Upload
tam35efe
View
13
Download
0
Embed Size (px)
Citation preview
Kaan Dinçer
Efe Sezer
22 Apr y
Küreselleşme ve Müziğin Küreselleşmesi
GİRİŞ
Son yıllarda üzerinde en çok tartışılan konulardan olan küreselleşmeyle ilgili hemfikir
olunmuş bir tanım yapmak zordur, anlam olarak müzik gibi aşırı bir yük taşımaya, anlatım
olarak da aşınmaya başlayan bu kavram için ağırlıklı olarak ele alınan iki yaklaşım gözlem-
lenebilir. Bilginin ve dolayısıyla bilgiye ulaşmanın tarihte hiç olmadığı kadar demokratik-
leştiği, ekonomik faliyetlerdeki sınırlamaların ve bazı ulusal sınırların ortadan kalktığı olumlu
ve bütünleştirici bir süreç olarak tanımlayanların karşısında, bu sürecin emperyalizmin ye-
nilenmiş ve tehlikeli bir yüzü olduğunu ileri sürenler de vardır (Erbay, 2011). Bu kavramın
zihinsel arka planda bir şeyi dünya ölçeğinde kılma dünyaya mal etme düşüncesinin olduğu
ve küresellesmenin bizde olanı dünyaya vermek, başkalarında olanı almak olduğu belir-
tilmiştir. (Oğuz, 2001)
Erdem’in (2008) yaklaşımı ise ”son yıllarda yeryüzüne bir bütün olarak bakılması, nük-
leer silahlarla ilgili düşünceler, Çernobil ve 11 Eylül gibi bazı olaylar dünyanın tehdit ve
tehlikeler bakımından küresellestiğine dair mesajlar vermiştir (s. 242)” şeklindedir. Her iki
yaklaşımın da tartışıldığı günümüzde konuyu ekonomik, siyasi, kültürel ve teknolojik olarak
ele almanın doğru olacağını düşünmekteyiz.
1. KÜRESELLEŞME
1
Son yıllarda yoğun olarak kullanılan küreselleşme kavramının ilk kullanıldığı dönem
1980’ler olarak bilinse de 1960’lı yıllarda sosyolog Marshall McLuhan’ın “küresel köy”
(global village) olarak bahsettiği kavrama göre dünyanın bir bölümü özellikle iletişim
teknolojilerinin gelişimi sayesinde küresel köy haline dönüşmektedir (McLuhan, 2001: 46) .
Hakkında çok geniş bir literatürün var olduğunu bildiğimiz küresellesme kavramını
olumlu yönde algılayıp izah etmeye çalışan “küreselciler” ve kavramı olumsuzluklarla do-
natan “anti-küreselciler” meseleye farklı noktalardan bakmakta ve farklı sonuçlara ulaşmak-
tadırlar(Erbay, 2011).
Küreselcilere göre küreselleşme, uluslar arasındaki ilişkilerin yaygınlaşması, toplumsal
değerlerin (ekonomik,siyasal, sosyal ve kültürel) ve birikimlerin dünya geneline yayılması,
ideolojik ayrımların neden olduğu kutuplaşmaların bitmesi, inançların kültürlerin daha iyi an-
laşılabilmesiyken, anti-küreselcilere ise kavramı tam anlamıyla “yeni doğan emperyalizm”
olarak ortaya çıkmış ve egemen güçler tarafından adaletsiz bir şekilde yürütülen tekelleştirme
politikası olarak tanımlanmakla birlikte yeni bir olgu olmayıp, kapitalizmin ya da emperyal-
izmin evrim geçirmiş hali oldu görüşündedirler.
Küresellesme ile ilgili bu fikirlerin hemen hepsi küresellesmenin, kapitalist modernlikle
birlikte düşünülebileceğini ve bu çerçevede açıklanabileceğini ileri sürer. Keyman
(2006:57)’a göre küresellesme, soguk savaş döneminden sonra Batı’nın zaferini yeni bir
açılımla dünya geneline yaymasıdır. Genel yaklaşım olarak Amerika özelinde Batı’nın ege-
menliğinin devamlılığını sağlamak adına düşünülen bir yapılanma olan küreselleşme, bu
baglamda ekonomik ve politik olarak zaafa düşürdüğü toplumlara kendi kültürel yapısını
ihraç etmekte ve adeta kazanım olarak bu yolun en değerli ve kalıcı yol olduğunun sinyal-
lerini vermektedir (Gürsel, 1995: 18). Bu durum da küreselleşme kavramının yeni bir olgu
mu eskiden gelen bir dayatma mı olduğunun sorgulamamızı gerektirir.
