Upload
hoangtuyen
View
234
Download
3
Embed Size (px)
Citation preview
1
1600 – 1750
arok Dönem, Rönesans Döneminin
toplumsal ve ekonomik bunalımına karşı,
soyluların kültürel ve sanatsal alanda
egemenliğini ilan ettiği bir dönemdir.
Dönem, adını Portekizce barocco (düzgün olmayan
inci) kelimesinden almıştır. Başlangıçta “Barok”
deyimi Rönesans sanatına tepki olarak doğan yeni ve
hareketli bir mimari üslup için kullanılmaktaydı. Bu
yeni dönem, müzikte, anlatımda ayrıntılara dek inen
ağırbaşlı ve görkemli bir üslubu biçimlendirir.
Her çağda olduğu gibi Barok Dönem’ de de müzik,
dönemin diğer sanatlarıyla (mimari, edebiyat, resim)
benzer özellikler taşır. Bu dönemde sanatın her
alanında görülen aşırılık ve süsleme, müzikte de en
belirgin özellik olmuştur.
Uzun cümleli, süslü, zaman zaman karmaşık ve
gösterişli bir anlatım sergileyen bu dönem
eserlerinde kontrpuanla homophone yazının birlikte
kullanılması, dolgun ve görkemli bir üslubun
biçimlenmesini kolaylaştırmıştır. Burada kullanılan
homophone sözcüğünün anlamı, eşlikli tek sestir.
Ezgiyi yorumlayan parti ön plana çıkar, öteki sesler
eşlikçi durumunda kalır. Bu yazı tekniğine armoni
adı verilmiş, majör ve minör tonaliteleri
kullanılmıştır. Çokses hesapları dikey olarak
yapılmıştır.
Dönemin sonuna doğru armoni sistemi aydınlığa
kavuşmuş, gam ve akorun analizi yapılıp
tanımlanmıştır. Akorların kurallara uygun sınıflaması
ve kullanımıyla her türlü etkinin elde edilebileceği
savunulmuştur.
Şifreli bas, insan sesini desteklemek amacıyla yaygın
şekilde kullanılmıştır.
XVI. yy ortalarından Johann Sebastian Bach’ın ölüm
tarihi olan 1750 tarihine kadar olan süreyi kapsayan
Barok Dönem, Erken ve Olgun Barok Dönem
olmak üzere iki dönem hâlinde incelenir.
Erken Barok Dönemde senfonik orkestralar
oluşmaya başlamış, kantat ve opera gibi sahne
sanatları filizlenmiştir. Gabrieli, Monteverdi,
Frescobaldi, Carissimi bu dönem besteciler
arasındadır. Cladio Monteverdi’nin opera eserleri
Erken Barok Dönemin en önemli yeniliklerinden
olmuştur.
Olgun Barok Dönemindeki konçertolar, solo çalgı
ve orkestra topluluğunun karşıtlığından doğmuştur.
Bu dönemde öne çıkan dört büyük besteci; Jean
Philippe Rameau, Antonio Vivaldi, Johann
Sebastian Bach, George Friedrich’dir. Abartılı
süslemelere tepki olarak doğan Rococo akımı Olgun
Barok Dönemde ortaya çıkmıştır.
B
Kazım ÇAPACI
BAROK DÖNEMDE MÜZİK
2
Rönesans Dönemi müziğinin durgun, duygulu
anlatımına karşın serbestlik, coşku ve karşıtlık içeren
müzikal anlatım, Barok Dönemin en önemli
özelliklerini oluşturur. Müzikteki bu anlatım
zenginliği ses gürlüklerini gösterme ihtiyacını
doğurmuş ve ses gürlüğünü gösteren işaretler ilk kez
bu dönemde ortaya çıkmıştır.
Barok Dönemin ideal ses anlayışı tiz bir ses ve gücü
çalgılarla artırılmış bas sesin yalın bir armoniyle
birleştirilmesi ilkesine dayanır. Sürekli bas olarak
anılan bu özellik Barok Dönemi bestecilerinin
armoniyi zenginleştirmeleriyle ortadan kalkar. Bu
dönemde çalgısal müzikteki gelişmeyle önceki
dönemlerden farklı olarak ritim ve eserin sonuna
gelindiğini belirten kadans belirginleşmiştir.
Barok müzik yalnızca sedası bakımından değişmiş
olmakla kalmamıştır. Çünkü biz onu bambaşka
koşullarda, örneğin Aziz Matta Pasyonu’nu Kutsal
Cuma yortusunda kilisede toplanan o zamanki
Leipzigliler olarak değil, konser salnunda dinleriz.
Yine de onlardan daha az duygulanmayabiliriz.
Seslerin her değişikliğinde nota mantığı varlığını
sürüdürebilir; bununla da kalmaz; bu, bizim
dilimizdir.
Barok Dönemi müziğiyle ortaya çıkan duygusal
abartı ve süslemeler, notaları ve sembolleriyle,
müziğin anlatımını güçlendiren unsurlar olmuşlardır.
Bu dönemde müzik eserlerinde kullanılan
normalden küçük ebatlardaki notalar ve özel
işaretler şeklinde karşımıza çıkan süslemeler,
müziğin normal akışını engellemeksizin eseri bir
nakış gibi süslerler.
Bu süslemelerden bazıları şunlardır:
Trillo (tril), ana ses ile komşu ses arasında çok hızlı
gidip gelerek uygulanır ve uzun sürer.
Mordente (mordan), asıl sesle komşusu arasındaki
çok hızlı gidiş gelişle asıl sesin belirginleşmesini
amaçlar.
Acciaccatura (açakatura), birinci sesin çarpıp
kaçmasıyla asıl sesin vurgulanmasına denir. Çarpma.
Appoggiatura (apajiytür), melodideki bir notayı
öne çıkarmak amacıyla önceden komşu notayı bir
çırpıda seslendirmektir.
Anticipation (antisipasyon), akor içindeki bir
sesin gelmesi beklenen yerden ve zamandan biraz
önce getirilmesi işlemidir.
3
BAROK DÖNEMDE KULLANILAN FORMLAR
Bu dönemde müzik biçimlerindeki keskinlik eğilimi,
belli formların ortaya çıkmasını hazırlamıştır: süit,
sonat, konçerto, konçerto grosso, füg, aria,
resitatif… gibi.
Passion, kantat, oratoryo ve operalar bestelenmiş,
senfonik orkestralar oluşmaya başlamış, farklı ses ve
çalgılar için değişik partiler yazma geleneği; suit,
prelüd ve konçertoların doğmasını sağlamıştır.
Solo çalgılardan oluşan bir topluluğa tüm
orkestranın karşılık verdiği concerto grosso
yaygınlık kazanmıştır.
Rönesans ile birlikte kilise dışına çıkan besteciler,
soyluların desteği ile saraylarda müzik yapmaya
başlamışlardır.
Bu dönemde tüm müzik türlerinde değişiklikler
oluşmuş, armoni öğesindeki gelişmeler ve kromatik
aralıkların kullanımı bugün kullandığımız majör ve
minör dizilerin belirginleşmesini sağlamıştır.
Çalgılar ve enstrumantal müzikteki ilerlemeler
sonucunda sonat, canzona, riccercare ve toccata
gibi yalnız çalgılar için bestelenen müzik biçimleri
ortaya çıkmıştır.
Tema ve çeşitleme yöntemi Barok Dönemin
başından sonuna gelişme göstermiştir. 1745’te Bach,
enstrümantal biçim olan füg bestelemeye
başlamıştır. Yalın bir temanın füg ve kanon
yöntemleriyle ayna benzeri tersten okunarak
çeşitlendirilebileceğini göstermiştir. Bu tarzda
yazılan Toccato, fantasia, partita, passacaglia
(paskalya) bu dönemde ortaya çıkan yeni çeşitleme
biçimleridir.
1. Concerto grosso.. Geniş konçerto. Barok
Dönemde sonat formuna göre yazılmış
konçerto. Solistler grubu ile orkestranın
diyalogu üzerine kurulu eserdir. Küçük bir çalgı
grubunun, orkestranın geri kalan çalgılarıyla
karşıt durumda olduğu yapıttır. Bugünkü
konçertolar, konçerto grosso’nun gelişimden
oluşmuştur.
2. Oratorio. Kutsal konulu bir metin üstüne
çalgılar, koro ve solistler tarafından söylenmek
üzere yazılmış, sahnelenmeyi gerektirmeyen tür.
3. Toccata. Tek bölümlü bir çalgı müziği parçası
olarak XVI.yy’da doğan ve Barok Dönem
boyunca özellikle org ve çembalo gibi klavyeli
çalgılar için yazılmıştır. İtalyanca dokunuş
anlamına gelir.
4. Concerto. Uluslararası sanat müziğinde solo
çalgı ve orkestra için, iki temalı sonat formunda
yazılan etkileyici, görkemli eser biçimi. Antonio
Vivaldi bu formun babası olarak anılır.
4
5. Füg. Müzik sanatında önemli ve değerli bir yeri
olan, özünde taklit sanatına dayalı, armoninin
olanaklarından yararlanarak kontrpuan tekniği
ile yazılmış Barok Dönem müzik biçimi. Latince
kaçış anlamına gelir. Füg’te seslerin birbiri
ardına sıralanması, kovalamayı andırmaktadır.
Kontrpuan yazısı biçimlemelerinden biridir.
Tema (konu) önce tek başına bir seste sunulur,
sonra diğer sesler birbirleri ardından
kontrpuansal kurallarla konuyu izler. XV. ve
XIV. yy’larda basit kanonlar anlamına gelirdi.
Polifonik geleneğe dayanarak füg bu yüzyıllarda
gelişmiştir. Kuralların sıkılığı ve tonal karakterin
olanaklarından yararlanarak, XVIII. yy’ın ilk
yarısında füg’ü doruk noktasına eriştiren J.S.
Bach olmuştur.
6. Opera. Eser anlamında müzikli sahne oyunu.
Bu formun ilk örneği 1597’de Ottavio Rinnucini
(1562-1621)’nin şiirsel metni üzerine Jacopo
Peri (1561-1633)‘nin bestelediği Dafne adlı
eserdir. Partisyonu günümüze ulaşmamıştır.
7. Passion. İsa’nın yaşamını ve çarmıha gerilme
öyküsünü dile getiren motet benzeri bir tür.
8. Suite. Aynı tonda benzer biçimde ama değişik
etkilerde olan dans parçalarının birbirini
izlemesinden oluşan çalgı müziği biçimi.
Bölümleri genellikle; allemande, courante,
sarabande, gigue şeklinde sıralanır.
– Opera ve Oratorio –
talya, XVII.yüzyılda siyasal açıdan İspanyol
hakimiyetindeydi. Napoli Kral yardımcılığı, Sicilya,
Sardinya, Milano Dükalığı ve Toskana’yı yöneten
İspanya, hegomanyasını dolaylı olarak Kilise Devleti
üstünde hissettiriyordu. Toplumun moral çökme
işaretleriyle yeni doğan özgür düşünce tohumlarının
aynı zamanda bulunduğu bu karışık ortamda, müzik
tek eğlence ve çeşitli sınıfları bir araya getirebilen tek
sanatsal biçimdi.
XVII. yüzyılın müzik olayı, lirik dramın yani operanın
yaratılışıdır. Bu müzikli gösteriler, soyluların sarayında
doğmuş ve oldukça kısa bir sürede ücretle girilen halk
tiyatrolarına yerleşmiştir. Müziğin tiyatro gösterilerine
katılması ilk kez değildi. Antik çağdan beri müzik,
sahne müziği gibi sunulurdu. Fakat XVII. yüzyılın
başında doğan ve büyük bir güçle kendisini kabul
ettiren olay, yalnız müzik için tasarlanmış temsilin
doğuşudur. Opera, o dönemde yaygın olan monodik
şarkıdan doğmadı. Madrigal sanatının gelişip yaygınlık
kazandığı XVI. yüzyılda bile aynı polifonik eserin
sadece luth ya da sadece viol ya da gitar gibi tek
enstrüman eşliğinde solo ses için trnskripsiyonlarına
bolca rastlanıyordu. Opera, bu tarzın aksine reçitatifin
bulunuşundan doğdu. Yani, konuşulan dili müzikal
olarak ifade etmek demek olan yepyeni bir sanattan.
Bir dramın tamamen müzikle sunuluşunda, sözlerin
şarkıcılar tarafından ifadesi olayı XVI. yüzyılın
sonlarıyla XVII. yüzyıl başının en dikkate değer
buluşudur. Gerçekten de reçitatifin bulunuşuyla müzik
artık koro, bale, ara müziği, aria, madrigal…’ de olduğu
gibi ikinci derecedeki rolünden sıyrılmış, şiirle aynı
sıraya yerleşmiştir.
