30
1 [Belge başlığını buraya yazın] | [Tarihi seçin] iz her şeyden önce Türk’üz. Türk-Çe düşünen, Türk-Çe konuşan, Türk-Çe yazan; mevcut iktidarın ayaklar altına aldığı, namerde düşman, merde dost, zalimin karşısında mazlumun yanında, baş verip baş eğmeyen Türk Milliyetçileriyiz. Bir Türk Devletinde, Türkiye'de değil de Fransa'da gibi yaşadığımız, Türk-Çe düşünen insanların faşist, diğer lisanda düşünenlerin ise demokrat, özgürlükçü diye adlandırıldığı 21. asırda devler dururken karıncalarla yoldaşlık eden Türk-Çe düşünüp, Türk-Çe konuşan gençler olarak bu okyanusta bir damla olabilirsek ne mutlu bizlere diyerek, Hz. İbrahim'in ateşine su taşıyan güvercin misali bizlerde Türk-Çe düşünen Türk-Çe yazan dergi çıkarma ihtiyacı duyduk. Bu ihtiyaç üzerine Cemil Meriç’in “Bir neslin vasiyetnamesidir dergi; vasiyetnamesi, daha doğrusu mesajı. Kapanan her dergi, kaybedilen bir savaş, hezimet veya intihar.” Sözünden de esinlenerek günümüz gençlerinin sesi olup, gelecek nesile vasiyetnamemizi bırakmak için Türk-Çe düşünüp Türk-Çe konuşan gençler olarak kolları sıvamış bulunmaktayız. Türk-Çe düşünüp, Türk-Çe konuşan gençler olarak susturulmak, yıldırılmak, öz vatanında garip öz vatanında parya edilmek istenen Uluğ Türk Milletinin ve Türk Milliyetçilerinin haykıran sesi olmayı ülkü edinmekte bu ülkü yolunda Türk- Çe düşünüp, Türk-Çe yazmayı tek çözüm yolu olarak görmekteyiz. Türk-Çe dünyanın her köşesinde yaşayan, tüm Türklerin arasında gönüldaşlık bağı kurma ülküsünün bir eseridir. Türk-Çe liseli ve üniversiteli gençlerin mesaisinin ürünü olarak liseli ve üniversiteli Türk-Çe düşünüp, Türk-Çe konuşan gençlerin hislerine, düşüncelerine tercüman olmak, aralarında birlik ve beraberliği sağlamak ülküsünün eseridir. Türk-Çe Türk’ü Türk’ten başka kimsenin daha iyi tanıyamayacağının bilincinde yabancı hiçbir fikri kabul etmeyen Türk-Çe düşünen gençlerin Türk- Çe konuşmamız gerektiğini anlatabilme ülküsünün eseridir. Türk-Çe futbol takımı tutar gibi parti tutmayan, Türk-Çe düşün Türk-Çe konuş sözünü kendine rehber edinmiş yürekli erlerin ulaşmak istediği KIZILELMA ülküsünün eseridir. B Biz Kimiz? Neden Türk-Çe? Muhammet KALEM

Türk-Çe Dergisi

Embed Size (px)

DESCRIPTION

 

Citation preview

Page 1: Türk-Çe Dergisi

1

[Bel

ge b

aşlı

ğın

ı bu

ray

a y

azın

] |

[Tar

ihi

seçi

n]

iz her şeyden önce

Türk’üz. Türk-Çe

düşünen, Türk-Çe konuşan, Türk-Çe yazan;

mevcut iktidarın ayaklar altına aldığı, namerde

düşman, merde dost, zalimin karşısında

mazlumun yanında, baş verip baş eğmeyen Türk

Milliyetçileriyiz.

Bir Türk Devletinde, Türkiye'de değil de

Fransa'da gibi yaşadığımız, Türk-Çe düşünen

insanların faşist, diğer lisanda düşünenlerin ise

demokrat, özgürlükçü diye adlandırıldığı 21.

asırda devler dururken karıncalarla yoldaşlık eden

Türk-Çe düşünüp, Türk-Çe konuşan gençler olarak

bu okyanusta bir damla olabilirsek ne mutlu

bizlere diyerek, Hz. İbrahim'in ateşine su taşıyan

güvercin misali bizlerde Türk-Çe düşünen Türk-Çe

yazan dergi çıkarma ihtiyacı duyduk.

Bu ihtiyaç üzerine Cemil Meriç’in “Bir neslin

vasiyetnamesidir dergi; vasiyetnamesi, daha

doğrusu mesajı. Kapanan her dergi, kaybedilen bir

savaş, hezimet veya intihar.” Sözünden de

esinlenerek günümüz gençlerinin sesi olup,

gelecek nesile vasiyetnamemizi bırakmak için

Türk-Çe düşünüp Türk-Çe konuşan gençler

olarak kolları sıvamış bulunmaktayız.

Türk-Çe düşünüp, Türk-Çe konuşan gençler

olarak susturulmak, yıldırılmak, öz vatanında

garip öz vatanında parya edilmek istenen Uluğ

Türk Milletinin ve Türk Milliyetçilerinin haykıran

sesi olmayı ülkü edinmekte bu ülkü yolunda Türk-

Çe düşünüp, Türk-Çe yazmayı tek çözüm yolu

olarak görmekteyiz.

Türk-Çe dünyanın her köşesinde yaşayan, tüm

Türklerin arasında gönüldaşlık bağı kurma

ülküsünün bir eseridir.

Türk-Çe liseli ve üniversiteli gençlerin mesaisinin

ürünü olarak liseli ve üniversiteli Türk-Çe

düşünüp, Türk-Çe konuşan gençlerin hislerine,

düşüncelerine tercüman olmak, aralarında birlik

ve beraberliği sağlamak ülküsünün eseridir.

Türk-Çe Türk’ü Türk’ten başka kimsenin daha iyi

tanıyamayacağının bilincinde yabancı hiçbir fikri

kabul etmeyen Türk-Çe düşünen gençlerin Türk-

Çe konuşmamız gerektiğini anlatabilme

ülküsünün eseridir.

Türk-Çe futbol takımı tutar gibi parti tutmayan,

Türk-Çe düşün Türk-Çe konuş sözünü kendine

rehber edinmiş yürekli erlerin ulaşmak istediği

KIZILELMA ülküsünün eseridir.

B

Biz Kimiz? Neden Türk-Çe? Muhammet KALEM

Page 2: Türk-Çe Dergisi

2

[Bel

ge b

aşlı

ğın

ı bu

ray

a y

azın

] |

[Tar

ihi

seçi

n]

Araplara gözyaşı dökülüp ŞEHİTLERİMİZ unutulduğu için… Yıllarca vatanına görev yapan askerlerimiz hapiste olduğu için… Şehit kanıyla ıslanan toprağımız satıldığı için… Ülkemde yargı bağımsız olmadığı için… Gençlerimizin beyni yıkandığı için… Soydaşlarımız öldürülürken Araplara ağlandığı için… Cemaat iktidar kavgasında kaybedenler olduğumuz için… Kendi ülkemde TÜRK bayrağı taşımak suç olduğu için... Sabiha Gökçen vatan haini ilan edildiği için… Ben TÜRKÜM dediğimde faşist olmakla suçlandığım için... Halkımıza 5tl’ye litresi satılan benzin Avrupa’ya 2tl’ye satıldığı için… Dinimiz siyasete alet edildiği için... Eğitim-Öğretime siyaset karıştığı için… Ülkemi beyaz saray yönettiği için… Teröristler mecliste olduğu için... Ampulle karardığımız için…

HAYKIRIYORUZ!

