41
T.C. BAHÇEŞEHİR ÜNİVERSİTESİ STRATEJİK ARAŞTIRMALAR MERKEZİ TÜRKİYE’NİN ULUSAL GÜVENLİĞİNE YÖNELİK ETNİK AYRILIKÇI TERÖR TEHDİDİNİN ANALİZİ VE IRAK’IN KUZEYİNDE BİR KÜRT DEVLETİ KURULMASINA İLİŞKİN DEĞERLENDİRME ARAŞTIRMA RAPORU İSTANBUL - 2008

T.C. BAHÇEŞEHİR ÜNİVERSİTESİ STRATEJİK ...file.setav.org/Files/Pdf/irakin-kuzeyinde-bir-kurt...bir yandan Osmanlı İmparatorluğu’na diğer yandan da Bulgar ve Sırp çetelerine

  • Upload
    others

  • View
    12

  • Download
    0

Embed Size (px)

Citation preview

Page 1: T.C. BAHÇEŞEHİR ÜNİVERSİTESİ STRATEJİK ...file.setav.org/Files/Pdf/irakin-kuzeyinde-bir-kurt...bir yandan Osmanlı İmparatorluğu’na diğer yandan da Bulgar ve Sırp çetelerine

T.C. BAHÇEŞEHİR ÜNİVERSİTESİ

STRATEJİK ARAŞTIRMALAR MERKEZİ

TÜRKİYE’NİN ULUSAL GÜVENLİĞİNE YÖNELİK ETNİK AYRILIKÇI TERÖR TEHDİDİNİN ANALİZİ

VE IRAK’IN KUZEYİNDE BİR KÜRT DEVLETİ KURULMASINA İLİŞKİN

DEĞERLENDİRME

ARAŞTIRMA RAPORU

İSTANBUL - 2008

Page 2: T.C. BAHÇEŞEHİR ÜNİVERSİTESİ STRATEJİK ...file.setav.org/Files/Pdf/irakin-kuzeyinde-bir-kurt...bir yandan Osmanlı İmparatorluğu’na diğer yandan da Bulgar ve Sırp çetelerine

İÇİNDEKİLER TEORİK ALTYAPI........................................................................................... 1 GİRİŞ .............................................................................................................. 3 1 . TÜRKİYE’YE YÖNELİK ETNİK AYRILIKÇI TERÖR TEHDİDİNİN ANALİZİ ............................................................................. 6

• Düşük Yoğunluklu Çatışma ve Gerilla Savaşı ............................... 12 • Mevcut Durum................................................................................ 17

2. IRAK’IN KUZEYİNDE BİR KÜRT DEVLETİ KURULMASINA İLİŞKİN DEĞERLENDİRME ................................................................... 19

• Irak’ın Kuzeyinde Kurulacak Bir Kürt Devleti ABD İçin Ne Anlama Gelebilir? ............................................................................. 19

• ABD Irak’ın Kuzeyinde Kurulacak Bir Kürt Devletini Neden İsteyebilir?.................................................................................. 21

• Irak’ın Kuzeyinde Kurulacak Bir Kürt Devletine İlişkin ABD’nin Çekinceleri ve Stratejik Kayıpları Neler Olabilir?.................... 23

• Iraklı Kürt Grupların Olası Tutumları .............................................. 25 • İran’ın Olası Kürt Devletine İlişkin Tutumu..................................... 26 • Bağımsız Bir Şii Devletinin İran Açısından Avantajları................... 29 • Bağımsız Bir Şii Devletinin İran Açısından Dezavantajları............. 30 • Olası Kürt Devleti Hususunda Türkiye’nin Alternatif İşlevselliği..... 32 • Sonuç............................................................................................. 34 • Türkiye’nin Konumuna İlişkin Değerlendirme Notu ........................ 35 • KAYNAKÇA ................................................................................... 38

Page 3: T.C. BAHÇEŞEHİR ÜNİVERSİTESİ STRATEJİK ...file.setav.org/Files/Pdf/irakin-kuzeyinde-bir-kurt...bir yandan Osmanlı İmparatorluğu’na diğer yandan da Bulgar ve Sırp çetelerine

1

TEORİK ALTYAPI

Güvenlik kavramı insanlığın var oluşundan bu yana en önemli ihtiyaçlardan birini

ifade etmektedir. Güvenlik, bireysel anlamda bakıldığında bireyin varlığına ve sahip

olduklarına ilişkin “endişe bütününü” anlatmaktadır. İşlevsel olarak “güvenlik”, amaca ilişkin

bir ifadedir ve varlığın korunması–sürdürülmesi iradesini tanımlamaktadır (Dedeoğlu, 2008:

21). Dedeoğlu’na göre Uluslararası İlişkilerde “güvenlik” kavramı aşağıdaki düzlemlerde ele

alınabilir (2008):

a) Uluslararası sistemin bütünü ya da bütüne yakınının güvenliği,

b) Coğrafi ya da işlevsel alt sistemlerin, bölgelerin güvenliği,

c) Devletin güvenliği,

d) Toplumun güvenliği,

e) Toplumsal alt grupların güvenliği

f) Bireylerin güvenliği

Klasik realist Uluslararası İlişkiler teorilerine göre, savaşa neden olan temel

etmenler; devletin temel karakteristiği olan güç politikaları ve devletin yöneticisi konumunda

bulunan birey bazındaki aktörlere egemen olan güvenlik/güvensizlik algılamalarıdır. Güvenlik

endişelerinin genel olarak insan doğasının çıkarcı, saldırgan ve güce yönelik yapısından

kaynaklandığını değerlendiren realist paradigma; merkezi otoritenin olmadığı uluslararası

sistemde revizyonist ve yayılmacı siyasete sıklıkla rastlanabileceğini ve bunun temel güvenlik

problemi olduğunu öngörmektedir (Arı, 2008: 160–161).

Bu çalışma, güvenlik yaklaşımları açısından, analiz birimi olarak “devleti”

kullanacaktır. Bu yönüyle Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin ulusal güvenliğine yönelik

tehditlerden biri incelenecektir. Bununla birlikte çeşitli noktalarda birey bazındaki aktörler ve

bölgesel değerlendirmelere de yer verilmiştir. Çalışmanın teorik perspektifi klasik realizm

olarak belirlenmiştir. Bu perspektifin seçilmesindeki en büyük etmen; Türkiye’nin karşı

karşıya kaldığı “terörizm” tehdidi karşısında diğer aktörlerin davranışlarının, klasik realist

uluslararası ilişkiler algılamasına uygun olduğunun düşünülmesidir. Zira Türkiye’ye yönelik

terör tehdidi, komşuları tarafından İdealist ya da Neo–liberal teorilerin öngördüğü şekilde;

barışçı eğilimler ve uluslararası işbirliği ile karşılanmamış; tersine İran, Suriye, Yunanistan

Page 4: T.C. BAHÇEŞEHİR ÜNİVERSİTESİ STRATEJİK ...file.setav.org/Files/Pdf/irakin-kuzeyinde-bir-kurt...bir yandan Osmanlı İmparatorluğu’na diğer yandan da Bulgar ve Sırp çetelerine

2

başta olmak üzere birçok devlet, kendi ulusal çıkarları ve güç politikaları gereği terörü

Türkiye aleyhine kullanmayı tercih etmiştir.

Bununla birlikte klasik realist teorinin, globalist ve transnasyonel yaklaşımların

aksine, uluslararası ilişkilerde devlet dışındaki aktörleri dışladığı bilinmektedir. Ancak PKK

ve diğer terör örgütleri birer devlet dışı aktör olarak sistemde yer alabilmektedirler.

Uluslararası İlişkiler teorileri genellikle, devlet dışı aktörler denilince sivil toplum

kuruluşlarını (NGO); finansal, ticari, vb. uluslararası ve ulus ötesi kurumları düşünmektedir.

Kanımızca terör örgütlerini sistem içinde sınıflandıracak, açıklayacak teori ve yaklaşımlara

günümüzde ve önümüzdeki dönemde duyulan gereksinim büyüktür.

Page 5: T.C. BAHÇEŞEHİR ÜNİVERSİTESİ STRATEJİK ...file.setav.org/Files/Pdf/irakin-kuzeyinde-bir-kurt...bir yandan Osmanlı İmparatorluğu’na diğer yandan da Bulgar ve Sırp çetelerine

3

GİRİŞ

Türkiye Cumhuriyeti kuruluşundan itibaren varlığına ve ulusal güvenliğine yönelik

çeşitli tehditlerle karşılaşmıştır. Bu tehditler, kimi zaman klasik şekilde topraklarının bir

kısmına, toprak bütünlüğüne, karasuları ve hava sahası gibi konularda egemenlik haklarına

yönelik iken; kimi zaman da bu genç devletin devrim ile oluşan rejimini, anayasal niteliklerini

ve kuruluş felsefesini hedef almıştır. Türk Devleti’nin ülke topraklarını (territory) hedef alan

tehditler temel olarak, Ermenistan, Suriye ve Soğuk Savaş döneminde Sovyetler Birliği’nin

toprak talepleri ile Yunanistan’ın Karasuları - Hava Sahası iddiaları ve Megali İdea (Büyük

Ülkü) politikalarıdır.

Bu noktada Megali İdea ve Yunanistan tehdidine ayrı bir parantez açılmasının uygun

olacağı düşünülmektedir. Zira Megali İdea, Ermenistan’ın tutumu, Sovyet Talepleri ve

Suriye’nin Hatay politikasının aksine, kapsamındaki bazı unsurlar açısından başarıya ulaşmış

görünmektedir. Megali İdea1 en temel anlatımı ile Yunanistan’ın tarihsel irredentist2 politikası

olarak değerlendirilebilir. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin ulusal egemenliğinde bulunan

Trabzon, İzmir gibi şehirleri de içeren bu irredentist politika, nihai amaç olarak

“Konstantinopolis’in” (İstanbul) Yunan egemenliğine girmesi ile beş denize açılan, iki kıtaya

uzanan3 ve Ege’nin “Yunan Gölü” haline getirildiği bir siyasal coğrafya yaratmayı

hedeflemektedir (Sakınmaz, 2007: 39–46). Megali İdea’nın bu haliyle, irredentizmin yanı

sıra; aşırı şovenizm, revizyonizm ve dini fanatizmin bir sentezi olduğunu söylemek yanlış

olmayacaktır (Institut de Politique Etrangere, 1983).

Kanımızca Megali İdea’nın sadece “ülkü” olarak kaldığını söylemek güçtür. Nitekim

bir yandan Osmanlı İmparatorluğu’na diğer yandan da Bulgar ve Sırp çetelerine karşı,

Yunanlı zenginlerden alınan paralar ile 1894 yılında kurulan Etniki Eterya’nın, Megali

İdea’nın tüm politik seyrini değiştirdiği değerlendirilmektedir. Kuruluşunun daha ilk yılında

Girit Ayaklanması’nı (1895) çıkaran örgüt, Yunanistan’a, Rum azınlıklar üzerinden doğuda

1Megali İdea Yunanistan kurulduktan sonra ortaya çıkan radikal bir fikir akımı değildir. Başka bir anlatımla Yunanistan Megali İdea’yı yaratmamış, Megali İdea Yunanistan’ı yaratmıştır. Buna dayanak olarak, ilk Megali İdea haritasının Yunanlılar açısından önemli bir ulusal figür olan şair Rigas Ferreros tarafından hazırlanması ve 1796’da Viyana’da basılması gösterilebilir. Oysa Yunanistan 1821’de kurulmuştur. Ferreros’un haritası Kıbrıs’ı da kapsamaktadır. 2İrredentizm 19. yüzyılda İtalya’da çıkan akım ve irredentist bu akıma bağlı partinin üyeleri için kullanılır. Bu siyasi düşünce, İtalya dışında kalmış ancak İtalyanca konuşan, İtalyan soyundan gelen topluluk ve coğrafyaları İtalya’ya katmayı hedeflemekteydi. Bugün uluslararası ilişkiler terminolojisinde irredentizm, ulusal sınırlar dışında kalan soydaş unsurları kullanarak icra edilen yayılmacılığı tanımlamaktadır. 3Burada “beş deniz” ifadesi ile Adriyatik, Akdeniz, Ege, Marmara ve Karadeniz; iki kıta ile Avrupa ve Asya kastedilmektedir.

Page 6: T.C. BAHÇEŞEHİR ÜNİVERSİTESİ STRATEJİK ...file.setav.org/Files/Pdf/irakin-kuzeyinde-bir-kurt...bir yandan Osmanlı İmparatorluğu’na diğer yandan da Bulgar ve Sırp çetelerine

4

yeni müdahale alanları açmıştır. Yunanistan’ın bu gibi açılımlar ve savaş “enstrümanı” ile

kuruluşundan itibaren sürekli büyüyerek yayılmacı bir karakter sergilediği söylenebilir.

Sadece Birinci Balkan Savaşı’nın sonunda Yunanistan, nüfusunu 2.800.000’den 4.800.000’e,

topraklarını da yaklaşık iki katına çıkarmıştır. Aynı yaklaşımı Birinci Dünya Savaşı’nın

ardından Paris Barış Konferansı’nda da sürdüren Yunanistan’ı engelleyebilen Atatürk ve

Kurtuluş Savaşı olmuştur (Sakınmaz, 2007: 39–46). Bu çalışma dahilinde ele alınan

Vekaleten Savaş olgusu, Yunanistan’ın PKK terör örgütüne verdiği destek ile birlikte

düşünüldüğünde; Türkiye’de yaşanan etnik ayrılıkçı terörün Megali İdea’ya dolaylı yoldan

nasıl bir hizmet verdiği anlaşılacaktır.

İkinci grupta ele aldığımız; cumhuriyetin anayasal niteliklerine ve rejime yönelik

tehditlerden en önemli görüneni “İrtica” olarak karşımıza çıkmaktadır. Türkiye

Cumhuriyeti’nin laik yapısı birçok radikal dinci unsuru ve rejimi rahatsız etmekte; bu yapının

ortadan kaldırılmasına yönelik tehditler kimi zaman “yumuşak güç” unsurlarının

kullanılmasını da beraberinde getirebilmektedir.

Bu çalışma, anılan iki grubun dışında üçüncü bir kategorinin varlığını

değerlendirmekte ve Türkiye Cumhuriyeti’nin en büyük ulusal güvenlik sorunu olarak bu

kategoride yer alan tehdit unsurlarını algılamaktadır. Üçüncü kategori kavramsal olarak “etnik

ayrılıkçılığı” işlevsel olarak da “terörü” içermektedir. Bu kapsamıyla birinci ve ikinci grup

ulusal güvenlik tehditlerinin her ikisi ile benzeşen yönleri mevcuttur. Etnik Ayrılıkçı Terör;

meydana getirebileceği politik sonuçlar ile hem toprak bütünlüğüne yönelik (territorial) bir

tehdidi ifade etmekte; hem de cumhuriyetin temel niteliklerinden olan üniter yapıyı ve ulus–

devlet anlayışını hedef almaktadır. Bu yönüyle kapsamının geniş olduğunu söylemek

mümkündür. Kanımızca anılan güvenlik sorunları içinde Türkiye Cumhuriyeti’nin bekasına

yönelik en ciddi meydan okuma olan Etnik Ayrılıkçı Terörü, Irak’ın kuzeyindeki bağımsızlık

talepleri ile birlikte değerlendirmek isabetli olacaktır. Zira bu çalışma, Etnik Ayrılıkçı Terör

tehdidini, ya da daha açık bir dil ile PKK terörünü, tek başına en büyük ulusal güvenlik

sorunu olarak ele almamaktadır. Bunun nedeni PKK’nın Türkiye’yi bölecek bir politik model

ortaya koyamaması, koysa bile bu modeli uygulayabilecek imkan ve kabiliyetinin

bulunmadığının düşünülmesidir. Bununla birlikte Irak’ın kuzeyindeki oluşum bağımsız bir

devlet haline gelerek, Türkiye’ye yönelik irredentist bir yaklaşım sergileyebilir. Bu durumda

Türkiye’deki etnik ayrılıkçı terör, kendine politik bir model bulacak ve “daha somut” siyasi

hedeflere sahip olabilecektir.

Page 7: T.C. BAHÇEŞEHİR ÜNİVERSİTESİ STRATEJİK ...file.setav.org/Files/Pdf/irakin-kuzeyinde-bir-kurt...bir yandan Osmanlı İmparatorluğu’na diğer yandan da Bulgar ve Sırp çetelerine

5

Teknik boyutta Etnik Ayrılıkçı Terör; Düşük Yoğunluklu Çatışma ve Gerilla Savaşı

ile Vekaleten Savaş çerçevesinde ele alınmıştır. Dolayısıyla bu hususlarda kavramsal

bilgilendirme yapılacaktır.

