Upload
others
View
4
Download
0
Embed Size (px)
Citation preview
AZERBAYCAN TÜRK KÜLTÜR DERGİSİ Eylül - Ekim 20061
AZERBAYCAN KÜLTÜR DERNEĞİAdına sahibi
CEMİL ÜNAL
Yazı İşleri MüdürüTUNCER KIRHAN
KoordinatörİSA YAŞAR TEZEL
Azerbaycan TemsilcisiNESİMAN YAKUPLU
İdare YeriBayındır Sok. 37/6 Kızılay - ANKARA
Tel: 435 37 06 • Fax: 435 37 05
İnternet Adresi:www.azerder.org
E-mail adresi:[email protected]
Kapak KonusuCumhuriyet Bayramı
Dergide yayınlanan yazıların her hakkı saklıdır
İzin alınmadan iktibas edilemez.Dergide yayınlanan makalelerin sorumluluğu yazarlarına aittir.
Basın Ahlak Yasasına uymayı taahüt ederiz.
Nergiz MatbaasıTel: 385 30 79 Faks: 385 82 18
e-mail:[email protected]
İÇİNDEKİLER
Cumhuriyetimiz 83 Yaşında
Yaşasın Türkiye Cumhuriyeti
Mehmet Emin RESULZADE
Orta Doğu Üzerindeki Oyunlar ve Gerçekler
Cemil ÜNAL
Eski Bir Yalan Ermeni Soykırımı ve Nobel Ödülü
Üzerine...
Tuncer KIRHAN
Azerbaycan Petrol Gelirleri Nasıl
Kullanılacak
Ramil HÜSEYN
Kafkas İslam Ordusu(1918)
Timur SİLİ
Ölüm Yıl Dönünümünde Türk
Dünyasında Önemli Bir İsim:
Muhammed Hüseyin ŞEHRİYAR
Selçuk ÖNAL
Saha Türkleri’nin Elmas Yurdu
YAKUTİSTAN
Prof. Dr. Orhan KURAL
Bir Kitap Bir İnsan...
Nizamettin ONK
Dernek Haberleri
2
AZERBAYCAN TÜRK KÜLTÜR DERGİSİ İKİ AYDA BİR ÇIKAREYLÜL - EKİM 2006 SAYI: 368 YIL:54
22
444
777
12121212
18181818
21212121
26262626
28282828
31313131
32323232
‘‘Mustafa Kemal Paşa,28 Ekim 1923 gecesi arkadaşlarına bir sır gibi sakladığı düşüncesini açıklar. “Yarın Cumhuriyeti ilan ediyoruz” Aradan geçen 83 yıla rağmen aynıheyecan ve mutlulukla nice yüz yıllarda, onun çizdiği yolda ,Cumhuriyet Bayramımız kutlu olsun.’’
İnsanca yaşamanın, yönetmek ve yönetilmenin
en güzel şekli olan Cumhuriyetimizin
kuruluşunun 83. yılındayız.
Türk Milletinin bu en büyük bayramını kutlarken, 29
Ekim 1923 tarihine giden yola baktığımızda, bitmiş,
tükenmiş bir imparatorluğun kalıntıları üzerinde
sürdürülen emperyalist işgal ve onların yandaşlarına
verilen savaşıyla kazanılan Türk istiklalinin yaratıcısı
ve Cumhuriyetin kurucusu Gazi Mustafa Kemal
ATATÜRK’ ü bu gün her zamankinden daha gerçek
şekilde anlamak ve anlatmak zorundayız.
Mustafa Kemal Paşa ‘nın tarih sahnesine çıktığı dö-
nemde, ülkesinin çağın gerisinde kalmış yapısıyla
ayakta durmaya çalışması ve uygarlığın temsilcisi
olan batılı devletlerin emperyalist planları yürür-
lükte idi.
Ondaki Cumhuriyet anlayışı, vatan sevgisi ve ba-
ğımsızlık aşkı, 1905 yılında genç bir Osmanlı suba-
yı iken bulunduğu Şam’da bir arkadaşına söz ettiği
şekilde kendini gösterir. Burada, Halil Paşa’ya “Be-
nim devlet anlayışım millet egemenliğine dayanan
Cumhuriyettir” der. Çünkü o donanımlarıyla, çağını
iyi tahlil eden bir asker olarak inandığı yolda gerçek
bir Cumhuriyetçidir.
Samsun’a gönderilmesi sırasında, dönemin genel
kurmayındaki sicil varakasında dahi “Cumhuri-
yetçidir” ibaresinin yer alması, o ibarenin Mustafa
CUMHURİYETİMİZ 83 YAŞINDA
Cumhuriyetimizin Kurucusu Ulu Önder Mustafa Kemal ATATÜRK
AZERBAYCAN TÜRK KÜLTÜR DERGİSİ Eylül - Ekim 20062
AZERBAYCAN TÜRK KÜLTÜR DERGİSİ Eylül - Ekim 2006
AZERBAYCAN KÜLTÜR DERNEĞİMerkez Yönetim Kurulu
Kemal ‘deki Osmanlı yönetim anlayışı ile çatışan
kişiliğinden ve saray çevresince geleneksel kara bir
leke (!) olarak takıldığına hiç şüphe yoktur. Ne var
ki artık, Cumhuriyet ateşi onun aklında ve uygula-
malarında bilerek veya bilmeyerek bir süreç halinde
tutuşmuştur.
22 Haziran 1919’da Erzurum kongresinde, Kongre
Başkanlığına adaylığının teklifi sırasında kendisine
engel olmak isteyen muhalifl erin “ Kongre Başka-
nın sivil zevattan seçilmesi “ teklifi ne karşın, Mus-
tafa Kemal ‘in çok sevdiği askerlikten istifa ederek
üniformasını çıkarması, halk iradesine olan saygısı-
nı gösterir.
Temmuz 1919 tarihinde ki Sivas Kongresi ‘ni takip
eden Şubat 1920 tarihli Misak-ı Milli andıyla ger-
çekleştirilecek olan tam bağımsızlık, milli egemen-
lik ve Anadolu aydınlanması ile Ulusal Kurtuluş
savaşına gidecek yolun, Ankara’da 23 Nisan 1920
de açılacak olan TBMM’den geçeceği şekliyle ha-
zırlıklar tamamlanır.
Bu yol oldukça çetin bir yoldur. Bu meclis hem mil-
let egemenliğinin üstünlüğünü tartışacak, kurtuluş
savaşıyla ilgili kararları alacak, İstanbul hükümetiy-
le itilaf devletlerine karşı nüfuz mücadelesi verecek,
hem de bir hükümeti içinde barındırmakla büyük
bir sorumluluğu üstlenmiş olacaktır. Anadolu ihti-
laline giden yolda oluşan birinci meclis, Türk tarihi
açısından oldukça önemlidir.
Ümmet devletten çıkıp millet devleti olma yolunda yapılan bu önemli değişikliklerin başında “Haki-miyet Milletin Olacaktır” anlayış ve kararlılığımın bulunmasıdır.
Türk Milletinin tükenmiş bir imparatorluk için-den millet olma bilinciyle şahlanması başta istik-laline kavuşması ve milli egemenliğin tesisi gerçek bir destandır. Mustafa Kemal Atatürk bu destanı büyük nutkunda “1919 yılı Mayıs ayının 19. günü Samsun’a çıktığımda vaziyet-i umumi manzara şöy-le idi. “ diyerek destanın başladığı coğrafyayı tasvir eder.
Anadolu insanı; kadın, erkek, yaşlı, genç, çocuk de-
meden bir bütün olmuş, cephede çarpışan vatan
evlatlarına erzak ve silah taşımıştır. İnançla çıkı-
lan yolda, yol yolcusuna yenilmiş, çılgın Türkler 9
Eylül’de nihai zafere ulaşmışlardır.
Hürriyet ve istiklal içgüdüsünü yüzyıllar boyunca
taşımış bir millet için tarihi bir dönemeçte kendisini
sorumlu tutan bir önder olarak hesabını ortaya
koymuş ve mutlak zafere ulaşılacaktır düşüncesini
“ Zafer, zafer benim olacaktır diyebilenindir.”
Sözleriyle hep yüreğinde taşmıştır.
O bir konuşmasında da şöyle diyecektir: “Benim
duygularım milletimin duygularıdır.” Bunu
derken millet ve bağımsızlık sözcüğünü bir arada
kullanmaktan yılmadan usanmadan geleceği
yüreğine kazır gibi anlatmakta ve öğretmektedir.
Kendi iç dünyasında ki bağımsızlığı ile ulusunun
bağımsızlık vizyonunu birleştirmiş bir insandır.
Böylece kendi iç savası milletinin savaşı, kendi
iç güdüsü yine milletinin iç güdüsü olarak ortaya
çıkmıştır.
Mustafa Kemal ATATÜRK’ ün bir kurtuluş
savaşçısı olarak ortaya koyduğu öğreti yalın
bir bağımsızlık ilkesi ve öğretisidir. Çünkü o’
Bağımsızlık nedir sorusunun temel öğretisini bizzat
anlatarak, öğreterek tam bağımsızlık yolunda hedef
belirlemiş bir komutandır. 1905 yılında belirlediği
ilkelerle çelikleşen bağımsızlık ve millet olma
yolundaki düşüncelerini ilan etmenin mutluluğunu
yaşayacaktır.
Ve nihayet, Mustafa Kemal Paşa, 28 Ekim 1923 gecesi arkadaşlarına bir sır gibi sakladığı düşün-cesini açıklar. “ Yarın Cumhuriyeti ilan ediyoruz” Aradan geçen 83 yıla rağmen aynı heyecan ve mutlulukla nice yüz yıllarda, onun çizdiği yolda Cumhuriyet Bayrammız kutlu olsun.
3
AZERBAYCAN TÜRK KÜLTÜR DERGİSİ Eylül - Ekim 20064
Türkiye Cumhuriyeti’nin 10. yılında Azerbaycan’ın Büyük Önder’i Mehmet Emin Resulzade tarafından Berlin’de çıkan ‘İsitklâl Gazetesi’nin 29 Ekim 1933 günlü sayısında yayınlanmış yazıyı önemi nedeniyle yeniden yayınlıyoruz.
YAŞASINTÜRKİYE CUMHURİYETİ
MUAZZAM BİR YILDÖNÜMÜ!
Cihan tarihinin en meraklı devrindeyiz: Asırlaşmış bi-
nalar yıkılıyor; yıkılmaz diye düşünülen müesseseler çö-
küyor; yeni binalar ve yeni kıymetler kökleşiyor. Bütün
değerlerin değiştiği bu dönüm devrinde türlü büyük ha-
diselere şahit oluyor; ve her gün denecek kadar tarihi bir
çok vak’alar için yapılan yıldönümlerini görüyoruz.
Fakat, bugün Türkiye’li kardeşlerimizin haklı sevinçlerle
andıkları yıldönümünü biz, başkalarından ayırmak için
ona muazzam vasfını veriyoruz.
Türkiye’de cumhuriyetin kurulması ancak siyasi bir idare
şeklinin değişmisinden ibaret olsaydı şüphesiz bu, had-
di zatında gene büyük bir hadise olurdu. Fakat, buna
rağmen, ona muazzam vasfını vermekte - itiraf edelim
ki- tereddüt ederdik. Zamanımızdaki bollu yıldönümleri
arasında kendisine seçilmiş bir yer ayırmazdık.
Hadisenin azameti orasındadır ki, cumhuriyet rejimi-nin kurulmasıyle Türkiye’de sade bir idare şekli değil, Türk cemiyetinin maddi - manevi bütün müeseseleri değişmiş; çürümüş Osmanlı saltanatının yerinde, bü-tün şuunatile milli demokratik yeni bir Türk devleti kurulmuştur. Evet, iki asırdan ziyade, bir müddetten beri inhitat ve
hezimete uğrayan ve Osmanlı İmparatorluğu, Harbi
Umumi neticesinde tarihten yediği en son darbe ile her
türlü istiklâl ve haysiyetten mahrum zavallı bir hale geldi;
şöyleki İstanbul sarayında - ne pahasına olursa olsun -tu-
tunmağı canına minnet bilecek Türk tarihinden nasipsiz
bulunan padişah, mahüt Sevr Muhahedisine kabulde te-
reddüt göstermedi.
Fakat eskiyen, gittikçe yıpranarak varlık hikmetini kay-
beden Osmanlı İmparatorluk binası son çöküş noktasına
yaklaştıkça, taaruz kanunu mucibince, kendini değişecek
yeni bir kuvvet belirerek, günden güne büyüyordu.
Türk münevverleri tarafından, muhtelif zamanlarda ve-
türlü şekillerde temsil olunan bu kuvvet, Türkiye ıslahat
ve hürriyet hareketi idi, ki onun Tanzimatçılık, Meşruti-
yetçilik ve Türkçülük diye başlıca etapları vardır.
İmparatorluk sisteminin yaşadığı son günlerde sarayın
bir tarftan israf, diğer taraftan da ihmal ettiği Anadolu
Türklüğü içerisinde Türkçülük diye şuurlanan milliyetçi-
lik - işte, bu tarihi hareketin aldığı muasır bir şekildi.
Büyük felaket karşısında, kurtuluşu, Sevr Muahedesi’ni
kabul etmek zilletinde bulan düşmüş Osmanlıcılara mu-
kabil, yükselmiş Türk milliyetçileri, milli hakimiyet esa-
AZERBAYCAN TÜRK KÜLTÜR DERGİSİ Eylül - Ekim 20065
sına dayanarak, harekete geçtiler ve büyük Gazi Mustafa
Kemal Paşa Hazretleri’nin dahi rehberliği ile muazzam
istiklâl cihadına giriştiler.
Asrın en yüksek idealine, Türk tarihinin en bariz an ‘ane-
sine ve Türk milletinin sarsılmaz iradesiyle Anadolu hal-
kının en hayati menafi ine uygun gelen bu -karar, uzak
gören demir iradeli bir kumandan ve er- kanı harbin ida-
resi altında ve Anadolu’nun “Ya ölüm, ya istiklâl”, diye
gösterdiği azim ve cesaret karşısında tamamiyle tahak-
kuk etti.
Menhus Sevr Muahedesi yırtıldı; mes’ut Lozan Mua-hedesi yazıldı!.. Birincisi, çöken imparatorluğun ölüm beratı idi; ikincisi ise yükselen cumhuriyetin doğum vesikası oldu.
29 Teşrinievvel 1923’e kadar Anadolu hareketine ait res-mi vesikalarda ‘cumhuriyet unvanına rastgelinmez. Bu
tarihe kadar şiar, memleketin ecnebilere karşı istiklâlini kazanmaktı.
Fakat, bu kazanç Lozan’da beynelmilel bir kayda bağlan-dıktan sonra, hadiselerin inkişafında ve bu inkişafı meha-retle idare eden büyük reisin tasavvurlarında cumhuriyet idealinin saklı bulunduğunu sezmek zor değildi.
Lozan’a kadar hareketin büyük rehberi cumhuriyetten bahsa lüzum görmedi ise, bu, ona has taktikten başka bir şey değildi. Milli Türkiye, her şeyden evvel istiklalini bü-tün cihana isbat edecekti.
Bunun içindir ki, dahildeki kuvvetleri parçalıyacak her hangi bir hareketten sakınıldı; yarının sözü bugün söy-lenilmedi.
Lozan zaferiyle tamamlanan “bugün”, cumhuriyeti ilan-da mahzur bırakmayan “yarın”ı temin etmiş oldu.
Bir “yarın” ki parlaklığı ile şarkın girdiği kurtuluş yolunu baştan başa aydınlattı. Göz kamaştıran bir aydınlık!
Tarihi sebeplerle, iktisadi ve içtimai açılış itibariyle, orta zaman şerait ve münasebatı içinde durgun kalan Şark, kendini saran geri nizam ve irtica müesseselerinden sıy-rılmak için, epey zamandanberi çırpınıp duruyor ve dal-dığı derin uykudan uyanmak üzere, ötede beride harekete geçerek kımıldanıyordu. Harp sonunda bu hareket, cihan mikyasında bir hızla ilerledi; milli uyanış ve istiklal hare-ketleri, yeni cihan istikrarı içinde, büyük amiller sırasına geçti.
Türkiye inkılâbı, işte, bu ayaklanan Şark milliyetçiliği-nin en mükemmel bir tipi ve kazandığı parlak ve katı zaferiyle önde giden rehberi ve örneğidir.
Bu örnekten öğrendik ki, bir millet istiklalini sade asrın
kendisine mücerret olarak tanıdığı hakka dayanmak-
la değil, bir de bunu hak ettiğini bizzat isbat etmekle,
yani ölümü gözüne alarak silaha sarılmak ve maksat hasıl
oluncaya kadar dövüşmekle alır.
Hak verilmez, alınır işte, Türk inkılabının bir daha te-yit ettiği eski hakikat!
