47
153 Dergisi Hediyesi... TEMMUZ 2013 Fiyatı: 8 AYLIK İLİM KÜLTÜR VE EDEBİYAT DERGİSİ Takvayı Kuşandıran İbadet: Oruç 46 24 Somuncu Baba Külliyesi Açılışı

153 - somuncubaba.net › pdf › 0153 › ... · Online sipariş ve satış I NASİHAT YAYINLARI DÎVÂN-I HULÛSÎ-İ DÂRENDEVÎ 4. BASKI ES-SEYYİD OSMAN HULÛSİ EFENDİ’NİN

  • Upload
    others

  • View
    14

  • Download
    0

Embed Size (px)

Citation preview

Page 1: 153 - somuncubaba.net › pdf › 0153 › ... · Online sipariş ve satış I NASİHAT YAYINLARI DÎVÂN-I HULÛSÎ-İ DÂRENDEVÎ 4. BASKI ES-SEYYİD OSMAN HULÛSİ EFENDİ’NİN

AY

LIK

İLİM

- KÜ

LT

ÜR

VE

ED

EB

İYA

T D

ER

GİSİ

TEM

MU

Z 2013

153

153

Dergisi Hediyesi...

T E M M U Z 2 0 1 3Fiyatı: 8 AYLIK İL İM KÜLTÜR VE EDEBİYAT DERGİSİ

Takvayı Kuşandıran İbadet: Oruç4624 Somuncu Baba

Külliyesi Açılışı

Page 2: 153 - somuncubaba.net › pdf › 0153 › ... · Online sipariş ve satış I NASİHAT YAYINLARI DÎVÂN-I HULÛSÎ-İ DÂRENDEVÎ 4. BASKI ES-SEYYİD OSMAN HULÛSİ EFENDİ’NİN

Online sipariş ve satış www.nasihatyayinlari.com

ÇIKTI

NASİHAT YAYINLARI

DÎVÂN-I HULÛSÎ-İ DÂRENDEVÎ

4. BASKI

ES-SEYYİD OSMAN HULÛSİ EFENDİ’NİN DÎVÂN’I VE DİĞER ESERLERİ OKUNDUKÇA, TEMELİNİ ATTIĞI, ŞİMDİ BİR VAKIF MEDENİYETİ OLARAK İNŞÂ EDİLEN ESERLERİ TEMÂŞA EDİLDİKÇE, ONUN İSMİ ÇAĞLARDAN ÇAĞLARA AKTARILACAKTIR. ÖRNEK VE ÖNDER BİR İNSAN OLARAK

HER ZAMAN GÖNÜLLERDE YAŞAYACAKTIR.

Page 3: 153 - somuncubaba.net › pdf › 0153 › ... · Online sipariş ve satış I NASİHAT YAYINLARI DÎVÂN-I HULÛSÎ-İ DÂRENDEVÎ 4. BASKI ES-SEYYİD OSMAN HULÛSİ EFENDİ’NİN

Başyazı Sebahaddin ATEŞ

SOMUNUCU BABA KÜLLİYESİ AÇILIŞI

Our foundation, whose aim is to build the hearts besides buildings, has presented a fabulous monument to Darende and our country. On 15th June 2013, the opening of Somuncu Baba/ Shaikh Hamid-i Wali Complex was inaguruated with the wide participation of volunteers. Many visiters from all over the country came to Darende in order to witness this historical moment and took part in this eminent community.

Our president of the foundation, who always looks forward the horizans and has wanted the complex to be constructed, has followed every stage of the construction to the tiniest detail and the opening moment of the complex was in fact an unforgettable event when the time stopped and was written in gold letters because the sun rising from the east rose on everyone; warmed and lightened the hearts. On June 14th 2013, Friday, the exegesis of Sura al-Fatiha, which had been interpreted by Somuncu Baba on the pulpit of Grand Mosque in Bursa in 1399, was interpreted from a different perspective by the head of the board of trustee of our foundation.

The Opening Of SOmuncu BaBa cOmplex

Binalarla birlikte gönüllerin inşasını gaye edinen Vakfımız; Darende’ye ve ülkemize güzel bir eser arma-ğan etmiştir. 15 Haziran 2013 tarihinde Şeyh Hamid-i Veli/Somuncu Baba Külliyesi’nin açılışı çok geniş bir gönüllünün katılımıyla gerçekleşti. Somuncu Baba Hazretleri’nin: “Bizim gülşendeki güller/Dururlar taze solmazlar/Hazân olup dökülmezler/Zemistânı bahar olmaz” mısralarında beyan ettiği hakikat, yüzyıllar sonra yine canlı bir misalle gözler önüne serildi. Bir gülün taç yaprakları gibi sekiz sarmallı kubbesi, güzel-likleri ve cennetin sekiz kapısını temsil eden ahşap kubbe yapısıyla gül diyarında yeni bir gül açıldı. Güzel kokusu o gün etrafa saçıldı. Vakıf Mütevelli Heyet Başkanımızın 2009 yılında başlattırıp, titizlikle takip et-tiği proje neticesinde eser, mamur bir bina olarak gözler önündeydi. Binlerce gönül dostu bu güzel ânı pay-laşmak için uzak-yakın demeden yolları aşmış, sabahın erken saatinde Somuncu Baba Külliyesi’nin avlusu-nu doldurmuştu. Birçok ziyaretçi ailesiyle, çocuklarıyla, bu tarihî zaman dilimine şahit olmak için akın akın yurdun dört bir tarafından Darende’nin yolunu tutmuş, güzide topluluğun içinde kendine bir yer bulmuştu.

Hulûsi Efendi Hazretlerinin ifadesiyle: “Ufkumuzdan güneş doğdu/Nefsin karanlığın boğdu/Hidâyet hâdiden oldu/Gelin dostlar bize gelin” çağrısına kulak veren onbinlerce insan o gün Darende’deydi. Yeni inşa edilen camii ile bambaşka bir çehreye kavuşan külliye, mekânların genişliği kadar yüreklerin de herke-si kucaklayacak genişlikte olduğunu gösteriyordu. Birlik ve beraberlik ruhuyla manevî bir atmosferde, gönül kardeşliği ikliminde müstesna bir zaman dilimi yaşanıyordu. İleri ufuklara bakan Vakıf Başkanımızın yapı-mını arzu ettiği, bütün safhalarını en ince noktalarına kadar takip ettiği külliye inşaatının açılış ânı, aslında zamanın durduğu, tarihin altın harflerle yazıldığı bir fasl-ı güldü. Çünkü güneş ufuktan, bütün sıcaklığıyla herkesin üzerine doğmuş, gönülleri ısıtıyor, yürekleri ışıtıyordu. 14 Haziran 2013 Cuma günü Vakıf Müte-velli Heyet Başkanımız tarafından, Somuncu Baba Hazretlerinin 1399 yılında Bursa Ulu Camii minberin-den yaptığı Fatiha Suresi Tefsiri’nin farklı bir yorumu da Somuncu Baba Camii minberinden irad ediliyor-du. O muhteşem hutbenin dua bölümüne âmin diyerek sözü bağlayalım:

“Allah’ım… Bu güzel Camii Şerif, Somuncu Baba Hazretleri’nin mâneviyatına yıkışır bir şekilde samimi-yetle inşa edildi. Bize bu imkânları bahşettiğin için sana hamdediyoruz. Allah’ım, bu külliyenin yapımında emeği ve desteği olanlara ilahi katından bereketli nimetler ihsan eyle... Allah’ım, neslimizi gençliğimizi ve gelecek nesilleri bu maneviyat merkezine, bu mukaddes vatan toprağına hizmette daim eyle… Allah’ım, ya-pılan samimi vakıf hizmetlerini makbul ibadetler zümresine dâhil eyle.

Allah’ım, Senin yardımın olmazsa biz bir şey yapamayız. Her zaman her işimizde, her ânımızda yardımı-nı bekliyoruz, lutfeyle… Allah’ım, bu mabed-i şerifte samimiyetle kılınacak namazları huşulu, huzuru kalp-le yapılacak duaları makbul dualardan eyle… Allah’ım, bizi, bu mübarek beldeyi ve bütün İslâm âlemini her türlü kötülüklerden muhafaza eyle, bu mabed-i İslâm’ı ilelebet payidar eyle…”

Page 4: 153 - somuncubaba.net › pdf › 0153 › ... · Online sipariş ve satış I NASİHAT YAYINLARI DÎVÂN-I HULÛSÎ-İ DÂRENDEVÎ 4. BASKI ES-SEYYİD OSMAN HULÛSİ EFENDİ’NİN

3

50

58 70 80

BİZ ÇİLEYİ YOL EYLEDİK - Muhsin İlyas SUBAŞI (9)

DERGÂH-I HAKK’A KUL OLMAK - Hüseyin ALPSOY (10)

EL-MUKÎT - Ramazan ALTINTAŞ (14)

GİZLİ ŞİRK: RİYÂ - Kadir ÖZKÖSE (18)

FENÂ DENİZİNDEKİ CEZBE - Musa TEKTAŞ (36)

BÜCEYR B. ZÜHEYR (R.A) - Bünyamin ERUL (41)

GÜZEL KOKU - Enbiya YILDIRIM (42)

TAKVAYI KUŞANDIRAN İBADET: ORUÇ - Abdullah KAHRAMAN (46)

MUSTAFA TAKÎ EFENDİ VE MİKYAS-I ŞERİAT - Fatih ÇINAR (54)

VELİLER VE HÜKÜMDARLAR - Muharrem AKIN (62)

HALİD EL-BAĞDADÎ(K.S.)’NİN RÂBITA RİSALESİ - Halİl İbrahİm ŞİMŞEK (64)

SEVDA ESİRİ - Mürsel GÜNDOĞDU (73)

BİLGİ VE ZENGİNLİK - Mustafa ÖZÇELİK (74)

YAR - Mehmet SERTPOLAT (77)

ANTALYA VELİLERİ - Yusuf HALICI (78)

DÖNERİM... - Hızır İrfan ÖNDER (83)

AĞIZ KOKUSUNU ÖNLEMENİN 11 YOLU - Akın DİNDAR (84)

KİMYON - Şifalı Bitkiler (86)

KABAK OTURTMA - Mesude SARI (87)

İNFÂK AHLÂKI

OSMANLI’DANRAMAZAN HİKÂYELERİ

KUYUYA TÂLİP BİR YUSUF

BEYAZ BULUT

SOMUNCU BABA KÜLLİYESİ AÇILIŞI

SEVGİYE DAİR

06 İnfâk, İslâm’ın en temel ibadetlerinden biridir. Yüce Yaratıcı pek çok âyette namaz ibadeti ile zekâtı ve infâkı birlikte anmıştır. Bu, Yüce Allah’ın hakkı ile kul hakkının iç içe olduğunun göstergesidir.

II. Mahmud döneminde iki defa şeyhülislamlık makamına gelen Dürrizade Seyyid Abdullah Efendi, İstanbul’un sayılı zenginlerindendi. Üsküdar Doğancılarda inşa ettirdiği...

Yusuf’un başından geçen bir hikâyedir; ama Yusuf’tan ibaret değildir. Yusuf’un şahsında kuyunun da hikâyesidir bu. Kuyunun şahsında hikmetin.

Kuşluk vakti gelirdi. Bir ılık yel eser, bir rahmet bulutu gibi geçerdi mahalleden. Bembeyaz bir ses yankılanırdı sokak aralarında.

Osmanlı hükümdarlarından Yıldırım Bayezid Han dönemi ve 14. yy eseri olan, cami kare planlı bir yapı olup, trompların teşkil ettiği yedigen bir kasnak kubbeyi taşır.

Sevgi öğrenilebilen bir duygudur. İnsanın yaşamında, sosyal çevresinde, inancında ve dünya görüşünde sevgi varsa nasıl seveceğini ve kimleri seveceğini kolaylıkla öğrenir.

24Ali AKPINAR

İsmail ÇOLAK İmdat AVŞAR

Resul KESENCELİMukadder A. YÜKSEL

M. Bedrettin TOPRAK

Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi Vakfı’nınYayın Organıdır

KurucusuA. Şemsettin ATEŞ

Yaygın Süreli - ISSN: 1302-0803

Yıl: 20 Sayı: 153 Temmuz 2013Basım Tarihi: 01 Temmuz 2013

Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi Vakfı Adınaİmtiyaz Sahibi ve Genel Yayın Yönetmeni

Sebahaddin ATEŞ

Sorumlu Yazı İşleri MüdürüM. Hulusi ERDEMİR

Yayın EditörleriYrd. Doç. Dr. Mehmet TAŞTEMİR

Musa TEKTAŞ

Yayın KuruluProf. Dr. Nihat ÖZTOPRAK

Prof. Dr. Ali YILMAZProf. Dr. Sebahat DENİZProf. Dr. Bilal KEMİKLİ

Prof. Dr. Abdullah KAHRAMANProf. Dr. Ali AKPINAR

Danışma KuruluProf. Dr. Mehmet AKKUŞProf. Dr. Sinan YALÇIN

Prof. Dr. Mehmet SOYSALDIProf. Dr. Ahmet ŞİMŞİRGİL

Prof. Dr. Kadir ÖZKÖSEProf. Dr. Mahmut YEŞİL

YapımARTWORKS

www.artworks-tr.com

Genel Sanat Yönetmeniİlhan SOYLU

Sanat YönetmeniAli GÜRSOY

Yönetim Yeri-Basım-Yayım-Pazarlama VİSAN İktisadi İşletmesi

Zaviye Mah. Hacı Hulûsi Efendi Cad. No:71 44700 Darende / MALATYA

Tel: (422) 615 15 54 Faks: (422) 615 28 79 www.somuncubaba.net - [email protected]

Dağıtım Kültür Dergi Dağıtım

Baskı & Üretim Ege Basım Matbaa ve Reklam Sanatları Ltd. Şti.

Esatpaşa Mahallesi Ziyapaşa Caddesi No:4 Ataşehir/iSTANBUL Tel: 0216 470 44 70

Kurum Abone : 140

Yurtdışı 1 Yıllık Abone : 72 EURO Posta Çeki (Darende Postanesi) : 1361068

Ziraat BankasıTR 56 0001 0003 2026 7984 8050 01

Vakıf BankTR 04 0001 5001 5800 7299 7740 58

Bankasya TR 3900 2080 0032 0188 5847 0001

AkbankTR 7300 0460 0060 8880 0019 0311

TebTR 5900 0320 0000 0000 0651 5222

Gönderilerin abone adına yatırılmasından sonra lütfen arayınız.

/SomuncuBabaDergisi

444 36 61ABONE İLETİŞİM HATTI

Page 5: 153 - somuncubaba.net › pdf › 0153 › ... · Online sipariş ve satış I NASİHAT YAYINLARI DÎVÂN-I HULÛSÎ-İ DÂRENDEVÎ 4. BASKI ES-SEYYİD OSMAN HULÛSİ EFENDİ’NİN

5

Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi (k.s)

Dîvân-ı Hulûsî-i Dârendevî

Ey silsile-i aşkda girân-mâye-i ismet Ey kâfile-i hüsnde sipeh-sâlâr-ı muhabbet

Bir gün yine ol vâkıf-ı esrâr-ı Hudâ’dan Sordum ne ile olmalı yâ yâr-ı muhabbet

Eytdi ki yanıp cân vere pervâneler âsâAmmâ yine ızmâr ola esrâr-ı muhabbet

Ey hırkasını rehn-i şarâb eyleyen âşıkEy mest ü harâb-ı mey-i ma’nâ-yı muhabbet

Ümmîd-i vefâ eyleme bu dehr-i fenâdan Beyhûde yere eyleme ifnâ-yı muhabbet

Mü’min deme şol münkir-i pîr-i mey-i aşka Bin dürlü hüner kılsa da da’vâ-yı muhabbet

Bir lahza nazar eylemedi dehre HulûsîOl Kâf-ı kanâatdaki ankâ-yı muhabbet

5Temmuz 20134

Page 6: 153 - somuncubaba.net › pdf › 0153 › ... · Online sipariş ve satış I NASİHAT YAYINLARI DÎVÂN-I HULÛSÎ-İ DÂRENDEVÎ 4. BASKI ES-SEYYİD OSMAN HULÛSİ EFENDİ’NİN

7

İlim ve Hayat Ali AKPINAR* İnfâk, İslâm’ın en temel ibadetlerin-

den biridir. Yüce Yaratıcı pek çok

âyette namaz ibadeti ile zekâtı ve

infâkı birlikte anmıştır. Bu, Yüce Allah’ın hakkı ile

kul hakkının iç içe olduğunun göstergesidir.

İnfâk bir ibadettir. Her ibadet gibi onun da sa-

hih olabilmesi için, öncesinde ve sonrasında

yapılması gereken hususlar, şartlar vardır. On-

ları şöyle özetleyebiliriz:

İnfâk Öncesi Yerine Getirilmesi Gereken Hususlar

İnfâk edilecek malın helâlinden kazanılmış ol-

ması gerekir. Haram yoldan elde edilen bir malın/

paranın herhangi bir sevap beklemeden elden çı-

karılması, fakir fukaraya verilmesi gerekir. Nite-

kim bir hadislerinde Peygamberimiz, yediği içtiği,

giydiği haram olan, haramdan beslenen kimsenin

ne kadar içten yaparsa yapsın duasının bile kabul

edilmeyeceğini haber vermiştir.1

İnfâkın hesâbının titizlikle yapılması gerekir.

Nasıl ki malî yılbaşlarında ince hesaplar yapılı-

yorsa, bunun için muhâsebecilerden yardım alı-

nıyorsa; fakir fukarânın hakkı olan infâk için de

titiz hesaplar yapılmalıdır. Hangi mallardan, kim-

lere, ne zaman, nasıl ve ne kadar zekât verileceği,

infâk edileceği tesbit edilmeli, bu konuda bilenler-

den yardım alınmalıdır.

İnfâk geciktirilmeden vaktinde edâ edilmeli-

dir. Hayır, sonraya bırakılmaz. Mâzeretsiz ola-

rak herhangi bir hayrın geciktirilmesinin vebâli

vardır ve geciktirme hayrın sevâbından azaltan bir

husustur. Bunun için özellikle farz olan infâklarda

kişinin, ne zaman zengin olduğunu ve ne zaman

zekât vermesi gerektiğini belirlemesi ve ona göre

zekâtını vermesi gerekir. Vaktinden önce verme,

fakirlerin lehine olduğu için caizdir. Ancak gecik-

tirme caiz değildir.

İnsanlar istemek/dilenmek zorunda bıra-

kılmadan infâk etmek önemlidir. Bu konuda

Kur’ân’da şöyle buyurulur: “Sadakalarınızı, ken-

dilerini Allah yoluna adayıp yeryüzünde dolaşa-

mayanlara ve utandıklarından dolayı kendileri-

ni tanımayanların zengin saydıkları yoksullara

verin. Onları yüzlerinden tanırsın, insanlardan

yüzsüzlük ederek bir şey istemezler. Sarf ettiğiniz

iyi bir şeyi Allah şüphesiz bilir.”2

İnfâkta öncelikle muhtaç olanlar tercih edilme-

lidir. Akrabâ ve yakın komşulardan işe başlayarak

en fazla ihtiyacı olanlara öncelik verilmelidir. Bu,

hem daha sevap, hem de toplumsal düzeni sağla-

ma amacına daha uygundur. Kişi kendisi araştı-

ramıyorsa, bu konuda tecrübeli kişi ve kuruluş-

lardan yardım alarak en uygun kimselere infâkın

ulaştırılmasına gayret etmelidir. Bu konuda Rab-

bimiz şöyle buyurur: “Sana, ne sarf edeceklerini

sorarlar, de ki: ‘Sarf edeceğiniz mal, ana baba,

yakınlar, yetimler, düşkünler, yolcular içindir.

Yaptığınız her iyiliği Allah şüphesiz bilir.”3

İncitmeden, kendilerine infâk edilecek olanla-

rın onurlarını zedelemeden vermeye gayret etmek

gerekir. Bu konuda Kur’ân’da şu uyarılar yer alır:

“Yaptığın iyiliği çok görerek başa kakma.”4 “Ey

İnananlar! Allah’a ve âhiret gününe inanmayıp,

insanlara gösteriş için malını sarf eden kimse

gibi, sadakalarınızı başa kakma ve ezâ etmekle

boşa çıkarmayın.”5

İnfâk edilen şey içtenlikle ve sevgiyle verilme-

lidir. Her şeyden önce Yüce Allah’ın sevgisiyle ve-

rilmelidir. Kişi sevdiği maldan ve o malın da iyi-

sinden vermelidir; verdiği kimseyi, kendisine

sevap kazandıran kardeş olduğunu bilip sevmeli-

dir. Severek isteyerek vermelidir; bunun için ver-

menin dünya ve âhiret kazanımlarını düşünme-

lidir. Vermekle insanın kalbini öldüren bencillik,

kendini düşünme gibi hastalıklardan kurtulduğu-

nu; fakir zengin kardeşliğinin sağlandığını, kaza

ve belâlardan kurtulacağını, berekete ereceğini

hatırdan çıkarmamalıdır. Rabbimiz sevgi temel-

li verenleri şöyle açıklar: “Onlar, O’nun sevgisiyle

verenlerdir…”6 “Onlar içleri çektiği halde, yiyece-

ği yoksulla, öksüze ve esire yedirirler. Biz sizi an-

cak Allah rızası için doyuruyoruz, bir karşılık ve

teşekkür beklemiyoruz. Doğrusu biz çok asık su-

ratların bulunacağı bir günde Rabbimizden kor-

karız derler.”7 Peygamberimiz de en faziletli sa-

6

İNFÂK AHLÂKITemmuz 2013

Page 7: 153 - somuncubaba.net › pdf › 0153 › ... · Online sipariş ve satış I NASİHAT YAYINLARI DÎVÂN-I HULÛSÎ-İ DÂRENDEVÎ 4. BASKI ES-SEYYİD OSMAN HULÛSİ EFENDİ’NİN

BİZ ÇİLEYİ YOL EYLEDİK Düştü ruhumuza ismi,Sevgisini hâl eyledik.Baktık kainatta resmi,Dilimizi lâl eyledik…

Hayat binbir vaveylada,Lâ da değil, O, illâ da, Leyla bizde, biz Leyla’daGönlümüzü çöl eyledik…

Bu bir aşktır gönle gider,‘Aşk, nefiste ölmektir,’ der.Ölmeyenler neler öder,Biz o nefsi kul eyledik…

Her rengin ayrı dili var,Her renk aynı sırra çıkar,Sır insanı nurla yıkar,Biz o sırrı yol eyledik…

Gönül kendince bir dildir,Çilesiz aşk, aşk değildir,Bu kapıdan gel, sen de gir,Biz çileyi bal eyledik!..

Muhsin İlyas SUBAŞI

Temmuz 20138 9

dakanın, sağlıklı yaşama ümidi varken, cimrilik

tutkusu içinde, fakir düşerim endişesi taşırken ve-

rilen sadaka olduğunu söyler ve muhâtabını uya-

rır: “Sen can boğaza gelmeden vermeye bak,

çünkü ölüm döşeğinde artık (hiçbir şey gözüne

gözükmez) şunu falana, şunu filana verin dersin,

ama iş işten geçmiştir, zaten malların falana ya-

hut filana kalmıştır.”8

Elbette sadece Yüce Allah’ın rızâsı istenerek

infâk edilmelidir. Yardım edilen kimseden her-

hangi bir karşılık-menfaat beklenmemelidir. Bu-

gün asgarî ücretle, hatta çok daha düşük ücretler-

le çalıştırdıkları işçilere, onların ailelerine yardım

eden, bu yaptıkları yardımı zekâtlarına sayan zen-

ginlerimiz vardır. O çalışanlar, kendilerine yar-

dım yapılacağını bildikleri için çalışmak zorunda

kalıyorlarsa, kendilerine yardım edilmediği tak-

dirde aynı şartlarda çalışmayacaklarsa, yapılan

bu yardımlar tam olarak infâk ruhu ile bağdaşma-

maktadır. Bu konuda Rabbimizin uyarısı açıktır:

“Sarf ettiğiniz iyi şey kendinizedir, zaten ancak

Allah’ın rızasını kazanmak için sarf edersiniz.

Sarf ettiğiniz iyi bir şeyin karşılığı haksızlığa uğ-

ratılmaksızın size verilir.”9

İnfâk Sonrası Yerine Getirilmesi Gereken Hususlar

İnfâk eden verdiğini unutmalıdır. Hadiste Yüce

Allah’ın koruması altında olacak kişilerden birinin

de sağ elinin verdiğini sol eli bilmeyen kişi oldu-

ğu özellikle belirtilmiştir. Bunun anlamı, kişinin

mümkün olduğunca gizli yardım etmesi, verdiği-

ni unutmasıdır. İnsanın sol tarafında kalbi vardır.

Buna göre, kişinin verdiği içine oturup kalmama-

lı, verdiğine pişmanlık duyar noktasına gelmeme-

lidir. Bu ruha sahip olabilmek için Yüce Allah’ın

verdiğini, O’nun kullarına vermenin O’nun emri

olduğunu, vermenin berekete sebep olacağını her

zaman düşünmek gereklidir.

İnfâk ibadeti sürekli yerine getirilmeye çalı-

şılmalıdır. Yalnızca farz ve vâcip olan infâk çeşit-

leriyle yetinilmemeli, yapılabildiği ölçüde nafi-

le infâklarla infâk ibadeti kesintisiz sürdürmeye

gayret edilmelidir. Bu konuda, “Az sadaka çok

belâyı def eder, amellerin en efdali az da olsa de-

vamlı olanıdır.” buyrulmuştur. Yine bir hadiste,

“Senden bir şeyler isteyen at üstünde/arabay-

la da sana gelse onun hakkı vardır/ona yardım

et.”10 buyrularak devamlı infâk ibadetinin içe-

risinde olmaya teşvik edilmiştir. Onun için farz

olan infâkların yanı sıra nâfile infâklarda da bu-

lunmalıyız. Mîzânda hesap görülürken farz na-

mazlardaki eksikliklerin, nâfilelerle tamamlana-

cağı haberlerde yer almaktadır. Aynı şekilde farz

infâklardaki eksikliklerimizi tamamlayacak olan

nâfile infâklarımızı da olabildiğince artırmaya ça-

lışmalıyız.

Sâlih amellerimiz, Rabbimize dua için en gü-

zel fırsatlardır. Bunun için infâk ibadetinden son-

ra hem kendimiz, hem yardım ettiğimiz kimseler,

hem dünyamız, hem âhiretimiz için dua etmeliyiz.

Son olarak Rabbimizin şu uyarılarına kulak ve-

relim: “Altın ve gümüşü biriktirip Allah yolun-

da sarf etmeyenlere can yakıcı bir azabı müjdele.

Bunlar cehennem ateşinde kızdırıldığı gün, alın-

ları, böğürleri ve sırtları onlarla dağlanacak,

‘Bu, kendiniz için biriktirdiğinizdir; biriktirdiği-

nizi tadın’ denecek.”11

“Ey inananlar! Sizi, mallarınız ve çocukları-

nız Allah’ı anmaktan alıkoymasın; böyle olanlar

hüsrana uğrayanlardır.

Birine ölüm gelip de: ‘Rabbim! Beni yakın bir

süreye kadar ertelesen de, sadaka versem, iyiler-

den olsam.’ diyeceği zaman gelmezden önce, size

verdiğimiz rızıklardan sarf edin.

Bir canın eceli gelip çatınca, Allah onu asla

geri bırakmaz; Allah, işlediklerinizden haber-

dardır.”12

1 Müslim, Tirmizî.2 2/Bakara, 273.3 2/Bakara, 215.4 74/Müddessir, 6.5 2/Bakara, 264.6 2/Bakara, 177.

7 76/İnsân, 8-10.8 Ahmed b. Hanbel, Müsned, II, 447.9 2/Bakara, 272.10 Ebû Dâvûd.11 9/Tevbe, 34-35.12 63/Münâfikûn. 9-11.

*Prof. Dr.

Dipnot

Page 8: 153 - somuncubaba.net › pdf › 0153 › ... · Online sipariş ve satış I NASİHAT YAYINLARI DÎVÂN-I HULÛSÎ-İ DÂRENDEVÎ 4. BASKI ES-SEYYİD OSMAN HULÛSİ EFENDİ’NİN

11

Hulûsi Kalb’denHüseyin ALPSOY

Aynı redif ile yazılan ‘yek âhenk’

gazeller, şâirin muhayyilesini

okuyucuya daha rahat aktar-

masını sağlar. Ayrıca şiirde hem şekil ve ses hem

de anlam itibariyle bir bütünlük oluşturulması-

na imkân verir. Bu ay değerlendireceğimiz ‘ancak’

redifli gazelde böyledir. ‘Ancak’ ke-

limesi gazele anlam bakımından

farklı bir derinlik kazandırmıştır.

Çünkü ‘ancak’ kelimesi kullanıldığı

yere göre görev ve anlam farklılığı

oluşturur. Kimi zaman zarf olarak

kimi zaman bağlaç olarak kullanı-

lır. Genellikle bir durum veya olay

için açıklama yapmak amacıyla ter-

cih edilir. Hulûsi Efendi ( k.s.) her

iki mısra arasındaki bağı güçlen-

dirmek ve anlamı derinleştirmek

için ‘ancak’ kelimesini redif olarak tercih etmiştir.

Böylece ifade güç kazanmakta ve iki mısra arasın-

da kuvvetli bir anlam ilişkisi kurulmaktadır.

Derde Düşen Devâ Bulur

Yüzeysel olarak şekil özelliklerinden bahset-

tiğimiz gazelde genel olarak tasavvufun en mü-

him meselesi ve özü olan Allah aşkı anlatılmakta-

dır. Ve bu aşk karşısında gönül ehli Hak dostunun

genel durumu ifade edilmektedir. Hulûsi Efendi

(k.s.)’nin gazellerinde genel olarak ifadeyi man-

tıksal bir sıralamayla vermeye çalıştığına daha

önceki şerh yazılarımızda değinmiştik. Bu gazelde

böyle bir sıralama dikkatimizi çekmedi. Ancak ge-

nel olarak âşığın ‘En Sevgili’ karşısında hayranlık

duyması, aşkın cefasına tâlip olması ve âşığın sev-

gili yolunda canını fedâ etmesi anlatılmıştır.

Seni sevmek imiş âlemde her zevk u safâ ancak

Senin derdine düş olmak imiş derde devâ ancak

(Âlemde her zevk ve sefa ancak seni sevmek-

miş, devâ ancak senin derdine düşmekmiş.)

Âşık için sevgili her nesneden ve lezzetten daha

önemlidir. Ve dâima asıl gâye sevgilidir. Zevk,

Arapça, lezzet ve tad anlamına gelen bir kelime-

dir. Genellikle tasavvufta manevî haz ve lezzet;

mânâdan duyulan lezzet anlamlarında kullanılır.

Ancak bazen insan suyu içse bile suya kanmak ifa-

desi başka bir duyguyu anlatmak için kullanılır.

Veya bir güzel manzarayı görmekle müşâhede et-

mek arasında fark vardır. İşte bunun gibi âlemde

görülen, duyulan zevklerin üstünde bir lezzet-i

rûhanînin varlığı âşık tarafından sezilmiştir. Bu

zevk manevî zeklerin de ötesinde bir zevktir.

Ehl-i hak ve muhabbet olanlar, Allah’a iman

etmek (İmân-ı billah), bu imanın üzerinde en bü-

yük makama yâni mârifetullah’a yükselmek, o

mârifetullah içindeki muhabbetullâh’ı keşfetmek

ve ehl-i aşk için en kıymetli netice olan lezzet-i

Temmuz 201310

Dergâh-ı Hakk’a

Kul Olmak“Gazelin son beyti adeta bir ahitnâme niteliğindedir.

Hulûsi Efendi (k.s.) tüm samimiyetiyle iki cihanda

yalnızca gerçek Sevgili’yi arzu ettiğini ifade etmiştir.

Ve kapısında kul, köle olduğu makamdan yalnızca bir

cevap beklemektedir.”

Page 9: 153 - somuncubaba.net › pdf › 0153 › ... · Online sipariş ve satış I NASİHAT YAYINLARI DÎVÂN-I HULÛSÎ-İ DÂRENDEVÎ 4. BASKI ES-SEYYİD OSMAN HULÛSİ EFENDİ’NİN

Temmuz 201312 13

rûhâniye ermek gibi bir meşakkat yoluna tâbi ol-

muşlardır. Ancak neticede varılan makam maddî

ve mânevî bütün zevk ve lezzetlerin üzerindedir.

Cennet ehlinin Cuma günü Allah ile görüşmesinin

onlara tüm cennet nimetlerini unutturacak olma-

sını ifade eden rivayetleri beyitin anlamı çerçeve-

sinde düşünebiliriz.

Aşk ehli için en büyük azap ise sevgilinin ken-

dileriyle irtibatı kesmiş olmasıdır. Cefâ bile olsa

yârdan gelen cana safâdır. Nitekim gönül ehli bü-

yük insanlar bu düşünce etrafında hayatlarını kur-

gulamışlardır. Başlarına gelen belâ ve musîbetleri

Allah’ın kendilerini biliyor olmasına yormuşlar ve

Allah’ın en sevgili kulları peygamberlerin her bi-

rinin hayatlarının sıkıntı içinde geçmiş olmasını

örnek göstermişlerdir. Bu örneklerin en önemli-

si ise Abdullah’ın yetimi olarak dünyaya gelmiş ve

hayatı hep sıkıntılar içinde geçmiş olan Efendimiz

Hz. Muhammed (s.a.v.)’in hayatıdır.

Yolunda sarf eden cân nakdini erdi visâline

Hayât-ı câvidânîdir sana olmak fedâ ancak

(Ebedî hayat sana feda olmaktır, ancak can

nakdini yolunda sarf eden sana kavuşabilir.)