Çalışma, ABD işgalinin ardından Irak’ın kuzeyinde yaşanan ve yaşanabilecek

gelişmeler için ayrı bir bölüm içermekte ve konuyu derinlemesine ele almaya gayret

etmektedir.

Bu raporun hemen her bölümünde “Kuzey Irak” ifadesinden önemle kaçınılmıştır.

Zira bu kavram uluslararası hukuk açısından; “Kuzey Kıbrıs”, “Kuzey Kore” gibi politik

bağımsızlık anlamına karşılık gelebilir. Irak’ın kuzeyindeki oluşumun resmi adı “Kuzey Irak

Bölgesel Yönetimi” olsa da, bu ifadenin bağımsız bir siyasi varlığın altyapısı olduğu

değerlendirilmektedir. Ayrıca Irak’ın anayasal olarak federal bir yapıda bulunması; “Kuzey

Irak” kullanımını (Northern Iraq) zorunlu kılmamaktadır. Örneğin literatürde, federal bir

devlet olan Almanya’nın kuzey bölgesi için “Kuzey Almanya” ifadesine rastlamak mümkün

değildir.

Bu çalışma etnik ayrılıkçı terör kapsamında PKK Terör Örgütü’nü ve Irak’ın

kuzeyindeki gelişmeleri iki ayrı bölüm halinde ele alacaktır. Bu doğrultuda etnik ayrılıkçı

terörün yapısı ve yöntemlerini inceleyecek; ardından Irak’ın kuzeyine dair çeşitli senaryolar

ortaya koymaya çalışacaktır.

Page 8: T.C. BAHÇEŞEHİR ÜNİVERSİTESİ STRATEJİK ...file.setav.org/Files/Pdf/irakin-kuzeyinde-bir-kurt...bir yandan Osmanlı İmparatorluğu’na diğer yandan da Bulgar ve Sırp çetelerine

6

BÖLÜM -1-

TÜRKİYE’YE YÖNELİK ETNİK AYRILIKÇI TERÖR TEHDİDİNİN

ANALİZİ

PKK (Kürdistan İşçi Partisi) tarafından 15 Ağustos 1984’te Şemdinli ve Eruh’taki

karakollar ile kamu binalarına terörist saldırılar düzenlenmiştir. Bu saldırılar ile birlikte

Türkiye Cumhuriyeti’nin ulusal güvenlik algılamasını önemli ölçüde değiştirecek yeni bir

sürecin başladığı değerlendirilmektedir. Bu süreci farklı kılan temel özellikler; tehdidin

cumhuriyet tarihi boyunca Türkiye’nin toprak bütünlüğüne yönelik en ciddi meydan okuma

niteliğini taşıması ve o döneme kadar Türk güvenlik birimlerinin karşılaşmadığı türde bir

terör tarzını temsil etmesidir (Özdağ, 2007: 11). Örgütün bu yeni terör tarzı ile Türkiye’nin

toprak bütünlüğüne meydan okuması, ASALA’nın sahneden çekilme durumunda kaldığı bir

döneme denk düşmekte ve bu yönüyle, ASALA’nın düşüşü ile PKK’nın yükselişi, “bileşik

kapları” andıran şekilde Türkiye Cumhuriyeti’ne yönelik terör tehdidinde devamlılık

sağlandığı düşüncesini akla getirmektedir (Çitlioğlu, 2008: 252).

Terör Örgütü PKK, mücadele sürecini Çinli lider Mao Ze Dung’un “Uzun Süreli

Halk Savaşı” konseptine yerleştirmiştir. Kavramsal olarak bu konseptin; “stratejik savunma”,

“stratejik denge” ve “stratejik saldırı” olmak üzere üç evresi bulunmaktadır. Bu kapsamda

PKK, mücadelesini üç aşamalı olarak planlamıştır. Bunlardan ilki Şemdinli ve Eruh

baskınlarını da kapsayan ve örgütün gücünü halka ispatlamak amacını taşıyan “silahlı

propaganda” aşamasıdır (Özdağ, 2008). Silahlı propaganda aşamasının 1984 yılında anılan iki

baskın ile sona erdiği ve örgütün öznel ifadesiyle “gerilla faaliyetine” geçtiği bilinmektedir.

Bu iki aşama “stratejik savunma” evresini oluşturmaktadır. Terör örgütünün planları dahilinde

“gerilla faaliyeti” aşamasını, “stratejik denge” aşamasının izlemesi bulunmaktaydı. “Stratejik

denge” kısmında, daha geniş birliklerle paramiliter özellikleri kısmen terk ederek icra edilen

“hareketli savaş” yer almaktadır. Son olarak “stratejik saldırı aşamasına” geçilmesi ve burada

düzensiz birliklerin konvansiyonel bir yapıya dönüştürülmesiyle taarruz edilmesi

planlanmıştır. “Stratejik saldırı” aşamasının başarıya ulaşacağına inanan terörist Abdullah

Öcalan’ın bu hususta, Vietnamlı General Vo Nguyen Giap’ın görüşlerinden etkilendiği

bilinmektedir (Özdağ, 2008).

Soruna bu kavramsal alt yapı ve terörizm konsepti ile bakıldığında, Türkiye

Cumhuriyeti’nin aslında olmayan bir Kürt sorununu dert ettiği görülecektir (Ersever, 2007).

Page 9: T.C. BAHÇEŞEHİR ÜNİVERSİTESİ STRATEJİK ...file.setav.org/Files/Pdf/irakin-kuzeyinde-bir-kurt...bir yandan Osmanlı İmparatorluğu’na diğer yandan da Bulgar ve Sırp çetelerine

7

Zira yöntemsel olarak bu çapta terörist mücadelenin sürdürülmesinin; istihbarat servislerinin

profesyonel yardımı, gerekli paramiliter eğitimler, yoğun silah ve mühimmat desteği, gelişmiş

lojistik alt yapı gibi unsurlar sağlanmadan mümkün olamayacağı ortadadır. Bu nedenden

ötürü, sorunun ayrılıkçı terör temelini gözden kaçırarak, sosyo–politik tanımlar ortaya

konulmasının gerçeği yansıtmadığı düşünülmektedir. Bu çalışmada ortaya konulan yaklaşım,

terör sorununun sosyo–politik bir yönü olduğunu dışlamamaktadır. Nitekim PKK terörünün

“etnik” ve “ayrılıkçı” olması, esasen toplumsal nitelikler taşıdığını göstermektedir. Bununla

birlikte, bu çalışmanın itiraz ettiği temel husus, sorunun sınıflandırılmasında “Kürt Sorunu”

ifadesinin konuyu adeta basit bir “sosyal patlamaya” ya da “kolektif hak arama mücadelesine”

indirgiyor görünmesidir. Akılcı bir yaklaşım ile kabul edilecektir ki; Vekaleten Savaş niteliği

göstermeyen bir sosyal sorunun, NATO’nun ikinci büyük ordusunu yirmi dört yıl boyunca

meşgul etmesi olası değildir. Bu bağlamda yakalanmadan önce PKK terör örgütü üyesi olan

Şemdin Sakık, sistematik şiddetin çok yoğun ve organize bir halinin terör örgütünün düşünce

sistemine işlediğini ve temel sorun çözme yöntemi olarak benimsendiğini ifade etmektedir

(Günay, 2007: 87).

Türkiye’yi tehdit eden bölücü–ayrılıkçı tehdidin anlaşılabilmesi için; etnikliğin, etnik

kimliğin, etnik ayrılıkçılığın ve etnik ayrılıkçı terörün doğasını kavramak büyük önem

taşımaktadır. Etnik ayrılıkçılığın temelde mikro–milliyetçi talepler ile ortaya çıktığı

bilinmektedir. Kimi zaman “etnik” ya da “mikro–milliyetçi” sözcükleri anlamsal olarak

“sevimsiz” bulunduğundan bu talepler; “federal istekler”, “çok kültürlülük”, “demokratik

açılım” gibi konseptler içerisinde dile getirilmektedir. Bu talepler karşısında kimi

entelektüeller, anılan isteklerin karşılanmasının ayrılıkçı süreci frenleyeceğini ve bölücü tavrı

yumuşatacağını düşünmektedir. Oysa İspanya’daki Bask ya da Kanada’daki Quebec örnekleri

kimi zaman “taleplerin karşılanmasının, bastırılması ile aynı sonuçları doğurabildiğini” ortaya

koymaktadır (Kalaycı, 2006). Bu iki örnekte her türlü dilsel ve kültürel hakkın sağlanmasına

hatta otonomiye (Bask örneği) rağmen ayrılıkçılığın önlenemediği gözlemlenmektedir. Zira

ayrılıkçılık; temelde adaletsizlikten ya da demokrasi ile ilgili konulardan değil ulusal kimlik

ve aidiyet algısından kaynaklanmaktadır (Kalaycı, 2006). İspanya’da Bask Toplumu’nun

tarihsel geçmişi, farklı dili, etnik kökeni, yaşadığı coğrafyanın Madrid’in etkisinden uzak ve

dağlık olmasından ötürü İspanyol kimliğine entegre olamadığı bir gerçektir. Günümüzde Bask

Toplumu, İspanya’daki dört Bask bölgesinden üçünde, bir kısmını Madrid’e göndermek

şartıyla vergi toplamak, otonom parlamento gibi kazanımlarına rağmen ayrılıkçı eğilimler

gösterebilmektedir. Ayrıca Bask Bölgesinin belirli şehirleri, ekonomik açıdan İspanya’nın

Page 10: T.C. BAHÇEŞEHİR ÜNİVERSİTESİ STRATEJİK ...file.setav.org/Files/Pdf/irakin-kuzeyinde-bir-kurt...bir yandan Osmanlı İmparatorluğu’na diğer yandan da Bulgar ve Sırp çetelerine

8

diğer bölgelerinden geri kalmamakta, hatta göç almaktadır. Bununla birlikte terör örgütü

ETA’nın faaliyetlerini sürdürdüğü bilinmektedir (İnat [ed.] ve diğerleri, 2007).

Yukarıda sözü edilen durum açısından ayrılıkçı terörün “etnik doğasının” çatışma

potansiyeli bakımından temel belirleyenlerden biri olduğu düşünülmektedir. Zira etnik

sorunlar var oldukça, bu zeminde terör eylemlerinin sıklıkla gerçekleşebildiği

gözlemlenmektedir (Tişkov ve Filippova, 2000: 38–40). Bu nedenle etnikliğin özel olarak

incelenmesinde yarar görülmektedir. Bu kavramsal inceleme için; politik psikoloji teorik ve

analitik alt yapı olarak kullanılacaktır.

“Etnik” sözcüğünün kökeni Yunancadır ve ethnos’ tan gelmektedir. Ethnos’ un

kelime anlamı ise topluluk, insanlar ya da kabiledir. Etnik grup veya “modern anlamda

ethnos” nedir, sorusuna yanıt arayan Antropolog De Vos, kendi disiplinine uygun bir tanım

kullanarak; aynı geleneklere sahip ve bu gelenekleri başka topluluklar ile paylaşmayan

insanları bir “etnik grup” olarak kabul etmektedir. Bu gelenekler manzumesi çok geniş bir

yelpazeye yayılmış olup; dini inanışları, dili, ortak bir ataya sahip olmayı, köklere ait coğrafi

bir yeri; hatta mitolojik anlamda bir başlangıcı dahi içerebilmektedir (De Vos, Ethnic

Plularism: Conflict and Accomodation:9’dan aktaran: Volkan, 1999).

A. Tayyar Önder, etniklik kavramının tanım bakımından esnekliğine dikkat

çekmekte ve etnik grupları; benimsedikleri dil, din ve kültür bakımından diğer gruplardan

belirgin bir biçimde ayrılan gruplar olarak nitelendirmektedir. Ayrıca etnik grubun oluşumu

açısından dil, din ve kültürel farklılıkların aynı anda bulunmayışını da bir eksiklik olarak

kabul etmeyen Önder, savını desteklemek amacıyla ortak dile ve ırksal kökene rağmen etnik

kutuplaşmanın ve etnik terörün mezhep temelinde yaşandığı Kuzey İrlanda’yı örnek

göstermektedir (2006: 1–2). Önder’in etniklik tanımında önemli olan hususun belirginlik

olduğu düşünülmektedir. Bu yaklaşıma göre, bir grubun farklılığının açıkça bulunması ve

tespit edilebilmesinin esas alındığı değerlendirilmektedir.

Genel olarak sosyo–kültürel ve dilsel temelde tanımlanan etniklik–etnik grup

olgularının, literatürde çoğunlukla sübjektif ölçütler çerçevesinde ele alındığını söylemek

mümkündür. Irkçılık akımlarının dünya siyasi tarihinde, özellikle İkinci Dünya Savaşı

esnasında ve hemen öncesinde yarattığı yıkımın ve saldırgan ırkçılığın günümüzde devam

eden etkilerinin araştırmacıların tanımlarını netleştirmelerini zorlaştırdığı bir gerçektir.

Bununla birlikte ırksal faktörleri ön planda tutan objektif tanımlar da yok değildir. Objektif ve

sübjektif etniklik tanımlamalarının geçerliliklerinin göreli olduğu ve bahsedilen görelilik

faktörünün yüksek bir coğrafi değişkenlikten kaynaklandığı söylenebilir. Yani bir bölgede

Page 11: T.C. BAHÇEŞEHİR ÜNİVERSİTESİ STRATEJİK ...file.setav.org/Files/Pdf/irakin-kuzeyinde-bir-kurt...bir yandan Osmanlı İmparatorluğu’na diğer yandan da Bulgar ve Sırp çetelerine

9

aynı dili konuşan ancak farklı ırklara mensup iki ya da daha çok etnik grup bulunabilirken,

kimi zaman da ırksal köken bakımından aynı ancak farklı ögeler ile ayrılan gruplar mevcuttur.

Volkan, bu duruma Eski Yugoslavya’yı örnek göstermektedir. Burada yakın geçmişte

yaşanmış olan etnik çatışmanın tarafları; Ortodoks Sırplar, Katolik Hırvatlar ve Müslüman

Boşnaklardır. Dikkat çekicidir ki; yakın geçmişte çok kanlı çatışmaların tarafları olmuş bu üç

grup da Güney Slav Gen Havuzuna mensuptur (Volkan, 1999: 32).

Çevik’in etniklik kavramına daha çok tarihsel bakış açısı ile yaklaştığı

gözlemlenmektedir. Çevik, etnikliğin biyolojik ya da morfolojik olarak belirlenemeyeceğini

öne sürmekte ve bu kavramın doğrudan toplumun tarihsel gelişimi ve sembolleri ile ilgili

olduğu değerlendirmesini yapmaktadır. Bu görüşe göre, etnik kimliğin şekillenmesi tarihsel

süreçte toplumun başından geçen olaylar ve bu olaylara ilişkin algılar ile ilgilidir. Kökleri

ilkel dönemlere kadar dayanan bu sürecin temelinde, “biz” ve “onlar” ayrımının bulunduğu

önemle vurgulanmaktadır (Çevik ve Ceyhun,1995: 14).

Değerlendirmek gerekirse, etniklik kavramının bir toplumda diğer(ler)ine kıyasla

geniş ve derin farklılıklar bütünü olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Burada kullanılan

geniş ifadesi, toplumun çok büyük bir çoğunluğuna homojen olarak yayılmış ve büyük

çoğunluğunca benimsenmiş anlamına gelmektedir. Derin ifadesi ise uzun bir geçmişi olan ve

kökleşmiş anlamında kullanılmıştır. Kökleşmiş ve yaygın farklılıkları olan etnik grubun,

kendi kimliğini içinde bulunduğu daha büyük grubun ya da komşu olduğu diğer etnik

grubun/grupların kimliklerinden net bir biçimde ayırması ve farklı olduğunu bütünsel olarak

bilmesi de çok önemli bir ölçüt olarak nitelendirilebilir.

