Upload
others
View
9
Download
0
Embed Size (px)
Citation preview
T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ
TIP FAKÜLTESİ ORTOPEDİ VE TRAVMATOLOJİ
BASİT KEMİK KİSTİNDE KORTİKOSTEROİD ENJEKSİYONU İLE TEDAVİNİN KİST SIVISINDAKİ KEMİĞİ REZORBE EDİCİ
FAKTÖRLERE VE LEZYONUN İYİLEŞMESİ ÜZERİNE ETKİLERİ
(UZMANLIK TEZİ)
Tez Danışmanı: Prof. Dr. Yusuf YILDIZ
Dr. Uğur BEZİRGAN
ANKARA – 2011
Eşim Tuba ve oğlum Ömer’ e ithaf ediyorum
i
ÖNSÖZ
Uzmanlık eğitimim boyunca her konuda desteğini yanımda gördüğüm,
yetişmemde büyük katkıları olan, cerrahi ve insani tecrübelerini benden
esirgemeyen değerli hocalarım Prof. Dr. Ertan MERGEN, Prof. Dr. Yener
SAĞLIK, Prof. Dr. Derya DİNÇER, Prof. Dr. Tarık YAZAR, Prof. Dr.
Mehmet BİNNET, Prof. Dr. Mehmet DEMİRTAŞ, Prof. Dr. Sinan
ADIYAMAN, Prof. Dr. Ali Kemal US, Prof. Dr. Bahattin GÜZEL, Prof. Dr.
Bülent ERDEMLİ, Prof. Dr. Yusuf YILDIZ, Prof. Dr. Hakan KINIK, Doç Dr.
Sinan BİLGİN’e şükranlarımı sunarım.
Farmakoloji A.B.D öğretim üyelerinden değerli hocalarım Prof. Dr.
Hakan ERGÜN, Doç. Dr. Kemal SAYAR ve laborant Soner MAMUK’ a hafta
sonları dahil olmak üzere bana labaratuarlarının açmaları ve özel ilgilerinden
ötürü ayrıca teşekkür ederim.
Gülhane Askeri Tıp Akademisi Ortopedi ABD Öğretim Üyelerinden
Hocam Prof. Dr. Bahtiyar DEMİRALP’e yardımlarından dolayı teşekkür
ederim.
Tezimin oluşturulmasında değerli emeğini ve tecrübelerini
esirgemeyen, ortopedi ve travmatolojiyi sevmemde büyük katkıları olan tez
danışmanım değerli hocam Prof. Dr. Yusuf YILDIZ ’a ayrıca minnettarlığımı
ve teşekkürlerimi sunarım.
Birlikte çok şeyi paylaştığımız ve çalışmaktan mutluluk duyduğum
Uzm. Dr. Kerem BAŞARIR, Uzm. Dr. Mehmet ARMANGİL, Ortopedi ve
Travmatoloji Kliniği asistan arkadaşlarıma, tüm servis ve ameliyathane
hemşirelerine, skopi teknisyeni Selahattin UYAR’ a, pansumancılarımıza,
tüm hastane personeline ve arşiv personelimize teşekkür ederim.
Dr. Uğur BEZİRGAN
ANKARA 2011
ii
İÇİNDEKİLER
ÖNSÖZ ........................................................................................................... i
İÇİNDEKİLER................................................................................................ ii
TABLOLAR LİSTESİ.................................................................................... iii
ŞEKİLLER LİSTESİ...................................................................................... iii
SEMBOLLER/ KISALTMALAR LİSTESİ ...................................................... v
1. GENEL BİLGİLER..................................................................................... 1
A) Unikameral kemik kistleri ....................................................................... 4
a) Giriş..................................................................................................... 5
b) Klinik görünüm .................................................................................... 5
c) Etyoloji................................................................................................. 6
d) Histolojik görünüm............................................................................... 7
e) Görüntüleme ....................................................................................... 9
f) Tedavi ................................................................................................ 15
g) Kist iyileşmesinin değerlendirilmesi ................................................... 20
B) Epifizyel Basit Kemik Kisti .................................................................... 22
2. ÇALIŞMA................................................................................................. 25
A) Amaç.................................................................................................... 25
B) Yaklaşım- Yöntem:............................................................................... 26
C) Sonuçlar............................................................................................... 28
D) Tartışma............................................................................................... 30
E) Özet ..................................................................................................... 39
F) Abstract ................................................................................................ 40
3. KAYNAKLAR .......................................................................................... 42
iii
TABLOLAR LİSTESİ
Tablo 1: Musküloskeletal Tümörlere Yaklaşım............................................... 2
Tablo 2 : Dünya Sağlık Örgütü’nün Kemik Tümörü Sınıflaması ..................... 3
Tablo 3: 14 Hastanın Klinik Detayları........................................................... 29
Tablo 4: EIA Sonuçlarının Non-Parametrik Testlerle Değerlendirilmesi....... 30
Tablo 5: Basit Kemik Kistinin Patogenezi. İnternal Kist Basıncının Artması Ve Kemiği Rezorbe Edici Faktörlerin Kistin Genişlemesinde Önemli Rol Oynaması. IL-1 Bağ Doku Hücrelerini PGE2 ve Kollajenolitik Enzim Üretmesi İçin Uyarır. Kemik Oluşturan Faktörler De Bir Arada Bulunur Ama Aktivitelerinin Kemik Rezorbsiyon Aktivitesinden Az Olduğu Düşünülmektedir. ............................................................... 37
ŞEKİLLER LİSTESİ
Şekil 1: Bu X- Ray, Humerusta Multilokule Kistin İyi Bir Örneğidir. Ok İşareti 3 Yaşındaki Bir Çocukta Kist İçinde Bitmemiş Septasyonu Göstermektedir. ............................................................ 6
Şekil 2: (a) Ok İnce Endotelyal Sırayı Gösteriyor. (b) Ok Histiyosit Benzeri Sırayı Gösteriyor............................................................................... 8
Şekil 3. Sol Femurun Proksimalinde, Unikameral Kemik Kistinin Tipik Görünümünü Gösteren Bir Radyografi. Lezyon Osteolitiktir Ve Çevresindeki Kortekste İncelme Mevcuttur. ..................................... 9
Şekil 4: İliumun Merkezinde İç -Dış Tablaların Arasında Dış Kortikal Tablanın İncelmesi Ve İçerdekinin Genişlemesiyle Karakterize Bir Kist ......................................................................... 10
Şekil 5: ‘Düşen Yaprak Bulgusu’ Nun Radyografik Görünümü. Sırasıyla 11 Ve 7 Yaşlarında İki Erkek Hastadan Örnekler Görülmekte. ............ 11
Şekil 6: Proksimal Femurun axial BT Kesitinde Lezyon,6 Yaşında Erkek Çocukta Periost Reaksiyonu Yapmadan Kortikal İncelmeye Sebep Olmuş. ............................................................... 12
Şekil 7: 9 Yaşında erkek Hastanın Humerus Diafizinde T1’ de Hipointens ve T2’ de Hiperintens MR Görüntüleri. ................................................. 13
iv
Şekil 8: (a) Kalkaneusta Basit Kemik Kisti Olan 20 Yaşında Bayan Hastanın MR İncelemesinde T2’ deki Yüksek Sinyal Görünmekte.(b) Aynı Hastada Kalkaneustaki Hiperintens Lezyonda Sıvı-Sıvı Seviyeleri. 13
Şekil 9: Fleksibl İntramedüller Çivileme İle Tedavi Edilmiş 14 Yaşındaki Erkek Hastanın Radyografisi. Çiviler, Devamlı Kist Drenajına Olanak Sağlarken, İnternal Stabilizasyon da Sağlar. .................................. 19
Şekil 10: Lezyon İçine Steroid Enjeksiyonları İle Tedavi Edilmiş Bir Hastanın Radyografisi. Bu Lezyon Kalıntılarla İyileşmiştir. Kortikal Kalınlaşma ve Kist Opaklaşması Bulunmakla Beraber, Lezyonun Sınırları Hala Seçilebilmektedir. ........................................................................... 21
Şekil 11: (A) 6 Yaşındaki Bir Kız Çocuğun Proksimal Humerusundaki Aktif Kemik Kistinin Epifizyel Tutulumu. (B) MR Görüntüler Multilokuler Kistin Fizisi Geçerek Ve Penetre Olarak Epifizin İçerisinde Yer Aldığını Gösteriyor. (c) Steroid enjeksiyonundan 4 ay sonraki filminde fizisin erken kapanmasıyla birlikte humerustaki kısalığa dikkat edin. ..................................................................................... 24
Şekil 12: Calcaneustaki Multilokule Kistten İki Adet Trokar Yardımıyla Aspirasyon Yapılmakta. Röntgenografide Trokarın Septayı Deldiğine Dikkat Edin. .................................................................... 28
Şekil 13: (a) Proksimal Humerustan Kist Dekompresyonu Sırasında Enjektöre Dolan Sero- Hemorajik Mayii (b) Aynı Hastanın Kistik Kavitesi Saline İle Yıkanırken Floroskopi Görüntüsü ............ 28
v
SEMBOLLER/ KISALTMALAR LİSTESİ
RG : Radyografi
BT : Bilgisayarlı Tomografi
MRG : Magnetik Rezonans Görüntüleme
OKG : Otolog Kemik Grefti
DKM : Demineralize Kemik Matriksi
MGKS : Tıbbi Nitelikli Kalsiyum Sülfat
NÖD : Negatif Öngörü (Prediktif) Değeri
PÖD : Pozitif Öngörü Değeri (Pozitif Prediktif Değer)
UKK : Unikameral Kemik Kisti
PGE2 : Prostaglandin E2
IL1ß : İnterlökin 1beta
VEGF-A : Vasküler Endotelyal Büyüme Faktörü –A
EIA : Enzim İmmuno Test
S.S : Standart Sapma
SPSS : Sosyal Bilimler İçin İstatiksel Paket
LAF : Lenfosit Aktive Edici Faktör
LEM : Lökosit Endojen Mediatör
PIF : Proteoliz İndükleyici Faktör
ALPase : Alkalen Fosfataz
VPF : Vasküler Permabilite Faktörü
1
1. GENEL BİLGİLER
Tümör, latincede şişlik, kitle anlamına gelir. İnsan vücudunda bulunan
bir grup hücrenin nedensiz, kuralsız, aşırı bir şekilde üreyerek oluşturduğu
kitle anlamında da kullanılmaktadır (2). Normal dokuyu aşan ve normal doku
ile koordine olmayıp, değişime yol açan, uyarı durduktan sonra bile aynı
şekilde büyümeye devam eden anormal dokudur. Esas olarak bütün
tümörlerin kökeninde normal büyüme kontrollerine verilen cevabın kaybı
yatmaktadır(2).
Kemik tümörleri, kemik dokusunu oluşturan ya da kemiğin içinde
bulunan her tür hücreden kökenini alarak gelişebilen selim ya da habis
tümörlerdir. Kemik tümörlerinin histolojik sınıflaması, tedavi yöntemi ve
prognoz beklentilerinin belirlenmesi açısından önem taşır. Birçok farklı hücre
tipinden kaynaklanan tümörlerin tedavi yöntemlerine duyarlılıkları da farklı
olacaktır. Tedavileri ve tedaviye cevapları farklılık gösterdiği için preoperatif
histolojik tanısının (patolojik örnekleme) yapılması gereklidir(3). Bir kemik
tümörüne yaklaşım Tablo 1’ de gösterilmiştir.
Kemiğin primer tümörleri oldukça nadirdir. Malign kemik tümörleri,
bütün tümör ölümlerinin ancak % 1’ini oluşturur. Diğer bütün tip kanserler yaş
ile doğru orantılıdır. Kemik tümörlerinde ise 15-20 yaş arasında hızlı bir artış,
20 yaştan sonra azalma, 30 yaş civarında yine yükselme göstererek, ileriki
yaşlarda da buna yakın değerlerde devam eder.
Kemik tümörlerinin etiyolojisi tam olarak bilinmemektedir. Deneysel
olarak iyonizan radyasyon, karsinojenik hidrokarbonlar, berilyum, diğer ağır
metaller ve virüslerle kemik tümörleri meydana getirilmiştir. İnsanlarda
kendiliğinden ortaya çıkan kemik tümörlerinde rol oynayan çevresel faktörün
bunlardan hangisi olduğu tam olarak bilinmemektedir.
2
Tablo 1: Musküloskeletal Tümörlere Yaklaşım
Kemik tümörleri Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) tarafından selim, selim
agresif ve habis tümör olarak, ayrıca köken aldığı dokuya göre
3
sınıflandırılmıştır. Basit kemik kistleri, tümör benzeri lezyonlar sınıfında
sınıflandırılmaktadır (1).
Kemik tümörlerinin sınıflamasında Dünya Sağlık Örgütü ( DSÖ)’nün
önerdiği sınıflama kullanılmaktadır.
