16
İNSAN HAKLARI ORTAK PLATFORMU MAYIS 2008 UZMAN: PROF.DR. MELEK GÖREGENLİ AYRIMCILIK VE İNSAN HAKLARI ARALIK 2007 ÇALIŞMA TOPLANTISI RAPORU

AYRIMCILIK VE İNSAN HAKLARI - ihop.org.tr±mcılıkla_mucadele_toplantı_raporu.pdf · Bu anlamda “risk grupları” kavramı üzerinde durmak gerekir. Yukarıda söz edilen genel

  • Upload
    others

  • View
    9

  • Download
    0

Embed Size (px)

Citation preview

Page 1: AYRIMCILIK VE İNSAN HAKLARI - ihop.org.tr±mcılıkla_mucadele_toplantı_raporu.pdf · Bu anlamda “risk grupları” kavramı üzerinde durmak gerekir. Yukarıda söz edilen genel

İNSAN HAKLARI ORTAK PLATFORMU

MAYIS 2008

UZMAN: PROF.DR. MELEK GÖREGENLİ

AYRIMCILIK VE İNSAN HAKLARI

ARALIK 2007 ÇALIŞMA TOPLANTISI RAPORU

Page 2: AYRIMCILIK VE İNSAN HAKLARI - ihop.org.tr±mcılıkla_mucadele_toplantı_raporu.pdf · Bu anlamda “risk grupları” kavramı üzerinde durmak gerekir. Yukarıda söz edilen genel

1

AY

RIM

CIL

IK V

E İ

NS

AN

HA

KLA

RI

| M

AY

IS 2

00

8

AYRIMCILIK VE İNSAN HAKLARI

ARALIK 2007 ÇALIŞMA TOPLANTISI RAPORU

AYRIMCILIĞIN TEORİK TEMELLERİ

Ayrımcılık, önyargılardan beslenen, bir dışlama mekanizması, bir tahakküm mekanizması olarak teorik

olarak kökeninde tanımlama olan bir tür yerleştirme mekanizmasıdır. O halde anlaşılması gereken ve

insan hakları açısından da, ayrımcılığın aşılması açısından da önemli olan, insan ilişkilerinin hangi

dışlama-dışlanma formlarında kurulduğu ve ayrımcılığın hangi tür sistematik tanımlamalar içerisinde

oluşturulduğudur. Ayrımcılık bir hak sorunu mudur? Hak mücadelesi midir, yoksa politikanın merkezi

kaygısı olan bir adalet sorunu mudur? Adalet sorunu olarak tanımlandığında ayrımcılığın aşılması politik

bir sorunken, hak sorunu olarak tanımlandığında politik temelleri bile olsa bir hukuk mücadelesi, normatif

yapıların yani kural koyucu yapıların değiştirilmesi mücadelesi haline gelmektedir.

Ayrımcılıkla, bir tanımlama sisteminin sonucu olarak insanlar arası ilişkide dışlayıcı bir yapı oluşmaktadır;

tarihsel arka planı çok daha erken dönemlere gitse de, modern toplumda bu tanımlama son derece

hiyerarşik kalıplar kuracak şekilde yapılmıştır. Hiyerarşikmiş gibi görünmeyen bu hiyerarşik kalıplar, ben’in

kendisini tanımlarken, diğerinden ayırarak sadece kendisini tanımlamasına, diğerini tanımsız bırakarak,

sadece “ben olmayan” olarak kurmasıyla gerçekleşmektedir. Modern toplumun tesis ettiği modern hukuk,

eşitlik ilkesi temelinde temel haklar kavramına da dayanarak, tüm bireyleri aynı eşit niteliklere sahip

varlıklar olarak tanımlamıştır; aralarında ancak hukuk tarafından bağ oluşturulabilecek ama tek tek

bireyler ve gruplar açısından kendileri arasında yapısal hiçbir bağ olmayan bireyleri bir sisteme

yerleştirmiştir. Bu sistemin temel kavramı eşitliktir. Bu eşitlik ilkesi, dışlanma ve ayrım ilişkisini teorik

olarak çözebilirmiş gibi görünmesine rağmen bu gerçekleşmemiştir. Çünkü modern hukuk, insanlar

arasındaki ilişkileri, esas olarak ayrım-dışlama ilişkisi olarak tanımlayıp, birbirinden tümüyle ayrılmış,

ancak bir sistem içerisinde bir arada durabilen insanları, kendileri dışında bir bağla bağlayan bir yapıdır.

Aslında birbirlerinden ayrılan insanların tanımı gereği, birbirini dışlayan insanlar arasındaki ilişkideki

dışlananın, aslında özne olma kabiliyetini de ortadan kalktığını göz ardı eden bir hukuk sistemi. Modern

hukuk, diğerinin moral bakımından değersizleştirilmesini engelleyememiştir. İnsanların sadece haklara

soyut olarak sahip olmalarının eşitlenmeleri için yeterli olmadığı, aynı zamanda bu hakları

gerçekleştirebilecek güce sahip olmaları gereği, ikinci kuşak insan hakları tarafından tanımlanmıştır.

Çünkü ben ve diğeri arasındaki ilişkiyi hiyerarşik kılan ve tahakküm ilişkisine dönüştüren şey, insan

gruplarının güç bakımından eşit olmamalarıdır. İkinci kuşak insan haklarının insanları güç bakımından

denkleştirmeye dayalı anlayışı, aynı insanlık tanımından hareketle, herkesin aynı tür niteliklere sahip

olduğu tezine dayanmaktadır. Ancak bugün biliyoruz ki, dünyada insan diye soyut bir varlık yok “insanlar”

Page 3: AYRIMCILIK VE İNSAN HAKLARI - ihop.org.tr±mcılıkla_mucadele_toplantı_raporu.pdf · Bu anlamda “risk grupları” kavramı üzerinde durmak gerekir. Yukarıda söz edilen genel

2

AY

RIM

CIL

IK V

E İ

NS

AN

HA

KLA

RI

| M

AY

IS 2

00

8

var; farklı, siyah beyaz, kadın erkek, cinsel yönelimleri, ırkları, dinleri vb. her türden özellikleri bakımından

farklı insanlar arasındaki eşitliğin sağlanması son çözümlemede bir adalet sorunudur. Bir adalet sorunu

olarak ayrımcılıkla mücadele, toplumun örgütlenmesi, hukuk sisteminin işleyişi vb. çok boyutlu bir süreçtir.

Bununla birlikte ayrımcılığın öncelikle insanlar arası ilişkilerde inşa edilen düşünsel kaynakları ve

davranışsal sonuçları olduğu göz önüne alındığında, tek tek hepimiz açısından bir zihinsel dönüşüm

mümkündür. Bu zihinsel dönüşümün gerçekleşebilmesi için ayrımcılığın hangi zihinsel yapılarla oluştuğu

üzerinde durmak gerekiyor.

Ayrımcılık, bir grup veya grubun üyelerine karşı, önyargılardan beslenen olumsuz tutum ve davranışların

tümü ile ilgili bir süreçtir. Önyargılar ve dolayısıyla ayrımcılık, geliştirildikleri grup ya da grup üyelerine

yönelik olumsuz düşüncelerin yanı sıra hoşlanmama, hor görme, kaçınma, nefret etmeye kadar uzanan

olumsuz duyguları içeren tutumlara da yol açarlar. Önyargılar, diğer insanları, bireysel var oluşlarından

değil grup aidiyetlerinden hareketle değerlendirici bir tutumu, olumsuz dogmatik kanaatleri ifade

etmektedir. Bu düşünce ve kanaatler, olgunlaşmamış, her türlü kanıttan önce peşin kararlara dayanır.