Etniklik nasıl olup da kendi içinde çok şiddetli bir çatışma potansiyeli

barındırabilmiştir? En nihayetinde etnik farklılıklar; grubun kendisini “biz” ve başka grupları

“onlar/ötekiler” şeklinde tanımlamasına neden olmakta ise ötekilere duyulan kin ve

düşmanlığın sebepleri neler olabilir? Bu durum, Önder’in ifade ettiği etniklik anlayışı

çerçevesinde kültürel değerlerden mi; yoksa Çevik’in yaklaşımına daha uygun düşecek

şekilde tarihsel arka planın yarattığı toplumsal bir ruh halinden mi kaynaklanmaktadır? Bu

sorulara isabetli yanıtlar verilebilmesi, etnik ayrılıkçı terörün dinamiklerinin analiz

edilebilmesi bakımından önem taşımaktadır. Çünkü sadece farklı olmanın, topyekun ve

sistematik bir şiddete neden olabileceğine inanmak güçtür. Söz konusu farklılıkların, tarih

boyunca yaratılan “öteki” algısı ile birlikte değerlendirilmesi daha aydınlatıcı olabilir. Zira,

“öteki”ne ilişkin algılar tarihsel süreç içinde oluşmaktadır. Dolayısıyla sorunun salt farklı

olmaktan değil, farklı olana atfedilen toplumsal algıdan da kaynaklanabileceği göz önünde

Page 12: T.C. BAHÇEŞEHİR ÜNİVERSİTESİ STRATEJİK ...file.setav.org/Files/Pdf/irakin-kuzeyinde-bir-kurt...bir yandan Osmanlı İmparatorluğu’na diğer yandan da Bulgar ve Sırp çetelerine

10

bulundurulmalıdır. Farklı olanın hangi nitelemeler, sıfatlar ve tarihsel algılar ile etiketlendiği,

grubun “ötekine” ne şekilde bakabileceğini belirleyen en önemli faktörlerden biridir. Ötekine

atfedilen olumsuz tarihsel önyargıların çok büyük trajedilere neden olabildiği ise doğruluğu

sınanmış bir gerçektir. Dolayısıyla sorunun karmaşık bir yapısı olduğu düşünülmektedir.

Çitlioğlu da benzer bir yaklaşımla, etnik teröristleri “kana susamış vahşi canavarlardan” ibaret

görmenin; açıklama kapasitesi bakımından yetersiz olacağına dikkat çekmektedir (2008).

Klasik tanımlamaların terörün gelişmiş ve karmaşık yapısını açıklamak hususunda yeterli

olmadığı görülmektedir. Başka bir anlatımla terörist eylem; istihbari ve lojistik hazırlık,

stratejik planlama, taktik alan gibi yaratıcı bir aklın yıkıcılığına muhtaç iken, teröristleri

şizoid–şizopital, vahşi, kana susamış kişiler gibi görmek sorunun tanımlanmasına yardımcı

olmamaktadır. Çitlioğlu’na göre terörün temel amacı, hedef toplumu bütünsel bir kabule

yönlendirmek, itaat edici ruh haline sokabilmek ve ardından da terör grubunun siyasi

amaçlarını dayatabilmektir. Bu alt yapıya sahip terör olgusu, kavramsal açıdan yarı–askeri bir

faaliyet olarak tanımlanabilir (Çitlioğlu, 2007).

Volkan, etnik terörizm de dahil olmak üzere etnik şiddetin, çatışmanın tarafı

olmayanlarca dehşetle izlenen, şaşkınlıkla “bu nasıl olabildi” şeklinde tepki verilebilen bir

olgu olduğunu belirtirken; çatışmanın dışında kalanların bu tavırlarının nedeni olarak

rasyonaliteye ilişkin ön kabulleri gerekçe göstermektedir (1999). Bu ön kabuller genel olarak

insan hareketlerinin rasyonel gerekçelere dayandığını öngörmektedir. Etnik Çatışmanın tarafı

olmayan ve dışarıdan izleyenlere göre insanları hayvanlardan ayıran en temel özellik rasyonel

karar alma süreçleri ve aldıkları kararların akla uygunluğudur. Esasen bu bir tespit kadar bir

temenninin de ifadesi gibi görünmektedir. Bahsi geçen sistematik şiddeti yaşamayan birey ve

toplumlar için irrasyonelliğin toplumsal ve politik kurumlarca gösterilebileceği, çoğu zaman

bir zihinsel egzersizin dahi konusu olamayacak kadar uzak bir ihtimaldir (Volkan, 1999: 30 –

31).

Volkan’a göre Etnik Terörizm, terörist liderlerin kendi büyük grup kimliklerine aşırı

derecede bağlanarak onu yaygın bir şekilde genişletme çabasıdır (1999). Etnik teröristler,

gelişmiş politik durumlar altında grup için özerklik ya da devlet olma gibi durumları

amaçlayarak kendi hareketlerini, baskın bir etnik grup ya da başka büyük bir grubu işgalci,

engelleyici, kolonileştirici ya da dış güç olarak nitelendirerek yasallaştırma yoluna giderler

(Volkan, 1999: 183). Etnik terörizmin temel nedenleri arasında toplumsal hayal kırıklıklarının

çok büyük yer tuttuğu söylenebilir (Çevik ve Ceyhun, 1995: 11). Volkan’ın tespitlerine

paralellik gösterecek şekilde Şemdin Sakık, kendisinin terör örgütüne katılımında, çocukluk

Page 13: T.C. BAHÇEŞEHİR ÜNİVERSİTESİ STRATEJİK ...file.setav.org/Files/Pdf/irakin-kuzeyinde-bir-kurt...bir yandan Osmanlı İmparatorluğu’na diğer yandan da Bulgar ve Sırp çetelerine

11

ve gençlik döneminde büyüklerinden duyduğu Kürt İsyanları’nın başarısızlığına ilişkin

hikayelerin etkili olduğunu belirtmekte, terör örgütü içinde; büyük grup kimliği ile “kurtarıcı”

rolü çerçevesinde yoğun bir özdeşim yapıldığını ifade etmektedir (Günay, 2007).

Kategorik olarak etnik ayrılıkçı terör hareketi olan PKK; teknik anlamda Düşük

Yoğunluklu Çatışma kapsamında ele alınabilecek asimetrik bir tehdittir. Bu noktadan itibaren

Türkiye’nin karşı karşıya kaldığı Düşük Yoğunluklu Çatışma ve asimetrik tehdidin teknik

boyutu kavramsal olarak açıklanmaya çalışılacaktır. Askeri açıdan çatışmanın doğasını

kavrayabilmenin; çatışmanın sınıflandırılabilmesi, incelenmesi, yaşanan sürecin analiz

edilebilmesi ve yakın gelecekteki muhtemel gelişmelerin önceden tahmin edilebilmesi

açısından büyük önem taşıdığı değerlendirilmektedir (Özdağ, 2007: 22).

Düşük Yoğunluklu Çatışma, Gayri Nizami Harp ve Gerilla Savaşına ilişkin

kavramlar ele alınmadan önce, yanlış anlaşılmalara neden olmamak için vurgulanması

gereken birtakım hususların bulunduğu değerlendirilmektedir. Türkiye’de ve dünyada, basit

kavramsal hata olarak nitelendirilmesi güç ve çoğunlukla teröre meşruiyet kazandırma çabası

şeklinde de yorumlanabilecek yanlış ve hatta kasıtlı çeşitli beyanlara tanık olmak

mümkündür.

Bu vahim yanlışlar ve kasıtlı kullanımlar bütününün Türkiye’deki temel yansıması;

bölücü terör örgütü PKK başta olmak üzere, terör örgütlerine veya mensupları olan

teröristlere yönelik “gerilla” benzetmesi ya da nitelendirmesi yapılması şeklinde karşımıza

çıkmaktadır. Öncelikle belirtmek gerekmektedir ki; bu çalışma kapsamında kullanılan

“gerilla” kavramının Türkiye’de ve dünyanın çeşitli bölgelerinde faaliyet gösteren terör

örgütlerine veya teröristlere, teknik bir tasnifin dışında meşrulaştırıcı bir etiket gibi

atfedilmesi veya yukarıda belirtilen kasıtlı kullanımlar dahilinde değerlendirilmesi mümkün

değildir. Çalışmanın genel çerçevesi ve temelindeki yaklaşım itibariyle; bölücü terör örgütü

PKK başta olmak üzere bu yasa dışı gruplar birer terör örgütü, mensupları da teröristtir. Bu

terör örgütlerinin, yasadışı ve kanlı eylemlerinin önemli bir bölümünde kimi “gerilla

yöntemlerini” kullanması taktiksel zorunlulukların yansımasıdır ve bu taktiksel zorunluluk

terörün kanlı, yasadışı ve insanlık değerleri ile bağdaşmayan yüzünü aklamayacağı gibi

teröristlerin gerilla gibi gösterilmesi ve bu yolla sözü edilen illegal organizasyonlara

meşruiyet kazandırılması çabalarına da zemin oluşturamaz. Bu çalışmada ilgilenilen konu

tamamen teknik çerçevede Gayri Nizami Harp, Gerilla, Gerilla Savaşı ve Düşük Yoğunluklu

Çatışma kavramlarıdır. Zira bu kavramlar, Türkiye’nin kuruluşundan itibaren varlığına

Page 14: T.C. BAHÇEŞEHİR ÜNİVERSİTESİ STRATEJİK ...file.setav.org/Files/Pdf/irakin-kuzeyinde-bir-kurt...bir yandan Osmanlı İmparatorluğu’na diğer yandan da Bulgar ve Sırp çetelerine

12

yönelik en büyük tehdit olarak değerlendirilen terör sürecinin tetkikinde, teknik boyutta

kullanılmaktadır.

Düşük Yoğunluklu Çatışma ve Gerilla Savaşı

Dilbilim bakımından İspanyolca kökenli olan “Gerilla” (Guerilla) sözcüğünün yine

Napolyon’un ordularına karşı savaşan İspanyollarca askeri literatüre kazandırıldığı

bilinmektedir (Hart, 2003: 500). Gerilla Savaşı tarih boyunca, taarruz halindeki büyük bir

kuvvete karşı küçük, hareketli ve düzensiz kuvvetlerin; sistematik vur–kaç eylemleri yapmak

suretiyle uyguladıkları, taktik ve stratejik savunmayı amaçlayan askeri ya da paramiliter

etkinlik olmuştur. Gayri Nizami Harp ile Gerilla Savaşı birbirleri ile ilintili ancak farklı

kavramları ifade etmektedir. Gerilla Savaşı yöntem olarak Gayri Nizami Harbin unsurlarından

birisidir. Daha büyük ve genel bir kavram olan Gayri Nizami Harp, Gerilla Savaşı da dahil

olmak üzere; istihbarat faaliyetlerini, sabotajları, örtülü operasyonları, kaçırma/kurtarma

faaliyetlerini, yıkıcı faaliyetleri, terörizmi, kontr–terörizmi, enformasyon savaşını, kitle imha

silahlarının üretim ve satışını engellemeye yönelik faaliyetleri içeren, konvansiyonel olmayan

askeri ve paramiliter savaş türüdür. Gayri Nizami Harp; daha dar çerçeveli ele alındığı

Amerikan ve daha geniş kapsam kazandığı İngiliz yaklaşımlarında, Düşük Yoğunluklu

Çatışma kullanımı ile akademik bir ifade kazanmaktadır (Özdağ [web], 2008). Özdağ, Düşük

Yoğunluklu Çatışmanın (DYÇ) karmaşık bir olgu olduğunu belirtirken, bu konuda en basit

tanımın belki de en isabetlisi olacağını vurgulamakta ve Orta Yoğunluklu Çatışma4 (OYÇ) ya

da Yüksek Yoğunluklu Çatışma5 (YYÇ) olarak tasnif edilemeyecek çatışmanın bir Düşük

Yoğunluklu Çatışma (DYÇ) olduğunu belirtmektedir ( [web], 2008). Dolayısıyla Gerilla ve

Gerilla Savaşı bu bütünün unsurlarından birisidir. Greene’ye göre 1960 sonrası on yıllık

dönem Gerilla Savaşının gelişme evresidir ve bu tarihlerden itibaren Gerilla Savaşı “askeri bir

yetim muamelesi” görmekten çıkmıştır (1965: 35).

Soğuk Savaş dönemine kadar gerilla yöntemlerine başvuranın genellikle savaşın

zayıf tarafı olduğuna dikkat çeken Hart, bu tarihsel olagelişin ünlü savaş teorisyenlerinin

görüşlerini de etkilediğini belirtmekte ve Clausewitz’in Gerilla Savaşını; “halkın

silahlandırılması” olarak tanımlamasını “savunma yöntemi” algılamasına örnek

göstermektedir (2003: 500 – 505). Bununla birlikte günümüzde ve yakın geçmişte Gerilla

4 Literatürde Konvansiyonel Savaşı anlatmak için yararlanılan kullanım. 5Kitle İmha Silahlarının kullanıldığı, yıkıcı etkisi çok yüksek savaş türü. (Nükleer Savaş vb.)

Page 15: T.C. BAHÇEŞEHİR ÜNİVERSİTESİ STRATEJİK ...file.setav.org/Files/Pdf/irakin-kuzeyinde-bir-kurt...bir yandan Osmanlı İmparatorluğu’na diğer yandan da Bulgar ve Sırp çetelerine

13

Savaşının bir Gayri Nizami Harp yöntemi olarak sadece taktik değil stratejik boyutta da

taarruz amacı güdülerek kullanılabildiği görülmektedir. Kıbrıs’ta EOKA’nın ya da Bosna’da

Sırp paramiliter kuvvetlerinin yaptıkları; proaktif nitelikler taşıyan ve stratejik taarruz

hedefleri olan faaliyetler olarak değerlendirilebilir. Her iki olayda da gerilla faaliyetleri,

yöntemsel olarak, taarruz amaçları ile kullanılabilmişlerdir. Bu mücadele tipinin taarruz amacı

ile kullanılmasının ardında yatan faktörler; Gerilla Savaşının halk desteği unsuru, yine bu

silahlı mücadele türünün sağladığı; baskın, şok, dehşet ve hedefte yaratılabilecek bütünsel

korku potansiyeli şeklinde değerlendirilebilir. Zira şok ve dehşet yaratan baskın faktörü

taarruzun doğasında bulunmaktadır. Özellikle etnik temizlik yapmak isteyen grupların hedef

toplumda panik ve yılgınlık yaratmak, paramiliter kuvvetler kullanarak çeşitli bağlayıcı askeri

protokol ve hukuki düzenlemelerin “arkasından dolaşmak”, etnik temizliği geniş bir

coğrafyaya yaymak, yerel halkı mücadeleye etkin bir şekilde dahil etmek gibi amaçlar ile

Gerilla Savaşını yöntemsel olarak tercih ettikleri söylenebilir.

Düşük Yoğunluklu Çatışma ve Gerilla Savaşının salt askeri konular değil

Uluslararası İlişkiler açısından da büyük önem taşıdığı değerlendirilmektedir. Uluslararası

İlişkiler kuramcısı Morton Kaplan, uluslararası davranış örneklerinin askeri, ekonomik,

teknolojik ve demografik unsurlara bağlı olduğunu öne sürmüştür (Köni, 2001: 25). Bugün

dünyanın geldiği nokta itibariyle, Düşük Yoğunluklu Çatışmaların uluslararası sistemde Etnik

Temizlik, Terörizm, Vekaleten Savaş ve Asimetrik Tehdit gibi alanlarda çok önemli

belirleyenler olduğu düşünülmektedir. Dolayısıyla DYÇ ve gerilla hareketlerinin uluslararası

sistem içinde salt askeri değil demografik bir mahiyet taşıyan ve ekonomik sonuçları haiz

faktörler olduğu ve bu nitelikleri ile davranış modellerini etkiledikleri söylenebilir.

Düşük Yoğunluklu Çatışmanın ana unsuru olan gerilla stratejisinin her an ciddi bir

teyakkuz durumunda bulunmayı, üstün bir hareket ve yer değiştirme anlayışını ve baskınlara

karşı dayanma kabiliyetini gerektirdiği bilinmektedir. Pratiğe bakıldığında çatışmanın

asimetrik unsurunun temel hareketinin, sürekli yer değiştirme ve gizlenme şeklinde iki sütun

üzerine oturduğu görülmektedir. Bu nedenle gerilla faaliyetlerinin en önemli dayanak

noktalarından birisi arazi ve iklim şartlarının maksimum verimlilik ile kullanılabilmesi

şeklinde karşımıza çıkmaktadır (Greene, 1965: 6 – 7). Nitekim terörist Şemdin Sakık, PKK

bünyesinde gerçekleştirdiği eylemlerde, gündüzleri gizlenme ve geceleri sürekli yer

değiştirme şeklinde hareket ettiklerini ifade etmektedir (Günay, 2007).

Düşük Yoğunluklu Çatışmada hedefe yönelik saldırıların hızı, sıklığı ve temposu

büyük önem arz etmekte ve mücadelenin genel karakteristiğini ortaya koymaktadır. Hart, bu

Page 16: T.C. BAHÇEŞEHİR ÜNİVERSİTESİ STRATEJİK ...file.setav.org/Files/Pdf/irakin-kuzeyinde-bir-kurt...bir yandan Osmanlı İmparatorluğu’na diğer yandan da Bulgar ve Sırp çetelerine

14

temponun saldırıların hızının giderek artması şartı ile sınırlı olabileceğini belirtmiştir.

Bununla birlikte sınırlı bir derinlikte ancak çok hızlı bir tempoda icra edilecek seçenekleri de

dışlamamaktadır (Hart, 2003: 503). Buradan anlaşılabileceği gibi hız, Düşük Yoğunluklu

Çatışmaların en önemli unsurlarından biri olarak değerlendirilmektedir. Hız olgusunun DYÇ

kapsamında birliklere gerek savunma gerekse taarruz hallerinde büyük avantajlar sağladığı

söylenebilir. Savunma açısından bakıldığında hızlı hareket etmenin, sürekli yer değiştirme

prensibi ile birleştiğinde; birliklerin takip ve tespitini güçleştirdiği değerlendirilmektedir.