Tablo 2 : Dünya Sağlık Örgütü’nün Kemik Tümörü Sınıflaması
I. KEMİK OLUŞTURAN TÜMÖRLER A. BENİGN 1. Osteoma 2. Osteoid osteoma ve osteoblastoma B. MALİGN 1. Osteosarkom 2. Jukstakortikal osteosarkom II. KIKIRDAK OLUŞTURAN TÜMÖRLER A. BENİGN 1. Kondrom 2. Osteokondrom 3. Kondroblastom 4. Kondromiksoid fibrom B. MALİGN 1. Kondrosarkom 2. Jukstakortikal kondrosarkom 3. Mezenşimal kondrosarkom III. DEV HÜCRELİ TÜMÖR IV. KEMİK İLİĞİ TÜMÖRLERİ 1. Ewing sarkomu 2. Multipl Miyelom 3. Lenfoma V. DAMAR TÜMÖRLERİ A. BENİGN 1. Hemanjiom 2. Lenfanjiom 3. Glomus tümörü B. ARADA OLANLAR 1. Hemanjioendotelyoma 2. Hemanjioperistoma C. MALİGN 1. Anjiosarkom VI. BAĞ DOKUSU TÜMÖRLERİ A. BENİGN 1. Desmoplastik fibrom 2. Lipom B. MALİGN 1. Fibrosarkom 2. Liposarkom 3. Malign mezenşimom
4
4. İndiferansiye sarkom VII. DİĞER TÜMÖRLER 1. Kordoma 2. Uzun kemiklerin adamantinoması 3. Schwannom 4. Nörofibrom VIII. SINIFLANDIRILAMAYAN TÜMÖRLER IX. METASTATİK TÜMÖRLER X. TÜMÖRE BENZER LEZYONLAR 1. Soliter kemik kisti 2. Anevrizmal kemik kisti 3. Juksta-artiküler kemik kisti 4. Metafizyal fibröz defekt 5. Eosinofilik granülom 6. Fibröz displazi 7. Myositis ossifikans 8. Hiperparatiroidizmin brown tümörü
A) Unikameral kemik kistleri
Özet
Unikameral kemik kistleri, çocukluk çağının sık görülen, iyi huylu
iskelet lezyonlarıdır. Kortikal kemiği zayıflatarak kırığa sebep olurlar.
Unikameral kemik kistlerinin oluşum nedeni tam olarak açıklık
kazanmamıştır. Venöz dönüş obstrüksiyonu, günümüzde en çok kabul gören
hipotezdir. Unikameral kemik kistlerinin tedavisinde radikal rezeksiyondan,
perkütan drenaja kadar değisen stratejiler uygulanmaktadır.
Unikameral kemik kisti hücre kültürleri yakın zamanda karakterize
edilmiştir. Bu hücreler, preosteoblast kümelenmesi ve osteoblast ile
osteoklastların farklılaşmasından sorumlu proteinleri eksprese ederler. Ayrıca
bifosfonatlara karşı gösterdikleri yanıt da artmıştır. Günümüzde uygulanan
tedavilerde, minimal invaziv veya perkütan teknikler tercih edilmektedir.
Çeşitli maddelerin enjeksiyonunu değerlendiren çalışmalarla başarılı sonuçlar
elde edilmiştir. Bazı yazarlar, fleksibl çivilerle stabilizasyon uygulanmasını
savunmaktadır. Kırık riskini tayin etmek amacıyla kist indeksi kullanımı artık
pek tercih edilmemektedir. Hem risk tayini, hem de tedavi planlaması
amacıyla bilgisayarlı tomografi kullanımı gittikçe yaygınlaşmaktadır.
5
Unikameral kemik kistlerinin tedavisi zordur. Bilgisayarlı tomografi,
kırık öngörüsünde bulunma ve tedavi planlaması yönlerinden oldukça
değerlidir. Tedavinin amaçları içerisinde kist involüsyonu ve katastrofik
komplikasyonların önlenmesi sayılabilir. Bu amaçlara hizmet eden çok sayıda
teknik bulunmaktadır. Bu konuda bir çok çalışma yapılmasına karşın, bir
tekniğin diğerine üstünlüğü kanıtlanamamıştır. Günümüzde en sık kullanılan
modalite kist dekompresyonudur. Unikameral kemik kistlerinin oluşum sebebi
açıklık kazandıkça, medikal tedavinin rolü daha belirgin hale gelebilir.
a) Giriş
Aynı zamanda basit kistler veya soliter kemik kistleri olarak da bilinen
unikameral kemik kistleri (UKK), çocukluk çağında en sık görülen iyi huylu
kemik lezyonlarıdır [4]. Lezyonların çoğu asemptomatik olduğu, dolayısıyla
radyografik olarak gösterilmediği için kesin insidans ve prevalans
bilinmemektedir. UKK, biyopsi alınan tüm kemik tümörlerinin %3’ünü
oluşturur [5,6]. %85’ten fazlası, 20 yaş altı hastalarda görülen kemik
kistlerinin neredeyse tamamı gençlerde oluşur. Epidemiyolojik veriler,
hastalığın erkeklerde daha sık görülme eğiliminde olduğunu göstermektedir
(2.5:1) [6,7].
b) Klinik görünüm
Sıvı dolu kistik lezyonlarla karakterize UKK, çocuklarda uzun
kemiklerin metafizlerinde ortaya çıkar [7,8]. En sık humerusta, ikinci sıklıkta
ise femurda görülür [9,10]. UKK, çok daha düşük sıklıkta da olsa, kalkaneus,
tibia, fibula ve diğer kemiklerde de görülebilir [6]. Klinik olarak UKK’nin büyük
çoğunluğu, patolojik kırık sonucu (çoğunlukla minör travma sonrası) ağrı ile
başvurur [6,9]. Hastalar ödemli, hassas bir ekstremite ile de başvurabilir.
Lezyonların geri kalanı, lezyon bölgesinde müphem bir ağrı sonucu veya
tesadüfen fark edilir. Radyografik olarak, UKK, osteolitik lezyonlar olarak
görülür (Şekil 1).
6
Aktiviteleri, fizise yakınlıklarına göre belirlenir. Aktif kistler, fizis
komşuluğunda bulunmakla beraber, inaktif kistler, fizise daha uzak
yerleşimlidirler [11].
Şekil 1: Bu X- Ray, Humerusta Multilokule Kistin İyi Bir Örneğidir. Ok İşareti 3 Yaşındaki Bir Çocukta Kist İçinde Bitmemiş
Septasyonu Göstermektedir.
c) Etyoloji
UKK’nin nedeni tam olarak açıklık kazanmamıştır. Oluşumlarını
açıklayacak çok sayıda teori bulunmaktadır, ancak hiçbiri kesinleşmemiştir.
Normal vasküler akımdaki bir aksama, günümüzde en çok kabul gören
açıklamadır. Cohen’ın ileri sürdüğü gibi, venöz obstrüksiyon intramedüller
basınçta artışa ve dolayısıyla kist oluşumuna yol açmaktadır [10]. Kist
dekompresyonunun, kist involüsyonuna yol açması bu teoriyi destekler [20].
Komiya ve ark. [21], kist sıvısında bulunan çesitli faktörlerin (prostaglandin
E2, interlökin-1b2 ve jelatinaz), kemik rezorpsiyonunu arttırdıklarını öne
7
sürmektedirler. Normal basıncın yeniden sağlanmasının yanı sıra, kist
aspirasyonu da bu faktörleri ortadan kaldırarak, kist iyileşmesine katkıda
bulunabilir.
Kist oluşumunu etkileyen faktörlerle ilgili bazı temel bilimsel
araştırmalar yapılmıştır. Yu ve ark. [22], UKK membranlarından, hücre
karakterize etmeye çalışmışlardır. Buna ek olarak, nitrojen içeren bir
bifosfonat olan zolendronatın in-vitro UKK modeli üzerindeki etkilerini de
değerlendirmişlerdir. Onların modelinde, enzimatik olarak sindirilen UKK
membranlarından hücre dizileri elde edilmiştir. Kültür sonrasında, hücre
dizileri immünohistokimyasal/ sitokimyasal yöntemlerle ve RNA mini-array
teknik ile analiz edilmiştir. Kültürü yapılan trabeküler kemik hücreleri kontrol
grubu olarak alınmıştır. Kültürü yapılan UKK hücreleri SDF-1 ve RANKL için
pozitif boyanma göstermistir. SDF-1’in preosteoblastları grupladığı ve
osteoklast gelişimini başlattığı düşünülmektedir; RANKL ise osteoklast
farklılaşmasını uyarır. Mikroarray verileri RUNX2 ekspresyonu olduğunu
ortaya koymuştur. RUNX2, osteoblast farklılaşmasında da rolü olduğu bilinen
bir osteoblastik transkripsiyon faktörüdür. Bu markerların ve genlerin varlığı,
UKK’nin patogenezini açıklamamıza yardımcı olabilir. Yazarların vardığı
sonuç, UKK hücrelerinin osteoklastik gelişimi başlatma ve dolayısıyla kemik
resorbsiyonuna yol açma yetilerinin olduğu ve RUNX2 ekspresyonunun
osteoblast farklılaşmasına yol açarak, UKK tedavisi sonrasında görülen
kemik rejenerasyonunu açıklamaya yardımcı olduğudur [22].
d) Histolojik görünüm
Histolojik olarak, ince, birkaç hücre ile kalınca kaplanan derin
tabakalarda fibröz doku, hemosiderin içeren dev hücreler ve kolesterol
yarıkları mevcuttur. Kist duvarı düzleşmiş küboid benzeri hücrelerden
oluşmuştur. Bazen bu kistin duvarı etkilenen kemiğin meduller kavitesine
marjinal tanımlama olmadan uzanmakta olabileceğini vurgulamak uygun olur.
Histiyositler ve dağınık inflamatuar hücreler dilate kan damarlarıyla birlikte bu
çizgide sıklıkla bulunur (Şekil 2). Kistin duvarındaki fibrin depozitler
çimentoyu andıran konsantrik lameller yapılar üretecek kadar mineralize
8
olurlar ve bu kalsifiye depozitler ossifikasyona uğrarlar (23,24-26). Eski
literatürde bu yanlış olarak sementoma olarak rapor edilmiştir. Bu tümörlerin
radyoloji bölümünde anlatıldığı gibi 8-10 yaşın altındaki çocuklarda
multikameral kistler, klinik, radyografik ve histolojik olarak anevrizmal kemik
kistlerinden ayırd edilemezler.
Şekil 2: (a) Ok İnce Endotelyal Sırayı Gösteriyor. (b) Ok Histiyosit Benzeri Sırayı Gösteriyor.
9
e) Görüntüleme
Lezyonun tipik radyografik görünümü, uzun kemiklerin metafizinin
meduller boşluğunda(3,4) konsantrik lokalizasyonda, bütün yönlerde
genişlemiş, genişleyen ve incelen fakat penetre olmamış bir korteksten
ibarettir (Şekil 3). Pelvis gibi yassı kemiklerde lokalize kistlerde iliumun iç -
dış tablalarında ve superior pubik ramusun orta porsiyonunda yer alır (Şekil
4).
Şekil 3. Sol Femurun Proksimalinde, Unikameral Kemik Kistinin Tipik Görünümünü Gösteren Bir Radyografi. Lezyon Osteolitiktir Ve Çevresindeki
Kortekste İncelme Mevcuttur.
10
Şekil 4: İliumun Merkezinde İç -Dış Tablaların Arasında Dış Kortikal Tablanın İncelmesi Ve İçerdekinin Genişlemesiyle
Karakterize Bir Kist
Etkilenen kemiğin kortikal kenarı çok ince olabilirken farklı
görünmektedir. Kemikteki lezyonun uzun ekseni hemen her zaman enini
geçerken kemiğe kesik koni biçimini verir (27). Kistin uzun ekseninin distal
uzanımı sıklıkla düz filmlerde zor görünür ve metadiafiziyel kemiğin ana
hatlarına karışır. Eğer kist duvarının incelmiş korteksi boyunca periost
reaksiyonu varsa bu alanda mutlaka patolojik kırık dikkatlice araştırılmalıdır.
Muitipl laminalı periost reaksiyonu, Codman üçgeni, kortikal penetrasyon
görülmez.
‘Düşen yaprak bulgusu’ düz filmlerde görülür (29) ve aslında
multilokule kemik kisti için patognomoniktir (Şekil 5).
Bu, kemiğin ince kortikal duvarında patolojik kırık meydana geldiğinde
korteksteki fragmanın yerinden oynaması ile olur. Fragman, sıvı içeren kist
kavitesine düşmektedir. Bu fragman, seri görüntüleme sırasında hastanın
etkilenen kemiğinin pozisyonuna bağlı olarak sıvı içerisinde yer değiştirebilir.
Bu kist, nadiren kemiğin bir ucundan karşı ucuna dağılmıştır. Bu görünüm
11
neredeyse her zaman iskelet olarak matur ya da iskelet maturitesine yakın
hastalarda bulunur.
Şekil 5: ‘Düşen Yaprak Bulgusu’ Nun Radyografik Görünümü. Sırasıyla 11 Ve 7 Yaşlarında İki Erkek Hastadan Örnekler Görülmekte.
Kistlerde röntgenlerde görülen sıvı-sıvı seviyeleri anevrizmal kemik
kistindeki ‘kan’ ın sağlam kanıtı olarak rapor edilmiştir. Sıvı-sıvı seviyeleri BT’
de de görülebilir, ancak hastanın supin pozisyonda olması ve görüntülerin 90
derecede yazılması nedeniyle vertikaldir. En son yayınlanan literatüre göre
bu bulgu diagnostik ve spesifik bir bulgu değildir, çünkü dev hücreli
tümörlerde ve telenjiektatik osteosarkomlarda da tespit edilmiştir (30). 8 yaşın
altındaki çocukların düz filmlerinde basit kistlerin ve anevrizmal kemik
kistlerin radyografik görünümünün ayrımını yapmak çok zordur. Her iki lezyon
da aynı radyografik ve histolojik görünüme sahiptir. Tekstin ilerleyen
bölümlerinde bahsedileceği gibi basit kistleri ve anevrizmal kemik kistlerini
aspirasyon/ injeksiyon teknikleriyle birbirinden ayırmak da oldukça zordur ve
10 yaşın altındaki çocuklarda histolojik olarak ayırd edilemez(28,31).