Önyargının davranışa dönüştüğü durumda ise ayrımcılıktan söz edilmektedir. Ayrımcılık, önyargıyla

yaklaşılan bir dış grubun, iç grupla ilişkisini imkânsız kılacak şekilde sosyal ya da fiziksel olarak uzakta

tutulması ve bunun göreceli olarak kalıcı olması biçiminde ortaya çıkan, esasta sosyal farklılaşmayı inşa

etmeye yönelik bir eğilimdir. Önyargılar ve ayrımcılığın oluşması sürecinde, toplumsal grup ve

katmanların çeşitli özellikleri açısından bir hiyerarşi içinde örgütlenmiş, bu hiyerarşi algısının en azından

zihinsel düzeyde gerçekleşmiş olması gerekmektedir. Eğer, eşit ve adil bir toplumsal örgütlenme söz

konusuysa, önyargıdan söz etmek belki yine mümkün olabilir fakat ayrımcılık ve buna bağlı olarak ortaya

çıkan çeşitli şiddet davranışları azaltılabilir hatta hiç gerçekleşmeyebilir. Bir toplumda hiyerarşik

örgütlenme, adaletsizlik, gücün inşası, güçle ilgili söylemsel yapı ne kadar güçlüyse, dezavantajlı gruplara

yönelik önyargı ve ayrımcılık o ölçüde ortaya çıkacaktır. Ayrıca farklılıkların algılanma biçimleri, bazı

özelliklerin diğerlerinden üstün olduğuna dair inançlar, her düzeyde iktidarların fark’a ve farklı olana

yaklaşımları, farklı, azınlık vb. çoğunluğa ait olmayana ilişkin dışlayıcı, ayrımcı ideolojik söylemsel yapı,

ayrımcılığı yaygınlaştırır.

Önyargıların ve ayrımcılığın, sadece belirli bir konudaki tutumlarla sınırlı olamayacağı veya sadece belirli

bir gruba yönelmesinin mümkün olmadığı, muhtemelen bu zihinsel yapının, dünyaya ilişkin bütünlüklü bir

düşünme alışkanlığı olduğu pek çok bilimsel araştırmada gösterilmiştir. Toplum hiyerarşik bir biçimde

örgütlendiğinde, iktidarların gerek maddi olarak sistemi, gerekse insanlar arası ilişkileri, güç sahibi olma

temelinde tanımlamaları ve hayata geçirmeleri söz konusudur. Bu bir kez gerçekleştiğinde, kimin yukarıda

kimin aşağıda olduğu konusunda bir tür söz birliği oluşmakta ve günlük hayatta tek tek bireylerin

zihinlerinde bu hiyerarşik yapı normalleşmektedir. Dolayısıyla, zihniyet dünyalarımız otoriter, tek biçimli ve

bu hiyerarşinin doğal olduğu fikrinden hareketle oluştuğunda önyargılar geliştirme ve ayrımcılık tüm

“aşağıdaki” “dezavantajlı” güç ve iktidar sahibi olmayan gruplara karşı yaygınlaşmakta ve

sıradanlaşmaktadır. Milliyetçi tutumlardan kaynaklanan belirli bir etnik gruba yönelik ayrımcılık, kadına

Page 4: AYRIMCILIK VE İNSAN HAKLARI - ihop.org.tr±mcılıkla_mucadele_toplantı_raporu.pdf · Bu anlamda “risk grupları” kavramı üzerinde durmak gerekir. Yukarıda söz edilen genel

3

AY

RIM

CIL

IK V

E İ

NS

AN

HA

KLA

RI

| M

AY

IS 2

00

8

yönelik, eşcinsellere yönelik vb. toplumsal hiyerarşinin altında yer alan gruplara karşı birlikte

oluşmaktadır. Bir gruba yönelik önyargı, diğerini beslemektedir.

Hiçbir kültür ya da toplumun, başka toplum ya da coğrafyalardan daha fazla ya da az önyargı ve

ayrımcılık potansiyeline sahip olması söz konusu değildir. Daha ziyade bir toplum ya da kültürde, boyun

eğmenin, önyargı ve ayrımcılığın ve bu süreçlere bağlı olarak, “öteki-onlar” olarak tek tipleştirilen dış

gruplara yöneltilmesinin, adeta genetik bir özellik gibi yaygın olmasının sosyal ve politik altyapısı üzerinde

durmak gerekir. Çünkü bu yapı, toplumun örgütlenmesinin ve sosyal-psikolojik süreçlerin değişmesiyle

farklılaşabilir hatta bütünüyle değişebilir. Bu değişimin gerçekleşebilmesi için öncelikle ayrımcılığın

meşrulaştırılması sürecinin tersine çevrilmesi gerekmektedir. Aşağıdaki deneyim paylaşımlarında da

göreceğimiz gibi, ayrımcılık sonucunda bazı kişi ve gruplar açısından ortaya çıkan, bazı durumlarda linç,

cinayet vb. insanın en doğal haklarından olan yaşama hakkını elinden almaya yönelik şiddetle

sonuçlanan olumsuz sonuçlar, çoğunlukla mağdurun bu sonucu kendi davranışları ya da tercihleri sonucu

“hak ettiği” ne dair inançlar yaratılarak, meşrulaştırılmaktadır. Mağdur, farklı biçimlerde

değersizleştirilmekte ve bu kanaatin yaratılmasıyla, ayrımcılığa uğrayan grupların hak taleplerinin haklı ya

da meşru karşılanması güçleşmektedir. Önyargılar oluşturma ve ayrımcılık, iktidarların kendi konumlarını

sürdürmek amacıyla hiyerarşik toplum örgütlenmesinin sürekliliği açısından gereklidir; bu anlamda

ayrımcılığın asıl aktörü, hiyerarşik toplum örgütlenmesinde yukarıdaki konumlarını korumak ihtiyacında

olan güç sahipleri olsa da, ayrımcılığın bu denli yaygın olabilmesi, onu normalleştirip meşrulaştıran büyük

çoğunlukların seyirci ya da aktif uygulayıcılar olarak onaylamasıyla mümkündür. Ayrımcılığa uğrayan

grupların birbirlerine ve kendi iç gruplarının üyelerine yönelik önyargıları ve ayrımcı tutumları, ayrımcılığın

zihinsel olarak içselleştirilmiş olmasından kaynaklanmaktadır.

Bütün bu nedenlerle, bu çalışmanın amacı, ayrımcılığa uğrayan farklı grupların temsilcilerinin, birbirlerinin

deneyimlerini dinlemek, anlamak giderek paylaşmak olarak belirlendi. Umuyoruz ki bu paylaşma

toplantısı, ayrımcılık sonucunda yaşadığımız bütün olumsuzluklar ve acıların nedeninin sadece dışımızda

olmadığını aynı zamanda içimizde, kalplerimizde ve zihinlerimizde olduğunu görebileceğimiz bir

yolculuğun başlangıcı olabilir.

Aşağıda, toplantı boyunca paylaştığımız düşünce ve deneyimlerin bir özeti sunulmaktadır.

FARKLI GRUPLARA YÖNELİK AYRIMCILIĞIN ORTAK VE FARKLI YÜZLERİ

Cumhuriyetin tek tipçi yurttaşl ık anlayışı

Ayrımcılığın teorik arka planı, evrensel olarak ayrımcılığın ortaya çıktığı tarihsel, kültürel ve toplumsal

koşullardan kaynaklanan tüm farklılıklarına karşın, ayrımcılığın bir tür tek tipleştirme süreci olduğunu

Page 5: AYRIMCILIK VE İNSAN HAKLARI - ihop.org.tr±mcılıkla_mucadele_toplantı_raporu.pdf · Bu anlamda “risk grupları” kavramı üzerinde durmak gerekir. Yukarıda söz edilen genel

4

AY

RIM

CIL

IK V

E İ

NS

AN

HA

KLA

RI

| M

AY

IS 2

00

8

göstermektedir. Toplumda farklı gruplar arasındaki ilişkilerin hiyerarşik ve hegamonik bir sistem içinde

örgütlenmesi anlayışı ayrımcılığın en önemli nedenini oluşturmaktadır. Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş

ideolojisi, etnik köken olarak Türk, dini inanç ve mezhep olarak Müslüman-Sünni olma niteliğini ulus

devletin inşasında “asli unsur” olarak tanımlamış ve bu asıl olan-olmayan hiyerarşisi toplumun gerek

maddi gerek zihniyet olarak örgütlenmesinde kendisini göstermiştir. Cinsiyet ve cinsel yönelime dayalı

ayrımcılığın ise cumhuriyetin tek tipçi anlayışı ve toplumun genel örgütlenmesinde izlenen yolla pekiştiği

fakat cinsiyet ve cinsel yönelimle ilgili ayrımcılıkların kökeninin tarihsel ve niteliksel olarak çok daha

derinlerde olduğu söylenebilir. Bununla birlikte bu tektipçi anlayışın erkek egemen ideolojiden beslenen

heteroseksüelliğin zorunlu, normal ve doğal tek seçenek olduğunun dayatıldığı heteroseksist bir

anlayıştan beslendiği açıktır.