Barok dönem operasının tanımı, “solo sesler korolar,
danslar ve orkestra için yazılmış lirik dram”
şeklindedir. Opera sözcüğü Latince eser demek olan
“opus” ve “operis” sözcüklerinden gelir. Başlangıçta
operanın türünü belirtmek gerekliydi. Opera sacra
(kutsal opera), opera seria (ciddi opera), opera buffa
(komik opera) gibi.
Operaya “lirik dram” da denir. Eski Yunan’da tiyatro
için yazılan manzum metne “dram”, bestelenen drama
ise “lirik dram” deniyordu. Çünkü lyr çalgısı Antik
Yunan’da yaygındı. Bu antik çalgı, günümüzde bile
müziğin sembolü kabul edilir. XVIII ve XIX. Yüzyıl
İ
5
operalarının uvertür, entrodüksiyon, aryalar, düetler,
triolar, kuartetler, kentetler, sextetler, septetler,
oktetler.. vb., baleler, korolar ve final gibi çeşitli
parçalardan kurulmasına karşılık başlangıç operalarının
parça türleri çok sınırlıdır. Operaların dramatik akışları
içinde gerektiği yerde parçalar ara müziği (interlude) ile
ayrılır.
Flaman okulunun polifonik yazısında üst sese üstünlük
verilmişti ve çalgı eşlikleri kontrpuan tekniği ile
gerçekleştirilmekteydi. İtalya’da Floransa’da 1600’lere
doğru doğan ve gelişimi çok hızlı olan bu yeni müzik
biçimi, XV ve XVI. yüzyılların müziğini sönükleştirdi.
Bu gelişmeleri anlamak için Rönesans Floransası’na
bakmak gerekir. Floransa’da, Grek sanat idealine
dönerek Eflatuncu bir estetiği yeniden yaratmak
düşüncesi, sanatçıları birleştiren güçlü bir amaç
olmuştu. Başrolü müziğe veren bir tiyatro göstergesi
oluşturmak için müziğin trajediye, dizelerin anlamını ve
ifadesini bulandırmadan eklenmesi gerekiyordu.
Varnio Kontu Giovanni Bardi ve Jacopo Korsi’nin
desteklediği bir grup seçkin sanatçı ve entelektüel,
antikitenin yüksek bir anlatım aracı olan Grek
trajedisini canlandırmak için deneysel çalışmaları
yapıyordu. Bu toplantılarda sanatta devrim
sayılabilecek görüşler ortaya atılırdı. Soyluların
sarayında çalışan ve Camerata adı verilen bu grup,
besteci, ozan ve şarkıcılardan oluşuyordu. Bunlar,
kontrapuantik kargaşadan uzak, konuşmaya elverişli,
şiir ve müziği eşdeğerde birleştiren, Antik Yunan
yalınlığına uygun ve onu yeniden diriltecek eserler
vermeye çalışıyorlardı. Ancak yeni ve duyulmamış bir
şey buldular: Opera. Opera, gün ışığına çıkmadan
önce, uzun bir gelişme çizgisini aşmamış olan tek
müzik biçimidir.
Bardi Sarayı’nda yapılan çalışmalarda, tek sesli ezgiyi
bağımsız hale getirmek için kontrpuandan uzaklaşmak
gerektiğine inanılıyordu. O sıralrda, sözlerle uyum
sağlayan yalın ve doğal ezgiler düşünülüyordu.
Camerata’nın toplantılarında bu düşünceleri savunan
Vincenzo Galilei (1520-1591), Dante’nin İlahi
Komedya’sının Ugolin sahnesini bu tanımlara uygun
olarak besteledi ve viyola eşliğinde kendisi söyledi.
(Vincenzo Galilei, astronom Galileo Galilei’nin babası,
besteci ve luth ustası). Grubun çok beğendiği, onun
dışındaki bestecilerin tepkiyle karşıladıkları bu müziğin
armonisi çok fakir ve başarısızdı. Buna karşın Bardi
Sarayı’ndaki çalışmalar sürdü. Bu arada, yine Floransalı
Camerata’da yer alan amatör bir besteci, Emilio del
Cavalieri (1550-1602), iki pastoral yazdı: “Il Satiro” ve
“Disperazione del Fileno”. Cavalieri, bu eserlerde
farklı bir şarkı söyleme tarzı kullandı. Bunu da
“Recitando” (anlatır gibi) deyimi ile ifade etti.
Floransaki akademik çalışmalar, Cavalieri’nin açtığı
yoldan ilerledi. Şarkıcı ve besteci Giulio Caccini (1550-
1618) ve Jacopo Peri (1561-1633) bu yeni üslubun
kurallarını saptadılar. Müzikte, konuşmaya benzer
doğal bir şarkı tarzı aradılar. Caccini, “Yeni Müzik”
adlı eserinde şöyle diyordu : “İyi şarkı söylemek için
süslü ezgilere gerek yoktur. Bir eseri bestelerken ya da
icra ederken düşünceyi, sözleri iyi anlamak, onları zevk
ve heyecanla ifade etmek, kontrpuan bilmekten daha
önemlidir.”
1594’te Peri, ozan Rinnucini’nin metni zerine
“Daphne” adlı pastorali besteledi. Eser, Floransa’da
Kont Korsi’nin sarayında temsil edildi ve halk
tarafından çok beğenildi. Bundan üç yıl sonra, gerçek
bir opera olmamakla beraber, ilgi çekici bir eser doğdu:
Orazio Vecchi (1550-1603)’nin Amphiparnasso’su. Üç
perde ve bir ön bölümden kurulu olan eser bir
pastorale, yani sahnelenmeye uygun madrigaller
dizisidir.
6
1600 yılı, büyük operanın doğuş yılıdır. Peri, yine
Rinnucini’nin metni üzerine “Euridice” yi yazmıştır.
Eser, 6 Ekim 1600’de Pitti Sarayı’nda, Floransalı seçkin
entellektüeller önünde temsil edildi. Peri’nin
Euridice’si, günümüze ulaşabilmiş ilk operadır. Aynı yıl
Roma’da Emilio del Cavalieri’nin “Rapperantatione di
Anima et di Corpo” adlı eserinin temsili yapıldı.
Mediciler tarafından siyasi bir görevle Roma’ya
göndeirlmiş olan Cavalieri, reçitatif tarzındaki şarkıyı
böylece Roma’ya taşımış oldu.
Çağın en önemli bestecisi Monteverdi’dir. Monteverdi,
yeni operanın ateşli taraftarlarından biriydi.
Orpheo’dan (1607) Poppe’nin Taç Giymesi’ne kadar
(1643) yazdığı bir seri opera, derin duyarlılığın ve
yüksek anlatım gücünün ürünü oldu. (bkz.
Monteverdi).
İtalya’da opera alanındaki çalışmalar sürdü. Roma’da
şarkıcı besteciler okulu kuruldu. İtalya’da opera
alanındaki çalışmalar sürerken Roma’da şarkıcı
besteciler okulu açıldı Francesco Cavalli “Serse” adlı
operasıyla parlarken, Marc Antonio Cesti
üçbölümlü aryayı besteleyen ilk besteci oldu. .
Venedik’te “Symphonia” adı verilen çalgı
müziklerinin sıkıştırılması da bu dönemin yenilikleri
arasındadır. Venedik, aynı zamanda, hareketsiz dram
olan kantat’ın oğduğu yerdir.
Alessandro Stradella’nın eserleri ilk koçertolar
tarihinde olduğu kadar opera tarihinde de önemli
sayılır.
XVII. yüzyıl sonu ile XVIII. Yüzyıl başında Napoli,
operanın parlak bir uygulama alanı olmuştur. Bu
kentin verdiği en önemli besteci, Napoli ekolünün de
kurucusu olan Alessandro Scarlatti’dir (1659-1725).
Napoli Kral Kilisesi’nin baş mugannisi ve
konservatuvar öğretmeni olan Scarlatti, 125 opera, çok
sayıda oratorio, missa ve çalgısal eser vermesine
karşılık, çağında yeteri kadar iyi değerlendilememiştir.
Floransa operası sözlere ağırlık vermişti güzel
sesleriyle tanınan Napolililer arsında Bel Canto,
gerçek bir zafer kazandı. Etkileyici ezgiler ön plana
geçti. Artık İtalyan operasının özellikleri iyice
belirginleşmişti.
Chapel Royal of Naples
İtalya’nın sınırları dışına taşan opera, dünyayı
fethetti. Lirik eserler Avrupa’ya yayıldı ve hemen
Amerika’ya sıçradı. İtalyan orkestra şefleri ve
şarkıcılar durmaksızın seyahat etmeye başladılar.
Avrupa prenslerinin saraylarında ün kazandılar. Halk
üzerindeki etkileri büyük oldu. Ziyaret ettikleri
ülkelerin müzik yaşamında hatırı sayılır bir yer
tuttular. Onların diktatörlüğü, 150 yıl boyunca yalnız
tiyatrolarda değil, aynı zamanda saraylarda, hatta
kiliselerde sürdü. Ancak, İtalyan operasının
egemenliği, bir süre sonra öteki ülkelerde tepki
uyandırmaktan geri kalmadı.
İngiliz estetiğinin ilk ürünleri Henri Purcell’,n
eserlerinde kendini gösterdi.
Fransa’da bu dönemde, Floransa doğumlu Jean
Baptiste Lully parladı.
Almanya ve Avusturya’da İtalyan Operası kendini
kolayca kabul ettirdi. Johann Wolfgang Franck
(1641-1673-8), Reinhardt Keiser (1674-1739),
7
Johann Casper Kerll (1627-1693), Johann Joseph
Fux (1660-1741), Johann Adolp Hasse (1699-1783)
ulusal opera kavramına yaklaşan eserler veremediler
ve İtalyanca sözler üzerine opera yazmakla
yetindiler.
RANSA VE İTALYA’DA XVIII. YÜZYIL
KOMİK OPERASI VE BOUFFON’LAR
SAVAŞI
Fransa’da Komik Opera
Fransa Opera komiği, ulusal panayır tiyatrolarının
bir ürünü olarak ortaya çıktı. St Laurent Panayır
Tiyatrosu’nda 1674 yılında kuklalar kullanarak opera
taklidi temsiller verildi. Dört yıl sonra da gerçek
aktörlerle, dans ve şarkıların yer aldığı bir oyun
sahneye kondu. Fransız operasının kurucusu (1669)
olan Jean Baptiste-Lully, bunların yasaklanmasını
sağladı. Bu olay üerine, panayır aktörleri, yalnız
jestlere ve mimiklere dayanan oyunlar sunmaya
başladılar. Sahnede, üzerine bası şarkı sözleri yazılı
levhalar bulunurdu. Müziğin sırası gelince, dört
kemanla bir obua’ya indirgenmi olan orkestra
başlangıç ölçülerini çalar, seyirciler de hep birlikte
şarkı söylemeye başlarlardı. Aktörler, oyunun
gerektirdiği hareket ve mimiklerle gösteriyi
sürdürürlerdi. Halkın pek hoşuna giden bu garip
uygulama, 1716’ya kadar sürdü. Bu sırada bir tiyatro
sahibi, şarkı, dans ve çalgı müziğinin yer aldığı
oyunlar sergileme izni elde edince, Jean-Joseph
Mouret gibi besteceilerin de bu türde eser vermesi
ile gelişen bu gösterilere “Opera Komik” adı verildi.
İtalya’da Opera Buffa
İtalyan Oprea Buffa’sı (Gülünç Opera), Opera Seia
(Ciddi Opera) denen Büyük Opera türünden doğdu.
Müzikli trajediler olan ilk İtalyan operalarının gülünç
ögeler taşıdığı da oluyordu. Zamanla bu ögeler
birleştirilerek Ciddi Opera’da iki perde arasında
seyirciyi oyalamak için sunulmaya başladı. Bu küçük
gösteler daha sonra müzikli komediler olarak
bağımsız biçimde geliştiler. Stradella, Allessandro
Scarlatti, Pergolezi, Galuppi gibi besteciler bu tarzda
eserler verdi. Bu eserler, kısa bir üvertür, aryalar ve
akıcı resitatifleden oluşuyor, hiçbir şekilde konuşma
bölümleri taşımıyorlardı. Bu bakımdan Fransız
komik operasından ayrılıyorlardı. Sahne müzik
niteliklerini tam olarak taşıyan İtalyan opera
buffaları, müzikte taklit ögelerine büyük yer verir ve
genellikle gerçek yaşamdan seçilen konuları işlerdi.