Kemik sintigrafi: Tc99 kemik sintigrafisi ile kistte tipik olarak fotopenik
bir merkezi çevreleyen kenar boyunca hafif bir uptake artışı görülmektedir.
12
Tek kafa karıştırıcı kemik sintigrafi bulgusu patolojik kırık oluştuğunda kist
boyunca iyileşen kemik alanları olmasıdır. Bu alanlar kırığın yaşına bağlı
olarak değişen derecelerde uptake artışı gösterir.
BT: BT görüntüleme pelvik kistlerin uzantısını değerlendirmede yardımcıdır, aynı zamanda herhangi bir lokalizasyondaki kisti de değerlendirebilir (şekil 6). Düz filmler tek başına çoğu uzun kemikte yeterli diagnostik bilgiyi verir. Kist ne zaman ki kemiğin orta diafizer bölgesinde ya da beklenmedik lokalizasyonda bulunursa BT, defektin uzantısını belirlemede faydalı olabilir. Eğer BT görüntüleme bu kistleri görüntülemede kullanıldıysa, filmlerin üzerinde Hounsfield üniteleri sıvının varlığını doğrulmak için bulunmalıdır. Nitekim kalkaneusta, vertebra cisimleri ve proksimal femurda (kistlerin ikinci sıklıkta yerleşim yeri) kemik lipomaları da görülebilir ve bu lezyonlar da benzer düz film ve BT görüntüsüne sahiptir. Kistik defektlerin içerisindeki sıvı tipik olarak 20 Hounsfield ünitesinden azdır (2-18 U). Yağ, 0 Hounsfield ünitesinden azdır (0 ile -200) ve ayırd etmede yardımcıdır
Şekil 6: Proksimal Femurun axial BT Kesitinde Lezyon,6 Yaşında Erkek Çocukta Periost Reaksiyonu Yapmadan Kortikal
İncelmeye Sebep Olmuş.
MRI: Tipik bir kemik kisti MRI’ de düşük T1 ve yüksek T2 sinyali
gösterir (Şekil 7-8). Ancak, bu bulgular 8 yaşının altındaki çocukta anevrizmal
kemik kistini basit kemik kistinden açık bir şekilde ayırmaz.
13
Şekil 7: 9 Yaşında erkek Hastanın Humerus Diafizinde T1’ de Hipointens ve T2’ de Hiperintens MR Görüntüleri.
Şekil 8: (a) Kalkaneusta Basit Kemik Kisti Olan 20 Yaşında Bayan Hastanın MR İncelemesinde T2’ deki Yüksek Sinyal Görünmekte.(b) Aynı Hastada
Kalkaneustaki Hiperintens Lezyonda Sıvı-Sıvı Seviyeleri.
14
Kaelin ve MacEwen [4], UKK’ nde kırığı öngörmek amacıyla kist indeksi kullanımını ileri sürmüşlerdir. Kist indeksi, kistin standart ortoganol radyografileri kullanılarak hesaplanmaktadır. Kistin içine çizilen bir veya iki trapezoid aracılığıyla hesaplanan kist alanının, diafiz çapının karesine bölümü, kist indeksini vermektedir. Humerusta 4.0 veya üstü, femurda ise 3.5 veya üstü bir kist indeksinin, yüksek kırık riski taşıdığını bulmuşlardır [4]. Vasconcellos ve ark [32], kist indeksini, duyarlılık, özgüllük, negatif öngörü değeri (negatif prediktif değer) (NÖD), pozitif öngörü değeri (pozitif prediktif değer) (PÖD) ve gözlemci içi ve gözlemciler arası güvenilirlik parametreleri açısından değerlendirmişlerdir. Yukarıda verilen sınır değerler kullanılarak, humerus lezyonları için duyarlılık ve özgüllüğün sırasıyla 1.0 ve 0.13 olduğunu bulmuşlardır. Femur lezyonları için duyarlılık ve özgüllük sırasıyla 0.5 ve 0.33 olarak hesaplanmıştır. Humerus lezyonları için PÖD ve NÖD, 0.24 ve 1.0’dır. Femur lezyonları için PÖD ve NÖD ise sırasıyla 0.33 ve 0.5 olarak bulunmuştur. Hem gözlemci içi hem de gözlemciler arası tekrarlanabilirlik de oldukça düşük bulunmuştur. Bu verileri temel alarak, kist indeksinin yeterli duyarlılığa, özgüllüğe, NÖD, PÖD ve tekrarlanabilirliğe sahip olmadığı sonucuna varmışlardır. Dolayısıyla test doğrulanamamıştır ve kullanımı önerilmemektedir [32].
Snyder ve ark. [33], iyi huylu iskelet lezyonlarında kırığı öngörmek amacıyla bilgisayarlı tomografinin (BT) kullanımını araştırmışlardır. Kemik rijiditesi, kemiğin, aksiyel, dönme (torsiyonel) ve eğme (bükme) kuvvetlerine karşı gösterdiği direnç olarak tanımlanır. Kemik dokunun elastisite (esneklik) katsayısı, kemik mineral yoğunluğunun fonksiyonunun ve kemik geometrisinin bir sonucudur. İyi huylu iskelet lezyonları ile başvuran 36 hastada BT kullanılarak retrospektif olarak, kemik rijiditesi hesaplanmıştır; 18’inde kırık mevcutken, kalan 18’inde bulunmadığı görülmüştür. Kırık kohortunda, sanal redüksiyon kullanılarak, lezyonun “kırıktan hemen önceki” halini canlandıran görüntüler elde edilmiştir. İki grupta da, yoğunluğu bilinen ‘hidroksiapatit hayaletleri’ kullanılarak, etkilenen ve etkilenmeyen ekstremitelerdeki kemik mineral yoğunluğu hesaplanmıştır. Her pikselin katsayı ağırlıklı alanıyla, kemiğin katsayı ağırlıklı merkezine göre yerleşiminin toplanmasıyla, aksiyel, eğme ve dönme rijiditeleri elde edilmiştir. Etkilenen kemiğin rijiditesi, etkilenmemiş olan kontrlateral tarafın rijiditesine
15
bölünmüştür. Bu oran, etkilenen tarafın, normal tarafa kıyasla yük taşıma kapasitesindeki azalmayı ifade etmektedir.
Yazarlar, %67 veya altındaki bükme rijiditesi oranının, kırık öngörüsü sağlayan en doğru tek parametre olduğunu bulmuşlardır. Kombine olarak düşünüldüğünde ise bükme ve torsiyonel rijiditeler, kırık öngörüsü için en güçlü parametrelerdir. %50 ve %75’lik eğme rijiditelerinin kırık riskleri sırasıyla %98 ve %10’un altıdır. %50, %75 ve %85’lik torsiyonel rijidite oranları, neredeyse %100, %50 ve %5 kırık riskleri ile ilişkilidir. Demografik verilerin analizi, sadece yaşın, belirgin olarak artmış bir kırık riski ile ilişkili olduğunu ortaya koymuştur; kırığı olan hastaların yaş ortalaması 10.6 iken, kırığı olmayan hastaların yaş ortalaması 14.2’dir. Cinsiyet, lezyonun yerleşimi ve ağrı, kırık öngörüsüne yardımcı olan faktörler değildir.
Duyarlılığının, özgüllüğünün ve doğruluğunun yüksek olması nedeniyle, yazarlar UKK’de kırık öngörüsü için kemik rijiditesinin kullanılmasını önermektedir. Bu çalışma umut vaat etmekte olsa da, birkaç dezavantajı bulunmaktadır. Retrospektif bir çalışmadır ve sanal redüksiyonların doğruluğu kesin değildir. Bu tekniği tam olarak değerlendirmek için prospektif randomize çalışmalar gerekmektedir. Buna ek olarak, BT’nin rutin kullanımı, hastaları, standart radyografilerden daha yüksek dozda radyasyona maruz bırakmaktadır; bununla beraber, MRI kullanılan yeni bir protokol geliştirilmektedir [33].
f) Tedavi
Tedavinin amaçları arasında kist involüsyonu, erken mobilizasyon ve katastrofik (yıkıcı) komplikasyonların engellenmesi gelmektedir [9,34]. Bu amaçları gerçekleştirmeye yönelik birçok seçenek bulunmaktadır. İlk olarak 1876’da UKK’ni tanımladıktan sonra, Virchow, agresif cerrahi tedaviyi önermiştir. Klinisyenler o zamandan beri, UKK’nin tedavisi için sayısız stratejiler kullanmışlardır. Scaglietti ve ark. [35] steroid enjeksiyonu tedavisini önermişlerdir; ancak çoklu enjeksiyonlar sonrasında bile, yüksek rekürrens (tekrarlama) oranları ile karşılaşmışlardır. Güncel eğilimler daha çok UKK’nin internal stabilizasyonuna doğru kaymıştır. İmplant kullanımının, kırık olması halinde internal stabilizasyonu sağlamanın yanı sıra, devamlı kist dekompresyonuna da yardımcı olduğu düşünülmektedir [9,34,36-39].
16
Steroid enjeksiyonu ile otolog kemik greftlemesinin karşılaştırılması
Cho ve ark. [40], kistlerin metilprednizolon veya otolog kemik grefti (OKG) ile tedavilerini değerlendirmişlerdir. Çalışma grupları, yaş, cinsiyet, patolojik kırık öyküsü ve kist lokalizasyonu yönlerinden benzerdir. Hastalara, steroid enjeksiyonları tedavisi veya kist aspirasyonu ve kistogramı takiben, iki iğneli teknik kullanılarak yapılan OKG tedavisinden biri uygulanmıştır. Hastalar operasyon sonrası üçüncü ayda, sonrasında da iyileşmeye kadar 3 ayda bir radyolojik olarak takip edilmişlerdir. Tek doz metilprednizolon enjeksiyonu sonrası yedi hastada (%23) iyileşme görülürken, OKG ile tedavi edilen 13 hasta (%52) tek bir enjeksiyon sonrasında iyileşmiştir. Genel olarak steroid ve OKG enjeksiyonlarıyla tedavi edilen hastalardaki iyileşme oranları sırasıyla %63 ve %80 olarak bulunmuştur [40]. Yazarların başarı oranları, daha önce yayınlanan raporlarla yakınlık göstermektedir [41,42]. Hasta yaşı, kist yerleşimi, kist aktivitesi veya kırık öyküsü ile tedavi başarısı arasında bir korelasyon (ilinti, bağıntı) saptanmamıştır. Bu sonuçlar ile, genç hastalarda steroid enjeksiyonu tedavisinin daha düşük başarı oranları ile ilişkili olduğunu ortaya koyan önceki çalışmalar arasında farklılıklar bulunmaktadır [40].
İntrakistik fibrin yapıştırıcı enjeksiyonu
Tang ve ark. [23], fibrin yapıştırıcı ile UKK tedavisini tanımlamışlardır. Fibrin yapıştırıcı, bir prokoagülan ve yara iyileşmesini arttıran bir biyomateryal olarak kullanılmaktadır. Yazarlar, yapıştırıcının retiküler yapısının, yeni kemik oluşumu için bir zemin oluşturacağı fikrini öne sürmüşlerdir. Çalışmalarında, 12 hasta (ortalama yaş 10.5) perkütan fibrin yapıştırıcı enjeksiyonlarıyla tedavi edilmiştir. Trokar yerleştirilmesi, kist aspirasyonu ve kistografiyi takiben, ortalama 4.5 ml fibrin yapıştırıcı, lezyon içerisine enjekte edilmiştir. Hastalar, iki ayda bir radyografilerle takip edilmişlerdir. Enjeksiyonlar, kistin opaklaştığı görülene kadar, iki ayda bir tekrarlanmıştır.
Tüm hastalar en az 24 ay boyunca takip edilmişlerdir. Dokuz hastada tam iyileşme görülürken, 3 hasta rezidülerle (kalıntılarla) iyileşmiştir. Ortalama iyileşme süresi 6 aydır. Üç hasta, tek enjeksiyon sonrasında
17
iyileşirken, diğer hastalara birkaç enjeksiyon yapılması gerekmiştir (3 ila 5). Yazarlar bu tekniğin basit, etkili ve poliklinik koşullarında uygulanabilir olduğu sonucuna varmışlardır. Buna ek olarak, OKG’nde karşılaşılan verici alan morbiditesini ve kemik iliği alınmasını da ortadan kaldırır [43].