Can Feda Edenler

İnsanların en temel meselelerinden biri de

‘ölüm’ hakikatidir. Ve ölüm insanın başına gele-

ceğini bildiği halde en sık unuttuğu hakikattir. Bu

nedenle sonsuzluk ve bekâ arzusu Yüce Yaratıcı

tarafından insanın fıtratına yerleştirilmiştir. Çün-

kü insana bu hissi veren Zât hayatın ve bekânın

da sahibi Zât-ı Hayy-ı Kayyûm’dur. Ancak insan

kendini onun yoluna fedâ ederse gerçek manada

ölümsüzlük iksiri olan âb-ı hayâta erişmiş olacak-

tır. Bu hissin bir yansıması olarak insanlar, ede-

biyatta da sıklıkla kullanılan, âb-ı hayat suyun-

dan bahsetmişler ve çeşitli vesilelerle ona ulaşma

arzusunu dillendirmişlerdir. Oysaki gerçek âb-ı

hayatın Hayy-ı Kayyûm’a kendini fedâ etmek ol-

duğunu unutmuşlardır. Beyitte, Hz. İbrâhim

(a.s.)’in kıssasında ifade edildiği gibi, batıp giden

ve kaybolan geçici fâni şeylere gönlün bağlanma-

ması ifade edilmiştir. Ve Hz. İbrâhim’in kıssası

beyitleştirilmiştir. “Fe lemmâ efele kâle lâ uhib-

bul âfilîn/Gecenin karanlığı onu kaplayınca bir

yıldız gördü, Rabbim budur, dedi. Yıldız batın-

ca, batanları sevmem, dedi.” hakikati ifade edil-

miştir. (6/En’âm, 76) Hulûsi Efendi (k.s.), ancak

o zaman gerçek âb-ı hayata erişileceği esâsı üze-

rinde durmuştur.

Temâşâ-yı cemâlin ârzûsuyla zâr olan çeşme

Gubâr-ı hâk-i pâyındır olursa tûtiyâ ancak

(Ey âşık sevgilinin güzelliğinin arzusuyla ağla-

yan gözüne ancak sevgilinin ayağının toprağının

tozu lâyıktır.)

Âşık sevgilinin yolunu gözlemekte ve onu gör-

mek arzusuyla yanıp tutuşmaktadır. Bu neden-

le dâima gözyaşı dökmektedir. Ancak buna rağ-

men sevgiliye kavuşamaz. Klasik Türk edebiyatı

geleneğinde sevgili kavuşulamayan ve ulaşılama-

yandır. Zâten bahsi geçen sevgilinin tasavvufî an-

lamda da Allah olarak düşünülmesi; aynı ifade

zenginliğinin ve mazmunlar dünyasının kullanıl-

masına olanak tanımıştır. Yâni şâirin çoğu zaman

manevî aşktan mı maddî aşktan mı bahsettiğini

anlamak mümkün olmayabilir. Çünkü dâima, gö-

rülemeyen ve kavuşulamayan bir sevgiliden bah-

sedilmektedir. Âşık ancak bu sevgilinin ayağının

tozuna erişebilir. Onu da sürme diye gözüne sü-

recektir. Çünkü ağlamaktan gözüne perde inen

âşığın tek çâresi sevgilinin ayağının tozudur. Eski

zamanlarda sürme göz hastalıklarının tedâvisinde

kullanılırmış. Beyitde ifâde edilen hayâlin gerçek-

likle ve sosyal hayatla da ilgisi bulunmaktadır.

Niyâzım âsitânın hâkinin kurbânı olmaklık

Ümîdvârım ki redd olmaz kapından bir recâ an-

cak

(İsteğim eşiğinin toprağının kurbanı olmaktır,

ancak ümitliyim ki kapında bir istek reddolmaz.)

Büyük Kapıdan Himmet Ummak

Beyitde kullanılan âsitâne kelimesi sözlükte

kapı eşiği, kapı dibi, eşik yanı gibi anlamlara ge-

lir. Osmanlı devrinde bir tarîkatın veya tarîkat

kolunun merkezi olan tekkeler için kullanılmış-

tır. Tasavvufta ise, eşikten kasıt şeyhin kapısıdır

ki oradan himmet umulur. Ve derviş için zâhirden

bâtına, mecazdan hakîkate ve nihâyetinde

dergâhtaki mürşit olmaya geçişi sağlayan önem-

li bir unsur olarak görülür. Bundan dolayı eşiğe,

tasavvufta kudsiyet atfedilmiştir. Bu nedenle recâ

kapısı olarak düşünülür. Ve bu kapıdan eli boş dö-

nülmeyecektir. Çünkü sulatanlığın şânı âciz kul-

larının ve kölelerinin isteklerine cevap vermekten

geçer. Nitekim sultana sultanlık, gedâya da gedâlık

yapmak düşer. Ancak kimi zaman bu kapının ki-

şiselleştirilmesi yanlış anlamalara yol açabileceği

için, aslında marifet ve aşk isteğinin Allah’tan ol-

duğuna dikkat çekilmiştir. Şeyh yalnızca Rabbin

kapısında nazı geçen bir niyaz niteliğindedir. Ve

ehl-i aşkın vuslata ermesi için bir vasıtadır.

İki âlemde andan özge devlet istemem bi’llâh

Diyesin kim Hulûsî kapımızda bir gedâ ancak

(Vallahi iki âlemde O’ndan başka bir mevki

makam istemem, diyesin ki Hulûsi kapımızda an-

cak bir dilencidir.)

Gazelin son beyti adeta bir ahitnâme niteli-

ğindedir. Hulûsi Efendi (k.s.) tüm samimiye-

tiyle iki cihanda yalnızca gerçek Sevgili’yi arzu

ettiğini ifade etmiştir. Ve kapısında kul, köle ol-

duğu makamdan yalnızca bir cevap beklemekte-

dir. Zîrâ Sevgili’nin kapısında kul olmak âşık için

en büyük makamdır. Hulûsi Efendi’nin hâli, tıp-

kı Tapduk Emre’nin kapsında ‘Bizim Yunus mu?’

hitâbına muhatab olan Yunus’un hâli gibidir.

Himmet beklediği kapıdan ‘Sen ancak bizim ka-

pımızda kul olabilirsin’ cevabı bir tâlip için yeter-

lidir. Zirâ o aradığı ve arzu ettiği mertebeyi bul-

muştur.

Page 10: 153 - somuncubaba.net › pdf › 0153 › ... · Online sipariş ve satış I NASİHAT YAYINLARI DÎVÂN-I HULÛSÎ-İ DÂRENDEVÎ 4. BASKI ES-SEYYİD OSMAN HULÛSİ EFENDİ’NİN

Güzel İsimler Ramazan ALTINTAŞ*

15

Azıkları yaratıp, bedenlerİn ve ruhların gıdasını veren:

“EL-MUKÎT”

El-Mukît; “koru-

mak, birine canlılı-

ğını sürdürecek ka-

dar gıda vermek, gücü yetmek”

mânâlarındaki kavt kökün-

den türemiş bir sıfattır. “Azık-

ları yaratıp, bedenlerin ve ruh-

ların gıdasını veren, gücü yetip

koruyan, muktedir ve kulların

amellerine şahit olan” demek-

tir. Yüce Allah’ın en güzel isim-

lerinden olan el-Mukît, Kur’an-ı

Kerim’de sadece bir âyette ge-

çer: “Kim güzel bir (işte) aracı-

lık ederse, ona o işin sevâbından

bir pay vardır. Kim de kötü bir

(işte) aracılık ederse, ona da o

kötülükten bir pay vardır. Al-

lah, her şeye güç yetiren ve gö-

zetip koruyandır.”1

Bedenlerin Gıdasını Veren

El-Mukît isminin anlamla-

rından birisi, azık olarak yiye-

cek ve içecekleri yaratıp beden-

lere gönderen mânâsına gelir.

Burada azıktan maksat, bede-

nin hayatta kalmasını sağlaya-

cak olan besin maddeleridir.

İnsan iyi beslenirse, beden sağ-

lığını koruyabilir. İslâm inan-

cına göre, bütün canlılara rızk

veren, Allah’tır. Yüce Allah’ın

en güzel isimlerinden birisi er-

Rezzâk, el-Mukît’in anlamını

da ihtivâ eder. İşte “er-Rezzâk”

Allah’ın bir sıfatı olarak, tek-

rar tekrar rızık veren, onu sü-

rekli artırıp çoğaltan demektir.

Rezzâk vasfı, Kur’an’da sade-

ce bir âyette Allah’a tahsis edil-

miştir: “Şüphesiz Allah rızık

verendir, güçlüdür, çok kuvvet-

lidir.”2 Bu sebeple “er-Rezzâk”

ismi sadece O’na izafe edilir,

Allah’tan başkası adına kulla-

nılamaz. Ama bu ismin/sıfatın

başına ‘abd/kul’ sözcüğü ekle-

nerek “Abdürrezzâk/Rızık ve-

renin kulu” anlamında insana

isim olarak verilebilir.

Er-Rezzâk olan Rabbimizin

bu isminin ve kudretinin tecelli-

si olarak biz kullarına ve canlıla-

ra verdiği rızık, canlı varlıkların

maddî haz almaları ve faydalan-

maları için beslendikleri şeyler-

dir. Rızık, bir kimsenin ister

özel mülkü olsun veya olma-

sın; yenilen, içilen ve diğer şe-

killerde kendisinden faydalanı-

lan mallara denilir. Çünkü insan

ve diğer canlıların yaşayabilme-

leri için buna ihtiyaçları vardır.

Kaldı ki, ibadetleri yapabilme-

miz için insana güç katan şeyler-

den birisi de beslenmedir.

İslâm’da genel mânâda rızk

iki kısma ayrılır: Bunlardan ilki,

mutlak, diğeri de tayin edilmiş

rızktır. Birincisi herkesin yarar-

landığı ot, su, hava vb. gibi şey-

ler; diğeri ise, insanın arayıp

bulduğu ve helâlinden elde et-

tiği özel mülkiyetidir. Bu ikinci

anlamdaki rızk, insan için ayrıl-

mıştır. İnsan, bu rızkını elde et-

mek için bir kesp, çaba ve gay-

ret içine girmelidir. İnansın ya

da inanmasın, herkese çalışma-

sının karşılığı vardır. Bu anlam-

da Yüce Allah her canlının rızkı-

nı tekeffül etmiştir. Bir âyette bu

husus açıkça belirtilir: “Yeryü-

zünde hiçbir canlı yoktur ki, rız-

kı Allah’a âit olmasın. Her biri-

nin (dünyada) duracakları yeri

de, (öldükten sonra) emâneten

konulacakları yeri de o bilir.

Bunların hepsi açık bir kitapta

(Levh-i Mahfuz’da yazılı)dır.”3

Canlıların Hücrelerini Sürekli Yenileyen

Yüce Allah’ın el-Mukît ismi-

nin bir diğer anlamı da, “insanın

ve bütün can taşıyan varlıkların

sağlıklarını korumaları için hüc-

relerini sürekli yenileyen”dir.

Bu bağlamda rızık, azık olanı da

olmayanı da kapsar. Her can-

lının bedeninde yaş ya da has-

talık durumuna göre deforme-

ler yaşanabilir. Ama Yüce Allah

öyle bir sistem kurmuş ki, ölü

olan hücreler atılıyor ve yerle-

rine yenileri getiriliyor. Bu an-

lamda insan bedeninde yer alan

organlarda sürekli bir yaratılma

Temmuz 201314

“İslâm’da genel mânâda rızk iki kısma ayrılır: Bunlardan ilki, mutlak, diğeri

de tayin edilmiş rızktır. Birincisi herkesin yararlandığı ot, su, hava vb. gibi

şeyler; diğeri ise, insanın arayıp bulduğu ve helâlinden elde ettiği

özel mülkiyetidir. “

Page 11: 153 - somuncubaba.net › pdf › 0153 › ... · Online sipariş ve satış I NASİHAT YAYINLARI DÎVÂN-I HULÛSÎ-İ DÂRENDEVÎ 4. BASKI ES-SEYYİD OSMAN HULÛSİ EFENDİ’NİN

ve yenilenme vardır. Yüce Al-

lah, takdir ettiği zaman dilimine

kadar, bedenlerdeki bu yenilen-

me işlemini sürdürecektir.4 O,

bu yenilenme olayını ne zaman

durdurursa, zaten o zaman bü-

tün organlar da işlevini kaybe-

der. Artık bundan sonraki hayat

bir başka hayat tarzına dönüşe-

cektir.

Nasıl ki Yüce Allah, kulla-

rının hayatlarını sürdürmeleri

ve bedenlerinin maddî ihtiyaç-

larını karşılamaları için onla-

ra yiyecek ve içecek cinsinden

-helâlinden olmak şartı ile- sa-

yısız rızk veriyorsa, aynı şekilde

kalp, ruh, sır, ahfâ gibi mânevî

dünyalarının açlığını gidermek

için de onlara başka rızkılar ver-

mektedir. İşte el-Mukît ismi-

nin diğer bir taraftan da, kalbin

mânevî ihtiyacı olan ilim, takvâ,

zikir, iman ve marifet cinsinden

mânevî rızkların kullara veril-

mesi mânâsına gelir.

Mânevî Dünyamızın Gıdasını Veren

İnsanın bedeninin kıvamı;

yeme ve içme şeklinde aldığı

besinlere bağlıdır. İşte bunun

gibi, mânevî bünyesinin kıvamı

da mânevî gıdaları almaya bağ-

lıdır. Nitekim bir âyette, ruhun

gıdasının zikir olduğu bildirilir:

“Onlar, inananlar ve kalpleri

Allah’ı anmakla huzura kavu-

şanlardır. Biliniz ki, kalpler an-

cak Allah’ı anmakla huzur bu-

lur.”5 Bu âyette insanın ruhsal

ihtiyaçlarının başında Allah’a

iman ve bize Allah’ı hatırlatacak

şeylerle meşgul olmak gelmek-

tedir. Zaten zikir kavramının ke-

lime mânâsı, her an Allah’la bir-

likte olmak, O’nu hiçbir zaman

hatırdan çıkarmamak değil mi-

dir? Zikir, ya kalp ya da dil yo-

luyla olur. Kalp yolu ile olan zi-

kir, her an O’nu hatırlamak ve

anmaktır. Dille olan zikir ise,

O’nu dilimizle ‘Allah Allah’ de-

yarak ya da en güzel isimleriyle

sürekli telaffuz etmek şeklinde

cereyan eder. Bu her iki zikrin

içerisine sadece Allah’ı söz pla-

nında büyüklüğünü ifade etmek

değil, aynı şekilde O’nun bize

yüklediği sorumlukları yerine

getirmek de girer. Bu sorumlu-

luklar arasında; Kur’an okumak,

namaz kılmak, oruç tutmak,

zekât vermek, hacca gitmek gibi

ibadetler yer alır. Bütün bunlar

bize Allah’ı hatırlatır. Biz Allah’ı

anarsak, yarın kıyamet gününde

de o bizi anacak ve kulum diye-

cektir. Eğer biz O’nu unutursak,

yarın kıyamet gününde O da bizi

unutacaktır.

Ruhumuzun gıdası, zikirdir.

İç huzuru elde etmenin yolu,

yürekten Allah’a iman etmek ve

salih amel işlemektir. Arapça’da

iman, “insanın iç dünyasından

korku ve endişenin gitmesi ve

nefsin huzur bulması” anlamına

gelen emn kökünden türemiştir.

Allah’a inanan ve O’na güvenen

kimseler yegâne güven kayna-

ğına tutunmuş olurlar. Amel ve

tâatlerle beslenen iman, insanın

mânevî kanallarının açılmasına

vesile olur. Nitekim Kur’an’da

bu tür mü’minlerin imanı şöy-

le anlatılır: “Mü’minler ancak

o kimselerdir ki, Allah anıldığı

zaman kalpleri ürperir. O’nun

âyetleri kendilerine okundu-

ğu zaman (bu) onların imanla-

rını artırır. Onlar sadece Rab-

lerine tevekkül ederler.”6 İşte

Allah’tan gelen ilâhî öğretiyi di-

liyle ikrar eden ve kalbiyle tas-

dik eden kimseye ‘mü’min’ de-

nilir. Mü’minlik sıfatıyla özdeş

olan kimse, kendini ontolojik

anlamda güvende hissettiği gibi,

aynı şekilde hemcinslerine, ta-

biat ve bütün bir varlık alanına

kendisinden güvende olduğunu

hissettirir.

Her ne kadar iman, bir kim-

senin Müslüman olması ve ken-

disini ruhsal bir güvenlik için-

de bulundurması anlamına

gelirse de, bunun devamı iba-

detlerle takviye edilmeye bağ-

lıdır. İbadetlerin şekil boyutu

kadar, mânâ boyutu da önem-

lidir. Bunlardan birisi eksikse,

ibadetlerden pozitif yönde bek-

lenen ahlâkî ve ruhsal değişim

gerçekleşemez. İbadet hayatı-

nın ruh ve mânâsını; iyi niyet,

huşû, ihsân, ihlâs, takvâ ve her

şeklin sembolik anlamını kavra-

mak oluşturur. Bundan dolayı

bir Müslümanın, ibadetle âdeti

birbirinden ayırması gerekir. Bu

da ancak sahih niyetle olur.

İbadetlerin ruhunu teşkîl ve

tahkîm eden niyet ve ihlâs, bü-

tün ibadetlerin iliğidir. Do-

layısıyla, ibadetlerden elde

edeceğimiz sevâbı yok eden

âdetleştirilmeye dayalı, göste-

rişçi ve “desinler” türü dindar-

lıklardan uzak durulmalıdır.

“Onların (kurbanların) etle-

ri ve kanları aslâ Allah’a ulaş-

maz. Fakat O’na sizin takvânız

(Allah’a karşı gelmekten sakın-

manız) ulaşır.” 7 âyetinde bu

ihlâs durumu ve samîmî dindar-

lığın nasıllığı vurgulanır. Yine

Hz. Peygamber (s.a.v.)’den ge-

len bir rivâyette de bu gerçek an-

latılır: “Nice oruç tutanlar var-

dır ki, onların oruçtan payları

sadece aç ve susuz kalmaları-

dır.”8 Bütün bu uyarılar, mânevî

rızık hükmündü olan ibadetlerin

mânâ boyutlarına bizim dikkat-

lerimizi çekmektedir. İbadetler;

ihlâs, saf dindarlık olan takvâ

ile bütünleştiğinde insanın ruh-

sal hayatını iyileştirici neticeler

doğurur. Bir Müslüman ancak

ibadetlerindeki mükemmeli-

yet neticesinde ihsan derecesine

yükselebilir ve Allah’a yaklaşa-

bilir. İnsan O’na yakınlığı nispe-

tinde huzurlu ve mutludur. Bu

durum onu, her an Allah’la bir-

likte olma duyarlılığına götürür.

Çünkü ibadetler, insanın fikrini

yüceltir, ruhunu olgunlaştırır ve

iradesini terbiye eder.

Netice itibariyle Yüce Allah

(c.c) el-Mukît’tir. O’dur herke-

se rızık veren; O’dur her şeye

güç yetiren; O’dur kâdir-i mut-

lak olan. O halde, yaşamamız

ve maddî varlığımızı sürdürme-

miz için bütün isyanlara rağmen

rızkını kesmeyen Allah’a karşı

şükretmesini bilmeliyiz. O’dur

iç dengemizi sağlamak için bize

imanı ve hidâyeti nasip eden.

Nasıl ki, maddî yanımızı, ça-

mur yanımızı, yiyecek ve içecek

cinsinden olan besinlerle do-

yuruyorsak, mânevî dünyamı-

zın doyurulmasında da bize rı-

zık olarak verdiği iman ve itâat

cinsinden olan mânevî besinle-

ri almayı ihmal etmeyelim. İn-

san hayatında denge, ancak be-

den ve ruhun ihtiyaçları ölçülü

bir şekilde karşılandığı zaman

sağlanabilir.

Temmuz 201316 17

1 4/Nisâ, 85.2 52/Zâriyat, 58. 3 11/Hud, 6. 4 Bkz. Beyhakî, Ebu Bekr Ahmed, Kitâbu’l-Esmâ

ve’s-Sıfât, Neşr. M. Z. El-Kevserî, Beyrut, ts., s. 665 13/Ra’d, 28. 6 8/Enfâl, 2. 7 22/Hac, 37. 8 İbn Mace “Sıyâm” 21.

*Prof. Dr.

Dipnot

“İbadetlerin ruhunu teşkîl ve tahkîm eden niyet

ve ihlâs, bütün ibadetlerin iliğidir. Dolayısıyla,

ibadetlerden elde edeceğimiz sevâbı yok eden

âdetleştirilmeye dayalı, gösterişçi ve “desinler” türü

dindarlıklardan uzak durulmalıdır.”

Page 12: 153 - somuncubaba.net › pdf › 0153 › ... · Online sipariş ve satış I NASİHAT YAYINLARI DÎVÂN-I HULÛSÎ-İ DÂRENDEVÎ 4. BASKI ES-SEYYİD OSMAN HULÛSİ EFENDİ’NİN

19

GİZLİ ŞİRK:

RİYÂ

Sûfi PerspektifKadir ÖZKÖSE*

Riyâ kelimesi terim olarak, “gös-

teriş yapmak” mânâsına gel-

mektedir. İslâm nazarında riyâ;

amel işlerken kulun Allah’tan başkasını düşünme-

si ve ihlâsı terk etmesidir. Kur’ân-ı Kerim’deki şu

âyetler bu hususa dikkat çekmektedir:

“Ey iman edenler! Allah’a ve âhiret gününe

inanmadığı halde insanlara gösteriş olsun diye

malını harcayan kimse gibi, sadakalarınızı başa

kakmak ve gönül kırmak suretiyle boşa çıkar-

mayın. Böylesinin durumu, üzerinde biraz top-

rak bulunan ve maruz kaldığı şiddetli yağmurun

kendisini çıplak bıraktığı bir kayanın durumu

gibidir. Onlar kazandıklarından hiçbir şey elde

edemezler. Allah kâfirler toplulu-

ğunu hidâyete erdirmez.”1

“Münâfıklar, Allah’ı aldatmaya

çalışırlar. Allah da onların bu ça-

balarını başlarına geçirir. Onlar,

namaza kalktıkları zaman tembel

tembel kalkarlar, insanlara gös-

teriş yaparlar ve Allah’ı pek az

anarlar.”2

Riyâ ile amelini boşa çıkaranların perişan hal-

lerini Muhyiddin İbnü’l-Arabî (ö. 638/1240) şu

şekilde dile getirmektedir: “Hüsranda kalanların

en kötü durumda olanı, işlediği salih amelleri hal-

ka gösteren ve riyâ ile iyi amelini yok edip şahda-

marından daha yakın olan Allah’ın huzuruna kötü

amellerle çıkandır.”3

Kulluk Allah içindir. Ömür Allah yolunda

tüketilirse mübârektir. Kötülüklerden kaçın-

mak da iyiliklere ermek de sadece Allah için ya-

pılmalıdır. İşlediğimiz amelleri sadece Allah’a

arz edebilmeliyiz. Allah için işlenmeyen amel-

ler boşa çıkmaktadır. Bu gerçeği Fudayl b. Iyâz

(ö. 187/802) şu tesbiti ile anlaşılır kılmaktadır:

“Halk için ameli (ve günah olan şeyleri) terk et-

mek riyâdır, halk için amel (ve ibadet) etmek ise

şirktir.”4

Riyâkârlıktan kaçındığımızı görmek ve

riyâkâr olmadığımızı yansıtmak bile sıkıntılı-

dır. Tasavvufta terk bilinci esastır. Allah ile ara-

mızdaki en büyük perde nefis perdesidir. Ben-

lik duygusunu ortadan kaldırmadan, kendimizi

görmekten kaçınmadan kulluk gerçeğine ere-

meyiz. “Riyâkârım diye yemin etmem, riyâkâr

değilim diye yemin etmemden daha hoşuma gi-

der.”5 diyen Fudayl b. Iyâz ne kadar haklıdır.

İhlâs ile Riyânın Bir Arada Bulunmaması

Riyâ ehli yaptıklarını duyurmak ister; rekla-

mı sever; gösterişe kalkışır; alkışı, takdiri, beğe-

niyi, onaylanmayı, taltifi bekler. Hâlbuki tasav-

vufta dervişin zemmi de medhi de bir görmesi

esastır. Başkalarının kınamasına da aldırmaz

takdirine de bel bağlamaz. Sûfî ücretli kul değil,

sırf kuldur. Dervişin hesabı olmaz. Derviş hasbî

adamdır. Göstermek ve görülmek derdine düş-

mez. Ama riyâya müptelâ olanlar halk nazarında

itibar kazanmak isterler. Riyâ ehli rütbe peşinde

Temmuz 201318

“Nihâyet ehli, güzellikleri ‘cem’ halinde, günahları ise ‘fark’

halinde bulurlar. Yani güzellikleri kendilerinden bilmezler,

ancak günahları kendilerinden bilirler. Bu konuda iyilikleri

yaparken bunu Hakk’a nisbet etmek gerekir.”

Page 13: 153 - somuncubaba.net › pdf › 0153 › ... · Online sipariş ve satış I NASİHAT YAYINLARI DÎVÂN-I HULÛSÎ-İ DÂRENDEVÎ 4. BASKI ES-SEYYİD OSMAN HULÛSİ EFENDİ’NİN

21Temmuz 201320

koşar; dertleri taç ve hırkadır; birtakım payeler

için yaptıklarını insanlara gösterme derdine dü-

şerler. Allah erleri ise ihlâslı kullardan olmak is-

ter, Allah için ibadet eder, Allah’tan başkasının

yaptığını bilmesini istemez, Allah’ın rızâsını ve

âhiret diyarını kazanmak yegâne derdidir. Der-

di Allah olanın, kalbi Allah’a bağlı kalanın, is-

tediğini Allah’tan isteyenin, Allah’ın beğenisi-

ni kazanma iştiyâkına düşenin yâr ve yardımcısı

Allah’tır. Allah o kuluna öyle yardım eder ki, onu

katına yükseltmekle kalmaz, insanların gözün-

de de onun şanını artırır, değerine değer katar.

O nedenle kul, “Allah bilsin, gerisi beni alaka-

dar etmez.” demelidir. İyilik yapıp denize atma-

lı, balık bilmezse Halık bilir umudunu korumalı.

Ebu Bekir Kelâbâzî (ö. 385/995)’nin ifadesiy-

le, insanlar arasında itibar kazanmak amacıyla

yaptıklarını başkalarına işittirmeye kalkışanla-

rın yaptıklarını Allah insanlara sevimsiz kılmak-

ta, onu onların gözlerinde küçük düşürmekte,

onların nazarındaki değerini alçaltmakta ve in-

sanlara rezil etmektedir.6

İbadetlerin Perdelemesi

Üçüncü devre Melamîliğinin pîri Muhammed

Nûru’l-Arabî (ö. 1305/1887) sevenlerini riyâya

düşmekten sakındırmakta, yapmış oldukları iba-

detleri görmemelerini tavsiye etmekte, ibadet-

leriyle vuslata ereceklerine kani olmamalarını,

mahviyet duygusuna bürünmelerini, her an iba-

detle meşgul olsalar dahi ibadetlerinin noksanına

hükmetmelerini tenbih etmektedir. Çünkü ona

göre ibadet ve itâatler bazen vuslata değil Hak’tan

perdelenmeye bile sebep olmaktadır. Onun ifade-

siyle söyleyecek olursak deriz ki:

“Bir kişi ameli sebebiyle Hakk’a kurbet ettiği-

ni/yakınlaştığını düşünürse ehl-i isyândan olur.

İbadetler ile ucb etmek ve dâvâ-yı bâtıla ile di-

ğer kullara mazhariyet iddiasında bulunmak

sûfîlerin bazen düştüğü hatalardandır. Bu ise

nefsânî kirlerin, cismânî kirlerin, rûhânî karan-

lıkların esasıdır. İsyan edenler isyanıyla, tâat sa-

hipleri de ona güven sebebiyle Hak’tan mahcup

olurlar. Hz Peygamber (s.a.v.) bile ‘Ben ancak

bir beşerim.’ demiştir. Kul salih ameli kendin-

den görmemelidir. Hak Teâlâ katında en üstün

amel ağyâr için yapılmayandır. Buna cennet ar-

zusu, cehennem korkusu dâhildir. Bir beklenti

olmamalıdır. Suretâ âmil kul ise de o güç ve ira-

deyi veren Hak’tır.”7

Muhammed Nûru’l-Arabî bu ifadeleriyle biz-

lere ibadetlerimiz karşılığında sevap ve mükâfat

beklentisine koyulmamızın kendimizde bir var-

lık gördüğümüzün işareti olduğunu söylemek-

tedir. Kendimizde varlık görmeye kalkışmak,

Hakk’ı bilmemizin önündeki en büyük engel-

dir. Zira şeytan da kendinde varlık gördüğü için

Hz. Âdem’in varlığındaki Muhammedî haki-

kati yani zat, sıfat ve ef’âl tecellîlerini nefyetti-

ği için Hak’tan perdelenmiştir. O nedenle, “İd-

dia sahibi olmaktan sakın.” diyen Muhammed

Nûru’l-Arabî’ye göre yapılan her iyilik Hak’tan,

her kusur ise nefisten bilinmelidir.8 Muhammed

Nûru’l-Arabî bu gerçeği şu sözleriyle daha anla-

şılır kılmaktadır:

“Nihâyet ehli, güzellikleri ‘cem’ halinde, gü-

nahları ise ‘fark’ halinde bulurlar. Yani güzellik-

leri kendilerinden bilmezler, ancak günahları

kendilerinden bilirler. Bu konuda iyilikleri yapar-

ken bunu Hakk’a nisbet etmek gerekir. Bu kurb-ı

ferâizdir. Kötülüklere gelince bundan nefsine pay

çıkar. Bu da kurb-ı nevâfildir. ‘Sana gelen her iyi-

lik Allah’tandır. Sana gelen her kö-

tülük ise kendindendir.”9

İhlâstan Ödün Vermemek

Seyr u sülûkta ibadete deva-

mın önemine sürekli vurgu ya-

pan Sivaslı mutasavvıf şair Şeyh

Hâlid Efendi (ö. 1350/1931), seyr

u sülûkun kemâlini ihlâsa bürün-

mekte görür. O şu gazeliyle bizleri ihlâstan ödün

vermemeye davet etmektedir:

Sâlik-i Hak için her anda ihlâs

Lâzımdır etmeklik amelde ihlâs

Ecsâda benzetdi ârif a‘mâli

Bilirseñ rûh oldu amelde ihlâs

Zâhidân isteyip ecr ü mesûbât

Eyledik sanırlar amelde ihlâs

Sen kulsun kullara lâzım ibâdet

Edip vechen li’llâh amelde ihlâs

İbâdet memlûkuñ ihsân Mâlik´iñ

Ya neden etmezsiñ amelde ihlâs

Olmasa va‘d ile hem de va‘îdi

Acep etmez miydiñ amelde ihlâs

Havl ü kuvvet Hak´dan yok sende senlik

Tecrîd ol bul var sen amelde ihlâs

Ne hidmetle olduñ nâil-i eltâf

Añlarsañ yoklukda amelde ihlâs

İlâhî rahm eyle hâl-i Hâlid´e

İhsân et lutfuñdan amelde ihlâs10

Riyâ Tehlikesi

Darendeli Osman Hulûsi Efendi (ö.1410/1990),

Divan’ında riyâdan o kadar çok korkmakta, riyâ

tehlikesinin büyüklüğüne o kadar çok dikkat çek-

mekte, riyâ denilen perişanlıktan o kadar çok ya-

kınmaktadır ki, kaş yapalım derken göz çıkaran

riyâ ehline murâkabe ve muhâsebe derslerine de-

vam etmeyi önermektedir.

Sa’y eder zâhid ki zühd ile rızâ tahsîl ede

Bilmez o kim bu amel zerk u riyâ hâsıl kılar

mısraında zühd ve gayreti ile rızâyı elde etmek is-

teyen kimi zâhid geçinenlerin amellerine riyâ ve

gösteriş kattıklarını, riyâları yüzünden mahcup

ve mahsur konuma düştüklerini haber vermekte-

dir. Allah bizleri ancak riyâsız olduğumuz ve her

derdimizi O’na arzettiğimiz zaman muvaffak kıla-

caktır. Osman Hulûsi Efendi’nin dizelerine kulak

verdiğimiz zaman riyâdan sakınmanın yolunu öğ-

“Kurtuluşumuz ilâhî rızâya ermektedir. Allah’ın

rızâsını kazanmaktan başka sâadet yoktur. Allah

ile dost olanın başkasına eyvallahı olmaz. Allah’tan

hoşnut olanın başkasına yaranması olmaz.”

“Allah erleri ise ihlâslı kullardan olmak ister, Allah için ibadet eder, Allah’tan başkasının yaptığını bilmesini istemez, Allah’ın rızâsını ve âhiret diyarını kazanmak yegâne derdidir. Derdi Allah olanın, kalbi Allah’a bağlı kalanın, istediğini Allah’tan isteyenin, Allah’ın beğenisini kazanma iştiyâkına düşenin yâr ve yardımcısı Allah’tır.”

