Upload
others
View
4
Download
0
Embed Size (px)
Citation preview
Kültür – Sanat - Edebiyat
Yıl: 2016 - 2017Sayı: 6
1
İşte o gecenin akşamıydı.
Ülkemiz geçmişteki gibi
Yine imtihandaydı.
Demokrasiyle sınanıyorduk
Ulusça yenilmez
İrademizi ortaya koyduk.
Genciyle yaşlısıyla ,
Hep sokaklara aktık.
Zalimin zulüm fermanını,
Yüreğimizdeki korla yaktık.
Sanki temmuz sıcağında
Nisan yağmurlarıyla ıslandık.
“Ömer Halis Demir”lerle
Yeni bir destan yazdık.
Nursena USTA
VATANAŞKI
Puslu bir gecenin sabahıydı
Uyandık…
Elimizde avucumuzda ne varsa
Gitti sandık.
Sonra gördük ki;
Memlekette oldukça
kahraman yiğitler,
Örülemez vatanımın önüne
Çelikten de olsa setler.
Biz ne savaşlar yaşadık,
Çok düşmanlar gördük.
Vatan millet hasrını
Asil kanlarımızla ördük.
Cumhuriyetle doğduk,
Demokrasiye yürüdük.
Latife KARAKAYA
İKİ KARDEŞ
Güneş batmak üzereydi. Sırtındaki çuval ağırlaşmıştı,karnı da iyice acıkmış olmalıydı. Küçücük bir çocuktuhenüz, çuvalını bir süre taşıyabileceğimi söyledim. O, buarada dinlenirdi, hem ben ondan büyüktüm, kuvvetliydim.Ama kesin bir tavırla beni reddetti.
Siperlere vardığımızda gece yarısı olmuştu. Sırtındakimermi çuvalını yere bıraktı. Sabah olduğunda komutanyanımıza geldi:
-Siz aç mısınız?Küçük çocuk utanarak:-Hayır çok aç değiliz.”
Onur Erdal YAŞAR
YOLCULUK
Bir gün bulutların arasında arkadaşlarım Vito, Tiro ve Tirek
oyun oynuyorduk. Gökyüzü güneşli iken birden hava karardı.
Başladık yeryüzüne düşmeye, aşağıya doğru süzülerek iniyordum.
Arkadaşlarım bana haydi Vişo görüşmek üzere dedi. Bir çocuğun
üzerine düştüm. Saçlarında iken çocuk parka geldi. Neşeli bir
şekilde oyun oynuyordu. Babası oğluna seslenerek ‘Araba ile
gideceğiz oğlum, hava limanına oradan hep birlikte uçakla
Tokyo’da oluruz haydi yola çıkalım’ dedi. Çocuk saçlarını kuruttu
ama benim olduğum yere değmedi bile -şansıma bak- sonra uçağa
bindik .Ben uçaktan çok korkuyordum. Tir tir titreyerek uyudum
sonra Tokyo’ya vardık. Tokyo’da gezerken saçından kayarak yere
düştüm artık onlarla birlikte değildim. Ama benim için yeni bir
hayat başlıyordu. Yere düştüm ve insanlar üzerime basarak beni
parçalara ayırdılar, Tokyo‘da hava güzeldi artık sıcaktan buhar
oluyordum. Buhar oldum ve gökyüzüne çıkıyordum artık
Tokyo’nun bir damlasıydım.