Takip ve tespitin güçleşmesi ise gerilla için bir yaşam alanı yaratmakta ve zaten sınırlı

nicelikte olan personelin hayati risklerini mümkün olan ölçülerde minimize etmektedir. Hız

olgusunun taarruz hallerinde sağladığı avantajların başında ise çatışmanın doğasından

kaynaklanan vur–kaç eylemlerinin geldiği belirtilebilir. Bu eylemlerin, verdirdikleri zayiatın

ötesinde, yarattıkları panik ve dehşet havası ile zaman ve mekan boyutundaki

belirsizliklerinden kaynaklanan avantajları dolayısıyla etkili olduklarını söylemek

mümkündür. Ayrıca Hart, Gerilla Savaşında meydana gelebilecek hareketsizlik ve ara verme

durumlarının, hem düşmana hedef bölgeyi daha sıkı kontrol etme imkanı vermesi, hem de

yerel halkın gerilla hareketine olan desteğinin azalmasına yol açabilmesi dolayısıyla çok

sakıncalı olduğunu ortaya koymaktadır (2003: 504).

Düşük Yoğunluklu Çatışma ve Gerilla Savaşını özgün kıldığı düşünülen bir diğer

husus, ilginç sıklet merkezi prensibidir. Askeri literatürde ağırlık merkezi, (sıklet merkezi)

fiziksel ve psikolojik gücün merkezi olarak tanımlanmakta ve muharebe içinde bu merkezin

değişebileceği belirtilmektedir (Eslen, 2005: 122 – 123). Ağırlık merkezinin değişimi Düşük

Yoğunluklu Çatışmalarda, konvansiyonel savaşlara göre çok daha hızlı olmaktadır. Hız ve

yer değiştirme hususunda ortaya koyulan görüşlerden çıkarılabilecek sonuç; taarruz

durumlarında toplanma, müteakip olarak etkin bir savunma faaliyeti olarak dağılma

yöntemlerinin izlenmesinin gerilla birlikleri açısından büyük önem arz ettiğidir. Bu toplanma

ve dağılma silsilesi Akıcı Kuvvet İlkesi olarak adlandırılmaktadır.

Akıcı Kuvvet İlkesi, (ya da akıcı sıklet merkezi) sadece Gerilla Savaşı icra eden

unsurlarda değil, gerillaya karşı koyan ordularda da sıklet merkezi prensiplerini değiştirmiştir

ve Düşük Yoğunluklu Çatışmaların omurgasını oluşturmaktadır (Hart, 2003: 505). Bu prensip

değişikliğinin Türk Silahlı Kuvvetleri de dahil olmak üzere terörle mücadele eden ordu ve

birliklerde de çok benzer şekilde ortaya çıktığı belirtilebilir. Çünkü düzensiz, hareketli ve hızlı

birlikler karşısında savaşan konvansiyonel orduların alacakları klasik savunma tedbirlerinin;

yetersiz kalmanın ötesinde, pasif ve durağan yapıları ile önemli sakıncalar doğurduğunu

Page 17: T.C. BAHÇEŞEHİR ÜNİVERSİTESİ STRATEJİK ...file.setav.org/Files/Pdf/irakin-kuzeyinde-bir-kurt...bir yandan Osmanlı İmparatorluğu’na diğer yandan da Bulgar ve Sırp çetelerine

15

gözlemlemek mümkündür (Pamukoğlu, 2004: 36). Akıcı Kuvvet İlkesi kapsamında harekat

icra edebilmenin en önemli koşullarından biri, etkin bir istihbarat ağına sahip olabilmektir. Bu

ağ sayesinde düşmanın nerede olduğu erken haber alınabilecek ve gerek savunma tedbirleri

gerekse taarruz daha etkin uygulanabilecektir. Düşük Yoğunluklu Çatışmalar çok önemli

ölçülerde bilgi savaşını da içermektedir. Başka bir anlatımla, DYÇ’nın gerek hız ve tempo

nitelikleri, gerekse akışkan kuvvet prensibi nedeniyle bir istihbarat savaşı niteliği taşıdığı

değerlendirilmektedir. Bu tip mücadele kapsamında istihbarat iki temel boyutta ele alınabilir.

Bunlar stratejik ve taktik boyutlardır.

Stratejik boyutun, stratejik istihbaratın prensiplerine uygun olarak; plan ve

prensipler, doktrin ve yüksek strateji çerçevesinde; uzun vadeli mücadelenin ana hatlarını

çizen, istihbaratın çeşitli kademelerinde görev alan personelin dikkat ve riayet edeceği genel

hususları belirleyen ve temel istihbarat vizyonunu oluşturan çalışmaları kapsadığı söylenebilir

(Todd ve Bloch, 2006). Bu boyutta ele alınan konular, genel ve uzun erimlidir. DYÇ

kapsamında uygulanacak stratejik istihbaratın temel işlevi, gerilla hareketinin ya da asimetrik

tehdit ile mücadelenin uzun erimli hedeflerine uygun olarak operasyonel sınırların çizilmesi

şeklinde değerlendirilebilir. Bu aşamada istihbarat faaliyetlerinin yoğunlaşacağı bölgeler ve

hangi prensiplerle ne tip çalışmaların yapılacağının tespiti ile bu çalışmaların niteliğinin

kurgulanması beklenmelidir. Anılan evrede istihbarat faaliyetinin entelektüel yapısının ön

plana çıktığı değerlendirilebilir. Zira istihbaratın, özellikle stratejik boyutta entelektüel bir

etkinlik olduğunu söylemek mümkündür. Doğru kaynakların belirlenmesi, istihbarat

toplayıcılarının yönlendirilmesi ve gelen bilgilerin analizinin ancak yüksek bir zihinsel pratik

ile analitik kabiliyetin ürünü olabileceği düşünülmektedir. İsrail istihbarat servisi MOSSAD

hakkında en detaylı eserlerden birini vermiş olan Thomas da, istihbarat faaliyetini aynı

doğrultuda değerlendirmek suretiyle; ulusal güvenliğin ilk şartının “bilgi” olduğunu

söylemektedir (2005: 463). PKK örneğine geri dönüldüğünde Ersever, istihbaratın DYÇ

kapsamındaki önemini doğular şekilde; PKK ile mücadelede en büyük zaaflardan birinin bu

alanda yaşandığını ve bu zaafın önemli kayıplara neden olduğunu ifade etmektedir (Ersever,

2007).

DYÇ ve bu kapsamda Gerilla Savaşının genel yapısı ve niteliği ile ilgili bir başka

konu da stratejik hedefleri ve fonksiyonlarıdır. Greene’nin çalışmasında Gerilla Savaşının üç

temel işlevinden söz edilmektedir. Bu işlevler aşağıda görüldüğü şekilde sıralanmaktadır

(Greene, 1965: 36):

Page 18: T.C. BAHÇEŞEHİR ÜNİVERSİTESİ STRATEJİK ...file.setav.org/Files/Pdf/irakin-kuzeyinde-bir-kurt...bir yandan Osmanlı İmparatorluğu’na diğer yandan da Bulgar ve Sırp çetelerine

16

• Ülkeyi istila etmeye çalışan veya fiili olarak istila etmiş büyük ve güçlü bir

düşmana karşı sınırlı kuvvetlerle karşı koymak,

• Siyasi iktidarı ele geçirmek amacına yönelik silahlı bir isyan hareketi yürütmek,

• Yabancı hareketlere maşalık etmek (Vekaleten Savaş).

Gerilla Savaşının taarruzun bir parçası olarak kullanıldığı bir diğer savaş türü ise

Greene’nin bir işlev olarak nitelediği Vekaleten Savaştır. Kavramsal olarak, bir(kaç) devletin

örgütlediği bir veya daha çok paramiliter kuvvet ya da terör örgütünün başka bir(kaç) devlete

yönelik; örgütleyici devlet(ler) adına ve o devlet(ler)in kontrolünde ve desteği ile yürüttüğü;

bozguncu–yıkıcı faaliyetler, istihbarat operasyonları, suikastlar, sabotajlar, terör eylemleri

gibi unsurları da içeren sistematik silahlı faaliyetler Vekaleten Savaş olarak adlandırılabilir.

Saldırgan devlet ya da devletlerin Vekaleten Savaş yöntemini genellikle saldırıya maruz kalan

devlet ile doğrudan ve orta ya da yüksek yoğunluklu bir çatışmaya girmek istemedikleri

durumlarda kullandığı değerlendirilmektedir. Vekaleten Savaşlar saldırıya maruz kalan

devletin topraklarında icra edilebileceği gibi, hedef devletin kendi toprakları dışında kalan

unsurlarına ya da ulusal çıkar alanlarına karşı da gerçekleştirilebilir.

PKK’nın Türkiye’ye karşı yürüttüğü terörist faaliyetlerin bir Vekaleten Savaş niteliği

taşıdığı ortadadır. Nitekim Terörist Şemdin Sakık, PKK’nın “bir parça Avrupa, bir parça ABD

ve bir parça da Ortadoğu istihbarat örgütlerinin malı” haline geldiğini belirtmekte; örgütün

kısa sürede çok farklı yönelimler içine girebilmesini de bu odakların güç çatışmasına

bağlamaktadır (Günay, 2007: 172). Sakık, örgüte katılımında Erivan Radyosu’nun yaptığı

propaganda nitelikli Kürtçe yayınların da etkili olduğunu ifade etmektedir (Günay, 2007).

Ersever de PKK’nın bir Vekaleten Savaş unsuru olarak kullanıldığını doğrulamakta ve

Saddam Hüseyin dönemi Irak’ı da PKK’yı kullananlar listesine eklemektedir (Ersever, 2007:

113). PKK ile mücadelede görev yapmış olan Albay Sarızeybek, İran’ın topraklarında PKK

kampları bulunduğunu ve bu durumun Tahran’ın bilgisi ve iradesi dahilinde olduğunu kesin

bir dil ile vurgulamaktadır (2007: 158). Geçmiş döneme bakıldığında, Türkiye’nin doğu ve

güneydoğusundaki sosyo–politik yapının, Vekaleten Savaş unsuru olarak kullanılmasının

ciddi bir tarihsel arka planı olduğu görülecektir. Dönemin başbakanı İsmet İnönü, Atatürk’ün

isteği üzerine hazırladığı ve 21 Ağustos 1935 tarihinde tamamladığı “Kürt Raporunda”

Fransa’nın bölgedeki unsurları Türkiye aleyhine kullanma potansiyelinden açıkça söz

etmekte, etnik ayrılıkçı eğilimlerin boyutlarının ne kadar ciddi olduğunu ifade etmektedir

(Öztürk, 2007).

Page 19: T.C. BAHÇEŞEHİR ÜNİVERSİTESİ STRATEJİK ...file.setav.org/Files/Pdf/irakin-kuzeyinde-bir-kurt...bir yandan Osmanlı İmparatorluğu’na diğer yandan da Bulgar ve Sırp çetelerine

17

PKK’nın Türkiye’ye karşı bir Vekaleten Savaş unsuru olarak görülmesinde Suriye,

Ermenistan ve Yunanistan’ın temel amaçlarının, Türkiye’den toprak taleplerinin

gerçekleştirilmesi hususunda terör örgütünün yaratacağı avantajların kullanılması; Güney

Kıbrıs Rum Yönetimi’nin “gerekçesinin”, Türkiye’nin Kuzey Kıbrıs’taki varlığından tehdit

algılaması; İran’ın motivasyonunun ise Ortadoğu’da başat güç olmak hedefiyle Türkiye’nin

ayrılıkçılık gibi bir güvenlik sorunu ile yıpratılması ve Tahran’ın Türkiye’nin laik rejiminden

duyduğu kaygılar olduğu değerlendirilmektedir. PKK’ya Avrupa’nın çeşitli bölgelerinden,

kısmen Rusya Federasyonu ve öncesinde SSCB’den gelen destek de düşünüldüğünde, terör

örgütünün çok geniş bir “Politik Araziye” sahip olduğu görülecektir. Literatüre Cezayir

Direnişi ile giren Politik Arazi kavramı, paramiliter organizasyonun siyasi etkisinin

hissedildiği yurtiçi ve yurtdışı alanı tanımlamaktadır (Greene, 1965: 37). Bu alan, söz konusu

unsurun dış destek aradığı ve göreli bulabildiği, resmen yasadışı ilan edilmediği, resmi ya da

gayri resmi olarak çeşitli hükümetler, bürokratlar, istihbarat servisleri ile irtibat kurabildiği,

halk arasında uyandırdığı sempatiyle siyasi karar vericiler üzerinde politik baskı tesis

edebildiği bölge olarak tanımlanabilir.

Mevcut Durum

Türkiye’nin PKK karşısında askeri bir zafer kazandığı ancak siyasi olarak bu

aşamada olmadığı açıktır. Düşük Yoğunluklu Çatışmanın özü itibariyle politik bir mücadele

olduğu ve askeri gücün yardımcı unsur kimliğinde bulunduğu değerlendirilirse, sorunun

ciddiyetini koruduğunu söylemek mümkündür (Özdağ, 2007). Bu noktada Türk Silahlı

Kuvvetleri’nin ayrılıkçı terörün ortaya çıkmasından itibaren teçhizatından kuvvet yapısına

kadar büyük bir değişim gösterdiğini ve etkinlik sağladığını gözlemlemek mümkündür.

Bununla birlikte Türk siyasilerinin; sorunun Türk Silahlı Kuvvetleri’ne havale edilmesi, AB

sürecine indirgenmesi, günlük söylemler ve konjonktürel tepkiler dışında ciddi bir politika

ürettiklerini söylemek inandırıcı görünmemektedir. Birçok uzmana göre Türk siyasi

seçkinleri; sorunun bizatihi kendisini anlamaktan dahi uzaktır.

Yeni bir eylemsellik süreci içinde olan PKK’nın bir taraftan da siyasallaştığını

gözlemlemek mümkündür. Kanımızca örgütün yok olma sürecinde bulunduğu ve bu nedenle

hareketlilik kazandığı yönündeki söylemlerin haklılık payı bulunsa da; PKK ayrılıkçı

hareketin enstrümanlarından yalnızca biridir. Bu noktada PKK’nın yok olması ile etnik

ayrılıkçı tehdidin bertaraf edilmesi birbiriyle karıştırılmaması gereken hususlardır. PKK’nın,

yöntemsel olarak misyonunu tamamlayarak ya da Türk güvenlik birimleri tarafından fiziksel

Page 20: T.C. BAHÇEŞEHİR ÜNİVERSİTESİ STRATEJİK ...file.setav.org/Files/Pdf/irakin-kuzeyinde-bir-kurt...bir yandan Osmanlı İmparatorluğu’na diğer yandan da Bulgar ve Sırp çetelerine

18

olarak ortadan kaldırılmak suretiyle siyasi tarih sahnesinden çekilmesi mümkündür. Bununla

birlikte; Şeyh Sait İsyanı da dahil olmak üzere cumhuriyet döneminde yaşanan ayrılıkçı süreç,

değişen aktörlerine karşın bir bütünlük arz etmektedir.

Bu noktada PKK’nın zayıfladığı yönündeki tespitler doğru olsa bile, etnik ayrılıkçılık

güçlenmektedir. Bu gelişmenin altında, AB üyelik hedefinin kendisi değilse bile üyelik

sürecinin ve ABD’nin 1991’den itibaren Ortadoğu’da izlediği politikaların bulunduğunu

söylemek yerinde olacaktır. Günümüzde Türkiye’ye yönelik en büyük ayrılıkçı tehdidin, PKK

eylemlerinden ziyade; kimlik algısında yaşanan sıkıntılar ve Irak’ın kuzeyindeki gelişmeler

olduğu değerlendirilmektedir. Bu nedenle Türk siyasal elitinin mücadelenin, özü itibariyle

ideolojik ve politik olduğunun ayırdına varması büyük önem arz etmektedir. Kanımızca teorik

boyutta, Türkiye’nin doğu ve güneydoğusu ile Irak’ın kuzeyinde çarpışan unsurlar, Türk

güvenlik birimleri ve PKK’dan ziyade; Türkiye’nin üniter yapısı ve ulus devlet niteliği ile

mikro milliyetçilik ve etnik ayrılıkçılıktır. Dolayısıyla orta ve uzun vadede, Türkiye’nin ulusal

güvenliğine yönelik bu tehdidin politik ve ideolojik olarak mağlup edilmesi bir zorunluluktur.