Türkiye tecrübesinin bize öğrettiği hakikatlerden biri de
şu oldu ki, beşeri medeniyetin yüksek gayesi bulunan is-
tiklal için vuruşan bir halk hakikaten de müstakil olmak
ve öyle kalmak isterse, bu medeniyetin özünü teşkil eden
maneviyatı almak ve kendi milli kültürünü onunla mezç
ederek asri bir millet merte- besine çıkma mecburiye-
tindedir.
Cemiyet ve devlet işlerinde ancak ileri insanlığın tecrübe
ile erdiği ilim ve fen ölçülerine kıymet veren yeni Türk
rejimi, tatbik ettiği sistemin başına dünyanın dinden, ak-
lın da nakilden ayrılması umdesini koymuştur.
Hakimiyet milletindir. Devlet, milleti teşkil eden fertler
arasındaki muamelelerle, bunlarla cemiyet arasındaki
münasebatı tanzim etmekle mükellef bir müessesedir. Bu
müessese, bütün icraatında ilhamını gökten ve tabiat üs-
tündeki kuvvetlerden değil, bizzat halktan alır, onun için
ve onun vasıtası ile iş görür.
Ta başlangıçtan itibaren “hakimiyeti milliye” esasına
dayanan Anadolu istiklal hareketi, cumhur idaresiyle
yürütülen demokratik bir hareketti; Lozan merhalesine
erişildikten sonra, artık bu fi ili vaziyetle, taban tabana zıt
bulunan saltanat ve ona bağlı Hilafet müesseseleri bittabi
sökülüp atıldı. Cumhuriyet rasmen ilan olundu.
Saltanat ve Hilafetin ilgasiyle, otokrasi ve teokrasi devri-
ne nihayet veren Türk milleti demokrasi devrine girmiş
oldu. Büyük şenliklerle karşılanan bugün, işte, bu büyük
hadisenin yıldönümü, Türkiye demokrasisinin bayramı-
dır.
Ne mutlu bir gün; ne kutlu bir bayram!
Bir gün, ki cumhuriyete sadık her hangi Türkiye’li bir
vatandaşla birlikte hürriyet ve demokrasiyi bir prensip
olarak benimseyen bütün insanlar da onu alkışlıyor, beşe-
ri prensiplerin buradaki zaferini kendi zaferleri gibi gö-
rüyorlar; bir bayram, ki sade Türkiye’liler değil, hürriyet
ve istiklal için döğüşen esir Şarkın bütün milliyetçileri de
onu kendi ideallerinin bayramı gibi görüyorlar.
AZERBAYCAN TÜRK KÜLTÜR DERGİSİ Eylül - Ekim 20066
Evet, Türkiye inkılabının şümülü sade Türkiye’ye ait
değildir. Cumhuriyet kanunları sade Türkiye dahilinde
tatbik olunuyorsa da, bu kanunların kökünü teşkil eden
büyük umdelerin tesiri Türkiye haricinde ve bilhassa Tür-
kiye dışındaki Türk illerinde carıdir. Bu itibarla Türkiye inkılabı beynelmilel bir şümüle maliktir.
Nakilden müstakil bir akıl, dinden ayrı bir dünya, kadına
hürmet esasına müstenit demokratik bir aile, her türlü
imtiyaz ve zümre tahakkümünden ari, hürriyet, müsavat
ve içtimaı tesanüt esasına dayanan bir cemiyet; bütün
milletin okur yazar olmasını güden bir devlet; en kolay
bir yazı; halkı düşünen ve ilhamını ondan almak isteyen
bir edebiyat; beynelmilel kültür müsabakasında Türklüğe
kendi ehemmiyetile mütenasip şerefl i bir yer- işte bu on
yıl içinde Türkiye Cumhuriyetinde tatbik olunan ıslahat
programnın en mühim noktaları!
Bu öyle bir programdır ki, onun tatbiki sade biz Azer-
baycan milliyetçileri için değil, alel’umum bütün Türk
illeri milliyetçileri için her zaman mukaddes bir arzu,
erişilmesi istenilen büyük bir ideal olmuştur ve bugün de
öyledir.
Türkiye, sade bu ideal programını kanunlar halinde tesbit
etmekle kalmamış; cumhuriyet erleri, bu büyük hakikati
dahi unutmamışlardır. Bir millet, ancak organize oluşu ve
iktisadı faaliyet ve refahı nisbetindedir ki, ideal haklardan
istifade eder. Fikrî, millî ve siyasî istiklâllerin kökü ik-tisadî istiklâldir. Cumhuriyetin demiryolu siyaseti, ban-
kacılık siyaseti; milli sanayı ve ticaret sahasında tatbik
ettiği siyaset, aşarın ilgası, kooperatifçilik ve köy kredisi
gibi ıslahat ile köylüyü düşünmesi dahi tedbirli ve faal
bulunduğunu göstermiştir.
Bundan on yıl evvel büyük “Nutuk”un gençliğe hitap
eden o heyecanlı hulasasında tasvir olunan facialı mah-
rumiyet ve felaketlere bakmıyarak, herkesin, battığına
hükmettiği bir milleti, Almanya gibi teşkilatı, teslihatı
ve prestiji korkunç bulunan bir devleti çarmıha çeken
galiplere karşı savaşmaya çekerek, nihayet zafere erdiren
Büyük Adam, cumhuriyet ilanını iltizam edince, hariçte
ve dahilde bir çokları bunu şüphe ve endişelerle karşı-
ladılar; kazanılmış Lozan zaferinin tehlikeye düştüğünü
söyliyenler bile oldu.
Fakat, ne görüyoruz: Cumhuriyet, Şeyh Sait, Menemen
isyanları gibi kara irtica, hamlalariyle, ardı arası kasil-
meyen komünist entrik ve propagandalarına rağmen,
muvaff akiyetle yaşamış ve kendi yürüyüşünde ilerliyerek
karşısına çıkan düşmanlarını maddeten ezmiş, manen öl-
dürmüştür.
Ve bugün bu zaferin onuncu yıldönümünde Türkiye Cumhuriyeti’nin beynelmilel münasebetteki itibarı, imparatorluğun son asır zarfında görmediği bir de-ğerdedir; hele Türk inkılabının cihan efkan umumi-yesinde kazandığı prestij, hiç bir saltanat Türkiyesine nasip olmamıştır. Hilafetin ilgasiyle Türkiye İslam dünyasındaki mevkiini kaybeder, denilmişti. İnkılapçı Türkiye’nin Müslüman milletlerin hürriyetçi zümresi üzerindeki manevî tesirini İstanbul Sarayı kat’iyen ka-zan amamıştır.
Türk kültürü için yapılan son meşkür teşebbüsler ise,
Türk illerinin memnuniyet ve alkışlarla karşılayacakları
bir hadisedir, ki eşini Türkçülük fi kir ve neşriyatını, tele-
fon ve elektrik ışığı ile beraber men ‘eden Sultan Hamid
idaresinde aramak bir budalalık olurdu.
Biz, Türklüğün ebedî düşmanı Çarlık Rusya’sının bu-günkü şekli bulunan Sovyetlere karşı hürriyet, milliyet ve istiklâl namına döğüşen Türk illeri, her ne kadar Türkiye Hükümetinin taktik olarak kullandığı Bolşevik Rusya ile müdara siyasetinden maddeten zararda isek de, program olarak tatbik ettiği büyük umdelerden manen faydada-yız.
Rus komünizminin yıkıcı ve yakıcı tatbikatı yanında,
Türk demokratizminin yapıcı ve yaratıcı icraatı vardır.
Yıkıcılık geçer, yapıcılık kalır.
Gelecek, milletleri süngü gücü ile yapma rejime boyun eğdirmenin değil, milli hakimiyete, hakka ve hürriyete dayanan istiklalcılığındır.
Evet, Türkiye’li kardeşlerimizin göğüslerini iftiharla ka-
bartan bu bayram bizim de kalplerimizi ümit ve teselliler-
le dolduruyor. Bütün samimiyet ve heyecanımıla bugün
sesimizi Türkiye Cumhuriyetini tes’it eden milyonların
gür sesi ile birleştirirken, millî istiklâlin yenilmez bir hak
ve hakikat olduğuna en bariz bir misali ile bir daha ina-
nıyoruz; bu imandan aldığımız yeni bir kuvvetle biz de
bağırıyoruz:
Yaşasın müstakil Türkiye Cumhuriyeti!..
AZERBAYCAN TÜRK KÜLTÜR DERGİSİ Eylül - Ekim 20067
ORTA DOĞU ÜZERİNDEKİ OYUNLAR ve GERÇEKLER
Cemil ÜNAL
Geçmiş dönemlerde, insanlığın bilmediği yer-
leri keşfetmek için kaşifl erin yaptıkları araş-
tırmalar, emperyalist güçlerin bu cografyaya
yayılmak, Orta Dogu’yu kendi kontrolleri altına almak
arzularının ilk işaretleri olmuştur.
Bugün dahi sıcaklığını fazlasıyla hissettiğimiz, kanların
döküldüğü Orta Doğu denilen bu cografyanın şekillen-
mesinde Batılılar, özellikle İngilizler önemli rol oynamış-
lardır.
Hindistan yolunu kendi gelecekleri için çok önemli bulan
İngilizler, bu bölgeyi, Fransa ve Rusya’nın - sözde-saldı-
rılarından korumak-açıkçası-kendi hakimiyetleri dışın-
da, başka güçlerin bu bölgeye hakim olmalarını önlemek
için savaşmayı dahi göze almışlardır.
Özellikle, Birinci Dünya Savaşı ve sonrası gelişen siyasi
olaylar, başta Osmanlı İmparatorluğu’nun parçalanma-
sına, Balkanlar’dan Orta Asya’ya, Kafkas’lardan Kuzey
Afrika’ya, bugünkü Orta Doğu’yu da içersine alan geniş
coğrafyanın şekillenmesine sebep olmuştur.
Geçmişte ‘‘Büyük Şark Oyunu” olarak tarif edilen olaylar, bugün yalnız isim değiştirerek “ Büyük Orta Doğu “ pro-jesi olarak sahnelenmektedir.
BÜYÜK ŞARK OYUNU
“ Büyük Şark Oyunu” nun hedefl eri kapalı kapılar ardın-
da tespit ediliyordu. Alınan kararların önemli olanları,
şöyle sıralanıyordu :
1- Osmanlı İmparatorluğu’nun, parçalanması ve pay edilmesi,
2- Batılı devletlerle, Osmanlı İmparatorluğu bün-yesinde yaşayan Ermeniler, Kürtler, Araplar ve diğer gayri müslim halklar arasında Osmanlı Devleti’nin yı-kılmasına yönelik gizli ittifakların oluşturulması,
3- Filistin’ de, bir Yahudi Milli Yurdu’nun kurulması,
4- Bölgede hakimiyet sağlamak için Arap, Yahudi Mil-liyetçiliğinin, kışkırtması ve desteklenmesi,
5- Türk toprakları üzerınde, bağımsız Ermeni, Kürt ve Rum Pontus Devletleri’nin kurulması.
Bu coğrafyada yaşayan halklarla ilgili verilen kararlarda
bu toplulukların-bugün olduğu gibi-hiçbir zaman ne
düşündükleri sorulmamış, kararların alındığı masaya bile
oturmalarına müsaade edilmemiştir. Batılı devletler bu
oyunu oynarken A.B.D, ilk zamanlar bu meselelerden
uzak durmaya çalışmışlardır.
Birinci Dünya Savaşını hazırlayan olaylar Avrupa
Devletleri’nin de kendi aralarında bölünmelerine sebep
olmasına rağmen, her iki grubun, Osmanlı Devletinin
parçalanması, parçalanma sonrasında hangi bölgelerin
kimin nüfuz alanı olacağı, Orta Doğu’da nasıl bir harita-
nın çizileceği hususundaki görüşleri müşterek olmuştur.
Birlik oluşturan devletlerden Almanya’nın Osmanlı
İmparatorluğu’na yaklaşma gösterisi, diğer ülkelerin de,
işine gelmekteydi, çünkü Almanya’nın Akdeniz’e inmesi
AZERBAYCAN TÜRK KÜLTÜR DERGİSİ Eylül - Ekim 20068
orada güç sahibi olması, Rusya’nın Akdeniz’e inmesin-
den daha tehlikeli görülüyordu.
Avrupa Devletleri’nin, kapı arkasında hazırladıkları
oyunlar, kendi bünyelerinde de sıkıntılar yaratmış, Fran-
sa ve İngiltere de hükümetlerin düşmesine sebep olmuş,
1917 Bolşevik İhtilali ile de Rusya’da da hükümet ve re-
jim değişikliği olmuştur.
Bu olaylar, Osmanlı Devleti’nin geleceğini belirleyen,
Orta Doğu’nun yeniden nasıl şekilleneceğine karar vere-
cek, siyasi iktidarların iş başına gelmesine sebep olmuş-
tur.
İSRAİL VARLIĞI
Nitekim, bugün Filistin toprakları üzerinde kurulması,
varlığını sürdüren İsrail Devleti’nin Suudi Arabistan’ın,
Kuveyt’in, Irak’ın, Suriye’nin, Lübnan’ın, Ürdün’ün sınır-
ları çizilmiş olması, o tarihlerde verilen kararlar netice-
sinde gerçekleşmiştir.
KÜRT ERMENİ ve PONTUS DEVLETİ HAYELLERİ
O tarihlerde gerçekleştiremedikleri projeler içersin-de, anadolu toprakları üzerinde kurmayı ve kurdur-mayı hayal ettikleri Kürt, Ermeni ve Rum Pontus Devletleri’nin kurulamaması olmuştur.
Osmanlı Devleti bünyesindeki azınlıkları devlete karşı
kışkırtan İngilizler Kürtleri de kullanmışlardır. Kürtler
içinde özel planlar hazırlamışlardı. Hazırlanan plana
göre:
1- Kürtlere sınırları belli olan toprak verilmesi,
2- İngiliz mandası altında özerklik tanınması,
3- Araplara ve Ermenilere tanınacak devlet kurma hakları, kürtlerede tanınmas kürtleri ümitlendiren İngilizler, Kürtlerin bağımsız Kürdistan kurulması işlerinin barış konferansına iletilmesi hususunda ken-dilerine büyük destek vermişlerdi. Temsilci olarakta Paris’te yaşayan Islahat-i Osmaniye Fırkası Başkan-ı Şerif Paşa’ yi seçmişlerdi. Şerif Paşa, Ermenilerle de münasebet kurmuş beraber hareket edeceklerine dair Ermenilerle anlaşma bile yapmışlardı.
Ermeni temsilcisi Bogos Nubar, Ermenistan Cumhuri-
yeti Delegeleri Başkanı vekili H. Ohacanyan ve Kürtle-
rin temsilcisi seçilen Şerif Paşa, müştereken imzaladıkları
müracaat belgesini Paris Barış Konferansına sunmuşlar-
dı.
Hatta müracaat belgesinde Ermeni ve Kürtler’in aynı
ırktan geldikleri çıkarları müşterek olduğu ve her iki hal-
kın bağımsızlık istedikleri belirtilmiştir. Kürt Devleti’nin
AZERBAYCAN TÜRK KÜLTÜR DERGİSİ Eylül - Ekim 20069
kurulmasına katkıda bulunacak pek çok Kürt Cemiyetle-
ri kurulmuştur. Bunlar içerisinde hevi(umut) ile Kürdis-
tan Teali Cemiyeti en aktif olanlardı.
1913 tarihlerinde de, faaliyetlerinde etkin olmak için
Roji Kürd adlı gazeteyide çıkarmaya başlamışlardı. İm-
zalanan Sevr Anlaşması ile de, Kürt meselesi uluslararası
bir belgede yer almıştır.
Ocak 1919 tarihinde toplanan Paris Barış Konferansı-
na, Osmanlı Hükümeti temsilcileride davet edilmişti. İç
ve dış düşmanların yanında, o zaman idarenin başında
bulunan Başbakan Damat Ferit’te, Ermeniler için geniş
manada bir bağımsızlığı müdafaa ediyor, hatta hiçbir se-
bep ve mecburiyeti yokken, Torosları Türkiye’nin tabii
hududu kabul ettiğini dünyaya beyan ediyordu.Böyle bir
düşünceye sahip olan İstanbul Hükümeti, Sevr anlaşma-
sını imzalamakta bir mahzur görmüyorlardı.
Bu gelişmeler olurken İstanbul ‘daki Rum Patrikhanesi,
Samsun ‘daki Rum Metropo-
liti de boş durmuyorlar, 23
Şubat 1919 tarihinde aldık-
ları bir kararla” Rum Karade-
niz Cumhuriyeti’nin kurulma
hazırlığına başlıyorlardı.