Bouffon’lar Savaşı
1746 Ekim’inde Paris Comedie-İtalienne
Tiyatrosu’nda Pergolesi’ nin La serva Padrona’sının
ilk temsili oldukça sessiz geçti. 1752 yılında bir
İtalyan topluluğu tarafından gerçekleştirilen ikinci
temsil çok büyük bir başarı sağladı. Bu olay,
Bouufon’lar savaşaının ndeni değilse bile, bahanesi
oldu. O tarihte de müzikseverler günümüzdeki gibi
iki düşman sınıfa ayrılmıştı. Birinci grupta
toplananlar, müzziği ne özel kültür ne de özel bir
dikkat gerektirmeyen sevimli bir eğlence, bir
dinlenme aracı olarak görüyorlardı. Öteki grupta ise,
müziği anlayabilmek için hazırlayıcı çalışmalara,
araştırmalara ve başarısı oldukça zor ödenen uyum
sağlamaya gerek duyanlar yer alıyordu. Kısacası,
birinciler kolay müziği seviyordu, ikincilerse bilgiyle
yazılmış olanı… İtalyanlar, dinleyiciyi tembelliğe
itiyorları. Oysa Rameau’nun armonilerini anlamak
gerekiyordu.
Opera Buffa’nın tarafarları ile Fransız müziğini
savunanlar arasında şiddetli tartışmalar başladı.
Kraliçe, Bouffonları tutuyordu. Kral ve Pampoudor
ise Fransız müziğini koruyorlardı. La SErva
Padrona’nın temsillerinde; Durante’nin, Jonelli’nin
Rinaldo da Capua’nın oldukça sıraddan eserlerinin
temsillerinde, iki parti iki loca altında
gruplaşıyorlardı.: Kral köşesi, kraliçe köşesi …
Kavgaların, şiddetli hicivlerin, düellorların, gizli
mektupların, sert tartışmaların yer aldığı bir
mücadeleydi bu…
Rousseau’nun “Fransız müziği üzerine mektup”
undan anlaşıldığına göre kraliçe ve taraftarlarının
bğenisi hiç de ulusal bir zemine dayanmamaktadır.
Rousseau der ki: “Fransız müziğinde ne melodi, ne
de ölçü vardır. Çünkü dil buna uygun değildir.
F
8
Fransız şarkısı, kulağı tıamalayan bir havlama gibidir.
Fransız besteciler, ses müziği yazmakta usta
değildirler, ayrıca nüanslarında Fransızca karşılıkları
yoktur.” Rousseau’nun eleştirileri sürüp gitmektedir.
Ancak o, böylece gelecekteki Fransız ulusal
operasının da tanımın apmış oluyordu. Rameau’nun
müziği ise ona bilgiççe, karmaşık, gürültülü ve
anlaşılmaz geliyordu. Kendisi de la Serva
Padrona’nın etkisiyle yalın,hafif, kolay anlaşılır
“Köyün Falcısı” adı önemsiz operayı yazan Jean
Jacques Roesseau’nun görüşleriyle, Rameau ve
Lully’nin müziğini savunanların anlayışını
uzlaştırmayı başaran, bir Alman besteci oldu:
Christoph Willibald Gluck.
ratorio. XVII. yüzyılın en gözde
biçimlerinden olan oratorio, solo sesler,
ses grupları, koro ve orkestra tarafından
icra edilen dini drama verilen addır. Oratorio
sözcüğü, dua etmek anlamına gelen “orave”
fiilinden gelir. Roma’da, Ruhani Meclis’in toplantı
salonu olan Orator’da icra edilen kutsal esere, bu
yere görelikle oratorio denmiştir. Oratorio ile orta
çağınkutsal oyunları (Mystéete’ler) arasında ilişki
olmakla beraber doğumu operayla aynı döneme
rastlar. İkisinin de vatanı İtalya’dır. Oratorya, ilk
doğandır ve biçimini iki Romalıya, Emilio del
Cavalieri ile Giacomo Carissimi’ye (1605-1674)
borçludur. Roma’da kilise müziğini yönlendiren
Carissimi, solo kantatın gelişmesinde ve XVII.
yüzyılın başında kutsal konulu opera gibi görülen
oratorionun biçimsel yönde genişleyerek
bağımsızlığını kazanmasına önemli rol oynamıştır.
Carissimi’nin oratorioları sahne için değil, kilise için
düşünülmüştür. Bu bakımdan bestecinin Jephte,
Judicium, Salamonis, Jonas ve Baltazar
oratoriolarında reçitatif olarak şarkı söyleyen bir
anlatıcı kullanılmıştır.
Opera ve oratorionun başlangıçtaki gelişmeleri
paralel olmuş, ancak daha sonra ayrılmakla
kalmamışlar, rakip duruma geçmişlerdir. Opera, halk
tiyatrosuna karşı zafer kazanırken; oratorio,
tiyatroyla ilgili her şeyi atmış, kostüm, dekor ve her
türlü sahne aksiyonundan arınmıştır. Bu durumda,
parçaların ve konunun bütünlüğünü sağlayacak yarı
konuşur – yarı şarkı söyler üslupta bir anlatıcının
varlığı kaçınılmaz olmuştur. XVII. yüzyılda
Giacomo Carissimi’nin getirdiği anlatıcı (historicus),
sahne hareketi, dekor ve kostüm gibi ögelerin yerine
geçmiştir.
Oratorio’da konunun din olması şartının zaman
zaman dışına çıkıldı.
Hareketsiz dram olan oratorionun modern yaratıları,
dinsel konuları bıraksalar da yüksek ve seçkin bir
felsefeyle, bir idealle ya da doğanın hemen hemen
kutsla sayılan gerçekleriyle iç içe olmaktan vaz
geçmediler.
Oratorio da ayrı ayrı birçok parçadan oluşmuştur.
Solo ve korolar arasına aria, düet, trio vb…
biçiminde ezgiler yerleştirilmiştir. Orkestra eşliği
parçaları ayırmaya yarar. Uvertür, ara müziği ve
marşlar, yalnız orkestranın çaldığı parçalardır.
İtalya’da Emilio del Cavalieri, Rappresantatione di
Anima et di Corpo adlı eseriyle daha çok dinsel
opera yazarı olarak kendini gösterir. Carissimi’nin
operaları ise, ön plana çıkan korosu ve seyrek
armonilemesi ile XVII. yüzyılın ilk yarısında
biçimlenmeye başlayan kanatla akrabalık kurmuştur.
Bu dönemin önemli ürünlerinden birini Alessandro
Stradella vermiştir. Bestecinin San Giovanni Battista
adlı oratoriosu zengin anlatımıyla dikkati çeker.
O
9
lmanya’da Dinsel Müzik
Almanya’da oratorio ve onunla akraba
olan passion, dinsel kantat gibi müzik
biçimleri, Schutz, Schein, Csheidt,
Praetorius, Buxtehude, Pachelbel, Kuhnau,
Rosenmüller, Demantius, Teile, Löeve gibi
müzisyenlerde gelişti.
XVII. yüzyılın en önemli Alman teorisyen ve
bestecilerinden biri olan Turinge’li Michael
Praetorius (1571-1621), Hans Leo Hassler gibi
Venedik Okulu’nun en ileri besteleme yöntemleriyle
Alman geleneklerini birleştirerek Lutherci felsefeye
uygun, arı ve görkemli bir üslubun oluşmasında rol
oynamıştır. 1604’te Brunswick Dükü’nün Chapel
ustası olan ve ölene dek bu görevde kalan Praetorius
anıtsal eserler vermiştir.
Alman dinsel müziğinin gelişmesinde iki İtalyan
besteci, Giovanni Gabrieli ve amcası Andrea
Gabrieli önemli etken olmuşlardır. Bu iki büyük
öüretmenin ellerinde kişilik kazanan Hassler,
Sweelinck ve Schütz, özümsedikleri üslubu ve
yarattıkları geleneği iki kuşak (yaklaşık yüz yıl) ileriye
taşıyabilmişlerdir.
Saksonya’nın dünyaya verdiği dev besteciler arasında
“Üç Büyük S” diye anılan ve birer yıl arayla doğan
Schütz, Schein ve Scheidt, Alman müzik geleneğinin
temel taşları kabul edilir.
üksek Barokun mantıktan aldığı zevkin bir
sonucu da Scarlatti’nin sonatlarının ve
Bach’ın enstrümantal yapıtlarındaki o denli
sık olan dans bölümlerinin ilkesini oluşturan, her biri
tekrarlanan, ikincisi birinciyi yansıtan iki bölümlü
parça gibi standart biçimsel tiplerinin artan
önemiydi. Duru simetrinin (tekrar ve yansıtımın)
yöntemine uygun değişiklikle (önerme-yanıt ile)
kaynaşması, dönemim özelliğidir ve buna, da capo
aria, füg ve konçerto gibi bu denli yaygın ve
birbirinden çok farklı olan yapıtlarda da rastlanabilir.
Bunlardan “da capo aria” yalnızca opera seria’da
değil, dinsel yapıtlarda ve kantatlarda da her zaman
vardı. Füg de pek çok amaca uyabiliyordu. Bugün
özellikle Bach’la birleştiriliyor olsa da, fügler
Sweelinck’in öğrencileri kuşağının eski stildeki
kontrpuan yeni armoni biçemiyle birleştirme
ustalığının devam ettirildiği Almanya’da yetişen çoğu
besteci tarafından yazıldı. Bu aşamada fügler için
tercih edilen biçim, klavye müziğiydi ve çoğunlukla
bu gibi yapıtlar doruğa çıkış formları nedeniyle bir
prelüd, br toccata ya da passaglia’yı örten bir kapanış
işlevine sahip olacaklardı. Besteci ya da icracı olan
barok müzisyenler yapıtlarına uzanlatım (retorik)
biliminden kazandıkları anlayışı getirdiler ve bir
fügün sergileme bölümünden (exposition) çıkıp
anlatım sonuna (peroration) girmesi,
konuşmadakine benzer.
Bir füg melodik bir konu ile başlar, sırayla giren
hemen hemen her keresinde toplam dörde yakın bir
ses tarafından mutlaka taklit edilir. Bir kez seslerin
tümü söylenirken, olağan olarak tam taklitten kopuş
olacaktır. Konudaki bir öge, olasılıkla böyle
geliştirilebilir. Bunun ardından hepsi, izleyen
aşamalarda çoğunlukla (bütün ses aralıklarının
tersine çevrildiği, tizlerin pes, peslerin tiz olduğu)
ornatımla (inversiyon) ve (değerleri iki kat uzun olan
nota değerleriyle sona varışa uygun görkemli bir
yavaşlama yaratan) artırımla (augmentation)
sunulacak olan konuyla ilgili taklit bölümler ve ara
pasajlar içinde ilerler.
A Y
10
Füg esas olarak bir Alman formu olmasına karşın,
konçerto her yerde vardır. Terimin kökeni
İtalyanca’dır ve artık kesin biçimde tanımlanan
konçertolar, enstrümentalistlerin birlikte konser
verdikleri parçalardı. İlk örnekleri, 1700
dolaylarında, aralarında Bologna’da Giuseppe Torelli
(1658-1709) ve Venedikli Tomaso Albinoni (1651-
1751)’nin bulunduğu barok bestecilerden geldi.
Konçertonun her yerde var olması, kökenbilimsel
(etimolojik) akrabası olan konserin her yerde var
olmasından ileri gelir. 18. yüzyılın ilk yıllarında
Telemann, üniversite kenti Leipzig’te düzenli müzik
yapan ve Bach’ın oraya besteci-koro şefi görevine
atandığı 1723’te hala varlığını sürdürmekte olan bir
forum olan “collegium musicum”u kurdu. Bach’ın
başlıca görevleri, kilise için rutin dini törene hemen
hemen haftada bir, bir kantat yazıp prova ve icra
etmek, aynı zamanda da collegium için de beste
yapacak vakit ayarlamaktı. Venedik’te dinsel metin
icraları kadar, sonat ve konçertolar içeren konere
benzer ayinler, kibar dinleyicileri kentin kalabalık
gayrimeşru çocuk nüfusu için kurulmuş olan
kurumlara çekti. Vivaldi, 1703’te kızlar için kurulan
böyle bir sığınma yurduna atanmıştı. Paris’te en çok
tutulan konser dizileri 1725’te kurulan ve aynı
şekilde din ve enstrümental müzik karışımlarına
adanan Concert Spirituel idi. Bu sırada Handel
Londra’da, Avrupa’nın en zengin konser yaşamına
ulaşmıştı; bir yandan da kente başka ülkelerden, ya
turne yapmak ya da kalmak üzere art arda
müzisyenleri getiriyordu.
