235
T.C. DOKUZ EYLÜL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ İKTİSAT ANABİLİM DALI GENEL İKTİSAT PROGRAMI YÜKSEK LİSANS TEZİ İKTİSAT BİLİMİ VE METODOLOJİK BİR SINAMA: NİTEL VE NİCEL TEKNİKLER ÜZERİNE BİR DEĞERLENDİRME Avni Önder HANEDAR Danışman Prof. Dr. Recep KÖK 2007

İKTİLİMİ VE METODOLOJİK BİR SINAMA: NİTEL VE …...iv ÖZET Yüksek Lisans Tezi İktisat Bilimi ve Metodolojik Bir Sınama: Nitel ve Nicel Teknikler Üzerine Bir Değerlendirme

  • Upload
    others

  • View
    30

  • Download
    0

Embed Size (px)

Citation preview

  • T.C.

    DOKUZ EYLÜL ÜNİVERSİTESİ

    SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

    İKTİSAT ANABİLİM DALI

    GENEL İKTİSAT PROGRAMI

    YÜKSEK LİSANS TEZİ

    İKTİSAT BİLİMİ VE METODOLOJİK BİR SINAMA:

    NİTEL VE NİCEL TEKNİKLER ÜZERİNE BİR

    DEĞERLENDİRME

    Avni Önder HANEDAR

    Danışman

    Prof. Dr. Recep KÖK

    2007

  • ii

    Yemin Metni

    Yüksek Lisans Tezi olarak sunduğum “İktisat Bilimi ve Metodolojik Bir

    Sınama: Nitel ve Nicel Teknikler Üzerine Bir Değerlendirme” adlı çalışmanın,

    tarafımdan, bilimsel ahlak ve geleneklere aykırı düşecek bir yardıma başvurmaksızın

    yazıldığını ve yararlandığım eserlerin kaynakçada gösterilenlerden oluştuğunu,

    bunlara atıf yapılarak yararlanılmış olduğunu belirtir ve bunu onurumla doğrularım.

    08/08/2007

    Avni Önder HANEDAR

  • iii

    YÜKSEK LİSANS TEZ SINAV TUTANAĞI

    Öğrencinin Adı ve Soyadı : Avni Önder HANEDAR Anabilim Dalı : İktisat Programı : Genel İktisat Tez Konusu : İktisat Bilimi ve Metodolojik Bir Sınama: Nitel ve Nicel Teknikler Üzerine Bir Değerlendirme Sınav Tarihi ve Saati : …………./………../………. Yukarıda kimlik bilgileri belirtilen öğrenci Sosyal Bilimler Enstitüsü’nün …………………….. tarih ve ………. sayılı toplantısında oluşturulan jürimiz tarafından Lisansüstü Yönetmeliği’nin 18. maddesi gereğince yüksek lisans tez sınavına alınmıştır. Adayın kişisel çalışmaya dayanan tezini ………. dakikalık süre içinde savunmasından sonra jüri üyelerince gerek tez konusu gerekse tezin dayanağı olan Anabilim dallarından sorulan sorulara verdiği cevaplar değerlendirilerek tezin, BAŞARILI OLDUĞUNA Ο OY BİRLİĞİ Ο DÜZELTİLMESİNE Ο* OY ÇOKLUĞU Ο REDDİNE Ο** ile karar verilmiştir. Jüri teşkil edilmediği için sınav yapılamamıştır. Ο*** Öğrenci sınava gelmemiştir. Ο** * Bu halde adaya 3 ay süre verilir. ** Bu halde adayın kaydı silinir. *** Bu halde sınav için yeni bir tarih belirlenir. Evet Tez burs, ödül veya teşvik programlarına (Tüba, Fulbright vb.) aday olabilir. Ο Tez mevcut hali ile basılabilir. Ο Tez gözden geçirildikten sonra basılabilir. Ο Tezin basımı gerekliliği yoktur. Ο JÜRİ ÜYELERİ İMZA …………………………… □ Başarılı □ Düzeltme □ Red ……………... ………………………………□ Başarılı □ Düzeltme □Red ……….......... …………………………...… □ Başarılı □ Düzeltme □ Red ……….……

  • iv

    ÖZET

    Yüksek Lisans Tezi

    İktisat Bilimi ve Metodolojik Bir Sınama: Nitel ve Nicel Teknikler Üzerine Bir Değerlendirme

    Avni Önder HANEDAR

    Dokuz Eylül Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü İktisat Anabilim Dalı

    Genel İktisat Programı

    Kıt kaynak ve sonsuz ihtiyaç ön kabulleri çerçevesinde, günümüzde

    hâkim iktisadın ilkelerine bağlı olarak ortaya çıkan eleştirel ve destek yönlü çabalar giderek anlam kazanmaktadır. Tüm insan faaliyetlerinin, özellikle de günümüzde toplumsal eylemin çekirdeği haline gelmiş iktisadî faaliyetlerin, tekçi (pozitivist) bir yaklaşım tarafından ele alınması iktisat biliminin üstüne gölge düşürmektedir. Nitekim hâkim iktisadi yaklaşım ile iktisadî faaliyetin, sadece bireyin bakış açısına indirgenerek açıklanması; değer yargısı ve sübjektivite gibi unsurların iktisadın incelediği nesnenin bir özelliği olmaktan çıkarılmasına neden olmaktadır.

    İktisadi analizde yaşanan birçok metodolojik gelişme -doğrulamacılık,

    yanlışlamacılık, araçsal rasyonalizm- ve özellikle iktisat metodolojisinde araçsal rasyonalizmin egemen olması, teorilerin oluşturulmasında kullanılan varsayımların sorgulanmasının bırakılmasını, sadece önceden kurulmuş denklemlerin öngörülerinin teoriler hakkında belirleyici olmasını sağlamaktadır. Bununla birlikte, iktisadi gerçeğin sentetik (yani değer yargısı taşıyan) önermeleri hatırlanırsa; matematiğin analitik önermeleri (aksiyomatik-başlangıç kabulleri olan), iktisadi analize gittikçe hâkim olmaktadır. Kısaca, araçsal bağlamda ekonometri ile bir değerlendirme yapıldığında, başlangıç varsayımlarının ve değer yargılarının tekrar üretildiği bir yapı yaratılmaktadır.

    Bu çalışmada ilk olarak, hâkim iktisat paradigmasının temel özellikleri

    açıklanmakta ve iktisatta yaşanan metodolojik dönüşümler dikkate alınarak, iktisadın bilimsel zemini hakkında değerlendirme yapılmaktadır. İkinci bölümde ise, tarihsel süreç içerisinde ortaya çıkan ekonometrik yaklaşımlara yer verilmektedir. Bu şekilde, hâkim iktisadın ekonometri ile sahip olduğu ortak varsayımlar ve ampirik yöntemin sosyal bilimlerdeki eksiklikleri dikkate alınarak, bu durumun kapalı bir sistem oluşturarak hâkim toplumsal sistemin sürekliliğine ve alternatifsizliğine nasıl katkı sağladığı üzerinde durulmaktadır. Sonuç kısmında da, genel bir değerlendirme yapılmaktadır.

    Anahtar Kelimeler: İktisat Felsefesi, Ampirizm, Totoloji, Ekonometri, İş Çevrimleri Teorisi

  • v

    ABSTRACT

    Master Thesis

    Economics and a Methodological Questioning: An Evaluation of Qualitative and Quantitative Techniques

    Avni Önder HANEDAR

    Dokuz Eylül University

    Institute of Social Sciences Department of Economics

    General Economics Program

    The general laws of mainstream economics, with the presumptions of scarce resources and unlimited wants, are being questioned. Handling all human activities, especially economic activities that are the core of the all social activities are investigated with a positivist science approach is an important problem. Because ignoring value judgments and subjectivity, and being evaluated simpler as biological feature of human beings the economic activity is only being explained by individual perspective.

    Many methodological developments experienced in economic analysis

    like instrumentalism caused ignorance of the questioning of the presumptions of mainstream economics. It is well known that the success of theories is evaluated by means of their predictions in the instrumentalism. However, there is no doubt that economic concepts fall into analytical and tautological propositions whose are based on a priori imagination or convention. Therefore, the assumptions of theories are ignored and not tested, and this approach serves the hardening of mainstream hard core.

    In the first part of the study the main characteristics of the mainstream

    economics’ paradigm, is explained and an evaluation of the scientific background of economics is given by considering the methodological transformations in economics. The second part is dedicated to the historical development of the econometric approaches. By this way, it is tried to explain reasons of the predominance of one method and paradigm of economics theory. Shortly, a general evaluation of the study is given in the last part of the study.

    Key Words: Philosophy of Economics, Empiricism, Tautology, Econometrics, Business Cycle Theory

  • vi

    BİR BİLİM OLARAK İKTİSAT VE METODOLOJİK BİR SINAMA;

    NİCELİKSEL VE NİTELİKSEL SINAMA TEKNİKLERİ ÜZERİNE BİR

    DEĞERLENDİRME

    YEMİN METNİ ii TUTANAK iii ÖZET iv ABSTRACT v İÇİNDEKİLER vi KISALTMALAR viii TABLO LİSTESİ ix ŞEKİL LİSTESİ x GİRİŞ xi

    BİRİNCİ BÖLÜM

    İKTİSAT BİLİMİNİ TANIMLAMA OLGUSU,

    TEMEL METODOLOJİK EĞİLİMLER VE SORUNLAR

    1.1. İktisadın Bir Bilim Olarak Tanımlanması Sorunu 1

    1.2. İktisat Bilimine Yönelik Ortam: Hâkim İktisadi Bakış Yönlü

    İktisada Bir Değerlendirme 14

    1.3. İktisat Biliminde Temel Metodolojik Eğilimler ve Sorunlar 40

    1.3.1. İktisat Biliminin Temel Sorunsallığına Yönelik Yaklaşımlar 43

    1.3.1.1. Pozitif ve Normatif Ayrım Yönlü Yaklaşımlar 43

    1.3.1.2. Sebep ve Neden Karşıtlığına Yönelik Yaklaşım:

    İktisatta ve Ekonometride Nedensellik 48

    1.3.1.3. Sosyal Bilimlerde ve İktisatta Natüralist Yaklaşım:

    Soyutlaştırma, İdealleştirme, İndirgemecilik ve

    Ceteris Paribus 53

    1.3.1.4. İktisadın Stratejisine ve Yapısına Yönelik Yaklaşım 58

    1.4. İktisat Biliminde Temel Metodolojik Dönüşümler 61

    1.4.1. İktisat Biliminde Tümdengelim 62

    1.4.2. İktisat Biliminde Pozitivizm, Araçsalcılık ve Popperci Görüşler 67

    1.4.3. İktisat Biliminde Eklektizm ve Eleştirel Okullar 75

  • vii

    İKİNCİ BÖLÜM

    YÖNTEM OLARAK AMPRİZMİN (EKONOMETRİNİN) İKTİSATTA

    GELİŞİMİ VE HÂKİM İKTİSAT

    2.1.Deneyci Yöntemin (Ampirizm) Hâkim İktisat Anlayışına Katkısı 105

    2.1.1.Deneyci Yöntemin Tarihsel Gelişimi 112

    2.1.2.Deneyci Yöntem ve Ekonometri İlişkisi 116

    2.2. Hâkim İktisat, Kapalı Bir Sistem Olarak İktisat Teorisi ve Ekonometri:

    Toplumsal Yapının Dönüşümü 139

    2.2.1.Kapalı Bir Sistem Olarak İktisat Teorisi 142

    2.2.2.Hâkim İktisat Teorisi ve Ekonometri İlişkisi 150

    GENEL DEĞERLENDİRME VE SONUÇ 175

    KAYNAKLAR 193

  • viii

    KISALTMALAR

    AR Otoregresif (Ardışık Bağımlı) Süreçler

    ARMA Ardışık Bağımlı Hareketli Ortalamalar

    ARIMA Ardışık Bağımlı Bütünleşik Hareketli Ortalamalar

    D-N Dedüktif-Nomolojik

    LSE London School of Economics

    LM Lagrange Çarpanı

    MA Hareketli Ortalamalar

    OPEC Petrol İhraç Eden Ülkeler Birliği

    VAR Vektör Otoregresif Model

    SVAR Yapısal Vektör Otoregresif Model

  • ix

    TABLO LİSTESİ

    Tablo 1: Niceliksel ve Niteliksel Yöntemler s. 82

  • x

    ŞEKİLLER LİSTESİ

    Şekil 1: Gerçekliliğin Farklılığının Algılanması s.80

    Şekil 2: Teori ve Gerçeklik s.99

    Şekil 3: Toplumsal Üretim Olarak Bilim s.100

    Şekil 4: Ders Kitabı (Textbook) Yaklaşımı s.128

    Şekil 5: Zaman Serisi Yaklaşımı s.130

    Şekil 6: LSE (London School of Economics) Yaklaşımı s.131

    Şekil 7: Piyasa ve Piyasa Sistemini Kurgulanması s.148

    Şekil 8: İktisatta Bireysel ve Sosyal Alanların Etkileşimi s.154

  • xi

    GİRİŞ

    İnsanın gelişim sürecine bağlı olarak, insan ilk aşamalarda, ilkel mantık

    kurgusu ile olayların derinliğine inememiş; belirsizliğin hâkimiyeti altında yüzeysel

    bilgi, ön yargılar ve bunların yarattığı felsefi gelenek (a prioriorizm) bilgi üretim

    sürecine egemen olmuştur. Bu tip bilgi, önce ilk çağ filozoflarının, kilisenin ve

    benzeri odakların yarattığı egemenlik alanlarında görülmüş ve ilkel toplumsal iş

    bölümü ile birlikte önem kazanmıştır. Ancak daha sonrasında, mesleki bilgiyi

    sahiplenen loncaların ortaya çıkması gibi toplumsal iş bölümündeki değişmelerle ve