Ama karnı çok açtı. Diğer askerler yesin diye aç olduğunu söylemedi.Komutan anladı ve ikisini yanına çağırıp bir askere onlara yemek
vermesini söyledi. İki çocuk yemeklerini doya doya yediler. Komutan:-Siz ne zamandır yoldasınız?Küçük olan:-Üç gün oldu.Komutan:-Düşmanlar birazdan harekete geçer. Siz biraz dinlenin.Küçük olan:-Olmaz komutanım biz buraya savaşmaya geldik.”Büyük çocuk:-Komutanım biz de gelelim. Siz savaşırken biz burada nasıl dinleniriz
?Çocukların bu sözleri komutanı çok duygulandırdı. Hem günlerdir
yol tepiyorlardı, hem de savaşa gelmek istiyorlardı. Yine de komutan:-Olmaz çok yorgunsunuz. Siz daha sonra gelirsiniz.”Çocuklar üzüldüler ama yine de komutanın sözünü dinlediler.Saat gece yarısı olmuştu. Ama hala top sesleri geliyordu. Çocukların
içi hiç rahat değildi. Küçük olan:-Kalk bizde gidiyoruz.Büyük çocuk:-Hayır olmaz komutanın dediğini duymadın mı?Küçük çocuk:-Saatlerdir buradayız, yeteri kadar dinlendik.”İkisi de silahlarını alıp yola koyuldular. En sonunda savaş alanına
geldiler. Komutan onları görünce:-Ben size gelmeyin dememiş miydim.Küçük çocuk:-Komutanım biz yeteri kadar dinlendik, yeter!Askerlerin çoğu çok küçüktü ama buna rağmen günlerdir aç susuz
savaşıyorlardı. Artık açlıklarını hissetmiyorlardı. Havalar soğumuştu.Çok fazla kar yağmıştı. Büyük olan haftalar sonra açlıktan, küçük olanise soğuktan donarak ölmüştü. Ölümleri çok acı olmuştu. Komutanduygusuz birine benziyordu. Ama iki çocuğun başına oturdu vegözünden iki damla yaş geldi. Komutan birkaç gün sonra baş sağlığıdilemek için köylerine gittiğinde ikisinin kardeş olduğunu öğrenince çoküzüldü. Ama annesi ağlamıyordu. Çünkü evlatlarım vatanları uğrunaşehit olmuştu.
Furkan KARAMIK
2
Osman Berat GÖKÇINAR
KÜÇÜK ENES
İstanbul’da yaşayan Enes adında siyah gözlü, siyah saçlı, biraz
esmer, güzel yüzlü, dürüst, güzel sözlü, sakin, çok iyi bir çocuk vardı.
Annesi vefat etmiş, babasıyla birlikte yaşıyordu. Babası da olmasaydı ne
yapardı acaba? Bunun için Allah’a şükür ediyordu. Çünkü dışarıda
soğukta yaşayanlarda vardı. Bunu biliyordu. Enes her gün annesinin
mezarına gidiyor ve onunla konuşup, başından geçenleri anlatıyordu.
Bir gün çok şiddetli yağmur yağdı ve annesinin yanına gidemedi.
Akşam babasına:
-Baba, bu gün annemin yanına gidemedim. Acaba annem bana kızar
mı? Diye sordu.
Babası, uzun boylu, siyah saçlı, iri gözlü sert duruşlu ama yufka
yürekli bir kişiydi. Eşi hakkında konuşmayı pek sevmezdi. Bu yüzden
garip bir sesle:
-Hiç olur mu evladım? Annen sana hiç kızar mı? Dedi.
Enes düşünmeye başladı, annesinin neden öldüğünü düşündü…
Annesi bir gün trafik kazasında ölmüştü. Babası, annesi ve Enes
Ankara’ya akrabalarının yanına gitmişlerdi. Tekrar İstanbul’a dönerken
alkollü bir araç ters şeride girmiş son hızla Eneslerin arabasına çarpmış,
bu kazada annesi kafasını cama çarpınca kafatası kırılmıştı. Enes’in kolu
kırılmış, babasına ise pek fazla bir şey olmamıştı. Annesi kaldırıldığı
hastanede hayatını kaybetmişti… Enes çok şaşırmıştı. Daha 2 gün önce
annesi ile birlikte mutlu ve huzurlu bir şekilde yaşarken, şimdi üzgün ve
somurtuyordu. Böyle düşünürken zil çaldı. Gelen arkadaşı Mücahit’i.
Mücahit:
-Enes, hemen gel, bak yağmur durdu. Arkadaşlar çok garip bir şeyler
oldu diyorlar! dedi.
Mücahit çok heyecanlı birisiydi o da Enes gibi 10 yaşındaydı. Orta
boylu, uzun saçlı, mavi ve çukur gözlü, sarı saçlı, kepçe kulaklı bir
çocuktu. Enes’i çok severdi, Ense’de onu çok severdi. Bazen babasından
izin alır onların evinde yatıya kalırdı, O da Eneslerde kalırdı.
Enes durgun bir sesle:
-Acaba ne oldu yine? Hadi hayırlısı… Dedi ve birlikte arkadaşlarının
yanına gittiler.