Besteciler ve icracılar Londra’ya opera için de
geliyorlardı. François Raguenet gibi birçok İngiliz
centilmen de İtalya’daki operadan çok büyük haz
alıyor ve yurtlarında daha fazla sayıda opera olmasını
istiyorlardı. Bu amaçla, 1705’te İtalyan operasını
sunmak üzere bir şirket kuruldu ve bu şirket,
1710’daki ilk gelişinde Handel’in en çok dikkatini
çeken şey oldu. Şarkıcılar, rakip besteciler gibi,
İtalya’dan getirtildi, hepsi yanlarında operanın peşi
sıra taşıdıkları mutad taşkınlığı, bencilliği ve
entrikaları da getirdiler, ama aynı zamanda Handel’in
göz kamaştırıcı partisyonlarının gelmesini de
tetiklediler. Handel, librettolarını büyük ölçüde son
İtalyan repertuarından aldı, ama özellikle de capo
aria’ları en çok dramatik çıkış sağlayacak şekilde
yerleştirdi. Sahnenin kapanış aşamasında oyunun
şatafatlı giysiler kuşanmış ve heyecanla
elektriklenmiş durumdaki kişileri, (aralarında bir
reçitatifin bulunduğu durumlarda) bir solo parçanın
ardından yüksek sesle tiriller çığırıyorlardı; bu ancak,
işlenen konunun ilerleyişi sırasında ölmüş olan
kişilerin de aralarında yer aldığı bütün karakterlerin
koroya katılacakları son sahnede değişiyordu.
İtalya’da olduğu gibi başlıca karakterleri kastratolar
seslendiriyordu; böylece neredeyse tüm yapıt tiz
seslerin-aryaların işlediği öfkeyi, sevinci ve acıyı
canlandıran ve Handel’in keşfettiği öz sunumunun
çift anlamlılıklarını ve saçmalıklarını da dile
getirebilen seslerin gösterisi haline gelecekti. Hepsi
İtalyan olan yıldız şarkıcılara ödenen akıl almaz
ücretler, basında saldırılara ve akıl almaz rekabete
yol açtı. Londra’daki opera kendi başarı yolundan
felakete saptı, Handel’in birçok yapıtını rafa kaldırdı.
Handel’in bu operalarının büyük bir bölümü,
kastratolar için yazılmış kahramanlık rollerini
üstlenecek yeteri kadar kontrtenorun yetiştiği,
yapımcılarla izleyicilerin sihirli çekiciliği güzellikle,
düzenbazlığı gergin duygu ile birleştiren bir sanata
değer verdikleri 1980’lere kadar sahneye geri
dönmedi.
Bach’ın müzikli dram alanındaki büyük denemeleri -
Aziz Matta Pasyonu ile ondan önceki Aziz Yuhanna
11
İncili’ne dayanan denemesi (1724) – Handel’İn
opera ile uğraştığı, örneğin “Guilio Cesare in
Egitto” (Julius Sezar Mısır’da, 1724)’yu ve
“Rodelina” yı (1725) yarattığı sırada geldi. Bazı
bakımlardan aradaki zıtlık çok büyüktür. Bach,
dinleyicilerini –daha çok cemaat üyelerinin- her
birinin hemen hissedeceği ve açıkça katılacağı bir
öykü anlatıyor, buna karşılık opera seria’larda olduğu
tarzda, Handel’in operaları, ana karakterin gizli
kuşkuları ve arzularını çarpıcı şekilde dışa vurdukları
yabancı diyarlara yerleştiriliyordu. Bach’ın
pasyonlarında zıtlıklara faklı bir biçimde bakmak
üzere olayları yoğun bir anlatım ve yorum içinde
sunmasına karşın, bunlar Handel’de sahnede rol
alıyordu. Ayrıca, Handel’in sadece varlıklı bir kentin
en zenginlerine hitap etmesine karşın, Bach’ın
pasyonları giriş bileti almayı gerektirmiyordu. Yine,
Bach’ta merkezi öyküyü sunan tenoz İncil yazarıyla
karşılıklı söyleşen İsa’yı söyleyen bas solisttedir,
buna karşılık Handel’de heyecan her şeyin
üstündedir. Handel’in aria’ları çok hızlı ve
gösterişlidir ve çoğunlukla bir cadenza’nın
(şarkıcının isterse katılabileceği bir süsleme)
eklenmesiyle daha hızlı ve gösterişli kılınmıştır; zaten
bir yıldız, alkışlanmaktan emin olmadan sahneden
ayrılmaz. Buna karşılık Bach’ın şarkıcıları yerlerinden
ayrılmıyorlardı ve onlar için alkış yersiz olacaktı.
Tempoları buna uygun olarak daha ılımlı
olabiliyordu.
Bu iki tip çalışma arasında benzerlikler de vardı.
Tipik Handel operası normal olarak iki kastrato ya
da önemli rollerde üç kadın (Giulio Cesare sekiz rol
içermesi bakımından olağanüstü zengindir),
mütevazı bir orkestra ve sürekli bas eşliğinde altı
şarkıcı düzenindedir ve kanıtlar Bach’ın kantat ve
passionlarının da aynı büyüklükteki güçler tarafından
söylendiğini düşündürür. Hem Bach’ın, hem de
Handel’in aryaları, vokal çizgiye yol gösteren ve
gölgeleyen bir solo çalgıyla quasi düetler (sözde
düet, düetimsi) olarak icra edilir. Bach’ın aryaları,
Handel’in aryaları gibi da capo formundadır ve bu
form, açımlanmakta olan anlatımı temponun
yavaşladığı bir ana getirir. Bunu farklı nedenlerle,
Handel’de anlatımda, Bach’ta düşüncede, ama aynı
form içinde ve tek heyecan türlerine yoğınlaşarak
böyle yapar.
Bu dönemin müziği, her kesimde tek bir simetri ve
tekrar kurarak sonuna kadar korunacak belli bir
anlatım türüne sahip olur. Gerçekte da capo aria’nın
kontrastı buna dayanır; ruh hali birden değişir ve
hemen hemen duygusal bir anahtara bir
dokunuşuyla aniden geri döner ve ister opera, ister
dinsel müzikle ilgili olsun, barok müzikal dramın öz
doğası haline gelir. Solistler, bu uzatılan şiddetle
tutkulu kararlılık anlarında kendilerini dile getirirler.
Bu dönemin tarihinde ve söylencelerinde, solo
müzisyenin tek başına dinleyen bir kişi için
rahatlatıcı olarak çaldığı müzik, sık sık yeniden
ortaya çıkar. Bach’ın 1741’de yayımlanan bir saat
süren, klavye parçaları dizisi, Goldberg Çeşitlemeleri
konusunda, Johann Gottlieb Goldberg (1727-1756)
adlı bir erkek çocuğun, efendisinin uykusuzluğunu
iyileştirmek üzere çalması için yazılmış olduğuna
ilişkin, olasılıkla uydurma olan açıklama bunun
başka bir örneğidir. Bu gibi öykülerin arkasında,
icracı müzisyenlerin icraların değerlendirilmesindeki
değişme yatar; artık değer verilen büyük icra
ustalığından çok, özel rahatlama ve avutmadır.
12
GOLDBERG ÇEŞİTLEMELERİ – BWV 988
(Goldberg Variations BWV 988: Klavierübüng)
“Barbitüratlar çağından önce uykusuz zenginler
uyumak için başka yollara başvururlardı. Yüksek dozda
müzik birebir ilaç sayılır ve bunu uygulamak üzere bir
de yatılı müzisyen tutulabilirse bu, hastaya şifaya
kavuşmuşçasına iyi gelirdi.
Bach’ın “Goldberg Çwşitlemeleri” adıyla anılan “2
Klavyeli Klavesen İçin Bir Raya Üzerine Değişik
Varyasyonlar”ı, müzik tarihinde ilk kez, uykusuzluğa
çare bulmak için ısmarlanan bir beste olarak ün
kazanmıştır.
Bach’ın yaşam öyküsünü 1801’de ilk kez yazan
Göttingen Müzik Direktörü Johann Nikolaus Forkel
(1749-1818)’e göre Goldberg Çeşitlemeleri (1741),
Rusya’nun Dresden Büyükelçisi Kont Hermann Carl
von Kaiserlingk için bestelenmiştir. Forkel’in
ilettiklerinin doğruluğu kuşkulu olmakla beraber “Aria
mit verschiedenen Veraenderungen” (Muhtelif
Çeşitlemeli Arya) başlığı altında 1741 ya da 17422de
yayınlanan ve tüm dünyada tanınan eserin bu sevimli
adını Goldberg’e borçluyuz.
J.S: Bach’ın Johann Theophilius Gottlieb Goldberg
(1727-1756) adlı öğrencisi, zengin Kont Kaiserlingk
tarafından kendisinin uyku vericisi olarak tutuldu.
Konttan çağrı alınca Goldberg, yatak odasının
yanındaki odaya ayaklarının ucuna basarak girer ve
oradaki klavseni yavaşça çalardı. Zaman gelir bir
oturuşta saatlerce çalar, repertuarı tükenirse doğaçlama
yapardı. Daha sonra Kaiserlingk ‘in aklına bir fikir
geldi. Kendisine uyku getirici özel bir besteye sahip
olmanın iyi olacağını düşündü. Goldberg ona, bu işi
hocasının yapmasını önerdi. Bunun üzerine Johann
Sebastian Bach ile sözleşme yapıldı. Bach, altın bir
kupa içinde iki yüz düka karşılık (başka bir kaynağa
göre de 100 Louis altını bulunan bir enfiye kutusu), her
dinleyeni uyutması kesin olan bir parça bestelemeyi
kabul etti. Bunun sonucunda, günümüzde “Goldberg
Çeşitlemeleri” olarak bilinen otuz çeşitlemeli görkemli
arya ortaya çıktı. Bu parça Kont Kayserling’i memnun
etmekle kalmadı, uyuttu da. Oysa günümüzde
dinleyiciler, kontrpuantal çeşitlemeleri izleyip keyfine
varmak için uyanık kalıyorlar ve bu “ninni”nin
bestecisini alkışlıyorlar.
Bach’ın yaşamında tek bir besteden en çok para
kazandığı ve 1742’de basılan bu çeşitlemeler, 1725
yılına ait “Anna Magdelena” Bach’ın müzik
defterinden alınan bir şarkı üzerine kurulmuştur. ¾’lük
ölçüde, Sol Majör tonda ve ağır bir dans olan
sarabande biçiminde yazılmış sakin, zarif ve süs
notalarıyla bezenmiş 34 mezürlük arya, 30 çeşitlemeyle
işlenerek bir müzik anıtı yaratılmıştır. Bach’ın klavyeli
çalgı alanındaki besteleri arasında bir zirve oluşturan
eser, parlak İtalyan virtüözlüğünü, zarif Fransız
besteciliğini, sağlam Alman tekniğini kapsar. Önemli
olan özelliklerinden biri de, çeşitlemelerin aryanın
melodisi üzerine değil de, bas partisi üzerine
yazılmasıdır. Ayrıca üçü dışında hepsi sol majör tonda
olan otuz çeşitleme, usta bir düzenle on gruba
bölünmüştür. Her grup serbest stilde teksesliden
(unison) dokuz sesliyr kadar kanonları içerir. Bu arada
bazı çeşitlemeler klavsenin tek klavyesinde, bazen de
her iki klavyede çalınır. Bach’ın bu eseri bestelediği ve
bugün Berlin Müzik Yüksekokulu’nda bulunan klavsen
iki klavyelidir.
Bach’ın otuz çeşitlemenin on ikisinde iki klavye
kullanımını öngördüğü klavsen parçaları olsa da,
Goldberg Çeşitmeleri’nin piyanistlerin repertuarına
girmesi çok uzun sürmemiştir. Bugün, zaman zaman
piyano ile de yorumlanan eser, ancak klavsenden
piyano için bir düzenleme olarak dikkate alınabilir.
3/4’lük ölçüdeki 1. Çeşitleme aryanın doğal bir
devamıdır. Sevimli bir dansa benzeyen iki sesli bir
buluş (invention) şeklinde sürer. 2/4’lük ölçüdeki 2.
