16
20 GÜNLÜK EDEBİYAT SANAT VE DÜŞÜN DERGİSİ 28 Mart 2019 Cumartesi SAYI: 277 Politik Kapitalizmin insanlığa yeni belası:

İYAT SANAT VE DÜŞÜN DERGİSİ Politik · yılında domuz gribi salgını içindi. İkincisi, diğerlerin-den farklı olarak eradike edilmiş (dünya genelinde ortadan kaldırılmış)

  • Upload
    others

  • View
    9

  • Download
    0

Embed Size (px)

Citation preview

Page 1: İYAT SANAT VE DÜŞÜN DERGİSİ Politik · yılında domuz gribi salgını içindi. İkincisi, diğerlerin-den farklı olarak eradike edilmiş (dünya genelinde ortadan kaldırılmış)

20 GÜNLÜK EDEBİYAT SANAT VE DÜŞÜN DERGİSİ

28 Mart 2019 Cumartesi

SAYI: 277PolitikKapitalizmin insanlığa yeni belası:

Page 2: İYAT SANAT VE DÜŞÜN DERGİSİ Politik · yılında domuz gribi salgını içindi. İkincisi, diğerlerin-den farklı olarak eradike edilmiş (dünya genelinde ortadan kaldırılmış)

Medya Presse-und Werbeagentur GmbH [email protected]: Geschäftsführer: Ahmet Yücedağ Ver. Redakteur: Özgür ReçberlikHans-Böckler-Str. 16 63263 Neu-Isenburg

21. yüzyılın üçüncü on yılının başındayız! Vebu üçüncü on yılın hemen ilk ayında Dünya

Sağlık Örgütü’nün (DSÖ) çok nadir bir uygulamasınatanık olduk. Bilindiği gibi DSÖ, günümüzden 72 yılönce 1948’de kurulmuş Birleşmiş Milletler’in (BM) uz-manlık alanı yapılarından biridir. DSÖ, Ocak 2020 tari-hinde kuruluşundan günümüze kadarki süre içinde“uluslararası kamu sağlığı acil durumu”nun altıncısınıilan etti. Sonuncunun gerekçesi de öncekiler gibi,dünya genelinde yaşanmakta olan salgının olumsuzetkilerini azaltabilmek.

Acil durum ilanı, DSÖ’ye hastalıkların yayılmasınıönlemek amacıyla hükümetleri ve uluslararası örgüt-leri denetleme, uyarıda ve tavsiyede bulunma vb. yet-kiler veriyor. Tavsiyelere uymayan ülkeler için hukukiyaptırım söz konusu değil. Bununla birlikte BM’yeüye devletler, 2005 yılında kabul edilen DSÖ Uluslar-arası Sağlık Tüzüğü’nün yükümlülüklerini yerine ge-tirmek zorunda. Bu durum ve konunun yaşamsallığıhükümetlerin tavsiyelere uymaları için bir çeşit baskıoluşturuyor. Özetle, yetkiler doğrudan DSÖ’de değil,BM’ye üye ülkelerin taahhüdünden kaynaklanıyor veBM’nin kurumsal güvencesiyle uygulanabiliyor.

DSÖ tarafından ilan edilen acil durumun ilki, 2009yılında domuz gribi salgını içindi. İkincisi, diğerlerin-den farklı olarak eradike edilmiş (dünya genelindeortadan kaldırılmış) olmasına karşın yeniden görül-meye başlamasıyla, çocuk felci için 2014 yılında ger-çekleştirildi. Ebola salgını için 2014 ve 2019 yıllarında,Zika salgını için 2016 yılında ve sonuncusu da SARSCoV-2’nin neden olduğu Yeni Korona Virüs (COVID-19) Hastalığı salgını için 30 Ocak 2020’de ilan edildi.Bu etken Koronavirüs ailesinin bir üyesi. Maalesef 22Mart öğlen saatleri itibariyle 188 ülke ve bölge ile Ja-ponya’nın Yokohama liman kentinde demirli, büyükbir yolcu gemisinde olmak üzere 311 bin 894 kişiyehastalık tanısı kondu. Tanısı konmuş bu hastalardan202 bin 985’inin hastalığı halen devam ediyor. Bunla-rın 193 bin 42’sinin (yüzde 95’inin) hastalığı, hastanetedavisi gerektirmeyen orta ya da hafif şiddetteyken,9 bin 943’ünün (yüzde 5’inin) durumu ağır, muhte-melen yoğun bakımdalar. Hastalığı biten 108 bin 909kişinin 13 bin 71’i (yüzde 12’si) hayatını kaybetmiş, 95bin 838’i (yüzde 88’i) iyileşmiş. COVID-19’un etkeniSARS CoV-2, yukarıda bahsedilen diğer üç salgınınetkeninden farklı olarak çok daha kolay ve hızlı bu-laşma özelliğine sahipken, öldürücülüğü daha düşük.Bununla birlikte hastalığa yakalananların sayısı art-tıkça oran düşük de olsa ölüm sayısının diğerleriylebenzer bir düzeye gelebileceğini göz önünde bulun-durmak gerekir. Örneğin, 100 kişi hastalandığındayaklaşık 12 kişinin ölmesi beklenirken, 1 milyon kişi

hastalandığında 120 bin kişinin hayatını kaybetmesisöz konusu olacaktır.

Virüs hayvandan insana bulaşıncaDikkat edilirse, DSÖ’nün acil durum ilanına neden

olan etkenlerin tümü virüs. Ve beş hastalıktan çocukfelci dışındaki üçünün kesin olarak, Yeni Korona VirüsHastalığı’nın etkeninki de büyük olasılıkla, neden ol-dukları bu salgınlar öncesinde yalnızca hayvanlarıhastalandırıyordu. Ancak bu dört virüs, öncelikle mu-tasyona uğrayıp (virüsün hayvandan insana bulaşmaözelliği kazanarak) bir zoonoz (hayvanlardan insanageçen/bulaşan hastalık) etkenine dönüştü. Dahasonra, yine mutasyonla insandan insana bulaşmaözelliği geliştiği için salgınlara neden oldu, oluyor.Unutmayalım ki virüsün geçirdiği mutasyonun ge-rekçesi hayvanları ya da insanları hastalandırmak, öl-dürmek değil. Virüslerin, değişen dış koşullara uyumgösterip hayatta kalabilme, yaşama çabası yalnızca.Bilindiği gibi henüz herhangi bir virüsün oluştur-duğu hastalığın özgün tedavisi için herhangi bir ilaçgeliştirilebilmiş değil. Yalnızca hastalık tablosundakiateş, ağrı vb. bulgular için ilaç kullanılabiliyor. Bu vi-rüslerin oluşturdukları hastalıktan korunmak ama-cıyla aşı geliştirilebiliyor olsa da zaman alıyor. Onedenle ilk salgınlarda yaşlı, çocuk, hamile kadınlarlaşeker, yüksek tansiyon gibi kronik hastalığı olanlar,bağışıklık sistemi bozuk olanlar ve kanser hastalarısalgına yakalandıklarında yüksek ölüm riskiyle karşıkarşıya kalıyor.

DSÖ’nün tarihinde ilk defa acil durum ilanınaneden olan salgın, Meksika’da başlamıştı. Ve dünyagenelinde büyük bir felaket yaşandı; 415’i Türkiye’deolmak üzere 200 binden fazla insanın ölümüne yolaçtı. Peki neden salgın, neden Meksika? Günümüz-den 40 yıl kadar önce Meksika, Uluslararası Para Fonu(IMF) ve Dünya Bankası (DB)’nın çevre kapitalist ülke-lere dayattığı piyasacı ekonomik modeli başka birdeyişle neoliberal reformları bütün alanlarda uygu-ladı, uygulamak zorunda kaldı. Bu uygulamaların ar-dından 1994 yılında ekonomik kriz yaşandı. Meksikayaşanan krizle birlikte her iki kuruluşa daha da ba-ğımlı hale geldi. Ulus ötesi sermayenin, özellikleKuzey Amerika Ülkeleri Serbest Ticaret Anlaşması(NAFTA)’nın aracılığı ile de ABD’nin ucuz emek cen-neti haline getirildi. ABD’li şirketler hem ülkelerindekiemek maliyetinden korunmak hem ülkedeki yabancıyatırımcıya yönelik teşviklerden yararlanmak hem dekendi ülkelerinde uymaları gereken çevre ve sağlıkalanlarındaki korunma kurallarının yarattığı maliyet-ten kurtulmak için üretim yeri olarak Meksika’yı ter-cih etmeye başladı.

Kapitalizmin insanlığa ‘armağanı’:COVID-19

Onur HAMZAOĞLU

COVID-19’un etkeni SARS CoV-2,yukarıda bahsedilen domuz gribi,çocuk felci ve Ebola gibi üç salgı-nın etkeninden farklı olarak çokdaha kolay ve hızlı bulaşma özel-liğine sahipken öldürücülüğüdaha düşük. Bununla birlikte has-talığa yakalananların sayısı art-tıkça, oran düşük de olsa ölümsayısının diğerleriyle benzer birdüzeye gelebileceğini gözönünde bulundurmak gerekir.

HASTALIK, ilk kez Aralık 2019’daÇin’in Hubei eyaletinin başkentive Çin’in en büyük 7. şehri olanWuhan’da görüldü. Dünyanın enbüyük 500 şirketinden 230’ununyatırımı bulunan Wuhan, dünya-nın en büyük 42. şehri. Kentteçok sayıdaki işçi, haftanın altı gü-nünü ve günün 24 saatini fabri-kalarda (çalışarak ve uyuyarak)geçiriyor. Vardiya değişimleri yal-nızca makine başında değil ko-ğuşlarda da yapılıyor. Wuhan,köleliğin 21. yy’daki fotoğrafı!

Page 3: İYAT SANAT VE DÜŞÜN DERGİSİ Politik · yılında domuz gribi salgını içindi. İkincisi, diğerlerin-den farklı olarak eradike edilmiş (dünya genelinde ortadan kaldırılmış)

3

Böylece Meksika, yıllar içerisinde ABD’nin önce-likle kirli, tehlikeli ve emek yoğun üretimlerininüssü haline getirildi.

Meksika’da bu gelişmelerle birlikte, krizden çık-manın yolu olarak sosyal güvenlik sisteminde de re-form adı altında patronların çıkarına uygundüzenlemeler yapıldı. Toplumun ancak yüzde 50-55’i sosyal güvenlik kapsamına dahil olabildi. Sağlıkalanında da yine DB ve IMF destekli reform faaliyet-leri ile kamu sağlık hizmetlerinin kapsamı daraltıldı,katkı payı vb. ödemeler adı altında cepten ödemelerartırıldı, özelleştirmeler yaygınlaştı, özel hastanelerve özel sigorta uygulaması desteklendi. Hizmet kap-samında olmayanların, kapsamda olup da hizmet-ten yararlanamayanların (düzenli prim ödeme, katkıpayı vb. nedenlerle) sayısı yıllar içinde artmaya baş-ladı. Sağlık hizmetlerinin yönetiminde hızla desant-ralizasyona gidildiğinden eyaletler arasında veeyalet içinde işbirliği azaldı, düzenliliğini yitirdi.Özellikle sağlık verilerinin toplanması ve paylaşıl-ması, özetle hem eyalet hem de ülke genelinin-bü-tününün sağlık durumunu kısa süre içindegörebilmek, izleyebilmek zorlaştı.

‘Sağlık reformları insanlığı tehdit ediyor’Neoliberalizmle birlikte sermaye sahiplerine sağla-

nan yeni olanaklardan ABD’li domuz çiftliği sahibipatronlarda yararlanmış. Domuz üretimi ABD’de ol-dukça hızla büyüyen bir o kadar da hızla tekelleşenbir sektördür. Yetmişli yıllarda, ABD’de 1 milyondomuz çiftliğinde yaklaşık 53 milyon domuz bulunur-ken, 2007 yılında yalnızca 65 bin çiftlikte 65 milyondomuz bulunduğu biliniyor. Dev çiftliklerin koşullarıda doğal olarak hijyenik değil, sağlıksız. Domuz üre-timi için olması gereken koşulların gerektirdiği mali-yetleri azaltmak adına bu çiftliklerin önemli bir kısmıda hükümetin yeni cazip düzenlemeler yaptığı Meksi-ka’ya, kuzeyindeki kasabalara taşınmış.

Bunlardan biri de Meksika’da ilk domuz gribi olgu-larının saptandığı Perote kasabası. Kasabada Mart2009’da nüfusun yarısından çoğunda nezle, alt ve üstve solunum yolu enfeksiyonlarının görülmesi üzerinebelediye tarafından rapor hazırlanmış olmasına rağ-men, eyalet ve federal sağlık yetkilileri konunun “far-kına varamamış”lar. DB ve IMF’nin dayattığısağlık sektöründe reformun bir parçasıolan desantralizasyon ve özelleş-tirmelerin, sağlık yetkililerininhem olayı zamanında farketmelerini ve bütünlüklüolarak görebilmelerini

engellediği, olay patlak verdikten sonra da merkeziolarak koordinasyon ve müdahaleye olanak verme-diği ayan beyan ortaya çıktı. Bir kez daha ifade etmekgerekirse, “sağlık reformları insanlığı tehdit ediyor”.

Yoğun hayvansal üretimin yapıldığı sağlıksız koşul-larda H5N1 kuş gribi virüsünde de olduğu gibi, iki vi-rüsün birleşmesinden olabilecek mutasyonlarınriskinin arttığını kanıtlayan araştırmalar 15-20 yıldıryayımlanıyor olmasına karşın, sorumlular-yetkililer ta-rafından dikkate alınmıyor. Maliyeti düşürüp kârı artı-racak her türlü faaliyet ne pahasına olursa olsungerçekleştirilmeye devam ediyor. Eğer H5N1 kuş gribivirüsü ile ilgili yaşananlardan insanlık için yararlı ola-cak dersler zamanında ve gerektiği biçimde hayatageçirilseydi, belki de domuz gribi salgını yaşanmaya-caktı. Ama patronların kâr hırsı insan yaşamınınönüne geçti. Bunca hastaya ve ölüme rağmen, ilaç veteknoloji harcamaları planlanıyor olmasına karşınhala kimse domuzların üretim alanlarının ıslahını “ko-nuşmadı-konuşamadı”.

