güzel açıklaması.

Andre Gide’ın Theseus’u tarihsel ger-

çeklik!lerle örtüşme kaygısı gütmeden yazdı-

ğı, Theseus’u arsızca ve gönlünden geçtiği gibi

konuşturduğu, zaman zaman Theseus’un yap-

tıklarının, başına gelen olayların sebebinin ve

oluş şeklininin yazarın anlattığından başka tür-

lü olamayacağını düşündürüyor insana.

Yunan Mitolojisi’nde pek çok karısı ol-

masına rağmen bir türlü çocuğu olmayan

Egeus’un Poseidon’un katkısıyla anne karnı-

na düşen oğluna daha doğmadan sandaletini

ve kılıcını dev bir kayanın altına

bıraktığı büyüdüğünde kayayı

kaldırıp emanetlerini alarak ha-

nedana mensup olduğunu ispat-

layabileceğini söylediği anlatılır.

Andre Gide’ın Theseus’unda

ise Egeus oğluna Poseidon’un bir

kayanın altına sakladığı silahları

bulmak için kayaları bir bir kal-

dırmasını söyler. Theseus’un et-

rafta ne kadar ağır kaya varsa kal-

dırmasından, kaslarını ve iradesini

böylece güçlendirmesinden son-

ra Egeus silahları çıkartarak oğ-

luna şöyle seslenir: “Silahlardan çok, silahı tu-

tan kol önemlidir; koldan çok ona yol göste-

ren zeka ve irade.” Egeus’un silahlarını sak-

lamasının bir nesep-ispat sorunu olmadığını

bir babanın oğluna verdiği ders olduğunu an-

larız: “...Çocukluk zamanın geçti. Erkek ol ar-

tık. İnsanlara içlerinden birinin nasıl olabile-

ceğini ve neler yapabileceğini göstermesini bil.

Yapılacak büyük işler var. Bunları başar.” Si-

lahlarını alan Theseus’un maceralı bir yol-

cuktan sonra Girit kralı Minos'un Mino-

tor adlı öküz başlı canavar oğluyla savaşarak

onu yenmesi işten bile değildir artık.

Theseus’un mitolojik milatlara sebebiyet

veren iki büyük unutkanlığı Kral Minos'un

kızı Ariadne’i Nakşa adasında mola verdik-

lerinde unutması ve babasına eğer muzaffer

olursa dönüşte beyaz bir yelken açacağını söy-

lediği halde bunu da unutarak babasının in-

tiharına sebebiyet vermesinin makul sebep-

lerini öğrenmeyi ise sizlere bırakıyoruz.

*Theseus by John Ryrie

(Theseus, Andre Gide, Can Yayınları,Çev: Aysel Bora, 80 s.)

HAFTANIN PORTRES�

Paris’te doğup Valvins’te yaşamını yi-

tiren “sembolizmin doruklarında gezen

yazar”.

5 yaşındayken annesini yitiren yazar

orta öğrenimini Sens Lisesi’nde yaptı.

Edgar Allen Poe’yi anlamak için İngil-

tere’ye İngilizce öğrenmeye gitti, ilerde

karısı ve iki çocuğunun annesi olacak

olan Maria Gerhard ile Londra’ya yer-

leşti. Tournon’da İngilizce öğretmen-

liğine başladı.

1866 yılında çok ağır bir depresyo-

na giren şair, iki yıl yarı deli yaşadı. Bu

süreçte karısını ve çocuklarını tanıma-

mış, kendi adını dahi hatırlayamamış-

tır. Bu durumu atlattıktan sonra yoğun

bir migren rahatsızlığıyla mücadele sü-

reci ve afyona başvurma. 1871’de Paris’e

döndü, 1895’te öğretmenlikten emek-

li oldu. Pek çok sorunun büyük uğraş-

larla atlatıldığı şairin hayatı gene şiire

dönmüştü. 1880 yılından sonra Paris’te

Roma Sokağı’ndaki evinde aralarında

Andre Gide, Paul Valery ve Marcel Pro-

ust gibi isimlerin de bulunduğu Salıcı-

lar Toplululuğu’nda şiir üzerine yoğun

konuşmalar gerçekleştirdi. Bu toplan-

tılar büyük üne kavuştu. Şiirde nasıl bir

dil kullanılması gerektiği konusunda öl-

çücü klasikçilerle büyük tartışmalara gir-

di. Sembolizmi ve sözcüklerin şiirin

herşeyi olduğu savunusu yüzünden kla-

sikçiler tarafından “kendini ifade ede-

memenin göstergesi” olarak sunulup bu

topluluğun dışında bırakıldı.

Yapıtlarında karmaşık ve kapalı

sözcükler kullanan şair, şiirin gizemli ol-

masının en büyük savunucusu oldu.

Kendini küçümseyip topluluk dışı bı-

rakanlara karşı yılmamış ve onlara inat

şiirlerinde kimsenin daha önce duy-

madığı eski Fransızca sözcüklere yer

vermiş ve onları “daha bu sözcükleri bile

bilmeyen cahiller” olarak lanse etmiş-

tir. Bu tartışmalar Mallarmé’nin yayı-

nevlerince tavır alınan şair olmasına ne-

den olmuştur. Bu süreç Paul Verlaine’in

onu “Lanetlenmiş Ozanlar”da en büyük

Fransız şairleriden biri olarak göster-

mesi ve Joris Karl “Huysmans Tersine”

adlı kitabında kendisinden övgü dolu

sözlerle bahsetmesiyle son buldu ve şair

eski ününe kavuştu. Sartre Mallarmé’yi

Fransız şairlerin en büyüğü olarak ni-

telendirmiştir.

“Eski Tanrılar”, “Saçmalar”, “Ko-

şuklar” ve “Düzyazılar” gibi yapıtları

olan şair 35 yıl üzerinde çalışıp bitire-

mediği son eseri “Hirodias” için ölüm

döşeğinde karısına yazdığı mektuplar-

da şöyle diyecekti “inan bitirebilseydim

çok güzel olacaktı”

“Şairler Prensi” olarak anılan, şiir-

de sembolizmin öncüsü Mallarmé’yi

ölüm yıl dönümünde bir kez daha ha-

tırlıyoruz.

Stéphane Mallarmé18 MART 1842 - 9 EYLÜL 1898

Yap�tlar�nda karma��k ve kapal� sözcükler kullanan �air,�iirin gizemli olmas�n�n en büyük savunucusu oldu.Kendini küçümseyip topluluk d��� b�rakanlara kar��

y�lmam�� ve onlara inat �iirlerinde kimsenin daha önceduymad��� eski Frans�zca sözcüklere yer vermi�

1924’te edebivasiyeti olarak kabul

edilen “Theseus”,yay�nland�ktan bir y�lsonra, 1947′de hem

OxfordÜniversitesi’ndenEdebiyat Doktoru

ünvan�n� ve ayn� y�lNobel EdebiyatÖdülü’nü ald�.

Yaşadım.7 EYLÜL 2012 CUMA4 Aydınlık KİTAP

DİLAN ÖZTÜ[email protected]

*

Page 5: KITAP Aydınlık · Aydınlık Kitap geçen sayıda “Yaratıcı Yazarlık Atölyeleri”ni tar-tışmaya açtı. Kapak dosyasında işlediğimiz bu konu oldukça ilgi görmüşe

5Aydınlık KİTAP

Kendinde bitenyolculuk

Kitap, Tahsin Yücel’in Avrupa’n�n önemli dergilerinde yay�mlanm��dokuz denemesini bir araya getirmesiyle olu�turulmu� bir eser:

Anlat�y� olu�turan yerlemsel sorunlar, zaman-uzam-insan ili�kileri,çeviri sorunsallar� gibi konular çözümleniyor bu denemelerde

1950’li yıllar özellikle kültür ve edebiyat dün-

yamızda yoğun değişimlerin yaşandığı yıllar-

dır. Ne ki, bu değişim ve görece dönüşümün

sebebini yalnızca dışarıya yahut Batı’ya bağ-

lamak doğru olmaz. Bu değişimin altyapısı-

nı özellikle siyasi, sosyal ve iktisadi hayatta-

ki yenilikler oluşturur.

Bu değişim ve yenilikler, pek tabiî olarak,

düşün ve edebiyat ortamımızı da etkileyecektir.

Ne ki, 1950’li yıllara kadar bireyi görece dış-

ta bırakan, daha çok topluluğa ve sınıfa eği-

len köy kökenli sosyalist ve Kemalist yazar-

larımız, çokça işçi, köylü gibi geniş halk yı-

ğın(lar)ının/sınıf(lar)ının öykülerini edebi-

yata taşıyacaklardır. Özü gereğidir bu; solun

varoluşu gereğidir. Gereklidir de.

1930’lardan itibaren süregelen ve niha-

yetinde 1950’lilere kadar hâkim olan “katı ger-

çekçi” edebiyat ortamı, 1952’de, Vüs’at O. Be-

ner’in “Dost”uyla bir kırılmaya uğrar. Bener,

ilk dönem hikâyelerini bir araya getirdiği bu

eseriyle, Türk edebiyatının ve öykücülüğünün

modernizm yolunda önemli bir adım atmasına

önayak olmuştur. Aynı yıllar-

da Ferit Edgü, Nezihe Meriç,

Orhan Duru, Bilge Karasu,

Leylâ Erbil, Adnan Özyalçıner,

Onat Kutlar gibi yazarlar, bi-

reyi ön plana alan öykü ve ro-

manlarıyla yalnızca insanı; so-

runlarıyla, sıkıntılarıyla, buna-

lımlarıyla, başkaldırışıyla, hiç-

liğiyle, yalnızlığıyla, kendine

dönmesiyle, umutsuzluğuyla,

varoluş ve bireyselleşmesiyle; kı-

sacası her şeyiyle “insanı” ede-

biyat masasına yatırmışlardır.

Bireyi ve toplumu ilgilendiren

her şeyin edebiyatla göbek bağının olduğu ger-

çeği yadsınamaz.

1933 doğumlu yazar/ akademisyen/ çe-

virmen Tahsin Yücel, 1950’li yıllarda gençli-

ği ve eserleri şekillenen yazarlardan. İlkin 1954

yılında “Uçan Daireler” isimli öykü kitabını

yayımlayan Yücel, 1955 yılında yayımlanan

“Haney Yaşamalı” isimli öykü kitabıyla 1956

yılında Sait Faik Hikâye Armağanı’na değer

görülmüştü.

Yücel aynı yıllarda göstergebilimle ilgi-

lenmeye başladı. Bu yıllarda, göstergebilimin

dünyaca ünlü temsilcisi Greimas’ın ilgisini çek-

ti ve onun öğrencisi oldu. Diğer yandan çeviri

yapmayı da sürdürüyordu. Göstergebilimin

Türk edebiyat ve kültür hayatında tanınma-

sı ve bir problematik olarak ortaya konarak

tartışılmasında öncü isimlerden oldu.

İstanbul Üniversitesi Fransız Dili ve Ede-

biyatı bölümünü bitiren Yücel, burada uzun

yıllar öğretim üyeliği de yaptı. İlkin 1969’da

yayımladığı “L’lmaginaire de Bernanos” adlı

yazısı ile başladı yazın araştırmalarına. Bir

Fransız dergisinde yayımlanan bu yazıyı di-

ğerleri izledi. Yücel’in Batı dilbilim çevrele-

rinde, özellikle Fransa’da tanınmasının ve ka-

bul edilmesinin önemli sebeplerinden birinin

bu yazı ve denemelerin Fransa’daki dergilerde,

Fransızca yayımlanmasının olduğu kuşku gö-

türmez bir gerçek.

“Bu kitaba bir ad ararken içindeki yazıların

başlıkları arasında bir seçim yapmaya çalıştım.

Kitabı oluşturacak yazıların hiçbirinin adı çek-

medi beni. Sonra birden ‘Kendine doğru

yolculuk’ adının kitaptaki tüm denemelerin

durumunu yansıtabileceğini ayrımsadım” di-

yor Yücel bu kitabın Öndeyi’sinde. İlkin ya-

zıların hepsi Fransa’da, Fransızca yayımlan-

mıştı; yıllardan sonra (kitapta yer alan yazı-

ların en eskisi 1974 tarihini taşıyor), kendi kay-

nağına, kendi anadamarına, kendi coğrafya-

sına, kendi kabuğuna, kendi toprağına; en

önemlisi de kendi “öz kaynağına” dönüyor-

lardı. Kendine doğru gecikmiş, uzun ve keyifli

bir yolculuktu bu. Kendi topraklarına dönü-

yorlardı sonuçta, önemli olan

da buydu.

“Kendine Doğru Yolcu-

luk”, Tahsin Yücel’in Avru-

pa’nın önemli dergilerinde ya-

yımlanmış dokuz denemesini

bir araya getirmesiyle oluştu-

rulmuş bir eser: Anlatıyı oluş-

turan yerlemsel sorunlar, za-

man-uzam-insan ilişkileri ve

bunun romana yansımaları,

çeviri sorunsalları ve Türk

masallarında uzam-zaman-

kahraman, Greimas göster-

gebiliminin ne olduğu (dola-

yısıyla Saussure’in dilbilim

teorisi) gibi konular çözümleniyor bu dene-

melerde. Gustave Flaubert’in “Ermiş Julien

l’Hospitailer’nin söylencesi”ndeki (Samih

Rifat, bu eseri 2005 yılında “Konuksever

Ermiş Julien Söylencesi” adıyla çevirmiştir)

“Şato”nun geniş sütunlarının kıvrımlarında

dolaşıyor yer yer; “Düşüş”ün Jean-Baptiste

Clamence’ının Amsterdam’da oturduğu bara

oturuyor: Onunla uzun uzun sohbet ediyor.

“Goriot Baba”ya konuk oluyor; Bernanos’la

dertleşiyor ve sonunda “kendine doğru” va-

rıyor. “Kendi” coğrafyasının “bir varmış bir

yokmuş”unda, kırılmış bir zamanın hüzünlü

masal anlatıcılarına ve sözlü geleneğe geri dö-

nüyor. Bunu, kendi dilinin “öz”üyle yapıyor;

okura anadamara, öz olana dönmesi için bir

patika açıyor; dil zorluyor bu patikanın dar ve

yılankavi yolunda adım atmaya çalışan oku-

ru bu yüzden: Dikkatli ve emin adımlar at-

maya davet ediyor tansıklığın yemişine vara-

bilmesi için. Varabilene ve varmak isteyene.

(Tahsin Yücel, Kendine DoğruYolculuk, Can Yayınları, 128 s.)

UTKU ÖZBAY

Page 6: KITAP Aydınlık · Aydınlık Kitap geçen sayıda “Yaratıcı Yazarlık Atölyeleri”ni tar-tışmaya açtı. Kapak dosyasında işlediğimiz bu konu oldukça ilgi görmüşe

7 EYLÜL 2012 CUMA6 Aydınlık KİTAP

Enis Batur’un yeni kitabı “Geroni-

mo’nun Ölümü” okuyucusuyla bu-

luştu. Sel Yayıncılık’tan çıkan eser,

Bin Ladin’in öldürülmesi için dü-

zenlenen Geronimo EKİA operas-

yonuyla başlayan ve ardından 11 Ey-

lül süreciyle uluslararası sistemin dö-

nüşümünü salt siyasi açıdan değil,

felsefi ve sanatsal boyutlarıyla da ir-

delemeye çalışan bir deneme kitabı.

Yazarın sadece sistem analizliğine

soyunmayıp olayı felsefe boyutuna

da çıkarması ve özellikle düzenlenen

operasyona dair yorumları oldukça

ilgi çekici. Kitabı ilgi çekici kılan di-

ğer unsur ise kuşkusuz yazarın dili ve

anlatım tekniği.

11 Eylül hiç şüphesiz yüzyılımı-

zın en büyük olaylarından ve Soğuk

Savaş sonrası hegemonluğunu ilan

eden ABD’ye karşı gerçekleştirilmiş

bir başkaldırı belki de. “Öteki dün-

yanın” ABD’nin hegemonluğunun

simgelerine misillemesi ile uluslar-

arası sistem dönüştü ve çokkutup-

luluk tekrar tartışılır hale geldi. Ki-

tap öncelikle yazarın, Bin Ladin’i öl-

dürme operasyonuna dair eleştiri-

lerinden başlıyor, 11 Eylül’le değişen

sistem ve savaşın değişen yüzüyle şid-

dete karşı tepkimiz ve sanallaşan

dünyamız, “simülakruma” evrilişimiz

de bu konu çerçevesinde değerlen-

diriliyor.

DECCAL�N �EH�TL��EYÜKSEL���Kitap, Geronimo

EKİA operasyonuna

dair eleştirilerle başlı-

yor. Yazarın son ope-

rasyona dair tespiti ol-

dukça yerinde: Bin La-

din’in “İsa’ya dönüşme-

si”. ABD “deccalini” şe-

hit yaratmadan öldür-

mek isterken Bin Ladin’i

okyanusun derinliklerine

gömerek, Bin Ladin’in

dünyadaki tüm sularla

kaynaşmasını sağladığını ve

ABD’nin Müslüman âlemine bir

İsa armağan ettiğini savunuyor. Ya-

zar, Bin Ladin taraftarlarına görey-

se tam tersinin algılandığını, decca-

lin karşı taraf olduğunu ve kendini

gösterdiğini söyleyerek iki dünya

arasındaki farklılığı gözler önüne se-

riyor. Ayrıca iki dünya arasındaki

uçurumun daha da derinleştiğini

vurgulayarak intikam hislerinin yeni

olaylar yaratacağını belirtiyor.

Operasyona dair ikinci eleştiri,

operasyonun ismine dair: Geronimo

EKİA. Geronimo, Amerika’ya kafa

tutan Kızılderili liderinin ismi. Uzun

süre mücadelenin ardından teslim

olmuş ve Amerikanvari yaşam biçi-

mine uyum sağlamaya çalışmış. Ya-

zar, soylarını yok ettikleri Kızılderi-

lilerin liderini Bin Ladin’le eş değer

“düşman” kılmanın hata ve haksız-

lık olduğunu belirtiyor. Geronimo,

soykırıma uğrayan bir halkın haklı

mücadelesinin kahramanıydı. Ope-

rasyonun ismi ABD açısından hata

olabilir, ama dünyaya Bin Ladin’in

yaptığı doğru olmasa da ABD’nin iki

yüzyıldır aynı şeyi sürdürdüğünü

(son olarak Irak ve Afganistan Sa-

vaşları ile) hatırlatan bir isim oldu

belki de.

SON SÜRAT SEYREDALARKENYazar kitabın ilerleyen kısımlarında

Bin Ladin’in “imgeden” simgeye

dönüşümünü fotoğraflarla destek-

leyerek anlatmaya başlıyor. Ancak

salt 11 Eylül’e dair bir anlatı değil bu.

11 Eylül daima arka

planda kendini hissetti-

rerek sistem eleştirisi-

ne evrilmeye başlıyor

anlatı. 11 Eylül ve peşi

sıra gerçekleşen savaş-

ları ve operasyonları

düşünürken savaşın de-

ğişen yüzünden bah-

setmemek mümkün

mü? Yazar da savaş

teknolojisinin ilerle-

mesiyle bizim savaşa ve

onun etkilerine karşı

duyarsızlığımızın ilerlemesinin pa-

ralelliğini gözler önüne seriyor.

Bunu yaparken bir yandan Baud-

rillard’ın simülasyon kuramını ha-

tırlatıyor biz okuyuculara, bir yandan

da Susan Sontag’ın fikirlerinden ör-

nekler veriyor. Şiddete karşı duyar-

sızlaşmamızın sanata yansımaların-

dan da bahsederek konuyu siyaset ve

felsefe ekseninden kurtarıp çok bo-

yutlu düşünmeye teşvik ediyor bizi.

Ve konuyu tekrar Geronimo

EKİA’ya getirerek şunları hatırlatı-

yor: Bin Ladin’e düzenlenen ope-

rasyon naklen Beyaz Saray’dan iz-

lendi. Bu bir ilkti. Ve operasyon ev-

velinde Bin Ladin’in evi aynen ha-

zırlanarak olası operasyon oynandı,

simüle edildi. Yazar bu bilgileri sun-

duktan sonra esas vurucu noktaya

ulaşıyor. Sanki her şey bir filmmiş-

çesine provalar yapılıyor, çekime

hazır hale geliyor ve film gösterime

giriyor. Hepimiz seyrediyoruz, he-

pimiz birer seyirciyiz! Özeleştiri

yapmak gerekirse akşam haberle-

rinde Irak Savaşı’nı veya şehit ha-

berlerini seyrederken hepimiz bir

yandan yemeklerimizi yemiyor muy-

duk? Yazar, “seyir halimiz” üzerin-

deki sinema sektörünün rolünden de

bahsetmeden geçmiyor ve sanal ile

gerçekliğin iç içe geçmişliğini “ak-

törün belediye başkanı olmasıyla” ör-

neklendiriyor. Ayrıca yazar, Holly-

wood’un 11 Eylül’ü daha evvelden

öngördüğünü ve terör algısının oluş-

turulduğunu savunuyor.

Yazarın sistem eleştirilerinin ar-

dından kitabın dili ve yazarın yazım

tekniğine değinmeden yazıyı son-

landırmak kuşkusuz kitaba haksız-

lık olur. Yazar alışkın olmadığımız bir

tarzda kitaba başlamış. Kitabın yan

yana iki sayfasındaki yazıların ko-

nusu farklı. Daha doğrusu bir yazı di-

ğerinin kimi noktalarının açıklama-

sı niteliğinde. Postmodern bir tarz

diye illaki bir tanımlamaya mı sok-

mak gerekir bilemiyorum, ama şun-

dan eminim ki postmodern yazı ya-

ratacağım kaygısında olanlara örnek

olarak gösterilmesi gereken, “Bu iş,

bu şekilde yapılır.” dedirten bir an-

latım tekniği benimsenmiş. Kitabın

ilerleyen kısımlarında, özellikle Bin

Ladin’i tanıttığı ve fotoğraflarla des-

teklediği yazılarında salt Bin Ladin

okumasından okuyucuyu kurtar-

masında, yazarın her alandaki biri-

kiminin yanı sıra anlatımının akıcı-

lığı ve etkileyici dilinin de payı büyük.

Sonuç olarak “Geronimo’nun

Ölümü” 11 Eylül’ü çeşitli boyutla-

rıyla düşünmemizi sağlayan bir kitap.

Her şeyden evvel savaşın bizler için

bu kadar normalleşmesinin anor-

malliğini bir kere daha yüzümüze vu-

ran bir eser. Seyretmekten düşün-

meye sevk eden bu kitabı alıp oku-

manızı tavsiye ederim.

(Geronimo’nun Ölümü,Enis Batur, Sel Yayıncılık, 140 s.)