    özerk bir kurum olarak akademinin ve aydınların gelişimi ile birlikte, bilimsel

    bilginin deneysel anlamıyla (a posteriorizm) önemli bir mesafe kazandığı

    görülmüştür. Bu nedenle de skolâstik bilgi, toplum üzerindeki etkisini ya önemli

    ölçüde yitirmiş ya da deneysel bilginin kontrolünde farklı bir anlam (analitik bilgi)

    kazanmıştır. Özellikle 16. yüzyıl sonrasında toplumsal işbölümündeki değişmeler

    sonucunda a priori bilgiye olan güvensizliğin yükselişi ve erken yeniçağ bilginlerinin

    ortaya çıkışı, bilgi üretme uğraşını ve felsefeyi (Doğa Felsefesi) farklı bir mecraya

    taşımıştır. Bu değişim, deneye dayalı bilgiye olan ihtiyacının artması, bilginin yeni

    kurumları olan üniversitelerin farklılaşması ve bilgi profesyonellerinin doğuşu ile

    belirginlik kazanmıştır. Yani bilgi üreten kurumların evrimi dikkate alındığında, ilk

    başta kilisenin ve daha sonra da ona karşıt bir kurum olarak modern üniversitenin var

    oluşu ile bu ikilemin açıklanmaya çalışıldığı bilinmektedir.

    Bilimsel düşüncenin gelişimi dikkate alındığında, bazı yapılar (bilimin

    nesneleri) kesin açıklamalar ile betimlenebilirken; bazı yapılar ise belirsizlik sarmalı

    içinde tıkalı kalmıştır. Başka bir deyişle, bazı kavramlar için ölçme tekniklerinin

    yetersiz olması, bazı nesnelerin duruma göre değişken olması ve bazılarını da ifade

    etmek için kullandığımız kavramların belirsizlik arz etmesi, bilimsel sınıflama

    açısından doğa bilimlerinden farklı bir kategori ile karşılaşılmasına neden olmuştur.

    Yani doğa bilimlerinin kavramlarına göre daha az gelişmiş (ya da göreli olarak

    gerçeğe daha yakın) ve betimlediği (tasvir etmeye çalıştığı) özne nedeniyle de

    belirsizliği yoğun olduğu iddia edilen bu muğlâk kavramlar ve nesneler, bu nedenle

    insan bilimleri veya sosyal bilimler adı altında oluşturulan disiplinler ailesine terk

  • xii

    edilmiştir. Bu şekilde, doğa bilimlerinden ayrı sosyal, tarihsel, kültürel bilimler veya

    belirsizin bilimleri adıyla anılan bir kategori alanı oluşmuştur. Ancak pek çok zaman,

    bu alana ilişkin gerçekliğin yapısındaki karmaşıklık, tekdüze olmaması ve

    kestirilmesindeki güçlük; bu bilimsel faaliyetin tali veya kötü bir bilim alanı olarak

    adlandırılmasına yol açmıştır. Genellikle de, kesinlik ideolojisi gibi bir

    epistemolojinin yardımı ile bu alan, bilimsel, kesin veya iyi bir inceleme alanı haline

    gelebilmek için doğa bilimlerine yapılan analojilerle yapısını ve araçlarını, doğa

    bilim kültürüne benzetmek zorunda kalmıştır. Bu bağlamda, belirsizin bilimlerinin

    kesinlik gibi bir amacı barındıran epistemolojik araçlarla, var oluşundan sahip olduğu

    geniş ontolojik düzlemini kaybettiği ve biçimci (formalist) açıklamalara hapsolduğu

    söylenebilir. Sonuçta, doğa bilimlerine ilişkin epistemolojik kaygılar; belirsizin

    bilimlerinin (tarih, iktisat, sosyoloji v.b.) kaderini de belirlemektedir.

    İktisat için bu durum değerlendirildiğinde, doğanın istikrarlı işleyiş ilkeleri ve

    yasaları, iktisat açısından istikrarlı insan davranışlarında anlamını bulmuştur. Öyle ki

    iktisat bir bilim olarak, gerek epistemolojik gerekse ontolojik açıdan, doğa bilim

    kategorisine giren bilimlerden önemli ölçüde farklılıklar taşımasına rağmen,

    günümüzde doğa bilimlerine en çok yakınlaşan sosyal bilim olmuştur. Ancak iktisadi

    faaliyetin tarihsel ve sosyal şartların ürünü olarak algılanmasının gerekliliği, iktisadı

    belirli (Exact) bilimlere göre daha belirsiz (Inexact) kılmaktadır. Yani iktisadın

    incelemiş olduğu nesnenin deney ortamına hapsedilememesi veya hapsedilse bile

    mevcut yapısından yapılar, mekanizmalar gibi önemli ve gözlemlenmesi zor hatta

    imkânsız unsurları kaybetmesi, kesinliğin ideolojisinin iktisatta yararlılığının

    sorgulanmasını gerekli kılmaktadır. Bununla birlikte iktisatta gerçeklik sorunu

    yaratan diğer bir durumda, iktisadın hâkim paradigmasının kaynağını piyasa

    ekonomisinin ilkelerinden almasıdır. Dolayısıyla, iktisadın beslenme kaynağının bu

    şekildeki bir zemine dayalı olması, iktisadi faaliyetin geniş bir ontoloji ile ele

    alınmasını engelleyen bir durum olarak ortaya çıkmaktadır. Başka bir deyişle

    iktisadın temel çıkış noktasının, iktisadi sistemin kapitalizme evrildiği bir tarihsel

    düzleme isabet etmesi, bilimsel bir faaliyet olarak iktisadın amaçlarının da bu temele

    göre inşa edilmesine neden olmaktadır. Yani iktisat, çoğu zaman temelini borçlu

    olduğu ilişkileri sorgulamak yerine, onları rasyonel insan varsayımda olduğu gibi

    nesnel neden olarak kabul ederek açıklamalarına taşımaktadır. Kısaca günümüzde

  • xiii

    iktisat, kesinlik ideolojisinin ve varlığını borçlu olduğu toplumsal sistemin elinde,

    Borges’in haritasının pençesindeki gerçek dünyanın yok olması gibi gittikçe ortadan

    kaybolmaktadır. Ancak diyalektik olarak bu durum, alternatif yaklaşımlar ölçeğinde,

    iktisatta deneysel olmayan ya da gözlenemeyen unsurlara dayanan yöntemlerin

    öneminin artmasına da neden olmaktadır. Başka bir deyişle bu etkileşim, değer

    yargısını barındıran, politik ve politik olmayanın ayrıştırılmasında zorluklar

    yaşanılan ve toplumsal yapının ihtiyaçlarına göre yeniden üretilen bir alan olarak

    iktisadın, çoğulcu bir düzlemde incelenmesi gerekliliğini de ortaya çıkarmaktadır.

    Bu çalışmada, ilk olarak iktisattaki temel dönüşümler ışığında iktisadın

    tanımlanmasına çalışılacak, daha sonra genelleştirici teori (general theory) üretme

    sürecinden hareketle iktisadın, Adam Smith’den Neoklasik dönüşüme belli bir

    ölçüde yapıla gelmiş tanımlarının, teorilerinin oluşumu ve varsayımlarının arka

    planları üzerinde durulacaktır. Böylece bir taraftan iktisadın bir bilim olarak

    tanımlanmasındaki güçlüklerin ortaya konulmasına, diğer taraftan da iktisadi

    faaliyetin hâkim tanıma göre aldığı biçimin nedenlerinin değerlendirilmesine

    çalışılacaktır. Bu bağlamda, iktisadın son dönemde yaşanan gelişimi de dikkate

    alınarak, iktisadi gerçeğin hâkim iktisada göre yapılan tanımının hem kesinlik

    ideolojisi hem de tarihsel süreç olarak piyasa ekonomisi ile bağlantıları ele

    alınacaktır. Bununla birlikte, bu bölümün devamında iktisadın bilim olma

    serüveninde yaşadığı dönüşümler, temel düşünce sistemlerinin yarattığı ortam

    değerlendirilerek açıklanmaya çalışılacaktır. Başka bir deyişle, iktisatta var olan

    temel metodolojik sorunlar ve metodolojik dönüşümler çerçevesinde, iktisat

    teorilerinin epistemolojik ve ontolojik gelişiminin bilim felsefesindeki yeri ele

    alınacaktır. Böyle bir yöntemle, iktisatçının bilgisini nasıl oluşturduğu sorgulanarak,

    doğruyu oluşturmada ve doğruyu değerlendirmede karşılaşılan sorunlar

    incelenecektir. Bu tip bir inceleme yapılırken, özellikle pozitif ve normatif iktisat

    ayrımı, nedensellik gibi kavramsal yapıların değerlendirilmesinin yanı sıra, iktisadın

    eklektizm, natüralizm (doğalcılık) gibi bilim felsefesiyle açılımını ele alan okullara

    yer verilecek ve iktisatçının doğruyu değerlendirirken kullandığı ölçütlere ilişkin

    yaklaşımlar incelenecektir.

    İkinci bölümde, iktisat açısından istatistikî ve matematiksel metotların ve bir

    bütün olarak ampirizmin gelişimi incelenecek ve ekonometrinin yöntem olarak

  • xiv

    hâkim iktisadın üretimine katkısı sorgulanmaya çalışılacaktır. Burada, bilimsel

    olarak ampirizmin gelişimi ve ona duyulan ihtiyaç ortaya konulmaya çalışılacaktır.

    Bu bağlamda, ampirizmin iktisattaki sert çekirdeği olan ekonometri, iş çevrimleri

    teorilerindeki gelişmeler yardımıyla değerlendirilecektir. Bu değerlendirmeler

    yapılırken ilk olarak, iktisadi bilginin doğruluğu açısından test edilebilirlik ve deneye

    dayalı yöntemin gerçeği bir bütün olarak ne kadar ve ne doğrulukta karşıladığı

    tartışmaya açılacaktır (Fallacy). İktisadi gerçeğin değerlendirilmesinde, teorik

    varsayımların (Homo-Economicus, Close ve Open System) ve deneye dayalı yöntem

    varsayımlarının (Randomness, Continuity, Stability, Predictability) karşılıklı olarak

    değerlendirilmesi bu açıdan önem arz etmektedir. Böylece çalışma bir taraftan iktisat

    teorisi üretme sürecinin ideolojik öğelerle ve değer yargısı temelli yargılarla teorik

    tekçiliği destekleyip desteklemediğini (Ontologic Closure), diğer taraftan da hâkim

    iktisadın ön kabullerinin deneye dayalı yöntemlerin varsayımları ile birleşerek,

    büyük bir totoloji sarmalına (Epistemic Fallacy) sebep olup olmadığını

    değerlendirmelerine taşıyacaktır.