Bu tektipçi anlayış sonucunda başlangıcından bu yana toplumun örgütlemesi, kapitalist üretim tarzının da

pekiştirmesiyle, hiyerarşik bir yapıyla gerçekleşmiş ve asli unsurlar söylemi, bazen açık bazen örtük

biçimde hem resmi - kamusal alanda hem de gündelik süreç ve ilişkilerde egemen olmuştur. Dolayısıyla

bütün toplumsal örgütlenme bu hiyerarşik anlayışla gerçekleştiğinde, bölgesel, sınıfsal, dini inanç ve

mezhebe dayalı, cinsiyet ve cinsel yönelimlere ilişkin ayrımlar, eşitsizlik ve adaletsizlik temelinde

örgütlenmiştir. Eşitsizlik ve adaletsizlik, yasaların ruhunda, uygulanışında, toplumsal ve ekonomik

kaynaklardan yararlanma süreçlerinde, kurumlarla bire bir ilişkilerde, ailede, eğitimde, orduda, iş

hayatında, medya ve iletişim kanallarının kullanılmasında ve hayatın tüm aşanlarında kendisini

göstermektedir. Bu genel çerçevenin hayata geçirilmesi ve hiyerarşinin meşrulaştırılması sürecinde

iktidarların kullandığı ideolojik ve söylemsel yaklaşımlar ve bu genel sürecin ayrımcılığa uğrayan farklı

gruplar açısından nasıl yaşandığına ilişkin deneyimler aşağıdaki bölümlerde özetlenmiştir.

Ayrımcılığa uğrayan gruplara i l işkin tehdit algısı yaratma

Ayrımcılığın genel olarak toplumun farklı kesimleri tarafından meşrulaştırılması, ayrımcılığa uğrayan

grupların, kişilerin ve her türden ayrımcılık davranışının “adil” olarak nitelenebilmesi, ayrımcılığın

sürdürülebilmesi için zorunludur. Çünkü ayrımcılık ancak yaygın olarak onaylandığı ya da etkili olarak

karşı çıkılmadığı koşullarda sürdürülebilir. Evrensel olarak ayrımcılığın ortaya çıktığı her koşulda,

ayrımcılığa uğrayan grubun, varsayımsal çoğunluk açısından tehdit oluşturduğu söyleminin oluşturulması,

iktidarlar tarafından başvurulan en yaygın yoldur. Bu açıdan bakıldığında ülkemizde ortaya çıkan

ayrımcılık alanlarının hemen hepsinde ayrımcılığa uğrayan grubun değişik içerik ve biçimlerde toplumun

geneli için tehdit oluşturduğuna dair söylem sürekli olarak inşa edilmekte ve pekiştirilmektedir. Ayrımcılık

konusundaki kuramsal yaklaşımlar, bu tehdit algısının, bazen gerçekçi nedenlere dayandığında daha

etkili biçimde yaratılabildiğine işaret etmişlerdir. Tehdit algısı, dönemsel koşullara ve iktidarların

ihtiyaçlarına göre değişen biçimler alabilmekte, bazen güncel bazen geleceğe ilişkin korku senaryoları

oluşturulmakta fakat benzer olarak tüm korku senaryoları, tektipçi toplumun genel yapılanmasından

sapmalar üzerine yerleştirilmektedir. Örneğin,

Page 6: AYRIMCILIK VE İNSAN HAKLARI - ihop.org.tr±mcılıkla_mucadele_toplantı_raporu.pdf · Bu anlamda “risk grupları” kavramı üzerinde durmak gerekir. Yukarıda söz edilen genel

5

AY

RIM

CIL

IK V

E İ

NS

AN

HA

KLA

RI

| M

AY

IS 2

00

8

- Kürtlerin anadilde eğitim ve kamusal hizmet, anayasal yurttaşlık vb. kimlik taleplerinin

karşılanması durumunda, ayrı bir devlet kurma taleplerinin ortaya çıkacağı ve giderek

bu taleplerin “ülkenin bölünmesi” ne yol açacağı fikri. Benzer biçimde Çerkezler, Lazlar

vb. farklı etnik grupların da benzer tanınma taleplerinin reddedilmesi ülkenin bölünmesi

korkusu yaratılarak tartışılamaz hale getirilmektedir.

- Dini inançlarla ilgili pratiklerin günlük hayata geçirilmesi konusundaki taleplerin

(başörtüsü, farklı mezheplerin tanınması, farklı mezhepsel inançların ibadet mekanları

ve kurumsal varoluşlarının önündeki engellerin kaldırılması vb.) laiklik ilkesinin

zedeleneceğinden başlayan ve şeriatın geleceğine kadar uzanan bir genel çerçevede,

bugün ve uzun vadede toplumun yapısının radikal bir dönüşümünün hedeflendiğine

ilişkin korku senaryoları.

- İslamiyet dışındaki dini inançların günlük hayata geçirilmesi konusundaki

sınırlamaların, Hristiyan, Ermeni, Bahai ve diğer dini inanç gruplarının tanınma ve

ibadet ve inanç özgürlüğü konusundaki taleplerinin samimi olmadığı, bu taleplerin

arkasında ülkenin “ele geçirilmesi” planlarının olduğu tehdidinin yaratılması.

- Romanların, genel olarak yoksulların, göçmenlerin, mültecilerin vb. sosyo-ekonomik

koşullar açısından genel toplumsal eşitsizlik ve adaletsizlikler sonucu dezavantajlı

koşullarda yaşayan grupların, “suç” potansiyeli taşıdıklarına dair tehdit ve korku

yaratılması sonucunda bu gruplara yönelik sosyal ve fiziksel mesafe konulması

sonucuna yol açan korku algıları yaratma. Kentlerin periferik bölgelerinde temel insani

gereksinimlere uygun olmayan koşullarda yaşamak zorunda bırakılarak, toplumun

genelinden “uzakta” tutularak, toplumun genel güvenliğinin sağlandığı fikrine

meşruiyet kazandırılması. Özellikle yoksul, göçmen çocukların suç işleme

potansiyellerinin sanki doğuştan getirmiş oldukları bir özellik gibi sunularak, kötü

koşulların bu tehdit algıları öne çıkarılarak görünmez kılınması.

- Travesti ve transseksüellere yönelik dengesiz, şiddet kullanmaya eğilimli ve hastalık

taşıyıcısı oldukları yönünde tehdit algıları yaratılarak, kentlerin belirli bölgelerinde

yaşamaya ve çalışmaya zorlanmalarının ve gerek güvenlik güçleri gerekse sıradan

insanlar tarafından kendilerine uygulanan ayrımcılık ve şiddetin, çalışma koşullarının

olumsuzluklarının meşrulaştırılması.

- Heteroseksüel cinsel yönelimin doğal ve normal olduğu ideolojisinin meşrulaştırılarak

zorunlu hale getirilmesi için, heteroseksüellikten farklı cinsel yönelimlerin, anormal,

doğa dışı ve hastalık olarak tanımlanması ve bu zihniyetin normalleştirilmesi amacıyla

eşcinsellik vb. cinsel yönelimlerinin “insan soyunun tükenmesine” yol açacağı

korkusunun yaratılması. Benzer biçimde, heteroseksüellikten farklı cinsel yönelime

Page 7: AYRIMCILIK VE İNSAN HAKLARI - ihop.org.tr±mcılıkla_mucadele_toplantı_raporu.pdf · Bu anlamda “risk grupları” kavramı üzerinde durmak gerekir. Yukarıda söz edilen genel

6

AY

RIM

CIL

IK V

E İ

NS

AN

HA

KLA

RI

| M

AY

IS 2

00

8

dayalı cinsel ilişkilerin cinsel hastalıklar açısından tehlike oluşturduğu tehdidinin

yaygınlaştırılması. Bu anlamda “risk grupları” kavramı üzerinde durmak gerekir.