Çeşitleme aryanın bas partisi üzerine iki sesli bir
benzetim (imitation) katılımıyla, üç sesli akıcı bir
inventioon’a dönüşür. 3. Çeşitleme 12/8’lik ölçüde,
pastoral havada ve teksesli bir kanondur. Eserin
yorumu konusunda düşüncelerini açıklayan ünlü
piyano virtüözü Ferruccio Busoni (1866-1924) ilk
sesin, obua gibi, anlamlı şekilde öne alınarak; ikinci
sesin de, flüt gibi, yumuşak ve geri planda çalınması ve
böylece tını renklerindeki farkı belirlemeyi
önermektedir. 3/8’lik ölçüdeki 4. Çeşitleme dört sesli,
enerjik bir dans biçimindedir. Onu izleyen 5.
Çeşitleme, 3/4’lük ölçüde, iki klavyede çalınan bir
13
arabeski andırır. 6. Çeşitleme yine 3/4’lük ölçüde,
sakin, iki sesli bir kanondur ve ikinci sesi bir tam ses
daha tizdir. 6/8’lik ölçüde ve zarif bir Siciliano
havasındaki 7. Çeşitleme, 3/4’lük ölçüdeki hareketli,
parlak ve iki klavyede çalınan, seslerin çakışması
bakımından modern piyanoda yorumu çok zor olan 8.
Çeşitleme izler. 9. Çeşitleme koyu seslerle canlandırılan
üçlü bir kanondur ve tek klavyede çalınır. 10.
Çeşitleme neşeli ve dört sesli bir fughetta’dır; teması
aryanın bas partisini açıkça duyurur.12/8’lik ölçüdeki
canlı 11. Çeşitleme, iki klavyede ellerin çapraz çalışıyla
ve 16’lık notalı triolelerle dikkati çeker. 12.
Çeşitleme’deki dörtlü kanon ise karşıt bir hareketle, bir
önceki çeşitlemeyi yanıtlar. 13. Çeşitleme lirik bir
intermezzo havasındadır. F. Busoni partisyonun bu
bölümüne “Andante con grazia” (Zarif çalınan bir
andante) başlığını yazmaktan kendini alıkoyamamıştır.
14. Çeşitleme 3/4’lük ölçüde, parlak ve virtüöz
yapıdadır: Triller, süs notaları, sıçrayışlar, ellerin adeta
birbirine karışacakmış gibi çalışı, klavye ustalığı
yönünden çekicidir. 15. Çeşitleme, minör tondaki üç
çeşitlemeden birincisi olan beşli kanon, şikâyetçi ve
ağıtsal etkileriyle eseri böler.
Konserde bazen ara verilen bu bölümden sonra
4/4’lük ölçüdeki 16. Çeşitleme, adeta ikinci bölümü
başlatan bir Fransız uvertürü stilindedir ve bu
bölümün daha canlı ve parlak olacağını müjdeler.
Çeşitlemenin ilk bölümü (uvertür) aryanın başını, ikinci
bölümü fughetta ise aryanın sonunun bas partilerini ve
armonisini belirgin bir şekilde duyurur. 17. Çeşitleme,
3/4’lük ölçüde iki klavye için kaprisli şekilde sunulan
iki sesli bir invention’dur. 18. Çeşitleme olan 4/4’lük
ölçüdeki, kararlı havadaki altılı kanon tek klavyede
çalınır. 3/8’lik ölçüdeki 19. Çeşitleme zarif yapıdaki bir
menuet’e benzer. 3/4’lük ölçüdeki 20. Çeşitleme’de
heyecan yeniden başlar. Modern piyanoda çalınması
çok zor staccatolarla iki klavyede yorumlanır. 21.
Çeşitleme Sol Minör tonda, 4/4’lük ölçüde yedili
kanondur ve patetik bir izlenim bırakır. XVI. yüzyılda
kullanılan bir beste türü olan Ricercare’yi anımsatan,
ancak sağlam ve modern yapılı olan 22. Çeşitleme,
devrimci bir yazış tekniğiyle Liszt’e öncülük etmiştir.
İki sesli, 16’lık notalarla dolu pasajlar, birbirini 1/8’lik
arayla kanon şeklinde izler. 23. Çeşitleme 3/4’lük
ölçüde, üstün bir teknik gerektiren iki klavye için
yazılmıştır. İki sesli 16’lık pasajlarla başlar; ikinci
bölmede Liszt’i anımsatan, iki el için güçlü figürler
içerir. Oktavlarla belirlenen sekizli kanon olan 24.
Çeşitleme’de ise, bu şekilde güç problemler yerine lirik
ve pastoral bir hava egemendir. 3/4’lük ölçüdeki ve iki
klavyede çalınan 25. Çeşitleme minör tonda olan
sonuncusudur. Hüzünlü, patetik yapısı ve kromatik
armonileriyle Bach’ın en sesli adagio’larından biridir.
Dinleyicileri derin bir ruh zenginliğyle saran bu bölüm
için Busoni, birinci klavyede çalınan melodiyle birlikte
ikinci klavyedeki eşlik partilerinin de ön plana alınarak
gözetilmesini belirtmiştir. 26. Çeşitleme’de aryanın bas
partisi Haendel tarzı törensel şekle dönüşür. 27.
Çeşitleme, dokuzlu kanon destekleyici bas partisine
gerek duyurmadan gelişir. 28. ve 29. Çeşitleme’lerdeki
Liszt’e benzer akor triller yapının çok daha bağımsız ve
yeni oluşunu belirler. İleride Beethoven’in sonatlarında
işleyeceği gibi, orta seslerdeki trillerle melodi ve
basların uyumu, virtüöz bir finale yol açar. 30.
Çeşitleme, müzikal bir şakaya benzer. Tanınmış iki
halk şarkısı kontrpuanla ustaca bir potpuri şeklinde
armonize edilmiştir. “Çoktan beri sana gelmedim” ve
“Lahanalar ve şalgamlar yüzünden kaçtım” adlı bu iki
şarkıdan sonra, başlangıçtaki arya bütün güzelliğiyle
duyulur.
Bu çeşitlemeleri ölen annesi için gözyaşları içinde
piyanoda çalan Johannes Brahms, “Nasıl bir müzik bu!
Bir merhem sanki! Bach’ın dertli kalpleri teselli gücü
var” demişti.
Tekrarlar gözetilmeden 45-50 dakika süren Goldberg
Çeşitlemeleri ile ilgili bir olay da vardır: Çağımızın ünlü
piyanistlerinden, Beethoven ve Brahms yorumlarıyla
seçkinleşen Arthur Schnabel (1882-1951), program dışı
parça çalmamasıyla tanınırmış. Konser bitince ne kadar
alkışlanırsa alkışlansın, dinleyicileri selamlar ve
salondan çıkarmış. Ancak bir konserin bitiminde
çılgınca alkışlanmış, müzikseverler salonu terketmesine
izin vermemişler. Schnabel bunun üzerine tabureye
oturmuş ve 90 dakika sürecek olan Goldberg
Çeşitlemeleri’ni çalmaya başlamış.
14
J.S. Bach – Variations Goldberg BWV 988 – Pierre Hantai (1992)
http://www.youtube.com/watch?v=0PcrNrb24ec
http://www.youtube.com/watch?v=9NYqiKm3gng Goldberg variations 1-7
http://www.youtube.com/watch?v=g7lwanjfhes Goldberg variations 8-14
http://www.youtube.com/watch?v=vpıs5yvvt2y Goldberg variations 15-19
http://www.youtube.com/watch?v=thk_xap-ısw Goldberg variations 20-24
http://www.youtube.com/watch?v=z1cdzn_7als Goldberg variations 25-27
http://www.youtube.com/watch?v=-tdfvexpx3o
1750’ler ve 1760’lardaki müzik, Versailles ve
Postdam gibi saraylardaki konserlerde, bunların
yanısıra Londra ve başka kentlerde halkın bir araya
geldiği yerlerdeki konserlerdi içine alan ve sergilenen
solo parçadan, senfoni ve konçertoya kaar her türlü
enstrümental müziği kapsayan konser müziği ve
İtalyan operası anlamına geliyordu. Bu, aynı
zamanda çoğunlukla, Rousseau’nun doğaya yakınlık
olarak nitelediği şeyi yeni bir arayış anlamına
geliyordu. Bu, dinlemenin doğruluğuna yakınlık,
dolayısıyla insanın ilgisini daha canlı tutan dinamik
bir orkestra yazış stiline ve duygunun doğruluğuna
yakınlıktı. Büyük kentlerin çoğunda konser ve opera
yaşamı saray tarafından desteklendiği halde, müzik
gitgide burjuvaziye daha fazla hitap ediyordu.
Basımcılar sadece büyük konaklarda ya da müzik
toplantılarında kullanılan konçertoları ve yeni
senfonileri basmaya devam ettiler, ama özellikle
Londra’da bu ticaret gitgide mütevazi evlerde icra
edilen şeylere: şarkılara, oda müziğine ve yavaş yavaş
yükselişini sürdüren piyano ciltlerine
dönüşmekteydi. 1761’de Londralı piyano yapımcısı
Johannes Zumpe, aynı Pazar için küçük bir “duvar
piyanosu”nu piyasaya sürdü.
XVII. Yüzyılda Çalgıların Gelişmesi ve Yeni Çalgı
Müziği Türleri
XVII. yy’a kadar kullanılan çalgılar, lavta, lyr, viol,
clavecin, clavicord, org, davullar ve nefesli çalgılardı.
Eski enstrümanlarda şöyle bir kayda rastlanır :
“çalmak ya da söylemek için”. Demek ki, besteciler
çalgı ve ses müziği arasında henüz bir ayırım
yapmıyorlardı. Avrupa’da bağımsız bir çalgı
müziğinden söz etmek için XVII. yy’a kadar
beklemek gerekir.
XVII. yüzyılda Avrupa müziğinde yeni bir tekniğin
geliştiği görülür: Tek ses akımı (monodie). XVII.
yüzyıl monodie’si “eşlikli tek ses” anlamını taşır. Bu
yeni akımda çalgıcılar, şarkıcının söylediği ezgiyi,
yeni armoni sistemine uyarak destekliyorlardı.
Böylece çalgılar gitgide gelişti.
Monteverdi’nin modern orkestrası, çalgı
yapımcılarının daha ileri düzeyde çalışmalarını
hazırladı. Bu da çalgıların gelişmesini sağladı. Artık
çalgılar, eşlik edecekleri bir ses partisi olmadan da
tek başlarına çalınıyordu. Bestecilerin çalgı müziği
yazmaya başlamaları, yeni müzik türlerinin
doğmasına yol açtı.
Yalnız enstrümanla çalınan müzik, önce İtalya ve
Fransa’da gelişti. XVII. yüzyılda Alman besteciler
15
ise, başlangıçta bu ülkelerin müziğinin etkisinde eser
verdiler. İleri teknikleri ile XVIII. yüzyılın büyük
bestecilerini, Bach ve Haendel’i hazırladılar. Böylece,
Avrupa uluslarının o gne kadar süregelen müzik
etkinliklerinde durum tersine döndü. Daha önce
Fransızların dünya estetik ölçülerine, İtakyanların da
opera kanalıyla Avrupa sanatına egemen olmuşken,
XVIII. yüzyılda önderlik görevini Alman sanatçılar
üstlenmiştir.
XVII. yüzyılda en çok kullanılan çalgı olan “lavta”,
doğudaki uda çok benzer. Bu döznemde lavta ve
klavsen için süitler yazıldı.
Lavtayı orkestradan kaldıran Haydn’dır.
Süit, peşpeşe dizilen küçük dans parçalarından
oluşur: Allemande/Courante/Sarabande/Gigue
gibi…
Allemande: Almanya’da ortaya çıkmıştır. Dört
zamanlı ve ılımlı tempoludur. XVII ve XVIII. yüzyıl
dans süitlerinin başında yer alan allemande, giderek
bir sonat ya da senfoninin birinci bölümü haline
dönüşecekti. Allemande’nin ölçüsü olan iki ve dört
zaman ile dansın hareketinin ılımlılığı ögesi (Allegro
moderato gibi) sonatın birinci bölümünde kullanıldı.
Courante: XVI. yüzyıl Fransız danslarındandır.
Ritmleri noktalı, çevik ve ölçüsü üç zamanlıdır.
Sarabande: Gitar eşlikli bir İspanyol dansıdır. Üç
zamanlı, ağır ve süslüdür.
Gigue: 6/8 ya da 6/4 gibi üç zamanlı, hızlı tempolu
bir İngiliz dansıdır. İrlanda kökenli, çok canlı ve
komik tavırlı olan gigue, XIV. Louis zamanında
Fransa’ya girmiştir. Müzisyenler, dans amacı dışında
da gigue’ler yazmıştır. Bu tür gigule’lere ilk kez
büyük klavsenci François Couperim’de rastlanır.