Geronimo Ekia: Bir Deccalin Şehit Edilmesi

Kitap, Geronimo EK�A operasyonuna dair ele�tirilerle ba�l�yor. Yazar�n son operasyona dair tespitioldukça yerinde: Bin Ladin’in “�sa’ya dönü�mesi”. ABD “deccalini” �ehit yaratmadan öldürmek isterken

Bin Ladin’i okyanusun derinliklerine gömerek, Bin Ladin’in dünyadaki tüm sularla kayna�mas�n�sa�lad���n� ve ABD’nin Müslüman âlemine bir �sa arma�an etti�ini savunuyor

DENİZ ANTEPOĞ[email protected]

Yazar kitabınilerleyen

kısımlarında BinLadin’in

“imgeden”simgeye

dönüşümünüfotoğraflarla

destekleyerekanlatmaya

başlıyor. Ancaksalt 11 Eylül’edair bir anlatı

değil bu. 11 Eylüldaima arka

planda kendinihissettirerek

sistem eleştirisineevrilmeye başlıyor

anlatı

Enis Batur

Page 7: KITAP Aydınlık · Aydınlık Kitap geçen sayıda “Yaratıcı Yazarlık Atölyeleri”ni tar-tışmaya açtı. Kapak dosyasında işlediğimiz bu konu oldukça ilgi görmüşe

7Aydınlık KİTAP

Komünist Parti veÇin pratiği

“Komünist bir parti nasıl olmalıdır?” sorusu

Marks ve Engels’in 1847 yılında ilk enternas-

yonal proleterya partisi “Komünistler Birliği”ni

kurmalarından bu yana komünistlerin tartış-

tığı bir soru. İşçi sınıfının bir sınıf olarak tarih

sahnesinde kendisini hissettirmesinden itiba-

ren işçi mücadeleleri sonucunda çıkardıkları

dersler Marks ve Engels’e devrimin partisiz

olamayacağını göstermişti. Marks ve En-

gels’ten sonra ise Lenin, Büyük Ekim Devri-

mi öncesinde Marksist bir partinin inşasına

kafa yormuş ve bu konuda Menşeviklerle tar-

tışmaya girmişti. Lenin’in Marksist parti in-

şasına yönelik katkısı ise temel örgütler ol-

muştu. Mao Zedung’un teoriye katkısı ise par-

ti içerisinde iki çizgi mücadelesiydi. Dolayısıyla

devrim iddiası olan bütün örgütler nasıl bir

Marksist parti olması sorusuna sürekli cevap

aradılar.

Çin’de ise bugün bu arayışların devam et-

tiğini Deniz Kızılçeç’in dilimize kazandırdığı

ve Kalkedon Yayınları’ndan çıkan Wu Mei-

hua’nın “Marksist Parti Teorisi/

Çin’de Yeni Teorik ve Pratik

Arayışlar” isimli kitabından öğ-

reniyoruz. “Marksist parti” ifa-

desini yeğleyen Wu Meihua, Çin

Komünist Partisi’nin kurulduğu

tarih 1921’den itibaren üyelik

sistemi, kadro meselesi, demo-

kratik merkeziyetçilik, kurum-

sallaşma, program, ideolojik çiz-

gi gibi konulardaki başarılarını,

hatalarını ve eksiklerini inceliyor.

Kitapta genel olarak Çin’deki Komünist Par-

ti pratiği işlendiği ve buradan yola çıkıldığı için

daha çok ÇKP’nin sorunlarına odaklanılıyor

ve doğal olarak iktidar partisi olmuş bir ko-

münist parti anlatısı hakim.

DEMOKRAT�KMERKEZ�YETÇ�L�K VEKOMÜN�ST PART�LERWu Meihua da ÇKP’de demokratik merke-

ziyetçilik kavramının geçirdiği evreler sonu-

cunda kavramın temel özelliklerini ele aldığı

bölümde demokratik merkeziyetçiliği Mark-

sist partiler açısından vazgeçilmez bir ilke ola-

rak görüyor. Parti içi demokrasiyi Marksist par-

tilerin “yaşam suyu” olarak niteleyen Meihua,

demokratik merkeziyetçikte demokrasi ile

merkeziyetçilik arasındaki diyalektik ilişkinin

temellendirilmesinde ÇKP’nin tüzüğünde bu-

lunan 6 ilkeyle temellendiriyor (İlkeler için bkz.

s. 83 vd).

Mao’nun Kültür Devrimi’ne mesafeli ol-

duğu anlaşılan Wu Meihua, 1950’lerin so-

nundan 1970’lerin sonuna kadar olan süreci

demokratik merkeziyetçiliğin tarihteki olum-

suz bir uygulaması olarak değerlendiriyor ve

bunun nedenleri arasında feodal imparator-

luklar geleneğinin kalıntılarının olmasına

bağlı olarak zayıf bir sivil toplum olmasını sa-

yıyor. Ayrıca bu partilerin muhalefetteyken do-

ğal olarak merkeziyetçiliğin ağır bastığını an-

cak iktidar olduktan sonra da merkeziyetçili-

ğin devam etmesinin de demokratik merke-

ziyetçiliğin olumsuz uygulamalarının neden-

leri arasında sayıyor. Ancak Wu Meihua Kül-

tür Devrimi’ne karşı eleştirel bir tutum için-

deyken aynı dönemi demokratik merkeziyet-

çilik konusunda eleştirmesi ise tutarsızlıktan

öte ideolojik bir yanlışı gösteriyor ve Kültür

Devrimi’ni kavrayamamış olmaktan kaynak-

lanıyor.

KAP�TAL�STLER KOMÜN�STPART�’DE YER ALAB�L�R M�?ÇKP deneyini inceleyen Wu Meihua, ÇKP sos-

yalist pazar ekonomisine geçmesinin bir sonucu

olan “kapitalistlerin Komünist Parti’ye üye ola-

bilir mi?” tartışmasını da ele alıyor. ÇKP’nin

2002’deki 16. Kongre’de kabul edilen tüzüğüyle

partiye üyelikle ilgili olarak “diğer sosyal ta-

bakalardan gelişkin unsurlar” ifadesinin gel-

mesiyle birlikte kapitalistlerin de ÇKP’ye üye

olmasının yolu açıldı. Çin’deki araştırmacılar

arasında da bu konuda bir ihtilaf olduğunu be-

lirten Wu Meihua, “diğer sosyal tabakalar”a

dahil olan kapitalistleri 1940 ve

1950’lerin kapitalistleriyle aynı gör-

memek gerektiğini, bugünkü kapi-

talistlerin ÇKP’nin kendine açtığı

alanda belirli sınırlarda içerisinde

kapitalistleştiğini dolayısıyla bunla-

rın da ÇKP’ye üye olabileceğini be-

lirtiyor. Ancak burada bir komünist

partide kapitalistler ile diğer emekçi

sınıflar arasındaki çelişmenin şid-

detleneceği de açık. Komünist bir par-

tiye kapitalistlerin üye olmasının yolu açıldı-

ğında bunun partide yol açacağı yozlaşmaya ve

bu çelişmeye karşı da işçi sınıfından yana

olan bir önlem almak zorunludur. Çin kapi-

talistlerin partiye üye olmasını 1980 sonrası uy-

guladığı “sosyalist pazar ekonomisi” ile ge-

rekçelendiriyor ancak bu da ÇKP’nin önünde

duran en önemli sorundur.

ÇKP’DE YOLSUZLUKLAMÜCADELEÇKP’nin önemli sorunlarının başında gelen

“yolsuzluk” meselesini Wu Meihua da kitap-

ta değinmiş. Yolsuzluğun tarihsel bir olgu ol-

duğunu ve yolsuzluğun özünde sömürünün bir

ürünü olduğunu belirten Wu Meihua, yol-

suzluğun siyasi,ekonomik,ideolojik, örgütsel

ve yaşam alanında yaşandığını ve bunların ne-

denleri olarak ataerkillik, özel ayrıcalık, hi-

yerarşi gibi feodal düşüncelerin uzantılarını,

burjuva fikirleri ve örgütsel yetersizlikleri gö-

rüyor ve ÇKP’nin bu konudaki önlemlerini ve

başarılarını belirtiyor.

Wu Meihua, kitapta komünist partiler için

yeni ve somut önerilerde bulunmasa da

ÇKP’nin tecrübelerini işleyen ve bunlardan çı-

kan sonuçları sistemleştiren “Marksist Parti

Teorisi” kitabı Çin’deki komünist partisi de-

neyini incelemek açısından değerli bir kaynak.(Marksist Parti Teorisi/ Çin’de Yeni Teo-

rik ve Pratik Arayışlar, Wu Meihua, Kalke-don Yayıncılık, çev. Deniz Kızılçeç, 320 s.)

GÖKAY [email protected]

Page 8: KITAP Aydınlık · Aydınlık Kitap geçen sayıda “Yaratıcı Yazarlık Atölyeleri”ni tar-tışmaya açtı. Kapak dosyasında işlediğimiz bu konu oldukça ilgi görmüşe

7 EYLÜL 2012 CUMA8 Aydınlık KİTAP

Venezuela ya da Chavez’in iktidarageldiğinden bu yanaki adıyla “Boli-varcı Venezuela Cumhuriyeti”önemli bir tarihsel dönemecin ari-fesinde. Ülkede 7 Ekim’de devletbaşkanlığı seçimleri var.

Kanserle ve emperyalizmle mü-cadelesinde dimdik ayakta duranDevlet Başkanı Hugo Chavez, mey-danlarda “Bizden bu kadar nefreteden, kendi adaylarını belirleyenburjuvaziye sesleniyorum, 7 Ekim’desizi yeneceğiz” diye haykırıyor.

Bakalım Venezuela halkı Cha-vez’e yeniden güvenoyu verecekmi?

İşte böyle bir süreçte emekli ge-neral, Aydınlık ve Cumhuriyet ga-zetelerindeki yazılarından tanıdığı-mız araştırmacı Dr. Noyan Umruk,Venezuela’daki incelemelerini vegezi notlarını kitaplaştırdı. Önsözü-nü Prof. Dr. Alpaslan Işıklı’nın yaz-dığı kitabın ismi başkent Caracas’ıntüm meydan ve caddelerini süsleyen“Chavez no nos dejes” yani “Chavezbizi bırakma” grafitisinden (duvarresmi) geliyor. “Chavez bizi bırak-ma!”. Bu slogan, Latin Amerika veVenezuela halklarının özgürlük çığ-lığının bir diğer adı. ABD için daima“arka bahçe” olarak görülen bircoğrafyada 1999’dan itibaren yeşerenbir umudun…

Peki, neden Venezuela ve Cha-vez?

Noyan Umruk, bu soruya yanı-tı kitabın girişindeki şu sözlerle ve-riyor:

“Çünkü Venezuela, turnusol kâ-ğıdı; kendini dünya güzeli zannedenkraliçeye asıl yüzünü gösteren ayna.Bölgenizde, dünyanızda, yaşamı-nızda neler olup bittiğini ya da ne-yin olup olmadığını kavrayabilmekaçısından, günümüzün en ilginç ül-kesi(…)

(…)Küresel azgınlığın en per-vasız döneminde, devrimi yoksulla-rınca yapılan Venezuela’yı görmek,Chavez’in anlamak gerekiyor. Sözünkısası anlayana sivrisinek saz, anla-mayana Venezuela az…”.

“BU ‘HAYALET’� NEKADAR TANIYORUZ?”

Fidel Castro’dan sonra Latin

Amerika’nın ezilen halkları için

ikinci bir efsane haline gelen Hugo

Chavez’i ve ülkesi Venezuela’yı ne

kadar tanıyoruz, yarattığı değişimin

ne kadarını biliyoruz?

Efsaneleşmiş bir serüveni, Latin

Amerika’da dolaşan ve dünyanın bir-

çok bölgesine de yayılmakta olan bir

“hayalet”i kaleme alan Noyan Um-

ruk,“Verba volant, scripta manent”

(Söz uçar, yazı kalır) sözünü adeta

şiar edinerek işe koyulmuş.

Venezuela’nın coğrafi konumu,

etnik yapısı ve ekonomik coğrafya-

sına ilişkin temel bilgilere de yer ve-

rilen kitap, bir göçmenler, güzel in-

sanlar ve melezler ülkesine kısa bir

yolculuğa götürüyor bizi.

Güney Amerika’nın bağımsızlık

savaşı önderi “El Libertador” (kur-

tarıcı) lakaplı Simon Bolivar’ın bir

ömür adadığı mücadelesi. Latin

Amerika için antiemperyalizmin,

bağımsızlığın, birliğin simgesi olan

bir isim Bolivar…

İşte bunun içindir ki; Chavez’in

başlattığı devrim sürecine “Boli-

varcı devrim” deniyor. Tıpkı Boli-

var’ın İspanyol sömürgecilerine yap-

tığı gibi, o da ABD’yi Latin

Amerika’dan ve Kara-

yipler’den kovmayı

amaçlıyor ve birleşik

bir Latin Amerika düşü

için mücadele veriyor.

Yoksulluk sınırı al-

tındaki yüzde 80’lik ke-

simin büyük bir bölü-

münün oturduğu Barrio

denilen ve Caracas’ın

çevresindeki tepelere

kümelenmiş kırmızı çıp-

lak tuğla, teneke ve

kontrplaklardan yapıl-

mış barınak ve kulübe-

lerden oluşan “varoş”lar ülkesinde

günün birinde mutlu azınlığın hu-

zurunu kaçıran birisidir o.

Öğretmen bir anne ve babanın

altı çocuğundan biri olarak, çamur,

saman ve palmiye yapraklarından

oluşan bir kulübede dünyaya gelen,

baba tarafından yerli, melez bir

adamdır.

45 yaşında bir yarbayken darbe

girişiminde bulunur ve 100 subay ar-

kadaşıyla birlikte tutuklanır. “Hapis

bir tür okul gibidir, çelik gibi bir ru-

hunuz olur, inançlarınız güçlenir ve

sezgileriniz derinleşir” sözleri bu

dönemi simgeler.

Hapisten çıktıktan sonra siyasi

mücadelede yerini alır.

Tarihsel kökleri itibariyle Latin

Amerika bağımsızlık mücadelesi-

nin efsanevi lideri Bolivar’dan esin-

lenen, kararlı, devrimci ve halkçı bir

hareketin lideri olarak yeni bir dö-

nemin başlangıcının işaret fişeği

olur.

BÜTÜN UZUN YOLLAR�LK ADIMLA BA�LAR

Zor, yorucu, her türlü zorbalık-

la örülü uzun bir yolda yürümeye

başlar. Bütün uzun yollar ve yolcu-

luklar gibi bu yolda ilk adımla baş-

lar. 1998’deki başkanlık seçimlerini

kazanır, bu ilk adımıdır.

Yoksul halktan yana reformlar,

kamulaştırmalar, petrolden alınan

vergini yükseltilmesi birbirini izler.

Umruk’un bir Venezuela ve Cha-

vez romanı olma özelliğine sahip

araştırması aynı zamanda Chavez’in

inşasını sürdürdüğü Venezuela’nın

sosyoekonomik programının temel

unsurları, sağlık ve eğitim alanla-

rındaki modelleri, ta-

rım politikaları, istih-

dam, yeni kitlesel ula-

şım ve enerji modelle-

ri, altyapı yatırımları,

planlama ve yapılan-

ma, silahlı kuvvetler,

başta ALBA (Latin

Amerika için Bolivar-

cı Alternatif) olmak

üzere bölgesel ve

uluslararası birlik ça-

lışmaları, Petrokara-

yip Projesi, BRICS

ve azgelişmiş ülke-

lerle ilişkiler, dünya solu ile ilişkiler

gibi pek çok konuya ilişkin bilgiler de

veriyor.

ZAFERLER Z�NC�R�NEYEN� B�R HALKA DAHAEKLENECEK M�?

Bu kitap Chavez öncesi ve son-

rası Venezuela’yı yalın bir dille göz-

ler önüne seriyor.

Bugünü anlamanın en kolay yolu

olan geçmişi kavramaya hizmet edi-

yor.

Hem de bütün yönleriyle; uya-

rılar, tartışmalar, sorular ve sorun-

larla…

Başarısız darbe girişimleri, sos-

yal çalkantılar, referandumlar ve

seçimlerin birbirini izlediği dönem-

lerden hep zaferle çıkan Chavez, bu

kez de 13 ay boyunca mücadele et-

tiği kansere karşı zafer kazandı. 7

Ekim’deki devlet başkanlığı seçim-

leri için aktif bir şekilde seçim kam-

panyasını yürütüyor.

21. yüzyıl sosyalizmini Venezue-

la’da kurmak için savaşan Chavez ve

partisi PSUV (Venezuela Birleşik

Sosyalist Partisi)’un önünde bir dö-

nemeç daha duruyor.

Artık, dünyanın aç kıtalarının

yeni devrimci idolü olan Chavez,

2010 yılındaki seçimlerde yüzde

49,5 oy alan ve parlamentoda 65 san-

dalye kazanan muhalefete karşı yine

üstünlük sağlayabilecek mi?

Son sözü ise yazarımıza bırakı-

yoruz: “Zaman zaman amansız

karşıtlarınca “diktatör” ya da “po-

pülist” olmakla suçlanıyor Chavez.

Oysa 1999’da iktidara geldiğinde

her ikisinden biri yoksulluk eşiğin-

de bulunan, her üçünden ikisi ha-

yatında doktor görmemiş olan Ve-

nezuela halkı için, eğitimden sağlı-

ğa, beslenmeden sınıfsal ve ulusal

bilinç oluşturulmasına kadar ba-

şardıkları…

Unutmadan ekleyelim, başkent

Caracas’ın en görkemli meydanla-

rından birinde Atatürk anıtı bulun-

maktadır”.

* Chavez bizi bırakma!

(Chavez Bizi Bırakma, NoyanUmruk, Destek Yayınevi, 136 s.)

Chavez No Nos Dejes! *Fidel Castro’dan sonra Latin Amerika’n�n ezilen halklar� için ikinci bir efsane haline gelen Hugo

Chavez’i ve ülkesi Venezuela’y� ne kadar tan�yoruz, yaratt��� de�i�imin ne kadar�n� biliyoruz?Efsanele�mi� bir serüveni, Latin Amerika’da dola�an ve dünyan�n birçok bölgesine de yay�lmakta olanbir “hayalet”i kaleme alan Noyan Umruk,“Verba volant, scripta manent” (Söz uçar, yaz� kal�r) sözünü

adeta �iar edinerek i�e koyulmu�

ŞENOL Ç[email protected]

Bu kitap Chavezöncesi ve sonrası

Venezuela’yı yalınbir dille gözlerönüne seriyor.

Bugünüanlamanın en

kolay yolu olangeçmişi

kavramayahizmet ediyor.Hem de bütün

yönleriyle;uyarılar,

tartışmalar,sorular ve

sorunlarla…

Page 9: KITAP Aydınlık · Aydınlık Kitap geçen sayıda “Yaratıcı Yazarlık Atölyeleri”ni tar-tışmaya açtı. Kapak dosyasında işlediğimiz bu konu oldukça ilgi görmüşe

Hakikatin Yetmediği: Özaldatılma

�LK �NT�BA VE �ÇGÜZELL���Türkiye’de ve dünyada insanların

yüz ifadelerinin ve ilk intibalarının

insan ilişkilerinde ne denli belir-

leyici olduğu, bunların insanların

düşüncelerini anlamada ne denli

etkili birer ipucu olarak ele alına-

bileceğine yönelik bir ilgi artmak-

tadır. Bunun en somut gösterge-

lerinden biri bu temalar merke-

zinde işlenmiş çeşitli televizyon di-

zilerine yönelik ilgidir. Bunlardan

başlıcaları üç sezon boyunca yoğun

bir izleyici kitlesi yaratmış olan

“Lie to Me” dizisidir. Bu dizide

profesyonel bir yüz okuyucu olan

Dr. Lightman’ın ve arkadaşlarının

FBI gibi kamu ku-

ruluşlarının yanı

sıra çeşitli kişi ve

kurumların isteği

üzerine yalanları

bulmaları (ya da

daha doğru bir ifa-

deyle yalanın ardın-

daki gerçeklere

ulaşmaları) konu

ediliyor. Benzer bir

örnek “Perception”

adlı televizyon dizi-

sidir. Burada bir şi-

zofreni hastası ve

psikolog olan Dr. Pi-

erce’ın kimi sorgu-

lamalarını sonuçlandırması anla-

tılıyor. Her ikisinde de sorgula-

nanlar insanların birbirleriyle olan

ilişkilerinde yüz ifadelerinin anla-

mı, kendini kandırmanın doğası,

öznel görünen yargı ve eylemlerin

anlaşılabilirliği ve insanın içiyle dı-

şının birliği gibi konulardır.

Bunların yanı sıra, özellikle

metropollerde yeni bir din olarak

beliren Mevlana, Krishnamurti,

Osho, Gurdjieff gibi sufilerin iç

huzur ve davranış (eylem), iç gü-

zellik ve dış görünüş gibi konular

hakkındaki görüşlerine yönelik

ilgi gün geçtikçe artmakta. Bu

ilgi özellikle mutluluğun, huzurun,

özgürlüğün ne olduğu gibi konu-

larda yoğunlaşmaktadır.

Bilimse öteden beri bu gibi ko-

nular hakkında görüşlerini ortaya

koymaktadır: Yüz ifadeleri üzeri-

ne çalışmaları başlatan Dar-

win’den Paul Ekman’a, insanın zi-

hinsel yapısı ve eylemleri arasın-

daki ilişki üzerine yoğunlaşan Fre-

ud’dan Jung’a ve Lacan’a, öznel

hisler ve evrensel idealar üzerine

yapılan tartışmalar açısından Witt-

genstein’dan bu öznel hislerin ev-

rimsel psikoloji açısından değer-

lendirildiği günümüz bilimine dek.

Bu konuda popüler bir bilim an-

latısı olarak BBC’nin hazırladığı

“İnsan İçgüdüsü” belgeseli daha

çok deneysel bilimlere dayanan ve-

rileri toparlıyor. Bu belgesele göre

dış görünüş, kişilik oluşumunda ve

insan ilişkilerinde belirleyici etki-

lere sahip. Öyle ki eş seçmeden,

kariyer basamaklarında yüksel-

meye dek birçok

alanda etkin olduğu

örneklerle gösterili-

yor.

Hakikate yöneli-

şin önündeki büyük

engel: Önyargılar ve

özaldatılma

Tüm bu yakla-

şımların farklı söy-

lem türlerinden ve

disiplinlerinden ele

alınışlarını toparla-

yan (en azından to-

parlamaya çalışan)

ve felsefe metinle-

rinin ekseninde bunları bütüncül

bir bakış açısıyla ele alan bir eser

de mevcut: Jerome Neu’nun “A

tear is Intellectual Thing” adlı

çalışması. Bu eser, 2012’nin ilk-

baharında C. Cengiz Çevik ve

Melike Çakan tarafından ‘’Göz-

yaşı Entellektüel Bir Şeydir –

Duygunun Anlamları’’ adıyla çe-

virilip Kabalcı Yayınevi tarafından

basıldı. Kitabın tanıtım yazısında

özlü bir biçimde yazarın özgün-

lüğü ortaya koyuluyor:

California Santa Cruz Üni-

versitesi’nde felsefe, psikoloji ve

psikanaliz alanlarında çalışmala-

rını sürdüren Jerome Neu bu ese-

rinde farklı konularda derlediği ya-

zılarıyla duyguların farklı anlam-

larına ve yorumlarına keyifli bir

yolculuk yapıyor. Bu yolculuğun

her durağında Neu’nun akademik

bilgi birikimine karışan içten he-

yecanını duyumsayabiliyorsunuz.