Giriş bölümünde de belirtildiği üzere Türkiye’deki ayrılıkçı sürecin; Irak’ın kuzeyi

ile entegrasyona yönelmesi en önemli güvenlik tehdidini oluşturacaktır. Bu noktadan itibaren

Irak’ın kuzeyindeki gelişmeler çeşitli aktörlerin perspektiflerinden, projeksiyon çalışmalarını

da kapsayacak şekilde ele alınacaktır.

Page 21: T.C. BAHÇEŞEHİR ÜNİVERSİTESİ STRATEJİK ...file.setav.org/Files/Pdf/irakin-kuzeyinde-bir-kurt...bir yandan Osmanlı İmparatorluğu’na diğer yandan da Bulgar ve Sırp çetelerine

19

BÖLÜM -2-

IRAK’IN KUZEYİNDE BİR KÜRT DEVLETİ KURULMASINA

İLİŞKİN DEĞERLENDİRME

ABD’nin Irak’a müdahalesi ve ardından yaşanan gelişmeler “Irak’ın kuzeyinde bir

Kürt devleti kurulacak mı?” sorusunu akıllara getirmiştir. Bu konu ülkemizde ya ideolojik

boyutta ele alınmış ya da ulusal çıkarlarımız bağlamında oldukça dirençsiz ve pasif bir

yaklaşım sergilenmiştir. Oysa Irak’ta gelinen son durum, Türkiye açısından ulusal güvenliği

ilgilendiren ciddi bir dış politika sorunudur. Kanımızca, ulusal güvenliğe ilişkin sorunsallar

ele alınırken iki temel nokta ve parametrenin varlığı büyük önem taşımaktadır. Bunlardan ilki

akılcı bir yaklaşımın varlığı, diğeri ise söz konusu akılcı yaklaşımı da içeren, tüm araç ve

yöntemlerin ulusal varlığa ve çıkarlara hizmet etmesinin sağlanmasıdır.

Irak’ın kuzeyinde yaşanan gelişmelere farklı bir açıdan yaklaşacak olan bu

çalışmada, kurulması olası bir Kürt devletinin ABD stratejik çıkarlarını ne ölçüde

karşılayabileceği ve söz konusu oluşumun maliyetinin ABD açısından ne kadar katlanılabilir

olduğu irdelenecektir. Son tahlilde, söz konusu devlet ya “var” olacak ya da “olmayacaktır”.

Dolayısıyla incelememiz gereken iki temel olasılıktan ve bu olasılıkları belirleyen doğrudan

ya da dolaylı etmenlerden söz edilebilir. Çalışmamız bu iki eksen etrafında ufuk turu olarak

biçimlenecek ve bir fikir ortaya koymaya çalışacaktır.

Irak’ın Kuzeyinde Bir Kürt Devletinin Kurulması ABD Açısından Ne Anlama

Gelebilir?

ABD ve stratejik ortakları için Ortadoğu, petrol başta olmak üzere enerji kaynakları,

arz güvenliği ve dünyada dolaşımı açısından çok önemli bir bölgedir. Aynı zamanda İsrail ve

Amerikan karşıtı hareketler ve bu motivasyon ile faaliyet gösteren terör örgütlerinin anılan

bölgede yoğunlaşması nedeniyle ciddi bir tehdit kaynağı niteliği de taşımaktadır. Belirtilen

nedenlerden ötürü ABD’nin Ortadoğu’yu, yüksek etkinlik gösterilmesi ve denetim altında

bulundurulması gereken bir bölgenin de ötesinde, bir şekilde egemen olunması yaşamsal

Page 22: T.C. BAHÇEŞEHİR ÜNİVERSİTESİ STRATEJİK ...file.setav.org/Files/Pdf/irakin-kuzeyinde-bir-kurt...bir yandan Osmanlı İmparatorluğu’na diğer yandan da Bulgar ve Sırp çetelerine

20

önemde bir alan olarak tanımladığı değerlendirilmektedir. Dolayısıyla Kürt otonomisinin

bağımsız bir devlet olma yolunda ABD tarafından desteklenmesi, ABD ve stratejik

partnerlerinin bölgedeki çıkarlarına ne ölçüde hizmet edebileceği ile ilgilidir.

Kanımızca, ABD ile Iraklı Kürtler arasında “yakın” ilişkilere sahne olan mevcut

ortam, konu üzerine yapılacak analizlerde tek veri olarak ele alınmamalıdır. Çünkü siyasi

tarih, Irak Kürtlerinin gerek İran ve Rusya, gerekse batılı güçler tarafından kullanılıp; önemli

siyasi vaatlere karşın yalnız bırakılabildiklerinin örnekleri ile doludur. Ayrıca Iraklı Kürtler

ile “yakın” ilişkiler, Amerikan perspektifi ile bizim algıladığımızdan daha farklı

yorumlanabilir. ABD, yeni–muhafazakar (neo–con) yönetimi döneminde dış politika

enstrümanı olarak “sert güç” unsurlarına sıklıkla başvurmuştur. Bu nedenle uluslararası

kamuoyunda ABD karşıtı eğilim ciddi biçimde güçlenmiş ve ABD göreli olarak

yalnızlaşmıştır. Diplomatik alanda, ABD’nin başat konumu dolayısıyla, etkilerinin sınırlı

olarak hissedildiği düşünülen bu yalnızlaşma; sosyo–kültürel düzeyde ve “yumuşak güç”

kapasitesi açısından ciddi sakıncaları da beraberinde getirmektedir. Dolayısıyla Irak’ta birçok

grupla birlikte, bölgede ve dünyada kimi devletlerin ve toplumların tepkilerini üzerine

çekerek yalnızlaşan ABD açısından, Iraklı Kürt gruplar ile ilişkiler Irak’a ilişkin jeopolitik

yöntemlerden daha derin bir anlam ifade edebilir. Zira kronik zayıflıklarına rağmen, stratejik

değeri yüksek bir bölgede, salt yönetimi değil halkı ile de “ABD dostu” bir unsur Amerikan

dış politikasına, çıkarlarına ve “yumuşak güç” kapasitesine fazlasıyla hizmet edebilmektedir.

Buradan hareketle, sadece son dönemde yaşanan gelişmelere bakarak, yakın gelecekte

bağımsız bir Kürt devleti kurulmasının politik olarak Washington’da Barzani ile aynı ölçekte

arzu edildiğini söylemek çok da doğru olmayabilir. Diğer yandan, Irak’ın merkezi bir yapıda

kalamayacağını değerlendirmek de mümkündür. “Tarihsel, demografik, antropolojik ve

sosyolojik olarak var olmayan” aşiretler topluluğu görünümündeki “Irak Ulusu’nu” oluşturan

grupların arasındaki bağlar, Saddam Hüseyin döneminden başlayıp ABD işgali ile doruk

noktasına ulaşarak, büyük ölçüde kopmuş görünmektedir. Bu koşullar altında, çözülme

sürecinin siyasi ve sonuçta coğrafi olarak hangi noktaya varabileceğinin ve Iraklı Kürtlerin ne

şekilde hareket edebileceklerinin anlaşılması büyük önem kazanmaktadır. Günümüzde

yaşanan süreçte, Irak’ın kuzeyinde neler olabileceğine ilişkin öngörü üretebilmek için iki

önemli unsurun bilinmesi gerekmektedir. Çalışmamız bu unsurları, “Iraklı Kürt grupların

sahip oldukları otonomiyi bağımsız bir devlete çevirebilme yetenekleri” ve “ABD’nin

Kürtlerin bağımsızlık talepleri karşısındaki tutumu” şeklinde ele almaktadır. Sözü edilen

Page 23: T.C. BAHÇEŞEHİR ÜNİVERSİTESİ STRATEJİK ...file.setav.org/Files/Pdf/irakin-kuzeyinde-bir-kurt...bir yandan Osmanlı İmparatorluğu’na diğer yandan da Bulgar ve Sırp çetelerine

21

noktalarda doğru ve gerçekçi bir analiz yapabilmek için bazı temel sorulara yanıt aramak

gerekli görünmektedir. Bu sorulardan ilki, konjonktürel gelişmelere koşut olarak “ABD

Ortadoğu’da bağımsız bir Kürt devletini neden ister”; ikincisi ise “neden istemez” şeklinde

karşımıza çıkacaktır. Bu temelde yapılacak bir değerlendirme, Iraklı Kürt grupların

otonomilerini bağımsız bir devlete dönüştürmelerinin, ABD için ne gibi stratejik kazanımlara

ve kayıplara neden olabileceğini daha açık bir şekilde ortaya koyacaktır. Irak’ın kuzeyinde

yaşananların ve yaşanabileceklerin anlaşılması ise Türkiye’nin yakın gelecekte izleyebileceği

politikaların saptanması açısından önemli olmanın da ötesinde zorunlu görünmektedir.

ABD Irak’ın Kuzeyinde Kurulacak Bir Kürt Devletini Neden İsteyebilir?

• ABD bölgede; Türkiye gibi ulusal bağımsızlık hassasiyetleri olan, büyük ve denetimi

zor bir müttefik ile hareket etmek yerine; denetimi çok kolay, varlığı Washington’un

iradesine bağlı ve ABD çıkarları ile uyumlu hareket etmede hiçbir çekince

göstermeyecek bir devleti tercih edebilir. Ayrıca Türkiye’de seçimler sonucu siyasi

irade farklı partiler arasında ve sık aralıklarla değişebilirken, Irak’ın kuzeyindeki

siyasal sistem güçlü aşiretlerin üzerine kurulacaktır. Bu açıdan böyle bir devletin

denetiminin çok daha kolay ve içsel dinamikleri bağlamında siyasi geleceğinin çok

daha “tahmin edilebilir” olacağı öngörülmektedir. Tüm bu nedenler bir arada

düşünüldüğünde, siyasi yapısı kontrol edilmeye/yönlendirilmeye yatkın ve bekası

Washington’a bağlı bir Kürt devletinin ABD için “mükemmel bir müttefik” profili

çizeceği söylenebilir.

• Irak’ın bölünmesi durumunda ya da ABD askeri varlığı belirtilen takvim çerçevesinde

sonlandığında, İran’ın kontrolüne ve Lübnan Hizbullah’ının etkinliklerine açık Iraklı

Şii gruplar ile başta El Kaide olmak üzere birçok radikal İslamcı terör örgütü

tarafından militan kaynağı ve işbirlikçi olarak görülen Iraklı Sünni gruplar “serbest

kalacaklardır.” Amerikalı ve İsrailli yetkililer Irak’ın bölünmesini kaçınılmaz olarak

değerlendiriyorlarsa, İsrail’in iki “potansiyel düşman” daha kazanmasından ya da bu

“potansiyel düşmanların” Bağdat ve Washington ile denetim ve güdüm bağlamında

son bağlarını da koparmalarının yaratabileceği yeni tehdit algılamalarından da söz

edilebilir. Anılan koşullar altında ABD ve İsrail için, bağımlı bir müttefik yaratılması

zorunluluk haline gelmektedir. Bu müttefik ise birçok nedenden ötürü Iraklı Kürt

Page 24: T.C. BAHÇEŞEHİR ÜNİVERSİTESİ STRATEJİK ...file.setav.org/Files/Pdf/irakin-kuzeyinde-bir-kurt...bir yandan Osmanlı İmparatorluğu’na diğer yandan da Bulgar ve Sırp çetelerine

22

gruplar olarak tercih edilmektedir. Başka bir anlatımla, Irak’ın kuzeyinde bir Kürt

devleti yaratılması konjonktürel ve taktik bir savunma açılımı olarak uygulamaya

konulabilir. Belirtildiği gibi bu savunma açılımı, ABD kadar ve hatta daha fazla

İsrail’in ulusal güvenliğinin sağlanması açısından stratejik öneme sahip

görünmektedir.

• Dışişleri Bakanı Rice da dahil olmak üzere, ABD’nin en yetkili isimleri bölgede

birçok sınırın değişmesine ilişkin görüş ve iradelerini açıkça ve birçok defa beyan

etmişlerdir. Dolayısıyla genel tabloya bakıldığında, Irak’ın kuzeyinde kurulacak bir

Kürt devletinin ABD’nin orta ve uzun dönem stratejik planlarının bir parçası olduğu

ya da gelişmelere koşut olarak olabileceği değerlendirilmektedir.

• Kurulacak bir Kürt devleti, bölge devletlerindeki Kürt nüfus ve bu toplulukları

istismar eden ayrılıkçı - bölücü hareketler de düşünüldüğünde, kullanılmaya uygun

önemli ve sürekli bir baskı unsuru olacaktır. Dolayısıyla Irak’ın kuzeyinde kurulacak

bir Kürt devletine bölgedeki “en büyük ABD üssü” ve “örtülü operasyonlar merkezi”

olarak işlevsel bir kimlik yüklenebilir. Ayrıca kurulması durumunda, Kürt devleti

halkının çok önemli ölçüde Müslüman olacak olması, anti – Amerikan hareketlerin

dini vurgu ve gerekçelerini zayıflatabilir.

• Irak’ın kuzeyinde kurulacak bir Kürt devleti, İsrail’in politik tamponu olarak da

düşünülebilir. Bölgedeki düşmanlıklar İsrail’den söz konusu olası devlete de

kayabilecek, böylelikle İsrail karşısındaki cephe, hasım odaklardaki artış nedeniyle

sıklet merkezinde bir zayıflamaya uğrayacaktır. Bunun da ötesinde İsrail bu devleti

ikili operasyonlar ile kullanma imkanına kavuşacaktır. Irak’ın kuzeyinde yaşamakta

olan ve sayılarının yüz elli bin dolayında olduğu açıklanan Yahudi Kürtler de, İsrail

açısından olası Kürt devleti üzerinde etkinlik sağlanmasında önemli bir köprübaşı

işlevi görebilecektir.

Diğer yandan ABD’nin böyle bir devletin kurulmasına karşı çıkması için de çeşitli

gerekçeler mevcuttur. Bu gerekçeler aşağıda sıralanacak ve ardından genel bir değerlendirme

yapılacaktır.

Page 25: T.C. BAHÇEŞEHİR ÜNİVERSİTESİ STRATEJİK ...file.setav.org/Files/Pdf/irakin-kuzeyinde-bir-kurt...bir yandan Osmanlı İmparatorluğu’na diğer yandan da Bulgar ve Sırp çetelerine

23

Irak’ın Kuzeyinde Kurulacak Bir Kürt Devletine İlişkin ABD’nin Çekinceleri

ve Stratejik Kayıpları Neler Olabilir?

• Irak’ın kuzeyinde kurulacak bir Kürt devletinin yaşatılması için iki jeopolitik ve

siyasal coğrafi gereklilik bulunduğu söylenebilir. Bunlardan ilki Kerkük petrolleri

diğeri ise topraklarının denizlere açılmasıdır. Kurulması durumunda, bu devletin

ekonomik açıdan bekası petrol gelirlerine bağımlı olacaktır. Türkiye, Suriye ve İran’ın

bağımsız bir Kürt devleti fikrine yönelik tutumları da hesaba katılırsa, petrolün

dünyaya taşınması açısından en makul formüllerden biri deniz yolu olarak

değerlendirilmektedir. (Bir diğer seçenek ise İsrail’e gidecek boru hatları şeklinde

öngörülmektedir. Bununla birlikte bu hattın büyük güvenlik sorunları taşıması da

beklenmelidir) Bu noktada muhtemel Kürt devleti, ya denizlere kapalı halde kurularak

boru hatları seçeneklerine ve komşularının iç dinamiklerine kuvvetle endeksli

diplomatik çabalara umut bağlayacaktır ya da siyasi ve askeri gücü ile orantısız bir

coğrafyaya sahip kılınarak savunma açısından büyük zorluklar yaşayacaktır. Sözü

edilen jeopolitik ve siyasal coğrafi gerekliliklerin karşılanmasının ABD’ye çok ağır

maliyetler getireceği öngörülmektedir. Amerikalı analistler konuyu bu açıdan ele

alırlar ise Irak’ın kuzeyinde bir Kürt devleti kurulmasına ilişkin ciddi ikilemler

yaşanabileceği değerlendirilmektedir.

• Irak’ın kuzeyinde bir Kürt devleti kurulmasının, Türkiye tarafından ulusal çıkarlarının

çok sert ve ağır bir biçimde ihlal edildiği şeklinde algılanması güçlü bir olasılıktır.

Türk toplumunun, önemli sayıda entelektüelin ve Türk Silahlı Kuvvetleri’nin bu

oluşumdan çok büyük rahatsızlık duymaları beklenmelidir. Böyle bir tablo karşısında

ABD ve stratejik partnerlerinin çok önemli bir müttefik kaybedebileceklerini ve

Türkiye’nin ABD karşıtı hareketlere hiç olmadığı kadar açık hale gelebileceğini

söylemek olasıdır. Yine bu durum, Türkiye’nin Rusya Federasyonu ve İran ile ortak

çıkarlar bağlamında yakınlaşmasını da gündeme getirebilir. Bu unsurların ABD

tarafından güçlü bir çekince olarak değerlendirilmesi olasıdır.