İngilizlerin de desteğini alan
Rumlar, İstanbul’da çıkardık-
ları Pontus adlı Rumca ga-
zetenin, 4 Mart 1919 tarihli
nüshasında “Trabzon Rum
Cemiyeti’nin’’ kurulduğunu
dünyaya duyurmuşlardı.
Osmanlı Devleti bünyesinde
en huzurlu yaşayan Araplara,
Batılı Devletler tarafi ndan
Şam’da kurdurulan gizli ce-
miyetler vasıtasıyla Osmanlı
Devletin’e karşı ayaklanmaya
teşvik edilmişlerdir. O tarih-
lerde Osmanlı Sultanı adına
Hicaz’ı yöneten Mekke Emiri Hüseyin Bin Ali’ye, Arap
Krallığı yerine, Şam’ın, Hicaz’ın, Medine’nin, Mekke’nin
idaresinin verileceği, aynı zamanda Arap halifesi olacağı
sözü verilmişti, Osmanlı meclisinde, mebus olan arap
temsilcileri de Arapça konuşan bütün halkların Türk bo-
yunduruğundan kurtulması için, Osmanlı Devleti’nin yı-
kılması hususunda batılı devletlerle işbirliği yapıyorlardı.
RUSYA’NIN GİRİŞİMLERİ
Bugüne kadar, milletleşme sürecini tamamlayan Orta
Doğu‘da, eskiden beri din yaşantının ve politikanın te-
meli olmuştur. Ruslar, Bolşevik İhtilali sonrasında bu
geleneği yıkarak, çoğunluğu müslüman olan halkların
önüne, din yerine Kominizmi, Batılı Devletler de özel-
likle, hanedana ve şahıslara bağlı din geleneğinin hakim
olacağı rejimlerin devam etmesini teşvik etmişlerdir.
A.B.D VARLIĞI ve SÜREÇ
1915 tarihine kadar oynan oyun içerisinde yer almayan
A.B.D, 1917 tarihinde, Almanların üç Amerikan şile-
bini batırmaları, hatta Almanların bu tip olayların devam
edeceğini açıklamaları, A.B.D. ’nin Orta Doğu coğrafya-
sına bakışlarını tamamen değiştirmiştir.
Olaylar üzerine kongrede bir konuşma yapan A.B.D Baş-
kanı Wilson “Almanların bu
hareketi, devletimize harp
ilan etmesi demektir. Bun-
dan sonra, Birleşik Devlet-
ler, dünya barışı, insanlığın
kurtuluşu, Orta Doğu’nun
da dahil olduğu, dünyanın
güvenli olması için her za-
man savaşacaktır”.
Orta Doğu ve dünya siyaset-
lerine açıklık getiren Wilson,
8 Ocak 1918 tarihinde yine
kongrede yaptığı konuşma
ile de, Osmanlı İmparator-
luğu için A.B.D’nin yürüte-
ceği politikayı şu cümlelerle
dile getirmiştir.
‘‘Osmanlı İmparatorluğu yönetiminde yaşayan ve Türk olmayan halklara ya-şam güvencesi ve asla ke-sintiye uğramayacak, özerk
gelişme fi rsatı tanınmalıdır ”.
Böylece Orta Doğu coğrafyasının ve modern savaşın en
önemli aracının petrol olduğunu bununda bu bölgede
bulunduğunu idrak eden A.B.D Orta Doğu’ya ilgi duyar
konuma gelmiştir.
Başkan Bush’un, en etkili ve yetki-li adamı aynı zamanda Texaslı bir petrol zengini olan Dick Cheney, 1999 yıllarında yazdığı oto biyog-rafi sinde ‘‘petrol ve petrol endüs-trisi, bizleri daima büyülemiştir. Amerikadaki bütün dostlarımız, petrol endüstrisinin ve petrolün ayrılmaz bir parçası olmuştur”
AZERBAYCAN TÜRK KÜLTÜR DERGİSİ Eylül - Ekim 200610
İşte geçmişte ‘‘Şark Meselesi’’ bugün ‘‘Büyük Orta Doğu’’
projesi olarak adlandırılan ve şimdilik tek bir ülke tarafi n-
dan organize edilen oyun bu bölgede sergilenmektedir.
Şimdilik oyunun planlayıcısı olan A.B.D’nin ve stratejik
ortağı İsrail’in attığı servis toplarını toplamaya çalışan
bazı devletlerde, oyunun içerisinde yer almaya zorlan-
maktadır.
ENERJİ KAYNAKLARINA YÖNELİM
Orta Doğu coğrafyasına ayrı bir önem veren A.B.D’nin, yakın geçmiş içerisinde, Enerji Bakanlığı kanalı ile Ha-zar Havzası ve bu bölgenin enerji stokları için gizli araş-tırmalar yaptırmıştır.
Bu araştırmaya göre, Hazar Havzasında 243 milyar varil petrol, 150 trilyon metreküp doğalgaz rezervi olduğunu, Suudi Arabistan’da 270 milyar varil petrol olduğunu tes-bit ettirmiştir. Suudi Arabistan dünya petrollerinin dört-te birine sahip olup, dünya petrol fi yatlarının belirlenme-sinde önemli rol oynamaktadır.
Amerika bu önemli kaynakların başka güçlerin eline ge-çeceği endişesini taşımaktadır. Başkan Bush’un, en etkili ve yetkili adamı aynı zamanda Texaslı bir petrol zengini olan Dick Cheney, 1999 yıllarında yazdığı oto biyogra-fi sinde ‘‘petrol ve petrol endüstrisi, bizleri daima büyüle-miştir. Amerikadaki bütün dostlarımız, petrol endüstrisi-nin ve petrolün ayrılmaz bir parçası olmuştur”. İtirafı ile A.B.D.’ nin niçin Orta Doğu’ da bulunması gerektiğini, Orta Doğu’ nun işgalinden önce dile getirmiştir.
11 EYLÜL OLAYLARI ve SONRASI
11 Eylül 2001 terör olayı, A.B.D’nin kafsında yaşattığı-politikanın hayata geçirilmesine vesile olmuştur.
Afganistan işgali, Saddam’ın devrilmesi, Amerika silahlı güçlerinin bölgeye yerleşmesi, bunların yanısıra, Suriye ve İran’ ında aynı akibete uğratılması hazırlıkları, A.B.D. nin, İsrail’in güvenliğinin sağlanmasının bölgedeki pet-rolün kullanımının ve dağıtımının kontrol altına alınma-sı stratejisinin bir sonucudur.
Orta Doğu coğrayasında devletlerin idaresini ellerinde tutanlar maalesef kendi halklarına hiçbir şey vermemek-te, bütün nimetleri kendileri için kullanmaktadırlar. Kendi halkının desteğini kaybeden idareciler, dünyadaki demokratik gelişmelere rağmen, kendilerine özgü rejim-lerinin devam etmesini inatla sürdürmekte, bundan dola-yıda akibetlerinin ne olacağı endişesini yaşamaktadırlar. Millet olma vasıfl arı bulunmayan bölgede -Amerika ve İsrail’in, ezilen insanlara karşı nefret uyandıran davra-
nışları ve hiçbir günahı olmayan yüzbinlerce insanın kat-ledilmesi, teröristlerin güç kazanmasına sebep olmuştur.
Bundan dolayıdır ki İslami, terör eylemlerinin vasıta-
sı haline getiren teröristler bu coğrafyada etkinliklerini
daha da artırmışlardır.
Özellikle Suudiler, bir taraftan kendi iktidarlarının ve
geleceklerinin ne olacağı endişesini yaşarken, diğer ta-
raftan dünya terörü içersinde yer alan Suudi teröristleri
fi nanse etmektedirler.
Nitekim pek çok devlet geçmişte körfeze bağımlı ol-
manın tehlikesini Saddam Hüseyin’in 1990 yıllarında
Kuveyt’i işgal etmesiyle yaşanmıştı. A.B.D ve uluslararası
güçlerin sayesinde Kuveyt işgalden kurtarılabilmişti. İşte
bu olayda A.B.D’nin bu bölgeyi kendi kontrolu dışında
kimseye bırakmayacağının işareti olmuştu.
A.B.D Radikal İslami grupların başta Suudi Arabistan
olmak üzere petrol üreten devletleri ele geçirebilecekleri
endişesini bugün daha fazla taşımaktadırlar.
SOVYETLER BİRLİĞİ’NİN DAĞILMASI
Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla, 1991 tarihinden itiba-
ren dünyada Orta Doguda ve Kafkaslar’da soğuk savaş
döneminin etkisi ortadan kalkmış, geçmiş dönemlerde
hazırlanan, ama hayata geçirilemeyen siyasi projeler uy-
gulamaya konulmaya başlanmıştır. Özellikle Sovyetler’in
çöküşü, iki kutuplu sistemi sona erdirmiş, Orta Doğu ve
Kafkaslar’da Amerikan hegemonyasının ağırlık kazan-
masına ve bölgenin işgal edilmesine zemin hazırlamıştır.
Bütün bölge, dini ve etnik parçalanmaların kucağına
itilmiş, terör olayları bölgeyi ve dünyayı tehdit edecek
boyutlara ulaşmış, yüzbinlerce insanın ölümüne, katledil-
mesine yol açmıştır.
TÜRKİYE ve AZERBAYCAN EKSENLİ GELİŞMELER
Bu ortam içerisinde, Türkiye’yi bölme hareketleri hız ka-
zanmış, P.K.K. Kürtçülük ve Ermeni hareketleri içimiz-
den ve dış dünyadan büyük destek bulmuşlardır. Geçmiş
dönemde kurulamayan ikinci Ermeni Devleti, Azerbay-
can toprakları üzerinde kurulmuş, bölgede genişleme
istidatı gösteren Kuzey Irak’ta da Kürt Devleti ortaya
çıkarılmıştır. “Güney Kürdistan’’ olarak adlandırılan bu
oluşum Türkiye’nin güney dogusunda “Güney Kürdistan”
olarak tarif etmeye başlamıştır.
Osmanlı İmparatorluğu’nu parçalayan, Osmanlı toprak-
ları üzerinde bağımsız bir Kürdistan’ın ve bağımsız bir
Ermenistan’ın kurulmasını öngören Sevr paçavrasına atıf
yapan Kürt’ler, hazırladıkları anayasa’da Sevr’in haya-
AZERBAYCAN TÜRK KÜLTÜR DERGİSİ Eylül - Ekim 200611
ta geçirilmesi hususundaki düşüncelerini, anayasalarına
vazgeçilmez ilkeler olarak koymuşlardır.
Resmi dilin Kürtçe olacağı, Türkmen topraklarının
Kürdistan’ın bir parçası olduğu petrol konusunda, Bağ-
dat yönetiminden bağımsız hareket edileceği karar altına
alınmış, peşmergelerin ve himayelerinde bölgede faaliyet
gösteren P.K.K’lıların, anayasal statüye kavuşturularak
Kürt ordusunun çekirdeğini oluşturması hazırlıkları ta-
mamlanmıştır.
Geçmişte, Osmanlı Devleti içerisindeki azınlıkları kış-
kırtan ve Osmanlı Devleti’ni pay etmek isteyen Batılı
Devletler bugünde aynı siyasetlerini Avrupa Parlemen-
tosu ve onun içerisindeki Türkiye düşmanları kanalıyla
yürütmektedirler.
Nitekim 2006 ekim ayı içerisinde Avrupa Parlemento-
su” Avrupa Birliği, Türkiye ve Kürtler” konulu konferans
düzenlemiş, bu toplantıya konuşmacı olarakta, P.K.K ve
kürtçülük hareketinin en büyük destekleyicisi olan Di-
yarbakır Belediye Başkanı davet edilmiştir.
Kendilerini, Türkiye dışında bir eyaletin temsilcisi, Türk
idari sisteminin dışında özerk bir bölgenin başkanı gibi
hareket eden bu bölücülere, maalesef Türk yargısı, Türk
Parlementosu, hatta bazı siyasi partiler sessiz kalmakta,
bazı güçlerin desteğini dahi almaktadırlar.
Etrafi mızda meydana gelen etnik ve dini ayrışımlar, içi-
mizde de hareketlenmiş, hatta etnik ayrımcılık, tek dev-
lete, tek millete, tek bayrağa ve tek dil’e hayır sesleriyle
aleni olarak Türkiye’nin gündeminde yerini almıştır.
Bugün Türkiye’nin siyasi yapılanması, Türk siyasetinin
geldiği nokta, dinin, politika içerisinde önemli bir yere
sahip olması, bölücü hareketlerin artmasına ve cesaret
bulmasına zemin hazırlamaktadır.
Etrafımızda ve içimizde meydana gelen olayların yaratı-
cıları, kendi stretejileri istikametinde, Türkiye’yi yönlen-
dirmekte, zaman zaman roller bile vermektedirler.
Artık baş aktör rolünü oynayan A.B.D Devletleri, Orta
Doğu denilen bu cografyayı bu bölgenin haklarını düştü-
ğü Irak bataklığında daha iyi tanımış olması gerekir.
Döktüğü kanı temizlemek, huzuru bozulan Orta
Dogu’ya, yaşanacak ortamı yeniden getirmek, özellikle
A.B.D’nin ve stratejik ortağı İsrail’in elindedir.
İran’a, Suriye’ye, Filistin ve Lübnan’a uzanacak eller ka-
nın durmasına vesile olacaktır. Geçmişte A.B.D’nin en
güvenilir dostu İran’dı.
İran’la el sıkışma, hem bölgeye barışı getirecek hem de,
İsrail’in bu bölgede barış içerisinde yaşamasına yardımcı
olacaktır.
AZERBAYCAN TÜRK KÜLTÜR DERGİSİ Eylül - Ekim 200612
12 Ekim 2006 tarihinde İngiltere’nin etkili gazetele-rinden Financial Times, Fransız Parlamentosunda kabul edilen Sözde Ermeni Soykırımını İnkar etme-nin suç olması tasarısını şöyle değerlendiriyordu.
Demek oluyor ki, iki yüzlü, tutarsız bir politika sürdürü-
lürken bir yazarın sadece ülkesinde ki siyasi rejime karşı
yazı yazması, güdümlü bir siyasal izolasyonun ve dışarıda
sürdürülen bir propagandanın sözcüsü gibi davranması
ona ödül getirmiştir
Burada anlatacağımız konunun aslı ikiyüzlü ve çıkarcı
bir politikalar ve bu politikalara uşaklık edenler olacak-
tır..
Dergimizin geçen sayısında bir yalan üzerine kurulan
bir masalın savunucusu Fransa’nın girişimlerini anlat-
maya çalışmış, oylamanın “red” edilmesiyle de olayın son
bulmadığını, konunun her zaman önümüze getirileceğini
bilerek hazırlıklı olmanın altını çizmiştik.
Bildiğiniz gibi Fransa’da 18 Mayıs 2006 tarihinde Sos-
yalist Parti tarafından parlamento başkanlığına verilen
bir önergede Ermeni Soykırımını İnkar etmenin 5 yıla
kadar hapis, 45 000 Auro para cezası ile cezalandırılması
yönünde bir tasarı hazırlanmış ve Paris’teki 400 000 ka-
dar Ermeni seçmenin oylarını alabilmek umudu ile öner-
geyi veren partinin kendi varlığını kanıtlaması olacaktı.
Fransız Parlamentosunda yapılan görüşmelerde oturum
başkanı Jean Luis DEBRE bir oyalama taktiği ile öner-
geyi zaman darlığı içinde gündeme almamış, ancak gi-
rişim olarak konunun bir nabız yoklaması, ileride tekrar
gündeme getirileceği yönünde mesaj verilmiştir.
Bizim medyaya düşen haberlerde de sanki nihai bir ka-
rarmış gibi; bu gelişmenin Fransa ile tarihi ilişkilerimizi
etkileyeceği düşüncesiyle oraya giden Türk sanayisi ve
parlamento temsilcilerinin girişimleri ile tekrar etmesi-
nin güç olacağı argümanları yapılmıştı.
Ne oldu da aradan beş ay geçtikten sonra tasarı onca-
fırtınadan hiç etkilenmemiş şekilde yeniden gündeme
ESKİ BİR YALANERMENİ SOYKIRIMI ve
NOBEL ÖDÜLÜ ÜZERİNE...