    Sonuç olarak, çalışmanın ilk kısmında iktisattaki temel dönüşümler ışığında

    iktisadın tanımlanmasına çalışılacak, daha sonrasında iktisatta var olan temel

    metodolojik sorunlar ve metodolojik dönüşümler çerçevesinde, iktisat teorilerinin

    epistemolojik ve ontolojik gelişiminin bilim felsefesindeki yeri değerlendirilecektir.

    İkinci ve son bölümde ise ekonometrinin, iş çevrimleri teorileri ile etkileşimli bir

    şekilde gelişim sürecinin ve hâkim iktisada ekonometrinin katkısının

    değerlendirilmesine çalışılacaktır.

  • 1

    BİRİNCİ BÖLÜM

    İKTİSAT BİLİMİNİ TANIMLAMA OLGUSU, TEMEL METODOLOJİK

    EĞİLİMLER VE SORUNLAR

    Bu bölümde, ilk olarak iktisattaki temel dönüşümler ışığında iktisadın

    tanımlanmasına çalışılmakta, daha sonra genelleştirici teori (general theory) üretme

    sürecinden hareketle iktisadın Adam Smith’den Neoklasik dönüşüme belli bir ölçüde

    yapıla gelmiş tanımlarının, teorilerinin oluşumu ve varsayımlarının arka planları

    üzerinde durulmaktadır. Bununla birlikte, çalışmanın devamında, iktisatta var olan

    temel metodolojik sorunlar ve dönüşümler çerçevesinde, iktisat teorilerinin

    epistemolojik ve ontolojik gelişiminin bilim felsefesindeki yeri ele alınmaktadır. Bu

    tip bir inceleme yapılırken, özellikle pozitif ve normatif iktisat ayrımı, nedensellik

    gibi kavramsal yapıların değerlendirilmesinin yanı sıra, iktisadın eklektizm,

    natüralizm gibi bilim felsefesiyle açılımını ele alan okullara yer verilmektedir. Bu

    bağlamda, bu bölümün amacı, Klasik iktisat ve ardıllarının iktisada getirmiş

    oldukları hâkim unsurların, tanımlama düzeyinde tespit edilmesi ve felsefi okulların

    yaklaşımları ile iktisadın zeminin anlamının ortaya çıkarılmasıdır.

    1.1. İktisadın Bir Bilim Olarak Tanımlanması Sorunu

    İktisat felsefesi açısından, iktisada yapılan tanımlamalar dikkate alındığında,

    bir bilim dalı olarak iktisadın bir çatışma alanıyla karşı karşıya olduğu bilinmektedir.

    Çünkü iktisat, malların üretimi, değişimi, bölüşümü ve tüketimi ile ilgili bir faaliyet

    alanı olduğu kadar, toplumdaki hâkim ideolojilerin yeniden üretilmesini de

    içermektedir. Bu tanımlamalar ve kavramlar, birçok açıdan belirsizlik taşıdığından,

    iktisatçıların bunlar üzerine tartışmaları ve anlaşmazlıkları, hâkim ideolojinin

    çözümlenebilmesi açısından gittikçe büyük bir önem kazanmaktadır. Özellikle de

    günümüzde iktisadın evrildiği nokta dikkate alındığında, iktisadi faaliyet konusunda

    ifade edilen görüşlerin, gittikçe daha fazla oranda benzeştiğini söylemek

    mümkündür. Bu açıdan, bir toplumsal alan olarak iktisadi faaliyetin tanımlanması

    gittikçe bir sorun halini almaktadır. Çünkü Klasik iktisattan Neoklasik iktisada pek

  • 2

    çok farklı okul, iktisadi faaliyeti çeşitli dayanak noktalarından hareketle tanımlamaya

    çalışmış ve bunun sonucu olarak da, Klasik, Neoklasik, Keynezyen iktisat gibi birçok

    iktisadi yaklaşımın üstünde uzlaştığı genel bir tanıma ulaşıldığı iddia edilmiştir.

    Ancak iktisadın uzlaşı sağlandığı iddia edilen tanımı, çok fazla sayıda tartışmaya da

    öncülük etmektedir. Bu tartışmaların ortaya çıkmasının en önemli nedeni, hâkim

    iktisadın, tanımlamasının desteğini aldığı hâkim politik ve bilimsel sistemin bakış

    açısından iktisadi faaliyeti tek tipleştirmesi gibi bir eğilimin ortaya çıkmış olmasıdır.

    Başka bir deyişle, hâkim iktisat olarak adlandırılan ve iktisadın tanımı konusunda

    uzlaşı sağladığını varsayan okulların paradigması, bir taraftan sosyal unsurların

    ekonomik yapıya indirgendiği ekonomi toplumlarının (Polanyi, 2000; 101) tekçi

    yapısından, diğer taraftan da doğaya ve insanın insana gittikçe etkin bir şekilde

    hükmetmesinin yolunu açan teknik ve dolayısıyla da iktidar olarak pozitivist bilimin

    rasyonellik kültüründen (Habermas, 1993; 34, 37) beslenmektedir.

    Bu bağlamda, incelenmesi gereken ilk nokta, pek çok iktisadi okulun üstünde

    uzlaşma sağladığını iddia ettiği hâkim tanımın, kaynaklarının ve sınırlarının

    belirlenmesidir. Çünkü iktisadi faaliyetin ne olmadığına ilişkin bir açılımın

    sağlanması ve tanımlanmasındaki biçimciliğin (darlığın) ortaya konulabilmesi, ancak

    hâkim kurgu açısından yapılan tanımlamanın sınırlarının ne olduğunun, nasıl ve

    neden ortaya çıktığının anlaşılması ile mümkündür. Bu nedenle de Kurt (1993;

    16)’un hâkim bakış açısından iktisada biçilen role ya da iktisadın bilim olarak

    sınırlarına getirdiği açıklama, hâkim iktisadın eğiliminin ne olduğu konusunda bir

    açılım sağlayabilecektir:

    “İktisadın bilimselleşmesi iktisadın etik köklerinden koparılmasına neden olmuştur. 20.

    yüzyılda, hâkim iktisat bu tür bir indirgemeciliği (reduction) büyük ölçüde kabul ettirmiştir.

    İktisat teorisi de bu şekilde iktisadi süreçleri inceleyen pozitif bir bilim olarak kabul

    görmektedir. … İktisattaki “olması gereken (ought)” ifadeleri (moral unsurlar) bu şekilde

    araştırma alanının dışına atılmıştır.”

    Buna ilave olarak, Boulding (1981; 30), iktisat biliminin mekanist bir bilimsel

    yaklaşımın hâkimiyetine girmesiyle birlikte bu günkü duruma ve tanıma evrilmesinin

    yöntemine işaret etmektedir:

    “ iktisadın, sadece orta çağ düşüncesinin moral felsefesi ve safsatasından kurtularak bilim

    olabileceği iddiası, iktisatçılar tarafından yoğun bir şekilde savunulmaktadır.”

  • 3

    İktisadın gerçeklikten, yani hayata dair moral (skolâstik) unsurlardan gittikçe

    uzaklaştığı ve bunun genel bir kabul gördüğü tespit edildiğine göre, artık bu ölçüde

    gerçekten uzak (moral değerlerden yoksun) bir anlatım biçimi olarak iktisadın, niçin

    ve neye dayanarak hâkim olduğunun değerlendirilmesi gerekmektedir. Gramsci

    (2007; 171, 172)’den alınan aşağıdaki paragraf şüphesizdir ki, sorunun cevabını

    bulabilmek açısından önemli bir açılım sunmaktadır:

    “Nesnellik daima “insan bakımından” nesnelliği anlatır. Bu da “Tarihsel olarak öznel”

    anlamına uygun düşer. Başka bir deyimle “nesnel” “evrensel öznel” anlamına gelir. İnsan,

    tek bir kültür sistemi içinde tarihsel olarak birleşmiş olan insan türü için gerçek olduğu

    ölçüde dünya hakkında bilgi edinir. Fakat bu tarihsel birleşme ancak insan toplumunu bölen

    iç çelişkiler sona erdiği zaman gerçekleşecektir. Bu çelişkiler, grupların meydana gelişinin ve

    evrensel olmayan, somut ideolojilerin koşuludur. Fakat bu tarihsel birleşim süreci bu

    ideolojilerin temelinin pratik kökenini derhal geçersiz hale getirir. Buna göre nesnellik için

    bir mücadele yapılmaktadır. …Deneysel bilim şimdiye kadar böyle bir kültür birliğinin en

    büyük yaygınlığa ulaştığı zemini sağlamıştı: “Fikri” birleştirmekte, bunu daha evrensel hale

    getirmekte en çok katkıda bulunan bir bilgi öğesiydi; en çok nesnelleşmiş, en somut şekilde

    evrenselleşmiş öznellikti.”

    Böylece hâkim iktisadın sözde hâkimiyet iddiasının ve evrenselliğinin arkasındaki

    unsurun, kendisini piyasa değerleri teolojisi (tarihsel öznelliği) ekseninde

    nesnelleştirdiğine inandırmasının ve aynı zamanda genelleştiğini veya hâkimleştiğini

    (en çok evrenselleşen öznellik olduğunu) iddia etmesinin olduğunu söylemek

    mümkündür. Başka bir deyişle, hâkim iktisat tarihsel olarak açıklaması gereken olgu

    olan piyasa ilkelerini, neden olarak kabul ederek analiz yapmakta ve bu açıklamanın

    kapitalist sisteme özgü olmasından aldığı güçle nesnelleşmektedir. Çünkü bu yolla

    iktisat, iktisadi faaliyeti kendi dışında ve kendisine yabancılaşmış, yani nesnelleşmiş

    olarak (Marx, 2003; 20) tanımlama gücüne sahip olmaktadır. Soruna, iktisat ve bilim

    arasındaki etkileşim göz önünde bulundurularak bakıldığında, iktisadın insan ve

    toplum gibi belirsiz bir özneyi1 inceleme konusu yapmasına rağmen, doğa bilimleri

    kültürünün kesinlik ideolojisinin belirsizlik fikrini rahatsız edici kılması sonucunda

    (Moles, 2002; 21, 22), doğa bilimlerine ait bir kesinlik fikrini taşımak zorunda

    bırakıldığı görülebilmektedir. Çünkü belirsiz bir iktisat tanımının, bilim olarak 1 Althusser (2006; 40, 41, 42), iktisat gibi sosyal bilimleri nesnesiz bilimler olarak isimlendirmektedir. Althusser (2006)’in bundan kastı, sosyal bilimlerin nesnelerinin “yanıbaşında” oluşu, yakalamak istedikleri ya da kendi kendine belirlemek istedikleri nesnenin paradoksal biçimde, var olmaması nedeniyle yakalanamaması, yani nesnelerin belirsiz olmasıdır.

  • 4

    iktisada sağlayabileceği bir pratik fayda bulunmamaktadır. Başka bir şekilde

    söylemek gerekirse, iktisadın tanımlarını kesinleştirdiği ölçüde toplumsal yapı

    üzerinde kontrol yetisine sahip olacağı şüphesizdir. Moles (2002; 21, 22, 32, 33),

    belirsizin bilimlerinin ikincil konumlarını tanımlamaktaki ve meşrulaştırmaktaki

    işlevi açısından kesinlik ideolojisini şu şekilde açıklamaktadır:

    “Bu ideoloji, oldukça ustaca yerleştirilmiştir; eğer kesin olan iyi, harika ve çok iyiyse, bunun

    sonucu olarak belirsiz olan kaba, kötü ve çok kötüdür. Burada, hiçbir epistemolojinin

    doğrulamadığı bir eşdeğerlik anlayışı bilgi dünyasına sızmaktadır; belirsiz, sadece belirlinin

    karşıtı değil, üstelik kötüdür; çünkü belirli olma iyidir ve dolayısıyla belirsiz olan tüm şeyler,

    düşünceye layık değildir… Bedava oluş veya bağdaştırma zevki dışında, zihinsel çalışmanın

    temel itici güçlerinden biri, insanın içinde bulunduğu alanın apaçıklığı / açık seçik

    görünürlüğü /aşikârlığı (evidence) ya da inandırıcılığıdır; bu aşikâr oluş, ansal (enstantane) ve

    içseldir… Zihinde, her bir parça veya ikna aşaması arasında sürekli bir mücadele cereyan

    eder; sanki bir tür entelektüel ahlak polisi, zihnin hareket tarzının, az ya da çok evrensel olan

    ve oluşmuş bilimin yapısını da yöneten bir mantığın kurallarına uyup uymadığını her an

    denetlemektedir.”