• Irak’ın bölünmesi gerçekleşirse bu bölünmeden sadece bir Kürt devleti

çıkmayacaktır. Sünni ve Şii Araplar arasında giderek büyüyen uçurum Irak’ın

bölünmesinin “üç parçalı” olarak gerçekleşmesinin en güçlü olasılık olduğunu

Page 26: T.C. BAHÇEŞEHİR ÜNİVERSİTESİ STRATEJİK ...file.setav.org/Files/Pdf/irakin-kuzeyinde-bir-kurt...bir yandan Osmanlı İmparatorluğu’na diğer yandan da Bulgar ve Sırp çetelerine

24

göstermektedir. Bu durumda olası bir Kürt devletinin getirileri ile Irak’ın

bölünmesinin sakıncalarının ABD tarafından karşılaştırmalı olarak ele alınmasının

zorunlu olduğu değerlendirilmektedir. Nitekim olası bir bölünme ile ortaya çıkacak

bir Şii devletin İran’a, Sünni devletin ise radikal İslamcı hareketlere ciddi avantajlar

sağlaması mümkün görünmektedir. (Irak’ın Şii eksende bölünmesi ilerleyen

aşamalarda farklı bir yaklaşımla ele alınacaktır) Dolayısıyla ABD, çekilme

aşamasında Irak’ı yeniden düzenlerken, bölünme yerine federal yapının

kurumsallaştırılarak korunmasını ya da konfederal bir dönüşümü tercih edebilir.

• Olası bir Kürt devletinin coğrafi seçenekleri düşünüldüğünde, demografik açıdan

homojen bir yapıya sahip olmasının zor olduğu anlaşılmaktadır. Irak’ın kuzeyinde

kurulacak bir Kürt devletinin sınırları içinde Kürt nüfusu ile birlikte önemli sayıda

Türkmen ve Arap da bulunacak, bunların büyük bir bölümü belirli merkezlerde

yoğunlaşacakları için yönetsel sorunlar ortaya çıkacaktır. Bu grupların aidiyet

hissetmedikleri bir devletin azınlığı olmayı direnç göstermeksizin, gönüllülükle kabul

edeceklerini varsaymak akılcı görünmemektedir. Bu nedenle, kurulması halinde, Kürt

devletinin ülke bütünlüğünü sağlamak hususunda ciddi sorunlar yaşayacağı

düşünülmektedir. Kanımızca bu noktada Türkiye ve Türkmenler açısından endişe

duyulması gereken bir durum oluşabilir. Irak’a gerçekleştirilen son ABD

müdahalesinden itibaren Barzani ve Talabani’ye bağlı gruplar Irak Türkmenlerini

dışlamaya ve sindirmeye yönelik sistematik bir kampanya başlatmışlardır. Kurulması

düşünülen Kürt devletinin ülke bütünlüğü ve Kürt toplumunun başatlığının

güçlendirilmesi açısından Türkmenleri (ve hatta Arapları) bir tehdit unsuru olarak

algılaması olasıdır. “Potansiyel iç düşman” temelindeki bu tehdit algılaması,

Türkmenlere yönelik büyük çapta etnik temizlik hareketlerine kadar varabilir. Bu

durum Türkiye için bir müdahale zorunluluğu yaratır ise ABD’nin Irak’taki

çıkarlarının ciddi şekilde zarar görmesi de olasıdır.

• Irak’ın kuzeyinde kurulacak bir Kürt devleti, silahlı gücü ile Türkmenlerin ve

Arapların önemli bir bölümünü sindirebilir. Ancak Suriye, İran ve Türkiye’nin silahlı

kuvvetlerine karşı koyabileceğini ve bekasını sağlayabileceğini söylemek mümkün

görünmemektedir. Özellikle Türkiye’nin NATO üyesi olması sebebiyle, yaşanacak

olası bir çatışmada ABD’nin Kürt gruplara açıkça destek vermesinin de güç olacağı

Page 27: T.C. BAHÇEŞEHİR ÜNİVERSİTESİ STRATEJİK ...file.setav.org/Files/Pdf/irakin-kuzeyinde-bir-kurt...bir yandan Osmanlı İmparatorluğu’na diğer yandan da Bulgar ve Sırp çetelerine

25

değerlendirilmektedir. Türkiye ile Iraklı Kürt gruplar (ya da oluşturacakları devlet)

arasında yaşanacak olası bir çatışma durumunda, ABD örtülü silah ve istihbarat

yardımı yapabilir ancak bu yardımın ne ölçüde etkili olacağı da kuşkuludur. Üstelik

bölgenin istikrarsız ve kontrolsüz yapısından dolayı terör örgütlerinin varlığına uygun

bir ortam olmasından yakınan ABD için, çok büyük bir çatışmanın tohumlarını

atmanın ne ölçüde yararlı olacağı da hesaba katılmalıdır. Amerikalı yetkililer ve

uzmanlar, kurulmasına destek verecekleri bir Kürt devletinin kendini koruyabilecek

ölçüde silahlandırılmasının bölgedeki dengeler ile Irak Kürtlerinin, İran, Suriye ve

Türkiye’ye yönelik irredentist tutumları bağlamındaki yüksek maliyetini de

değerlendirmek durumundadırlar.

Iraklı Kürt Grupların Olası Tutumları

Bu noktada Irak’ın kuzeyindeki oluşumun bağımsızlık fikrine nasıl bakacağı da

değerlendirilmelidir. Uluslararası İlişkilere dair karar verme teorileri, bireylerin uluslararası

sistemde önemli aktörler olduklarını savunurken; politikaların, karar vericilerin algıları ile

ilgili olduğunu belirtmektedir. Bu yaklaşım çerçevesinde “bağımsız bir Kürt devleti”

düşüncesinin Barzani tarafından “bir aile mirası” olarak algılandığını ve politik karar alma

sürecinde bu algının etkili olacağını söylemek mümkündür. Dolayısıyla burada ortaya

koyacağımız rasyonel değerlendirme ne olursa olsun; KDP ve Mesud Barzani; irrasyonel bir

yaklaşım sergileyerek, maceracı tutumlar takınabilir.

Her şeyden önce Irak’ın kuzeyinde “bağımsız” bir Kürt devleti fikri, uluslararası

hukuk çerçevesinde bir bağımsızlık kapsamında kalmaya mahkum görünmektedir. Zira, bu

çalışmada belirtilen jeopolitik gereklilikler ve “bağımsızlığın sürdürülebilmesi” kapasitesi

bakımından, olası Kürt devleti fiiliyatta bağımsız olamayacaktır.

Ayrıca politik bağımsızlık, en üst düzeyde bir egemenlik hakkıdır ki; böyle bir

hakkın kazanılması; Irak’ı oluşturan diğer unsurların egemenlik haklarının kısmi kaybı

anlamına gelecektir. Ortadoğu’da etnik düşmanlığın sonuçları düşünüldüğü takdirde, Iraklı

Kürt karar vericilerin; özellikle Sünni ve Şii Araplar ile etnik bir düşmanlığın tohumlarını

atmak istememesi olasıdır.

Olası Kürt devletinden Türkiye’nin tehdit algılaması da önemli bir faktördür.

Kanımızca Türk Silahlı Kuvvetleri ile çatışma fikri, Iraklı Kürt seçkinlerin kaldıramayacağı

politik sonuçlara yol açacaktır. Bu nedenle Türkiye’nin ulusal güvenliğine yönelik tehdit

Page 28: T.C. BAHÇEŞEHİR ÜNİVERSİTESİ STRATEJİK ...file.setav.org/Files/Pdf/irakin-kuzeyinde-bir-kurt...bir yandan Osmanlı İmparatorluğu’na diğer yandan da Bulgar ve Sırp çetelerine

26

algılamalarının ve Türk Silahlı Kuvvetleri’nin tutumunun şu anda olduğu gibi kalması,

bağımsızlık önünde en büyük engellerden biri olarak görünmektedir.

Öte yandan 1991’den itibaren kazanılan otonomi çok önemli boyutlara ulaşmıştır.

Uluslararası sistemin hiçbir aktörü, çok nadir durumların dışında, kazanımlarından ve

avantajlı konumlarından geri adım atma yoluna gitmemektedir. Ayrıca günümüzde

uluslararası konjonktür ve sistemin doğası, siyasi coğrafi parçalanma eğilimi göstermektedir.

Özellikle Soğuk Savaş sonrasında “self determinasyon hakkı” kapsamında irili ufaklı birçok

devlet ortaya çıkmıştır. Dolayısıyla Irak’ın kuzeyinde ortaya çıkacak bağımsız bir Kürt

devleti, küresel politik trend ile çelişki oluşturmayacaktır.

Bu noktada Iraklı Kürt karar vericilerin rasyonel davranmaları durumunda, çok

sağlam garantileri olmayan bir bağımsızlık fikrine sıcak bakmayacakları; bununla birlikte de

jure anlamda federal ancak de facto olarak konfederal statükodan da geri adım atmayacakları

değerlendirilmektedir. Öte yandan, alt başlığın girişinde belirtildiği gibi KDP ve Barzani

faktörü dolayısıyla politik tercihlerin mutlak rasyonel olması da beklenmemelidir. Kanımızca

bu noktada KDP ve KYB arasındaki güç mücadelesi dikkatle izlenmesi/yönlendirilmesi

gereken bir husustur.

Müteakip olarak Irak’ın olası bölünme sürecinde İran’ın tutumu ele alınacak ve konu

Tahran perspektifinden değerlendirilecektir. Bu bağlamda Türkiye, ABD ve Iraklı Kürt

grupların ardından, söz konusu gelişmelerde en önemli aktör olarak nitelendirilebilecek

İran’ın muhtemel hareket tarzları kestirilmeye çalışılacaktır.

İran’ın Olası Kürt Devletine İlişkin Tutumu

Kanımızca üzerinde önemle durulması gereken noktalardan biri, İran’ın Irak

Kürtlerine ve Ortadoğu’daki Kürt milliyetçiliğine Türkiye ile aynı pencereden bakmadığı

gerçeğidir. Anımsanacağı üzere İran–Irak savaşında Iraklı Şiiler büyük ölçüde ülkelerine

sadık kalırken; Kürtlerin tutumu, daha sonra kimyasal silahların kullanılacağı katliamları

tetikleyecek şekilde, İran’a aktif destek vermek olmuştur. Yakın geçmişte IKDP, IKYB ve

PKK’nın Tahran ve İran istihbaratı ile çok iyi ilişkilerinin olduğu bilinmektedir.

Ayrıca, Türk entelektüellerin bir bölümü yanlış bir değerlendirme ile İran’ın

günümüzde Pejak’a karşı verdiği mücadeleyi, PKK da dahil olmak üzere Kürt etnik

milliyetçiliğine karşı tutarlı ve bütünlüklü bir tepki olarak algılayabilmektedir. Oysa PKK’nın

yıllarca Tahran ve Şam tarafından Türkiye’ye karşı bir “vekaleten savaş” unsuru olarak

Page 29: T.C. BAHÇEŞEHİR ÜNİVERSİTESİ STRATEJİK ...file.setav.org/Files/Pdf/irakin-kuzeyinde-bir-kurt...bir yandan Osmanlı İmparatorluğu’na diğer yandan da Bulgar ve Sırp çetelerine

27

kullanıldığını ifade etmek yanlış olmayacaktır. Kanımızca, İran’ın Kürt etnik milliyetçiliğine

dair mevcut çekinceleri:

a) Bu kez etnik milliyetçi dinamiklerin İran istihbaratı değil, Tahran’ın en

önemli tehdit algılamalarından biri olan ABD tarafından yönlendiriliyor

olması ve Tahran’ın denetimi dışına çıkmasından,

b) Bölgede Kürt etnik milliyetçiliğinin Irak’ın kuzeyini merkez alacak şekilde

güçlü ve irredentist bir kimlik kazanarak kendi ulusal bütünlüğünü tehdit

etmesinden,

c) Pejak’ın yoğunlaşan saldırılarının rejim karşıtı grupları cesaretlendirerek

geçici bir ortak cephe oluşturmasından,

d) ABD tarafından yönlendirilen söz konusu etnik milliyetçi hareketin

geleceğine ilişkin coğrafi belirsizliklerden kaynaklanmaktadır.

İran’ın, yakın geçmişe kadar yoğun destek verdiği bölücü terörün Ankara’ya; İran-

Irak Savaşı sırasında kullandığı Iraklı Kürtlerin Bağdat’a verdikleri zararın bilinci ile Pejak’la

mücadelede bu denli yoğun bir çaba gösterdiği değerlendirilmektedir. Başka bir anlatımla

İran, bu tip pratikleri yakın geçmişte başka ülkeler üzerinde sıklıkla uyguladığı için, Pejak

üzerinden kısa zamanda büyük bir tehditle karşı karşıya kalabileceğini iyi bilmektedir.

Dolayısıyla İran’ın, “Türkiye’deki Kürt milliyetçiliğinden” değil; kendi topraklarını

kapsayacak bir Pan Kürdizm akımından tehdit algıladığını söylemek yanlış olmayacaktır. Bu

noktada İran’ın Türkiye’ye, PKK ve Pejak’a karşı ortak tehdit algılamaları bağlamında

birlikte mücadele önerisinde bulunması, sadece yakın bir tehdidin önlenmesi anlamında

değerlendirilmemelidir. Türkiye’de, PKK’nın Irak’ın kuzeyindeki varlığının ABD’nin

isteksizliği nedeniyle sonlandırılamadığına ilişkin yaygın bir kanı bulunmaktadır. Bu görüşe

paralel olarak Barzani’nin Washington’dan aldığı cesaretle Türkiye’ye karşı kimi zaman

tehditkar bir üslup takınabildiği fikri Türk kamuoyunun geniş kesimlerince paylaşılmakta ve

önemli sayıda entelektüel tarafından dile getirilmektedir. Bu görüşlerin, Türkiye’de önemli bir

Amerikan karşıtlığı yarattığı düşünüldüğünde; İran’ın Ankara’yı PKK ve Pejak’a karşı ortak

mücadeleye çağırması, salt askeri nedenlerden kaynaklanmamakta, aynı zamanda Amerikan

karşıtı motivasyonların gözlemlendiği Türkiye’yi yanına çekerek yalnızlığını giderme çabası

olarak da değerlendirilmektedir.

Page 30: T.C. BAHÇEŞEHİR ÜNİVERSİTESİ STRATEJİK ...file.setav.org/Files/Pdf/irakin-kuzeyinde-bir-kurt...bir yandan Osmanlı İmparatorluğu’na diğer yandan da Bulgar ve Sırp çetelerine

28

Hatırlanacağı üzere Kuzey Irak Bölgesel Yönetimi’nde ilk diplomatik

temsilciliklerden birini İran açmış, hatta ABD, anılan temsilcilikte dört İranlı diplomatı

faaliyetlerinden ötürü tutuklamıştır. Sonuç olarak İran’ın, Irak’ın kuzeyinde kurulacak bir

Kürt devletinin kendisine değil ancak;

a) Olası Kürt devletinin doğrudan İran Kürtleri ile siyasi ilişkiler kurması ve politik

dayanışma içine girmesine,

b) Pejak’a,

c) ABD’nin, Irak’ın kuzeyindeki oluşumu gereğinde Suriye ve İran topraklarına

kaydırmasına,

d) Irak’ın kuzeyindeki gelişmelerin Türkiye’yi daha aktif olmaya zorlamasına ve

“bölgeye davet etmesine” karşı çıktığı değerlendirilmektedir.

Nitekim İranlı yetkililerin “Kürt sorununun” çözümünde geçerli reçetenin “siyasi”

olduğu yönündeki açıklamaları bu eksende değerlendirilebilir.

Bu açıdan bakılacak olursa, Türkiye’de sıklıkla tekrarlanan “ABD çekildikten sonra

Irak Bölgesel Yönetimi ile baş başa kalınacağı” ifadesi gerçeği yansıtmayabilir. Hatta olası

Kürt devletinin, ABD’nin Afganistan’a yoğunlaşması ve Irak’ı ihmal etmesi halinde, İran

etkisi altına gireceğini düşünmek çok düşük de olsa olasılıklar arasında bulundurulmalıdır.