“İkiyüzlülükle Soykırımın inkarını suç sayan yasa teklifi ni
kabul eden Fransız Millet Meclisi dünya basınına alay
konusu olmuştur. Türkiye’de ceza kanununda ki 301’in
kaldırılması için mücadele edilirken, Fransız meclisinin ifade öz-
gürlüğüne karşı karar alması “ikiyüzlülüktür” demiş, Türk yazar
Orhan Pamuk’un Nobel ödülü almasına karşılık “Orhan Pamuk
Türkiye aleyhinde konuşabildiği için Nobel alıyor, Fransa ise ko-
nuşanları susturmaya kalkıyor. ”
Tuncer KIRHAN (AKD Genel Sekreteri)
Haber - Yorum
AZERBAYCAN TÜRK KÜLTÜR DERGİSİ Eylül - Ekim 200613
gelerek oylandı ve sonuçlandı. Hani Fransa ile ilişkile-
rimizi canlı tutmak zorunda olan 10 milyar Auro’luk
ticari dinamikler, nerede hamaseti yapılan; 1720 yılında
Osmanlı Devleti’nin ilk kez elçi olarak Paris’e gönderdiği
28 Mehmet Çelebi ile başlayan Fransa ilişkileri; her ne
kadar sonuç Avrupa’da demokrasinin ve özgürlüklerin
savunucusu Fransız parlamentosunun bir ayıbı olarak
değerlendirilse de, bu sürecin nasıl başlayıp sonuçlandı-
ğını göstermektedir.
Fransız ulusal meclisinin sayısı 577 iken, bu oylamada
iktidar partisinin teklifi veren Sosyalist Parti’den daha
fazla oy verdiği ortaya çıkmıştır. Oylamada 106 evet,
19 hayır ve 4 çekimser oyu veren milletvekillerinin 49’u
önümüzdeki dönem Cumhurbaşkanı adayı olan İç İşleri
Bakanı Nicalos Sarkozy’nin başkanlığını yaptığı ikti-
dar partisinden, 40’ı ise teklif veren sosyalistlerden, 7’
si sağ eksenli UDF, 6’sı Komünist, 3’ü Yeşiller ve biri de
bağımsızdır. Burada bir ayrıntıyı ifade etmek gerekir ki
Sarkkozy’nin siyasi işlerden sorumlu baş danışmanı Er-
meni asıllı bir Fransız dır.
Bu durumda tıpkı geçtiğimiz Mayıs ayında olduğu gibi
oylamada aleyhte düşünen ancak Ermeni seçmenle karşı
karşıya gelmek istemeyen farklı parti milletvekillerinin
meclise gelmeyerek oylamayı Ermeni diyasporası ile
birlikte hareket eden parlamenterlere bıraktığı görül-
müştür.
18 Mayıs tarihli ötelemeden sonra, temcit pilavı gibi
Allah’ın her günü Fransız şövalyelerinin(!) bu tasarıyı
gündeme taşıyacaklarını biliyorduk.
Bu gün Fransa’da iç politika malzemesi olarak kullanılan
saçma sapan iddialar ne kadar tarihi gerçeklere aykırı ise,
akla da, mantığa da aykırıdır. İnsanlığın çektiği büyük
acılardan sonra kurulan AB, kendi geleceği için önem-
li üyelerinden biri olan Fransa’daki bu akıl tutulmasına
karşı mutlaka tavır almak zorundadır.
Tarihi bir yalanı Fransa’nın kanun haline getirme giri-
şimi AB’nin temel değerlerine karşı büyük bir meydan
okumadır. Gelişmelerle,Türkiye ile Ermenistan arasında
ki bir sorun için Fransa durumdan kendisine bir vazife
çıkarmaya çalışırken bilmesi gerekmektedir ki; dünya ar-
tık bir sömürgeler kampusu değildir. İftira ve yalan ma-
kineleri biraz kendi tarihlerine bakarlarsa, 20. yy. boyun-
ca Nijerya, Senegal, Tunus, Cezayir, Raunda ,Cibuti’de
soykırımların nasıl yapıldığını göreceklerdir.
Niyet bellidir. Amaç birdir. Türkiye’yi AB ilerleme prog-
ramında zora sokmak, olabildiğince zayıfl atmak, müm-
künse bu kendi kulüpleri olan AB’ ne girme yolunda yıp-
ratmak yada yaptırımlarını hızlandırmak.
GELİŞMELER ÜZERİNE TEPKİLER
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ı telefonla arayan Fran-
sa Cumhurbaşkanı Jacques Chirac’ın, Fransız Ulusal
Meclisinin girişiminden dolayı çok üzgün olduğunu,
teklifi n yasalaşmasının senato’da engellenmesi konusun-
da elinden geleni yapacağını ifade ettiği, Başbakan Re-
cep Tayyip Erdoğan’ın da Fransa Cumhurbaşkanından;
teklifi n yasalaşmasını engellemesini istediği basından
öğrenilmişti.
Fransız parlamentosunun almış olduğu bu karar başta
Türkiye tarafını olumsuz yönde etkilerken, Avrupa ba-
sını ve bir çok Avrupalı parlamenter, devlet adamları ve
ruhani liderler tarafından bir ayıp olarak nitelendirildi.
Ermenistan Devlet başkanı Robert Koçaryan bile, Ey-
lül ayı sonunda Ermenistan’ı ziyaret eden Fransız Cum-
hurbaşkanına böyle bir yasanın 18 Mayıs denemesinden
sonra devam eden süreçte “Bu yasanın kabul edilmesi
Türkiye ile ilişkilerimizi bozar” hatırlatmasında bulun-
duğu yine basından öğrenilmişti.
AZERBAYCAN TÜRK KÜLTÜR DERGİSİ Eylül - Ekim 200614
FRANSIZ TARİH POFESÖRÜ ADINI TÜRK
OLARAK DEĞİŞTİRDİ
Gelişmelere tepki olarak Fransız Tarihçisi Prof. Dr.
Jean Michel THİBAUX adlı bilim adamı “Türkler Ermenilere soykırım uygulamadı” diyene ceza getiren
yasayı protesto için tepkisini ortaya koymuştur. Daha
sonra belirlediği iddiaları sürdüren bilim adamı bu amaçla
kendisinin Türk vatandaşı olacağını ve ismini de bir Türk
ismi o larak değiştireceğini ifade etmişti. Geçtiğimiz
günlerde Konya’ya gelen ve bu yöndeki tepkisini ifade
eden demeçlerinin arkasında olduğunu ifade ettikten
sonra Konya Nüfus Müdürlüğüne başvurarak adının
Atakan TÜRK olarak değiştirilmesini ve Türk vatandaşı
olarak kabul edilmesini istedi.
ERMENİ AYDINLARIN TEPKİSİ
İstanbul’da yayınlanan Agos gazetesi yayın yönetmeni
Hırant Dink ve Zaman gazetesi yazarı Etyen Mahcup-
yan ile yayıncı Ragıp Zarakol ortak bir bildiri yayınla-
yarak inkar yasasını protesto etmişlerdir.(Basın) Yazılı
olarak yapılan açıklamada Ermeni halkının geçmişte ya-
şadığı tarihi gerçeklerin ceza yasası ile dikte edilmesini
ihtiyaç olmadığını, tarihe doğru bakmak için ahlak ve
vicdan gerektiğini belirterek üçüncü ülkelerde ki konuş-
mayı engelleyici yasaların psikolojik açıdan Türk Ermeni
diyalogunu güçleştirmekte kalmayacağını halklar ara-
sında ilişkiyi dar bakışlı siyasi taktiklerin parçası haline
getireceğini ifade ettiler.
Bu arada bir açıklama yapan Ermeni Patrik Mesrob
II’ de “Amaç her zaman diyalog , empati ve karşılıklı anlayışa katkı sağlayacak başarılı girişimler olmalı-dır. Bu amaca katkı sağlamayacak hiçbir girişim bi-zim için makul düşünceler değildir.” diyerek Fransa
Parlamentosu’nun girişimini hukuki ve insani bulmadı-
ğını anlatmaya çalışmıştır.
AB’ NİN TEPKİSİ
Fransa parlamentosu aldığı kararla AB komisyonu ta-
rafından ağır eleştirilere uğradı. AB’nin genişlemeden
sorumlu üyesi Olli Rehn ,Sözde Ermeni soykırımı ya-
sasının reddedilmesini suç sayan yasa teklifi nin yapıcı
olmadığını , amaca zarar verdiğini ifade ederken bu ka-
rarın olumsuz etki yaratacağı konusunda uyarıda bulu-
narak özetle şöyle demiştir. “Ültimatomlarla gerçek di-yaloga ve gerçek uzlaşmaya ulaşamayız ama diyalogla ulaşırız.” Fransa’yı bu girişimiyle etkisiz bir elemana
benzeten, AB’nin dış ilişkilerinden sorumlu komiseri
Benita Ferrero Valdner ise; kararın Türkiye’nin AB’ye
üyelik sürecinde etkisiz olacağını ifade ederek, Fransa’da
olup bitenlerle bizim AB olarak aday bir ülkeyle yap-
makta olduklarımız farklı iki şey olduğunu Fransa’daki
bu meselenin düzenli olarak ortaya çıktığını , çünkü bu
ülkede etkili bir Ermeni cemaati bulunduğunu söyledi.
DIŞ BASININ TEPKİSİ
Washington Post: “Fransa saçmaladı”Le Soir: “Çirkinlik ve hafi fl ik” gibibaşlık atarken; Eko Moskova radyosu:
Fransa’nın kararı ile Orhan Pamuk’a Nobel Edebiyat
ödülü verilmesi birbiriyle çelişiyor. Fransa’nın kararı dü-
şünce özgürlüğüne karşı bir harekettir. Nobel ödülü ise
Pamuk’a ülkenin çoğunluğundan farklı düşünceleri dile
getirdiği için veriliyor denilmektedir. Bizde, Nobel ödül-
lü bu ünlü Türk roman yazarı hakkında bazı tespitleri-
mizi size aktarmaya çalışalım. Kim ne derse desin Orhan
PAMUK ‘un Nobel Ödülü almasının üzerinde gölge
vardır. Nobel edebiyat ödülünün açıklanmasına günler
kala yapılan yarış içinde İngiltere’nin LADBROKES
adlı bahis şirketi, Nobel ödülünün verilmesiyle ilgili ola-
rak 7.856 bahis oynandığını açıklamıştır. Bu bahislerden
Orhan Pamuk üzerine oynanan 2.652 bahis’in çoğunun
Fransa ve Ermenistan’dan geldiği ifade edilen haberde
Dünyanın çeşitli ülkelerindeki Türklerin çoğunluğunun
Japon yazar Huruki Murakami’ ye, çok küçük miktarının
da, Orhan Pamuk adına oynandığı öğrenilmiştir.
Bu ödülün verilmesinden sonra 92 yaşında ki; ünlü Sü-
merolog Prof. Dr. Muazzez İlmiye, bu ödülün Bir Türk
yazarının almasının güzel bir şey olduğunu ancak “ Keş-
ke Orhan Pamuk; “1915 yılında Türkiye’ de bir milyon Ermeni, otuz bin Kürt öldürülmüştür.” Sözünden önce
alsaydı diyerek ödülün üzerindeki gölgenin varlığını ince
bir şekilde ifade etmiştir.Orhan Pamuk’un Nobel Edebi-
yat ödülünü almasından sonra bir çok Türk aydını, siyaset
adamı, köşe yazarları günlerce bu konuyu ödül alama-
manın açlık psikozu içinde bir mutluluk refl eksi halinde
ifadeye çalıştılar.
AZERBAYCAN TÜRK KÜLTÜR DERGİSİ Eylül - Ekim 200615
Ödülü veren jürinin değerlendirmesi oldukça ilginçtir.
“Doğduğu şehrin ruhunu çok iyi anlatması” bize göre
basit, yalın ve son derece cılız bir kriterdir. Bu değerlen-
dirmeyle ödüle layık görülen Orhan Pamuk için kimimiz
“Türkiye Kazandı” kimimiz “Türkçe’ye verilen ödül’’ yakıştırmasını yaparken, kimi gerçek edebiyat adamları
da Orhan Pamuk’u Türk dilini iyi kullanamayan birisi
olarak nitelendirmişlerdir.
EDEBİYAT ADAMLARININ GÖRÜŞÜ
Edebiyat eleştirmenlerine göre kitapları çok satan, ancak
az okunan bir yazar olan Orhan Pamuk fenomeni üzeri-
ne hayli bir kargaşa doğmuştur. Çok satılıyor, az okunu-
yorsa, bu kitapları birileri alarak yada, reklam bombardı-
manı yaparak tüketimine yardımcı olmaktadır denilebilir.
Gerek akademisyen, gerekse edebiyatçılarımız arasında
büyük ölçüde gürültü olmuş, önemli sayıda eski Marksist
düşünceye bağlı ulusal bilinçten ve sanatsal değerlerden
yoksun romantikler; Orhan Pamuk’un aldığı ödülün bir
susamışlık yada, doğulu bir övgü dizicilik içinde değer-
lendirmişlerdir.
Yazarlık kariyeri internet sitesinden kendi ifadelerine
dayanarak öğrendiğimize göre Orhan Pamuk mimar-
lık eğitimini, resim yapma yeteneği ile karıştırarak öğ-
renimine son vermiş, daha sonra kısa dönem askerliğin
olanaklarından yararlanmak için yeniden okumaya karar
vererek İstanbul Gazetecilik Enstitüsünde eğitimini ta-
mamlayarak yazma becerisini kazanmıştır.(!)
Edebiyatçılar tarafından eserlerinde klasik Türk edebi-yatından aşırmaların çokluğu ile dikkat çeken Pamuk’taki yazma yeteneği asıl ABD’de bulunduğu1985-88 yılların-da katıldığı “Kitap Yazma Kursları”nda gelişir. Düşün-dürücü olan, Writing Program adlı bu enstitünün spon-sorluğunu ABD Dışişleri Bakanlığı yapmaktadır. Yine bu konuda icraatlarıyla yetenekli(!) bir Türk olan; Mahir Öztaş ve Taner Akçam bu enstitünün ve malum Zo-ran Vakfı’nın himayelerinde yetkin birer uzman olarak yürü ya kulum denilerek, ABD ve Avrupa’da ki Ermeni konferanslarında bir Türk olarak karşı tezi gayretle sa-vunmuşlardır.
Öğrendiğimize göre; 2002 yılında Kar adlı romanı yaz-mak için Kars’a giden Orhan Pamuk, Sabah gazetesinde dönemin yazı işlerini yürüten, Zafer Mutlu’dan muha-birlik basın kartı almış ve çalışmaları sırasında kendini Karslılara gazeteci olarak tanıtmaktan da geri kalmamış-tır.
Oysa o zamana kadar en az birkaç roman denemesi olan Pamuk, kendinde yerleşmemiş bir yazarlık sanatıyla yet-kin göremeyip, gazetecelik mesleğinin popülaritesine sı-ğınmıştır. Edebiyatçılar tarafından, post-modern roman-
cılık sınıfına yerleştirilen Pamuk edebiyat dünyamızda en
çok eleştiri alan yazar olmuştur.
Öyle ki kitaplarındaki alıntıları tespit eden araştırmacı
gazeteci Murat Bardakçı ve Nihat Genç’in soru ve eleş-
tirileri karşısında susmayı tercih etmiştir.Bu yazarın ki-
taplarındaki aşırmalarla ilgili önemli bir tespiti.(Kaynak:
edebiyatelestiri.com) dikkat çekmesi yönüyle Edebiyat
açısından değerlendirmesini sizler yapınız.
Aşağıdaki karşılaştırmada kullanılan bordo renkli alın-
tılar, Güncel Yayıncılık tarafından Ocak 1996 yılında
yayınlanan, Fuad Carım çevirisi, Pedro’nun Zorunlu İs-
tanbul Seyahati adlı, 16. yy. da Türkler’e esir düşen bir
İspanyol’un anılarını anlatan kitaptan, siyah alıntılar İle-
tişim Yayınları tarafından Ocak 1996 yılında l7. baskısı
yapılan Orhan Pamuk’un Beyaz Kale adlı romanından
alınmıştır.
“...Cenova’dan Napoli’ye giderken, hareketimizi haber
alarak Ponza Adaları’nda bekleyen Türk donanmasının
hücumuna uğradık...” (Pedro s.11)
“Venedik’ten Napoli’ye gidiyorduk. Türk gemileri yolu-
muzu kesti...” (Pamuk s.11)
“...Ama ne olur ne olmaz, gene esir düşebiliriz korkusu ile, kürekçileri sıkıştırmaktan vazgeçtiler. Malüm a, kürek çekenler ya Türk, ya Mağribi. Gemi bir kere zaptedil mi, bunlar artık serbest. O vakit, Türklere, bu bize şunu etti, şu bize işkence yaptı, derler...” (Pedro s.12)”...
Türk ve Mağripli olan kürekçilerimiz sevinç çığlıkları atıyordu; sinirlerimiz bozuldu... Esir düşerse cezalandı-rılmaktan korkan kaptanımız kürek kölelerini şiddetle kırbaçlatmak için bir türlü emir veremiyordu...” (Pamuk s.11)
“...İlk önce, öyle bir niyetimiz olmadı değil. Fakat bir borda ateşi yiyince teslim olduk...” (Pedro s.13)
“Şiddetli bir borda ateşine tutulmuştuk, hemen teslim olmazsak gemimiz batacaktı...” (Pamuk s.12.)