Yukarıda söz edilen genel olarak yoksullukla tarif edilebilecek koşullarda yaşayan

insanlar, göçmenler, yerinden edilmişler, mülteciler, sokakta yaşayan ya da çalışan

çocuklar, eşcinseller, travesti ve transseksüeller için farklı içerikler yüklenerek

kullanılan bu kavram, “risk” in bu grupların üyelerinin kendi bireysel özelliklerinden

kaynaklandığı izlenimi yaratarak, asıl aktör olan olumsuz ve adaletsiz yaşam

koşullarını gözden ırak tutmaya ve ayrımcılığı meşrulaştırmaya hizmet etmektedir.

Görünmez kılmaktan önemsizleştirmeye ya da it irafa zorlamaktan işaret

etmeye ayrımcılık

Ayrımcılığın farklı aşamalarında, farklı gruplara karşı değişen biçim ve içeriklerle, ayrımcılığa uğrayan

grubun bir grup olarak varlığı tümden ya da kısmen inkar edilmekte veya bu grubun taleplerinin

önemsizleştirilmesi yoluyla ayrımcılığın yarattığı hak ihlalleri ve adaletsizlik sürecinin üzeri örtülmekte,

dolayısıyla ayrımcılık meşrulaştırılmaktadır. Görünürlük konusunda iktidarların ihtiyaçları doğrultusunda

farklı yaklaşımlar ortaya çıkmaktadır. Bu yaklaşım farklılıklarından hareketle ayrımcılığa uğrayan grupların

deneyimleri de farklılaşmaktadır. Grubumuzda paylaşılan deneyimler, iktidarların, ayrımcılık yapılan

grupların görünürlük düzeylerini gerek nitelik gerekse niceliksel açıdan kendi ihtiyaçları doğrultusunda

kontrol etmeyi farklı biçimlerle sürekli kıldığını göstermektedir. Örneğin,

- Etnik kimliğin tanınması konusundaki taleplere karşı iktidarların yaklaşımının, kısmen

ayrımcılığa uğrayan grupların ayrımcılığa karşı mücadelelerine de bağlı olarak, hiç

kabul edilmemekten bazı gruplar için etnik kökenin varlığının kabul edilmesi düzeyinde

tanınmaya kadar giden bir yelpazede değiştiği görülmektedir. Kürt, Çerkez, Laz vb.

olmanın, bir etnik köken olarak ifade edilmesinin yasal ya da normatif olarak meşru

sayılması bile uzun yıllar süren mücadeleler sonucunda gerçekleşebilmiştir. Etnik

kökenin ifade edilmesi, dilin günlük özel yaşamda kullanılması ve kısmi bireysel

kültürel kimlik gelişimini sağlayabilecek olan etkinlikler dışında, etnik kökene, anadile,

kültüre ve kimliğe dair her türlü grupsal aidiyete ilişkin, tarihsel ve güncel birikime ilişkin

farkındalık yaratma, geliştirme, yayma, kuşaklar arasında geçişliliğin sağlanmasına

yönelik faaliyetler önünde bulunan yasal ve normatif sınırlamalar, etnik kimliklerin

görünürlüğü önündeki ciddi engellerdir. Dini inançları nedeniyle ayrımcılığa uğrayan

gruplar açısından da benzer bir süreç yaşanmaktadır. Sünni-müslüman inanca sahip

insanlar dışındaki dini inancı ya da mezhebi farklı olan tüm gruplar açısından

görünürlük düzeyi ancak iktidarların ihtiyaçları doğrultusunda belirlenen ölçüler içinde

Page 8: AYRIMCILIK VE İNSAN HAKLARI - ihop.org.tr±mcılıkla_mucadele_toplantı_raporu.pdf · Bu anlamda “risk grupları” kavramı üzerinde durmak gerekir. Yukarıda söz edilen genel

7

AY

RIM

CIL

IK V

E İ

NS

AN

HA

KLA

RI

| M

AY

IS 2

00

8

yaşanmaktadır. İbadethaneler, gerek fiziksel özellikleri gerekse faaliyetlerinin

düzenlenmesindeki ilkeler bakımından olabildiğince görünmez kılınarak, sınırlanarak

kontrol edilmektedir. “Kişilerin dini inançlarını din sayıp saymama yetkisinin devlete ya

da onun herhangi bir organına tanınmamış” olduğu konusunda yasal kararlar

bulunmasına ve anayasal olarak devletin bütün dini gruplara eşit mesafede olması bir

kurucu temel ilke olmasına karşın, neyin din olup olmadığına ve dini ibadetin nasıl ve

hangi biçimlerde yapılabileceğine müdahale edilerek inançların hayata geçirilmesi

neredeyse imkansız hale getirilmektedir. Dini ya da etnik kimlik taleplerinin

“önemsizleştirilmesi” de bir başka ayrımcılığı meşrulaştırma yöntemi olarak ortaya

çıkmaktadır. Örneğin, Çerkezlerin, Bahailerin vb. grupların talepleri görünür

kılındığında bile önemleri konusunda kuşku yaratılarak gözden uzak tutulabilmektedir.

Bahailik, uzun dönem İslamiyet’in bir tarikatı olarak sunulurken, daha sona

Hıristiyanlık, dolayısıyla misyonerlikle özdeşleştirilerek ayrımcılığa uğramıştır.

Çerkezler kurtuluş savasına büyük katkıları nedeniyle pozitif ayrımcılık görmüşler,

Çerkez Ethem’in hain ilan edilmesiyle birlikte bu süreç tam tersine dönmüştür. Resmi

ideoloji, uzun süre Çerkezliği, hainlikle özdeşleştirerek Çerkez toplumu üzerinde bir

baskı aracı olarak kullanmıştır. Bunun sonucunda 1924 yılında Çerkez Ethem'in

yaşadığı köyün civarındaki köyler boşaltılarak nereye olduğunu bilmedikleri yerlere,

geçmişte yaşadıklarına benzer bir başka sürgüne daha tabii tutulmuşlardır. Çerkezler

milyonlarla ifade edilen sayılarına karşın, içine kapanan bir toplum haline dönüşmüş ve

Çerkez olduklarını gizlemek zorunda kalmışlardır. Bu durum günümüze kadar devam

etmiş ve Çerkezlerin etnik kökenlerini, dillerini, kültürlerini koruma ve geliştirmeleri

önünde engel olmaya devam etmiştir. Tehcir, göçe zorlanma, köy boşaltma vb.

insanların yerinden edilmeleriyle sonuçlanan ayrımcılığın en ağır biçimleri bu

coğrafyada kitlesel olarak Ermenilere, Kürtlere, Çerkezlere uygulanmakla kalmamış,

kamusal resmi otoritenin belirlediği yerlerde yaşamaya zorlanma ya da belirlediği

yerlere girememe biçiminde genel olarak yoksullara, travesti ve transseksüellere,

başörtülü kadınlara karşı uygulanagelmiştir.