Page 14: 153 - somuncubaba.net › pdf › 0153 › ... · Online sipariş ve satış I NASİHAT YAYINLARI DÎVÂN-I HULÛSÎ-İ DÂRENDEVÎ 4. BASKI ES-SEYYİD OSMAN HULÛSİ EFENDİ’NİN

Temmuz 201322

renmekte, rızâ gemisine binip sâhil-i selâmete çık-

manın huzurunu yakalamaktayız. Bakınız Osman

Hulûsi Efendi nasıl da candan sesleniyor bizlere:

Her ne dilersen Kibriyâ ihsân eder ol bî-riyâ

İste murâdını dilâ vakt-i seher vakt-i seher

***

Şol müselsel turrası îmânımızdır şübhesiz

Hamdü li’llâh tâat-ı zerk u riyâdan geçmişiz

***

Zerk u riyâdan geçmişiz

Tevhîd-i sırfı seçmişiz

Aşk bâdesinden içmişiz

Ol sâkî-i devrân bizim

***

Nâmûs u ârı varı hep zühd ü riyâ zünnârı hep

Terk eyleyip ağyârı hep arkadaşlık eyler misin

***

Ey abd-i makbûl dönme sağ u sol

Budur doğru yol Hakk’ı zikr eyle

Murâdın irfân edesin iz’ân

Ey sevgili cân Hakk’ı zikr eyle

Her ân her nefes gayra meyli kes

Budur sana bes Hakk’ı zikr eyle

Fikr-i hevâdan kalb-i riyâdan

Geçip sivâdan Hakk’ı zikr eyle

Uyan ey mürde düşüp bir derde

Kalkıp seherde Hakk’ı zikr eyle

Tutup bir etek ol ballı petek

İnle bülbül tek Hakk’ı zikr eyle

Hulûsî hâs ol ehl-i ihlâs ol

Bahra gavvâs ol Hakk’ı zikr eyle

***

Cefâdan iştikâsı âşıkı gamdan halâs etmez

Riyâ ile edilen tâatın ihlâsı hâs etmez

Şirk-i Hevâ

Kurtuluşumuz ilâhî rızâya ermektedir. Allah’ın

rızâsını kazanmaktan başka sâadet yoktur. Al-

lah ile dost olanın başkasına eyvallahı olmaz.

Allah’tan hoşnut olanın başkasına yaranması ol-

maz. Makalemi gösteriş için ibadet etmenin teh-

likesine dikkat çeken Süleyman Uludağ’ın şu tes-

bitleri ile tamamlamak istiyorum:

“Mü’min sadece Allah’a ibadet eder. Allah’tan

başkasına tapmak şirk olduğu gibi riyâ gösteriş

için ibadet etmek de şirktir. Gösteriş için olan iba-

detler şekil ve suret olarak Allah için yapılıyormuş

gibi olsa da, esas amaç ve maksat olarak başkala-

rının tekdirini, beğenisini, övgüsünü ve güvenini

kazanmak; bunu da maddî çıkar sağlamanın, şöh-

ret olmanın ve belli bir makam elde etmek aracı

olarak kullanmak olduğundan şirktir. Buna ‘örtü-

lü şirk’ denir. ‘Üstü kapalı şirk’, ‘gizli şirk’ denir.

Aslında büyük bir şirk olduğu hâlde buna şirk-i

asgar/küçük şirk de denir.

Gösteriş için ibadet eden kişi hem Hak Teâlâ

hem de kullarına karşı suç işlemiş olur. Çün-

kü O’nu da, bunları da aldatma gibi bir yol tut-

muştur. Yüce Allah sırf kendisi için yapılan iba-

detlerden başkasını kesinlikle kabul etmeyeceğini

bildirmiştir. Şöyle buyurur: ‘İhlâslı olarak O’na

ibadet et.’11 Kur’ân samimiyetle ibadet eden ihlâslı

kulları över.12 Sadece hulûs ile hulûs-i kalble yapı-

lan ibadetlerin Allah katında değeri vardır. Hadis-

te; “Riyâ şirktir.”13 buyurulmuştur. Riyâ da nes-

nel değil, öznel bir şeydir, bir niyet ve gönül işidir.

Kimin ihlâslı, kimin riyâkâr olduğunu dıştan ba-

kılınca kesin bir şekilde belli olmadığından, baş-

kalarının ibadet ve kullukları konusunda bu açı-

dan hüküm vermek ve değerlendirmek imkânı

yoktur. Bir Müslüman ancak kendi ibadetlerini

ve ubûdiyetlerini bu bakımdan değerlendirebilir.

Daha doğrusu değerlendirmelidir.”14

ANTALYA GÜZELLEMESİ

Tünek Tepesi’nden baktım, doymadımBir başka baharın, yazın Antalya!...Senden daha güzel şehir duymadımBir ömür çekilir nazın Antalya!...

Aspendos, Saklıkent çağları aşarDemre, Kemer, Serik yarına koşarKurşunlu, Manavgat coştukça coşarSularında yüzer kazın Antalya!...

Bacasız sanayin hayattır bizeKaranlık geceler döner gündüzeSuretin can yakar, hacet yok sözeHüznümü artırır sazın Antalya!...

Gönülde yaşarsın, özlenensin senToroslardan bakıp gözlenensin senSide’de tarihle sözlenensin sen Dillere destandır mâzin Antalya!...

Saat Kulesi’nde zaman durmuşturKadim rüyasını hayra yormuşturBugünden yarına köprü kurmuşturGönlümden silinmez izin Antalya!...

Martılar, masmavi suya seslenir Alanya bir gelin gibi süslenir Konyaaltı, Side dünden beslenirGönlüme aşikâr gizin Antalya!...

Akdeniz’de inci misalisin senÂşığın maşuğa visalisin senİrem Bağları’nın emsalisin senAy’ı kıskandırır yüzün Antalya!...

M. Nihat MALKOÇ

23

1 2/Bakara, 264.2 4/Nisâ, 142.3 Kuşeyrî, er-Risâle,s .394.4 Kuşeyrî, er-Risâle, s. 424. 5 Kuşeyrî, er-Risâle, s. 424. 6 Göktaş, Kelâbâzî ve Tasavvuf Anlayışı, s. 244-245.7 Bolat, Muhammed Nûru’l-Arabî, s. 107.8 Bolat, Muhammed Nûru’l-Arabî, s. 107-108.9 Bolat, Muhammed Nûru’l-Arabî, s. 108.10 Yıldız, Şeyh Halid Divanı, s. 205.11 39/Zümer, 2, 11, 14.12 37/Saffât, 40, 47, 128, 160, 169.13 Tirmizi, Nüzur, 9; İbn Mâce, Fiten, 16; Aclûnî, Keşfü’l-hafâ, 435.14 Uludağ, “İstimdâd”, Tasavvuf, yıl 3, sy.8, s. 16.

*Prof. Dr.

Dipnot

Page 15: 153 - somuncubaba.net › pdf › 0153 › ... · Online sipariş ve satış I NASİHAT YAYINLARI DÎVÂN-I HULÛSÎ-İ DÂRENDEVÎ 4. BASKI ES-SEYYİD OSMAN HULÛSİ EFENDİ’NİN

25

Külliyenin Özellikleri ve Yeni Camii

Osmanlı hükümdarlarından Yıldırım Bayezid

Han dönemi ve 14. yy eseri olan, cami kare planlı

bir yapı olup, trompların teşkil ettiği yedigen bir

kasnak kubbeyi taşır. Birer tane doğu ile batıya,

iki de kıbleye açılan tavan pencerelerine ek ola-

rak kubbe kasnağından yedi yüzeyde, şevli pen-

cereler bulunmaktadır. Kubbe üzeri yedigen pi-

ramit çatı ile örtülüdür. 7 rakamının sırrı; Fatiha

Suresinin 7 ayetten oluşması, Somuncu Baba

Hazretlerinin Bursa Ulu Camii de okuduğu hut-

bede Fatiha Suresini işari / manevî olarak yedi

ayrı yorumla açıklaması, aynı zamanda göğün ve

yerin yedi kat olması, haftanın yedi güne bölün-

mesi, dünyanın yedi günde yaratılması bu teme-

le dayanır.

Somuncu Baba Hazretleri ve oğlu Halil Tay-

bi Hazretlerinin kabirleri bu kubbenin altında-

dır. Müteakip asırlarda doğu ve kıble tarafa ila-

ve edilen kemerli sahnlar, ahşap düz örtü ile son

cemaat mahalli ise kıbleye meyyal çatı ile kapa-

tılmıştır. Asıl mekâna girişte, kapı kemeri altın-

da bulunan tamir kitabesinden camiin H. 1005

Muharrem ayı, Miladi 1596 Nisan-Mayıs ayın-

da yapıldığı anlaşılmaktadır. Türbe arkasında çı-

kan memba kaya suyu, cami içerisinde bulunan

kayadan oyma kanalla kapı girişinin sağında do-

Temmuz 201324

DARENDE ŞEYH HAMİD-İ VELİ

TarihResul KESENCELİ

VE İLİM-İRFÂN MEDENİYETİ

SOMUNCU BABA KÜLLİYESİ AÇILIŞI

Asla

n Te

kTaş

Page 16: 153 - somuncubaba.net › pdf › 0153 › ... · Online sipariş ve satış I NASİHAT YAYINLARI DÎVÂN-I HULÛSÎ-İ DÂRENDEVÎ 4. BASKI ES-SEYYİD OSMAN HULÛSİ EFENDİ’NİN

Temmuz 201326 27

ğal şadırvan lülelerine aktarılmıştır. Abdest al-

mak üzere hazırlanmış mekân, estetik açıdan dik-

kat çekicidir. Minberdeki Lihye-i Saâdet / Sakal-ı

Şerif, Mehmet İzzet Paşa tarafından İstanbul’dan

Darende’ye hediye edilen iki Sakal-ı Şerif’ten bi-

risidir. Somuncu Baba Camiinde tarih boyunca

özenle saklanan ve nesilden nesile aktarılan bu

kutsal emanet, dinî bayramlar ve mübarek gece-

lerde ziyarete açılmakta ve bu manevî atmosfer-

den tüm ziyaretçiler istifade etmektedirler.

1990-2000 yılları arasındaki restorasyon ça-

lışmasında kıble cihetindeki hazirede bulunan

mevcut kabirlerin tanzimi ile Türkçe tanıtım

levhaları yaptırılmıştır. İç mekandaki Hattat Ha-

san Çelebi’nin hattı ile çehar-i yâri güzîn levha-

ları, yekpâre mihrabiye ayeti, Osmanlı tarzındaki

kandil ve avizeler iç mekânı güzelleştiren estetik

unsurlardır. Cami ana mekânın ön kısmına kü-

tüphane-araştırma merkezi yapılmıştır.

Külliye 10.000 Kişinin Aynı Anda Namaz Kılabileceği Kapasitede

2003 yılında ana mekânın sağ tarafına,

13x13 kare planlı ilave cami inşa edilmiştir.

Tarihî ve manevî dokuya uygun olarak inşa

edilen caminin cemaat giriş yeri ayrı olarak

düzenlenmiştir. İlave camide çatı işçiliğine

ayrı önem verilmiş, Güney Afrika’dan ge-

tirilen sapella ağacından ahşap el işle-meli olarak ters tavan/çatı yapılmıştır. Tefrişat, tarihî dokuya uygun olarak düzen-

lenmiştir.

Birincisinden ayrı olarak yapılan Yeni Ca-

minin inşaatı ise 2009 Nisan ayında başlamış

olup 25x25 kare planlıdır. Tarihî ve manevî dokuya, sanat ve estetik anlayışa uygun olarak

yapılan Şeyh Hamid-i Veli Camii ve Külliyesi

toplam 6.000 metrekarelik alanı kapsamak-

tadır. Kapalı alanı 3.000, açık alanı 3.000 metrekaredir. Kapalı alanda 5.000, açık alanda 5.000 olmak üzere toplamda

10.000 kişi namaz kılabilecek kapasitededir.

Selçuklu-Osmanlı mimarî özelliğini gösteren

Yeni Camii ve Taç Kapı’da Mardin taşı kullanıl-

mıştır. Bu ise Osmanlı-Selçuklu motif ve kültü-

rel özelliğini yansıtmaktadır. Avlu taban mermer

kaplamasında Bursa Kemalpaşa beyaz merme-

ri kullanılmıştır ki bu da Kabe-i Şerif’in açık ala-

nını hatırlatmaktadır. Selçuklu-Osmanlı mimarî tarzı olarak pencerelerin küçük olması içeriye loş

bir ışık huzmesinin girmesini sağlamış, böylece yapılan ibadet için ayrı bir feyz ve huzur orta-

mı oluşturulmuştur. Selçuklu ve Beylikler Döne-

mi figür/üslup özelliği taşıyan mihrap, minber

ve kürsünün çok güzel el işleme figürleri ve ah-

şap sanat anlayışı ile tek yapıda çözülmesi Yeni

Camii’ye ayrı bir güzellik katmıştır. Aydınlat-

Page 17: 153 - somuncubaba.net › pdf › 0153 › ... · Online sipariş ve satış I NASİHAT YAYINLARI DÎVÂN-I HULÛSÎ-İ DÂRENDEVÎ 4. BASKI ES-SEYYİD OSMAN HULÛSİ EFENDİ’NİN

Temmuz 201328 29

ma ve ses sistemleri ise günümüz modern anla-

yışıyla yapılarak Selçuklu-Osmanlı tarzı ile güzel

bir ahenk/üslup oluşmuştur. İslâmî geleneğe uy-

gun olarak abdesthanelerin belli bir mesafe uzak-

lıkta, Hamidiye Çarşısı’nda yapılması ise bizlere

düşünce inceliği ve nezaketinin zirvede oldu-

ğunu göstermektedir. Aynı zamanda külliyeye/

huzura abdestsiz gidilmemesinin inceliğini ifade

etmektedir. Yeni Camii’nin iç ve dış yapısındaki

sadelik ise kültür tarihimizin izlerini yansıtırken

tarihimizin güzelliklerini günümüz anlayışıyla

bizlere göstermektedir.

Yeni Camii’nin tavanı muhteşem bir tarzda ah-

şap işçiliği ile yapılmıştır. Tarihten günümüze bir

örneği daha yoktur. Yeni Camii’nin tavanı, Selçuk-

lu-Osmanlı kültür sanatının temel figürlerin-den biri olan her köşesinde İslâmî açıdan bir mana barındıran, üst üste gelecek şekilde ve ta-

van merkezinden dışa doğru büyüyen 5 adet 8 kö-

şeli yıldızlar şeklinde tasarlanmıştır. Toplam 40

yıldız köşesi bulunmaktadır. 40 rakamı ma-

neviyatta çok önemli bir anlam taşır. Kırkları ve

büyükleri ifade eder. Hz. Muhammed (s.a.v.)’in

40 yaşında peygamber olduğu, malın 40’ta biri-

nin zekât olduğu, Hz. Yunus’un balığın karnında

40 gün kaldığı bilinmektedir. Aynı zamanda 8 ra-

kamı cennetin sekiz kapısını, 5 rakamı İslâm’ın 5

şartı gibi manevî değerleri ifade etmektedir.

Yeni Camii’de; mihrabı, minberi, mahfili, ha-

lıları, avlusu, şadırvanı, taç kapısı ve ana binası

ile bir bütünlük görülürken çatı yüksekliği olarak

Yeni Camii normal yükseklikte, ilave camii on-

dan biraz daha yüksek, ana kısım/türbenin bu-lunduğu bölüm ise, en yüksektir ki bu ise maneviyattaki saygıyı ve değeri bizlere ifa-de etmektedir. Tarihî ve manevî dokuya, sa-

nat ve estetik anlayışa uygun olarak yapılan Şeyh

Hamid-i Veli Camii ve Külliyesi ayrı bir letafet, za-

rafet, incelik ve fikriyatla vücuda getirilmiştir.

Protokol Konuşmaları ve Cami Beratı

Şeyh Hamid-i Veli Camii ve Külliyesi açılı-

şına Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ, Malatya

Valisi Vasip Şahin, AK Parti Gurup Başkanvekili

Mahir Ünal, AK Parti Malatya Milletvekilleri Öz-

nur Çalık ve Mustafa Şahin, BBP Genel Başkanı

Mustafa Destici, Malatya Belediye Başkanı Ahmet

Çakır, AK Parti İl Başkanı Bülent Tüfenkçi, MHP

İl Başkanı Arif Yıldız, Darende Kaymakamı Meh-

met Aktaş, Darende Belediye Başkanı İsa Özkan,

kamu kurum kuruluşlarının müdür ve çalışanla-

rı, sivil toplum örgütleri ve siyasî parti başkanla-

rı, iş adamları ile çevre il, ilçe ve yurtdışından bir-

çok konuk katıldı.

15 Haziran 2013 Cumartesi günü sabah 9.00’da

başlayan programda Vakıf Mütevelli Heyet Baş-

kanımız Hamit Hamidettin Ateş Efendi, progra-

ma katılan Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ’a

plaket takdim etti. Başbakan Yardımcısı Bekir

Page 18: 153 - somuncubaba.net › pdf › 0153 › ... · Online sipariş ve satış I NASİHAT YAYINLARI DÎVÂN-I HULÛSÎ-İ DÂRENDEVÎ 4. BASKI ES-SEYYİD OSMAN HULÛSİ EFENDİ’NİN

Temmuz 201330 31

Bozdağ ise, Cami Açılış Beratı’nı Vakıf Mütevelli

Heyet Başkanımız Hamit Hamidettin Ateş’e ver-

di. Açılış programı vesilesiyle bir konuşma yapan

Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ, “Tarih içe-

risinde milletlerin kültürlerinin ve medeniyet-

lerinin temel taşlarını meydana getiren, gelecek

çağlara etki eden büyük insanlar vardır. Bu etki

üzerinden yıllar geçmesine rağmen özelliğinden

hiçbir şey kaybetmez ve aynı sıcaklığını ve ağırlı-

ğını her daim yeniymiş gibi muhafaza eder. Yıllar-

ca halkın belleğinde varlığını korur. İnsan hayatı-

nın sırrını çok iyi bilen büyüklere bütün insanlığın

ihtiyacı vardır, tarihimiz bizim bu anlamda bü-

yük insanlarla doludur. Hem ilim hem irfan sa-

hibi, hem mana âleminde hem madde âleminde

büyüklerine insanların, asırların, eserlerin şahit-

lik ettikleri nice büyüklerimiz vardır. Ben bu vesi-

le ile bunlardan bir tanesi olan Şeyh Hamid-i Veli

Somuncu Baba Hazretlerini burada bir kez daha

rahmetle minnetle şükranla yâd ediyorum.” dedi.

“Somuncu Baba bildiğiniz gibi Kayseri’de doğ-

muş, Şam Tebriz ve Erdebil’de dinî ve dünyevî

ilimlerle ilgili icazet almış, irşat vazifesi için

Anadolu’yu adeta karış karış gezmiş ve Bursa’da

bir dönem yaşamış ve ömrünün son kısmını da

Darende’de geçirmiş bir ilim ve gönül sultanı-

dır. Konuşmacılarımızın da işaret ettiği gibi Yıl-

dırım Bayezid Han, Bursa Ulu Camii’nin inşaatı-

nı tamamlayıp açılışını hayırlı bir gün olan Cuma

günü yaparken Emir Sultan Hazretlerine cuma

namazında ilk hutbeyi okuması emrini veriyor.

O da, zamanın kutbu aramızdayken benim onun

huzurunda hutbe okumam doğru değildir diye-

rek Somuncu Baba Hazretlerini işaret ediyor.

Onun üzerine Ulu Camii’de ilk hutbeyi Somun-

cu Baba irad ediyor. Anlatılan odur ki, Fatiha Su-

resini 7 farklı şekilde hutbesinde tefsir ederken

bütün cemaat ona hayran kalmıştır. O dönemin

şeyhülislamı Molla Fenari Hazretleri bu hutbe-

yi dinledikten sonra Somuncu Baba’ya intisab et-

miştir. Somuncu Baba Hazretleri Osmanlı coğ-

rafyasının manevî güneşidir. Öyle bir güneştir ki

yetiştirmiş olduğu talebeleriyle birlikte tüm Os-

manlı coğrafyasını etkilemiştir. O Hacı Bayram-ı

Velileri, Akşemseddinleri ve daha nice gönül er-

lerini yetiştirmiştir. Onun yetiştirdiği gönül ve

ilim adamları Osmanlı hükümdarlarının önle-

rinde ışık oldular ve Anadolu’dan Balkanlara,

Kafkasya’ya, Ortadoğu’ya kadar olan bu güzel

coğrafyayı hep aydınlattılar. İlimleriyle aydınlat-

tılar, gönülleriyle aydınlattılar, sevdalarıyla aşk-

larıyla aydınlattılar, birlik diyen kardeşlik diyen

dilleriyle fikirleriyle aydınlattılar.” diyen Bekir

Bozdağ, daha sonra özetle şunları belirtti: “İşte

Dîvân’ı, Mektûbât’ı ve Hutbeleri ile sevenlerinin

kulağına hakikat sesini fısıldayıp fikrini zikri-

ni sohbetini ilmini hayatını insanların hizme-

tine sunmuş olan Darendeli Şeyhzade oğulla-

rından mutasavvuf şair, ilim ve gönül insanı

Es-Seyyid Osman Hulûsi Ateş Efendi de böy-

lesi bir zatın ve âlemlere rahmet olarak gönde-

rilmiş olan Peygamber Efendimizin neslinden,

ülkemizin, insanımızın manevî rehberlerinden,

manevî ilim ve irfan sultanlarından ve manevî

ışıklarından birisidir. Ölümünün üzerinden 23

yıl geçti ama onun yaktığı ışık, onun ateşlediği

yürekler onun yoluna onun aydınlattığı gibi de-

vam etmektedir. Bu vesile ile vefatının 23. se-

nesinde Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi Haz-

retlerini bir kez daha rahmetle yâd ediyorum.

Aynı zamanda Osman Hulûsi Efendi 12. yüzyıl-

da Hoca Ahmet Yesevî ile başlayıp daha son-

ra Yunus Emre, Eşrefoğlu Rumî, Niyazi Mısrî,

Aziz Mahmud Hudaî, Ahmet Kuddusi gibi isim-

lerle devam eden tasavvuf şiirinin 20. yüzyılda-

ki en önemli temsilcilerinden biri olmuştur.”

Açılışa katılanlara Başbakan Recep Tay-

yip Erdoğan’ın selamını ileten Bozdağ, Şeyh

Hamid-i Veli Camii ve Külliyesi’nin restoras-

yonunda emeği geçenlere teşekkür etti. Prog-

ramdan memnun kalan Başbakan Yardımcımız

memnun bir şekilde ilçemizden ayrıldı.

BBP Genel Başkanı Mustafa Destici ise bü-

tün manevî erenleri şükranla ve özlemle an-

dığını belirterek, Somuncu Baba ve Hulûsi

Efendi’yi minnet ve rahmetle andığını belirte-

rek, Hulûsi Efendi’nin Nasihat şiirinden beyit-

ler okudu. Mustafa Destici, bugün Türkiye’nin

Page 19: 153 - somuncubaba.net › pdf › 0153 › ... · Online sipariş ve satış I NASİHAT YAYINLARI DÎVÂN-I HULÛSÎ-İ DÂRENDEVÎ 4. BASKI ES-SEYYİD OSMAN HULÛSİ EFENDİ’NİN

33Temmuz 201332

birlik ve beraberliği için en büyük eksikliğin

manevî büyüklerinin azalması olduğunu söy-

ledi.

AK Parti Grup Başkanvekili Mahir Ünal da

maddî ve manevî anlamda Anadolu’yu inşa eden-

lerin ruhlarının burada olduğunu hissettiğini söy-

ledi. Tarihten günümüze bu güzelliklerin devam

ettiğini belirtti.

Malatya Valisi Vasip Şahin, külliyenin

emek verilerek inşa edildiğini ifade etti. Hiçbir

fedakârlıktan kaçınılmadığını söyleyen Şahin, ya-

pıda hem Osmanlı hem de Selçuklu Devleti’nin iz-

lerini bulmanın mümkün olduğunu kaydetti.

Malatya Milletvekili Öznur Çalık ve Malatya

Belediye Başkanı Ahmet Çakır yapılan hizmetler

karşısında takdir ve teşekkürlerini beyan ettiler.

Külliye Açılışı ve Ziyaretler

Külliye’nin açılışı yapılan hatim merasimi ve

açılış duasından sonra Taç Kapısı’nda Başbakan

Yardımcısı Bekir Bozdağ, Vakıf Mütevelli Heyet

Başkanımız ve kıymetli protokol tarafından ger-

çekleştirildi. Akabinde yeni yapılan camii gezildi.

Ziyaretçiler tarihî dokuya uygunluk, sanat, estetik

ve teknik açıdan eserin mükemmelliği karşısında

çok etkilendiler ve takdir ifadelerini söz ve hare-

ketleriyle gösterdiler. Sonra türbe kısmına geçi-

lerek Somuncu Baba, Halil Taybi, Hulûsi Efendi

Hazretleri ve ahfadın kabri şerifleri ziyaret edildi.

Hamidiye Çarşısı Açılışı ve Bedesten / Hayır Çarşısının

Gezilmesi

Hamidiye Çarşısı da Külliye gibi aynen Sel-

çuklu-Osmanlı tarzında sanat ve estetik anla-

yışı çerçevesinde inşa edildi. Ön ve sağ tara-

fı kemerli dükkânlardan müteşekkil çarşının

orta bölümünde tarihî dokuya uygun şadırvan

yapıldı. İç kısımda bulunan abdesthaneler,

mükemmel bir güzellik ve zarafetle yapıldı.

Hamidiye Çarşısı’nın açılışı, coşkulu bir kala-

balık ile Vakıf Mütevelli Heyet Başkanımız ta-

rafından, dualar eşliğinde yapıldı.

Daha sonra Bedesten’e geçilerek Hayır

Çarşısı’nın açılışı gerçekleştirildi. Yurt genelinde-

ki temsilcilikler tarafından getirilen yöresel ürün-

ler, eşyalar ve kıyafetler insanların istifadesine su-

nuldu. Misafirler kendilerini mutluluk diyarında

gülistanın gülleri arasında görüyorlardı. Gerçek-

ten olağanüstü hazırlanmıştı…

Sule

jman

Mu

rad

ovi

c

Page 20: 153 - somuncubaba.net › pdf › 0153 › ... · Online sipariş ve satış I NASİHAT YAYINLARI DÎVÂN-I HULÛSÎ-İ DÂRENDEVÎ 4. BASKI ES-SEYYİD OSMAN HULÛSİ EFENDİ’NİN

35Temmuz 201334

Uluslararası Somuncu Baba ve Hulûsi Efendi Sempozyumu

Uluslararası Somuncu Baba ve Hulûsi Efendi

Sempozyumu’nun ikincisi, Türkiye, İngiltere ve

Mısır üniversitelerinden akademisyenlerin katılı-

mıyla gerçekleştirildi.

Darende Kapalı Spor Salonu’nda düzenle-

nen program, Mısırlı Hafız Hüseyin Türkan’ın

Kur’an-ı Kerim tilavetiyle başladı. Açılış konuş-

masını yapan Kaymakam Mehmet Aktaş, mesaj-

ları çağları aşarak bugüne ulaşan Şeyh Hamid-i

Veli, yani Somuncu Baba ve Darandeli düşü-

nür Osman Hulûsi Ateş Efendi’nin, Anadolu’yu

maneviyatlarıyla aydınlattığını belirtti. Daren-

de Belediye Başkanı İsa Özkan, ilçede faaliyet

gösteren Vakfımızın büyük mutasavvıflardan

devraldığı anlayışla önemli hizmetler yaptığını

söyledi. Nijeryalı Büyükelçisi Mohammed Yo-

usef Babagindeo da önceki yıllarda da etkinliğe

katıldığını ifade ederek, her ziyaretinin bir ön-

cekinden daha maneviyat dolu geçtiğini kay-

detti. Kültür etkinliklerinin çok mükemmel geç-

tiğini belirten Babagindeo, “Allah, Türkiye’yi de

Nijerya’yı da korusun.” dedi. Vakfımız Yönetim

Kurulu Üyesi Mustafa Yağcı, sevginin paylaşıl-

dıkça herkes tarafından hissedileceğini belirte-

rek, Somuncu Baba ve Hulûsi Efendi’nin insan-

lığa hizmet için seferber olduklarını anımsattı.

Bosna Hersekli orkestra şefi Emir Muhanovic de

ilçede etkileyici bir manevî hava olduğunu söyle-

di. Hulûsi Efendi’nin divanındaki ilahileri oku-

yunca o dizelerin yazıldığı yerleri görmek iste-

diğini kaydeden Muhanovic, “Somuncu Baba ve

Hulûsi Efendi manevî kimlikleriyle Türkiye’nin

yanı sıra Balkanlar ve Ortadoğu’yu da etkilemiş-

tir. İyi ki onların yaşamış olduğu yerleri görme

fırsatı buldum.” ifadesini kullandı. Bosna’da Ha-

lil Hulûsi Birzina’nın Darende’yi dört saat anlat-

tığını fakat güzellikleri anlatarak bitiremediğini

belirtti.

Sempozyumda Marmara Üniversitesi Fen Ede-

biyat Fakültesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi Prof.

Dr. Ahmet Şimşirgil “Somuncu Baba’nın Yetiştir-

diği Talebeleri ve Etkileri”ni anlatırken büyük İn-

sanları tanımak için yaptıkları eserlere bakmak,

yetiştirdikleri insanları görmek gerekir dedik-

ten sonra bunu anlamak için Darende’yi görmek

ve anlamak gerekir ifadesini kullandı. Dumlupı-

nar Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dekanı Prof.

Dr. Bilal Kemikli, “Bir Kültür Ocağı: Somuncu

Baba’nın İnşa Ettiği Muhit», Gaziosmanpaşa Üni-

versitesi İlahiyat Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Kadir

Özköse “Hulûsi Efendi’de İrfani Gelenek”, Ma-

ramara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi İslâm Hu-

kuku Öğretim Üyesi Prof. Dr. Abdullah Kahra-

man, “Hulûsi Efendi’nin Hutbelerinde İlim ve

İrfan”, Mısır Ayn Şems Üniversitesi İlahiyat Fa-

kültesi Öğretim Üyesi Ahmet Sami Elaydy “Hulûsi

Efendi’nin Hayatında Ahlakî Tavırlar” tebliğini

sunarken Darende’de Hulûsi Efendi ve Hamided-

din Efendi’ye bağlı insanlarda gördüğü güzelliği

ve kardeşlik duygusunun zirvede olduğu belirte-

rek Allah’ın selamıyla selamladığını ifade etti. İn-

giltere Glasgow Üniversitesi Öğretim Üyesi She-

ikh Rudwan Mohammed de “Hulûsi Efendi’nin

Dîvânı’nda İlim ve İrfan İlişkisi” başlıklı konu-

da sunum yaptı. Üst düzeyde Somuncu Baba ve

Hulûsi Efendi anlatılırken ilim ve irfan sofrasın-

dan damlalar gönülleri yıkadı, temizledi.

Plaket Töreni ve Teşekkür

Programın tamamlanmasından sonra Külliye’nin

yapımında emeği geçenlere, sempozyuma katılan

ilim erbabına, idari ve mülki erkâna plaket takdi-

mi yapıldı. Katılımcılar tarafında sevgi seli ve al-

kış tufanı ile memnuniyetler dile getirildi. Bizlerde

Başbakan Yardımcımız Bekir Bozdağ başta olmak

üzere tüm devlet erkânına, akademisyenlerimize,

misafirlerimize, gönül dostlarımıza teşekkür ede-

rek, muhabbetimizin sonsuza kadar sürmesini te-

menni ediyoruz… Sağ olun, var olun…

Page 21: 153 - somuncubaba.net › pdf › 0153 › ... · Online sipariş ve satış I NASİHAT YAYINLARI DÎVÂN-I HULÛSÎ-İ DÂRENDEVÎ 4. BASKI ES-SEYYİD OSMAN HULÛSİ EFENDİ’NİN

37

EdebiyatMusa TEKTAŞ

Hakk’ın kendine dost edindiği,

üns makamı için seçtiği ve kud-

siyet suyu ile temizlediği veliler

vardır. Allah’ın veli kulları nâil oldukları lütuf ve

ihsânlar sayesinde hiç bir zorlukla karşılaşmadan

bütün mertebe ve makamları aşarak Hakk’a erer-

ler. Bir de velilerin yakınlarında yaşayan meczup-

lar vardır. Meczup, kendinden geçerek Hakk’a er-

miş ve fenâ denizinde yok olup bir daha kendine

gelememiştir. Halk arasındaki velileri büyükler

şöyle tarif etmiştir:

“Allah’ın halk içinde, kalbleri Hz. Âdem (a.s.)’in

kalbi (hâl, ahlâk ve gidişatı) üzerinde olan üç-

yüz, Hz. Mûsa (a.s.)’nın kalbi üzerinde olan kırk,

Hz. İbrahim (a.s.)’in kalbi üzerinde yedi, Cebra-

il (a.s.)’in kalbi üzerinde olan beş, Mikâil (a.s.)’in

kalbi üzerinde üç, İsrafil (a.s.)’in kalbi üzerinde

bir kulu vardır. Sonuncusu öldüğünde yerine üç-

lerden, üçlerden biri öldüğünde beşlerden, beş-

lerden biri öldüğünde yedilerden, yedilerden biri

öldüğünde kırklardan, kırklardan biri öldüğün-

de üçyüzlerden, üçyüzlerden biri öldüğünde de

halktan biri onun yerine geçer. Onların duaları

sebebiyle Allahu Teâlâ mahlûkatı diriltir, öldü-

rür, yağmur yağdırır, bitkileri bitirir ve yeryüzü-

ne gelmesi muhtemel belâları defeder.”

İbn Mes’ud’a: “Allah’ın onların sebebiyle di-

riltmesi ve öldürmesi nasıl mümkün olabilir?”

diye sorulduğunda cevaben: “Çünkü onlar, üm-

metlerin çoğalması için Allah’a dua ederler ve bu

sebepten dolayı da ümmetler çoğalır. Zulmeden-

lere beddua ederler. Allahu Teâlâ da onların bo-

yunlarını kırar. Yağmur yağması için dua ederler,

yağmur yağar. Bereket için dua ederler, yeryüzün-

de onların duaları sebebiyle ekin olur. Dua eder-

ler ve duaları sebebiyle her türlü belâ yeryüzün-

den kalkar,” demiştir.1

Civarındaki meczuplara değer veren büyük ve-

lilerden biri de Altın Silsile’nin 18. Halkası olan

Yakub-ı Çerhî Hazretleridir.