“...Birinin bileklerini, kulaklarını ve burnunu kesip omu-zuna bir pafta yapıştırdılar; paftada şu yazılı idi: ‘Böy-le eden böyle olur’. Öbürünü kazığa çaktılar...” (Pedro
s.12)
AZERBAYCAN TÜRK KÜLTÜR DERGİSİ Eylül - Ekim 200616
“Kazığa oturtulan korkak kaptanımız yeni ölmüştü. Kır-
baççıları, burnunu, kulağını kesip ibret olsun diye bir sala
koyup denize bırakmışlardı...” (Pamuk s.11.)
“...Rampacılar gemiye daldılar ve herkesi çırılçıplak et-
tiler. Beni tepeden tırnağa soymadılar; sırtımdakiler, on-
ların hoşlanmadıkları ve beğenmedikleri şeylerdi. Hem,
sırtımdakilerle uğraşmaya bir lüzum görmediler; yattı-
ğım kamara çok daha değerli eşyalarla doluydu...” (Pedro
s.13.)
“...Rampacılar gemimize ayak basarlarken kitaplarımı
sandığıma koyup dışarı çıktım. Gemi ana-baba günüydü.
Dışarıda herkesi toplamışlar çırılçıplak soyuyorlardı...”
(Pamuk s.14.)
“...Cerrah mısın, diye sordular. Hayır deyince, az kalsın
partiyi kaybediyordum. Bereket versin lafa, sözü geçen
kaptanlardan Durmuş Reis karıştı. Cenevizli dönme
Durmuş Reis ‘İdrar ve nabız hekimidir, cerrahtan daha
faydalıdır” dedi, kürekten işte bu suretle kurtuldum...”
(Pedro s.13.)
“...Sonradan Ceneviz dönmesi olduğunu öğrendiğim
Reis iyi davrandı bana; neden anladığımı sordu. Küreğe
verilmemek için hemen astronomi bilgimden, geceleri
yön bulabileceğimden söz ettim, ama ilgilenmediler. Bu-
nun üzerine bende bıraktıkları anatomi cildine güvene-
rek hekim olduğumu ileri sürdüm. Az sonra gösterdikleri
kolu kopmuş birini görünce cerrah olmadığımı söyledim.
Öfkelendiler, beni küreğe çekeceklerdi ki, kitaplarımı gö-
ren Reis sordu: ‘idrardan ve nabızdan anlıyor muydum?’
Anladığımı söyleyince hem küreğe verilmekten kurtul-
dum...” (Pamuk s.14.)
“...En üste Muhammed’in sancaklarını astılar; bunların altına, bizden aldıkları bayrakları, haçları ve Meryem Anamız’ın tasvirlerini astılar. Külhanbeyler, başaşağı asılan bu haçlarla tasvirleri bir ok yağmuruna tuttular... Derken denizlerde eşine rastlanmayan bir top ateşi kop-tu...” (Pedro s.18.)
“...Bütün direklerin tepesine sancaklar çektiler, altlarına da bizim bayrakları, Meryem Ana tasvirlerini, haçları tersinden asıp külhanbeylerine aşağıdan oklattılar. Der-ken toplar yeri göğü inletmeye başladı...” (Pamuk s.14.)
“...Ulu-Türk, tutsakları görmek istedi. İki bine yakın tut-sağı, ayaklarından zincirleyip sıraladılar; kaptan ve zabit olanları boyunlarından çemberlediler ve bizden aldıkları trampetaları çalarak, boruları öttürek ve bayrakları sü-rükleyerek hepimizi saraya götürtüler...” (Pedro s.19.)
“...Bizleri Padişah’a çıkarmak için zincire vurdular, asker-
lerimizi gülünç göstermek için zırhlarını ters giydirdiler,
kaptanların ve subayların boyunlarına demir çemberler
taktılar, gemimizden aldıkları borularımızı, trampetleri-
mizi alayla ve keyifl e çalarak eğlene eğlene bizi saraya
götürdüler...” (Pamuk s. 18)
KİM NE DERSE DESİN; NOBEL ÖDÜLÜ SİYASİ BİR ORGANİZASYONDUR Çünkü bu organizasyon lobilerin kriterlerine bu defa
Türk düşmanlığı üzerine kurduğu bir faaliyetin değer-
lendirmesidir. Türk edebiyatında Ömer Seyfettin, Peya-
mi Sefa, Yakup Kadri, Yaşar Kemal, Kemal Tahir, Oktay
Sinanoğlu,Halide Edip, daha nice isimler gerçek edebi-
yatın derinliklerini , felsefesini batılı klasikler kadar us-
taca yazıp çizmişken, böylesine paralı kitap tanıtım ya-
zarları ve basım organizasyonların himayesinde ödül alan
bir kitabın değeri ne olabilir ki.
Bu ödülü Türk romanına yada güzel Türkçe’ye verme-
diler. Türkiye’nin hassasiyetleri olan değerleri ve mitleri
üzerine söylenen o malum açıklamalara verdiler. Ermeni
yandaşlığına verdiler. Mustafa Kemal Atatürk’e inceden
hakaret edildi diye verdiler. Gazeteci Emin Çölaşan bir
romandan alıntıyı şöyle aktarmıştı. …çocukluğunda kız kardeşiyle tarlada karga kovalayan sapık bir padişah… sonra kasaba meydanına dolanır.
…Atatürk heykeline sıçan güvercinleri ayıplar…Ata-türk kendini içkiye vermiş meyhane kalabalığına Cumhuriyeti emanet etmiş olmanın güveniyle gülüm-süyordu…. Atatürk’ün leblebi zevkinin ülkemiz için ne büyük bir felaket olduğu… cümlelerinde sanat ve
felsefesi ironik bir yozlaşma ile Türk milletinin duyarlı-
ğını zedelemekten geri kalmamaktadır.
Kar romanında, aşağıda tespitlerimizi sıralayacağımız
gibi ahlaki değerlerin dışına çıkılarak ,porno fi lmlerde
bile kullanılmayacak galiz, ahlaki olmayan bilakis o yö-
renin sosyal yaşantısını aşağılayan, tabuları alt üst eden
sapıkç anlatımlar mevcuttur.Romanın bir bölümünde di-
yaloglar içinde birisi sorar, “Kars’ta ne yapıyordunuz.?”
Karşıdaki nin cevabı şöyledir. ‘‘Şiir yazıyor ve … çeki-yordum.” Böylesine ahlaki değerlerden yoksun ve basit
anlatımlar yine bir başka kitapta “Yeni Hayat “ta şöy-le anlatılmaktadır. … Adam Otele geldi, Hürriyet gazetesi’ndeki çıplak kadın resmine bakarak, o… çekti! ….
AZERBAYCAN TÜRK KÜLTÜR DERGİSİ Eylül - Ekim 200617
Buyursun edebiyat eleştirmenleri, Nobel’in değerli jüri üyeleri. Orhan Pamuk’un Bulunduğu şehrin gizemli ya-şamını anlatan ve böylelikle Nobel ödüllüne layık görül-menin tarif edilmez belagatını.
Bütün bu rahatsızlıklar ve objektif değerlendirme çaba-larımızla baktıkça olumlu bir nokta bulamadık. Orhan Pamuk hakkında olumlu yazanların arasında yer alan veaynı zamanda akrabası olduğunu öğrendiğimiz Hürri-yet gazetesi yazarı, edebiyat eleştirmeni Doğan Hızlan’a
gönderdiğimiz ancak herhangi bir yorum veya yanıt ala-
madığımız mektubu aşağıda sunuyoruz.
Sayın Doğan HIZLANHürriyet Gazetesi Köşe Yazarı16 Ekim 2006 tarihli gazetenizde “Edebiyat tarihine kalacak tek cümle” konu başlıklı yazınızı her yazınız gibi özenle okudum. Yazınızda Nobel edebiyat ödülü verilen Orhan Pamuk için şöyle diyorsunuz. ”Sevgili Orhan’ın bir gerçeğe daha alışmasını hatırlatırım,büyük yazarlar sadece yazdıklarıyla değil, söyledikleriyle de kuşatıl-mış bir hayat yaşarlar.Yazdıklarının ve söylediklerinin hesabı sorulur. Bunu da olağan karşılıyorum ve şaşır-mıyorum.Orhan Pamuk romanlarında; ne Ermeni meselesine, nede Kürt meselesine dair tek kelime yaz-mamıştır.”Siz öyle söyleyin sayın Hızlan, buraya kadar tamamda; sözlü demeçlerinin hiç mi harbiyesi yok.Eleştiri yazıları-nı üst üste koysak tüm romanlarının on katı olan ve siya-sal bir organizasyon içinde değerlendirilen çıkışlarına ne demeli. Yada romanlarında eleştirdiği kutsal değerlerimiz üzerine yazdıkları neyin nesidir.
Aşağıdaki tespitlerimizle daha ne yazılmalıydı ki. Bu
ünlü romanda ulusal değerlerimiz nasıl zedelenmektedir
alıntıları aşağıda birlikte okuyacağız.
Kars’ın tarihini ve değerlerini iyi bilen bir Karslıları ve
Karslı olarak Türk milletini yaralayacak şekilde ustaca iş-
lenen, ancak, maksatlı ve kötü bir ifade ile tasvir edilen
bu romanda, Orhan Pamuk’un İstanbul gibi içinde ya-
şamadığı ve tanımadığı Kars’ta gazeteciyim diyerek do-
laşması sırasında çok iyi bildiği (!)“mistik havayı” üstün
bir özellik olarak yakalayan ve ödül almasında ana ilke
olarak ifade edilen gizemli anlatım Kar romanında da
vardır. Uzun anlatım bozuklukları, kötü tanımlarla dolu
sayfalarda işlenen yegane tema Ermenicilik veya Ermeni
izleri olmuştur.
Okuyacağımız mısralarda, Türk Devletinin ve insanının,
Türk polisinin,Türk Paşalarının dahası Karslıların hiç-
te layık olmadıkları tanımlamalar, aşağılamalar “büyük
yazarları sorumlu tutacak kadar” önem arz eden bir mi-
zansen içinde anlatılmaktadır. Doğrusu sizin gibi değerli
bir edebiyat adamının aşağıdaki tespitler konusunda ne
diyeceğini merak etmekteyiz.Zengin bir Ermeni’nin kırk odalı konağı.(s.17)..bin yıl önce diktikleri kiliselerin bazıları hala haşme-tiyle duran Ermenilerin…(s.25)
Türkiye’nin Ermeniler ile bitip tükenmez kavgaları…(s.30)
Şehri alçakgönüllü bir uygarlık merkezine çeviren Ermeniler...(s.134)
…bir zamanlar yoksul ve hulyalı Ermeni kız-larının Moskova’dan gelen tiyatro guruplarını seyrettikleri..(s.158) Kirkor Çizmeciyan’ın tiyat-ro seyrettiği locanın duvarına isabet eden kurşunun izi..(s.161)
Ermeni demir ustalarının yeteneğini gösteren kapı..(s.169)
Kars’taki ve Anadolu’daki milyonlarca Ermeni’nin bu gün nerede olduğunu..(s.279)
..artık unutmamız gereken Ermeni katliamı iddiaları-nın canlandırılmaya çalışıldığı bugünlerde..(s.279)
… üç tane mektup yazdım.Hiç birini postalayamadım. Utandığım için değil. Postaneden açıp okuyacakları için,Karsın yarısı sivil polistir çünkü..(s.138)
Kars kahvehanelerinde pinekleyen çeşitli istihbarat görevlileri…(s.208)
Alman polisi Türk polisine benzemez. İyi çalışır.(s.253)
…Artık dünyanın zalim milletlere tahammülü yok.(!) (s.276)
o bütün Türk milletini aptal bulduğunu gözlerimizin içine bakarak söylemişti.(s.276)
..Cumhuriyetin batılılaşma heyecanına uygun düştüğü için ilkin benimsemişler. Karslılar Rusların açtığı beş caddeye askerden başka büyük bilmedikleri için Kars tarihindeki beş paşanın adını vermişlerdi.(s.26) Ve daha nice satırlarla 40 yıllık Rus işgalini kutsayarak anlatmanın ve Ermeni nostaljisini mistik bir kültür ar-monisi içinde vermenin gizemli anlatımı ne kadar ger-çekçi olabilir.
Taktirlerinize sunuyorum...
AZERBAYCAN TÜRK KÜLTÜR DERGİSİ Eylül - Ekim 200618
13 Temmuz 2006 tarihinde Ceyhan’da Bakü-Tifl is-Ceyhan boru hattının açılış töreni düzenlendi. İşte bununla Azerbaycan pet-
rolünün dünya piyasasına çıkışı ile ilgili engeller ortadan kaldırılmış oldu. Toplam uzunluğu 1768 km bulunan (443 km Azerbaycan’da; 249 km Gürcistan’da; 1076 km Türkiye’de) boru hattının inşaatı 4 milyar ABD doları-na malolmuştur. Bunun yalnızca inşaat işlerine harcanan para olduğunu göz önünde bulundurmalıyız, boru hattı-nın petrolle doldurulması, mali masrafl ar ve banka faizle-ninin ödenmesi bunun dışındadır. Boru hattıyla her gün 1 milyon barel petrol akıtılacaktır. Şu anda boru hattıyla 400 bir barelden fazla petrol akıtılmakta. 2008 yılında bu rakam 1 milyon barrele ulaşacaktır.
Azerbaycan ekonomisinde yeni aşama sayılan bu tari-hi olaydan sonra ülkenin karşısında duracak olan temel konu petrol gelirlerinin nasıl kullanılacağıdır. 1996 yılın-dan başlayarak petrol çıkarılmasında dinamik artım göz-lendiğinin altını çizmeliyiz. 1995 yılında Azerbaycan’da 9.2 milyon ton petrol üretimine karşın 2000 yılında 13.9 milyon ton, 2004 yılında 15.5 milyon ton petrol üretil-miştir. 2005 yılında ise bu rakam 1995 yılı ile oranla 2.4 defa artarak 22.2 milyon tona ulaşmıştır. Tahminlere göre, 2006 yılında Azerbaycan’da 30 milyon ton, 2007’de 46 milyon ton, 2008’de ise 61 milyon ton petrol üretimi beklenmektedir. Bir taraftan petrol üretiminin hızlı artı-
şı, diğer taraftan da dünya piyasasında petrol fi yatlarının hızlı yükselişi ülkede makro ekonomik göstergelerinin artışında önemli roloynamaktadır. Yalnız 2005 yılında petrol kontratlarından 790 milyon dolar kar elde edil-miştir. 2006’da ise Azerbaycan’ın petrolden 3 milyar do-lar civarında kar elde edeceği tahmin edilir. 2006 yılında yabancı petrol şirketlerinin devlet bütçesine ödeyeceği kar vergisinin 450 milyon ABD doları tutarında olcağı bekleniyor. Bu rakamlar ülke ekonomisinde kes ir bir ro-loynayacak rakamlardır.
Petrol üretiminin artışına paralel olarak Azerbaycan ekonomisine (ağırlıklı olarak petrol sektörüne) yatırılmış sermaye konusunda dahi artış gözlenmiştir.
Ama karşıdaki süre içerisinde Azerbaycan Cumhuriye-ti elde etmiş olduğu petrol gelirlerini akkılıca ve verimli olarak kullanmayacak olursa yeni sorunlarla karşılaşabi-lir.
Çünkü yeni maden yatakları kullanıma sunulmayacağı takdirde 5-6 yıl sonra Azerbaycanda petrol üretimi aza-lacaktır. Demek ki bu süre içinde gayri petrol alanlarının toplam gelişimine, söz konusu alanlarda iş verimliliği-ninve rakabete dayanıklı ürünlerin üretilmesinin artışına, verimli ve devamlı iş yerlerinin oluşturulmasına ulaşıl-
ması hedef alınmalıdır.
AZERBAYCAN PETROL GELİRLERİ
NASIL KULLANILACAK
Makale
Ramil HÜSEYN
AZERBAYCAN TÜRK KÜLTÜR DERGİSİ Eylül - Ekim 200619
Yıllar Genel Sermaye
Yabancı Sermaye
İç Sermaye
1995 544.0 375.1 168.9
1996 932.5 621.0 311.5
1997 1694.5 1307.5 387.2
1998 1932.2 1472.0 460.2
1999 1571,0 1090,2 480,0
2000 1470.0 955.0 515.0
2001 1562,1 1092.0 470,1
2002 2596.6 2034.9 561.7
2003 4326.4 3371 955.4
2004 5922.7 4575.5 1347.2
2005 6669.6 4444.3 2225.3
76.8%
6.3%
1.6%2.4%
1.5%1.7%
3.0%
1.3%0.9%
4.5%
12345678910
1995-2005 yıllarında Azerbaycan ekonomisine sermaye yatırımı (milyon dolar)
2005 yılında Azerbaycan Cumhuriyeti ihracatının mal grupları üzerine bölünmesi
(Genel İhracatın Özel Ağırlığı, Faizle)
Tablodan gödüğümüz üzere Azerbaycan Cumhuriyeti
2005 yılında mineral ürünler (petrol ürünleri) yüzde 76,8
oluşturmuştur ki, bu da norınal sayılmaz. O zaman ne
yapılması gerekiyor?