İlk süitlere daha sonra başka dans parçaları da
eklenmiş ve yedi, sekiz bölümlü süitler yazılmıştır.
Fransa’da Çalgı Müziği
Bir önceki yüzyılın lavta ustaları, karmaşık ritmli
prelüdler, dans süitleri besteleyerek 1600 yıllarına
kadar sanatlarını icra ettiler. Şarkı eşliğinde
kullanılan theorbe ile kalın sesli lavta, bir süre ön
plana çıktı. Klavsen sanatının gelişmesi, lavtanın
silinmesine neden oldu. İlk klavsenciler, akor
zorlamaları, çözümlerde gecikmeler, ritim
düzensizliği gibi ritmik ve tonal bulanıklıklar taşıyan
eserler verdiler. Bu durum, klavsencilerin lavta
tekniği ile beste yapmalarından kaynaklanıyordu.
Ayrıca, klavsende anlatım olanakları kısıtlı
olduğundan klavsenciler, lavta ustalarının sık sık
başvurdukların süslemelerden yararlanıyorlardı.
İlk büyük Fransız klavsencisi, Jacques Champion de
Chambonniéres’dir (1601-1672). Rameau ve
Couperin onu izlemiştir. Müzik tarihine geçen 7
müzisyen Couperin’den sonuncusu olan ve “Le
Grand” (büyük) lakabı ile anılan François Couperin,
klavsene yeni bir estetik, yeni bir ton getirmiştir.
1693’te Versaille Sarayı orgcusu olan sanatçı, kral
ailesindeki çocukların müzik eğitimlerini de
üstlenmişti. Çalgı müziği kadar, kilise müziği de ilgi
çekicidir. Tasviri oda müziği incelikler ve hicivle
doludur. Apotheose de Corelli (Corelli’nin
tanrısallaştırılması), apotheose de Luly adlı
eserlerinde, Corelli ve Lully’nin stillerini saygıyla
taklit eder. Kilise müziği soyludur ve anlatım
yönünden dikkate değer derinliği vardır. Geleceğin
klasikçilerinin uzak habercisi olan Couperin’in
klavsen eserleri, gereksiz süslerden kurtulmuş
duygulu ve yalın güzellikleriyle dikkati çekerler.
Fransız klavsencileri, aynı zamanda org
ustalarıydılar. Jean Titelouze (1563-1633), Fransız
org ekolünün kurucusudur. Fransız ekolünde org,
16
tuşlara klavsen üslubunu hatırlatan bir zarafet ve
hafiflikle dokunarak çalınırdı. Bu yüzyılın tanınmış
orgcuları arasında Louis Marchand ve Nicholas
Gringy anılır.
XVII. yüzyıl Fransa’sında az sayıda olmakla beraber,
flüt için de eserler verilmiştir. Genelde ise o çağda
flüt ve viol, klavsen için yazılmış bir eser
seslendirilirken, ezgiyi belirginleştirmek için
kullanılırdı.
İtalya’da Çalgı Müziği
XVII. yüzyıl müziği İtalya’da daha çok keman için
verilen eserlerle gelişti ve büyük önem kazandı.
Sonatın doğuşu da bu sırada oldu. Bu dönemde iki
tür sonat yazıldı: Org ya da başka enstrümanlar için
kilisede seslendirilmek amacıyla “Sonata da Chiesa”
lar ve kilise dışında icra edilen “Sonata da Camera”
lar yani Oda sonatları.
Sonatlar, biçim olarak XVI. yüzyıl partitalarından ya
da süitlerinden doğmuştur. Partitalar Yavaş/Hızlı
/Yavaş/Hızlı tempo sıralanışı içindeki Allemande
/Courante/Sarabande/Gigue gibi halk havalarından
esinli dans parçalarından oluşurdu. Sonatlarda da bu
sıralanış aynı kaldı. Ancak, bölüm başlıkları artık
dans parçalarının adını taşımıyordu. Tempo
başlıkları bölüme adını veriyordu: Allegro moderato
gibi …
Başka bir deyişle sonat, İtalya’da süite verilen addır.
Latince “sonare” (tınlama) fiilinden gelir. Bu sözcük,
Latince şarkı söylemek anlamında olan “cantare”
sözcüğünün karşıtıdır. Bu bakımdan, sonat tınlatılan,
kantat söylenen anlamını taşır.
Önceleri, bir enstrümantal süitin birinci parçasına
sonat denmiştir. Giderek, bütün süitin, başlangıç
parçasının adı ile anılması geleneği doğmuştur.
Corelli’nin keman ve klavsen için yazdığı bir
sonatında olduğu gibi: Sonate-
Prelude/Allemande/Courante/Sarabande/Gigue.
Corelli, 4 bölümlü sonat biçiminin yaratıcısıdır
(yavaş/hızlı/yavaş/hızlı). Bu biçim, geleceğin klasik
sonatını hazırlamıştır. Başlangıçta sonatın bütün
bölümlerinin ritmik yapısı ve tonu aynıydı. Daha
sonra sonatta her bölüm, armonik bir hareketle
tonikten kalkıp dominanta giden ve orada bir süre
kaldıktan sonra yine toniğe dönen iki parçadan
oluştu.
Bu dönemde İtalya’da keman yapımında ve keman
için üretilen eserlerde önemli aşamalar gerçekleşti.
Rebec ve Crowth’un gelişmesinden doğan viéle ve
viole (ya da viola)’dan XV. yüzyıl sonu ile XVI.
yüzyıl başlarında keman doğdu. Monteverdi,
orkestrada viola da gamba (bacak violü), viola da
braccio (kol violü), violino piccolo (keman) kullandı.
Başlangıçta bunlar ses rengi ve tınlama bakımından
zayıf çalgılardı. XVII. yüzyıldan başlayarak Gaspara
da Salo, Andrea Amati, Antonio Stradivari bugünün
lütyelerini hayran bırakan keman ve viyolalar
yaptılar. Besteciler, bu gelişmeye ilgisiz kalmadılar.
Keman için çeşitli sonatlar yazıldı. Ancak, ses
müziği anlayışı ile yazılan keman partileri başlangıçta
opera aryalarını anımsatıyordu. Yalnız keman için
yazan ilk İtalyan bestecisi Biagio Marini (1597-
1655)’dir. XVII. yüzyıl oda müziğinin en önemli
bestecilerinden biri olan Giovanni Battista Vitali, 4,5
ve 6 çalgı için sonatlar yazmıştır. Çağın en önemli ve
verimli bestecilerinden biri de Arcangelo Corelli’dir.
Hem teorisyen, hem keman ustası olarak Tartini
(1692-1770), orgcu ve klavsenci Frescobaldi (1583-
1643), Domenico Scarlatti (1685-1757),
enstrümanların ifade ve teknik olanaklarını zorlayan
önemli eserler vermişlerdir.
Konçerto türü XVII. yüzyılda ortaya çıkmıştır.
Giuseppe Torelli (1658-1709) ilk keman
17
konçertosunu yazmasıyla tanınır. Latince
“concertus” sözcüğü, ayrı seslerin birlikte tınlaması
anlamına gelir. Konçertoda tek çalgı, büyük bir çalgı
grubuna karşı çalar. Bazen de bir grup çalgı, daha
büyük bir çalgı grubunun karşısındadır. Buna da
konçerto grosso adı verilir.
Almanya’da Çalgı Müziği
Almanya’da salt çalgı için yazılan müzikler, İtalyan
ve Fransız bestecilerin etkisinde gelişti. Bu dönem
bestecileri arasında yalnız keman için sonatlar yazan
Franz von Biber (1644-1704), orgu klavsen
üslubundan kurtaran, klavsen süitleri ve füg tarzında
koral prelüdleriye Bach’ı hazırlayan en önemli
bestecilerden biri olan Johann Pachelbel (1653-
1706), Frescobaldi’nin öğrencisi, orgcu ve besteci
Froberger (1616-1667), Marienkirche’nin orgculuğu
gibi önemli bir göreve atandıktan sonra Lübeck’i
Kuzey Avrupa’nın en seçkin müzik merkezi haline
getiren ve serbest org kompozisyonları ile Bach’ı
derinden etkileyen orgcu ve besteci Dietrich
Buxtehude (1637-1707), Leipzig St Thomas
Kilisesi’nin büyük Bach’dan önceki kantoru olan ve
klavsen sonatları le tanınan Johann Kuhnau (1660-
1722) anılmaya değer.
18
BAROK DÖNEMDE KULLANILAN ÇALGILAR
- KLAVSEN -
önesans’taki bağımsız seslerin oluşturduğu
çokseslilik yerine besteciler, bu dönemde
güçlü bir tiz sesin yanında bas sesinin
(basso continio (sürekli bas) gücünün belirli bir çalgı
ile arttırılmasını istemişlerdir.
Barok müziğinin özelliği olan sürekli bas çalgıları,
lavta, klavsen, org ve gitardır. Bu dönemde çalgılar
arasında zıtlık anlayışına dayanan yapı ve abartılı
süslemeler ile ifade zenginliği en üst düzeyde
kullanılmıştır.
XVII. yüzyıl çalgı müziğinde klavsenin önemli yeri
vardır. Yapımı İtalya’da gerçekleşen çalgılardan biri
de klavsendir. Bu çalgıya İngiltere’de önceleri
“Virginal”, daha sonra da “Harpsichord”, İtalya’da
“Clavicembalo” ya da “Arpicordo”, Fransa’da
“Clavecin”, Almanya’da “Flügel” ya da
“Klavicimbal” denmiştir.
Barok Dönemin en önemli çalgısı olan klavsen,
piyanonun atası olan bir çalgı olarak bilinmekle
beraber piyano ile tek benzer yanı, iki çalgının da
klavyeli olmasıdır.
İlk klavsen on dördüncü yüzyılın sonlarına doğru
İtalya'da yapılmıştır. 1710 yılında piyanonun
icadından sonra birçok besteci yine klavsen için eser
yazmaya devam etmiştir. Klavsen, on sekizinci
yüzyıl sonlarına doğru yerini giderek yaygınlaşan
piyanoya bırakmıştır.
İngiliz Rückers ailesinin klavsen yapımında, klavseni
geliştirmede rolü olmuştur. XVII. yüzyılda hemen
her evde klavsen bulunması modaya uygundu.
Fransızların klavsen, Almanların çembalo,
İngilizlerin harpsikord ismini verdikleri metalik sesli
bir çalgıdır. Gelecekte klavsenin yerini piyanoya
bırakmasına karşın aralarında önemli ayrılıklar
vardır. Piyanodan daha hafiftir. Piyanoda ses, küçük,
tahta çekiçlerin tellere vurması ile oluşurken (ki bu
da piyanonun kimi zaman vurmalı çalgılar
kategorisine girmesine neden olur), klavsende
tuşlara bağlı mızraplar telleri çeker. Bu nedenle sesi
gitara benzer. Nüans yapılamaz ve notalar hep aynı
uzunluktadır. Böylelikle piyano ve klavsen tını ve
renk bakımdan da birbirlerine benzemezler.
Klavsende seslerin yavaş yavaş kuvvetlenmesi
(crechendo-kreşendo) ya da hafiflemesi
(decrechendo-dekreşendo) olanağı yoktur. Bugün
kullanılan klavsen genellikle iki klavyelidir. Bununla
beraber, tek klavyeli, üç ya da dört klavyeli olanlar
R
19
da vardır. Bugün, pedallar yardımıyla hem tını hem
de ses şiddeti değiştirilebilir.
XVII. yüzyılda orkestra yöneticileri, klavsen
başından orkestrayı yönetirlerdi. Klavsen için eşlik
partisi yazılmazdı. Klavsenci, belirli baslar üzerinde
doğaçlama çalardı. Buna “basso continuo” (sürekli
bas) ya da şifreli bas adı verilirdi. Bas hattı üzerine
yazılan rakamlar, armoniyi belirlerdi.
Klavsen için müzik yazan besteciler arasında
Kuhnau, ilk klavsen sonatının yaratıcısıdır.
İngiltere’de William Byrd (1543-1623), Orlando
Gibbons (1583-1625), Henry Purcell (1659-1695),
Fransa’da Rameau (1683-1733) klavsen müziğini
geliştirdiler.