Perkütan delme ve demineralize kemik matriks ve otolog kemik grefti enjeksiyonları
Rougraff ve Kling [44], basit kistlerin tedavisinde, perkütan demineralize kemik matriksi (DKM) ve OKG enjeksiyonlarını değerlendirmişlerdir. Kist aspirasyonu, kistografi ve enjeksiyon için iki iğne tekniğini kullanmışlardır. Çalışmalarında tek enjeksiyon sonrası elde edilen basarı oranı %78 olarak bulunmuştur; iki enjeksiyon yapılan hastaların da dahil edilmesiyle bu oran %100’e ulaşmıştır. Kanellopoulos ve ark. [45], bu tekniği geliştirmişlerdir. DKM ve OKG enjeksiyonları öncesinde kistlerin perkütan yolla delindiği bir teknik tanımlamışlardır. Trokar ve küretlerin girisi için en uygun yeri saptamak amacıyla tüm hastalara operasyon öncesinde BT çekilmiştir. Aspirasyon ve sistografi için iki iğne tekniği kullanılmıştır. Fleksibl çiviler ve törpüler yardımıyla, kistler kürete edilmiştir. Yeterli dekompresyon sağlamak amacıyla fleksibl çiviler kist içerisinden intramedüller kanala geçirilmiştir. Delinme ve dekompresyon sonrasında lezyonlar salin (tuzlu su) ile yıkanmıs ve içerilerine DKM ve OKG enjeksiyonları yapılmıştır. Üst ekstremite lezyonları, operasyon sonrasında manşet ve yaka immobilizasyonu ile tedavi edilmiştir. Alt ekstremite lezyonları olan hastalara, korumalı ağırlık kaldırma önerilmiştir. Yazarlar bu teknikle 19 hastayı tedavi etmişlerdir. Ortalama takip süresi 28 aydır. Üçüncü, altıncı ve onikinci aylarda, sonrasında ise yılda bir radyografiler çekilmiştir. İyileşme, Neer Sistemi’ne göre sınıflandırılmıştır [46]. Neer sınıf I ve II, başarılı tedavi sınıfını oluşturmaktadır. Yazarlar tek bir işlem ile başarı oranının %89.5 olduğunu bildirmektedir. İki hastada, işlemin tekrarlanması gerekmiştir; tekrarlanan işlemler sonrası ikisinde de başarı elde edilmesi, genel başarı oranını %100’e çıkarmıştır. Yazarlar hiçbir komplikasyon bildirmemiştir; bununla beraber altı hastada portların giriş noktalarında aberran kemik oluşumları görülmüştür. Yazarlar immobilizasyon/kısıtlı yüklenme süresini bildirmemişlerdir, ancak ameliyattan 6 hafta sonra tüm
18
hastaların semptomsuz olduklarını rapor etmişlerdir. Yazarlar, tekniklerinin, tek tip iyileşme ve düşük morbidite sağladığı sonucuna varmışlardır. Ameliyat öncesi planlamada yardımcı olması açısından rutin BT değerlendirmesi yapılmasını savunmaktadırlar [45].
Perkütan dekompresyon, küretaj ve medical-grade kalsiyum sülfat kullanılarak yapılan greftleme
Dormans ve ark. [7], UKK hastalarının tedavisi için yeni bir minimal invaziv tekniği değerlendirmişlerdir. Çalışmalarında, 28 hastaya, perkütan dekompresyon ve küretajı takiben ilaç dozunda kalsiyum sülfat (MGKS) pelletleri ile greftleme tedavisi uygulanmıştır. Uyguladıkları teknikte, kist öncelikle aspire edilmis ve trokar yerinin doğruluğunu kesinleştirmek amacıyla kistogram yapılmıştır. Daha sonra, açılı küret veya fleksibl intramedüller çivi kullanılarak, kist kürete edilmiştir. Son olarak, MGKS pellet enjektörü kullanılarak kist kavitesi doldurulmuştur. Yazarlar, yeni bir radyografik iyileşme sınıflaması sistemi kullanarak, bu tekniğin etkinliğini tayin etmişlerdir. Takip amacıyla çekilen radyografilerde kistin %95’inden fazlası dolduysa iyileşmenin tam olduğu, %80’den fazla ise kısmi olduğu, ve %80’in altında ise tam olmadığı kabul edilmiştir.
Çalışmaya dahil edilen 28 hastanın 24’ü çalışma protokolünü tamamlamıştır. Ortalama takip süresi 21.9 aydır; 12 hasta, 24 aydan daha uzun süre takip edilmiştir. Yirmi dört hastanın 22’sinde tam iyileşme görülmüştür. Bir hastada kısmi, bir hastada ise tam olmayan iyileşme saptanmıştır. Komplikasyon olarak bir hastada yüzeyel dikiş apsesi bildirilmiştir; bununla beraber iki hastada iyileşme bulgularının olmaması üzerine küretaj ve greftleme tekrarlanmıştır. Klinik olarak tüm hastalar son takipte tamamen hareketli ve ağrısızdır. Yazarlar, bu tekniğin mükemmel iyileşme sağlayan bir minimal invaziv teknik olduğu sonucuna varmışlardır; buna ek olarak, kalsiyum sülfat pelletleri kullanılması, otolog kemik greftlemesinde görülen verici alan morbiditesini ortadan kaldırmaktadır [7].
19
Fleksibl intramedüller çivileme
UKK’nin tedavisinde intramedüller çivilemenin kullanılması literatürde son zamanlarda artan bir eğilimdir (Şekil 9). De Sanctis ve Andreacchio [8], intramedüller çivileme ile tedavi edilen 56 hasta yayınlamışlardır; 52 hasta kırıkla başvurmuştur. Hastaların takip süresi 2.1 ile 11 yıl arasında değişmektedir. Çalışma protokolünü tamamlayan 47 hastanın tamamında tedavi başarılı olmuştur. Otuz bir hasta iyileşmiştir (%65.9) ve 16 hastada (%34.1) ise kalıntılarla iyileşme olmuştur. Ortalama iyileşme süresi 36 aydır. Radyolojik olarak kortikal kalınlaşma bulguları görülene kadar, hastaların
Şekil 9: Fleksibl İntramedüller Çivileme İle Tedavi Edilmiş 14 Yaşındaki Erkek Hastanın Radyografisi. Çiviler, Devamlı Kist Drenajına Olanak
Sağlarken, İnternal Stabilizasyon da Sağlar.
20
Kontakt sporları yapmaları yasaklanmıştır. Komplikasyon olarak, yeniden kırık oluşumu (bir hasta) ve ekstremite uzunluğunda farklılık (iki hasta) ile karşılaşılmıştır. Ondört hastada implantlar çıkarılmıştır. Önceki çalışmalarla da benzer sonuçlar elde edilmiştir [34,37,38]. Bu yazarların hepsi, intramedüller çivilemenin, bu yöntemin hem kist dekompresyonu hem de yeterli internal stabilizasyon sağlaması nedeniyle, UKK için ideal tedavi olduğu sonucuna varmışlardır. Buna ek olarak, morbiditenin az olduğunu ve fleksibl çivilemeye destek olacak ek işlemlere olan ihtiyacı da azalttığını belirtmişlerdir.
Cerrahi olmayan tedaviler
Temel bilimsel çalışmaları sonucunda Yu ve ark. [22], bifosfonatların kist iyileşmesi üzerinde etkili olabileceğini öne sürmüşlerdir. Yazarlar, zoledronat ile tedavi edilen trabeküler kemik hücreleri üzerindeki UKK hücrelerinde, apoptoza eğilimin artmış olduğunu görmüşlerdir. Hem kalitatif hem kantitatif veriler, UKK’nin zoledronata yanıtlarının artmış olduğunu düşündürmektedir. Morfolojik olarak, UKK hücreleri iğsi bir görünüm almışlardır ve doza bağımlı bir biçimde kültürlerden ayrılmaktadırlar. Apoptozun kantitatif olarak tayin edilmesinde apoptoz olaylar zincirinin erken basamaklarında görev alan bir membran proteini olan Annexin V ve propidium iodide ile boyama sonrasında uygulanan flow (akım) sitometri kullanılmıştır. 30 μM ve 100μM zoledronat ile tedavi sonrası UKK hücrelerinde, %29 ve %41 oranında apoptoz gösterilmiştir. Trabeküler kemik hücrelerinde de benzer bir tedavi sonrasında %19 ve %35 apoptoz oranları saptanmıştır. Yazarlar bu verilere dayanarak, zoledronatın UKK tedavisinde faydalı bir adjuvan tedavi yöntemi olabileceğini öne sürmüşlerdir. Zoledronatın in vivo etkinliğinin tayin edilmesi ve ideal dozajın saptanması için daha ileri çalışmalar gerekmektedir.
g) Kist iyileşmesinin değerlendirilmesi
Kist iyileşmesini değerlendirmeye yönelik çeşitli radyografik sınıflandırmalar bulunmaktadır. Capanna ve ark. [41], tedaviye yanıta dayanan dört bölümlü bir sistem geliştirmişlerdir: kist, tamamen kemik ile dolarak ve kortikal sınırları kalınlaşarak iyileşmiş ise, iyileşmiş; kist, kalıcı
21
osteoliz ve kortikal incelme alanları bulunarak korteks kalınlaşması ile konsolide olduysa, kalıntı (rezidü) ile iyileşmiş; kist, tedavi sonrasında başlangıçta konsolidasyon göstermiş ancak sonrasında osteoliz ve kortikal incelme alanları oluştuysa, rekürrens (tekrarlama); kist iyileşmesine ilişkin hiçbir bulgu yoksa, yanıtsız olarak değerlendirilir (Şekil 10).
Şekil 10: Lezyon İçine Steroid Enjeksiyonları İle Tedavi Edilmiş Bir Hastanın Radyografisi. Bu Lezyon Kalıntılarla İyileşmiştir. Kortikal Kalınlaşma ve Kist
Opaklaşması Bulunmakla Beraber, Lezyonun Sınırları Hala Seçilebilmektedir.
Neer ve ark. [46] da benzer bir sınıflama sistemi geliştirmişlerdir. Onların sisteminde yazarlar, 4 sınıf iyileşme tanımlamışlardır. Bir cm’den küçük osteoliz alanları olarak veya olmadan dolanlar iyileşmiş kist olarak nitelendirilmiştir. Defektif kist iyileşmesi, kist çapının %50’sinden daha az radyolüsent alanlar içeren, ancak kırık oluşumunu engelleyecek yeterli kalınlığa sahip olan kistleri tanımlamaktadır. Çapının %50’ sinden daha fazla radyolüsent alanlar ve kortikal incelme içeren, ancak boyut olarak büyümeyen kistler, persistan (kalıcı) olarak değerlendirilir. Önceden iyileşen
22
alanlarda ortaya çıkan veya tedaviye rağmen boyutu büyüyen kistler ise rekürren kistlerdir [46].
B) Epifizyel Basit Kemik Kisti
Epifizyel basit kemik kisti aktif kemik kistinin çok nadir görülen bir
formunu oluşturur( Şekil 2 ) ve literatürde az sayıda rapor görülmektedir.
Lezyonda epifizin beklenmeyen genişçe tutulumu pek çok karakteristik
özelliği kemik kisti gibi görünse de spesifik tanı koymayı
güçleştirmektedir(16). Ayırıcı tanıda kondroblastoma, dev hücreli tümör,
eozinofilik granülom, intraosseöz lipom ve anevrizmal kemik kisti
düşünülmelidir(19). Bu lezyonlar, tek başına metafizyel lokalizasyonda
olanlara göre atipik lokalizasyonu, epifizin artmış tekrar kemikleşme
potansiyeli, hastaların ileri yaşına bağlı olarak daha iyi prognoza sahiptir.
Rekürrens, deformite ve avasküler nekroz beklenenden daha azdır(16). Bu
sebepten genç çocuklarda fizis etrafındaki lezyonlarla özel ilgilenmek gerekir.
Sadece röntgenogramlar lezyonun gerçek durumunu göstermezler(12,14).
Multiplanar görüntüleme ve daha iyi kontrast duyarlılığından MRI, bu benign
lezyonları değerlendirmede ve saf litik osteosarkom gibi malign lezyonlardan
ayırt etmede faydalıdır(15,19).
Epifizyel basit kemik kistinin lokalizasyonu, yaş, cinsiyet metafizyel
tutuluma göre atipiktir ve sadece klinik ve radyografik kriterlere dayanarak
doğru tanıya varılmaz. Tanı konulduğu anda hastanın yaşı ortalama 20.1
olup 6.5 ile 42 arasında değişmektedir ve erkeklerde 3-4 kat daha sık
görülür. Ortalama yaş klasik metafizyel lezyonlara göre özellikle yüksektir.
Epifizyel basit kemik kisti vakaların %50’ sinde epifizyel plaklar
kapanmıştır. Epifizyel basit kemik kistinin biyolojik davranışı daha az agresif
ve prognoz tipik metafizyel basit kemik kistine göre daha iyidir. Malawar ve
Markle, tek bir küretajdan sonra( kemik greftleme var ya da yok ) bu
lezyonları iyileştirmişlerdir. Daha da önemlisi geç kırık sekeli, deformite, ya
da avasküler nekroz gelişmemiştir. Eklemin destrüksiyonu ve rekürrens
23
görülmemiştir. İlginç olarak, fizisin durumu( açık ya da kapalı )sonucu
etkilememiştir(16).
Basit kemik kistinde epifizyel tutulumun doğası açık değildir. İskelet
olarak immatür olan bir hastada büyüme plağı proksimale genişlemede
bariyer görevi yapmaktadır. Ancak, fizise dayanan bir kistin teoride büyüme
plağında lokal erozyon yapması ve büyümeyi geciktirerek veya stimüle
ederek bacak boyu uyuşmazlığı riski mevcuttur(12,13,14). Capanna et al.,
basit kemik kisti olan 607 hastanın röntgenogramlarını incelemişler ve açık
fizisi ve epifizyel, apofizyel tutulumu olan 12 hasta göstermişlerdir. Etkilenen
ekstremitenin 4’ ünde 2.5 santimetreden fazla kısalma mevcuttur(15).(Şekil
11)
24
a b
c
Şekil 11: (A) 6 Yaşındaki Bir Kız Çocuğun Proksimal Humerusundaki Aktif Kemik Kistinin Epifizyel Tutulumu. (B) MR Görüntüler Multilokuler Kistin Fizisi
Geçerek Ve Penetre Olarak Epifizin İçerisinde Yer Aldığını Gösteriyor. (c) Steroid enjeksiyonundan 4 ay sonraki filminde fizisin erken kapanmasıyla
birlikte humerustaki kısalığa dikkat edin.
25
Çoğu yazar fizis tutulumu sonrası büyüme gecikmesini travmatik
hasara bağlar(13,17,18). Malawar ve Markle, proksimal femurun etkilendiği
bir hastada artmış nabız basıncından ötürü vasküler etyolojiyi
düşünmüşlerdir(16). Clarke et al, çalışmalarında vaskuler etyolojiyi
desteklemişlerdir(13,15).