- Cinsiyet ve cinsel yönelimden kaynaklanan ayrımcılık ise, bütünüyle görünmez

kılmaktan, farklı biçimlerde nesneleştirme yoluyla görünürlüğün istismar edilmesi

arasında gidip gelen bir çerçevede kontrol edilmektedir. Kadın, erkek egemen

heteroseksist ideolojinin ihtiyaçları doğrultusunda, üretim sürecinden, kamusal

alandan, sokaktan vb. kadının toplumsal hayata erkekle eşit katılımının mümkün

olabileceği fiziksel ve sosyal bağlamdan ayrılarak, toplumsal cinsiyet rollerinin kadına

biçtiği görünmezliğin sınırları içinde tutulmuştur. Aile, ahlak, din vb. kurumların kadına

atfettiği roller de kadının görünmezliğini ya da “uygun ve doğru” biçimde görünürlüğünü

meşrulaştırmayı güçlendiren bir işlev görmüştür. Heteroseksüel cinsel yönelimin

Page 9: AYRIMCILIK VE İNSAN HAKLARI - ihop.org.tr±mcılıkla_mucadele_toplantı_raporu.pdf · Bu anlamda “risk grupları” kavramı üzerinde durmak gerekir. Yukarıda söz edilen genel

8

AY

RIM

CIL

IK V

E İ

NS

AN

HA

KLA

RI

| M

AY

IS 2

00

8

dışındaki cinsel yönelimler ise sadece görünmez kılınmakla kalmayıp, görünürlükleri

“normaldışı” kavramının sınırları içinde tutulmuştur. Bu nedenle GLBTT bireyler,

“hasta”, “sapık”, “risk grubu” vb. etiketleme ve damgalamalarla görünür kılınarak,

ayrımcılık çok boyutlu biçimde inşa edilmekte ve sadece cinsel yönelimleri nedeniyle

değil, başka nedenlere bağlı ayrımcılık deneyimleri de yaşamaktadırlar. Kadının ve

LGBTT bireylerin, nesneleştirilerek, heteroseksizmin ihtiyaçları doğrultusunda medya

ve kamusal alanda kullanılması ise sadece görünürlük konusunda dezenformasyon

yaratma sonucunu doğurmaz aynı zamanda toplumsal cinsiyet rollerinin oluşması ve

pekiştirilmesine de hizmet ederek ayrımcılığı yaygınlaştırır.

- Görünmez kılınmaktan yok sayılmaya giden bir çerçevede ayrımcılık pratikleri sakatlar

açısından da farklı biçimlerde yaşanmaktadır. Sakatlığın türüne bağlı olarak yoğunluğu

değişen biçimlerde sakatlar eve kapatılmakta ya da sokağa çıktıklarında uygun

koşullar sağlanmadığı için ağır bedeller ödeyerek yurttaşlık haklarından

yararlandırılmamaktadırlar.

- Herkesin, etnik, dini, mezhepsel, cinsel yönelim vb. kişisel özellikleri ve bilgilerini

açıklamak kadar açıklamamak da evrensel insan haklarından biri olsa da, ayrımcılık,

insanlara kendileri ile ilgili bilgileri iradeleri dışında açıklamaya zorlama biçiminde

ortaya çıkmakta hatta bu zorlama, “kamu yararı ya da genel kamusal çıkarlar”

çerçevesinde meşrulaştırılmaktadır. Son yıllarda özellikle Hıristiyanlara yönelik “deşifre

etme” ve giderek “işaret ederek hedef gösterme” biçiminde ortaya çıkan ayrımcılık

yaşantıları, yerinden edilmek, sürgün, linç, özel ya da kamusal alanda taciz edilmekten

Malatya örneğinde olduğu gibi en ağır şiddet davranışlarına kadar varan sonuçlara yol

açmaktadır. LGBTT bireylerin günlük yaşamda, kamusal alanda ve medyada itirafa

zorlanmaları, Kürtlerin, temel yurttaşlık haklarından olan siyasal görüşlerini bildirme ve

temsil haklarının, belirli konulardaki görüş ve değerlendirmelerini, istenen biçimde ifade

edip etmemelerine bağlı olarak kullandırılmakla tehdit edilmeleri de bu konudaki önemli

örneklerdendir. Benzer biçimde başörtülü kadınlar, uğradıkları ayrımcılığın kamu

yararı açısından meşru olduğunun kanıtlanması amacına yönelik olarak, dini

inançlarının sorgulanması, dini ve siyasal inanç ve düşüncelerinin didiklenmesi,

iradeleri dışında ne isteyip ne istemedikleri konusunda itirafa hatta iktidarların çıkarları

doğrultusunda düşünüp inanacakları konusunda söz vermeye zorlanmaktadırlar.

Bilgi , enformasyon ve i letişim kanallarında kul lanılan ayrımcı di l

Page 10: AYRIMCILIK VE İNSAN HAKLARI - ihop.org.tr±mcılıkla_mucadele_toplantı_raporu.pdf · Bu anlamda “risk grupları” kavramı üzerinde durmak gerekir. Yukarıda söz edilen genel

9

AY

RIM

CIL

IK V

E İ

NS

AN

HA

KLA

RI

| M

AY

IS 2

00

8

Dil, düşünmenin en dolaysız aracısı olarak, insanların zihniyet yapılarının oluşmasında, kendileriyle

doğrudan ilişkili olan ya da olmayan tüm olgular hakkında fikir, kanaat ve davranışlar geliştirme

süreçlerinde en önemli araçlardan biridir. İnsanlar dünyayı kategorize etme ve bu gruplandırma içinde

kendilerini bir yere konumlandırma, “ben ve öteki”, “biz ve onlar” vb. ayrımlaştırma süreçlerini öncelikle

“dil” le gerçekleştirirler. Dil, kişisel olarak öğrenilen fakat toplumsal olarak inşa edilen bir aracıdır.

Dolayısıyla ayrımcılık çok sık ifade edildiği gibi önce dil’de başlar ve eğer bir gün dünya üzerinde

ayrımcılıktan söz edilmeyecekse o gün kullandığımız dil bugünkünden çok farklı olacaktır.

Raporumuzun giriş bölümünde özetlemeye çalıştığımız gibi, ayrımcılık öncelikle hiyerarşik bir toplum

örgütlenmesine dayanır ve bu hiyerarşinin hem yukarıda hem de aşağıda olanlar açısından

meşrulaştırılabilmesi için ayrımcı bir dile ihtiyaç vardır. Hiyerarşiyi meşrulaştırmaya yönelik dil, hayatın

içinde ayrımcılık yaşantılarının doğallaşması oranında doğallaşır ve yaygınlaşır. Ayrımcılığa uğrayan

gruplara yönelik kalıp yargılar (sterotipler), önyargılar, gerek farklı medya ve iletişim kanallarında

haberlerin, olguların ele alınışına ilişkin seçicilik gerekse kullanılan dil yoluyla oluşturulur ve pekiştirilir.

Ayrımcılığa uğrayan grupların üyelerinin, uğradıkları ayrımcılık davranışları sonucunda yaşadıkları

mağduriyet, gerçeği çarpıtma ve kullanılan dil yoluyla önemsizleştirilir; mağduriyet, mağdurun hak ettiği

doğal bir sonuç gibi sunulur ve böylece mağdur değersizleştirilir, yaşadığı mağduriyet kendi seçimlerinin

sonucu olarak yaşadığı doğal bir olgu olarak sunulur.

Ayrımcılığın hayata geçirilmesi ve meşrulaştırılması öncelikle bir grubu, üyelerinin bir ya da birkaç

özelliğinden hareketle aynılaştırarak tektipleştirmeyi ve genellikle o grubu, grubun kendisinin kendisi için

uygun görmediği bir isimlendirmeyle toplumun genelinden ayrılmasını gerektirir. Tarif etme sürecinde

kullanılan dilin kontrol edilmesi ayrımcılığa uğrayan grubun kontrol edilmesi ve istenen sınırlar içinde

tutulabilmesi için gereklidir. Bu isimlendirme süreci genellikle, toplumun kolektif bilinçaltında yer alan

olumsuz nitelemeler, travmatik tarihsel olaylar gibi olumsuz mecazlar, eğretilemeler kullanılarak inşa

edilir.