    Yani iktisadın bir bilim olarak tanımı ve kesin sınırlarının belirlenmesindeki

    zorluğun varlığı veya sosyal özneye ilişkin bir belirsizlik kültürünü bünyesinde

    taşıması gerçeği, iktisadi faaliyetin hâkimiyet çabalarının ve entelektüel ahlak

    polisinin odağında yer almasına zemin hazırlamıştır. Başka bir deyişle, iktisat

    pozitif-normatif tartışmaları içinde kendini pozitif bilginin iktidarına teslim etmiştir.

    Ancak iktisadın belirsiz ya da nesnesiz bir bilim olması, doğa bilim kültürünün

    araçları (kesinlik, kontrol için matematik kullanımı gibi) ile iktisadın kurduğu

    ilişkilerin fizikteki gibi organik olmaktan ziyade, teknik ve dışsal bir ilişki olmasına

    neden olmaktadır. Dolayısıyla, iktisattaki bu yetersizlikler veya nesnesiz olma

    durumu, onun pozitivizm gibi felsefik argümanları ideolojik vekiller olarak büyük

    ölçüde tüketmesine yol açmaktadır (Althusser, 2006; 40, 41, 42). Bu bağlamda,

    hâkim iktisatça iktisadi faaliyetin bu düzlemde inşa edilme çabası, kontrol, kestirim

    ve belirsizlikleri azaltma gibi belirli amaçlar ve sonuçlar için teori üretme ve

    değerlendirme faaliyetlerini kapsayan göreli ve pozitivizm kaynaklı bir unsur olarak

    anlaşılmalıdır (MacKenzie, 1978; 48). Başka bir şekilde söylemek gerekirse,

    iktisadın pratik amaçlar sağlanması bakımından tanımlanması, doğaya ve insanın

    insana gittikçe etkin bir şekilde hükmetmesinin yolunu açan araç olan pozitivist

    bilimin (Habermas, 1993; 34, 37), kontrol ve kestirim gibi bilişsel çıkarlarının ( veya

  • 5

    ilgilerinin) (cognitive interests) varlığı ile anlaşılabilmektedir. Dolayısıyla,

    iktisatçıların inceledikleri toplumsal faaliyeti, yani iktisadi çabayı atomisite,

    homojenlik gibi kurgularla biçimlendirmeleri ve iktisadın moral değerlerden

    uzaklaşması bu çıkarlarla anlam kazanmaktadır. Bununla birlikte, “iki kültür”

    arasındaki bölünmeden (Snow, 2003) kendi içinde yaşadığı tanımsal gerilimler ile

    payını alan iktisadın, moral değerlerden kurtularak doğa bilimcilerin kesinlik kültürü

    lehine kazandığı tanımlaması, hem epistemolojik hem de ontolojik konulara ilişkin

    birçok sorunun varlığını da beraberinde getirmektedir. Çünkü pozitivist bilimin

    nesneyi kontrol edebilmek pahasına nesne ile özne arasında yarattığı mesafe, iktisat

    açısından moral değerlerden kopuk bir değerlendirme sürecinin de başlangıcını

    yapmaktadır. Bununla birlikte, bu tip bir yönelimin varlığı, farklı ve hâkim olan

    tanımın evrensellik iddiasına karşıt bir iktisadi tanımlamaya ilişkin odaklarında

    oluşmasını teşvik etmektedir. Özellikle iktisadın, hâkim teorinin yapmış olduğu

    evrensel görünümlü tanımdan kurtarılarak üretim, tüketim ve bölüşüm ilişkilerinin

    ait olduğu zaman ve toplumsal fikir zemininde öznelleştirilmesi ile yeryüzüne

    indirilebileceğini iddia eden görüşler ve tanımlar bu açıdan önem kazanabilmektedir.

    Bu çerçevede, Kök (1999; 7) iktisadı etkinlik ölçütüne indirgeyerek şöyle

    tanımlamaktadır:

    “İktisat, ahenk içinde yaşabilmek için tüketim, üretim ve mübadele etkinliğini inceleyen bir

    bilimdir.”

    Hâkim unsurların iktisatta var olma nedenlerinin anlaşılması açısından iktisat,

    tanımlama düzeyinde incelenirse, hâkim iktisadın ne olduğuna ilişkin imayı Robbins

    (1932; 1–21)’in çalışmasında zikrettiği ve günümüz iktisadının temel taşı olmuş

    iktisat tanımında bulmak mümkündür:

    “iktisat, sonsuz insan isteklerinin sınırlı kaynaklarla karşılanması zorunluluğu nedeniyle, bu

    kaynakların alternatif kullanım olanakları arasındaki dağılımlarla ilgilenilmesidir.”

    Bu tanımlama, insan eylemlerini dar bir kalıba hapsetmesi nedeniyle iktisadi

    faaliyetin biçimsel bir şekilde açıklanmasıdır (Polanyi, 2003; 101). Yani iktisadın bu

    şekildeki tanımı, hâkim iktisadın, ebedi ve ezeli bir bilgi formu olmasından ziyade,

    kapitalizmin kültürel dayanaklarına ve piyasa ekonomisi ilkelerine bağlı olduğunu

    gösterebilmektedir. Bu bağlamda, Robbins (1932)’e yapılan gönderme sonrasında,

    hâkim iktisadın öngördüğü toplumsal ilişki formunun sıradanlığının ve

  • 6

    kadüklüğünün ortaya konulması, iktisadın tanımının kapitalizme özgülüğünü

    anlamada önem arz etmektedir. Bu nedenle de İnsel (1990; 24)’in hâkim iktisadi yapı

    içerisindeki toplumsallık açısından yaptığı yorum bu durumu anlamamızı

    kolaylaştırabilir:

    “İktisat alanından tanımlanan toplumsallık meta değişimi dışında ıssız bir çöldür. İktisadi

    insan metanın karşılığı olan değeri elden çıkarınca, toplumsal ilişkisini tüketir. Değişimde

    bulunan iki tarafın toplumsallığı sona ermiştir. Birbirlerine karşı yükümlülükleri kalmadığı

    gibi, birbirleri için anlamlarını da yitirmişlerdir. En hızlı yolla oradan uzaklaşmaya, ilişkiyi

    unutmaya çabalarlar… Toplumsal ilişkinin yeniden üretimi, iktisadi alan içinde

    rastlantısaldır. Başka bir deyişle, toplumsallığın yeniden yaratılmasının güvencesini iktisat

    vermez. Burada sadece geçici olarak bulunan insan parçaları vardır. Bunlar insan

    parçasıdırlar; çünkü kendilerini insan kılan vasıflarının çoğunu yadsıyıp, sadece değişim

    aracı cephesiyle toplumun önüne çıkmaktadırlar. Diğer vasıflar sahibinin arkasında ve

    bilinçaltında, resmi toplumun gözünden ırak, yarı utanılan, saklanmasından ayrı zevk alınan

    bir gizlilik içinde, her şeye rağmen toplumsalı yaratmaya devam ederler. Arada sırada

    bunlar, bilinçaltına atılanın geri döndüğü irrasyonel fışkırmalar şeklinde, iktisadi insana

    kendinden gizlemeye çalıştığı yaşam temelini hatırlatır. Ama iktisadi toplumun algılama ve

    kanalize etme olanaklarını aştığı için, bu fışkırmaların genelinde gerçekten de irrasyonel

    olmaları kaçınılmazdır.”

    Nitekim Robbins (1932), yaptığı tanımlama ile iktisadın incelediği noktayı dar ve

    biçimci bir alana taşımıştır. Çünkü onun, iktisadi insan faaliyetlerini, sadece

    kapitalizm sorunsalı ekseninde görmesi ve ebedileştirmesi şeklindeki bu yaklaşımı,

    üretimin, tüketimin, bölüşümün ve değişimin farklı formlarının iktisatta görmezden

    gelinmesine veya irrasyonel fışkırmalar olarak görülmesine neden olmuştur. Tam bu

    esnada, iktisadın bu dar tanımla kapsayıcı gözükmese bile söylemek istediği her şeyi

    yansıttığını belirtmek mümkündür. Çok sık duyulan iktisadın gelişmiş bir ülke bilimi

    olup az gelişmiş ülke koşullarını dikkate almaması eleştirisi, aslında iktisadın

    gelişmiş bir ekonomiye dayanan piyasa ilişkilerinden bir bakışla, kendini

    tanımlaması gerçeğini ortaya koymaktadır. Buna ilave olarak, iktisadın az gelişmiş

    olana doğru genişlemesi, gelişmemiş mekânında az gelişmişlikten kurtulacağına

    ilişkin bir vaadi içermesi nedeniyle iktisadın kurduğu hâkimiyet ilişkilerini ve bunun

    kaynaklarını göz önüne serebilmektedir. Çünkü Persky (1995; 222), Bagehot

    (1879)’dan yaptığı alıntı ile iktisadi faaliyetlerin temelinin ticaret yani alım satım

    faaliyetleri olduğunu söylemekte ve bu faaliyetlerin gelişmesi ve yayılması

  • 7

    sonucundaki evrimsel bir değişimin, iktisadi insan psikolojisini, sadece asıl çıktığı

    toplumlara değil tüm insanlığa genelleyebilecek bir düzeye kesin bir doğru olarak

    ulaştırabileceğini ifade etmektedir (Persky, 1995; 222). Bu şekilde, hâkim iktisadın

    iktisadi faaliyete ilişkin tanımı dar ve biçimci bile olsa, ticaretle ortaya çıkan

    benzeşme olgusu, iktisadın taşıdığı evrensellik iddiasının ve tanımına duyduğu

    sonsuz güvenin kaynağını anlamamızı kolaylaştırmaktadır. Yani Braudel (2004; 512,

    516)’in “üretimin toplumsal tutarlılığı” dediği fiili durumun, kapitalizme ve piyasa

    ekonomisine özgü olan ilişkileri, ister gelişmiş isterse az gelişmiş olsun tüm alanlara,

    doğa yasası olarak dayatması, iktisadın hâkim tanımı konusundaki ısrarını ve

    Marksist, Keynezyen v.b. iktisadi okulların önermelerine ve paradigmalarına bilimsel

    olmadıkları şeklinde (irrasyonel fışkırmalar) gösterdiği tavrını anlamayı olanaklı hale

    getirmektedir:

    “Kapitalist aktörler “sert yönetici otoritelerini” ,geçmişte olduğu gibi onları “siyasal ve dinsel

    efendiler” haline getiren bir hiyerarşiden değil de, yalnızca üretici olarak sahip oldukları

    toplumsal işlevlerinden ötürü sağlamaktadırlar. Bunun anlamı “üretimin toplumsal

    tutarlılığının kendini… Bireysel irade karşısında çok güçlü bir doğal yasa olarak

    kanıtlamasıdır.”

