40
P erspektif MAI /MAYIS 2010 • Jg./Yıl: 16, Nr./Sayı: 185 İslam Toplumu Millî Görüş aylık yayın organı Yiyin, için, ama israf etmeyin!

MAI /MAYIS 2010 • Jg./Yıl: 16, Nr./Sa yı: 185 İslam ... filePerspektif MAI /MAYIS 2010 • Jg./Yıl: 16, Nr./Sa yı: 185 İslam Toplumu Millî Görüş aylık yayın organı Yiyin,

  • Upload
    others

  • View
    3

  • Download
    0

Embed Size (px)

Citation preview

Page 1: MAI /MAYIS 2010 • Jg./Yıl: 16, Nr./Sa yı: 185 İslam ... filePerspektif MAI /MAYIS 2010 • Jg./Yıl: 16, Nr./Sa yı: 185 İslam Toplumu Millî Görüş aylık yayın organı Yiyin,

PerspektifMAI /MAYIS 2010 • Jg./Yıl: 16, Nr./Sa yı: 185 İslam Toplumu Millî Görüş aylık yayın organı

Yiyin, için,ama israfetmeyin!

Page 2: MAI /MAYIS 2010 • Jg./Yıl: 16, Nr./Sa yı: 185 İslam ... filePerspektif MAI /MAYIS 2010 • Jg./Yıl: 16, Nr./Sa yı: 185 İslam Toplumu Millî Görüş aylık yayın organı Yiyin,

günsaat

En acılıgününüzdeyanınızdayız724

İSLAM TOPLUMU MILLLÎ GÖRÜŞCenaze Fonu

Boschstr. 61-65. D- 50171 KerpenTel: 02237-656 313 • 02237 656-0 (Santral) • Faks: 02237-656 555Cenaze Fonu Acil Tel.: 0177-478 83 34 • [email protected]

.

Page 3: MAI /MAYIS 2010 • Jg./Yıl: 16, Nr./Sa yı: 185 İslam ... filePerspektif MAI /MAYIS 2010 • Jg./Yıl: 16, Nr./Sa yı: 185 İslam Toplumu Millî Görüş aylık yayın organı Yiyin,

Türk kökenli Aygül Özkan’ın Almanya’nın Aşa-ğı Saksonya Eyaleti’nde Sosyal İşler, Kadın, Aile veSağlık Bakanlığı görevine getirilmesi ile ilgili tartış-maları yakından izliyorsunuz. Ve maalesef, Aygül Öz-kan’ın yeterliliği ve neler yapabileceğinin hiç günde-me gelmediği bu tartışmada, her şey sarsılmaz kalıp-lar içine yerleştirilmiş olan ön kabuller üzerine ku-rulu “kesin kanaatler” söz sahibi oldu.

Aygül Özkan, Almanya’da doğmuş, buranın okul-larında eğitim görmüş ve burada mesleğini icra etmişbiri olduğu halde, hâlâ kendisine, kabullenilemez bir“yabancı” muamelesi yapıldı. Fakat bu muameleyi, “Ör-nek” bir “Müslüman” göçmen olarak kamusal alanda“o” kesimleri temsil etmesi beklenen Özkan’ın ken-disi davet etti; okullarda haç sembollerinin kaldırıl-masını isteyerek fitili ateşledi. Ama Özkan aynı za-manda, başlarını kapatan hem cinslerinin de okullardaişi olamayacağını söylediyse de, konunun bu yönü gün-demden düşürüldü. Özkan böylece, başörtüsü mesa-jıyla başörtüsü konusunda nasıl davranacağını göste-rerek bir yandan imtihanını verdi, bir yandan da, Haçkarşıtlığı ile ilgili laflarını geri alarak kabullenmedi-ği bir şeyi kabullenmiş oldu. Ama yine de yaranamadı.Nitekim, CDU’lu Hessen Eyalet Milletvekili Hans-Jürgen Irmer’in şu ibretlik sözlerine muhatab oldu:

“Bizim daha fazla Müslümana değil, daha az Müs-lümana ihtiyacımız var... Bu atama yanlış bir atama-dır. Çünkü, İslam, dünya egemenliğine odaklanmış du-rumdadır.”

Bu arada, Özkan’ın, yemin töreni sırasında Hristi-yan asıllı Milletvekilleri’nin kullandığı yemini kullan-ması da problem olarak görüldü. Hem Protestan hemde Katolik Kilisesi temsilcilerinden bazıları, bu yemindesözü geçen Tanrı’nın, Müslümanların Allah’ı ile ilgisiolmadığını hatırlatmak ihtiyacı duydu. Fakat Öz-kan’ın hangi tanrı tartışmasına girmeyerek, yaptıkla-rının ve yapacaklarının hesabını “Tanrı” karşısında ve-receğinin bilincinde olduğu inancıyla bu yemini kul-landığını söylemesi akıllıca bir manevra oldu.

Başörtüsü konusunda Müslüman hanımlardan bir özü-rü dahi esirgeyen ve görev yaptığı toplumun seküler sis-temini kavrayamayan Özkan’ın, bu tavırları ile çoğun-luk toplmunu da memnun edemeyeceği, dolayısıyla ba-şarılı olmayacağını bilmesi gerekir. Özkan’ın ayrıca, Hans-Jürgen Irmer’in suçlamalarından kendisi için bir ders çı-karmasını beklediğimizi de ifade etmek istiyoruz.

Gelecek sayımızda buluşmak üzere, Allah’a ema-net olun.

• Oğuz ÜÇÜN CÜ

“ Türk kökenli Bakan!”

EDİ TÖR

Pers pek ti fIGMG AY LIK YA YIN OR GA NI

MAI / MAYIS 2010 Yıl/Jg.: 16, Sayı/Nr.: 185Boschstr. 61-65, D- 50171 Kerpen

Tel.: 02237/ 656-0 • Fax: 02237/ 656 555www.igmg.de E-Mail: [email protected]

YA YIN CI · HE RA US GE BERIs la misc he Ge me ins chaft Mil lî Gö rüş • IGMG e.V. • Amt sge richt Bonn, VR

6621 • Vertreten durch den Vorstand: Osman Döring, Vorsitzender; Oguz Ücüncü, Generalsekretär ; Ali Bozkurt, stellv. Vorsitzender

GE NEL YA YIN YÖ NET ME Nİ · CHEF RE DAK TE UR:Oğuz Üçün cü (V.i.S.d.P)

DİZ Gİ-LA YO UT: İlhan BİLGÜ • BAS KI · DRUCK: Ya vuz söh ne-Du is burg

Ya yın la nan ma ka le ve fi kir ya zı la rı nın so rum lu luk la rı ya zar la rı na ait tir.Di e in der Ze itsc hrift ve röf fent lich ten Mei nun gen bin den di e Au to ren, nicht di e IGMG

İLAN SER Vİ Sİ · AN ZE IGEN SER VI CE:Tel.: 02237/ 656-201 • Fax: 02237/ 656 555 • E-Ma il: ta nit [email protected]

ABO NE SER VİSİ · ABON NE MENT:Is la misc he Ge me ins chaft Mil lî Gö rüş

Lasts chrif tab tei lung: Boschstr. 61-65, D- 50171 Ker penTel.: 02237/ 656-0 • Fax: 02237/ 656 555 • E-Ma il: mitg li [email protected]

Yıl lık abo ne üc re ti: 59,-EU RO • Jah re sa bon ne ment: 59,-EU ROIGMG Ge nel Mer kez Üye le ri ne Üc ret siz dirFür Ve re ins mitg lie der der IGMG kos ten los

Der Be zugs pre is ist im Mitg li eds be it rag ent hal tenHE SAP NO · BANK VER BIN DUNG:

DENIZ BANK AG Kon tonr.: 20 41 27 45 50 BLZ: 500 307 00

Page 4: MAI /MAYIS 2010 • Jg./Yıl: 16, Nr./Sa yı: 185 İslam ... filePerspektif MAI /MAYIS 2010 • Jg./Yıl: 16, Nr./Sa yı: 185 İslam Toplumu Millî Görüş aylık yayın organı Yiyin,

İ Ç İ N D E K İ L E R

568

10

Romanların sahibi yok!

Aygül Özkan vakıası

Eleştirinin ucuzluğu

İmamlar, Müslümanlar içinvarlar

20242628

12141618

IGMG Gençlik Teşkilatı3.Gençlik İdarecileri EğitimSeminerleri

IGMG Avrupa 4. Eğitim Şûrası

Millî Avrupa’da 40. yılıkutlamaları heyecanı

İstihza

3032343638

Bir hikayecinin izinde

Esst, trinkt, aber seid dabeinicht verschwenderisch

Billige Kritik

Imame sind für dieMuslime da

Roma sind heimatlos

128

16

24 36

Yiyin, için, ama israfetmeyin!

Çeçenistan

Ahilik Teşkilatı

Bitkisel Tıp ve Eczacılık

Page 5: MAI /MAYIS 2010 • Jg./Yıl: 16, Nr./Sa yı: 185 İslam ... filePerspektif MAI /MAYIS 2010 • Jg./Yıl: 16, Nr./Sa yı: 185 İslam Toplumu Millî Görüş aylık yayın organı Yiyin,

y o r u m

Almanya ile yeni Kosova yönetimi arasındamültecilerin geri dönüşü anlaşması imza-lanırken, ilk etapta Kosova’da durumunnormale döndüğü izlenimine varabilirsiniz.

Doğrudur; Sırbistan’dan ayrılarak bağımsızlığına ka-vuşan Kosova’da pek çok şey normale döndü. Normaledönüşmeyen konu ise, Almanya-Kosova arasında im-zalanan geri dönüş anlaşmasında ana konuyu oluş-turan Romanların içler acısı hali.

Anlaşmaya göre, Almanya’da bulunan 10 bindenfazla Roman kökenli Kosovalı ülkelerine geri döne-cekler. Dönüşler için Alman hükümeti de BM Mül-teciler Yüksek Komiserliği ile işbirliği halinde yar-dımlarda bulunacak. Ne var ki, sözleşmelere ve an-laşmalara giren pek çok vaadin de gerçekleşme im-kanı yok. 1989 yılından beri yaşanan savaş sürecin-de ülkeyi terketmek zorunda kalan ve sayıları milyonlarıbulan mültecilerin geri dönüş sürecine bakıldığında,Romanların bu süreçte hep ihmal edildiğini görüyo-ruz. BM Mülteciler Yüksek Komiserliği dahil, duru-mun vehametini ortaya koyan raporları hazırlayan pekçok hükümet ve uluslararası kuruluş, Romanların ül-keye geri dönebilmelerini ve en azından daha önceyaşadıkları bölgelerde yaşamalarını temin edecek birmekanizma geliştirmekten uzakta kaldılar.

Mülteci durumunda olmayan Romanların dahi,hâlen Kosova’da istenmeyen bir kesim olduğu göz-lemleniyor. Kosova hükümeti, gereken önlemleri ala-cağını açıklamasına rağmen, Romanların uğradığı sal-dırıların önüne geçmek mümkün olmuyor. Kaldı ki,Almanya’dan gönderilecek olan 10 bini aşkın Roman’ındaha önce yaşadıkları köy, kasaba ya da bölgeye ge-ri dönüp dönemeyecekleri de belirli değil. Her ne ka-dar resmen planlanmasa da Romanların belirli böl-gelere yerleştirilme ihtimali de bulunuyor.

Bu şartlarda Federal Almanya hükümetinin, Ko-sovalı Romanları geri göndermek için “bağımsız” Ko-sova hükümeti ile alelacele bir anlaşmaya varmasınıkabul edilebilir bulmak çok zor.

Kosova’nın Sırbistan saldırılarına karşı uluslararasıkoruma birliklerine sahip olması, kendi ordu ve po-lis gücünü kurma yolunda önemli adımlar atması, ulus-lararası alanda bağımsız bir devlet olarak kısmen deolsa kabul görmesi, ülke içindeki siyasal ve toplum-sal gelişmeler karşısında, Romanların geri dönüşü-nü garanti altına almasına yetmeyecek. Unutmama-lıdır ki, Kosova’dan kaçmak durumunda kalan yak-laşık 120 bin Roman’ın asıl kaçış sebebi yalnızca Sır-bistan ordu birlikleri ya da Sırp asıllı milis kuvvet-lerinin saldırısı değildi. Romanlar aynı zamanda, Ko-sova kurtuluş ordusu mensupları ve milis olmayan si-villerin de saldırısına maruz kalıyordu. Bağımsızlıktanbu yana ülkede yaşayan Romanların hallerinde de dü-zelme yönünde bir gelişme görülmüyor.

Dolayısıyla Federal Almanya Hükümeti’nin Ko-sova hükümeti ile yaptığı anlaşmayı bir hile anlaş-ması saymak mümkündür. Kosova hükümetinin Al-man hükümetine teknik olarak itiraz etme gücü bu-lunmuyor. Maddî ve güvenlik yardımının yanı sırauluslararası ilişkilerde Almanya’nın yardımını görenKosova hükümetinin, bu yüzden, Romanlar sebebiyleAlman hükümetine itiraz edemeyeceği ortadadır. Böy-lesi bir anlaşma aynı zamanda Kosova hükümetinegöreceli bir siyasal başarı ve itibar da kazandıracak-tır. Hükümetin bu kazancına rağmen, Romanların ül-keye geri dönmesi ile ne kazanabilecekleri sorusunaise cevap verme ve cevap bulma sorumluğu Alman-ya’nın üzerindedir. Almanya bunu hem insanî açı-dan hem de ahlakî açıdan sormak zorundadır. Gü-venliği sağlanamamış, nerelerde yerleşeceği bile bi-linmeyen bir mülteci grubunu geri göndermenin ulus-lararası sözleşmelere de aykırı olduğu ortadadır.

Almanya’ya belirli bir malî yük yüklese bile, an-laşmaya imza atabilecek bir karşı taraf bulunuyor di-ye, insanî bir mesele olan mültecilere karşı sorum-luluktan kaçınılamaz.

Romanların sahibi yok!10 bin Roman Kosova’ya gönderiliyor

M A I / M A Y I S 2 0 1 0 / 5 /

Abdulgani Engin Karahan • [email protected]

Page 6: MAI /MAYIS 2010 • Jg./Yıl: 16, Nr./Sa yı: 185 İslam ... filePerspektif MAI /MAYIS 2010 • Jg./Yıl: 16, Nr./Sa yı: 185 İslam Toplumu Millî Görüş aylık yayın organı Yiyin,

g ü n d e m

I G M G • P E R S P E K T İ F/ 6 /

Sözün sadece sözden ibaret olmadığını, üze-rinde duracağımız Aygül Özkan vakıasındabir kez daha gördük. 1 Vakıa bize, sözün or-taya çıkardığı gürültüyü anlamak için neyin,

ne zaman, kim tarafından ve niçin söylendiğinin önem-li olduğunu bir kez daha hatırlattı. Bu olay ayrıca ‘‘mo-dern’’ olgu ve olayların, bir çok faktörü barındıran kar-maşıklığı nedeniyle anlaşılmasının pek de basit ol-madığını gösterdi.

Aygül Özkan ismi Aşağı Saksonya eyaletinde Ba-kanlık için ilk defa anıldığından bu güne kamuoyundailginç demeç ve söylemler yer aldı. Almanya’nın göç ta-rihi, Hristiyan Demokratlar içerisinde Türkiye köken-li Müslüman bir kadının Bakan olmasıyla bir yeniliğeşahit olmuştu. Dolayısıyla ortada yeni ve tabiki haberve tartışma değeri olan bir gelişme vardı. Önce AygülÖzkan’ın biyografisi ve kimliği, ardından FOCUS der-gisine verdiği demeçte yer alan bazı sözleri ve sonrasındada göreve başlama yemininde kullandığı tanrı kelime-sinin hangi tanrıyı içerdiği tartışıldı.

Yeni Bakan’ın kimliği ile ilgili yapılan değerlen-

dirmelerde satır aralarında kalmış ifadeler, AlmanlıklaTürklüğü sentezlemeye çalışan neslin, kabul görmeve etnik kökene indirgenme arasında nasıl kaldığınıgösterir mahiyetteydi. 6 yıl önce CDU üyesi olan Öz-kan, Brigitte dergisinde kendisiyle ilgili olarak iki adımöne bakan bir tarzı olduğunu ve bu nedenle biraz azTürk sayıldığını söylüyor ve sonrasında şu ifadelereyer veriyordu: ‘‘Gerçi bu açık ve ani olan Türk kültü-rüne pek uymaz, ama Almanya’da bilinçli yönetim ön plan-dadır. Bu sebepten dolayı bu tarzımla burada doğru yer-deyim.’’ Lisa Erdmann, Spiegel Online’daki makale-sinde ondaki Türk unsurlara dikkat çekerken bir Türk-le evli olduğunu ve yedi yaşındaki oğlunu çift dilli ye-tiştirdiğini yazıyordu. 2 Özkan öte taraftan CDU’dabulunmasını bir çelişki olarak gören zihniyete cevapmahiyetinde muhafazakar değerlerin kendisi için önem-li olduğunun altını çiziyordu.3

Bir tarafta etnik ve dini köken itibariyle yerleşik dü-zen açısından sıradışı bir kimliğe sahip olan bir insandiğer tarafta bu insanın, üstleneceği kamusal sorumlu-luk nedeniyle tartışılması. Bir tarafta Aygül Özkan’ınkamuoyunda kabul görme doğrultusunda kimliğinin Al-manlık ögelerini dillendirmesi diğer tarafta bu söylemlererağmen onun etnik ve dini kimliğinin manşetlere yan-sıması. Onunla ilgili tartışmalar tamda bu güzergahdadevam edecekken haftalık FOCUS dergisine verdiği de-meç güzergahın yönünü değiştirdi.

Aşağı Saksonya eyaletinde Bakanlık görevine baş-layan Aygül Özkan göreve başlamadan önce Focus der-gisine verdiği demeçte “Çocuklar tarafsız kalmalı ve di-ni semboller kullanmamalı. Kendi dinlerini kendi içlerin-de yaşamalılar. Hıristiyan sembollerinin devlet okulların-da yeri olamaz. Okullarda başörtüsü yasaklanmalı, sınıf-lardaki haç sembolleri de kaldırılmalı” ifadesinde bulun-muş ve bununla kendisiyle ilgili yapılan tartışmanın fark-lı bir boyuta taşınmasına kasıtlı veya kasıtsız bir şekil-de neden olmuştu. Öyle ya Hristiyan değerlerin varlı-ğı için siyaset sahnesinde yer alan bir partiye mensupve yine bu partiden Bakan olan bir kişiden bu değerle-rin sembolü konumundaki haç işaretine karşı bir açık-

Ünal Koyuncu • [email protected]

Aygül Özkan vakıası

Özkan açıklamalarında sadece Haç işaretine atıfta bulunmamış,Müslüman dindarlığın kadın bedenine yansıması olan ba-şörtüsü hakkında da tavır almıştır. Ona göre dini gerekçe-lerle başını örten öğretmen mesleğini devlet okullarında ic-ra edemez. Haçla ilgili açıklamalarına gelen tepkilerden do-layı özür dilemek zorunda kalan Özkan başörtüsüyle ilgilibeyanıyla Müslüman dindarları üzdüğünü unutmuştur.

Page 7: MAI /MAYIS 2010 • Jg./Yıl: 16, Nr./Sa yı: 185 İslam ... filePerspektif MAI /MAYIS 2010 • Jg./Yıl: 16, Nr./Sa yı: 185 İslam Toplumu Millî Görüş aylık yayın organı Yiyin,

g ü n d e m

M A I / M A Y I S 2 0 1 0 / 7 /

lama yapması beklenmezdi. Ondan beklenen oturmuşgeleneğe saygı duymasıydı.

Her ne kadar da ona yönelik CDU ve temsil et-meye çalıştığı hristiyan değerler eksenli eleştiriler-de haklılık payı var gibi gözükse de olayı adalet, eşit-lik, düşünce özgürlüğü ve tutarlılık açısından de-ğerlendirdiğimizde farklı çelişkilerin gün yüzüne çık-tığını görmekteyiz. Tartışılan açıklamalarından zi-yade tartışılmayan ifadelerini hesaba kattığımızda çe-lişkiler biraz daha artmaktadır. Zira Özkan açıkla-malarında sadece Haç işaretine atıfta bulunmamış,Müslüman dindarlığın kadın bedenine yansıması olanbaşörtüsü hakkında da tavır almıştır. Ona göre dinigerekçelerle başını örten öğretmen mesleğini devletokullarında icra edemez. 4 Böylelikle partisinde ba-şörtüsünde hakim olan görüşü ne kadar içselleştir-diğini de ortaya koymuş ve bu konuda Federal İçiş-leri Bakanı’nın yapıcı görüşlerine atıfta bulunabile-cekken devam eden çifte standardın savunucusu ko-numuna düşmüştür. Haçla ilgili açıklamalarına ge-len tepkilerden dolayı özür dilemek zorunda kalan

Özkan başörtüsüyle ilgili beyanıyla Müslüman din-darları üzdüğünü unutmuştur. 5

Bilindiği gibi, Müslümanların bu ülkede görünür ha-le gelmesinden bu yana devlet kurumlarında dini sem-boller meselesi daha tartışmalı hale gelmiştir. Açıkla-masıyla bu tartışmaya çomak sokan Özkan, çocuklarıntarafsızlığı adına devlet kurumlarının tam sekülerliği-ni savunmuştur. Halbuki muhafazakar ve dini değerle-ri önceleyen bir partiye mensup olan ve özellikle de İs-lamî kimliği de bulunan Özkan’dan beklenen, Alman-ya’da var olan dini çoğunluğa göre devletin gerekeni yap-masını ifade etmesiydi. Bu yaşanan olayda CDU/CSUpartileri ülkede yaşayan ve farklı dinlere mensup olandindarların haklarını korumaya doğru adım atabilecekken,varlığını Hristiyan değerlerine indirgeyerek Almanya rea-litesini nasıl anladığını ortaya koymuştur. Göç köken-li kişileri parti bünyesinde ön plana çıkararak partiyi göç-menlere açmak hesabı, bu kitlenin ve özellikle de Müs-lüman kesimin sahiplendiği değerlerin göz ardı edilmesiyletutmayabilir. Hristiyan, Yahudi, Müslüman kısacasıtüm dindarların dindarlıklarını özgürce yaşabilecekle-ri bir kamusal yaşamı inşa etme çabası bu partinin ge-lecekte hesaba katmakla mükellef olduğu bir boyuttur.

Aygül Özkan vakıasında dikkati çeken bir diğer nok-ta, göreve başlarken kullandığı ‘‘Gott’’ ifadesinin tartış-ma haline getirilmiş olmasıdır. Müslüman Aygül Öz-kan’ın ‘‘tanrı yardımcım olsun!’’ 6 sözü bir farklılığı di-le getirme ihtiyacını beraberinde getirmiş olsa ki, bazıHristiyan temsilcileri Müslümanlarla Hristiyanların duaettikleri Tanrı’nın aynı olmadığını ifade etmişlerdir. ‘‘BizHristiyanlar Gott ile Allah arasında önemli bir fark gö-rürüz’’, ‘‘Hristiyan ve Müslümanlar aynı tanrıya ibadetetmezler’’ 7 ifadeleri her ne kadar da bir kısım dindar Hris-tiyanların teolojik bakış açılarını doğrular nitelikte ye-rinde ifadeler olsa da bu, ülkede bazı şeylerin normalolarak görülmesi için daha çok yıllara ihtiyaç olduğu-nu göstermektedir.

Kaynaklar:

1 Buna benzer bir olayı daha önce Türkiye Araştırmalar Merkezi es-ki Direktörü Prof. Faruk Şen’in Türklerle Yahudileri kıyaslamasısonrasında yapılan tartışmalarda da görmüştük.