Neu bu heyecanla, Eskiçağ’dan

Ortaçağ ve Rönenans’a, oradan da

günümüze dek, insani duyguları

anlamaya çalışmış olan büyük fi-

lozofların, düşünürlerin, edebi-

yatçıların ve akademisyenlerin

görüşlerini olabildiğince önyar-

gısız bir şekilde ve sade bir dille

anlatırken kendisine ‘’düşünmek

bilinen şeyi değiştirebilir’’ düstu-

runu temel alıyor ve eserin bir ye-

rinde şöyle diyor: “Duygulara sa-

hip olunabilir, duygular ifade edi-

lebilir, duygular işlenebilir, duy-

gular bastırılabilir... Ben de bura-

da onlar hakkında düşünmeyi is-

tiyorum, onlar hakkında düşün-

menin onları dönüştürebileceğine

inanıyorum.’’

Bu tanıtım ortaya koyulan he-

yecan, bilimsel birikim eserin ta-

mamına yayılmaktadır. Neu, gü-

nümüz insanının krizlerine ve on-

ların çözümüne temas eden birçok

yönü ele alıyor: kıskançlık, ahlaki

önyargılar, gurur ve kimlik, iç sı-

kıntısı ve özaldatma (kendini kan-

dırma)...

Yazar, özaldatmanın,

psikanalizdeki en te-

mel iddiası açısın-

dan ele alındı-

ğında yanlış bir

neden üzerine

dayanan zi-

hinsel yapının

çözümünün

doğru nede-

nin bulunup

bu sayede

semptomun orta-

dan kalkacağı dü-

şüncesini sorgulamak-

tadır. Belki de tüm bu ele

alınan başlıklarda (kimlik, kıs-

kançlık vs.) yer alan ve hatta on-

ların temelinde olduğu iddia edi-

lebilecek olan bu özaldatma du-

rumunu eserin tamamında farklı

bağlamlarda ele alıyor. Özaldatma,

toplumsal rollerde olduğu kadar

kişinin duygusal durumlarında ve

davranışlarında belirleyici bir ko-

numa sahip. Fakat bunu görmek

özaldatmanın nasıl işlediğini, na-

sıl etki ettiğini ve nasıl bir doğaya

sahip olduğunu ortaya koymaya

yetmiyor. Önyargılardan, düşünsel

kalıplardan ve kimliği kaskatı bir

bütün haline getiren yanılsama-

lardan kurtuluşta hesaplaşılması

gereken özaldatma, duygularımı-

zın, davranışlarımızın ve bilişsel

edimlerimizin duygularımızla iliş-

kisini çözümlemeden anlaşılama-

yacağı eserde hakim olan bir dü-

şünce ve eser bu konuda oldukça

ikna edici argümanlara sahip.

Önyargılardan kurtulmak ve

bunlarla mücadele etmek isteyen

tüm hakikat dostlarının en büyük

sorununun yinelendiği cümleler-

le yazımızı sonlandırıyoruz. Uma-

rız bunların aşılması için yapılacak

çalışmalar bu ve benzeri

eserlerin birikimi üze-

rine yükselir ve za-

fere yaklaşır.

‘’Özaldatıl-

ma yaşayan

birine basit-

çe gerçeği

s ö y l e m e k

onun yanlış

inançlarının

üs tes inden

gelmeye yet-

mez. Neticede

onun problemi sa-

dece bilgisizlik değil-

dir. Yanlış inançları gü-

dülenir ve dolayısıyla ilkin olguy-

la yüzleştiğindeki bilgisizliğini sür-

dürmesine yardım eden aynı ener-

jiyle bu yeni aydınlanmaya da di-

renecektir.’’ (s. 503).

‘’Huzursuz bir insana sadece

gerçeği söylemek onun durumunu

geliştirmeye ya da telepatik bir te-

davi oluşturmaya yetmez’’ (s. 504).

(Gözyaşı Entelektüel BirŞeydir, Jerome Neu, Kabalcı

Yayınevi, çev. Celal CengizÇevik, Melike Çakan, 548 s.)

7 EYLÜL 2012 CUMA 9Aydınlık KİTAP

Neu,günümüz

insan�n�n krizlerine

ve onlar�n çözümüne

temas eden birçok yönü

ele al�yor: k�skançl�k,

ahlaki önyarg�lar, gurur

ve kimlik, iç s�k�nt�s� ve

özaldatma (kendinikand�rma)...

CENK ÖZDAĞ[email protected]

“Duygulara sahipolunabilir,

duygular ifadeedilebilir,duygular

işlenebilir,duygular

bastırılabilir...Ben de burada

onlar hakkındadüşünmeyi

istiyorum, onlarhakkında

düşünmeninonları

dönüştürebileceğine inanıyorum.’’

“Huzursuz bir insana sadece gerçe�i söylemek onundurumunu geli�tirmeye ya da telepatik bir tedavi

olu�turmaya yetmez.”

Jerome Neu

Page 10: KITAP Aydınlık · Aydınlık Kitap geçen sayıda “Yaratıcı Yazarlık Atölyeleri”ni tar-tışmaya açtı. Kapak dosyasında işlediğimiz bu konu oldukça ilgi görmüşe

7 EYLÜL 2012 CUMA10 Aydınlık KİTAP

İHSAN OKTAY ANAR’IN MERAKLA BEKLENEN YENİ KİTABI “YEDİNCİ GÜN” ÜZERİNE

Şu koca evren, şu koca dünya, şu bin-

lerce yıllık uygarlık, şu insanlık ta-

rihini sırtlayan topraklar ve bu top-

raklarda yaşayan şu güzelim, şu

kahrolası insanlar ve bu insanların

arasında bir garip düşbaz; İhsan Ok-

tay Anar. Bu düşbaz, bu düşbazın

düşlerinde şu güzelim, şu kahrolası

insanlar, şu insanlık tarihini sırtlayan

topraklar, şus binlerce yıllık uygar-

lık, şu koca dünya, şu koca evren...

1995 yılında, “Puslu Kıtalar At-

lası”yla edebiyat dünyasına şaşalı bir

giriş yapan İhsan Oktay Anar, 17 yıl

sonra 6. kitabıyla okuyucularıyla

buluştu: Yedinci Gün. Bu yeni

“düş”ün yine çok ses getireceğine

şüphe yok. Anar’ın, biraz daha ya-

kın tarihi, özellikle güncel tartış-

maların yoğunlaştığı dönemleri ‘seç-

miş’ olması, kitabın cazibesini art-

tırdığı da söylenebilir. Bu seçim,

Anar’ın düşünde daha öncekilerden

daha ‘belirgin’ bazı politik vurgula-

rı, (elbette ‘düş’ünün akışında ahen-

gi bozmadan) içerdiğini ifade ede-

bilmek mümkün. Ancak bu vurgu-

lara girmeden evvel Anar bu yeni

düş evreninden kısaca söz edelim:

Kitabın ismi kuşkusuz, Tanrı’nın

evreni yarattığı 6 günün sonunda

dinlendiği yedinci günden geliyor

(Tevrat). Yedinci Gün, günler de-

ğişse de bütün İlahi Dinler için kut-

sal kabul edilen gün (Yahudiler

için, Cumartesi, Hristiyanlar için

Pazar ve Müslümanlar için Cuma).

Kitap, Baba, Oğul ve Hayalet adlı 3

bölümden meydana geliyor. Hristi-

yanlıkta, Baba, Oğul ve Kutsal

Ruh’un birliği gibi, bu 3 hikayenin

birliği var. Aynı zamanda yaşama-

salar da karakter ve olay örgüsü ‘düş’

ün bütününde birleşiyor. “Baba”

adlı ilk bölüm Abdülhamit döne-

minin sonlarında başlayıp, 1908 dev-

rimi ve sonrasını içeriyor, Birinci

Dünya Savaşı’na varmadan sonla-

nıyor. “Oğul” bölümü Birinci Dün-

ya Savaşı döneminde geçerken, “Ha-

yalet” adlı son bölümün geçtiği sene

ise 1934.

“Yedinci Gün”de İhsan Oktay

Anar, Paşaoğlu’ndan Aman Ba-

ba’ya, Culyano’dan Kambur Bev-

val’e, Rebaz’dan Prenses Döjira’ya,

Tekvinhane Maliki’nden, Asi Çift-

çi’ye, İdris Amil Zula’dan Leyla’ya

pek çok karakteri ve bu karakterle-

rin içinde olduğu onlarca hikayeyi,

doğal bir akış içinde birleştiriyor. Bu

Düş’ün ana karakteri ise İhsan Sait.

En büyük gayesi, yalnızca bir fotoğ-

raf ve bir mektup ile tanıdığı ve de-

licesine aşık olduğu Prenses Döji-

ra’ya kavuşmak olan İhsan Sait’in bu

uğurda yaptıkları, “Yedinci Gün”ün

omurgasını oluşturuyor.

İhsan Oktay Anar daha önceki

düşlerinde olduğu gibi karakterlerini

sıradan görünen insanlar üzerin-

den seçmiş. İyi ve kötünün çatışma-

sı olaylar örgüsünde ve karakterle-

rin kendi içinde diyalektik bir süreçle

işlenmiş. Mutlak iyi ve mutlak kötü

insan yok ama karakterlerin kötücül

ve karanlık yanları daha baskın.

Olay örgüsünde istençleri, merak ve

kinleriyle karakterler, olaylar örgü-

sünün esas itici güçleri. Dışsal et-

kenler daha etkisiz. Anar’ın bu ter-

cihi, “düş”ünü kurguladığı döne-

min bilindik isimleri ve olaylarına hi-

kayesini kurban etmeme isteğin-

den kaynaklandığı düşünülebilir.

Anar her zamanki gibi, dönemin po-

litik ortamını, olaylarını ya da bilinen

kişilerini hikayesinin çerçevesinin

yalnızca belirli noktaları olarak yer-

leştirmiş. Yine de

“Yedinci Gün”de di-

ğer kitaplarına na-

zaran çerçevede çok

daha fazla nokta var.

Kitabın ilk bölü-

mü “Baba”nın giri-

şinde Sultan Abdül-

hamid, elinde bam-

bu bir sinek rake-

tiyle resmediliyor.

Raketiyle sinek ko-

valayan Abdülha-

mid’den şöyle bah-

sediyor. “...Hafiye taifesi ve sansür

yoluyla kullarının akıllarını kullan-

malarına kısıtlama getirdiğinden,

onlar adına herşeye şimdi bizzat

kendi karar vermeye mecburdu.”

İtalyan Heykeltraş Valeriyani’ye

yaptırılmış Dersaadet maketine ko-

nan sineği öldürmeye niyetli sultan,

hamleleri öncesinde, maketteki Emi-

nönü’nde korkuyla işini yapan mat-

baa işçisini, Ayasofya semtinde bir

gencin elindeki kitabın arasına koy-

duğu, Paris’ten gelen ihtilal beyan-

namesini... en sonda da maketteki

saray duvarını aşan sineğin kondu-

ğu pencereye bakınca, elinde raketle

kendisini görünce feryadı basıyor.

Dönemin, izahatını giriş bölümün-

de yapan Anar, hikayeye Paşaoğ-

lu’nu anlatarak devam ediyor. Diğer

düşlerinde olduğu gibi ana karakter

ve hikayeye giden yol, pek çok ka-

rakter ve hikayeyle sürüyor. Anar,

okuyucunun merakını diri tutmak-

ta oldukça başarılı. Okuyucu, roman

karakterleri gibi istenç ve merakla

kendini ‘düş’e kaptırıyor.

Kitabın ikinci bölümü “Oğul”da

Birinci Dünya Savaşı’nın hengame-

si içinde buluyoruz kendimizi. Giriş

kısmında, Tekvinhane’de (Tekvin,

Allah’ın 8 sıfatından biri: Allah ya-

ratıcıdır. Her şeyi yoktan var eden,

yaratan O'dur. O'ndan başka yaratı-

cı yoktur.) işin başına geçen bir çift-

çinin, Tekvinhane’ye ortak olmak

için bütün evreni düzenleyen bu

yapıyı bozması anlatılıyor. Savaşa gi-

riş, bu hikaye ile başlıyor.

Kitab’ın son bölümü “Hayalet”

ise Adem ve Havva’nın cennetten

kovulmasından başlayıp, ilk Kralla-

ra, Fransız Devrimine ve en son Hit-

lerin yükselişine kadar olan döneme

kadar bir uygarlık tarihi anlatısıyla

başlıyor. 1934 senesiyle son bulan bu

girişin ardından, aynı senenin Tür-

kiyesinde gerçekleşen

olaylar anlatılıyor.

Anar, bazı kitapla-

rında da kullandığı bir

yöntemi yine uygula-

mış; kendisi dışında bir

hayali bir anlatıcıdan

nakil yapmış. Ancak

bu sefer bu sefer kay-

nak bir tane. Arabi

Ani’nin Tarih-i Külha-

ni’si yegane kaynak.

“Baba” bölümünün

son kısmı ve “Hayalet”

bölümünün giriş kısmı bu kaynaktan

anlatılıyor. Kitapta eski kitaplara

nazaran daha fazla olduğunu ifade

ettiğimiz politik vurgular ise daha

çok bu aktarımlarda.

“Baba” bölümündeki aktarım,

İhsan Sait’in nasıl bir melanet olduğu

anlatırken bir yandan da İttihatçılar

ve Sofular olarak ifade edilen dö-

nemin iki politik akımı ve daha çok

bu akımların temsilcilerini hınca

hınç eleştiriliyor. Bu eleştiri bom-

bardımanında sofular daha korkak

ve olumsuz resmediliyor ama bir

yandan, “Hürriyet Kahramanı” ta-

rifi ifade edilse de aşırılıklarıyla İt-

tihatçılara yapılan fırça da oldukça

sert. Zaten bu bölümde, Batı’nın

meşru ve gerçek kraliçesi olarak

resmedilen “Hürriyet”in Osmanlı

topraklarında nasıl da sokağa düş-

tüğü anlatılıyor. Hürriyet kavgası

sanki herhangi bir olumlu sonuç

doğurmamış gibi bir tablo sunulmuş.

“Hayalet” bölümünün girişin-

deki uygarlık tarihi anlatısında özel-

likle dikkat çeken bölümler, Fransız

Devrimi ile Karl Marks’ın Bilimsel

Sosyalist kuramı ve Sovyet Devri-

minin anlatıldığı kısmı. Fransız Dev-

rimi ile Kral Sargon ve Firavundan

bile daha zalim bir canavarın peyda

olduğu ifade ediliyor. Bu canavar ise

halk yığınları. Karl Marks’ın çağrı-

sının ise ameleleri, dünyada cennet

vaadiyle çılgına çevirdiğinden bah-

sediyor. Kitleler ise artık kralların de-

ğil halk avcılarının kullanabileceği

baruttan sonra keşfedilen en ölüm-

cül silah. Birinci Dünya Savaşı’nın

çıkmasıyla durulan bu azmanın Rus-

ya’da ise Çar’ı yaktığı ve yol açtığı kıt-

lıkla milyonlarca insanın vefatına yol

açtığı anlatılıyor. Sonrasında bu an-

latının çıktığı son durak ise Hitler.

İhsan Oktay Anar’ın kesinlikle

katılmadığımız bu fikirleri, kendisi-

nin değil de Arabi Ani’nin Tarih-i

Külhani’sinden aktarmasının bilin-

çli olduğu kesin. Ancak bu fikirlerin

ne kadarının Anar’ın fikri olduğu

muamma elbette. Devrimci fikirle-

re toptan bir karşıtlığı içeren hatta

bu fikirlerin faşizme gittiğini ileten

anlatısı, günümüzün gerici ideolojik

iklimine gayet uygun. Gerçeklere uy-

gunluğu ise şüpheli olmanın çok

çok ötesinde negatif.

İhsan Oktay Anar, “Yedinci

Gün” ile yine üzerine olumlu olum-

suz pek çok söz edebileceğimiz bir

“düş” ortaya koymuş. Müthiş bir

zeka ve birikimi kurgunun bütü-

nünde hissetmek mümkün. İçinde

dolaşacağı ve kimi fikirlerle dalaşa-

cağı bir düş evreni isteyen okuyucuya

“Yedinci Gün” çok şey sunuyor.

(Yedinci Gün, İhsan OktayAnar, İletişim Yayınevi, 240 s.)

Düşbaz’ın Yedinci Günü�hsan Oktay Anar daha önceki dü�lerinde oldu�u gibi karakterlerini s�radan görünen insanlar üzerindenseçmi�. �yi ve kötünün çat��mas� olaylar örgüsünde ve karakterlerin kendi içinde diyalektik bir süreçlei�lenmi�. Mutlak iyi ve mutlak kötü insan yok ama karakterlerin kötücül ve karanl�k yanlar� daha bask�n

ÇAĞDAŞ CENGİ[email protected]

“YedinciGün”de İhsan

Oktay Anar,Paşaoğlu’ndanAman Baba’ya,

Culyano’danKamburBevval’e,

Rebaz’danPrenses

Döjira’ya,Tekvinhane

Maliki’nden, AsiÇiftçi’ye, İdrisAmil Zula’dan

Leyla’ya pek çokkarakteri ve bu

karakterleriniçinde olduğu

onlarcahikayeyi, doğalbir akış içinde

birleştiriyor.

�hsan Oktay Anar

Page 11: KITAP Aydınlık · Aydınlık Kitap geçen sayıda “Yaratıcı Yazarlık Atölyeleri”ni tar-tışmaya açtı. Kapak dosyasında işlediğimiz bu konu oldukça ilgi görmüşe

Zaman Makinasıve Usta Makinist:

Fikret OtyamGeçti�i yollarda insan hallerini objektifine s��d�rd�. Çok uzaklarda,

“Bir Yudum Su �çin Anamur Da�lar�nda” testi ta��yan neneylearam�za köprü kurdu, Beritan A�ireti’nin yerle�im davas�nda ba�ar�sa�larken foto�raflar� onun en büyük yard�mc�s�yd�, karla kapl� Van

yollar�nda ka�n�yla hasta ta��yan köylüleri insanlara duyurdu

11Aydınlık KİTAP

Asfaltı parçalanmış zemin üzerinde siyah,

parlak bir araba duruyor. Önünde 6-7 yaşla-

rında siyahi çocuk, duygusuz ifadeyle karşıya

bakıyor. Elinde, kollarının arasında omzundan

daha geniş omuz boylu, normalinden daha

uzun kesimli, birkaç beden büyük palto bu-

lunuyor. Büyük palto şortu gizliyor, diz ka-

pağının altından bilekte toplaşarak simit ben-

zeyen çoraplara kadar bacakları ön plana çı-

kıyor. Kepçe kulaklarının üzerine duruyor iz-

lenimi veren fötr, ayağında sağ eşi timsah ağzı

gibi açılmış siyah ayakkabı… Jerome Lieb-

ling’in Knickerbocker Village isimli fotoğra-

fından elde edilen ilk izlenimler. 1949 yılında

gecekondu mahallesinde çekilmiş. Etkisi hala

kuvvetini koruyor. Fotoğraf, insan duygusu-

nun, yaşamın belirli bir anının yeniden ve ye-

niden tüketilebilir hale gelmesini sağlayan araç-

tır dememizi sağlıyor.

Bazen zaman makinası olup yıl-

lar öncesine tanıklık etmemizi, tek-

rar yaşamamızı sağlar, bazen bizi

binlerce kilometre ötedeki yaşamın

olağandışılığına sokan ışınlanma

aracıdır. Özlediğimiz insanların,

unutulmayan ve unutulmak isten-

meyen, geçmişten parçalara gide-

biliriz veya savaş dehşetini önü-

müzdeki fotoğraf karesinin yardı-

mıyla hissedebiliriz. Hatırı sayılır

eleştirmen Sonlag’ın “Geçmişi tüketilebilir bir

nesneye çeviren fotoğraflar…” ifadesi, durum

ve duygunun nesneleşerek tekrar tüketilebi-

lecek hale gelmesini belirtiyor. Makineyi tu-

tan elin deklanşöre basarak kaydettiği görüntü,

fotoğrafa bakan kişiye geçmişi anlatıyor.

Fotoğraf görselliğin aktarma gücüyle dik-

dörtgen kağıtların üzerine sayfalarca anlatımı

sığdırabiliyor. Röportaj ustası, fotoğrafçı, res-

sam, yazar, Fikret Otyam “Kendi yaşamımda

görmüşümdür. Kimi kez bir kare fotoğraf on

sayfa röportaja bedel oluyor” diyerek fotoğ-

rafın anlatım gücünü ortaya koyuyor. Yani gi-

rişteki betimlemeyi ne kadar uzatırsak uzatalım

muhakkak Jerome Liebling’in fotoğrafı kadar

etki yaratmayacaktır.

TOPLUMSAL BELGEC� FOTO�RAF1839 yıllardan itibaren insanlığın hizmetine gi-

ren fotoğraflama tekniği kullanımı yönüyle iki

anayolda ilerlediğine görüyoruz: Yaşamı es-

tetize etmek, dışavurumu ortaya koymak,

kendini ifade etmek ve yaşamsal sorunlara, do-

ğaya, insanının toplumsal varlığına tanıklık et-

mek . Belgeci fotoğfrafçılık diye de anılan ikin-

ci yol yani tanıklık etmek kısmı, makinayı elin-

de tutan kişinin amaçları doğrultusunda da

farklılaşıyor. Objektifini yönelten kişi çektiği

fotoğrafı sadece tanıklık ettiği anı kişilere ulaş-

tırmak, dondurduğu anı iletmek amacının dı-

şına taşarak, değiştirmeyi hedefliyor ve mesaj

kaygısı ağır basıyorsa toplumsal belgeci fo-

toğraf dalına dahil oluyor.

Dr. Merter Oral kitabında toplumsal bel-

geci fotoğrafcılığı şöyle özetliyor: “ Toplum-

sal belgeci fotoğrafın konusu insandır. Top-

lumsal belgeci fotoğrafın en temel özelliği in-

sanı konu alıp, bir değişim mesajı vermesidir.

Belgesel fotoğrafın yorum ve mesaj kaygısı,

toplumsal belgeci fotoğrafta yoğunlaşır. Bu an-

layışta, konu edindiği sorunları aşma, insanı in-

sana anlatma ve izleyicide, aktardığı sorunla-

rı kaldırmaya yönelik bir bilinç yaratma ama-

cı vardır.” Bu açıdan değerlendirildiğinde bel-

geci fotoğraf ibaresi geçtiğinde

aklımıza Fikret Otyam geliyor.

Gazeteciliğe başlamasıyla denk

düşen belgeci fotoğrafcılığla Ot-

yam, uzun yıllar boyunca Anado-

lu’nun bir çok yerini adım adım ge-

zerek halkın sorunlarını yerinde

gördü. Röportajın açıklayıcılığı ya-

nında fotoğrafın anlatımını kulla-

narak, geçtiği yollarda insan halle-

rini objektifine sığdırdı. Çok uzak-

larda, “Bir Yudum Su İçin Anamur

Dağlarında” testi taşıyan neneyle aramıza

köprü kurdu, Beritan Aşireti’nin yerleşim

davasında başarı sağlarken fotoğrafları onun

en büyük yardımcısıydı, karla kaplı Van yol-

larında kağnıyla hasta taşıyan köylüleri in-

sanlara duyurdu.