2. ÇALIŞMA
A) Amaç
Basit kemik kistinin patogenezi henüz tam olarak aydınlatılamamıştır.
1979'da Scaglietti et al. metilprednizolon ile tedavi edilmiş 72 hastada 1-3
yıllık takiplerde %90 iyi sonuç bildirmişlerdir (35). Ancak steroid tedavisinin
hangi mekanizmalar üzerinden kemiği rezorbe edici faktörleri inhibe ettiği
açıklanmamıştır. Kuboyama et al., trepanasyon tekniği ile kist duvarında
farklı yönlerde delikler açmış, bu sayede kemik içi basıncı azaltmış, kemiği
rezorbe eden faktörleri ortadan kaldırmış, kist duvarının stimule edilmesi
periosttan yeni kemik oluşumunu uyarmış, venöz akışın sağlanmasıyla kistin
nüks etmesi de önlenmiştir (55).
Basit kemik kistleri tedavi edilmese de kendiliğinden iyileşebilir ve
kemikle dolabilir, ama tekrarlayan kırıklara neden olabilirken küretaj ve kemik
grefti de gerektirebilir. Pediatrik adolesan grupta cerrahi tedavi nadiren
gerekmektedir. Çocuklar genellikle kist tamamen iyileşene kadar spor
aktivitelerde kısıtlanırlar. Ağır aktivitelerde tekrarlayan kırık oluşma riski her
zaman mevcuttur. Basit kemik kistinde steroid enjeksiyonu ile yapılan
tedavinin kapalı olması, kısa hastanede kalış süresi ve çok düşük
morbiditeye sahip olması avantajlı görünmektedir.
Bu nedenle biz de basit kemik kistiyle ilgili önceki çalışmalarda
yanıtlanmamış bazı soruların cevabını bulmayı amaçladık. Bunlar;
1.Pediatrik grup basit kemik kisti olan hastalarda drilleme, kist
aspirasyonu ve kortikosteroid enjeksiyonu ile kemiği rezorbe eden faktörler
ne kadar inhibe edilebiliyor?
26
2.Lezyonun iyileşmesi bu faktörlere ve kortikosteroidlere bağlı mı?
3.Kemik destruksiyonu yapan major faktör ne?
4.Kortikosteroid kist duvarını destrukte ederek lezyonu iyileştiriyor mu?
Sorulara cevap bulmak amacıyla kist sıvısında PGE2, IL1ß, kollajenaz
1, VEGF-A seviyelerini ölçmek istedik.
Bu sayede, yaklaşık 6-8 hafta arayla yaptığımız 3 enjeksiyon ile kemik
lezyonun iyileşmesini klinik, laboratuar ve radyolojik olarak değerlendirdik.
Sonuçta eskiden aspire edip attığımız kist sıvısını şimdi yaptığımız çalışma
için laboratuara gönderip pediatrik basit kemik kistinin fizyopatolojisini
aydınlatmayı ve yeni tedavilere yön vermeyi hedefledik.
B) Yaklaşım- Yöntem:
Basit kemik kisti saptanan 14 çocuk hasta (9 erkek, 5 kız; ort. yaş
11.7; dağılım 6-21) iki iğne tekniği kullanılarak kist içine metilprednisolon
asetat (MPA) enjeksiyonuyla tedavi edildi. Kist yedi olguda humerus
proksimaline, iki olguda humerus shaftına, üç olguda kalkaneusa, iki olguda
femurda intertrokanterik bölgeye yerleşmişti. Beş hastada steroid
enjeksiyonu öncesinde patolojik kırık oluşmuştu. Basit kemik kisti tanısı klinik
bilgiye, kistin tipik radyografik görüntüsüne ve ameliyat sırasında kist içinden
karakteristik sıvının gelmesine dayanılarak kondu. Hastalara altı-sekiz hafta
arayla, herbiri 120-160 mg metilprednizolon asetat içeren en fazla dört
enjeksiyon uygulandı. Birinci enjeksiyon sonrasında kist içerisinde kemik
doku oluşumunu belirleyen trabekülasyonun görülmemesi, ikinci enjeksiyon
endikasyonu olarak kabul edildi. Bu ölçüt ikinci enjeksiyonu takiben de
uygulandı ve gerektiğinde üçüncü-dördüncü enjeksiyon da yapıldı.
Enjeksiyon sonrasında altıncı haftada, üçüncü ayda, altıncı ayda ve birinci
yılda düz grafiler çekildi. İlk yıldan sonra hastalar yılda bir kez grafilerle takibe
alındı. Hastaların ortalama takip süresi 7,5 ay (dağılım 3-14 ay) idi. Kist
iyileşmesi Neer sınıflandırmasına göre değerlendirildi (46).
27
1. Tam iyileşme (kistin tamamen kemikle dolmuş olması ve rezidüel
lezyon olmaması);
2.Rezidüel lezyon ile iyileşme (kistin kısmen kemikle dolmuş olması,
kistin kortikal sınırında kalınlaşma ile birlikte kist içinde rezidüel lezyonlar
bulunması);
3.Tekrarlama (kistin başlangıçta kemikle dolmuş olmasına karşın daha
sonra geniş osteoliz alanların ve kortikal incelmenin tekrarlaması);
4.Yanıt olmaması (MPA’ya hiçbir yanıt görülmemesi).
Ameliyatlar spinal anestezi, genel anestezi veya laringeal maske
altında yapıldı. Uygun saha temizliği sonrasında steril koşullarda basit kemik
kisti bulunan bölgede floroskopik kılavuz altında 2 iğne( trokar ) kullanılarak
yapıldı (şekil 12). Floroskopik incelemeyle kistin yeri belirlendikten sonra,
kemik iliği aspirasyon iğnesi cilt, cilt altı, kas ve periosttan geçirilerek kist
içine yerleştirildi. Seroanjinöz bir sıvının gelişi basit kemik kisti tanısını
destekleyen bulgu olarak kabul edildi. Öncelikle, iğnenin geri hareketi ile
aspirasyon denemesi yapıldı, lezyonun sıvı dolu ve berrak sarı renkte olduğu
kanıtlandı. Kist sıvısı aspire edildikten sonra serum fizyolojik ile bolca yıkama
yapıldı (şekil 13). Ardından ikinci iğne geri çekilerek birinci iğneden 40- 200
mg steroid enjeksiyonu yapıldı. Pansumanı yapıldıktan sonra hasta
uyandırıldı. Alınan 2 adet kist sıvısı tüplere aktarıldı, patoloji frozen odasında
20 dakika 3000 rpm santrfüj edildiktan sonra 60 dakika içerisinde fakültemiz
farmakoloji anabilim dalındaki laboratuara ulaştı, kryovial tüplerde -80
derecede muhafaza edildi. Yeterli hasta sayısına ulaşıldığında dublike
saklanan bu örneklerdeki aktif madde düzeyleri ölçüldü.
28
Şekil 12: Calcaneustaki Multilokule Kistten İki Adet Trokar Yardımıyla Aspirasyon Yapılmakta. Röntgenografide Trokarın Septayı
Deldiğine Dikkat Edin.
a b
Şekil 13: (a) Proksimal Humerustan Kist Dekompresyonu Sırasında Enjektöre Dolan Sero- Hemorajik Mayii (b) Aynı Hastanın Kistik Kavitesi Saline İle Yıkanırken Floroskopi Görüntüsü
C) Sonuçlar
Metilprednisolon asetat tedavisi sekiz hastada (%58) tamamen, üç
hastada (%21) rezidüel lezyonla iyileşme sağladı. Bir hasta (%7) steroide hiç
yanıt vermedi; iki hastada kist tekrarladı. Tamamen veya rezidüel lezyonla
iyileşen hastalardaki sonuçlar tatminkar bulunurken (%79), üç hastada (%21)
başarısız bulundu. Kistin tekrarladığı bir hasta küretaj ve greftlemeyle tedavi
edildi. Başarısız bulunan diğer iki hasta kontrollere gelmedi. İşlemle ilgili
29
hiçbir hastada komplikasyon görülmedi. Bulgularımız, çocuklarda görülen
basit kemik kistlerinde steroid enjeksiyonunun tatmin edici sonuçlar
sağladığını ve agresif tedaviler öncesinde düşük morbiditeli bu tedavinin
denenebileceğini göstermektedir.
Tablo 3: 14 Hastanın Klinik Detayları.
Hasta Yaş Cinsiyet Lokalizasyon Patolojik kırık Enjeksiyon sayısı Takip (ay) Sonuç(Neer)1 11 E P.Humerus (+) 4 14 12 9 E S.Humerus (‐) 3 12 13 20 K Calcaneus (‐) 3 8 34 8 E P.Humerus (+) 3 14 25 11 E P.Humerus (+) 3 10 16 13 E S.Humerus (‐) 3 8 17 8 K P.Femur (+) 2 4 38 7 E P.Humerus (+) 3 9 19 21 E Calcaneus (‐) 2 3 110 20 E Calcaneus (‐) 3 7 211 6 E P.Femur (‐) 3 4 112 6 K P.Humerus (‐) 3 4 413 11 K P.Humerus (+) 3 4 114 13 K P.Humerus (‐) 3 4 2
P. proksimal, S. shaft, E erkek, K kız.
30
Tablo 4: EIA Sonuçlarının Non-Parametrik Testlerle Değerlendirilmesi
Ameliyat x� ± S.S Median 1 284.83±306.71 170.79 2 270.64±204.80 225.95
PGE2
3 249.11±241.78 201.54
P 0.717
Ameliyat x� ± S.S Median 1 1.67±1.32 1.26
2 1.45±0.90 1.20
İL-1ß
3 1.54±1.53 0.78
P 0.717
Ameliyat x ̄ ± S.S Median
1 17.38 ±20.50 11.75 2 14.82 ±14.54 12.48
Kollajenaz-1
3 10.59 ±13.24 3.16
P 0.264
Ameliyat x ̄ ± S.S Median 1 371.47 ±398.42 265.40
2 462.30 ±636.61 202.15
VEGF-A
3 190.25 ±166.98 173.60
P 0.028*
*1.-2. ve 3. ameliyat sonucunda elde edilen veriler arasında farklılık olup olmadığı Friedman testi ile değerlendirilmiş olup farklılık ortaya çıktığında bu farklılığın hangi ameliyatlar arasında olduğu da çoklu karşılaştırma testi ile ortaya konmuştur. 1-2:P>0.05 fark yok 1-3:P<0.05 fark var 2-3:P>0.05 fark yok
Bu tabloyu yorumlayacak olursak; kist sıvısındaki PGE2, IL1ß ve
kollajenaz-1 düzeylerinin yapılan cerrahiden etkilenmediği (p>0.05) ancak,
VEGF-A düzeylerinin kistin iyileşmesiyle birlikte anlamlı olarak azaldığı
görülmektedir (p=0.028). Bununla birlikte VEGF-A’ daki azalma 1. ve 3.
ameliyatlar arasında anlam kazanmaktadır (p<0.05).
NOT: Değerlendirmeler, SPSS for Windows15.0 ile yapılmıştır.
D) Tartışma
Basit kemik kisti tedavisinin efektif olması için bu kistin patogenezinin
açıklanması doğal olarak gerekmektedir ancak, patogenezi hala
spekülasyona açıktır. Patogenezi açıklayan teoriler;
1.Daha önceden var olan bir tümörün iyileşmekte olan bir formudur
(51).
2.Osteomyelitin bir formuna sekonder gelişmiştir (51).
31
3.Epifizyel hatta bir mikrotravma olmuştur, enkondral kemikleşmede
bir defekte yol açıp takiben kist oluşumu gerçekleşmiştir (48,54).
4.Metafizyel kanama osmotik gradiyente bağlı olarak genişleyerek
kapsül ile çevrilmiştir (48).
5.Etkilenen kemiğin venlerinde gelişimsel bir anomali meydana
gelerek interstisyel sıvının birikmesi ve bu sıvının etkilenmeyen damarlarda
dengelenmesi sonucu oluşmuştur (49).
Tüm bu teorilerin içinde basit kemik kistinin büyük olasıkla sebebi
venöz dönüşün engellenmesine dayanmaktadır. Bu teoriyi destekleyen
sebepler aşağıda anlatılmıştır. Kist sıvısı elektroforezde serumu taklit
etmektedir (60). Bununla birlikte, alkalin fosfataz ve asit fosfataz değerleri kist
sıvısında serumdakinden çok daha fazla iken daha düşük total protein ve az
sayıda kırmızı kan hücreleri içerir (62).
Histolojik olarak, yeni oluşan kortekste ve kistin yanındaki spongioz
trabekülada venöz stazın benzer sürecini destekler şekilde hiperemik kapiller
damarlar ve venöz damarlar görülür (58). Kistlerin internal basıncı kemik
iliğinin normal basıncından çok daha yüksek rapor edilmiştir (55,62). Bir
anjiografik incelemede, bir arterin dilate bir şekilde kist duvarına sürtündüğü
not edilmiştir (55). Sonuç olarak, humerus başında intraosseöz bir
venogramda, santral meduller venin kist duvarının meduller kemiğinde
kesintiye uğradığı, periosteal ve distal metafizel venler aracılığıyla bazilik
vene bağlandığı görülmüştür (55).
Venöz dönüşte bir tıkanıklığın olması ve sonuç olarak kistin internal
basıncındaki artışın kistin genişlemesinde rol oynamaktadır. Bizim
çalışmamız kist sıvısında PGE2, IL1ß, kollajenaz, VEGF gibi kemiği rezorbe
edici faktörlerin varlığını göstermiştir.