Haykırıyoruz! İlk Sözümüz

Page 3: Türk-Çe Dergisi

3

[Bel

ge b

aşlı

ğın

ı bu

ray

a y

azın

] |

[Tar

ihi

seçi

n]

NEVRUZ NEDİR? NEVRUZ’UNGEÇMİŞİ

evruz’un bayram sayılmasının gerekçesini, Türklerin Tarih boyunca kullandıkları gerek: Türk Takvimleri-

1-On iki Hayvanlı Türk Takvimi (TÜRK): Yılbaşı baharı. 2-Hicrî Takvim (Arap): Yılbaşı bütün mevsimleri dolaşmaktadır. 3-Celâlî /Meliki Takvim (TÜRK): Yılbaşı Martındadır 4-Rumî /Malî(TÜRK): Yılbaşı Martındadır 5-Milâdî Takvim (Evrensel) yılbaşı Ocak ayındadır Türklerin kullandıkları kendilerine özgü takvimlerde yılbaşının bahara rastlaması bir rastlantı değildir. Tarihleriyle özdeşleşen, bozkır yaşantısının ortaya çıkardığı bir gelenektir ki, en tipik şekli Göktürklerde görülür; Ergenekon’dan Çıkış… ERGENEKON DESTANI Ergenekon Destanı soykır ıma uğrayan Türklerin tekrar çoğalmalarını ve yeniden Orta Asya’ya egemen olmalarını anlatır . Ergenekon kelimesi “ergene”(sarp) ve “kon”(dağ beli, yamaç) kelimelerini birleşmesiyle oluşmuştur. Destan şöyledir: Türk i l lerinde Türk oku ötmeyen, Türk kolu yetmeyen, Türk'e boyun eğmeyen bir yer yoktu. Bu durum yabancı kavimleri kıskandırıyordu. Yabancı kavimler birleşti ler, Türklerin üzerine yürüdüler. Bunun üzerine Türkler çadır larını , sürülerini bir araya topladı lar; çevresine hendek kazıp bekledi ler. Düşman gel ince vuruşma da başladı. On gün savaştılar. Sonuçta Türkler üstün geldi yenilgiler i üzerine düşman kavimlerin hanları, beyleri av yerinde toplanıp konuştular. Dediler ki: ‘Türklere

hile yapmazsak halimiz yaman olur! ' Tan ağaranda, baskına uğramış gibi, ağırl ıklar ını bırakıp kaçtılar. Türkler, “Bunların gücü tükendi, kaçıyorlar” deyip artlarına düştüler. Düşman, Türkleri görünce birden döndü. Vuruşma başladı. Türkler yeni ldi. Düşman, Türkleri öldüre öldüre çadırlar ına geldi . Çadır larını , mallar ını öyle bir yağmaladılar ki tek kara

kıl çadır bile kalmadı. Büyüklerin hepsini kıl ıçtan geçirdiler, küçükleri tutsak ettiler. O çağda Türklerin başında İ l Kağan vardı. İ l Kağan'ın da birçok oğlu vardı. Ancak, bu savaşta biri dışında tüm çocukları öldü. Kayı (Kayan) adlı bu oğlunu o yıl evlendirmişti . İ l

Kağan'ın bir de Tokuz Oğuz (Dokuz Oğuz) adlı bir yeğeni vardı; o da sağ kalmıştı . Kayı i le Tokuz Oğuz tutsak olmuşlardı. On gün sonra ikisi de karılarını aldı lar, atlarına atlayarak kaçtılar. Türk yurduna döndüler. Burada düşmandan kaçıp gelen develer, atlar, öküzler, koyunlar buldular. Oturup düşündüler: ' 'Dört bir yan düşman dolu. Dağların içinde kişi yolu düşmez bir yer izleyip yurt tutalım, oturalım.'' Sürülerin i alıp dağa doğru göç ettiler. Geldikleri yoldan başka yolu olmayan bir yere vardılar. Bu tek yol da öylesine sarp bir yoldu ki deve olsun, at olsun güçlükle yürürdü; ayağını yanlış yere bassa, yuvarlanıp paramparça olurdu.

N

Yeni Gün ( Ergenekon Bayramı/Nevruz ) Berkcan AKGÜL

Page 4: Türk-Çe Dergisi

4

[Bel

ge b

aşlı

ğın

ı bu

ray

a y

azın

] |

[Tar

ihi

seçi

n]

Türklerin vardıkları ülkede akarsular, kaynaklar, türlü bitki ler, yemişler, avlar vardı. Böyle bir yeri görünce, ulu Tanrı'ya şükretti ler. Kışın hayvanlarının etini yediler, yazın sütünü içti ler. Derisini giydiler. Bu ülkeye ' 'Ergenekon'' dediler. Zaman geçti, çağlar aktı; Kayı i le Tokuz Oğuz'un birçok çocukları oldu. Kayı'nın çok çocuğu oldu, Tokuz Oğuz'un daha az oldu. Kayı'dan olma çocuklara Kayat dediler. Tokuz'dan olma çocukların bir bölümüne Tokuzlar dediler, bir bölümüne de Türülken. Yıl lar yıl ı bu iki yiğidin çocukları Ergenekon'da kaldı lar; çoğaldılar, çoğaldılar, çoğaldılar. Aradan dört yüz yıl geçti . Dört yüz yıl sonra kendileri ve süreleri o denli çoğaldı ki Ergenekon'a sığamaz oldular. Çare bulmak için kurultay topladılar. Dediler ki: ''Atalarımızdan işittik; Ergenekon dışında geniş ülkeler, güzel yurtla varmış. Bizim yurdumuz da eskiden o yerlerde imiş. Dağların arasını araştırıp yol bulalım. Göçüp Ergenekon'dan çıkalım. Ergenekon dışında kim bize dost olursa biz de onunla dost olalım, kim bize düşman olursa biz de onunla düşman olalım.'' Türkler, kurultayın bu kararı üzerine, Ergenekon'dan çıkmak için yol aradılar; bulamadılar. O zaman bir demirci dedi ki: ''Bu dağda bir demir madeni var. Yalın kat demire benzer. Demirini eritsek, belki dağ bize geçit verir. Gidip demir madenini gördüler. Dağın geniş yerine bir kat odun, bir kat kömür dizdiler. Dağın altını, üstünü, yanını, yönünü odun-kömürle doldurdular. Yetmiş deriden yetmiş büyük körük yapıp, yetmiş yere koydular. Odun kömürü ateşleyip körüklediler. Tanrı'nın yardımıyla demir dağ kızdı, eridi, akıverdi.

Bir yüklü deve çıkacak denli yol oldu. Sonra gök yeleli bir Bozkurt çıktı ortaya; nereden geldiği bilinmeyen. Bozkurt geldi, Türk'ün önünde dikildi, durdu. Herkes anladı ki yolu o gösterecek. Bozkurt

yürüdü; ardından da Türk milleti. Ve Türkler, Bozkurt'un önderliğinde, o kutsal yılın, kutsal ayının, kutsal gününde Ergenekon'dan çıktılar. Türkler o günü, o saati iyi bellediler. Bu kutsal gün, Türklerin bayramı oldu. Her yıl o gün büyük törenler yapılır. Bir parça demir ateşte kızdırılır. Bu demiri önce Türk kağanı kıskaçla tutup örse koyar, çekiçle döver. Sonra öteki Türk beyleri de aynı işi yaparak bayramı kutlarlar. Ergenekon'dan çıktıklarında Türklerin kağanı, Kayı Han soyundan gelen Börteçine (Bozkurt) idi. Börteçine bütün illere elçiler gönderdi; Türklerin Ergenekon'dan çıktıklarını bildirdi. Ta ki, eskisi gibi, bütün iller Türklerin

buyruğu altına girene kadar. Bunu kimi iyi karşıladı, Börteçine'yi kağan bildi; kimi iyi karşılamadı, karşı çıktı. Karşı çıkanlarla savaşıldı ve Türkler hepsini yendiler. Türk Devleti'ni dört bir yana egemen kıldılar.