Dr. Merter Oral’ın 1996 yılında hazırladığı

yüksek lisans tezini temel alarak hazırlanan

“Toplumsal Belgeci Fotoğraf ve Fikret Oryam

Örneği” adlı kitap toplumsal belgeci fotoğra-

fın tarihsel gelişimini ve bu dalın özünün ne

olduğunu bize örneklerle aktarıyor. Belgeci fo-

toğraf ve toplumsal belgeci fotoğrafın doğu-

şu ve gelişimine değinen Oral, Eugene Simith,

Paul Strand, Roman Vishniac, Jerome Lieb-

ling gibi dünyaca tanınan Toplumsal Belgeci

Fotoğrafçılara değindikten sonra, Fikret Ot-

yam’ın çalışmaları üzerinden Toplumsal Bel-

geci Fotoğrafı Türkiye özelinde anlatıyor.

Kitap iki bölüm başlığıyla adlandırabiliriz: Top-

lumsal belgeci fotoğrafçılığın kısa tarihi, Fikret

Otyam’ın şahsında toplumsal belgeci fotoğ-

rafçılık.

(Toplumsal Belgeci Fotoğraf ve FikretOtyam Örneği, Merter Oral, Espas Kuram

Sanat Yayınları, 200 s.)

OSMAN BAYRAM

Page 12: KITAP Aydınlık · Aydınlık Kitap geçen sayıda “Yaratıcı Yazarlık Atölyeleri”ni tar-tışmaya açtı. Kapak dosyasında işlediğimiz bu konu oldukça ilgi görmüşe

7 EYLÜL 2012 CUMA12 Aydınlık KİTAP KAPAK

MÜYESSER YILDIZ’DAN TARİHE BİR NOT: “VATAN YAHUT SİLİVRİ”

Odatv Davası kapsamında 16 ay tu-

tuklu kaldıktan sonra tutuksuz yar-

gılanmak üzere serbest bırakılan

Müyesser Yıldız’ın yeni kitabı “Va-

tan Yahut Silivri” çıktı. Yıldız ki-

tabında 90 yıl önce Bekirağa Bölü-

ğü’ne kapatılan aydınların, subay-

ların ve gazetecilerin başına ge-

lenler ile Ergenekon, Balyoz ve

benzeri davalarda yaşananları kar-

şılaştırıyor.

Yıldız kitabında öncelikle Da-

mat Ferit hükümetinin ve işgalci-

lerin emrindeki “Nemrut Mustafa

Divanı”nı ve “işgal hukuku”nu in-

celiyor. Neler yaşanmıyor ki işgal

günlerinde… Sahte tanıklarla ve

komplolarla işgale karşı çıkan her-

kes susturulmak isteniyor. Tutuk-

lama dalgaları ardı ardına geliyor.

Dönemin işbirlikçi basını İttihatçı-

lar, ordu ve Ankara’daki milliciler

aleyhinde büyük bir kampanya baş-

latıyor. Aydınlar hapse atılıyor; su-

baylar Selimiye Camii’ni bombala-

mak istemekle suçlanıyor. Yıldız da

mütareke döneminde yaşananlarla

bugün yaşananlar arasındaki çarpıcı

benzerliklere dikkat çekiyor ve

okuyucuya “90 yıl sonra hangi pro-

jeler yürürlüğe sokulup, neyin pay-

laşımı yapılmak isteni-

yor da Türk milletine

aynı kâbuslar yaşatılı-

yor?” sorusunu soru-

yor.

İşgal döneminde tu-

tuklanan aydınlar ve su-

baylar önce Bekirağa

Bölüğü’ne getiriliyorlar.

Bunların çoğu daha son-

ra Malta’ya sürülüyor.

Müyesser Yıldız, Ziya

Gökalp’in Malta ve Lim-

ni’den yazdığı mektup-

larla bu acıklı sürgünün

hikâyesini anlatıyor. Ama son gülen

işgalciler ve işbirlikçileri olmuyor.

Gün geliyor tutuklamaları yapan

Nemrut Mustafa Bekirağa Bölü-

ğü’nün, Vahdettin ise Malta’nın

yolunu tutuyor. Müyesser Yıldız

hücresinde tek başına kaldığı gün-

lerde okuduğu Ziya Gökalp’in mek-

tuplarından muazzam bir tarih der-

si çıkarıyor.

Yıldız’ın kitabı aslında ilginç

bir zamanlamaya sahip. TÜBİ-

TAK’ın aylar sonra gelen raporuy-

la bilgisayarındaki virüslerin varlı-

ğı tescil edilen Müyesser Yıldız

“Vatan Yahut Silivri”nin sunuşun-

da bu konuya da değiniyor. Mü-

yesser Yıldız’ın hem kendisinin

hem de Ergenekon, Balyoz, Poy-

razköy gibi davalarda tutuklanma-

sına neden olan raporları hazırlayan

bilirkişiler hakkındaki iddialarıysa

çok çarpıcı. Mütareke basının ko-

nuya ne kadar ilgi göstereceğini

önümüzdeki günlerde göreceğiz.

“Vatan Yahut Silivri”ye CHP

Grup Başkanvekili Emine Ülker

Tarhan ve Vatan gazetesi yazarı

Mustafa Mutlu birer önsöz yaz-

mışlar. Mutlu yazısında Müyesser

Yıldız’ın dik duruşuyla kendisine ve-

rilen cezayı “hak ettiğini” söylüyor.

Gerçekten de Yıldız dik duruşuyla

iyi bir örnek oluşturmuştu. Huku-

kun olmadığı yerde avukata da ge-

rek olmadığını söyleyen Yıldız önce

avukatını azletmiş;

ardından da “Ben ye-

mek değil adalet isti-

yorum” diyerek ce-

zaevinin verdiği hiç-

bir şeyi yememişti.

Yıldız’ın bu süreç

içerisinde sadece

üşüdüğünde sarıl-

mak için bir kedi is-

temiş; bu istek gün-

lerce tartışılmıştı.

“Vatan Yahut Siliv-

ri”yi bu kedisiz gün-

lerin bir ürünü ola-

rak da ele almak mümkün görü-

nüyor. Müyesser Yıldız belki so-

nunda kedisine kavuştu, ama ada-

let ve özgürlük arayışına hâlâ devam

ediyor.

Kitap üzerine Müyesser Yıl-

dız'la söyleşiyi Aydınlık Kitap Ya-

zıişleri Müdürü Damla Yazıcı ger-

çekleştirdi...

Cezaevinde kaleme aldığınız“Vatan Yahut Silivri” adlı kitabınızokurlarla buluşuyor. Kitabı yazmaamacınızla başlayalım diyorum,nasıl ve neden doğdu bu kitap?

Şimdi, Silivre’ye dair genelde

hep bireysel ya da grup halinde so-

runlar dillendirildi. Herkes yaşa-

dıklarını, yani bir anlamda savun-

masını aktardı kamuoyuna, yaşam

şartlarını aktardı. Ama fotoğrafın

bütününün çekilmesi lazım. Aslın-

da çok iyi bilmediğimiz bir şey de-

ğildi bu. Tekrar yeniden gelen bir

süreçti bu. “Türkiye üzerinde nasıl

bir operasyon yapılıyor, Silivri bu

operasyonun neresinde?”yi ben

çekmek istedim. Kendi kişisel ya-

şadıklarımı, bizim yargılama süre-

cini, ibranameyi işlemeyi anlattım.

Zaten bunlar o kadar çok konu-

şuldu ve yazıldı ki, farklı bir şey ol-

sun. Sadece Silivri, sadece bizlerle

sınırlı bir hadise değil, Türkiye üze-

rinde bir ameliyat yapılıyor, bir

yüzyılın hesabı görülüyor. Bu hesap

içerisinde Silivri önemli bir yerde.

O boyut, yani tarih perspektifiyle ne

yapılmak istendiğini anlatmak için

böyle bir konu tercih ettim. Daha

genel bir bakış açısı olsun, daha iyi

algılayalım. Çünkü tamam duygu-

sal bir milletiz, orada yaşanan acı-

lara ilgi gösteriyoruz, ama sonra

unutuyoruz, hemencecik unutuyo-

ruz. Ama onun önü ne arkası ne?

Niye bu insanlar Silivri’deler? Ne

oluyor Türkiye’de? Bunu pek sor-

gulamadı insanlar ya da sorgula-

maktan kaçındılar. Ben somut

olaylarla tarihin benzerliklerini, di-

lerim tarihin tekerrürü değildir di-

yorum, ama o kadar çok ortak nok-

ta, örtüşme var ki; yani gözlerini ka-

patamıyorsun bazı gerçeklere. Bu

amaçla bir Türkiye’nin önüne, Si-

livri gerçeğinin perde arkası ol-

mak istedim.

Tam olarak belirttiğiniz gibi, ta-rihsel sürecin önemi, tarihin te-kerrürü mantığı burada ana te-maya oluşturuyor gibi. 1919-1920Malta sürgünleri ve 2008- 2012Silivri. Nasıl benzerlikler var?

Bir kere, emperyalizmin Türki-

ye’ye bakış açısında hiçbir değişik-

lik yok o günden bu güne, yani o

gün Türkiye’yi bölmek üzere hare-

kete geçmişler ve büyük ölçüde de

bölmüşler. Kala kala bizim elimiz-

“İnsanlar tahammül ettiğiiçin zulüm vardır”

Türkiye yönetiminin iyi niyetle veya i�birlikçi amaçla onlarla yak�nl���, keza gücün yan�nda yeralan medya, bugün yanda� medya dedi�imiz medyan�n tav�rlar� ve o gün bu eziyetlere, bu

zulümlere, bu haks�z hukuksuz yarg�lamalara tabi tutulan insanlar�n profili ve yarg�lama süreçleri,yalanc� �ahitler, sahte iddianameler, cesur bir savc� aranmas�, o insanlar�n cezaevlerinde

ya�ad�klar�... O kadar çok benzerlikler var ki

MEHMET HALİT GÖKALP / DAMLA YAZICI

Dilerim ilerikinesiller bunları,

tedbir almakiçin, uyanıkkalmak için

okurlar. Bunlartarihe düşülmüşnotlardır. Nasıl

ki ben MaltaSürgünleri’nin

yazdıklarınıokuma gereği

duydum, ileridede bizim

yazdıklarımızokunacak

Page 13: KITAP Aydınlık · Aydınlık Kitap geçen sayıda “Yaratıcı Yazarlık Atölyeleri”ni tar-tışmaya açtı. Kapak dosyasında işlediğimiz bu konu oldukça ilgi görmüşe

7 EYLÜL 2012 CUMA 13KAPAK Aydınlık KİTAP

de bir Anadolu kalmış. Kürdistan’ı kura-

mamışlar. Birçok proje gerçekleşmiş ama

Büyük Kürdistan ya da Büyük Ermenistan

projesini gerçekleştirememişler. Emper-

yalizm zaten hiçbir zaman emellerinden

vazgeçmemiştir, er veya geç fırsat buldu-

ğunda tekrar harekete geçecektir. Tarihi-

ni unutan biz olduk, onlar unutmadılar.

Gerek dediğim gibi emperyalizmin Tür-

kiye’ye, Anadolu’ya bakış açısı, tarihi he-

saplarını unutmamış olması, keza Türki-

ye yönetiminin iyi niyetle veya işbirlikçi

amaçla onlarla yakınlığı, keza gücün ya-

nında yer alan medya, bugün yandaş med-

ya dediğimiz medyanın tavırları ve o gün

bu eziyetlere, bu zulümlere, bu haksız hu-

kuksuz yargılamalara tabi tutulan insan-

ların profili o kadar çok örtüşüyor ki, ve

yargılama süreçleri en önemlisi. Aynen ya-

lancı şahitler, aynen sahte iddianameler,

aynen cesur bir savcı aranması, o insanların

cezaevlerinde yaşadıkları... O kadar çok

benzerlikler var ki. Onları bir araya ge-

tirmeye çalıştım. Muhakkak eksiğim de

kalmıştır. Dediğim gibi Silivri Cezaevi’nde

yazmaya başlamıştım bu kitabı. Kaynak-

larım kısıtlıydı. Sonrasında hani bir an

önce, gündemden de çok uzaklaşmadan,

belki biraz daha üzerinde detaylı araştır-

ma yapma imkanım olsaydı belki daha ge-

niş olurdu ama, şimdilik bu kadar. Birebir

örnekleri seçmeye çalıştım. Mümkün ol-

duğunca yorumsuz.

İlginç benzerliklerde acıların benzer-liği de dikkat çekiyor. Doktor Reşit’in in-tiharı Ali Tatar intiharı ile benzeştiriliyorkitapta. Siyasi ve bürokratik kesimler devar tabi.

Tabi tabi hepsi. Yani o süreçte TSK

yani Türk ordusu üzerinde yapılan ope-

rasyon, o dönemde de büyük bir operas-

yon yapılmış. O operasyon yapıldığı için

Mustafa Kemal Anadolu’ya çıkmış. Za-

ten eğer Anadolu’ya, Samsun’a çıkmasa

Mustafa Kemal de Malta Sürgünleri’nin

birinci sırasında yer alacak bir isim. Böy-

le bir süreç. Tabi somut örnekler, sizin de

dikkat çektiğiniz gibi. Doktor Reşit’in in-

tiharı, Bekirağa Bölüğü’nden kaçarken,

kaçtıktan sonra. Ve Ali Tatar, biz Ali Ta-

tar’ı çok çabuk unuttuk. Asker için onurun

ne demek olduğunu, aslında tabi çok üzü-

cü bir şey, intihar etmemeliydi, dayanma-

lıydı, direnmeliydi. Çünkü er veya geç hu-

kuksuzlular ortaya çıkıyor, kamuoyuna

mal oluyor, kamuoyu sahipleniyor, du-

yarlılık gösteriyor. Ama demek ki ne ka-

dar onuruna düşkün bir insanmış ki bunu

hazmedememiş, ikinci kez tutuklanmak-

tansa ölmeyi tercih etmiş. Türkiye onu

unutmamalıydı, unuttuk ama. Ailesi neler

yaşadı unuttuk. O anda ne oldu, intihara

hangi noktada vardı Ali Tatar? bu insan-

ları tanımıyorum ben , çoğunu tanımıyo-

rum daha doğrusu kitaptaki. Ama o günü

bir hatırlatmak, insanları şöyle bir sarsmak

istedim. Acı bir örnektir, Doktor Reşit’in

intihar gerekçesiyle, Ali Tatar’ın intihara

gidişi o kadar benziyor ki.

Bir de şöyle bir şey var. Diyoruz ki Mal-ta Sürgünlerini zindanlara tıkanlar, İn-gilizler ve o kesimde bulunanlar bir süresonra bu ülkeden kaçmak zorunda kal-dılar ya da kovuldular. Ahmet Şık şöyle birşey dedi: “Bizi buralara tıkanları biz birgün oralarda göreceğiz.” Tarih bir şekil-de tekerrür edecek. Peki gerçekten bu dava

sonuçlandığında sizleri hücrelere tıkan-lar kendileri de oralara girecek mi? Nedersiniz?

Bugünden yarın sonuçlanır diyemeyiz.

Çünkü dünya konjonktürüyle Türkiye

üzerindeki siyasi hesaplaşmanın nerede

sona ereceği, durup durmayacağı ve Tür-

kiye’deki uyanış belirleyecek onu. Sadece

Silivri’den kurtuluş değil, Türkiye’nin kur-

tuluşunu o uyanış belirleyecek. Şu anda gö-

rüyorsunuz; etrafımız topyekün ateş çem-

berine dönmüş. Suriye, İran, Erme-

nistan hazırlıkları, 1915 yaklaşı-

yor onun hesaplaşmaları, bir-

takım şeyleri daha da hız-

landıracak. Bu hesaplaş-

ma bir yerde noktala-

nacaktır. Türk milleti

bunları yaşadı, yine al-

tından kalkacaktır,

ama ne kadar sürede?

Bu olduğunda elbette

ki hukuk dışı değil, on-

lar gibi intikamcı bir

amaçla değil, hakikaten

sahte demokrasi değil, sah-

te hukuk değil, gerçek demok-

rasi gerçek hukuk ve adalet içeri-

sinde elbette ki bu dönemin sorumlula-

rından hesap sorulacaktır. Biz göremezsek

torunlarımız görecektir. Ben nasıl bugün

1919 - 1920’yi sorguluyorsam, birileri de er-

kenden değil ama bir 15 - 20 yıl sonra bel-

ki 50 yıl sonra Türkiye bu noktaya nasıl gel-

di diye sorgulama ihtiyacı duyacaktır. Biz

de onlara en azından tarihi bir not bıra-

kıyoruz. Hukuk önünde olmasa da vic-

danlar önünde mahkum olacaklardır,

buna inanıyorum. Ben de cezaevinden çı-

karken şunu söyledim: “Adalet, ancak

bunun sorumluluları bu dünyanın Silivri-

si ya da öbür dünyanın Silivrisi’ne kon-

duğunda tecelli edecektir.” Bakın üzerin-

den neredeyse 100 sene geçti, biz Malta

Sürgünleri’ni konuşuyoruz. Dilerim bir 100

sene sonra Türkiye Silivri sürgünlerini ko-

nuşmak zorunda kalmaz.

Kitabın felsefesi o zaman şunu göste-riyor: Tarih bize bu işin nereye varacağı-nı gösteriyor aslında. Yani bu yüzdenyazdınız da diyebilir miyiz?

Elbette. Yani artık ne zaman uyana-

cağız? Tarihimizden ne zaman ders çıka-

racağız? Dünya büyük paylaşım savaşları

yaşıyor, emperyalizm en acımasız haliyle

bir kez daha dünyanın karşısına çıkmış. İlla

canımız mı yanacak? Yandı zaten, çok yan-

dı. Biliyorum ki bizim ödediğimiz be-

dellerle sınırlı kalır Türki-

ye’nin ödeyeceği bedeller.

Tabiri caizse yumurta

kapıya dayanınca ya da

insanın kendi canı ya-

nınca uyanırız biz.

Neyse işte uyanın ar-

tık, tarih anlatıyor

işte, bize inanmı-

yorsanız tarihe ina-

nın. Türk milleti bu

tarihin altından kalk-

mıştır, yine kalkmalıdır

diye umuyorum ben.

Kitabınızın bölümlerinebakarken şöyle bir başlık gör-

düm: “Herkes çıldırmış, millet sarhoş.”Bugün de durum aynı mı?

Bu sarhoşluk bugün hakim belki ül-

keye, ama düzelecektir. O söz Ziya Gö-

kalp’indir. Orada Malta Sürgünleri süre-

cindeki maddi ve manevi şartları en iyi ak-

taran en büyük Türk ideoloğu Ziya Gö-

kalp’tir. Ziya Gökalp Kürt kökenlidir be-

nim gibi. Benim haddim değil tabii ki ken-

dimi Ziya Gökalp’le kıyaslamak. Aksine bi-

zim Türk aydının ne kadar geriye gittiği-

ni bir kez daha gördüm ben, Ziya Gö-

kalp’in Malta’daki mektuplarını okurken.

Orada bile ne kadar büyük bir tefekkür

içinde. O gün Ziya Gökalp’in tespiti, mil-

let sarhoş diyor. Biz de belki bugün sar-

hoşuz. Bizim sarhoşluğumuz tüketim, po-

püler kültür, Batı kültürü, kendi değerle-

rimizden, kendi köklerimizden, tarihi-

mizden koparılma... Yani bugün biz eğer

Atatürk milliyetçiliğinin ders kitaplarından

çıkarılmasını, üniversitelerde kaldırılma-

sını konuşuyorsak, hakikaten uyuşmuşuz

demektir. Bize narkoz yapılmış. Bu ülke-

yi kuran, bu mücadeleyi veren insanın re-

simleri çöplere atılıyor, heykellerine sal-

dırılıyor, ideolojisi ders kitaplarından çı-

karılıyorsa ve ülkede yaprak kıpırdamı-

yorsa, bunu artık ben bir şok olarak ad-

landırılıyorum. Ama o şoku atlatacağız.

“İnsanlar tahammül ettiği için zu-lüm vardır” Başka bir başlık da bu. Sizinbu kitabı yazma amacınız buna tahammületmediğinizi mi gösteriyor? İçeride halatutuklu bulunanlara da tahammül et-memelerini mi salık veriyor?

Elbette, tam bir isyandır. 15 lira mıdır

kurşunun bedeli? Türkiye’yi ve beni düş-

man belleyen, karşıma gelip bu 15 liralık

kurşunla alnımın ortasından vursa, daha

şerefli bir iş yapardı. Üç kuruşluk kasetlerle

insanların hayatı karaltıldı bu ülkede, bir

şeyler dizayn edildi. Siber savaşlar çağın-

dayız. Türkiye bu savaşlarda her türlü sal-

dırıya açık. Türkiye’nin ana muhalefet par-

tisi dizayn edildi, ana muhalefet partisi li-

deri görevden uzaklaştırıldı, Milliyetçi

Hareket Partisi dizayn edildi, aydınlar

dizayn edildi, TSK dizayn edildi ve kimse

bunun hesabını sormadı, unutturdu, unut-

turuldu. Herkes ürktü, korktu. Ben ceza-

evinde de söyledim, birilerinin bunlara her-

kesi korkutamayacaklarını, herkesi satın

alamayacaklarını göstermesi gerekiyor

dedim. Ben doğru bir iş yaptığıma inanı-

yorum, yanlış bir şey yapmadım. Buna rağ-

men bu insanlar benim on beş ayımı çal-

dılar. Ben bunu yutmam, yemem. Kendi ki-

şisel kavgamı vermiyorum ama. Kendi

kavgamı vereceğim günler de gelecektir.

Bugün ülkem bu kavgayı vermek duru-

munda. Evet, ben tek başıma 50 yaşında

45 kilo bir kadın olarak size meydan oku-

yorum, sizin tehdidinizi görmüyorum, ka-

bul etmiyorum. Bu kitap da bunun bir yan-

sımasıdır. Cezaevindeki yemek boykotu:

Senin yemeğini istemiyorum, ihtiyacım yok

sana. Evet, ben isyan ediyorum. Aksi tak-

dirde, zulme veya bu haksızlığa tahammül

edildiği, kanıksandığı için bu kadar per-

vasızlaştılar. Bakın ben Amerika’ya kadar

peşine düştüm virüs çetesinin. Oradan bir

yerlerden geliyor bu. Birileri bunları ortaya

çıkarmak zorunda. Bunun kavgasını veri-

yorum ben. Tahammül etmeyeceğim bu

zulme. Mahkemede savunma yapmayı

reddetmemle, ben sizin hukukunuzu ta-

nımıyorum dedim. Çünkü yaptığınız ka-

nuni bile değil, biz gazetecilerin yargıla-

nacağı yer Özel Yetkili Mahkemeler de-

ğildir. Birileri istiyor diye, sırf birilerinin

zevki için mi tutuklandık biz? Birileri is-

tediği için insanları yakmaya devam et-

meyelim. Gerçek hukuk konuşturulmalı.

Ben de hukuki yollardan başvurabileceğim

her yerden hakkımı aradım.