Prostaglandin E2, osteoblastları içeren belli sayıda hücre tipi
tarafından üretilir, IL1ß varlığında osteoklastik aktiviteyi stimule ederek kemik
rezorbsiyonunu indükler (53,57). Klinik olarak, periodontal hastalık , romatoid
32
artrit (56), malign osteolizis (59,61) gibi patolojik durumlarda kemik
kaybından prostaglandinler kuvvetle sorumludur.
İnterlökin-1 de direkt olarak osteoklastlar üzerinde etkilidir (53).
Osteoklast prekürsörlerinin proliferasyon ve maturasyonunu başlatarak
osteoklast sayılarını artırmaktadır (52). Lenfotoksin, tümör nekrozis faktör,
platelet derive growth faktör, epidermal growth faktör de kemik
rezorbsiyonunu stimule etmektedir ama IL1ß’ dan daha zayıf aktiviteleri
vardır (50).
İnterlökin-1 (IL-1), orijinal olarak 1972 yılında timositler üzerindeki
etkilerinden ötürü lenfosit aktive edici faktör (LAF) olarak tanımlanmıştır (63),
iki moleküler formu olan bir polipeptid sitokindir. Her iki formun da aynı
aralıklarda biyolojik aktivitesi mevcuttur ve hepatositlerdeki akut faz
proteinlerinin sentezi, polimorfonükleositlerin kemotaksisi, kan ve kemik
iliğinden polimorfonükleositlerin serbest bırakılmasından sorumludur (64). Bu
etkiler nedeniyle lökosit endojen mediatör (LEM) olarak kısaltılmıştır. İlk
araştırmacılar ayrıca IL-1b' yi endojen pirojen olarak adlandırırlar (65)ve
bunun ateşi uyardığı gösterilmiştir ve kasların kaybında katkıda bulunduğu
düşünülmektedir (PIF, proteoliz indükleyici faktör) (66). IL-1 ile ilişkili diğer
faaliyetler ise sinoviyal hücreler tarafından prostaglandin E2 indüksiyonu,
kıkırdak ve kemik yıkımı ile sonuçlanan kollajenazın serbest bırakılması ve
kemik rezorpsiyonudur (catabolin, osteoklast aktivasyon faktörü) (67). Buna
ek olarak, IL-1’ in IL-2’ nin geliştirilmesi de dahil olmak üzere çok sayıda
immünolojik işlevleri vardır. T hücreleri, B hücreleri (BAF) ve timositlerin
aktivasyonu ve üretiminden sorumludur (68-70). Gerçek bir pleiotrope olan
IL-1, serbest olarak IL-2 ve interferon gamma üzerinden tümörisidal
aktivitede bulunabilir ve dolaylı olarak fibroblastlardan interferon beta’ yı
serbest bırakarak antiviral aktiviteyi uyarır (71-72). IL-1’ in sepsisteki
arabuluculuk rolüne gelince, öldürücü E.coli üzerinde en son büyüme arttırıcı
olarak tarif edilmiştir (73).
IL-1' in iki farklı moleküler formu iki farklı genden üretilmiş olmalıdır
(74,75). Transkripsiyondan sonra, 31 kD prekürsör polipeptid parçalanır,
33
çoğunlukla hücre membran ilişkili IL-1a ve IL-1b salgılanır. Her ikisi de kD
(15) aynı moleküler ağırlığa sahiptir ancak sırasıyla 5 ve 7 olarak farklı
izoelektrik noktaları vardır.
Dizisi homolog olmasına rağmen sadece % 20’ de, her iki formun aynı
reseptöre bağlı olduğu düşünülmektedir (72). Glikozilasyon derecelerine göre
değişen IL-1 inhibitörleri IL-1 reseptörlerine bağlanırlar (76). Bu inhibitörler,
yapısal olarak IL-1b ile ilgili olabilir ve IL-1b hareketinin düzenlenmesinde
önemlidir (77).
Normal serumda IL-1 düzeyleri düşük olarak rapor edilmiştir (78). IL-1
genlerinin doku hasarı veya enfeksiyona yanıt olarak uyarıldığı sanılmaktadır.
Bir seri enfeksiyöz hastalıkta ve Crohn hastalığı gibi non-enfeksiyöz
hastalıkta yüksek düzeyde olduğu rapor edilmiştir. Yükselmiş serum
düzeylerine ek olarak, romatoid artriti olan hastaların sinovyal sıvılarında ve
nörolojik enflamasyon ya da inmede serebrospinal sıvıda da gösterilmiştir
(79,80). Spektrumun diğer tarafında ise malnutrisyon ve ilerlemiş neoplazide
IL-1 düzeylerinin düşük olması bu sitokin için kompleks immunolojik ve
fizyolojik regülatuar rolün olduğunu düşündürmektedir.
Kollajen ve proteoglikanların ekstrasellüler matriks komponentinin
azalması proteolitik enzimlere bağlanmıştır (81). Bunların arasında
metalloproteinazların önemli bir rol oynadığı düşünülmektedir. Bu
metalloproteinazlar; kollajenaz, jelatinaz (82,83) ve stromelysindir.
PGE2, IL1ß, kollajenaz basit kemik kistinde sinerjik davranan kemik
rezorbe edici üst düzey faktörlerdir. Tümör nekrotizan faktör ve IL-6 gibi
varsayılan diğer kemiği rezorbe edici faktörler bu çalışmada incelenmemiştir.
Bu arada, varsayılan karşılıklı iki mekanizma mevcuttur; biri kemik
rezorbsiyonunun inhibisyonu, diğeri kemik formasyonunun induksiyonudur.
Bu kısmi olarak kist sıvısındaki yüksek değerde alkalifosfataz ( ALPase ) (62)
ve kist membranında yeni oluşan immatür kemik ve osteoid trabeküla
etrafındaki osteoblastların görülmesi ile desteklenmektedir (58). Spesifik
doku inhibitörü bir metalloproteinaz (84) da mevcut olabilir. Ekstrasellüler
34
matriks metalloproteinazların devrilmesi öncelikle fiziki koşullar altında kontrol
edilir ve böyle bir regulasyon eğer aksarsa sonuçları ciddi olur. Görünen o ki,
basit kemik kistinde kemik dokunun dengeli sentezi ve degradasyonu ya da
her ikisi aksamaktadır.
Normal doku fonksiyon görebilmesi için kan damarlarından düzenli
oksijen desteğine ihtiyaç duyar. Son on yılda kan damarlarının oluşumunu
anlamak major araştırma çabalarının odak noktası haline gelmiştir.
Embriyoda vaskülogenez primitif prekürsör hücrelerden de novo yeni kan
damarları meydana gelmesidir. Anjiogenez, daha önce var olan vasküler
yapılardan yeni kan damarları oluşması aşamasıdır. Gelişimde, normal doku
büyümesinde, yara iyileşmesinde, dişi üreme siklusunda (plasenta gelişimi,
ovulasyon, korpus luteum) ve değişik hastalıklarda büyük bir rol
oynamaktadır. Tümör gelişimi üzerine özel bir ilgi odağı oluşmaktadır, çünkü
tümörler yeni damar desteği oluşturmadan boyut olarak birkaç milimetreden
fazla büyüyemezler. Bu süreç tümör anjiogenezi olarak tanımlanır ve tümör
hücre metastazının yayılımı ve büyümesi için gereklidir. Anjiogenez ve
endotelyumun sağ kalımı için anahtar moleküllerden biri vasküler endotelyal
büyüme faktörüdür (VEGF-A). O spesifik endotelyal hücre mitojenidir ve
güçlü bir vasküler permabilite faktörüdür (VPF). VEGF-A, heparin bağlı bir
glikoproteindir ve çok farklı hücre tipleri tarafından 45 kDa homodimeri olarak
salınır. VEGF-A ayrıca endotelyal hücrelerde nitrik oksid sentaz yolu
aracılığıyla vazodilatasyon yapar ve monositlerin migrasyonunu aktive eder.
VEGF-A’ nın birbirine eklenen çok farklı varyantları tanımlanmıştır ama
VEGF165 en predominant proteindir ve ekstraselüler matrikse heparin ve
heparin sülfatla sağlamca bağlanır. Geçmiş birkaç yıl içinde VEGF-B, -C, -D
olmak üzere diğer birkaç VEGF ailesi tanımlanmıştır. Vaskuler anjiogenezis
açısından VEGF-A’ nın regule ettiğini, lenfanjiogenezis açısından esas olarak
VEGF-C ve –D’ nin regüle ettiğini söyleyebiliriz.
VEGF-A’ nın transkripsiyonu hipoksi ve H-ras, epidermal büyüme
faktörü ve ErbB2 gibi bazı transmembran tirozin kinazlar tarafından aktive
edilir. Bu yollar bize tümörlerde normal dokulara kıyasla VEGF-A’ nın anlamlı
35
up-regülasyonunu açıklar, prognostik öneme ve ilişkiye sahiptir. VEGF-A
hastaların plazma ve serum örneklerinde tespit edilebilir ancak serumda
daha fazla seviyelere yükselir. Beyin tümörü olan hastaların kistik beyin
sıvısında ya da asit sıvısında son derece yüksek seviyelerde tespit edilmiştir.
Trombositler agregasyonun üzerine VEGF-A salabilir ve tümörlerin bir başka
major VEGF-A dağıtım kaynağı budur. Bazı birkaç araştırma göstermiştir ki
VEGF-A’ nın yüksek serum düzeylerine yüksek trombosit sayımının iştiraki
kanser hastalarında kötü prognozun göstergesidir. Tümör hücreleri sitokinler
ve büyüme faktörleri salarak kemik iliğinde megakaryosit üretimini stimüle
ederler ve trombosit sayısını yükseltirler. Bu, tümörlerde VEGF-A’ nın
salınımının indirekt artışının bir başka sonucudur. Daha da ötesi, VEGF-A
artmış anjiogenez ve vasküler permabiliteyle ilişkili birkaç diğer patolojik
durumun içinde yer alır. VEGF-A’ nın önemli rol oynadığı örnekler psöriazis,
romatoid artrit ve ovaryen hiperstimülasyon sendromudur. Diabetik retinopati
VEGF-A’ nın yüksek intraokuler düzeyleri ile ilişkilidir ve VEGF-A’ nın
fonksiyonunun inhibisyonu korpus luteum fonksiyonunun blokajı sonucu
infertiliteyle sonuçlanır. Dominant negatif VEGF reseptörlerinin in vivo
proliferasyonunu bloke ederek ve benzer şekilde VEGF’ yi veya reseptörlerini
bloke eden antikorlar aracılığıyla tümör büyümesinde VEGF-A’ nın önemi
direkt ispatlanabilir. Bu nedenle VEGF-A’ nın fonksiyonunun engellenerek
anjiogenez ve metastazı bloke etmeye yönelik çalışmalar sonucunda
ilaçların geliştirilmesi major ilgi alanı olmuştur. Dünya çapında 110’ dan fazla
ilaç şirketi bu antagonistleri geliştirmeye yönelik çalışmaktadır. Bu
yaklaşımların içinde VEGF-A veya reseptörlerinin antagonistleri, selektif
tirozin kinaz inhibitörleri, VEGF reseptörlerini hedefleyen ilaçlar ve toksinler,
benzer hipoksi yolunu kullanarak VEGF-A üretimini kontrol eden gen tedavisi
sayılabilir. VEGF sinyalinin hedeflenmesi çoğu hastalık için major iyileştirici
öneme sahiptir ve geleceğin anti-anjiogenik tedavilerinin dizaynına temel
oluşturmaktadır. Bu çalışmada kistin iyileşmesi ile birlikte VEGF-A’ nın
anlamlı olarak azalması antagonistlerin tedaviye eklenmesiyle iyileşmenin
hızlanacağı yönünde bizleri umutlandırmıştır.
36
Bu bulgulardan yola çıktığımızda, bu çalışmada dahi basit kemik
kistinin esas sebebi karışık görünse de patogenezi tahmin edilebilir. Venöz
staz ve sonuçta internal kist basıncının yükselmesi açık olarak görülmektedir.
Bu, fokal kemik nekrozuna sebep olup döngünün sonunda eksuda sıvının
birikmesine yol açar. Eksuda sıvıda bulunan monosit ya da polinükleer
hücrelerden interlökin-1 salınır, bu osteoblastların, fibroblastların veya diğer
konnektif dokuların PGE2 üretmesini sağlar. Prostaglandin E2, sırasıyla
osteoklastik aktiviteyi stimule eder, kemik rezobsiyonu indükler. Muhtemelen
kemik rezorbsiyonu üzerinde bir arada bir inhibitör mekanizma vardır, ancak
genellikle aktivite olarak kemik rezorbsiyonunun altında kalır ( tablo 5).
Basit kemik kistinin küretajı ve kemik greftlenmesi alışılagelmiş bir tedavidir (85,60), ancak bu tedavinin pek çok problemi vardır. Bunlardan bir tanesi; bu kistlerin çocuklarda görülmesi sonucu geniş hacimde otogen kemik grefti elde etmek güçtür. Aktif kistlerin olduğu vakalarda esasen hiçbir cerrahi tedavi yapılmaz. Çünkü, büyümenin durması ya da etkilenen kemikte sekonder deformitelerin gelişmesinden korkarız. Sonuç olarak, ameliyatın tekrar yapılma olasılığı göreceli olarak fazladır. Rekürrens, hastanın yaşına ve kistin lokalizasyonuna bağlıdır. Genç yaş grubundaki hastalarda rekürrens olma ihtimali yaşlı hastalarınkinden fazladır. Rekürrens oranı humerusun proksimal ucunda, femurun proksimal ucunda veya tibiadan daha yüksektir. Eğer kist ilium gibi beklenmedik bir lokalizasyonda ise rekürrens nadirdir (60). Subtotal rezeksiyon ve kemik greftleme (86) başarılı bir teknik gibi görünmektedir, ama genç hastalardaki ameliyat riski hiçe sayılamaz.