2 http://www.spiegel.de/politik/deutschland/0,1518,689857,00.html3 CDU Hessen eyaleti parti grubu başkan yardımcısı Hans Jürgen

İrrmer’in Aygül Özkan’ın kendisini tanımlama çabaları anlaşılırbir durum gibi gözükmektedir. İrrmer’in açıklamalrı için bkz.:http://www.igmg.de/nachrichten/artikel/2010/04/30/cdu-poli-tiker-faellt-erneut-mit-islamfeindlichen-aeusserungen-auf.html

4 http://www.spiegel.de/politik/deutschland/0,1518,690702,00.html5 http://www.sueddeutsche.de/politik/685/509813/text/6 Duanın Almancası şu şekildedir: ,,So wahr mir Gott helfe’’7 http://www.derwesten.de/nachrichten/politik/Welchen-Gott-

meint-Ayguel-Oezkan-id2917497.html

Özkan yemin ederken..

Page 8: MAI /MAYIS 2010 • Jg./Yıl: 16, Nr./Sa yı: 185 İslam ... filePerspektif MAI /MAYIS 2010 • Jg./Yıl: 16, Nr./Sa yı: 185 İslam Toplumu Millî Görüş aylık yayın organı Yiyin,

g ü n d e m

I G M G • P E R S P E K T İ F/ 8 /

Kurumlarındaki cinsel suistimal ve fizikî şid-det uygulamaları sebebiyle Katolik Kilisesi sondönemlerin en önemli krizlerinden birini ya-şıyor. Hemen hemen hergün yeni suistimal

iddiaları gündemi dolduruyor. Hâlen bu kurumlarda bu-lunan çocukların gelecekleri ile ilgili endişeler de, bu za-mana kadar Katolik Kilisesi’nin yeterli tedbirleri alma-ması sebeyle haklı olarak yerini koruyor. Bu tartışma-lardan sadece kilisenin değil tüm diğer dinî kuruluşlarlaeğitim kurumlarının da ders çıkarması gerekiyor. Fakateleştirilerin yalnızca Katolik Kilisesi’nin manevî şahsi-yetine indirgenmesi ve Kilise’nin bizzat kurum olarakkendisinin bu menfur olayları ürettiği ya da teşvik et-tiği yolunda kamuoyuna sunulması ise eleştiri kültürü-nün ne kadar da ucuzlatıldığını gösteriyor.

Almanya’da yayınlanan Der Spiegel ve Titanic der-gilerinin konuyu işlerken kapaklarında kullandıkları şe-killer, bu ucuzluğu temsil eden iki örneği teşkil ediyor.Tarif ve tanımlamasını veya yorumlamasını burada yap-maktan haya ettiğimiz bu kapak resimleri, farklı bir di-ne mensup olan biz Müslümanları da rahatsız edici birmahiyet arzediyor. Her ne kadar hicvediciliği bir ekolhaline getiren Titanic’in gelişmeleri hicivli bir şekilde

değerlendireceği bekleniyor idiyse de, hicvin, eleştirininmuhatabı olan kişi ya da olayları doğrudan muhatap al-ması gerekirdi. Daha da önemlisi, Kilise’nin veya baş-ka bir dinî anlayşışyın ortaya koyduğu “ahlâk” anlayşış-yından öte, kendilerinin de kabullendiği “etik” kuralla-rı göz önünde bulundurmaları gerekirdi. Öte yandan,Spiegel ve Titanic’in kapakları neredeyse, bir başka is-tismarın ve suistimalin göstergesi gibi duruyor. Bu an-lamda, Katoliklerin bu iki yayına getirdikleri eleştirile-ri, esasında paylaştığımızı da belirtmek istiyoruz. Heriki derginin kapağını “bir başka istismar” olarak ta-nımlamamızın tepki çekeceğini de biliyoruz. Çünkü gü-nümüzde belirli alanlardaki yozlaşmaları eleştirmek, pekde kolay değil. Die Zeit gazetesinin, Almanya’da nele-rin konuşulup konuşulamayacağına dair 1 başlığıyla ba-zı alanların eleştirilmesinin kolay olmadığını gündemegetirirken, eksik bıraktığı alanlardan birisi de, toplum-sal olayların ve toplumsal davranışların dindarlar tara-fından eleştirilememesi konusuydu. Zira, toplumun önem-li bir bölümünü oluşturan dindarların, toplumsal olay-ları dinî anlayış ve inanışlarına göre eleştirmeleri dinîbir baskı unsuru olarak görülüyor. Bu gerçeğe rağmen,biz eleştirilemizi, hakaret sınırlarına vardırmadan yap-maya devam edeceğiz. Herkesten de fikirlerini hakaretetmeden ortaya koyma kabiliyeti göstermelerini isteyeceğiz.

Katoliklerin, inançlarına itiraz edebilir, karşı çıka-bilir, onları eleştirebilir, hatta bunun propaganadasını dayapabilirsiniz. Fakat bunların hiç biri hakaret etme vetüm bir topluluğu rencide etme özgürlüğü getirmez. Buyüzdendir ki, Katolikler haricindeki diğeir inanç ve din-lere mensub olan insanları bile rencide edecek bu iki der-ginin kapağı, çok ciddî bir iş olan eleştirinin, ne kadarda ucuzlatıldığının örnekleri olarak önümüzde duruyor.

Maalesef, tartışmaların yoğunlaştığı dönemlerdeaynı suistimallerin başka “seküler” kurumlarda da yaşandığıgerçeğini üzülerek görmüş bulunuyoruz. Örneğin Al-manya’nın yüzyıllık en gözde özel okullardından Oden-waldschule şimdi geçmişi ile hesaplaşmak zorunda ka-lan kurumlardan birisi. Nitekim kurum, geçmişinde böy-le olayların yaşanmış olmasından dolayı geçmişte olanolayları araştıracağını 2 ve gereken tedbirleri alacağınıaçıklamak durumunda kaldı. Bu okulda bazı olayların

İlhan Bilgü • [email protected]

Eleştirinin ucuzluğu

Katoliklerin, inançlarına itiraz edebilir, karşı çıkabilir, onla-rı eleştirebilir, hatta bunun propaganadasını da yapabilir-siniz. Fakat bunların hiç biri hakaret etme ve tüm bir top-luluğu rencide etme özgürlüğü getirmez.

Page 9: MAI /MAYIS 2010 • Jg./Yıl: 16, Nr./Sa yı: 185 İslam ... filePerspektif MAI /MAYIS 2010 • Jg./Yıl: 16, Nr./Sa yı: 185 İslam Toplumu Millî Görüş aylık yayın organı Yiyin,

g ü n d e m

M A I / M A Y I S 2 0 1 0 / 9 /

yaşanmış olması ise, okulun kurumsal olarak bu olay-ları teşvik ettiği anlamına gelmiyor. Katolik Kilisesi sözkonusu olunca, Titanic ve Spiegel’in gözardı ettiği ger-çek bu noktada yatıyor.

Fakat, Katolik Kilisesi’nin hatalarının başında, olay-ları gizlemesi ve sorumlulular ile ilgili olarak sadece ki-lise içi hukuku işletmesi, kilise dışı kurumlarıa (adliye)doğru dürüst bilgilendirmemesi, bu konuda işbirliğin-de gevşek davranması geliyor. Kilise içinde ortaya çıkartılanolaylarla ilgili olarak belirli bir yaptırım uygulansa da,bunun etkin bir yaptırım olmadığı ortada. Bu yüzden-dir ki, kendisinden beklenen açıklamaları geciktiren Pa-pa 16. Benedikt bu tavrıyla haklı olarak kamuoyundatepki görüyor. Ve nihayetinde, özellikle İrlanda Kato-lik Kilisesi’ne hitaben yazdığı bir deklarasyonda, olay-ları kınadıysa da Papa’nın gecikmişliği, eleştirilerin art-masını önleyemiyor.

Aslında, kilisenin başı olarak Papa 16. Benedikt’inmektubundaki eleştiriler, Titanic ve Spiegel’in eleştiri-lerinden hem daha etkin, hem de sorunun temelleriniirdeliyor.3 Spiegel ya da Titanic’in eleştirisinden daha

ciddî ve önemli olan Papa’nın kendi kurumuna karşı yap-tığı bu “acıtıcı” eleştiri problemin derinlemesine bir ana-lizini yapıyor. 16. Benedikt mektubunda, kilise içinde-ki, ahlakî yapının korunamnamasındaki başarısızlıktantutun da, bu günahların işlenmemesi gerektiği yönün-deki başarısızılığa kadar hem idarî hem de dinî bir ba-şarısızlığı itiraf ediyor. Toplumda ahlâkî fazileti ile ör-nek insanlar olması gereken din adamlarının ahlâkî ge-lişimlerindeki başarısızlık itirafı, “çobanlık” ettiği kurumunbaşı olarak Papa’dan geliyorsa, bunun önlemlerini almakda kendilerine düşüyor. Yine de, Papa’nın bu itirafı, birkurumsal bir nefis muhasebesini de gösteriyor. Spiegelve Titanic’in kapakları ise, eleştirilerinin ucuzluğu ilepiyasadan pay kapma gibi bir eğilimi yansıtıyor.

Kaynaklar:

1 http://www.zeit.de/2010/16/Tabus-in-Deutschland2 http://www.odenwaldschule.de/pdf/presse/Stellungnahme.pdf3 http://www.vatican.va/holy_father/benedict_xvi/letters/2010/do-

cuments/hf_ben-xvi_let_20100319_church-ireland_en.html

Katolik Kilisesi’nin hatalarının başında, olayları gizlemesi vesorumlulular ile ilgili olarak sadece kilise içi hukuku işletme-si, kilise dışı kurumlarıa (adliye) doğru dürüst bilgilendirme-mesi, bu konuda işbirliğinde gevşek davranması geliyor.

Page 10: MAI /MAYIS 2010 • Jg./Yıl: 16, Nr./Sa yı: 185 İslam ... filePerspektif MAI /MAYIS 2010 • Jg./Yıl: 16, Nr./Sa yı: 185 İslam Toplumu Millî Görüş aylık yayın organı Yiyin,

g ü n d e m

İmamların üniversite bünyesinde yetiştirilmeleri-ne dair tartışmalar bir süredir devam ediyor.İmamların Müslümanlar arasında dinî referans veayrıca Müslüman toplum ve toplumun çoğunlu-

ğunu oluşturan kesim arasında köprü işlevi gördükle-rinden sözediliyor. Bu nedenle imamlara entegrasyon vedinler arası diyalog konularında önemli görevler düş-tüğü, bunun için sayıları tahminen 2000 olan imamla-rın Almanca bilmeleri, bizzat kendilerinin entegreolup yetkin olmaları gerektiği dillendiriliyor.

Böyle bakıldığında hiçbir cami cemiyetinin sözedi-len gayelere ilk planda itirazı olabileceğini zannetmi-yoruz. Zira cemiyetlerin kendilerinin de imamlardanbeklentileri fazla. Devletin imamların niteliği hakkın-daki bu hassasiyeti şayet cemiyetlerin ihtiyaçlarını kar-şılayabilecek noktalara varabilirse doğru yönde biradım olabilir. 1 Camilerde imamlar dinî hayatı organi-ze etmeli, çocuk ve gençlerin din eğitimini vermeli veyetişkinlerin de “manevî” ihtiyaçlarını karşılamalılar. Ay-rıca dinî ihtiyaçları karşılama ve bilgi aktarmaktan so-rumlu olan imamlar, inanç ve ibadetler konularındakisorulara muhatap konumundalar. Tüm bu sorumluluk-ların hakkını verebilmek için imamlar ilahiyat alanın-da temel eğitimi almaları, ülkenin dili ve kültürünü bil-meleri ve onunla kendilerini mümkün mertebede öz-deşleştirebilmeliler.

Ancak bunların olması halinde bir ilahiyatçı olarakimamlar, Müslümanların güncel sorunlarına İslamî ge-leneğe uygun cevap verebilecek durumda olacaklardır. Buçerçeveden bakıldığında imamların yetiştirilmesi konu-suna eğilinmesi haklı gözüküyor. Fakat burada enönemli nokta Müslümanların ihtiyaçlarını ve nasıl bir imameğitimi konularına kendilerinin karar vermeleri gerekti-ği noktasıdır. Son tahlilde cami cemiyetlerinde görev ya-pacak imamların her açından ihtiyaçlarını karşılayacak olanİslamî dinî cemaatler olduğuna göre, imamların ehil olupolmadıkları konusunda yetkili ve etkili olması gereken mer-ciler de yine cami cemiyetleri olmak durumundadır.

Buna karşın yaşadığımız süreçte ne imamların eği-timinin devlet tarafından yapılmasının meşruluğu ne decami cemiyetlerinin üzerine yüklenen ağır maddî yükkonuları pek gündeme getirilmedi. İmam yetiştirilme-si için bir kurum olması gerekliliği yönünde, – ki bu Al-manya’daki bilim sistemine İslamî araştırmaların yer-leştirilmesi gibi olayın bir yönüdür–hızlı bir şekilde yü-rütülen tartışma, hedeflenen amacın ve yöntemin uy-gun ve kabul edilebilir olup olmadığı konusunda düşünmefırsatı vermedi. Nitekim imam yetiştirilmesinde protestanilahiyat eğitiminin örnek alınıp alınamayacağı ortakla-şa düşünülebilir. Aynı şekilde, İslamî cemaatlerin hali-hazırda süren eğitim projelerini dikkate almak ve camicemiyetlerini – uygulamalar şeklinde – eğitime entegreetmek te akıllıca bir yaklaşım olabilir.

Bu yapılırken hem Avrupa’daki tecrübeler üzerinebilgi edinilebilir hem de İslam dünyasındaki gelenek-ten istifade edilebilir. Öte yandan Almanca hutbe gibipopülist güncel taleplere ihtiyatlı yaklaşılmalı. Çünkü,dinî ve kültürel kodların taşıyıcısı olan bir dil öyle ko-layca değiştirilemez.

Genç nesillerin anlam sorunları ise Türkçe, Arapça,Boşnakça vb. dillerin daha fazla desteklenmesi ve pa-ralelinde de “din dili” olarak Almancanın da desteklenmesiile aşılmaya çalışılmalıdır.

Buraya kadar üzerinde durduğumuz konular kısmenveya doğrudan imam yetiştirilmesi ile ilgili olan ya daonu aşarak genel hususlara değinen noktalardı. Fakat ko-nuyla ilgili maalesef çok az araştırma ve istatistiğe sa-hip olduğumuzu da ifade etmeliyiz. Bu eksiklik, Sosyal

Ali Mete • [email protected]

Önemli nokta Müslümanların ihtiyaçlarını ve nasıl bir imameğitimi konularına kendilerinin karar vermeleri gerektiğidir.Son tahlilde cami cemiyetlerinde görev yapacak imamla-rın her açından ihtiyaçlarını karşılayacak olan İslamî dinî ce-maatler olduğuna göre, imamların ehil olup olmadıkları ko-nusunda yetkili ve etkili olması gereken merciler de yine ca-mi cemiyetleri olmak durumundadır.

I G M G • P E R S P E K T İ F/ 10 /

İmamlar, Müslümanlariçin varlar

Page 11: MAI /MAYIS 2010 • Jg./Yıl: 16, Nr./Sa yı: 185 İslam ... filePerspektif MAI /MAYIS 2010 • Jg./Yıl: 16, Nr./Sa yı: 185 İslam Toplumu Millî Görüş aylık yayın organı Yiyin,

g ü n d e m

ve Dinbilimci, Osnabrück Üniversitesi’nde Din Peda-gojisi uzmanı olan Prof. Dr. Rauf Ceylan’ın yeni yayımlanan“İslam’ın vaizleri. İmamlar, kim bunlar ve gerçekte ne is-tiyorlar” başlıklı kitabında da dile getirilmekte. 2

İmam yetiştirilmesi konusunda öncü olarak lanse edi-len Osnabrück Üniversitesi’nde imam yetiştirilmesi içindersler verilecek. Program, Prof. Dr. Bülent Uçar ve Prof.Dr. Rauf Ceylan tarafından yönetilecek. Bu başlangıç-tan sonra ileride imamların eğitimi için bir merkez ku-rulması planlanıyor.

Prof. Ceylan, ismini zikrettiğimiz kitabının birçok ye-rinde imamların cemiyet içindeki önemi ve etkisine de-ğinmesine rağmen, kitap sanki, önplanda imamların ta-nıtılması, durumlarının ve sorunlarının ortaya konulma-sı hususlarına değil, bundan ziyade daha çok imamların“ekstremizmle mücadele” (s.181) ve “demokrasi düşmanı akım-lara” (s.178) karşı ayrıca entegrasyon politikalarının ak-törleri olarak (s.174) olaya nasıl dahil edilebilecekleri gi-bi siyasî soru(n)lara cevap olarak yazıldığı izlenimini ve-riyor. İmamların cemiyetler konusunda enönemli bilgi ve iletişim kanalları olduğu-nu ve bu nedenle İslam’ın Almanya’dakigeleceğine damgasını vuracaklarını ifadeeden yazar, çünkü “sonuçta, genç Müslü-manların liberal, muhafazakar ya da ekstremistİslam’dan hangisini temsil edeceklerinin be-lirleyicilerindendirler” (s.17) demektedir.İmamları da – liberal, muhafazakar, eks-tremist – olarak sınıflandıran Ceylan, ge-leneksel-muhafazakar, geleneksel-savun-macı, entellektüel-faal ve neo-selefi imamgibi sınıflandırmada da bulunmaktadır.

Yazara göre Alman siyaseti, “Müslümantoplumdaki en önemli unsurlara yani imam-lara yönelmekten sürekli kaçındı: Entegras-yona giden yolun açıkça merkezinde yer alan,cemiyetlerde merkezi rolleri olan ve her yıl bin-lerce Müslüman gence ders veren imamlar-dır” (s.173). Sadece “Aşağı Saksonya Eya-leti İçişleri Bakanı Uwe Schünemann veya Kuzey Ren Vest-falya Entegrasyon Bakanı Armin Laschet gibi ileri görüşlüaz sayıda politikacı,” imamların önemini kavramış ve onagöre adımlar atmışlar.

Bu açıdan bakıldığında yazara göre, “devlet kurum-ları ile işbirliği gerekiyor.” (s.139) Yani aynen uzak gö-rüşlü olarak nitelediği Aşağı Saksonya İçişleri Bakanı’nıngüvenlik politikaları merkezli bir işbirliği düşüncesiniyansıtıyor. Yazar bu düşüncesine gerekçe olarak, “Dil-de kalan radikallikle, dinî-ideolojik inançtan doğan şiddetkullanımı arasındaki sınır çok ince” (s.153)derken, son-rasında “Şu anda sadece kelime düzeyindeler, fakat hege-monal ve yayılmacı tutkularını gerçekleştirmeye ne zamanbaşlayacaklar?” (s.166) ifadeleri ile de neyi kastettiğiniaçıkça ortaya koymaktadır.

Yazar ekstremistleri – haklı olarak – siyah-beyaz-cı, kalıp düşünenler olarak suçlamasına rağmen (s.140),buna alternatif olarak başka bir tip imamın, yani en-tellektüel-faal olan imamın yetiştirilmesi ve yaygın-laştırılması düşüncesini temellendirmeye çalışmakta-dır. Keskin bir dille ifade edecek olursak mesajın şu ol-duğunu söyleyebiliriz: Muhafazakar imamların hura-feci, savunmacı ya da ektremist imamlara dönüşme-meleri arzu ediliyorsa, entellektüel-faal imamlar faz-lalaştırılmalıdır. Dolayısıyla imamların yetiştirilmele-ri ile ilgili çalışmalar bu tip imamın ortaya çıkmasınısağlamalıdır. Ayrıca yazarımız “Osnabrück Üniversite-si’nden Bülent Uçar gibi bazı İslam uzmanları uzun va-dede yurt dışından imam getirilmesinin yasaklanmasınıtalep edebilecek noktaya kadar gidiyorlar” 3 (s.178) da de-mektedir.

Çok özet olarak gözönüne serdiğimiz ve imamlarıtemelde entegrasyon ve güvenlik politikalarının bir par-çası olarak ele alan bu yaklaşımın Almanya’da imamla-

rın yetiştirilmesi tartışmalarında ne kadaryapıcı olabileceği çok şüphelidir.

Herşeye rağmen imam yetiştirilmesi ko-nusunun gündeme gelmesinin memnuni-yetle karşılanılması ve bunu bir ihtiyaç ol-duğunu düşünüyoruz. Yıllardır zatenimamlarının niteliğinin artması konusun-da çaba sarfeden Müslüman cemaatler de,özellikle çalıştırma ve eğitim konularında,finansal ve nitelik sorunlarına daha çok eğil-mek sorumluluğunu taşıyorlar. İslam’ın Al-man Üniversitelerine akademik anlamdakök salmasının yeni teolojik yaklaşımlarakapı açabileceği de düşünülebilir. Fakat baş-tan değindiğimiz konuların hiçbirisi –önemli olan da bu nokta – kesinlikle en-tegrasyon politikaları ya da güvenlik po-litikalarına matuf gayeler için, yahut Müs-lümanlar ve onların cemaatleri dışarıda bı-rakılarak yürütülmeye çalışılmamalıdır.

Aksine imamların görevlerini Müslüman cemiyetlerin ih-tiyaçlarına göre şekillendirebilecek duruma getirilmele-ri gerekmektedir, herkesin faydasına olan da zaten bu-dur.

(Almanca’dan tercüme: Ömer Faruk Altıntaş)

Kaynaklar:1 Camilerin ihtiyaçlarına dair Perspektif ’in Şubat sayısındaki ‘Av-

rupa’da imam yetiştirmek’ makalesine bakınız. 2 Rauf Ceylan, Die Prediger des Islam. Imame - wer sie sind und

was sie wirklich wollen, Verlag Herder, 1. Auflage, April 2010,192 Seiten, 12,95 Euro, ISBN 978-3-451-30277-0

3 Eine ausführliche Besprechung des Buches findet sich unter:http://www.igmg.de/islam/newsdetails-islam/2010/04/09/die-prediger-des-islam-imame-im-kampf-gegen-extremismus.html

M A I / M A Y I S 2 0 1 0 / 11 /

Page 12: MAI /MAYIS 2010 • Jg./Yıl: 16, Nr./Sa yı: 185 İslam ... filePerspektif MAI /MAYIS 2010 • Jg./Yıl: 16, Nr./Sa yı: 185 İslam Toplumu Millî Görüş aylık yayın organı Yiyin,

t e ş k i l a t

İslam Toplumu Milli Görüş Gençlik Teşkilatı Eği-tim Başkanlığı’nın tertip ettiği, geçen yıllarda başlamışolan ve 2009 - 2010 yılı çalışma takviminde de progra-ma alınmış olan GİES (Gençlik İdarecileri Eğitim Se-minerleri) programlarının üçüncüsü Avrupa genelinde-ki genç idarecilerin katılımı ile gerçekleştirildi.

Üç ayrı tarih ve dört ayrı bölgede gerçekleştirilenGİES çalışmalarında Asr-ı Saadet, İslam Tarihi konu-ları bir ünite planı çerçevesinde ele alındı .

2009-2010 Çalışma yılının ilk GİES’inde Hz.Mu-hammed (sav)’in Mekke dönemi değerlendirildi. Pey-gamberlik gelmeden önce Hz.Muhammed (sav)’ in top-lum içinde “Muhammed-ül Emin” sıfatıyla güvenilirinsan olması, Hilful Fudul gibi toplumun yararı içinoluşturulmuş faydalı cemiyetlere üye olması,ticaretin-de dürüst bir ahlaka sahip olması, sabrı ve gayreti ileen güzel örnek olması çarpıcı anektotlarla ortaya ko-nulmuştu.

İkinci aşamada gerçekleştirilen GİES seminerlerin-de ise Hz.Muhammed (sav)’in Medine dönemi elealındı. Hicret, mescidin inşası, kardeşlik müessesi, Me-dine vesikası (vatandaşlık anlaşmaları),oluşturulan bir-lik beraberlik gibi Peygamberimizin hayatının önemli nok-talarını ele alan konular incelendi. Ayriyeten “Bir insanolarak Hz.Muhammed” adlı ders ile de Peygamberimi-zin topluma örnek olacak ahlaki kişiliği genç yönetici-lere anlatıldı.