Wuhan köleliğin 21. yy’daki fotoğrafı!Ocak 2020’de, DSÖ tarafından acil durum ilan edil-

mesine de yine önceki yıllarda yalnızca hayvanlarıhastalandıran bir virüsün mutasyonla insandan in-sana bulaşma özelliği kazanması sonucu ortaya çıkanbir salgın neden oldu. Hastalık, ilk kez Aralık 2019’daÇin’in Hubei eyaletinin başkenti ve Çin’in en büyük 7.şehri olan Wuhan’da görüldü. Dünyanın en büyük500 şirketinden 230’unun yatırımı bulunan Wuhan,dünyanın en büyük 42. şehri. Kentte çok sayıdaki işçi,haftanın altı gününü ve günün 24 saatini fabrikalarda(çalışarak ve uyuyarak) geçiriyor. Vardiya değişimleriyalnızca makine başında değil koğuşlarda da yapılı-yor. İşçiler sadece haftada bir gün köylerine gidebili-yor. Köleliğin 21. yy’daki fotoğrafı! Ne çalıştıklarıdönemde ne de öncesinde kent yaşantıları olmadığıiçin bu işçilerin, “köylü-işçiler” olarak adlandırılmasıda mümkün. Birçok kaynakta tanımlandığı üzere,kentte yaşayanların büyük çoğunluğu için yaşam ko-şulları neredeyse bahsi geçen Meksika’daki çiftliklergibi. Bir tarafta dev şirketler ve çoğu yabancı, yüksekgelirli yöneticileri, diğer tarafta yoksulluk, sefalet vebuna bağlı ölümler.

DSÖ tarafından ilan edilen “uluslararası kamu sağ-lığı acil durumu”nun tümü 21. yüzyılda gerçek-

leşti. İlki, birinci on yılın sonunda,sonuncusu da üçüncü on yılın

hemen başında. Aralarındakisüre 11 yıl bile değil. Üçüncü

on yıl içinde yeni acildurum ilânlarına tanıklık

etme olasılığımızın oldukça yüksek olduğu aşağıdakibelirlemelere dayanarak tahmin edilebilir. İktisadi dü-şüncenin, Karl Marks ve Adam Smith ile birlikte “üçbüyükleri” arasında anılan ve kapitalizmin krizininnedenleriyle, liberalizmin devamı için önerileriyle bi-linen John Maynard KEYNES’e atfen; “kapitalizmin450 yıl süreceği ve sonunda insanlığın ekonomik so-runlarını çözerek, daha yaratıcı olacağı bir aşamayageçeceği” tahmininde bulunduğu söylenir. İnsanlığıen zengin yüzde birlik kesim vb. kriterlerle değil, Key-nes’in ve kapitalistlerin aksine işçi sınıfını, yoksulları,ezilenleri bir bütün olarak sınıfsal aidiyetleri üzerin-den ele aldığımızda yanıldığı kesin. Kapitalizmbugün hala 2007’nin Temmuz ayında ABD’de görü-nür olup 2008’de yaygınlaşarak merkez kapitalist ül-kelerden çevreye doğru hemen tümekonomileri-ülkeleri saran krizinin yarattığı “ekono-mik durgunlukla” baş edebilmeye çalışıyor. Yoksullarçok daha yoksullaştı, ülke yönetimleri temsilcisi ol-dukları burjuvazi adına dünyanın hemen her yerindedemokratik hakları askıya aldı, kapitalizmin uzun yıl-lardır rıza aracı olarak kullandığı “refah düzeyiartışı”nın yerine “savaş dahil şiddetin her türlüsü”kondu. ’70’li yılların sonunda kapitalizmin krizini aşa-bilmek için girdiği yolda emek sömürüsü, sınıflar veülkeler arası eşitsizlikler daha da artarken, ucuz ham-madde ve enerji için doğa, sistemli bir biçimde talanedildi. Kârın maksimizasyonundan taviz vermemekiçin gaz, sıvı ve katı emisyonlarla doğa hızla kendiniyenileyemeyecek aşamanın sınırına getirildi. Yeryü-zündeki tüm canlıların sağlığı ve yaşamı, kapitalizmindoğaya, insana karşılığı ve akıl dışılığı nedeniyle hergeçen gün daha da artan risk altında.

Son 11 yılda yaşanan salgınlar ve bunlara bağlıkitlesel ölümlerin de temel nedeni kapitalizm. Kapi-talizm, günümüzde krizi daha da derinleşmekte olanneoliberalizm ve yarattığı iklim kriziyle birlikte insa-nın insan, hayvanın hayvan ve bitkinin bitki gibi ya-şamasına müsaade etmediği/edemediği birdöneme girdi. Bu dönem devam ettikçe DSÖ’nünyeniden ve yeniden acil durum ilan etmek zorundakalacağı salgınların aralarındaki sürenin daha da kı-salması, boyutlarının ve öldürücülüğünün daha daartması hiç de beklenmeyen bir durum değil. Ancaktabii ki çözüm var: İnsanı ve doğayı merkezine alan,sonuçta eşitlik hedefiyle yapılandırılan sosyalizm.Bunu sağlayana kadar daha büyük olumsuzluklaryaşamamak için de kapitalizmin canlı-cansız deme-den her şeyi daha fazla talan edişine ve yarattığıeşitsizliklere hep birlikte “dur” diyebilmeliyiz. Unut-mamalıyız ki aksi takdirde kapitalizmin ‘armağan se-peti’ ağzına kadar dolu.

Son 11 yılda yaşanan sal-gınlar ve bunlara bağlı kitlesel

ölümlerin de temel nedeni kapitalizm.Kapitalizm, günümüzde krizi daha da de-

rinleşmekte olan neoliberalizm ve yarattığıiklim kriziyle birlikte insanın insan, hayvanınhayvan ve bitkinin bitki gibi yaşamasına mü-

saade etmediği/edemediği bir dönemegirdi. Bu dönem devam ettikçe DSÖ, ye-

niden ve yeniden acil durum ilanetmek zorunda kalacak.

Page 4: İYAT SANAT VE DÜŞÜN DERGİSİ Politik · yılında domuz gribi salgını içindi. İkincisi, diğerlerin-den farklı olarak eradike edilmiş (dünya genelinde ortadan kaldırılmış)

Türümüz modern biçimine evrilme-den önce bile insanlık olarak virüs-lerle mücadele ediyorduk. Bazı viral

hastalıklar için aşılar ve antiviral ilaçlar enfek-siyonların geniş şekilde yayılmasını engelle-memizi sağladı ve hasta insanlarıniyileşmesine yardımcı oldu. Çiçek örneğindeise virüsü ortadan kaldırmayı ve dünyayı yenivakalardan kurtarmayı başardık.

Ama virüslerle savaşımızı kazanmaktan çokuzaktayız. Geçtiğimiz on yıllar içinde, sayısızvirüs hayvanlardan insanlara sıçradı ve ciddisalgınlara sebep olarak binlerce yaşama maloldu. Batı Afrika’da 2014-2016 Ebola salgınınasebep olan virüs, bulaştığı insanların %90’ınıöldürüyor ve bu oran onu Ebola ailesinin enölümcül üyesi yapıyor.

Ama eşit ölçüde ölümcül başka virüsler devar ve bazıları daha da ölümcül. Şu an dünya-nın dört bir yanında salgınlara sebep olan ko-ronavirüs dahil bazı virüsler, daha düşükfatalite oranlarına sahipler ama yine de halksağlığı açısından ciddi bir tehdit teşkil ediyor-lar çünkü henüz bu virüslerle nasıl mücadeleedeceğimizi bulabilmiş değiliz.

Aşağıda en ölümcül 12 virüsü listeledik. Sı-ralama kriterleri, bu virüslerden birinin bulaş-ması halinde bir insanın ölme riski, virüslerinöldürdüğü insan sayısı ve büyümekte olan birtehlike teşkil edip etmediklerine dayanıyor.

4

nya

üze

rind

eki e

n ö

lüm

cül 12 virüs

Anne HARDING / Nicoletta LANESE▼

Dünya koronavirüse karşı topyekun mücadeleederken, vaka sayısı yüzbinlerle, ölü sayısı on

binlerle ifade edilmeye başladı. Peki insanlığın ba-şına bela olan bu virüs bir ilk miydi? Şimdiye kadar

bilinen 12 ölümcül virüs hangileriydi, nasıl so-nuçlar ortaya çıkardı; hep birlikte bakalım.

Marburg virüsü

Bilim insanları Marburg virüsünü,Almanya’da Uganda’dan getirilmişenfekte maymunlarla teması olanlaboratuvar çalışanları arasındaküçük salgınların patlak verdiği1967’de tespit ettiler. Marburg vi-rüsü Ebola’ya benziyor: Hem hemo-rajik ateşe sebep oluyor (yanibulaştığı insanlarda yüksek ateş gö-rülüyor) hem de bedende şoka,organ yetmezliğine ve ölüme yolaçabilecek kanamaya sebep oluyor.

İlk salgının mortalite oranı %25’tiama Demokratik Kongo Cumhuriye-ti’ndeki 1998-2000 salgınında ve An-gola’daki 2005 salgınında bu oranDünya Sağlık Örgütü’ne (DSÖ) göre%80’e çıktı.

Ebola virüsüİnsanlarda bilinen ilk Ebola salgınları

Sudan Cumhuriyeti ile Demokratik KongoCumhuriyeti’ni 1976’da aynı anda vurdu.Ebola, enfekte insanlar veya hayvanlar ile kanya da diğer vücut sıvıları yoluyla temas üze-rinden yayılıyor. Ebola’nın bilinen türevleriölümcüllük açısından değişkenlik gösteriyor.

Örneğin Ebola Reston insanları hasta bileetmezken Bundibugyo’da fatalite oranı%50’ye ve Sudan türevinde ise %71’e çıkıyor.

Son salgın Batı Afrika’da 2014 başında pat-lak verdi ve bugüne kadarki en büyük ve enkarmaşık Ebola salgını oldu.

HIVModern dünyadaki en ölümcül virüs HIV olabilir.

En yüksek ölüm oranına sahip olan hala bu virüs.1980’lerin başında ilk kez tanılandığından bu yanaHIV’den 32 milyon insanın öldüğü tahmin ediliyor.Bu rakam onu insanlık tarihindeki en ölümcül bula-şıcı hastalık yapıyor.

Güçlü antiviral ilaçlar HIV taşıyan insanların uzunyıllar yaşamasını mümkün kılsa da, hastalık, yeni HIVenfeksiyonlarının %95’inin görüldüğü düşük ve ortagelirli birçok ülkede yıkıcı etkisini sürdürüyor. DünyaSağlık Örgütü’ne göre Afrika bölgesinde her 25 ye-tişkinden biri HIV pozitif. Yani dünya üzerinde HIV ileyaşayan insanların üçte ikisi bu bölgede.

Kuduz1920’lerde uygulanmaya başlayan evcil

hayvanlara yönelik kuduz aşıları hastalığıgelişmiş dünyada nadir hale getirmiş olsada kuduz, Hindistan ile Afrika’nın kimi böl-gelerinde ciddi bir sorun olmaya devamediyor.

Beyni mahveden, gerçekten çok kötü birhastalık ama kuduz aşımız ve kuduzla mü-cadele eden antikorlarımız var. Dolayısıyla,kuduz bir hayvanın ısırdığı bir insanı tedaviedebiliyoruz. Ancak bu kişi tedaviye erişe-mezse veya almazsa, ölüm kesin.

Çiçek1980’de, Dünya Sağlık Asamblesi, dünya üzerinde çiçek

hastalığı kalmadığını duyurdu. Ama bundan önce, insanlarçiçek hastalığıyla binlerce yıldır mücadele ediyordu ve has-talık etkilenenlerin yaklaşık 3’te 1’ini öldürüyordu. Kurtu-lanlarda derin, kalıcı yaralar kalmasına ve çoğu zaman dakörlüğe sebep oluyordu.

Sömürgeciler birlikte getirmeden önce virüsle temas et-memiş olan Avrupa dışındaki nüfuslarda mortalite oranlarıçok daha yüksek oldu. Örneğin, tarihçiler Amerika kıtasınınyerli nüfusunun %90’ının Avrupalı sömürgecilerin getirdiğiçiçek virüsü nedeniyle öldüğünü tahmin ediyor. Sadece 20.yüzyılda çiçek hastalığı 300 milyon cana mal oldu.

Sadece ölüm değil, sebep olduğu körlük yüzünden geze-gene yükü çok ağır bir virüs bu ve dünya üzerinden silin-mesi için büyük bir kampanya yapılmasına da neden oldu.

Page 5: İYAT SANAT VE DÜŞÜN DERGİSİ Politik · yılında domuz gribi salgını içindi. İkincisi, diğerlerin-den farklı olarak eradike edilmiş (dünya genelinde ortadan kaldırılmış)

5

HantavirüsHantavirüs pulmoner sendromu (HPS),

dünyanın dikkatini ilkin 1993’te ABD’de sağ-lıklı, genç bir Navajo erkeği ile nişanlısı, nefesdarlığı şikayetiyle hastaneye başvurduktanyalnızca günler sonra öldüğünde çekti. Birkaçay sonra, sağlık makamları enfekte olmuş in-sanlardan birinin evinde yaşayan bir faredenhantavirüsü izole etmeyi başardılar. Bugünekadar ABD’de bu hastalığın bulaştığı 600 kişi-den %36’sı hayatını kaybetti.

Virüs insandan insana bulaşmıyor. Enfekteolmuş farelerin dışkı ve idrarları ile temas yo-luyla bulaşıyor.

Daha önce Kore Savaşı sırasında, yani1950’lerin başında da farklı bir hantavirüstürü başka bir salgına yol açmıştı. 3000 askerbu virüsle enfekte oldu ve %12’si hayatınıkaybetti.

Virüs ABD’de keşfedildiğinde Batı tıbbı içinyeni bir şey olmasına rağmen, araştırmacılarsonraki yıllarda, Navajo tıp geleneklerininbenzer bir hastalığı tanımladığını ve onu fare-lerle ilişkilendirdiğini fark ettiler.

DengDeng virüsü ilkin

1950’lerde Filipinler veTayland’da görüldü ve ozamandan bu yana yer-yüzünün tropikal vesubtropikal bölgeleriboyunca yayıldı. Bugündünya nüfusunun yak-laşık yarısı deng virüsü-nün endemik olduğu bölgelerde yaşıyor vesivrisineklerin taşıdığı hastalık, dünya ısın-dıkça muhtemelen daha da yayılacak.