Yeni Gün ( Ergenekon Bayramı/Nevruz ) Berkcan AKGÜL

Page 5: Türk-Çe Dergisi

5

[Bel

ge b

aşlı

ğın

ı bu

ray

a y

azın

] |

[Tar

ihi

seçi

n]

İSLÂMİYET DÖNEMİNDE NEVRUZ Şia inancına göre Nevruz, Hz. Muhammed’in Veda Haccı’ndan dönerken, Gadiri Hum denilen vahada Müslümanları durdurup kendisinin vasisi ve müminlerin velisi olarak Hz. Ali’yi şereflendirdiği gündür. Bektaşilerce Nevruz, Hz. Ali’nin hem doğum günü, hem de Fatımat-üz Zehra ile evlendiği gün kutlanmaktadır. TÜRK ANADOLU’DA NEVRUZ İslâmiyet’i İran köprüsüyle kabul eden Türkler ile İran’da devlet kuran Selçukluların, yeni dine İran gözüyle bakmaları kaçınılmazdı. Türk-İslâm sentezinin oluşumunda İran Kültürünün büyük katkısı olmuştur. Bu nedenle Anadolu’yu fetheden Selçuklular, Beylikler ve Osmanlılar döneminde Nevruz hem halk tarafından, hem de sarayda şenliklerle kutlanmıştır. Özellikle Aleviler, Nevruz’da gündüz eğlenip, geceleri Cem ayini, Tanrı’ya şükranlarını sunarlardı. Ayrıca edebiyatta Nevruziye denilen bir şiir türü ortaya çıkmıştır. Bu şiirlere bütün Alevi şairlerde rastlamaktayız. XVI. yy’da yaşayan Pir Sultan Abdal’ın Nevruziye şiirinden aldığımız bir dörtlük, insana bahar coşkusunu aşılar sanki… Sultan Nevruz günü canlar uyanır Hal ehli olanlar nura boyanır Muhip olan bugün ceme dolanır Himmeti erince Nevruz Sultan’ın Tahtacı Türkmenlerinde Navruz, konar-göçer dönemlerinde eski Mart’ın 9’udur.“Mart dokuzundan sonra dağlar misafir alır.” özdeyişi yaygındır. İzmir-Bornova’ya bağlı Naldöken Tahtacı Türkmenlerinde, ölülerin yedirilip, içirilip, eğlendirildiği gün olarak sayılmakta olup, eski Türk dininin izlerinin canlı bir kanıtıdır. W. Radloff, Sibirya’dan adlı eserinde, Şamanlığığer dinlerden şöyle ayırmaktadır: “Şimdi yaşayan insanla onun çoktan ölmüş cetleri (ataları) arasında sıkı bir münasebetin mevcut olduğuna dair inanıştır. “Naldöken’de eski Türk inanç sisteminin atalar kültü kendini göstermektedir.

GÜNÜMÜZDE NEVRUZ Orta Asya Türklerinde özellikle Uygur, Kazan, Ufa yörelerinde Ergenekon Destanı’nın yanı sıra, dini bayramlarda da Kur’an-ı Kerim’in ardından okunmaktadır. Doğu Türkistan’da ata yurdunda yaşayan Uygur Türkleri için Novruz(Noruz), geçen yıla veda etmek, yeni yılı kutlamak, baharın bolluk ve bereket getirmesini ummaktan ibarettir. Gagavuzlar (Gök Oğuzlar), Dobrucalılar ve Makedonyalılar da Nevruz’u gündönümü, baharın müjdecisi olarak kutlarlar. Dobruca'da Nevruz için kullandıkları tekerleme rahatlıkla anlaşılır. Navrez keldi yaz keldi Ördek geldi, kaz keldi Kuşlardan avaz keldi Aza Navrezim mübarek. Azerbaycan Türklerinde Nevruz-Noyruz-Ergenekon-Bozkurt Bayramı, millî bir özellik

taşımaktadır. İran’daki Türk toplulukları, Acemler, Anadolu’daki Kafkas kökenli Azeri, Karapapak, Tatar ve diğer Şii-Alevi-Sünni Türkler tarafından

da aynı düşünceyle coşku içinde kutlanmaktadır. Azerbaycan Cumhurbaşkanı Aliyev, Nevruz dolayısıyla tutuklular için af kararı çıkardı. Sultan Navruz’un geçeceği vakit uyanık olan kişilerin dileklerinin kabul edileceğine inanılır. Diğer bir inanç ise Türk Mitolojisinde sıkça karşılaşılan uçan derviştir. NEVRUZ HAZIRLIĞI

19-20-21 veya 21-22-23 Mart tarihleri arasında 3

günü kapsayan bayram kutlamaları yörelere göre

farklılık gösterir. Mart Ayının başlarından itibaren

yoğun bir faaliyet başlar. Genç kızlar sevdikleri

için “Beğ Çorabı” örer, mendil işler, ellerine kına

yakarlar. Aile bireyleri birbirlerine hediye alırlar.

Yeni Gün ( Ergenekon Bayramı/Nevruz ) Berkcan AKGÜL

Page 6: Türk-Çe Dergisi

6

[Bel

ge b

aşlı

ğın

ı bu

ray

a y

azın

] |

[Tar

ihi

seçi

n]

Her aile “Bahar Temizliği” ne girişerek ev, halı,

eşyalar yıkanıp, her yer pırıl pırıl hale getirilir.

Köylerde tandırların üstündeki duvarlar isten

temizlenerek, üzerine hayvan ve bitki motifleriyle

nakışlar yapılır.

ı ve Doğu Türkistan’da “Navruz Köcö” buğday,

pirinç, mısır ve darı gibi çeşitli tahıllardan yapılan

yemek ile çorba veya lapa adını verdikleri yemeği

komşulara dağıtırlar.

Azerbaycan ve yakın çevresinde çörekler, börekler

ve çeşitli tatlılar hazırlanıp, yüzlerce haşlanmış

yumurtanın kabukları renk renk boyanır. Erkekler

atlarını, kılıç ve kamalarını gözden geçirirken;

çocuklar baca-baca oyunu için uzun ip ile heybe

hazırlarlar. 1989’da tanışıp, gözlerindeki esaret

hüznünü unutamadığım Zakatala’lı Dr. Zeynab

Mecidova aydınları da, dostlarına Nevruz tebriki

gönderirler. (O hüznün yerini azatlığın sevinç ve

gururu kaplamıştır inşallah…) Doğu Avrupa’da

yaşayan Müslüman ve Gayri Müslim Türkler de

Nevruz’u yeniden diriliş-doğuş inancıyla

kutlamaktadırlar. “Nenelerin Yadigârı” adıyla

hazırladıkları -yeniden doğuşu betimleyen ilginç

kompozisyonları, Türkiye’ye saygı ve bahar etkili

selamlarıyla yollayan Estonyalı Türkleri, Nevruz

şenliklerinde aramızda görmek isteriz.