3-4 Nisan 2010 tarihlerinde gerçekleştirilen 3.Gİ-ES çalışmasında ise “Hulefa-i Raşidin”, yani “Dört Ha-life” dönemi detaylı olarak incelendi.

Her yönü ile kendilerine örnek olan Peygamberden

sonra, Peygemberin beraberlerinde olmadığı hayata ge-çişi sağlayan Hz. Ebubekir (ra) dönemi ele alınarak sıd-dıkıyyeti, merhameti, kararlılığı, toplumu birlik ve be-raberlik üzerinde tutabilmesi gibi ana başlıklar içerisin-de Hz. Ebubekir dönemi incelendi.

Hz. Ömer (ra) dömeminde ise adalet anlayışı, isti-şareye verdiği önem,toplumun birliği için gösterdiği gay-reti, toplum öncelikli idare anlayışı, kabiliyetli yönetici-leri göreve getirmesi, oluşturduğu müesseseler ve fetih-leri ele alındı.

Hz. Osman (ra) döneminde ise onun ahlakı, cömertliği,fetihleri, dönemin tartışmalı olayları ve bu olayların oluş-masında en önemli etken olan asabiyet kavramı üze-rinde duruldu.

Son konu olarakta Hz. Ali’nin (ra) kişiliği, ilmi, ce-sareti, döneminin toplumsal hareketlilik oluşturan cemelve sıffın olayları değerlendirmeye alındı.

Almanya, Avusturya, Fransa ve İskandinav ülkelerindegerçekleştirilen İslam Tarihi dersleri çeşitli ilahiyat fa-kültelerinden katılan akademisyenler tarafından verildi.Buna mukabil GİES’e IGMG Genel Merkez Üyeleri dekatılarak geleceğin genç yöneticilerine gündem ile ala-kalı bilgilendirmelerde bulundular.

Seminere katılan GİES öğrencilerine “Ana Hatlarıile İslam Tarihi 1-2”ders kitapları verilerek seminer-lere hazırlıklı gelmeleri teşvik edildi. Yapılan sosyal ak-tiviteler ve grup çalışmalarıyla farklı etkinliklerinde ol-duğu GİES çalışmalarına üç ayrı çalışmada 210 genç yö-netici iştirak etti. Bu gibi çalışmaların devam etmesinidileyen genç yöneticiler gelecek senede buluşmak üze-re bölgelerine ayrıldılar.

I G M G • P E R S P E K T İ F/ 12 /

IGMG Gençlik Teşkilatı 3.Gençlikİdarecileri Eğitim Seminerleri

Page 13: MAI /MAYIS 2010 • Jg./Yıl: 16, Nr./Sa yı: 185 İslam ... filePerspektif MAI /MAYIS 2010 • Jg./Yıl: 16, Nr./Sa yı: 185 İslam Toplumu Millî Görüş aylık yayın organı Yiyin,

Fransa CIMG Gençligi Alpes Bölgesi’nde buluştuCIMG Gençlik Teşkilatı’nın Fransa’da yaşayan genç-

leri 3. GİES için Alpes Bölgesi’nde buluştu. Alpes Böl-gesi Belleydoux Eğitim Merkezinde biraraya gelen 50 gen-cin iştirak ettiği programda, gençlere 4 halife dönemi veEndülüs ile ilgili seminerler verildi.

Kısa adı GİES olan Gençlik Teşkilatı İdarecileri Eği-tim Semineri’ne IGMG Gençlik Teşkilatı Başkanı Me-sud Gülbahar, Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi İs-lam Tarihi Anabilim Dalı Öğretim Üyesi olarak görevi-ni sürdürmekte olan Prof. Dr. Hüseyin Algül’ün yanısı-ra CIMG Alpes Bölge Gençlik Teşkilatı Başkanı OğuzÖner ve yönetim kurulu üyeleri katıldı.

GİES’de günün hatibi Prof. Dr. Hüseyin Algül “Hz.Ebu Bekir, Hz. Ömer, Hz. Osman ve son olarak da Hz.Ali” üzerine seminer verdi. Dört Halife dönemi konu-sunu ele alarak, gençlere İslam tarihindeki önemli şah-siyetlerin hayatlarından örnekler sundu, gençlerin bu şah-siyetleri örnek alarak göstermeleri gereken çaba ve gay-reti vurguladı. GİES hatiplerinden olan IGMG Genç-lik Teşkilatı Başkanı Mesud Gülbahar ise gençlere En-dülüs devleti hakkında önemli bilgiler verdi. Gülbahar,semineri esnasında gençlere Endülüs devletinde yaşamışolan önemli şahsiyetlerden örnekler vererek, gençlerinilme önem vermeleri gerektiğini dile getirdi.

Yapılan seminerlerde ağırlıklı olarak sahabe ve örnekkişilikler hakkında dersler verildi. İman nimetinin bü-yüklüğü ve bu imanı taşıyan gençlerin yönlendirilen de-ğil yön verenler olması gerektiği vurgulandı. Seminerlerde,Avrupa’daki Müslüman gençlerin güzel ahlak ve çalış-kanlıkları ile diğer gençlere örnek olmaları gerektiği an-latıldı. Değerlendirme konuşmasını yapmak üzere sözalan IGMG Gençlik Teşkilatı Başkanı Mesud Gülba-har, öncelikle GİES çalışmasına katılan Prof. Dr. Hüse-yin Algül’e teşekkür etti ve ayrıca tüm gençleri bu prog-ramlara gösterdikleri önemden dolayı tebrik ederekGİES çalışmalarının gelecek dönemlerde de devam ede-ceğini dile getirdi. Alpes Bölgesi Gençlik Teşkilatı tara-fından GİES hatiplerine hediyeler takdim edildi. Semi-ner dilek ve temennilerden sonra okunan Kur’an-ı Ke-rim ile son buldu.

t e ş k i l a t

M A I / M A Y I S 2 0 1 0 / 13 /

Page 14: MAI /MAYIS 2010 • Jg./Yıl: 16, Nr./Sa yı: 185 İslam ... filePerspektif MAI /MAYIS 2010 • Jg./Yıl: 16, Nr./Sa yı: 185 İslam Toplumu Millî Görüş aylık yayın organı Yiyin,

t e ş k i l a t

IGMG Eğitim Başkanlığı’nın düzenlemiş olduğuAvrupa 4. Eğitim Şûrası çalışması yapıldı.

İlki 1996 yılında düzenlenen eğitim şûralarının ikin-cisi 2001 yılında, üçüncüsü 2005 yılında gerçekleştiril-mişti. Her 5 yılda bir düzenlenmesi planlanan çalışmanındördüncüsü ise Avrupa’nın değişik ülkelerinden eğitimcilerinkatılımı ile Kerpen’de bulunan İslam Toplumu Milli Gö-rüş Genel Merkezi’nde gerçekleştirildi. IGMG EğitimBaşkanı Mehmet Gedik, Eğitim Şûrası çalışmalarının,Avrupa’daki vatandaşlarımızın gelişen zaman içinde eği-tim ihtiyaçlarının tesbit edilmesine, teşkilat içi yapılançalışmaların geliştirilmesine yardımcı olduğunu ve önü-müzdeki 5 yılda yapılacak eğitim çalışmalarına ışık tu-tacağını vurguladı.

Şûra çalışması başlamadan bir gün önce, görüşüle-cek konuların komisyon başkanları, başkan yardımcı-ları ve sekreterleri ile bir toplantı yapılarak hazırlıklartamamlandı.

Avrupa 4. Eğitim Şûrası’na Mus’ab Özden’in oku-duğu Kur’an-ı Kerim tilaveti ile başlandı. Şûra’nın öne-mi ile ilgili açılış konuşmasını IGMG Eğitim BaşkanıMehmet Gedik yaptı. Konuşmasında şûraların geniş pers-pektifli eğitim düşüncesini ortaya koyduğunu ve Avru-pa’nın dört bir yanından eğitim ehli kişilerin biraraya gel-mesiyle geneli görme fırsatının bulunduğunu ifade edenMehmet Gedik, İslamî kimliğin korunarak nasıl bir ye-ni nesil yetiştirmek gerektiğinin tesbit edilmesinin öne-mini de vurgulayarak katılımcılara teşekkür etti.

Şûra’da katılımcıları selamlamak üzere söz alanIGMG Genel Başkanı Yavuz Çelik Karahan ise konuş-masında şunları söyledi: “IGMG olarak eğitim çalışmala-rımızda en güzel ve kaliteli işleri ortaya koymaya çalıştık.Bu bağlamda Avrupa’da binlerce çocuğumuza, gencimize veinsanımıza eğitim hizmeti vermek için çalışmalar yapmak-tayız. Geçen yılın eğitim çalışmaları rakamlarına baktığı-mızda, sadece Temel Eğitim kurslarımızda 107 bin öğren-cimiz eğitimden geçti. Bugün Avrupa’nın dört bir yanındanburada toplanarak yapılan bu işlere katkıda bulunacaksınız,hepinize teşekkür ederim. Teşkilatımız, bir çok işte olduğu gi-bi eğitim çalışmalarında da ilklerden birine imza atarak Av-rupa Eğitim Şûralarını düzenlemektedir. Avrupa’da 4. nes-limiz dünyaya gelmiştir. Şimdi geçmişte yaptıklarımızı gö-zönünde bulundurarak gelecekle ilgili planlarımızı tesbit et-meliyiz. Bu eğitim şûramızda da, bu çalışmayı yapacağız.Avrupa’da 56 milyon Müslüman yaşamakta ve Balkanlar-la birlikte Batı Avrupa’da 10 binin üzerinde cami ve mes-cid bulunmaktadır. Buna göre ihtiyaçlarımızı tesbit etmeli-yiz. Gelecek nesillerimiz bizim için önem arzediyor. Almanya’nınAnayasayı Koruma Örgütü tarafından hazırlanan 2008-2009 yılı raporunda teşkilatımızla ilgili bölümü gördüğü-müzde şaşırmadık. Bu raporda suçumuzun, millî ve dinî kim-liğe sahip çıkmak, şahsiyetli bir Müslüman tipi ve toplum ye-tiştirmek olduğu yazıyor. Bunu bir suç olarak gösteriyorlar.Halbuki asıl suç, bunun tersini iddia etmektir. Yaptığımız işise toplumumuzun ve teşkilatımızın anayasal haklara haizdoğal çalışmalarıdır. Biz insanlığın hayrına olan işleri bık-madan, usanmadan yerine getirmeye devam edeceğiz. Biz,dinî ve sosyal faaliyetler yapan bir kuruluşuz ve tüm insan-lığın hayırı için çalışmaktayız. Çalışmalarımızın merkezindeinsan vardır. Hizmetlerimiz insan merkezli olduğu gibi, teş-kilatımız da toplumun merkezindedir. Hiçbir zaman ‘öte-ki’ olmadık ve olmayacağız da. Eğitimli kişiler, toplumlar vemilletler iddia sahibidirler. Eğitimsizler ise geri kalmaya mah-

IGMG Avrupa 4. Eğitim ŞûrasıHer 5 yılda bir düzenlenmesi planlanan çalışmanın dördüncüsüAvrupa’nın değişik ülkelerinden eğitimcilerin katılımı ile Ker-pen’de bulunan İslam Toplumu Milli Görüş Genel Merkezi’ndegerçekleştirildi.

I G M G • P E R S P E K T İ F/ 14 /

Page 15: MAI /MAYIS 2010 • Jg./Yıl: 16, Nr./Sa yı: 185 İslam ... filePerspektif MAI /MAYIS 2010 • Jg./Yıl: 16, Nr./Sa yı: 185 İslam Toplumu Millî Görüş aylık yayın organı Yiyin,

t e ş k i l a t

kumdurlar... 43 yıldır Avrupa’da güzel hizmetler yapıyoruzve yapmaya devam edeceğiz. Herşeyimiz net ve bunun içinde kendimizden eminiz. Üzerimizdeki baskılar ve hakkımızdakiönyargılar devam ederken, camilerimize üye sayımız 20 bin,Genel merkezimize üye sayımız 3.500 olarak artmış, IGMGCenaze Fonumuza üye olan aile sayımız 70 bin olmuş, anasınıflarımızın sayısı 200’ü bulmuş, 100 dolayında eğitim ku-rumumuz açılmış, sadece Paskalya tatilinde 2.150 umreci gön-derilmiş ve her alanda çalışmalarımız artarak devam etmiştir.Eğitim çalışmalarımız çok önemli ve önceliklidir. Çalışma-nızın hayırlı olmasını diler, hepinize tekrar teşekkür ederim.”

Şûra’ya, Avrupa’nın 11 ülkesinde faaliyet gösterenIGMG’nin her bölgesinden çalışmaya eğitim sahasın-da uzman kişiler katılarak fikir ve görüşlerini ifade eder-ken, Almanya İslam Konseyi (İslamrat) Genel Başka-nı Ali Kızılkaya, Türkiye’den Ankara İlahiyat Fakülte-si Öğretim Üyesi Dr. Nuh Savaş ve Avustralya Melbo-urne İlim Koleji Müdürü ve Bölge Eğitim Başkanı Yu-suf Kırca misafir olarak katıldılar.

Avrupa 4. Eğitim Şûrası’nda; 1. İmam Hatip, Ha-tibe ve Eğitimcilerimiz, 2. Resmî Okullarda İslam Dindersleri, 3. Okullarımız, 4. Eğitim Müfredatlarımız veMateryallerimiz, 5. İnsan Kaynaklarımız ve Kalifiye İn-san Yetiştirme, 6. Eğitim Sistemimiz, Örgün ve YaygınEğitim Çalışmaları, 7. Eğitim Kurumlarımız, 8. EğitimÇalışmalarımızın Tanıtımı ve Derneklerle Desteklen-mesi, 9. Entegrasyon Çalışmalarımız, 10. Eğitim Sis-temimizde Anasınıflarımız, 11. Gençlik Eğitim Çalış-malarımız, olmak üzere 11 alanda, komisyon çalışma-sı yapıldı. İkinci gün komisyon başkanları tarafından oku-nan nihaî raporların takdim edilmesinden sonra, katı-

lımcıların tümünden teklifler alındı. Katılımcıların katkılarıyla ortaya çıkan nihaî rapor-

lardaki bilgiler, Eğitim Şûrası sonrasında yapılacak eği-tim çalışmaları için temel teşkil edecek. Çalışma sonundaçıkan kararlar her yıl en az bir defa olmak üzere, ko-misyon üyelerinin tekrar biraraya gelerek geçmiş ve ge-lecek bağlamında gözden geçirilerek genel değerlendirmeyetabi tutulacak.

IGMG Eğitim Başkanı Mehmet Gedik Şûra kapanışkonuşmasında bir değerlendirime yaptı. Gedik şunlarısöyledi: “Burada gelen her teklif yapılacak çalışmalarımıziçin bir ışık konumundadır. Yapılması gereken çalışmalarıda yine birlikte yapacağız. Yıllar önce çocuklarımız cami-lerde okurken ellerine verecek hiç bir mataryelimiz yoktu.Bu çalışmalarla bir çok şey yavaş yavaş ortaya çıkarıldı. 2005şûrasından sonra ana sınıfı eğitim sistemi açıldı. Ana sı-nıf müfredatı çıktı. 2005 şûrasından sonra teşkilat içi or-tak eğitim dilimizin Türkçe olması gerektiği kararını ver-dik... Önemli olan eksikliklerimizi tespit etmek ve gidere-bilmesi için bütün gayretimizi sarfetmektir. Çalışmaları-mızda Genel Merkez, bölgelerimiz, şubelerimiz ve velile-rimiz olarak herkes üzerine düşen görevini bilmeli ve ye-rine getirmelidir.”

Belçika Bölge Eğitim Başkanı Abdulhalim İnam’ınokuduğu Kur’an-ı Kerim ile Avrupa 4. Eğitim Şûrasısona ermiş oldu.

Avrupa 4. Eğitim Şûrası görüşmeleri ve nihaî raporlarıgerekli düzenlemelerden sonra eğitimciler, eğitim ku-rumları ve teşkilatlar tarafından değerlendirilmek üze-re kitap olarak yayınlanacak.

M A I / M A Y I S 2 0 1 0 / 15 /

Page 16: MAI /MAYIS 2010 • Jg./Yıl: 16, Nr./Sa yı: 185 İslam ... filePerspektif MAI /MAYIS 2010 • Jg./Yıl: 16, Nr./Sa yı: 185 İslam Toplumu Millî Görüş aylık yayın organı Yiyin,

t e ş k i l a t

Milli Görüş’ün Avrupa’da 40. yılı kutlamaları çer-çevesinde Almanya’nın Duisburg kentinde yapılantoplantıya T.C. 54. Hükümet Başbakanı Prof. Dr. Nec-mettin Erbakan katıldı.

40. yıl etkinlikleri kapsamında düzenlenen programçerçevesinde yapılan toplantı 22. Avrupa Kur’an-ı Ke-rim Yarışması birincisi Ali Rıza Yaman’ın okuduğu Kur’an-ı Kerim ile başladı. 2.500’ü aşkın izleyicinin katıldığı prog-ramda IGMG Genel Başkanı Yavuz Çelik Karahan,IGMG Genel Sekreteri Oğuz Üçüncü, İçişleri eski Ba-kanı Oğuzhan Asiltürk ile birlikte Adalet eski BakanıŞevket Kazan ve TV5 Yönetim Kurulu Başkanı YakupBudak da birer konuşma yaptılar.

Programın konuşmalar bölümünde IGMG Teşki-latlanma Başkanı Sami Ganioğlu teşkilatın bugüne gel-mesinde emeği geçen ve hakkın rahmetine kavuşanlariçin dua dilediği konuşmasında, hizmetin bir gönül işiolduğunu bunun için de, hizmetin önemini bilenlerin,hizmette yarıştığını ifade etti. “Bizim için her yer hizmetmekanıdır anlayışıyla aramızdaki sevgiyi ve muhabbeti da-ha da artırmalıyız,” diyen Ganioğlu konuşmasını şöylesürdürdü: “Tüm dünyaya barış vaad eden bir dinin men-supları olarak Allah’a hamdediyoruz. Unutmayalım ki,müminler bir vücut gibidirler. Doğudaki Müslüman’ınayağına, diken batsa, Batı’daki Müslüman onu hisseder.Bizler ‘insanların en hayırlısı insanlara faydalıdır’ buy-

ruğunu düstur edindik ve çalışmalarımız bu ilke ile de-vam edecek.”

IGMG Genel Sekreteri Oğuz Üçüncü yer yüzün-de hakkın adaletin, iyiliğin ve güzelliğin hakim olma-sını istediklerini söylediği konuşumasında “Farklı bir dün-ya, mümkündür” iddiamızı ortaya attık ve bunun pe-şindeyiz. Bu hayalimizin içini doldurup, aynı iddia veiradeyi ileriki nesillere de aktaracağız,” dedi. 11 eylül olay-larından sonra Batı’da paradigmanın değiştiğine işareteden Üçüncü, bu değişiklik sonrasında Müslümanlarınbir tehdit olarak görüldüğünü, minare ve başörtüsü tar-tışmaları ile Müslümanlara karşı ayırımcılık gibi geliş-melerin sıradanlaştığını ve ırkçı partilerin iktidara gel-diğini söyledi. Üçüncü, Batı’daki önemli gelişmelerdenbirinin de Müslümanların kendi kavramlarının içini baş-kaları tarafından oyulmak istenmesi olduğunu ifade et-ti. “Kavramlarımızın içini onlar doldurmaya başladı. Birgencin adı Cihad diye, bir doktor bu çocuğu tedavi etmekistemiyor,” diyen Üçüncü şöyle devam etti: “BizimIGMG olarak sıkıntı çekmemizin sebebi, oluşan bu sakatparadigmanın hepsini reddetmemizdir. Ve kendi kavram-larımızın içini bizim kendimizin doldurmasıdır. Bununiçin sıkıntılara maruz kaldık. Fakat, herkes bilsin ki,Müslümanlar Batı Avrupa’da problemlerin kaynağı değil,çözümün bir parçası, hatta, çözümün kaynağıdır.”

Yürütülen çarpık entegrasyon politikasını da eleşti-

Millî Görüş’ün Avrupa’da40. yıl kutlamaları heyecanı

I G M G • P E R S P E K T İ F/ 16 /

Page 17: MAI /MAYIS 2010 • Jg./Yıl: 16, Nr./Sa yı: 185 İslam ... filePerspektif MAI /MAYIS 2010 • Jg./Yıl: 16, Nr./Sa yı: 185 İslam Toplumu Millî Görüş aylık yayın organı Yiyin,

t e ş k i l a t

ren Üçüncü, “Müslümanlar olarak kendi dilimiz, dinimiz,kendi kültür ve medeniyet birikimizle bu topluma katkı ya-pabiliriz ve biz bu iddia ve iradenin sahibiyiz,” diyerekkonuşmasını tamamladı.

Programda, Adana eski Milletvekili Yakup Budakile, İçişleri Eski Bakanı Oğuzhan Asiltürk ve Adalet Es-ki Bakanı Şevket Kazan da birer selamlama konuşma-sı yaptılar. Şevket Kazan 40 yıl önceki ilk Avrupa izle-nimlerini de anlattı.

IGMG Genel Başkanı Yavuz Çelik Karahan da yap-tığı konuşmada, Avrupa’da Müslümanların son 40 yıllıktecrübesinin kısa bir tarihçesini aktardı. “Eskiden sayıla-rı belirli olan az sayıdaki camiye ihtiyacın gereği olarak şim-di binler ilave oldu, eğitim kurumları ile Avrupa’nın her nok-tasında hizmetler kararlı ve programlı bir şekilde yürütülürhale geldi,” diyen Karahan konuşmasında şunları söyle-di: “Geçmişte bizlere bunları hazırlayanlara teşekkür ve min-net duygularımızı arzderken, bizler de, neyi, niçin ve nasılyaptığımızı bilerek bu hizmetleri geleceğe taşımak zorunda-yız. Allah bizlere bu müessseleri bahşettiği için, bunları ge-leceğe aktarmak sorumluluğu da üzerimizdedir.”

T.C. 54. Hükümet Başbakanı Prof Dr. NecmettinErbakan günün konuşmacısı olarak katıldığı toplantı-da, büyük bir coşku ile karşılandı. Erbakan, toplantıyakatılanların gösterdiği yakın alakadan dolayı tebrik veteşekkürlerini sundu.

“Bizleri bir araya getirerek bu kutlamayı nasib eden Ce-nab-ı Hakk’a sonsuz şükürler ediyorum” diyerek konuş-masına başlayan Prof. Dr. Necmettin Erbakan, Milli Gö-rüş’ün ortaya çıktığında önemsenmemesine rağmen bu-gün önemli hizmetlerde bulunduğunun anlaşıldığını ifa-de etti. “Bir çok olaylar mütevazi sahneler içinde cereyan

eder. O zaman önemini kavrayamadığımız bazı olaylarıntarih geçtikçe ne kadar önemli olduğunu kavrarız ” diyenErbakan, Milli Görüş’ün de zamanla önemi anlaşılanböyle tarihi bir olay olduğunu kaydetti.

Erbakan, tarihî süreç içerisinde zulüm ve adaletin hü-küm sürdüğü dönemlerin de kısa bir özetini verdi. “İslamdini rahmet dinidir. Peygamber Efendimiz de bütünalemlere rahmet olarak gönderilmiştir. Yani, İslam dini-nin temeli rahmettir, kardeşliktir. İnsanlık olarak yenidenbu anlayışa ihtiyacımız var,” diyen Prof. Dr. Necmettin Er-bakan İslam tarihinde fetihlerde bile düşmanlara merha-met ile yaklaşıldığını üç örnekle aktardı. “Mekke’nin fethindeEfendimiz kan dökmedi. Kalperi fethetti. Kendisine büyük iş-kenceler yapanları affetti ve sonunda Medine’deki iki hücrelievine geri döndü. Kudüs’ün Hz. Ömer tarafından fethedilmesiile, Hristiyanlar ve Yahudiler dinlerinde özgür bırakıldı ve bun-ları garanti altına aldı. Kimsenin kanını dökmedi. Yine ay-nı şekilde, Kudüs’ün Selahhatin Eyyubi döneminde fethedil-mesidir. Herkes dininde serbest olacak dedi ve fetihten sonraşehirde kimsenin kanını dökmedi.”