Tam ismi Mevlânâ Yakub b. Osman b. Mah-

mud b. Muhammed b. Mahmud el-Gaznevî olan

Yakub-ı Çerhî, Afganistan’ın Kâbil ve Gazne şe-

hirleri arasında yer alan Luhûger eyaletine bağ-

lı Çerh’te dünyaya gelmiştir.2 Doğum tarihi bilin-

memekle birlikte 8/14. asrın ortalarında dünyaya

geldiği anlaşılmaktadır.3

İlim Deryasından İnci Toplarken

Saygın bir aileye mensup olan4 babası zâhid

ve muttakî bir zât olan Ya’kûb Çerhî, ilim tahsi-

li için Çerh’ten ayrılıp büyük şehirlere gitmek is-

ter. Rüyasında Hızır (a.s.)’ı görür ve onun tavsiye-

si ile ilim tahsili için sefere çıkmaya kesin olarak

karar verir. İlk tahsilini Herat’ta yüksek tahsilini

Mısır’da, mânevî tahsilini Buhara’da tamamlar.5

Mısır’daki eğitiminden sonra, 782/1380-

81’de Buhara’ya dönen Çerhî, Buhara ulemasın-

dan da fetva icazeti almıştır.6 Fetva icazetini alıp

Çerh’e dönerken, Bahâeddîn Nakşbend’in yanı-

na gelip tevazu ve niyazla: “Beni gönlünüzde tu-

tunuz.” deyince, Şâh-ı Nakşbend: “Gideceğin za-

man mı yanımıza geliyorsunuz?” şeklinde karşılık

verir. Bunun üzerine Çerhî: “Size hizmetten bü-

yük mutluluk duyuyorum.” ifadesini kullanın-

ca, Şâh-ı Nakşbend, bu sevginin kaynağını sorar.

Çerhî: “Sizin büyük birisi olmanızdan ve insanlar

arasında makbul sayılmanızdan.” cevabını verin-

Temmuz 201336

Fenâ denİzİNdekİ

cezbe

Page 22: 153 - somuncubaba.net › pdf › 0153 › ... · Online sipariş ve satış I NASİHAT YAYINLARI DÎVÂN-I HULÛSÎ-İ DÂRENDEVÎ 4. BASKI ES-SEYYİD OSMAN HULÛSİ EFENDİ’NİN

39Temmuz 201338

ce, Şâh-ı Nakşbend: “Bundan daha iyi bir delil ge-

tirmen lazım, halk arasındaki bu kabul şeytânî de

olabilir.” der. Çerhî: “Hak Teâlâ bir kulunu sever-

se, onun sevgisini insanların kalbine atar, halk

da o kişiyi sever.” hadisini nakleder. Bu cevap

üzerine Bahâeddîn Nakşbend tebessüm ederek

şöyle der: “Biz azîzânız!”

Bu söz üzerine Çerhî’nin hâli değişiverir. Zira

bir ay kadar önce rüyasında kendisine: “Azîzâna

mürid ol!” dendiğini hatırlar ve ondan kendisini

unutmamasını ister. Bunun üzerine Şâh-ı Nakş-

bend: “Azîzân’dan böyle bir istekte bulunmuş-

lar. Böyle bir talep karşısında kendileri de bir

şeyin hatırda kalması için vasıtaya ihtiyaç oldu-

ğunu ve hatırlamayı sağlayacak bir şey bırakma-

larını istemişlerdir. Sizin yanınızda bize verecek

bir şey yok. Bu sebeple, külahımı al götür. Bunu

gördüğünde bizi hatırlayasın. Bizi hatırladığında

da bizi bulursun. Bunun bereketi ailenin üzerine

olsun. Ayrıca yolculuğunda Mevlânâ Tâceddin-i

Deştkülegî’yi ziyaret et, zira o evliyaullahtandır.”

diye tembih eder.7

Cezbe Rüzgârından Tatlı Esintiler

Çerhî, Deştkülegî ile görüştükten sonra

Buhara’ya yönelir. Buhara’da Yakub-ı Çerhî’nin

itimat ettiği bir meczup vardır. Ona: “Hâce

Nakşbend’in hizmetine gireyim mi?” diye sorar.

Meczup: “Ey Yakub! Çabuk adım at ki senin mak-

buller zümresinden olma vaktin gelmiştir.” der ve

toprağın üzerine birkaç çizgi çeker. Çerhî, ken-

di kendine: “Bu çizgileri sayayım. Şayet tek sayı

çıkarsa hareketinin doğru olduğuna bir delildir.

Zira ‘Allah (c.c.) tektir ve teki sever.’8 der ve çizgi-

leri saydığında tek olduğunu görür. Kendi ifadesi-

ne göre bu olaylar içindeki şüphelerin kaybolma-

sında birer amildir.

Çerhî, hâlâ içinde saklı olan şüpheyi gider-

mek için diğer bir seferinde tefe’üle başvurarak

Kur’an-ı Kerim’den bir yer açar ve “İşte onlar, Al-

lah (c.c.)’ın doğru yola ilettiği kimselerdir; sen de

onların yoluna uy.”9 âyetinin yazılı olduğu kısım

çıkar.10

Meczuplar Velilere “Baba” Derler

Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi’nin sohbetine

devam eden onunla irtibatı olan birçok meczup

vardır. İhramcızâde İsmail Hakkı Efendi (k.s),

Kayseri, Sivas, Elbistan civarında yaşayan “Babo,

İzo, Cemil, Ellez, Şemo, Bostan, Hacı Mehmet”

isimli yedi meczubu Osman Hulûsi Efendi’ye ema-

net ederek onların ihtiyaçlarıyla ilgilenmesini tav-

siye etmiştir. Onlar çeşitli zamanlarda Darende’ye

ziyarete gelir Osman Hulûsi Efendiyle görüşürler-

di. Hepsinin ortak özelliği ona “Baba” diye hitap

etmeleridir. Bunlardan birkaç hatıra nakledelim.

Elbistanlıların bulunduğu bir sohbet esnasın-

da Osman Hulûsi Efendi; “Elbistan’da sevdiğimiz

bir Bostan Emmi var. Bize deseler ki: ‘Elbistan’ı

mı alırsın, yoksa Bostan’ı mı alırsın.’ Biz Bostan

Emmiyi alırız.” Bu konu ile alâkalı bir de beyit

vardır:

Bize Bostan gerek Bostan,

Bin türlü bostan olsa da Elbistan

Bir defasında Bostan Emmi Darende’ye ziyarete

gelerek Osman Hulûsi Efendi’ye “Efendim ben gi-

diciyim. Ne olur cenaze namazımı siz kıldırın.” der.

Aradan birkaç gün geçer bir sabah erkenden he-

nüz hiçbir haber verilmediği hâlde Osman Hulûsi

Efendi “Oğul arabayı hazırlayın Elbistan’a gidiyo-

ruz. Bostan Emmi vefat etti. Bize vasiyeti var cena-

ze namazını kıldıracağız.” der. O gün Elbistan’a gi-

dilir ve Bostan Emmi’nin cenazesi teşyi edilir.

Gürünlü Hacı Mehmet Emmi ise on üç kez hac

ve umreye bazen yayan bazen de araçla giden bir

meczuptur. Mekke ve Medine âşığı olan bu zata

1983 yılında Osman Hulûsi Efendi şöyle buyu-

rur: “Hacı Mehmet bir gün burada kalırsın (hac-

da vefat edersin) himmetin içindesin tasa yok.”

buyururlar. Bundan sonra birkaç kez hacca gider

ama geri dönüp gelir, orada kalamaz. 1998 yılında

Darende’ye gelerek Hamideddin Efendi’yi ziyaret

eder. Şöyle der; “Efendim babanız Osman Hulûsi

Efendi şöyle buyurmuştu: “Hacı Mehmet gidersin

orada kalırsın himmetin içindesin tasa yok.” de-

mişti. Evliyalar yalan söylemez, bu söz ne zaman

gerçekleşecek?” der.

Muhabbetli Bir Meczup

H. Hamideddin Efendi de Hacı Mehmet

Emmi’ye “Misafirimiz ol bu sene seni umre-

ye götürelim.” diye buyurur. Bu

müjdenin üzerine Hacı Mehmet

Emmi Gürün sokaklarında gün-

lerce; “Ben Muhammed’e gidiyo-

rum Muhammed’e. Gelmeyeceğim,

daha gelmeyeceğim komşular, ak-

rabalar, yâranlar hakkınızı helâl

edin. Benden yana cümle hakkım

helâl olsun, ben Muhammed’e gi-

diyorum Muhammed’e. Ebul Ka-

sım Muhammed çağırdı, gidiyo-

rum. Rasûlü Ekrem’e gidiyorum.

Hani Osman Hulûsi Efendim “Gi-

der orada kalırsın.” demişti ya. İnşallah vakti sa-

ati gelmiştir. Osman Hulûsi Efendi’nin kelâmı ar-

tık doğar inşallah. Gidiyorum Sıddık-ı A’zam’a,

Rasûlümün sadık dostuna gidiyorum.” diye çarşı

pazar dolaşarak feryat eder.

Hacı Mehmet Emmi’nin oğlu Ahmet Aktaş

şöyle anlatıyor: “Hamideddin Efendi’nin baba-

ma “Misafirimiz ol.” kelamı zuhur etmezden ev-

vel annem, biraz para biriktirip umre yaparız, der.

Hacı Babam; “Sultan, Sultan akıllı ol, para ile hac-

ca gidilmez.” diye annemi ikazda bulunmuştur.

H. Hamideddin Efendi, Hacı Babamı misafir ka-

bul edince, babama refakatçi olarak annemin de

gitmesini uygun bulur. İkisinin de gitmesi müjde-

si verilince babam; “Gördün mü Sultan, dediğimiz

çıktı para ile hacca gidilmez, demiştim. Şahlardan

himmet gerekir, himmetsiz bu iş olmaz. Osman

Hulûsi Efendi himmetin içinde olduğumu hatır-

latmıştı taa ezelden. Bak ki sen de himmetin için-

desin Sultan, demişti.” Büyük bir sevinç ve heye-

canla Medine’ye giden Hacı Mehmet Emmi orada

harikulade anlara şahitlik etmiştir.

Medine’nin yerlilerinden Seyyid Cafer

Efendi’nin büyük hurma bahçesi vardır. O muh-

terem zat, H. Hamideddin Efendi’yi ve bende-

sinde olan tüm umreci arkadaşlarını hurma bah-

çesine yemekli davet eder. Sohbet anında bütün

cemaat bir anda ayağa kalkar kıyam ederler. Ta-

bii bu hâli anlayanlar anlamıştır. Bu davete Hacı

Mehmet de iştirak etmiştir. Hayli sohbetten son-

ra Hacı Mehmet otele geldiğinde, Sultan Hanı-

ma; “Sultan Sultan, sana müjdem var müjdem.

Bugünkü davetimiz Seyyid Cafer diye bir muh-

teremin hurma bahçesindeydi. Sohbetin en haz-

lı saatinde iki cihan serveri Muhammed Mustafa

(s.a.v.) Efendimiz teşrif etti. Seyyidimizin sohbe-

tini şereflendirdi. Müjdeler olsun Sultan, Hazre-

ti Muhammed (s.a.v.)’i gördüm. O bana öyle bir

bakış baktı ki. Beni yanına mı alacak, ne yapacak

bilemem.” diye çok heyecanlı bir şekilde anlatır.

Ve ondan iki gün sonra biraz rahatsızlaşır. 26 Ka-

sım 1998 tarihinde umre ziyaretçileri Medine’den

Mekke’ye gitmek için toparlanır ve yola devam

edilir. Cuma günü Mekke’ye geçilir. Cuma nama-

zı Mekke’ye yakın bir yerde eda edildikten sonra

yola devam edilir. İkindi namazı Mekke’de kılı-

nır. Umre ziyaretçileri emir gereği tavafa gitmek

“H. Hamideddin Efendi de Hacı Mehmet Emmi’ye

‘Misafirimiz ol bu sene seni umreye götürelim.’ diye

buyurur. Bu müjdenin üzerine Hacı Mehmet

Emmi Gürün sokaklarında günlerce; ‘Ben Muhammed’e

gidiyorum Muhammed’e. Gelmeyeceğim.” demiştir.

Page 23: 153 - somuncubaba.net › pdf › 0153 › ... · Online sipariş ve satış I NASİHAT YAYINLARI DÎVÂN-I HULÛSÎ-İ DÂRENDEVÎ 4. BASKI ES-SEYYİD OSMAN HULÛSİ EFENDİ’NİN

Temmuz 201340 41

Sahabe AlbümüBünyamin ERUL*

Adı : Büceyr b. Züheyr.

Künyesi : Tespit edilemedi

Doğum yılı : Tespit edilemedi

Doğum yeri : Tespit edilemedi

Baba adı : Züheyr b. Ebî Selmâ.

Anne adı : Tespit edilemedi.

Eş(ler)i : Tespit edilemedi.

Akrabaları : “Kasîde-i Bürde” sahibi olan

Ka’b b. Züheyr’in kardeşidir.

Oğulları : Tespit edilemedi.

Kızları : Tespit edilemedi.

Kabilesi : Mudar’ın Müzeyne kolun-

dan.

İslâm’a girişi : H. 8. sene.

Sohbet süresi: 2 sene

Rivayeti : Yok.

Yaşadığı yer : Medine

Mesleği : Şairlik

Hicreti : Yok

Savaşları : Mekke Fethi, Hayber, Hu-

neyn ve Taif Seferi

Görevleri : Tespit edilemedi

Fizikî yapı : Tespit edilemedi.

Mizacı : Serinkanlı, akıllı ve kararlı.

Ayrıcalığı : Babası ve kardeşi gibi o da

çok başarılı ve iyi bir şairdi. Kaynaklar onun

bazı şiirlerini nakletmektedir.

Ömrü : Muhtemelen orta yaş.

Ölüm yılı : Tespit edilemedi.

Ölüm yeri : Muhtemelen Medine olmalı.

Ölüm sebebi : Muhtemelen hastalık olma-

lı.

Hakkında : Kardeşi Ka’b ile birlikte Hz.

Peygamber (s.a.v.) ile görüşmek üzere yola

çıktılar. Ancak Ebrak denilen yere varın-

ca Ka’b orada kalmayı tercik etti. Büceyr ise

Medine’ye varıp Hz. Peygamber (s.a.v.) ile

görüşerek Müslüman oldu. Ardından karde-

şine de tevbe edip gelmesi halinde Hz. Pey-

gamber (s.a.v.)’in onu da affedeceğini yazdı.

Önce buna karşı çıkan Ka’b, bir süre son-

ra pişmanlıkla gelip “Kasîde-i Bürde” diye

meşhur olan şiirini, söyleyerek Müslüman

oldu.

Hadisleri : Huneyn’de Büceyr şu şiiri

söylemiştir:

Allah bize ikram etti, dinimizi üstün kıldı,

Ve bizi Rahman’a kulluk yapmakla aziz etti,

Allah onları helak etti ve topluluklarını dağıttı,

Şeytana tapmaları sebebiyle de onları zelil etti.

Kaynaklar: İstîâb, I. 46, 407; İsâbe, I. 269;

Üsd, I. 103; DİA, 480-481; Hâkim, Müsted-

rek, III. 670-674; İbn Kesîr, Sîret, III. 645.

*Prof. Dr.

Büceyr B. Züheyr (r.a)

için ihramlı olarak otelden hareket etmeye başlar-

lar. Hacı Mehmet Emmi de onlarla beraber çık-

mak için kalkar ama tavaf yapamadan rahatsız-

laşır. Arkadaşları yardımcı olurlar. Doktor Beye

haber verilir, derhâl müdahalesi yapılır fakat na-

file... Hacı Mehmet Emmi’nin beklediği an gel-

miştir. Çok istediği bir beldede, istediği bir şe-

kilde ruhunu zikir ve salâvat okuyarak, Allah ve

Muhammed diyerek Hakk’a teslim eder. 27 Kasım

1998 günü Kâbe-i Muazzama’da

kılınan cenaze namazından son-

ra Cennetü’l-Mualla’ya defnedi-

lir. Bir dostu anlatıyor; “Cenaze-

yi taşırken Hacı Mehmet Emmi

meşrebli, birkaç tane meczup da

cenazeye katıldılar. Cenazenin

önüne düşerek bizi en kısa yol-

dan Cennetü’l-Mualla’ya götür-

düler. Kim olduklarını sordurdu-

ğumuzda; ‘Bunu tanıyoruz, bizim

arkadaşımızdı.’ dediler. Defin iş-

lemleri bitene kadar mezarlıkta

durup yardımcı oldular. Definden

sonra onları daha göremedik.”11

Yakub-ı Çerhî Hazretleri kalbindeki kararsız-

lığın kaybolunca, Hâce Nakşbend’e intisap et-

mek üzere Kasr-ı Ârifan’a gider. Oraya vardığında

Hâce Nakşbend’i, yolun kenarında yüzü müteb-

bessim bir halde kendisini bekler halde bulur. Ak-

şam namazını kıldıktan sonra Şâh-ı Nakşbend’in

huzuruna çıkar. Huzurunda onun heybetinden

konuşmaya mecali kalmaz.

Kabul Yönünde İşaret

‘Yâ Rabbi, ben onları seviyorum, onlar da beni

sevsin, alsın aralarına’ diye Allah’a yalvarır… Sa-

bah namazı vakti Şâh-ı Nakşbend’in arkasında

namaza durur. Namazdan sonra Şâh-ı Nakşbend

dönerek; ‘Mübarek olsun, işaret kabul yönündey-

di. Biz, eksik kimseyi kabul etmeyiz, kabul eder-

sek de gelen kişinin vaktinin dolması için geç ka-

bul ederiz.’ der.

Çerhî, dergâha kabul edildikten sonra zikir ile

yükselme dönemine girer. Mürşidinin gözetimde

hareket eder. Şâh-ı Nakşbend kendisine kalp il-

minin inceliklerinden bahseder. Gönlünü mânevî

ilimlerle besler. Rahmet nazarlarını, onun da kal-

bine aktarır. O da Şâh-ı Nakşbend’in hizmetlerine

daha bir sadakatle sarılır. Sohbetlerine muhab-

betle katılır. Ledün ilmin, kalp ilmine ve irfan il-

mine yönelir.

Bir süre sonra Bahâeddîn Nakşbend, kendisi-

ne; “Tarikat âdâbı ve hakikat

sırlarından sana verdiğimiz her

şeyi Hakk’ın kullarına eriştir.

Ta ki onların mutluluğa ulaş-

malarına sebep olsun!” diyerek

icazet verir.

İcazet aldıktan sonra

Buhara’dan ayrılan Çerhî, Keş

şehrine giderek kısa bir süre ka-

lır. Bu esnada aldığı Bahâeddîn

Nakşbend’in ölüm haberi ken-

disini çok sarsmış ve bir müd-

det bocalama devresi geçirmiştir.

Alâeddîn Attâr’ın çağırması üzerine Çağâniyan’a

hareket etmiştir. Alâeddîn Attâr’ın vefatına ka-

dar Çağâniyan’da kalan Çerhî silsilede Alâeddîn

Attâr’dan sonra gelmektedir.12

Yakub-ı Çerhî 5 Safer 851/22 Nisan 1447’de

Cumartesi günü vefat etmiştir. Kabri Hisar-Şad-

man yakınındaki Halfetu (Hulgatu) köyündedir.

1 Esad Sahib, Mektûbât-ı Mevlânâ Halid, çev.: Dilaver Selvi, Kemâl Yıldız, Umran Yay., İstanbul 1993, ss..157-158.

2 Molla Abdurrahman Câmî, Nefahâtü’l-üns -Evliya Menkıbeleri-, çeviri ve şerh: Lâmiî Çelebi, haz.: Süleyman Uludağ ve Mustafa Kara, Marifet Yay., 2. Baskı, İs-tanbul 1998, s. 549.

3 Necmeddin b. Muhammed Nakşbendî, Altın Silsile (Hulâsatü’l-Mevâhib) haz.: İb-rahim Tozlu, Semerkand, 4. Baskı, İstanbul 2008, s. 147.

4 Ahmet Cahid Haksever, Ya’kûb-ı Çerhî Hayatı, Eserleri ve Tasavvuf Anlayışı, İn-san Yayınları, İstanbul 2009, s. 39-41.

5 Muhammed b. Abdullah el-Hânî, Âdâb, çev.: Ali Hüsrevoğlu, Erkam Yay., İstanbul 2008, s. 80.

6 Ali b. Hüseyin Vâiz el-Kâşifî Safî, Hüseyin Reşahâtu ayni’l-hayât, çev.: Mehmed Rauf Efendi, İstanbul 1291 (taş baskı), s. 37; Kâsım Kufralı, “Gucduvanî”, İA, c. IV, s. 569.

7 Özköse Kadir-Şimşek H. İbrahim, Altın Silsileden Altın Halkalar, Nasihat Yayınla-rı, Ankara, 2009, s. 267 vd.

8 Buharî, Daavât, 68; Müslim, Zikr, 5; Tirmizî, Salât, 453.9 6/En’am, 90.10 Safî, Reşahât, s. 97.11 Camcı, Mahmut, Gürünlü Hacı Mehmet Aktaş, (Yay. Haz.: Musa Tektaş), Ank.,

2003, s. 210-214.12 Câmî, Nefahâtü’l-üns, s. 549; Haksever, Yâ’kub-ı Çerhî, s. 56.

Dipnot

Page 24: 153 - somuncubaba.net › pdf › 0153 › ... · Online sipariş ve satış I NASİHAT YAYINLARI DÎVÂN-I HULÛSÎ-İ DÂRENDEVÎ 4. BASKI ES-SEYYİD OSMAN HULÛSİ EFENDİ’NİN

43

Güzel Koku

KültürEnbiya YILDIRIM*

Temmuz 201342

Kü ç ü k l ü ğ ü -

müzde camiye

gittiğimizde

bugünlerde teneffüs edemedi-

ğimiz hoş bir koku sinmiş olur-

du içeriye. Çünkü namaza ge-

len cemaat ya camiye gelmeden

önce ya da cami içinde esans sü-

rünürdü. Nitekim babamın ce-

binde de böylesi bir koku her

zaman vardı. Evden çıkmadan

önce sol elinin üstüne bundan

sürer, sonra diğer elinin sırtıyla

burasını birbirine sürterdi. Ar-

dından da sakalının sağ tarafı-

nı sol elinin, sol tarafını da sağ

elinin dışıyla esanslardı. Seyret-

mesi bile bize keyif verirdi. Bak-

tığımızı gördüğünde bizim de el-

lerimize hafiften sürerdi.

O dönemlerde cami cemaa-

ti de ceplerinden esanslarını çı-

karır ve sağında solunda ulaşa-

bildikleri mü’minlerin ellerine

sürerlerdi. Bazen babamız veya

cemaatten biri esansı bize verir-

di. Sürebildiğimiz kadar büyü-

ğümüzün ellerine koku sürer-

dik. Büyük görevi îfâ etmenin

ardından şişeyi veya içi pamuk-

lu esans kutusunu sahibine iade

ederdik. Gözlerimde tüllenen bu

vazifeyi eda ettikten sonra aldı-

ğım hazzı, cemaate doksan do-

kuzluk tesbih dağıtıp tesbîhât

bittikten sonra toplayarak yeri-

ne astığımda da alırdım.

Kaybolmaya Yüz Tutan Değerlerimiz

Günümüzde kaybettiğimiz

nice değerimiz yanında, “hacı

yağı” veya “esans” dediğimiz

bu güzel âdetimiz de neredey-

se mazi olmak üzere. İbadetha-

nelerimize girdiğimizde teneffüs

edebileceğimiz güzel bir koku

artık burnumuza gelmiyor. Ca-

milerimiz daha ihtişamlı ve ba-

kımlı, ancak eskilerde ibadet

havasının bir parçası olan, ge-

leneğimizin bir cüz’ünü oluştu-

ran ve insanın içine huzur veren

o güzel esans kokusunu çok arı-

yoruz.

Bu geleneğin bizim çocuk-

luk dönemlerinde başladığı sa-

nılmasın. Malum olduğu üze-

re önceleri camilerimiz mum ve

kandillere konulan zeytinyağı

ile aydınlatılırmış. Özellikle ak-

şam, yatsı ve sabah namazların-

da yakılan mumlar ve kandiller

ile camilerin içi çok hoş kokar-

mış. İnsanlar camilere teneke-

lerle zeytinyağı hibe ederler ve

bunlarla kandillerin yakıtı te-

min edilirmiş. Bunun yanında

cemaat her zaman güzel koku-

lar süründüğünden dolayı da ca-

minin mânevî atmosferi bu gü-

zel kokuyla mezc olur ve cemaat

yaptığı ibadetten daha fazla haz

alırmış. Velhasıl ışığı loş cami-

lerdeki atmosfer çok farklı olur-

muş.

Daha eskiye, Hz. Peygamber

(s.a.v.) zamanına gidecek olur-

sak, camiye koku sürünerek gel-

menin son elçiyle birlikte baş-

ladığını görürüz. Dolayısıyla bu

güzel uygulamayı başlatan in-

san bizzat Rasûlün kendisidir.

O, sarımsak, soğan, pırasa gibi

başkalarını rahatsız eden şey-

“‘Esans sürünmek ilim halkalarımızın da bir geleneği

idi. Hocalar abdestlerini alır, en güzel elbiselerini giyer,

taranıp kokularını sürünerek ilim meclislerine gelirlermiş.”

Page 25: 153 - somuncubaba.net › pdf › 0153 › ... · Online sipariş ve satış I NASİHAT YAYINLARI DÎVÂN-I HULÛSÎ-İ DÂRENDEVÎ 4. BASKI ES-SEYYİD OSMAN HULÛSİ EFENDİ’NİN

Temmuz 201344 45

lerin yenilmesinin ardından ca-

miye gelinmesini kesin bir dille

yasakladığı gibi1, insanın güzel

kokular sürünerek mescide gel-

mesini de tavsiye ederlerdi.

Özellikle Cuma günleri yani ce-

maatin kalabalık olduğu zaman-

larda buna daha fazla ehemmi-

yet verirlerdi. Çünkü güzel koku

caminin her yanına dağılacak

ve cemaat teneffüs ettikleri hoş

kokuyla ferahlayacaklardı. Ko-

nuyla ilgili hadislerinden birin-

de Sevgili Peygamberimiz şöy-

le buyurmaktadırlar: “Bir kimse

Cuma günü yıkanıp elinden gel-

diği kadar temizlenir, yağın-

dan yağlanır veya evindeki ko-

kudan sürünür, sonra Cuma’ya

çıkar, iki kimsenin arasını

ayırmaz, daha sonra kendisi-

ne takdir kılınan namazı kılar

ve imam (hutbede) söze başla-

yınca susarsa, o Cuma ile öte-

ki Cuma arasındaki günahla-

rı mağfiret edilir.”2 Arabistan’ın

sıcak iklime sahip olması ve in-

sanların daha fazla terlemesi

nedeniyle Allah Rasûlü’nün ne

kadar ince düşündüğü -hiç şüp-

hesiz- dikkatimizi çekecektir.

Güzel Koku Sürünmek Sünnettir

Hz. Peygamber (s.a.v.)’in

koku sürünmekle ilgili tavsiyesi

sadece camiyle kayıtlı değildir.

O her hâlükârda kokuyu teşvik

eder3, güzel koku sürünmenin

peygamberlerin sünnetlerin-

den olduğunu belirtir4, kokunun

kendisine sevdirildiğini söyler-

di.5 Evinde de her zaman güzel

koku kabı bulunurdu.6 Dışarı çı-

karken bu kokudan sürünür, ko-

kuyu sürme işini de çoğunluk-

la Hz. Âişe validemiz yapar, Hz.

Peygamber (s.a.v.)’e bırakmaz-

dı.7 Allah’ın elçisi dışarı çıktığın-

da da yanında esans bulundu-

rurdu.8 Bugünlerde ceplerinden

çıkardıkları esansı yanlarında-

ki cemaate ikram eden büyükle-

rimiz, Hz. Peygamber (s.a.v.)’in

bu uygulamasını devam ettir-

mektedirler. Bunu yapan in-

sanlara gıptayla ve ayrı bir mu-

habbetle bakıyorum; beni hem

geçmişe götürüyorlar hem de et-

raflarındaki insanlarla birlikte

aralarında çok farklı bir muhab-

bet halesi oluşturuyorlar.

Allah Rasûlü, daha pek çok

hadisinde çeşitli münâsebetlerle

güzel kokuyu zikretmiştir.

Meselâ güzel arkadaşı misk sa-

tana benzetmiş, insanın hiç ol-

mazsa onun güzel kokusundan

istifâde edeceğini belirtmiştir.9

Bunun yanında oruçlunun ağız

kokusunun Allah katında misk

kokusundan daha hoş olduğunu

ifâde etmiştir.10

Bayanların durumuna gelin-

ce, kadınların dışarı çıktıkların-

da erkeklerin ilgisini çekecek

kokular sürünmelerini yasakla-

yan pek çok hadis bulunmakta-

dır.11 İbadetin ruhuna halel ge-

tirecek her bir şeye engel olmak

isteyen Rasûlullah bayanların

camiye gelirken koku sürün-

melerini de yasaklamıştır.12 Ka-

ranlığa rağmen yatsı namazına

gelmelerine müsaade etmiş, an-

cak koku sürünmemelerini iste-

miştir.13 Bununla birlikte Allah

Rasûlü kokusu çevreye yayılma-

yan hafif esansları sürünmeleri

hususunda hanımefendilere izin

vermiştir.14

Bir Âdâb Öğretmek

Esans sürünmek ilim halkala-

rımızın da bir geleneği idi. Hoca-

lar abdestlerini alır, en güzel elbi-

selerini giyer, taranıp kokularını

sürünerek ilim meclislerine gelir-

lermiş. Böylece okudukları ilme

gereken hürmeti göstermiş, karşı-

larındaki öğrencilere de bir âdâb

öğretmiş olurlarmış. Ayrıca bu

vakur halleri öğrencilerde saygı

uyandırırmış. Nitekim dört mez-

hep imamından biri olan İmam

Malik’in ilim meclisine oturma-

dan önce en güzel elbisesini giydi-

ği, abdestini alıp sakalını taradığı,

fesini takıp güzel koku süründü-

ğü ve vakar içinde oturup hadis-

leri okuduğu nakledilmektedir.

Neden böyle yaptığı sorulduğun-

da da “Allah Rasûlü’nün hadisle-

rine saygı gösteriyorum.” cevabı-

nı verirmiş.15

Ben de evimde her zaman

“hacı yağı” denilen esanstan bu-

lunduruyorum. Bazen çocuklu-

ğumdaki o kokuyu özlüyorum

ve her zaman teneffüs edeyim

diyerek bıyıklarıma sürüyorum.

Gün boyunca o kokuyu aldıkça

kendimi her an camideymiş gibi

hissediyorum ve çocukluk dö-

nemim hiç aklımdan çıkmıyor.

Sanki o an yaşadığım hayat ile

geçmişteki yaşantımı aynı anda

yaşıyor gibi oluyorum.

2005 yılında umrede,

Kâbe’nin avlusunda duvara yas-

lanmış otururken Beytullah’ı

seyrediyordum. Yanıma daha

sonra doktor olduğunu öğre-

neceğim Senegalli biri oturdu.

Yarım saate yakın sohbet ettik.

Sanki aynı mahalleden veya aynı

köyden gelmiş gibiydik. Mü’min

olmanın getirdiği kardeşlikle

neredeyse konuşmadık mese-

le bırakmadık. Ayrılırken bana

büyükçe bir şişe esans hediye

etti. “Beni hatırlayıp bu kardeşi-

ne dua edersin.” dedi. O şişenin

esansını birkaç yıl gıdım gıdım

kullandım. Her süründüğümde

onu ve İslâm’ın bize kazandır-

dığı güzel kardeşliği düşündüm.

Bu yüzden “hacı yağı” deyip geç-

memek gerekir.

Günümüzde parfüm nere-

deyse esansın yerini aldı. Oysa

esans ne kadar bizim geleneği-

mize ait ise parfüm de o kadar

bize yabancıdır. Belki de bu yüz-

den ben, esans kokusunu aldı-

ğımda büyük bir keyif alırken

parfüm kokusunu hissettiğimde

son derece rahatsız oluyorum.

Lakin toplumsal dönüşümü-

müzle birlikte esans artık tahkîr

edilen bir nesne haine geldi. İn-

sanlarımız esans sürünene kü-

çümser gözle bakıyor, “Hacı

yağı sürünmüş” diyor; modern

zamanların gerisinde kalmış,

geçmiş zaman adamı gibi gö-

rülüyor. Doğrusu ben namazda

takmayı artık terk ettiğimiz tak-

ke kadar, kullanmayı bıraktığı-

mız misvak kadar esansı da öz-

lüyorum.

Yaşı elliye yakın veya üstün-

de olanlar muhtemelen bu ya-

zıyı çok farklı okumuşlardır;

neleri kaybettiğimizi düşün-

müşlerdir; insanların değerleri

kaybolmaya başladığında, küçü-

ğüyle büyüğüyle her şeyin aynı

anda yavaş yavaş hayattan çekil-

meye başladığını tekrar fark et-

mişlerdir. Camilerde başlardan

giden takkeleri, ellerden uzakla-

şan doksan dokuzluk tesbihleri,

unutulan mevlid merâsimlerini

hayıfla anmışlardır. Gençlere

gelince, bu yazının, bizlerin ne-

reden nereye savrulduğumuzu

anlamalarına katkı yapacağını

ümit ediyorum.