Deng, DSÖ’ye göre her yıl 50 ila 100 milyoninsanı hasta ediyor. Deng hummasında mor-talite oranı diğer bazı virüslere göre dahadüşük olsa da (%2,5), virüs, deng kanamalıhumması adı verilen Ebola benzeri bir hasta-lığa yol açabiliyor ve bu hastalık tedavi edil-mezse %20’lik bir mortalite oranına sahip.Uzmanlar küresel ısınma ile gerçek bir tehdithaline gelen bu virüs hakkında daha fazla dü-şünmemiz gerektiğini söylüyorlar.

Deng virüsünün yaygın görüldüğü bölge-lerde yaşayan ve virüs enfeksiyonu konu-sunda teyit edilmiş bir geçmişi olan 9-16 yaşarası çocuklarda kullanıma yönelik bir dengaşısı 2019’da ABD Gıda ve İlaç İdaresi’nceonaylandı. Bazı ülkelerde 9-45 yaş arası insan-lar için onaylanmış bir aşı mevcut ama yine,aşılanacak olanların geçmişte deng bulaş-ması teyit edilmiş insanlar olması şart. Dahaönce virüs bulaşmamış kimseler aşılanırsaciddi deng geliştirme riski var.

GripTipik bir grip mevsiminde dünya çapında 500.000

kişi bu hastalıktan ölüyor. Ama bazen yeni bir grip vi-rüsü ortaya çıkıyor ve hastalığın daha hızlı yayılıpdaha çok cana mal olduğu bir salgına sebep oluyor.

İspanyol gribi de denilen en ölümcül grip salgını1918’de başladı ve dünya nüfusunun %40’ını etkile-yerek 50 milyon kadar insanı öldürdü.

Bilim insanları 1918 grip salgınına benzer bir şeyintekrar etmesini muhtemel görüyorlar. Eğer yeni gripvirüsü insan popülasyonu içinde kendine yer bulursave insandan insana kolayca bulaşarak şiddetli hasta-lığa sebep olursa, büyük bir sorun olacaktır.

SARS-CoVŞiddetli akut solunum yolu sendromuna (SARS) yol açan virüs, ilkin

2002’de güney Çin’in Guandong eyaletinde ortaya çıktı. Virüs muhtemelenönce yarasalarda ortaya çıktı, ardından misk kedisi denilen gececi memeli-lere sıçradı ve en sonunda da insanlara bulaştı. Çin’de bir salgına sebep ol-duktan sonra, SARS, 26 ülkeye yayılarak 8000 insana bulaştı ve iki yıl içinde770’ten fazla insanı öldürdü.Hastalık ateşe, soğuk terlemeye ve ağrılarasebep oluyor ve çoğu zaman zatürreeye çeviriyor. Yani akciğerler iltihaplanı-yor ve cerahat doluyor. SARS’ın mortalite oranının %9,6 olduğu tahmin edi-liyor ve şu ana kadar onaylanmış bir tedavisi veya aşısı bulunmuş değil.Ancak 2000’lerin başından beri yeni SARS vakası da rapor edilmedi.

İspanyol gribi de denilen en ölümcül grip salgını 1918’de başladı vedünya nüfusunun %40’ını etkileyerek 50 milyon kadar insanı öldürdü. Mo-dern dünyadaki en ölümcül virüs HIV olabilir. 1980’lerin başında ilk kez ta-nılandığından bu yana HIV’den 32 milyon insanın öldüğü tahmin ediliyor.

RotavirüsÇocukları rotavirüsten korumak için iki aşı mevcut. Bu virüs bebek-

lerde ve küçük çocuklarda şiddetli ishale neden oluyor ve çok çabukyayılabiliyor. Fekal-oral yol ile, yani küçük dışkı parçalarının yutulma-sıyla bulaşıyor.

Gelişmiş dünyada çocuklar rotavirüs enfeksiyonundan nadiren ha-yatını kaybetse de, hastalık su kaybını giderici tedavilerin yaygın şe-kilde erişilebilir olmadığı gelişmekle olan dünyada ciddi bir tehdit.

DSÖ 2008’de dünya çapında 5 yaşın altındaki 453.000 çocuğun ro-tavirüs enfeksiyonundan öldüğünü tahmin ediyor. Ancak aşıyı uygu-lamaya başlayan ülkelerde rotavirüs nedeniyle hastaneye yatışlardave ölümlerde ciddi düşüşler görülüyor.

SARS-CoV-2SARS-CoV-2, koronavirüsler olarak bilinen SARS-CoV ile aynı virüs ailesine ait ve ilkin 2019 Aralık

ayında Çin’in Wuhan şehrinde tespit edildi. Virüs SARS-CoV gibi muhtemelen yarasalarda ortaya çıktı veinsanlara bulaşmadan önce aracı bir hayvana geçti.

Ortaya çıktığından bu yana virüs Çin’de on binlerce ve diğer ülkelerde binlerce insana bulaştı. Süregi-den salgın Wuhan ve çevre illerde kapsamlı bir karantinanın uygulanmasına, etkilenen ülkelere yapılanseyahatlere kısıtlamalar getirilmesine ve tanı, tedavi ve aşı geliştirmek için dünya çapında çabalaraneden oldu.

SARS-CoV-2’nin sebep olduğu COVID-19 adlı hastalığın %2,3’lük bir mortalite oranına sahip olduğutahmin ediliyor. Hastalıktan veya komplikasyonlarından en çok etkilenme riskine sahip olanlar yaşlılar vesağlık sorunlarına sahip insanlar. Yaygın semptomlar arasında ateş, kuru öksürük ve nefes darlığı var vehastalık ciddi vakalarda zatürreye çevirebiliyor.

MERS-CoVMERS denilen Orta Doğu Solunum Sendromuna sebep olan virüs,

2012’de Suudi Arabistan’da ve 2015’te de Güney Kore’de salgınasebep oldu. MERS virüsü SARS-CoV ve SARS-CoV-2 ile aynı virüs aile-sine ait ve yine muhtemelen yarasalarda ortaya çıktı. Hastalık, insanlarageçmeden önce develere bulaştı ve ateş, öksürük ve nefes darlığına yolaçıyor.

MERS çoğu zaman şiddetli zatürreye çeviriyor ve %30 ila 40’lık bir tahmini mortalite oranına sahip.Bu oran onu hayvandan insana geçen bilinen koronavirüsler arasında en ölümcülü haline getiriyor.SARS-CoV ve SARS-CoV-2’de olduğu gibi, MERS de onaylanmış bir tedaviye ya da aşıya sahip değil.

Kaynak: livescienceÇeviri: Serap Şen

Page 6: İYAT SANAT VE DÜŞÜN DERGİSİ Politik · yılında domuz gribi salgını içindi. İkincisi, diğerlerin-den farklı olarak eradike edilmiş (dünya genelinde ortadan kaldırılmış)

6

Korona, birden fazla hasta-lığa neden olan büyük birvirüs ailesidir. Bu virüs ailesi

ilk olarak 1960’larda saptanmıştır.Yeni koronavirüsün adı SARS-CoV-2’dir. Bu virüsün sebep olduğu has-talığa ise Covid-19 deniliyor. 

SARS-CoV-2’den kaynaklı ilk va-kalar Aralık 2019’da Çin’in Wuhankentinde görüldü. Dünya SağlıkÖrgütü (DSÖ) Ocak 2020’de SARS-CoV-2’nin dağıl-masından dolayı uluslararası acil durum ilan et-mişti. 11 Mart’ta ise virüs salgınını pandemi olaraktanımladı. Pandemi bir kıtayı aşan hatta tümdünya yüzeyi gibi çok geniş bir alanda yayılan veetkisini gösteren salgın hastalıklara verilen geneladdır.

Sırf geçen yüzyılda üç büyük pandemi dalgasıyaşanmıştır: 1918’de İspanyol Gribi, tahminen 30-40 milyon insanın ölmesine sebep olmuştur. 1957yılında yaşanan Asya Gribi ve 1968 Hong KongGribi pandemilerinde yaklaşık bir milyon insan ya-şamını yitirmiştir.

SARS-CoV-2’ten önce de koronavirüsü ailesin-den virüsler pandemiye yol açmıştı. 2002/2003 yı-lında yaşanan SARS isimli pandemi, 6 kıtadaki 30değişik ülkede 8 bin insana bulaşmış, 744 kişi ölm-üştü. En çok etkilenen ülkeler Çin, Hong Kong, Tay-van, Singapur, Vietnam ve Kanada idi. Virüsözellikle ağır solunum yolları enfeksiyonlarınaneden olmuştu. 2004’ten bu yana hastalığın sap-tanmamasından dolayı virüsün yok edildiği varsa-yılmaktadır.

MERS salgınına yol açan koronavirüsü ise ilk defa2012 yılında tespit edildi. Suudi Arabistan merkezlipandemiye yol açan virüs, şimdiye dek 2519 kişidetespit edilmiş, bunlardan 866’sı yaşamını yitirmiştir.Bu virüs ağır solunum yolları enfeksiyonu dışındaböbrek yetmezliğine de yol açmaktadır. Ne SARSne de MERS’e yol açan koronavirüsüne karşı aşı bu-lunamamıştır. Virüsü yok eden bir ilaç da yoktur.

Bu bağlamda İnfluenza isimli virüsün yol açtığıgripten de sıkça bahsedilmektedir. 2009 yılındaKuş Gribi adı altında ilk defa pandemi biçimindeyayılan virüs, ilk bir yıl içerisinde 300–400 bin kişi-nin ölümüne sebep olmuştur. İnfluenza virüsünekarşı aşı bulunmaktadır. Bu aşı her yıl Dünya SağlıkÖrgütü’nün tavsiyesi ile geliştirilen ve seneden se-neye değişen virüs yapısına göre üretilen bir aşıdır.Aşı olması önerilen insanlar: 60 yaş ve üstündekiler,kronik hastalıkları olanlar (kronik kalp, akciğer, ka-raciğer, böbrek, şeker ve benzeri hastalığı olanlar),bağışıklık sistemi zayıflamış olanlar (kanser hasta-

ları, organ ve ilik nakli yapılan kişiler),hamile kadınlar, sağlık personeli, kreşve huzurevleri çalışanları, yoğun kitletrafiğinin yaşandığı yerlerde çalışanlar.

Şu an dünyanın 172 ülkesinde SARS-CoV-2’nin neden olduğu Covid-19hastalığı saptanmıştır. ABD merkezliJohns Hopkins Üniversitesi baştaDünya Sağlık Örgütü verileri olmaküzere bir çok kaynağı birleştirerek

SARS-CoV-2’un gerçek zamanlı dağılım haritasınıyayınlamaktadır. Buna göre 27 Mart itibarıyla 537bin 17 insana virüs bulaşmıştır, 24 bin 117 kişi iseSARS-CoV-2’den dolayı yaşamını yitirmiştir. İtalya(8 bin 215 ölü), İspanya (4 bin 365 ölü), Çin (3 bin292 ölü ve İran (2 bin 234 ölü) bu ülkelerin başınıçekmektedir. Bu tablonun yazının yayınlandığı dö-nemde değişmiş olma ihtimali yüksektir. Bununnedenleri çok yönlüdür. Ölümlerin artmasının yanısıra bazı devletler, örneğin Türkiye, uzun zaman ül-kelerinde SARS-CoV-2 virüsü enfeksiyonlarının ol-duğunu reddetmişti. ABD’nin Trumpöncülüğündeki yönetimi de enfeksiyonu hafifealdı, hala da hafife almaktadır.

Enfeksiyonda farklı belirtilerYeni koronavirüs genelde damlacık ile bulaş-

maktadır. Yani öksürürken, hapşırırken veya konu-şurken etrafa saçılan damlacıklarla... Ellerle virüsünolduğu yüzeylere (kapı kolları, cep telefonları,masa, anahtarlık vb) temas edip sonrasında ağıza,buruna, gözlere dokunma da hastalığın bulaşma-sına sebep olabilir. Virüs dışkı ile de bulaşabilir.

Enfeksiyonun belirtileri herkeste görülmeyebilir.Öksürük ve ateş enfeksiyonun başlıca belirtileridir.Ağır vakalarda nefes darlığı da yaşanabilir. Kas veeklem ağrıları, boğaz ağrısı, baş ağrısı, mide bulan-tısı, kusma ve ishal de SARS-CoV-2 enfeksiyonununbelirtileri arasındadır. Bu belirtiler soğuk algınlığı,İnfluenza gribi ve mide bağırsak rahatsızlığında dagörülmektedir.

Bu belirtilerin görülmesi durumunda evde kalın-malı ve aile hekimi veya ilgili sağlık kurumu aran-malıdır. Onların yönlendirmelerine göre hareketedilmelidir. Nefes darlığı yaşanması durumundaise acilen hekim ile ilişkiye geçilmelidir.

Dünya Sağlık Örgütü’nün herkese test yapılmasıönerisine rağmen, her ülkede testin uygulanmakoşulu, ülkelerin sağlık politikaları gereği değiş-mektedir. Çin gibi bazı ülkelerde şüphelenilen herhastaya test uygulanırken, bazı ülkeler ise ancakçok ciddi belirtilerin olması durumunda test yap-mayı uygun bulmaktadır. Almanya bu ülkelerden

bir tanesidir. Maalesef birçok ülkede test kıtlığı var-dır. Doktorlar ise hastanın durumuna ve sahip ol-duğu risk faktörlerine göre testin yapılmasına kararverir.

Kulak pamuğuna benzer uzun bir çubuğun yar-dımı ile burun veya boğazdan sürüntü alınır. Bazıülkelerde sürüntü hem burundan hem de boğaz-dan (aynı çubuk ile) alınır. Bu işlem basit ve ağrısız-dır. Alınan sürüntü laboratuvara gönderilir.SARS-CoV-2’in bütün virüsler gibi kendine has birgenetik yapısı vardır. Alınan sürüntüde koronavirü-sün genetik yapısı aranmaktadır. Bu yönteme PCRdenilmektedir. Henüz tüm laboratuvarların SARS-CoV-2 için test olanağı yoktur. Bundan dolayı testsonucunun elde edilmesi koşullara göre 3-4 günsürebilir. Test yöntemleri ülkeden ülkeye değişebi-lir, yani standard test yoktur.

Virüs tespit edilenlerin yüzde 80’inde hastalıkhafif seyretmektedir. Bu kişiler evde kalabilmekte-dir. Hastanede tedavi altına alınması gerekenlerinoranı yüzde 15; yoğun bakım ünitesinde tedavi ol-ması gereken hastaların oranı ise yüzde 5’tir.