    Ancak hâkim iktisat olarak isimlendirilen yekpare bir iktisat teorisinden bahsetmek

    mümkün olmamaktadır. Çünkü ortak ilkeler bağlamında derin benzeşmeler olmasına

    rağmen, sistemin pratikteki farkı düzlemlerde karşılaştığı sorunlar, bir kısım hâkim

    iktisat ekolüne mensup okulun çok üst düzeyde teoriye önem vermesine; diğer bir

    kısmının da uygulamayı daha fazla önemsenmesine sebep olmuştur. Yani bu

    yaklaşım çeşitliliği hâkim değerlerden kopuşu temsil etmekten ziyade, amaçlar

    etrafında araçsal bir çeşitliğin varlığını ifade etmektedir. Bu nedenle, hem teorik hem

    uygulamalı çalışmaların mikro ve makro iktisat diye ayrılmasında olduğu gibi, farklı

    iktisadi nedenlere dayalı ayrışmalar iktisat teorisinde tespit edilebilir. Bununla

    birlikte, hâkim ya da ortodoks olarak isimlendirilen iktisadın birçok kolu mevcut olsa

    da, temelde bu çeşitli ekollerin anlaştıkları ortak nokta, piyasa ekonomisinin

    değerleri eksenindeki kadük bir toplumsal yapı tanımlamasının ve araçlar bütününün

    referans alınması gerekliliğidir. Bu bağlamda, hâkim iktisadın farklı kollarının var

    olmasına rağmen sahip olduğu sert çekirdeğin niteliklerinin değişmezliğine ilişkin

    olarak Lange (1935; 189–201) şöyle demektedir:

  • 8

    “...genel denge teorisi fiili problemlerin çözülebilmesi için karmaşık bir ekonomik yaşamın

    basitleştirilmesi ve soyut hale getirilmesini amaç edinmektedir. Hâkim (burjuva) iktisat(ı)

    kapitalist bir organizasyonun bireysel mantaliteye dayalı bir açıklaması olarak pratikteki

    uygulamalara da daha yatkındır… Hâkim (burjuva) iktisat(ı) kapitalizmin tarihsel eğilimini

    incelerken üretimin büyük ya da küçük ölçekli olarak yapılması durumunu veya eğilimini

    değil, kendisine serbest rekabeti savunabilecek zemini yaratabilecek ve de tekelleşme

    eğilimlerini gizleyebilecek sabit ölçeğe dayalı bir üretim tipine dayalı bir eğilime

    dayanmaktadır... Avusturalya, Marshall ve Lozan Okulu tarafından geliştirilen iktisat

    teorileri, belli bir sabit verinin ışığı altında ekonomik süreci analiz ederken, statik bir analiz

    olarak, fiyatların ve miktarların kendi kendilerine değişmesi yoluyla sağlanan ayarlanmanın

    yol açtığı bir denge analizini zorunlu olarak kullanır. Ancak veriler, tüketici tercihlerini

    göstermesi bağlamında psikolojik, üretim fonksiyonları ile ilgili olması açısından teknik ve

    üretim faktörlerinin mülkiyetinin dağılımı ve biçimleri ile bankacılık ve para sistemlerini

    dikkate alması anlamında kurumsal özelliklere sahip olması nedeniyle iktisat dışı unsurlara

    dayanmaktadırlar. Verilerde meydana gelecek değişmelerin analizi; iktisat tarihine ilişkin bir

    değerlendirmeyi gerektirirken, genel denge teorisine dayalı bir iktisat çoğunlukla teorilerini

    oluştururken sadece Robinson Crusoe örneğine dayalı bir çıkarsamada bulunduğundan,

    kurumsal anlamda dâhil olmak üzere verilerdeki bu çeşitliliği içerememektedir...... Dengeye

    bağımlı olarak kurgulanmış bir iktisat teorisi zorunlu olarak da evrimci bir yaklaşımın

    reddine sebep olmaktadır. İktisat teorisi kurgularını istatistikî verilerin kaza veya tesadüf

    benzeri bir unsurla açıklanabileceği bir zemine atıfta bulunarak hazırladığından, bu

    analizlerde gerçeğin basitleştirilmiş bir halinden ve hemen hemen tarihsel anlamıyla

    nedensellik ilişkisinden bahsedilemez. Yani hâkim (burjuva) iktisadın temelini bu tip

    evrimsel olmayan kaynaklardan alıyor olması, iş çevrimleri teorisinde de varlığını

    hissettirecek şekilde bir yokluğa da sebep olmaktır. Çünkü temelini evrimci bir

    değerlendirmeden almayan ilkel denge analizi, sistemdeki dengesizliklerin nedenleri

    konusunda, bu kısıtlı ve sınırlı verilere dayalı olarak, bir açıklamada bulunamaz. İktisat

    teorisinde, Walras tarafından yapılan bir denge analizinde olduğu gibi hâkim mantığın amacı,

    toplumların farklı biçimleri açısından iktisadı incelemek ve teorik bir kurgu yapmak

    olmadığından, teorilerin kapitalist ya da farklı bir ilkel toplum arasında var olabilecek

    ayrılıkları ortaya koyması mümkün olmamaktadır. Bu tip hâkim teorilerin her tür ekonomik

    yapıyı anlayabileceği iddia edilerek, iktisat dışı açıklamalar yapılamamakta, ya da fayda

    değer kuramında olduğu gibi ancak toplumu, bu ilkel iktisadi teorinin içine çekerek veya

    bozarak bu açıklamalar yapılabilmektedir.”

    Nitekim Lange (1935)’ın hâkim iktisadın niteliklerini bireye dayalı soyutlama,

    verilerdeki çeşitliliğin yok sayılması, tarihselliğin olmaması ve gerçeğin bozulması

    olarak nitelemesi dikkate alındığında, bu özelliklerin bugün de hâkim iktisat

    açısından genel olarak varlığını sürdürdüğü şüphesizdir. Çünkü hâkim iktisat

  • 9

    günümüzde de kaynağını, serbest rekabet gibi piyasa ekonomisi ilkelerinin, doğa

    yasası olarak iktisadi faaliyeti nesnel bir şekilde kurgulamasından almaktadır

    (Taylor, 1929; 1–30). Dolayısıyla, iktisadi faaliyetin bu şekilde nesnelleştirilmesinin,

    iktisadın gerçek inceleme nesnesinin kaybolmasına ve hâkim iktisadın tanımının

    gerçeğin kendisi haline dönüşmesine neden olduğunu söylemek mümkündür (İnsel,

    1990; 30). Bu açıdan, Marx (2003; 20)’ın ekonomi politiğin amacı ve yöntemi

    üzerine yaptığı vurgu, önemli bir açılım sağlamaktadır:

    “Ekonomi Politik özel mülkiyet olgusundan yola çıkar. Onu bize açıklamaz. Sonradan

    kendisi için yasa değeri taşıyan genel ve soyut formüller biçiminde, özel mülkiyetin

    gerçeklikte izlediği maddi süreci dile getirir. Bu yasaları anlamaz, yani özel mülkiyetin

    özünden nasıl çıktıklarını göstermez… Örneğin ücretin sermaye karına oranını belirlerken,

    onun için son neden olan şey kapitalistlerin çıkarıdır; yani açıklamanın sonucu olacak olan

    şeyi verilmiş varsayar. Aynı biçimde, rekabet her yerde baş gösterir. Rekabet dışsal koşullar

    aracıyla açıklanmıştır. Görünüşte olumsal bir nitelik taşıyan bu dışsal koşulların, ne ölçüde

    zorunlu bir gelişmenin dışavurumundan başka bir şey olmadıkları ekonomi politik bize

    öğretmez… Onun devinimine geçirdiği güdüler, yalnızca zenginlik susuzluğu ile açgözlüler

    arasındaki savaş, (yani) yarışımdır. İktisat hareketinin zincirlenişini anlamadığı içindir ki

    örneğin rekabet öğretisi tekel öğretisinin, sınaî özgürlük öğretisi lonca öğretisinin, toprak

    mülkiyetinin bölünmesi öğretisi büyük toprak mülkiyeti öğretisinin karşısına yeni baştan

    çıkabilmiştir; çünkü rekabet, sınaî özgürlük, toprak mülkiyetinin bölünmesi tekelin loncanın

    ve feodal mülkiyetin zorunlu, kaçınılmaz ve doğal sonuçları olarak değil ama yalnızca

    olumsal, yönelimsel, zorla çıkarılmış sonuçlar olarak açıklanmış ve anlaşılmıştır.”

    Yani hâkim iktisat, artık kendi dışında bir nesne olan, yani nesnel biçimde davranan

    bir nesnel varlık olarak iktisadi faaliyeti, tanrıbilimcinin, kötülüğün kökenini ilk

    günahla açıkladığı gibi, piyasa değerlerini, yani açıklaması gereken şeyi, tarihsel

    biçim altında bir nesnel (evrensel) neden olarak görerek açıklamaktadır (Marx, 2003;

    65, 68). Özetle, iktisadın günümüzde ulaştığı nokta dikkate alınacak olursa, bu gün

    için birkaç iktisadi okulun birleştiği çok az temel doğrunun olduğu söylenebilir.

    Başka bir deyişle, iktisadi faaliyete ilişkin verilerin elde edilmesi, teorilerin

    oluşturulması, temel soruların belirlenmesi ve iktisatçıların eğitilmesi gibi geniş bir

    alanda ortak bir hâkim iktisadi paradigma vardır. Bu iktisadi paradigmanın

    özellikleri, bireyci (metodological individualism), dengeci (equilibrium), ihmalci

    veya indirgemeci (ceteris paribus), totolojik (açıklaması gereken ilkeleri neden kabul

    etmesi), bilimci (kestirimci ve kontrolcü, scientism) ve optimumcu (pareto optimum)

  • 10

    olarak sıralanabilir. Bununla birlikte, hâkim iktisadın bu tip yaklaşımları iktisadı,

    sadece kendi kulvarında öne geçirmemiş, aynı zamanda adalet, boşanma, aile, çevre

    ekonomisi gibi çok sayıda disiplinler arası oluşuma da iktisat gözlüğü ile bakılmasına

    neden olmuştur (Caose, 1978; 244–245 ve Brenner, 1980; 179–188). Dolayısıyla,

    Hirschleifer (1977; 27), iktisadın sosyal bilimler üzerinde kurduğu emperyalizmin

    nedenlerini, hâkim iktisadın yasalarının temelini, biyolojiye (bilimci) benzer bir

    dünyanın varsayımlarından yola çıkarak bulmaya çalışmaktadır:

    “.....optimizasyon ve denge kavramı bireysel düzeyde biyolojik birimlere

    uygulanabilmektedir. Bu açıdan iktisatçının, doğal iktisat tarafından politik iktisada ilişkin

    ortaya konulan görüşleri etrafında bir çalışma eksenine ait olduğu açıktır… Bu açıdan denge

    yaklaşımındaki bir kaç ayrışma dışında, uzun dönemde her bir türün tam olarak doğaya

    uyumu çerçevesinde hayatta kalabileceğini öne süren evrimci fikirler, iktisadın bu açıdan

    biyolojiye önemli bir benzerlik taşıdığını ortaya koymaktadır. ...İktisattaki gelişme fikri

    dikkate alınacak olursa biyolojideki uyumsal niteliklerin birikimi anlamındaki yaklaşıma

    benzerlik taşıdığı ortadadır.... Sonuç olarak özellikle de pareto optimalite kavramı normatif

    bir kavram olarak gerek işbirliği olmadan ve gerekse de oyun teorisindeki mahkûmlar açmazı

    durumundaki gibi bir işbirliği içeren durum açısından olsun, piyasaları dengeye zayıfta olsa

    iktisatta ulaştırmaktadır.

    Kar maksimizasyonunun yarattığı sarmal açısından aynı durum değerlendirildiğinde;

    iktisadın kar eden firmaların hayatta kalacağına ilişkin ön kabulü, kar etmeyen

    firmaların piyasadan ayrılacağını ve bir evrimci ayıklanmanın işleyeceğini

    göstermektedir. Bu tip bir totolojinin, piyasa ilişkilerinin kendi kendini

    doğrulanmasını ifade edeceği ve herhangi bir deneye dayalı kanıta, aynı hâkim

    iktisadın diğer biyoloji ve fizik referanslı teorilerinde olduğu gibi, ihtiyaç

    duymayacağı şüphesizdir (Boland 1981; 20, 21 ve Agassi, 1971; 24). Bu bağlamda,

    hâkim iktisadın gerçekliği açıklamaktan çok, sosyal Darwinizm yardımı ile kapitalist

    ekonomik ilişkileri doğrulama, fikirsel olarak besleme gibi eğilimleri barındırması ve

    açıklaması gereken şeyleri neden olarak kabul etme çabasının varlığı, hâkim iktisadın

    bilişsel ve sosyal çıkarlarının, aynı zamanda da ideolojisinin kanıtı olarak

    gösterilebilir. Bunun yanında, iktisadın hâkim tanımında görüldüğü gibi iktisadi

    faaliyetin ne olacağına ilişkin eğilim, sadece piyasa ekonomisinin kendi içinde

    yarattığı yabancılaşmanın kabulü ile değil, bununla birlikte pozitivist bilimin nesneyi

    ötekileştirmeyi amaç edinen paradigmasının yaygın kullanımı ile şekillenmektedir.