TÜBİTAK raporu açıklandı. Çok cid-di ve net bir cevap. Sizin on beş buçuk ayı-nızın aslında boşu boşuna çalındığı ortayakondu. Şimdi akla iki soru geliyor: Bukomployu kuran kim ve daha önce bukomplo neden açığa çıkarılmadı? Bilirkişiböyle bir rapor çıkarabiliyordu madem,neden daha önce bilmedi?

Ben tutuklanmadan, savcılar ya da

Evet, ben tekba��ma 50 ya��nda 45

kilo bir kad�n olarak size

meydan okuyorum, sizin

tehdidinizi görmüyorum, kabul

etmiyorum. Bu kitap da bunun

bir yans�mas�d�r. Cezaevindeki

yemek boykotu: Senin

yeme�ini istemiyorum,

ihtiyac�m yok sana. Evet,

ben isyan ediyorum.

Damla Yaz�c� Müyesser Y�ld�z’la birlikte

Page 14: KITAP Aydınlık · Aydınlık Kitap geçen sayıda “Yaratıcı Yazarlık Atölyeleri”ni tar-tışmaya açtı. Kapak dosyasında işlediğimiz bu konu oldukça ilgi görmüşe

7 EYLÜL 2012 CUMA14 Aydınlık KİTAP

medya tarafından Ergenekon örgütü üye-

si ilan edilmeden önce , zaten sorgulaya-

rak fotoğrafı çekmiştim. Ben mahkemede

söyledim devlet içinde çete var, devlet için-

de devlet olmaz. O devlet yıkılır, kimseye

yar olmaz. Benden altı ay sonra, Recep

Tayyip Erdoğan “Devlet içinde devlet ol-

masına izin vermem” dedi. Birileri ülke-

yi, devleti ele geçirmeye çalışıyor, içerde

de savaş var, dışarda da. Direnecerek

güçler de bertaraf ediliyor, insanlara göz-

dağı veriliyor. İnsanlar korkuyor, kimse ne

yapacağını bilemiyor. Bu başından itiba-

ren sorgulanmalıydı, tablo görülmeliydi.

Bizim tutuklanmamızın tek hayırlı sonu-

cu bu oldu; gazeteciler cezaevine alının-

ca medyadaki baskılara rağmen süreç ni-

hayet sorgulanmaya başlayıp yavaş yavaş

kamuoyuna yansıdı. Hepimizin canı yan-

dı. Dilerim ödenecek bedeller bizim öde-

diklerimizle sınırlı kalır. Benim bir sözüm

daha var. Bu süreçte gördüm ki polis sav-

cı olmuş, savcı hakim olmuş, hakimin ne

iş yaptığını anlayamadım dedim ben. İd-

dianameyi polis hazırlıyor, savcı hüküm ve-

riyor. Bugün TÜBİTAK raporuyla gördük

ki, evrensel ilke olan masumiyet karinesi

bu davalarda ayaklar altına alındı. İnsan-

lar gazete manşetleriyle yargısız infaza tabi

tutuldu. Biz hakkımızdaki suçlamaları

görmeden, yandaş medyada bizim çarşaf

çarşaf ipimiz çekildi. 6 ay yedik, bizim avu-

katlarımız göremediler. Masumiyet kari-

nesi ayaklar altına alındı, kimsenin kılı kı-

pırdamadı. TÜBİTAK raporunda bu bil-

gisayarlarda virüs var diyor. Yani bu şüp-

heli durumdur, artık o delilin çöpe atılması

lâzım. Bu şüpheden sanığın yararlanma-

sı lâzım, savcının bireysel tahliye talepte

bulunması ve sanığın tahliye edilmesi lâ-

zım. Peki neden bu kadar gecikildi? De-

mek ki birileri bizim her birimiz için bir

yatma süresi öngörmüş. Veysel şu kadar

yatacak, Soner şu kadar yatacak, Doğu Pe-

rinçek şu kadar, Deniz Yıldırım şu kadar

diye bir karar var herhalde, bilemiyo-

rum.

Hillary Clinton’a bir mektup yazdınızve cevap da aldınız. Cevabı tatmin edicimiydi?

Hayır tabii ki değildi. O

bana yazmadan önce,

bana vereceği cevabı

ben ona yazmıştım za-

ten, bana böyle bir

cevap vereceğinizi bi-

liyorum ama ben za-

ten o yolları o ka-

ranlık koridorlarda

kaybolmasın diye di-

rekt size yazıyorum

dedim. TÜBİTAK so-

nucu önemli. Sonuçta ön-

yargısız ve ciddiyetle okuyan

tüm vicdanlar aslında anlatıla-

nı görüyor. Ama neticede davanın sav-

cısı olduğunu söyleyen bir başbakana bağ-

lı bir kurumdan böyle bir rapor çıkması

bile büyük bir başarı, ben bunu bile bek-

lemiyordum. Mahkemede söylendi, IP

numarasının Amerika’dan bir adresten gel-

diği tespit edilmiş. Ben direkt yazdım

Dışişleri Bakanı’na ve FBI başkanına.

Çünkü orada siber suçlarla ciddi bir mü-

cadele konsepti var. Nasıl ki kendi bilgi-

sayarımızı kendimiz inceledik, IP num-

arasını bulmak da bize düştü. Clinton’dan

da böyle bir cevap geldi. Önemli bir nok-

ta var cevapta, diyor ki: “ Biz direkt sizinle

ilgili bir şey yapamayız ama, adli yardım-

laşma sözleşmemiz var Türkiye’yle, Adalet

Bakanlığı’nızdan ya da mahkemeleriniz-

den talep gelirse bakarız.” Hadi o zaman ey

Adalet Bakanlığı, ey mahkeme, Amerika

bekliyor, hiç olmazsa şimdi görevini yap. Bir

ihtimal işte, eğer onların da suçluları orta-

ya çıkarmak konusunda gerçekten niyeti var-

sa...

“Esaretimizin sebebini bilmiyoruz”diye bir bölüm daha var kitapta. Biraz iro-nik olarak sorayım; gerçekten esaretini-zin sebebini bilmiyor musunuz?

O başlık da Malta Sürgünleri’nin yine

bir isyanıdır. Onlar da bilmiyorlar sebebini.

Çünkü Malta Genel Valisi’ne yazmışlar ar-

tık bulun, ispatlayın diye. Ama orada çar-

pıcı olan şu: Malta Valisi onları ciddiye alı-

yor. İngiltere Dışişleri Bakanlığı’na yazı-

yor. Bunun üzerine İngiltere, Ermeni teh-

ciri ile ilgili bütün Osmanlı arşivini aratı-

yor, bir şey bulamıyorlar. Yetmiyor, İngil-

tere Dışişleri Bakanlığı Amerika’daki bü-

yükelçisine yazıyor. Malta’daki tutuklular

hakkında Amerikan arşivinde ne varsa

gönderin diyorlar. Kraliyet Başsavcısı 3 ay

sonra cevap veriyor: Hiçbir şey buluna-

mamıştır, bu yargılama yapılamaz. Ben ki-

tabın o kısmında diyorum ki; Türkiye’de

de mi bir kraliyet başsavcısı gerekiyor? Bi-

zim orda oluşumuzun siyasi izahı var ta-

bii ki, ama hukuki izahını yapamıyorlar.

İşte bunun siyasi izahı, bu kitabın yazılma

sebebidir.

Hannah Arendt’in bir sözü de var ki-tapta: “Adaleti, intikamlarının aracı yap-tılar” diyor. Yani tarih böyle bir intikamlardöngüsü mü?

Aynen öyle. Tarih niye vardır? Ders çı-

karmak için vardır. Şimdi Türkiye’de bir-

takım güçler Türk tarihini utanılması, in-

tikam alınması gereken bir konsept olarak

anlatmaya başladılar. Oysa tarih bir öğ-

retmen olarak kabul edilmelidir. Bu süreç

tarihten hukuk eliyle intikam alma süre-

ci. İşin içinde hukuk var, kanunlar kulla-

nılıyor ve fark etmiyorsunuz bile. Elbette

ki bir intikam süreci. Sadece şahsi bir in-

tikam değil, benimle kimin hesa-

bı olabilir ki, sadece bir mu-

halifim. Ülkemin kötü yere

götürülmesine karşı mu-

halifim. Daha ileri gö-

türsünler ellerini öpe-

yim. Benim atalarımı

küçümsemesinler. Bu

Türkiye kolay kurul-

madı değerini bilsin-

ler. Millet diye bir şey

olmalıdır. Bu çatıyı yı-

karlarsa hepimiz altında

kalırız. Ben tarihime, Tür-

kiye Cumhuriyetinin kuru-

luş esaslarına, Türk milletine sa-

hip çıkıyorum diye hesap soruyorlarsa

sorsunlar. O zaman bunun adı intikamdır.

Tutuklu Hayrettin Ertekin’in hasta-nede unutulma ve geri dönme hikayesi“kaçma ihtimali” gerekçesine sunulançarpıcı bir kısım. Durum bu kadar traji-komik mi?

Medya onu görmezden geldi. Hepi-

mizin tutukluluğunun devamına kaçma ih-

timalimiz gerekçe gösterilerek karar ve-

riliyor. Şimdiye dek kaçan olmadı. Mustafa

Balbay “Beni sınıra bıraksanız sürünerek

geri gelirim” dedi. Benim gidecek yerim

yok ki, beni ancak sürebilirsiniz. Bu kaç-

mayı hukuk ve siyaset dilinde çok kötü kul-

landılar. Hayrettin Ertekin en çarpıcı ör-

nek. Adamı hastanede unutuyorlar, ken-

di taksi tutuyor cezaevine dönüyor teslim

oluyor. Bu adam yatına binse iki saat

sonra Yunan Adaları’nda ama gitmiyor.

Gitmediğine göre daha nasıl kaçma ihti-

mali var diyebilirsiniz insanlara. Firar

vardır; rahmetli Ali Tatar vardır, intihar

ederek firar etmiştir, Kaşif Kozinoğlu

ölerek firar etmiştir ve Kuddusi Okkır’dır.

Oradan ancak ölüsü firar eder insanın, di-

risi etmez. Malta’da bir yığın firar var, Si-

livri’de, Hasdal’da, Hadımköy’de bırak-

sanız kimse gitmez.

Malta yaşam koşulları olarak dahaiyiydi diyorsunuz kitapta, Silivri’de durumtahminlerden daha mı kötü?

Elbette, Malta’da yıkanma şartları,

gezme şartları, yiyecek şartları daha iyi tabi.

Birebir kıyaslıyorum. Sömürge, işgal ülkesi,

orada bir vatan hasreti var. Çarpıcı bir şey

söyleyeyim, Silivri’de ezan sesi duymasam

Türkiye’de olduğumu unutuyordum ben.

Vatan hasreti var tamam, onun dışında in-

sani şartlar daha iyi orda. Ziya Gökalp

opera dinlemeye gitmiş düşünebiliyor

musunuz? Biz burada televizyonda 20

kanal seyredebilecek miyiz, su akacak da

yıkanabilecek miyiz, bilgisayardan hafta-

da iki saat yararlanabilecek miyiz derdin-

deyiz. Bir devlet sadece hukuku sağlamak

için vardır. Başka her şey devletsiz yapı-

labilir, savaş da devletsiz yapılabilir, sağ-

lık hizmetleri de. Organize olursunuz

halk olarak. Ama devletin varlığının sebebi

hukuktur, eşitliği ve adaleti sağlamaktır.

Adaletin bittiği yerde devlet bitmiştir.

Sonra herkes kendi hak ve hukukunu, he-

sabını görmeye başlarsa o ülkede iç savaş

çıkar, kaos çıkar. Hukuka sahip çıkmadı-

ğınızda herkes bu zulmü yaşar. Vatanını-

zı kaybettikten sonra başka bir şeyin an-

lamı, değeri kalır mı? Atatürk’ün en çok

işaret ettiği şeydir; bağımsız yargı ve hu-

kuk. Bu anlamda üşürüz, titreriz, donarız,

bunlar az bile kalır. Gerçek demokrasi ve

hukuka kavuşmanın kavgasını hepimiz

vermeliyiz, canımızın yanmasını bekle-

memeliyiz.

Anı türündeki kitabınız “Vatan YahutSilivri” nin yayımlanmasıyla Silivri Ki-taplığı’na bir kitap daha eklenmiş oluyor.Tarihsel süreç, yaşananlar bize ve edebi-yata değerler sunuyor. Ne düşünüyorsu-nuz? Tuncay Özkan yazdı, Doğu Perinçekyazdı, Mustafa Balbay yazdı ve şimdi desiz yazdınız. Daha büyür mü bu kitaplık?

Büyümemesini diliyoruz tabi. İnşallah bir

an önce herkes çıkar. Askerler de yazdı, sa-

dece Silivri değil, Hasdal Kitaplığı da oluş-

tu galiba. Ama Türkiye gerçekten yüzyıl son-

ra bir kez daha tarihi bir kavşağa geldi. Bu

kavşağın en canlı tanığı bu Silivri Kitaplığı de-

diğiniz olacak. Dilerim o kitaplarla sınırlı kal-

sın. Ben cezaevindeyken benim adıma açı-

lan Facebook sayfasına sanırım 194 makale

yazmışım. O arada o makalelerin bir kısmı-

nı “Yılanın Kış Güneşi” isimli kitapta top-

ladım ve bir sene önce o kitap çıktı. Kitabın

sonunda dedim ki: Bizi İttihat Terakkicilik-

le suçlayan güçler, İttihat Terakki’nin aki-

betine uğrar gibi tam gaz üçüncü paylaşım

savaşına gidiyorlar. Ben bunları birileri oku-

sun diye yazmıyorum, ben tarihe not düşmek

istiyorum. Dilerim ileriki nesiller bunları, ted-

bir almak için, uyanık kalmak için okurlar.

Bunlar tarihe düşülmüş notlardır. Nasıl ki ben

Malta Sürgünleri’nin yazdıklarını okuma

gereği duydum, ileride de bizim yazdıkları-

mız okunacak.

KAPAK

Firarvard�r; rahmetliAli Tatar vard�r,

intihar ederek firaretmi�tir, Ka�if Kozino�lu

ölerek firar etmi�tir ve

Kuddusi Okk�r’d�r. Oradan

ancak ölüsü firar eder insan�n,

dirisi etmez. Malta’da bir

y���n firar var, Silivri’de,

Hasdal’da, Had�mköy’deb�raksan�z kimse

gitmez.

Müyesser Y�ld�z Silivri Cezaevi’nde...

Page 15: KITAP Aydınlık · Aydınlık Kitap geçen sayıda “Yaratıcı Yazarlık Atölyeleri”ni tar-tışmaya açtı. Kapak dosyasında işlediğimiz bu konu oldukça ilgi görmüşe

7 EYLÜL 2012 CUMA 15Aydınlık KİTAP

Geçtiğimiz haftalarda Kemal Tahir

üstüne yazdıklarımız kimi arkadaşların

konuyu başka tarihçi ve toplumbilim-

cilere açma önerisini getirdi. Doğrusu

bu, başta “Marx ve Weber’de Doğu

Toplumları” (Dr. Lütfi Sonar, Ayrıntı

Y., 2012) kitabı olmak üzere, kimi ki-

taplarda takıldığım noktalar üstüne

bendeki yazma eğilimini depreştirdi.

Emperyalizmin küresel saldırılarının

Ortadoğu’da her koldan

yoğunlaştığı bir süreçte

Doğu sorununu güncel

olduğu kadar tarihsel bağ-

lamda irdeleme olanağı

da doğuyor böylece.

Lütfi Sonar, Marx ve

Weber’i karşılaştırmalı

olarak inceleme gerek-

çesini iki noktaya da-

yandırıyor: Önce, “Her

ikisinin de temel amacı

modern kapitalizmin doğuşu ve gelişi-

mi etrafında modern toplumun yapısı

ve işleyişini çözümlemektir”. Dünyayı

Batı merkezli kavrama çabaları her ne

kadar karşıt yaklaşım ilkeleri ve sonuçlar

içeriyorsa da, belirtilen

“Bu amaç çerçevesinde

Doğu toplumları çö-

zümlemesi her ikisinde

de önemli bir konum-

dadır” (s. 7-8). Modern

toplumbilimin kurulu-

şunda en temel katkıla-

rı sağlayan bu iki karşıt

kuramcının, Doğu’yu

ele alırken olduğu ka-

dar, varılan sonuçlarda

da ortak yönelimler taşımasının Batı’da

80 yıldır tartışılmasından yola çıkan So-

nar, çalışmasında çarpıcı sonuçlar üre-

tiyor. Kapitalizmin savunucusu We-

ber’le karşıtı Marx arasında iki modern

sınıfın, burjuvazi ile proletaryanın ku-

ramsal düzeyde çarpışması, Doğu’nun

tanımlanmasında, tam da Hegelci an-

lamda bir üçüncü seçenekte buluşuyor:

Batı kapitalizmi, küreselleşmesinin

önündeki Doğu engelini yıkarak iler-

lemenin de önünü açmalıdır!

Kitabının Giriş’inde Marx - Weber

karşıtlığı tartışmasının arka planını

Löwith’le başlayarak Robertson, Par-

sons, Fischoff, Salomon, Gerth, Mills,

Merton, Lukacs, Korsch, Althusser,

Mommsen, Mitzman, Hughes, Aron,

Zeitlin, Freund, Mayer, Antonio, Col-

lins, Nelson, Giddens,Wallerstein,

Lichteim, Mandel, Witfogel, Goody,

Bottomore, Nisbet, Turner gibi tarih-

çi, sosyolog, filozof ve iktisat kuram-

cılarının 1930’lardan günümüze yer yer

birbirini izleyen çalışmalarıyla veren

Sonar (7-24); “Sosyolojik Düşüncede

Doğu” başlıklı bölümde Bernier gibi

şarkiyatçıların yanı sıra Montesqieu,

Condorcet, A. Smith, Ferguson, He-

gel, Saint-Simon ve Comte’un düşün-

celerini özetleyerek (25-45), “Karl

Marx’ta Doğu Toplumları” başlıklı

üçüncü bölümde (s. 46-117) Marx’ın

yaklaşımını, “Max Weber’de Doğu

Toplumları” başlığı altında (s. 118-230)

Weber’in düşüncelerini ayrıntılı olarak

tartıştıktan sonra, Karşılaştırma (s.

231-246) ve Sonuç (247-251) bölüm-

lerinde ikisinin ayrılan ve örtüşen yön-

lerini ortaya koyar. Yöntembilimsel ba-

kımdan oldukça titiz davranan Sonar,

görüldüğü kadarıyla, içerik yönünden

de tartışmanın hiçbir yönünü atla-

maksızın kapsamlı bir çalışma ger-

çekleştirir.

DO�U TOPLUMLARITAR�HSEL �LERLEMEN�NDI�INDA MI?Her iki düşünürün de “Doğu top-

lumlarına dair çözümlemelerini mo-

dern toplumları anlamlandırma” ça-

basının “bir parçası” olarak gören

Lütfi Sonar, Marx’ı incelerken onun

hemen bütün yapıtlarında ATÜT

(Asya Tipi Üretim Tarzı) üstüne sap-

tamalarına ve Marksistlerin bu konu-

daki tartışmalarına yaslanarak şu çı-

karsamada bulunur:

Marx, gerek modern toplumu (ka-

pitalizmi) açıklamada, gerekse o günün

Avrupa’sının güncel sorunlarını de-

ğerlendirmede “Doğu toplumlarını

araçsal biçimde” kullanır (s. 53). Bu

noktada o, Hegel’in “bir şeyin gerçek

anlamda ancak karşıtı tanımlanarak”

gösterilebileceği düşüncesinden ha-

reket eder (s. 55). New York Daily Tri-

bune’de yayımlanmış yazılardan olu-

şan “Doğu Sorunu [Türkiye]” (Marx

ve Engels, çev.: Yurdakul Fincancı, Sol

Y., Mart 1977) kitabı da bu görüşü doğ-

rular niteliktedir. Marx, gözlemleri

sırasında Doğu toplumlarının dura-

ğanlık, dahası değişmezlik içeren ya-

pısal bütünlük taşıdığını fark eder.

Bu yapının temel özelliği, kapalı eko-

nomide kendine yeter üretimle sınır-

lı toplumun artıdeğerine vergi/rant

ile devletin el koyması, böylece değiş-

me olasılığının bir de devlet denetimi

ve zoruyla engellenmesidir. Böylece,

buradaki “aşkın devlet” belirlemesi,

Doğu toplumları söz konusu oldu-

ğunda Marx’ın kendi kuramının temel

argümanını, “altyapının üstyapıyı be-

lirleme” yeteneğini tersine döndür-

mesiyle, bir üstyapı kurumu olan dev-

letin ekonomiyi biçimlendirmesiyle

sonuçlanmaktadır (s. 67). Melotti’ye

dayanarak vardığı bu yargıyla Sonar,

Marksizmin evrensellik savının bizzat

Marx tarafından çürütülmeye yüz tut-

tuğunu öne sürmüş olmaktadır.

Gerçek şu ki, ATÜT konusunda

gerek Marx’ın kendi belirlemeleri,

gerekse başta Lenin ve Plehanov ol-

mak üzere birçok Marksistin değer-

lendirmelerinde ekonomi öncelik ta-

şır (Asya Tipi Üretim Tarzı, çev.: İrvem

Keskinoğlu, Ant Y. 1970). Temel üre-

tim aracı olan toprak üzerinde üreti-

min binyıllardır öküz ve karasabanla

yapılıyor olması, artıdeğerin yeni üre-

tim araçlarının geliştirilmesine elve-

recek büyüklükten yoksun oluşu, in-

sanın doğa üzerindeki egemenliğinin

sınırlı kalışına yol açmış, bu da üre-

timdeki alışkanlıkların toplumsal alış-

kanlıklarla büsbütün katılaşması so-

nucunu vermiştir. Din ve devletin ör-

tüşük bütünselliği, üretim yaşamındaki

değişmezlikle bir kilit oluşturarak üre-

tici güçlerin gelişimini engellemiştir.

Doğu’da din, devlet ve ekonominin ta-

rih içinde birbirine geçerek çakışık ya-

pılanması durağanlığın temel nedeni-

dir. Nitekim döngüselliği aşamayan ve

yönetim değişikliğinin ötesine geçe-

meyen Doğu’nun bu gerçekliği İbni

Haldun’ca da saptanmıştır: Uygarlık-

lar; doğar, büyür ve ölür; dönüşüp iler-

leme yoktur. Son çalışmalar, Sümer-

lerden beri süregelen çakışık yapının

temel olarak İslâmiyet’e de yansıyıp ko-

runduğunu göstermektedir. Zaten tan-

rı, devlet ve mülkiyetin Sultan’da tek-

leşmesi, yazarın çizelgesinde de (s. 89)

apaçık bellidir.

Marksist çerçeveden bakıldığın-

da, altyapı ve üstyapı arasındaki diya-

lektiğin bu yapılarda birbirine sıkı ba-

ğımlılığı pekiştirerek sürdüğü ve bir-

birine değişim için hiç de kolay izin ver-

mediği ise gerçeğin bir başka yönüdür.

Bu değişimin gerçekleşmesi ve daha

sonra şu ya da bu ölçüde hızlanması ise

dış etkenlerle olanaklıdır.