Çocuklarda hastalık genelde hafif seyretmekte-dir. Ancak çocuklar virüs taşıyıcısı olarak hastalığıbaşka insanlara bulaştırabilir. Yeni doğanlarda isedünya genelinde şimdiye kadar iki kişide virüs tes-pit edilmiştir. Enfeksiyon yolu ise henüz anlaşılmışdeğildir. Muhtemelen enfeksiyon doğum sonra-sında gelişmiştir. Enfeksiyon, döleşi (anne ve annekarnındaki bebek arasında besin alışverişini sağla-yan organ) aracılığıyla bulaşmaktadır. Enfeksiyo-nun hamile kadınlarda diğer kadınlardan daha ağırseyrettiğine dair veriler bulunmamaktadır.

Korona

◗ Belirtilerin görülmesi duru-munda evde kalınmalı veaile hekimi veya ilgili sağlıkkurumu aranmalıdır. Onla-rın yönlendirmesine görehareket edilmelidir. Nefesdarlığı yaşanması duru-munda ise acilen hekimleilişkiye geçilmelidir.

◗ Yeni koronavirüs genelde damlacık ile bulaşmaktadır. Yani öksürürken, hapşırırken veyakonuşurken etrafa saçılan damlacıklarla... Ellerle virüsün olduğu yüzeylere (kapı kolları,cep telefonları, masa, anahtarlık vb) temas edip sonrasında ağıza, buruna, gözlere do-kunma da hastalığın bulaşmasına sebep olabilir. Virüs, dışkı ile de bulaşabilir.

Dersim DAĞDEVİREN

Korona

Page 7: İYAT SANAT VE DÜŞÜN DERGİSİ Politik · yılında domuz gribi salgını içindi. İkincisi, diğerlerin-den farklı olarak eradike edilmiş (dünya genelinde ortadan kaldırılmış)

Virüsün teması ve 14 gün…Virüsün tespit edildiği kişiler ile temas halinde

olan insanlar sağlık kurumuna başvurmalı ve yön-lendirmeler doğrultusunda hareket etmelidir. Vi-rüsün bulaşması için gereken süre, yani virüsle ilktemas ile hastalığın görülmesi arasında geçensüre 2-14 gündür.

Virüsün tespit edildiği kişiler ve bu kişilerletemas halinde olanlar 14 gün evde kalmalıdırlar,yani bunlara karantina uygulanmaktadır. Bu 14gün kişinin hastalandığı ilk gün başlar. Bu yön-temler de yine ülkelerin sağlık politikalarına göredeğişebilir.

Hastalık herhangi bir insanda ağır seyredebilirfakat özellikle risk altında olanlar: 60 yaş üstünde-kiler, kronik hastalıkları olanlar (şeker hastalığı,kronik kalp, akciğer, karaciğer hastalığı vb), bağı-şıklık sistemini baskılayıcı tedavi gören kişiler(kanser hastaları, organ nakli sonrası tedavi alanlarvb), sigara içenler. Gençler kesinlikle bana birşeyolmaz düşüncesine kapılmamalıdır. Sırf Çin’dekiverilere bakıldığında yoğun bakım ünitelerine alı-nan gençlerin sayısı azımsanmayacak düzeydedir.İspanya ve İtalya’da da yeni koronavirüsün bulaş-tığı gençlerin ölüm oranı kayda değerdir.

Ellerin düzenli olarak sabun ile yıkanmasıönemlidir. Ellerin dezenfektanlar ile temizlen-mesi de önemlidir. Ancak çoğu yerlerde yeterincedezenfektanlar olmadığından dolayı var olan de-zenfektanların sağlık çalışanlarına (muayeneha-nelere, hastanelere, bakım evlerine) ayrılmasıönemlidir. El vermeden selamlaşma da virüstenkorunmak için önemlidir. Dirseğin içine öksürül-mesi / hapşırılması da önlem bakımından elzem-dir. Enfeksiyonun bulaşmaması açışından insanlararasında 1,5 metrelik mesafenin korunması gere-kir. Oturma ve yatak odalarının düzenli olarak ha-valandırılması ve lavaboların düzenli temizliği devirüsten korunmak için gereklidir. Çarşaf ve yastıkyüzlerinin düzenli temizliği ile kapı kolları, masaüstü, cep telefonları, anahtarlık vb yerlerin dü-zenli temizlenmesi de önemlidir. Maske konusuda bu bağlamda sıkça gündeme gelmektedir.Maskeler koruma özelliklerine göre çeşitlidir.Maskelerin kıt olmasından dolayı var olan maske-lerin geniş halk kesimlerinden ziyade sağlık çalı-şanları ve sağlık kurumları tarafından kullanılmasıönemlidir.

Pandemi paniğe sebep olmamalıMaalesef hastalığa karşı bir ilaç bulunmamakta-

dır. Durumu ağır olan hastalara destekleyici tedaviuygulanmaktadır. Şimdiye kadar SARS-CoV-2’yekarşı bulunmuş bir aşı da yok, ancak çalışmalardevam etmektedir. Almanya’nın Tübingen Üniver-sitesi ile aşı konusunda ortak çalışan CureVacisimli şirkete ABD aşı üretimini Almanya’dan ülke-sine kaydırma teklifi getirdi. Böylelikle aşının sırfABD’lilere kullanılmasını amaçlamaktaydı. Şirketbu istemi reddetti. Öyle bir sistemde yaşıyoruz ki,herkes şirketi aşı üretimini ABD’ye kaydırmadığın-dan dolayı kutlamaktadır. Elbette bu karar doğru-dur, ancak kutlanması gereken bir karar değildir.Çünkü aşılar herkes içindir. Aşı konusu zaten bir-çok yönüyle sorunludur. İnfluenza virüsüne karşıaşı olmasına rağmen, hala risk grubuna dahil olanbirçok insan aşı yaptırmamaktadır. Özellikle geliş-miş ülkelerde bu ciddi bir sorun teşkil etmektedir.Gelişmemiş ülkelerde ise insanların aşı olma ola-nağı yok denilecek derecede azdır.

Yeni koronavirüsünün yol açtığı pandemi in-sanlarda paniğe sebep olmamalı. Ancak durumçok ciddi olduğundan dolayı hep beraber önlem-ler almamız, önerilere uymamız elzemdir. Hep bir-likte sağlıklı günlere...

7

Page 8: İYAT SANAT VE DÜŞÜN DERGİSİ Politik · yılında domuz gribi salgını içindi. İkincisi, diğerlerin-den farklı olarak eradike edilmiş (dünya genelinde ortadan kaldırılmış)

8

Kara Ölüm (veba) dünya genelinde yaklaşık25 milyon insanın ölümüne neden oldu;sadece İngiltere’de ölü sayısı 1,4 milyondu,

yani nüfusun yaklaşık üçte biri. Yalnızca üç yıliçinde bu kadar kayıp yaşanmasının hayatta kalan-lar üzerinde radikal etkileri oldu elbette, edebi ya-pıtlarda bu yıkıcı olayın hatırasını yansıtan çoksayıda unsura rastlamak hala mümkün. İngiltere’deçok bilinen çocuk tekerlemesi “Halka Halka Güller”ve Robert Browning’in “Hemlin’in Kavalcısı” başlıklışiirinde veba salgınından esinlendiği söylenir; Gio-vanni Boccaccio’nun veba salgınının ayrıntılı tari-fiyle başlayan Decameron adlı yapıtında yer alanyüz kısa hikaye de 1348’de, Floransa’da salgınhenüz devam ederken yazılmıştı.

Veba pandemisinin tarihin akışını değiştirip de-ğiştirmediği hala tartışma konusudur. Pandemininvurduğu her yerde kaos hüküm sürmüş, hastalığınbulaşacağı korkusunun kendisi bulaşıcı hale gel-miştir. Zengin ve sağlıklı insanlar salgın bölgesin-den kaçmış, ölüler çürümeye bırakılmış, hırsızlar buortamın yarattığı fırsatları değerlendirmekte gecik-memiş, tarlalar ve hayvan sürüleri başıboş kalmıştı.Ama genel olarak kötü günler atlatıldığında, ge-ride kalanlar hayatlarını idame ettirmek için elle-rinden gelen çabayı göstermişlerdi.

Ya dersini alacak ya batağa saplanacakBirçok tarihçi, mahrumiyet ve açlığın hüküm

sürdüğü bir dönemde gelen Kara Ölüm’ün mo-dern çağı müjdeleyen toplumsal ve ekonomik de-ğişiklikleri daha da belirginleştirip hızlandırdığı

konusunda hemfikir. Feodal sistemin yıkılışıyla il-gili çok şey yazılıp çizildi, ama bazıları KaraÖlüm’ün bu sistemin yıkılışını doğrudan tetikledi-ğini iddia etti, bazıları ise bu değişimlerin KaraÖlüm’den çok daha önce başladığı görüşünde.Günümüzde yaşanan yeni koronavirüs pandemi-siyle ilgili de aynı tartışmalar mevcut. İnsanlık yabu virüsten dersini alarak, ekolojiye ve hayvanlaraverdiği zararı düşünerek çıkacak ya da hep birliktefaşizan çığırtkanlıklar yapan –örneğin virüsün so-rumlusunu Çin olarak belirleyen Trump gibi– kit-lelere dönüşecek ve her anlamda bir batağasaplanacak. Tabii bir aşı ve/veya ilaç bulunur, sal-gının yayılma oranı azaltılabilir ve insanlık bu kriz-den sağ kurtulabilirse…

Bazı kimseler şimdiden koronavirüs salgını ile il-gili kitaplar yazmaya başlamış hatta yayımlamışdahi olsa, bizler için salgın hastalıkların bizdenöncekileri nasıl etkilediğini anlayabilmek için baş-vuracağımız muazzam edebi eserler var. Bu eser-ler bizi kıyamet senaryolarına hazırladığı ve bizine tür güçlüklerin beklediği gibi konularda derinbir karamsarlığa sürüklese de hayatta kalanlarınhikayeleriyle bir nebze de olsa umut da aşılayabi-liyor. Bu eserlerden belki de ilk akla gelen tabii kiAlbert Camus’nün “Veba”sı.

Başka bir salgın hastalık: Hissizleşmek”Ah, keşke bir deprem olsaydı!Tam bir sarsıntı... Ve bu iş biterdi.Ölüler, diriler sayılır ve oyun biterdi.Ama şu domuz hastalık!Hastalığa yakalanmamış olanlar bileonu içlerinde taşıyorlar.”

20. yüzyılın en güçlü Fransız yazarlarından vedüşünürlerinden biri olan Albert Camus, 1913 Ce-zayir doğumlu. En bilinen kitabı “Yabancı” olsa da“Veba” en güçlü eserleri arasında sayılır. Camus, ro-manda, Cezayir’deki Oran şehrinde yaşanan vebasalgınını çeşitli satır arası okumalarla anlamlandırı-lacak şekilde anlatmıştır. Kitapta esasen vurgula-nan, Avrupa’ya adeta kara bir veba gibi yayılanNazi işgalidir. Fransa’nın İkinci Dünya Savaşı sıra-sında uğradığı Alman işgali ve Fransa’da işgalekarşı oluşan Direniş (Résistance) hareketi romandavebaya karşı alınan önlemler ile özdeşleştirilir. Buanlamda Veba, esaslı bir direniş romanıdır da.

Kitabın sonuna kadar anlatıcının kimliği bilin-mez. İnsanların hayatla ölüm arasında kaldığı inceçizgiyi tasvir eden Camus’nün eserinde bir kahra-man da bulunmaz.

Kitap, işgal altındaki Oran kentinde ölü bir fare-nin bulunmasıyla açılır. Başlangıçta lağım temizle-yiciler, kapıcılar gibi yoksullar hariç başkakimsenin ciddiye almadığı bu garip olay, zamanlavahim boyutlara ulaşır. Kentte hızla yayılan mik-rop nedeniyle insanlar da ölmeye başlar. Semp-tomlar açıkça vebaya işaret etmesine rağmen,insanlar 20. yüzyılda veba olacağına inanmak iste-mezler. Ya da bir şekilde kendilerinin bu salgınhastalığa yakalanmayacaklarını düşünürler. Ancakne yazık ki salgın kısa sürede tüm kente yayılır.Ölüm haberleri arttığı için kente giriş-çıkışlar ka-patılır ve sıkı bir karantina yöntemi uygulanmayabaşlanır. Daha kötüsü ise artan ölümlerle birlikteölümlere alışılmış, ölüm haberleri artık insanlarıkorkutmaz ve/veya endişelendirmez hale getir-miştir. İçlerinde doktor, gazeteci ve din insanınında bulunduğu bir direnişçi grup vebaya ya da fa-şizme karşı savaşacaktır.

◗ Bazı kimseler şimdiden koron-avirüs salgını ile ilgili kitaplar yaz-maya başlamış hatta yayımlamışdahi olsa, bizler için salgınhastalıkların bizden öncekilerinasıl etkilediğini anlayabilmekiçin başvuracağımız muazzamedebi eserler var. Bu eserler bizikıyamet senaryolarına hazır-ladığı ve bizi ne tür güçlüklerinbeklediği gibi konularda derinbir karamsarlığa sürüklese dehayatta kalanların hikayeleriylebir nebze de olsa umut daaşılayabiliyor.

Modern insan

Modern insan

Zabel MİRKAN▼

Dördüncü Atlı’yıkandıramaz

Page 9: İYAT SANAT VE DÜŞÜN DERGİSİ Politik · yılında domuz gribi salgını içindi. İkincisi, diğerlerin-den farklı olarak eradike edilmiş (dünya genelinde ortadan kaldırılmış)

9

Decameron“Hastalar gün boyunca hastalığı sağlıklı insanlara

bulaştırdıklarından salgın hızla yayılıyordu; tıpkı yanıbaşındaki kuru, yağlı nesnelerle beslenen bir ateşgibi. Hastalık yalnızca hastaların sağlıklı kişilerle ko-nuşmaları, bir arada olmaları sonucunda onlara dabulaşıp ölmelerine yol açarak yayılmıyordu; hastalarıngiysilerine, elledikleri, kullandıkları nesnelere dokun-manın da hastalığı yaydığı anlaşılıyordu. Şimdi söyle-yeceklerime şaşacaksınız. Eğer birçokları gibigözlerimle görmüş, sözüne güvenilir kişilerden duy-muş olmasam, ben de zor inanır, hele yazmaya hiçkalkışmazdım. Sözünü ettiğim bulaşıcı hastalık, öyledoğal bir biçimde yayılıyordu ki, bulaşma yalnızca in-sandan insana olmuyor, sık sık şaşırtıcı bir olayla karşı-laşılıyordu. Bir vebalının ya da vebadan ölen birinineşyalarına insan türünün dışında bir canlı değecekolsa, hastalığı kapmakla kalmıyor, kısa süre içindeölüp gidiyordu.” (Giovanni Boccaccio)

1348’deki Avrupa’daki büyük veba salgınında,tanık olduğu olaylardan etkilenen Giovanni Boc-caccio, üç yılda tamamladığı “Decameron”da salgıngünlerinin Floransa’sını ele alır. Decameron, biçim-sel yönleriyle “ortaçağ” temalarına bağlı kalsa da,hümanizmanın tohumlarını taşıyan bir kültürünhabercisidir.