Değerlerimize dönmemiz ve

sonu misk olan cennet şarabın-

dan nasipkâr olmamız dileğiyle.16

1 Muslim, 874.2 Buhârî, 883.3 Tirmizî, 912.4 Tirmizî, 1000.5 Nesâî, 3878.6 Ebû Dâvûd, 3631.7 Buhârî, 5468.8 Kenzü’l-Ummâl, 17614.9 Buhârî, 1959.10 Tirmizî, 695.11 Tirmizî, 2786.12 Muslim, 997; Ebû Dâvûd, 565.13 Muslim, 996.14 Tirmizî, 2711.15 Muvatta’, Rivayetu Muhammed, mukaddime, I/28.16 83/Mutaffifîn, 26.

*Prof. Dr.

Dipnot

Page 26: 153 - somuncubaba.net › pdf › 0153 › ... · Online sipariş ve satış I NASİHAT YAYINLARI DÎVÂN-I HULÛSÎ-İ DÂRENDEVÎ 4. BASKI ES-SEYYİD OSMAN HULÛSİ EFENDİ’NİN

47

ORUÇTakvayı Kuşandıran İbadet:

İbadetin yoğun iklimi olan üç ay-

lar, değerini bilen mü’minler için

gerçekten önemli fırsat zamanla-

rıdır. Bu aylar girdiğinde mü’minleri ayrı bir he-

yecan sarar. Bu heyecanın devamını istedikle-

ri için de şu duayı her gün yaparlar: “Allah’ım!

Receb ve Şaban’ı bize mübarek (bereketli) kıl ve

bizi Ramazan’a ulaştır!” Bu dua adeta, Recep ve

Şaban’ın esas hedef olan Ramazan için birer ve-

sile olduğunu ifade eder. Çünkü şehr-i Ramazan

diğer aylardan birçok bakımdan farklıdır. Bu yazı-

mızda Ramazan’ı farklı kılan oruç ibadetiyle ilgili

bazı soruların cevabını aramak istiyoruz:

Orucun Farz Kılınmasının Hikmetleri Nelerdir?

Kur’ân’da orucun farz kılındığını anlatan

âyet aynı zamanda orucun farz kılınmasındaki

hikmeti çok veciz bir şekilde ifade etmektir. Buna

göre oruç, takva makamına erişmeyi sağlamak,

yaşamak ve hızlandırmak için farz kılınmıştır.

Orucun hikmetine dair yorum yapan İbn Arabi,

Gazali, İzzüddin b. Abdisselam vb. âlimler

bu takvanın nasıl elde edileceğinin yollarını

göstermeye çalışmışlardır. Buna göre genel olarak

oruç;

- Derecelerin yükselmesi, hataların örtülmesi

ve günahlara kefaret, şehvetlerin kırılması, sada-

kaların çoğaltılması, tâatların artırılması, isyan ve

ilahi emirlere muhalefeti çağrıştıran şeylerden sa-

kınmaktır.

Bunun yanında orucun şu hikmetlerine de dik-

kat çekilmiştir:

Ruh ve Beden Sağlığı: Oruç ruhun doyurulma-

sıdır. İnsanın aslı toprak olduğundan onda toprak

unsuru ve ruh unsuru vardır. Toprak unsuru onu

alçak durumlara çekmeye çalışırken, ruh unsuru

onu yüce seviyelere çıkarmak ister. İşte oruç insa-

nın balçık unsuruna galip gelip ruhun istekleri is-

tikametinde yükselme çabasına en iyi şekilde yar-

dımcı olacak ibadettir.

İrade Eğitimi: Bu, oruçlunun sabra alışmasıy-

la ortaya çıkar. Hadiste “Orucun sabrın yarısı”

olarak ifade edilmesi de bu eğitimin başarıya eriş-

tiğini göstermek içindir.

Oruçluya sataşma yasağı getirilmesi, sataşana

“Ben oruçluyum.” şeklinde mukabele etmesinin

istenmesi ve çirkin davranışlardan sakınmasının

tavsiye edilmesi de irade eğitiminin bir parçasıdır.

Nefis Terbiyesi Ve Şehvetleri Frenleme: Bu, en

güzel ifadesini “Oruç kalkandır.” hadisinde bul-

muştur. Aksi halde oruç hedefine ulaşmaz, boşu-

na aç, susuz kalma eylemi olur.

Esasen Ramazan ayında cennet kapılarının

açılması ve şeytanların bağlanması da bu kapsam-

da değerlendirilebilir. Yani oruç tutan, kendisine

cennet kapılarını açacak ibadet ve davranışları ar-

tırmış, cehennem kapılarını açacak olanları azalt-

mış, yok etmiş ve isteklerine uymayarak şeytanını

bağlamayı hedef edinmiş demektir. Oruçta niye-

tin farz olması da orucun bir farkındalık ve bilinç

hali olduğunu gösterir.

Aynı zamanda oruç sosyal yönü itibariyle, ni-

metlerin kıymetini bilmeyi, oruçlu olunduğu sü-

rece zengin fakir arasında eşitlik hissi yaşamayı

sağlar. Fakirlere yardım, onların halini düşünme

fırsatı vermesi de onun ayrı bir hikmeti ve güzel-

liğidir.

Oruç, Sadece İmsakten İftara Kadar Aç-Susuz Kalmak mıdır?

Bazılarının orucu sadece bu kadardır. Ancak

bu, zahiri fıkhın yani genel olarak fıkıhçıların dış

çerçevesini belirledikleri oruçtur. Bu, orucun sa-

dece şekil şartı ve dış kabuğudur. Bunun içini dol-

durmak gerekir. Oruçta hedef takva olduğu için

bu noktada sufilere kulak vermek ve sufi orucu

tutmak gerekecektir. Oruç hakiki bir zühddür. Bu

sebeple tasavvufî bakışta, midenin yeme ve içme-

den, gözün şehvetle bakmaktan, kulağın gıybet ve

dedikodu dinlemekten, dilin gaflet ve dünya ke-

Temmuz 201346

FıkıhAbdullah KAHRAMAN*

Page 27: 153 - somuncubaba.net › pdf › 0153 › ... · Online sipariş ve satış I NASİHAT YAYINLARI DÎVÂN-I HULÛSÎ-İ DÂRENDEVÎ 4. BASKI ES-SEYYİD OSMAN HULÛSİ EFENDİ’NİN

Temmuz 201348

lamı konuşmaktan, bedenin Allah’a isyandan ve

dünyevî lezzetlerden uzak tutulmasına özel önem

verilmiştir. Mesela, fıkıhçılara göre gıybet vb. dav-

ranışlar orucu bozmazken sufilere göre bozar ve

o günün orucunun kaza edilmesi gerekir. Böy-

le bir oruç Ebû Talib el-Mekki’ye göre “havassın

orucu”dur.

Bu sebeple Gazali gibi mutasavvıf âlimler

orucu kısımlara, derecelere, tabir yerinde ise

kurlara ayırmışlardır. Müslümanlar bu kurla-

rı takip ederek kendilerini ve oruçlarını test

etmelidirler. Bunlar aynı zamanda tutulan

orucun kalite açısından mertebeleridir:

Avamın orucu: Mide ve cinsel organlara

tutturulur. Onların ihtiyaçlarının oruç süre-

since karşılanmaması esastır. Havassın oru-

cu: Bütün azalara tutturulur. Bu da azaların

günah sayılan davranışlardan korunması ile

olur: Aynı zamanda bu sâlihlerin orucudur.

Havassu’l-havâssın orucu: Kalbin dünya-

ya ait süflî düşüncelerden korunması ve ma-

sivadan tamamen arındırılmasıyla olur. Bu

orucu tutanların Allah’tan başka düşüncele-

ri olmaz. Bu şekilde bir orucu ancak peygam-

berler, sıddîk ve mukarrebler tutabilir.

Böylece sufiler oruçla insan için “Samediy-

yet” makamına ulaşmayı hedeflerler. Bu nok-

tada sözü İbn Arabi’ye verelim:

İbn Arabi’ye göre oruç; Allah’ın es-Samed,

el-Muhyi el-Mümit gibi sıfatlarıyla mutta-

sıf olmaktır. Oruç, tenzihiyyet makamına er-

mektir, müşahededir, terktir ve bütün azala-

ra oruç tutturmaktır. İnsana ait olan ve insanı

ayakta tutan, yeme, içme gibi temel ihtiyaç-

lara muhtaç olmayı bırakmak ve bunlar ol-

madan yaşayabilmektir. Bunları terkteki haz-

zı yakalamaktır. Bu anlamda mecazen ibadet

sayılır. Oruçlu ihsan makamını elde etmeye

adaydır. İşte oruçlunun iki sevinç kaynağı ol-

ması demek de aslında budur. Çünkü oruçlu,

Allah ile arasında engel teşkil eden ve düşün-

cesini süflileştiren dünyevî ihtiyaçları terk

ederek adeta Rabbine kavuşur ve bunun se-

vincini yaşar.

Oruçta Normal Hayata Devam mı Gerekir, Yoksa Dinlenme

Biraz Artırılabilir mi?

İslâm’ın genel ve özellikle ibadetlerdeki hede-

fi, bazı mistik ve beşerî din sistemlerinde olduğu

gibi, bedene işkence değildir. İslâm’ın hedefi, in-

sana fıtratını buldurmak ve onun gereklerini yap-

tırmaktır. Bütün emirler gibi ibadetler ve oruç da

insan fıtratına uygun bir ibadettir. Bundan dola-

yı oruç, insanın beşerî imkânları dâhilinde em-

redilmiş, bu sınırları aşacak duruma gelenlerden

yükümlülük ya geçici olarak veya tamamen kal-

dırılmıştır. Hasta ve yolcular geçici, kronik has-

ta ve aşırı yaşlılar ise, imkânları varsa fidye ve-

rerek, tamamen oruçtan muaf tutulmuşlardır.

Orucu emreden ayette hem ruhsatlardan bahse-

dilmesi, hem de kolaylık ilkesinin hatırlatılması

bunu göstermektedir. Dolayısıyla oruçta imkân

dâhilinde bedeni zorlamamak esastır. Çünkü be-

den zorlandıkça oruç bundan etkilenecektir. Ma-

kul tahammüller orucun sevabını artırabilirse de

takati aşan durumlar için böyle bir şey söylene-

mez. Hz. Peygamber (s.a.v.)’in yolculukta oruç

tutmakta direnip aşırı zorlanan ve bu sebep-

le arkadaşlarını serinletsinler diye başına topla-

yan bir sahabisine: “Seferde oruç iyilik değildir.”

şeklindeki ikazı bu noktada önemlidir. Aynı za-

manda iftarda acele edilmesi, sahurun en son da-

kikalara ertelenmesi tavsiyesi de bu anlamda de-

ğerlendirilebilir.

Ramazan’da hayat normal olarak devam eder.

İstirahat imkânı olanlar da edebilirler ve etmeleri

tavsiye de edilebilir. Bu, orucun uykuya tutturul-

masından ayrı bir şeydir.

Orucu Diğer İbadetlerden Ayıran Özellikler Nelerdir?

Sözlükte oruç, yemeği, içmeyi, cinsel ilişkiyi

terk etmek ve kendini tutmak gibi anlamlara ge-

lir. Dinî bir terim olarak ise, özel bir şekilde ken-

dini tutmaktır.

İslâm’ın beş temel rüknünden biri olan oruç,

nuranî, ruhanî bir ibadet olup kul ile Allah arasın-

da özel bir sır mahiyetindedir. Ramazan ayında

Müslümanlara farz kılınmıştır. Ramazan ayı dı-

şında da nafile olarak oruç tutulması Hz. Peygam-

ber (s.a.v.) tarafından hem fiilî hem de kavlî sün-

netlerle teşvik edilmiştir.

Orucu diğer ibadetlerden ayıran bazı özellikler

şöyledir:

Oruçta gösteriş olmaz: Orucu oruç hali-

ne getiren esasen niyettir. Bundan dolayı oru-

cun geçerli olması için niyet şart koşulmuştur.

Zira yeme içme gibi eylemler niyetle terk edil-

mekte ve nefsin, zahiren orucu bozan bu is-

teklerine dur denilmektedir. Böylece yememe

ve içmeme eylemi Allah’a ibadete dönüştürül-

mektedir. Bunu sağlayan niyettir. Niyet giz-

li bir şeydir. Onu Allah’tan başka kimse bile-

mez. Bu sebeple oruç da dil ile veya fiille ifade

edilemeyen, gösteriş tarafı olmayan müteva-

zı ve gizlilik özelliği taşıyan bir ibadettir. Kud-

si bir hadiste “Âdemoğlunun bütün ibadetleri

kendisi içindir, oruç ise benim içindir ve onun

mükâfatını ancak ben veririm.” buyurulma-

sı orucun bu yönüne işaret etmektedir. Açlık

ve susuzlukla krallara ve putlara değil, ancak

Allah’a ulaşılır.

Oruç sadece Allah için yapılan bir ibadettir.

Geçmiş milletlerde putlar için oruç tutma âdeti

olmamıştır. Hâlbuki putlar ve sahte tanrılar için

rükû, secde ve kurban adama şeklinde ibadetler

yapılmıştır.

Oruç, insanın behimi özelliklerinden sıyrılabi-

leceğinin bir ispatıdır. Bundan dolayı da ilahi ah-

lak ile behimi alışkanlıklar arasında bir dengedir.

Oruçlu için cennette “Reyyân” adı verilen özel

bir kapı tahsis edilmiştir. Oruç kulu doğrudan

Allah’a ulaştıran İslâm, iman, kunut, sıdk, sabır,

huşu, tasadduk, hıfz ve zikir gibi mümine ait üs-

tün özellikler arasında sayılmıştır. (33/Ahzâb,

35.) Buna göre oruç sadece Allah için tutulduğun-

dan, O’na götüren ana yollardan biridir.

O zaman bu seneki orucumuza bir hedef koya-

rak avamın orucundan havasın orucuna ulaşmayı,

fıkıh orucunun içini doldurarak sufi orucuna var-

mayı başarmaya çalışalım inşallah! * Prof. Dr.

49

Page 28: 153 - somuncubaba.net › pdf › 0153 › ... · Online sipariş ve satış I NASİHAT YAYINLARI DÎVÂN-I HULÛSÎ-İ DÂRENDEVÎ 4. BASKI ES-SEYYİD OSMAN HULÛSİ EFENDİ’NİN

51

DAİRSEVGİYE

Sevgi öğrenilebi-

len bir duygudur.

İnsanın yaşamın-

da, sosyal çevresinde, inancın-

da ve dünya görüşünde sevgi

varsa nasıl seveceğini ve kim-

leri seveceğini kolaylıkla öğre-

nir. Aksi halde işi zordur. Aynı

zamanda bir sevgi filozofu

olan Mevlâna, “Öğrenmeye ça-

lış sevmeyi, güzel olan ne var-

sa kâinatta her şeyi, sen sev-

mesini öğrendinse, şimdi artık

öğretmelisin. Bütün kâinat bir

birine sevgi zinciri ile bağlan-

mış, Sevgisini öğren ki o za-

man dersin: Ölümsüz olan da

varmış.” der. Buna göre Allah’ı

layığı ile sevebilen; Peygam-

berimizin, “Allah’ın ahlâkı ile

ahlâklanın” hadis-i şerifinin ge-

reğini yerine getirmiş olur. Al-

lah; merhamet, iyilik, yardım,

adalet, güvenilir olma vb. ahlakî

sıfatlarla kendini tanımlamak-

ta ve kullarından da bunları is-

temektedir. Allah’ın ahlâkı ile

ahlaklanma tavsiyesi, O’nun sı-

fatlarını özümseme ve yaşam bi-

çimi haline getirme amacını ger-

çekleştirmeye matuftur. Allah’ı

sevmek ve Allah tarafından se-

vilmek için Kur’an-ı Kerim’de

“üsve-i hasene” (en güzel örnek)

olarak takdim edilen Hz. Mu-

hammed (s.a.v.)’e tâbi olmak

gerekiyor.1 Ona severek bağlan-

mak, bir lidere ve rehbere tabi

olma, yüksek kişiliklere hayran-

lık duyma, onu idealize ederek

ahlakıyla bütünleşme ihtiyacı-

mızı karşılıyor. Allah’ın “Habi-

bim!” (Sevgilim) dediği gül ko-

kulu Nebi’nin sevgisi, kendi

erdemlerini aktararak seveni-

ni yüceltir. Peygamberimizi ger-

çekten sevebilen birisi gülde,

onun eşsiz cemalini ve kokusu-

nu hisseder.

Sevilenler

Anne sevgisi ile baba sevgi-

si farklıdır. Anne şartsız ve kar-

şılıksız sever. Çünkü çocuk, sa-

dece bünyesinin değil yüreğinin

de bir parçasıdır. Babanın sev-

gisi şartlıdır. “Dediğimi yapar-

san, dediğim gibi olursan seni

severim.” der ya da böyle deme-

ye getirir. Güçsüz ve çaresiz bir

çocuk için annenin sevgi dolu

kucağı, güvenli bir sığınak, güç

ve cesareti öğreten baba sevgi-

si ise sağlam bir dayanaktır. Ge-

othe der ki: “Hiç kimse kolların-

da çocuk tutan bir anne kadar

çekici ve birkaç çocuk arasında-

ki kadın kadar saygı değer değil-

dir.” Allah’ın, eseri olması ha-

sebiyle kulunu sevmesi anne

sevgisi gibi şartsız, kulunun

amelini sevmesi hakkaniyet ge-

reği baba sevgisi gibi şartlıdır.

Sevgi cevheri kemâl, lezzet

ve menfaat saikinden biri ya

da hepsinin uyarısıyla hareke-

te geçer ve tercih ettiği bir saik-

le mahiyet kazanır. Kemâl (ol-

gunluk) saikinin uyardığı ve

beslediği sevgi, şefkatle muha-

taba ulaşır. Şefkatli sevgi, kar-

şılık beklemeden iletilen bir

duygu ve hizmettir. Bunun eş-

siz örmeğini annelerde görü-

rüz. Anneyi şefkatli sevgi yü-

celtir ve ulvileştirir. Allah’ın

kullarına olan sevgisi ise anne

sevgisinden kat kat fazladır.

Anneler, şefkatli sevgilerinin

kapsama alanına kendi çocuk-

larından başka eş, dost ve sev-

giye layık diğer kimseleri al-

dıklarında erdemin zirvesine

ulaşırlar. Erkeklerin de bu zir-

veye ulaşmaları anne sevgisiy-

le yani şefkatli sevgiyle sevebil-

melerine bağlıdır.

Temmuz 201350

EğitimMukadder Arif YÜKSEL

“İnsan ya kendindeki sevgiyi ya da kendi sevgisine en

yakın olanı sever. Sevgi ilâhî menşei olan bir eserdir.

Belki de sevgiye acının karışması, müessir (sevginin

gerçek sahibi, yaratıcısı) dururken, eserin ondan daha

ziyade sevilmesindendir.”

Page 29: 153 - somuncubaba.net › pdf › 0153 › ... · Online sipariş ve satış I NASİHAT YAYINLARI DÎVÂN-I HULÛSÎ-İ DÂRENDEVÎ 4. BASKI ES-SEYYİD OSMAN HULÛSİ EFENDİ’NİN

Temmuz 201352 53

Eşler arasındaki sadece iki

kişiye özel sevgi; huzur, sükûn

ve mutluluk kaynağı olması ba-

kımından Yüce Yaratıcının var-

lığının bir delilidir.2 Eş sevgisi,

cinsel arzu değildir. Öyle olsay-

dı, cinsel arzu karşılandığın-

da sevginin de bitmesi gerekir-

di. Psikologlara göre cinsel arzu

sadece bir kaşıntıdır. Eş sevgi-

si, eşlerin, anı, mekânı ve ha-

yatı paylaşırken hâsıl olan fe-

rahlıktır, romantizmdir. Eşten

başka hiç kimsenin eş sevgisine

olan ihtiyacı karşılaması müm-

kün değildir. Bir bütünün iki

eşit parçası gibi olan eşleri an-

cak samimi bir sevgi bütünleş-

tirebilir ve sevgiyle bütünleşen

hayat gerçek anlamına kavuşur,

gözümüz ve gönlümüz helalin-

den doyuma ulaşır.

Sevgi, vererek mutlu olmak-

sa eğer (şefkat), bunun en so-

mut örneği evlat sevgisinde or-

taya çıkar. Evladımıza kanımızı,

malımızı, emeğimizi ve geleceği-

mizi veririz. Başkalarına verir-

ken acıtan verme duygusu, evla-

da verirken mutluluğa dönüşür.

Onlar bize insan düzleminde bü-

yük olmamıza ve ilâhî bir mes-

lek olan mürebbiliği (terbiye

edicilik) ifa etmemize imkân ve-

rirler. Onları dünyaya biz davet

ediyoruz. Biz, doğumlarından

sonra onların isimlerini yaşatı-

yoruz onlarsa bizim ölümümüz-

den sonra ismimizi yaşatıyorlar.

Ölümsüzleşenler ya da ölümsüz

eserler bırakanlar, hamuruna

sevgi mayası katılarak yoğrulan

çocuklar arasından çıkıyor. On-

ların sevgisi bizim umutlarımızı

besliyor, bizim sevgimiz ise on-

ların güç ve yeteneklerini.

Dostlarımız da sosyal çevre-

mizin doğal ve zaruri unsurları-

dır. Dostlarını göz ardı etmiş

olanın asosyal hayatı ne kadar

mutlu ve renkli olabilir ki? Dost-

larımızın sevgi ve desteğiyle mo-

tive oluruz. Başarılarımız, dost-

larımızın destek ve takdirleriyle

taçlanır. Dostlarımızla neşemize

neşe katar, üzüntülerimizi hafif-

letiriz. Dostlarımızın sevgisi gü-

ven, tecrübesi rehber, sohbeti

gıda, ikazı ilaç hükmündedir.

“Meveddet, (sevgi) iki ka-

rabetten (yakınlık) biri-

dir.” kelâm-ı kadîmi, bir soy

akrabalığı, bir de sevgi akra-

balığı olmak üzere iki türlü ya-

kınlık olduğunu ifade eder. An-

cak “Muhabbetten daha yakın

karâbet yoktur ve düşmanlıktan

daha öte bir uzaklık da mevcut

değildir.” sözüne göre de asıl ya-

kınlığın “sevgi bağı” ile meyda-

na geldiği anlatılmaktadır. Şair

şöyle diyor:

Âlemde çün mehabbet imiş

akreb-neseb

İhvâna bundan gayrı olur

mu aceb neseb?

(Âlemde en yakın bağ mu-

habbet bağı imiş /Dostlar için

bundan başka nesebe ne gerek

var.)

Yüzümüzü öperek, saçımı-

zı okşayarak, kulağımıza hoş

nağmeler bırakarak esip giden

rüzgârın altında havası, suyu ve

ortamı temiz, çevresi sakin bir

doğa parçası, birbirini adalet-

le takip eden ve sevinçle kuca-

ğımıza atlamak istercesine bize

koşan deniz dalgaları sevgi duy-

gularını depreştiren romantik

uyarıcılardır bence. Kedi ve kö-

pek gibi evcil hayvanlarda, sağ-

mal hayvan yavrularında, hatta

vahşi hayvan yavrularındaki se-

vecenlik, ilâhî kudretin harika

eserleri olması yanında herhal-

de çağdaş olmamızla, aynı ha-

vayı teneffüs etmemizle ve aynı

dünyayı paylaşıyor olmamızla,

en önemlisi daha ziyade asil bir

insanî duygu olan sevme duygu-

muzun sevecen olanı keşfetme

yeteneğiyle ilgilidir sanırım.

Birini sevmek, sadece güçlü

bir duygu değil, bir karardır, bir

yargıdır ve bir söz vermedir di-

yor, E. Fromm ve devam ediyor:

“Çünkü duygular geçicidir. Sev-

me eylemine karar ve yargı ka-

rışmasaydı o sevginin ölünceye

kadar devam edeceğini nasıl ga-

ranti edebilirdik. Ayrıca sevgiye

değer olan nesneyi de seven keş-

fediyor. Ona bir değer biçiyor,

bir paye veriyor. Sevilen, seve-

nin iltifatıyla sevgili unvanına

kavuşuyor.”

Her yönü ile duygusal olan

sevginin eserleri ve faydala-

rı da duygusaldır ama bu eser-

ler ve faydalar, her birey için çok

hayatî bir önemi haizdir. Sevgi,

stresin yol açtığı zihinsel buna-

lım sebebiyle düşüncenin bloke

edilmesini engeller, hafıza net-

liği sağlar, sistemleri sağlam ça-

lışan bir ruh hali ile çok olum-

lu maddî ve manevî yararlar

sağlar. Şefkatli sevgi, hem şef-

kat edende, hem de şefkat edi-

lende güven duygusunu tesis

eder. Oysa diğer verme türlerin-

de “acaba karşılığında ne istiyor

veya ne vermem gerekir” gibi bir

endişe daima akla gelir. Sev-

ginin her miktarı kanaatkâr bir

kalbi tatmin ve teskine elveriş-

lidir. Sevgi, sevileni sevginin et-

kin gücüyle kendine bağlar ve

onun oluşturduğu güvenlik or-

tamında huzura kavuşturur.

Sevginin Dost ve Düşmanları

Sevgi, dostlarının hazırladı-

ğı uygun ortamda oluşur ve ge-

lişir. İlgi, sezgi,

yaratıcı kişilik,

özgürlük, sabır,

kararlılık, so-

rumluluk duy-

gusu, inanç,

bilgi ve bi-

linç, acı ve hü-

zün duyguları

sevginin en ya-

kın dostlarıdır.

Sevgi, dostla-

rıyla sağladığı

işbirliği netice-

sinde sahibine

iç güzellik, ufuk

genişliği, öz-

güven, merha-

met, dayanışma, hoşgörü, saygı,

fedakârlık, samimiyet, umut,

neşe ve mutluluk gibi yüksek

insanî erdemleri kazandırır.

Öte yandan bencillik, gurur,

kibir, kıskançlık, iki yüzlülük,

kuşkuculuk, kin ve nefret gibi

kişisel kompleksler, menfaat-

çi (pragmatist) ve fırsatçı (opor-

tünist) tutumlar ve haksızlık,

sevginin en amansız düşmanla-

rıdır. Bu duygular bireydeki sev-

giyi yok ettiği gibi çevredeki sev-

gilere de zarar verir. Sevginin

kendisini savunması için bir

miktar, kötülükten nefret etme

duygusunu yedekte bulundurul-

ması her zaman yararlı olur.

Seven insan canlı cansız her

varlığın mayasının sevgi oldu-

ğuna inanır. Sevimsiz, zalim in-

sanın mayası da sevgidir ama

bozulmuştur. Mayası saf olan

tek zümre sevenlerdir. Sevi-

lenler için de aynı şeyi söyleye-

miyoruz. Çünkü sevgide bazen

sapmalar da meydana gelir ve

sevgiye değer olmayan nesnele-

rin de sevildiği görülür.

İnsan ya kendindeki sevgiyi

ya da kendi sevgisine en yakın

olanı sever. Sevgi ilâhî menşei

olan bir eserdir. Belki de sev-

giye acının karışması, müessir

(sevginin gerçek sahibi, yara-

tıcısı) dururken, eserin ondan

daha ziyade sevilmesindendir.

Sevgi içindeki acı ve hüznün,

seveni eğitmek ve olgunlaştır-

mak gibi çok önemli bir rolü

ifa ettiği de düşünülebilir. Biz-

ler acıyı öylesine özümsemişiz

ki hayattaki acılar, yemekte-

ki acılı baharatlar gibi yaşama

renk ve tat katmaya başla-

mış. Acısız, ne yemeğin, ne de

hayatın tadına varılabiliyor.

Buna rağmen aşağıda malze-

me ve yapılış tarifini verece-

ğim, içinde neşe ve mutluluk-

tan başka bir tat bulunmayan

“sevgi yemeğini” başka bir de-

yişle “insanlık yemeğini” öner-

mek isterim:

Sevgi Yemeği

M a l z e -me: Bir ölçek

selâm, iki ölçek

hayırlı günler,

biraz ilgi, bir tu-

tam anlayış, nor-

mal ölçülerde

nezaket, bir tatlı

kaşığı hoşgörü...

Y a p ı l ı -şı: Malzemeyi

iç dünyanızdan

alın, temizdir yı-

kamak gerek-

mez, gönül mutfağında hazır-

layın. Özenle hazırladığınız

malzemeyi sevgiyle karıştır-

dıktan sonra gönül fırınında

sevgi sıcaklığı derecesinde pi-

şirin. Sevgi yemeği hazır hale

geldikten sonra dostlarınıza

bizzat kendiniz servis yapın.

Tükenir diye ketum davran-

mayın zira bu yemek herkese

yeter. Seven ve sevilenlerden

olası

1 3/Al-i İmran, 31.2 30/Rum, 21

Dipnot

Page 30: 153 - somuncubaba.net › pdf › 0153 › ... · Online sipariş ve satış I NASİHAT YAYINLARI DÎVÂN-I HULÛSÎ-İ DÂRENDEVÎ 4. BASKI ES-SEYYİD OSMAN HULÛSİ EFENDİ’NİN

55Temmuz 201354

Mu s t a f a

Takî Efen-

di, Millî

Mücadele’nin etkin simaların-

dan birisidir. O, halk üzerinde-

ki etkisi ve siyasî mücadelele-

ri ile bu döneme damga vuran

bir ilim adamıdır. Takî Efendi,

döneminde, meşrutiyetle mem-

leketin idare edilmesi, hesap

verebilir bir yönetimin iş ba-

şında olması, adaletin tesis edi-

lebilmesi ve istibdat yönetimi-

ne karşı tavrı ile birçok ismi de

etkilemiştir. O, fikirlerine gö-

nül veren birçok siyasî oluşuma

destek vermiş ve fikirlerini top-

lumun her kesimine ulaştırabil-

me düşüncesiyle çeşitli yayın

organlarında birçok makale ka-

leme almıştır. Takî Efendi’nin

Sebilürreşat, Sırat-ı Müstakim,

Beyanü’l-Hak ve Vicdan gibi

mecmualarda yayımlanan yazı-

ları tespit edilmiş ve bu maka-

leleri üzerinde bazı çalışmalar

da yapılmıştır.1 Yakın zaman-

da ‘Takî Efendi’nin yazılarının

Mikyas-ı Şeriat adlı mecmua-

da da yayımlanmış olması ihti-

malinden hareketle yaptığımız

bir araştırmada bu mecmuada

yayımlanmış ve daha önce baş-

ka kaynaklarda zikredilmemiş

iki makalesine daha ulaştık. Bu

çalışmamızda mecmua ve Takî

Efendi’nin bu mecmuada ya-

yımlanan makaleleri üzerinde

durmak istiyoruz.

Mikyas-ı Şeriat ve Mustafa Takî

Efendi’nin Makaleleri

Mecmua, meşrutiyet döne-

minde yayın hayatına başla-

mıştır. Gazetenin imtiyaz sahibi

Hüseyin Remzi Bey’dir. Gazete

dinî içerikli ve meşrutiyeti savu-

nan yazıları ile dikkat çekmiştir.