Çağımızda Doğu’nun değişimini

kapitalizm sağlıyor. Marx ve Engels’e

göre, kapitalizmin azgelişmiş toplum-

sal yapılardaki yıkımı tarihsel ilerle-

menin zorunlu sonucudur (s. 106-

111). Bununla birlikte, Sonar’ın da

anımsattığı gibi (s. 62), Paris Komünü

sonrasında devrim dalgasının Batı’dan

Doğu’ya kaymakta olduğunu düşün-

meye başlayan Marx, Rusya’yı dikkatle

incelemeye yönelir. ATÜT’ten çıkış ko-

nusunda bir dış etken olarak sosyaliz-

min önemine ve yapıcı rolüne değinir;

özellikle köy topluluklarındaki ko-

münal mülkiyetin modern sosyalizm

için bir temel oluşturabileceğini var-

sayar, bunu da Kapital’in Rusça bası-

mına Önsöz’de vurgular. Ne ki Marx’ın

bu vargısını şaşırtıcı biçimde kendisi-

ni inkâra vardığını düşünenler yok

değildir. Çünkü böylece Marx tarihsel

ilerlemenin tek çizgili olduğu düşün-

cesini aşmakla kalmıyor, “Doğu’da

toprağın özel mülkiyetinin en güçlü

arzu olduğu” yönündeki eski vargısı-

nı da terk ediyordu.

MAX WEBER’DE DO�U VE D�N Sonar, kitabında Weber’in düşüncesi-

ni daha kapsamlı ele alarak, meseleyi

kültürel gelişme ve uygarlık aşamala-

rı düzeyinde tartıştığını, tarihsel iler-

lemeyi “akılcılaşma” süreci olarak ta-

nımladığını gösterir (s. 132). Weber’e

göre İslâmiyet’in akılcılaşmayı engel-

leyen bir din oluşu, toplumsal ve siya-

si yapıları biçimleyerek toplumu du-

rağanlığa hapsetmesi gerçeğinin altı-

nı çizer. Her ne kadar (daha sonraki bir

yazıda ele almayı düşündüğümüz,

“Türk Weber’i” olarak adlandırılan)

Sabri F. Ülgener, toplumbilim okulu

olarak onun yöntemini izliyorsa da, İs-

lâmiyet’i tutuculuğun kaynağı olarak

gösterdiği için üstadı Weber’i ağır

eleştiriye uğratır (s. 135-137).

Weber, Doğu’da hukuk kuralları-

nın bulunmadığını belirtir, “kadı ada-

leti”nin kişisel takdir yönünün ağır bas-

tığını vurgular, Doğu’da mülkiyetin gü-

vencesiz olduğunu, mülkiyetin İslâmi

vakıflarda hareketsizliğe ve geriliğe yol

açtığını öne sürer. Toplumsal alışkan-

lıkları geleneksel eylemci tutumun

belirlemesinden ötürü akılcı ve yara-

tıcı eylemin ortaya çıkıp gelişemediğini

savunan Weber, Marx’a karşıt bir yak-

laşım açısıyla ele aldığı halde, Doğu

toplumlarının durağanlığı konusunda

aynı sonuca varır.

Lütfi Sonar, bu çok önemli çalış-

masıyla, yalnızca Marx ve Weber kar-

şıtlığı üstüne okuru bilgilendirmekle

kalmıyor, yaratıcı girişimiyle, küresel

kapitalizmin saldırganlığının tarihsel te-

mellerini ve Batı karşısında Doğu

toplumlarının konumunu tartışmanın

güncelliğini anımsatıyor, emperyaliz-

me karşı mücadelenin ertelenemez, da-

hası ivedi oluşu üstüne Marksistleri ye-

niden düşünmeye kışkırtıyor.

SEYY�T NEZ�R

Kapitalizmin savunucusu Weber’le kar��t� Marx aras�nda iki modern s�n�f�n, burjuvazi ile proletaryan�n kuramsaldüzeyde çarp��mas�, Do�u’nun tan�mlanmas�nda, tam da Hegelci anlamda bir üçüncü seçenekte bulu�uyor: Bat�

kapitalizmi, küreselle�mesinin önündeki Do�u engelini y�karak ilerlemenin de önünü açmal�d�r

ARAKABLO

Emperyalizme karşı mücadeleningüncelliği ve Doğu sorunu

Karl Marx

Max Weber

SEYYİT NEZİ[email protected]

Page 16: KITAP Aydınlık · Aydınlık Kitap geçen sayıda “Yaratıcı Yazarlık Atölyeleri”ni tar-tışmaya açtı. Kapak dosyasında işlediğimiz bu konu oldukça ilgi görmüşe

7 EYLÜL 2012 CUMA16 Aydınlık KİTAP

Milli Eğitim Bakanlığı’nın 2005 yı-

lında çıkarttığı “Orta Öğretim Türk

Edebiyatı Dersi Öğretim Progra-

mı”nın 2011 yılındaki yeniden dü-

zenlenmiş şeklinin “12. Sınıf Türk

Edebiyatı” bölümünde “İkinci Yeni

Sonrası Toplumcu Şiir (1960-1980)”

başlığı yer almaktadır. Bu başlığın al-

tındaysa ders kitabı yazarları için şu

yönlendirici bilgiler verilir: “1960

sonrasında kendilerini toplumcu

olarak nitelendiren İsmet Özel, Sü-

reyya Berfe, Nihat Behram, Ataol

Behramoğlu, Refik Durbaş gibi şa-

irlerin eserlerinden metinler seçilir.”

Ülkemizdeki gelmiş geçmiş ik-

tidarların kültür ve edebiyat ala-

nındaki tutumları düşünüldüğün-

de tabii ki bu durum sevindiricidir.

Edebiyat programındaki açılımı

mevcut iktidar kendi demokratik

tavrının bir göstergesi olarak sun-

sa da meselenin aslı edebiyatçıla-

rımızın görmezden gelinemez, red-

dedilemez nitelikleri ve edebiyat ta-

rihinin kronolojik akışıyla ilgili-

dir. Ayrıca toplumsal evrimin pa-

yını da görmezden gelemeyiz.

Programda yer verilen Nihat

Behram, adı lise yıllarımızda bel-

leğimize düşmüş bir şairdir. 1970’li

yılların ikinci yarısında özellikle

“Darağacında Üç Fidan”, “Ser

Verip Sır Vermeyen Yiğit” anlatı-

larıyla kalbimize devrimin sıcaklı-

ğını üfürürken devrimci ahlakımı-

zın şekillenmesinde de büyük pay

sahibi oldu.

Nihat Behram’ın ilk şiir kitabı

1972’de yayımlanıyor. “Hayatımız

Üstüne Şiirler” yayımlanmasıyla

birlikte yasaklanıyor ve şairi de as-

keri cezaevine tıkılıyor. Behram iki

yıllık tutukluluktan sonra yarım ka-

lan yüksek öğrenimini tamamlıyor

ve 1975’te Vatan gazetesinde ga-

zeteciliğe başlıyor.

İlk kitabının yayımlandığı

1972’den 2012’ye dek kalemi elin-

den bırakmayan Nihat Behram’ın

şiir başta olmak üzere anlatı, ro-

man, makale, deneme, söyleşi, an-

toloji, çeviri gibi edebiyatın birçok

alanında eseri bulunuyor. Eserle-

rinin toplam sayısı yirmiyi geçiyor.

Fakat onun edebiyat üretimi ki-

taplarıyla sınırlı değildir. Türk ede-

biyatına damga vurmuş “Halkın

Dostları”, “Militan” ve “Güney”

dergilerinin hayat bulmasında da

etkin rol oynadığını biliyoruz. Bü-

tün bunların yanında onun asli

kimliği şairliğidir.

Samimi his, duygulu anlatım,

inançlı duruş ve feda edilmeyen

estetik… Nihat Behram şiirinin mi-

marisi işte bu dört sütun üzerinde

yükselir. Onun şiirinin eşiğinden

adım attığınızda sizi ilk karşılayan sı-

nıf çelişkisinin uğuldayan soluğu

olur. Sınıf çelişkisi, işçi sınıfı ve

burjuvaziye indirgenmiş bir darlık-

tan değil, halk olmakla halkı sö-

müren ve ona hükmeden olmak

biçimindeki tezatlar tablosundan

sunulur. Bu bütünlüklü tablo çar-

pıcılığıyla belleğinize kazındığı gibi

dokunaklı görüntüsüyle de içinizi

sızlatır.

Nihat Behram’ın şiirini mima-

ri bir yapıyla eş tutarsak bu yapının

dış duvarları bin bir çiçeğin renk-

leri ve kuş seslerinin resimleriyle

bezenmiştir. Kemerlerinde ve ben-

zer muhtelif nişlerinde halk dey-

işlerinin hat sanatının inceliğiyle iş-

lenmiş sureti görülür. İç mekân-

larda ise devrim ülküsünün telaş-

lı, hırçın, huysuz çırpınışlarının

yankıları ve yansımaları bütün ben-

liğinizi sarıp sarmalar.

Şehirler ve fabrikalar olduğu

kadar köyler ve tarlalar da onun şi-

irinde yer alır. Sokakların ve cad-

delerin tasviri gibi kırsalın, kırların

tasviri de canlı ve realisttir. Rea-

lizmin incelikle, telaşlı, heyecan ve-

rici bir dille yansıtılmasında ise Ni-

hat Behram tamamen kendine

özgü ve tektir. O duygulu, lirik bir

anlatımdan olduğu kadar söylev

tekniğinden, ajite söylemden, slo-

gan dilinin imkânlarından da ge-

reğince yararlanmasını bilmiştir.

Bütün bunların sonucunda yalın,

anlaşılır, heyecan verici olduğu

kadar okuyucu da estetik bir ya-

şantı da oluşturan seçkin bir şiir

kurmuştur. Enstrümanları yerli ye-

rinde kullanılmış bir orkestrayı

andıran bu şiir okuyucunun içini

sızlatmakla kalmaz, aynı zamanda

öfkesini de biler; vicdanını harekete

geçirir.

Gerçekte toplumcu gerçekçi,

devrimci bir şiirin sahip olması

gereken özellikler de bunlar değil

midir? Bu bakımdan onun şiiri

devrimci şiirin sembolü ve ölçüt-

lerinden biri olmayı hak etmiştir.

Nihat Behram’ın şiiri, devrim

özleminin, devrimci mücadelenin

susmayan sesi olduğu için şairimiz,

12 Eylül döneminde Bakanlar Ku-

rulu kararıyla vatandaşlıktan çı-

karılır. Bundan sonrası 17 yıllık sür-

günlük hayatıdır. Sürgünlük yılla-

rının ilk ürünü “Savrulmuş Bir

Ömrün Günlerinden” olmalıdır.

Bu kitaptaki şiirlerin altında deği-

şik şehirlerin ve ülkelerin adları bu-

lunuyor: 1980-Zürih, 1980-Sevilla,

1981-Milano, 1981-Paris, 1981-

Cenevre, 1981-Atina, 1981-Lu-

zern, 1982- Kalküta, 1982- Bombay,

Kıbrıs ve İtalya…

Şair, 1980 yılında ve Türki-

ye’de iken yazdığı “Gün Oldu…

Yine Bir Şiir” şiirini sanki bu gün-

leri öngörerek yazmıştır:

“Ne ben uslandım o savurganaşklardan

ne de acılar bağrımı dişlemektenusandı..

Minicik bir sevinç uğruna bilenice ezgin duygular yaşadım

oysa..Sabahları kalbimde palazlanan

heyecannice bıçkın, nice hırçın arzular

olarak uğuldadı;sardım, sarındım en narin sı-

caklıkları..Gün oldu sarsılıp yaralandım..Yine dene ben uslandım o savurgan

aşklardanne de acılar bağrımı dişlemekten

usandı.”(Irmak Boylarında TuraçSeslerinde)

Nihat Behram on yedi yıllık sür-

günlük hayatından 1997 yılında

döndü. Toplumsal mücadele için-

deki yerini aldı. Dönüşünden son-

raki Türkiye ortamının değerler de-

ğişimini “Şiir bitti!” sözüyle imge-

lese de bunu ironik biçimde yine

şiir aracılığıyla yaptı. “Ayaklan-

maya Çağrı” adlı işte o şiirden bir

bölüm:

“Şiir bitti! Tozlandı hançeresi sez-ginin

Susan da ikiyüzlü konuşan daİhanetin sinmediği giz unutulduYalan doruklarda çığırtkan…Şiir bitti! Dindi rüzgârı tükenmez

gücünAğıtlar yetim, türküler öksüzZalim yaradana pervasız, maz-

lum ölümüne çaresiz..Şiir bitti! Soğudu tez canlı yüre-

ğin yanardağıNe dövüşün külhanı kaldı ne se-

vişmeninSuskunluk kanıksandı, kabalık

azgınNe Dadal’a sadık halk ne Ka-

racaoğlan’aSokakta sabrın tiryakisi ruhsuz

bir kalabalık..Tek umut ki- yaşam bitti deme-

ye varmıyor dilim-O da çocukların sesi..İsyan edin isyan edin isyan edin!

Nihat Behram’�n ad� lise y�llar�m�zda belle�imizde yer etti. 1970’li y�llar�n ikinci yar�s�ndaözellikle “Dara�ac�nda Üç Fidan”, “Ser Verip S�r Vermeyen Yi�it” anlat�lar�yla kalbimize

devrimin s�cakl���n� üfürürken devrimci ahlak�m�z�n �ekillenmesinde de büyük pay sahibioldu... Bütün bunlar�n yan�nda onun asli kimli�i �airli�idir.

Fırtınayla borayla denenmiş şair:Nihat Behram

CAFER YILDIRIM [email protected]

Nihat Behram

Page 17: KITAP Aydınlık · Aydınlık Kitap geçen sayıda “Yaratıcı Yazarlık Atölyeleri”ni tar-tışmaya açtı. Kapak dosyasında işlediğimiz bu konu oldukça ilgi görmüşe

7 EYLÜL 2012 CUMA 17Aydınlık KİTAP

“MAH”INI YERDE BULAN ŞAİRLER…

Günümüzde, yolunu Yunus Emre’nin yoluna ba�layan, “Yunus” veya “Emre”yi kendisine mahlasseçen halk ozan� ve �air yok. Ama bütün halk ozan� ve �airlerimizin kendilerini Yunus’un soyundan

sayd�klar�na da ku�ku yok

Çağdan çağa, ozandan ozanaözü hep aynı kalan imge

MECİT ÜNAL

“Ben Ay’ımı yerde gördüm, ne isterim gök-

yüzünde?

Benim yüzüm yerde gerek, bana rahmet

yerden yağar.”

Abdülbaki Gölpınarlı, “Yunus Emre-Hayatı

ve Bütün Şiirleri” adlı kitabının önsözünde,

ozanın bu beyitini anarak, onun, 13-14. yüz-

yıllarda “Anadolu’da kurulacak dinî-tasav-

vufî ve lâ dinî Türk halk edebiyatının tü-

kenmez, bulunmaz coşkun ve tek kaynağı”

olduğunu yazdıktan sonra “Yunuslar ve Yu-

nus Emre’nin Yolunda Gidenler” ara baş-

lığı altında, “Adettir”, diye devam ediyor;

“bir büyüğün yetiştiği andan itibâren, onu

büyük tanıyanlar, çocuklarına onun adını ve-

rirler ve bu, o kişinin büyüklüğüne göl-

ge düşmedikçe sürer gider. O büyük,

şairse, şairler, onun mahlasını al-

makla hem ona hürmet göstermiş

olurlar, hem onun adından faydala-

nırlar, onun kemâline ulaşmaya ça-

lışırlar; din bakımından da ululuğu

varsa manevi feyzinden feyiz umar-

lar.” (Yunus Emre-Hayatı ve Bütün

Şiirleri, Altın Kitaplar Yayınevi,

1981, sf. 37-38).

HALK EDEB�YATIMIZDA ENÇOK KULLANILAN MAHLAS

Gerçekten de, halk edebiyatımızda, şiirle-

rini Yunus Emre’nin, Pir Sultan Abdal’ın,

Aşık Ömer’in, Aşık Kerem’in, Karacaoğ-

lan’ın mahlasını kullanarak tapşıran çok ozan

vardır. Bu saptamayı “Abdal” mahlaslı

ozanlar için de yapabiliriz. Yrd. Doç. Dr. Do-

ğan Kaya, 2002’de Âşık Veysel Kültür Der-

neği’nin düzenlediği “Halk Kültürümüzde

Sivas’ın Yeri Sempozyumu”nda sunduğu

“Cönklerden Gün Işığına: Abdal Mahlaslı

Halk Şairleri” başlıklı tebliğinde isim isim

29 Abdal saptamıştı. Sanırım, halk edebi-

yatımızda en çok kullanılan mahlas da Ab-

dal’dır; yani, bedel ödeyen…

YEN� B�R HALK ���R TÜRÜ:ZEMAH�ER

Geleneğin bugün de sürdüğünü gösteren bir

örnek de var elimizde. Aslından bin yıl son-

ra “Zemahşerî” mahlasıyla dinî-tasavvufi şi-

irler söyleyen Tokatlı halk ozanı Osman Öz-

tunç. Öztunç, mahlasını ad olarak verdiği,

bir de, halk edebiyatımızda bugüne dek ör-

neğine rastlanmayan bir halk şiir türü oluş-

turmuş: En az üç ve daha fazla şiirin kendi

kalıplarını koruyarak bir araya getirildiği

“ZeMahşer”!

Asıl Zemahşerî ise, daha çok “Keşşaf”

ve “Mukaddimet-ül-edeb” adlı Arapça-

Türkçe sözlüğüyle tanınan 12. yüzyıl dil, ede-

biyat, tefsir ve kelamcılarından Ebû'l-Kâsım

Mahmud İbn Ömer ez-Zemahşerî el-Ha-

rezmî’dir. Zemahşerî, Harezm’de, Ze-

mahşer kasabasında doğmuş, “Mukaddimet-

ül-edeb”i, Arapça öğrenmek isteyenler için

Harezm Türkçesiyle kaleme almış ve Ha-

rezm şahı Ebul-Muzaffer Atsız’a sunmuş-

tur. Kısaca “Keşşâf” olarak tanınan Kur’an

tefsiri ise, Zemahşerî’nin kitapta Mu’tezile

mezhebine mensup bulunduğu ve bu mez-

hebi onaylayan, insanın, kendi eylemlerinin

yaratıcısı olduğu, Allah’ın ahrette de in-

sanlara görünmeyeceği türünden açıkla-

malar yaptığı için yoğun eleştirilere uğramış,

aleyhinde pek çok şerh, haşiye, ta'lîka ve red-

diye yazılmıştır.

MOLLA KASIM’IN YOK ETT������RLER

“Ancak,” diyor Gölpınarlı, “şairlerin aynı

mahlası almaları, asıl büyük olan şairin, son-

radan divanını yazanları pek büyük bir

yanlışa sevkeder. Dile, edâya dikkat etme-

yen, şüpheyi nefyeden müstensih, divan

tam olsun, öbür divanlardan daha mü-

kemmel bir divan meydana gelsin gayretiyle

aynı mahlası taşıyan şiirlerin hepsini, nerde

bulursa alır, divanı aklınca tekmil

eder.”(Age., sf. 38).

Gölpınarlı, bu konuda örnekler de ve-

riyor. Bunlardan biri, bir efsaneye dönüşmüş

olarak varlığını sürdüre gelen “Molla Ka-

sım”la ilgili olan,

“Derviş Yunus bu sözü eğri büğrü söy-

leme

Seni sigaya çeker bir Molla Kasım ge-

lür” beyiti.

Gölpınarlı, bu efsanenin, Yunus Em-

re’nin “İşbu vücut şehrine hem dem giresim

gelür/İçindeki sultanın yüzün göresim gelür”

matlalı şiirine nazire yazan Kasım adlı bir şai-

rin şiirinden kaynaklandığını belirtiyor.

Eski yazmalarda bulunmayan bu şiir Yu-

nus’un sanılmış ve bu meşhur efsane uydu-

rulmuştur.

Ozanla ilgili bir başka efsane de, Said

Emre’nin bir şiirindeki “Et ü deri göründüm

geldim size göründüm” dizesinin “Ete ke-

miğe büründüm/Yunus diye göründüm” bi-

çimine sokulmasıdır. Yunus Emre’nin, Mev-

lânâ’nın “Mesnevi”sine yönelik bir eleştiri-

si olarak yayılan bu efsane gibi hayatı ve şi-

irleri etrafında yaratılan başka birçok efsa-

ne daha vardır.

HALK EDEB�YATIMIZDAK� YUNUSVE YUNUS’LAR

Gölpınarlı, “Derviş Yunus”, “Aşık Yunus”

mahlaslı şiirleri Yunus’un saymamak, dil ve

üslup bakımından incelemek gerektiği gö-

rüşündedir. Bu şiirlerin, Yunus’un yolundan

giden veya onun etkisindeki Said Emre, Eş-

refoğlu, Himmet, Muhyi, İsmail Emre,

Şeyhoğlu Satu, Ummi Sinan, Niyâzî-i Mıs-

rî, Sinan Ümmî gibi önemli şairlere ait ol-

ması, bir bakıma doğal karşılanması gere-

ken bir durumdur. Hakkında türlü efsane-

ler yaratan halk muhayyilesinin Molla Ka-

sım’ın “yok ettiği” şiirlerinin yerine başka şa-

irlerin şiirlerini koyması, Yunus’un, birçok

şairi kanatlarının altına alabilecek kadar bü-

yük bir ozan oluşunun da bir sonucu sayıl-

malıdır!

“MAH”INI YERDE BULAN �A�RLER

Günümüzde, yolunu doğrudan Yunus Em-

re’nin yoluna bağlayan, “Yunus” veya

“Emre”yi kendisine mahlas seçen halk oza-

nı ve şair yok. Ama bütün halk ozanı ve şa-

irlerimizin kendilerini Yunus’un soyundan

saydıklarına da kuşku yok.

“boş ver yunus y/el bildiğini okusun

serin bir delta sessizliğiyle yıka yüzünü

dilin saydam düzleminde yakılan bir

ateşten atlayıp, izlerine basa basa harflerin,

bulmalısın özneyi”, diyen adaşı Yunus Ya-

şar’ın da onlardan biri olduğuna kuşku

yok.

Yunus Yaşar da tıpkı Yunus gibi, “ma-

hını (ay) yerde gören”lerden. Zamanında işçi

sınıfı içinde, onun sedikal örgütlerinde ça-

lışmış emekçi bir şairdir. Hem de, hem şii-

rin hem hayatın emekçilerinden.

Makine teknikeri. Gazeteci. Dergici.

1978’de DİSK’e bağlı Toprak ve Tarım İş-

çileri Sendikası’nın Antalya şube başkanı,

daha sonra da Akdeniz bölge yöneticile-

rinden. Bu nedenle 12 Eylül’de tutuklanıp

DİSK davasında yargılandı.

Yunus Yaşar, 1969 yılından beri de

edebiyatın içinde, Koca Yunus’un da aradığı

“özne”yi arayanlardan. “Sana Bir Şiir Yaz-

dım”, “Ekin Kokan Ellerin”, “Umut Yük-

lü Kağnılar”, “Beni Tanımalısın”, “Çok

Sesli Ağıtlar”, “Aşkları da Yakarlarsa Bir

Gün”, “Düşe Kurulu Zemberek”, “Suluboya

Zamanlar”, “özne” arayışını sürdürdüğü şiir

kitaplarından bazıları.