Erbakan, kendisinin başbakan olduğu dönemlerde-ki bazı tecrübelerini ve İslam birliğinin sağlanması yö-nündeki çalışmalarını da anlattığı toplantıda anıların-dan örnekler verdi.

Dünyada korkunç bir gelir dağılımı adaletsizliği ol-duğunu söyleyen Erbakan, BM tarafından hazırlananbir rapordan bu adaletsizliklere ilişkin örnekler sunduve ilaçsızlıktan, yoksulluk ve açlıktan ölenlerin sayıla-rının giderek artmasına rağmen, lüks tüketimin de aşı-rı seviyeye geldiğini söyledi ve bu adaletsizliğin dünya-da barışı ikame edemeyeceğini, işgalleri, savaşları ve is-yanları artıracağını söyledi.

M A I / M A Y I S 2 0 1 0 / 17 /

Prof. Dr. Necmettin Erbakan Yavuz Çelik Karahan Oğuz Üçüncü

Page 18: MAI /MAYIS 2010 • Jg./Yıl: 16, Nr./Sa yı: 185 İslam ... filePerspektif MAI /MAYIS 2010 • Jg./Yıl: 16, Nr./Sa yı: 185 İslam Toplumu Millî Görüş aylık yayın organı Yiyin,

i s l a m v e h a y a t

Sözlükte “alay etmek” anlamındaki hez’ (hüzü, hü-züv) kökünden gelen istihza, “başkasının söz vedavranışlarını kusurlu görmek veya göstermekamacıyla onu alaya alıp küçük düşürmek” ma-

nasında kullanılır. Sözle alay etme yanında kaş göz işa-reti gibi hareketlerle ve yazı, resim, şiir, karikatür, tak-lit gibi ifade tarzlarıyla yapılan alay şekilleri de vardır.Öte yanda alay kişiye yönelik olabileceği gibi düşünce,inanç, yaşama tarzı vb. konuları da hedef alabilir.

Ayetlerin çoğunda alay konusu, gerek Peygamberi-miz Hz. Muhammed (sav)’in gerekse önceki Peygam-berlerin tebliğ ve risaletlerini başarısız kılmak üzere in-kârcıların başvurduğu psikolojik bir savaş taktiği olarakzikredilmektedir. Yüce Rabbimiz şöyle buyurmaktadır:“(Ey Muhammed) Senden önceki Peygamberlerle dealay edilmiş, bu yüzden onlarla alay edenleri alay ettiklerişey (azap) kuşatıvermişti.” (Enam Suresi, [6:10]) Eskiümmetlerden bazılarının kendi Peygamberlerinin uya-rılarını alaya alıp reddettikleri bildirilerek sonundabaşlarına çeşitli felaketlerin gelmesiyle yok edildiklerihaber verilmektedir. Mekke putperestleri de İslam di-ninin yayılmasını engellemek için aynı yöntemi be-nimseyerek, Efendimiz Hz. Muhammed (sav)’in ve di-ğer Müslümanların inanç ve değerlerini, kişiliklerini, iba-det ve yaşayışlarını, özellikle de Allah’ın ayetlerini sü-rekli biçimde alaya almışlardır. Alaya dair ayetlerden an-laşıldığına göre Kur’an insanlarla, onların inanç ve fi-

kirleriyle alay etmeyi, cahiliye putperestleri gibi zihnenve ahlak bakımından gelişmemiş topluluklara has bir dav-ranış olarak değerlendirmiştir.

Nitekim “Allah’tan başkasına tapanlara sövmeyin;sonra onlarda bilmeden, taşkınlık yaparak Allah’a sö-verler.” (Enam suresi, [6:108]) ayetine göre başkaları-na, onların inançlarına ve kutsal saydıkları değerlere ha-karet etmek İslami edep ve ahlakla bağdaşmadığı gibi,İslam’ın izzetine de zarar getirir. Müslümanların bu du-rumlara imkân verecek söz ve davranışlardan kaçınma-ları gerekir. Ayette İslam’ın tebliğ ve davet metodunada işaret vardır. Buna göre bizim gibi başkalarının inanç-ları da onlara göre kutsaldır ve değerlidir. İkna etme-nin yolu saygı ve nezaketten geçer. Alay, hakaret ve kü-für ise sadece muhatabın düşmanlık duygularını kabartır;inatlaşma, sertleşme ve giderek çatışmaya yol açar.

İslam ahlak ve muaşeret kurallarının yer aldığı Hucu-rat suresinde Müslümanlar arasında barış ve kardeşliğin öne-mi vurgulandıktan sonra kardeşlik ve dostluk ilkeleriyle bağ-daşmayan, insanların manevi kişiliğine saygısızlık ifade eden,onur ve haysiyetlerini zedeleyen davranışlar arasında ala-ya da yer verilmektedir. Burada erkek ve kadınların birbirleriylealay etmeleri kesin bir dille yasaklanmakta, insanları ala-ya almanın, onlara çeşitli kusurlar isnat etmenin ve çirkinlakaplar takmanın ağır bir günah olduğuna işaret edilmektedir.Nitekim Yüce Allah : “Ey müminler! Bir topluluk diğerbir topluluğu alaya almasın. Belki de onlar, kendilerindendaha iyidirler. Kadınlar da kadınları alaya almasınlar. Bel-ki onlar kendilerinden daha iyidirler. Kendi kendinizi ayıp-lamayın, birbirinizi kötü lakaplarla çağırmayın. İmandansonra fasıklık ne kötü bir isimdir! Kim de tevbe etmezseişte onlar zalimlerdir.”buyurmaktadır. (Hucurat Suresi, [49:11])Yüce yaratıcı, yukarıda zikredildiği veçhile insanları hor vehakir görmeyi ve onlarla istihza etmeyi yasaklıyor. İnsan-ları küçümsemenin, onlarla alay etmenin temelinde kibir/riyavardır, kendini büyük görme vardır. İstihza eden kendini,istihza edilenden daha üstün gördüğü yahut daha vasıflı,bilgili/donanımlı yahut makam ve mevki bakımından üstbir yerde olduğu için diğer insanlarla bu bakımdan ötürüalay etmekte ve onları küçümsemektedir.

İnsanlarla alay edenlerin, onları çekiştirenlerin ve mal-la övünenlerin hazin sonunu Hümeze suresinden öğ-

Abdulgafur Levent • [email protected]

İstihzaBaşkaları ile alay etmek

“Ey müminler! Bir topluluk diğer bir topluluğu alaya almasın.Belki de onlar, kendilerinden daha iyidirler. Kadınlar da ka-dınları alaya almasınlar. Belki onlar kendilerinden daha iyi-dirler. Kendi kendinizi ayıplamayın, birbirinizi kötü lakap-larla çağırmayın. İmandan sonra fasıklık ne kötü bir isim-dir! Kim de tevbe etmezse işte onlar zalimlerdir.”

I G M G • P E R S P E K T İ F/ 18 /

Page 19: MAI /MAYIS 2010 • Jg./Yıl: 16, Nr./Sa yı: 185 İslam ... filePerspektif MAI /MAYIS 2010 • Jg./Yıl: 16, Nr./Sa yı: 185 İslam Toplumu Millî Görüş aylık yayın organı Yiyin,

i s l a m v e h a y a t

renmekteyiz: “(İnsanları) diliyle çekiştiren, kaş ve gö-züyle işaretler yapıp alay eden her fesat kişinin vay ha-line! O ki mal yığdı, onu saydı durdu. Malının, kendi-sini ebedi yaşatacağını sanır. Hayır, andolsun ki o, Hu-tame’ye atılacaktır. Hutame’nin ne olduğunu sen ne-reden bileceksin? Allah’ın tutuşturulmuş ateşidir. (Birateş) ki gönüllere işler. O, onların üzerine kapatılıp ki-litlenecektir. (Kendileri) uzatılmış direkler arasında (bağ-lı) olarak (kalacaklardır.)“ (Humeze Suresi, [104:1–9])

Yüce Allah’ın bu sure-i celilede mezkûr olan kabih(çirkin) davranış ve şekilleri reddedişinde iki büyük ma-nayı görmekteyiz. Bunlardan biri ahlak düşkünlüğünün,sufliliğin takbihi ve çirkinliğinin izharıdır. Diğeri ise, mü-min ruhları destekleyerek onlara, aşağılıkların sızma-sını önlemektir.

Mutaffifin suresinde, inkârcılarla müminlerin ahirettekiakıbetleri karşılaştırılırken vaktiyle dünyada müminleriküçük düşürmek üzere onlarla alay eden inkârcıların gü-lüşlerine karşı ahirette gülme sırasının müminlere gele-ceği belirtilmektedir. Nitekim Yüce Rabbimiz şŞöyle bu-yurmaktadır: “Şüphesizgünahkârlar, (dünyada)iman edenlere gülerlerdi.Onlarla karşılaştıkların-da kaş göz hareketiylealay ederlerdi. Ailelerinedöndüklerinde, (alayla-rından dolayı) keyifle-nerek dönerlerdi. Mü-minleri gördüklerinde:“Şüphesiz bunlar sapıtmış”derlerdi. İşte o gün (ahirette) de iman edenler kâfirleregülerler.” (Mutaffifin Suresi, [83:29,32,34])

Kur’an-ı Kerimde müminlerin, dinlerini alay konu-su yapan inkârcıları dost edinmemeleri, ayetlerin inkâredildiği veya alaya alındığı yerleri terk etmeleri emre-dilmiştir. Rabbimiz:“Ey iman edenler! Sizden önce ken-dilerine Kitap verilenlerden dininizi alay ve oyun ko-nusu edinenleri ve kâfirleri dost edinmeyin. Allah’tankorkun; eğer müminler iseniz.” (Maide Suresi, [5:57])buyurmaktadır. Bu ayeti kerime de, müminlerin kendikişilikleri ve onurları kadar inançlarını da dokunulmazbilip korumaları gerektiğini göstermesi bakımından hay-li ilgi çekicidir.

Hadisi Şeriflerde de inkârcıların bu tür davranışlarındansöz edilmektedir. Sa’d İbni Ebu Vakkas (ra) şöyle dedi:Biz altı kişi Resul-i Ekrem (sav)’le birlikte oturuyorduk.Bu durumu gören müşrikler Peygamber (sav)’e: Şunlarıyanından def et! Bize karşı saygısızlık etmeye kalkma-sınlar, dediler. Orada benden başka Abdullah İbniMes’ut, Huzeyl kabilesinden biri, Bilal ve adlarını ver-mek istemediğim iki kişi daha vardı. Müşriklerin bu tek-lifi üzerine Resulullah (sav)’ın kalbinden (kendisine kı-rılmayacağımızdan emin olduğu için) bizleri oradan uzak-

laştırma düşüncesi geçti. Bunun üzerine Hz. Allah Tea-la şu ayeti indirdi: “Sabah akşam Rablerinin rızasını di-leyerek ona yalvaranları huzurundan kovma.“ (Enam Su-resi [6:52]) (Müslim)Fakirleri, yoksulları, sıradan insanları,garip gurebayı küçümsemek ve kendini onlardan üstüngörmek, görünüşe değer veren ve malı mülkü, makamıve kuvveti üstün tutan basit ve seviyesiz insanların işidir.Efendimiz (sav) “Bir kimseye Müslüman kardeşini hor vehakir görmesi kötülük olarak yeter.” (Buhari ve Müslim)buyurmuşlardır. Mekkeli müşrikler, Peygamber Efendi-miz (sav)’in etrafında toplanan ve ona gönülden iman edenfakir Müslümanlara hep bu gözle bakmışlardır. Onlarlaaynı mecliste bulunmayı bir gurur meselesi yapmışlardır.Allah Teala o bütün benlikleriyle rablerine bağlanmış olanfakir, yoksul ve köle kullarının gücendirilmesine izin ver-miyordu. Kalplerindeki sarsılmaz iman sebebiyle her bi-ri cihana bedel bu fakir Müslümanları gördükçe Resu-lüllah (sav) gülümser ve: “Merhaba, kendileri yüzündenRabbimin beni azarladığı insanlar, diye gönüllerini alır-dı. Allah Resulü (sav) onlarla oturmayı sever, onlardan bi-

ri kalkıp gitmedikçe yerin-den ayrılmazdı.”

Hz. Aişe (ra) anne-mizden rivayet edilen bir ha-disi şerif de, insanlarla fiz-yonomi yapıları bakımın-dan alay etmenin, onları kü-çümsemenin büyük bir cü-rüm olduğunu ortaya koy-maktadır. Şöyle ki: Hz. Ai-şe (ra), bir gün Hz. Safiy-

ye (ra)’nin boyunun kısalığından bahsederek; Hz. Pey-gamberimiz (sav)’e “Boyunun kısalığından başka nesi varki Allah aşkına! Dediğinde; bunun üzerine Resulüllah (sav)Hz. Aişe’ye şunu söyledi: “Öyle bir söz söyledin ki, denizekarışsa bütün suyunu bulaştırır.” (Tirmizi)

Yüce Allah insanı en güzel biçimde yaratmış (TinSuresi, [95:4]), ona kendi ruhundan üflemiş (Secde Su-resi, [32:9]), onu şan ve şeref sahibi kılmıştır. (İsra Su-resi, [17:70]) O, insanları denemek için kimini kiminederecelerle üstün kılmıştır. (Enam Suresi, [6:165])Bundan dolayıdır ki, insanların fiziki yapıları, şekil veşemaili, mal ve makamları asla övünülecek hususlar de-ğildir. Her bir nimet, her bir imkân, makam ve mevki,sorumluluk ve imtihan vesilesidir. Allah hiç kimseninşekillerine, mallarına, fiziklerine bakmaz. Ancak onla-rın kalplerine ve amellerine bakar. (Buhari ve Müslim)Allah yanında en değerli olan, O’ndan en çok korkan,muttaki olandır. (Hucurat Suresi, [49:13])

İnsanlar ne kadar medeniyiz deseler de, asırlar bo-yu süregelen cins, ırk, renk, soy ve sınıf ayırımı bitmi-yor. İslam’ın asırlar önce ortaya koyduğu, insanlar ara-sında, görünüşe değil gönüle bakma ölçüsü ne kadar in-sani ve ne kadar asil değil mi?

M A I / M A Y I S 2 0 1 0 / 19 /

Hz. Aişe (ra) annemizden rivayet edilen bir hadisi şerif de,insanlarla fizyonomi yapıları bakımından alay etmenin,onları küçümsemenin büyük bir cürüm olduğunu ortayakoymaktadır.

Page 20: MAI /MAYIS 2010 • Jg./Yıl: 16, Nr./Sa yı: 185 İslam ... filePerspektif MAI /MAYIS 2010 • Jg./Yıl: 16, Nr./Sa yı: 185 İslam Toplumu Millî Görüş aylık yayın organı Yiyin,

i s l a m v e h a y a t

İsraf, gerçek, meşru ve mâkul olanın dışına çıkma,itidalden sapma anlamında bir kavramdır. İnsanınsahip olduğu nimetleri gereksiz ve aşırı tüketme-si anlamında da tarif edilmiştir. Sözlükte, haddi

aşma, hata, cehalet, gaflet gibi anlamlara gelen “seref ”kökün den türetilmiş olan israf, genel olarak yukardakianlamlara da uygun olarak inanç, söz ve davranışta di-nin, akıl veya örfün uygun gördüğü ölçülerin dışına çık-mayı, özellikle mal veya imkânları meşru olmayanamaçlar için saçıp savurmayı ifa de eder. İsrafçı kişiye müs-rif denir. İmam Gazzâlî’nin tarifine göre, “dinin, âdet-lerin ve insanlığın gerekli kıldığı yerlere gerekli gördü-ğü öl çüde harcamak cömertlik, bu ölçülerin altına düş-mek cimrilik, bunların üstünde harcamada bulunmakise israftır.”1

İsraf konusu Kur’ân-ı Kerîm’de özellikle zikredilenbir konudur. Kur’an-ı Kerim’de israf dört farklı yerde veanlamda kullanılır. Bazı âyetlerde israf, şirk, küfür, zu-lüm gibi terimlerle tevhid inancından sapmak, dinî ko-

nularda gerçeğe aykırı iddialar ileri sürmek; İslâm’ı in-kâr etmek ve müslümanlara karşı ki birli, alaycı, kaba, sal-dırgan olma yı ve yıkıcı davranışlar sergilemeyi ifade eder(A’râf Suresi, [7:81]; Yûnus Suresi, [10:83]; Şuarâ Su-resi, [26:151-152]; Yâsîn Suresi, [36:19]).

İsraf, Kur’an-ı Kerim’de “bir kimsenin isyankârlığasapa rak tamamen günahlara dalmak suretiyle kendi sinekötülük etmesi” anlamında da kullanılmıştır (Zümer Su-resi, [39:53]). Peygamber Efendimiz (sas) de, bütün ha-yatını günah işlemekle geçiren, günah olan konulardaaşırı gidip meşru sınır ların ötesine geçen bir kişiden sözederken yine “israf ” kelimesini kullanır.2

Kur’an’da israf kavramıKur’an’ımızda helâl kılınmış güzel nimetlerin haram

sayılması veya suçsuz bir insanın haksız yere öldürül-mesi gibi dinî hükümlere muhalefet ve tecavüz anlamındada yine israf kelimesi geçmektedir (En’âm Suresi, [6:141];A’râf Suresi, [7:8]; İsrâ Suresi, [17:33]). Diğer bir kı-sım âyetlerde ise insanın sahip veya sorumlusu olduğumal ve olanakları gereksiz ve faydasız yere harcaması-na da israf tabiri kullanılır ki, israf deyince akla ilk ge-len de budur. (Nisâ Suresi, [4:6]; Furkan Suresi, [25:67])İsrafın lüzumsuz harcamalarla alakalı olarak dile geti-rildiğini ifade eden bir çok hadis-i şerif de mevcuttur.3

İsraf kelimesinin bu geniş anlamları ileriye doğru da-ralarak ifade ettiğimiz gibi fıkıh, ta savvuf ve ahlâk lite-ratüründe genellikle ferdî harcamalardaki aşırılığı an-latmaya başlamıştır. Nitekim Cürcânî, Ta’rifat adlı ese-rinde israfı “değersiz bir amaç uğruna fazla mal harca-mak, harcamada haddi aşmak, meşru bir konuda har-canması gerekli olan ölçüden fazlasını harcamak “ şek-linde tarif etmiş ve israfın para ve mal sarfıyla ilgili ol-duğuna işaret etmiştir.4 İmam Taberi, “Bir de akrabaya,yoksula, yolcuya hakkını ver. Gereksiz yere de saçıp savurma.Zira böylesine saçıp savuranlar şeytanların dostlarıdırlar.Şeytan ise Rabbine karşı çok nankördür.” (İsra Suresi, [17:26-27]) ayetlerini tefsir ederken, ayette geçen “tebzir” ke-limesini “Al lah’ın verdiği malı isyan sayılan yerlere har-camak” şeklinde açıklamıştır.5

M. Hulusi Ünye • [email protected]

Yiyin, için,ama israf etmeyin!

Kur’an’ımızda helâl kılınmış güzel nimetlerin haram sayıl-ması veya suçsuz bir insanın haksız yere öldürülmesi gibidinî hükümlere muhalefet ve tecavüz anlamında da yine is-raf kelimesi geçmektedir (En’âm Suresi, [6:141]; A’râf Su-resi, [7:8]; İsrâ Suresi, [17:33]). Diğer bir kısım âyetlerde iseinsanın sahip veya sorumlusu olduğu mal ve olanakları ge-reksiz ve faydasız yere harcamasına da israf tabiri kullanılırki, israf deyince akla ilk gelen de budur.

I G M G • P E R S P E K T İ F/ 20 /

Page 21: MAI /MAYIS 2010 • Jg./Yıl: 16, Nr./Sa yı: 185 İslam ... filePerspektif MAI /MAYIS 2010 • Jg./Yıl: 16, Nr./Sa yı: 185 İslam Toplumu Millî Görüş aylık yayın organı Yiyin,

i s l a m v e h a y a t

İslam dini, maddî manevî bütün imkânları Allah’ınin sanlara bağışladığını ve bunların birer emanet ol-duğunu bildirmiştir. Bu emanetlerin ise, Allah rızâ-sını kazan mak ve insanlara mutluluk sağlamaya ya-rayan yerlerde kullanılmasını emretmiştir. Bundan do-layıdır ki, içki, kumar, fuhuş, rüşvet gibi sosyal ve fer-dî zararları içinde barındıran menedilmiş şeylere ya-pılacak harcamalar, açık hükümlerle yasak lanmıştır.Sadece bunlar değil, insanların tutkularını hareketegeçiren, toplumda kıskançlığa sebep olan, gösteriş tü-ketimi de yasaklanmış veya en azından hoş karşı-lanmamıştır.

Çünkü bunlar da israf sayılmıştır. İslam dini den-ge dinidir. Onda aşırılıklar yoktur. Bu özelliği iledirki, haram kılı nan maddelere yapılacak harcamalar-la, lüks sayılan şeylerin tüketimi israf sayıldığı gibibir çok helâl kabul edilen maddelerin de günün ge-rektirdiği şartlara göre muhtaç olunandan daha faz-la tüketilmesi haram veya mekruh sayılmıştır.

Aslında tutumlu olmak ve mutedil hareket etmekİslâm dininin ibadetlerde dahi gözettiği temel bir il-kedir. Nitekim şahsi, ailevi ve sosyal sorumlulukla-rını İihmal edecek derecede ibadete dalmak, mabedlerinabartılı bir biçimde süslenmesi, kabirlerin adeta bi-rer mermer müzesine çevrilerek gereğinden ziyadeharcama yapılması gibi ölçüsüzlükler uy gun görül-memiştir. Bir kişinin malını ha rama sarfetmesi ve-ya mubah kabul edi len bir hususta bile olsa nafakasorumlu luğunu aksatacak miktarda harcama yap masıisraftır.

İsraf ’ın değişkenliğiFıkıh kitaplarında israf konusu dolaylı olarak üze-

rinde durulmuş bir meseledir. Bunun da sebebi, bu kav-ramın ekono mik, sosyal ve kültürel şartlara göre de ğişkenolmasıdır. Çünkü fert ve toplumun refah seviyesi bir ba-kıma harcama alışkanlıklarını etkilemektedir. İslâm alim-leri insanların hayatiyetlerini sürdürebilmeleri için ya-pılacak harcamaları üçe ayırırlar. Bunların birincisi, ol-mazsa olmaz ihtiyaçları içine alan, zaruri harcamalar. İkin-cisi, zaruri harcamaların biraz daha ilerisinde bir kısımrefah metaının olabileceği harcamalar. Üçüncüsü ise, tah-siniyyat denilen yeme içme, giyim ve kuşamda biraz da-ha görkem harcamalardır.

Örneğin bir insanın iş, günlük hayatta giyeceğive düğün bayram gibi özel günlerde örtüneceği üçtakım elbisesinin olması gibi. Bunların ötesinde sa-dece nefsânî isteklerin ve bencil duyguların tatminiiçin yapılan lüks tüketim israf say ılmıştır. Fakat pra-tik hayatta bu kavramların sınırlarının tam olarak be-lirlenmesi mümkün değildir. Bir toplumda genelinlüks ve zaid saymadığı bir harcama israf sayılmaz. Top-luma faydası olmayan, genel refaha refah katmayan,sadece egonun tatmin edilmesi için yapılan harca-malar israf sayılır.