Grubumuzdaki tartışmalar ayrımcılığın günlük hayatta ve medyada dil aracılığıyla inşasının ve

meşrulaştırılmasının bütün gruplar açısından benzerlik ve farklılıklar gösterse de ortak bir ayrımcılık

ideolojisinden beslendiğini göstermiştir. Örneğin,

- Etnik kimliğe ilişkin isimlendirmelerin aslolan etnik kimliğin hangisi olduğuna işaret eder

biçimde oluşturulduğu görülmektedir. Örneğin Kürt kökenli, Çerkez kökenli vb. gibi

isimlendirmelerin Türk etnik kimliği için kullanılmaması, “Türk kökenli” gibi bir

kullanımın olmaması, bir yandan asli unsura işaret ederken, bir yandan da Türk etnik

kimliği dışındaki etnik aidiyetlerin sadece bireysel özellikler olduklarına vurgu

yapmaktadır; böylece, etnik kökenin Türklerin dışındaki gruplar için bir grup aidiyeti

olduğu reddedilmiş olmaktadır. Türkiye Cumhuriyeti’nin, anayasal olarak vatandaşlık

esası üzerine kurulu bir cumhuriyet olduğu düşünüldüğünde, sadece Türklerin grup

kimliğinin tanınması ve dillendirilmesi etnik ayrımcılığın kurucu anayasanın temel

Page 11: AYRIMCILIK VE İNSAN HAKLARI - ihop.org.tr±mcılıkla_mucadele_toplantı_raporu.pdf · Bu anlamda “risk grupları” kavramı üzerinde durmak gerekir. Yukarıda söz edilen genel

10

AY

RIM

CIL

IK V

E İ

NS

AN

HA

KLA

RI

| M

AY

IS 2

00

8

felsefesine de aykırı olduğu görülebilir. Çingeneler gibi bazı etnik grupların

isimlendirilmesi konusunda da benzer bir samimiyetsizlik söz konusudur. Çingene

sözcüğünü her türlü olumsuz nitelemeyle birleştirerek Çingenelere karşı ayrımcılığın

meşrulaştırılması süreci, Çingenelerin eğlence sektörünün aktörleri haline getirilerek,

başka kimlik özellikleri, genel olarak yaşadıkları sistemik sorunlar vb. olguların üzerini

örtmüş ve “Romanlar” isimlendirmesi adeta kendilerinden bağımsız, sözde ayrımcılığı

engellemeye dönük olarak kullanılan içi boş bir nitelemeye dönüşmüştür. Dini inanış

farklılıkları da iktidarların tektipçi anlayışı sonucunda kendi bulundukları yerden

tanımlanıp isimlendirilerek sistemin çoğunluk anlayışı içinde eritilmeye çalışılmaktadır.

Bahailiğin bir din mi mezhep mi olduğu, Aleviliğin gerçek ve doğru yorumunun ne

olduğu, bu inançlara mensup olmayanlar tarafından daha iyi bilinmekte ve

isimlendirilmektedir. Başörtüsü konusundaki ayrımcılık da benzer biçimlerde

yaşanmaktadır. Başörtüsü kullanmayı dini inançlarına uygun davranma ihtiyacıyla

açıklayan kadınlara, dini inançlarının “doğru yorumlar”ı sunulmakta ve asıl amaçlarının

çoğunluğu tehdit eden bir siyasal simge taşımak olduğu söylenmektedir. “Türban”

nitelemesi, ısrarla başörtüsünün karşısına çıkarılarak, bu grup, başını örten

diğerlerinden ayrılmakta ve önyargıların hedefi haline getirilmektedir.

- Ayrımcılığa uğrayan gruplara yönelik önyargıların oluşturulması ve ayrımcılığın

meşrulaştırılması sürecinde dilin kullanılmasının bir diğer görünümü de, bu grupların

olumsuz nitelemeler veya tarihsel eğretilemelerle değerlerinin düşürülmesidir. Örneğin,

Hıristiyan sözcüğünün misyonerlikle birleştirilmesi, Kürtlerin terörle özdeşleştirilmesi,

Çingenelerin, hırsızlık vb. suçla ilişkili kavramlarla birlikte anılması, çingene düğünü,

çingene parası vb. olumsuz deyimlerle anılması, başörtülü kadınların ve genel olarak

dindarlığın, şeriat kavramıyla birleştirilmesi, travesti ve transseksüellerin dengesiz,

şiddet kullanan, kendine ve başkalarına zarar veren saldırganlar olarak sunulması vb.

- Bilgi ve enformasyon sağlama tekeli oluşturma konusunda iktidarların giderek güç

kazanması, iletişim teknolojilerinin yaygınlaşması her ne kadar bir yandan alternatif

bilgi kanallarını güçlendirse de, yaygın medyanın büyük çoğunluklar üzerindeki etkisini

yükseltmiştir. Yaygın medyada olayların ele alınma biçimi ayrımcılığı oluşturmakta ve

pekiştirmektedir. Ayrımcılığa uğrayan grupların yasal hak ihlallerine ilişkin yanlış bilgiler

verilmektedir. Örneğin sakatlar konusunda yasal düzenlemeler konusunda büyük

ilerlemeler kaydedildiğine ilişkin enformasyon yanıltıcıdır ve genellikle ayrımcılığa

uğrayan grupların medyada yer bulup doğru enformasyon sağlamaları mümkün

olamamaktadır. Medyada haberlerin işlenişi genel olarak bütün ayrımcılığa uğrayan

gruplar açısından, grubun uğradığı haksızlık ve ayrımcılığı gizleyen ve sorumluluğu

ayrımcılığa uğrayanlara yükleyen bir anlayışla gerçekleşmektedir ya da ayrımcılığın bir

Page 12: AYRIMCILIK VE İNSAN HAKLARI - ihop.org.tr±mcılıkla_mucadele_toplantı_raporu.pdf · Bu anlamda “risk grupları” kavramı üzerinde durmak gerekir. Yukarıda söz edilen genel

11

AY

RIM

CIL

IK V

E İ

NS

AN

HA

KLA

RI

| M

AY

IS 2

00

8

başka biçimi olarak görünmez kılmak, yok saymak, medyada hiç yer vermeyerek

ortaya çıkmaktadır. Genel olarak hayatın sadece bazı büyük kentlerin merkezlerinde

geçen bir olgu olarak ele alınması, zaten kentlerin periferik bölgelerine itilmiş

dezavantajlı grupları dışlamakta ve “gündem” e getirilmeleri ancak kriminal çerçevede

gerçekleşmektedir. Yoksulluk bu nedenle giderek ayrımcılığın tüm biçimlerini

ağırlaştıran başlı başına bir ayrımcılık alanı haline gelmiştir.

- Ayrımcılığa uğrayan grupları oluşturan yurttaşların niceliksel olarak miktarı konusunda

toplumu yanlış bilgilendirme, sayısal olarak “çok” ya da “az” olduklarını ilişkin bir kanaat

yaratmaya çalışma da ayrımcılığı meşrulaştırmanın bir yolu olarak kullanılmaktadır.

Örneğin Hıristiyanlara ve misyoner faaliyetlere ilişkin olumsuz bir kanaat oluşturulmak

istendiğinde, bu sayı gerçekte 1996-2006 yılları arasında sadece 388’ken, Türkiye’de

din değiştirenlerin çığ gibi arttığı ifade edilerek tehdit algısı yaratılmakta ve şiddet

meşrulaştırılmaktadır. Farklı dinden yurttaşların hak talepleri söz konusu olduğunda

ise, söz konusu grubun çok az sayıda olduğu ifade edilerek talebin önemi konusunda

kuşku yaratılmaktadır. Benzer biçimde var olan ibadethaneleri kullanmaları ve dini

eğitim yapmak için uygun kurumsal şartları sağlamaları engellenen farklı din ve

mezheplerden olanların, uygun olmayan koşullarda –örneğin ev kiliseleri- ibadet

yapmaya çalışmaları da misyonerlik faaliyeti gibi sunularak dezenformasyon

yaratılmaktadır.