Ülkenin gayri petrol sektöründe potansiyel gelişim im-
kanlarının mevcut1uğunu göz önünde bulundurmalıyız.
Biz bu imkanların daha fazla tarım alanında gerçekleşti-
rilebileceğini varsayıyoruz. Yüzölçümü 86,6 bin km kare,
nüfusu 8 milyon 265,7 bin (%51,0 kent nüfusu, %49,0
köy nüfusu) bulunan Azerbaycan Cumhuriyeti (Dünya
çapında yüzölçümüne göre 44., nüfus sayısına göre ise 42.
yerdedir) edinecek olduğu petrol gelirlirini verimli şekil-
de kullanmakla hem tarım alanın geliştirebilir.
Hem de devamlı ekonomik gelişime ulaşabilir. Bilirkişi
araştırmalarına göre, yakın 20 yılda Devlet Petrol Fonu-
na aşağı yukarı 200 milyar dolar para girecektir. Petrol
gelirlerinin bir kısmının ülkede tarım alanının gelişimine
1. Mineral ürünler - %76,8
2. Kara, hava ve su ulaşım araçları - %6,3
3. Bitkisel ürünler - %4,5
4. Kimya sanayi ürünleri - %3
5. Aşağı değerli madenler - %2,4
6. Polimer malzemeler - %1,7
7. Yağlar - %1,6
8. Hazır gıda ürünleri - %1,5
9. Dokumacılık malzeme ve ürünleri - %1,3
10. Diğer ürünler - %0,9
AZERBAYCAN TÜRK KÜLTÜR DERGİSİ Eylül - Ekim 200620
yönlendirilmesi yakın gelecekte Azerbayca’nın gelişi-
minde önemli iz bırakacağı olanağı oldukça yüksektir.
Yani petrol gelirlerinin geniş çapta kullanımı zamanı ta-
rım alanı gelişim planlarının Azerbaycan Cumhuriyetin-
de orta ve uzun vadeli ekonomik gelişim stratejisinin ve
buna uygun programların hazırlanması gerekir.
Bu adım bir taftan ülkenin gıda güvenliği programının
başarıyla gerçekleştirilmesi demekse, diğer taraftan da
gelecekte ülke ekonomisinin petrolle direkt bağlantısı
bulunmayan diğer alanlarının da paralel olarak gelişimi
demektir.
Azerbaycan Cumhuriyeti topraklarının %52,3’nün ta-
rıma yararlı olduğunu bilmekte fayda vardır. Tarıma
yararlı alanların 1630,8 bin dönümünü, yani %36,0’ni
ekim yerleri oluşturur ki, bunun da 1102,0 bin dönümü
veya %67,6’ı sulanan topraklardır. Şu anda ülkede tarım
ve orman alanlarında çalışanlar genelolarak çalışanların
%40,0’dır.
Azerbaycan Cumhuriyeti nüfusunun büyük bir kısmı
(%49’u)köy nüfusu olmasından dolayı onları genel olarak
köy işleriyle uğraşmaktadırlar.
İşte bu yüzden tarım sektörü ülkede yalnız sosyal eko-
nomik ilişkiler sistemi Vg yaşam standardını direkt ola-
rak etkileyen faktör değil, aynı zamanda ülke içi işletme
yapılarını ve vatandaşların yaşam biçimini belirleyen
gerçeklik olarak nitelendirilir. Son on yılda tarım sektö-
ründe üretim ve altyapının karakterini etkileyen birtakım
değişim fonunda kendisini daha fazla gösteriyor.
Azerbaycan Cumhuriyetinin bağımsızlığının ilk yılla-
rında diğer ekonomik alanlarda olduğu gibi, tarım tarım
alanında da gerileme olmuş, tarım ürünlerinin aşağı-yu-
karı tamamının üretimi kesin olarak azalmış, sözkonusu
ürünlerin üretimini yapan sanayi müesseseleri durmuş
veya üretimi kısıtlamak zorunda kalmıştı.
Mesela, 1990 yılına oranla 1995 yılında ham pamuk üre-
timi naturel ifadede - 2,0 kez, tütün4,5 kez, sebze - 2,0
kez, tahıl bitkileri - 1,5 kez, üzüm - 3,9 kez, meyve -
1,1 kez, çay yaprağı - 3,3 kez, büyükbaş hayvanlar - 1,1
kez,küçükbaş hayvanlar - 1,2 kez, domuzlar - 5,2 kez,
kuşlar - 2,2 kez, et üretimi - 2,1 kez, süt - 1,2 kez, yu-
murta 2,2 kez, yün - 1,2 kez, koza - 4,5 kez, genelolarak
kiyası değerlendirmeler yapacak olursak bitkisel ürünler
- 1,5 kez, hayvansal ürünler ise - 1,6 kez azalmıştı.
Köylerde devlet mülkiyetinin özelleştirilmesi, tarım sök-
töründe çok sayıda mal üreticilerinin ortaya çıkması ta-
rım ürünleri üretiminde kısmen istikrar sağladı. Öyle ki,
1992 - 1995 yıllarında tarım alanında toplam ürün üre-
timi her yılortalama %12 azaldığı halde, 1996 yılından
başlayarak (1997 hariç) daim artmakta devam etmiştir.
Son 5 yılda tarım ürünlerinin hacim ve yapı dinamiğinin
tahlili gelişimin göstergesidir. Azerbaycan ekonomisinin
durumunu anlatan Tİü (Toplam İç Ürün) 2005 yılında
2004 yılına oranlı fi yatlarla %26,4 artarak 59,4 trilyon
manata (12,6 milyar dolar) ulaşmıştır. 2005 yılında kişi
başına 7,2 milyar manatlık veya 1518 ABD doları hac-
minde, yahut 2004 yıldakinden %25,1 fazla ürün üretil-
miştir. Bu rakamla Azerbaycan BDB ülkeleri arasında
2004 yılında 8. sırada olduğu halde 2005 yılında 4. sıraya
yükselmiştir.
TİÜ’nin oluşumunda petrol söktörünün payı 2004 yı-
lındaki %31,3’den o/041,3’deki yükselmiş ve bu sektörde
gerçek artış %70 olmuştur. Gayri devlet sektörünün özel
ağırlığı ise %73’den %76’a ulaşmıştır. Son 10 yılda (1996
yılında ilk kez ekonomik artış gözlenmiştir) TİÜ oranlı
değerlendirmelerle 2,6 defa, son 5 yılda ise %90 artmış-
tır.
Tarım ürünleri ile ilgili olarak 2005 yılında mısır da dahil
2,127 milyon ton tahıl, 1,083 milyon ton patates, 1,127
milyon ton sebze, 626 bin ton meyve, 364 bin ton bos-
tan ürünleri, 197 bin ton pamuk, 80 bin ton üzüm, 7,1
bin ton tütün, 737 ton yeşil çay yaprağı, 263 bin ton et,
1,252 milyon ton süt, 875 milyon adet yumurta, 13,1 bin
ton yün üretilmiştir. Genelolarak daha öncnki yıla oranla
2005 yılında tarım ürünlerinin hacmi yüzde 7,5 yüksel-
miştir.
Ama ülkenin potansiyel imkanlarını göz önünde bulun-
durursak, gelişimin istediğimiz seviyede olmadığını söy-
leyebiliriz. İşte bundan dolayı Azerbaycan Cumhurni-
yeti agrar gelişim stratecisinin tekmilleştirilmesi ve aynı
zamanda ülkede tarımın çokfonksyonlu proqramının
(multifunctionality of agriculture) savunulması gerek-
mektedir.
Tarım çokfonksyonlu proqramı çağdaş tarımla birlikte
yalnız insanların gıda ve gayrı gıda ürünleri ile temini
ile yetinmiyor, aynı zamanda servis, çevre korunması ve
sözkonusu alan için geleneksel sayılamayan diğer fonks-
yonları da içerir. Bu hallere gelişmiş ülkelerin sosyal eko-
nomik pratiğinde rastlıyoruz.
AZERBAYCAN TÜRK KÜLTÜR DERGİSİ Eylül - Ekim 200621
Resmi belgelerde “Kafkas İslâm Ordusu,” Anadolu halkı arasında ise “Turan Ordusu” olarak tanımlanan bu ordunun fi kir babası Enver Paşa’dır (1).
Nitekim, Rus esaretinden kurtulup Türkiye’ye geçen
Avusturyalı bir yarbay, 29 Aralık 1917’de 6. Ordu Ko-
mutanı Halil Paşa ile görüşerek O’na Kafkasya’daki si-
yasi vaziyetin elverişli olduğunu söyleyince, Halil Paşa
da O’nu Enver Paşa’yla görüşmesi için İstanbul’a gön-
dermişti. Burada yapılan görüşmede Enver Paşa, Avus-
turyalı yarbayın verdiği bilgilerden son derece memnun
kalmıştı (2).
Enver Paşa, Kafkasya’daki bütün İslâm memleketleri-
nin durumunu yakından takip etmek ve onlara gereken
yardımı temin etmek amacıyla, o sırada Trablusgarp’tan
İstanbul’a izinli olarak gelen üvey kardeşi Nuri Bey (Kil-
ligil) ile yarbay Şevket Bey’i Dağıstan’a göndermeyi ta-
sarladı. Aynı zamanda Azerbaycan’da bir kolordu teşkili-
ne karar verdi (3).
Esasen Enver Paşa, daha 1918 yılının başından itibaren
Kafkasya’da güvendiği arkadaşlarının sevk ve idaresinde
özel bir ordu kurulması için faaliyette bulunuyordu (4).
Bununla birlikte Kafkasya’da kurulması düşünülen or-
dunun Bakü’ye cebri yürüyüşü öteden beri Kafkaslar’da
gözü olan Alman ve İngilizlerin tepkisine yol açabilirdi.
Bu nedenle “Azerbaycan merkezli” kurulacak olan bu or-
duya “Kafkas İslâm Ordusu” adı verildi. Bununla birlikte
Azerbaycan’da Türk kuvvetlerinin bulunmadığı, aksine
bu ülkede yerli ahali ve Türk unsurunun bir ordu teşkil
ettiği izlenimi verilmek isteniyordu. Hatta başlangıçta
bütünüyle Azeri milislerden teşekkül edecek bir ordunun
kurulması dahi düşünülmüştü (5).
Ancak bu fi krin gerçekleşmesinin zor ve zaman alacağı
anlaşılmış ve Azerbaycan’la yapılan dostluk antlaşması-
nın 4. maddesi gereğince (4 Haziran 1918), bu ülkeye
Türk birlikleri sevk edilmişti. Bu kuvvetler ileride kuru-
lacak olan Kafkas İslâm Ordusu’nun çekirdeğini teşkil
edecekti (6).
Bu ordunun esas alt yapısını ise IX. Ordudan 5. Kafkas
fırkası teşkil edecekti. Mevcudu 6 bin olan bu orduya kısa
sürede 10-12 bin Azeri gönüllü de katıldı (7).
Kafkas İslâm Ordusu kumandanı Nuri Paşa ve maiye-
tindeki heyet, çetin yol şartlarına rağmen yolculuğuna
devam ederek 9 Mayıs 1918’de Tebriz’e vasıl oldu. Heyet
birkaç gün burada ikâmet etmek zorunda kaldı. Zira, Ur-
miye Gölü civarında Türk ve Ermeni kuvvetleri çatışma
noktasına gelmişlerdi (8).
KAFKAS İSLÂM ORDUSU (1918)
Timur SİLİ
Tarihte Bugün...
AZERBAYCAN TÜRK KÜLTÜR DERGİSİ Eylül - Ekim 200622
Ortalık biraz yatıştıktan sonra heyet, 20 Mayıs’ta Aras
Nehri’ni sal ile geçerek Azerbaycan’ın Zengezur bölgesi-
ne ulaştı. Buraya ayak basar basmaz Nuri Paşa ve yanın-
dakiler, Azeri Türklerinin sevinç gösterileri ile karşılandı
(9).
Nuri Paşa oradayken Ermenilerin Azeri Türklerine karşı
giriştikleri mezalimin büyük boyutlara ulaştığına şahit
oldu. Paşa, bu mezalimin önüne geçmek ve yerli ahaliden
bir kuvvet meydana getirmek için emrindeki subaylardan
bir kaçını bölgede bıraktı. Yüzbaşı Halil Bey’le üç Türk
subayını Nahçıvan ve Ordubad bölgelerine gönderdi
(10).
24 Mayıs 1918’de Yevlah’dan harekât eden heyet, 25 Ma-
yıs 1918’de Gence’ye ulaştı (11).
Nuri Paşa’nın Gence’ye gelişi buradaki soydaşlarımıza
moral kaynağı oldu. Nitekim, Azeri Türkleri bu günü
unutmamış ve Türk askerinin Gence’ye girişini “İmdat
Gücü” veya “Kardeş Kömeği” şeklinde yad etmişlerdir.
Ahmet Caferoğlu’da o anı vurgularken; “...Bu hadise
Azeri Türklüğünün ebedi bir iftiharı, Türk birliğinin de
başlangıcı ve temel taşıdır...” demektedir (12).
Hatta Azeri Türk öğrencileri, gence sokaklarından ge-
çerken hep bir ağızdan:
“Salon (tren) gelir yan gelir,Genceli’ye şan verirGence’nin civanlarıBakü diye can verir”Şarkısını söylüyarlardı.(13)
Kafkas İslâm Ordusu, kuruluşundan itibaren muhtelif
yapı ya da teşkilât değişikliğine uğramıştır. Bu duru-
mun başlıca nedeni değişen savaş şartlarıdır. Nitekim,
Bakü’nün istirdatı için bu ordunun takviyesi ve yeniden
teşkilâtlanması icap etmiştir. Eldeki mevcut kaynaklar-
dan Kafkas İslâm Ordusu’nun ilk teşkilât yapısının şu
şekilde olduğu anlaşılmaktadır (14):
Azerbaycan’da ilk Kafkas İslâm Ordusu’nun teşkilinden
sonra 3. ordunun yeniden yapılanması, 5. Kafkas Fırka-
sının Mürsel Paşa’nın uhdesine verilmesi ve Şark Ordu-
lar Grubu’nun Ferik Vehip Paşa’nın sevk ve idaresindeki
oluşumu sonucu, Kafkas İslâm Ordusu’nun mevcudunda
büyük artış gözlenmiştir (15).
Türk Ordusu Azerbaycan’a geldiği andan itibaren kendi-
lerini sıcak savaşın içinde buldular. Zira, Bolşevik – Taş-
nak müttefi k kuvvetleri, Bakü’yü işgâl etmekle kalmamış,
Azerbaycan’ın toprak bütünlüğünü de tehdit ediyorlardı.
Öte yandan Ermeni komutanı Antranik, Nahçıvan do-
laylarındaki Azeri Türklerini katletmeye başlamıştı bile.
Buna mukabil Kafkas İslâm Ordusu, Bakü’yü kurtarmak
için şu muharebeleri yapmak zorunda kalmıştır (16):
Gökçay (Göyçay) muharebesi, Salyan muharebesi, Aksu
(Ağsu)ve Kürdemir, muharebeleri Şamahı ve Hacıkabul
muharebeleri Ağustos 1918 tarihinden itibaren Bakü ön-
lerinde Kafkas İslâm Ordusu ile Bolşevik – Taşnak birl
leri arasında şiddetli çatışmalar cereyan etti (17).
Bakü’nün kurtarılması uğrunda, Türk Ordusunun muh-
KAFKAS İSLAM ORDUSU
AZERBAYCAN ORDUSU
TÜMEN TÜMEN TÜMEN
ALAY ALAY ALAY
AZERBAYCAN TÜRK KÜLTÜR DERGİSİ Eylül - Ekim 200623
telif cephelerde ve daha ziyade Bakü önlerinde verdiği
mücadele 40. gününü doldurduğunda tarihler 14 Eylül
1918’i gösteriyordu Kafkas İslâm Ordusu da bu günü
uğurlu saymış ve bütün hazırlıklarını ona göre yapmıştı
(18).
Nihayet 14 Eylül 1918 gece yarısı, 15. fırka hücuma geçti.
Türk Taarruzuna daha fazla direnemeyen İngiliz birlikle-
ri, Bakü şehrini terk etmek mecburiyetinde kaldılar. Böy-
lece Bolşevik – Taşnak kuvvetleri, büyük bel bağladıkları
İngilizlerin kaçmasıyla yalnız kaldılar. Artık Bakü’nün
zaptı an meselesiydi (19).