Boccaccio’nun başyapıtı olarak kabul edilen De-cameron on gün boyunca anlatılan yüz öyküdenoluşur. Günde on öykü anlatılır: Her günü bir kral yada kraliçe yönetir. Yazar, Decameron’un önsözündekitabın özelliklerini açıklar, sevenlerin, özellikle dekadınların, acılarını hafifletmeyi amaçladığını belir-

tir. Kitap, gelişmekte olan Floransa burjuvazisinin,işleri nedeniyle sık sık uzak ülkelere giden eşlerinindönüşünü bekleyen kadınlar için yazılmıştır.

Veba salgınından kaçmak için bir araya gelenyedi genç kadınla (Pampinea, Filomena, Lauretta,Emilia, Elissa, Fiammetta ve Neifile) üç genç erkek(Panfilo, Filostrato ve Dioneo) “gönüllerince yaşa-yarak gülüp eğlenmek, aklın sınırları dışına taşma-yan zevkler tadabilmek” amacıyla, önce Fiesoledolaylarında bir evde, sonra da bir şatoda konaklar-lar. Her gün (cumartesi ve pazar dışında) öğledensonra, her biri bir öykü anlatır. Öykünün konusunugünün yöneticisi (kral ya da kraliçe) belirler. Birincive dokuzuncu günde ise herkes istediği öyküyüanlatır. Böylece yüz öykü anlatılmış olur. Mutluluk,aşk acısı, verilen hazır cevaplar, çıkar peşindeki dininsanları öykülerin başlıca konularını oluşturur. Hergünün bitiminde yemek yenir, şarkı söylenir vedans edilir.

Decameron’da anlatılan öykülerin çoğu, ortaça-ğın bilinen öyküleridir. Yenilik, Boccaccio’nun orta-çağın edebiyat ve kültür geleneklerine sırt çevirip,düzyazıya saygınlık kazandırarak yaptığı devrim ni-teliğinde yeniliktedir. Bireyi doğaüstünden özerkolarak ele alan, bireyin erdemlerini, aklını, yetene-ğini önemseyen anlayıştadır. Decameron dünyası-nın ekseni ne Tanrı’dır ne de bilim; merkezde olantek şey insanın olağan gücüyle mistisizme karşıçıkma içgüdüsüdür.

Vahiy 1: 8-19“Bana seslenenin kim olduğunu görmek için

dönüp baktığımda yedi altın şamdan gördüm.Şamdanların ortasında insanoğluna benzer birivardı; ayaklarına kadar inen bir giysisi ve göğsündealtın kuşağı vardı. Başı ve saçları ise ak yapağı gibi,kar gibi bembeyazdı. Gözleri alev alev yanan birateşti. Ayakları ocakta kor gibi parlayan saf bakırabenziyordu ve sesi coşkun suların sesi gibiydi. Sağelinde yedi yıldız vardı, ağzından iki tarafı keskinuzun bir kılıç çıkıyordu ve yüzü ışıl ışıl parlayangüneş gibiydi. Onu görünce ayaklarının önüne ölügibi yığıldım. Sağ elini üzerime koyarak şöyle dedi:Korkma. Birinci ve Sonuncu benim. Diri olan benim.Ölmüştüm ama işte, sonsuza kadar diriyim. Ölümünve ölüler diyarının anahtarları bendedir. Sen gör-düklerini, şimdi olanları ve bundan sonra olacaklarıyaz.” (Yeni Ahit)

Mahşerin Dört Atlısı, Hıristiyanlıkta kıyamet ala-meti olarak ortaya çıkacağına inanılan dört atlı.Yeni Ahit’teki Apokalips bölümüne göre, kıyametfelaketlerini getirecek olan yedi mührün açılmasıile birlikte ortaya çıkacaklardır. Bazı açıklamalaragöre beyaz at ve binicisi İsa’yı, kızıl at ve binicisikan ve savaşı, siyah at ve binicisi kıtlığı, soluk renkliat ve binicisi ise salgın hastalıkları ve ölümü sem-bolize eder. Bu atlardan en bilinen ise şüphesizdördüncü attır. Bu at, kısa sürelerde milyonlarca in-sanın ölümüne neden olan salgın hastalıklara yolaçmış, imparatorluklar çökertmiştir.

“Modern insan ne kadar uğraşırsa uğraşsın, ne üs-

torganizmayı yenebilir, ne Dördüncü Atlı’yı kandıra-bilir, ne de salgınların tarihteki dirençli varlığını inkâredebilir. Birinci Atlı’nın, Umut’un ebedi nal seslerinede kulaklarını tıkayamaz.” (Andrew Nikiforuk)

Nikiforuk, insanlar, çöken ekonomiler ve çevrekirliliği üzerine yazdığı kitaplarla tanınıyor. Bu ki-tabında ise veba, çiçek, frengi, tüberküloz, grip,tifüs gibi salgın hastalıkların tarihsel gelişimini vegünümüzdeki çağdaş salgın hastalıkları (AIDS,Ebola virüsü gibi), bakteri direncini, gereksiz anti-biyotik kullanımının ortaya çıkardığı olumsuz so-nuçları irdeliyor.

Bakteriler ve mikroplar açısından bir dünya tarihi

anlatımı niteliğindeki Mahşerin Dördüncü Atlı-sı’nda Andrew Nikiforuk, toplumsal hayatın hasta-lıklarla yakın ilişkisini çevreci bir bakışla inceliyor,dünyamızın en eski sakinleri olan mikro-organiz-malarla barışmamızı öneriyor. Çünkü Nikiforuk’agöre salgın hastalıkların neden olduğu kitleselölümler durduk yerde, kendiliğinden başlamamış,salgın hastalıklar davetsiz misafir gibi aramıza gir-memiştir; mikropların “kitlesel ölümlere yol açancanavar” rolünü üstlenmeleri için insanlar ellerin-den geleni yapmışlar, ölümler başladıktan sonraise hiçbir şey yapamamışlardır.

Mahşerin Dördüncü Atlısı

◗ 20. yüzyılın en güçlü Fransızyazarlarından biri olan AlbertCamus, ”Veba” romanında,Cezayir’deki Oran şehrindeyaşanan veba salgınını çeşitlisatır arası okumalarla anlat-mıştır. Kitapta esasen vurgu-lanan, Avrupa’ya adeta kara birveba gibi yayılan Nazi işgalidir.Fransa’da işgale karşı oluşandireniş hareketi romanda ve-baya karşı alınan önlemler ileözdeşleştirilir. Bu anlamdaVeba, esaslı bir direniş ro-manıdır da.

Page 10: İYAT SANAT VE DÜŞÜN DERGİSİ Politik · yılında domuz gribi salgını içindi. İkincisi, diğerlerin-den farklı olarak eradike edilmiş (dünya genelinde ortadan kaldırılmış)

10

Hastalık büyük bir sözcük. Korona (Covid-19) günlerinden önce de öyleydi, şimdimutlaka ki çok daha büyük. Sadece be-

densel etkileriyle değil, ayrıca yarattığı korkuyla.Öyle ki bir hastalık, yalnız ona yakalananları değil,ondan haberdar olanları da hasta edebilir. Hastalık-tan korkmak, hastalığa dahildir.

Hastalık, her zaman “normal”in kurucularından bi-ridir. Bizim gibi olmayana, ilginç davranışlar sergile-diğini düşündüğümüze, çizginin dışına çıkana“Hasta mıdır nedir!” diye ünlediğimiz olmuştur he-pimizin. Hastanın zıddı “sağlıklı” sözcüğü de böyleanlamlar kazanıp durur: Sağlıklı düşünmek, sağlıklıilişkiler kurmak gibi tamlamalar, dağarcığımızda bu-lunur. Her şeyin başıdır sağlık; hal böyle olunca, başdüşman hastalık.

Fransız felsefeci Michel Foucault, veba ve cüzzamıntoplum ve iktidara ne yaptığını anlatırken aslında tamda bundan bahseder: Hastalığın ve sağlığın kurucugücü. Keza bir hastalık, her şeyden daha fazla gerçek-tir; dehşetengizliğini de gerçekliğinden alır. Kurbanla-rının bedenini herkesin gözleri önünde elegeçirir, ızdıraplara sürükler ve belki de ölü-mün serin sularında boğulmaya terk eder.Acele etmez, dehşet hissi iliklere işleyenedeğin ağır ağır sergiler hünerini. Söz ko-nusu veba ve cüzzam olduğunda ise budehşetin dozu artacaktır; keza aramızdadolaşan yalnızca bir hastalık değildir, ay-rıca onun bulaşıcılığıdır. Hastalık, mahallemahalle, ev ev gezen ve sokakları ele geçi-ren bir canavara dönüşmektedir. Görün-mezliği, dehşeti katbekat artırır. Tıpkı cinveya şeytan figürü gibidir: Kurbanının deri-sinin ardına işler, bedeninin derinliklerinde kampkurar. “Şeytanın kontrolünde olmak”, şok edici sözlereden veya fiiller işleyen için kurulan ve muhatabınıntoplumsal tanınma ile meşruiyetinde onulmaz yaralaraçan bir suçlamadır. “Hastalık taşımak”, hızla bunabenzer bir rol kazanır. Türkçede de bu benzerlik, “has-talığın pençesine düşmek” ve “hastalığa yakalanmak”gibi tamlamalarda kendini ele verir.

İtalya’nın koronavirüsü salgını sonrası boşalmış so-kaklarında alışverişe giden yaşlı bir adam, kendisineuzatılan mikrofona çaresizliğini şöyle anlatıyordu:“Eğer bu bir savaş olsaydı, elimize silahımızı alır sava-şırdık. Şimdiyse ne yapacağımızı bilmiyoruz.”

Ne yapacağını bilememek… Çünkü Fransa Başba-kanı Macron’un dediği gibi karşıdaki, görünmez birdüşman. İnsanların anlam veremedikleri ve ne yapa-caklarını bilemedikleri bu ân, yamacına sığınılacak biriktidar arayışını koyulaştırıyor. Buna dileyen eşyanıntabiatı, dileyen feleğin tokadı diyebilir.

Foucault da veba ile cüzzamın kurduğu toplumsal-lıktan bahsederken bu çaresizliğe dikkat çeker. İktida-rın disiplinci önlemleri, hiç olmadığı kadar meşru vegereklidir; onlara karşı çıkmanın olanağı kalmamıştır.Salgın hastalık, bir an önce başı ezilmesi gereken birtehdittir ama bu tehdit nerededir? Her bir insan birkorku kaynağına, potansiyel düşmana dönüşmekte-dir. Selam verdiğimiz her bir kişi, ölümün mayasını ta-şıyor olabilir. Ölüm korkusunun hükmettiği bu hâldeherkes, kamusalda hareket edebilmek için önce sağlı-ğını kanıtlamak zorundadır. Toplum giderek hasta ol-mamak üzerine kurulmaktadır; sağlıklı olmak, normal

olmanın yeni tanımıdır, fakat bunormallik sürekli bir tehdit altında-dır. O halde ne yapılmalıdır? Dene-tim, meşruiyeti tartışma konusudahi edilemez bir mecburiyete dö-nüşmüştür. Her bir insan kayıt al-tına alınmalı, detaylı sorulara maruzbırakılmalı, kendini kanıtlamalıdır.Bu yeni hâlde belirsizlik, en büyükdüşmana dönüşmektedir. “Yabancı-

lığın” şüphe ile ilişkisi güçlenmekte, sınırların hem be-lirginliği hem de anlamı yeni boyutlar kazanmaktadır.Yeri gelir, kentler hastalıklı ve sağlıklı semtlerine ayrı-lır; yeri gelir hastalar, haklarında giderek daha dehşetlihikayelerin yayıldığı adalara hapsedilir. Hapsetmek,yalnızca meşru değildir, ayrıca halkın arzusudur; in-sanlar, denetim istemektedir; iktidar, iktidar, daha fazlaiktidar. Keza durum ciddidir ve olağanüstü önlemlerinönünü, arkasını tartışmanın ne yeri ne de zamanıdır.

***Korona günleri, Foucault’nun betimlemelerini hafı-

zanın tozlu raflarından çağırıp duruyor. Ne ki, bugün-leri biyopolitikanın süzgecinden geçirmek isteyenpek çok kişi, coşkulu bir karşı çıkışla yüz yüze kalıyor:“Alınan önlemlerden nasıl şüphe edersin! Bugün da-yanışmanın yeni adı, sosyal mesafelenme! Sokağaçıkma yasağı da halkın bu denli ahmak olduğu gün-lerde bir zorunluluk!”

Virologların toplumsallık hakkında en fazla başvu-rulan kaynaklara dönüşmesi karın ağrılarına sürük-lese de, bilim insanlarının önerileri doğrultusundaalınan önlemleri sorguluyor değilim. Agamben’in ilkmakalesindeki aceleci ve bazı satırlarında komploteorisyenlerini andıran yorumlarına da mesafeli yak-laşmak gerektiğini düşünüyorum. Öte yandan ama,biyo-politikanın uyarılarının yüzgeri edilemeyeceğibir dönemde yaşadığımızı sürekli vurgulamak zorun-dayız. Hastalığın “gerçekliği” ve önlemlerin “kaçınıl-mazlığı”, bu zorunluluğu azaltmıyor, aksine artırıyor.

Agamben’in ikinci makalesinde sorduğu soruönemlidir: “Hayatta kalmaktan başka ahlaki değeri ol-

mayan bir toplum nedir?” Böyle bir toplumu ya da butoplumun bireylerini kuran, bir korunma güdüsü, ihti-yacıdır. Zihni ve davranışı kendisini ve ailesini koru-mak ihtiyacı ile şekil alan bireyler… Bu korunmakonseptinin doğal sonucu, ulusal sınırların daha daanlam kazanması ve “yabancı” olarak kodlananlarakarşı hiç değilse şüpheciliğin yoğunlaşması. Keza sal-gınla mücadelenin ulusallaşması ve sağın virüs hak-kında ürettiği ırkçı söylemin toplumsallıkta önemlikarşılıklar bulması, tehlikenin büyüklüğünü daha gö-rünür hale getiriyor.