Zira Kuzey Irak Bölgesel Yönetimi, federal bir otoritenin gerektirdiği imkan ve kabiliyeti haiz

olsa da, bağımsız bir devlet olarak bekasını sağlaması bölgede İran ya da Türkiye’nin

desteğine bağlıdır. Tahran’ın böyle bir desteği etki alanını genişletme amacı ile vermesi; ABD

ve İsrail’in böyle bir gelişmeye engel olamaması durumunda, olası Kürt devletinin İran etkisi

altına girmesi imkansız değildir. İran topraklarına uzanan Pan Kürdist bir retorikten uzak, İran

Kürtleri ve Pejak ile ilişki kurmayan bir Kürt devleti’nin Tahran tarafından istenebileceği

değerlendirilmektedir. Zira böyle bir Kürt devleti:

a) İran’ın desteğine bağımlı olacağı ve kurucu unsurları da, İran – Irak Savaşı

düşünüldüğünde, geçmişte İran ile bu tip bir ilişki pratiğine sahip olduğu için;

Tahran’ın politik güdümünde olacaktır.

b) Tahran’a, Türkiye’ye karşı PKK’dan daha örgütlü, bir devletin hukuki, siyasi,

sosyo-kültürel, askeri ve istihbari tüm avantajlarına sahip; Türkiye Kürtlerine

politik model sunabilecek bir kart verecektir.

Page 31: T.C. BAHÇEŞEHİR ÜNİVERSİTESİ STRATEJİK ...file.setav.org/Files/Pdf/irakin-kuzeyinde-bir-kurt...bir yandan Osmanlı İmparatorluğu’na diğer yandan da Bulgar ve Sırp çetelerine

29

c) İran’ın PKK ile ilişkilerini daha kolay düzenlemesine fırsat yaratacağı gibi,

Pejak’ın yaşam sahasını da büyük ölçüde ortadan kaldıracaktır.

d) İsrail’in Irak’ın kuzeyinde etkinlik göstermesi çabalarını boşa çıkaracak,

ABD’yi İran ile uzlaşmaya zorlayabilecektir.

Olası Kürt devletinin (Tahran güdümünde olması halinde) İran’a sağlayabileceği

öngörülen avantajlar, ABD ve İsrail güdümünde kurulması halinde bu devletlere

sağlayabileceği avantajlar ile büyük bir benzerlik göstermektedir. Kanımızca bunun nedeni;

bir uydu devletin, güdümü altına girdiği devlete sağlayabileceği olanakların yöntemsel ve

işlevsel olarak hemen hemen aynı olmasıdır.

İran ekseninde analiz edilmesi gerektiğini düşündüğümüz bir diğer husus da,

Tahran’ın, bölünme sürecinde Iraklı Şiilere olan bakışıdır. Bu çalışma kapsamında “ABD –

Olası Kürt devleti” kestirimleri için uygulanan yaklaşım, “İran – Olası Şii devleti” için de

kullanılacaktır. Bu doğrultuda, “İran, Irak’ın bölünmesi ile ortaya çıkabilecek bağımsız bir Şii

devletini neden isteyebilir?” ve “anılan devletin kurulmasını neden sakıncalı bulabilir?”

şeklinde iki soruya yanıt aranacaktır.

Bağımsız Bir Şii Devletinin İran Açısından Avantajları

• Ortadoğu’da birçok Arap devleti önemli miktarda Şii nüfus barındırmaktadır. Irak’taki

ayrışmanın ve etnik şiddetin ardından Şii kimliğin giderek baskın bir nitelik kazanması

ve bu eksende politik hak talepleri anlamına gelen; “Şii Uyanışı” akımı, Suudi

Arabistan gibi ABD müttefiki bir bölge ülkesini dahi rahatsız etmiş ve barındırdığı Şii

nüfus nedeniyle ciddi tehdit algılamalarına neden olmuştur. Yakın geçmişe kadar

Sünni Arapların siyasi seçkin konumunda bulunduğu bir Arap devletinin parçalanması

ve bünyesinden bir Şii devletin çıkması, bölgedeki Şiiler için siyasi model teşkil

edebilecek ve psiko-politik olarak geniş Şii kitleler arasında Şii kimliği, Arap

kimliğinin önüne geçebilecektir. Nitekim Irak’ta, günümüzde geçerli kimlik algısının

böyle şekillendiğini söylemek yanlış olmayacaktır. Bu durumun İran’a bölge ülkeleri

üzerinde kullanılmak üzere ciddi bir baskı aracı sağlayabileceği değerlendirilmektedir.

Bu noktadan hareketle İran’ın, “Şii Uyanışına” bir politik model oluşturması

bakımından bağımsız bir Şii devletinin kurulmasını stratejik bir kazanım olarak

değerlendirmesi olasıdır. Birinci senaryoya göre, söz konusu Şii devleti kurulur ise,

askeri altyapı da dahil olmak üzere birçok açıdan İran’a bağımlı olacaktır. Ayrıca

Page 32: T.C. BAHÇEŞEHİR ÜNİVERSİTESİ STRATEJİK ...file.setav.org/Files/Pdf/irakin-kuzeyinde-bir-kurt...bir yandan Osmanlı İmparatorluğu’na diğer yandan da Bulgar ve Sırp çetelerine

30

İran’ın güdümünde, üstelik de Arap etnisiteye sahip bir Şii devletinin çok geniş açılım

olanakları sağlayabileceği değerlendirilmektedir.

• İran, ABD politikaları sonucu giderek yalnızlaşmakta, uluslararası meşruiyet

kaynaklarını yitirmektedir. Nükleer programını tamamlama sürecinde çok gereksindiği

diplomatik desteğe katkı sağlayabilecek bağımsız bir Şii devleti, diplomatik

platformlarda İran için rahatlatıcı unsur olacaktır. Üstelik böyle bir devletin

Ortadoğu’da bulunmasının Tahran’a ciddi avantajlar sağlayabileceği

değerlendirilmektedir. Dolayısıyla İran, göreli diplomatik yalnızlığının giderilmesi

amacı ile Irak topraklarında bağımsız bir Şii devletinin kurulmasını destekleyebilir.

• Irak’ta etnik ayrışma bu hızda sürer, daha yoğun çatışmalı bir ortama evrilir ve Kürt

bağımsızlık talepleri aynı şiddette devam eder ise bölünme kaçınılmaz bir hal

alacaktır. Sünni Arapların ve Kürtlerin “kendi kaderlerini tayin hakkı” çerçevesinde

Irak Devleti’nden ayrıldıkları bir konjonktürde, Şiiler “istemeseler dahi” kendilerini

Irak’ın dışında bulacaklardır. Böyle bir durumda iki politik seçenek baskın

görünmektedir. Iraklı Şiiler ya ayrı bir devlet kuracak ya da İran’a bağlanacaklardır.

Başta ABD olmak üzere uluslararası güç merkezlerinin İran’a çok önemli bir

coğrafyada de jure egemenlik hakları sağlayacak böyle bir ilhak sürecine izin

vermeyeceği açıktır. Dolayısıyla Şiiler, “kendilerini bir devlet sahibi bulabilirler” ve

İran durumu kabullenebilir.

Belirtilen hususlara karşın İran’ın söz konusu devletin varlığından rahatsızlık

duymasını gerektirecek hususlar da vardır. Aşağıda bu eksende analizler yapılacaktır.

Bağımsız Bir Şii Devletinin İran Açısından Dezavantajları

• Şiilerin kutsal kentleri Kerbela ve Necef Irak topraklarında bulunmaktadır. Irak’ta

bağımsız bir Şii devleti kurulması durumunda, İran’ın tüm üstünlüklerine karşın, Şii

dünyasının psiko-politik odağı söz konusu devlete kayabilecektir. Dinsel etkinin Kum

Kenti’nden “Bağımsız Necef ve Kerbela”ya kayması, İran’ı stratejik olarak

zayıflatabilecek ve kendisine karşı kullanılabilecek unsurlar içermektedir. Bu

nedenden ötürü İran’ın, ilhakın gerçekleştirilemediği durumlarda, gevşek bir

federasyon ya da konfederasyon içinde, güdümündeki bir yapıyı, bağımsız bir Şii

devletine tercih edebileceği değerlendirilmektedir. Ayrıca İran ve Irak Şiiliği birtakım

özellikleri ile çeşitli farklılıklar arz etmektedir. Bu farklılıklar ve Şii ruhban sınıfının

Page 33: T.C. BAHÇEŞEHİR ÜNİVERSİTESİ STRATEJİK ...file.setav.org/Files/Pdf/irakin-kuzeyinde-bir-kurt...bir yandan Osmanlı İmparatorluğu’na diğer yandan da Bulgar ve Sırp çetelerine

31

İran–Irak ekseninde yaşayabileceği üstünlük sağlama çabaları hesaba katılır ise

bölgede ikinci bir Şii devletinin varlığı Tahran tarafından hoş karşılanmayabilir.

• Şii Uyanışının İran imkan ve kabiliyetini aşacak şekilde radikalleşmesi ve politik

kimlik kazanması, Şii karşıtı bir cephenin oluşmasına ve bölgede Şii Uyanışından

rahatsızlık duyan devletlerin bir arada ve daha etkin politikalar izlemelerine neden

olabilir. Bu durumda İran, karşısında İsrail – ABD ekseni dışında tamamıyla farklı bir

oluşum bulacaktır. Irak’ın bölünmesi üç parçalı şekilde gerçekleşir ise, ortaya çıkacak

Sünni devletin, Şii oluşumu ve İran’a karşı silahlandırılması ve desteklenmesi

gündeme gelebilecektir. Nitekim günümüzde Suudi Arabistan’ın ABD ile çok güçlü

müttefiklik ilişkilerine rağmen Şii tehdidinden ötürü Irak’taki Sünni grupları

destekleyebilmesi, bölünme gerçekleşir ise Sünni devletin nasıl kullanılacağı yönünde

önemli belirtiler taşımaktadır. Bu durumda İran’ın kazanacağı düşmanların nitelik ve

niceliği, Şii devletinin kurulmasının faydalarından çok daha maliyetli olabilir.

• Şii Uyanışının radikalleşerek politik bir kimlik kazanması, Vahhabilik ile Şiilik

arasındaki çatışmalı rekabeti daha ileri boyutlara taşıyabilir. Ayrıca Vahhabi olsun

olmasın, kendi topraklarındaki Şii varlığının ayrılıkçı eğilimlere kapılmasından

çekinen Körfez ülkeleri, Şii Uyanışı karşısında ortak bir cephede buluşabilir ve bu

cephenin ABD tarafından yönlendirilmesi İran’ın ulusal çıkarlarına ciddi zararlar

verebilir.

• Afganistan’da Taliban’ın ülkenin çok büyük bir bölümünde yeniden egemenlik tesis

etmesi ve Peştun kimliğini önceleyerek Pakistan’da önemli bir etkinliğe ulaşması

sonucu Orta Asya ve çevresinde önemli bir etkiye ulaşan Vahhabi hareketin, bir Şii

devleti ile dengelenmesi istenebilir. Bu durumda, tarihsel pratiğinin ve ilişkilerinin de

yardımıyla bölgede asıl planlayıcı konumunda bulunan İngiltere, olası Şii devletini,

Büyük Ayetullah Sistani üzerinden ABD güdümüne aktarmayı isteyebilir. İngiliz karar

vericiler böyle bir hareket tarzı ile İran’a bir rakip yaratırken, aynı zamanda

Vahhabiliğin yükselmesini frenleme imkanına kavuşacaklardır. Söz konusu

senaryonun gerçekleşmesi durumunda Şii Uyanışı sonucu Körfez ülkelerinde beliren

endişeleri giderme misyonunu üstlenerek bölgedeki kalıcılığını pekiştirecek olan

İngiltere ve ABD; bir yandan da Vahhabiliğin yayılma ve yükselmesini önlemeye

yönelik farklı bir enstrümana da sahip olabilecektir. Bu iki politikanın askeri ve siyasi

alt yapısının ABD üzerinden karşılanması ile İngiltere’nin stratejik–istihbari

üretkenliği ile orantısız askeri ve demografik zaafları da kapatılmış olacaktır. Başka

Page 34: T.C. BAHÇEŞEHİR ÜNİVERSİTESİ STRATEJİK ...file.setav.org/Files/Pdf/irakin-kuzeyinde-bir-kurt...bir yandan Osmanlı İmparatorluğu’na diğer yandan da Bulgar ve Sırp çetelerine

32

bir anlatımla İngiltere, uluslararası sistemde gerek emperyal geçmişi gerekse siyasi

elitinin kapasitesi bakımından çok önemli bir “stratejik akıl” konumundadır. Bununla

birlikte askeri ve demografik yetenekleri, stratejik üretim kapasitesi ile orantısızdır.

Büyük askeri gücü ile ABD’nin söz konusu “stratejik aklın” hedeflerine ulaşmasında

en önemli sert güç unsuru olduğu söylenebilir.

Olası Kürt Devleti Hususunda Türkiye’nin Alternatif İşlevselliği

Konunun çeşitli boyutlarıyla ele alınmasının ardından, ilk bakışta çok gerçekçi

görünmeyen ancak belirli koşullar altında önem kazanabilecek bir senaryo üzerinde

çalışılması faydalı olacaktır. Söz konusu senaryonun temel çıkış noktası, daha önce arz edilen,

olası Kürt devletinin jeopolitik ve siyasi coğrafi ihtiyaçlarıdır. Senaryonun içeriği ise

Türkiye’nin olası Kürt devleti için, bir “taşıyıcı anne” görevi yapmasının ve kendi bekasını

sağlayabilecek kapasiteye ulaşana değin himayesinde tutmasının sağlanmasıdır. İlk bakışta

çok da inandırıcı görünmeyen bu stratejik düşünceyi jeostratejik sezgisellik ve akılcı bir

yaklaşımla ele almaya çalışalım.

Jeopolitik açıdan

Olası Kürt devletinin “yaşatılması” için:

a) Denizlere çıkışının bulunması, “landlocked” bir nitelik taşımaması, ya da;

b) Denize açılımı bulunmayacak ise çevresel unsurlarca izole edilmemesi

(containment policy) gerekmektedir.

Askeri açıdan

Olası Kürt devleti bekasını konvansiyonel kuvvetleri ile sağlayacak düzeye ulaşana

dek, askeri himayeye muhtaçtır. Bu himayeyi sağlama imkan ve kabiliyetinin, ABD, İran ve

Türkiye’de bulunduğu değerlendirilmektedir. Bu noktadan hareketle

a) ABD, Irak’tan çekilme takvimini açıklamıştır. Dolayısıyla 2012 yılından itibaren

bölgede büyük konvansiyonel kuvvetler bulundurmayacak, kendi çıkarlarını

korumak amacıyla taktik unsurlardan ve üslerinden yararlanacaktır. Bu

unsurların, olası Kürdistan’ın “ulusal savunması” görevlerinin icra edilmesi

açısından uygun nitelikler taşımadığı düşünülmektedir.

Page 35: T.C. BAHÇEŞEHİR ÜNİVERSİTESİ STRATEJİK ...file.setav.org/Files/Pdf/irakin-kuzeyinde-bir-kurt...bir yandan Osmanlı İmparatorluğu’na diğer yandan da Bulgar ve Sırp çetelerine

33

b) İran, bu çalışma dahilinde aktarılan gerekçelerle olası Kürt devletine olumlu

bakabilir. Bununla birlikte olası Kürt devletinin İran’ın himayesinde ve dolayısıyla

etki alanında olması; mevcut koşullarda ABD, koşullar ne olursa olsun İsrail

açısından kabul edilemez bir gelişmedir. Dolayısıyla İran, betimlediğimiz “taşıyıcı

annelik” rolüne hazır olsa da, ABD ve İsrail’in buna izin vermeyeceği açıktır.

c) Yukarıdaki iki madde elendiğinde geriye kalan seçenek, “stratejik zorunlulukların

dayatması ile” Türkiye olacaktır.

Ekonomik Açıdan

Habur Sınır Kapısı ve Türkiye ile ticaret, olası Kürt devletinin yaşamsal çıkarları

açısından vazgeçilmez bir etmen olarak değerlendirilmektedir. Aksi takdirde ekonomik

“performans ve kaderinin” Ermenistan’dan farksız olacağı açıktır. Dolayısıyla ekonomik

açıdan da Kürt devletinin sürdürülebilirliği adına Türkiye son derece önemli bir konumdadır.

Bu bağlamda, Türkiye’yi, “Kırmızı Çizgisi” olarak tanımladığı böyle bir gelişmeye

yönlendirmek nasıl mümkün olabilir, sorusuna yanıt aramak gerekmektedir. Kanımızca son

dönemde yoğunlaşan PKK faaliyetlerinin konu ile yakın bir ilgisi bulunmaktadır. Bu

faaliyetler, Türk siyasi elitini kamuoyu karşısında oldukça zor durumda bırakmakta ve

toplumsal yılgınlığa neden olabilmektedir. PKK terör eylemlerinin doruk noktasına ulaştığı

bir zamanda, Türkiye’ye ve Türk kamuoyuna, “PKK’nın bertaraf edilmesi yolunun Irak’ın

kuzeyindeki siyasi oluşum ile daha yakın ve üst düzeyde temastan geçtiği” yönünde telkinler

yapılması durumunda, kırmızı çizgilerde bir dönüşüm gözlemlenebilir. Temaslar sıklaştıkça

ve düzeyi yükseldikçe, PKK’nın aynı oranda zayıflatılması da sürecin devamı hususunda

Ankara’yı ve Türk kamuoyunu cesaretlendirebilir. Dolayısıyla Türkiye, terör tehdidinin

stratejik hedeflerini doğru okuyamazsa, kendi topraklarında federasyon ya da konfederasyon

talep eden bir terörist örgütten kurtulmak için; anayasa taslaklarının giriş bölümünde

“dünyanın en büyük devletsiz halkı” olarak nitelenen ve çeşitli ülkelerde yaşamakta olan

Kürtlerin haklarının savunuculuğu görevini üstlenen, “Sevr’de kazanılmış haklara” gönderme

yapan Barzani’nin devlet başkanlığını kabul etme noktasına gelebilir.