ÜLKEMİZDE NEVRUZ GELENEKLERİ Torosların Mersin-Silifke yöresinde Yörük köyleri ve obaları arasında, baharın canlandığı inancıyla Nevruz çeşitli törenlerle kutlanmaktadır. Martın başlarından itibaren sürülerini karlı dağların eteklerine götüren Yörükler, “Döl” diye adlandırılan koyunların kuzulama dönemi tamamlanınca, her şeyin tazelendiği bu sıralarda baharın doğuşunu kutlarlar. Doğu illeri ve Varto Tarihi’nin yazarı M. Şerif Fırat, Doğu’da Bahar Bayramı Nevruz’un Mart ayı sonunda yapıldığını belirtmektedir. Rumî Takvimeöre17 Mart’ta Kutlanan Nevruz’a doğuda bir kutsiyet. Canlı cansız bütün varlıkların bu gecede Allah’a secde ettiklerine, herkesin yıllık

rızkı mukadderatının belirlendiğine inanılır. 17 Mart gününe bağlanan gece, aile bireylerinin sayısı kadar toplanan küçük taşlar, evin bacasının etrafına yerleştirilir. Bayram sabahı, kime ait oldukları bilinen bu taşlardan hangisinin altında kırmızı böcek bulunursa uğur ona ait sayılır. Uğur böcekli kişiler, o yıl ailenin göz bebeği gibi kollanır. Bayram sabahı herkes yeni ve göz alıcı renkte elbiseler giyinerek, yeni yılı karşılar. Çeşitli yemekler yapılarak, ziyafetler verilir, yoksullar gözetilir. Ziyaret sonrasında ölmüş yakınlar için Fatihalar okunur. Iğdır’da 19-21 Mart arasında üç gün kutlanan Nevruz ilk günü tan atmadan herkes kalkar, taze su içilir, taze su ile yıkanılır. Bu arada hayvanlara da taze su verilir. Haftalarca önce kaplarda ıslatılıp çimlendirilmiş arpa, mercimek gibi yeşilliğin içine boyanmış yumurtalar yerleştirilir. Pilav, çörek, börek katlama, şeker, yedi çeşit tatlı ve yemişlerle süslenmiş olarak odanın ortasına sofra kurulur. Sofrada bahar ve yeşillik timsali semeniye de yer verilir. Odalara gül suyu serpilir, yeni elbiseler giyilir. Bayram namazından sonra yemekler yenip, önceden kaynatılmış yumurtalar tokuşturulur. Birbirinden ayrı toplanan kadın ve erkekler önce bayramlaşır, ardından o yıl yakını ölmüş kimselerin evine topluca gidilir, başsağlığı dilenir. Evinden yeni cenaze çıkanlar dahi bayrama katılır, çünkü bayramda yas tutmak günah sayılır. Gaziantep ve yakınlarında 22 Mart günü kutlanan yılbaşı halk arasında farklı bir inanç oluşturmuştur. Buna göre Sultan Navruz çok güzel bir kızdır. 21 Mart’ı 22 Mart’a bağlayan gece batıdan doğuya doğru göçer. Malatya’nın Arguvan ilçesinde yılbaşı “Kış Bitti Bayramı” kutlanır. Ağrı yöresinde dilek tutup, kapı dinleme geleneği yaygındır. İçerideki konuşmaları yorumlayarak dileğinin gerçekleşip gerçekleşmeyeceğini bulmaya çalışırlar. Yine bu bölgede genç delikanlı, tuzlu hamurdan yapılmış “Tuzlu Gıllık”ı çöreğin yarısını yiyip uyur. Düşüne girip kendisine su veren kızla evleneceğine inanılır. Ertesi gün çöreğin kalan yarısı evin damına veya bacasına bırakılır. Gelen karga çöreği alıp hangi eve konarsa o evin kızına, hiçbir eve konmayıp uzaklaşırsa, uzaklardan biriyle evleneceğine inanılır. Kars yöresinde genç kız ve erkekler, küçük bir çocuğu su almaya gönderirler.

Yeni Gün ( Ergenekon Bayramı/Nevruz ) Berkcan AKGÜL

Page 7: Türk-Çe Dergisi

7

[Bel

ge b

aşlı

ğın

ı bu

ray

a y

azın

] |

[Tar

ihi

seçi

n]

Çocuk sessizce, arkasına bakmadan bir kova su alıp getirir. Evde bulunan akrabaların adına simgesel

olarak renkli iplik ve iğneler atılır. Birbiriyle birleşen iğne ve iplik sahiplerinin evleneceklerine inanılır. Tunceli ve yakınlarında erkekler alınlarına karalar sürerek su kaynaklarına giderler. Kar Giresun’da “Mart Bozumu” adıyla 14 Mart’ta kutlanır. O gün erkenden kalkılıp akarsulardan getirilen sular hayvanların üzerlerine serpilir. Edirne’de 22 Mart günü kutlanan yılbaşında eski hasırlar yakılıp “mart içeri, pire dışarı” ateşin üzerinden atlanır. Kırklareli’nde de yılbaşı “Mart Dokuzu” adını alır. Bu gün halk boyalı yumurtalarla, börekler, lokmalarla kırlara gidip yiyeceklerini yer ve eğlenirler. İzmir Urla’da “Mart Dokuzu Şenlikleri”, Tire’de “Sultan Nevruz Bayramı”, Uşak’ta “Yıl Yenilendi” adlarıyla kutlanır. Mardin’de, Nevruz’dan önceki gece küçük taşları temiz, yüksek, topraklı yere koyar, sabahleyin heyecan içinde bahtımızın nasıl olacağına bakmaya koşardık. Bir duvar üzerine konan taşların altında beliren kılın rengine bakarak, bahtımızın kara veya ak olacağını anlardık… Şehir merkezinde Nevruz’u bayram olarak hiç kutlamadık, ama “Hessıt merene/Doğa uyandı” şenlikleri olurdu. Her dinden aileler topluca 21 Mart ve sonrasında ağaçlık olan kırlar veya köylere gidilir; doğanın uyanışı, baharın gelişi yumurta, nergiziye ve yeşillik ağırlıklı yemekler ile çeşitli tahıllar ve baharatlardan yapılmış kara renkli nevruz ekmeği yenerek; ip atlayarak, körebe vb. oyunlarla karşılanırdı. Sonraki günlerde mahalle imamının okuduğu, içeni her türlü afetten koruyacak taze yağmur suları içilirdi. Yukarıda sayılan yılbaşı kutlamalarından örnekler, kutlamaların küçük bir bölümüdür. Bazı bölgelerimizde ise yılbaşı kutlamaları “Hıdırellez ”gününe dönüşmüştür. NEVRUZ KİMİN BAYRAMI? Yukarıda sunduğumuz verilerden Nevruz’un Çin’in batısından, Orta Avrupa’ya kadar, tarih