- ORG -
rg, Barok müziğinde en iyi anlatım
araçlarından biri olmuştur. En eski
çalgılardan biridir. Nefesli çalgılar
grubundandır. Efsaneler, orgu Pan’ın yaptığını
söyler. Tevrat’ta da org sözcüğü geçer (Jubal’ın
elinde bir arp ya da org taşıdığını anlatan bölüm).
Ancak bunun bugün anladığımız orgla bir ilişkisi
olmadığı açıktır. Milattan önce 2. yüzyılda
İskenderiye’de yaşamış bir mühendis, mekanizması
su ile işleyen bir org yapmıştır. Ktesibios adlı bu
mühendisin yaptığı çalgının bugünkü orga benzediği
düşünülmektedir.
XIV. yüzyıla kadar Gregor melodilerini basit olarak
duble eden, destekleyen orgun yapımı XI. yüzyıldan
başlayarak belli bir gelişme göstermiştir. O zamana
kadar en büyük org, İngiltere’de Winchester
Katedrali’nde idi. 100 borusunun 26 körüğünü 10
kişi çalıştırırdı. XVII. yüzyılda füg, org için en geçerli
biçimlerden biriydi. Sweelinck (1562-1621) ve
Frescobaldi, füg biçimini geliştirdiler. Füg, Bach’la
zirveye ulaştı.
Winchester Cathedral Organ
O
20
- BAROK DÖNEM BESTECİLERİ -
Barok Dönem bestecileri müziğin nasıl şekillenmesi
gerektiğine karar vererek bu uygulamaları gelenek
haline getirmişlerdir. Barok Dönem bestecilerine
göre müzik, en genel tanımıyla, duygulardaki
harekettir ve bu hareketin başlıca amacı dinleyiciyi
etkilemektir. Besteciler metnin ön planda olması ve
müziğin metne hizmet etmesi gerektiği anlayışını
kabullenmişler ve kişisel duygularını ifade etmekten
çok genel olarak insani duyguları anlatmayı
amaçlamışlardır.
Barok Dönemde birçok alanda kendini gösteren
abartılı anlatım bestecilerin eserlerinde de kendini
göstermiştir. Rönesans’taki çoksesliliğin durağan
ritmik kalıpları yerine besteciler daha canlı, özgür ve
sözü ön plana çıkaran, recitatif (konuşur gibi) stili
benimsemişlerdir. Besteciler dinî ve din dışı çalgısal
ve sözün ön planda olduğu yeni biçim ve türlerde
eserler bestelemişlerdir. Kilise makamları yanında
majör ve minör dizileri kullanmışlardır.
Rönesans Dönemindeki çokseslilik yöntemi olan
kontrpuan yerine müziklerinde armonik çoksesliliği
kullanmışlardır.
Erken ve olgun Barok Dönemi bestecileri yaptıkları
çalışmalar ve müziğe getirdikleri yeniliklerle sonraki
dönemlere ışık tutmuşlardır.
21
Andrea AMATI
Violin Ailesi olarak bilinen “violin, viola, çello”
tasarımcısı ve yapımcısıdır. Temel şekil, boyut, materyal
ve yapım tekniklerini standardize etmiştir.
1555’te Lorenzo de Medici, AMati’ye bir mektup
yazarak “lavta gibi kaliteli malzemeden yapılmış ama
çalınması kolay” bir enstrüman yapmasını sipariş etti.
Böylece “keman” doğdu.
Amati, “Kral” adını verdiği ilk çelloyu 1538 ve 1574’te
yaptı.
Yaptığı çok sayıda enstrüman Fransız devrimine kadar
yoğun olarak kullanıldı, sonrasına ancak 14 adedi
kalabildi.
Antonio STRADIVARI
Rönesans Döneminde çalgı müziğinin önem
kazanması çalgı kalitesinin önemini artırmış ve
müzisyenlerin bu anlamdaki arayışları özellikle
keman yapımında bazı ailelerin öne çıkmasını
sağlamıştır.
Bu dönemin en önemli keman yapımcıları Amati,
Guarneri ve Stradivari aileleridir. 1644 – 1737 yılları
arasında yaşayan, dünyanın en büyük keman
yapımcılarından sayılan İtalyan Antonio Stradivari
kemanın yanı sıra arp, viyolonsel, gitar ve viyola da
üretmiş, ölümüne dek yaklaşık binin üzerinde çalgı
yapmış, daha sonra taklit edilmeye çalışılsa da
Stradivarius adı verilen ünlü kemanın benzerleri
yapılamamıştır.
22
BACH VE HANDEL’İN ÖLÜMÜNDEN
SONRA AVRUPA MÜZİĞİNDE
GENEL DURUM VE VİYANA’NIN
MÜZİK MERKEZİ OLUŞU
Bach ve Handel’in ölümü, dünyanın siyasal, ekonomik
ve sosyal yönden değişimini olgunlaştıran bir geçiş
sürecine rastlar. Doğal olarak bu değişim, bütün
sanatlarda yankılarını bulmuştur. 1600’de doğan opera,
polifoninin zararına gelişmişti. Kontrpuan, saf
enstrümantal biçimleriyle İtalyan operası önünde
gerilemiş ve yeni stil olan eşlikli meoldi, Barok çağın
temsilcisi olmuştu. XVIII. yüzyıl sona ermeden Fransız
ihtilali ve Amerka’nın bağımsızlığı, çağa yeni bir
görünüm kazandırmıştı. Bütün bunlar, kuşkusuz
bşrdenbire olmadı. Gerçekte bu oluşum, XVIII. yüzyılın
ilk yarısında başlamış, 1740’larda müzikte belirtilerini
ortaya koymuştu.
Bu siyasal, ekonomik ve sosyal geçiş sürecinde, krallık
sarayları Barok müziğin parıltılarıyla canlanıyordu. Bu
gösterişli saraylarda müzik, soyluları duygulandırmaktan
ya da heyecanladımaktan çok, sevimli ya da yüzeysel bir
vakit geçirici olarak rol oynuyordu. İlhamlı bestecilerim
Stil Galant’tan uzaklaşacak cesaretleri yoktu. Saray
törenlerinden doğmuş ünlüler, düzenli, sınırlı etkiler
altında boğulmuşlardı. Oysa kral da olsalar, insanların
duyguları ve tutkuları vardı. Bunları anlatmak, süsleyip
yeni kılıklar içinde insanlara sunarak onları rahatlatmak
için yapılacak tek şey, operaya yönelmekti. Böylece, bir
yılı aşkın bir süre içinde opera egemen oldu. Bach’ın ve
oğullarının büyüklüğüne, Tartini, Vivaldi ve Corelli gibi
İtalyan müzik dehalarının sanatına ve prestijine karşın...
XVIII. yüzyılın ortalarında doğru İtalya, okadar uzun
süre elinde tuttuğu müzikal üstünlüğünü kaybetti. Yeni
kuşaklar, operanaın zaferlerinden çığunu unuttu ve
dramatik başarılar yüzünden, zamanında eserleri
sönükleşen öteki bestecilere yöneldi. Kültür merkezi
haline gelen bazı Avrupa kentleri “Avant-Garde”
espirinin yoğunlaştığı yerler olarak genel ilgiyi çekmeye
başladılar. Müzik üstünlüğü Orta Fransa’dan Flaman
kentlerine geçmesi; Flaman kentlerinin meşaleyi
Rönesans İtalya’sının kentlerine terk etmek zorunda
kalması gibi, ırası gelince Viyana üstünlük kazandı ve
150 yıla yakın bir süre, Avrupa’nın en önemli müzik
merkezi olma onurunu elinde tuttu. Bu güzel kentin
tarihi, Roma öncesi antikitesine kadar dayanır. Coğrafi
konumuyla önemlidir. Çünkü Avrupa yollarının kesişme
noktasında yer alır. Romalıların, Slavların, Almanların
ve Fransızların Viyan’da karşılaşması doğaldı. Binlerce
yıllık Tuna yolu üzerinde inşa edilmiş olan Viyana, her
zaman önemli bir stratejik nokta oldu. Asya’dan gelen
akınlara karşı bir kale niteliğini taşıyan, 200 yıla yakın bu
akınlarla tehdit edilen ve Türk kuşatmasına uğrayan bu
kent, 1683’ten sonra çabucak önem kazandı.
Sanatçı ve bilim adamlarının Viyana’ya akını XVIII.
yüzyılda başladı. Böylece Avusturya’nın başkentinde
kozmopolit bir ortam doğdu. Burada Fransız zarafeti,
Slav melankolisini hafifleeten İtlayan neşesine karışıyor,
Almanların ağrıbaşlı netliği Macar gururunu ve İspanyol
azametini yumuşatıyordu. Bu etkiler (ister klasik
müzikte, ister ölümsüz valslerinde) Viyana müziğinde
kolayca fark edilir.
1750’lerde İtalyan stili hala Tuna kıyısındaki başkentte
egemendi. Ancak halk opera türüne doymuştu. Müzik,
yön değiştirmekte gecikmedi, çlgı müziği ön plana geçti.
Olabildiğince soylular gibi davranmaya çalışan zenginler
de orkestral müziğin gelişmesinde önemli rol oynadılar.
Kişizade saraylarındaki küçük müzik toplulukları, ev
sahibinin ve ailesinin hizmetçi kadrosundaydı. Oda
müziği böylece gelişti. Ilık yaz gecelerinde serenadlar,
bahçelere renk katar oldu. Gazeteler, bazan bütün bir
sütunu, alto (viyola) çalmasını bilen bir aşçcı ya da iyi
flüt çalması şart olan bir oda uşağı tutmak isteyenlerin
ilanlarına ayırıyordu.
Bir buçuk yüzyıl süreyle Viyana ile şu ya da bu tarzda
bağı olmayan besteciye rastlanmadı. Bunlardan ilki C.
Willibald Gluck oldu.
23
Saray, müziğe büyük önem veriyordu. İmparatoriçe
Marie Therese kadar, oğlu II. Loseph’de
kendilerinden önce gelenler gibi sanatı desteklemeyi
sürdürdüler. Senfonileri, dörtlüleri, keman, çello
sonatları, klavsen konçertoları ile bilinen Georg
Christoph Wagenseil (1715-1777) genç prenseslere
ve Marie Therese’nin kızlarına ders veriyordu.
1722’de Saray orgculuğuna atanan Johann Georg
Albrechtsberger (1736-1809) çağının en dikkate
değer kontrpuan ustasıydı.
İmparatorluk Sarayı başkemancısı ve Baron Van
Swieten’in dostu olan Josef Starzer (1726-1787)
Tonküstler Birliği’nin kuruluşunda etkin bir rol
oynadı.
Leopold Hoffmann (1730-1793), 1722’de St. Etienne
Katedrali Kapelmeister’i idi. Bu tarihten 19 yıl sonra
Mozart 1791’de ölümünden kısa süre önce ona
yardımcı olacaktı.
Karl Ditters von Ditterdorf, 100’e yakın senfonisiyle
dikkat çekmektedir.
Johann Baptist Wanhal (1739-1813), bazı folklorik
eğilimlerin de gözlendiği hafif stilini (Stil galant,
Rococo stili), romantik espiri ile zenginleştirmişti. Bu
tarz yazı, dönemin Viyana’sını aşağı yukarı
karakterize eder. Bununla beraber, bu kenti Avrupa
müzik yaşamının ilk sırasına koyan “Viyana
Klasizmi” dir.
Haydn, Mozart ve Beethocen burada mğrencileriyle
birlikte oturdular ve büyük sanar eserlerini ortaya
koydular. Bu eserlerde klasisizmin naıl geliştiği açıkça
gözlenebilir.
Viyana’da yoğun bir sanat etkinliği vardı: Bilimsel
çalışmalar, temsiller, basım, enstrüman yapımı
alanlarında olduğu kadar, resmi ve özel konserlerde
de belli bir canlılık vardı. Burjuvalarla soyluların zen
gin malikanelerinde müzik destek buluyor, oda
müziği bu uygun ortamda kolayca gelişiyordu.
1778’de kurulan Ulusal Tiyayto, II. Joseph’e göre
halkı geliştiren en önemli araçlardan biriydi. Bu
tiyatro, bir süre önce kurulan Schnikaneder Tiyatrosu
ile yarışırcasına etkinklik gösterdi. F. Gaesman, V.