Gözlenmek, göz önünde bulundurulmak, yasal ya da yasadışı takibe uğramak

konusunda belirsizlik yaratma yoluyla ayrımcılık

Ayrımcılık, toplumun çoğunluğunun onaylamasına duyulan ihtiyaç nedeniyle hem ayrımcılığa uğrayan

grupların görünürlüğünün kontrol edilmesi hem de ayrımcılık pratiklerinin görünmez kılınması bakımından

“göz önünde” cereyan etmemektedir fakat ayrımcılığa uğrayan gruplar bazen bütün olarak bazen de tek

tek sürekli olarak gözaltında bulundurulmaktadırlar. Farklı din ve mezheplere sahip yurttaşların gerek tek

tek hayatları, gerekse ibadet mekanları, yoksulların, Çingenelerin, Kürtlerin yoğun olarak yaşadıkları

bölgeler daha yoğun kontrol edilmekte ve şiddet ve kötü muamele uygulamaları bu bölgelerde

yoğunlaşmaktadır. Çoğunlukla neyin yasal olup olmadığı konusunda keyfi uygulamalarla karşılaşılmakta,

yasalar ayrımcılığa uğrayan gruplara farklı uygulanabilmektedir. Gözlenmek, göz altında bulundurulmak

sadece kamu otoriteleri tarafından değil, ayrımcılığın içselleştirilmesi yoluyla yurttaşların günlük

ilişkilerinde kendisini gösteren bir günlük hayat pratiği haline gelmektedir. Kadınlar, nasıl giyindikleri, nasıl

davrandıkları konusunda gerek aile içinde gerekse kamusal alanda sürekli toplumsal cinsiyet rollerine

uygun bir standart içinde tutulmaya çalışılırken, tipik bir toplumsal tanımlama içinde olmamak, -örneğin,

evli, ev kadını ya da sosyal normlara uygun bir işte çalışma vb.- toplumun, gözaltında tutma hakkını adeta

meşrulaştırmaktadır.

Page 13: AYRIMCILIK VE İNSAN HAKLARI - ihop.org.tr±mcılıkla_mucadele_toplantı_raporu.pdf · Bu anlamda “risk grupları” kavramı üzerinde durmak gerekir. Yukarıda söz edilen genel

12

AY

RIM

CIL

IK V

E İ

NS

AN

HA

KLA

RI

| M

AY

IS 2

00

8

Yasaların uygulanması konusunda eşit davranılmadığı gibi neyin yasal olup olmadığına ilişkin belirsizlik

yaratma da ayrımcılığı ve hak ihlallerini yaygınlaştırmaktadır. Örneğin Hıristiyan içerikli yayın yapan

radyolar, hiçbir yasal tanımlama ve kısıtlama olmadığı halde ve var olan yasalar, RTÜK vb. araçlar

yoluyla denetimi mümkün kıldığı halde, misyonerlik faaliyetiyle suçlanmakta ve çalışmaları

engellenmektedir. Benzer biçimde Kürtlerin ve diğer etnik grupların da yasalardan eşit yararlanma hakları

medya kullanımı konusunda engellenmektedir. Bu konudaki çarpıcı bir örnek de, LGBTT örgütlenmelerini

engelleme konusunda yasaların yanlı uygulanmasıyla ilgilidir. İktidarların çıkarları doğrultusunda

oluşturulmuş varsayımsal çoğunlukların “genel ahlak ve kurallar”ına aykırı oldukları gerekçesiyle, hak

talepleri için temel insan haklarından olan örgütlenme hakkı engellenmeye çalışılmaktadır. Yasalar

konusunda belirsizlik yaratarak keyfi uygulamaları mümkün ve meşru kılmak da bir başka ayrımcılık

uygulamasıdır. Kimlik talepleri konusunda neyin dile getirilip getirilmeyeceği belirsizdir; dini referansların

hangi durumda ve hangi çerçevede laikliğe aykırı bir suç oluşturabileceği belirsizdir; başörtüyle

girilemeyecek olan kamusal mekânların sınırları belirsizdir; Ermeni sorunuyla ilgili düşünceler ifade

edilirken hangi tümcelerin hangi nitelemelerin yasal olmadığı belirsizdir; kiliselere ya da evlerdeki

ibadethanelere giden yurttaşların hangi yasal gerekçelerle izlendikleri, fişlendikleri, ailelerine yanlış bilgiler

verilerek özel hayatlarına müdahale edildiğinin yasal arka planı belirsizdir; ODTÜ Radyo’da KAOS-GL’nin

desteğiyle yayınlanan homofobiye karşı farkındalık yaratma programlarının yayın saatinin değiştirilerek

gece kuşağına alınmasının yasal ya da normatif gerekçesi belirsizdir; kentsel yenileme projelerinde

Çingenelerin yaşadıkları bölgelerin, temel yaşama ve iş kaynakları hiç göz önüne alınmaksızın ve sürece

hiç dahil edilmeden hangi yasal çerçevelerde öncelikle ele alındığı belirsizdir.

Travesti ve transseksüellerin çalıştırılmamaları, eğitim haklarından yoksun bırakılmaları, kentlerin belirli

bölge ya da sokaklarında dolaşma ve yerleşme haklarının engellenmesi hiçbir yasal zemine

dayanmazken, sokakta çalıştıkları durumda ise Kabahatler Kanunu’nu ihlal etmekten ötürü cezai

müeyyidelere tabi tutulmaları hiçbir yasal zemine dayanmamaktadır.

Türkiye'de yasalarla bir topluluğu, bir cemaati doğrudan grubun ismini kullanarak vatandaş olma

hakkından kısıtlayarak, ayrımcılığın yasal hale getirilmesinin örneği olarak 1934 yılında çıkarılan ve geçen

yıl 19 Ekim’de yürürlükten kaldırılan 2510 sayılı İskan Kanunu2ndan söz etmek gerekir. Bu yasayla

Çingeneler, vatan hainleri, casuslar, anarşistler, yurt dışına çıkarılmışlar vb. gruplarla birlikte, vatandaş

olamayacaklar arasında sayılıyordu. Bulgaristan ve Yunanistan’dan gelebilecek Çingenelerin, Türkiye'ye

geçişini engellemek için çıkarılmış bu yasa gerçekte uygulanmasa da çok yakın zamanlara kadar

yürürlükte kalabilmesi bakımından önemli bir örnek oluşturmaktadır.

Sakatlara yönelik uzun mücadeleler sonucunda elde edilen kimi yasal haklar hiç uygulanmamakta ya da

kısmen uygulanmakta -örneğin sakat işçi çalıştırma zorunluluğu- ve uygun yasal düzenlemeler

gerçekleştirilmemektedir. Tam tersine yasaların boşluklarından yararlanarak sakatları işsiz bırakarak

toplum hayatının dışına itilmelerine yol açılmaktadır.

Page 14: AYRIMCILIK VE İNSAN HAKLARI - ihop.org.tr±mcılıkla_mucadele_toplantı_raporu.pdf · Bu anlamda “risk grupları” kavramı üzerinde durmak gerekir. Yukarıda söz edilen genel

13

AY

RIM

CIL

IK V

E İ

NS

AN

HA

KLA

RI

| M

AY

IS 2

00

8

Ayrımcılıkla Mücadele İçin Ne Yapmalıyız?

Bu toplantının amacı bilgilerimizi, değerlendirmelerimizi ve deneyimlerimizi paylaşmak, farklı grupların

birbirini tanımasının olanaklarını sağlamak, yaşadıkları sorunların temelinde yatan ortaklıkları ve

farklılıkları ve bu sorunların hangi kaynaklardan beslendiğinin farkına varmak olarak tanımlanmıştı.

Ayrıca, bir başka ulaşılmak istenen hedef ise gelecekte yapılacak olan ayrımcılıkla ilgili uzun erimli,

sürekli bir programın neleri içermesi gerektiğine dair bir yol haritası için ipuçları oluşturmaktı. Bu toplantı

İHOP’u oluşturan örgütler olarak İnsan Hakları Derneği, Helsinki, Mazlumder, ve Uluslararası Af Örgütü

tarafından düzenlendi. Hak temelli çalışan, hak savunuculuğu yapan, insan hakları değerlerine saygı

göstererek mücadelesini yürüten ve insan hakları değerlerinin hayata geçmesi ile ilgili ortaklaştığımız

herkes bu platformun doğal üyesidir. Platform, çalışmalarını herkesin birbirinden faydalandığı, özellikle

insan hakları hareketi dediğimiz hak temelli mücadele yapan ve insan hakları değerleri çerçevesinde

mücadele eden bütün örgütlerin, kişilerin kullanabildiği, deneyimlerini paylaşabildiği, birbiriyle işbirliği

yapabilecek zeminleri buldukları, kendi mücadelelerinde eksik hissettikleri konularda, bilgiye veya

etkinliğe erişim yoluyla destek alabilecekleri bir biçimde sürdürmeyi amaçlamaktadır. Bütün bunların ve

bu toplantının nihai amacı, Türkiye’deki insan hakları hareketinin -ki bu toplantıya katılan herkes bu

hareketin bir parçasıdır- daha güçlü hale gelmesi ve daha güçlü hale gelerek kamu idaresini, insan

hakları alanında doğru politikalar üretme konusunda etkileyecek ve onu değiştirecek gücü kolektif olarak