“Ey Adem oğulları! Her secde edişinizde güzel elbise-lerinizi giyin; yeyin, için, fakat israf etmeyin; çünkü Al-lah israf edenleri sevmez.” (A’raf Suresi, [7:31]) gibi ayet-lerde müsrifler kınanmıştır. Onun da ötesinde “Allah’ıngeçiminize dayanak kıldığı mallarınızı aklı ermezlere (re-şit olmayanlara) vermeyin; o mallarla onları besleyin, giy-

M A I / M A Y I S 2 0 1 0 / 21 /

Fert ve toplumun refah seviyesi bir bakıma harcama alış-kanlıklarını etkilemektedir.

Page 22: MAI /MAYIS 2010 • Jg./Yıl: 16, Nr./Sa yı: 185 İslam ... filePerspektif MAI /MAYIS 2010 • Jg./Yıl: 16, Nr./Sa yı: 185 İslam Toplumu Millî Görüş aylık yayın organı Yiyin,

i s l a m v e h a y a t

dirin ve onlara güzel söz söyle-yin” (Nisa Suresi, [4:5]) ayetindeolduğu gibi israf sayılan kumar,oyun ve eğlence yerlerinde mal-larını saçıp savuranların bu mas-raflarına ihtiyati tedbir konulma-sı da İslam Hukuku’nda ele alınankonulardan olmuştur.

İçinde yaşadığımız dönemdebilhassa insanın kendisinin ve elin-

deki mal ve diğer imkânlarının harcanmasında israf sa-yılan uygulamada da yine inanç, örf-âdet, tutum, tercihve alışkanlıkların rolü vardır. Dinimiz, insani ihtiyaçla-rın sınırlı olduğunu, istek ve ihtirasların ise sı nırsız ol-duğunu bildirmiş ve sırf şehevani ve nefsanî arzularıntatmini için yapılan aşırı tüketimi israf saymıştır. İsla-mi üretim tarzı, israf ya sağını baz alarak yola çıkar. İn-sanların gıda, barınma, giyecek, eğitim, sağlık, güven-lik, ulaşım, haberleşme gibi gereksinimlerini karşılamayıhedefler. İslamda üretim, fert ve kamu yararına uygunolarak tasarlanan üretimdir. Yani fert ve topluma yara-rı olacak sahalarda tüketilmesi için mal üretilir. Dini-

miz insanı kemale erdirmeyi hedefine almıştır. İnsan isekemaline, saçıp savurarak tüketmekle değil, daha ahlâklıve daha erdemli olmak suretiyle ulaşabilir. Erdeme gi-den yolda da tasarrufun payı büyüktür.

Hayatımızda dengeli olmakÇoğu ekonomist ve din adamlarının da kabul etti-

ği gibi lüks ve israfa yönelik harcamalar, kaynakların za-ruri tüketim sahalarında değil, lüks mamul ve hizmet-lerin üretimine harcanır. Bundan dolayı da piyasaya sü-rülen temel malların fiyatları yükselir, gelir dağlımındadaha zayıf durumda olan insanların bu temel malları el-de etmede zorlanmaları gündeme gelir. Böylece zatenzayıf durumda olan muhtaç insanların gelir seviyeleridaha da bozulmuş olur. Halbuki hayatın güzelleştiril-mesi, çirkinliğe ve israfa kaçmaksızın olmalıdır. İsraf ise,hem fert ve hem de toplum için bir bozulmadır. Den-geyi iyi kuran dinimiz, servetin büyüyerek lüks uğrunaharcanması neticesine varmaması için malın zenginlerarasında dönüp dolaşan bir devlet olmasını reddetmiş-tir. Şu ayette bunu açıkça müşahede etmekteyiz: “Allah’ın,(fethedilen) ülkeler halkından Peygamberine verdiği ga-nimetler, Allah, Peygamber, yakınları, yetimler, yoksullarve yolda kalmışlar içindir. Böylece o mallar, içinizden yal-nız zenginler arasında dolaşan bir devlet olmaz. Peygambersize ne verdiyse onu alın, size ne yasakladıysa ondan dasakının. Allah’tan korkun. Çünkü Allah’ın azabı çetindir.”(Haşr Suresi, [59:7])

Aşırı lüks, bir toplum için “şer”dir. Fakat buradakilüks’ü ileri teknoloji ürünü olan aletlerle evleri doldur-ma şeklinde anlamak yanlıştır. Yukarda da ifade edildi-ği gibi israf olan lüks, içki, kumar, fuhuş, aşırı giyim, gü-cünün üzerinde gereksiz harcama, gurur, kibir, şan, şöh-ret ve gösteriş için ziyafet düzenlemeler gibi harcamave yaşantılardır. Kur’an-ı Kerîm’de tarih boyunca lüksve rahat bir hayat sürenlerden söz edilir. Bu tür insan-lar kendilerini helâke sürükledikleri gibi onlara uyan-ları da aynı âkıbete sevkederler. Çünkü bir toplumda lüksiçerisinde hayat sürenler olursa, mutlaka orada zayıf vemağdur kesimler de olacaktır. Böyle fakir, fukara ve yok-sulların bulunduğu toplumlarda kendi lüks hayatları için-de aldırmadan hayat sürenler sapmış, haddi aşmış ve is-yan içinde oldukları Kur’an-ı Kerim’de ibret için anla-tılan olaylardandır: “Kadınlara, oğullara, kantar kantaraltın ve gümüşlere, besili atlara, hayvanlara ve ekinlere

Hayatın güzelleştirilmesi, çirkinliğe ve israfa kaçmaksızın olmalıdır. İsraf ise,hem fert ve hem de toplum için bir bozulmadır. Dengeyi iyi kuran dinimiz,servetin büyüyerek lüks uğruna harcanması neticesine varmaması için ma-lın zenginler arasında dönüp dolaşan bir devlet olmasını reddetmiştir.

I G M G • P E R S P E K T İ F/ 22 /

Page 23: MAI /MAYIS 2010 • Jg./Yıl: 16, Nr./Sa yı: 185 İslam ... filePerspektif MAI /MAYIS 2010 • Jg./Yıl: 16, Nr./Sa yı: 185 İslam Toplumu Millî Görüş aylık yayın organı Yiyin,

i s l a m v e h a y a t

karşı duydukları aşırı istek, insanlara süslü gösterildi. Oy-sa bunlar, sadece dünya hayatının geçici malıdır. Varıla-cak güzel yer ise Allah’ın katındadır.“ (Âl-i İmrân Su-resi, [3:14]). “Biz herhangi bir ülkeye bir uyarıcı göndermişsek,oranın zengin ve şımarık ileri gelenleri, mutlaka; “Biz, si-zin getirdiklerinizi inkâr ediyoruz” demişlerdir.“ (Sebe’Suresi, [34:34])

İsraf ’ın global yönüİsraf, sadece fertte olan bir problem değildir. Bu prob-

lem devletleri ve ekonomi programlarını da alakadareder. Bir başka deyişle israf konusuna fertlerin dikkatetmesi gerektiği gibi, topluma yön veren otoritelerinde aynı konuya dikkat etmeleri gerekir. Fertlerin tü-ketmede tertipli olmaları gerekir. Öyle ki, hayati ih-tiyaç maddelerinden kabul edilen malları harcarken bi-le lüzumundan fazla harcamamaya dikkat etmelidir. İn-sanın iyi ve rahat bir hayat sürmesi için yapacağı har-camalara sınır getirilemez. Fakat yapılacak harcama-lar, etkinliğin artmasına ve bir müslümandan beklenenhizmetlerin yerine getirilmesine katkıda bulunacak ka-dar olmalıdır.

Şu da bir gerçek ki, “kaynakların kıt” olduğu iddia-sına rağmen kapitalist iktisadi sistemlerin tabii kaynaklarıalabildiğine hesapsızca harcamadığına şahit olmakta-yız. Normatıif düzeyde israf değil iktisat mantığı ile ça-lışan İslam ekonomi düşüncesi, kaynakların verimli veinsanların maslahatına uygun olmasına gayret eder. Zi-ra ihtiyaçları zaruret düşüncesi tesbit eder. Böylece kay-naklar ihtiyaçlar nisbetinde piyasaya arzedilir ve israf busayede bertaraf edilmiş olur. İslami üretimde esas, ihti-yacın ortadan kaldırılması için yapılan üretimdir. Çağ-daş iktisadi sistemlerde ise esas, üretimdir. Önemli olan

üretim olduğu için insanlar çeşitli vesilelerle tüketimesevkedilir. Yani üretim yapıldığı için insanlar tüketmekzorundadırlar. Bu da israfın yaygınlaşmasına sebepolur. Tüketim sınırsız arzular oldukça cazip pazarlamave reklâm faaliyetleriyle sürekli olarak kamçılanır. Böy-lece ihtiyaçlar üretimin peşinde koşar. Bunun neticesindede tüketim hırsı sınırsız bir insan tipi meydana gelmişolur. İslâm’da ise, gerçekleştirilen üretimin hedefi insandakimaddi tatmini manevî sahaya aktarmaktır.

Müslümanlar olarak bizim üzerimize düşen tüke-tim sahasında göz önünde tutacağımız başlıca esaslarariayet etmemizdir. Bu esaslar ise özetle, haramdan ka-çınmak, helâlinden tüketmek, temizlik, aşırılıklardan ka-çınmak, sağlığı tehlikeye düşürmemek ve çevredekile-ri de hesaba katmak gibi şeylerdir. Bunların da ötesin-de israf kavramını daha geniş tutmamız ve maddî-man-evî her türlü servet ve imkânın boşu boşuna harcanmasınında israf olduğunu bilmemiz gerekir. Örneğin sağlık, Al-lah’ın bize bir lütfu ve en önemli nimetidir. Herşeyinkendisinde kazanıldığı zaman yine son derece kıymet-li olan bir nimettir. Gereksiz olarak musluktan akıtılansu, gereksiz yakılan elektrik, gazs ve diğer akaryakıtlarisraftır. Dolayısı ile sağlığımıza dikkat etmemek, zamanımızıboşa harcamak israftır ve bunun hesabı bizden sorula-caktır.

Kaynaklar:

1 Gazzâlî, İhya, 3/259-2602 Müslim, Tevbe, 25-263 Mu’cemu’l Müfehres Li-Elafız-ı’l Hadis-i’n-Nebevi, c.2, shf. 454-4554 Cürcani, Ta’rifat, “el-İsraf ” maddesi 5 Taberi Tefsiri, c. 14, shf. 563-565

M A I / M A Y I S 2 0 1 0 / 23 /

Page 24: MAI /MAYIS 2010 • Jg./Yıl: 16, Nr./Sa yı: 185 İslam ... filePerspektif MAI /MAYIS 2010 • Jg./Yıl: 16, Nr./Sa yı: 185 İslam Toplumu Millî Görüş aylık yayın organı Yiyin,

Çeçenistan

d ü n y a

Kafkasya’nın küçük olduğu kadar, ekonomik kay-nakları ve coğrafi konumuyla bir o kadar daönemli bir cumhuriyeti Çeçenistan. Yüzyıl-lardır Ruslara karşı bu coğrafyada varoluş mü-

cadelesi içerisinde bulunan Çeçenler, nicelik olarak heryönden kendilerinden üstün olan Ruslara karşı, muh-temel ki millî marşlarının son dizesinde1 bulunan ifa-delerden güç alıyorlar.

Genel BilgilerYalnızca 13.300 kilometre kare yüzölçümü ve 1,5 mil-

yona yakın nüfusu olan Çeçenistan, Kafkasya bölgesinin ku-zeyinde bulunmaktadır. Güneyde Azerbaycan ve Gürcis-tan, batıda Karadeniz ve Azak Denizi, doğuda ise Hazardeniziyle çevrili olan 340 bin kilometre kare genişliğinde-ki Kafkasya bölgesinde, Dağıstan, Çeçenya, Inguşetya, Ka-barday-Balkar, Çerkes, Kuzey ve Güney Osetya, Abhazyave Adigey Cumhuriyetleri bulunur. Çeçenistan, kuzey vedoğuda Dağıstan, batıda İnguşetya Cumhuriyeti ve KuzeyOsetya, güneyde ise Gürcistan ile çevrilidir. Cumhuriyetinbaşkenti Grozni, diğer önemli şehirleri Gudermes, Mal-gobek ve Argun’dur.

Rusya Federasyonu’na bağlı olarak kurulan Çeçen-İnguş Özerk Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti’nde yaşayanÇeçenler, Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla 1 Kasım 1991tarihinde bağımsızlıklarını ilan ederek Çeçen Cumhu-riyeti’ni kurdular. Ancak bu tarihten sonra Rus işgali-ne maruz kaldılar. Çeçenler aslında yaklaşık 400 yıldırbağımsızlıkları uğruna Ruslarla mücadele etmektedir-ler. Bu mücadele son yirmi yıldır çok kanlı geçmiş, onbinlerce insanın hayatını kaybetmesine, on binlercesi-nin de yurtlarından ayrılmasına neden olmuştur. Çeçe-nistan ve genel olarak Kafkasya bölgesinin sahip oldu-ğu geniş petrol ve doğalgaz rezervleri, Rusya’nın bu böl-geyi kaybetmek istememesinin asıl sebebidir.

Etnik, dini ve dilsel yapıÇeçenistan’da nüfusun çoğunluğunu Çeçenler oluştur-

maktadır. Bunun yanında Çeçenlerle etnik bakımdan ya-kınlıkları bulunan İnguşlar, farklı boylara mensup Dağıs-tan halkları, Ruslar, Ermeniler, Rumlar, Ukraynalılar, Ta-tarlar, Ahıska Türkleri ve az da olsa Yahudiler gibi farklı et-nik gruplar da bulunmaktadır. Bu kadar küçük bir bölge-de bu kadar farklı milletin bir arada bulunması Rusların böl-ge üzerindeki emelleriyle doğrudan ilintilidir. Zira bir ta-raftan Çeçenleri 19 ve 20. yüzyıllar boyunca Orta Asya’nınçeşitli bölgelerine sürgün eden Ruslar, diğer yandan da bubölgeye farklı milletleri yerleştirerek Çeçen nüfusu ve butopraklarını kontrol altına almayı hedeflemiştir.Kafkasya’nınen eski halklarından olan ve ülke nüfusunun büyük çoğunluğunuteşkil eden Çeçenlerin bir kısmı, İnguş Cumhuriyeti ve Da-ğıstan gibi komşu ülkelerle Türkiye, Suriye, Ürdün, Kaza-kistan ve bazı batı ülkelerinde yaşamaktadırlar.

Çeçenler, Hanefi mezhebine mensuptur. ÖzellikleRusların bölgeye inmeleri sonrasında Nakşî ve Kadirî ta-rikatları bölgede etkin olmuş, İslam kültürünün muhafa-zasında ve Ruslar’a karşı verilen mücadelede önemli rol oy-namıştır. 1924 yılında Çeçenistan’ın Rusya Federasyonu’nabağlanmasıyla İslam dinine ve Müslüman Çeçen halkınayönelik baskılar büyük artış göstermiş uzun yıllar komü-nist Rusya’nın ateist politikalarının altında Müslüman halkezilmiştir. Kayıtların 1837 yılında Çeçenistan’da ibadete açık310 cami bulunduğunu göstermesine karşın, komünizm dö-neminde bu sayısını ikiye kadar düşmesi durumun en gü-zel özetini ortaya koymaktadır.Çeçenlerin milli dili, Kaf-kas-İberya dil ailesinin Nah grubundan Nahçiço, diğer adıy-la Çeçencedir. Bu dil aynı zamanda devletin resmi dilidir.

TarihÇeçenlerin İslamiyet ile tanışmaları sekizinci ve doku-

zuncu yüzyıllarda olurken bu tarihten itibaren İslam’ın hemÇeçen halkı hem de diğer Kafkas halkları tarafından be-nimsenmesi asırlar boyu sürmüştür. Kafkasya bölgesinde-ki bu İslamlaşma sürecinde on üç ve on dördüncü yüzyıl-larda Altın Ordu Hanlığı’nın önemli katkısı olurken,1391–95 yılları arasında bu devleti parçalayan Timur böl-

Yusuf Ziya • [email protected]

I G M G • P E R S P E K T İ F/ 24 /

Rus ordusunun işgali ile Grozny bir hayalet şehre dönüşmüştü

Page 25: MAI /MAYIS 2010 • Jg./Yıl: 16, Nr./Sa yı: 185 İslam ... filePerspektif MAI /MAYIS 2010 • Jg./Yıl: 16, Nr./Sa yı: 185 İslam Toplumu Millî Görüş aylık yayın organı Yiyin,

d ü n y a

gede kabul görmemiş, daha sonra Altın Ordu ve AzerbaycanMüslümanlarının etkisiyle Çeçenistan’da İslamiyet’in ya-yılışı sürmüş ve nihayet on sekizinci yüzyılda tamamlan-mıştır. Bunun ardından Çeçenlerin akrabaları olan İnguş-lar’ın Müslümanlığı benimsemelerine vesile olmalarıyla İs-lam Kafkasya bölgesinde hâkim din durumuna gelmiştir.

Öte yandan Rusya, Osmanlı’nın da gücünü yitirmesi-ne paralel olarak on altıncı yüzyıldan itibaren Kafkasya’yıele geçirme politikası yürütüyordu. On dokuzuncu yüzyı-la gelindiğinde Rusya’nın baskıları dayanılmayacak dere-ceye gelmişti. Bunun üzerine Şeyh Şamil’in de bayraktar-lığını yaptıkları ünlü Kafkas direnişi başladı. Şeyh Şamil ön-derliğinde, onun yakalanmasına kadar sürdürülen yirmi beşyıllık direniş, tarihte eşine az rastlanır bir mücadele oldu.Küçük, güçsüz, ama azimli, imanlı bir milletin, bir toplu-mun, dünyanın en güçlü ordularından birinin karşısında bukadar uzun bir süre durabilmiş ve mücadeleyi terk etme-miş olması eşine az rastlanır bir direniş örneğidir. Maale-sef bu büyük direniş Şeyh Şamil’in yakalanmasıyla son bul-muş ve bölge 1860’lı yıllarda tamamen Rusların kontrolü-ne girmiştir.Rusların bütün Kafkasya’yıele geçirmeleri ve komünist idare-nin kurulmasıyla devam eden işgaldönemindedini yaşam engellenmeyeçalışılmış ve dini gelişme olumsuz yön-de etkilenerek zayıflamaya yüz tut-muştur. Ayrıca dinin ve dini lider-lerin etkisini azaltmak için Arap al-fabesi de yasaklanmıştır.

1991 yılına kadar Sovyetlerebağlı bir otonom bölge içerisinde ya-şayan Çeçenler, bu tarihte Sovyet-lerin yıkılmasıyla bağımsızlıklarını ilanettiler. Fakat Çeçenistan’ın bağım-sızlığı, Cevher Dudayev’in cumhurbaşkanı seçilmesi ve ana-yasanın kabulü yeni dönemde Rusya’nın Kafkasya planla-rını altüst eden gelişmelerdi. Eski federasyon topraklarınıkaybetmeme hedefini taşıyan Rusya, 1994 yılında başlayanve nerdeyse iki yıl süren saldırılar düzenledi. 1996 Hazi-ranında yapılan antlaşmayla biten bu savaşın ardından 1999yılı Eylül’ünde Çeçenistan tekrar Rus işgaliyle karşılaştı.

Çeçenistan’ın bugünkü durumu Sovyetlerin dağıl-ması sonrasında ortaya çıkmış bir bağımsızlık mücadelesiolarak değerlendirilmemelidir. Zira buradaki varoluş mü-cadelesi yüzyıllar süren bir geçmişe sahiptir. Rusya’nın16. yüzyılda Kafkasya’da başlattığı sömürgecilik faali-yetleri, Avrupalı devletlerin dünyanın dört bir tarafın-da izlediği sömürgecilikle eşzamanlı olarak 19. yüzyıl-da hız kazanmış ve bugünlere gelinmiştir.

Çeçenistan’dan notlarHer ne kadar son beş yıldır Çeçenistan’da yaşanan

gelişmeler ile huzur ve güven ortamının Moskova mer-kezli bir imaj hareketi olduğu söylense dahi, özellikle

önceki on beş yıl içerisinde yüz binlerce insanın haya-tını kaybetmesine ve çoklarının ülkelerini terk etmesi-ne sebep olan savaşın devam etmemesi sevindirici birgelişme olarak değerlendirilebilir. Çeçenistan deyincehepimizi aklına dünyada eşine az rastlanan güçlü bir hal-kın yaşadığı ancak son yıllardaki savaşta yakılmış, ha-rabeye dönmüş, açlık ve kıtlığın bulunduğu bir ülke gö-rüntüsü gelebilir. Ancak Başkent Grozni savaş sonra-sında adeta yeniden inşa edilmiş, yollar yapılmış çevredüzenlemesi gerçekleşmiş, tertemiz bir şehir gibi gö-rünüyor. Avrupa şehirlerinden ayırt edemeyeceğiniz bugüzel şehrin göbeğinde bütün ihtişamıyla İstanbul ca-milerini andıran Hacı Ahmet Kadirov Camii bulunu-yor. Ayrıca Çeçenistan’ın birçok yerinde yine Osman-lı mimarisinde Türk mimar ve mühendisler tarafındanyapılan birçok caminin yapıldığı ve yapım aşamasındaolduğu biliniyor. Caminin hemen yanı başında İslam Üni-versitesi, onun karşısında ise müftülük binası yer alıyor.

Çeçenlerin geleneksel giyim kuşamları, kimininbaşında Çeçen kalpağı, bazısının başında da Kadiri tak-

kesi dikkat çekici unsurlar. Ayrı-ca Çeçen folkloru ve halk dansla-rı dünyaca tanınıyor. Çeçenler dinve geleneklerini koruyabilen, kim-liklerini sahip çıkan onurlu bir halk.

Çeçenistan’da, Rusya’dan ay-rıldıktan sonraki ilk savaşta omuzomuza savaşanlar arasında, sava-şın ardından yapılan anlaşma son-rasındaki gelişmelerde görüş fark-lılığı zuhur etmiş gibi görünüyor.Çeçenistan’ın yönetimini elinde bu-lunduranlar “Anlaşmayı bozan ta-raf biz olmamalıyız, biz burada ölü-

yoruz dünya seyrediyor, bağımsızlığımızı ilan ediyoruzhiçbir Müslüman devlet bizi tanımıyor, öle öle insan kal-madı, gücümüz tükendi, başarı şansımız yok oldu, ba-ri gelecek nesilleri kurtaralım, ülkemizin daha fazla tah-rip edilmesine sebep olmayalım” görüşünü dillendirir-ken, diğer bir grup ise silahlı mücadelede ısrar ediyor.İhtilafların giderilmesi ve Çeçen halkının hakkında ha-yırlısının olması için tüm Müslümanların dualarını ek-sik etmemesi gerekiyor.

Kaynaklar:

- “Çeçenistan”, TDV İslam Ansiklopedisi, 8. Cilt, S.244–247- “Çeçenistan: Yasak ülke kayıp vicdan”, cecenistan.ihh.org.tr- “Ve Çeçenistan”, Resul Tosun, Yeni Şafak, 21 Kasım 2009

1 “Gece kurt kuzularken çıktık dünyayaHakka, vatana ve Allah’a sadığız bizLailahe illallah”

M A I / M A Y I S 2 0 1 0 / 25 /

Putin-Kadirov

Page 26: MAI /MAYIS 2010 • Jg./Yıl: 16, Nr./Sa yı: 185 İslam ... filePerspektif MAI /MAYIS 2010 • Jg./Yıl: 16, Nr./Sa yı: 185 İslam Toplumu Millî Görüş aylık yayın organı Yiyin,

k ü l t ü r

I G M G • P E R S P E K T İ F/ 26 /

Ahi Teşkilatı; Orta Asya’dan Anadolu’ya göçeden Türkmenler arasında yer alan çok sa-yıdaki esnaf ve sanatkara kolayca iş bulmak;bu kişilerin Anadolu’daki yerli Bizans sa-

natkarları ile rekabet edebilmesini sağlamak, piyasadatutunabilmek için, yapılan malların kalitesini korumakve mallarda belirli bir kalite standartını tutturmak, üre-timi ihtiyaca göre ayarlamak, sanatkarlarda sanat ahla-kını yerleştirmek, Osmanlı halkını ekonomik olarak ba-ğımsız hale getirmek, ihtiyaç sahibi olanlara her alan-da yardımcı olmak, ülkeye yapılacak yabancı saldırılar-da devletin silahlı kuvvetleri yanında ülkeyi savunmakve yeni feth edilmiş olan yerleşim bölgelerinde İslam kül-türünü yaymak gibi amaçlar dahilinde kurulmuş olankültürel, sosyal ve ekonomik bir oluşumdur. Ahi Teş-kilatı’nın bazı uygulama ve usullerini, günümüze ka-dar gelmiş olan bazı değerlerlerin varlığında görebili-riz. Örneğin;marka seçme usulünü tüketici haklarıyla,yönetimden bağımsız örgütlenmenin sivil toplum ku-ruluşlarıyla, çırak, kalfa ve usta sistemini, toplam kali-te yöonetimi ve is ahlakıyla, yargı dışı denetim usulü-nü ombudsmanlık kurumuyla ilişkilendirebiliriz.