Agamben’in bazı hayatların “çıplaklığını” ortayakoyan tezleri ise, Yunanistan’ın Midilli AdasındakiMoria Mülteci Kampında sıkışıp kalanlar, insan hakla-rının daha da ulusallaştığı bu dönemde hiçbir yere sı-ğışamayanlar söz konusu olduğunda daha da anlamkazanıyor. Onlardan söz edildiğinde tüm uluslarınyurttaşları hep bir ağızdan, “Şimdi ‘kendi sorunları-mız’ var, bırakın bu işleri!” diye ünleyip duruyor. Avru-pa’da devletler, “dayanışma” sloganları atıyor amaaynı anda mülteci alımını durdurup insanları susuz vesağlıksız bir yaşama gözler önünde mahkum ediyor-lar. Salgın hastalığın dehşetiyle iki büklüm olan biz,sınıf ve iktidar hakkında bir şey duymak istemesek,kendimizi eve kapatıp her şeyin geçmesini beklesekdahi bu virüs, eşitsizliklerin altını -hem de hiç olma-dığı kadar enternasyonal ölçekte- kalınca çiziyor.

Bugünler, biyo-politik tehditlere karşı toplumsallığı,dayanışmayı savunmanın ve bu savunuyu elden gel-diğince görünür kılmanın hiç olmadığı kadar gerekliolduğu günler. Kapı önüne yaşlılara ve risk altındaolanlara yardım teklif eden bir kağıt parçası asmak,bu süreçten en fazla zarar gören emekçilerin ve mül-tecilerin sesini bir şekilde kamusala taşımak, hastalıkkorkusunun bireycileştiren ve ulusallaştıran karakte-rine direnci her sokakta görünür kılmak, küçük görü-nen önemli müdahaleler. Virüsün adı dahil (“Çinvirüsü”) söylemin bütününü milliyetçileştirme çaba-sına karşı kapitalist vahşetin doğa ve insan sömürüsü-nün sorumluluğuna dikkat çekmek de hiç olmadığıkadar acil bir görev.

Osman OĞUZ

◗ Salgın hastalığın dehşe-tiyle iki büklüm olan biz,sınıf ve iktidar hakkındabir şey duymak isteme-sek, kendimizi eve kapa-tıp her şeyin geçmesinibeklesek dahi bu virüs,eşitsizliklerin altını -hem de hiç ol-madığı kadar enternasyonal öl-çekte- kalınca çiziyor. Bugünler,biyo-politik tehditlere karşı toplum-sallığı, dayanışmayı savunmanın vebu savunuyu elden geldiğince gö-rünür kılmanın hiç olmadığı kadargerekli olduğu günler.

Virüs aramızda,sus ve itaat et!

Page 11: İYAT SANAT VE DÜŞÜN DERGİSİ Politik · yılında domuz gribi salgını içindi. İkincisi, diğerlerin-den farklı olarak eradike edilmiş (dünya genelinde ortadan kaldırılmış)

11

Toplam Vaka Sayısı

Yaşamını Yitirenlerin Sayısı

İyileşen HastaSayısı

27.03.2020 Saat:10:31 itibarıyla

537,809

24,148

124,564

Page 12: İYAT SANAT VE DÜŞÜN DERGİSİ Politik · yılında domuz gribi salgını içindi. İkincisi, diğerlerin-den farklı olarak eradike edilmiş (dünya genelinde ortadan kaldırılmış)

12

Geçenlerde bir arkadaşımın sosyal medyahesabında paylaştığı bir fotoğraf vesileoldu bu yazıya. Merakımı cezbeden bu

fotoğraf, karanfillerle bezenmiş bir elma fotoğra-fıydı. Böyle ifade edince, basit bir görüntüden bah-settiğimi düşünenler olabilir. Oysa gördüğüm tamanlamıyla bir sanat eseriydi. Sonradan öğrendim ki,karanfil tohumlarının kırmızı bir elmaya hiç boşlukkalmayacak şekilde batırılmasıyla oluşturulan busanat eseri, Kürt kültüründe barışın ve aşkın simge-siymiş. Yüzyıllar öncesinden gelen böylesi anlamlıbir kültürel değeri bilmiyor oluşuma hayıflanarakhemen araştırmaya başladım. Arama motorunun‘karanfil bezeli elma’ ile ilgili sunduğu tüm içerikleriokudum. Fakat birkaç temel bilgi dışında asıl merakettiklerime ve tarihsel hikayesine ulaşamadım. Yap-tığım görüşmeler sırasında benim gibi karanfilli el-mayı bilmeyen çok kişi olduğunu fark ettim. Bununiçin taa İsveç’e uzanıp sanatçı Seywan Saedian ilekonuştum.

Seywan Saedian, Kürtçe adıyla “Sêva Mêxekrêj”olarak bilinen karanfil bezeli elma üzerine birçokproje gerçekleştirmiş ve ölmek üzere olan bu kül-türün canlanması için çok uğraşmış bir isim. Şim-dilerde Kuzey Avrupa’da yaşayan sanatçı, oralardahala yeni projeler üretiyor ve ’Sêva Mêxekrêj’inuluslararası bir simgeye dönüşmesi için uğraşıyor.Ve ne yazık ki çoğu zaman destekçi bulamadığıiçin kişisel çabasıyla projelerini devam ettirmeyeçalışıyor.

Nedir bu ‘Sêva Mêxekrêj’ hikayesi?Çok eskilere dayanan bir Kürt geleneğidir. Yazılı

Kürt tarihi çok az ve eksik olduğu için net bir tarihveremiyoruz ama neredeyse 150 yıllık bir geçmiş-ten söz edebiliriz. Kürt folklorunda önemli bir yeriolan karanfilli elma, en genel ifadesiyle barışı veaşkı simgeler.

Eskiden gençlerin birbirlerine aşklarını ilan et-mesi ayıptı, bazı coğrafyalarda hala yasak ve ayıp.Böyle coğrafyalarda karanfilli elma, aşkın dile geti-rilmesine vesile olmuş. Düşünün ki bir kadın bir er-keği seviyor ama asla söyleyemiyor. Ona karanfillielma göndererek sevgisinden haberdar ediyor.

İkinci bir manası da barışı simgelemesidir. Birbir-lerine küs kişiler, karanfilli elma hediye ederek barışisteklerini dile getirmiş olurlar.

Karanfilli elma, Kürt sözlü edebiyatında çokçakullanılmış anlamlı bir temadır. Birçok stranda(dengbêjlerin uzun hava makamında söylediğişarkı veya ağıtlardır ki bunlar gerçek yaşanmış hika-yelerden derlenir) ve Kürt masallarında bu elmadanbahsediliyor. Biz karanfil bezeli elmayı hep duyardık

ama hiç üzerine konuşmadık; nedir, nasıl yapılır bil-miyorduk. İlk defa 1999 yılında annem bana hediyeolarak verdiğinde gördüm. Annemle tartışmıştık veben ona küsmüştüm. O da barışma nişanesi olarakbana karanfilli elmayı verdi. Gördüğümde çok şaşır-mış, “nasıl ilginç bir şey bu böyle” diye düşünmüş-tüm. Uzun süre etkisinde kaldım. Aradan birkaç yılgeçtikten sonra manasının peşine düştüm. Araştır-dıkça çok değerli şeyler öğrendim. Bu kadar değerlibir gelenek maalesef çok az insan tarafından bilini-yordu, ölmek üzereydi. Bunun üzerine yeniden can-lanması için bir şeyler yapmaya karar verdim.

Evet, bu geleneğin tekrar canlan-ması ve yaygınlaşması için çeşitli pro-jeleriniz oldu. Biraz bahsedebilirmisiniz?

Projenin adı “Sêva Mêxekrêj (Karanfil BezeliElma). Bu adı ben koydum ve Güney Kürdistan’daSêva Mêxekrêj’in patentini aldım. İsveç’te de patentiçin başvurdum ve sürecin tamamlanmasını bekli-yorum.

Sêva Mêxekrêj Projesi için neredeyse 15 yıl ça-lıştım. Öncelikli amacım ölmek üzere olan bu ge-leneği yeniden canlandırmak ve yaygınlaşmasınısağlamaktı. Bu doğrultuda çeşitli etkinlikler dü-zenledik. İlk kez 2005 yılında Silêmanî’de başla-dım. Daha sonra 20’ye yakın kentte düzenlemeyedevam ettim. Ardından İran, Türkiye, Belçika, Al-manya ve İsveç gibi bazı ülkelerde etkinlikler dü-zenledim. Özellikle genç kadın ve erkeklerinkatılmasını sağladım. Etkinlik boyunca gençlerkaranfilli elma yapmayı öğrenerek, yaptıklarınısevdiklerine hediye ettiler. Etkinlikler sayesindekaranfilli elma geleneği daha çok kişi tarafındanbilinir oldu. Ayrıca değerli sanatçı ve yazarlarında katılımıyla, nitelikli bir sosyal etkinlik ortamıda oluşturuldu. Keyifli sohbetler eşliğinde ger-çekleşen bu etkinlikler gittikçe yaygınlaştı vemedyada yer bulmaya başladı. Dünyaca kutlanan“Sevgililer Günü”nün Kürtler arasında “KaranfilliElma Günü olarak kutlanmasını düşündük. Kabulgördü ve her yıl kutlanarak daha çok kişiye ulaşı-yor, yaygınlaşıyor.

Peki bu proje ile ne amaçlamıştınız?Amacınıza ulaştığınızı düşünüyor mu-sunuz?

Projenin üç amacı vardı:1- Ölmek üzere olan bu geleneğin canlandırıl-

ması,2- Bu kültürel simgenin milli bir değere dönüş-

mesi,3- Barışı ve aşkı temsilen uluslararası bir değere

dönüşmesi.

Barışın ve aşkın simgesi◗ Annem barışma nişanesi olarak bana karanfilli elma vermişti. Gördü-ğümde çok şaşırmıştım, uzun süre etkisinde kaldım. Manasının peşinedüştükçe çok değerli şeyler öğrendim. Ölmek üzere olan geleneğin yeni-den canlanması için bir şeyler yapmaya karar verdim.

Karanfil bezeli elma üzerine bu kadar konuş-tuktan sonra, kendi ellerimle denemeye giriş-"m. Oldukça sabırsızlanıyordum.

Gerekli olan malzemeleri (sadece elma ve ka-ranfil) temin e#kten sonra, röportaj sırasındaedindiğim püf noktaları dikkate alarak başladımkırmızı bir elmaya barış ve aşkı ilmek ilmek do-kumaya.

Karanfilleri elmaya ba%rmadan önce, karanfiltohumlarının üzerindeki yuvarlak (tomurcuk)kısımlarını %rnaklarımla eşeledim. Fakat bu iş-lemi yaparken karanfilin taç kısımlarına zararvermemeniz gerekiyor. Bu yuvarlak kısımlarınalınması önemli, yoksa görüntü çok este"k gö-rünmüyor. İlk on dakika her ba%rdığım karanfile, uzun

uzun bakıp inceledim; olmuş mu, iyi gidiyormu, sık dokuyor muyum diye. Bak%m bu şe-kilde çok oyalanıyorum, sanat eserimle aramamesafe koyarak hızlanmaya çalış%m. Fakat nemümkün!. Karanfiller bi kenarda birik"kçe hay-ranlığım da ar%yor ve elmanın yarısını tamam-ladığımda 100 kadar fotoğraf çekmiş olarakbuluyorum kendimi. Normalde 2-3 saa'e bit-mesi gereken elmayı tamamlayamadım, ertesigüne kaldı. Siz sakın böyle yapmayın, çünküelma aldığı darbelerle, dokunuşlarınızla iyiceyumuşuyor bu da karanfilli elmanızın yüz yılmuhafaza edilebilirken daha erken çürümesinesebep oluyor. Ha bir de karanfilleri elmaya, hiçboşluk kalmayacak şekilde sık bezemeniz gere-kiyor. Aksi halde erken bozulur. Bu önemlidetay da bezeme işleminin daha geç bitmesidemek oluyor. Parmaklarınız çok acıyor ve niha-yet bi"rdiğinizde parmaklar soyulmuş oluyor.Tüm bu zahmete rağmen, günün sonunda eli-nize aldığınız şey tam bir sanat eseri oluyor.Parmaklarınızın acısı da yorgunluğunuz da uçupgidiyor. Geriye bu değerli hediyeyi kime verece-ğiniz ve ne sebeple vereceğiniz kısmı kalıyor.

Ben aşkı temsilen yap%m ve abar%sız diyebi-lirim ki bu yaşıma kadar böylesi anlam yüklü birhobi edinmedim, sanat icra etmedim. Son za-manlarda çok az şey için böyle heyecan duymu-şumdur. Aynı heyecanı ve maneviya%hissetmeniz umuduyla...

Sêva Mêxekrêj yapımı

Yeşim ÖZDEMİR▼

Page 13: İYAT SANAT VE DÜŞÜN DERGİSİ Politik · yılında domuz gribi salgını içindi. İkincisi, diğerlerin-den farklı olarak eradike edilmiş (dünya genelinde ortadan kaldırılmış)

Bu üç amacın tamamen gerçekleştiğini söyleye-mem ama ciddi bir yol katedildi. Uluslararası bir de-ğere dönüşmesi adına İsveç’te çalışmalara başladık.Duyan, gören herkesin ilgisi büyük.

Yaşadığımız topraklara ait böylesi de-ğerli bir kültürel simgeyi bugüne kadarbilmiyor oluşuma hem çok şaşırdımhem de utandım. Neden kültürel değer-lerimizi yeterince bilmiyoruz ve nesil-lere aktaramıyoruz?

Bunun birkaç sebebi var. Çeşitli siyasi ve toplumsalsorunlar... Bir kesimin kimliğini, kültürünü yok sayma.Ama asıl önemli kısmı medyanın üzerine düşeni yap-mamasıdır. Kültür ve sanatla ilgili içeriklere medyadayeterince yer verilmiyor. Bazen sanata dair bazı prog-ramlar yayımlansa da bunların çoğu süreyi doldur-mak için yapılmış niteliksiz programlar oluyor.