Arkadaşları onları parkta bekliyorlardı, 3 kişilerdi; Onur, Mehmet ve
Cumali. Onur, uzun boylu, siyah gözlü, siyah saçlı, gözlüklü bir
çocuktu. Mehmet orta boylu, siyah gözlü, kısa ve siyah saçlı, iri gözlü
bir çocuktu. En çok nefret ettiği şey onunla dalga geçilmesiydi,
arkadaşları ona sürekli Memoli der dururlardı.
Cumali kısa boylu, sarışın, ela gözlü, çok güzel sözlü bir
çocuktu.
Hepsi birden Enes’e:
-Enes, mezarlıkta ne olmuş, gel birde kendin gör. dediler.
1 saat yürüdükten sonra mezarlığa vardılar. Yağmur nedeniyle
çıkan salyangozlara basmamak için ağır ağır ve zorlukla
yürüyorlardı. Mücahit tam bir salyangoza basacaktı ki Enes
hemen tuttu ve çekti ama5’i birden aşağı yuvarlandılar. Onur
sırtını mezar taşıta çarptı bu yüzden biraz beklediler ama birden
bir baktılar ki yan komşunun annesi Selma Teyze’nin mezarını
kırmışlar! Hepsi çok üzüldü bunu nasıl telafi ederiz diye
düşünürken bir de bakmışlar Enes’in annesi Aynur Teyze’nin
mezarına gelmişler. Aynur Teyze ince, uzun boylu, iyi kalpli
güzel bir insandı. Enes karşısındaki manzarayı görünce çok
üzüldü ve gözünden minik minik damlalar düşmeye başladı.
Mezarın taşı kırılmış, toprağı açılmış, çiçekleri solmuştu.
Annesini düşündükçe daha çok ağılıyordu. Arkadaşları onu teselli
etmeye çalışıyorlardı ama nafile… Enes’in susacağı yoktu. En
sonunda Cumali’nin aklına bir fikir geldi arkadaşlarına:
-Buldum! Dedi.
Onur:
-Ne buldun Cumali? diye sordu.
Cumali:
-Şimdi biz Selma Teyze’nin mezarını da kırdık ya. İkisini
birden tamir ettirelim. dedi.
Enes:
-Aslında olur iki tane mezar taşı en fazla 300TL eder. dedi.
Mehmet destek çıktı:
-Tamam, o zaman hepimiz her gün 3TL biriktirelim. dedi.
Hep birlikte her gün 3TL biriktirmeye söz verdiler. Enes’in
babası da yardım edecekti. O, 100 TL verecekti, diğerlerinin
babası da 25TL verdiler. Bizimkilere sadece 100TL kalmıştı.
Sonraki gün Enes annesinin mezarına gittiğinde birisi mezarı
kazmıştı! Enes içinden acaba bunu kim yaptı? Diye geçiriyordu.
Ama bir şey dikkatini çekti annesinden geriye hiçbir şey
kalmamıştı. Kenarda paslı bir kürek ve kazma vardı. Enes bunları
görünce etrafına bakmaya başladı. Etrafta kimse yoktu. Babasına
olanları anlatmak için eve döndü.
Afra Ceren KAVAK
GÜZELÖĞRETMENİM
Güneşe baktım seni gördüm,
Güle dokundum sen koktun.
Bana elini uzattın
Benim güzel öğretmenim.
Her şeyi sen öğretirsin,
Yanlışları düzeltirsin,
İnsanları sevdirirsin,
Benim güzel öğretmenim.
Emek verdin, çiçek açtık.
Kalbimizi sevgiyle doldurduk.
Senin sayende bilgiye doyduk,
Benim güzel öğretmenim.
Tüm zorluklarla hayatı paylaşmayı,
Doğayı sevip korumayı,
Seninle öğrendik kardeşçe yaşamayı,
Benim güzel öğretmenim.
İclal Ebrar BAYRAM
3
Hiranur KUŞÇU
YÜCE KİTABIM
Dilimde dua,
Elimde Kuran,
Yüce kitabım.
Rabbimin sözü,
Gözümün nuru,
Yüce kitabım.
Hakk’a tap der,
Görevini yap der,
Yüce kitabım.
Müjdeler verir,
Bizi sevindirir,
Yüce kitabım.
Seni okuyoruz,
Mutlu oluyoruz,
Yüce kitabım.
Sendedir hayat,
Ruhumu parlat,
Yüce kitabım.
Başlarda taç,
Bizlere ilaç,
Yüce kitabım.