Ahi Teşkilatı’nın yapısı ve işleyişinden önce Ahi ke-limesinin kaynağını bilmekte yarar var. Ahi kelimesi hak-kında iki farklı görüş mevcuddur. Birinci görüşe göreAhilik Arapça’da kardeşim anlamına gelen “Ahi” kökünden

gelmektedir. Diğer görüşe göre ise Ahilik, Türklerin İs-lam Dini’ni kabullendikten sonra İslami döneme ait ilkedebi eserlerden olan Divan-i Lugatit Türk ve Atabet-ul Hakayik gibi kaynaklarda geçen ve eli açık, cömertanlamlarına gelen “Aki” sözcüğünden geldiği söylemektedir.Bu görüşe göre aki sözcüğü Türkçe’de sıkca görülen (k>h)değişmesi sonunda ahi halini almıştır.

Ahi Teşkilatı’nın kurucusu Ahi Evran ya da Ahi Ev-ren adıyla tanınmaktadır. Bilinen tam adı ise Şeyh Mah-mut El Hoyi’dir. 1171 yılında İran’ın Hoy şehri’nde doğ-muştur. Anadolu’ya gelmiş ve Kayseri’ye yerleşerek deb-bağlık (Deri İşlemeciliği) sanatıyla meşgul olmuştur. Kay-seri’den Konya’ya, oradan da Kırşehir’e göç eden Ahi Ev-ran 1261 yılında Kırşehir’de vefat etmiştir.

Ahilerin Osmanlı devleti’nin kuruluşu aşamasındaönemli bir vazife gördüklerini gerek tarihi kaynaklar, ge-rek Seyyah İbn Batuta’nın naklettiklerinden anlıyoruz.Ahi reislerinden olup, Eskişehir civarında İtburnuMevkii’nde tekkesi bulunan Şeyh Edebali o bölgeninen itibarlı ve sözü geçen büyüklerindendi. Tahsilini Mı-sır’da yapmış olan Edebali, kızı Malhatun’u Osman Beyile evlendirmiştir. Bu suretle Osman Bey devletin ku-ruluş aşamasında ve büyüme safhasında Ahilerin nü-fusundan önemli ölçüde yararlanmıştır. Nitekim ŞeyhMahmut Gazi, Ahi Şemseddin ve oğlu Ahi Hasan vesonradan Osmanlı Devleti’nde kadı, kazasker ve vezirolan Candarlı Kara Halil Paşa’da Ahilerden olup bun-ların hepsi Osmanlı Beyliği’nin kurulmasında ve bü-yümesinde hizmet etmişlerdir.

Ahilikte bilgi, ahlak, saygı ve zenginlik bakımın-dan çok yükselmiş kişilere Nizamüddin, Şerefüddin,Fahrüddin, İhtiyarüddin gibi ünvanlar verilir ve böy-le kişiler ondan sonra o ünvanlarıyla anılırlardı. Ör-neğin ahiliğin kurucusu Ahi Evren’in asıl adı Mahmudolduğu halde kendisine Nasırüddin lakabı verilmişti.Ahiliğe giren Osmanlı hükümdarı Orhan Gazi’de İh-tiyarüddin lakabını almıştı. 16. asrın birinci yılların-da İbn Batuta’nın hayranlıkla anlattığı bu teşkilat, di-ğer müesseseler gibi Osmanlı devrinde de şehir haya-tı ve esnaf teşekküllerinin temeli olmuştur. Nitekim sa-nat ve ticaret hayatında ahlaki nizam ve an’anelere ay-kırı bir hareket nadir görülüyor ve bu teşekküllerin şid-detli mukabelesine sebep oluyor; devletin bir müda-halesi olmadan böylece içtimai müesseseler genel ni-zamı muhafaza ediyordu. Ahilik Teşkilatı olasıi bir sa-

Sercan Polat • [email protected]

Ahilik Teşkilatı

Ahilerin Osmanlı devleti’nin kuruluşu aşamasında önem-li bir vazife gördüklerini gerek tarihi kaynaklar, gerek Sey-yah İbn Batuta’nın naklettiklerinden anlıyoruz. Ahi reisle-rinden olup, Eskişehir civarında İtburnu Mevkii’nde tekke-si bulunan Şeyh Edebali o bölgenin en itibarlı ve sözü ge-çen büyüklerindendi.

Page 27: MAI /MAYIS 2010 • Jg./Yıl: 16, Nr./Sa yı: 185 İslam ... filePerspektif MAI /MAYIS 2010 • Jg./Yıl: 16, Nr./Sa yı: 185 İslam Toplumu Millî Görüş aylık yayın organı Yiyin,

k ü l t ü r

M A I / M A Y I S 2 0 1 0 / 27 /

vaş durumunda bir ordu hazırlayarak ya da mevcud or-duya yardım ederek savaşlarda da büyük yararlıklılargösteriyorlardı. Teşkilatın diğer bir görevi ise varolduklarışehirlerde asayişi sağlamaktı. Yani kolluk kuvveti ola-rak görev yapmaktaydılar.

Ahi Evren, ahlakla zanaatkarlığın ve konukseverli-ğin uyumlu bir birleşimi olarak kabul ettiği ve kurdu-ğu Ahiliği esnaf ve halk arasında o denli itibarlı bir du-ruma getirmiştir ki, bu kurum yüzyıllar süresince bü-tün esnaf, sanatkâr ve meslek erbabına çalışmalarındayön vermiştir. Hatta bu kurumun öneminin farkına va-ran devlet adamları ve hükümdarlar bile bu kuruluşa gir-meyi şeref bilmişlerdir. Ahi birlikleri üretim ile tüke-tim arasındaki ilişkilerin toplumsal ve sosyal huzuru sağ-layacak şekilde gelişmesinin devamına çalışmışlardır. Bumaksatla, zaman zaman üretim sınırlamaları getirerekemeğinde değerini bulmasını sağlarken, geliştiri-len “Narh Sistemi” sayesinde standartlaşma ile de tüke-ticinin korunmasını sağlamıştır. Üretilen mallarda stan-dart arama, tüketicinin korunması bakımından son de-rece önemli idi. Ahi Teşkilatı bir bakıma bir kalite kont-rol sistemi kurmuştu. Her birlik, üyelerinin imal ettiğimalın standardına göre fiyatlarını tespit ederdi. Mese-la bir ayakkabı alan insan, ödediği fiyata göre bunu nekadar giyebileceğini bilirdi. Belirtilen zamandan önceayakkabı kullanılmaz hale gelirse, ayakkabıyı aldığı sa-natkâra götürerek parasını geri alırdı. Ahiliğin kurucu-su olan Ahi Evran, Ahi Teşkilatı mensublarına işlerin-de ve çalışmalarında onlara yol göstermesi için telkinettiği 6 esas vardır. Bu 6 esas şunlardır; 1- Elini açık tut,2- Sofranıi açık tut, 3- Kapını açık tut, 4- Dilini bağlıtut, 5- Gözünü bağlı tut, 6- Belini bağlı tut.

Hilesiz iş, sağlam mal, belli oranda kâr, ölçülü ka-zanç, adaletli kontrol sistemi temelinde teşkilatlanan AhiTeşkilatı’nın dini bir temele dayandığı aşikardır. Ahi Teş-kilatı’nın genelini oluşturan her esnaf grubunun öncü-sü olan bir peygamber vardır. Mesela Peygamber Efen-dimiz Hz. Muhammed (sav) ticaretle uğraştığı için, tüc-carlar peygamber Efendimiz’i pirleri saymışlardır. Ha-

keza Hz. Adem (as) çiftçi oldugundan çiftçilerin piri,Hz. İlyas (as) dokumacı olduğundan dokumacıların, Hz.Nuh (as) marangoz olduğundan marangozların Hz. Yu-nus (as) balıkçı olduğundan balıkçıların, Hz. İdris (as)terzi olduğundan terzilerin piri sayılmaktadır. O dönemdeterzilik yapan bir terzinin dükkanında şu levhanın ası-lı olduğu bilinmektedir: Her seher besmeleyle açılır duk-kanımız, Hazreti İdris Nebi pirimiz, üstadımız.

Ahilik Teşkilatı’nın ortaya koyduğu bazı kurallarve uygulamalar günümüz türkçesinde atasözüu ve de-yim olarak kullanılmaktadır. Mesela pabucu dama at-ma uygulaması bugün halk arasında pabucu dama atıl-dı olarak deyğimleşmiştir. Bu deyimin izahi şöyledir.Vaktiyle bir ayakkabıcı müşterisine bir çift pabuc yap-mıştır. Ancak müşteriye satılan pabuclar kusurluymuş.Pabuclar kusurlu olduğundan müşteri bu durumu gi-dip ahi Teşkilatı’nın yetkililerine bildirmiştir. Yetkili-ler bu durumu inceleyip müşterinin haklı ve mağdurolduğuna karar verirler. Yetkililer müşteriye parasını öder-ler ve pabuçları yapan ayakkabıcının da yaptığı kusurlupabuçları dama atarlar. Bu durum aynı zamanda o es-nafın geçici olarak veya sürekli dükkanının kapatılmasınaveya esnaflıktan men edilmeye kadar götüren yaptırımlarasebep olurmuş. Bugünkü anlamıyla tüketici hakları vehakların takibi en ciddi biçimde Ahilik teşkilatında iş-lemiştir.

Sonuç olarak şunu rahatlıkla söyleyebiliriz: AhilikTeşkilatı Osmanlı Devleti’nde ticari ve toplumsal iliş-kileri çok iyi şekilde düzenlemiş, toplumsal huzur ve re-fahı sağlamış, esnaflık ve zanaatkarlık gibi önemli tica-ri müesseselerin çalışma kurallarını ve işleyiş yapısı be-lirlemiş önemli bir kuruluştur. Yazının sonunu bir ahideyişiyle taçlandırmak en makbulüudur.

“Gelen gelsin saadetle, giden gitsin selametle“

Kaynaklar:

- M. Fatih Köksal, Ahi Evran ve Ahilik, 2006, s. 49- Ziya Kazıcı, Türk Kültürü ve Ahilik, 1986, s. 101- Fuat Köprülü, Türk Edebiyatında ilk Mutasavvıflar, 1991, s. 214

Page 28: MAI /MAYIS 2010 • Jg./Yıl: 16, Nr./Sa yı: 185 İslam ... filePerspektif MAI /MAYIS 2010 • Jg./Yıl: 16, Nr./Sa yı: 185 İslam Toplumu Millî Görüş aylık yayın organı Yiyin,

k ü l t ü r

I G M G • P E R S P E K T İ F/ 28 /

1000 yıl önce bahçeler de, bitkilerin tıbbî özel-likleri hakkında kitaplar yazan ünlü bilimadamları tarafından ilgilenilen “bilimsel” alan-lardı. Bitkisel tıp, alternatif tıp olarak değil de

daha çok pratik tıbbın bir parçası olarak görülüyordu.Pek çok hastanenin ilaç yapımında kullanılmak üzereçeşitli bitkilerle dolu bahçeleri vardı, yeni ilaçlar keşfe-dilmiş ve kullanılmıştı.

Bitkilerin bu şekilde tedavide kullanılması uygarlık-ların başlangıcından beri vardı. Kayıtlar Mısır, Çin, Me-zopotamya ve Hindistan’daki “insanların geleneğinin,onların yazıyı keşfinden önce bitkilerin şifasını keşfetti-ğini” kaydeder. İlk şifalı bitkiler kitabı Yunanca’dır, milat-tan önce 3. yy’da Carytus tarafından yazılmıştır. Ondansonra M.Ö 1. yy’da Crateaus da bir kitap yazmıştır. MS65’de Dioscorides tarafından yazılan ve günümüze dekmuhafaza edilebilmiş tek eser “De materia Medica”dır.Dioscorides, Roman ve Yunan herbalistler (bitki uz-manları)arasında bilinen tek otorite olarak kalmıştır.

Müslüman toprakları büyüdükçe Müslüman tüc-carlar, gezginler, Asya steplerinden Pirenelere kadargittiler. Daha önce hiç bilmedikleri egzotik bitkiler, to-humlar, ağaçlar ve baharatlarla tanıştılar, onları topla-dılar ve geri geldiklerinde beraberinde bol miktardamalzeme ve bilgi getirdiler. Kağıdın icadı ve yaygın şe-kilde kullanımı onların yolculuklarının ayrıntıları kay-detmelerini ve gözlemler yapabilmelerini sağladı.

Bu geniş bilgi ve materyal birikiminin bilimsel tıp il-miyle birleşmesiyle yeni pek çok ilaç ve bitkisel ilaç üre-tildi. Tüm bu keşifler geniş bir bilgi hazinesini oluşturdu veansiklopedik çalışmalar ortaya çıktı. 1002 yılında ölen İbnSamacun “Otların (ilaçlık otlar), tıbbî bitkilerin ve sonuçtaoluşan ilaçların kolleksiyonu” adında bir eser yazmıştır. İbnSamajun bu eserinde kendinden önce bu alanın uzmanla-rının yaptığı çalışmalara dayanarak, bitkileri tıbbi özellik-lerine göre sınıflandırmıştır. 11. yy’da İbn Sina daCanon’unda bitkisel tedavinin 142 özelliğini sıralamıştır.

Botanik, bitki bilimi ve bitkilerin tıpta kullanımıelden ele dolaşmıştır. “Modern botaniğin babası” olarak ad-landırılan Ebu Hanife al-Dinavarî “Bitkiler üzerine birinceleme” adlı çalışmasında bitkilerin geniş bir listesinitoplamıştır. 10. yy tıp alimi Razi safranı gut hastalığınıntedavisinde kullanmıştır. Botaniğin akademik bir bilimhaline gelmesi ve kimya alanında yaşanan gelişmeler bit-kilerle tedaviyi popüler hale getirmiştir. Endülüs, bitkiselgelişim için adeta bir sıçrama tahtası olmuştur. 11. yy’daİspanya - Toledo’da daha sonrada Sevilla’da Avrupa’nınilk büyük botanik bahçeleri kurulmuştur. Bu bahçeler ilkönce zevk için yapılmıştı fakat aynı zamanda Yakın veOrtadoğu’dan getirilen bitkilerin iklime alışmaları içindeneme bahçeleri olarak da kullanıldı.

“Basit çareler ve yiyecekler sözlüğü” adlı eczacılıkalanındaki önemli ansiklopedik çalışmasında İbn Bay-tar botanik bilgisini yansıtmış ve binlerce farklı bitki veonların özelliklerini ele almıştır.

En iyi alternatif tıp kitaplarından biri de 1165’deölen el-Gafikî’nin “Basit ilaçlar kitabı” dır. Bu eser ola-ğanüstü bir şekilde doğruydu ve Max Meyerhof tara-fından 1932’de Mısır’da yeniden bastırılmıştır.

10.yy’da İbni Culjul, Dioscorides’in 900 yaşındakikitabını yorumlamış, Arapça’ya çevirmiş ve esere san-dal ağacı, demirhindi (hint hurması), kâfur ve kakulegibi yeni maddeler eklemiştir.

Bitkisel tıpta basit ama atılım niteliğinde olan, Müslü-manların en önemli katkılarından biri de, bitkilerin hastalarüzerindeki etkilerinin gözlemlenmesidir. Günümüzde bu çokbasit gibi görünebilir ama o zamanlar sadece Müslümanlarbitkisel tıp alanında deney ve gözlem yöntemlerine, bilimselyöntemlere bağlı olarak hareket ediyordu.

Avrupa’da bitkiler üzerine kitaplar çok azdı ve sadecebirkaç bilim adamı tarafından biliniyordu. 15.yy’ın sonunadek Avrupalılar, Arapça’dan tercüme edilmiş eserlerden veRumca yazılı eserlerin Arapça versiyonlarının Latince çe-virilerinden yararlanıyorlardı. Bu nedenle 1500-1600 yıl-ları arasında Dioscorides’in eseri 87. baskısına ulaşmıştır.Avrupalı bilim adamları Latince, Rumca ve Arapça kay-nakları tam olarak anlamakta dolayısıyla da içerikleri takipetmekte zorluk çekiyorlardı. Çünkü özellikle Rumca eser-ler ikinci el tercümelerdi ve yerel lehçelerde yazılmıştı. Butür sorunlar yüzünden İngiliz diplomatı Sir Thomas Elyot

İlknur Melekoğlu • [email protected]

Bitkisel Tıp ve EczacılıkMüslümanların günlük yaşamımıza katkıları

Page 29: MAI /MAYIS 2010 • Jg./Yıl: 16, Nr./Sa yı: 185 İslam ... filePerspektif MAI /MAYIS 2010 • Jg./Yıl: 16, Nr./Sa yı: 185 İslam Toplumu Millî Görüş aylık yayın organı Yiyin,

k ü l t ü r

M A I / M A Y I S 2 0 1 0 / 29 /

okurlarını “eskiden kalma eserlerden birşey anlamadığı” yö-nünde bilgilendirmiştir. Maalesef bitkisel tıpta Ortaçağ Av-rupası’nda mumya kanının kullanılmasına dek varanuygulamalara da rastlanmıştır, öyleki bazı ilaçların içineceset kanları katıldığı bilinmektedir.

Yüzyıllardır kırsal kesimde bitkilerle tedavi hayatınbir parçası olarak devam edegelmekle birlikte, bugünMüslümanlar arasında bitkisel tıp yeniden giderekartan derecede önem kazanmakta, çok sayıda bitkiseltıp hekimi yetişmektedir.

Eczacılık Irak’ta 9.yy’da eczacılar bağımsız olarak kendi özel

eczanelerini işleten şahıslardı. Hapların korunması, de-polanması ve birleştirilmesi gibi işleri yapan eczacılariçin bu meslek baba mesleğiydi, yani eczacılık babadan-oğula bir gelenek halinde sürdürülüyordu. Bu “aile iş-letmeleri” özellikle 12.- 13.yy’da hükümet tarafındanatanan memurlar, muhtasipler tarafından denetleni-yordu. Muhtasipler, tartı ve ölçülerin doğruluğunu, kul-lanılan ilaçların saflığını kontrol ediyor, kötü ve bozukhapların kullanımını durduruyorlardı. Eczacılar, bozukilaçları kullanırlarsa onur kırıcı cezalara çarptırılabili-yordu. Bu nedenle tüm eczacılar “sağlık ve güvenlik”kriterlerini yerine getirmek zorundaydılar.

1000 yıl önceki bu eczanelerde de dispanserler vebasit laboratuarlar gibi üretim kısımları vardı ve bura-larda çeşitli şuruplar, merhemler üretiliyordu. Bu ne-denle eczacılığın pratik yönü çok gelişmişti ve eczacılıkbilim adamları tarafından desteklenmişti.

9. yy’da Sabur İbni Sehl, hastalıklar için çok çeşitli sayıdailacı ve devayı tanımlayan ilk hekimdir. Razi ilaçlardakikimyasal içerikleri desteklemiştir. İbni Sina 700 ilacı, içerik-lerini ve özelliklerini tanıtmıştır. Kindî ise tıbbî formullerintemeli olan ilaçların doğru dozajlarını belirlemiştir.

11.yy’da Birûnî en değerli çalışmalardan biri olan;ilaçların özelliklerini, eczacılığın rolünü, eczacınınfonksiyonlarını ve görevlerini anlattığı “Eczacılğın ki-tabı” adlı eserini yazmıştır. Bu alandaki en etkili isimler-den olan İspanyalı Zehravî, arıtma ve damıtmayöntemlerini kullanarak ilaç yapımının öncüsüdür ki, busayede çok çeşitli ilaçların üretimi mümkün olmuştur. Bu-nunla yetinmeyen Zehravî, ameliyatlarda iç dikiş için

kullandığı katgüt( hayvan bağırsaklarından yapılmış ip)maddesinin içine ilaçları koyarak ilaçların kullanımınıkolaylaştıran ilaç kapsulleri yapmıştır. Zehravî’nin eseriLiber Servitoris adıyla Latince’ye çevrilmiştir.

10. yy’da Ebu Mansur Muvaffak “İlaçların doğru öze-liklerinin temelleri” adlı bir eser kaleme almıştır. Bu kitaptaarsenik oksiti tanımlamış, silisik asidden bahsetmiştir ki,bugün bunların bir kullanımı da mide ağrılarında koru-yucu bir zar oluşturulmasını sağlayan ilaçlardadır. Sodyumkarbonat ve potasyum karbonat arasındaki farkları belirginbir şekilde ortaya koymuştur. Bakırın zehirleyici özelliğinedikkat çekmiştir. Deniz suyunun içmek için arıtılmasın-dan da bahsetmiştir. Bu eczacıların amaçlarından biri deçalışmalarını, en üst seviyede pratik değer kazandıracak şe-kilde uzmanca organize etmekti. Bu nedenle ilaçları kolayve hızlı ulaşılabilmesi için alfabetik olarak listelemişlerdir.Ansiklopediler, tıbbî özelliklere göre kısımlar halinde yada bütün halinde hazırlanmıştı.

Tüm bu eczacılık bilgileri Avrupa’ya ulaşmış, 13.yy’da St. Amandlı Johannes ve Prof. Pietro d’Abbanogibi eczacıları etkilemiştir. Bu eserlerden biri de İspan-yalı İbni Vafid’in 500 sayfalık “Basit ilaçlar kitabı” dır.Tamamlanması 21 yıl süren kitap, Latince olarak 50kezden fazla basılmıştır. İbn Vafid ilaçların aksiyonu-nun yanısıra, uyku ve banyo yapmayı da incelemiş, bitkiyetiştirilmesi, botanik, kimya ve tıp birbiriyle alakalı ol-duğu için çiftçilik hakkında da yazmıştır.

Floransalı hekim Pozzo Toscanelli’nin yazdığı ki-tapta da Müslümanların etkileri görülmektedir.

Müslümanları eczacılığı Amerikalı Tarihci MartinLevey tarafından yeniden incelenmiştir. 1977’de ölenLevey; Arapça eserleri tercüme etmiş ve bunlardan, bir çokterapik tedaviyi, zehirler hakkındaki kitapları, yedek ilaç-ları, ilaçların hazırlanışlarını ve tariflerini yeniden ortayaçıkarmıştır. Birleşik ilaçlar, haplar, pastiller, pudralar, yağlar,şuruplar, losyonlar ve diş macunları hakkında bilgiler bul-muştur. Tüm bu bilgiler 1000 yıl önce yaşayan insanların dagelişmiş ilaçlar ve araştırmalardan yararlandıklarını bir kezdaha kanıtlamaktadır.

Kaynak:• 1001 Inventions-Muslim heritage in Our World, Prof.Salim T S Al-

Hassani, 2006, Foundation for Science, Technology and Civilisation

Razi'nin farmokolojik tablosu İbn Baytar'ın Süleymaniye Kütüphanesi’ndeki eseri

Page 30: MAI /MAYIS 2010 • Jg./Yıl: 16, Nr./Sa yı: 185 İslam ... filePerspektif MAI /MAYIS 2010 • Jg./Yıl: 16, Nr./Sa yı: 185 İslam Toplumu Millî Görüş aylık yayın organı Yiyin,

k ü l t ü r

I G M G • P E R S P E K T İ F/ 30 /

En genel anlamıyla hikayelerde ne buluruz? Buzor soruya cevabım, hikayelerde tamamenhayatın içinden adeta bir tablo vardır olabilir.Bunu kendine has üslubu ile yapar hikayeci.