Türkiye’de yaşadığım yıllarda birçok il, ilçe ve köy-lerde sergiler düzenledim. Hiçbirine Türk medyasın-dan kimse gelmedi. Çok üzülerek belirtmeliyim ki,toplumca sanata değer vermiyoruz. Sermayedarlar dadevlet de sanata değer vermediği için destek de ver-miyor. Tüm Ortadoğu toplumu olarak böyleyiz; sanat-çının ancak öldükten sonra değeri anlaşılıyor.Sanatına, eserlerine ancak öldükten sonra kıymet ve-riliyor. Sanatçı yaşarken hep mağdur ediliyor. Budurum aksi yönde değişmedikçe, bu topraklarda kül-tür-sanat alanında ilerleme kaydetmek çok zor.

Bu konulara değinmişken, projeyi ha-yata geçirirken yaşadığınız zorluklardanda biraz bahseder misiniz?

Sanata olan desteğin yetersizliği her sanatçı gibibeni de çok zor durumlara düşürdü. Fakat yıldırmadı;kendi çabalarımla projeyi bugüne kadar yürüttüm,önemli bir yol da kat ettik. Bugün Sêva Mêxekrêj ulus-lararası bir marka oldu. Avrupa’nın birçok kentinde

kayda değer etkinliklerimiz oldu. Daha çokkişiye ulaşmak için geniş ölçekli çalışmaları-mız devam ediyor.

Bunlar sevindirici gelişmeler. Öte yandanemek hırsızlığı yapılıyor, ki bu beni çok rahatsızeden bir durum. Yıllardır bu projeyle ilgileniyorum,etkinlikler düzenliyorum. Etkinlikleri daha önceki yıl-larda beraber düzenlediğimiz bazı kişi ve gruplar,bugün aynı etkinlikleri kendilerinin projesiymiş gibiyürütüyor. Üstelik aynı isimle. Halbuki bu çalışmanınpatenti bende fakat benim adım dahi geçmiyor. Res-men emek hırsızlığı yaptıkları. Hukuki olarak haktalep edebilirim ama bunca yoğunluğum arasındaenerjimi böyle şeylere kanalize etmek istemiyorum.Fakat devamı gelirse, ben de hukuki tedbirlerimi ala-cağımı bu röportaj vesilesiyle belirtmiş olmak isterim.

Teknolojinin hızlı ilerlemesiyle her şeyin mekanik-leştiği dijital dünyamıza, asırlardan fırlatılmış bir cev-her gibi bu elma. İlişkilerimiz de dijitalleşti... İnsanıninsana temasını arttıran sosyal ortamlar çoğalsa dabu kuşak, her türlü ikili ilişkisini, aşklarını dijital plat-formlarda yaşıyor. Bu bakımdan düşününce geçmiş-ten gelerek dijital ilişki çağımıza tesadüfen düşmüşgibi duran bu cevheri nereye koysak “uyumsuz” kala-cak gibi...

Evet bu doğru. Böyle bir çağdayız ve en yakın çev-remizle bile dijital bir iletişim söz konusu. Fakat asırlaröncesinden gelen bu eşsiz değer, bu dijital hız çağınaayrı bir renk katacak ve bana sorarsanız, biricikliği onuher çağda değerli kılacaktır. Avrupa’da, Ortadoğu’dakaranfilli elmayı ilk defa görenlerden aldığımız güzeltepkiler bana böyle düşündürüyor. Gören herkes şaş-kınlık ve hayranlıkla inceliyor. Bir de bu elmanın öyle-sine ilginç bir özelliği var ki, asırlar öncesinden geldiğigibi asırlarca da saklanabiliyor. Karanfiller elmaya hiç-bir boşluk kalmayacak şekilde çok sık işlenirse, elmabozulmadan yüz yıl muhafaza edilebiliyor. Boşlukolursa kesinlikle bozulur. Hatta uzun süre saklanabil-diği için eskiden kadınlar, güzel koku yaysın diye san-dıklarına koyarlarmış.

Çok eskilere dayanan bu geleneği can-landırma çabanız, kültürel bir aktarımolması bakımından da çok değerli.

Her zaman şöyle düşünürüm. Dünyada egemen

siyasi sistemlerin hepsi toplum içinde nefreti aşılı-yor. Halklar arasında nefreti körüklüyorlar. ÖrneğinFars Arap’ı sevmiyor, Arap Türk’ü sevmiyor TürkKürt’ü sevmiyor. Halbuki halkların birbiriyle bir so-runu yok. Bu cahil siyasi sistemler yüzünden, üret-tikleri bu nefret dili yüzünden sevmiyor. O halkısevmeyince, o halkın kültürünü de, gelenek göre-neğini de sevmiyor, ötekileştiriyor. Böyle olunca danesilden nesile aktarım ya da uluslararası kültür et-kileşimi sekteye uğruyor.

Nefretin aşılandığı günümüzde sevgiyi yenidencanlandıracak şeylere ihtiyacımız var. Umarım barışınve sevginin simgesi olan bu karanfilli elma da ihtiya-cımız olan sevgiyi canlandırmaya bir vesile olur.

Çocukluğunuzda, büyükleriniz tarafın-dan karanfilli elma ile alakalı birçok hi-kaye anlatılmıştır. Aklınıza gelen birinipaylaşır mısınız?

Evet birçok hikaye ve stran duydum. İlk aklımagelen Soranî bir hikayeyi anlatayım: Birlikte yaşa-yan bir baba-kız varmış. Toprakları çok fazlaymış.Öyle ki çalışırken çok yorulurlarmış. İşleri çok zah-metli olunca onlara gençler yardıma gelirmiş. Birgün dört genç gelmiş. Gençler çok çalışkanmışama yapılacak işler çok fazla, işlerin de bir an öncebitmesi gerekiyormuş. Kız, gençlerin işleri çabuk bi-tirmesi için bir plan yapmış. Gençlerin her birineayrı zamanlarda, gizlice aşkı temsil niyetine karan-filli elma vermiş. Böylece hiçbiri diğerinde de ka-ranfilli elma olduğunu bilmemiş. Gençler kendiaralarında konuşurken birbirlerine soruyorlarmış“acaba bu kız hangimizi seviyor?” diye. Ve arala-rında şöyle bir şarkı söylüyorlarmış: Kimin cebindekaranfilli elma varsa kız onu seviyor.

Aslında hepsinin cebinde var ama bunu kimse birdiğerine söylemek istemiyor.

13

Rojhilatlı sanatçı Saedian, yirmi yıl önce yaşadığıMahabad’dan ayrılıp, bir müddet Hewlêr’de,

dört yıl da Amed’de yaşadı. Şimdi ise İsveç’te yaşıyor.En ağır basan sanatsal uğraşı heykel olsa da aslındabundan çok daha fazlası. Sana%n neredeyse her ala-nında ak&f olan Saedian’ın sinema, &yatro, edebiyat,fotoğrafçılık ve resim alanında çalışmaları oldu.400’ün üzerinde kitabın kapağını tasarlayan sanatçı,çeşitli logo-afiş tasarımları yapıyor. Çocuk hikayeleriyazdığı “Kirpi” kitabı birkaç dile çevrildi. Kitaptaki hi-kayelerden bazıları, İsveç’te &yatroya uyarlanıyor.

Son yıllarda yoğun olarak heykel%raş ve sinemaalanında çalışan Saedian, İstanbul, İzmir, Amed, Van,Batman ve Mardin illerinde sergiler düzenledi. Mar-din Arkeoloji Müzesi’nin sponsorluğunda, Mardin’inon köyünde düzenlediği sergiler sırasında çekilen gö-rüntülerle 2016 yılında çekimlerine başlanılan “Birrüzgâr benim heykellerimin rüyasını çaldı” adlı filmiçek&. Filmin çekimlerine 2016 yılında başlandı. Şim-dilerde tamamlanan film İsveç’te birkaç özel salondagösterildi. Sanatçı, bu film ile Berlin Kürt Film Fes&-vali ve Londra Kürt Film Fes&vali’ne başvurdu.

Seywan Saedian kimdir?

◗ Nefretin aşılandığı günümüzde sevgiyi yeniden canlandıracak şey-lere ihtiyacımız var. Umarım barışın ve sevginin simgesi olan bu ka-ranfilli elma da ihtiyacımız olan sevgiyi canlandırmaya bir vesile olur.

◗ Sêva Mêxekrêj çok eskilere dayanan bir Kürt geleneğidir. Neredeyse 150 yıllık birgeçmişten söz edebiliriz. Kürt folklorunda önemli bir yeri olan karanfilli elma ba-rışı ve aşkı simgeler. Birçok stranda ve Kürt masalında bu elmadan bahsedilir.

Page 14: İYAT SANAT VE DÜŞÜN DERGİSİ Politik · yılında domuz gribi salgını içindi. İkincisi, diğerlerin-den farklı olarak eradike edilmiş (dünya genelinde ortadan kaldırılmış)

14

Dağların baharı

Kutsal yaşam, özgür, eşit yaşam bu coğrafyala-rın derin vadilerinin su kenarlarında başlatıl-mıştı bir zamanlar. Ve o zamandan bu yana

insanların yüreğinde Aden cennet denilen o tarifi im-kansız yumru oturup kalmıştı özlemle. İşte bu coğraf-yalar bugün cehenneme çevrilmek isteniyor inatla.Ancak bunların önünde tek engel, yüreklerindeki oyumruyu büyüterek, örgütleyerek, yaşamsallaştır-maya çalışan gerilla ve onun mücadelesi. Evet müca-delemiz sürüyor, mitolojik bir biçimde… Ve ateşibizlere veren, ışığı beynimize ve kalbimize dolduranPrometheusumuz halen İmralı kayalıklarında çivili.Ülkemiz bir bütün işgal altında. Zulüm karargahlarıhalen iş başında. Zalim Dehaklar her gün gençlerimi-zin beyinlerini yemeye devam ediyor. Ve tarih Ka-wa’nın son çekicinin Dehak’ın beynine inişinibekliyor. Yaşadığımız süreç bu aslında. Mitoloji vegerçeklik. Aynı anda yaşanıyor bu dağlarda. Bu dağ-larda yüreğimiz ve beynimizi sağlam tutmaya çalışa-rak yaşıyoruz. Bazen ölümle yarenlik ediyor, bazen deyaşam gemisine sıkıca tutunarak sürdürüyoruz yol-culuğumuzu. Ama kalbimizdeki bize yol gösterenkutsal güneşimiz her daim parıldıyor. Her şafaktaönümüzü aydınlatıp yolumuza yol katıyor. Her şeyi-mize el konulmuş olabilir fakat yolumuz olduğuyerde duruyor. Ve biz yolun umut yolcuları düşme-den, verdiğimiz söze ihanet etmeden devam ediyo-ruz. Patikaların tozunda yaşlanıyoruz gün be gün.

Kürdistan’da bahar çok güzeldir. Her yerindebaşka bir güzellikte yaşanır. Bazı yerlerde marttagelir, bazı yerlerde nisanda bazı yerlerde de mayısta.Hatta çok yükseklerinde haziran ayında yeni yeni çi-çekler, otlar çıkar.

Bahar Kürdistan’da güneyden başlayarak kuzeyedoğru yayılır. Önce vadilerin derinliklerinde, ovalardaçiçekler açar, yeşillenir, daha sonraysa yüksekleredoğru yayar kendini yeşil örtü. Dedim ya Kürdistan’dabahar güzeldir, cennet güzelliğindedir. Her taraf renkcümbüşüne dönüşür çiçeklerden. Envai çeşit otlar, bö-cekler ve kuşlar kaplar ortalığı. Ruh gelir sanki bede-nine doğanın. Sular çılgınca akmaya başlar. Eriyen

karların oluşturduğu dereler coşkunca akar durur.Bahar çeşmeleri yamaçlarda patlar, bembeyaz köpük-leriyle akar, derelere karışır. Bahar hercümercdir amadüzenli bir hercümerc.

Öyle zor ki Kürdistan’da baharı anlatmak. Kürdis-tan’da gerilla baharlaşmasını anlatmak. Yüreklerin ba-harlaşması öyle muhteşem ki. Yeni umutlar, sevdalarve sevgilerle tazelemek yüreğini. Çiçekler serpmeknice anılarına, sonsuzluğa uğurladıklarına, yüreğininenginliklerine sığdıramadıklarına, özlemlerine, hasret-liklerine. Bu baharı görmeden giden canlarımız için deyaşayabilmek ve duyumsayabilmek Kürdistan baha-rını. Onların özlemleri, umutları, sevdaları ve sevgileriiçin de yaşayabilmek hem de daha bir sıkıca tutunarakanlamlı, derinliğine yaşayabilmek.

Doğadaki en küçük bir zerrenin, en küçük bir güzel-liğin bile farkına vararak, hissederek yaşayabilmek…Şarkı gibi yaşayabilmek, bahar gibi yaşayabilmek Kür-distan dağlarında, enginliklerinde bir bayrak gibi dal-galanmak serin rüzgarlarla. Derin bir nefes çekebilmekyeni açmış güzelim nergizden, dizlerini kırıp yüzünüçeşmeye batırarak buz gibi suyundan içmek, gökyü-zünden süzülerek avına saldıran şahini seyretmek,gözlerine dayayarak dürbününü kayalıklarda sekeseke otlayan pezkuvileri (dağ keçileri) seyre dalmak. Yada uzun bir gerilla yürüyüşünden sonra vardığın çıp-lak, yeşil yüksek bir boğazda silahın kucağında sırtınıdayayıp çantana birkaç dakikalık düşlere dalmak. Oboğazın enginliklerinden bir kuş olup süzülebilmekvadilere, ovalara, nehirlere. Kürdistan dağlarında yaşa-mak güzel bir hayale, rüyaya dalmak gibidir. Bitmesiniistemezsin. Sıkıca tutunursun ondan dolayı.

Bazıları normal, sıradan ve hep bir tekrardan ibaretgörür bu yaşananları. Ama anlam veremeyen, küçükyaşayan ve hisseden yürekler değerini bilemez tabii kibu anların, güzelliklerin. Herhalde önce yürek ve beyinkapılarının açılması ve temizliğinin yapılması gereki-yor. Gerçekten bu dağlarda yaşamı derinlikli anlamlan-dırmadan varolmak, özgürlüğü yaratmak, tutunmakbüyük hayallerle dolu yarınlara mümkün görünmüyor.Omuzumuzdaki silahımıza da ancak o zaman daha sıkısarılabiliriz.

Ya da elimizdeki kalemimize, dilimizdeki sözümüze.Nerede olursak olalım herhalde anlam derinliğini ya-kalamadan doğru bir yaşam olamaz.