boyunca şenliklerle kutlandığı anlaşılıyor. Buna rağmen 1990’dan sonra Nevruzla ilgili semboller bölücüler tarafından çalınarak, terörün simgesi haline getirildi. Eskiden bahar kokuları, canlı ateşin tatlı çıtırtısı arasında, bir renk cümbüşü içinde türkülerle, halaylarla kutlanan Nevruz’un yerini; o tarihten itibaren iğrenç lastik kokuları, yanan arabalar, başıbozuk kalabalıklar, sıkılan silâhlar aldı. Nevruz bir bayram, bir şölen değil de; Kürtlerin kurtuluş günü, yeşil-sarı-kırmızı isyan bayrağının açıldığı günmüş!.. Birlik-beraberliğimizi bozarak, bu cennet vatanı parçalayıp, ufukta beliren Türk Çağını baltalamak isteyen dış mihrakların kuklası olan bölücülerin, teröre malzeme yapacağı bir tarihi sembol bulamadığından; İran tarihine, efsanelerine, bayrağına sahip çıkarak, saf, temiz, cahil halkı kandırmaya başladı. Nevruz’u direniş ve özgürlüğün sembolü olarak gösteren bölücülerin bu oyunu önce tutmuş, kan ve gözyaşına bulanan bu günde sokağa dökülmek önce yasaklanmış, Türkî devletlerle ilişkiler sıklaşınca önemi anlaşılmıştır. TİKA(Türk İş Birliği ve Kalkınma Ajansı)’nın çabalarıyla bölücülerin tekelinden kurtarılıp, Türk-İslâm dünyasının bayramına dönüşmüştür. 1991 yılında özgürlüğüne kavuşan Türk Cumhuriyetleriyle birlikte tatil sayılmadan21 Mart’ı Millî Bayram olarak kutlamaya başladık. Bunu devletin verdiği bir taviz olarak niteleyen bazı aydın geçinenlerimize kısa bir cevabımız var: Nevruz’un–Türk, Kürt, Acem, Tatar, Çerkez, Karapapak demeden-bayram olarak kutlandığının en güzel kanıtını, Sakarya Savaşı öncesinde buluyoruz. Milli Mücadele’nin en yoğun döneminde Atatürk’ü Nevruz Bayramında (şölen, eğlence değil, bayram!) yapılan bir tören sırasında gösteren H. Rıza Soyak’ın arşivindeki resim için yoruma gerek görmüyoruz. Modern hayatın çok gelenek-göreneğimizi yok ettiği yakın zamana kadar bir bayram olarak kutlanan Nevruz, Cumhuriyet döneminde–milli bayramların çokluğu nedeniyle olsa gerek-bayram olmaktan çıkarılmıştı. Yıllardır halk arasında varlığını bir şenlik olarak sürdüren Nevruz’un, bundan böyle keyfi günlerde değil; tatil sayılmış her21 Mart’ta, Millî Bayram olarak kutlanmasını; Türk-İslâm dünyasına barış, mutluluk ve diriliş getirmesini diliyoruz…

Yeni Gün ( Ergenekon Bayramı/Nevruz ) Berkcan AKGÜL

Page 8: Türk-Çe Dergisi

8

[Bel

ge b

aşlı

ğın

ı bu

ray

a y

azın

] |

[Tar

ihi

seçi

n]

ürkiye'de, yaygın olarak Tataristan, Çin gibi Türklerin yaşadığı tüm ülkelerde ve en çok Özbekistan, Tacikistan,

Kazakistan, Afganistan orta asya ülkelerinde yaygın bulunan kadim bir telli çalgıdır. Tezeneli çalgılar grubuna dâhildir. Dombıra Orta Asya’nın diğer kadim telli çalgılarıyla ortak özelliklere sahiptir. Çeşitleri Farklı bölgeler arasında çeşitlilik gösterir. Telleri geleneksel olarak liflerden yapılsa da, modern dombıralarda genellikle naylon teller kullanılır. Gövdesi ahşaptır. Türkistan'a ait dombıralarda perde bulunmaz. Tek parça odundan oyularak sapı ve gövdesi yapılır. Çalınırken genellikle gövdesine vurularak ritimler elde edilir. Aletin sırtında ses çıkması için küçük bir delik bulunur. Dışı vernikleme, cilalama gibi kaplamalar yapılmaz. Bazı kaynaklarda gitarın atası olarak kabul edilir Dombıra aynı zamanda Nogaylar Marşı’nın diğer adıdır.

Nogay Türkçesi

Kara kıs avulumga kelgende Kültüldegen kar yerge tüsgende Dombıramdı alarman Yürek sazım çalarman Kaygırgandı eş aytbam Dombıra sazım estgen ataylar Manesine es bergen anaylar Estgenine oy berip Yüreklerge ses berip Köz yastı kızganmaslar Nogaydın kaygı sansız kününde Batirler yuklamagan kününde Yüreklerin kötergen Sogıslarda küş bergen Köptü körgen Dombıra

Türkiye Türkçesi Kara kış köyüme gelende Lapa lapa kar yere düşende Dombıramı alırım Yürek sazımı çalarım Kaygılarımı hiç söylenmem. Dombıra sazımı işiten babalar Manasına kulak veren analar İşittiğini akıl yorarak, Yürekleri titreyerek Gözyaşlarını esirgemezler. Nogayların derdi sayısız, her gününde Yiğitlerin uyumadığı günlerde Yüreklerini cesaretlendiren Savaşlarda güç veren Görüp geçirmiş dombıra

T

Dombıra Nedir?

Page 9: Türk-Çe Dergisi

9

[Bel

ge b

aşlı

ğın

ı bu

ray

a y

azın

] |

[Tar

ihi

seçi

n]

Biz beyaz taşız…

Vezir, millet ve ocaktır, şah ise mirasçısı

olduğumuz Türk ve İslam. Bu iki taş yerine

konulacak her taş, “ölümün daha uzun ve ıstıraplı

olmasına” yarayacaktır, bu anlaşılmalı;

“ideolojisiz” kalmış bir Devlettir. Türkiye

Cumhuriyeti'dir, eğer bunun içinde bir “teşkilat”

varsa, bunu anlamalılar; ideolojisiz kalan ise,

“piyon” dur, basına çuval geçiren ile “ortaklık”

yapmaktır, ideolojisi olmadan, halkını

“yürütemezsin”, halkından destek alamazsın,

onlara UMUT-HAYAL AŞILAYAMAZSIN, bunu

yapamadığında da kendi oyununu değil,

başkasının kurduğu ve oynaman için de

zorlandığın oyuna dâhil olursun, kendi ilmiğini

boynuna kendin geçirirsin, bu anlaşılmalı ve

Büyük Ortadoğu Projesi’ne karşı, “yerli”, tezatsız

BÜYÜK TURAN Devleti’nden başka yol yok!

Milliyetçi duruş; ‘akademik kadrolar’ ülküsüdür.

Milliyetçi hareket ise yüksek ahlaklı, yüksek

tasavvufi eğitime tabi tutulmuş, yüksek dövüş

eğitimlerine tabi tutulmuş, ilkyardımdan çok iyi

anlayan dava adamları yetiştirme ülküsüdür. Bize

durmak yakışmaz. Milliyetçi hareket, siyasetle

değil; inkılapla olur! Kabul et, tatbik edeceğini ilan

et, bütün Ortadoğu, mağripten maşrıka,

Kafkasya’dan, Afganistan’a, Hinduçi’ne kadar her

yer TİTRESİN ve siyah şah ve vezir bütün orduları

ile tek hamlede nasıl tahta dışına çıkıyormuş

dünya görsün! Anlamak isteyene, yol ve adres

belli ‘’OCAK’’, çayımız her daim mevcut…

Bu Oyunu Yeniden Kurmak Gerekiyor Ama Nasıl? Çağlar YUCAL

Page 10: Türk-Çe Dergisi

10

[Bel

ge b

aşlı

ğın

ı bu

ray

a y

azın

] |

[Tar

ihi

seçi

n]

ir milletin gelişmesi için gerekli olan en

büyük etken şüphesiz ‘Eğitim’dir.

Tarih boyu bilimde ileri olan topluluklar her

zaman dünyanın kaderine şekil veren

topluluklardır. Bilim demek eğitim demektir ve

bütün gelişmiş devletler bilimlerin gelişmesini

istedikleri için eğitime büyük önem vermişlerdir.

Türk tarihine baktığımız zamanda örneğin

Osmanlı imparatorluğunda eğitim-öğretim

köylüden tutun, yeniçeri ağasına; tüccardan tutun

padişaha kadar herkes eğitimli olmak zorundaydı.