“Suluboya Zamanlar”dan buraya ilk

dörtlüğünü aktardığım şiirdeki arı duru

söyleyişin Yunus Emre şiirinin soyundan gel-

mediğini kim söyleyebilir? Ya da aynı şiir-

den şu dizelerin?:

“boş ver yunus, gözlerinde seyriyen

uzakları sen yine yakın bil

çiçeği burnunda bir kiraz dalından sa-

lıver içindeki yağmuru

‘bir milim daha boy atsın’ boynunu

bükmüş çiçek

Suyun tenine çizdiğin en güzel nakıştır

ömür”.

Yunus Yaşar gibi böyle çok şairi var Ak-

deniz’in, Antalya’nın. Torosların havasından

olmalı, hepsinin de sesi kendine özgü, arı-

duru. Salih Mercanoğlu, Mesut Adnan,

Şerif Erginbay, Hasan Şişli ve Şehname’yi

11’li heceyle –kendisi çeviri dese de aslında

yeni bir örneğini yazan- Ahmet Turan

Kul… Ben bu kitabın yazılış sürecini bi-

lenlerdenim. Şiirlerin ilk örneklerini bizzat

Hoca’nın sesinden dinledim, bilgisayar çık-

tılarından okudum. Ahmet Turan Kul’un

“Efendim Dedi Fehmi Bey” ile “Zarf ile

Mazruf ille Karanfil” adlı kitaplarından da

daha önce Aydınlık Dergi’de söz etmiştim.

Ancak, henüz Şehname üzerine yazmadım.

ÇA�DAN ÇA�A, OZANDAN OZANAHEP AYNI �MGE

Sözün tam burasında “sözü fazla uzatıp öz-

neyi unutma!” diye bir not düşmüşüm…

Özne, evet! Çağdan çağa, ozandan oza-

na biçimi değişmekle birlikte özü aynı ka-

lan, her ozanın kendi sesi, kendi soluğuyla

aradığı o ortak imge:

“şelaleden yelin savurduğu serin ser-

pintiler gibi

çıkmalısın önce saklandığın içinden

acının dili ortaksa eğer, yakmalısın za-

manı

nerden gelip nereye gittiğini unutmalı

ateş.

“boş ver yunus, y/el bildiğini yazsın

henüz varamadığın bir dizede uyuyor aşk

ve şiir

günün suskun yerinde ‘kaşınan bir ya-

radır’…”

Yunus Yaşar’ın yayımlanan son kitabı,

tutukluluk günlerini de anlattığı bir anı ro-

man: “Fotoğraf Aralığından”.

MEC�T ÜNAL

K�TAPDANK�TAPDANK�TAPDANK�TAPDANK�TAPDANGecekuşu Kornelius, Dezso Kosztolanyi, Pinhan Yayıncılık, Temmuz 2012

İstanbul; Bostan- Gülistan, Sadî Şirâzî, çev. Hicabi Kırlangıç, Kapı Yayınları, Ha-

ziran 2012 İstanbul; Zerdüşt’ün Sırrı, Osman Balcıgil, Destek Yayınevi, Temmuz

2012 İstanbul; Kerime, Bahadır Yenişehirlioğlu, Everest Yayınları, Ağustos 2012

İstanbul; Fotoğraf Aralığından, Yunus Yaşar, Gelişim Sanat Yayınları, Şubat 2012

Konya, Susulacak Zaman Mı, Taylan Özbay, İlkim Ozan Yayınları, Aralık 2011,

Antalya; El-Mustafa Gül ve Diken, Turan Küçükkaya, Yayın B, 2010 İstanbul;

Tapınak Duaları, S. Fehmi Katırcıoğlu, Ardıç Yayınları, Mayıs 2011 Ankara.

Page 18: KITAP Aydınlık · Aydınlık Kitap geçen sayıda “Yaratıcı Yazarlık Atölyeleri”ni tar-tışmaya açtı. Kapak dosyasında işlediğimiz bu konu oldukça ilgi görmüşe

7 EYLÜL 2012 CUMA18 Aydınlık KİTAP YENİ ÇIKANLAR

Kap�daki Dü�man

Dünyayı yaşanmaz bir hale getiren bü-

tün iktidar odaklarına, ırkçılığa, vahşi ka-

pitalizme, ataerkil hegemoniye acıma-

sız bir şekilde saldırırken, anlatış şekliyle

de sarsıcı ve aykırı bir dil yaratıyor.

Amerika’nın vahşi tarihiyle, Kızılderili-

ler’e, Vietnamlılar’a, siyahlara, eşcin-

sellere ve diğerlerine uygulanan şiddetle

en korkusuzca yüzleşen Amerikalı ya-

zarlardan biri olan Burroughs tarihi ve

geleceği bir daha düşünmenizi sağlaya-

cak. Uç noktaya taşığı durumlardan

iğneleyici bir ironi ve absürdlüğe ula-

şırken, sahihliği ile de insanın ruhuna do-

kunabilen bir roman bu. Ölüm, uyuş-

turucular, sinir gazı yüklü trenler, para-

noid kurgular, fantastik savaş senaryo-

ları, halüsinasyonlar, geçmişin vahşeti ve

geleceğin bilimkurgu dünyası arasında

dünyanın ahvalini önemseyen ama bunu

bilmiş bir tonla ifade etmeyen “angaje”

bir yazarın sesini duymak mümkün.

Yok Edici

Dünyanın en büyük süt üreticilerin-

den biri olan Türkiye’nin, peynir

dünyasına sunacak çok şeyi var.

Oysa yüzlerce çeşit Türk peyni-

rinin birçoğu Anadolu’nun kırsal

mutfaklarında gizli kaldı...

Türkiye’nin Peynirleri bilinen ve

bilinmeyen Türk peynirlerini gele-

neksel üretim yöntemleriyle birlikte

bölge bölge anlatarak, peynirin Türk

ve dünya yemek kültürü içindeki

yeri ve tarihi hakkında ilgi çekici

bilgiler sunuyor.

Peynir yapımına dair otantik hi-

kâyeler, yemek tarifleri, kaliteli pey-

nirin ayırt edilmesi ve satın alınma-

sı gibi renkli konular bu peynir yol-

culuğunu sizin için daha da keyifli kı-

lacak...

Türkiye’nin Peynirleri

John Perry şiddet dolu bir evrende ni-

hayet huzura kavuşmuş olup insanlı-

ğın pek çok kolonisinden birinde eşi ve

kızıyla beraber yaşamaktadır. Güzel bir

yaşantısı olmasına rağmen daima bir

şeyin eksikliğini çekmektedir. John ile

Jane’den yeni bir koloni dünyasını

yönetmeleri istendiğinde John evreni

bir kez daha keşfetme fırsatına balık-

lama dalar. Fakat Perry kısa zamanda

hiçbir şeyin göründüğü gibi olmadığını

öğrenir. O ve yeni kolonisi, insanlığın

Koloni Birliği ile tüm insan yayılımı-

na yasak getirmiş durdurulamaz bir

uzaylı ittifakı arasında oynanan bir sa-

vaş ve diplomasi oyunundaki birer pi-

yondan ibarettir. Uzayda bu çekişme

yaşanırken Perry de ölümcül sırlarını

henüz belli etmemiş bir gezegendeki

korku dolu kolonicilerini hem tanıdık

hem de yabancı tehlikelere karşı ko-

rumaya çalışır.

Son Koloni

Roman küçük yaşta öksüz kalan Moskova

Çestnova’nın etrafında dönüyor. Hayatı

keşfetmeye çalışan, içi içine sığmayan

Moskova meslekten mesleğe ve bir ro-

mantik ilişkiden diğerine geçerken hem

değişik tecrübeler yaşıyor hem de ilginç

karakterlerle karşılaşıyor. Moskova’nın ya-

şadıkları ve tanıştığı kişiler üzerinden, in-

san ruhunu amansız bir savaş meydanı-

na çeviren karşıt güçleri de ustalıkla be-

timliyor Platonov: Birilerine, bir şeylere

bağlanma ihtiyacı ve bu bağlılıktan du-

yulan korku, mantık ve duygular; top-

lumsal benlik ve bireysel benlik, bir şey-

ler yapma arzusu ve bu arzuyu öldüren na-

filelik hissi... “Mutlu Moskova” Stalin dö-

nemindeki idealist propagandalara kar-

şılık toplumsal gerçekliği gözler önüne se-

ren, insana dair ebedi ve ezeli meselele-

ri kurcalayarak varoluşu sorgulayan, her

cümlesi yazarın özgün zihninin ve kale-

minin damgasını taşıyan bir roman.

Mutlu Moskova

Resmi kaynaklar Adolf Hitler’in sa-

vaşta mağlup olmasının kesinleş-

mesiyle intihar ederek öldüğünü

yazmaktadır fakat bir iddia ölen ki-

şinin Hitler olmadığıdır. CIA’nın

öncüsü Amerikan İstihbarat örgü-

tü OSS (Office of Strategic Servi-

ces) ve FBI arşivlerinde Hitler’in

önce İspanya’ya, ardından Arjan-

tin’e kaçtığı belirtilmektedir. Bu

iddiayı destekleyen çevreler Adolf

Hitler’in “Son Taburu” ile birlikte

kayıplara karıştığını söylemekte-

dir. Aynı çevreler Hitler’in 1962 yı-

lına kadar yaşadığını ve 73 yaşın-

dayken Arjantin’de öldüğünü iddia

etmektedir. Daha büyük bir iddia

Şili’li yazar Miguel Serran’dan gel-

miştir. Buna göre Adolf Hitler Hint

tanrısı Vişnu’nun yeniden beden-

lenmesi şeklinde Mesih olarak dün-

yaya gelmiştir.

Mesih Hitler

Edebiyatımızın usta öykücüsü Cemil

Kavukçu, öyküseverlerin yakından

tanıdığı ve tutkuyla izlediği kocaman

bir öykü dünyası yarattı.

Öykücülüğümüze, daha önce hiç

ele alınmamış yepyeni tipler kattı.

Taşralı genç erkeklerin dünyasını,

olanca yalınlık ve gerçekliği ile anla-

tırken, insanın kendisi için yarattığı

katı evreni tüm içtenliği ile tasvir etti.

Aynadaki Zaman, yazarın, kendi öykü

evrenini zenginleştirme kararının bir

ürünü.

Kavukçu bir yandan alıştığımız

çevreleri; denizi, denizcileri, kasaba-

yı, yapayalnız kent insanını ele alırken

bir yandan da gerçekdışına, fanteziye,

kelimenin tam anlamıyla “alacaka-

ranlığa” yöneliyor bu kitabında. Okur-

ların, gittikçe büyüyen ve zenginleşen

bu olağanüstü öykü dünyasından nice

hazlar derlemeleri dileğiyle...

Aynadaki Zaman

Beatrice Prior’ın Chicago’sunda top-

lum, her biri belli bir erdemi yaşat-

maya adanmış beş topluluğa bölün-

müş durumda.

Dürüstlük, Fedakarlık, Cesur-

luk, Dostluk ve Bilgelik. Her yıl,

belli bir günde bütün on altı yaşın-

dakiler, hayatlarının geri kalanında

birlikte yaşayacakları grubu seçmek

zorunda.

Beatrice, hem ailesiyle kalmak,

hem de kendi benliğini bulmak isti-

yor ama ikisini birden seçemez. Bu

nedenle kendisi dahil, herkesi şaşır-

tan bir seçim yapıyor.

Genç yazar Veronica Roth heye-

canlı seçimler, kalp kıran ihanetler,

kan donduran sonuçlar ve beklen-

medik aşklarla dolu karanlık bir ge-

leceği anlatan gerilim serisinin ilk ki-

tabıyla edebiyat sahnesine çıkıyor!

Uyumsuz

Turgut Gürsan, PegasusYay�nlar�, 456 s.

Andrew Wheatcroft, Do�an Kitap,Çev: Ne�enur Domaniç, 364 s.

Habsburglar ile Osmanlıların Avrupa

mücaledesi... 1683’te Osmanlı İmpara-

torluğu ile Habsburg hanedanı 250 yıl-

lık bir iktidar mücadelesinin doruk nok-

tası olan Büyük Viyana Kuşatması’nda

karşı karşıya geldi. İki taraf da ezeli düş-

manlarına duydukları nefretle beslenen

bir kararlılıkla ve Tanrı’nın izniyle zafer

kazanacağından emindi. Viyana önle-

rinde Osmanlıların yenilgisiyle sonuçla-

nan, kıran kırana, müthiş bir mücadele

yaşandı. Andrew Wheatcroft, Kapıdaki

Düşman’da Birinci Dünya Savaşı’nın

sonunda tarihe karışacak bu iki impa-

ratorluğun yüzyıllar boyu süren müca-

delesini, Doğu Avrupa topraklarında,

özellikle II. Viyana Kuşatması’nda do-

ruğa ulaşacak kanlı çarpışmaları ustalıkla

anlatıyor. Yazar, müthiş bir askeri tarih

örneği sunmanın yanı sıra, bu süreçte olu-

şan Türk imgesini, bu imgenin siyasi ko-

şullar altında dönüşümünü işliyor.

Sharon Croxford,�nk�lap Yay�nlar�,

Çev: Didem Gürcan, 128 s.

Veronica Roth, Artemis Yay�nlar�,Çev: U�ur Mehter, 516 s.

(William S. Burroughs, Ayr�nt�Yay�nlar�, 176 s.)

(John Scalzi, �thaki Yay�nlar�,Çev: Cihan Karamanc�, 312 s.)

(Andrey Platonov, Metis Yay�nlar�,Çev: Günay Çetao K�z�l�rmak, 128 s.)

Cemil Kavukçu,Can Yay�nlar�, 96 s.

Page 19: KITAP Aydınlık · Aydınlık Kitap geçen sayıda “Yaratıcı Yazarlık Atölyeleri”ni tar-tışmaya açtı. Kapak dosyasında işlediğimiz bu konu oldukça ilgi görmüşe

7 EYLÜL 2012 CUMA 19Aydınlık KİTAPYENİ ÇIKANLAR

Köle Gemisi - �nsanl�kTarihinde Bir Yolculuk

İncecik ipekli bir gömleğin üstünde siv-

risineklerden bir desen. Hava cehennem

kadar sıcak. Karşıdaki dijital tabloda “46

derece vardır” yazıyor, yanında kırmızı

rujlu sarışın bir kadın gülümsüyor. Plas-

tik yüzü, kolajen dolguları iyice şişmiş,

elastik bir uçan balon gibi olmuş. Zor an-

lar yaşıyordur eminim. Küçücük burun

delikleriyle alsa alsa üç gram oksijen alır.

Başka bir şeye bakmak istiyorum ısrar-

la. Sıcaktan kirpik diplerimde buhar bi-

riktirip kulaklarımdan çıkarıyorum. Tra-

fik,sıcağı belki 50 derece hissettiriyor. Hiç

bilmediğim bir yerdeyim, değişik in-

sanlar, dar bozuk sokaklar. Giderek

eriyorum, zayıflıyorum, sanki kemikle-

rimle kendi suyumda kaynıyorum. Za-

mansız, gerçeküstü imgelerle örülü öy-

küler. Öykülerin asıl mekanı, dil. Ka-

rakterler dilin verdiği coşkuyla evriliyor;

kurgu, akışa göre yön değiştiriyor.

Annem Bir RobotDo�urdu

Halk kendi eliyle bayrağını yaptı ve

astı. İşgal yıllarında İzmirli halkın

elinde Türk bayrağı yoktu. Çünkü

Yunan işgalcileri, tek tek Müslüman

evlerini basıp arama yaptılar ve Türk

bayraklarına el koydular. Bizim Gü-

zelyalı’daki dede evimiz de bu talan-

dan nasibini aldı. Sonra topladıkları

Türk bayraklarını büyük tomarlar ya-

pıp mahalle ortasında ateşe verdiler.

Böylece halkın elinde bayrak kalma-

dı. Ancak 30 Ağustos Büyük Taa-

ruz’dan galip çıkan Türk ordusu, hız-

la İzmir’e doğru yaklaşınca halk ha-

rekete geçti. Analar, kızlarının kırmı-

zı eteklerini bozdular, kırmızı perde-

lerini aşağı indirdiler, kırmızı masa ör-

tülerini kesip doğradılar. Bu kırmızı ku-

maşların ortasına beyaz patiskadan ay

ve yıldız diktiler. Halk, kendi bayrağı-

nı, “halkın bayrağını” yapmış oldu.

9 Eylül’de �zmir’e BayrakÇeken Kahramanlar

Bu kitapta, binlerce yıl nesilden ne-

sile aktarılagelen, “sözlü” olarak ri-

vayet edilmelerine karşın Yahudilik

ve İslam’daki “Yazılı Kitap”ı insan-

lara daha anlaşılır ve yaşanılır kılan

-metin değerlerinin kanoniklikleri

tartışmalı olsa da- Yasa’nın ve Teo-

loji’nin en temel dayanağı olan iki

kaynağı Yahudilerin Talmud’u ve

Müslümaların Hadisleri, Teolog ve

kadim diller uzmanı Mehmet Sait

Toprak tarafından cesaretle ve büyük

bir özgüvenle ele alınıyor. Yazar,

Talmud ve Hadis etrafında örgülenen

anlayışın arka planını metodolojik ve

tarihsel bağlamıyla ve sözlü’den ya-

zılı’ya aktarılması evreleriyle düşü-

nülmesini önerirken aynı zamanda in-

sanlık birikiminin bu muazzam ka-

lıntılarının anlaşılmasına da giz(em)li

bir kapı aralıyor aslında...

Talmud ve Hadis -Kar��la�t�rmal� Bir Ara�t�rma

2004 yılında Yalçın Akdoğan tara-

fından kaleme alınan AK Parti’nin

“yeni muhafazakârlık” başlıklı politik

manifestosunda “Çizgimiz muhafa-

zakârlığın genlerine ve tarihi kodlarına

uygun bir şekilde, siyaset yaptığı coğ-

rafyanın toplumsal ve kültürel gele-

neklerine yaslanmaktır... Devrimci

dönüşümlere karşı tedrici ve doğal sü-

recinde işleyen bir toplumsal dönü-

şümü savunuyoruz” diye yazılmıştı.

“Geleneklere bağlılık ve doğal sü-

reçlere güven...” Mahşerin bu iki at-

lısıyla feminist kadınların hesaplaş-

ması yüzyıllardır sürüyor. Bu kitap-

ta yeni muhafazakârlığa karşı yazılmış

feminist yazılar yer alıyor. Reel İsla-

mist bir düzen altında haklarını ara-

yan İranlı kadınların “bir milyon

imza” risalesini de ilk kez türkçe ola-

rak bu kitapta bulacaksınız.

Nicholas Wocdsworth’ün Akdeniz

üçlemesi Çarklı bir “şehir rehberi”

vaat ediyor: Şehrin geçmişini, gün-

delik hayatın akıp giden temposun-

da arayan bir seyyahın gezi notları,

bakıp geçenden ziyade, durup içine

çeken bir anlatım... Kıyıda köşede

saklı kalmış bir esnaf lokantası, lo-

kantanın gide gele ahbap olunan

garsonu, kalabalık bir kahvede otu-

rurken gözünüze takılan manzaralar,

bir zamanlar şehrin en ünlü yazarının

yaşadığı oysa şimdilerde yıkılmaya

terk edilmiş evin içler acısı hali.

Mayi Kıta, bir Akdenizliye yaraşır sa-

mimiyette, şehri gezerken yanında

rehber kitap değil, bir dost sohbeti ol-

sun isteyenlere... Mayi Kıta, Bir Ak-

deniz Üçlemesinde ilk durak; İsken-

deriye... yolculuk, Venedik ile devam

edip İstanbul’da son bulacak.

Mayi K�ta�skenderiye

Selen için evimizin büyük olması bir avan-

taj olmuştu. Zamanla tekerlekli sandalye-

sini kendisi rahatlıkla kullanmaya başladı.

Yukarı kattaki odasına çıkamamak üzü-

yordu kızımı. Bir gün bana “Yukarıya

çıkmam için yardım eder misin?” diye sor-

du. Bir anda nasıl yardım edebileceğimi dü-

şünemediğim için şaşırmıştım. Bana dö-

nerek, “anne ben yukarıya popobüsle çı-

kacağım. Sen de dizlerimden tutarak bana

destek ver. Merdivenlerden yuvarlanma ris-

kini ortadan kaldırmış olursun.” dediği za-

man bir kez daha hayran olmuştum canım

kızıma ve kıvrak zekâsına. Tekerlekli san-

dalyesinden kaldırarak merdivenlerin ilk

basamağına oturttum. Ellerini arkasında

bulunan bir üst basamağa dayayarak, el-

lerinden aldığı güçle ve benim, dizlerinden

tutarak verdiğim destekle ikinci basama-

ğa oturdu. Basamakları bu yöntemle çı-

karak bitirdiği zaman yukarıdaydık.

Hayat�mdan �kiY�ld�z Kayd�

Altı yüz nüfuslu Virgin River kasabasın-

da çalışacak bir ebe/uzman hemşire ara-

nıyor. Kaliforniya’nın ulu ağaçları ve ışıl ışıl

ırmakları arasında bir fark yaratmak is-

temez miydiniz? Hem de kulübenize kira

ödemeden? Kısa bir süre önce eşini kay-

betmiş olan Melinda Monroe bu ilanı gö-

rür ve Virgin River adındaki bu uzak dağ

kasabasının, yaşadığı gönül yarasından kaç-

mak ve çok sevdiği hemşirelik mesleğine

yeniden tutkuyla bağlanmak için mü-

kemmel bir yer olabileceğine karar verir.

Fakat kasabaya ulaştıktan sonra bir saat

içerisinde bütün umutları yıkılır: Vadedi-

len kulübe çöplükten farksızdır, yollar kor-

kunçtur, kasaba doktoru da yanında bir

hemşire istememektedir. Çok büyük bir

hata yaptığını fark eden Mel, ertesi sabah

kasabadan ayrılmaya karar verir. Fakat

doktorun ön verandasına terk edilen mi-

nik bir bebek bütün planlarını değiştirir...

Virgin River

Nicholas Woodsworth, EverestYay�nlar�, Çev: Asl� Mertan, 150s.

Marcus Rediker, Alfa Yay�nlar�,Çev: Dilek �endil, 476 s.

15. yüzyıl sonu ile 19. yüzyılın sonu

arasında yaklaşık 400 yıl süren Atlantik

köle ticaretinde 12,4 milyon insan köle

gemilerine yüklenip Atlantik üzerin-

den, binlerce kilometreye yayılmış yüz-

lerce teslim noktasına taşındı. Dehşet

yolu boyunca 1,8 milyon insan ölmüş, ce-

setleri güverteden aşağı boca edilerek ge-

milerin peşinden ayrılmayan köpekba-

lıklarına yem olmuştu. Sağ kalan 10,6

milyon kölenin çoğu katil plantasyon dü-

zeninin vahşi ortamına atıldı, orada

akla hayale sığmayan her türlü direnişi

göstermeyi öğreneceklerdi. Atlantik

köle ticaretinin hikâyesi çoğunlukla

plantasyonlar üzerinden anlatılmıştır. Bu

vahşi sisteme katılıncaya kadar olanlar

çok az bilinir. Bu kitapta okuyacakları-

nız yeni bir köle ticareti tarihi. Konuya

farklı bir bakış açısından, köle gemisinin

güvertesinden bakan bir anlatı.