Martin, Umlauf, Dittersdorf bu kuruluş için ilk kez
yazdılar. Schnikaneder Tiyatrosu ise özellikle
Mozart’ın eserlerini temsil ediyordu. Haydn’ın
librettisi ve Beethoven’in koruyucularından olan
Baron Gootfried van Swieten’in girişimiyle Saray
Kitaplığı Salonu’nda “Pazar Sabahı Konserleri”
düzenlendi ve süreklilik kazandı. 1812’de
konservatuvar ile birlikte Müzik Dostları Birliği
kuruldu. Öte ynda, sorluların Viyana çevresindeki
yazlık evlerinde konserler veriiliyordu. Siengspiel
bestecileri ile öteki Viyanalı ustalar elinde gelişen
ulusal sanat anlayışının karşısında o zamana kadar
küçümsenmeyecek ölçüde kendisini duyuran İtakyan
müziğinin etkisi giderek zayıfladı.
1822’de Kärntnertor Tiyatrosu, tiyatro adamları
arasında en yeteneklilerinden birini, Barbaja’yı
direktör olarak angaje etti. Barbaja, serüveni bir
kahve garsonluğu, sirk yöneticiliği gibi görevlerden
sonra Milano’nun ünlü Scala Operası’na atlamış
olağanüstü yetenekli bir organizötördü. İtalya
eğilimlerine rağmen, Viyana’da hatırı sayılır bir sanat
direktörü oldu.
1830’larda Kärntnertor Tiyatrosu
Kärntnertor Tiyatrosu’nda Mozart’ın Sihirli Flüt
Operası gibi büyük eserlerin ilk seslendirilişi
gertçekleştirildi. Günümüzde bile kapılarından biri,
bu operanın en popüler kahramanının onuruna
“Papageneo Kapısı” adıyla anılmaktadır.
Beethoven’in Fidelio’su, Spohr’un Faust’u,
24
Rossini’nin Sevil Berberi, Schubert’İn Rosamunde’si
burada temsil edildi. Tanınmış müzik eleştirmeni ve
nüzik estetiği yazarı Eduard Hanslick’in ifadesinde
göre, orkestra procası hemen hemen bilinmeyen bir
şeydi. Beethoeven’n, bugün profesyonel orkestrları
bile düzenli çalışmak zorunda bırakan 9. Senfonisi
gibi bir eser, o dönemde amatör icracıların halk
önündeki deşifresine bırakılmıştı. Bunun doğru olup
olmadığına karar vermek zordur. Bir yandan
Hanslick’in dikkate değer bir kanıt
gösterememesinden, öte yandan ise konserlerin
sabahın yedisinde başlaması geleneğini gösteren
belgelerin varlığından… Programda, bir senfoninin
tamamı nadiren yer alıyordu. Eserin birinci
bölümünü, bir başka bestecinin final bölümü
izleyebiliyordu. Bazen de iki böüm arasına bir
soprano aryası yerleştirilebiliyordu.
1771’de, Viyana’lı müzikçiler “Müzisyenler Birliği” ni
kurdular. Bu birlik başlangıçta, anlaşılmaz bir
ehliyetsizlikle, en katı bürokratları bile geride bıraktı.
Mozart, üye olarak kendisini hiçbir zaman kabul
ettiremedi. Çünkü doğum belgesini sağlayamadı.
Viyana valslerinin yataıcılarından biri olan Lanner, bir
dans orkestrasında çalıştığı bahanesiyle reddedildi.
Haydn ise, oratoriolrı Birliğe ayrılan boş kokltuklar
önünde seslendirilirken Birliğe kaydedilmek için uzun
süre beklemek zorunda kaldı.
Viyana Müzik Derneği, 2012
Napolyon Savaşları’na son veren Kongre
Günleri’nden başlayarak Viyana, kenar mahallelerden
gelip kentin aristokrt merkezini istila eden bir müziğe
boğuldu. Bu vals tutkunluğunun başında Johann
Strauss adı geliyordu. Viyana’da hemen herkes vals
yapıyordu. Kongrenin çalışma tazını eleştiren bir
entelektüel, o günlerde geçerli olan bir benzetmeyle
şöyle demişti: “Dans ediyor, dönüyor, ama bir türlü
ilerleyemiyor.” Valsin egemenliği 150 yıla yakın
sürecekti.
Daha sonra, Romantizmin bütün ustalarının az ya da
çok süreyle bu güzel kentte durduğunu görüyoruz:
Weber, Schumann, Mahler Viyana’ya yerleşmeyi
yeğlediler. Çağın dönümünde ise Hugo WOlf,
olağanüstü dokunaklı liedlerini orada söyledi. Richard
Strauss 1919-1924 yılları arasında Viyana Operası’nı
yönetmek için orada kaldı.
Johann Strauss Anıtı – Stadtpark, Viyana – Kenneth Kan’ın eseri
Özetle, Viyana’yı bir kültür merkezi yapmak için
bütün koşullar hazırdı: Müzik verileri, halkın ideal
susuzluğu, mesenlerin anlayışı ve cömertliği, en
önemlisi de yönetici sınıfın zekası… Fransız
ihtilalinin doğurduğu büyük kargaşaya, savaşlara,
yabancı işgaline karşın. Ne kongre, ne politik tepki
önemi, ne 1848 ihtilali, ne makineleşme, ne de
büyüyen materyalizm Viyana’nın müzik tacını hiçbir
şekilde sarsmadı. Viyana’da bütün yazarların, ozan,
müzisyen, filozof, politikacı ve diplomtların oma
“Müzik Kenti” adını vermekte ağız birliği ettikleri
uyumlu bir sönem, bir uç noktası yaşanmaktaydı.
25
MANNHEİM OKULU Almanya’da Mannheim Sarayı, olağanüstü müzik
sevgisiyle tanınıyordu. Burada, bir “İtalyan opera
topluluğu”, “bir Fransız komedi grubu”, Avrupa’nın
çeşitli kentlerinden gelmiş yetişkin sanatçıların
oluşturduğu bir de orkestra vardı.
Mannheim Okulu’nun başında Johann Stamitz
bulunuyordu. Bohemya asıllı parlak bir keman ustası
oln Stamitz, Elektör Prens Charles-Theodore
tarafından Mannheim’a kapelmeister ve oda müziği
direktörü olarak getirilmişti. Stamitz’in buradaki
çalışmaları olağanüstü yoğunluktaki bir müzik
hareketini doğurdu. Yeni bir teknikle gelişmiş,
yetenekli ve dünya çapında ünlü bir orkestra,
senfonik yazının sorunları üzerine eğilmiş bütün
araştırmacıların çalışma ve deneme aracı oldu.
Orkestral polifonide tınıların, nüansların, volümlerin
ritim kontratlarının, ses alanlarının ve hareketlerin
daha yeni ve zengin bir şekilde hissedilmesine
çalışıldı.
Stamitz’in orkestral materyal kaynaklarını öylesine
gerekli, akıllıca, ustaca ve bol kullanmak için yaptığı
buluşlar ve çalışmalar vatandaşları tarafından hemen
fark edilmedi. Oysa Fransız ve İngilizler onu
heyecanla karşıldılar. Stamitz, Paris’te bu yeni espiriye
göre yazılmış eserlerini duyurdu. Orkestrada, tahta
üflemeli çalgılarla madeni üflemeli çalgılar yaylıların
sorumluluğunu paylaşıyorlardı. Güçlü tezatlar,
hareketli baslar, yapının ve senfonik tınının
mükemmel dengesi, 1755 için gerçek bir devrimdi ve
gelecek çağın bestecilerine ortam hazırlıyordu. Bu
başarının tek işçisi Stamitz değildi. Her şeyden önce,
bir okulun liyakatinde yetişmiş olan dikkate değer
teknisyenlerle çevriliydi. Bunlar arasında, öncelikle iyi
birer propagandacı olan iki oğlu Karl ve Jean-
Antoine, Franz Kavier Richter (1709-1789), Ignaz
Holzbauer, Cramer, Johann Scobert (1720-1767),
Boccherini, Gossec, Hoffmann, Dittersdorf vardı.
Oda müziği de bu gelişmelerden yararlandı.
Schobert, üzellikle kuartetlerinde ve triolarında
pianoya önem verdi. Mannheim Okulu, müzik
materyallerini yorumlamayı gerçekten iyi biliyordu.
Bestecilerin hizmetine koydukları çalgılamalardaki
ileri buluşları, etkisini bir yüzyıla yakın sürdürdü.
Zamanın müzik mimarisinin en ciddi sorunlarını
çözümlemek için bu bileinçli teknisyenlerin
keşfettikleri ve yalın bir şekilde kurumsallaştırdıkları
sonuçlardan, Beethoven, metodik olarak yararlandı.
Enstümantal tınının gelişmesi çok solistli konçertant
senfoninin doğumuna yol açtı. Bu tür, orkestral
dialoğu dağlıyordu. Virtüözite gelişti, yeni etkiler
arandı. Modern orkestranın dengesini sağlamlaştıran
senfoni biçimi ise, parlak durumunu koruyordu.
İtalya’da Durum
Ses müziği zevkinin gelenekel egemenliğine karşın
orkestra sanatı ilerledi. Eğitimci-besteci Sammartini
ve Padre Martini (Giovanni Battista Martini) gibi
besteciler birçok öğrenci yetiştirdiler.
Almanya’da Durum
Almanya’da Telemann ve Bach’ın oğulları (Karl P.
Emanuel Bach ve Jh. Chr. Bach) yeni tarzın
hazırlayıcıları arasında yer aldılar.
26
FRANSIZ DEVRİMİNDE MÜZİK
Fransız devrimini hazırlayan şartlar oluşurken sant da
halka doğru yaklaşıyordu. Fransız devrimi, bu hareketi
yoğunlaştırdı. Politika, sanat alanına da çok özel ve ani
bir giriş yaptı. Sanat dünlük adamın duygu ve
heyecanlarını aktarabilmrk içinsoyluların salonlarından
çıkarak sokağa indi. Vatan sevgisi ile ilgili ateşli konnuları
işleyen sanatlar, siyasal yönetimin bir aracı oldu. Müzik,
din dışı ilahilerde ve kantatlarda demokratlaştı. Korolar
halkın duygularının ve sesinin sembolü oldular.
1791’de ilan edilen bir yönetmelikle sahne ve temsil
özgürlüğü verildikten sonra Paris’te 60 tiyatro açıldı.
Bunlardan yirmiye yakını müzikliydi. İhtilal ortamını ve
duygularını yansıtan eserler yazıldı ve bu tiyatrolarda
temsil edildi. Önceleri vodvil niteliğindeki eserler,
Gossec, Mehul, Cherubini, Lesueur gibi bestecilerin
yapıtlarıyla değer kazandılar.
BAROK MÜZİK
Barok müzik diye tanımladığımız müzik yaklaşık dört
yüzyıl öncesinin müziği olmasına karşın günümüzün
kültür yaşamında hâlâ çok önemli bir yeri vardır. Bir
yandan bilgisayar müziği yaygınlaşırken öte yandan
dönemin çalgılarıyla Barok müzik seslendirilmekte
yorumların aslına uygun olup olmadığı tartışmaları
yapılmakta. Bu müzik 20. yüzyıl insanı için ne ifade
ediyor?
…Günümüzde müzik tarihinin hiçbir döneminde
olmadığı kadar çok çeşitli müzik türleri ile karşılaşıyoruz.
Genellikle müzik, ciddi müzik ve eğlence müziği diye
ikiye ayrılır ve bunlar da kendi içinde çeşitli türlere
müzik, orkestra müziği, oda müziği vb. Eğlence müziği
için de aynı şey geçerliydi. Teknolojinin ilerlemesi,
sanatlar arası etkileşimin giderek ağırlık kazanması,
sınırların aşılması yepyeni türlerle karşılaştırıyor bizi.
Bundan kırk, elli yıl önce bir araya geldiğimizi
düşümüzde görsek, inanmayacağımız müzikler karşımıza
çıkıyor. Örneğin, kilise müziği ile Garbarek ya da Bach’la
caz, elektronik müzikle Bach gibi.
...Bana önemli gelen biri genel, biri özel iki nokta
üzerinde durmak istiyorum. Birincisi Barok müziğin
genellikle hangi besteci olursa olsun dinleyeni
rahatlatması, onda dinginlik duygusu uyandırması.
Küreselleşen dünyamızda her olay; deprem, savaş,
hastalık, şiddet, işkence insan haklarının ihlali ortak
sorunlarımız, ortak yaşantılarımız. Hiç kimse dünyanın
öbür tarafında olan bir olay için “bundan bana ne!”
diyemiyor. Öznel duygulardan çok insanlığın ortak
duygularına seslenen bu müzik, deyim yerindeyse bir tür
ruhsal sığınak oluyor bizim için. Hızlı ve acılı
yaşantımızdan bizi çekip çıkarıyor. Kısa bir süre için bile
olsa rahatlatıyor...
Erhan Karaesmen
Andante Dergisi