Eğitimden kastım sadece pozitif bilim değildir;

bütün insanların işini en iyi şekilde öğrenmesi

gerekmekteydi. Zaten Osmanlı

imparatorluğunda bu eğitim sistemi

çöktüğü andan itibaren koskoca

Osmanlı imparatorluğu parçalanıp

çökmüştür. Ülkemizin kurucusu

olan büyük insan Mustafa Kemal

Atatürk yeni kurulan cumhuriyetin

hızlı bir şekilde gelişmesi için

eğitimli okur-yazar bir toplum

oluşturmak için kollarını sıvamış ve

büyük inkılaplara imza atmıştır.

Kısacası anlatmak istediğim eğitim-

öğretim bir toplumun bel kemiğini

oluşturur, sadece bilim değil, sanatı

da geliştirir eğitim, terbiyede oluşturur eğitim,

tarihide öğretir insanlara eğitim…

“Geleceğin güvencesi sağlam temellere dayalı bir

eğitime, eğitim öğretmene dayalıdır.”

Mustafa Kemal ATATÜRK

Günümüzde Eğitimdeki Rezaletler

Günümüzde ülkemizde eğitim-öğretim bir

bataklığa batmıştır. 4+4+4 ve benzeri saçmalıkla

eğitim kalitesi daha da düşmektedir. Öncelikle

ülkemizde imam hatip liseleri fen liselerinden

üstün konuma gelmiş, düz liseleri Anadolu lisesi

yaparak Anadolu lisesi kavramı kaldırılmış, üstün

zekâlılar liseli bile imam hatip lisesi

yapılmıştır.“4+4+4” saçmalığı yüzünden öğrenci

sayısında ani bir artış olmuştur. Okul sayısı

yetersiz kalmış derslikler yetmemiştir. Gereğinden

fazla üniversite açılarak diplomalı işsizler ordusu

oluşturulmuş durumda; daha lise çağında genç

beyinlere siyaset öğretilmiş, bazı okullar da

ülkemizin geleceği değerli gençlerimizin Hocalıyı

ve Doğu Türkistan’ı anmalarına bu acı olayları

anlatmalarına izin bile verilmemiştir. Bu vahim ve

acı durumların en temel sebebi ise eğitim

sisteminde aynı politika güdülmeyerek her gelen

yeni hükümetin hatta her

yeni gelen bakanın yeni

politikalar oluşturmasıdır.

Bu politikada devamlığın

oluşması için gerekli olan

ise Türk milliyetçisi, vatan

sevdalısı, din aşığı

insanların eğitimin başına

getirilmesi

gerekmektedir. Eğitim

başına teknolojiden uzak

ve hayatı boyunca bir

insana bir kelime

öğretmemiş insanların

getirilmesinin ülkemizin ilerlemesini engelleyeceği

ortadadır. Ey büyük Türk milleti genç beyinleri

dershane savaşına kurban etme vatanına sahip

çık!

“ Gençliğimizi büyük bir savaş beklemektedir.

Bozgunculuğa, tembelliğe, ahlaksızlığa, cehalete,

yalancılığa karşı büyük bir savaş.”

Alparslan TÜRKEŞ

B

Gündem: Eğitim Göktan YILDIRIM

Page 11: Türk-Çe Dergisi

11

[Bel

ge b

aşlı

ğın

ı bu

ray

a y

azın

] |

[Tar

ihi

seçi

n]

Geleceğin Mimarları Öğretmenler

Ülkemiz ihtiyacı olan insanları eğiten dünyanın en

kutsal mesleğin sahibi öğretmenlerdir. Bundan

dolayı öğretmenlerimizin layık olduğu yerler en

üst sıralardır her zaman. Ne yazık ki günümüzde

bu değerli meslek değerini kaybetmiş, ezik

cazibesini kaybetmiş bir hal almıştır. İnsanlar

atanamamak korkusuyla bu yüce meslekten

kaçmakta bu mesleği yerine getirenlerde hak

ettikleri saygı verilmemektir çünkü insanlar

unutmuş durumdadır herkesi bir öğretmenin

yetiştirdiğini. Geleceğin mimarları öğretmenlerin

niteliklerini en iyi şekilde açıklayan kişi şüphesiz

Seyit Ahmet Arvasi’dir.

Seyit Ahmet Arvasi’ye göre bir öğretmen şöyle

olmalıdır öğretmen;

1-Allah sevgisi ve korkusu ile dolu olmalıdır.

2-Alanında yeterli olmalıdır.

3-Örnek bir şahsiyet olmalıdır.

4-Şevkatli, sabırlı, güzel ve yumuşak huylu

olmalıdır.

5-Mütevazı olmadır.

6- Kapısı herkese açık olmalıdır.

7-Mal, mülk ve şöhret peşinde koşmamalıdır,

8-Sürekli kendini yenilemelidir.

9-İlmi konular yeterli olmalıdır.

Ayrıca Arvasi'ye göre öğretmen olmak için bir

sınavın yetersiz olduğun böyle önemli mesleği

yerine getiren insanların seçme şahıslar olması

gerekmektedir. Ey büyük Türk milleti bunu sakın

unutma eğer bu gün ben bu yazıyı yazılıyorsam

öğretmenim sayesindedir.

Ve siz sevgili okurlarımız, bu yazıyı okuyorsanız

öğretmeniniz sayesindedir.

“Bize bir gençlik lazımdır temelinde cehalet,

duvarlarında riya, tavanlarında dalkavukluk

bulunmasın.”

Hüseyin Nihal ATSIZ

Gündem: Eğitim Göktan YILDIRIM

Page 12: Türk-Çe Dergisi

12

[Bel

ge b

aşlı

ğın

ı bu

ray

a y

azın

] |

[Tar

ihi

seçi

n]

Öncelikle dergimizin ilk sayısının bütün okurlarımıza okumayı sevdirmesi dileğiyle. Dergimizin Türk Yurtları köşesinde siz değerli okurlarımıza her sayımızda bir Türk şehrini anlatacağım. İlk anlatacağım şehir Oğuz Türklerinin ovası IĞDIR. Öncelikle Iğdır isminin kaynağını anlatmalıyım Iğdır ismi İğdir Han’dan gelmektedir. Iğdır şehri Türkiye’nin doğusu, ezanın ilk okunduğu şehir ve Türkiye’nin Türk Dünyasına açılan kapsı, küçük IĞDIR’DA NEVRUZ BAYRAMI Nevruz bu Türk kentinde hayatın canlanmasın başlangıçtır.21 Mart öncesinde bu kenti güzelleşir, narinleşir, neşelenir. Bu Bayramda insanlar bu hayat göç etmiş yakınlarını dostların dualar anarlar. Yaşlılarını, büyüklerin ziyaret eder, gönüllerini alırlar. Küçük çocuklara Nevruz ruhu anlatır, onlara bu gelenek-göreneklerin devamlığını sağlamalarını vasiyet ederler. 21 Mart demek bu şehir için her şey demektir.21 Mart günü geldiğinde İnsanlar işlerini güçlerini bırakıp bu gür Nevruz ateşine koşarlar. Kısacası bu bayram Iğdır’da Türk-Çe kutlanır IĞDIR’IN NEYİ MEŞHUR? Iğdır’a galipte bir “Bozbaş” yememek tabiri caizse günahtır. Iğdırlılar ağzının tadını bilen insanlardır onun için; Iğdır bütün yemekleri birbirinde güzel ve tatlıdır. Tabi her zaman Bozbaş’ın yeri ayrıdır. Türk dünyasında kaysın en güzeli Iğdır’da yetiştirilir. Çünkü Iğdır kaysısı insanın sadece ağzını değil; kalbini de tatlandırır. Size tavsiyem Iğdır’a gelirseniz bir kasa kaysı ve bir kasada al alma(elma) almadan sakın gitmeyin. Elma demişken adına türküler yazılan güzeller güzeli, Iğdır’ın al alması değişilmez bir tattır. Sadece bu tatları tatmaya bile Iğdır’a gitmenizi şiddetle tavsiye ederim. ama insanlarının kalbi büyük bir Türk yurdudur. Bu güzel şehir çeşitli etnik grupları barış, dostluk ve kardeşlik içinde bir arada barındırır. Bu şehirde insanların acısı da, neşesi de, gülüşü de hep aynıdır. Bu şehrin gerçek sahipleri Hocalı katliamı bir an olsun unutmaz, Kerbela olayının acısını her geçen gün daha çok hisseder. Bu şehirde bayramlar tam anlamıyla kutlanır. Şehir her bayram öncesi bir gelin gibi süslenir; küçük bir çocuk gibi de neşelenir.