Scaglietti et al., methylprednizolon asetat enjeksiyonu ile basit kemik
kistini tedavi etmişlerdir (35). Vakaların yaklaşık % 90’ ında iyi sonuç
olduğunu göstermişlerdir ve gençlerde geleneksel cerrahi tedavinin seyrek
olarak gerekli olduğu kanaatine varmışlardır. Bununla birlikte,
kortikosteroidlerin farmakolojik etkileri açıkça ortaya konmamıştır. Bizim
çalışmamız göstermiştir ki kortikosteroid enjeksiyonu fosfolipaz etkisini bloke
ederek kist membranındaki osteoblast veya fibroblastlardan PGE2 üretimini
inhibe etmede faydalı olabilir. Ancak tam veya rezidüel lezyonla iyileşmiş
kistlerde dahi PGE2 aktivitesi kist membranında devam etmektedir.
37
Tablo 5: Basit Kemik Kistinin Patogenezi. İnternal Kist Basıncının Artması Ve Kemiği Rezorbe Edici Faktörlerin Kistin Genişlemesinde Önemli Rol Oynaması. IL-1 Bağ Doku Hücrelerini PGE2 ve Kollajenolitik Enzim Üretmesi İçin Uyarır. Kemik Oluşturan Faktörler De Bir Arada Bulunur Ama Aktivitelerinin Kemik Rezorbsiyon Aktivitesinden Az Olduğu Düşünülmektedir.
Primer ?
Sekonder venöz staz
internal kemik iliği basıncı artışı
metafizde fokal kemik nekrozu
sıvı birikimi
IL-1
PGE2 kollajenolitik enzim
(-) feed-back
kemik rezorbsiyonu
kemik oluşumu
38
1981’ de Kuboyama et al., kortikosteroid enjeksiyonu yapmadan
perkütan drilleme metodu sunmuşlardır (55). Bizim vakalarımızda da iki
noktadan iğne ile girilerek benzer bir teknik uygulanmıştır. Bu metodun efektif
olmasının nedenleri şunlardır: Öncelikle, kist sıvısının uzaklaştırılması ile
kistin internal basıncı deprese olur ve kist duvarı etrafında venöz akış düzelir.
Kist sıvısının uzaklaştırılması aynı zamanda kemiği rezorbe edici faktörleri
kaldırarak progresif osteolizisi inhibe etmektedir. İkinci olarak, kist duvarının
kortikal kemiğinden dril deliklerinin açılması periostu yeni kemik oluşumu için
indükler ve kist sıvısının dril deliklerinden kaçışına imkan verir. Üçüncüsü,
kist duvarının meduller kemiğine dril delikleri açılması intrameduller venöz
akışı düzeltir. Bizim çalışmamızda kistin iyileşmesine rağmen PGE2, IL1ß,
kollajenaz gibi kemiği rezorbe eden faktörlerin kemik iliğinde bulunması
Kuboyama’ nın drilleme metodunun tedavinin esasını oluşturduğunu
düşündürmektedir.
Patolojik kırık meydana geldiğinde kist sıvısı boşalır ve periost yeni
kemik oluşumu için stimule olur ancak, patolojik kırığı olan basit kemik kisti
hastalarının sadece %15’ inin iyileşmesi beklenmektedir (87,88). Bunun
nedeni, kist sıvısının kırıktan sonra tamamiyle dışarı kaçamaması ve
meduller kan akışının gerektiği kadar düzelmemesidir. Çünkü, kırık genellikle
kist duvarının meduller kemiğinde değil de kortekste meydana gelir. İyi bir
sonuç elde etmek için esasen kist duvarının meduller kemiği içinden multipl
dril delikleri açmak gerekir. Bu teknik zararlı komplikasyonları beraberinde
getirmez, çocuk ve adolesanlardaki basit kemik kistlerinin tedavisinde
faydalıdır.
Çok sayıda araştırma yapılmasına ve birçok tedavi teknikleri
bulunmasına rağmen, UKK tedavi uygulayan hekimler açısından zorlayıcı bir
durum olmaya devam etmektedir. Hangi tedavi yönteminin en iyi olduğu
kesinleşmemiştir. Son zamanlarda çok sayıda yeni minimal invaziv teknik
kullanılmaya başlanmıştır ve hepsi ile başarılı sonuçlar elde edilmiştir.
Başlarda eleştirel yaklaşılmış olmasına karşın, steroid enjeksiyonları
uygulanabilir bir tedavi seçeneği olmaya devam etmektedir ve günümüzde
39
tedavide birinci seçenektir. DKM, MGKS veya OKG enjeksiyonları ile istikrarlı
bir biçimde yüksek iyileşme oranları elde edilmektedir. Bu teknikler,
geleneksel açık küretaj ve greftleme ile görülen verici alan sorunlarını en aza
indirgemekte veya ortadan kaldırmaktadır. Tüm başarılı protokollerin ortak
faktörü kist dekompresyonudur. İntramedüller çivilemeyi savunanlar, çivilerin
rutin kullanımı için sebep olarak potansiyel devamlı kist drenajının yanı sıra,
aynı zamanda yapısal destek de sağlamalarını göstermektedir. In-vitro
çalısmalar UKK tedavisinde bifosfonatların adjuvan olarak rolü olabileceğini
düşündürmektedir.
E) Özet
Amaç: Çocukluk çağında görülen basit kemik kistlerinde kist içine
steroid enjeksiyonu basit tedavi seçeneklerinden biridir. Bu çalışmada, basit
kemik kistlerinin tedavisinde steroid enjeksiyonunun radyolojik sonuçlarıyla
birlikte kist sıvısındaki PGE2, IL1ß, kollajenaz 1, VEGF-A seviyeleri EIA ile
değerlendirildi.
Çalışma planı: Basit kemik kisti saptanan 14 çocuk hasta (9 erkek, 5
kız; ort. yaş 11.7; dağılım 6-21) iki iğne tekniği kullanılarak kist içine
metilprednisolon asetat (MPA) enjeksiyonuyla tedavi edildi. Kist yedi olguda
humerus proksimaline, iki olguda humerus shaftına, üç olguda kalkaneusa,
iki olguda femurda intertrokanterik bölgeye yerleşmişti. Beş hastada steroid
enjeksiyonu öncesinde patolojik kırık oluşmuştu. Hastalara altı-sekiz hafta
arayla, herbiri 120-160 mg metilprednizolon asetat içeren en fazla dört
enjeksiyon uygulandı. Enjeksiyon sonrasında altıncı haftada, üçüncü ayda,
altıncı ayda ve birinci yılda düz grafiler çekildi. İlk yıldan sonra hastalar yılda
bir kez grafilerle takibe alındı. Hastaların ortalama takip süresi 7,5 ay (dağılım
3-14 ay) idi. Kist iyileşmesi Neer sınıflandırmasına göre değerlendirildi. Her
ameliyatta alınmış olan kist sıvısı örnekleri kemiği rezorbe eden faktör
düzeylerini incelemek üzere -80º de saklandı. Ardından EIA metodu ile bu
faktörlerin düzeyleri değerlendirildi.
Sonuçlar: Metilprednisolon asetat tedavisi sekiz hastada (%58)
tamamen, üç hastada (%21) rezidüel lezyonla iyileşme sağladı. Bir hasta
40
(%7) steroide hiç yanıt vermedi; iki hastada kist tekrarladı. Tamamen veya
rezidüel lezyonla iyileşen hastalardaki sonuçlar tatminkar bulunurken (%79),
üç hastada (%21) başarısız bulundu. Kistin tekrarladığı bir hasta küretaj ve
greftlemeyle tedavi edildi. İşlemle ilgili hiçbir hastada komplikasyon
görülmedi.
Çıkarımlar: Bulgularımız, çocuklarda görülen basit kemik kistlerinde
steroid enjeksiyonunun tatmin edici sonuçlar sağladığını ve agresif tedaviler
öncesinde düşük morbiditeli bu tedavinin denenebileceğini göstermektedir.
Kist sıvısındaki PGE2, IL1ß ve kollajenaz-1 düzeylerinin yapılan
cerrahiden etkilenmediği (p>0.05) ancak, VEGF-A düzeylerinin kistin
iyileşmesiyle birlikte anlamlı olarak azaldığı görülmektedir (p<0.05). VEGF-A’
nın anlamlı olarak azalması, VEGF antagonistlerin tedaviye eklenmesiyle
kistteki iyileşmenin hızlanacağı yönünde bizleri cesaretlendirmiştir.
Anahtar sözcükler: Kemik kisti/ilaç tedavisi; çocuk; enjeksiyon,
intralezyonal; metilprednisolon/terapötik kullanım; steroid/terapötik kullanım.
F) Abstract
Objectives: Steroid injections represent one of the simple treatment
alternatives for simple bone cysts in pediatric age group. The aim of this
study was to evaluate the results of steroid injections in the treatment of
simple bone cysts and revealing the levels of PGE2, IL1ß, collagenase 1,
VEGF-A in the cyst fluid using EIA method at the same time.
Methods: Fourteen children (9 boys, 5 girls; mean age 11.7 years;
range 6 to 21 years) with simple bone cysts were treated primarily with
injection of methylprednisolone acetate with the use of the two-needle
technique. The cysts were localized in the proximal humerus (n=7), the
humerus shaft (n=2), the calcaneus (n=3)and the femoral intertrochanteric
region (n=2). Five patients had fractures before treatment. Each patient
received a maximum of four injections at six-eight week intervals, each
consisting of 120-160 mg of methylprednisolone acetate. The patients were
monitored by plain radiographs obtained in the sixth week, third month, sixth
41
month, and at the end of a year followed by annual radiographic evaluations.
Cyst healing was assessed according to the Neer classification. The mean
follow-up was seven and a half months (range 3 to 14 months). Every sample
cyst fluid obtained in the operating room stocked at -80º until the examination
for bone resorptive factors. Following that levels of these factors are
evaluated by EIA method.
Results: Treatment with methylprednisolone acetate resulted in
complete healing in eight patients (58%) and healing with residual lesions in
three patients (21%). One patient (7%) did not respond to steroid treatment
and two patients developed recurrence. The results were satisfactory (79%)
in patients with complete healing and healing with residual lesions, and
unsatisfactory in three patients (21%). No procedure-related complications
were encountered.
Conclusion: Our results suggest that treatment with steroid injections
offers satisfactory outcome in simple bone cysts in children, and thus, is
worthy of consideration before more aggressive methods are to be applied.
The levels of PGE2, IL1ß ve collagenase-1 are not influenced by the surgery
itself (p>0.05), however the levels of VEGF-A are significantly decreased
with healing of the cyst at the same time. Decrease in VEGF-A levels give
courage us to add VEGF antagonists for the therapy to speed up the healing
process.
Key words: Bone cysts/drug therapy; child; injections, intralesional;
methylprednisolone/therapeutic use; steroids/therapeutic use.
42
3. KAYNAKLAR
1. Schajowicz F, Hubert AS. Leslie H.S. The World Health Organization’s
Histologic Classification of Bone Tumors. Cancer 1995;75:1208-14
2. Kumar V. Cotran RS. Robbins SL. Neoplazms. Ġn: Kumar V. Cotran
RS. Robbins SL(editors) Basic pathology of Robbins 6th edition.
PhiladelPhia: Saunders Company; 2000. p. 133 .
3. Enneking FW. Editor. Bone And Soft Tissue Tumors 2nd ed. New York:
Spiringer- verleg Wien; 1999. p. 813-840
4. Kaelin AJ, MacEwen GD. Unicameral bone cysts: Natural history and
risk of fracture. Int Orthop 1989; 13:275-282.
5. Gennari J, Merrot T, Piclet/Legre B, Bergoin M. The choice of treatment
for simple bone cysts of the upper third of the femur in children. Eur J
Pediatr Surg 1996; 6:95-99.
6. Wilkins R. Unicameral bone cysts. J Am Acad Orthop Surg 2000; 8:217-
224.
7. Dormans JP, Sankar W, Moroz L, Erol B. Percutaneous intramedullary
decompression, curettage and grafting with medical-grade calcium
sulfate pellets for unicameral bone cysts in children: A new minimally
invasive technique. J Pediatr Orthop 2005; 25:804-811.
8. De Sanctis N, Andreacchio A. Elastic stable intramedullary nailing is the
best treatment of unicameral bone cysts of the long bones in children?
Prospective long term follow-up study. J Pediatr Orthop 2006; 26:520-
525. Bu minimal invazif teknikle hastalarda mükemmel sonuçlar elde
edilmistir. İntramedüller çiviler, kist dekompresyonuna ek olarak, yük
taşıyan alanlarda zayıflamış kortikal kemiğe yapısal destek
sağlamaktadır.
43
9. Vigler M, Weigl D, Schwartz M, et al. Subtrochanteric femoral fractures
due to simple bone cysts in children. J Pediatr Orthop 2006; 15:439-
442. Hastalar küretaj, greftleme (otolog veya kemik yedeği) ve
stabilizasyon (internal veya eksternal) ile tedavi edilmişlerdir.
10. Cohen J. Unicameral bone cysts: A current synthesis of reported cases.
Orthop Clin North Am 1977; 8:715-735.
11. Jaffe H, Lichtenstein L. Solitary unicameral bone cysts: with emphasis
on the roentgen picture, the pathologic appearance and the
pathogenesis. Arch Surg 1942; 44:1004-1025.