    Yani iktisadın, incelediği nesneyi belirsizlikten kurtarmayı amaçlayan “homo

  • 11

    economicus”, denge gibi yaklaşımları, doğal dünyanın nesnelerinin reel, objektif

    nesneler olduklarını ve bir bağımsız önceden var oluşa sahip olduklarını kabul eden

    doğa bilim temelli bir pozitivist bilim anlayışına iktisadın da sahip olduğunu

    göstermektedir. Bu açıdan, iktisadın nesnesi ile öznesi arasındaki temsilde

    karşılaştığı sorunlar veya korkular ve iktisadın bu sorunlara bulduğu çözümler, iktisat

    teorilerinin bilimci temellerini ortaya çıkarabilmektedir. Örneğin, iktisadın, biyoloji

    ve fizik destekli olarak teorilerini kurması “bilgi hiyerarşisine başvurmak” yönündeki

    bir eğilimin sonucudur. Bunun yanında, refah kuramında kişiler arasında

    karşılaştırma yapılması için nesnel bir kıstas bulunamamasında olduğu gibi iktisadın

    bu problemi “başkalarının sorunu olarak yorumlaması”, hâkim iktisadın belirsiz

    öznesini kapsayamadığı (doğa yasaları ile) durumda karşılaştığı sorun nedeniyle

    ortaya çıkan pozitivist bilim tabanlı başa çıkma yollarından biridir (Woolgar,1999;

    41–52). Bu şekilde, iktisadın kesinlik ideolojisi bağlamında sahip olduğu bilişsel

    çıkarları, iktisadi analizden farklı yaklaşımların dışlanmasına, alternatif sayılabilecek

    okulların bile benzeşme göstermesine neden olmuştur. Bunun sonucu olarak,

    metodolojik bireyciliği dikkate alan Marksistler, mikro temelli teoriler kurgulayan

    Keynezyenler gibi birçok iktisat türü ve tek bir iktisat paradigması ortaya çıkmıştır.

    Marksizm ve Keynezyen iktisat açısından bu tutum değişikliğine ilişkin Amariglio,

    Resnick ve Wolff (1990; 117)’ un yorumu açıklayıcıdır:

    “Analitik Marksizm pozitivist epistemoloji ve metodolojik kuralların iyi bir bilim yapmak

    için gerekli olduğunu kabul etmeleri açısından diğer Marksist okullardan önemli bir ayrıma

    sahiptirler…. .Marksist düşüncede bilimsel (pozitivist) yöntemlerin uygulanmasını önleyen

    kavramlar olarak emek değer teorisi ve azalan karlar ilkesi bu okulun analizinden büyük

    ölçüde dışlanmıştır. Özellikle, analitik Marksistler, bilimsel anlamdaki bir bilgi üretme

    uğraşının atomik temeldeki sosyal varlıklar arasındaki neden sonuç ilişkilerine dayandığını

    kabul etmektedirler. Böylece kolektif eylem ve iktisadi ajanlarının yapısal belirlenen

    davranışları gibi kavramlar yerine metodolojik bireycilik adı verilen bir yaklaşımı teorinin

    temellerine koymuşlar ve makro Marksist teorinin mikro temellerini kurduklarını iddia

    etmişlerdir. Bu şekilde, eğer Marksizm iktisadi düşüncede bir yer almak istiyorsa, bu

    durumun ancak bireysel ajanların kasıtlı davranışları gibi bir neoklasik düşünceyi ithal

    etmesi gerektiğini ortaya koymuşlardır… Neoklasik iktisada karşı Post-keynezyen iktisadın

    tepkisi ise daha çok ampirizmin terk edilmesi ve hâkim iktisadın başlangıç varsayımların

    oldukça soyut ve gerçekçi olmaması eleştirisi bağlamında, gerçekçi varsayımların iktisada

    aktarılarak teorilerin yapılması ile olmuştur.”

  • 12

    Bu bağlamda, epistemolojide, aktivist görüşe sahip olması, metodolojide

    bütüncülüğe olan inancı ve teleolojik yargıların açıklamadaki önemine ilişkin

    direnişi, en önemlisi de gerçek (fact) ve değer (value) arasındaki ayrımı reddeden

    etik anlayışı açısından diğer düşünce biçimlerinden büyük ölçüde ayrılan yapısı

    (Bohman, 1986; 342, 343, 344) ile Marksist fikirlerde, bu hâkim iktisadi tanımlama

    ekseninde ve Analitik Marksist okul dâhilinde, hâkim iktisadı sorgulamayı bırakarak

    bilimsel olma (kesinlik, kontrol gibi) eğilimine kendini kaptırmaktadır. Bu tip

    eğilimler, hâkim iktisadın gerçekliği temsil etmesindeki başarısından ziyade,

    gerçekliliği temsil edememesi durumunda bulduğu manipülasyon araçlarının

    (matematik, istatistik) ve metodolojik korkularla baş etmek için pozitivizmden

    aktardığı çözüm yollarının başarısından kaynaklanmaktadır. Bu açıdan, iktisadın

    tanımının yaşadığı çelişkilere rağmen devamlığını sağlayabilmesi, piyasa

    ekonomisinin yarattığı ilişkiler yanında, ideoloji olarak tükettiği pozitivist bilimin

    argümanlarınından da beslenmesine bağlıdır (Althusser, 2006; 40, 41, 42).2 Başka bir

    şekilde söylemek gerekirse, hâkim iktisadın kendine pozitivist bir bilimsel

    paradigmayı araç olarak seçmesi bu bağlamda tutarlıdır. Çünkü hâkim iktisat yaptığı

    tanım ile piyasa ilişkilerinde var olan yabancılaşmanın, bilimsel indirgemecilikle

    desteklenmiş halini yansıtmaktadır. Yani piyasa ekonomisinin ve pozitivist bilimin

    yansıttığı her iki ilişki türü, nesne ile özne arasına kurulan retoriksel mesafe ile onun

    üzerindeki iktidarlarının kurumsallaştırılmasını amaç edinen bir yabancılaşmayı

    temel almaktadır. Dolayısıyla, bu şekildeki kabullenmeler ile iktisadın, hem politik

    iktisat (political economy) hem de iktisat (economics) olarak, moral ya da gerçeklik

    konusunda bir kayıp ile karşı karşıya olacağı açıktır. Gerçekliğin bu şekilde kaybı,

    politik iktisattan iktisada bir pradigmal değişimin ortaya çıkardığı, bilimsel

    paradigmanın gelişiminin ya da hâkimiyetinin yol açtığı veya teknik yetersizliklerin

    neden olduğu bir durum değildir. Çünkü yalnızca piyasa ilişkilerini referans alan her

    tanım, takas değerlerinde gerçekten harcanmış olan iş gücü ve tüketicilerin olası

    hazzının gözden yitmesi gibi… sosyal yaşama olan bağlamların ve bilgiyi 2 Bu kadar çelişkili bir yapının sürdürebiliyor olması, bir taraftan bilimin kendi içindeki pratiğinden diğer taraftan da felsefik argümanlardan beslenen bir bilim adamlarının kendiliğinden felsefesi (Althusser, 2006) ile açıklanabilir. Çünkü doğa bilimlerinde olduğu gibi, bilimin temelindeki çelişkili unsurların görmezden gelinmesi, bu unsurların bilimde pratik yararları için görmezden gelinmesini gerektiren gizli bir metodolojiden (Laudan, 1984; 156–162) kaynağını almaktadır. Bu bağlamda, iktisadın nesnesiz bir bilim olması, iktisatçıların işini zorlaştırmıştır. Ancak, iktisatçılar bu zorluğu, liberalizm ile aynı öncel bağlılıkları taşıyarak aşmışlardır.

  • 13

    yönlendiren ilgilerin çok çeşitliliğini de köreltmektedir (Habermas, 1998; 46, 47).

    Braudel (2004; 512, 516)’in “üretimin toplumsal tutarlılığı”nın bireysel iradenin

    önüne geçmesi nedeniyle doğa yasası gbi bir konuma sahip olduğuna ilişkin vurgusu

    ve Wallerstein (2003a; 160, 171, 172)’ın fikirleri bu noktada anlam

    kazanabilmektedir:

    “Weber’in modern dünyada entelektüelin rolüne ilişkin konumundaki çift değerlikli

    bağlantılı bir mesele olarak ele alabiliriz. ..Gramsci üretici sınıfın siyasi dediği şeyi

    entelektüel sınıfın rasyonel diye adlandırdığını söylerken, tam da bu muğlâklığa işaret

    etmektedir.… Siyasi olana rasyonel diyerek, biçimsel rasyonalite meseleleri tartışılabilecek

    yegâne meseleler olarak kalsın diye tözel rasyonalite meselelerini arka plana atmak

    gerektiğini ima etmiş olmuyormuyuz?.. Marjinal fayda ilkesi tam da bununla ilgilidir.

    Gelgelelim, neyin marjinal olarak faydalı olacağına karar vermek için bir ölçek

    tasarlanmalıdır. Ölçeği tasarlayan sonucu da belirler… ve belirli bir siyaseti rasyonel

    olarak adlandırarak ve böylece siyasetin erdemlerini dolaysız olarak tartışmayı reddederek

    siyaseti yadsımak… Liberal ideoloji ile sosyal bilim girişimi arasında sadece var oluşsal

    değil özel bir bağ vardır… Liberalizm ile sosyal bilimin aynı öncül – toplumsal ilişkileri,

    tabii ki bilimsel (yani rasyonel) bir biçimde manipüle etme yeteneği sayesinde insanın

    kusursuzluğa ulaşmasının kesin olduğu öncülü- üzerine kurulmuş oldukları… Ampirizmin

    masum olmadığının, her zaman belli bir a priori bağlılıkları varsaydığının farkına

    varmalıdır. Hakikatlerimizin evrensel hakikatler olmadığını ve eğer evrensel hakikatler varsa

    bile bunların karmaşık, çelişkili ve çoğul olduklarının farkına varmalıdırlar.”

    Dolayısıyla, günümüzde hâkim iktisadın yaklaşımları ile yaşanılan durumun, analitik

    marksizmde olduğu gibi, iktisadın kullandığı ölçeğe ilişkin sorgulamadan

    vazgeçilerek doğa yasası olarak “üretici sınıfın siyasetini” veya “üretimin toplumsal

    tutarlılığını” kabul etmek anlamına geleceği açıktır. Galbraith (1990; 25)’ın iktisadın,

    ekonomik sistemin anlaşılmasına ya da daha iyiye götürülmesine değil, sistemde güç

    sahibi olanların amaçlarına hizmet aracı olarak kullanılması diyerek ifade ettiği

    araçsal anlamdaki iktisat tanımı da, bu durumu daha da açık bir hale

    getirebilmektedir.

    Sonuç olarak, hâkim iktisat, toplumsal ilişkiyi “üretici sınıfın siyaseti” gibi

    kendi dışında bir nesne veya bir kökensel nedenle yabancılaştırarak ve açıklaması

    gereken kar maksimizasyonu gibi sonuçları neden olarak kabul ederek, Marx (2003;

    20, 21) açıklama yapmaktadır. Yani bu haliyle hâkim iktisat, iktisadi faaliyeti uzak

    ve bulanık bir düş içine itelemekten başka bir sonuç vermeyen bir faaliyet olarak

  • 14

    tanımlanabilir. Başka bir şekilde söylemek gerekirse, iktisat bu tanımı ile tarihsel

    niteliği nedeniyle özsel güçleri (Polanyi, 2000; 101) ile var olması gereken iktisadi

    faaliyeti, yalnızca kazanç gözeten evrensel bir etkinlik olarak kabul ederek, sadece

    piyasa ekonomisinin ve pozitivist bilimin gözünden yabancılaşmış haliyle

    algılamaktadır. Kısaca, hâkim iktisadın iktisadi faaliyeti tanımlarken ortaya çıkardığı

    gerçek dışılık, iktisadın incelediği nesneyi şeyleştirmek, onun yerine geçmek ve

    kontrol edebilmek gibi bilişsel ve “üretici sınıfın siyasetini” evrenselleştirmek gibi

    sosyal çıkarları (cognitive ve social interests) olan mantıksal ve bilinçli bir eylem

    olarak algılanmasıyla anlaşılabilir.3

    1.2. İktisat Bilimine Yönelik Ortam: Hâkim İktisadi Bakış Yönlü İktisada Bir Değerlendirme

    İktisadın felsefi temellendirilmesi antik çağda başlamasına rağmen iktisat

    bilimi fikri, ancak 18. yüzyıl dolaylarında ortaya çıkmıştır. Antik çağda, Aristoteles

    evin nasıl yöneteceğine dair ortaya attığı fikirleriyle iktisadın tanımlanmasına

    öncülük yapmıştır. Daha sonrasında, skolâstik düşünürler, iktisadi eyleme ilişkin bazı

    etik ilkelere dikkat çekmişler, genel olarak da haksız para kullanımı anlamında faizin

    ortadan kaldırılmasında olduğu gibi etik kaynaklı akli çıkarsamalarda

    bulunmuşlardır. Burke (2001; 16, 40, 42, 84, 85, 102 ), iktisadın disipliner anlamda

    doğuşunu, yeniçağ Avrupa’sında yaşanan toplumsal işbölümü ve bilginin

    tanımlanmasına ilişkin değişikliklerin bir parçası olarak açıklamaktadır:

    “…Yeni fikirler, genellikle Bilimsel Devrim diye tanınan bir hareketin ürünüydü.