Bütün bayramlar bir yana Nevruz bayramı bir yanadır. Nevruz bayramı geldiğinde… IĞDIR’IN NERESİNİ GEZİP, NERESİNİ GÖRSEK? Iğdır’a gelmek istiyorsunuz ama nereleri göreceğinizi bilmiyorsunuz. İzniniz olursa ben size yardımcı olayım… Bir haziran sabahı bu Türk şehrine girdiniz ve yeşiline aşık oldunuz. İlk işiniz Türkiye'nin en uzun müzesi olan soykırım anıtına gitmek olsun lütfen orada Iğdır’ın nasıl kazanıldığın ve Iğdır’ın nasıl Iğdır olduğunu göreceksiniz. Tarihi mekânlarda kervansarayı görmeye gidebilirsiniz. Güzel bir piknik yapmak istiyorsanız Korhan yaylasına veya kent ormanına gidebilirsiniz. Akşam güzel bir çay içme veya dondurmayla serinlemek isterseniz Vali yolunu veya Haydar Aliyev parkına gitmenizi tavsiye ederim. Görmeniz gereken yerleri ben sizin için sıralıyım siz sevgili Türk yurdu meraklılarına; yiğitlik simgesi koçbaşı mezarlıklara, bir kaysı veya al alma bahçesi, güzel bir Kafkas gösterisi ve Azerbaycan Türklerin düğünleri ziyaret etmelisiniz. Son bir tavsiyem Iğdır’da; Türk-Çe yaşan bu insanların evlerine misafir olup bir sıcak çaylarını içmenizi tavsiye ederim. Siz değerli okurlarımıza her sayımızda bir Türk yurdunu anlatacağım. Bu sayımızda anlattığım bu güzel şehri görmeye gelmenizi tavsiye ederim…

Ötüken’den Viyana’ya Türk Yurtları Türkoğlu Türk

Page 13: Türk-Çe Dergisi

13

[Bel

ge b

aşlı

ğın

ı bu

ray

a y

azın

] |

[Tar

ihi

seçi

n]

Page 14: Türk-Çe Dergisi

14

[Bel

ge b

aşlı

ğın

ı bu

ray

a y

azın

] |

[Tar

ihi

seçi

n]

Page 15: Türk-Çe Dergisi

15

[Bel

ge b

aşlı

ğın

ı bu

ray

a y

azın

] |

[Tar

ihi

seçi

n]

Page 16: Türk-Çe Dergisi

16

[Bel

ge b

aşlı

ğın

ı bu

ray

a y

azın

] |

[Tar

ihi

seçi

n]

Page 17: Türk-Çe Dergisi

17

[Bel

ge b

aşlı

ğın

ı bu

ray

a y

azın

] |

[Tar

ihi

seçi

n]

Page 18: Türk-Çe Dergisi

18

[Bel

ge b

aşlı

ğın

ı bu

ray

a y

azın

] |

[Tar

ihi

seçi

n]

Page 19: Türk-Çe Dergisi

19

[Bel

ge b

aşlı

ğın

ı bu

ray

a y

azın

] |

[Tar

ihi

seçi

n]

Page 20: Türk-Çe Dergisi

20

[Bel

ge b

aşlı

ğın

ı bu

ray

a y

azın

] |

[Tar

ihi

seçi

n]

Page 21: Türk-Çe Dergisi

21

[Bel

ge b

aşlı

ğın

ı bu

ray

a y

azın

] |

[Tar

ihi

seçi

n]

Page 22: Türk-Çe Dergisi

22

[Bel

ge b

aşlı

ğın

ı bu

ray

a y

azın

] |

[Tar

ihi

seçi

n]

Page 23: Türk-Çe Dergisi

23

[Bel

ge b

aşlı

ğın

ı bu

ray

a y

azın

] |

[Tar

ihi

seçi

n]

Page 24: Türk-Çe Dergisi

24

[Bel

ge b

aşlı

ğın

ı bu

ray

a y

azın

] |

[Tar

ihi

seçi

n]

Page 25: Türk-Çe Dergisi

25

[Bel

ge b

aşlı

ğın

ı bu

ray

a y

azın

] |

[Tar

ihi

seçi

n]

Page 26: Türk-Çe Dergisi

26

[Bel

ge b

aşlı

ğın

ı bu

ray

a y

azın

] |

[Tar

ihi

seçi

n]

Page 27: Türk-Çe Dergisi

27

[Bel

ge b

aşlı

ğın

ı bu

ray

a y

azın

] |

[Tar

ihi

seçi

n]

Kar var, Kan var… Yüzlerce cani, Yüzlerce çocuk, Yüzlerce kadın, Ve yüreğimde kanayan bir yara var! Karabağ’da, Hocalı ’da vahşet var! Öbür yanda kör, sağır bir dünya! O insanların tek suçu vardı Türk Olmak, Türk olmanın bedeliydi bu vahşet, onlara bu vahşeti reva görenler için, Oysa Bayrağımızın gölgesinde, Bir Türk Devletinde Dinlerine, dillerine karışılmadan Devlet-i Aliye'nin sarrafları, tüccarları, en zenginleri olarak yıllarca yaşamışlardı özgürce Evet, unutturmaya çalışıyorsunuz ama Tüm dünyanın tanıklık ettiği vahşetin 22. yılını da Unutmadık. Unutamayız. Ve Unutturmayacağız. 1992 ‘inin 25 Şubat’ı 26 Şubat’a bağlayan gece Dağlık Karabağ Hocalı Kasabası 83 Çocuk, 106 Kadın 70'den fazla yaşlı dâhil 613 kişi katledildi. 1275 kişi ise esir alındı. 150 kişinin akıbeti ise hala bilinememektedir! Ve tüm dünya sadece izledi!

Bu vahşice katliamı izleyenlerden biri de Fransız gazeteci Jean-Yves Junet’i. Gördüklerine bir türlü inanamıyordu. “Bu gördüklerim gerçek olamaz, bunlar ya beynimin bana oynadığı bir oyun ya da Azerbaycan Türkleri çok iyi mizansen hazırlamışlar” diye düşündü ilk önce. Öyle ya, hangi insanoğlu soğukkanlı bir şekilde elleri bile titremeden diri diri yalnızca kemikleri kalana kadar bir insanın kafa derisini yüzebilirdi? Ya da nasıl bir insan hamile bir

kadının karnını kasatura ile yarıp doğmamış çocuğu oradan alıp erkek mi kız mı diye iddiaya girebilirdi? Fakat katliamdan sağ kurtulmayı başaran bir avuç kişinin yeri göğü inleten feryatları bu gördüklerinin ne bir oyun ne de bir mizansen olmadığını tekrar anımsattı ona. En korkunç kâbusta bile görmeyi düşünemeyeceği bu görüntüler tamamen gerçekti. Deneyimli gazeteci Jean Yves Junet Hocalı’da tanık olduğu vahşetin büyüklüğünü, "Alman faşistlerin gaddarlığını çok duydum ve okudum. Ama 5-6 yaşındaki çocukları, sivil halkı öldüren Ermeniler, onlardan da beter" diyerek özetleyecekti. Uzun zaman Dağlık Karabağ

bölgesine karayolu erişimini kapatan Ermenistan ordusunun 20 Kasım 1991'de Azerbaycan resmi görevlilerini taşıyan bir helikopteri de düşürmesinden sonra havayolu ulaşımı da sona ermiş, Hocalı o tarihten itibaren tüm dünyadan yalıtılmıştı. Rusya destekli Ermenistan ordusu o kadar rahattı ki, İnsan Hakları İzleme Örgütü raporuna göre asker-sivil ayrımı yapmadan tüm kasabayı bombardıman altında tutmaktadır.