12. Capanna R, Van Horn J, Ruggieri P, Biagini R. Epiphyseal involvement
in unicameral bone cysts. Skeletal Radiol. 1986;15(6):428-32.
13. Clark L. The influence of trauma on unicameral bone cysts. Clin Orthop.
1962;22:209-14.
14. Cohen J. Unicameral bone cysts. a current synthesis of reported cases.
Orthop Clin North Am. 1977 Oct;8(4):715-36.
15. Gupta AK, Crawford AH. Solitary bone cyst with epiphyseal
involvement: confirmation with magnetic resonance imaging. A case
report and review of the literature. J Bone Joint Surg Am. 1996
Jun;78(6):911-5.
16. Malawer MM, Markle B. Unicameral bone cyst with epiphyseal
involvement: clinicoanatomic analysis. J Pediatr Orthop. 1982
Mar;2(1):71-9.
17. McKay DW, Nason SS. Treatment of unicameral bone cysts by subtotal
resection without grafts. J Bone Joint Surg Am. 1977 Jun;59(4):515-9.
18. Nelson JP, Foster RJ. Solitary bone cyst with epiphyseal involvement: a
case report. Clin Orthop Relat Res. 1976 Jul-Aug;(118):147-50.
44
19. Spjut HL. Dorfman HD. Fechner RE. Ackerman LV. Tumors and tumor-
like lesions simulating primary tumors of bone . In: Rosai J. Ed. Tumors
of bone and cartilage. Washington. DC: Armed Forces Institute of
Pathology. 1993:347-52.
20. Chigari M, Maehara S, Arita S, Udagawa E. The aetiology and
treatment of simple bone cysts. J Bone Joint Surg Br 1983; 65B:633-
637.
21. Komiya S, Minamitani K, Sasaguri Y, et al. Simple bone cyst: treatment
by trepanation and studies of bone resorptive factors in cyst fluid with a
theory of its pathogenesis. Clin Orthop 1993; 287:204-211.
22. Yu J, Chang S, Suratwala S, et al. Zolendronate induces apoptosis in
cells from fibrocellular membrane of unicameral bone cysts (UBC). J
Orthop Res 2005;23: 1004-1012.
23. Telfer MR, Jones GM, Pell GM, et al. Primary bone cyst of the
mandibular condyle. Br J Oral Maxillofac Surg 1990;28:340–343.
24. Adler CP. Tumour-like lesions in the femur with cementum-like material.
Does a cementoma of long bone exist? Skeletal Radiol 1985;14: 26–
37.
25. Mirra JM, Bernard GW, Bullough PG, Johnston W, Mink G. Cementum
like bone production in solitary bone cysts. (so-called ‘cementoma’ of
long bones). Report of three cases. Electron microscopic observations
supporting a synovial origin to the simple bone cyst. Clin Orthop Relat
Res 1978;135:295–307.
26. Sanerkin NG. Old fibrin coagula and their ossification in simple bone
cysts. J Bone Joint Surg Br 1979;61-B:194–199.
27. Campanacci M, Campanna R, Picci P. Unicameral and aneurysmal
bonecysts. Clin Orthop 1986;204:25–36.
28. Dahlin DC. Bone Tumors, 3rd ed. Springfield, Charles C Thomas,
1978,p 371.
45
29. Struhl A, Pritzker H, Seimon LP, et al. Solitary (unicameral) bone
cyst.The fallen fragment sign revisited. Skeletal Radiol 1989;18:261–
265.
30. Burr BA, Resnick D, Syklawer R et al. Fluid-fluid levels in a unicameral
bone cyst: CT and MR findings. J Comput Assist Tomogr 1993;17:134–
136.
31. Tillman BP, Dahlin DC, Lipscomb PR, et al. Aneurysmal bone cyst: an
analysis of ninety-five cases. Mayo Clin Proc 1968;43:478–495.
32. Vasconcellos D, Yandow S, Grace A, et al. Cyst index: A nonpredictor
of simple bone cyst fracture. J Pediatr Orthop 2007; 27:307-310.
Kist indeksiyle ilgili yapılan bu kritik analiz, indeksin kırık öngörüsü için
ne yeterli duyarlılığa ne de özgüllüğe sahip olduğunu ortaya koymuştur.
Tekrarlanabilirliği de düşüktür.
33. Snyder B, Hauser-Kara D, Hipp J, et al. Predicting fracture through
benign skeletal lesions with quantitative computed tomography. J Bone
Joint Surg Am 2006; 88A:55-70.
Yazarlar, BT görüntüleri üzerinden kırık riskini saptamaya yönelik yeni
bir yöntem geliştirmişlerdir.
34. Roposch A, Saraph V, Linhart W. Flexible intramedullary nailing for the
treatment of unicameral bone cysts in long bones. J Bone Joint Surg
Am 2000;82A: 1447-1453.
35. Scaglietti O, Marchetti P, Bartolozzi P. Final results obtained in the
treatment of bone cysts with methylprednisolone acetate (depo-medrol)
and a discussion of results achieved in other bone lesions. Clin Orthop
1982; 165:200-204.
36. Cohen J, Roposch A, Saraph V, Linhart W. Intramedullary nailing for the
treatment of unicameral bone cysts. J Bone Joint Surg Am 2001;
83A:1280-11280.
46
37. Santori F, Ghera S, Castelli V. Treatment of solitary bone cysts with
intramedullary nailing. Orthopedics 1988; 11:873-878.
38. Roposch A, Saraph V, Linhart W. Treatment of femoral neck and
trochanteric simple bone cysts. Arch Orthop Trauma Surg 2004;
124:437-442.
39. Jaffe K, Dunham W. Treatment of benign lesions of the femoral head
and neck. Clin Orthop 1990; 257:134-137.
40. Cho H, Oh J, Kim H, et al. Unicameral bone cysts: a comparison of
injection of steroid and grafting with autologous bone marrow. J Bone
Joint Surg Br 2007; 89B:222-226.
Bu minimal invazif teknikle, hem steroid hem de OKG enjeksiyonları
başarılı sonuçlar ortaya koymuştur.
41. Capanna R, Dal Monte R, Gitelis S, Campanacci M. The natural history
of unicameral bone cyst after steroid injection. Clin Orthop 1982;
80:204-211.
42. Lokiec F, Ezra E, Khermosh O, Wientroub S. Simple bone cysts treated
by percutaneous autologous marrow grafting: a preliminary report. J
Bone Joint Surg Br 1996; 78B:934-937.
43. Tang X, Liu L, Peng M, Xiang B. Experience exchange: Simple bone
cysts in children treated with intracystic fibrin sealant injection. Chin
Med J 2006;119:523-525.
Yazarlar, bu perkütan teknikle yüksek başarı oranları elde etmişlerdir.
Fibrin yapıştırıcı piyasada bulunmaktadır ve verici alan morbiditesini
ortadan kaldırır.
44. Rougraff B, Kling T. Treatment of active unicameral bone cysts with
percutaneous injection of demineralized bone matrix and autogenous
bone marrow. J Bone Joint Surg Am 2002; 84A:921-929.
47
45. Kanellopoulos A, Yiannakopoulos C, Soucacos P. Percutaneous
reaming of simple bone cysts in children followed by injection of
demineralized bone matrix and autologous bone marrow. J Pediatr
Orthop 2005;25: 671-675.
46. Neer C, Francis K, Johnston A, et al. Current concepts on the treatment
of simple bone cysts. Clin Orthop 1973; 97:40-51.
47. Sidney Siegel N, John Castellan J. Nonparametric statistics for the
behavior sciences. 1988 McGraw-Hill INC. New York p 180.
48. Aegerter, E. E.. and Kirkpatrick, J. A,: Orthopedic Diseases, ed. 4.
Philadelphia, W. B. Saunders. 1975, p. 438.
49. Cohen, J.: Simple bone cysts: Studies of cyst fluid in six cases with
theory of pathogenesis. J. Bone Joint Surg. 42:A:609, 1960.
50. Dewhirst, F. E., Stashenko. P. P.. Mole, J. E.. and Turumachi. T.:
Purification and partial sequence of human osteoclast activating factor:
Identity with interleukin I & J. Immunol. 135:2562, 1985.
51. Gartland, J. J.. and Cole, F. L.: Modern concepts in the treatment of
unicameral bone cysts of the proximal humerus. Orthop. Clin. North Am.
6:487. 1975
52. Gowen, M.. and Mundy, (3. R.: Actions of recombinant interleukin I .
interleukin 2. and interferron-y on bone resorption in vitro). J. Immunol.
136:2478. 1986.
53. Gowen. M.. Wood. D. D.. Ihrie. E. J., Meats, J. E. and Russel, R. G. G.:
Stimulation by human interleukin 1 of cartilage breakdown and
production of collagenase and proteoglycans by human chondrocytes
but not by human osteoblast in vitro. Biochim. Biophys. Acta. 797: 186.
1984.
54. Jaffe. H. L.: Tumors and Tumorous Conditions of the Bones and Joints.
Philadelphia, Lea and Febiger, 1958, p. 630.
48
55. Kuboyama. K., Shido. T., Harada, A,. and Yokoe. S.: Therapy of solitary
unicameral bone cyst with percutaneous trepanation. Rinsho Seikei
Geka (Japanese) 16:288. 1981.
56. Robinson. D. R.. Tashjian. A. H.. Jr.. and Levine. L.: Prostaglandin-
stimulated bone resorption by rheumatoid synovia. J. Clin. Invest. 56:
1181. 1975.
57. Rodan. S. B.. Rodan. G. A,. Simmons. H. A,. Walenga, R. W.. Feinstein.
M. B., and Raisz. L. G.: Bone rcsorptive factor produced by
osteosarcoma cells with osteoblastic feature in PGE,. Biochem.
Biophys. Res. Commun. 102:1358. 1981.
58. Schajowicz. F. (ed): Tumors and Tumorlike Lesions of Bone and Joints.
New York. Springer Verlag. 1981. p. 417.
59. Seyberth. H. W.. Raisz, L. G.. and Oates. J. A,: Prostaglandins and
hypercalcemic states. Ann. Rev. Med. 2923. 1978.
60. Spjut. H. J.. Dorfman. H. D.. Fechner. R. E.. and Ackerman. L. V.:
Solitary bone cyst. I n Tumors of Bone and Cartilage. Washington. D.C.,
Armed Forces Institute of Pathology. 1971. pp. 347-353.
61. Tashjian. A. H.. Jr., Voelkel. E. F., Goldhaher. P.. and Levine. L.:
Successful treatment of hypercalcemia by indomethacin in mice bearing
a prostaglandin producing fibrosarcoma. Prostaglandins 3:s 15. 1973.
62. Ubayama. IJ.. Goto. M.. and Yumawaki. S.: Treatment of a solitary bone
cyst. Rinsho Seikei Geka (Japanese) 11:1202. 1977.
63. Gery L., et al. (1972). J Exp Med 136, 128.
64. Kampschmidt RF., et al. Am J Physiol. 224, 530.
65. Beeson PB. (1948). J Clin Invest 27, 524.
66. Clowes GHA jr., et al. (1983). N Engl J Med 308, 545.
67. Jasin HE., and JT. Dingle. (1981). J Clin Invest 68, 571.
68. Oppenheim JJ., et al. (1986). Immunol Today 7,45.
49
69. Dinarello CA., et al. (1986). J Clin Invest 77, 1734.
70. Falkoff RJ., et al. (1984). J Immunol 133, 692.
71. Ben-Aribia MH., et al. (1987). J Immunol 139, 443.
72. Dinarello CA. (1989). Adv Immunol 44, 153.
73. Porat R., et al. (19981). Science 254, 430.
74. March CJ., et al. (1985). Nature 315, 641.
75. Gray PW., et al. (1986). J Immunol 137, 3644.
76. Hannum CH., et al. (1990). Nature 343, 336.
77. Eisenberg SP., et al. (1990). Nature 343, 341.
78. Gahring LC. (1984). Fed Proc 43, 462.
79. Eastgate JA., et al. (1988). Lancet 2, 706.
80. Bodel PT., et al. (1968). Br J Exp Pathol 49, 11.
81. Harris, E. D., Jr.: Pathogenesis of rheumatoid arthritis and the
development rational drug therapy. J. Rheumatol. 8:3. 1982.
82. Murphy. G.. McAlpine. C. G.. Poll. C. I.,, and Reynolds. J. J.: Purification
and characterization of a bone metalloproteinase that degrades gelatin
and type IV and V collagen. Biochim. Biophys. Acta. 831:49. 1985.
83. Seltzer. J. L., Adams. S. A,. Granl. G. A,. and Eisen. A. Z.: Purification
and properties of a gelatin-specific neutral protease from human skin. J.
Biol. Chem. 256:4661. I98 I .
84. Hembry, R. M.. Murphy. G., and Reynolds. J. J.: Immunolocalization of
tissue inhibitor of metalloproteinases (TIMP) in human cells. J. Cell Sci.
73:105, 1985.
85. Spence. K. F.. Bright. C. W.. and Fitzgerald. S. P.: Solitary unicameral
bone cyst: Treatment with freeze-dried crushed cortical-bone allograft.
J. Bone Joint Surg. 58A:636. 1976.
50
86. Fahcy. J. J., Illinois. E., and O’Brien. E. T.: Subtotal resection and
grafting in selected cases of solitarq unicameral bone cyst. J. Bone Joint
Surg. 55A:59. 1973.
87. Baker, D. M.: Benign (unicameral) bone cyst: A study of forty-five cases
with long-term follow-up. Clin. Orthop. 71:140, 1970.
88. Garceau, G. J., and Gregory. C. F.: Solitary unicameral bone cyst. J.
Bone Joint Surg. 36A:267. 1954.