2 haftanın sonunda 5 arkadaş 100TL’yi toplamayı başardılar ve
bu parayı verip 2 tane mezar taşı yaptırdılar. Hepsi çok güzel
duruyorlardı ama Enes’in aklında hala annesinin nereye kaybolduğu
vardı.
Derken bir telefon çaldı. Enes telefona baktı, karşıda esrarengiz,
tanımadığı bir kişi:
-Eğer Aynur’u tekrar görmek istiyorsanız hastanenin arkasına
gelin. Yoksa O ölür! Dedi ve kapattı. Babam ben çok şaşırmıştık,
acaba annem ölmemiş miydi? Babamın babasından kalma bir tüfeği
vardı. Aklıma hemen o geldi bir silah çok işimize yarayabilirdi.
Babasına hemen:
- Baba hemen dedemin tüfeğini alıp gidelim. dedi
Babası:
-Ama annen ölmüştü. Belki de bizi kandırmaya çalışıyorlardır.
dedi
Enes:
-Haklısın baba ama yinede gidip bir bakalım. dedi ve yola
çıktılar.
Hastaneye vardılar, arka tarafa gittiler. Orada bir araba vardı.
Arabanın kapısı açıktı, içine baktılar ve torpido gözünde bir evrak
vardı. Evraktaki bilgileri okuyunca şok oldular. Enes evraklardan
pek bir şey anlamamıştı. Babasına:
-Baba ben bunlardan bir şey anlamadım. Ne yazıyor?
Babası heyecanla:
-Burada annenin ölmediği yazıyor Enes. dedi.
Enes çok heyecanlandı ve babasına sarıldı. İkisi birden çok
sevindiler sonra babasının aklına bir şey geldi ve:
-Peki, bu bir aldatmaysa? Bence hemen polise haber verelim.
dedi.
Enes:
-Haklısın babacığım. dedi ve hemen babasının telefonundan
polisi arayıp haber verdiler. Polisler olay yerine gitmiş araştırma
yapıyorlardı. Bu arada Enes ve arkadaşları da oradaydı. Enes
ağaçların arasında bir şey görüp, bakmaya gitti. Orada kimse yoktu
ama bir not ve ayak izi vardı. Notta şöyle yazıyordu:
“Eğer anneni görmek istiyorsan Enes şu bilmeceyi çözmelisin:
Acil durumlarda işe yarar
Hop oturup hop kalkar
Hastalar üzerine yatarlar
Altına bakman çok işe yarar.
Acaba cevabı ne olabilir? Diye düşünmeye başladı Enes. O
sırada yanına Mücahit geldi. Enes’e:
-Enes burada ne yapıyorsun? Gel bak polisler bir iz buldu. dedi.
Polisler bir çizme izi bulmuştu bu iz büyük bir çizmeye aitti.
Enes’e bu iz tanıdık gelmişti. Acaba bunu nerede görmüş olabilirdi
ki? Sonra bunu nerede gördüğünü hatırladı! Bilmecenin yanındaki iz
de bunun aynısıydı. Bunu hemen polislere söyledi. Sonraki gün
hepsi bu bilmecenin cevabını aradı biri serum dedi, biri hasta yatağı
dedi… En sonunda Enes’in aklına mantıklı bir cevap geldi cevap:
Sedyeydi! Hepsi bu fikre katıldı ve hastanedeki bütün sedyelerin
altına baktılar. En sonunda Onur buldu ve diğer bilmeceyi okudu.
Bu bir bilmece değildi bu bir haritaydı! Haritaya göre gitmeleri
gereken yer eski, terk edilmiş bir fabrikaydı.
Oraya vardıklarında orada da bir not vardı. Notta:
“Buraya 100.000TL bırakmazsanız Aynur ölür!” Yazıyordu.
5 aile birlikte sadece 50.000TL toplamışlardı. Sonra kapı çaldı ve
gelen muhtar Ahmet Bey’di.
Ahmet Bey 50 yaşlarında, beyaz saçlı, çok tatlı bir adamdı,
çocukları çok severdi. Ahmet Bey elinde bir zarf tutuyordu. Zarfı
uzatarak:
-Al bakalım Enes, bu para sizin. dedi.
Enes çok şaşırdı. Ahmet Bey’e:
-Peki, neden bu para bizim? Dedi.
Ahmet Bey:
-Hani sizin 50.000TL paraya ihtiyacınız vardı ya. Bütün
komşular seferber olup sizin için 50.000TL para topladık. Herkes
hakkına düşeni ödedi. dedi.