Gazetenin imtiyaz sahibi Hüse-

yin Remzi, 11 Mayıs 1909 tari-

hinde tutuklanarak ömür boyu

hapse mahkûm edilmiştir ve bu

tarihten sonra gazete yayın ha-

yatından çekilmek zorunda kal-

mıştır.2

Mustafa Takî Efendi, kale-

me aldığı iki makale ile gaze-

tenin meşrutiyet fikrine destek

vermiş ve kendisinin de bu fik-

ri benimsediğini açıkça ifade et-

miştir. Takî Efendi, gazetenin

24 Rebiyülevvel 1327 Perşem-

be/2 Nisan 1325 tarihli ve 28

numaralı sayısının başyazısında

(s. 2–3) döneminde meşrutiyet

sistemini hâkim kılmak için ku-

rulmuş birçok birlikteliğe işaret

etmiştir. Açıkça İttihat ve Te-

rakki Cemiyeti’ni desteklediği-

ni, bu cemiyetle paralel fikirle-

ri paylaşan ‘Cemiyet-i İlmiye-i

İslâmiye’, ‘Fedâkerân-ı Millet’,

‘İttihâd-ı Muhammediyye’ ve

‘Ahrâr Fırkası’ gibi cemiyetle-

ri milletin birlik ve beraberliği-

ne hizmet için bir araya gelmiş

topluluklar olarak benimsediği-

ni ifade etmiştir. Takî Efendi, bu

fırkaları desteklediğini, düşün-

celerini paylaştığını ve icraatla-

rını beğendiğini yazısında dile

getirmekle birlikte bu cemiyet-

lerde gördüğü bazı eksikliklere

de değinmiştir. Onlara birlikte

hareket etmelerini tavsiye eden

MUSTAFA TAKÎ EFENDİ VE

KültürFatih ÇINAR

MİKYAS-I ŞERİAT

Page 31: 153 - somuncubaba.net › pdf › 0153 › ... · Online sipariş ve satış I NASİHAT YAYINLARI DÎVÂN-I HULÛSÎ-İ DÂRENDEVÎ 4. BASKI ES-SEYYİD OSMAN HULÛSİ EFENDİ’NİN

57Temmuz 201356

Takî Efendi, bu cemiyetleri bir-

birlerinin alternatifleriymiş gibi

görmenin son derece yanlış bir

fikir olduğunu belirtmiştir. Ona

göre, hepsinin amacı adalettir,

adalet olmalıdır ki adaletin de

tam karşılığı İslâm’ın emir ve

yasaklarını uygulayarak insan-

ların dünya ve ahiret mutluluk-

larını sağlamaktır. Takî Efen-

di, bu makalesini şu

cümleler ile sonlan-

dırmıştır: “Yani bir

olduğu ilan olunma-

lı, bir taraftan siyasî

konuşmalar ve diğer

taraftan dinî ve hik-

met içerikli yayın-

larda tek bir amacın

olduğu vurgulanma-

lıdır. Osmanlı’nın

meşru şekilde akla

uygun olarak birli-

ğini temine çalışma-

lıdır. Son olarak ifa-

de etmemiz gerekirse

tefrikadan/ayrılıktan

uzak duralım. ‘De ki:

Ey kitap ehli! Sizin-

le bizim aramızda

ortak olan bir söze

geliniz. Allah’tan

başkasına kulluk et-

meyelim, O’na hiçbir

şeyi eş tutmayalım

ve Allah’ı bırakıp da kimimiz

kimimizi ilâhlaştırmasın. Eğer

onlar yine yüz çevirirlerse, de-

yin ki: ‘Şahit olun biz Müslü-

manlarız.”3

Takî Efendi’nin Mikyas-ı

Şeriat’ta kaleme aldığı ikinci

makalesi ‘Sivas İttihat ve Terak-

ki Cemiyeti İlmiyye Şubesi’nin

gazetede yer alan ve ‘Aynen’

başlığını taşıyan ilanı ile ilgi-

li görüşlerinden oluşmaktadır.4

Bu çalışmasında Takî Efendi,

‘Fetavâ-yı Cihangiriyye’, Orhan

Gazi döneminde Alâeddin Paşa

tarafından konulan ‘Askerî Ni-

zamname’, Sultan Mehmet

Han tarafından tesis ettirilen

‘Kânûn-ı Muhammedî’, Sul-

tan Mahmud Han tarafından

‘Tanzimat-ı Hayriye’ ismiyle uy-

gulanılmak istenen ıslahat fer-

manı ve ‘1293 Kanun-i Esasisi’

gibi Osmanlı toplumunu ıslah

için kaleme alınan çeşitli fer-

man ve kanunnamelerin geçir-

dikleri aşamalardan ve gelinen

noktada bu ferman ve kanunna-

melerin değerlerinden bahset-

miştir. Takî Efendi, Sivas İtti-

hat ve Terakki Cemiyeti İlmiyye

Şubesi’nin gazetede yer alan ifa-

delerini desteklemek için kale-

me aldığı bu yazısında şeffaf,

hesap verebilir ve halkı ile ba-

rışık bir idarenin kaçınılmaz ol-

duğundan bahsetmiş ve bu sis-

temin de ancak meşrutiyet ile

gerçekleşebileceğini izah etme-

ye çalışmıştır. O, İslâm’ın yeni

karşılaşılan olaylar karşısında

yetersizmiş gibi gösterilmesini

haksızlık olarak kabul etmiş ve

bu konuyu şu şekilde

değerlendirmiştir:

İslâm Kanunları ve

İlkeleri

“Yüce İslâm dini,

bazılarının zannet-

tiği gibi, bugünün

gelişmesini ve iler-

lemesini temin ede-

meyecek yetersiz ve

sınırlı bir durumda

değildir. Yüce İslâm

dini bugünkü geliş-

melerin ve ilerleme-

lerin milyonlarca ka-

tına da çıksa onu da

temin edecek kanun-

lara ve ilkelere sahip-

tir. Bu gerçek birçok

yabancı tarafından

da itiraf edilmiştir.

Görülen sınırlılık ve

yetersizlik hali dinden değil din-

den esinlenerek konulduğu id-

dia edilen fikir ve nazariyeler-

dendir. Üzülerek ifade edelim ki

bu garip durum İslâm adı altın-

da yaşanan ve Avrupa taklitçili-

ğini ki onu da bilmeyerek yapı-

yorlar kendisine şeref addeden

bir kısım insanımızdan kaynak-

lanmaktadır. Ne gerek, dona-

nımlı âlimlerimize yetki verilsin

her idare hakkında dinin esasla-

rından hüküm çıkararak bir ka-

nun yazılsın. O zaman inkârcılar

da itiraz edenler de yabancısı da

yerlisi de Müslümanı da gayr-i

Müslimi de kanun nasıl olur, ka-

nuna itaat, adaleti temin nasıl

olur? Görsün.”5

Takî Efendi, ilk makalesinin

altına ‘Sivas’tan Mustafa Takî’

şeklinde imza koyarken ikinci

makalesinde ise sadece ‘Mustafa

Takî’ ifadesi ile yetinmiştir.

Sonuç

Millî mücadele sürecine söz-

lü ve fiili gayretleri ile yön ve-

ren isimlerden birisi olan Takî

Efendi’nin bu mecmuada ya-

yımlanan makaleleri onun meş-

rutiyet çizgisindeki görüşlerini

daha net bir şekilde gözler önü-

ne seren önemli notlardır. Takî

Efendi’nin bu mecmuada ya-

yımlanan makaleleri bizlere bir

kez daha onun görüş ve düşün-

celerini açıkça ifade etme nokta-

sındaki cesaretini göstermiştir.

Ayrıca bu makaleler, kendisi-

ni zihni bir kargaşanın ortasın-

da bulan Anadolu insanının

zihnindeki bu önemli sorunu gi-

derebilme adına Takî Efendi’nin

attığı önemli adımlardan bir ta-

nesi durumundadır. Yine bu ça-

lışmaları Takî Efendi’nin zama-

nı iyi okuyabilen ve topluma yön

verebilen lider ruhlu bir şahsi-

yet olduğunu gösteren numune-

lerdir.

Takî Efendi’nin Mikyas-ı

Şeriat’ta yayımlanan bu maka-

lelerinin tespit edilmesi başka

yayın organlarında da makale-

lerinin olabileceği fikrini akılla-

ra getirmektedir. Kaynaklarda

üretken bir yazar olduğu belirti-

len Takî Efendi’nin daha başka

yayın organlarında yayımlan-

mış çeşitli çalışmalarının olma-

sı güçlü bir ihtimaldir. Temen-

nimiz Takî Efendi’nin bu olası

çalışmalarının ve kaynaklarda

zikredilmesine rağmen henüz

ulaşılamayan diğer eserlerinin

de gün yüzüne çıkarılarak insa-

nımızın istifadesine sunulması

yönündedir.

1 Örneğin Fatih Çınar, Mustafa Takî Efendi ve Maka-leleri, Nasihat Yayınları, Ankara 2012.

2 İsmet Bozdağ, Abdülhamit’in Hatıra Defteri, Pınar Yay., İstanbul 1996, s.104-105; Ahmet Ali Gazel-Şaban Ortak, ‘İkinci Meşrutiyet’ten 1927 Yılına Kadar Yayın İmtiyazı Alan Gazete Ve Mecmualar (1908-1927)’, s.227; “Meşrutiyet’in İlanından Beri Türkiye’de Neşrolunmuş Gazete ve Mecmualar”, Ayın Tarihi, No: 41, (Ağustos 1927), s. 2350-2358; “Meşrutiyet’in İlanından Beri Türkiye’de Neşro-lunmuş Gazete ve Mecmualar”, Ayın Tarihi, No: 42, (Eylül 1927), s. 2451-2457; “Meşrutiyet’in İlanından Beri Türkiye’de Neşrolunmuş Gaze-te ve Mecmualar”, Ayın Tarihi, No: 44, (Teşrin-i sani 1927), s.2650-2654; “Meşrutiyet’in İlanın-dan Beri Türkiye’de Neşrolunmuş Gazete ve Mecmualar”, Ayın Tarihi, No: 45, (Kanun-ı evvel 1927), s.2810-2816; “Meşrutiyet’in İlanından Beri Türkiye’de Neşrolunmuş Gazete ve Mecmualar”, Ayın Tarihi, No: 52, (Temmuz 1928), s.3556-3561; “Meşrutiyet’in İlanından Beri Türkiye’de Neşro-lunmuş Gazete ve Mecmualar”, Ayın Tarihi, No: 53, (Ağustos 1928), s.3641-3651.

3 Al-i İmran 3/64. 4 Burada şu hususlar dile getirilmiştir: ‘Yazılı olarak

sunulan metin cemiyetimiz tarafından gözden geçiri-lerek harfiyen hakikate uygun görülmüştür. Osmanlı ismi altında bulunan bütün Müslümanların ruhları din ve şeriat gıdası ile gıdalanmıştır. Onların kanları ise di-nin hükümlerini korumak için akmaya hazır haldedir. Dinin hükümleri bazen zor da gelse Müslüman ona öteden beri ‘Şeriatın kestiği parmak acımaz’ sözü ile bağlılığını ifade etmiş, İslam’ın dışında hangi kanun ko-nulursa konulsun adaleti temin edemeyeceğine can-ı gönülden inanmıştır. Gayr-i Müslim vatandaşlarımız ise yüzyıllardır İslam’ın adaletini görmüş, İslam’ın edep ve adetleri ile edeplenmişlerdir. Bu nedenledir ki İslam’ın kadir ve kıymetini bilirler ve onun hükümlerinin bizimle beraber uygulanmasını isterler. Çünkü onlar da adaleti istemektedirler ki adalet dinin kendisidir. Devletin ve milletin vekilleri bugün büyük bir yanılgı içerisindedirler ki yeni yapacakları kanunlarda dinin hükümlerini ve sı-nırlarını korumadıkları sürece otuz milyon Osmanlının ve üç yüz milyon Müslümanların vebali ile sorumlu ola-caklardır. Artık tarih ve istikbalin kendilerini nasıl yâd edeceklerini düşünmelidirler.’ Mustafa Takî, Mikyâs-ı Şeriat, 9 Rebiülahir 1327, Perşembe, (16 Nisan 1325), Numara:30, s.3.

5 Mustafa Takî, Mikyâs-ı Şeriat, 9 Rebiülahir 1327, Perşembe, (16 Nisan 1325), Numara:30, s.3–4.

Dipnot

Page 32: 153 - somuncubaba.net › pdf › 0153 › ... · Online sipariş ve satış I NASİHAT YAYINLARI DÎVÂN-I HULÛSÎ-İ DÂRENDEVÎ 4. BASKI ES-SEYYİD OSMAN HULÛSİ EFENDİ’NİN

59

Ramazan Hİkâyelerİ

Osmanlı’dan Şükürler olsun bir Ramazan-ı Şerif’i

daha idrak etme bahtiyarlığını yaşı-

yoruz. Cümle Ümmet-i Muhammed

hakkında rahmet, mağfiret, inayet ve berekete ve-

sile olsun. (Amin.) Bu yazımda, tadımlık nevinden

de olsa Osmanlı Ramazanlarından küçük

bir buket sunmak istiyorum.

Harem’de Yaşanan Ramazan Coşkusu

Öncelikle Osmanlı Haremi’nde

Ramazan’ın nasıl karşılandığına ve bu

mübarek ayda sarayın büründüğü manevî

atmosfere biraz göz atalım: Bu konu-

da Sultan II. Abdülhamid’in kızı Ayşe

Osmanoğlu’nun hatıratında geçen şu mü-

şahedeler tatminkâr bir ipucu niteliğinde-

dir:

“Sarayda Ramazanlar çok güzel olur-

du. Bir hafta evvel hazırlık başlardı. Te-

mizlik yapılır, Kiler-i Hümayun’dan

bütün dairelere büyük sürahiler içinde türlü şu-

ruplar, birçok iftariyeler gelirdi. Ramazan’ın ilk

gecesi bütün dairelerin sofalarına altın yaldızlı

kafesler kurulur, Harem Ağalarıyla bir imam, iki

güzel sesli müezzin gelirdi. İlahiler okunarak na-

maz kılınırdı. Gece kapılar açılır, sahur tablaları

girer, top atılıncaya kadar herkes ayakta kalırdı.

Öğle üzeri de her daireye bir hoca gelir, vaaz ve-

rirdi. Akşam topla beraber zemzem-i şerifle oruç

bozulur, iftar takımları hazırlanır, buzlu limo-

natalar, şuruplar içilirdi. Sarayın harem dairesi,

Ramazan’da adeta cami haline girer, herkes iba-

detle vakit geçirirdi.”

Öte yandan Harem Dairesi’ndeki Hünkâr

Sofası’nda da Ramazan ayı boyunca yoğun manevî

programlar icra edilirdi. Burada bu aya mahsus

olarak yapılan en önemli faaliyet “Huzur Dersle-

ri” idi. Gelenek haline gelen bu derslerde, ulema

ile dinî sohbetler ifa edilir, mukabeleler yapılır ve

mevlitler okunurdu.

Bu genel malumattan sonra şimdi de kıssa,

nükte ve latifelerin diliyle biraz ibretli veanlamlı,

biraz da eğlenceli eski Ramazanlardan birkaç çar-

pıcı sayfa açalım.

Ramazan Günü Kazanılan Zafer

Sultan III. Selim dönemi... Avusturya ordu-

su Yerköy Kalesi’ni sarmıştı. Bir Ramazan ayı idi.

Kaledeki Osmanlı askerlerinin tamamı oruç tu-

Temmuz 201358

Tarihİsmail ÇOLAK

“Sarayda Ramazanlar çok güzel olurdu. Bir hafta evvel hazırlık başlardı.

Temizlik yapılır, Kiler-i Hümayun’dan bütün dairelere büyük sürahiler içinde

türlü şuruplar, birçok iftariyeler gelirdi.”

Page 33: 153 - somuncubaba.net › pdf › 0153 › ... · Online sipariş ve satış I NASİHAT YAYINLARI DÎVÂN-I HULÛSÎ-İ DÂRENDEVÎ 4. BASKI ES-SEYYİD OSMAN HULÛSİ EFENDİ’NİN

Temmuz 201360 61

tuyordu. En büyük sıkıntıları oruç olmak değildi.

Hayvanların otlaklarının düşman işgali altında ol-

ması ve ot ihtiyacıydı...

Bir süre sonra cesur bir yeniçeri, ot getireceği-

ni söyleyerek kaleden ayrıldı. Avusturyalılara baş-

vurup izin istedi:

- Hayvanları aç bırakmak mertliğe sığmaz. İzin

verin biraz ot yolayım!

Avusturyalılar önce izin verdiler. Osmanlı as-

keri, ot yolup arabalara yüklemeye koyuldu. Ar-

dından düşman askerleri etrafını sardı. Alay etme-

ye, hakaretler savurmaya başladılar. Yeniçerinin

sabırlı davranışları karşısında iyice zıvanadan çık-

tılar. Sonra da acımasızca katlettiler. Kesik başı-

nı kalenin önüne getirip, bağırıp çağırmaya, teh-

dit etmeye başladılar:

- Hepinizin kellesini süngülerimize geçirece-

ğiz! Alçak Türkler!

Daha da ileri gidip Peygamber Efendimize ve

padişaha dil uzatmaya yeltendiler. İşte o zaman

kaledeki Osmanlı askerlerinin sabrı tamamen tü-

kendi. Galeyana gelen yeniçerilerin dilinde aynı

tepki vardı:

- Düşmanın hakaretlerini daha fazla dinleye-

meyiz, tahammülümüz kalmadı. Düne kadar pa-

dişahlarımızın ayaklarına kapananlar şimdi aslan

kesiliyorlar. Komutan emrini verdi. Avusturyalı-

lara haddi bildirilmeli, Peygamberimize ve padi-

şahımıza hakaret etmek ne demekmiş gösterilme-

liydi:

- Herkes hazırlansın! Allah aşkı için savaşımız

vardır. Peygamberimize ve padişahımıza dil uzat-

tırmayız!

Allah, din, peygamber ve padişah aşkı ile sa-

vaşan Osmanlı askerleri, Avusturyalılara öylesine

saldırdılar ki, düşman feleğini şaşırdı, neye uğra-

dığını bilemedi. Aslında bu denli şiddetli bir tepki

ve hücum beklemiyorlardı. Osmanlı’nın en hassas

damarına bastıklarının farkında değillerdi. Os-

manlılar için din ve kutsal değerler olunca akan

sular durur, canlar feda edilirdi. Şiddetli çarpış-

malar sonunda beş binden fazla düşman askeri

cezalandırıldı. Geri kalanlar da canlarını zor kur-

tardılar. Çareyi kaçmakta ve her şeylerini arkada

bırakmakta buldular. Yerköy Kalesi önünde, bir

Ramazan ayında zafer Osmanlıların ve İslâm’ın

olmuştu. Takvimler, 8 Haziran 1790 tarihini, par-

lak bir sayfa olarak yapraklarına ekledi...

Tuhaf Ramazan Hoşafı

II. Mahmud döneminde iki defa şeyhülislamlık

makamına gelen Dürrizade Seyyid Abdullah Efen-

di, İstanbul’un sayılı zenginlerindendi. Üsküdar

Doğancılarda inşa ettirdiği, Paşa Kapısı diye anı-

lan saray yavrusu muhteşem konakta yaşamak-

taydı. Sultan Mahmud, bir yaz günü Ramazan ak-

şamında, şeyhülislamın konağına adeta bir iftar

baskını düzenledi. Yanında bakanları, önde gelen

devlet adamları ve hizmetine bakanların oluştur-

duğu hatırı sayılır bir kalabalık vardı. Haber ver-

meksizin gerçekleştirdiği ziyaretle Dürrizade’ye

sürpriz yapmak istedi. Tabii, o anda konak halkı-

nı tarif edilemez bir panik havası sardı. Etekleri

tutuşarak efendisi şeyhülislam hazretlerine koşan

kâhya, ellerini iki yana açarak şöyle sordu:

- Ne yapacağız şimdi?

Ama Dürrizade hiç telaş göstermedi. Ev hal-

kına ayrılan yemekler misafirlere verilecek, ken-

di yemeği de padişaha takdim edilecekti. Netice-

de, bütün olumsuz şartlara rağmen her şeyiyle

dört dörtlük bir sofra kuruldu. Sultan Mahmud

hizmetkârı çağırtarak tebrik etti.

- Yemekler gerçekten nefis olmuş. Sadece bir

şey dışında. O da, şu billur kâse içindeki hoşaf bi-

raz ılık olmuş, dedi. Kâhya ya da o zamanki ismiy-

le Kethuda, padişahın bu küçük eleştirisi üzerine,

elleri göbeğinde bağlı, başı hafifçe eğik bir vaziyet-

te cevap verdi:

- Biraz karıştırılınca kendiliğinden soğur efen-

dimiz.

Padişah, işte o zaman işin farkına vardı. Ve dile

getirdiği tek kusurun da geçersiz olduğunu gördü.

Çünkü billur zannettiği hoşaf kabı, içi oyularak

kâse süsü verilmiş bir buz kalıbıydı.

Hâşâ Teravihin Allah’ı Başka mı?

Sultan II. Abdülhamid devrinde bir Rama-

zan gününde sarayda teravih namazı kılınıyor-

du. İmam normal zamanda yatsı namazını ağır

ağır kıldırdığı halde sıra teravihe

gelince acele acele kıldırmaya baş-

lamıştı. İmamın arkasındaki safta

bulunan Hemşinli Mahmud Efendi

selamdan sonra dayanamayıp ima-

ma sordu:

- Yatsı namazını kimin için kıldır-

dın?

- Allah için.

- Hâşâ yatsının Allah›ı başka, te-

ravihin Allah’ı başka mı? Onu ne-

den yavaş kıldırıyorsun da teravi-

he gelince acele ediyorsun? O sırada

Hünkâr Mahfili denilen bir kafes içe-

risinde namaza eşlik eden Abdülha-

mid Han kafese vurdu ve imama şu

emri verdi:

- Hoca haklı, dediğini yap!

‘Jet’ İmam

Başka bir “hızlı teravih” hikâyesi de şöyle: İri

yarı bir adam olan İzzet Molla, Fatih Camii’nde

teravih namazı kılıyordu. İmam alelacele kıldırdı-

ğı için de nefes nefese kalıyordu. Namazın orta-

larına doğru elinde fener olan birisi camiye geldi.

İmamın selam verdiğini görünce şöyle hayıflandı:

- Eyvah yetişemedik!

Bunu duyan İzzet Molla da, canının acısını çı-

karacak, akan terlerini soğutacak bir cevabı, ya-

nındakilerin duyacağı kısık bir ses tonuyla kondu-

ruverdi:

- Biz içinde iken yetişemiyoruz a birader!

Zeytinyağını Padişah, Sirkesini Sadrazam Koysun!

Bir Ramazan günü Sultan Abdülhamid, Yıl-

dız Sarayı’nda bakanlar ile tanınmış gazetecile-

re iftar ziyafeti verdi. Sofrada ağız tadıyla yene-

cek bir salatanın nasıl yapılacağı hakkında söz

açıldı.

Birisinin, şakayla karışık şu tarifi, misafirle-

rin çok hoşuna gitti:

- Salatanın yağını cömert birine, sirkesini bir

pintiye koydurmalı, bir deliye de karıştırtmalı-

dır. Orada bulunan yazar Ebüzziya Tevfik, söze

karışıp şöyle dedi:

- O halde, zeytinyağını Şevketmeab Efendi-

miz Abdülhamid’e, sirkesini de Sadrazam Paşa

Hazretleri’ne koydurmalı. Çırağan Sarayı’na da

gönderip karıştırtmalıdır! O vakit, devrik padi-

şah V. Murad, Çırağan Sarayında hapis bulunu-

yordu. Bu konuşma, sultanın kulağına gidince,

çok hoşlandı. Ebüzziya Tevfik’i 100 altınlık bir

hediye ile ödüllendirdi.

Page 34: 153 - somuncubaba.net › pdf › 0153 › ... · Online sipariş ve satış I NASİHAT YAYINLARI DÎVÂN-I HULÛSÎ-İ DÂRENDEVÎ 4. BASKI ES-SEYYİD OSMAN HULÛSİ EFENDİ’NİN

63Temmuz 201362 63

KİTAPLIK

Gül Seferi

Muhsin İlyas Subaşı

Şiir Vakti Yayınları

Tel: (352) 222 96 08

Hazret-i Süreyyâ Dîvânı

ve Vâridâtı

Ahmed Süreyyâ el-Kâdirî

Revak Kitabevi

Tel: (216) 342 47 97

Bozkırda İki Cengaver

Tuğrul ve Çağrı Bey

Can Güzel

Nesil Yayınları

TEL: (212) 551 32 25

Ravza-i Aşk

Zelkif Camadan

Kaknüs Yayınları

Tel: (216) 341 08 65

Yeni Yüzyılda İslam

Dünyası

Ekmeleddin İhsanoğlu

Timaş Yayınları

Tel: (212) 511 24 24

KitapMuharrem AKIN

Türk tarihinde millî, dinî ve

insanî duygulara dayanan bir

cihan hâkimiyeti mefkûresi

askerî ve siyasî kudretle yayılırken manevî

kudret ve kuvvetin daha net bir şekilde coğraf-

yaları etkilediği bir hakikattir. Nasihat yayın-

ları arasında neşredilen, Tarihçi-Yazar Resul

Kesenceli’nin “Veliler ve Hükümdarlar” adlı

kitabında bu gerçek dile getirilmektedir.

Eserin takdim bö-

lümünde şöyle denil-

mektedir:

“Anadolu coğrafyası

başta olmak üzere böl-

genin İslâmlaşmasında

Kolanizatör Türk der-

vişlerinin, evliyaların

ve mürşidlerin çok bü-

yük etkileri vardır. On-

lar hem hükümdar-

ların yetiştirilmesi ve

yönlendirilmesinde

hem şehirlerin kurulmasında hem de mede-

nileşmesinde çok önemli yere sahiptirler. Pek

çok bölgeye zaviyeler, dergâhlar, vakıflar,

medreseler, hanlar, hamamlar, kervansaray-

lar, şifahaneler inşa etmek suretiyle medeni-

yetin temelini oluşturmuşlardır. Aynı zaman-

da insanların kalplerini fethetmek suretiyle

coğrafyaların İslâmlaşmasını sağlarken tüm

sahalarda İslâm medeniyetinin nüfusunu ve

nüfuzunu artırmışlardır. Uzantıları ve etkileri

ise günümüze kadar devam etmiştir.”

Osmanlı Devleti’nin oluşturduğu medeni-

yetin tüm hücrelerinde İslâm

medeniyetinin izleri bulun-

maktadır. Osmanlı’nın yük-

selmesini sağlayan İslâm me-

deniyeti bu Türk devletini

dünya medeniyetlerinin içeri-

sinde çok önemli bir yere taşır.

Tabii olarak kurmuş oldukla-

rı şehirler¸ yapmış oldukları

eserler¸ yetiştirmiş oldukla-

rı bilginler ve yaşayış şekille-

ri ile sosyal ve siyasî hüviyet-

leri bunları göstermeye kâfidir.

Osmanlı Devleti manevî kud-

ret kaynakları¸ maddî hizmet-

leri¸ idaresinde yaşayan çeşitli kavim¸ din ve

mezhepler arası ahengi¸ siyasî istikrarı ve sos-

yal dengesi ile dünya medeniyetlerini derin-

den etkilemiştir. Bu etkinin temeli ise İslâm

medeniyetidir. Hazreti Muhammed (s.a.v.)’in

oluşturduğu ilâhî ruh ve manevî nüfuz ile ta-

rihi etkileyen İslâm âlimlerinin¸ mürşidle-

rin, dervişlerin ve siyasî liderlerinin işbirliği

ile mükemmel ve müthiş bir dünya medeniye-

ti ortaya çıkmıştır. Bu medeniyetin etkilerini

tüm coğrafyalarda¸ sosyal hayatta¸ dünya ni-

zamının bütün parçalarında görmemiz müm-

kündür.

Kesenceli, “Veliler ve Hükümdarlar” adlı

kitabının önsöz bölümünde içeriğin ipuçlarını

bizlere şöyle vermektedir:

“Millet olma şuurunun önemli bir boyutu da

inançtır. Türk Milletinde millet olma şuurunu

bu kadar yüksek tutan, ona ruh ve mana veren,

onu güzelleştiren, his dünyasını ona göre mey-

lettiren şüphesiz bu inanç boyutudur. Şu unu-

tulmamalıdır ki tarih içerisinde başarılı olan

her hükümdarın arkasında onu destekleyen

ve yetiştiren, yönlendiren çok önemli manevi-

yat erenleri / mürşid-i kâmiller bulunmakta-

dır. Bunun içindir ki tarih şuuru ve bilinci yer-

leştirilirken bu önemli simaların nitelikleri ve

kimlikleri insanlarımıza çok güzel bir şekilde

anlatılmalı ve öğretilmelidir. Osmanlının ku-

ruluşunda Şeyh Edebalı’nın, Orhan Bey döne-

minde Geyikli Baba’nın, İstanbul’un fethinde

Akşemsettin (Akşeyh) Hazretlerinin, Yıldım

Bayezit dönemi anlatılırken Şeyh Hamid-i Velî

(Somuncu Baba)’nin rolleri; II. Murad döne-

mi anlatılırken Hacı Bayram-ı Velî Hazretle-

ri, Birinci Ahmed döneminde Aziz Mahmud

Hüdâyî Hazretlerinin ve pek çok velînin izleri

net bir şekilde görülmektedir. Bu Allah dostla-

rının; tarihi, coğrafyaları ve hükümdarları çok

boyutlu olarak yönlendirdikleri arşiv vesikala-

rı ile belgelenmiştir.”

Tarih şuuru içerisinde ibretli hadiseler, ör-

nek kıssalar ve ihtişamlı olaylar ile Allah dost-

larının tesirleri ve hükümdarlarla yakın ilişki-

lerinin açık bir şekilde okuyucuya sunulduğu

“Veliler ve Hükümdarlar” adlı kitap Nasihat

Yayınları’nın 38. eseri olarak raflarda yerini al-

mıştır. Nasihat Yayınları: Tel. 0 422 615 15 54

HükümdarlarVelİler ve

Page 35: 153 - somuncubaba.net › pdf › 0153 › ... · Online sipariş ve satış I NASİHAT YAYINLARI DÎVÂN-I HULÛSÎ-İ DÂRENDEVÎ 4. BASKI ES-SEYYİD OSMAN HULÛSİ EFENDİ’NİN

65

Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla

Allah’a hamd, seçtiği kullarına selam olsun.

İnsanların en hayırlısı Hz. Peygamber

(s.a.v.)’in - salatların en üstünü ve selamların en

mükemmeli üzerine olsun- sünnetine uyanlara

uyan şaşkın fakir kul Halid Nakşbendî’den Daru’l-

Hilafe’de (İstanbul) oturan ihlâslı kardeşlere.1

Sıhhatinize delalet eden mektuplarınız geldi.

İnkâr edenlerin çokluğuna rağmen sünnî tarika-

tımız üzerine sebatınıza işaretiniz beni sevindir-

di. Birçok kere bunun için Allahu Teâlâ’ya ham-

dettim. Hakk’ın sırlarını bilmekten gâfil olan bazı

kimselerin râbıtayı tarikatta bidatten saydığı bu

miskinin kulağına ulaştı. Onlar râbıtanın aslı ve

hakikati olmadığını iddia ediyorlarmış. Kesinlik-

le hayır. Râbıta yüce Nakşibendî’ye tarikatımı-

zın usulünden büyük bir asıldır. Belki Kitab-ı Aziz

ve Sünnet-i Rasûl (s.a.v.)’e tam olarak uymak-

tan sonra hakikate ulaşma sebeplerinin en büyü-

ğüdür. Efendilerimizden bazıları sülûk ve teslîki

râbıtaya indirgemişlerdir. Bazıları başka yol tut-

tuysalar da râbıtanın fenâ fî’ş-şeyh tahsili için –ki

fenâ fî’llahın mukaddimesidir– en yakın yol oldu-

ğunu bildirmişlerdir. Bazıları da onu Kur’an âyeti

ile ispat etmişlerdir.

Büyük efendilerimizden Şeyh Ubeydullah

(Hoca Ahrar) şöyle buyurmuştur: “Ey iman eden-

ler! Allah’a karşı gelmekten sakının ve doğrular-

la (sadıklar) beraber olun.”2 âyet-i kerimesinde

âlemlerin Rabbi’nin bize emrettiği “sadıklarla be-

raber olmak” suret ve maneviyat açılarından ger-

çekleşir. Manevî varlık râbıta ile olur. Bu hüküm

ehli nezdinde meşhur olup Reşahât adlı eserde

açıklanmıştır.

Sanki bunlar râbıtanın terim anlamını bilmi-

yorlar. Bilseler inkâr etmezlerdi. Tarikatta râbıta,

“Müridin kâmil fâni fî’llah olan şeyhinin ruhani-

yetinden istimdadı (yardım istemesi)” demek-

tir. Onun suretini hayal edip edip saygı göster-

mek, gıyabında da huzurundaki gibi ondan feyiz

almak içindir. Bu huzurda bulunma hâliyle müri-

din huzuru ve nuru tamamlanır. O sebeple mürit

dünyevî işlerin süpürücü rüzgârlarından menedi-

lir. Bu inkârı tasavvur edilemeyen bir emirdir. An-

cak cephesine hüsran, kin ve kibir yazılan kimse

onu inkâr eder. Zira o inkârcı eğer Allah’ın velile-

rine inanan kimse ise onlar râbıtanın güzelliği ve

büyük faydasını açıklamışlardır. Onlar yüce keli-

melerini araştıranlara ve insanî esintilerini kokla-

yanlara bunun gizli olmadığı hususunda ittifak et-

mişlerdir.

Her hâlde inkâr edenler şeriatın imam ve ön-

derlerinin usul ve fürua dair görüşlerine inanır-

lar. Dört mezhep imamlarının her biri açıkça veya

işaret olarak bu konulardan bahsetmişlerdir. İşte

size onların bazı sözlerini yerleriyle beraber zikre-

diyorum ki, kalbinde hastalık olmayan, sırf heva

Temmuz 201364

Mustafa Hakî efendİ’nİn oğlu M. Bahattİn Yaraş Efendİ

Halİd el-Bağdadî (K.S.)’NİN

RÂBITA RİSALESİ

KültürHalil İbrahim ŞİMŞEK*

“Elinizdeki bu risale daha önce birçok kişi tarafından Türkçeye çevrilmiştir. Mustafa Hakî Efendi’nin oğlu Bahattin Efendi’nin Tasavvuf ve Menâkıb

adlı eserini yayına hazırlarken Halid el-Bağdadî’nin hayatı ve menkıbelerini anlattığı kısımda Râbıta Risalesi’sinin çevirisini yaparak eserine aldığını gördük. Bahattin Efendinin çevirisini yayına hazırlarken onun yaşadığı

dönemin Türkçesini kullanması sebebiyle tarafımızdan bazı sadeleştirilmeler yapılmıştır. Bu tasarrufları gerçekleştirirken Bahattin Efendinin ifadelerine

sadık kalmaya gayret ettik.”

Page 36: 153 - somuncubaba.net › pdf › 0153 › ... · Online sipariş ve satış I NASİHAT YAYINLARI DÎVÂN-I HULÛSÎ-İ DÂRENDEVÎ 4. BASKI ES-SEYYİD OSMAN HULÛSİ EFENDİ’NİN

Temmuz 201366 67

ve garaz için velileri inkâra girişmeyenler o ma-

hallere müracaatla gerçeği görsünler. Benim söy-

leyeceğim budur. Başarı Allah’tandır ve yolun

doğrusuna ileten O’dur.

Müfessirlerin birçoğu tasarruf ve ruhanî yar-

dımı açıklamışlardır. Onlardan biri olan Keşşâf

sahibi (Zemahşerî) itidalden uzaklaşmış, inkâra

ve Mutezilî görüşlere yönelmiş olmasına rağ-

men şöyle demiştir: “…Rabbinin burhan/delili-

ni (ikazını) görmeseydi…”3 Bu âyet-i kerimede-

ki “burhân” şöyle tefsir edildi: “Hz. Yusuf (a.s.)