Suçları: Türk Olmak! Muhammet KALEM

Page 28: Türk-Çe Dergisi

28

[Bel

ge b

aşlı

ğın

ı bu

ray

a y

azın

] |

[Tar

ihi

seçi

n]

Hocalı’da Yaşanan Vahşeti Amerikalı gazeteci Thomas Goltz’un ise Amerika’nın Sesi Gazetesine şunları anlatıyor: Gördüklerimiz karşısında Reuters muhabiri Elif Kaban ve eşim Hicran donup kaldılar. Fotoğrafçı arkadaşım öyle etkilenmişti ki fotoğraf çekebilmesi için kendisini objelerin üzerine doğru itmem gerekiyordu. Cesetler, mezarlar, evet hepsi mide gerektiriyordu. Ama olanları anlatmak, dünyaya duyurmak gerekliydi. Hayatta kalanları bularak hemen orada neler dediklerini kaydettik. Bazı cesetleri tanımaya çalıştım ama yüzlerinden vurulanlar, tanınmayacak halde olanlar vardı. Bazılarının kafa derileri yüzülmüştü. Rus televizyon muhabiri Yuri Romanov “Ben Savaşı Çekiyorum” adlı kitabında gördüğü vahşeti şöyle anlatmaktadır: Ben helikopterin camından bakıyordum ve gördüğüm, bu insanlık dışı dehşet verici manzara gerçek anlamda beni hayretler içinde bırakıyordu. Karın eridiği dağ yamacının gölgesinde sararmış otların üzerinde insan cesetleri bulunuyordu. Büyük bir alan kadın, yaşlı ve çocukların cesetleri ile doluydu. Cesetler arasında bulunan ninesine sarılmış küçük kız cesedi, insanı yakan bir manzara idi. Beyaz saçlı, başı açık ninenin yanına küçük kız uzanmıştı. Nedense, onların ayaklarını dikenli tellerle bağlamışlardı. Ninenin elleri de bağlıydı. Her ikisinin kafasında kurşun yarası vardı. Yaklaşık 4 yaşındaki kız çocuğu hayatının son anında ellerini ölmüş ninesine uzatmıştı. Bu sahneden o kadar etkilendim ki, kamerayı bile unuttum… 3 Temmuz 1994 tarihinde Bakü metrosuna yapılan bombalı saldırının planlayıcılarından biri olmakla da suçlanan ve Interpol tarafından aranan Zori Balayan, 1996 yılında basılan Ruhumuzun Canlanması adlı kitabında ise hiçbir pişmanlık belirtisi göstermeden, caniliğinden ödün vermeden, soğukkanlı bir şekilde şunları yazmaktadır: Biz arkadaşımız Haçatur’la ele geçirdiğimiz eve girerken askerlerimiz 13 yaşında bir Türk çocuğunu pencereye çivilemişlerdi. Türk çocuğunun bağırış çağırışları çok duyulmasın diye, Haçatur çocuğun annesinin kesilmiş memesini

çocuğun ağzına soktu. Daha sonra bu 13 yaşındaki Türk’e onların atalarının bizim çocuklara yaptıklarını yaptım. Başından, sinesinden ve karnından derisini soydum. Saate baktım, Türk çocuğu yedi dakika sonra kan kaybından öldü. Haçatur daha sonra ölmüş Türk çocuğunun cesedini parça parça doğradı ve bu Türk’le aynı kökten olan köpeklere attı. İngiliz gazeteci Thomas de Vaal’ın “Karabağ: Savaşta ve Barışta Ermenistan ve Azerbaycan” adlı kitabında “Hocalı’dan önce, Azerbaycanlılar bizim şaka yaptığımızı sanıyordu. Ermenilerin sivil topluma karşı el kaldırmayacaklarını sanıyorlardı. Biz bu sabit bakış açısını kırmayı başardık“ diyecektir. Bir asır öncesinde hiç bir temele dayanmayan Türk’lerin Ermenileri katlettiğini iddia eden dünya her nedense yakın tarihimizde daha 22 yıl önce yaşanan bu katliama 22 yıl önce olduğu gibi hala sessiz kalmaktadır! Asılsız Ermeni iddialarını 20 parlamento tanırken tüm çıplaklığıyla ortada olan Hocalı katliamını sadece Azerbaycan, Meksika, Pakistan, Kolombiya ve İslam İşbirliği Teşkilatı Parlamentolar Birliği soykırım olarak tanımıştır ve hala Türkiye’nin soykırım olarak tanımaması utanç verici ve düşündürücü bir durumdur. Ve düşündürücüdür ki hiçbir kanıt olmaksızın bir asır öncesinde bizim katliam yaptığımızı iddia eden gafil, beyinsiz, kendilerini aydın olarak tanımlayan ve Prof. Ahmet İnsel, Prof. Baskın Oran, Dr. Cengiz Aktar ve gazeteci-yazar Ali Bayramoğlu’nun öncülük ettiği bir grup Ermenilerden özür dileme kampanyası başlatmışlardı. Adalet Ağaoğlu, Murathan Mungan, Cengiz Çandar, Cezmi Ersöz, Ferhat Tunç ve Yavuz Bingöl gibi tanıdığımız isimlerde bu kampanyaya katılırken! Yakın tarihimizde daha 21 yıl öncesinde yaşanan ve canlı tanıklarla, fotoğraflarla, itiraflarla apaçık bir katliama neden sesleri çıkmaz, neden gözleri görmez!

Suçları: Türk Olmak! Muhammet KALEM

Page 29: Türk-Çe Dergisi

29

[Bel

ge b

aşlı

ğın

ı bu

ray

a y

azın

] |

[Tar

ihi

seçi

n]

Düşlerimde sen İliklerime kadar işlemiş gülüşlerin

Memleket bakışların dolmuş gönül haneme Her yanda sen… Hilal kaşların Yıldız gibi gözlerin Bayraklaşan duruşun ve sessizce kayboluşum Bir anda ihtilal diye haykıran sesin! Memleket özlemleri, Her ihanete gark oluşta Yürek sızısı… Ve yılmamak, Yıkılmamak, Son neferin Son nefesine kadar savaş meydanlarında Aşk uğruna çarpışmak Baş vermek Lakin baş eğmemek Taviz vermemek bozkurtça duruşundan Memleket bakışından

Ölmek Her gün, her an ölmek Ardından dirilmek Yine ölmek Kaybolmak bir girdapta Zafer sarhoşluğuyla bayılmak Ve ardından Ata’nın sesini işitmek ' Titre ve özüne dön’ Özüne geldiğinde özünden uzaklaştığını görmek…

Gitme Özünden

Page 30: Türk-Çe Dergisi

30

[Bel

ge b

aşlı

ğın

ı bu

ray

a y

azın

] |

[Tar

ihi

seçi

n]