Okurken kafanızda hemen bir resim canlanır, sanki siz-de orada geçen kişi, olay, mekan ile içiçe olur, hikaye iyiyazılmışsa şayet, o örgünün sunduğu ruh haline bürünürsüz.Hikayelerde elbetteki bir konu veya konular işlenir. Buahlaki bir ders, toplumsal ya da siyasi bir mesaj, tarihi birvakıanın canlandırılması olabilir ya da tamamen insanınruh dünyasının okuyucuya yaşatmak gayesinde bir hikayeolabilir. Liste daha da uzatılabilir. Bu arada yazıya giri-şimize bakıpta usta bir hikaye tahlilcisinin kalemindençıkma yazı ile muhatap olduğunuz zannına kapılmayı-nız. Hayır, burada hikaye tahliline girecek değilim, bu-na zaten bilgim, tecrübem kafi gelmeyeceğinden böylebirşeye cüret edemem. Hikaye tahlili yapabilmek bir öm-rü edebiyata adamış olmayı gerektirir. Bildiğim kadarıylaMehmet Kaplan Hoca’nın hikaye tahlilleri adlı eseriniistisna tutarsak bizde fazla örneği de yok. Bu yüzden ya-zımda yapmak istediğim, Mustafa Kutlu’nun okuduğumhikayelerinden edindiğim izlenimi, bana hissettirdikle-ri, gösterdiklerini müktesebatım elverdiğince (başka tür-lü nasıl olabilir ki zaten) kaleme almak olacak.

Herşeyden önce geçmişte hikaye, roman ve benzeriedebiyat ürünleri ile olan ilişkime biraz değinmeliyim.Edebiyatın bu türlerine ilişkin kanaatim, onlarla fazla iç-li dışlı olmamama rağmen (nadanlığın bir alametinin debilmediğini küçümsemek olduğunu hatırladım şimdi), sı-cak değildi(r). Okumakta zorlanır, çoğu zamanda yarı-da bırakır, daha ehemmiyetli gördüğüm düşünce! metinlerineyönelir(d)im. Mustafa Kutlu’nun hikayelerini okurken,bu tavrımdan uzaklaştığımı, kitaplarda kaybolduğumu,elimden düşürmek istemediğime şahit oldum. Bununsebepleri üzerine düşünmeye çalışmanın ve doğal olaraksonuçta ortaya çıkan düşüncenin hülasası olarak bu met-ni yazıyorum.

Hikayelere dairBahsettiğim yakınlaşmamı ilk planda hikayelerin di-

line yorasım geliyor. Sade ve bir o kadar da akıcı anlatı-mın beni kendisine çektiğini hissediyorum kitapları okur-ken. Birde hikayelerde ne abartılı bir eski dil kullanımı-nın, ne de kulağı tırmalamayı bırakın, artık dilin sizin di-liniz olduğundan bile şüphe ettiğiniz bir öztürkçeden! uzak

Ömer Faruk Altıntaş • [email protected]

Bir hikayecinin izinde

Edebiyatın bu türlerine ilişkin kanaatim, onlarla fazla içli dış-lı olmamama rağmen (nadanlığın bir alametinin de bil-mediğini küçümsemek olduğunu hatırladım şimdi), sıcakdeğildi(r). Okumakta zorlanır, çoğu zamanda yarıda bıra-kır, daha ehemmiyetli gördüğüm düşünce! metinlerine yö-nelir(d)im. Mustafa Kutlu’nun hikayelerini okurken, butavrımdan uzaklaştığımı, kitaplarda kaybolduğumu, elim-den düşürmek istemediğime şahit oldum.

Page 31: MAI /MAYIS 2010 • Jg./Yıl: 16, Nr./Sa yı: 185 İslam ... filePerspektif MAI /MAYIS 2010 • Jg./Yıl: 16, Nr./Sa yı: 185 İslam Toplumu Millî Görüş aylık yayın organı Yiyin,

k ü l t ü r

M A I / M A Y I S 2 0 1 0 / 31 /

olması. Türkiyede yayımlanan kitaplardaki dil kullanımçeşitliliğine (zenginlik demiyorum) vakıf olanlar ne kas-tettiğimiz anlıyacaklardır. Diğer bir nokta Mustafa Kut-lu’nun hikayelerinin konusunu yaşadığımız coğrafyanın,bilhassa Anadolu çoğrafyasının insanından alması. Ta-rihi, kültürü, dini, sevinçleri, ızdırapları, açmazları, im-kanları ile bu coğrafyanın insanından. O nedenle oku-duklarınız size çok tanıdık geliyor, çoğu zaman sizindegözünüze çarpan ama bakmadığınız, için göremedikle-rinizi hemen tanıyorsunuz.

Bir köyü ve köylüyü anlatıyor, tanıyorsunuz, bir me-murun günlük yaşantısından sahneler sunuyor benzeti-yorsunuz, bir minübüs şoförü ile hemen ahbap oluyor-sunuz. Tüm bu sahnelerin arkasında çok iyi bir gözlem-cinin, yani hayatın akışı esnasında gözünün önünde akıpgidip insan ve olaylara dikkat kesilen bir zihnin olduğuçok açık. Bu gözlemciliğin yansıması olarak hikayeler-de adeta toplumun, yani benim de bütününün bir par-çası olduğum toplumun panoramasını önünüze koyuyor.Yazarın kendisinin içerisinde olduğu bir panorama bu.Yazarın içinde olan diyoruz, çünkü işlediği konuların ız-dırabını derinden yaşayan, bir toplumun farklı gözükentüm yönleri ile beraber aslında açmazlarında ve imkan-larında ortak olduğu hissiyatına sahip bir insanın kale-miyle yazıldığını hemen anlıyorsunuz. Ayrıca bizleri çev-releyen tabiata ne kadar uzak düştüğümüzün yine bu me-tinleri okurken farkına vardım. Ağaçların çeşitleri ve gü-zelliğine, yaprakların rüzgarda savruluşuna, bir çeşme-den akan suya, ahşap bir evin zerafetine dikkat kesilme-yi hikayelerde gördüm.

Izdırabımızın kaynağıOkuduğum bütün hikayelerinin zemininde ise ortak

olarak, modern medeniyet ve geleneksel hayat tarzımız,bununla bağlantılı ekonomik şartlar, üretim, tüketim, do-ğanın tahrip edilmesi, değişen hayat, şehirler, köyler, ah-laki tahribat, insanımızın değişmesi, kanaat gibi eski has-letlerin önemi, korumamız gerekenler, elimizden uçupgidenler, eski insanlar, geçmişimizden bize kalan eserlergibi temel konular yer alıyor. Toplumumuzun yaşadığıtüm bu değişikliklerin temelinde en yalın hali ile “para”nınrol oynaması, Mustafa Kutlu’nun hikayelerinde iktisatın,tüketimin, kanaatin merkezde yer almasını sağlıyor. Birhocamızın derste Türkiye’nin üç büyük iktisatçısı vardıronlarda, Ahmet Mithat Efendi, Ahmet Hamdi Tanpı-nar ve Mustafa Kutlu dediğini hatırlıyorum. Bunları hep-sinin edebiyatçı olduğunu söylediğimizde ise, iktisadınteorik yönlerinin öğrenilebileceğini, ancak hayata nasılyansıdıklarının resminin roman ve hikayelerde esaslı birşekilde görüldüğü ve ondan dolayı, sözüedilen yazarla-rın büyük iktisatçılar olduğu cevabını vermişti. Hakika-ten zihniyet değişimini getiren teorilerin ve bunların ha-yatı uzun vadede nasıl dönüştürdüklerini hayatın içeri-sinden görmek ve göstermek edebiyatçılara, bilhassa ro-man ve hikayecilere mahsus olsa gerek.

Bunu da yazarımızın fazlasıyla başardığını söyleye-lim. Mustafa Kutlu’nun yazdığı hikaye kitaplarının baş-lıklarını verelim: Yokuşa Akan Sular, Yoksulluk İçimiz-de, Ya Tahammül Ya Sefer, Yoksulluk İçimizde, Uzun Hi-kaye, Bu Böyledir, Sır, Menekşeli Mektup, Hüzün ve Te-sadüf, Arka Kapak Yazıları, Beyhude Ömrüm, Mavi Kuş,Tufandan Önce, Rüzgarlı Pazar, Chef, Kapıları Açmak,Huzursuz Bacak ve en son yayımlanan hikayesi Tahir Sa-mi Bey’in Özel Hayatı. Yazımızla herbiri ayrı bir yazı-nın konusu olabilecek bu hikayelerin okunmasına vesi-le olursak ne mutlu bize.

Page 32: MAI /MAYIS 2010 • Jg./Yıl: 16, Nr./Sa yı: 185 İslam ... filePerspektif MAI /MAYIS 2010 • Jg./Yıl: 16, Nr./Sa yı: 185 İslam Toplumu Millî Görüş aylık yayın organı Yiyin,

i s l a m u n d l e b e n

I G M G • P E R S P E K T İ F/ 32 /

Der Begriff Verschwendung (Isrâf ) be-schreibt das Abweichen vom rechten Maß.Die übermäßige und unrechtmäßige Ver-wendung von Ressourcen wird im Allge-

meinen als Verschwendung angesehen. Das arabischeWort für Verschwendung, „Isrâf“, ist abgeleitet von demWort „Saraf“, das Übertreibung, Maßlosigkeit, Fehler,Unglaube und Unwissen, bedeutet. Imam Gazâlî defi-nierte den Begriff Verschwendung folgendermaßen:„Die Ausgaben im Rahmen der von der Religion, den Tra-ditionen und der Menschheit vorgegebenen Grenzen sindein Zeichen von Großzügigkeit. Ausgaben unterhalb die-ser Grenze weisen auf Geiz hin. Verwendungen von Mit-teln oberhalb dieser Grenze sind wiederum Verschwen-dung.“ 1

Auf das Thema Verschwendung wird im Koran deut-lich hingewiesen. So taucht der Begriff an vier Stellen mitunterschiedlichen Bedeutungen und in verschiedenenZusammenhängen auf. In einigen Versen wird Isrâf in denBedeutungen Schirk (Götzendienst), Kufr (Unglaube)und Zulm (Ungerechtigkeit, Unterdrückung), also ins-gesamt als Abwendung von dem Tawhîd-Glauben, ver-wendet. (Sure Âraf, [7:81]; Sure Yûnus, [10:83]; SureSchuarâ, [26:151-152]; Sure Yâsîn, [36:19])

Isrâf beschreibt auch den Zustand des Menschen, „dersich in Rebellion den Sünden zuwendet und sich selberschadet“ (Sure Zumar, [39:53]). Der Gesandte Gottes,Muhammad (saw), verwendet den Begriff, um einenMenschen zu beschreiben, der sein gesamtes Leben inSünde verbringt, maßlos handelt und sich außerhalbder erlaubten Grenzen bewegt. 2

Der Begriff Isrâf im KoranAuch gegen die Gebote der Religion zu handeln,

wie etwa die Ermordung eines unschuldigen Men-schen, wird mit dem Begriff Isrâf zum Ausdruck gebracht.(Sure An’âm, [6:141]; Sure Âraf, [7:8]; Sure Isrâ,[17:33])

Schließlich wird der Begriff auch für den Um-stand verwendet, Besitztümer und Ressourcen für un-nütze und überflüssige Verwendungen auszugeben,was auch die gängige Verständnisweise ist (Sure Ni-sâ, [4:6]; Sure Furkân, [25:67]). Zudem gibt es zahl-reiche Hadithe, in denen Isrâf in diesem Zusam-menhang verwendet wird. 3 Dies führte im Laufe derZeit zu einer Bedeutungsverengung, so das Isrâf inRechtsfragen, im Tasawwuf (Mystik) und in der Ethik-literatur im Allgemeinen als Beschreibung eines über-mäßigen Verbrauchs materieller Güter verwendet wur-de. Die Ausführungen bekannter Gelehrter wie etwaDschurdschânî 4 und Tabaranî 5 bestätigen dies.

Im Islam gilt alles als ein Geschenk Gottes, das ge-schützt und wertgeschätzt werden sollte. Diese GabenGottes sollen dazu verwendet werden, Allahs Wohl-gefallen zu erreichen und die Menschen glücklich zu ma-chen. Daher wurden Alkohol, Glücksspiele, Unzucht,Bestechung und alles, was der Gesellschaft und demEinzelnen Schaden zufügen kann, verboten. Auch ver-schwenderische Ausgaben, extravagante Güter, die beiden Mitmenschen Eifersucht hervorrufen können, sindverboten oder werden zumindest nicht gutgeheißen.Der Islam ist eine Religion des Gleichgewichts. Ausdiesem Grund werden nicht nur die Ausgaben für dieoben genannten verbotenen Handlungen und Luxus-güter als Verschwendung bezeichnet, sondern auch derüberschwängliche und übertriebene Konsum als haram(verboten) oder makrûh (verpönt) angesehen.

Demgegenüber wird Ausgewogenheit und Be-scheidenheit – sogar in Bezug auf die Ibâdas (Gottes-dienste) – empfohlen. So wird das übertriebene Fest-halten an den Ibâdas als Maßlosigkeit bezeichnet, wennsie zur Vernachlässigung der Familie und gesellschaft-lichen Pflichten führen.

M. Hulusi Ünye • [email protected]

Esst, trinkt, aber seid dabeinicht verschwenderisch

Page 33: MAI /MAYIS 2010 • Jg./Yıl: 16, Nr./Sa yı: 185 İslam ... filePerspektif MAI /MAYIS 2010 • Jg./Yıl: 16, Nr./Sa yı: 185 İslam Toplumu Millî Görüş aylık yayın organı Yiyin,

i s l a m u n d l e b e n

M A I / M A Y I S 2 0 1 0 / 33 /

Das Maß des IsrâfIn den Büchern des Rechts (Fikh) wird das Thema

Isrâf häufig aufgegriffen. Der Grund hierfür ist dieWandelbarkeit der selben in Bezug auf ökonomische,gesellschaftliche und kulturelle Bedingungen. Dennder Wohlstand einer Gesellschaft wirkt sich auf dasKonsumverhalten des Einzelnen aus. Muslimische Ge-lehrte unterteilen lebenswichtige Ausgaben in drei Be-reiche. In die erste Gruppe gehören lebensnotwenige Aus-gaben. Zu der zweiten Gruppe gehören Ausgaben, dienicht lebensnotwendig sind, aber einen gewissen Wohl-stand ausdrücken. Zur dritten Gruppe gehören jeneAusgaben für extravagante Produkte. Im Alltag sinddie Grenzen zwischen den einzelnen Kategorien schwerzu ziehen. Ausgaben, die von der Mehrheit der Ge-sellschaft nicht als Luxusware erachtet werden, geltennicht als Isrâf.

In Koranversen wird ermahnt kein verschwenderi-sches Verhalten zutage zu legen. „O ihr Kinder Adams!Zieht euch für jede Gebetsstätte schön an und esst undtrinkt, aber schweift nicht aus. Siehe, er liebt die Aus-schweifenden nicht.” (Sure Âraf, [7:31]) Des Weiterenwerden die Muslime im folgenden Koranvers daraufhingewiesen, den Unterhalt nicht für Glückspiele undanderen Zeitvertreib auszugeben: „Und gebt nicht den geis-tig Behinderten das Vermögen, das Allah euch für ihrenUnterhalt gegeben hat.Versorgt sie damit, kleidet sie, undsprecht freundlich mit ihnen.” (Sure Nisâ, [4:5])

Das Konsumverhalten des Menschen ist heute ge-prägt von seinem Glauben, seiner Kultur, seiner Le-benseinstellung und Gewohnheiten. Nach islamischemVerständnis liegt der Produktion der Gedanke von Ver-schwendung zugrunde. Die Produktion orientiert sichan dem Bedarf der Menschen an Lebensmitteln, Un-terkunft, Kleidung, Bildung, Gesundheit, Sicherheit,Transport und Informationsmedien.

Gleichgewicht Der übermäßige Luxus schadet der Gesellschaft.

Doch unter Luxus ist nicht der Kauf der neuesten tech-nischen Geräte zu verstehen. Vielmehr fallen darunterAusgaben für Alkohol, Glücksspiele, Unzucht, Luxus-kleidung, unnütze Ausgaben, die außerhalb der finan-ziellen Möglichkeiten liegen und Ausgaben, die dem Prunkund der Prahlerei dienen. Im Koran werden Menschenerwähnt, deren Leben dem Luxus und der Muße ge-widmet ist. Diese Menschen bringen nicht nur Unheilüber ihr eigenes Leben, sondern auch über das der an-deren. Jene, die ein Leben in Luxus führen, ungeach-tet der Armen und Bedürftigen in der Gesellschaft,werden im Koran als solche beschrieben, die vom rech-ten Wege abgekommen sind: „Den Menschen ist es ei-ne Lust, sich an Frauen und Kindern, aufgespeichertenSchätzen an Gold und Silber, Rassepferden, Herden und

Ackerland zu erfreuen. So ist der Nießbrauch des Lebensim Diesseits. Aber Allah – bei ihm ist die schönste Heim-statt.” (Sure Âli Imrân, [3:14])

Der globale Aspekt der VerschwendungDer Hang zur Verschwendung ist nicht nur ein in-

dividuelles Problem. Er betrifft auch Regierungen undWirtschaftsprogramme. So müssen nicht nur Indivi-duen innerhalb der Gesellschaft Abstand vom ver-schwenderischen Verhalten nehmen, sondern die gesamteGesellschaft.

Trotz der oft zur Sprache gebrachten Rohstoff-knappheit werden in vielen Ländern mit einem kapi-talistischem Wirtschaftssystem natürliche Ressourcenübermäßig und unbedacht verbraucht. Den normativenPrinzipien eines islamisch orientierten Wirtschafts-system zufolge wird die Verschwendung von Ressour-cen abgelehnt. Der Bedarf wird an der Notwendigkeitbemessen. So werden Ressourcen nach der Bedürftig-keit auf den Markt gebracht und dem Isrâf vorgebeugt.Mit der Produktion wird der Bedarf gedeckt. Doch inmodernen Wirtschaftssystemen steht die Produktion imVordergrund. Aus diesem Grund werden Menschenzum Konsum verleitet. Aufgrund der hohen Produkti-on sind die Menschen somit quasi zum Konsum ge-zwungen, was wiederum zur Verschwendung führt.Menschen werden durch Marketingstrategien undWerbung zum übermäßigen Konsum angestachelt.Menschen mit uneingeschränktem Konsumverhalten undHabgier sind die Konsequenz daraus. Der Islam lenktdie Befriedigung der Bedürfnisse des Menschen aufdie immaterielle, geistige Ebene.

Als Muslime müssen wir in Bezug auf unsere Aus-gaben folgendes im Auge behalten. Wir müssen das Ver-botene vermeiden, Halal-Produkte verbrauchen, auf dieHygiene achten, Maßlosigkeit vermeiden, auf die Gesundheitachten und an die Menschen in unserem Umfeld, dieArmen und Bedürftigen denken. Unser Wasser- undElektrizitätsverbrauch darf nicht verschwenderisch sein.Darüber hinaus sollten wir uns auch stets vor Augen hal-ten, dass der unnütze Verbrauch von allen Formen vonRessourcen Verschwendung ist. Auch Gesundheit undZeit müssen als wichtige Ressourcen wertgeschätzt undnicht unnütz verschwendet werden. Denn auch dafürwerden wir zur Rechenschaft gezogen werden.

Fußnoten:

1 Gazâlî, İhyâ, 3/259-2602 Muslim, Tawba, 25-263 Mudschamu’l Mufahras Li-Elafiz-ı’l Hadith-i’n-Nabawî, Bd. 2,

S. 454-4554 Dschurdschânî, Ta’rifat, “al-Isrâf ”5 Tafsîr at-Tabarî, Bd. 14, S. 563-565

Page 34: MAI /MAYIS 2010 • Jg./Yıl: 16, Nr./Sa yı: 185 İslam ... filePerspektif MAI /MAYIS 2010 • Jg./Yıl: 16, Nr./Sa yı: 185 İslam Toplumu Millî Görüş aylık yayın organı Yiyin,

a k t u e l l

Aufgrund der Vorfälle von sexuellem Miss-brauch sowie körperlicher Gewalt erlebt diekatholische Kirche eine ihrer größten Krisen.Fast tagtäglich werden neue Missbrauchsfälle

bekannt. Da die katholische Kirche bisher keine aus-reichenden Vorbeugemaßnahmen ergriffen hat, ist manzurecht um die Zukunft derjenigen Kinder besorgt, dieimmer noch entsprechende Einrichtungen besuchen.Aus den Diskussionen um die Missbrauchsfälle sollteaber nicht nur die katholische Kirche, sondern alle re-ligiösen Bildungseinrichtungen Konsequenzen ziehen.Es wäre allzu billig, die Kritik an derlei Vorfällen nurauf die katholische Kirche zu reduzieren und die ka-tholischen Einrichtungen der Ermöglichung oder För-derung von sexuellem oder physischem Missbrauch zubezichtigen.

Zwei Beispiele für diese einseitige und beschränk-te Kritik sind die Titelbilder der Zeitschriften „DerSpiegel“ und „Titanic“. Die mehr als geschmacklos undanstößigen Titelbilder dürften auch Muslimen miss-fallen. Auch wenn mann von dem Magazin „Titanic“nichts anderes erwartet hat, als eine der Satire ver-pflichtete Herangehensweise, wäre es notwendig, sichauf das eigentliche Problem zu konzentrieren. Ferner soll-ten, wenn nicht die der Kirche oder einer anderen Re-ligionsgemeinschaft, so doch die eigenen moralischen

Maßstäbe beachtet bzw. erneut überdacht werden. An-dernfalls stellen die Titelbilder der beiden Zeitschrif-ten eine andere Form des Missbrauchs dar. In diesemSinne ist die Kritik von katholischer Seite im Wesent-lichen durchaus nachvollziehbar.

Die Herangehensweise der Zeitschriften als eineandere Form des Missbrauchs zu beschreiben, wird si-cherlich auf Kritik stoßen, weil es anscheinend nichtals selbstverständlich gilt, gesellschaftliche Entartungenanzusprechen. Deshalb fragte die Wochenzeitung „DieZeit“ im Titel ihrer 16. Ausgabe 2010 „Was darf man inDeutschland noch sagen?“ 1, wobei aber die Frage ausge-klammert wurde, dass es für religiöse Menschen sehr schwerist, gesellschaftliche Themen anzusprechen, da diesmeist als religiöse Überheblichkeit wahrgenommenwird. Trotz allem sollten auch wir Muslime mit unse-rer Kritik fortfahren, ohne aber die Grenzen des Res-pekts und des guten Tons zu übertreten; so wie wir esauch von allen Akteuren der Gesellschaft erwarten.

Man mag der katholischen Lehre nicht zustimmen,sich gegen sie stellen. Doch ist das beileibe kein Frei-brief für die umstandslose Beleidigung und Verletzungeines großen Teils der Gesellschaft. Umso geistloser istdie vermeintliche Kritik der betreffenden Zeitschrif-ten, die nicht nur Katholiken, sondern auch Angehö-rige anderer christlicher Konfessionen und nicht-christ-liche Religionsgemeinschaften betrifft.

Missbrauchsfälle gab es nicht nur in kirchlichen,sondern auch in „säkularen“ Einrichtungen. Schließ-lich ist es eine der renomiertesten PrivatschulenDeutschlands, deren Name sich in puncto sexuellemMissbrauch neben dem der katholischen Kirche in un-ser Gedächtnis eingeprägt hat: die Odenwaldschule.Nachdem zahlreiche Missbrauchsfälle in der Schulebekannt wurden, befindet sich die Odenwaldschule„derzeit in einem Prozeß der Aufarbeitung der dunklenSeite ihrer Vergangenheit.“ 2 Der Unterschied bei dermedialen Handhabung der Vorfälle in dieser Schuleim Vergleich zur Kritik an der katholischen Kirche be-steht darin, dass der Reformschule nicht vorgeworfenwird, sie habe Räume geschaffen, der sexuellen Miss-brauch erleichtere oder geradezu forciere.