    Hümanistler gibi, ama onlardan çok daha kapsamlı olarak, bu hareketin yandaşları, almaşık

    bilgileri öğrenime katmaya çalıştılar. Örneğin, kimya metalürjinin(madeni eşya yapanların)

    zanaat geleneklerinden çok şeyler aldı. Botanik, bahçıvanların ve halk sağaltmalarının

    bilgisinden gelişti… Örneğin, rahipliğin yanı sıra cerrahlık ve simyagerlik de yapan Webster,

    Akademi İncelemesi (1654) adlı kitabında, üniversiteleri “boş ve yararsız kurmacalar”la

    uğraşan skolâstik bir felsefenin kaleleri diye eleştirmiş ve öğrencilerin doğayı araştırmaya

    daha çok vakit ayırmalarını ve “ellerini kömüre ve fırına sokmaları” nı salık vermiştir…

    Fransız Bilimler Akademisi hükümet tarafından “oyun” diye nitelenen “merak konusu”

    3 Sosyal ya da bilişsel çıkar gibi bir ayrıma başvurulmasının nedeni, iktisadın bilim olarak kendi içerisindeki pratikten ortaya çıkan kontrol ve kestirim gibi amaçlarlarıyla, bunları aşan ve kar maksimizasyonunun totolojik yapısında olduğu gibi belirgin bir iktisadi sistem tasarımı içeren amaçlarının ayrıştırılmasıdır.

  • 15

    araştırmaları bir yana bırakıp “krala ve devlete hizmetle ilgili yararlı araştırmalar”

    yapmaya teşvik edilirken… Uzmanlık bilgisi, genel hatta evrensel bilgiyle sık sık karşı

    karşıya konulmuştur. 15. Yüzyıl İtalya’sındaki kimi çevrelerde, “evrensel adam” ülküsü

    ciddiye alınıyordu… Yine de, bu ideal yavaş yavaş terk edilmiştir… Nicel bilgi, nitel

    bilgiden ayrımlanıyor ve gitgide daha çok ciddiye alınıyordu. …Siyasal iktisadın

    yükselmesine, merkezileşen devletin gereksinmeleri de yardım etmiştir… “Siyasal iktisat”

    ise, devletin devasa bir hane sayılmasıyla, ev idaresi anlamında gelişti… Ancak bu yeni

    disiplinin ancak 18. yüzyılda, tüccarların, bankerlerin ve borsa spekülatörlerinin pratik

    bilgilerini tanılayarak ve kurumsallaştırarak akademik sisteme girdiğini görüyoruz… İktisat

    disiplinin ortaya çıkması, hiç yoktan yapılmış bir icat değildi. İçinde yalnızca yeni

    kuramların geliştirilmesi değil, tüccarların pratik bilgilerine akademik saygınlık tanınması

    da vardı.”

    İktisadın disipliner anlamıyla ortaya çıkmaya başladığı bu noktada, Polanyi

    tarafından iktisada ilişkin olarak yapılan tanımlamalar önem arz etmektedir.

    Polanyi’ye göre, Aristo piyasaya yönelik olarak biri “özselci ve diğeri biçimselci” iki

    tip tanımlama yapmıştır. Bu tanımlamalardan biçimselci olanın, günümüzde iktisadın

    her noktasına nüfuz etmekte olduğuna şüphe yoktur ki, bu tanıma göre iktisat kıt

    kaynaklar ve sonsuz ihtiyaçlar arasındaki dağılım sorunlarını incelemektedir. Yine

    bu tanım, sadece piyasa toplumlarının anlaşılmasını bir zorunluluk olarak

    görmektedir. Çünkü bu tanımda değişimi amaç edinen piyasaların varlığı, piyasa

    toplumları dışında bir tanımlamanın varlığını tartışmalı hale getirir. Ancak özselci

    tanımlamanın piyasayı veya iktisadı, insan ve çevresi ile kurulan bir sosyal ilişki

    olarak ele alması, bu tanımı daha evrensel bir hale getirmektedir (Buğra, 2001; 22,

    23, 24). Polanyi (2000; 101)’nin yaptığı piyasa ekonomisi tanımı, bu bağlamda onun

    iktisadın tanımına ilişkin “biçimci” şeklindeki göndermesinin toplumsal iş

    bölümündeki karşılığını gösterebilmektedir:

    “Oysa kendine özgü bir dürtüye, takas dürtüsüne bağlı piyasa kalıbı, belirgin bir kurumu,

    piyasayı yaratabilir. Sonuçta, ekonomik sistemin piyasa tarafından kontrolünün toplumsal

    düzenin bütünün etkileyen sonuçlar vermesi de, buna bağlıdır: Bu da, bütün toplumun

    piyasanın bir parçası olarak işlemesi anlamına gelir. Ekonomi toplumsal ilişkiler içine

    yerleşecek (embeded) yerde, sosyal ilişkiler ekonomik ilişkiler içine yerleşirler. ….Çok

    duyduğumuz “piyasa ekonomisi ancak bir piyasa toplumunda işleyebilir” cümlesinin anlamı

    budur.”

    Bu nedenle, iktisadın Robbins (1932) tarafından yapılan tanımı, sadece sosyal

    ilişkilerin içkin olduğu bir ekonomi toplumunun rasyonalitesini anlamak açısından

  • 16

    yol gösterici olabilir. Başka bir deyişle, iktisadı “kıt kaynak ve sonsuz ihtiyaçlar

    gerilimi” içerisinde algılamak, Burke (2001)’nin “tüccarların, bankerlerin ve borsa

    spekülatörlerinin pratik ve uzmanlaşmış bilgisinin” akademik dünyada

    rasyonelleştirilerek iktisadın, disiplin olarak ortaya çıktığını ifade ettiği iddiasına

    denk düşmektedir. Polanyi (2000)’nin biçimselci olarak adlandırdığı ve sadece

    piyasa toplumunun öngördüğü ilişkiler içerisinde anlamı olabileceğini söylediği bu

    şekildeki bir iktisat tanımına, Aristo’nun Kremastik diyerek duyduğu iticilik,

    Wallerstein (2003a)’ın sosyal bilimi rasyonellik (biçimsel) kavramı ile incelediği bir

    zeminde açıklığa kavuşur. Çünkü Wallerstein (2003a)’ın “üretici sınıfın siyaseti

    (biçimsel rasyonalite ya da kıt kaynaklar ve sonsuz ihtiyaçlar arasındaki seçim

    sorunu)” diyerek tanımladığı fikir, entelektüel (iktisadın entelektüeli) tarafından

    evrensel ve mutlak olarak kabul edilerek; iktisadın hâkim tanımın da temelini

    oluşturmaktadır.

    İktisadın bir bilim olarak tarih sahnesine çıkışında Wallerstein (2003a)’ın

    biçimsel rasyonalite diyerek isimlendirdiği “üretici sınıfın siyasetinin (ve piyasa

    ekonomisinin ilkelerinin)” önemini kavramak açısından, tarihsel anlamıyla iktisadın

    çıkış ortamına ve toplumsal güçlerin (sınıfların) gelişimine vurgu yapmak, bu

    nedenle anlamlı olacaktır. Çünkü toplumsal yapının feodalizmden kapitalizme

    dönüşürken yaşadığı değişimler, iktisatın da bilim olarak çıkışına zemin hazırlayacak

    toplumsal katmanların ve faaliyetlerin doğuşuna neden olmuştur. Bu bağlamda, 17.

    yüzyıl sonrasında, ulusal yapıdaki devletlerin ortaya çıkışı ve ticaretin yaygın bir hal

    kazanması ile birlikte, Merkantilist filozofların ticaretin dengelenmesi ve döviz

    kurunun ayarlanması üzerine fikirlerini geliştirmelerinin, iktisadın fikirsel anlamda

    zeminini hazırladığını söylemek yanlış olmayacaktır. Çünkü bu dönem içerisinde,

    ticaretin, ticaret hadleri avantaj sağlayacak kadar iyi ise yapılabilecek bir faaliyet

    olarak görülmesi, ticaret hadleri üzerine sistematik fikirlerin ortaya konulmasına yol

    açmıştır. Buna ilave olarak, vergiler gibi servet üzerinde etki uyandıracak birkaç

    önemli iktisadi gerçekliğin ortaya çıkması ve devletin finansal olarak yönetiminin

    karmaşıklığının giderek artan ölçülere varması, iktisadın akademik olarak

    tanımlanma ihtiyacını hissettirmiştir. Dolayısıyla, Merkantilizm ile birlikte ortaya

    çıkan gelişmeler sonucunda skolâstiğin moral unsurlarının etkisini yavaşça yitirip,

  • 17

    sosyal unsurlara içkin olan bir iktisadın etkisini kaybettiğini vurgulamak amacıyla,

    Galbraith (2004; 80) tarafından ifade edilen fikir şudur:

    “Merkantilist fikirler, genel olarak Orta Çağ düşüncesinin ve özelde de Aristotle ve Saint

    Thomas Aquinas’ ın etik öneri ve savlarında bir ticari açılım veya kırılmayı ihtiva

    etmektedir”

    Bu açıdan, feodalizmin etkisini kaybederek yerini kapitalizme terk etmeye başlaması,

    iktisada skolâstiğe özgü moral değerlerden kurtularak, evrensel hale gelebileceği bir

    ortam yaratmıştır. Çünkü feodalizmin lord, serf ilişkisi ve onun yarattığı ilkel piyasa

    yapısı, sosyal değerlere eklemlenen bir iktisadi ilişki formunu yansıtır. Yani burada

    ticaretin ya da iktisadi faaliyetin devamlılığı, sosyal ilişkinin sürekliliğine bağlıdır

    (İnsel, 2000; 113–137). Ancak kapitalizmin ortaya çıkışı, feodalizm ile belirginleşen

    bu sosyal ilişki tipinin varlığını tehlikeye sokmaktadır. Başka bir şekilde söylemek

    gerekirse, kapitalizmle birlikte, piyasadaki hayatta kalma mücadelesine bağlı

    kollektif eylem sonucunda, iktisadi birimlerin varlıklarını devam ettirip

    ettirmeyeceklerinin birikime, rasyonel davranışa ve kar maksimizasyonuna bağlı

    olduğu bir başka sosyal ilişki türü ortaya çıkmıştır. Nitekim kapitalizmin ortaya

    çıkışı ile birlikte, feodalizmde şatolarından tüm sosyal ve de iktisadi hayatı kontrol

    edebilen lordlar, artık kazananın hayatta kaldığı, kaybedenin yok olduğu bir düzleme,

    yani piyasa ekonomisine esir olmuşlardır. Bundan böyle, kimin ne işi yapacağı, ne

    kadar kazanacağı veya nereye harcayacağı, hiyerarşik kanunların geçerliliği ile değil,

    tek ve evrensel yasa olan ve varlığını bu hayatta kalma mücadelesinden (ve üretimin

    toplumsal tutarlılığından) alan piyasa ekonomisinin ilkeleri ile belirlenir hale

    gelmiştir (Braudel, 2004; 512, 516). İktisadi çevrenin yaşamış olduğu bu değişim

    sonucunda, moral unsurlara dayanmayan teorilere duyulan ihtiyacın kendini yeni

    sınıfsal yapıların ortaya çıkışı ile ne şekilde hissettirdiğini, Huberman (2003; 48–53),

    Smith’in Ulusların Zenginliği kitabına “iş adamının incili” şeklindeki benzetmesinde

    olduğu gibi çok iyi anlatmaktadır:

    “Eski feodal dönemde insanın zenginliğinin ölçüsü yalnızca topraktı. Ticaretin

    yaygınlaşmasından sonra yeni bir servet çeşidi ortaya çıktı: para serveti. Feodal dönemin

    başlarında para durgun, yerleşik, hareketsizdi; şimdi etkinleşmiş, canlanmış, akıcılık

    kazanmıştı. Feodal dönemin başlarında dua edenlerle toprağın sahibi olan savaşçılar

    toplumsal ölçeğin bir ucunda, toplumsal ölçeğin öteki ucunda duran serflerin emeğini yiyerek

    yaşıyorlardı. Simdi yeni bir grup türemişti.- yeni bir biçimde alarak ve satarak yaşayan orta

  • 18

    sınıf. Feodal dönemde tek servet kaynağı olan toprak mülkiyeti, yönetme gücünü de rahiplere

    verirdi. Şimdi, yeni bir servet kaynağı olan para mülkiyeti yükselen orta sınıfa yönetime

    katılıma imkânı veriyordu. …Ticaretin gelişmediği, kazanç getirecek şekilde para yatırımı

    yapmanın hemen hemen imkânsız olduğu, böyle bir toplumda, bir insan borç para istiyorsa,

    bunu zenginleşmek için değil yaşamak için istediği apaçıktı… İktisadi eylemler için bir ölçüt,

    iktisat-dışı etkinlikler için başka bir ölçüt sahibi olmak, Ortaçağ’da kilise öğretisine aykırıydı.