üretebilmesi olarak tanımlanabilir. Bu amaç ve genel çerçeveden hareketle, ayrımcılık ve ayrımcılıkla

mücadele konusunda aşağıdaki belirleme ve hedeflerin öncelikli olduğunu düşünüyoruz:

- Kendi yaşantı ve deneyimlerimizden de biliyoruz ki, ayrımcılığa uğrayanlar,

dışlanmışlığın yarattığı olumsuz sonuçlar nedeniyle, kendi içlerine kapanma, kendi iç

gruplarını diğerlerinden ayıran sınırları katılaştırma riskine de sahiptir. Ayrımcılığa

uğrayan grupların kendilerini, ayrımcılığa uğramalarına neden olan bir ya da birkaç,

önyargılardan beslenen nitelemeyle “özcü” bir şekilde tanımlamaları, dışlanan,

ayrımcılığa uğrayan diğer gruplarla aralarındaki ilişkileri zayıflatacak bir sonuca yol

açabilir. Bu, toplumsal ilişkiler ağını özcü tanımlara hapseden anlayış, diyalogu

kapatabilir ve toplumu birbiriyle konuşamayan bir dışlanmışlar cemaatleri haline

dönüştürebilir. Farklılıkların bir arada konuşulması ve müzakerede bulunulması, tam da

kendimizi tanımlara kapatma riskinden kurtarma açısından önemlidir.

- Farklılıkların birbirleriyle ilişkisinin ne kadar demokratik kurulup kurulmadığı, birbirimizle

ilgili tanımlamalarımız kadar, iletişimlerimizde, diğerinin “dışlanmış” hissetmeyeceği bir

zemin yaratmakla doğrudan ilgilidir. Bunu sağlamanın yolu her şeyden önce

birbirimizle ilgili bilgi eksikliklerimizi gidermek ve zihinsel, politik, örgütsel vb. birbirimizi

anlamanın önünde engel oluşturan bütün anlayış ve davranışlardan kurtulmaya

çalışmak olmalıdır. Bu süreçte, çatı örgütlenmeleri olan insan hakları örgütlenmelerinin

Page 15: AYRIMCILIK VE İNSAN HAKLARI - ihop.org.tr±mcılıkla_mucadele_toplantı_raporu.pdf · Bu anlamda “risk grupları” kavramı üzerinde durmak gerekir. Yukarıda söz edilen genel

14

AY

RIM

CIL

IK V

E İ

NS

AN

HA

KLA

RI

| M

AY

IS 2

00

8

üzerine büyük görevler düşmektedir. Gerek politik ve örgütsel yaklaşımlar açısından

gerekse, ayrımcılığa uğrayan farklı gruplar ve onların örgütlenmeleri arasında diyalog

ve birlikte çalışmayı engelleyen pratik süreçler açısından değişiklik yaratacak ve

karşılaşmaları kolaylaştıracak tüm önlemler alınmalıdır.

- Ayrımcılıklar arasında hiyerarşi tesisine yol açabilecek zihinsel ve ideolojik yaklaşımlar,

her hangi bir ayrımcılık alanının diğerinden daha öncelikli ve acil olduğunun

savunulması, adaletsizliklere karşı hak taleplerimize iktidarların “şu anki koşullar uygun

değil, ondan önce çok daha önemli meseleler var..” yaklaşımıyla aynı ideolojik arka

plandan beslenmektedir. Ayrımcılık, eşitsizlik ve adaletsizlikler, biri diğerini besleyen bir

biçimde aynı sistemik bütüncül arka plandan beslenmektedir ve birinin diğerine önceliği

söz konusu değildir. Adalet ve eşitlik sağlamaya yönelik ayrımcılığa karşı mücadele

sürecini, farklılıkları kabul edecek bir insanlar arası ilişkinin kurulması mücadelesi,

farklılıklar arasındaki ilişkinin karşılıklı kabul etme ve tanıma birlikteliği ve bu

farklılıkların kabulünden hareketle kurulacağı bir yaşam organizasyonu mücadelesi

olarak görüyoruz. Bu anlayışla, birbirimizin samimiyetini sorgulamak, niyet okumak,

itirafa zorlamak vb., ayrımcılık yaşantılarımızda deneyimlediğimiz ve acı veren zihinsel

ve davranışsal eğilimlerimizle yüzleşmek ve başa çıkmak zorunda olduğumuzu

düşünüyoruz. Kuşkusuz bu anlayışla atabileceğimiz ilk önemli adım, kendiliğinden ve

planlı birlikte çalışma pratiklerinin çoğaltılmasıdır. Birlikte çalışma, farklı grupların ilk

aşamada aşinalıklarını yükseltecek ve giderek ortak zihinsel, politik, davranışsal bir

insan hakları ortak yaklaşımını oluşturabilecektir.

- Adaletin tesisi, bir politik sorun olmasına karşın, temel olarak hak tanımlarının

değiştirilmesi mücadelesidir. Dolayısıyla, insan hakları pratiği bakımından ayrımcılık

hukukunu savunmak, nefret suçlarının hukuk sistemi içinde yer almasını savunmak

önemli bir mücadele ayağı olabilir. Ayrımcılıkla ilgili mücadele hak kavramları

temelinden yapılırken, hukukun, ayrımcılık hukukunu içeren şekilde dönüştürülmesi

mücadelesinde özellikle nefret suçlarının, yani diğerini özne olarak kabul etmeyen her

türlü bakış açısının sorgulanması aynı zamanda bu anlayışın toplumsal ilişkiler

içerisinde yargılanmasına ve genel zihniyet dönüşümlerine de yol açabilir.

- Ayrımcılığa yol açan dezavantajlılığın ortadan kaldırılması için bir güç edinme politikası

olarak pozitif ayrımcılık savunulabilir. Dezavantajlı grupları, diğerleriyle, haklarını

gerçekleştirmek bakımından denkleştirmek için ek bir güçlendirme için devletin,

hukukun, diğer grupların pozitif bir yükümlülüğü vardır; sadece bir koruma yükümlülüğü

bakımından değil hakların nesnelleştirmeleri bakımından, güç olarak eşitleme ve verili

olan dezavantajların giderilmesi bakımından, adaletin sağlanması bakımından bu

güçlendirme yaklaşımı gereklidir.

Page 16: AYRIMCILIK VE İNSAN HAKLARI - ihop.org.tr±mcılıkla_mucadele_toplantı_raporu.pdf · Bu anlamda “risk grupları” kavramı üzerinde durmak gerekir. Yukarıda söz edilen genel

15

AY

RIM

CIL

IK V

E İ

NS

AN

HA

KLA

RI

| M

AY

IS 2

00

8

- Ayrımcılıkla mücadele için, ayrımcılığa yol açan yürürlükteki bütün yasal düzenlemeler

değiştirilmelidir. Etnik, dinsel, mezhepsel, cinsiyete ve cinsel yönelime dayalı ve bütün

inançların geliştirilmesi ve hayata geçirilmesi önündeki yasal ve toplumsal engeller

kaldırılmalıdır. Ayrıca, var olan yasaların bütün yurttaşlara eşit olarak uygulanması için,

resmi kurumların bütün yurttaşlara eşit mesafede hizmet vermesi için, bu alandaki

ayrımcı uygulamaların açığa çıkarılması ve ayrımcı uygulamalara karşı birlikte

mücadele edilmelidir. Ayrımcılıkla mücadele sürecinde doğrudan ayrımcılığa neden

olan kurumlar da dahil olmak üzere (Örneğin Diyanet İşleri) bir yandan yeni kurumsal

yapıların oluşması için çaba gösterirken, bir yandan da varolan kurumlar içinde hak

taleplerinin dile getirilmesi ve değişiklik yaratma anlayışı sürdürülmelidir.