Böbreklerimiz ve romatizmalarımız yeniden sancı-maya başladı. Ama bahar her şeyin devası olacak. Ru-humuzun da, fiziğimizin de dermanı olacak sadecebahar. “Dağlarına bahar gelmiş memleketimin” diyebaşlayan Ahmed Arif şiiri yaşanır burada. Dağlarabahar bir başka gelir çünkü. Bulaşıcı bir hastalık gibiyayılır arsızca, hiç kimse önünü olamaz. Bir gün bir ya-maçta, bir gün diğer yamaçta. İnsanı ısıtan bir yeşillikkaplar ortalığı. Vadiler yeşil, daha yüksekler siyah vekahverengi, sırtlar ve tepeler ise bembeyaz bir örtü.

Ağaçların tomurcuklarının gün be gün büyümesini,doğanın vadilerden başlayarak zirvelere doğru yeşil-lenmesini, rengarenk kelebek ve kuşların havadabüyük bir telaşla uçuşmasını, kaynak sularının yerdenfışkırırcasına çıkışını ve daha nice şeyi değişimi içindehissederek izlemek muhteşem bir duygu. Bahar her nekadar tüm güzelliğini sergilese de bu sene bizim açı-mızdan zor geçecek gibi görünüyor. Belki de birçokduyguyu yaşamaya, durup ardımıza yaşananları dü-şünmeye fırsatımız bile olmayacak. Savaş tüm çıplaklı-ğıyla ve acımasızlığıyla karşımızda. Düşman dişlerinibilemiş bir aç kurt gibi ama biz de kurbanlık koyun de-ğiliz tabii.

Tüm saldırılarına rağmen irademiz halen yerli ye-rinde sapa sağlam. Çok acı çekeceğimiz bir gerçek. Bir-çoğumuz için belki de bu son bahar olacak. Amaölümü onu düşünmeden, ona koşmadan yerinde vezamanında karşılamak da güzel. Gerçi tüm ölümler za-mansızdır. Hep kendisiyle yarım kalmış bir şeyler götü-rür. Ama olsun. Mücadele ede ede, savaşa savaşa, dizçökmeden büyük bir mutlulukla ölümün üzerine yü-rümek de yaşamla eşdeğer.

“Belki hiçbir şey yolunda gitmedi, ama hiçbir şeybeni yolumdan edemedi” diyor Che. Güzel bir söz.İçinde bizim için de bazı şeyler barındırıyor.

Ne diyordu güneşimiz? ‘Umut zaferden daha değer-lidir’. Evet umudumuzu kaybetmedik, kaybetmeyece-ğiz de. Zalimler bizim umutlarımızı kırmaya çalışsa dahayallerimizi elimizden almaya çalışsa da bizi çaresiz-liğe mahkum etmeye çalışsa da bizim hayallerimiz,umutlarımız ve çarelerimiz o kadar çok ve büyük ki za-ferimiz de o kadar görkemli ve heybetli olacak.

Ülkemizin baharları, kuşların cıvıltısı, suların akışı,açan her çiçeğin rengi, parıltısı ve kokusuyla yürürken,o görkemli zaferi örüyoruz yüreğimizde.

Doğadaki en küçük bir zerrenin, en küçük bir güzelliğin bile farkına vararak,hissederek yaşayabilmek… Derin bir nefes çekebilmek yeni açmış nergizden, dizlerini kırıp buz gibi

suyundan içmek, gökyüzünden süzülerek avına saldıran şahini veya kayalıklarda seke sekeotlayan pezkuvileri seyre dalmak…

Dağların baharı

Edip DERSİM▼

Page 15: İYAT SANAT VE DÜŞÜN DERGİSİ Politik · yılında domuz gribi salgını içindi. İkincisi, diğerlerin-den farklı olarak eradike edilmiş (dünya genelinde ortadan kaldırılmış)

Kıştan bahara geçiş zamanları ve fakat havahala bedenimizi titretiyor. İhtişamlı Kandil dağ-larına kuru bir ayaz hakim. Eteklerine baharın

ilk çiçekleri serpilmeye başlasa da doruklarında yer yerfırtına dolanıyor.

Küçük bir gerilla biriminin konumlandığı tepeye ula-şana kadar nefes nefese kalıyoruz. Artık saatin kaç ol-duğunu, ne kadar yolumuz kaldığını sormuyorum. Ziraher sorduğumda, “az kaldı” diyor önümde yürüyen ge-rilla. Onun sık sık “aha vardık, birazdan ulacağız” yanıt-larına maruz kalırken, birden yolun ortasınabırakıveriyorum kendimi. Sırtımı çantama dayıyor veuçsuz bucaksız gerilla alanlarını seyre dalıyorum. Negüzel, bugün rüzgar yok ve en önemlisi de keşif uçak-ları yok. Havanın soğuk olması ise hiç umurumda değil.Ellerimin üşüyor olmasını inkar edecek değilim. Amakarşımdaki manzara öyle güzel ki, unutturuyor banaayazı, içim ısınıyor bu güzellikle.

Sevgili okur, bana eşlik eder misin bu yolculu-ğumda? Fakat, önce iyi hazırlanmalısın. Yanına mutlakabir kefiye almalı, küçük bir çantayı da sırtına takmayıunutmamalısın. O çantanın içinde muhakkak iki çorap,bir fotoğraf makinesi bir de kalem-defter olmalı. Söyle-meyi unutuyordum az kalsın, bir kaç küçük şekeri deçantaya eklemeyi ihmal etmemelisin. Bu sert soğuk-larda yürümek tedbir gerektirir, şeker sana enerji verir.

Neyse, “yok gücüm yetmiyor, yok tecrübesizim, yokgece görmüyorum, yok yaşlıyım” demeyeceksin sev-gili okur. Tabana kuvvet yol alacaksın, çünkü seni dira-yetli kılacak o kadar güzellik var ki bu dağlarda veseni gezdireceğimiz o kadar muhteşem vadiler, zirve-ler, ırmaklar…

Hazır mısın? “Tamam” dediğini duyar gibiyim. Bak,Fatma Ana geldi bile. Hemen ardımda yürüyor şimdi.En hızlı o hazırlandı. Bir gerilla annesi Fatma Ana.O’nun yoldaşlarına, O’nun gezdiği dağlara bir an öncekavuşmanın özlemiyle en hızlı o hazırlanmış. Yüreği pırpır, yüreği yangın yeri, yüreği hasret deryası. Nasıl daheyecanlı ve bir o kadar şaşkın.

Kızı nerede, hangi dağın sinesinde, yaşıyor mu yoksasıcak koynunda mı toprağın? Bilmiyoruz hiçbirimiz.Fatma Ana hiç bahsetmiyor bunlardan. Sadece “Hergerilla benim çocuğum” diyor. Sanki ömrü asılı kalmışbu cümlede. Her adım atışında bu cümleyi fısıldıyorkadim bir ah eşliğinde…

Sizler de yürüyorsunuz değil mi, yolculuğumuzungerisinde kalan yok sanırım, ya da grubumuzdankopan. Öncelikle yolculuğumuza yol kontrolünü yapangerillalara selam vererek devam edelim. Ha bu arada,unuttum söylemeyi. Yanımıza aldığımız suyu kimseizinsiz içmeyecek, herkes hemen ardındakinden so-rumlu olacak. Sakin ve derinden soluklanarak adımlı-

yoruz yolumuzu. Hava tertemiz, huzur etrafı-

mızda dolanıyor. Gerilla yaşa-mının o güzel dokusuna oinsanı mest eden kekik ko-kusu karışmış. Bu arada, yolu-muzun soluna düşen gerillatimini tüm içtenliğimizle selam-lamayı unutmayalım. Selam bu-rada herşeydir, samimiyet birçokşeyin ötesinde yüce bir erdemdir. Kir-lenmiş şehirlerin en fazla unuttuğu amagerillaların dağ doruklarında en fazla yaşat-tığı hislerdir bunlar; sevgi, samimiyet, temizinden birselam baş göz üstünedir.

Omuzuna atmış kefiyesini Fatma Ana, kendini tuta-mamış ve en öne geçmiş. Patlamaya hazır tomurcukla-rıyla bol ağaçlı bir dağı ardımızda bırakıyoruz. BuFatma Ana nasıl da zeyrek çıktı! Yaşlı dizlerini umursa-mıyor, pes etmeden yürüyor. Bir vuslat durunca insanınmenzilinde, işte böyle tıpkı Fatma Ana gibi dirayetlioluyor insan.

Şimdi ne mi görüyoruz? Her zamanki gibi aşılan birdağın hemen ardında başka bir dağ. Bu arada yoladüşen çalılara dikkat etmelisin, takılıp düşmeyesin.Bahar arefesi dedim ya, dağları ve vadileri kuş sesleridolduruyor. Şuraya bak, daldan dala koşturarak birbiriile oynaşan sincapları gördün değil mi? İnsanın içinineşe ile dolduruyor ve baharın gelişini muştuluyorlar.

Yolumuzun sol tarafı boylu boyunca kurumuş bö-ğürtlenler uzanıyor. Bir gün olur da ‘Böğürtlen Za-manı’ında geçersek buradan doyasıya yiyelimbunlardan, olur mu?

Hadi, yola devam. Fatma Ana, duruyor, her iki eli belinde derinden bir

of çekiyor. Öyle bir of ki Kürtlerin bütün acılarını bir ne-feste atmış gibi duruyor. Gözleri gururla bakıyor FatmaAna’nın. Kimdir bu kadın, neler yaşamış, feleğin kaçıncıçemberinden kaç kez geçmiş, onu buraya ne getirmiş?Merak ediyor herkes. Fatma Ana tıpkı karşımızdaki dağgibi yerine oturdu. Biz de bu dağ yamacında dağ gibiolan Fatma Ana’nın yanına çömeldik. Çömeldik dedimama kurallarımızı gevşetmeyelim, çantalar sırtlarımızdakalacak. Yoksa terimiz hemen soğur, daha fazla üşür vehasta düşeriz. Çanta sırtımızı sıcak tutacağı gibi, yasla-nacağımız bir dayanak olacak.

Fatma Ana başlıyor hikayesini anlatmaya: “Ben hiçgörmediğim biriyle zorla evlendirildim. Bizim zamanı-mızda gerilla yoktu. Allah var, eğer olsaydı hiç evlenirmiydim? O zamanlar Abdullah Öcalan yoktu. Galiba enbüyük şansızlığım burada başlıyor.

On üç yaşında evlendirildim. Evlendiğim güne kadarda eşimi görmedim, hatta evlendikten beş gün sonragördüm desem daha doğru olur. Kendisi çobandı, o dabenim yaşlarımdaydı. Ufak tefek biriydi. Eşimle beraber

büyüdük. Sevgidir, aşktır;o zamanlar yoktu. Ev-lendik, oldu bitti. Çocu-ğum olmuyordu.Köydekiler bana kısırdiyorlardı. Eşim ikinci

kez evlenmedi. Benzorladım. Anası, babası

zorladı ama o inat etti birdaha evlenmem dedi.

Neyse, gel zaman git zaman10 yıl sonra birden hamile kal-

dım. Çiya adında dünyalar güzeli birkızım oldu. Onu tıpkı bu dağa benzeyen bir

yerde doğurdum, bu nedenle adını Çiya koydum. Çiyabüyüyünce aynen babası gibi yaz tatillerinde çobanlıkyapıyordu. Ne ben ne de babası istemezdik çobanlıkyapmasını. Çok sorumlu bir çocuktu. ‘Dağda doğdum,bunun bir anlamı var’ derdi. Dağları çok severdi. Okudukızım, çok da başarılıydı. Ama okulunu bitirmeden ge-rillaya katıldı. Allah var, onun PKK’ye katılmasını hiç is-temedim. Ben ve babası peşine düştük, o dağdan odağa gittik geldik. Bir gün arkadaşlar onu görmem içinçağırdılar. Gittim gördüm, çok değişmişti. O kadar hey-betli görünüyordu ki, şaşırmıştım. ‘Gel eve gidelim’dedim, hatta komutanlara ‘tek kızımdır, verin bana’dedim. Onlar da ‘kızın eğer istiyorsa şimdi götür’ dedi-ler. Ne yaptıysam gelmedi. En son bir şey söyledi bana,donup kaldım. Ondan sonra da ona hiç ‘gel’ demedim.Hatta ‘sen buralarda özgürlüğü yakalamışsan benimde özgürlüğüm sensin, senin dolaştığın dağlardır’dedim. Ondan sonra birçok kez geldim dağlara. Gele-ceğim de, taa ki son nefesimi verene kadar. ÇünküÇiyam bu dağlarda 2000 yılında şehit düştü.

Fatma Ana bakışlarını tek tek üzerimizde gezdirdi.Sustu, bir şey demedi. Kefiyesini düzeltti sonra, dudağı-nın kıyısına bir tebessüm yerleştirdi ve “Haydi, yoladevam” dedi sessizliği bozarak.

Fatma Ana’nın hikayesi hepimizi etkilemişti. Ana yü-rüyor bizler de hemen arkasında onun hikayesini zihni-mize dolandırarak yol alıyorduk. İşte sonundazirvedeyiz! Gördün mü sevgili okur, Fatma Ana nasıl daderin bir sevgiyle sarılıyor gerillalara, kendi evladı gibi,Çiyası gibi…

Hadi çay içmeye. Şimdi biraz dinlenin ki başka hika-yeleri dinlemeye gidelim.

Zîn KOÇER▼

Sevgili okur, banaeşlik eder misin bu yolculu-

ğumda? Fakat, önce iyi hazırlan-malısın. Yanına mutlaka bir kefiyealmalı, küçük bir çantayı da sırtınatakmayı unutmamalısın. O çanta-

nın içinde muhakkak iki çorap,bir fotoğraf makinesi bir de

kalem-defter olmalı.

Sevgili okur, bizimle yürümez misin?

15

Page 16: İYAT SANAT VE DÜŞÜN DERGİSİ Politik · yılında domuz gribi salgını içindi. İkincisi, diğerlerin-den farklı olarak eradike edilmiş (dünya genelinde ortadan kaldırılmış)

(...)Ajê

Xwîna minLi bin lingê te birije ku

Derewa nakimLewre ez xakimXakek pir pîr

Tu jî aj îAjek çeleng û jîr

Ji bîr nekeGazinca min ne henek e

û daxwaza dilê min ê çar parçeBes miftehek e

Ew jî, ji bo minHem çek e, hem wêrek e

Lê di destê tirsa tarî de yeû der û dora wê tije moz û kêz in

Heke tu mifteha mezin neynîçi ez dibim mem, çi jî tu dibî zîn.

Îlhamî OZER

Foto: MA/AMED