“İyyâne ve iyyâhâ” diye bir ses işitti, dikkate al-

madı. İkinci defa işitti, amel etmedi. Üçüncü defa

“Ondan yüz çevir.” diye bir ses işitti, dikkat et-

medi. Bunun üzerine babası Yakub (a.s.) parma-

ğını ısırmış olduğu hâlde göründü ve denildi ki,

Yusuf(a.s.)’un göğsüne vurdu.”

Hanefî imamlarından Ekmeleddin (Babertî)

Şerhu’l-Meşarık’da hadis-i şerifin şerhinde şöyle

buyurmuştur: “İki şahıs arasında sevgi fazla olur-

sa aralarında birlik meydana gelir, birbirlerinden

ayrılmaz olurlar. Eğer geçmiş kâmillerin ruhlarıy-

la münasebet meydana getirilirse onlarla istediği

zaman bir araya gelir.” (Özet olarak alınan kısım

sona erdi.)

Yine Hanefî imamlarından Şerif Ahmed b. Mu-

hammed el-Hamevî Nefehâtu’l-kurb ve’l-ittisal

bi-isbâti’t-tasarruf li-evliyâi’llahi Teâlâ ve’l-

kerameti ba’de’l-intikal adlı eserinde şöyle buyur-

muştur: “Evliyâ ruhaniyetlerinin cismaniyetlerine

galebesi sebebiyle müteaddid suretlerde görünür-

ler.”

Bu anlamda sahih hadiste şöyle buyurulmuş-

tur: “Bazı cennet ehli cennetin her kapısından ça-

ğırılır.” Hz. Ebu Bekir (r.a.) dedi ki: “Bu kapıla-

rın hepsinden giren olur mu?” Efendimiz (s.a.v.)

buyurdu ki: “Evet! Umarım sen onlardan olacak-

sın.”

Dediler ki: “Ruh eğer kül-

liyet kazanırsa yetmiş bin su-

rette görünebilir. Bu dünyada

mümkün olur. Berzahta ise evla

bi’t-tariktir. Zira ruh orada ba-

ğımsızlığın zirvesindedir. Çün-

kü artık bedenden ayrılmıştır.”

(Özetle)

Şafiî imamlarından İmam

Gazalî (k.s.) İhyau ulûmi’d-dîn

adlı eserinin “Namazın rükün-

leri esnasında kalpte olması ge-

reken şeylerin açıklanması” ba-

bında şöyle buyurmuştur: “Tahiyyatı okurken

kalbinde Hz. Peygamber (s.a.v.) Efendimizin ol-

duğunu düşünerek “Ey Nebî! Allah’ın rahmeti,

bereketi ve selamı senin üzerine olsun” de ve ke-

sinlikle bil ki, bu selamın ona ulaşır ve O senin se-

lamından daha güzeliyle sana selam verir.”

Yine Şafiî imamlarından allâme Şihab Ah-

med b. Hacer el-Mekkî –Hafacî’nin şeyhinin şey-

hidir– Şerhu’l-ubâb’da teşehhüd kelimelerinin

anlamlarını açıklarken şöyle buyurmuştur: “Ey

nebi! Selam senin üzerine olsun!” diyerek Efen-

dimiz (s.a.v.)’e hitap şuna işarettir: Allahu Teâlâ

ona ümmetinden namaz kılanları keşf ettirir, on-

ların en üstün amellerine şahit oluncaya dek on-

ların huzurundaymış gibi olur. Namaz kılanın

Rasûlullah (s.a.v.)’ın huzurunda olduğunu hatır-

laması huşu ve huduunun artmasına sebep olsun.

Bundan sonra o, İmam Gazalî’nin yukarıda zikre-

dilen sözünü teyit etmiştir.

Şafiî âlimi İmam Sühreverdî Avârifu’l-meârif

adlı eserinin “Yakın ehlinin namazı” babında de-

miştir ki: “Ey nebi! Allah’ın rahmeti, bereketleri

ve selamı senin üzerine olsun!” derken Efendimiz

(s.a.v.)’i kalp gözünün önünde temsil eder.

Allame Şihab b. Hacer eş-Şafiî Şerhu’ş-

şemâil’in sonlarında Hafız Celaleddin es-

Suyutî’nin Tenvîru’l-halek fî rüyeti’n-nebi

ve’l-melek kitabında zikrettiğine uygun olarak de-

miştir ki: İbn Abbas (r.a.) Efendimiz(s.a.v.)’i rü-

yada gördü. Sabahleyin Hz. Peygamber (s.a.v.)’in

temiz eşlerinden Hz. Meymune (r.a.)’nin yanına

girdi. Hz. Meymune (r.a.) Rasûlullah (s.a.v.)’in

aynasını Hz. İbn Abbas’a verdi. Hz. İbn Abbas

aynaya baktı ve aynada Rasûlullah (s.a.v.)’ın su-

retini görüp kendi suretini görmedi. İşte bu hâl

sufilerin ıstılahında fenâ fî’r-râbıta diye bilin-

mektedir. Sözümüz nebinin suretinde değildir

denilmez. Çünkü biz de bunun nebilerin özellik-

lerinden olmadığını söyleriz. Veliler bu bağlam-

da ortaktır. Ehli nazarında bu hususta bir şüp-

he yoktur. Evet! Namazda Efendimiz (s.a.v.)’den

başkasıyla muhatap olmak namazı bozar. Na-

mazın suretini kalpte gizleyip ona selam ver-

mek varlığın ruhu, Mahmud makamının sahibi

-ona, ailesine ve ashabına salat ve selam olsun-

Efendimiz(s.a.v.)’in özelliklerindendir. Ancak bu

bizim açıklamamızın konusu değildir.

Bu mevzu için Şafiîlerden Hafız Celaleddin

es-Suyutî bir risale telif edip Kitabu’l-münceli fî

tatavvuri’l-velî ismini vermiş ve bu kitapta İmam

Sübkî eş-Şafiî’nin et-Tabakâtu’l-kübrâ kitabın-

dan naklen şöyle demiştir: “Kerametler çok çe-

şitlidir. Bu çeşitleri açıklarken demiştir ki, yirmi

ikincisi velinin muhtelif tavırlara girmesidir. Mu-

tasavvıflar bunu misal âlemi ile ispat etmişlerdir.

Ruhların cesetle birleşmesi ve ruhun çeşitli şekil-

lerde zuhurunu buna dayandırmışlardır. Buna de-

lil olarak şu âyeti okumuşlardır: “...Ona tam bir

insan şeklinde görünmüştü.”4 Sonra Kadîbu’l-bân

kıssasını ve diğerlerini zikretti.”

Yine Şafiîlerden İmam Şaranî (k.s.) en-

Nefehâtü’l-kudsiyye kitabında “zikir edepleri”ni

sayarken şöyle demiştir: “Yedincisi müridin şey-

hinin şahsını gözü önünde hayal etmesidir. Bu

mutasavvıfla nazarında edeplerin en kuvvetli ola-

nıdır.”

Ben derim ki, biz Nakşibendî’ye topluluğu na-

zarında râbıta işte budur. Bunun hakkaniyetine

bütün kitaplar şahittir.

Şafiîlerden allâme es-Sefirî el-Halebî Şerhu’l-

Buhârî’de “Daha sonra Rasûlullah (s.a.v.) halve-

“Şafiîlerden allâme es-Sefirî el-Halebî Şerhu’l-Buhârî’de

‘Daha sonra Rasûlullah (s.a.v.) halveti sever oldu’

ifadesine gelince şöyle dedi: ‘Şeytan nasıl ki, Nebi

(s.a.v.)’in suretine benzeyemezse kâmil velinin suretine

de benzeyemez.’ O, bu hususta birtakım şartlar

zikretmiştir.”

Page 37: 153 - somuncubaba.net › pdf › 0153 › ... · Online sipariş ve satış I NASİHAT YAYINLARI DÎVÂN-I HULÛSÎ-İ DÂRENDEVÎ 4. BASKI ES-SEYYİD OSMAN HULÛSİ EFENDİ’NİN

Temmuz 201368

çok muhakkik bu hususta mesleklerini açıklayan

risaleler yazmışlardır. İnkârından kaçınılmalıdır.

Çünkü helake sebep olur.

Malikî imamlarından Muhtasar sahibi Şeyh

Halil (k.s.) şöyle demiştir: “Veli eğer velayetinde

tahakkuk ederse ruhaniyetiyle muhtelif suretle-

re girer. Bu imkânsız değildir. Bu hüküm âriflerin

nazarında meşhur olmuştur.”

Malikîlerden Şeyh Ebu’l-Abbas el-Mürsî (k.s.)

ve talebesi İbn Ataullah el-

İskenderî (k.s.) de buna yakın

sözler söylemişlerdir.

Çözüm ehli veliler ve âlimler

onların hakkaniyetini açıkla-

dığı böyle hükümleri avâmın

inkârı nasıl caiz olur? Bunlar-

dan bazıları ledünni ilimleri va-

sıtasız olarak Hayy olan Allahu

Teâlâ’dan almışlardır. Usandır-

ma korkusundan dolayı bu ka-

darla yetindim. Yoksa Allah’ın

yardımıyla bu mesele hakkında

büyük bir cilt eser yazardım. Eğer din kardeşleri-

mizin kâmil velilerin tavırlarını inkâr etmelerin-

den korkmasaydım bu kadar sırları açığa vurmaz-

dım. Ben bunları yazmaya iki şey mecbur etti:

1- Birincisi, vusulün kulpu ve ilahî rızanın ba-

samağı olan tarikatımızı savunma amacıdır. Ta-

rikatımızın usulü Rasûl (s.a.v.)’e uyma (sünne-

te ittiba) ve kurtulanlar topluluğu (fırka-i nâciye)

olan ehl-i sünnet akaidine sarılmak ve ruhsatla-

rı terk ederek azimetleri almak, murakabeye de-

vam etmek, Mevlâ’ya yönelerek dünyanın süs-

lerinden ve belki Allah’ın dışındaki her şeyden

(masivau’llah) kalbini uzaklaştırmaktır. Hadis-i

şerifte “ihsan” ile kastedilen huzur melekesidir.

Hadis-i şerif şudur: Çoklukta yalnız kalmak (cel-

vette halvet), dinî ilimlerden istifade ve onları

ifade etme, sıradan insanlardan bir imtiyazla ay-

rılmama, zikri gizleme, nefesleri muhafaza etme,

nefesin Allah’tan gafletle alınıp verilmemesi ve

yüce ahlâk sahibi Efendimiz (s.a.v.)’in ahlâkıyla

ahlaklanmaktır.

Bu tarikat artırma ve eksiltme olmadan bütü-

nüyle temiz ashab hazretlerinin yoludur. Kitap ve

sünnetin azimetlerini almaktır. Bu sebeple tarika-

tın imamı Bahaeddin Muhammed Nakşbend el-

Buharî buyurmuştur: “Bizim yolumuzdan yüz çe-

viren dininden şüphe üzerinedir.”

2- İkincisi, gâfillerin eleştiri ve iftiralarından

kaçınmaktır. Din kardeşlerimizin bu kesimin

inkârına ve onların üzülmesine sebep olan eylem-

lere cüretlerine neden olmamalıdır. Sadık fâkirler

Allahu Teâlâ’ya tarikatlarının teyidi için duacıdır-

lar. Onun devamını, hasedci fitneler ve düşmanla-

rın tuzaklarından korunmasını isterler.

Bu fakir size elinizdeki risalede geçen bütün

edeplerle vasiyet ederim. Size haber veriyorum

ki, Kitap ve sünnete muhalefet eden, Rasûlullah

(s.a.v.) ve ashabının hidayetine uymayan kimse-

lerden Allahu Teâlâ’ya sığınırım.

Size sabah ve akşam İslâm’ın yardımcısı olan

bu yüce devletin devamı için sâlih dua etmenizi

emrederim. Din düşmanları ve mürtedlere karşı

onun yardımını talep ediniz. Allah’ın selamı, rah-

meti, bereketi başta ve sonda üzerinize olsun.

69

ti sever oldu” ifadesine gelince şöyle dedi: “Şeytan

nasıl ki, Nebi (s.a.v.)’in suretine benzeyemezse

kâmil velinin suretine de benzeyemez.” O, bu hu-

susta birtakım şartlar zikretmiştir.

Hanefîlerin büyüklerinden allâme eş-Şerif el-

Cürcanî (k.s.) Şerhu’l-Mevâkıf’ın sonunda “İslâmî

fırkalar”ın zikrinden önce ve Şerhu’l-Metali’in ha-

şiyesinin ilk kısımlarında: “Evliyânın vefatların-

dan sonra bile müritlere görünüp onlardan feyiz

alınacağının sahih olduğunu” zikretmiştir.

Yine Hanefîlerden imam ve ârif Şeyh Tacuddin

en-Nakşbendî el-Osmanî (k.s.) Tâciyye risalesin-

de Allah’a ulaşan yolları açıklarken şöyle demiştir:

“Üçüncüsü müşahede makamına ve zâtî sıfalarla

tahakkuka ulaşmış bir şeyhe bağlıdır. Zira onun

görmesi “Onlar ki, görüldüklerinde Allah hatır-

lanır.” muktezasıyla zikrin faydasını ifade eder.

Onun sohbeti “Onlar Allah’ın sohbetindedirler.”

mucibiyle ilahî huzuru sağlar.

O şöyle demiştir: “Şeyhin suretinin hayalde

muhafaza edilmesi gerekir. Bu hâl üzere gaybet ve

nefisten fenâ meydana gelinceye kadar kalbe te-

veccüh olunmalıdır. Eğer mürit ilerlemeden geri

kalırsa onun şeyhini sağ omuzunda bilmesi ve onu

sağ omuzundan kalbine çekmesi lazımdır. Bu şe-

kilde gaybet ve fenâ oluşması umulur.”

Muhakkiklerin gözdesi ve sonrakilerin inci-

si Abdulgani en-Nablusî (k.s.) de Taciyye üzeri-

ne yazdığı Miftâhu’l-maiyye adlı şerhinde bunu

onaylamıştır.

Hanbelî imamlardan Gavsu’l-azam Abdulkadir

el-Cilî (k.s.)’den şöyle nakledilmiştir: “Fakir yani

yolun sâliki için Allah’ın velileri ile kalbî râbıta

vardır. Bâtınlarında bu râbıta sebebiyle istifade

ederler. Mademki râbıtaları vardır, o zaman bun-

ların dine zahiren ecnebi olanlarını ikram etme-

melerinde beis yoktur.”5

Yine Hanbelîlerden Şemsüddin İbnü’l-Kayyım

Kitabu’r-rûh’da şöyle demiştir: “Ruh için bede-

nin sıfatından başka bir sıfat vardır. Mesela hem

refik-i alada olur hem de ölünün bedenine bitişik-

tir. Şu şekilde ki, o bedenin bulunduğu kabre se-

lam verilse ruh refik-i alada olduğu halde selama

cevap verir.”

Derim ki; bu manada büyüklerin sözleri sayıla-

mayacak kadar çoktur. Bu sözlerde öldükten son-

ra velilerin tasarrufuna zahir delalet vardır. Bir-

1 Çevirinin Osmanlı Türkçesi ile yazılmış nüshası için bk. Bahattin (Yaraş) Efendi, Tasavvuf ve Menâkıb, ss. 335-345.

2 9/Tevbe, 119.3 12/Yusuf, 24.4 19/Meryem, 175 İmam Sühreverdî Avârif’inde “Şeyhiyle ilişkilerinde müridin edepleri” babında

zikredilmektedir.

* Doç. Dr.

Dipnot

“Şeyhin suretinin hayalde muhafaza edilmesi gerekir.

Bu hâl üzere gaybet ve nefisten fenâ meydana

gelinceye kadar kalbe teveccüh olunmalıdır. Eğer mürit

ilerlemeden geri kalırsa onun şeyhini sağ omuzunda

bilmesi ve onu sağ omuzundan kalbine çekmesi

lazımdır. Bu şekilde gaybet ve fenâ oluşması umulur.”

Page 38: 153 - somuncubaba.net › pdf › 0153 › ... · Online sipariş ve satış I NASİHAT YAYINLARI DÎVÂN-I HULÛSÎ-İ DÂRENDEVÎ 4. BASKI ES-SEYYİD OSMAN HULÛSİ EFENDİ’NİN

71

Kuyuya Tâlİp Bİr

Yusuf …

Anlat

Bu bir Yusuf masalıdır de

Bunu söyle fakat

Şunu da sor

Yusuf’un masalı neden

Yusuf’la başlamıyor?

İsmet Özel

Evet, bu Yusuf’un başından geçen bir hikâyedir;

ama Yusuf’tan ibaret değildir. Yusuf’un şahsın-

da kuyunun da hikâyesidir bu. Kuyunun şahsında

hikmetin. Bu yüzdendir ki kıssa; kuyudaki çocuğu

hem sultan hem peygamber yapan Rabb’in (c.c.)

kelâmıyla başlar:

“İçlerinden bir söz sahibi şöyle dedi: ‘Yusuf’u

öldürmeyin, bir kuyunun dibine bırakın da ora-

dan geçen kafilenin biri onu bulup alsın. Eğer ya-

pacaksanız böyle yapın.”1

Çocuk kuyuya atılır, hikâye başlar. Peki, ne-

den kuyu? Neden başka birinin değil de kuyunun

yazgısı bu? Yusuf’un güzelliği ve kuyunun derinli-

ği. Ya da Yusuf’un güzelliği ve Yusuf’un derinliği:

Yasasız solup giden

Bir güzellik değildi Yusuf’un güzelliği

Hüsnü Yusuf o hüsnü Yusuf’tu ki yanı başına

Yalnızca en gerekli şey konulmuştu

Ne duygu, ne ihtiras, ne düşünce

Ne mükemmel bir mantık…

Derinlikti Yusuf’u güzel kılan

Gerçekte Âdem soyuna ait olmayan

Ve sanki bir yeminle onlara hep bağlı kalan

Derinlik.

diyor Özel. Hz. Yusuf’un güzelliğini derinliğinde

buluyor. Sığ bir güzellik her zaman eksik kalmış-

tır çünkü. Derinlik katılmayan güzellik yüzde kalır

hep. Yüzeysel kalır. “İçi” güzelmiş demek ki esa-

sen Yusuf’un. Dünyanın içindeki kuyu gibi derin,

bir o kadar içten.

Kuyu’yu güzel kılan Yusuf; Yusuf’u güzel kılan

derinlik. İlmin, iffetin, tevekkülün ve teslimiyetin

güzelliği… Ve Hulusi Efendi Hazretleri bir beyitte

dile getiriyor melek tabiatlı bu müstesna özelliği:

Ey Yûsuf-ı Ken’ân’ım

Vey tıfl-ı melek şânım

Yusuf’u Sultan Yapan, Mısır mıdır Kuyu mu?

Yusuf (a.s.) kuyuya taliptir, Mısır’a değil.

Yusuf’un gömleği arkadan yırtıktır.

Kuyu zindan olmaz ona, ucunda ilâhi rıza varsa.

Zindan, Mısır sultanlığından evlâdır ona, ucun-

da ilâhi rıza yoksa.

Seslenir Yusuf, yanlış yapmaktan korktuğu vakit

zindanın da talibidir:

“Yusuf, ‘Ey Rabbim! Zindan bana, bunların beni

dâvet ettiği şeyden daha sevimlidir. Onların tu-

zaklarını benden uzaklaştırmazsan, onlara mey-

leder ve cahillerden olurum.’ dedi.”2

Cahillerden olmamayı niyaz eder Yusuf (a.s.)

ve duasına icabet olunur. İlmin kapısını zindanda

aralar, kadınların tuzaklarından sığındığı liman-

dan, “ilim deryası” olarak çıkar.

İlim, talep edene verilir, makam değil. Bu yüz-

Temmuz 201370

DenemeM. Bedrettin TOPRAK

Page 39: 153 - somuncubaba.net › pdf › 0153 › ... · Online sipariş ve satış I NASİHAT YAYINLARI DÎVÂN-I HULÛSÎ-İ DÂRENDEVÎ 4. BASKI ES-SEYYİD OSMAN HULÛSİ EFENDİ’NİN

Temmuz 201372

SEvDA ESİrİ

Meftun oldum bir güzelin gönlüne Bir kor gibi yanar gider sevdamız Savrulmuşum bir Leyla’nın çölüne Bir yol gibi uzar gider sevdamız. Umudumu vuslatına bağladım Dertlerimi dertleriyle dağladım Hasretinden sular gibi çağladım Bir sel gibi akar gider sevdamız. Fırtınalar budar kolum kanadım Yıkılırım ama dinmez inadım Senle yeşermektir benim muradım Bir dal gibi büyür gider sevdamız. Bir dem güneş olur doğar içime Bazen yağmur gibi yağar üstüme Kıvrım kıvrım dökülüyor gönlüme Bir göl gibi dolar gider sevdamız. Gündoğdu’yum yalnız sende durgunum Sensiz iken bu dünyadan sürgünüm Solmayası bir goncaya vurgunum Bir gül gibi açar gider sevdamız.

Mürsel GÜNDOĞDU

dendir ki okuyana talebe denir, memura değil.

Yusuf ilim talep etti; makamı da aldı. Yusuf’u sul-

tan ve peygamber yapan ise ne kuyuydu ne Mısır.

Yusuf’un inandığı ve dilediğini derecelerle yüksel-

ten Rabbi vardı:

“(…) Biz dilediğimizi derecelerle yükseltiriz. Ve

her bilgi sahibinin üstünde bir başka bilen var-

dır.”3

Kuyu da Mısır da Yusuf’un içindedir. Mısır’a

sultan olmak için kuyuları geçmek gerekir mi bi-

linmez ama Yusuf olmak için, ya kuyudan ya da

Mısır’dan geçmek gerekir. ‘Yusuf’a talip olan ku-

yuya talip olur, dünyaya değil.’ diyor Alper Gen-

cer. İlmin kıvılcımı kuyunun dibindeyse, kuyuya

atılınca Cebrail (a.s.) yetişecekse, Yusuf’un çocuk

saflığı ve tüm güzelliği oradan çıktıysa, iffetin ve

teslimiyetin bir imtihanıysa kuyu ve her çocuk bi-

raz Yusuf’sa, kuyuya talip olan dünyayı unutur.

Unutmalıdır. Yoksa “ölür kuyuya düşen çocuk.”

(İsmet Özel)

“Andolsun ki onların kıssalarında akıl sa-

hipleri için ibret vardır. Kur’an uydurulmuş

bir söz değildir. Fakat kendinden öncekileri

tasdik eden, her şeyi ayrı ayrı açıklayan ve

inanan bir toplum için bir yol gösterici ve bir

rahmettir.”4

Hz. Yusuf’un güzelliğiyle birleştirdiği iffeti,

sabrıyla birleştirdiği tevekkülü ve ilmiyle birleş-

tirdiği devlet adamlığı, üzerine çokça düşünülme-

yi gerektirir. Hz. Yusuf’un yolu hakikatin yolunu

gösterir. Gençliğe fenerdir Hz. Yusuf. Onun kıs-

sası, ömrünü iş, makam veya dünya saadeti elde

etmek için harcayan çoğu insan için bir tavsiye

mektubudur; yol haritasıdır. Allah’tan ne istemek

gerektiğinin öğretmeni ve doğru şeyi istemenin

neden gerekli olduğunun öğrencisidir Hz. Yusuf.

Bir yol seçmek durumunda kalacaksak bizim

tercihimiz “kuyu”n olacak Yusuf’um. Derinliğini

ve güzelliğini aldığın, iffetini koruduğun, dünya-

ya meyletmediğin ve tüm bunlardan dolayı dün-

yadaki çoğu yerden daha hayırlı olan senin kuyun.

Ve nasip olur da Yusuf tutanlar yetişirse düşerken

bize, senin kuyuda Rabbine ettiğin rivayet olunan

dualarımızı göndereceğiz kanatlarıyla:

“Ey gâib olmayan şâhid! Ey uzak olmayan ya-

kın! Ey mağlûb olmayan gâlib! İçinde bulundu-

ğum sıkıntıdan beni ferahlığa çıkar. Bana bir kur-

tuluş kapısı aç!”

73

1 12/Yusuf, 10.2 12/Yusuf, 33.3 12/Yusuf, 76.4 12/Yusuf, 111.

Dipnot

Page 40: 153 - somuncubaba.net › pdf › 0153 › ... · Online sipariş ve satış I NASİHAT YAYINLARI DÎVÂN-I HULÛSÎ-İ DÂRENDEVÎ 4. BASKI ES-SEYYİD OSMAN HULÛSİ EFENDİ’NİN

75

Doğu’nun büyük bilgesi Sadi

Şirazî, Gülistan isimli eserinde

bilgi bahsini anlatırken bize bir

de bir olayı hikâye eder. Buna göre Mısır’da bir

Bey’in iki oğlu vardır. Bunlardan biri ilim öğren-

me meraklısıdır. Bu yüzden ömrünü bu işe har-

car ve devrinin büyük bir bilgini olur. Diğer oğlu-

nun ise aklı fikri paradadır. O da bütün zamanını

bu yönde harcar. Önce büyük bir zengin ardından,

devrin hükümetinde maliye bakanı olur.

Benzer bir durum, bütün çağların insanları için

aynıdır. Kimimiz maddî olanı, kimimiz manevî

olanı kendimiz, hayatımız için önemli görür, me-

saimizi bu amaç uğrunda harcarız. Sonuçta hayat

ve insan gerçeği açısından iki kavram da gerekli

ve önemlidir. Ama madde ve manayı bir bütünlük

içinde değil de tek başlarına ele aldığımızda doğu-

racağı sonuçlar ne yazık ki insanın lehine olma-

maktadır. Nitekim bu kıssada Mısırlı Bey’in mali-

ye bakanı olan oğlu, maddiyatın kendisine verdiği

gurur neticesinde, sadece parayı önemser, bilgiye

değer veren kardeşini küçümser, onunla alay eder

ve şöyle dermiş: “Ben saltanata ulaştım. Zengin

oldum. Bu durum beni bakanlık mevkiine ulaştır-

dı. Şimdi büyük bir güce sahihim. Sen ise kitapla-

rın arasına gömülmüş, yoksul bir hayat sürüyor-

sun.”

Hayat Sadece Maddeden İbaret Değildir

Zengin olan bu kardeşin tavrı bize hiç de ya-

bancı gelmiyor. Zira günümüzde de meseleye böy-

le bakan, hayatı, gücü, mutluluğu maddî olanla

özdeş halde düşünen nice insan var. Bunlar, gö-

rünüşte güçlüdürler. Sahip oldukları saltanattan

dolayı ne isterlerse yapacaklarını düşünürler ve

bunların pek çoğunu da yaşarlar. Hayat, sadece

maddeden ibaret olsa idi yahut maddî olan şey-

ler tek başlarına bütün sorunları çözebilecek güç-

te olsaydılar, onların bu tercihlerini doğru bulabi-

lirdik. Fakat durumun böyle olmadığı ortadadır.

Zira para, mevki şeklindeki zenginlik hem kalı-

cı bir zenginlik değil hem de bunlara sahip olanı

mutlu etmek için yetmemektedir. Bunu anlamak

için bilgiye değer veren kardeşin şu cevabını oku-

mak yeterli olacaktır. “Asıl zengin benim. Çünkü

peygamberlerin mirası olan ilme ulaştım. Erdem

sahibi oldum. Benim için bunlardan büyük zen-

ginlik yoktur. Sense Firavun’un, Karun’un yolun-

dan gidiyorsun. Sonun hüsrandır. Zira bu tür bir

zenginlik kalıcı değildir.”

Bu cevapta Firavun ve Karun örneklerinin ve-

rilmesi boşuna değildir. Zira bu iki isim de maddî

gücün sembolü olan isimlerdir. Saltanatla, paray-

la bir zamanlar dünyaya hükmeder hale gelmişler

fakat sonunda bu saltanat, bu zenginlik uçup git-

miştir. Dahası, maddî imkanlarını, saltanatlarını

insanlık lehine, faydasına kullanmadıkları, bunla-

rı bir zulüm aracına dönüştürdükleri içir hayırla

anılmamaktadırlar. İlim ise kalıcı bir zenginlik ol-

duğu için âlimler hep hayırla anılan insanlar ol-

muşlardır. Buna göre maddî olan geçici, ilim ka-

lıcıdır. Paraya değer veren kaybeder, ilme değer

veren kazanır.

Fakat burada ilme bu şekilde tamamen müs-

pet bir şekilde yaklaşırken onun da ilmin gerçe-

Temmuz 201374

BİLGİ VE

ZENGİNLİK

KültürMustafa ÖZÇELİK

Page 41: 153 - somuncubaba.net › pdf › 0153 › ... · Online sipariş ve satış I NASİHAT YAYINLARI DÎVÂN-I HULÛSÎ-İ DÂRENDEVÎ 4. BASKI ES-SEYYİD OSMAN HULÛSİ EFENDİ’NİN

Temmuz 201376

YAr! İçimde dağa taşa sığmayan,Herkesten daha evla,biri var:Adı yar.Gönlüm tarumar! İçimde dağların yüklenemediği,devâsa bir sevda var,Öyle bir sevda ki gönlüme nasıl sığar? Gönlüm dar,Ve ahuzar!

İçimde bir Mevla var,Adı yar! Ruhuma ayarHerkes reddetse,O sayar,O sevgisiyle kalbime sığar. İçimde hep O var! Artık ruhum bahtiyar!Elveda tüm aşklar(!)Bu iş buraya kadar!

Mehmet SErTPOLAT

ğinden habersiz, başka bir ifadeyle bilginliği bil-

gelikle birlikte algılamayanlar tarafından kötüye

kullanılabileceğini unutmamak gerekiyor. Bilhas-

sa çağımızda bilginin ne yazık ki böylesi maksat-

lar için kullanıldığını görmekteyiz. Mesela, bilgi

sayesinde uzaya çıkan, yerin derinliklerinden ma-

denler çıkaran, bir telefonla dünyanın öbür ucun-

daki insanla konuşabilen, bir tuşla istediği belgeyi

başka birine aktarabilen insanlık yine aynı ilmin

imkânlarıyla bir virüsle bir şirketin bilgisayarla-

rına girip hesaplarını boşaltabilmekte, insanlı-

ğın hayatını cehenneme çevirebilecek bombalar

icat edebilmektedir. Bu yüzden kadim bilgelerin

bu tür metinlerini okurken teorik olarak bilgi iyi,

para yahut maddî olan şeyler kötü gibi bir genel-

leme doğru olmaz.

Erdemli Bir Anlayış

Para da bilgi de sonuçta vasıtadır. Önemli olan

bunlara yüklediğimiz anlam ve bunları kullan-

ma niyetlerimizdir. İşte bu noktada bu kavramla-

ra yeni anlamlar yüklemek durumundayız. Böy-

le yapıldığı takdirde ilim de para da hem ferdin

hem de toplumun yararına kullanılabilecek araç-

lara dönüşürler. İnsan nasıl madde ve ruh olarak

iki gerçeklikten varlığını oluşturuyorsa hayat da

iki yönlüdür. Hem maddî hem de manevî ihtiyaç-

larımız söz konusudur. Madde ve mana arasına

ikilikler sokmak, var oluşun özüne aykırı bir du-

rumdur. Bütün mesele dengeli olmak, dengeli ha-

reket etmektir. Mesela bilgisi olan da parası olan

da bu imkânları kendilerinden ibaret görmeme-

li, bu sahipliğin bir ahlak boyutu olduğunu unut-

mamalıdır. Eğer bilgi ve para, erdemli bir anlayış-

la ele alınırsa mutlaka daha güzel sonuçlara vesile

olacaktır.

Bu noktada Hz. Mevlâna’nın şu sözü bize ışık

tutacaktır. Hz. Mevlâna bilgiyle ilişkili üç temel

kavramdan söz eder. Bunlar; okumak, düşünmek

ve üretmektir. Biz burada maddî olan şeyler için

de benzer kavramları şu şekilde ele alabiliriz. Ça-

lışmak, üretmek ve paylaşıma dönüştürmek. Yani

ilim, düşünme ile kendine hikmet boyutu kazan-

dırır. Bu da ilmin maksadına uygun kullanılması-

na yol açar. O zaman bir bilgin bir buluşu gerçek-

leştirirken onu sadece kendinden ibaret görmez.

İnsan sağlığını, çevresel şartları da düşünür. Aynı

şekilde bir zengin de çalışarak elde ettiği para-

yı, kendinden ibaret görmeyerek üretim için bir

imkâna dönüştürür. Bu dönüşüm, bu imkândan

başkalarının da pay almasını yani paylaşımı sağ-

lar. Sonuç da bilgi de para da sadece sahiplerin-

de kalmayan ve bütün bir toplumun hizmetine

sunulmuş imkânlara dönüşürler. Böylece bir bil-

ginin bilgisini paylaşmasıyla bir zenginin parası-

nı paylaşması aynı sonuçları doğurur. Zekât bu-

nun için vardır ve üstelik bu emir sadece parasal

anlamda zengin olanları değil bilgi alanında zen-

gin olanları da kuşatan bir emirdir.