İlhan Bilgü • [email protected]

Billige Kritik

Man mag der katholischen Lehre nicht zustimmen, sich ge-gen sie stellen. Doch ist das beileibe kein Freibrief für dieumstandslose Beleidigung und Verletzung eines großen Teilsder Gesellschaft.

I G M G • P E R S P E K T İ F/ 34 /

Page 35: MAI /MAYIS 2010 • Jg./Yıl: 16, Nr./Sa yı: 185 İslam ... filePerspektif MAI /MAYIS 2010 • Jg./Yıl: 16, Nr./Sa yı: 185 İslam Toplumu Millî Görüş aylık yayın organı Yiyin,

a k t u e l l

Was der katholischen Kirche aber angehängt wer-den kann, ist, innerhalb der Kirche bekannt geworde-ne Fälle auch innerkirchlich zu regeln, anstatt sie denaußerkirchlichen Behörden mitzuteilen. Dass die in-nerkirchliche Ordnung nicht ausreicht, um solchen Fäl-len vorzubeugen und Tätern ihre Strafe bzw. Opfernihr Recht zukommen zu lassen, ist offensichtlich. Des-halb ist es auch unverständlich, weshalb sich Papst Be-nedikt XVI. recht spät und nur halbherzig zu den Vor-fällen äußerte. So führt es auch nicht zur Besänftigungder Kritiker des Papstes, wenn dieser sich vor allem zuden Missbrauchsfällen in Irland deutlicher positioniert.

Und doch ist die Kritik im Schreiben BenediktsXVI. wirkmächtiger und grundsätzlicher als die Bei-träge des der Zeitschriften „Der Spiegel“ und „Tita-nic“. In der Zusammenfassung des Hirtenbriefs heißtes: „Viele Faktoren haben zum Problem beigetragen: nichtausreichende moralische und geistliche Ausbildung in Se-minarien und Noviziaten, eine Tendenz in der Gesell-schaft, zum Klerus und anderen Autoritäten aufzuschau-

en, und eine fehlgeleitete Sorge um die Reputation der Kir-che und der Vermeidung von Skandalen; dies alles resul-tierte in einem Versagen, bestehende kirchenrechtliche Stra-fen bei Bedarf anzuwenden. Nur durch sorgfältige Unter-suchung der vielen Elemente, die zur Krise beigetragen ha-ben, können ihre Ursachen korrekt diagnostiziert und ef-fektive Abhilfe geschaffen werden.“ 3 Bei den Worten desPapstes handelt es sich – zumindest dem Wortlaut zu-folge – um eine institutionelle Selbstkritik; ein Ansatz,der von der billigen Kritik zweier dem Geschmack ih-rer Leser verpflichteten Zeitschriften unterschiedenwerden sollte.

(Aus dem Türkischen übersetzt von Ali Mete)

Quellen:

1 http://www.zeit.de/2010/16/Tabus-in-Deutschland2 http://www.odenwaldschule.de/pdf/presse/Stellungnahme.pdf3 http://www.vatican.va/resources/resources_sintesi-lettera-irlan-

da-2010_ge.html

M A I / M A Y I S 2 0 1 0 / 35 /

Was der katholischen Kirche aber angehängt werden kann,ist, innerhalb der Kirche bekannt gewordene Fälle auch in-nerkirchlich zu regeln, anstatt sie den außerkirchlichen Be-hörden mitzuteilen.

Page 36: MAI /MAYIS 2010 • Jg./Yıl: 16, Nr./Sa yı: 185 İslam ... filePerspektif MAI /MAYIS 2010 • Jg./Yıl: 16, Nr./Sa yı: 185 İslam Toplumu Millî Görüş aylık yayın organı Yiyin,

a k t u e l l

Seit einiger Zeit wird über die (universitäre)Fort- und Ausbildung von Imamen diskutiert.Imame seien die theologische Referenz unterMuslimen und wichtige Multiplikatoren, sie

spielten eine Brückenfunktion zwischen muslimischerGemeinschaft und Mehrheitsgesellschaft. Deshalbkomme ihnen auch eine bedeutende Rolle in punctoIntegration und im interreligiöser Dialog zu. Hierzumüssten die schätzungsweise rund 2000 Imame derdeutschen Sprache mächtig, selbst integriert und kom-petent sein.

Kaum eine Moscheegemeinde dürfte auf den erstenBlick Einwände gegen diese Zielsetzung haben. Zu-mal sie selbst hohe Erwartungen an ihre Imame hat.Die staatliche Besorgnis um die Qualität der Imamekönnte ein Schritt in die richtige Richtung sein, wennsie dazu beiträgt, die Bedürfnisse der Gemeinden zudecken. In den Moscheen sollen die Imame die Reli-gionspraxis organisieren und betreuen, die religiöse Er-ziehung der Kinder und Jugendlichen bewerkstelligenund die „spirituelle“ Führung der erwachsenen Frauenund Männer gewährleisten. Sie sind für die religiöseBetreuung und Wissensvermittlung verantwortlich undfungieren als Ansprechpartner bei Fragen des Glau-bens und der Religionspraxis. Um all diese Erwartun-gen kompetent erfüllen zu können, ist es erforderlich,dass Imame eine theologische Grundausbildung er-halten, die Landessprache beherrschen und die Ge-sellschaft und Kultur kennen und sich am besten mitdieser identifizieren. Erst aus dieser Verbindung kannder Imam als Theologe auf der Grundlage der islami-schen Tradition und angesichts der gegenwärtigen Si-tuation auf aktuelle Fragen der Muslime antworten.

Vor diesem Hintergrund erscheint es gerechtfertigtzu sein, sich um die Fort- und Ausbildung von Imamenzu bemühen. Doch letzten Endes müssen die Muslimeselbst entscheiden, was ihr Bedarf ist und welche ArtImamausbildung für sie infrage kommt. Schließlich

sind ausschließlich die islamischen Religionsgemeinschaftendazu befähigt und befugt, die Imame zu legitimieren,die dann von den einzelnen Moscheegemeinden fi-nanziellen und ideell getragen werden müssen.

Weder der Aspekte der Legitimierung einer staat-lich forcierten Imamausbildung noch der für die Mo-scheegemeinden schwerwiegende Aspekt der Finan-zierung war bisher Thema der Diskussion. Die rechtzügig vorangetriebenen Diskussion um die Einrich-tung einer Imamausbildung, die lediglich ein Teilas-pekt der Etablierung Islamischer Studien in das deut-sche Wissenschaftssystem ist, lässt nur wenig Raum,zu überlegen, ob das angestrebte Ziel und das metho-dische Vorgehen angemessen und tragbar ist. Ge-meinsam könnte überlegt werden, ob es notwendig ist,bei der Imamausbildung dem Vorbild der protestanti-schen Theologieausbildung zu folgen. Sinnvoll wäreauch, die bestehenden Fortbildungsprojekte der isla-mischen Religionsgemeinschaften zu berücksichtigenund die Moscheegemeinden von Anfang an – etwa inForm von Praktika – in die Ausbildung zu integrieren.Hierbei könnte man sich sowohl über etwaige Erfah-rungen im europäischen Raum informieren als auchdie Tradition in der islamischen Welt zunutze machen.Weiter sollte man sich auch vor populären Forderun-gen, etwa nach Hutbas in deutscher Sprache, fernhal-ten. Eine Sprache, als Träger religiöser und kulturellerCodes, kann nicht einfach ausgetauscht werden. DieKonsequenz, die aus Verständnisschwierigkeiten derjüngeren Generation gezogen werden müsste, ist diestärkere Förderung des Türkischen, Arabischen, Bosnischenusw. und parallel dazu die Etablierung des Deutschenals „Religionssprache“.

Dies sind nur einige Aspekte, die direkt mit derImamausbildung zu tun haben und teilweise über siehinaus auf allgemeinere Diskussionen hinweisen. Lei-der ist es aber so, dass es kaum Studien und Statistikenzum Thema gibt. Das bemängelt auch Prof. Dr. RaufCeylan, Sozialwissenschaftler und Inhaber einer Pro-fessur für Religionswissenschaft mit dem SchwerpunktIslamische Religionspädagogik an der Universität Os-nabrück, Autor des neu erschienenen Buches „Die Pre-diger des Islam. Imame - wer sie sind und was sie wirklichwollen“ 1. An der Universität Osnabrück, die als Vorreiterinfür die Imamausbildung gehandelt wird, beginnt dem-

Ali Mete • [email protected]

Imame sind für die Muslime da

I G M G • P E R S P E K T İ F/ 36 /

Page 37: MAI /MAYIS 2010 • Jg./Yıl: 16, Nr./Sa yı: 185 İslam ... filePerspektif MAI /MAYIS 2010 • Jg./Yıl: 16, Nr./Sa yı: 185 İslam Toplumu Millî Görüş aylık yayın organı Yiyin,

a k t u e l l

nächst ein Fortbildungsstudiengang für Imame, der ne-ben Prof. Dr. Bülent Uçar, auch von Ceylan geleitetwird. Beabsichtigt ist es, später eine Ausbildung vonImamen einzurichten.

Auch wenn Prof. Ceylan an zahlreichen Stellen desBuches die Bedeutung und den Einfluss der Imame in-nerhalb der Gemeinde deutlich macht, erweckt die Lek-türe des leserlichen Buches eher den Eindruck, als hand-le es sich nicht vordergründig um die Darstellung derSituation und Probleme von Imamen, sondern vielmehrum die politische Frage, wie Imame im „Kampf gegenExtremismus“ (S. 181) und „demokratiefeindliche Strö-mungen“ (S. 178) sowie als Akteure der Integrationspo-litik (S. 174f.) eingebunden werden können. Die Ima-me seien die wichtigsten Informations- und Kommu-nikationskanäle in den Gemeinden. Deshalb würdensie die Zukunft des Islams in Deutschland prägen, denn„schließlich bestimmen sie mit, ob die jun-gen Muslime einen liberalen, konservati-ven oder extremistischen Islam vertretenwerden.“ (S. 17) An dieser Unterteilung– liberal, konservativ, extremistisch – ori-entiert sich dann auch die Kategorisie-rung der Imame. Ceylan unterscheidetzwischen traditionell-konservativen, tra-ditionell-defensiven, intellektuell-offen-siven und neo-salafistischen Imamen.

Dem Autor zufolge habe die deut-sche Politik es „konsequent vermieden, sichden wichtigsten Multiplikatoren in dermuslimischen Community zuzuwenden:den Imamen, die doch ganz offenkundig anden Schalthebeln der Integration sitzen, ei-ne entscheidende Rolle in den Gemeindenspielen und jährlich tausende muslimischeJugendliche unterrichten.“ (S. 173) Nur„wenige weitsichtige Politiker wie der nie-dersächsische Innenminister Uwe Schünemann oder dernordrheinwestfälische Integrationsminister Armin Laschet“(S. 10) hätten die Bedeutung der Imame erkannt undKonsequenzen gezogen. Zu diesem Sinne bestehe die„Notwendigkeit der Kooperation mit staatlichen Behör-den“ (S. 139) – also ganz im Sinne einer sicherheitspo-litischen Zusammenarbeit, wie sie sich der als weit-sichtig bezeichnete niedersächsische InnenministerUwe Schünemann auch vorstellt. Denn „die Grenzezwischen verbaler Radikalität und Gewaltanwendung auseiner religiös-ideologischen Überzeugung ist sehr schmal.“(S. 153) Noch deutlicher wird der Autor, wenn er fragt:„Sicher, noch sind es nur Worte, aber wann werden sie wohldamit beginnen, ihre hegemonialen, expansionistischen Am-bitionen umzusetzen?“ (S. 166)

Obwohl der Autor Extremisten – zurecht – derSchwarz-Weiß-Malerei, Polarisierung und des Block-

Denkens beschuldigt (S. 140), versucht er, in Gegner-schaft zu den „Rattenfängern“ (S. 139), die Notwen-digkeit der Fortbildung und Etablierung eines ande-ren Typs von Imam zu begründen, nämlich den intel-lektuell-offensiven. Zugespitzt formuliert, lautet dieBotschaft also: Wenn man möchte, dass aus den kon-servativen Imamen keine abergläubisch defensiven oderextremistischen Imame werden, müssen die intellek-tuell-offensiven Imame gestärkt werden. Die Fort- undAusbildungsmaßnahmen sollten diesen Typ Imam för-dern. „Manche Islam-Experten wie etwa Bülent Ucar vonder Universität Osnabrück gehen daher sogar so weit, lang-fristig ein Einreiseverbot für Imame aus dem Ausland zuverlangen.“ (S. 178)2

Ob diese grob verkürzte Sicht, welche Imamehauptsächlich als Teil der Integrations- und Sicher-heitspolitik behandelt, für die Diskussion über eine

Imamausbildung in Deutschland kon-struktiv sein kann, scheint doch sehrfragwürdig zu sein.

Nichtsdestotrotz ist eine Fort- undAusbildung willkommen und notwen-dig. Auch die muslimischen Religions-gemeinschaften, die sich schon seit län-gerem um die Qualifizierung ihrer Ima-me bemühen, stehen in der Pflicht, ins-besondere die finanzielle und qualitativenMissstände in puncto Beschäftigung undAusbildung noch stärker anzugehen. Esist auch durchaus denkbar, dass mit einerakademischen Verwurzelung des Islamsan den deutschen Universitäten neuetheologische Ansätze entstehen. Dochall dies – und das ist das entscheidende– darf nicht im Hinblick auf integrati-onspolitische oder gar sicherheitspoliti-sche Zielsetzungen geschehen, quasi „im

Namen des Staates“ über die Köpfe der Muslime undihrer Gemeinschaften hinweg. Vielmehr müssen dieImame in die Lage versetzt werden, ihre Aufgaben ent-sprechend den Bedürfnissen der muslimischen Ge-meinde in angemessener Weise wahrnehmen zu kön-nen, auch diese dient dem Gemeininteresse.

Fußnoten:

1 Rauf Ceylan, Die Prediger des Islam. Imame - wer sie sind undwas sie wirklich wollen, Verlag Herder, 1. Auflage, April 2010,192 Seiten, 12,95 Euro, ISBN 978-3-451-30277-0

2 Eine ausführliche Besprechung des Buches findet sich unter:http://www.igmg.de/islam/newsdetails-islam/2010/04/09/die-prediger-des-islam-imame-im-kampf-gegen-extremismus.html

M A I / M A Y I S 2 0 1 0 / 37 /

Page 38: MAI /MAYIS 2010 • Jg./Yıl: 16, Nr./Sa yı: 185 İslam ... filePerspektif MAI /MAYIS 2010 • Jg./Yıl: 16, Nr./Sa yı: 185 İslam Toplumu Millî Görüş aylık yayın organı Yiyin,

t o p l u m

Da nun etwa 10 000 Flüchtlinge in den Ko-sovo zurückkehren sollen, könnte man an-nehmen, dass sich die Lage dort verbes-sert hat. Das ist auch nicht falsch. Vieles

hat sich normalisiert im Kosovo, das sich vor zweiJahren von Serbien unabhängig gemacht hatte. Wassich aber nicht verbessert hat, ist die immer noch sehrschlechte Lage der Roma, der Hauptgrund des Auf-enthalts zehntausender Flüchtlinge auf deutschemTerritorium.

Nach dem geplanten Abkommen sollen die ko-sovarischen Flüchtlinge wieder in ihre „Heimat“ zu-rückkehren. Die Rückreise wird von der deutschenRegierung und dem UN-Flüchtlingskommissariatorganisiert. Doch leider werden wohl nicht alle imAbkommen festgehaltenen Punkte eingehalten wer-den. Wenn man die Rückführung von Millionen vonKriegsflüchtlingen seit 1989 betrachtet, sieht man,dass die Roma durchgängig vernachlässigt wurden.Angefangen vom Flüchtlingskommissariat der VereintenNationen über zahlreiche Staaten, die Berichte undStudien über die Lage der Roma anfertigen ließen, hates keiner geschafft, die Rückkehr der Roma in ihrenvorigen Wohnort zu ermöglichen.

Auch jene Gruppe von Roma, die keine Flüchtlin-ge sind, werden im Kosovo nicht gerne gesehen. Ob-wohl die Regierung versprochen hat, die erforderlichenVorkehrungen zu treffen, kann sie die Angriffe auf dieRoma nicht verhindern. Zudem ist nicht klar, ob diekosovarischen Flüchtlinge überhaupt in ihren Hei-matort kehren werden dürfen, wenn sie die Rückreiseantreten. Die Wahrscheinlichkeit, dass man sie nur inbestimmte Gebiete bringt, ist groß. In dieser Situationist es sehr schwer, Verständnis für ein Rückreiseab-

kommen aufzubringen, welches zwischen der deut-schen Regierung und der „unabhängigen“ kosovari-schen Regierung geschlossen werden soll.

Dass der Kosovo – wegen der Gefahr des Angriffsvon serbischer Seite – internationale Sicherheitskräfteim Lande beherbergt, Fortschritte beim Aufbau dereigenen Polizei und Armee gemacht hat, mag denUnabhängigkeitsstatus zwar stärken, jedoch kann esnoch lange nicht die sozialen und politischen Ent-wicklung steuern und somit auch nicht für die fried-liche Rückkehr der Roma garantieren.

Es darf nämlich nicht vergessen werden, dass es nichtallein die Gefahr war, die von serbischen Einheiten aus-ging und die ungefähr 120 000 Roma zur Flucht be-wegte. Sie wurden auch von Mitgliedern der Befrei-ungsarmee und zivilen Gruppierungen bedroht undangegriffen. An der Lage der seit der Unabhängigkeitwieder im Kosovo lebenden Roma hat sich jedenfallsnicht viel verbessert.

Das Abkommen kann auch nicht wirklich als un-abhängig angesehen werden. Die kosovarische Re-gierung ist nicht in der Lage, die Unterschrift zu ver-weigern, weil sie neben finanzieller und sicherheits-technischer Unterstützung auch in diplomatischerHinsicht von der Bundesrepublik unterstützt wird.Für die Roma wird man diese Hilfe jedenfalls nichtaufs Spiel setzen wollen. Außerdem gilt die Unter-zeichnung eines solches Abkommens als politischerErfolg für den Kosovo. Deshalb obliegt es der deutschenRegierung, die Frage zu beantworten, wie es um dieRoma stehen wird, wenn sie wieder in ihre Heimat zu-rückkehren. Dies ist eine Frage der Menschlichkeit.Nicht zuletzt wäre es auch aufgrund internationalerAbkommen höchst fragwürdig, ob gestattet werdenkann, eine Bevölkerungsgruppe ihr Land zurückzu-schicken, obwohl nicht einmal bekannt ist, wo dieseuntergebracht werden.

Auch wenn es eine gewisse finanzielle Last be-deutet, kann die deutsche Regierung nicht verant-worten, ein Abkommen zu unterzeichnen, nur weil nunein Vertragspartner existiert, ohne sich auch seinerVerantwortung gegenüber den Flüchtlingen bewusstzu werden.

Abdulgani Engin Karahan • [email protected]

Roma sind heimatlos10 000 Roma sollen in den Kosovo zurückkehren

I G M G • P E R S P E K T İ F/ 38 /

Page 39: MAI /MAYIS 2010 • Jg./Yıl: 16, Nr./Sa yı: 185 İslam ... filePerspektif MAI /MAYIS 2010 • Jg./Yıl: 16, Nr./Sa yı: 185 İslam Toplumu Millî Görüş aylık yayın organı Yiyin,

UMRE İLEMANEVÎ

TEMİZLİĞE

Umre, kendisiyle öbür Umre arasındaişlenmiş günahlar için keffârettir.”-Hadis-i Şerif-

YAZ ve RAMAZANUMRESİ

Tek bilet ilehem Umre,

hem deTürkiye’deizin imkanı

YAZ UMRE PROGRAMI

1. 24.06.10 - 08.07.10 HANNOVER/BREMEN

2. 01.07.10 - 15.07.10 BELÇİKA

3. 03.07.10 - 17.07.10 STRASBOURG

4. 15.07.10 - 29.07.10 DÜS/KÖLN/RUHR-A

5. 03.07.10 - 18.07.10 LYON/ANNECY

6. 03.07.10 - 18.07.10 PARİS

7. 05.07.10 - 19.07.10 HESSEN/RHEIN-SAAR

8. 07.07.10 - 21.07.10 BERLİN

9. 09.07.10 - 23.07.10 HAMBURG

10. 10.07.10 - 24.07.10 AMSTERDAM

11. 29.07.10 - 12.08.10 STUTTGART

12. 02.08.10 - 14.08.10 MÜNİH/NÜRNBERG

• 25 yaş altı ve üniversitelilere 1110,-€ • 25 yaş üstü 1210,-€• Türkiye’den akrabalarınızla Umre imkanı • 20,-€Aile indirimi• Almanya dışı bölgelerden 100,-€ ilave alınır• Kahvaltı ve akşam yemeği fiyata dahildir

RAMAZAN UMRE PROGRAMI

1- 08.08 2010 - 10.09.2010 FRANKFURT

2- 08.08.2010 - 10.09.2010 BELÇİKA

3- 08.08.2010 - 10.09.2010 LYON/ANNECY

4- 08.08.2010 - 10.09.2010 VİYANA

5- 08.08.2010 - 10.09.2010 AMSTERDAM

6- 08.08.2010 - 10.09.2010 PARİS

7- 27.08.2010 - 10.09.2010 FRANKFURT

8- 27.08.2010 - 10.09.2010 AMSTERDAM

9- 27.08.2010 - 10.09.2010 PARİS

10- 27.08.2010 - 10.09.2010 VİYANA

11- 27.08.2010 - 10.09.2010 BELÇİKA

12- 27.08.2010 - 10.09.2010 İNGİLTERE

RAMAZAN UMRESİ NOTLARI:1. Tüm Ramazan Umre program ücreti Almanya için 1685,-Euro ’dur.

Almanya haricindeki ülkeler için 1785,-Euro.2. Ramazan’ın son iki haftası için Umre programı Almanya için 1545,-

Euro’dur. Almanya haricindeki ülkeler için 1645,-Euro.6. IGMG e.V. Genel Merkez üyelerine 25,-€ indirim yapılır.7. Aile indirimi: Eşler için kişi başına 20,-Euro indirim yapılır. Ailenin

üçüncü ferdinden itibaren kişi başına 50,- Euro aile indirimi yapılır.8. Yaz Umre programlarında, Umre sonrası aynı bilet ile Tür-

kiye’de kalma imkanı vardır. Biletler üç ay geçerlidir. Yazprogramlarına Türkiye’den yakınlarınız dahil olabilirler.

IGMG Hadsch-Umra & Reisen GmbHBoschstr. 61-65, D- 50171 Kerpen

Telefon: +49 (0) 2237 97 46-0 • Faks:+49 (0) 2237 97 46 19www.igmghacumre.com

E-Mail: [email protected] HESAP NUMARASI:IGMG Hadsch-Umra&Reisen GmbH

Kreissparkasse KölnKontonr.: 149 27 77 81• BLZ: 370 502 99

Page 40: MAI /MAYIS 2010 • Jg./Yıl: 16, Nr./Sa yı: 185 İslam ... filePerspektif MAI /MAYIS 2010 • Jg./Yıl: 16, Nr./Sa yı: 185 İslam Toplumu Millî Görüş aylık yayın organı Yiyin,

“Umre, kendisiyle öbür Umrearasında işlenmiş günahlar

için keffârettir.”-Hadis-i Şerif-

IGMG Hadsch-Umra & Reisen GmbHBoschstr. 61-65, D- 50171 Kerpen

Telefon: +49 (0) 2237 97 46-0Faks:+49 (0) 2237 97 46 19www.igmghacumre.comE-Mail: [email protected]