Enes ne diyeceğini bilemedi kekeleyerek:
-Çok teşekkür ederiz Ahmet Amca. dedi ve Ahmet Bey’i
gönderdikten sonra sevinçle içeri girdi.
İçeridekilere:
-Parayı topladık artık annemi kurtarabiliriz! dedi ve parayı
babasına verdi.
Babası:
-Tamam, o zaman, haydi gidip annenizi kurtaralım! dedi ve
arabaya bindiler.
Oraya vardılar ve parayı verip Aynur Hanım’ı alıp götürdüler.
Polisler de yanlarında gelmişlerdi. O adamları polis alıp
hapishaneye götürdüler ve parayı tekrar aldılar. Parayı seferber
olan herkese tekrar verdiler ve evlerine gittiler. O zamandan
sonra Enes herkese her zaman, her yerde başkalarına yardım etti
ve bu böyle devam etti. Enes 30 yaşında ünlü bir doktorken bile
herkese en büyük yardımı yaptı: Hayatlarını kurtardı.
Zeynep KUZUCU
4
İMTİYAZ SAHİBİAyhan GÖKMEN
GENEL YAYIN YÖNETMENİSaliha GÖÇMEN
OKUL ADRES TELEFONMUAMMER KANDEMİR İMAM HATİP ORTAOKULU
İmam Hatip Cad. Çubuk /ANKARA
YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜYılmaz KIRIKTAŞ
GÖRSEL DANIŞMANAslıhan DURMAZ
YAYIN KURULUAhmet KOCABAŞ
Münire EKİNCİSaliha GÖÇMEN
Gözde KAYAMelahat ERİMEZ
Gülizar ERDEM
HAYAT ÜZERİNE
(Araştırmacı-yazar-şair Prof. Dr. İbrahim Agah
Çubukçu’nun ilçemizde ikamet ettiğini öğrenince ben ve
arkadaşlarım değerli hocamızı ziyaret etmek istedik .Sağ olsun
o da bizi kırmadı, bize evini açtı. Sonucunda tatlı bir söyleşi
başladı…)
-Merhaba öncelikle bizi kabul edip vakit ayırdığınız için
teşekkür ederiz. Bize kısaca kendinizden bahsedebilir
misiniz?
-1928 doğumluyum.89 yaşındayım. Hem İlahiyat
Fakültesi’nden hem de Sorbonne Üniversitesi’nden diplomam
var. Öğretim üyeliği ve RTÜK başkanlığı yaptım. Bir kızım ve
torunum var. Oğlum 47 yaşında vefat etti. Aslen Çubukluyum,
doğum yerim Kadirli, 21 yıldır Çubuk’ta yaşıyorum.
Emekliyim.
-Mesleğinizin en sevdiğiniz tarafı nedir?
-Ben mesleğimi sevdim. Din felsefesini okuttum. Mesleğim
bana kitap sevgisi aşıladı. Çok kitap okumak için yabancı diler
öğrendim. Arapça, Fransızca, İngilizce ve Farsça bilirim.
Kuran-ı Kerim’de ilk ayet “İkra” yani “Oku” diye başlar. İnsan
çok okuyunca da çok kitap yazıyor. Yirmi dört şiir kitabı
yazdım, otuzdan fazla da bilimsel eser yazdım. Hala da kitap
okuyorum.
-Şiire olan ilginiz nasıl başladı?
-Ortaokul öğrencisiyken otuz kadar şiir yazdım. Babamın
kırk dört yaşında ölmesi beni şiire başlattı. Daha sonra lisede
dersler ağır bastı. Şiiri bıraktım. Kırk dört yaşında tekrar şiire
başladım. Kırk yıldan daha fazla zamandır şiir yazıyorum.
-En sevdiğiniz şairler kimlerdir? Neden?
-En sevdiğim şair: Arif Nihat Asya’dır. Onun” Bayrak” şiiri
bana milli duygular aşıladı. Yunus Emre’yi ,Cahit Kulebi’yi,
Orhan Veli’yi ,Yahya Kemal’i, Ahmet Haşim’i, Rıza Tevfik’i
de severim.
-Gençlere öncelikle tavsiye ettiğiniz eserler var mı?
-Gençlere çok kitap okumalarını tavsiye ederim. Kendi düzeyinize
uygun kitapları Türkçe ve Tarih dersi öğretmenlerinize sorunuz.