Bugün maddî ve manevî anlamda gerçek-

ten mutsuz olan insanlığa bakıp onun mutluğu-

nu sağlamak için projeler üretenler, çalışmalar

yapanlar hayatın maddî ve manevî yönlü ger-

çekliğine işte böylesi bir niyet ve bütünlük için-

de bakmak durumundadırlar. Açlık denilince el-

bette yüreğimizde bir acı depreşmekte, yediğimiz

lokmalar boğazımızda kalmaktadır. Bu, bizim iç

zenginliğimizi yitirmediğimizi gösterir. Madem

öyledir, karnı aç olan kadar gönlü aç olanların,

sevgiye, merhamete, şefkate muhtaç olanların da

aynı problemi manevî alanda yaşadıklarını dik-

kate alarak bu tür projelerini böylesine kuşatıcı

bir anlayışla ele almaları beklenir. Yine bir şehir-

de fabrika sayısı yetersiz bulanlar, aynı yetersiz-

liğin mesela kütüphaneler konusunda da söz ko-

nusu olduğunu bilmelidirler. Değilse problemler

terazinin her zaman bir tarafı aşağıda bir tara-

fı yukarıda kalacaktır. Önemli olan dengedir ve

denkliktir. “Hiç ölmeyecekmiş gibi dünya için,

yarın ölecekmiş gibi ahiret için çalışın.” buyru-

ğu aslında dünya ile ahireti kalın çizgilerle ayır-

mıyor, bize bir denge bilince kazandırmaya ça-

lışıyor. Bilgi ve para konusunu da bu örnekleme

içinde düşündüğümüzde durumun aynı oldu-

ğu görülecektir. Zengin zenginliğiyle, bilgin bil-

gisiyle gururlanmayacak, her ikisi de kendilerine

bahşedilen bu imkânları insanlık lehine, insanlık

menfaatine yönelik olarak kullanacaklardır. Bu-

nun için medeniyetimizin bir adı da “vakıf mede-

niyeti” olmuştur. Vakfetmeye konu olan ise hem

paradır hem de bilgidir.

77

Page 42: 153 - somuncubaba.net › pdf › 0153 › ... · Online sipariş ve satış I NASİHAT YAYINLARI DÎVÂN-I HULÛSÎ-İ DÂRENDEVÎ 4. BASKI ES-SEYYİD OSMAN HULÛSİ EFENDİ’NİN

79

Ümmî Sinan Hazretleri

Asıl adı Yusuf olan Ümmî Sinan Hazretle-

ri Elmalı’da doğdu. Doğum tarihi kesin olarak bi-

linmemektedir. Hayatı ile ilgili yapılan araştırma-

lardan 1563-1567 yılları arasında doğduğu tahmin

edilmektedir.

Yetiştiği döneme bakıldığında Elmalı’nın

önemli bir mevkide bulunması ve burada bulu-

nan medrese ve kütüphaneler göz önüne alındı-

ğında ise Elmalı’nın bir ilim irfan merkezi oldu-

ğu anlaşılmaktadır. Ayrıca, aralarında Niyazi-i

Mısrî gibi ünlü talebelerinin olması ve bunların

eserlerinde hocalarından övgüyle söz etmelerin-

den Ümmî Sinan Hazretleri’nin iyi bir eğitim gör-

düğünü söyleyebiliriz.

Gördüğü medrese eğiminden sonraki dönem-

de Halvetî büyüklerinden olan Şeyh Eroğlu Nuri’ye

bağlandı. Medresede ilimle meşgul olurken bura-

dan ayrılıp tasavvufa yönelmesinde gördüğü bir rü-

yanın etkisi olduğu belirtilmektedir. Şeyhi Eroğlu

Nuri Hazretleri’nin Hakk’a yürümesinin ardından,

onun yerine irşat postuna geçti. İrşad makamınday-

ken sadece tasavvufî eğitimle meşgul olmayıp, bu-

güne kadar gelen ve kendi adıyla anılan medrese-

de zahirî ilimlerle ilgili dersler de verdi. Yani, Ümmî

Sinan Hazretleri bir taraftan halka vaaz ve nasihat-

ler verirken diğer taraftan da tekkesinde insanları

Hakk’a vuslata hazırlayan ahlâkî bir eğitim vererek

onların manevî makamlarını tamamlatmayı kendi-

sine aslî vazife edinmiştir. O gündüzleri medresede

eğitim veren bir müderris, akşamları tasavvufî vaaz

ve nasihatleriyle çevresini aydınlatan bir ışıktır. O

yaşadığı çağda toplumu ile bütünleşmiş, sorumlulu-

ğunu yerine getiren bir âlimdir.

Devrinde geniş bir kitleyi tesiri altına alan, ilim

ve faziletiyle pek çok kişinin gönlünde taht kuran

Ümmî Sinan Hazretleri aynı zamanda şairdir. Güçlü

bir kalemi vardır. Yunus tarzında Türkçe şiirler yaz-

dı. İki eseri vardır. Bunlar; Divan-ı İlahiyat, Kutb-

ül Meani’ dir. Şiirlerini aruz vezniyle yazmıştır, hece

vezni ile de yazdığı olmuştur. Şiirlerinde Allah ve

peygamber muhabbetini, hakiki aşkı, insan-ı kâmil

anlayışını işlemiştir. Hazretin bir şiiri şöyledir:

Bülbülün mekânı güller içinde

Kargalar ötmez bülbüller içinde

Berü gel nefsini bilmek dilersen

Nedir göstereyim haller içinde

Vucudun milkine cevlan idersen

Yolun öğredeyim yollar içinde

Baş kodum bir zaman yollar içinde

Ümmi Sinan ider Eroğlu dirler

İsmime Şeyhimin iller içinde

Dillerde söylenen ilâhîleri, nesilden nesile ak-

tarılan kerametleri, başta Niyazi Mısrî olmak üze-

re yetiştirdiği nice şair-dervişleriyle hem tasavvuf

hem de edebiyat dünyamızda kendine haklı ola-

rak yer edinen Ümmî Sinan Hazretleri 1657 yılında

Elmalı’da vefat etmiştir. Mezarı kendi adıyla anılan

caminin bitişiğindeki türbededir.

Örnek Hayat Yusuf HALICI

Ahmed Şernubî

Hazretleri

İsmi Ahmed bin Osman

olan Şernubî Hazretleri on al-

tıncı yüzyılda yaşamış büyük bir

evliyadır. Nesebi Hz. Ali (r.a.)’a ula-

şır. Mısır’ın Şernub kasabasında doğduğu

için Şernubî nispetiyle bilinir. Küçük yaştan

beri kapıldığı ilahi cezbe sebebiyle gece-gündüz

ibadetle meşgul olan Şernubî Hazretleri annesi-

nin vefatından sonra Mekke’ye gitti. Yedi yıl ka-

dar orada kalıp âlimlerin, velilerin ilim meclisle-

rinde ve sohbetlerinde bulundu. Sonra memleketi

Şernub’a döndü ve ibadetle meşgul oldu. Bir gece

rüyasında gördüğü Peygamber Efendimizin işare-

tiyle İstanbul’a giderek Şeyh Nureddin’in huzuru-

na vardı. Evliya bir zât olan Şeyh Nureddin onu

görünce; “Merhaba ey Peygamber Efendimizin

emri ile gelen kimse! Merhaba ey derviş oğlu der-

viş!” diye buyurdu.

Şeyh Nureddin’in iltifat ve ihsanlarına kavuşan

Ahmet Şernubî onun sohbet ve hizmetinde bulu-

narak tasavvuf yolunda ilerledi. Bir müddet sonra

hocasından aldığı icazet ve hilafetle memleketine

döndü. Allahu Teâlâ’nın emir ve yasaklarını an-

latarak insanların kurtuluşa ermelerini sağlamak

hususunda gayret gösterdi. Pek çok kimse onun

sohbetlerinde bulunarak istifade etti.

Bir müddet sonra talebelerinden birkaç kişi ile

birlikte İstanbul’a gitmek üzere yola çıktı. Gün-

ler süren bir yolculuktan sonra Antalya’da bir

yere çıktılar. Bu sırada ağır bir hastalığa tutulan

Şernubî Hazretleri bir ara daha sonra yine hasta-

landı. Zikir ve ibadetle meşgul olduğu bir vakit-

te Hakk’a yürüdü. Âlim, fazıl ve güzel ahlâklı bir

zât olan Ahmet Şernubî Hazretleri 1538 yılında

Antalya’da vefat etti. Vefat etmeden evvel yanında

bulunanlara şu nasihati yaptı:

“Her mü’min, Allahu Teâlâ’ya düşman olanla-

rı değil, İslâmiyet’e yapışanları sevmelidir. Bunu

sözlerinde ve mümkün ise, hareketlerinde bel-

li etmelidir. Asî ve

fasıklarla arkadaş-

lık etmemeli, fıskı çok

olanlardan, kaçınmalıdır.

İslâm’a karşı duranları ve

Müslümanlara düşman olanla-

rı sevmemek, bunları düşman bil-

mek farzdır.”

Ahmet Şernubî Hazretleri çok cömert

bir zattı. Maddî sıkıntısı olan, önce ona gelir-

di. Talebesinden birinin fakir bir komşusu var-

dı. O adam bir gün bu talebeye gelerek; “Evlat, yüz

dirhem borcum var, ödeyemiyorum, hocana söy-

le de bu parayı bana temin etsin. Ona çok dua ede-

rim.” dedi. Talebe de, “Olur, söylerim.” dedi. Ve

kalkıp hocasına gidiyordu ki, yolda başka fakirle-

ri gördü. Onlar da giyecek bir şeyler istediler. Genç

talebe onlara da olur dedi. Hocasının huzuruna

geldiğinde sadece giyecek isteyenlerin durumu-

nu arzetti. Yüz dirhem isteyen komşusunu unut-

muştu. Hazret; “Peki evladım, ambardan giyecek-

leri al da götür ihtiyaçlılara ver.” buyurdu. Talebe,

baş üstüne efendim, deyip tam çıkıyorken Hazret,

az dur evladım dedi ve yüz dirhem para uzatarak,

“Şunu da, o borçlu Müslümana ver. Borcunu öde-

sin de bize dua etsin.” buyurdu.

Ahmet Şernubî Hazretleri bir gün sevdikleriyle

sohbet ederken şöyle dedi;

- Kardeşlerim, din nasihattir. Gücü yeten her-

kes, sözünün geçtiğine anlatmalı mutlaka. Bu hu-

susta hadis-i şerif de var. Peygamber Efendi-

miz (s.a.v.); ‘İki Müslüman bir araya gelir de

Allah’tan ve Peygamberden bahsetmezlerse, Al-

lah ikisine de lanet eder.’ buyuruyor.” Sordular,

“Lanet eder, ne demek efendim?” Hazret cevaben

şöyle buyurdu:

- Yani rahmetinden uzak eder onları. Onun için

bir araya geldiğinizde, boş şeylerle vakit geçirme-

yin. Açın, kitap okuyun. Ehl-i sünnet âlimlerinin

yazdığı bir ilmihal kitabını mesela. Böyle yaparsa-

nız rahmet iner oraya, bereket yağar. Sonra kalple-

riniz nurlanır. Asıl maksat da bu değil midir zaten?

ANTALYA VELİLERİ

Temmuz 201378

Page 43: 153 - somuncubaba.net › pdf › 0153 › ... · Online sipariş ve satış I NASİHAT YAYINLARI DÎVÂN-I HULÛSÎ-İ DÂRENDEVÎ 4. BASKI ES-SEYYİD OSMAN HULÛSİ EFENDİ’NİN

81

Kuşluk vakti gelirdi. Bir ılık yel

eser, bir rahmet bulutu gibi ge-

çerdi mahalleden. Bembeyaz

bir ses yankılanırdı sokak aralarında. Çocukları,

çığlık çığlığa arkasından koşturan bir ses.

“Kendisi gidiyoooor! Kendisi gidiyooor!”

Bu sese aşina çocuklar, uzun bir koşuya hazır-

lanırdı. Bir yayla meltemi yalardı yüzlerini. O, be-

yaz ses, hep aynı güzergâhtan geçerdi. Onun ge-

çeceği yolun iki yakasında kimi ayakkabılarının

bağlarını sıkılar kimi bilyelerini cebine doldurur-

du telaşla. Oyunda ebe olan çocuklar bağışlanır,

yakalananlar salıverilirdi. Bütün oyunlar yağmur

sonrasına ertelenirdi. Bir beyaz yağmura tutulur-

du çocuklar. Şeker burcuna girerdi güneş. Mevsim

akide, saatler sormuk şekeri olurdu birden. Muş-

tular çarpardı evlerin camlarına. Havaya fırlatılan

çelik çomaklardan ürken kuşlar havalanırdı ağaç-

lardan. Beyaz bulutun geldiğini birbirlerine müj-

deleyen çocukların neşeli sesleri yükselirdi tozlu

yollarda.

“Hacı Dede geliyooor! Hacı Dede geliyoooor!”

Her hafta dolu gibi yağıp geçerdi Hacı Dede.

İri, beyaz kanatlı bir kuş gibi uçarak gelirdi. Ço-

cuklar ona doğru koşarak giderlerdi. Hacı Dede,

mahalleye girince, bisikletinin direksiyonunu bı-

rakır, iki elini yana açardı. Rüzgârın dalgalandır-

dığı beyaz önlüğünün etekleri havalanır, beyaz bir

güvercin gibi kanatlanırdı. Hacı Dede ve çocuklar

birbirlerine yaklaştıkça sesler de karışırdı. Yüzün-

den eksik olmayan o gülümsemeyle çocuklara şe-

ker yağdırır, bağırarak yoluna devam ederdi.

“Kendisi gidiyooor! Kendisi gidiyooor!”

Çocuklar, kendisi giden o beyaz ve bereketli se-

sin arkasına düştüklerinde, mahallede bir kahka-

ha tufanı ve çok sesli bir koşu başlardı. Çocuklar,

dillerinde neşeli bir tekerlemeyle, bir ırmak olup

akarlardı bisikletin arkasından. Hacı Dede, neşeli

bir tekerlemeydi çocukların dilinde. Koşarken hep

bir ağızdan bağırırlardı.

Hacı Dede beri bak! Kulağına deri tak! Hacı

Dede beri bak! Kulağına deri tak!”

Tüm varını şeker yapıp çocuklara savuran, be-

yazlara bürünmüş bir gönlü deliydi Hacı Dede. Bir

yayladan inip geçtiği tarlalara bereket bağışlayan

ak köpüklü bir çağlayandı. Pamuk gibiydi sakal-

ları. Başındaki şapka, ayaklarındaki naylon ayak-

kabılar, elbisesinin üzerine giydiği uzun önlüğü,

bisikleti, bisikletinin direksiyonuna bağladığı kur-

deleler, ön tekerleğin iki yanındaki rüzgârgülleri,

çocuklara yağdırdığı akide şekerleri, söylediği ila-

hiler… hepsi beyazdı.

Temmuz 201380

BEYAZ BULUT

Hikâyeİmdat AVŞAR

“Ocak ayıydı. Kar, üç gün boyunca aralıksız yağmıştı.

İhtiyarlar, o güne kadar öyle bir kış görmediklerini

anlatıyordu. Rüzgâr hiç susmuyor, geceler boyu yağan

karları savuruyordu. Evlerin kuzey tarafları dam boyu kar

olmuştu. Çatılar dahi görünmüyordu. Bütün kasaba beyaz

bir örtüye teslim olmuştu. Öğle ezanından önce bir sala

sesi yükseldi minarelerden… Beyaz bulut ölmüştü.”

Page 44: 153 - somuncubaba.net › pdf › 0153 › ... · Online sipariş ve satış I NASİHAT YAYINLARI DÎVÂN-I HULÛSÎ-İ DÂRENDEVÎ 4. BASKI ES-SEYYİD OSMAN HULÛSİ EFENDİ’NİN

Temmuz 201382

DÖNErİM...

Hâlime bakıp da aldanmayın ha,Birden esiveren yele dönerim!..Halim selim diye çullanmayın ha,Bentlerini yıkan sele dönerim!..

Esenliğe çıkıp bir gün gülmeden,Hayatın sırrını daha bulmadan,Hükmedip durmayın bilip bilmedenÇiçeklere duran dala dönerim...

Zehretmeyin bana yediğim aşı,Râm edemezsiniz serazat başı,Boşuna mı aldık be hey bu yaşıDilersem bir anda bala dönerim...

Dağı aştı Sükûtî’nin kederi,Bağlar her insanı elbet kaderi,Hasenatla dolsun amel defteri,İnan yediveren güle dönerim...

Hızır İrfan ÖNDEr

83

Çocukların ufkunda bembeyaz bir buluttu.

Geçtiği sokaklara şeker olup yağardı. O bulutun

yağdırdığı şekerleri, kapabilmek için delice koşar-

dı çocuklar. Hacı Dede, elini cebine her daldırdı-

ğında, tekerlemeler söyleyen çocukların sesi ke-

silirdi bir an. Yağmuru beklerlerdi. Hacı Dede,

şekerleri havaya doğru fırlattığında, çığlıklar ye-

niden yükselirdi. Çocuklar, cami avlusunda yem

atılmış güvercinler gibi şekerlerin düştüğü yere

üşüşürlerdi.

Yemleri toplayan güvercinler, “Hacı Dede beri

bak! Kulağına deri tak!” diye bağırarak yeniden

bisikletin arkasına düşerlerdi. Çocukların bu çığ-

lıklarını duymuyormuş gibi ardına hiç bakmaz-

dı “kendisi giden.” Her gün başka bir mahalleye

yağan o bereketli, beyaz bulut, her gelişinde ar-

kasına şekerler ve mutlu çocuklar serpiştirirdi…

Çocuklar yorulduğunda onun da sesi uzaklaşır,

kollarını bir kuşun kanatları gibi çırparak uçar;

süzülür, kaybolurdu.

Hiç kimsesi yoktu Hacı Dede’nin. Tek başına

yaşardı. Şeker yağdırdığı mahallelerden eski teyp,

radyo, saat, gaz ocağı… ne bulursa satın alır, on-

ları tamir ederek kasaba pazarında satardı… Ka-

zandığı tüm paraları şekere tahvil eder, çocukla-

rın mutluluğu için harcardı.

Bazen bisikletinin arkasında kocaman bir li-

monata küpü ile gelirdi. Bir limonata sebili gibi

akardı. Okulların kapısında bekler, çocuklara li-

monata dağıtırdı. Teneffüs zili çaldığında çocuk-

ların hücumuna uğrardı. Elindeki uzun kepçesiyle

bardakları doldurup doldurup çocuklara verirdi.

Öğrenciler onun etrafına yığılır, her biri bir yanın-

dan çekiştirir, üstünü başını yolarlardı. Yaramaz-

lar, onun kollarına, omzuna asılır; kimi sırtına bi-

ner, kimi eteğini çekiştirirdi.

Tamir ettiği eşya, radyo olursa “kendisi konu-

şuyoooor!” Gaz ocağı olursa “kendisi yanıyooor!”

diye bağırarak satardı. Tamir ettiği eşyaları pazar-

yerine dizerdi. Bir kasete kendi sesini kaydeder,

teybin düğmesine basar, oradan uzaklaşırdı. Ta-

mir edilen teyp, hem kendi reklâmını hem de di-

ğer eşyaların reklâmını yapardı. Hacı Dede uzak-

laşınca, akşamdan kendi sesini kaydettiği kaset

çalmaya başlardı. Tamir edilen teyp, meraklı alı-

cılara uzun uzun anlatırdı.

“Ben konuşurum. Konuşmayı biliyorum. Tür-

kü de söylerim, ilahi de. Hatta ezan okurum. Ba-

kın bu gaz ocağı da kendisi yanar. Bu saat, vakti

kendisi söyler. Bu radyo beş dil biliyor… İsterse-

niz size bir ilahi söyleyeyim mi?”

Reklâm faslı bittiğinde Hacı Dede’nin sesinden

bir ilahi başlardı.

Ben yürürüm yane yane Aşk boyadı beni kane Ne akılem ne divane

Gel gör beni aşk neyledi.

Bazen gözden kaybolurdu. “Yine uçtu bizim

deli” derlerdi arkasından. Hacdan dönenler, ye-

min billâh edip Hacı Dede’yi Kâbe’de gördükleri-

ni anlatırlardı. Deli miydi? velî miydi? Kimse bil-

mezdi ama o,“aklın sırdaşı deliliktir ey canlar”

derdi hep. Hac mevsiminde “uçtum gittim, uçtum

geldim. Kendim gittim, kendim geldim” diye ge-

çerdi mahalleden. Çocukların üstüne şeker yerine

hurma yağdırırdı.

Ocak ayıydı. Kar, üç gün boyunca aralıksız

yağmıştı. İhtiyarlar, o güne kadar öyle bir kış gör-

mediklerini anlatıyordu. Rüzgâr hiç susmuyor,

geceler boyu yağan karları savuruyordu. Evle-

rin kuzey tarafları dam boyu kar olmuştu. Çatı-

lar dahi görünmüyordu. Bütün kasaba beyaz bir

örtüye teslim olmuştu. Öğle ezanından önce bir

sala sesi yükseldi minarelerden… Beyaz bulut öl-

müştü.

Bembeyaz gelirdi mahalleye. İri, beyaz bir kuş

gibi uçardı sokaklarda. Bir şeker yağmuruydu o.

Kuşluk vakti, ılık bir rüzgârla, beyaz bir sesle ge-

lirdi. Bembeyaz bir günde, bir fırtınayla gitti ve bir

daha hiç gelmedi kendisi giden. Ne o ses geçti ma-

halleden ne de şeker burcuna girdi mevsimler…

O günden sonra oyunlarını hiç ertelemedi

çocuklar…

Page 45: 153 - somuncubaba.net › pdf › 0153 › ... · Online sipariş ve satış I NASİHAT YAYINLARI DÎVÂN-I HULÛSÎ-İ DÂRENDEVÎ 4. BASKI ES-SEYYİD OSMAN HULÛSİ EFENDİ’NİN

85

AĞIZ KOKUSUNU ÖNLEMENİN

Ağız koku-

su toplum-

da çok büyük

bir sorundur. Tahmin edilenden

daha yaygındır ve sosyal ortam-

larda sizi ve diğer insanları çok

rahatsız eder. Bazı önlemlerle

kötü ağız kokunuzu önleyebilir-

siniz.

Dilinizin pis bir halıya dön-mesine izin vermeyin: Ye-

mek parçaları ve bakteriler diş-

lerimiz ve diş etlerimizden çok

dilimizin üzerindeki tat tomur-

cuklarının etrafında bulunur.

Bu tomurcuklar sayesinde dili-

miz gerçekte tam bir kalın tüylü

halı gibidir. İşte bu tüylerin ara-

sı tıpkı halının ilmiklerinin ara-

sı gibi yemek parçacıklarının ve

bakterilerin yerleşmesi için çok

uygundur. Bu nedenle ağız sağ-

lığı mutlaka dil temizliğini de

içermelidir. Bu temizlik için özel

aparatlar gerekmez. Diş fırçanı-

zın kendisi, bir kaşığın kenarı bu

iş için yeterlidir.

Sakız çiğneyin: Şekersiz sakız

çiğnemek tükürük salgınızı artı-

rarak ağız temizliğinize yardım-

cı olur. Nane şekerleri ve tatlı sa-

kızlar genellikle işe yaramaz ve

durumu daha da kötüleştirir. An-

cak xylitol içeren sakızlar da bu

konuda size yardımcı olabilir.

Tarçın kullanın: İçecekleri-

nizde ve uygun yiyeceklerinizde

tarçın kullanabilirsiniz. Tarçın

ağız içi bakterilerle mücadelede

önemli bir silahtır. Eğer varsa

tarçınlı şekersiz sakızlar da uy-

gun bir öneri olabilir.

Daha fazla su için: Çok su iç-

mek onlarca diğer yararının ya-

nında dilinizin kurumasını da

önleyerek ağız kokusu ile mü-

cadelede önemli bir silah olarak

kullanılabilir.

Dişlerinizi ve dişetlerini-zi koruyun: Diş çürükleri, diş

eti iltihapları ağız kokusunun

önemli nedenlerindendir. Ağız

içi herhangi bir enfeksiyon bak-

teri üremesini artıracağı için da-

ima ağız kokusuna neden olur.

Asla burnunuz tıkalı uyu-mayın: Sinüzit gibi hava yolu

rahatsızlıkları ve burun tıkan-

masına neden olan diğer du-

rumlar geceleri ağızdan nefes

almamıza neden olur. Bu du-

rum ağızı ve boğazı kurutarak

bakterilerin üremesi için ideal

bir ortam oluşturur. Azalan tü-

kürük salgısı durumu daha kötü

hale getirir. Bu nedenle kesin-

likle burnunuz tıkalı uyumama-

lısınız.

Basit şeker tüketiminizi azaltın: Beyaz un, beyaz şe-

ker, glukoz/fruktoz şurubu ile

tatlandırılmış tüm hazır gıda-

lar ağız içindeki bakteriler için

inanılmaz bir hazinedir. Bu tür

şekerleri çok kolay kullanarak

hızla çoğalırlar. Basit şekerler

diş çürüklerine neden olur ve

ağız sağlığını büyük bir sürat-

le bozarlar.

Lokmaları iyi çiğneyin: Bu

sayede yiyeceklerle tükürük

salgısı iyice karışır ve ağızda

yemek parçası kalma olasılığı

düşer. Daha çok çiğneme hare-

keti daha çok bakterinin yerin-

den koparak mideye gitmesine

yardımcı olur.

Diş ipi kullanın: Diş ipi sa-

yesinde fırçanın çıkaramadığı

yerlerdeki bakteri ve yemek ar-

tıklarını sökebilirsiniz. Özellik-

le diş gövdeleri arasındaki dar

bölgelerde biriken yemek ar-

tıkları hızlı bakteri çoğalması-

na neden olabilir.

Sigara içmeyin: Sigara on-

larca nedenle kötü ağız koku-

suna neden olur. Saymaya ge-

rek yoktur, içmeyiniz.

Bayanlara bir ipucu: Diyet

mevsiminin başladığı bu gün-

lerde eğer düşük karbonhidrat-

lı diyet yapıyorsanız bir başka

kötü nefes sorunu ile karşıla-

şabilirsiniz. Düşük karbonhid-

ratlı diyetlerde vücut enerji

kaynağı olarak keton cismi de-

nen maddeleri üretir ve kulla-

nır. Ancak bunlardan bir tanesi

nefes ile dışarı atılır ve bu mad-

de nefeste kötü kokuya neden

olabilir.

Hatta siz bu kokuyu ojele-

ri çıkarmak için kullandığı-

nız asetona benzetebilirsiniz.

Böyle bir sorununuz varsa bir

parça ekmek size yardımcı

olabilir.

Temmuz 201384

11 YOLU

SağlıkAkın DİNDAR

Page 46: 153 - somuncubaba.net › pdf › 0153 › ... · Online sipariş ve satış I NASİHAT YAYINLARI DÎVÂN-I HULÛSÎ-İ DÂRENDEVÎ 4. BASKI ES-SEYYİD OSMAN HULÛSİ EFENDİ’NİN

Temmuz 201386 87

Gönülden İkramlar Mesude SARI

Bekir SARI

KimyonMaydanozgiller familyasından,

mayıs-haziran aylarında beyaz veya pembemsi çiçekler açan, keskin, hoş kokulu bir bitkidir. Tohumları baharat olarak kullanılır. Yaklaşık yarım met-re boyunda olan kimyonun tohumla-rından kimyon yağı çıkarılır. Kimyon, özellikle demir minerali açısından zen-gindir.

Faydası

İştah açar. Hazımsızlığı giderir. Mide ve bağırsaklarda gaz birikmesi-ni önler. Sinirleri yatıştırır. Sinirsel baş dönmelerini keser. Anne sütünü artırır. Yüksek tansiyonu düşürür. Bağırsak

solucanlarının düşürülmesine yardım-cı olur. Romatizmaya karşı faydalıdır. Kolesterol oranını azaltır. Nefes darlı-ğı, prostat ve şeker hastalığında fayda-lıdır. Vücudu terleterek zararlı madde-lerin vücuttan atılmasını kolaylaştırır.

Kullanımı

Genellikle koku ve tat vermek için özellikle et yemeklerinde ve tatlılarda kullanılır. İlaç olarak Kullanımı: toz ha-linde doğrudan ya da suyla kaynatı-larak yapılır. Sirke ve su ile kaynatı-lıp içilirse nefes darlığına karşı faydalı olur. İltihaplı yaraların üzerine konur-sa iyileşmesine yardımcı olur? May-

danozgillerden bir bitkinin kuru,ıtırlı tohumlarıdır.Bilinen en eski baharat-lardandır.15-20 cm boyunda bir bit-kidir.Çin’de ve Hindistan’da çok yetiş-mekle birlikte yurdumuzda Doğu ve Akdeniz bölgesinde yetişir.Tohumlar yarım cm. kadar uzun,koyu sarı renk-tedir.Kimyon tohumları çok keskin ve hoş kokuludur.Keskin kokusu ve tadıy-la baharatların arasında özel yeri var-dır.Genellikle toz olarak kullanılır.Kim-yonun sinirleri uyarıcı,mideyi yatıştırıcı ve bağırsak gazını giderici özelliği var-dır.Avrupa’nın büyük bir bölümünde ve Akdeniz ülkelerinde yetişen Kara-man kimyonu olarak bilinen bir türü de bulunur.

Şifalı Bitkiler

Kabak Oturtma Malzemeler

200 gr kıyma

1 kg kabak

3 adet domates

2 adet yeşil sivri biber

1 adet büyük boy kuru soğan

2 çorba kaşığı tereyağı

2 çorba kaşığı zeytinyağı

1 tatlı kaşığı kırmızıbiber

Karabiber, tuz

Sos İçin

1 adet domates

1 tatlı kaşığı domates salçası

1 çorba kaşığı zeytinyağı

Hazırlanışı

Sos: Kıymayı, tereyağıyla kavuruyoruz, tuz ve küçük doğ-radığımız soğanlarımızı ilave edip, kavurmaya devam edi-yoruz. Domates ve yeşilbiberi doğrayıp, kırmızıbiber ve karabiberi ekledikten sonra 1-2 dakika kaynatıp altını ka-patıyoruz.

Kabaklarımızı kazıyıp, yıkıyoruz. 1 cm kalınlığında halka şeklinde doğruyoruz. Bir kap içerisinde 2 çorba kaşığı zey-tinyağı ve tuzla kabaklarımızı harmanlıyoruz. Dikdörtgen bir borcam içerisine bir sıra kabak diziyoruz, hazırladığımız kıymalı sosu üstüne döküyoruz. Tekrar bir sıra kabak dizi-yoruz. Bir adet domatesi küçük küçük doğrayıp, domates salçasıyla ve zeytinyağıyla tavada öldürüyoruz. Bir kahve fincanı su ilave edip kaynattığımız sosu borcamdaki kabak-ların üzerine döküp folyo ile sararak fırına koyup pişiriyo-ruz. Afiyet olsun…

Page 47: 153 - somuncubaba.net › pdf › 0153 › ... · Online sipariş ve satış I NASİHAT YAYINLARI DÎVÂN-I HULÛSÎ-İ DÂRENDEVÎ 4. BASKI ES-SEYYİD OSMAN HULÛSİ EFENDİ’NİN

Temmuz 201388

Som

uncu

Bab

a De

rgisi

’nin

Ücr

etsiz

Eki

’dir.

Aylk Somuncu Baba Çocuk Dergisi - Aralk 2009

Yl: 3 Say: 36

İnsanlarn başna gelen belâlarn çoğu dilindendir.

Dili muhafaza etmek lazmdr. Bir hadis-i şerifte

Peygamberimiz: “Allahu Teâlâ’nn kullarndan

bazs hakkin rzasna uygun bir söz söyler, o söze

kendisi de dikkat etmez. Hâlbuki Allahu Teâlâ o

söz sebebiyle o kimsenin derecesini yükseltir. Ve

kullarndan bazs da rza-î ilâhîye aykr olarak

Allah’ gazaplandracak bir söz söyler ve hem de

söylediği söze zerre kadar ehemmiyet vermeyerek

laubali olarak söyler. Hâlbuki Allahu Teâlâ o kim-

seyi söylediği o fena sözler sebebiyle derecesini

indirir.” buyuruyor.

Müminler söyledikleri sözleri, velev ki latife olsun

laubali olarak söylemeyip sonunu düşünerek söyle-

meleri icap eder. Yine bir hadis-i şerifte Peygam-

berimiz: “İnsanlarn ekserisinin kyamet gününde

günahlar dillerinden çkan malayani sözlerdendir.”

buyuruyor.Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi (k.s)

Aylk Somuncu Baba Çocuk Dergisi - Ocak 2010

Yl: 4 Say: 3

7

152

Dergisi Hediyesi...

H A Z İ R A N 2 0 1 3

Fiyatı: 8

AYLIK İL İM KÜLTÜR VE EDEBİYAT DERGİSİ

Hulûsi Efendi

Dîvân’ında Kardeşlik5610 İlim ve İrfân Medeniyetinin

Son Durağı Darende

Derginizin elinize sağlıklı bir şekilde ulaşabilmesi için yukarıdaki alanları eksiksiz bir şekilde doldurunuz.

Adı / Soyadı:

Kurum Adı:

Ünvan:

Dergi Teslim Adresi:

Posta Kodu: Şehir:

Telefon: ( )

Faks: ( )

E-posta: @

Türkiye : 85 Avrupa : 72 Euro ABD: 102 USD

Banka / Posta çeki hesabınıza yatırdım. Dekont İlişiktedir.

Vergi Dairesi:

Vergi No:

Abone Başlangıç Tarihi:

İmza

Visan İktisadi İşletmesiZaviye Mah. Hacı Hulûsi Efendi Cad. No:71 44700 Darende MalatyaTel: (422) 615 15 00 Faks: (422) 615 28 79 [email protected]

2013 Yılı Çocuk ekiyle birlikte

yıllık abone bedeli

85

2013 yılında aboneliğinizi yenilerken, yakınlarınızı da Somuncu Baba’nın ilim ve kültür dünyasına katın.

Onların da abone olmasını sağlayın.

Posta Çeki (Darende Postanesi) : 1361068Ziraat Bankası TR 56 0001 0003 2026 7984 8050 01Vakıf Bank TR 04 0001 5001 5800 7299 7740 58Bankasya TR 3900 2080 0032 0188 5847 0001Akbank TR 7300 0460 0060 8880 0019 0311Teb TR 5900 0320 0000 0000 0651 5222Gönderilerin abone adına yatırılmasından sonra lütfen arayınız.

Faturayı adıma kesiniz

Faturayı şirket adına kesiniz

444 36 61ABONE İLETİŞİM HATTI