Türkiye’nin Irak’ın bölünmesine ilişkin bir diğer çekincesi de Kerkük ve

Türkmenlerin konumudur. Bu çalışma, yaygın kanının aksine, Irak’ın petrol rezervlerinin

önemli bir bölümünü barındıran Kerkük petrollerinin, olası Kürt devletine bırakılmasının

ABD çıkarları açısından sakıncalı olduğunu öngörmektedir. Zira daha önce de belirtildiği

Page 36: T.C. BAHÇEŞEHİR ÜNİVERSİTESİ STRATEJİK ...file.setav.org/Files/Pdf/irakin-kuzeyinde-bir-kurt...bir yandan Osmanlı İmparatorluğu’na diğer yandan da Bulgar ve Sırp çetelerine

34

üzere olası Kürt devleti, ABD ve İsrail’e bağımlılığından ötürü, denetimi kolay ve “sadık” bir

müttefik olacağı gerekçesi ile desteklenebilir. Kerkük petrollerinin tamamıyla Kürt egemenlik

sahasında bırakılması, olası Kürt devletinin orta ve uzun vadede bağımsız politikalar üretme

imkan ve kabiliyetini arttırabilecektir. Bu nedenle Kerkük için, Türkiye’nin güvenlik

çekinceleri ile Sünni ve Şii Arapların dirençleri bahane edilerek, özel bir statü düşünülebilir.

Türkmenlere yönetimde göreli yüksek görev ve mevkiler verilmesi suretiyle, Türk kamuoyu

tatmin edilebilir. Böyle bir durumda, olası Kürt devletinin Ankara’ya önce de facto, sonra da

de jure olarak kabul ettirilmesi gündeme gelebilecektir. Buradan ABD ve İsrail’in elde

edeceği kazanımlar aşağıda sunulmuştur.

a) Olası Kürt devletinin maliyetinin Türkiye ile paylaşılarak azaltılması,

b) Olası Kürt devletinin güvenlik kaygılarının minimize edilmesi,

c) Olası Kürt devletinin İran etki sahası dışına çıkarılması,

d) ABD ve İsrail’in, “Türkiye’nin varlığına karşı çıkmadığı bir müttefike” sahip

olması,

e) Irak’ın kuzeyinde bağımsız bir Kürt devletinin, içlerinde ciddi bir Kürt nüfus ve

ayrılıkçı potansiyel barındıran Türkiye, Suriye ve İran’a karşı gerektiğinde bir kart

olarak kullanılması seçeneğinin muhafaza edilmesi,

f) İran – Türkiye yakınlaşmasının önüne geçilmesi

Sonuç

Ortaya koymaya çalıştığımız üzere, Irak’ın kuzeyindeki durum sadece Türkiye değil

ABD, İran ve diğer bölge devletleri açısından da bilinmezlikler ve belirsizliklerle doludur. Bu

noktada asıl belirsizliğin Kürt devletinin kurulması değil sürdürülebilmesi olduğu

değerlendirilmektedir. Gerek jeopolitik ihtiyaçları gerekse savunma kapasitesi açısından,

Irak’ın kuzeyinde kurulacak bir Kürt devletinin, “ABD’nin hazırlayacağı bir oksijen çadırı

dışında nefes alması” çok da olanaklı değildir. Bu kadar ciddi gelişmeler ve denetim dışına

kayabilecek belirsizlikler karşısında Irak’ın geçmişe kıyasla “hiçbir şey olmamış gibi aynı

kalacağını ümit etmek” gerçekçi görünmemektedir. Kanımızca, Türk dış politikasının

belirleyicileri ve karar alıcıları “Irak’ın toprak bütünlüğü” vurgusunun bir temenniden öteye

geçememe ihtimalini sıklıkla gözden kaçırmaktadırlar.

Page 37: T.C. BAHÇEŞEHİR ÜNİVERSİTESİ STRATEJİK ...file.setav.org/Files/Pdf/irakin-kuzeyinde-bir-kurt...bir yandan Osmanlı İmparatorluğu’na diğer yandan da Bulgar ve Sırp çetelerine

35

Irak’ın kuzeyinde kurulacak bir Kürt devleti ABD’yi yakın gelecekte ciddi sorunlar

ile karşı karşıya bırakabilir. Özellikle petrol bölgesinde sürekli bir çatışma ve istikrarsızlık

büyük kayıplara yol açabilir. Bu noktada Türkiye’nin desteğine ihtiyaç duyulması da olasıdır.

Öte yandan Türkiye’nin güvenlik endişelerinin yok farz edilmesi, Barzani’nin saldırgan ve

diplomatik nezaketi fazlasıyla aşan açıklamalarının köken alanının ve irredentist üslubunun

dikkate alınmaması olanaksız görünmektedir. Türkiye açısından Irak’ın kuzeyi terör üreten bir

bölge kimliğini sürdürmektedir. Barzani ve Talabani’ye bağlı grupların Türkiye’de yaşanan

etnik milliyetçi ve bölücü teröre destek verdikleri birçok üst düzey Türk yetkili tarafından

defalarca belirtilmiştir. Buna karşın Kuzey Irak Bölgesel Yönetimi tarafından tatmin edici bir

adımın atıldığını söyleyebilmek mümkün değildir. Bu koşullar altında ABD Irak’ın kuzeyinde

bir Kürt devletinin kurulmasına destek verecek ise ve Türkiye’ye “taşıyıcı anne” rolünü

empoze etmeyi başaramazsa; Olası Kürt devletini sadece İran ve Suriye gibi “Şer ekseni

üyesi” olarak nitelediği devletlerden biri veya ikisine değil, bir NATO üyesi olan Türkiye’ye

rağmen de gerçekleştirmek durumunda kalabilir.

Türkiye’nin Konumuna İlişkin Değerlendirme Notu

Bütün bu olasılıklar zincirinde Türkiye’nin kırılmamasına özen göstermesi gereken

ana halka, Irak’ın toprak bütünlüğü olarak belirmektedir.

Parçalanmış bir Irak’ın, ulusal çıkarları ve güvenliğine yönelteceği olumsuzlukları

engelleme adına, enerjisini öncelikle Irak’ın bütünlüğünün korunmasına yönelten Türkiye’nin

bu konuda ne kadar başarılı olabileceği ciddi soru işaretleri taşımaktadır. Irak’ı etkileyen içsel

ve dışsal dinamikleri etkileme/yönlendirme olanak ve gücüne sahip olmadığı gözlemlenen

Türkiye (belirli koşulların varlığında bu hipotez ayrı bir tartışma konusudur), öncelikli

hedefinin gerçekleşmemesi olasılığına karşı alternatif politikalar oluşturmak durumundadır.

Tüm dikkatini Iraklı Kürtlerin bağımsızlık taleplerine odaklamış görünen Türkiye,

“Irak resminin bütününü” görebilmeli; içsel ve dışsal tüm taraflar ile ilişkilerini

geliştirebilmelidir. Parçalanmanın engellenemeyecek bir boyuta ulaşması halinde, Türkiye’nin

bugünkü bütünün parçaları ve homojen olmayan parçalar içindeki tekil/ayrışık dinamikler ile

ilişki kurması ve var olan ilişkilerini çıkarları doğrultusunda geliştirmesi bir ön koşul

kimliğinde görünmektedir.

Page 38: T.C. BAHÇEŞEHİR ÜNİVERSİTESİ STRATEJİK ...file.setav.org/Files/Pdf/irakin-kuzeyinde-bir-kurt...bir yandan Osmanlı İmparatorluğu’na diğer yandan da Bulgar ve Sırp çetelerine

36

Irak’ın kuzeyinde Barzani ve Talabani dışında güçlü aşiretler ve büyük aileler ile

kurulacak ve geliştirilecek ilişkiler, KIBY’nin tek egemeni gibi görünen Barzani’nin gücünün

sorgulanmasında önemli bir işlev görebilecektir.

Öte yandan Sünni ve Şii Araplar, Kürt grupların yayılmacı siyasetlerinden ve Irak’ın

kuzeyinin Kürtleştirilmesinden ciddi rahatsızlık duymaktadırlar. Aynı eylemlere muhatap olan

Türkmenlerle Araplar arasında oluşan bu paydaşlık, Ankara açısından Sünni ve Şii Araplar ile

iletişim kurmak için ayrı bir fırsat penceresi açmaktadır. Dolayısıyla Türkiye’nin, Sünni ve Şii

Araplar ile örtüşen görüş ve çıkarları ile paydaş rahatsızlıklarının Kürt gruplarca algılanmasını

sağlayacak girişim ve açılımlarda bulunmasının faydalı olacağı değerlendirilmektedir.

Sünni Arapların temsil hakları ve seçimlere katılmaları konusunda ciddi uğraş veren

kimi etkili, büyük Sünni Arap aileler ile ilişkileri bulunan Türkiye, bu ilişkilerini

derinleştirirken, gerek Şii Türkmenler üzerinden, gerek doğrudan Şii Araplar ile temaslarını

sıklaştırabilir.

Celal Talabani’nin ciddi sağlık sorunları nedeniyle görevini daha fazla

sürdürememesi olasılığı karşısında başlayacak liderlik mücadelesini kaçınılmaz kılarak, KDP

ve KYB arasında ayrışma olacak şekilde derinleştirmek (dividum et imperium)

başvurulabilecek yöntemler arasında değerlendirilmektedir. Öte yandan Sünni ve Şii Araplar

ile Kürtler arasındaki tarihsel anlaşmazlıkların bir parçalanma süreci içinde tırmanma eğilimi

göstermesi, Iraklı Kürtleri bir müttefik arayışına itecektir. Geçmişteki tüm sorun ve

anlaşmazlıklara karşın bu müttefik, yine Türkiye olacaktır.

Kerkük’ün Kürt bölgesine dahil edilmemesi konusunda görüş ve çıkarları örtüşen

Sünni ve Şii Araplar ile Türkiye arasında oluşan doğal ittifak/görüş birliği; Ankara’nın eline

önemli bir kart vermektedir. Olası ciddi bir ihtilafta, Türkiye’nin dostluğuna gereksinim

duyacak Iraklı Kürt gruplar, Kerkük ile ilgili oluşan Türk – Arap görüş birliğinin kendilerine

maliyeti konusunda doğrudan ve dolaylı olarak bilgilendirilmeli, Ankara’nın yakın gelecekte

kullanabileceği önemli kozlarının bulunduğunun farkına varmaları sağlanmalıdır.

Irak’ın kuzeyinin ekonomik açıdan Türkiye’ye bağımlılığının arttırılması orta vadeli

bir seçenek ise de, bu seçeneğin şu anda uygulamaya konulmasından çok; mevcut

bağımlılığın, koşulların olumsuzlaşması halinde kısa vadede Kürt gruplara maliyetinin ne

olabileceğinin gösterilmesinin/anlatılmasının daha yararlı ve sonuç alıcı olacağı

değerlendirilmektedir.

Page 39: T.C. BAHÇEŞEHİR ÜNİVERSİTESİ STRATEJİK ...file.setav.org/Files/Pdf/irakin-kuzeyinde-bir-kurt...bir yandan Osmanlı İmparatorluğu’na diğer yandan da Bulgar ve Sırp çetelerine

37

Sonuç olarak, uzun bir zamandır Irak’taki oluşumlardan dışlanmış ve soyutlanmış

görünen Türkiye’nin öncelikle ABD’nin çekilme planını açıklaması ile birlikte edilgen

konumundan sıyrılarak; izleyeceği aktif, çok taraflı bir politika ile yeniden etkin bir konuma

ulaşabileceği değerlendirilmektedir.

Page 40: T.C. BAHÇEŞEHİR ÜNİVERSİTESİ STRATEJİK ...file.setav.org/Files/Pdf/irakin-kuzeyinde-bir-kurt...bir yandan Osmanlı İmparatorluğu’na diğer yandan da Bulgar ve Sırp çetelerine

38

KAYNAKÇA

ARI, Tayyar. Uluslararası İlişkiler Teorileri, İstanbul, MKM Yayıncılık, 2008.

ÇEVİK, Abdülkadir ve Birsen CEYHUN. Politik Psikoloji Serisi 1: Psikopolitik Yönden

Kimlik Gelişimi ve Etnik Terörizm, Ankara, Politik Psikoloji Merkezi – Medikomat Basım

Yayın, 1995.

ÇİTLİOĞLU, Ercan. “Terörizmin Yeni Konsepti” Stratejik Analiz – ASAM, Ankara, 2007.

ÇİTLİOĞLU, Ercan. Gri Tehdit TERÖRİZM, İstanbul, Destek Yayıncılık, 2008.

DEDEOĞLU, Beril. Uluslararası Güvenlik ve Strateji, İstanbul, Yeni Yüzyıl Yayınları,

2008.

ERSEVER, A. Cem. Üçgendeki Tezgah, İstanbul, Milenyum Yayınları, 2007.

ESLEN, Nejat. Küresel Hamleler Anahtar Stratejiler, Ankara, Tek Ağaç Yayıncılık, 2005.

GREENE, T. N. Guerilla and How to Fight Him, Ankara, Genelkurmay Basımevi, 1965.

GÜNAY, Tuncer. Şemdin Sakık Anlatıyor, İstanbul, Doğan Kitap, 2007.

HART, B. H. Liddell. Strateji Dolaylı Tutum, (Çev. Selma KOÇAK), İstanbul, Doruk

Yayıncılık, 2003.

İNAT, Kemal (Ed.) ve Diğerleri.Dünya Çatışma Bölgeleri, İstanbul, Nobel Yayıncılık,

2007.

INSTITUT de POLITIQUE ETRANGERE. Chypre Myhthes et Réalités, Ankara, Institut de

Politique Etrangere Publié, 1983.

KÖNİ, Hasan. Genel Sistem Kuramı ve Uluslararası Siyasetteki Yeri, Ankara, ASAM

Yayınları, 2001.

KALAYCI, Hüseyin. “Avrupa Birliği ve Mikro-Milliyetçilik” Stratejik Analiz – ASAM,

Ankara, 2006.

ÖNDER, Ali Tayyar. Türkiye’nin Etnik Yapısı (7. Baskı), Ankara, Fark Yayınları, 2006.

ÖZDAĞ, Ümit. Türk Ordusu’nun PKK Operasyonları, İstanbul, Pegasus Yayınları, 2007.

ÖZDAĞ, Ümit. Kişisel İnternet Sitesi. 7 Şubat 2008 <http:// www.umitozdag.com>.

ÖZTÜRK, Saygı. İsmet Paşa’nın Kürt Raporu, İstanbul, Doğan Kitap, 2007.

Page 41: T.C. BAHÇEŞEHİR ÜNİVERSİTESİ STRATEJİK ...file.setav.org/Files/Pdf/irakin-kuzeyinde-bir-kurt...bir yandan Osmanlı İmparatorluğu’na diğer yandan da Bulgar ve Sırp çetelerine

39

PAMUKOĞLU, Osman. Unutulanlar Dışında Yeni Bir Şey Yok, İstanbul, İnkılap Kitabevi,

2004.

SAKINMAZ, Şenol Koray. Kıbrıs Tüneli, İstanbul, Akademi Kültür Sanat Yayıncılık, 2007.

SARIZEYBEK, Erdal. İhaneti Gördüm, İstanbul, Pozitif Yayınları, 2007.

THOMAS, Gordon. Gideon’un Casusları Mossad Gizli Tarihi, (Çev. Selim YENİÇERİ),

İstanbul, Koridor Yayıncılık, 2005.

TİŞKOV, V. A ve E. İ. FİLİPPOVA Eski Sovyet Ülkelerinde Etnik İlişkiler ve Sorunlar,

Ankara, ASAM Yayınları, 2000.

TODD, Paul ve Jonathan BLOCH. Küresel İstihbarat, (Çev. Enver GÜNSEL), İstanbul,

Truva Yayınları, 2006.

VOLKAN, Vamık D. Kanbağı Etnik Gururdan Etnik Teröre, İstanbul, Bağlam Yayıncılık,

1999.