Nitekim 15 Eylül 1918’de Azerbaycan’ın pay-ı tah-
tı Bakü şehri tamamen Kafkas İslâm Ordusu’nun eline
geçti. Bu olay üzerine Nuri Paşa, 5. Kafkas Fırkası Ku-
mandanı Mürsel Bey’e gönderdiği kutlama telgrafında;
şehrin istirdatı esnasında büyük gayret ve başarıları gö-
rülen bütün kıtaat ve efrada övgüler yağdırdıktan sonra
savaşta yararlılıkları görülenlerin mükafatlandırılmasını
istiyordu (20).
Bakü’nün zaptı haberini İstanbul da neşredilen gazetele-
rin hemen hepsi manşetten duyurdu. Bunlardan biri olan
Sabah Gazetesi; “...Bakü evvelce yazdığımız veçhile 36
saatlik şiddetli bir muharebeyi müteakip zapt edilmiş-
tir...” (21).
Vakit Gazetesi ise hadiseye daha ziyade “Türkçülük” nazarından yaklaşarak, haberi şu şekilde duyurmuştur: “Azerbaycan’daki ırkdaşlarımız tabii başkentleri olan Bakü üzerine yürüyerek daha önce Bolşeviklerin eline geçmiş olan Bakü’yü istirdat etmişlerdir.
Bizim Azeri kardeşlerimizin başarılarına sevinmemizin sebebi; bu hükümete tesir ederek, fütuhatçı emeller bes-lemek değildir. Azerbaycan’daki vaziyetin bizi alakadar etmesinin sebebi ırkdaşlarımızın müstakil bir devlet tesis etmelerindendir (22)”.
Yenigün Gazetesi; Azerbaycan kardeşlerimizin pay-ı tahtı olan Bakü’nün Türklerin eline geçmesinden do-layı duydukları memnuniyeti belirtikten sonra, “Allah’a şükürler olsun ki bu mübarek günde milli emelimizin yerine gelmiş olduğunu öğrendik.” Şeklinde haberi nok-talamıştır (23)
Ne yazık ki uğursuz Mondros Mütarekesi’nin (30 Ekim 1918) imzalanmasına müteakip, Kafkas İslâm Ordusu, Azerbaycan topraklarından ve Kafkasya’dan çekilmek zorunda kalmıştır. Kısa bir süre sonra da Azerbaycan toprakları bir kez daha Bolşeviklerin işgâline maruz ka-lacaktır (24).
(1) :Halil Paşa, Bitmeyen Savaş, Haz. Taylan Sorgun,
İst.1972,s.219
(2) :Nasır Yüceer, 1. Dünya Savaşı’nda Osmanlı Ordusu’nun Azer
baycan ve Kafkas Harekâtı, Ank.1996,s.42
(3) :1. Dünya Harbi’nde Türk Harbi-Kafkas Cephesi 3. Ordu Ha
rekâtı III, Ank.1993,s.553.
(4) :Hüsamettin Tukaç, Bir Neslin Dramı I, Ank.1966,s.144
(5) :Nasır Yüceer, a.g.e,s.48
(6) :Mehman Süleymanof, Kafkas İslâm
Ordusu ve Azerbaycan, Bakü,1999,s.92.
(7) :Akdest Nimet Kurat, Türkiye ve Rusya,
Ank.1990,s.531.
(8) :ATASE, BDH, Koll, K.1,D.1-120;1-121
(9) :a.g.a. F.7-1
(10) :a.g.a. aynı yer
(11) :İsmail Berkok, Büyük Harpte Şimali
Kafkasya’daki Faaliyetlerimiz, 94 Sayılı
Askeri Mecmuanın 44 sayılı tarih kısmı,
İst. Askeri Matbaa, (1 Eylül 1934),s.8
(12) :Ahmet Caferoğlu, Azerbaycan,
İst.1979,s.36
(13) : Mucip Kemalyeri, Çanakkale Ruhu Nasıl
Doğdu Ve Azerbaycan Savaşı (1917-1918),İst.1972,s.5
(14) M.Süleymanof, a.g.e,s.118.
(15) : a.g.e.,s.119-121
(16) : Nasır Yüceer, a.g.e.,s.101-102
(17) : ATASE BDH Koll. K. 5309 D. 51, F.72
(18) : M Süleymanof , a.g.e.,s.313-336
(19) : a.g.e.,s.348
(20) : a.g.e.,s.459
(21) : Sabah Gazetesi : (22 Eylül 1918),s.1
(22) : Vakit Gazetesi : (15 Ağustos 1918),s.1
(23) : Yenigün Gazetesi : (17 Eylül 1918),s.1
(24) : Fahri Belen, Türk Kurtuluş Savaşı, Ank.,1983,s.12
4’üncü Ordu Komutanı Cemal Paşa
15’inci P. Tüm. Komutanı Kurmay Yrb. Süleyman İZZET
15 Eylül 1915 Tarihli Kurtuluş Harekatını Yönlendiren Türk İslâm Ordusu Komutanları
AZERBAYCAN TÜRK KÜLTÜR DERGİSİ Eylül - Ekim 200624
15 Eylül 1918 Tarihli Askeri Harekatın İstanbul Basınında Yankıları
AZERBAYCAN TÜRK KÜLTÜR DERGİSİ Eylül - Ekim 200625
ÖLÜM YILDÖNÜMÜNDE TÜRK DÜNYASI EDEBİYATINDA ÖNEMLİ BİR İSİM:
Muhammed Hüseyin ŞEHRİYAR
Türk dünyasının 20.
yüzyılda yetiştirdiği
ünlü şair ve düşünce
adamı Muhammet ŞEHRİYAR
1906 yılında buram buram Türk
kültürü kokan tarihi Tebriz ken-
tinde doğdu. O tarihlerde herkes
gibi medrese eğitimi alan Şehri-
yar daha çocuk yaşlarında iken
edebiyata eğilimi olarak dikkat
çekti. Dar-ul Fünun eğitimin-
den sonra tıp eğitimine devam
ettiyse de son sınıfa geldiğinde
bıraktı. Ana dili olan Azerbay-
can Türkçe’sinin yanı sıra Farsça,
Arapça ve Fransızca dillerini iyi
bilmesi onun edebi yönden ken-
dini yetiştirmesinde etkili oldu.
Genç yaşlarında oluduğu Şeyh
Sadi’nin Gülistan ve Nisab-us
Subyan ve Edvab-ül Cinan gibi
ünlü eserleri okudu. Özellikle
bu yıllarda Şeyh Sadi’den çok
etkilendi. Romantik bir üslupla kaleme aldığı manzum
şiirden bir kısmını birlikte okuyalım:
Sen gül bahçesine gelince gül harap olur. Yusuf ’un kıymeti düşer sen pazara gidince Sen dama çıkınca ay bulutun arkasına gizlenir.Gül değerden düşer sen gül bahçesine gelince. Şehriyar’ın yetiştiği sosyal çevre, tabiat zenginliği, yaşam
biçimi onda ileri tarihlerde yer ederek şiirlerine konu olur.
Yaşadığı Tebriz yakınlarında ki Haydar Baba dağından
etkilenmesi onu abideleştiren manzum eserini meydana
getirmesini, annesinden ana diliyle yazması konusunda,
Azerbaycan Türkçe’sinin sihrinde kendini bulur.
Genç yaşlardan itibaren kendini şiir dünyasının zengin-
liğinde bulan Şehriyar çağdaş Azerbaycan şairleri ara-
sında çok önemli yere sahip iken,
İran edebiyatının neo-klasikleri
arasında haklı konuma sahiptir.
İran’ın ünlü edebiyatçıları olan
Katran, Şems, Haman ve Sadi
Tebrizi gibi ünlüler sırasında anı-
lır. O yazdığı eserleriyle edebiyat
toplantılarının öncelikleri arasın-
da yeri alan bir şair olur. Şiirleri
bestelere ve ressamların tuvalleri-
ne konu olarak giren bir sanatçı-
dır. 1918 tarihli Milli Azerbaycan
Cumhuriyeti’nin manevi etkisiyle
biçimlenen yeni bir şiir türünün
de öncüsü olur. Bir şiirinde duy-
gularını şöyle ifade eder.
…Nefesim yalnız İran’da fırtına koparmadı. Gör ki Türkiye ve Kuzey Azerbaycan’da Ne gürültü ko-pardı.
Görülüyor ki Şehriyar Fars edebiyatına yeni bir soluk
getirmiş bir ustadır. Özellikle gazel kalıbında kalmakla
birlikte Fransız , Türk ve Kuzey Azerbaycan şiirine ilgisi
19.yy. romantikleriyle iç içe zengin bir şiir dünyasında
bulur kendini.
Şehriyar’ın gençlik yıllarında annesi Kukeb Hanım’dan
aldığı nasihat la Eserlerini Ana dili olan Türkçe ile yaz-
ması Türk dünyasında bugün aldığı haklı yeriyle değer-
lendirilmektedir. Edebiyatta bir şaheser olarak bilinen
Haydar Baba adlı manzumesi ile bayraklaşan Şehriyar
dini inançlarıyla donanımlı bir entelektüeldir aynı za-
manda.
Şehriyar’ın annesinden aldığı nasihat ile etkilenmesi
onun en önemli şiiri olan Haydar Baba’yı yaratmasını
sağlar. Haydar Baba şiirini yazma yolunda ki anıyı Gü-
ney Azerbaycanlı gazeteci Ahmed Azer’in anlatımından
orijinal lehçe ile sunacağız. “ Bir gün büyük şairi görmek
Selçuk ÖNAL
Edebiyat-Sanat...
AZERBAYCAN TÜRK KÜLTÜR DERGİSİ Eylül - Ekim 200626
için evine gittim. Bana yeni yazdığı bir şiiri okudu. Ona
dedim ki ; -üstad siz şeire başlayanda mektup kimi yazıp
kutarırsınız. Üstad gülüp dedi, yok men kiçik idim teze
şeir yazırdım. Bir şeire başladım, amma başa çattıra bil-
medim. Sonra kalanını cavanlıkta yazdım. Yenede şeirin
ardı gelmeyip galdı. Kalanını kocalıkta kutardım. Her
şair eser yazanda üzerinde çok çalışır sonrada kutarır eser
olur.
Bir daha sual edip soruştum; -Üstad sizde şeir yazma ga-
biliyeti nece yaranır. Bu vaht o bir papıroz yandırıp derin-
den bir nefes çekti. Ve bir hoş ehval ile göysünü öttürüp
söze başladı; O bele dedi : -Mene şeir alemi anamdan bir
irsdir. Anam savatsız bir gadın idi. Amma onun sinesin-
de bayatılar, laylalar, mahnılar şeirler var idi. Bunların
hamısını özünden deyer idi. Eğer savadı olsay dı yakin
bir gudretli şaire olurdu. Yenede soruştum,
-Üstad siz evvelce Farsça şeir yazmağa başlamıssınız,
nece oldu ki sonra Ana dilinde “HEYDER BABAYA
SALAM” vesair eserler yarattınız. Söz bu yere geldikte,
o yene bir nefes papirostan çekip dedi:
-Tahranda olan illerde anam meni görmek iç ün Tahrana
geldi. Bir gün evde çay demlemek içün samavarın yanı-
na oturmuş idi. Mende ne ise yazırdım ev sakinlik idi.
Bu vaht anam köksünü ötürüp bir ah..çekti. Anamın ahı
meni hayaldan ayırdı. Başımı galdırıp anama baktım ve
soruştum,
-ana ne üçün bele ah çektin. Yagin atam , yohsa Tebriz
yadına tüşdü O ara sesle dedi : yoh oğul ele bele.
Mende birez sonra yorulup gelem defteri kenara goy-
dum. Anam bunu görende iki istekan çak töküp birini
mene verdi.
İç oğul teze çaydı dedi. Çay elimde bir daha soruştum.
Ana de görüm o çektiğin ah neydi. O heç ne demedin
menalı bahışlarla üzüme baktı. Ne deyim oğul.
Men bunan razılaşmayıp birde sordum. O dedi: Sen ki-
çiklikten bu güne geder çohlu şeirler yazıp düzeltmisen
amma men senin bu yazdıklarınnan heç birini annamı-
ram.
Bu arada onun sözünü kesip dedim.
-Ana icaze ver, bu teze yazdığım şeiri senin çün okuyum.
Şeir Fars dilindeyidi.
Çayı yere goyup okudum anam heç ne demeden dikketle
gulak asırdı, şeiri okuyup kutardım, sonra başımı galdırıp
dedim, nece di ana ?
Anam bir söz demeden başını galdırıp ciddi ve menalı
bakışlarla bir söz demeden öz narazılığını bildirdi.
Onun bu soyuk hereketi meni narahat etti. O dodakla-
rında soyuk bir tebessümle bele dedi:
“Oğlum de görüm bir evlad ilk defa kimi tanıyar?” dedim
ananı.
Bu sözden onun simasında bir bir sevinç hissi duydum.
O dedi menim sene öğrettiğim sözler, bayatılar yadında
dı mı ? dedim isteyirsen ohuyum.
Men anamın evde iş görende zümzüme ettiği vahtlar
ohuduğu bayatılardan , yadımda galan şeirlerden bir ne-
çesini ohudum.
Bu halda gördüm ki anam gözlerini bir nöktede durdu-
rup fi kire gedip, gözlerindeki yaş gullelenip, anamın bu
halını gördükte menim halım değişti.
Üreğimde ona olan sonsuz mehebbetim coşdu. Bilmedim
ne söylüyem ki onu haldan ayıram. Men bu halda iken
gördüm ki; anam başını galdırıp üstündeki örpeğinin ucu
ile gözderini sildi ve ‘‘oğlum senin yazdığın Fers dilinde gözel şeirdi, menim sene okuduğum laylalar, bayatılar be hanı? Hansı senin üreğinde olabiler’’. Dedim ana senin üreğ açan bayatıların çok gözeldi. Me-
nede ilham veren onlardı.
O dedi :
- Bes bilirsen mi bu ihmalın sirri nede di? Anamın bu
sözleri sonra ana dilimde, anam hegginde ve bu bare-
de eser yazmama neden oldu. Bu menim ana dilimde ilk
eserim oldu. Sonraları çok yazdığım ama Tahran da ba-
şıma gelen ehvalatlar narahatlıklar içinde bu yazdıklarım
tıpatıp battı. Çok sonraları Heyder Baba ve ana dilinde
şeir yazmağa devam ettim.” diye anlattı.
18 Eylül 1988 yılında Tahran’da hayata veda eden ünlü
şair Şehriyar’ı ölüm yıldönümünde rahmetle anarken
onun en ünlü eseri olan şiirinden bir bölümünü okuya-
lım;
“HEYDER BABA”...Heyderbaba, kehliklerin uçanda,Kol dibinnen dovşan kalhıb, gaçanda,Bahçaların çiçeklenib açanda,Bizden de bir mümkün olsa, yad ele,Açılmayan ürekleri şad ele.Bayram yeli çardahları yıhanda,Novruz gülü, kar çiçeği çıhanda,Ağ bulutlar köyneklerin sıhanda,Bizden de bir yad eyleyen sağ olsun,Derdlerimiz goy dikelsin dağ olsun.Heyderbaba, gün dalıvı dağlasınÜzün gülsün, bulakların ağlasınUşakların bir deste gül bağlasın,Yel gelende ver getirsin bu yanaBelke menim yatmış behtim oyana,Heyderbaba, senin üzün ağ olsun,Dört bir yanın bulak olsun, bağ olsun,Bizden sonra senin başın sağ olsun,Dünya kazov-geder, ölüm-itimdi,Dünya boyu oğulsuzdu, yetimdi....
AZERBAYCAN TÜRK KÜLTÜR DERGİSİ Eylül - Ekim 200627
AZERBAYCAN TÜRK KÜLTÜR DERGİSİ Eylül - Ekim 200628
Bir Türk Eli...
SAHA TÜRKLERİ’NİN ELMAS YURDU
YAKUTİSTAN*Prof.Dr. Orhan KURAL
Yakutistan’ın yüz ölçümü neredeyse Türkiye’nin 4 katı kadar: 3 milyon 103 kilometre kare. Ama, %50’sini Rusların oluşturduğu nüfusu sadece
1 milyon bu yüzden “ıssız ülke” de denilir Yakutistan’a. Başkentin nüfusu ise 200 bin hala orta büyüklükteki bir Anadolu kenti görür Yakutsk: Çökmüş oyma süslü ahşap binalar, kütük evler, sütunlar üzerine oturtulmuş beton yapılar, bozuk yollar, bozuk caddeler boyunca uzanan çir-kin bir doğal gaz boru hattı , eski araçlar. Ancak 1997 yılından sonra 2006 yılında tekrar aynı kenti ziyaret ettiğimde epey bir farklılık gözüme çarptı. Global ve popüler kültür dişlerini gösteriyor. Zaten bu değişikliği turizm ve çalışma bakanı ile yaptığım basın
toplantısında da açıkladım. Artık gece gençler ellerinde birer bira şişesi ve sigara ile jiplerin yanında sohbet edi-yorlar. Disko ile fastfood ve lüks lokantalar dolup taşıyor. Kumarhaneler açılmış. İstanbul’daki Soğukçeşme Sokağı örneğindeki gibi bir sokaktaki tahta evler tek tek restore ediliyor. Modern alışveriş merkezleri açılmış.