(Ya�ar Aksoy,Etki Yay�nlar�, 104 s.)

(Robyn Carr, Çev: Asl� A�ca,Epsilon Yay�nlar�, 392 s.)

Melida Tüzüno�lu,April Yay�nlar�,192

(Mehmet Sait Toprak, Kabalc�Yay�nevi, 543 s.)

(Handan Koç,Destek Yay�nlar�, 176 s.)

Fehime Özel, Sokak Kitaplar�Yay�nlar�, 384 s.

Muhafazakarl��a Kar��Feminizm

Page 20: KITAP Aydınlık · Aydınlık Kitap geçen sayıda “Yaratıcı Yazarlık Atölyeleri”ni tar-tışmaya açtı. Kapak dosyasında işlediğimiz bu konu oldukça ilgi görmüşe

İstanbul’da Soluksuz Bir Macera

Ne kadar okumayı sevsem de kalın kitap

görünce gözüm korkar, çekinerek elime alı-

rım. “Suç ve Ceza”, “Drina Köprüsü”, “Şi-

bumi” gibi, bitirdikten sonra kendisine

mutlu bir şekilde veda ettiğim kalın ki-

tapların ardından bu korku giderek azal-

sa da, bitecek gibi görünmüyor. Ayla Ha-

cıoğulları’nun “İztanbul – Madalyonun La-

neti” adlı romanına da korkarak başladım

ama sonuç yine pozitif.

Ayla Hacıoğulları, 1975 doğumlu bir

yazar ve bir anne. Hobi olarak sürdürdü-

ğü yazarlığı, çocuklarından aldığı ilhamla

profesyonel alana taşımış. 2003 yılında yaz-

dığı “Yedi Gün Yedi Gece, İstanbul Bir Bil-

mece” adlı çocuk kitabı, 2010 yılında se-

naryolaştırılarak TRT’de dizi halinde ya-

yınlanmış. Metin ve senaryo yazarlığı yap-

maya devam eden Ayla Hacıoğulları, ge-

çen yıl ikinci romanı olan “İztanbul” u yaz-

mış. Kitabın başına Evliya Çelebi’nin “Se-

yahatname” sinden bir alıntı eklemiş:

“Konstantin ve Pozantin halkının gök ve

yer afetlerinden korunmaları için her yet-

kin usta İstanbul’un yirmi yedi yüksek dağı

üzere yirmi yedi rasad tılsım kurdular.” Ve

şimdi tılsımlı İstanbul’un kaderi bir ma-

dalyona, madalyonun kaderi ise üç meraklı

çocuğa bağlı…

Kitap hakkında fikir sahibi olabilmeniz

için genellikle konusunu kısaca anlatmayı

tercih ediyorum, fakat bu kez konusunu an-

latmayıp, sadece kitabın gerçekçi, akıcı ve

tarihe inanılmaz bir yolculuk olduğunu

söylemek istiyorum. Bir de çocukları Harry

Potter’dan sıyırıp almak için çok iyi bir al-

ternatif. Böyle değerli bir kitaba alternatif

demenin yanlış olduğunu biliyorum, ancak

Harry Potter serisi fantastik çocuk edebi-

yatını sırf satış rakamlarıyla ele geçirdiği için,

kendi kitaplarımızı bu tür imparatorlara al-

ternatif olarak görüyoruz. Zaten “çocukları

Harry Potter’dan kurtarmak” deyimi de her

zaman olumlu tepki aldığım bir deyim de-

ğil. İçinde dostluğun, fedakarlığın örnekleri

olduğunu ve kendilerine cesur olmayı öğ-

rettiğini iddia eden çocuk okurlar ya da fan-

tastik edebiyatta çığır açmasa bile kendi

eserlerine, çizimlerine ilham kaynağı ol-

duğunu iddia eden yetişkinler var. Doğru-

dur, hatta çocukların düşünsel yaratıcılık-

larını geliştirdiği bile söylenebilir. Çocuk-

ları başka bir dünya olduğuna ve bu dün-

yada büyülerin, sihirlerin mümkün oldu-

ğuna inandırdığını düşünenlerden de de-

ğilim. Zaman zaman uçabileceğini zanne-

den çocuklara tanık olsak da. Bunların sık

rastlanılmayan psikolojik vakaalar olduğunu

farz edebiliriz, fakat tüm bunlara rağmen

Harry Potter’ın ve liderlik ettiği tüm gerçek-

dışı kahramanların, çocuklarda gereksiz ve

olumsuz bir bağımlılık yarattığını kabul et-

memiz gerekiyor.

Elimdeki kitap ise; size tarih, kültür,

gerçek ve gizem dolu bir macera vaat edi-

yor. Pencerenize bembeyaz bir güvercin ko-

nacak ve sizi Ayasofya’dan Topkapı Sa-

rayı’na, Sultanahmet’ten Adalar’a, Ka-

palıçarşı’dan Beyazıt’a, yüz elli yıllık bir yol-

culuğa çıkaracak. Çocuklarınız güvercinin

kanatlarında uçarken, İstanbul'un meşhur

tarihi yerlerinin bilinmedik yönlerini öğ-

renecek.

Macera, sadece kocaman karanlık ka-

tedrallerde, ıssız köprülerde, yer altında de-

ğildir; macera, görkemli Kapalıçarşı’da, gi-

zemli Ayasofya’da, “Süleyman’ın duasıy-

la ayakta duran şehir”de: İstanbul’dadır.

İyi okumalar diliyoruz.

(İztanbul - Madalyonun Laneti,Ayla Hacıoğulları,

Yapı Kredi Yayınları, 435 s.)

7 EYLÜL 2012 CUMA20 Aydınlık KİTAP ÇOCUKLAR İÇİN

Pencerenize bembeyaz bir güvercin konacak ve siziAyasofya’dan Topkap� Saray�’na, Sultanahmet’ten

Adalar’a, Kapal�çar��’dan Beyaz�t’a, yüz elli y�ll�k birmaceraya götürecek

İREM HALIÇ[email protected]

Avcılar iyice köşeye sıkışmış durumda.

Buffy ve diğer avcı kızlar göz önünde ol-

mamak için ellerinden geleni yapıyor. Ala-

cakaranlık’ın dikkatli gözleri tüm dünyayı

izlerken bu hiç de kolay değil. Faith ve Gi-

les da avcıların yanına sığınıyor. Ve birlik-

te çok eski bir dostlarından, kurtadam

Oz'dan yardım istiyorlar. Avcılar savaşlarını

bu sefer kalabalık şe-

hirlerin sokaklarında

değil, Orta Asya’nın

göbeğinde veriyor...

Ailesini kaybedince huysuz, aksi teyzesi-

nin yanına taşınan Pollyanna Whittier, yeni ta-

nıştığı insanlara babasıyla oynadıkları “sevinme

oyunu”nu öğreterek iyimserliğini herkese bu-

laştırmayı başarır. Sadece onu yanına alan aksi

teyzesinin kabuğunu aşamaz. Pollyanna’nın,

teyzesinin yıllar önce kırılmış kalbine ulaşıp

onunla da sevinme oyunu oynayabilmek için

acaba neler yapması gerekecektir? Her olay-

da olumlu bir yön bulmayı bilen küçük Poll-

yanna’nın dillere destan iyimserliği, artık

adıyla anılıyor. “Pollyannacılık”, şartlar ne olur-

sa olsun sevinilecek bir şeyler bulabilmeyi an-

latıyor. 1913’te yazıldığından beri büyük ilgi gören, defalarca filme çekilen, devam

kitapları yazılan, Amerika’da kurulan “Sevinme Kulüpleri” ile günlük hayata ka-

rışan bu ölümsüz öyküyü Ülkü Tamer’in çevirisiyle sunuyoruz.

Özel Dedektif Saxby Smart - Y�lan�n Gözü ve Di�er Dosyalar

Saxby Smart’la birlikte üç esrarengiz

olayı çözün: Paha biçilmez bir sanat eseri

kaybolur, öldüğü sanılan ünlü bir dolan-

dırıcı tekrar ortaya çıkar ve tuhaf bir rad-

yo ödülü sahtekârlığı yaşanır. Bir öğrenci

ve özel dedektif olan Saxby Smart, yine bir-

birinden karmaşık üç olayın peşinde. Yı-

lanın Gözü, Aynadaki Yabancı, Pencere-

deki Hayalet adlı dosyalarda Saxby, birbi-

rinden gizemli olayları çözerken sizlere de

ipucu veriyor. Bakalım siz bu olayların ya-

nıtlarını bulabilecek misiniz?

“Kitabın içindeki olaylarda sizin de ro-

lünüz var! Heyecanlı ve hızlı bir tempoyla

yazılmış.” Liverpool Echo

Eğlenmek ve heyecan yaşamak isti-

yorsanız işte size birbirinden ilginç dedektif

öyküleri!

(Joss Whedon, NTV Yay�nlar�, çev: ÇetinSoy, çizgi roman, 128 s.)

(Eleanor H. Porter, Yap�Kredi Yay�nlar�, çev:Ülkü Tamer, 288 s.)

(Simon Cheshire, Alt�nÇocuk, çev: Behçet

�lhan, 176 s.)

Buffy Vampir Avc�s� 6 - Geri Çekilme

Hazar Akılbaş ve Sakar Fareler sahile gi-

diyorlar. Bu geziye Hazar ‘iş gezisi’ dese de,

Sakar Fareler ‘tatil’ diyor. Acaba Hazar başarılı

olup, sinirli patronunu memnun edebilecek

mi? Kahramanlarımız konuşan eşek Şer-

bet'le arkadaş olabilecek mi? Tabii ki hayır!

Bildiğiniz gibi Sakar Fa-

reler ortalıktaysa hiçbir

iş yolunda gitmez!

(Sorrel Anderson, �� Bankas� Yay�nlar�,çev: Ay�e Ba�c�, 220 s.)

Sakar Fareler Sahili Kar��t�r�yor

Pollyanna

Page 21: KITAP Aydınlık · Aydınlık Kitap geçen sayıda “Yaratıcı Yazarlık Atölyeleri”ni tar-tışmaya açtı. Kapak dosyasında işlediğimiz bu konu oldukça ilgi görmüşe

Halikarnas Kültür Evi tarihi içinde barın-

dıran şirin yapısı ile kitapseverleri kucak-

lıyor. Denizli’nin en kalabalık yerlerinden

Çınar Meydanı’nda bulunan kültür evi

içerisinde kırtasiye, kitapçı, sahaf, çocuk ki-

tapları ve oyuncaklarından oluşan bölümün

yanı sıra iki katlı kafeteryası bulunmakta.

Denizli de bir benzerinin daha bulunmadığı

kültürevi beş kat içerisinde kitaptan din-

lenme alanına birçok şeyi barındırıyor.

K�TAPÇIDAN KÜLTÜREV�NEHalikarnas Kitapevi 2002 yılında on met-

rekarelik küçük bir sahaf olarak olarak açıl-

dı. Sahaf da küçük gelince 2007 yılında yeni

bir kitabevi hem sahaf hem kitapçı olarak

devam etti.

Halikarnas Kültürevi sahibi Yusuf

Ürem kültürevine geçiş sürecini şu sözlerle

anlatıyor. “Küçük bir sahafla başladık,

ardından kitapçı. Denizli’de bir kültürevi

eksikliği hissettik ve Halikarnas Kültürevini

açmaya karar verdik.” sözleri ile anlattı.

Kültürevinde ilk dikkat çekenler tarihi

eşyalar. Kültür evinin girişinde sergilenen

gramafon, tarihi sandık dikkat çekiyor.

İçeri girildiğinde ise her köşede bulunan ki-

taplara özgü küçük biblolar görülmeye

değer. İkinci kata çıkıldığında ise Eski ki-

tapların arasında oturmak için koyulan

küçük eski halı kaplamalı tabureler küçük

kütüphaneyi andırıyor. Sahafın üstü ise

çocuk bölümü; oyuncaklar ve çocuk kitap-

ları iç içe. Üstte iki kat ise bu yorucu ve eğ-

lenceli dört katın sonunda dinlenmek için

küçük bir kafeterya var. Özellikle çocukla-

ra kitap okumayı sevdirmek için çok güzel

bir ev.

Halikarnas Kültürevi Tüm Denizlileri

kitaplarla buluşmaya davet ediyor.

ANADOLU’DAN KİTABEVİ

Sosyalist gerçekçi eserler kaleme alan ga-

zeteci Reşat Enis’in, “Despot” romanı

1957 yılında ilk baskısını yaptı. Yeni Tür-

kiye’nin insanlarını ve onların sosyal du-

rumunu romanlaştırmış. Roman’ın baş

kahramanı köylü emekçisi ve

daha sonra polis olan Fikret

ile, köyün ağası Despot Da-

vut Ağa’nın serüveni üzerin-

den Türkiye’nin fotoğrafını

çıkarıyor!

KÖY ROMANIRoman köyde başlayıp şe-

hirde bitiyor. Cumhuriyet’i

kuran köylü Fikretler, za-

manla çok şeyin değişmedi-

ğini görüyor. Ağalar yine

ağa ve dospotluklarından

da geri kalmamış! Romandaki Davut Ağa

da işgal yıllarında düşmanla işbirliği yap-

mış, yalanla kendini “kahraman” gös-

termiş ve bir de madalya almış. Bunun iti-

barıyla daha sonra milletvekili olmuş.

1950’li yıllardaki yeni insan tipini taşıyor

üzerinde. Milletvekili olur da boş durur

mu? Haltlar karıştırıyor. Baş-

ta da uyuşturucu kaçakçılığı...

Fikret köyde ağanın yanında

karın tokluğuyla çalışırken

işgale karşı savaşıyor ve mem-

leketi kurtardıktan sonra, Na-

zım Hikmet’in dediği gibi “Sa-

vaştan sonra da Kartal’da

bahçıvan!” Düzen bir anlam-

da aynı düzen. Ağanın yanın-

da karın doymayınca Zongul-

dak’ta maden ocaklarında bu-

lur kahramanımız. O yıllar

ekonomik krizin derinleştiği

yıllardır. Sonra da şehirdeki mücadelesi-

ni görüyoruz. Kahramanımız en son po-

lis oluyor ve suçluların peşinde. Yolları

Davut Ağa’yla burada da kesişiyor. Fikret

onu esrar kaçakçılığı yaparken yakalıyor.

Kitap da burada bitiyor.

EDEB�YATIMIZIN TEMEL TA�I“Despot” yazın tarihimizde ayrı bir yeri

olan Reşat Enis’in önemli eserlerinden bi-

risi. 231 sayfalık kitap, Remzi Kitabevi ta-

rafından basılmış. Bir solukta okunuyor

ve sizi bir anlamda tarih yolculuğuna çı-

karıyor. Reşat Enis 1909 yılında İstanbul

Fatih’te doğar. Üniversite eğitiminden

sonra Vakit, Haber, Cumhuriyet ve Yeni

İstanbul gibi gazetelerde çalışır. Öğret-

menlik de yapar bir ara. Anadolu’ya gi-

der. Adana’da Bugün gazetesini yönetir.

Dönüşü ise İstanbul olur. Tefrika ro-

manlar yazar. Ünlü eserleri: “Ekmek

Kavgamız”, “Ağlayan Duvar”, “Yolgeçen

Hanı”, “Despot”, “Sarı İt”, “Kırmızı İt”.

Nazım Hikmet onun için “Türk edebi-

yatının temel taşı” der. 1970’lerden son-

ra ürün vermez. Bizim Emile Zolamız,

Maksim Gorkimizdir bir anlamda. Üret-

ken yazar Reşat Enis’i 10 Ocak 1984 günü

kaybettik.

Reşat Enis’in “Despot”uReşat Enis’in “Despot”u

7 EYLÜL 2012 CUMA 21Aydınlık KİTAPSAHAF

ERCAN DOLAPÇI

BEHİYE YARAŞCI

Tarih kokan kültüreviHALİKARNAS KİTABEVİ / DENİZLİ

Page 22: KITAP Aydınlık · Aydınlık Kitap geçen sayıda “Yaratıcı Yazarlık Atölyeleri”ni tar-tışmaya açtı. Kapak dosyasında işlediğimiz bu konu oldukça ilgi görmüşe

BULMACA

ALINTI-TEST

Okuyaca��n�z bölümler hangi yazar�n hangi kitab�ndan al�nt�lanm��t�r?

SOLDAN SA�A1. Resimdeki yazar - Esas maddesi gümü� sülfür olan siyah bir

minenin, gümü� bir levhan�n önceden haz�rlanm��bölümlerine kak�lmas�yla gerçekle�tirilen süsleme tekni�i

2. Yass�, bas�k - “... Gündüz Kutbay” (ney üstad�) - EskiTürklerde “totem”e verilen ad - Fas’�n plakas�

3. Kulak iltihab� - Japon çay töreninin düzenleyicisi - Bir i�iyapmak için verilen söz

4. Bir �eyin yaln�z kenar çizgileriyle tek renk olarak belirengörüntüsü - Hemen

5. �ki kulplu antik testi - Üstünde kareler bulunan, kareli6. Burun - Arapça’da “ben” - Cenaze namaz�na ça�r� ezan� - Bir

kan grubu

7. Yunanca’da bir harf - Türk liras� (k�sa) - Üç tekerlekli Almanmotorsikleti

8. Daha çok radyo için haz�rlanm��, genellikle güldürüniteli�inde k�sa oyun - Geçim, geçinme

9. Kimononun üstüne tak�lan, biçimi ve boyutu cinsiyete, ya�a,mevkiye ve bölgeye göre de�i�en, bir dü�ümle birle�tirilengeni� ipek ku�ak - Kurçatovyum’un simgesi - Niyobyum’unsimgesi

10. �stanbul’da bir semt - Radyum’un simgesi - �slam inan���nagöre gö�ün en yüksek kat�

11. �lkel benlik - Meslek bilgisini art�rmak için adaylar�n yapt���çal��ma - Bir damla gözya��

12. Bir ay ad� - Albert Camus’nun bir oyunu

13. Favori - Büyük ve süslü çad�r, ota� - Gözde aç�k kestanerengi

14. Çal�m, caka - Toryum’un simgesi - Hastal�k an�nda gelentitreme - Motor güç birimi

15. Resimdeki yazar�n bir eseri - Oltan�n ba�land��� nayloniplik

YUKARIDAN A�A�IYA1. Deneyden ç�kan ve deneye ba�l� olan bilgi - Yersiz ve

beceriksizce söz veya davran��, pot2. Kendisine özgü, ki�isel, özel - Numara (k�sa) - �arap, içki -

Çok eski ve bilinmeyen bir tarihi anlatan bir söz3. Uyu�ma, anla�ma - ��lemelerde kullan�lan, gümü�

görünümünde parlak s�rma ya da metal tel iplik - Söyleyen4. Bütün, tamam - Tak�m (k�sa) - M�s�r’da ana tanr�ça5. Sodyum’un simgesi - Labada - Türk Mal� (k�sa) - Tantal’�n

simgesi6. Kom�u iki ekosistem aras�ndaki temas bölgesi - S�k

dokunmu� yünlü bir kuma� türü - Fizikte direnç birimi7. Öç, intikam - Bir nota - Tepkili uçak8. Bir i�i, bir görevi yerine getirme - Cana k�yan kimse9. Haber veren, haberci - Yunan mitolojisinde “adalet tanr�ças�”10. Bir yerle�im birimi - Buzulta� - Fermiyum’un simgesi11. Bir dilek �art eki - Köpeklerin boynuna tak�lan tasma,

boyunduruk - Belle�in güçten dü�mesi ya da kaybolmas�12. Mavi-ye�il renkli, saydam de�erli bir ta� - Ailesinin geçimini

sa�layan13. Kekli�in boynundaki siyah halka - Doyma, doymu�luk -

Bir resmi suland�r�lm�� renklerle boyama ya da gölgelemebiçimi

14. Japonya’da buda rahibesi - Laka ile cilalanm�� - Akci�er -En k�sa zaman parças�, lahza

15. Resimdeki yazar�n bir eseri - Bir gemi veya uça��n gidi�yönü, izleyece�i yol

7 EYLÜL 2012 CUMA22 Aydınlık KİTAP

“Dünyadaki en güzel şey gölge olmalıydı.Gölgenin milyonlarca kımıldayan şekli ve çık-maz sokakları. Büro çekmecelerinde, dolap-larda, bavullarda hep gölge vardı. Evlerin,ağaçların, taşların altında ve insanların gözle-rinin, gülümsemelerinin ardında da gölgevardı. Ve dünyanın gece tarafında kilometre-lerce gölge vardı yine.”

1 “Bir tek gerçek çizgi -uzaktan veya arkadan görülenbir kadında seçilebilen küçücük bir çizgi- Güzelliğigözümüzün önüne getirmemize yeter; onu görüptanıdığımızı düşünürüz, kalbimiz çarpar, adımları-mızı sıklaştırırız, kadın gözden kaybolduğu tak-dirde, sonsuza dek, aradığımızın o olduğuna yarıyarıya inanırız; çünkü ancak yetişebildiğimiz tak-dirde hatamızı anlarız.”

“Göz göre göre yok olmuştu o; kendi görünürlüğü-nün derinlerine çekilmişti. Her gün her yerde karşı-laşacaktı eskisi gibi, sesi işitilip kokusu duyulacak,ama asla ona ulaşılamayacaktı. Herhalde kendi var-lığına karışarak yok olmak en akıllıca yöntemdi. Belkide bu yüzden delirmişti; kendini kendine gömebil-mesi için delirmesi, delirmesi için de herkesten akıllıdavranması gerekmişti.”

3

a) Sylvia Plath - Sırça Fanus

b) Carlos Fuentes – Kartal Koltuğu

c) Virginia Woolf – Deniz Feneri

d) Doris Lessing – Gene Aşk

e) Irvin Yalom - Nietzsche Ağladığında

a) Philippe Djian - Eşiktekiler

b) Andy Warhol - Andy Warhol Felsefesi

c) Marcel Proust - Çiçek Açmış Genç Kızların Gölgesinde

d) Amin Maalouf - Semerkant

e) Ursula K. Le Guin - Sesler

a) Ahmet Altan - İçimizde Bir Yer

b) Gündüz Vassaf - Cehenneme Övgü

c) İhsan Oktay Anar- Suskunlar

d) Sait Faik Abasıyanık - Balıkçının Ölümü

e) Hasan Ali Toptaş - Gölgesizler

2

Bu haftan�n do�ru yan�tlar�: 1-(a) 2-(c) 3-(e)

GEÇEN HAFTANIN ÇÖZÜMÜ

Page 23: KITAP Aydınlık · Aydınlık Kitap geçen sayıda “Yaratıcı Yazarlık Atölyeleri”ni tar-tışmaya açtı. Kapak dosyasında işlediğimiz bu konu oldukça ilgi görmüşe
Page 24: KITAP Aydınlık · Aydınlık Kitap geçen sayıda “Yaratıcı Yazarlık Atölyeleri”ni tar-tışmaya açtı. Kapak dosyasında işlediğimiz bu konu oldukça ilgi görmüşe