3. KÜRESEL KÜLTÜR
Dünya insanlarının gitgide aynı yemekleri yiyen, uydu ve internet aracılığıyla haber-
leşen aynı kıyafetleri giyen insanlar haline dönüştüğü 1900’lü yılların ortalarından beri
2
yaygın inanç gelecekte tek bir homojen dünya kültürünün var olacağı üzerinedir. “Dünyanın
tek bir
mekân haline gelme süreci” olarak tanımlandığında, küresellesme, kaçınılmaz olarak küresel
bir kültürün oluşmasına yol açacaktır.
Bugün küresel kültür olarak tanımladığımız bu olgunun en önemli kaynağı göçtür.
3
Şekil 1: Göç dünya coğrafyasını büyük oranda etkilemiştir ve kültürel değişim ve gelişime, görüş ve yeniliklerin dağılmasına ve bugün dünya üzerindeki insan ve kültür karışımına katkıda bulunmayı sürdürmektedir.
En az 175 milyon insanın doğdukları ülkeler dışında bir yerlerde yaşadığı bilinmektedir.
Bu insanlar mülteci olarak değil, bir başka ülkenin vatandaşıyken başka bir ülkede göçmen
olarak bulunmaktadır. Bu eğilimler sürerse, Kuzey Amerikalılar 2100 yılında Afganistan,
Botswana, Kolombiya ve Danimarka gibi ülkelere yolculuk yaptıklarında yerli halkların
kendi yaşam tarzlarına benzer bir yaşam sürdürdüğünü göreceklerdir (Haviland ve diğerleri,
2008: 795).
Küresel kültür ya da ortak kültür düşüncesi ilk başta çok çekici görülüp kültür kaynaklı
çatışmaları sonlandırabilecek bir olgu olarak görülsede her zaman egem güçler için işler yol-
unda gitmemiştir. Ayrı dünya görüşlerinin her zaman var olacağının en büyük kanıtı
Türkiye’nin 1 Mart 2003 tarihinde ABD’nin Irak işgali için gerekli olan izinleri meclis genel
kurulunda reddetmesi denebilir. Bu noktada red nedeni için görece devreye giren ortak kültür
“müslümanlık” ya da “din kardeşliği” denebilir. Kültürün tek tipleştirme çabaları, yerel
kültürlerin güçlenmesini de körüklemektedir. Avrupa-Amerika merkezli kültür veya yaşam
tarzının küresel düzeyde yaygınlaşması aşırı milliyetçilik duygularını kabartırken
medeniyetler çatışması da söz konusu olmaktadır.(Erdem, 2008: 246). Kendi kültürel ge-
leneklerinin kaybolmamasını isteyen gelenekçi toplumlar günümüzde de bunun mücadelesini
vermektedirler. Bazı toplumlar küreselleşmenin teknolojik imkanları kullanarak yerel kültür-
leri yok etmek ya da tek tipleştirmek amacı taşıdığını anlamışlardır.
İzole bir bölgede yaşayan ve kendisini küresel etkilerden koruyan toplumlar olabilse de
günümüzde dünyaya kendini kapatmak çoğu toplumlar ya da ulus devletler için mümkün
görünmemektedir. Toffler’in (1992: 459) de önemle vurguladığı gibi bugün hiçbir toplum
diğer toplumlarda olan bitenden kendisini koruyabilecek durumda değildir. Bu nedenle ulus-
lar arası toplumun sorunlarına bir bütün olarak bakmamız gerekir.
Küreselleşme ile başlayan kültürler arası iletişim ve etkileşim kimi antropologlara göre
“çok kültürlülük” kavramının üremesi olarak görülür. Bu etkileşimin ağırlıklı olarak Batı
kültürü ile Doğu kültürü arasında yaşandığını göz önünde bulundurarak iki kültürden birinin
kazançlı çıkacağı kaçınılmazdır. Günümüzde egemen kültüre baktığımızda bunun Batı
kültürü olduğunu söylemek yanlış olmaz.(İnalcık, 2006). Batı kültürünün egemen olduğu böl-
gelerde küresel ekonomik dengelere, evrensel kazanımlara paralel hareket edemeyen/ettir-
ilmeyen toplumlar kültürel değerlerini ya esnetmek ya da değiştirmek zorunda
4
kalmışlardır(Erdem, 2008). Bu durum hızla toplumları yok olma eşiğine kadar getirebilecek
tehlikeli bir süreçtir.
5