Ama size “hoş” geleceğine inandığım bir bilgi vermeliyim hemen: Bu ülkede tam 700 bin göl var! insan sayısından fazla nehir ve göl bulunmakta. Hangisinin ya da hangilerinin kıyısında düşüncelere dal-
mak istersiniz bilemem. Ama eğer yolunuz buralara dü-
şerse, aklınızda bulunsun.
AZERBAYCAN TÜRK KÜLTÜR DERGİSİ Eylül - Ekim 200629
Yakutistan, yeraltı kaynakları açısından da zengin bir
ülke. Neredeyse periyodik cetveldeki her metal var bu-
rada. Söylenceye göre tanrı yeraltı kaynaklarını yeryüzü-
ne dağıtırken Yakutistan üstüne geldiğinde eli donmuş
ve hepsini birden düşürmüş. Elmas, altın, kurşun, kalay,
mika, petrol, doğalgaz çıkartılıyor bu ülkenin toprakla-
rından. Ancak, bu madenlerin işletme hakkı Ruslar’ın
elinde. Bu yüzden Yakutistan’ın madenlerin gelirinden
yararlanma oranı düşük, doğal olarak. Elmasın ancak
%20’sini Yakutlar’a veriyorlar. Onlar ise hisseyi %40’a çı-
kartmak istiyorlar.
Yakutistan’da, yazın ortalama hava sıcaklığı 28-30 derece.
Kışın ise (sıkı durun) -70 dereceye kadar düşebiliyor! Ay-
rıca, her zaman sis var. Kış aylarında her yer kar altında
kalıyor, tüm ırmak ve göller donuyor. Başkent bile yaza
kadar 1-2 metrelik kar örtüsünün altında kalıyor. Topra-
ğın altı da sürekli buz halinde olduğu için, tarıma uygun
değil. Zamanla sert iklim şartlarına uyum sağlayan kısa
bacaklı Yakut atları, yeri eşeleyerek otlarını kendileri bu-
luyorlarmış.
“Madem bu kadar soğuk, ısıtma sorununu nasıl çözmüş-
ler?” diye bir soru gelebilir aklınıza. Doğal gaz, yaygın
olarak kullanılıyor Yakutistan’da. Ama, doğal gaz boru-
ları, buzlanma nedeniyle, yerin altından değil de sütun-
lar üzerine kurulmuş binaların altından geçiyor; yani her
türlü tehlikeye açık!
Başkent Yakutsk, 1632’de Lena Irmağı’nın kıyısına ula-
şan birkaç maceraperest Rus tarafından, Rusya’ya yeni
yerleşim birimleri kazandırmak amacıyla kurulmuş. Lena
ırmağı, bu bölgenin can damarı. Yazın, ulaşım ve taşıma-
cılık için büyük bir fırsat sağlıyor. Kışın ise, tamamen do-
nunca, ırmak üzerinde hazırlanan bir ‘buz yol’ aracılığıyla
ulaşım sağlanıyor.
Kentteki eski ahşap evler artık oturulamayacak durumda.
Yeni evler ise, belirttiğim gibi, hep beton sütunlar üstün-
de. Ama bence bu çimento yığınları çok çirkinler. Ahşap
evlerin zarafeti nerede, beton yığınları nerede!
Kenti gezerken, Yakutistan halkının kökleri nerelere uza-
nıyor, sorusunu soruyorum kendi kendime. İnsan yeter ki
sorsun, öğrenmek istediğine her zaman ulaşabiliyor bir
şekilde. İşte Yakut Türkleri hakkında benim ulaşabildik-
lerim:
Yakut Türkleri kendilerine “Saha” adını vermiş-
ler. Sibirya’nın egemen topluluğu olan Sahalar, Orta
Asya’dan, yaklaşık 900 yıl önce, kitle halinde ayrılıp Lena
ırmağı kıyılarına yerleşmişler. Bazı araştırmacılar, Saha-
ların Moğol ve Cengiz Han’ın baskısı ve zulmüne da-
yanamayarak, XIII. yüzyılda ana kitleden ayrılarak göç
ettiklerini belirtiyorlar. Sahaların büyük çoğunluğunun
X. ve XII. yüzyıllar arasında yani ortalama 900 yıl önce
kuzeye göç ettiği, atalarının ise Baykal Gölü civarında
yaşamış “Üç Kurıkanlar” olduğu da ileri sürülüyor.
Sahalar, Hun-Türk dünyasını oluşturan halkların en ku-
zey doğusunda yaşayan grubu oluşturuyorlar. Mevcut
kültürlerden ve teknolojiden uzun süre uzak olmaları,
Sahaların, eski Türk dili, dini ve kültürünün birçok un-
surunu çağımıza kadar yaşatmalarını sağlamış. Ana kit-
leden çok eski zamanlarda ayrıldıkları için, günümüzdeki
Saha Türkleri’nin dilinde ve folklorunda, eski Türk dili
ve folklorunun birçok özelliği ve örneği bulunuyor. Ya-kutistan, 1632’de Çar Rusya’sına bağlanmış. Her boyun kendine has damga, bayrak, parola ve kuşu varmış. Boy
reisine “toyun” deniliyordu. Başlıca uğraşları, avcılık, ba-
lıkçılık ve hayvancılıktı. At yetiştirmekle ustaydılar, ayrı-
ca da becerikli madenciydiler. Atları -60 (‘da bile dışarıda
kalabiliyordu. 1922 yılında da, Sovyetler Birliği’ne bağlı
“Yakut Özerk Cumhuriyeti” kurulmuş. Sahalar, 1917 yı-
lından itibaren, Semen Novgorodov’un Latin alfabesini
kullanmaya başlamışlar. Latin alfabesi ancak 22 yıl kul-
lanılmış. 1939’dan sonra ise mecburen Kiril alfabesinin
kullanımına geçilmiş.
Sahalar, kullandıkları dile “Saha tıla” (Saha dili) diyor-
lar. Saha dili konusunda en kapsamlı araştırmayı Eduard
Karloviç Pekarskiy yapmış. Pekarskiy, hazırladığı “Saha
Dili Sözlüğü”ne, toplam 25 bin kelime almış. 1907-1930
yılları arasında, 13 cilt olarak basılan bu sözlükte, keli-
melerin anlamlarının yanı sıra, sözlü gelenekte yaşayan
folklora ait pek çok unsura da yer verilmiş. Atatürkümüz
de Saha Türkleri’nin dili ile ilgilenmiş ve bu 13 ciltlik
sözlük, isteği üzerine 1937 yılında kendisine hediye edil-
miş. Atatürkümüz de güzel Türkçemizi hazırlarken bu
sözlükten çok istifade etmiş. Bizde onlar gibi sayıyoruz.
Bir, iki, üç, dört ...
Yakutistan, uzak ve soğuk bir yer olması nedeniyle, Çar-
lık Rusya’sı zamanında sürgün yeri olarak tercih edilmiş.
Tabii Ruslar bu bölgedeki Rus nüfusunu arttırmak is-
tediklerinden hep göçü de teşvik etmişler. “Parmaklık-
sız Sürgün” adı veriliyormuş bu sürgünlere. 1917 Ekim
Devrimi’nden sonra da devam etmiş sürülmeler. Çar
ailesinden genç bir prensin ölümüne neden oldukları
AZERBAYCAN TÜRK KÜLTÜR DERGİSİ Eylül - Ekim 200630
için sadece Volga kıyısındaki bir kasabadan 3 bin kişi
öldürülmüş. Tabii ki, sürgünlerin birçok olumsuz yanı
var. Ama, Saha Türkleri’nin kültürlerinin araştırılması
ve değerlendirilmesi çalışmalarını doğurmuş olması gibi
olumlu sonuçları da olmuş. Bakın, Sofronov “Ana Yurt”
adlı şiirinin dizelerinde nasıl anlatıyor ülkesini:
Ölen adamın toprağın altında yatışı gibi Doğduğum anayurdum Kalın karla kaplanmış Sessiz yatar Hızlı akan Irmağım Kocaman buzla engellenir Çözülmez; yüklenir; ayakta durur Kara ormanımKalın bir şapkayla kaplanır; Ayakta durur Dumanlı çadırda Şiddetli ayazızın boğduğu Çaresiz insanım Büzülüp yatar
Lena nehri yaşamın kendisidir. Baykal Gölü’nden do-ğup 4400 kilometre sonra Kuzey Buz Denizi’ne dökü-len dünyanın en uzun on birinci nehri Lena, yılda 540 kilometre küp suyu denize akıtır. Lena ve kolları tam 50 bin kilometre kare alanı kaplar. Başka özellikleri de var bu suyun! Bir defa bin yıldır hep aynı yolu çizmektedir. Üzerinde herhangi baraj veya bir elektrik santrali yapılmamıştır, böylece ekoloji dünyanın bu bölgesinde korunmaktadır. Altmış yedi milyon yaşında olan Lena’nın suyu hala içi-lebilir ve kendisi dünyanın en temiz nehridir. Genişli-ği bazen 40 kilometre ulaşır ve bu özelliği ile Guinness dünya rekorları kitabına girmiştir.
Lena Nehri kışın 210 günü donar. Üzerinde açılan yoldan trafi k işler. Bu caddeye “Yakut asfaltı” derler. Lena Nehri 240 bin ufak-büyük su ile buluşur. Lena canlıdır. Onunla konuşulur. Ona ricalarda bulunulur. O da bu gelen is-tekleri dinler, değerlendirir. Kaptanlar Lena’yı memnun etmek için sık sık ona hediyeler atarlar.
Başkent Yakutzt’un 200 kilometre güneyinde Lena Neh-
ri boyunca 80 kilometre uzanan 2,3 milyon yıl önce kır-
mızı kum taşından tektonik olaylar sonucu oluşmuş dik
kolonlar zaman içinde sertleşiyor ve yükseklikleri 200
metreye ulaşıyor. Bunlara Lena Sütunları deniliyor. Lena
ile Buotama Nehri arasında kalan alan bugün milli park
ilan edilmiş ve korunuyor. Elbette bu etkileyici jeolojik
formasyonlar bu bölgede yaşamlarını sürdüren Şaman
“halklar” için önemli bir ibadet yeri olmuş ve ölülerini
bu kırmızı dağlara gömmüşler.
Rusya’da olduğu gibi, bu kentte de, insanlar sık sık saati
soruyorlar. Çoğunda, kol saati yok. İnsan, ister istemez
kıskanıyor. Zamana ve saate bu kadar bağımlı yaşayan ve
her dakikası programlanmış bir insan olarak, bir yerlere
yetişme stresi ve endişesi taşımadan yaşamanın ne kadar
güzel olabileceğini düşünüyorum. Bir de aklıma Borges
geliyor. Hani, ne için yazdığını soranlara, “Zamanın akı-
şını yumuşatmak için yazıyorum.” demişti ya; bu büyük
yazar, Yakutistan’da yaşamış olsa ne derdi, kim bilir?
Yakutistan’da “soğuk” her şeye hakimdir. Rüzgarın “kral”
olup güneşin ancak zaman zaman müdahale ettiği, ge-
nellikle güneş amcanın uzaktan olayları seyrettiği bir
ülke burası. Yazın ise bu coğrafyada güneş batmaz. Bu-
lutların üstünde kızıl, mavi mor dalgalar yayarak uzun
süre direnir. Gece henüz siyah giysilere bürünmeden
tekrar mavi, sarı ve kızıl kıyafetlerle Yakut semalarında
tekrar yükselmeye başlar.
* Makale ‘‘Gezgin’’ adlı dergiden alınmıştır.
AZERBAYCAN TÜRK KÜLTÜR DERGİSİ Eylül - Ekim 200631
Bir kitap bir insan...
Iğdırlı Araştırmacı ve Eğitimci Nizamettin ONK’un uzun emek verdiği Kafkasya’dan Anadolu’ya ‘‘IĞDIR TARİHİ’’adlı eseri Türk Dünyası Araştırması Vakfı tarafından yayımlandı.
Yazarın Kendi kaleminden ön sözünü yayınlıyoruz.
Tarihte büyük devletler
kuran Türk ulusu uygarlıkta
insanlığa yön verniştir.
Başlangıçtan bugüne kazandığı yüce-
likle ileri adımlar atarak vakur çehre
kazandırmıştır.
Türk tarihi insanlıkla su yüzüne
çıkmıştır. Hak, adalet, insaf, yiğitlik
Türk’e has vasıftır. Böyle güçlü bir tari-
hin akışında Oguz-Eli Igdır’ı görmek,
Igdır’ı yaşamak etkilemez mi insanı!..
Henüz ortaokul sıralarında idim. Kalemi-
mi Iğdır’ın geçmişine yöneltmek geldi içim-
den! .. çünkü akşamlar bir araya gelen yaşlılar geçmişi,
anılarını anlatırlardı. Bizde ilgiyle dinlerdik. Igdır
yakın zamanlarda büyük olaylara sahne olmuştu. Rus
egemenliği baskıları, Doksanüç (1877) Türk-Rus Savaşı
‘nda ezilmeler, 1914-1915 Sarıkamış felaketimiz sürekli
konuşulurdu. Hele Ermeni mezalimi bitmez, tükenmez
sohbetlerdi. Derin acılar bırakan bu olayları yazmak geldi
içimden ...
Günler, haftalar, aylar, yıllar geçti. Durmak, yorulmak,
bezginlik bilmedik. Araştırmayı, incelemeyi, yaşananları
toplamayı sürdürdük. Uzak tarihi
kitap, gazete, dergi sayfalarında
ararken tarih olmuş eserleri de yerin-
de görmeyi ihmal etmedik. Olayları
yaşayanları dinledik ...
Zor işin içindeydi. Anlatan-
lar heyecanlarına duyduklarını
katıyorlardı. Daima gerçeğin
aydınlanmasına dikkat ettik. Acele
etmeden bir ömrün yarım yüzyılını
verdik...
Çalışmamızda belgelerin sağlam
olmasına özen gösterdik... Avrupa, Sovy-
etler Birliği, Türk Cumhuriyetleri kütüphaneleri, bilgin-
leri yakın dostumuz oldu.
Dalgalana dalgalana ilerleyen gücümüzle, doğru, yansız
bir kitap yazdık... Milli birlik ve beraberliğimizin
pekiştirilmesine katkıda bulunacağı umudundayız.
“Kafkasya’dan Anadolu’ya IĞDIR Tarihi” adlı
kitabımızın cazibesi geniş, aydın zümreyi ilgilendirip
kaynak olacaktır, büyük boşluğu dolduracaktır.
Tarihsever halkımızın hizmetine sunduğumuz bu es-
erimizle bir damla fayda sağlarsak mutlu olacağız.
AZERBAYCAN KÜLTÜR DERNEĞİ
KÖRFEZ ŞUBESİNİN
5. olağanüstü genel kurulu
23/09/2006 günü saat 17.00’de
dernek binasında yapıldı.İstiklâl Marşı’nın okunması ve saygı duruşundan sonra gündemin 2. maddesine göre
divan oluşturuldu. Divan başkanı Nizamettin ARPAT katip üyeliklere Mühendis DANY-ILDIZ ve Kurban ÖZÜM seçildi. Gündemin 3.maddesine göre faaliyet raporu ve dene-tim kurulu raporları okundu ve ibra edildi. Gündemin 4.maddesine göre seçimlere geçil-di. Yapılan oylama sonucunda yönetim ve denetim kurulu üyeleri aşağıdaki gibi oluştu.
YÖNETIM KURULU ASIL ÜYELER: YÖNETIM KURULU YEDEK ÜYELER: Turgut CAFEROGLU Engin KAZGAN
Akil SEVİLMİŞ Aslan CANKAYA Vahit KORKMAZ Ahmet KORKMAZAbdullah SALAR Ahmet KIRANRamazan GÜNAL SAyhan YILMAZMehmet PAMUK Sucu AKÜZÜMMüs/üm KURAK Nevzat SALAR
DENETLEME KURULU ASİL ÜYELER DENETLEME KURULU YEDEK ÜYELERKenan ELMA Mehmet ÖZÇELİK
Mustafa DURMUŞ Veli ERBAŞ Gencay AKÜZÜM Türkay KAYA
GENEL MERKEZ DELEGELERİMehmet PAMUKRamazan GÜNALMüslüm KURAK
Dernek Haberleri...
AZERBAYCAN TÜRK KÜLTÜR DERGİSİ Eylül - Ekim 200632