Özellikle Bağımsızlık Savaşı ile ilgili kitaplar okumanızı tavsiye
ederim.
-Günümüz şairlerini nasıl buluyorsunuz?
-Üzülerek söylerimki günümüzde anlamsız şiirler yazanlar vardır.
İkinci yenileri başlattığı bu akıl rüzgar gibi uçup gidiyor ama izleri
daha devam etmektedir.Birinci yeniciler yani garipçiler,halkın dili ile
yazdılar.Onlar da serbest yazmakla birlikte anlaşılır şiirler ürettiler.
-Bize biraz şiirlerinizden bahseder misiniz?
-Ben hece veznini tercih ettim . 4-5 kitapta serbest yazdığım şiirleri
okurlarıma sundum.Özellikle vezinli şiirlerde tasavvufu işledim. Bu tür
şiirlerimden oluşan” Dilek “adlı kitabımı Diyanet İşleri Başkanlığı
bastı. Şiir benim hayatımdır. Bir şiir yazdığım zaman rahatlarım. Şiir
ince,yüksek derin duyguları dile getirir ve okuyucuyu sarar. Ruhun
derinlikleri işlendiklerini heyecanları yansıtır. Toplumla iletişim
kurmamızı sağlar. Ayrıca güzel sanatlar içinde şiir ve musiki en yüksek
noktadadır. Musiki, sesli ahenktir. Şiir sözde ahenktir.Musiki duyguları
bazen belirsiz biçimde ifade eder. Açıklık katmak için güfteye ihtiyaç
vardır. Güfte de bir tür şiirden başka bir şey yokyur.
-Mesleğinizi seçerken en büyük hayaliniz neydi? Bu hayalinizi
gerçekleştirebildiniz mi?
-Mesleğimi seçerken akademik kariyer yapmak istiyordum. Ben
İlahiyat Fakültesinin ilk mezunlarındanım fakülteyi birincilikle
bitirdim.
Hocalarım benim asistan olmamı istediler. Açılan imtihanı
başardım 1955’te bilimsel çalışmalara başladım. 1958’te doktor oldum.
Fransa ve İngiltere’de tetkikler yapmak için kaldım. 1963’te Doçent,
1969dta profesör oldum. Daha sonra Radyo Televizyon Yüksek
Kurulu üyeliği Türk Tarih Başkan Vekillği, İlahiyat Fakültesi Kürsüsü
Başkanlığı, Ankara Üniversitesi Senatörlüğü yaptım. 1984 yılında
TBMM beni Radyo ve Televizyon Üst Kuruluna seçti. Bu kurulun bir
süre başkanlığını yaptıktan sonra emekli oldum.
-Günümüzde kitap okuma alışkanlığı ile ilgili düşünceleriniz
nelerdir?
-Zamanımızda gençler arasında internet tiryakiliği arttı. Elbette
gerektiğinde internetten gerekli bazı şeyler öğrenilir. Ama onun
tiryakisi olmak kitap okuma alışkanlığını önler. İnsan günde 1- 2 saat
tv izleyebilir. Ama zamanın önemli bir kısmını buna ayırmak çok kitap
okumak için bir engeldir.
-Kitap okuma alışkanlığı edinebilmek için sevgiyle dolu olmamız
gerekir. Sevginin çeşitli türleri vardır. Kitap sevgisinin insanın
gelişmesinde önemli bir rolü bulunmaktadır. İnsan kitap okudukça
kültürü artar. Dünyayı daha iyi kavrar.
-Tarih kitapları okursak atalarımızın yurt savunması için ne kadar
özverili davrandığını öğreniriz, olayları daha iyi değerlendiririz, dış
düşmanlara karşı daha uyanık oluruz, milli birlik ve beraberliği
değerini takdir ederiz.
-Bizim ülkemiz çeşitli uygarlıkların kesişme noktasıdır. Dağlarımız,
denizlerimiz, ovalarımız bize çok şey söyler. Edebiyat kitabı okursak
estetik zevklerimiz artar. Sanata yönelimimiz artar.. Elbette roman,
hikaye, anı ve deneme türünde kitaplar okumak da insana çok şey
öğretir ayrıca bütçesi uygun olanlar bir çocuk dergisine de abane
olabilirler.
-Bize vakit ayırdığınız için tekrar teşekkür ederiz
- Benim gibi bir ihtiyarı unutmadığınız için ben teşekkür ederim.
Gülizar ERDEM