    Kilisenin öğrettiği de, halkın genel olarak inandığıydı. Kiliseye göre, insanın cebi için iyi

    olan ruhu için kötüyse, manevi iyiliği önce gelirdi. …Yükselen orta sınıf parasını sandığa

    kapatıp saklamıyordu. Bu yeni tüccar grubu eline geçirdiği bütün parayı-hatta daha da

    fazlasını- kullanacak yer bulurdu… Eski bir ekonomiye uyan kilise öğretisi, yükselen tüccar

    sınıfını temsil ettiği tarihi güçle çatışınca ne olacaktı? Gerileyen öğreti oldu. Şüphesiz

    birdenbire olmadı bu. Azar azar, ağır ağır oldu. “Tefecilik günahtır –ama bu koşullarda….”

    Diyen bir yasa, sonra “faiz almak günah olmakla birlikte, yine de, özel durumlarda …” diyen

    başka bir yasa yoluyla.”

    Bu değişimle birlikte, skolâstik filozofların etikten yola çıkarak faizin yasak

    olmasında yaptıkları şekilde tanımladıkları ve sınırladıkları iktisadi faaliyet, kar,

    birikim ve rasyonellik gibi ilkeleri ile diğer toplumsal alanları da boyunduruğuna

    alacak şekilde, özerk bir var oluşa sahip olmuştur. Başka bir deyişle, karın doyurmak

    için tanrıya ve lorda hizmet etmeyi öğütleyen felsefi ve etik ilkeler, yerini piyasa

    ekonomisinin hayatta kalmaya dayalı unsurları ile zorlanan akılcılığa (biçimsel

    rasyonaliteye) bırakmıştır. 18. yüzyıl boyunca, Merkantilistlerden, Adam Smith,

    David Ricardo’ya kadar pek çok düşünür ve gözlemci tacirler, malların üretimi,

    bölüşümü ve tüketimi gibi karmaşık bir düzlemin devamlılığını sağlamak için bu

    nedenle yasalar keşif etmeye çalışmışlardır. Bununla birlikte Merkantilistler, her ne

    kadar iktisat politikası önermelerinde bulunmuşlar ise de, evrensel değerlendirme

    mantığını gözetememişlerdir. Yani yasalarını Smith’in tüm zenginliği iş bölümüne

    atıfla nesnel bir şekilde açıklamasında olduğu gibi kurmamışlar, sadece kendilerine

    devlet politikasında yardımı dokunacak tekil çıkarsamalardan (yabancılaşmalardan)

    medet ummakla yetinmişlerdir. Bu iktisadi okulların Adam Smith’e gelinceye kadar,

    kendisi için yasa değeri taşıyan genel ve soyut formülleri ortaya koyamamalarına

    ilişkin olarak Marx (2003; 38, 65, 66) şöyle demektedir:

    “Doğası kendi dışında olmayan bir varlık doğal bir varlık değildir, doğanın varlığına

    katılmaz. Kendi dışında hiçbir nesne olmayan bir varlık için kendisi nesne olmayan varlık,

    nesne olarak hiçbir varlığa sahip değildir, yani nesnel biçimde davranmaz, varlığı nesnel

    değildir… Doktor Quesnay’ ın fizyokratik öğretisi, merkantilizmden Adam Smith’ e geçişi

  • 19

    oluşturur. Fizyokrasi doğrudan doğruya feodal mülkiyetin iktisadi dağılmasıdır ama bunun

    sonucu bir o kadar dolayımsız biçimde feodal mülkiyetin iktisadi dönüşümü, yeniden

    canlanmasıdır da; şu farkla ki, dili artık feodal değil ama iktisadidir. Tüm zenginlik, toprak

    ve tarıma dönüşür. Toprak henüz sermaye değildir, henüz sermayenin, doğal özelliği içinde

    ve bu özellik nedeni ile geçerli olacak tikel bir var oluş biçimidir; ama toprak, gene de doğal

    genel bir öğedir, oysa merkantilizm zenginliğin varlığı olarak yalnızca değerli madeni

    tanıyordu… ve toprak, insan için ancak emek, ancak tarım aracılığıyla vardır. Öyleyse

    zenginliğin öznel özü daha şimdiden emeğe aktarılmış bulunmaktadır. Ama aynı zamanda

    tarım tek üretken emektir de. Öyleyse emek henüz kendi evrenselliği ve kendi soyutlaması

    içinde kavranmamıştır; o hala tikel bir doğal öğeye, kendi maddesine bağlanmıştır… Öyleyse

    o, yalnızca insanın belirli, tikel bir yabancılaşmasıdır…

    Başka bir deyişle, iktisadi gerçeğin piyasa ekonomisinin ilkeleri ile tümel bir

    gerçeklik haline gelecek şekilde soyutlaştırılması yoluyla kendi dışında bir nesne

    haline gelmesine daha zaman vardır. Bu, ancak Adam Smith’le ve piyasa ekonomisin

    ilkelerinin işbölümü ilkesinde olduğu gibi soyutlaştırılarak, toplumsal ilişkilere karşı

    bir özerkliğe ulaşmasına veya kadiri mutlak hale gelmesine, yani bir piyasa

    ekonomisinin varlığına bağlıdır. Bunun yanı sıra, merkantilistlerin, evrensel bir

    değerlendirme anlamında iktisada olan ihtiyacının olgunlaşmamasına rağmen

    uyguladıkları devlet merkezli politikalar, burjuvanın ve aydınların gelişimi açısından

    bilimsel iktisadın doğumuna katkıda bulunduklarını söylemek mümkündür. Onların

    yaptıkları politika önerilerinin, iktisadın skolâstik dünyanın etik veya moral unsurları

    ile birlikte düşünülmesi ilkesinden bir ayrılışı ifade etmesi, Wallerstein (2003a)’ın

    “üretici sınıfın siyaseti” ve Braudel (2004; 512, 516)’in “üretimin toplumsal

    tutarlılığı” dediği ve iktisadın temel fikrini oluşturan zeminin ortaya çıkışına işaret

    etmektedir. Yani kapitalizmin yavaş yavaş ortaya çıkışı ile birlikte, eski dönemin

    geride kaldığı ve iş hayatının yürümek için sabırsızlandığı görüldüğünde (Huberman,

    2003; 163), Heilbroner (1962; 31, 34, 42, 43, 46) piyasa ekonomisinin ortaya

    çıktığını söylemekte ve bu durumun, yeni tanımıyla iktisadın nesnel ilkelerinin de

    temellerini oluşturduğunu göstermektedir:

    “Kendine yeterlilik ihtiyacı yeni ve basit bir birim olan ufak devleti ortaya çıkarmıştır. O

    (manorial state) sahipliği feodal lorda ruhsal veya kalıcı olarak ait olan, çoğu zaman binlerce

    dönümlük bir araziyi içeren bir alandı. Bu, toprak lordunun bir koruyucu olmak yanında,

    hâkim, polis, şef, yönetici olduğu sosyal ve ekonomik bir varlıktı… Ekonomik hayatın

    parasallaşması, eğer toplum para ile hayatını sürdürebilir hale gelmişse (is to be permeated)

  • 20

    insanların emekleri için para kazanmaları gerekmektedir. Başka bir deyişle, bir piyasa

    ekonomisinin varlığı, toplumdaki her görevin parasal bir ödülünün olmasına bağlıdır…

    Serbest piyasa koşullarına olan talebin toplumun iktisadi görevlerinin düzenlenmesini

    sağlaması (take over). Orta çağda geleneklerin iktisadi problemleri çözdüğü görülürken, yani

    bunlar insanları görevlerine yönlendiren kurallar ve sosyal ödüllerin dağıtımını düzenleyen

    kurallar iken, bütün iktisadi görevlerin para akımları sonucunda parasallaştırıldığı bir

    ekonomide, insanlar görevleri için her hangi bir işi yapmak yerine, artık o işten para

    kazandıkları için yapmaktadırlar. …İktisadi faaliyete ilişkin yeni davranışların gerekliliği

    ortaya çıkmıştır. Orta çağdaki insanın doğduğu konumda yaşamını sürdürmesini talep eden

    statü toplumu yerine, artık her hangi bir statüyü (stations) kendince özgür bir şekilde tarif

    edebileceği anlaşma (contract) toplumuna geçiş olmuştur. …Tüm bu gelişmeler, kendine

    yeterli bir manorial sistemin değişip yerini piyasa ekonomisine bırakmasına neden olmuştur.”

    Klasik iktisat bakış açısından iktisadi ilişkinin tanımının temel ilkeleri ile piyasa

    ilkeleri arasındaki benzerlik bu bağlamda pek de şaşırtıcı değildir. Çünkü Klasik

    iktisat incelediği nesneyi veya iktisadi ilişkideki insanı, ilk defa skolâstik

    düşüncedeki etik gibi akli çıkarsamaya dayalı unsurlarla değil de, bencillik,

    rasyonellik, kar ve birikim gibi iktisadi pratiğin kendisinden ortaya çıkan kavramlarla

    açıklamıştır. Dolayısıyla, artık insan etik davrandığı ya da tanrının (lordun)

    emirlerine uyduğu için var olan bir sosyal ilişki türü olarak piyasa yoktur. Bunun

    yerine, hayatta kalma mücadelesinin ifade ettiği doğal yasanın tahakkümünde

    rasyonel olmak zorunda olan, yani varlığı kendi dışında bir nesne olan insan vardır.

    Bu açıdan, Braudel (2004; 512, 516)’in yeni kapitalist işbölümü bağlamında,

    “üretimin toplumsal tutarlılığının” kendini doğa yasası olarak kanıtlaması

    durumundaki “üretici sınıfın siyasetinin (Wallerstein, 2003a; 160, 171, 172)”, bütün

    bireysel irade unsurlarının ve ideolojilerin önüne geçmesi üzerine yaptığı tarihsel

    vurgu önemlidir:

    “”Çift taraflı muhasebe, Galileo ve Newton sistemleri ve modern fizik ve kimya

    öğretilerininkiyle aynı akıl’ dan doğmuştur. Buraya fazla yakından bakmadan bile çifte

    kayıtlı muhasebede yerçekimi, kan dolaşımı, enerjinin sakınımı düşünceleri görülecektir…

    Ama kapitalizm = akılcılık eşitliğini kolayca kabul etmek, acaba modern mübadele teknikleri

    karşısındaki bir hayranlıktan kaynaklanmakta değil midir? Bu kabul, kapitalizm ve gelişmeyi

    karıştıran, kapitalizmi ilerlemenin teşvikçilerinden bir değil de, teşvikçisi, motoru,

    hızlandırıcısı, sorumlusu sayan genel bir duygudan- akıl yürütmeden