89
DİYANET İŞLERt BAŞKAJSÎLlCl YAYINLARI HITABET ve DINÎ İRŞAT ÜZERINE Neda ARMANER AYYILDIZ MATBAASI ANKARA —1962

Neda Armaner - Hitabet Ve Dinî İrşat Üzerine

Embed Size (px)

DESCRIPTION

Edebiyat

Citation preview

Page 1: Neda Armaner - Hitabet Ve Dinî İrşat Üzerine

D İ Y A N E T İŞLERt BAŞKAJSÎLlCl Y A Y I N L A R I

H I T A B E T

v e

D I N Î İ R Ş A T Ü Z E R I N E

Neda ARMANER

AYYILDIZ MATBAASI A N K A R A — 1 9 6 2

Page 2: Neda Armaner - Hitabet Ve Dinî İrşat Üzerine
Page 3: Neda Armaner - Hitabet Ve Dinî İrşat Üzerine

İ Ç İ N D E K İ L E R

Ö N S Ö Z 5

B ö l ü m : I

H I T A B E T S A N A T ı N ı N T A R I H Ç E S I N E K ı S A

B I R G I R ı Ş 7

H I T A B E T I N T A R I F I V E G A Y E S I 15

H I T A B E T H A K K ı N D A T O P L U B I L G I 15

H I T A B E T I N Ö N E M I 17

B ö l ü m : II

D I N Î H I T A B E T 18

Konusu 18 Konunun Seçilmesinde Dikkat Edilecek Hu­

suslar 19 Dinî Hitabette Gözönünde Tutulacak Esaslar 24 V A A Z V E H U T B E L E R D E , PLÂJST 34

H A Z R E T - t M U H A M M E D ' ı N H I T A B E T I Ü Z E ­

R I N E K ı S A T A R I H Î B I L G I 41

Peygamberimiz'İn irşat Meclisleri 41 Peygamberimiz'in irşat Tarzı 43 Peygamberimiz Hutbelerini Nasıl Irad Eder­

di 44 Hazret-i Peygamber'in Medine'deki İlk Hut­

beleri 47

Page 4: Neda Armaner - Hitabet Ve Dinî İrşat Üzerine

B ö l ü m : III

DlNI H İ T A B E T İ N SORUMLULUĞU V E H A ­TİPLERDE B U L U N M A S I GEREKLİ V A S I F L A R 52

B ö l ü m : IV

C E M A A T İ N H U T B E O K U N U R K E N D İ K K A T EDECElĞl H U S U S L A R 62

SONSÖZ 65

H U T B E ÖRNEKLERİ 67

islâm dan Önceki Çağa Ait Bir Hitabet Ör­neği 67

Veda Haccı Hutbesi 69 Atatürk'ün Balıkesir Hutbesi 73 Bir Hutbe Örneği 78 Bir Vaaz Örneği 83

Page 5: Neda Armaner - Hitabet Ve Dinî İrşat Üzerine

Ö N S Ö Z

Toplumların tarihi ile meşgul olan kimse, in­sanların fikrî ve ruhî değerlerini yükselten yapıcı 1)ir takım mürşitlere, rehberlere muhtaç olduğunu görür. Bugün toplum hayatımızda çocukların, genç­lerin ve yetişkinlerin manevî terbiye ve telkinlerin­de en faal bir rol oynayanlar, okullarımızda öğret­men, okul dmnda ise, dinî irşatla görevli olan vaiz ve hatiplerdir.

Hitabet insanın en belirli kabiliyeti olarak bi­linir, bu kabiliyetin geliştirilmesi, güzel ve tesirli hale getirilmesi, çoğu zaman zannedildiği gibi üs­tün bir zekâya mâlik olmayı gerekli kılmaz. Bütün bilgi dallarının öğretim ve eğitiminde daha verimli bir sonuç alabilmek için belli ve plânlı bir yol di­ğer bir deyimle, bir usıd (metod) takip edilmek­tedir. Dinî hitap ve mev'izelerde bulunurken de gerekli tesirin imkân ve şartları üzerinde plânlı bir bilgiye sahip olunması zarurî bir keyfiyettir. Bu itibarla, hatip ve vaizlerimizin meslekî gayretle­rinde bir ahenk ve birlik sağlayan bir usulü tam-

Page 6: Neda Armaner - Hitabet Ve Dinî İrşat Üzerine

maları, hu yolla muhataplarma en yüksek ahlâk ve insanlık dtıygusunu henimsettirehilvıeleri için böyle bir metnin hazırlanması faydalı görülmüş­tür.

Kitabı okuyanlar elbette pek çok bilinen ve uygulanan hususlara rastlıyataklardır. Ancak, her meslek sahihi kendi yolunu aydınlatan imkânları tanımak ve herhangi bir gelişmeyi takip etmek ve bilhassa bilgilerini tazelemekle yüklendikleri gö­revde uygulama kolaylığına erebilirler.

İlerde bu alanda yazümı§ yetkin eserleri gör­meyi umar, yurdumda dinî irşat müessesesinin di­siplinli bir hale gelmesini yürekten dilerken, çalış­malarımda kolaylık gösteren ve yardımlarını esir-gemiyen Diyanet İşleri Başkanlığı'nın sayın görev­lilerine şükranlarımı belirtmeyi bilhassa bir vecibe bilirim.

N. A.

Page 7: Neda Armaner - Hitabet Ve Dinî İrşat Üzerine

B ö 1 ü ın : I

HİTABET SANATININ TAEİHÇBSİNE KISA BİR GİRİŞ

Hitabetin doğduğu yer eski Yunan şehirleri­dir. «Agora» denilen belli başlı meydanlarında halk toplanır, âmmenin menfaatine müteallik işle­ri münakaşa ederlerdi.

Romalılar ise «Scnat» denilen âyaıı meclisi ile «Forum» denilen ve hâlâ Roma'da harabesi görü­len meydanda topluma, devlete ait meseleler üze­rinde hitabette bulunurlardı.

Eski Yunan^ve Romalıların hitabet yönünden tarihe malolmuş şahsiyetleri arasında bilhassa «De-mosten» ve «Çiçeron» un adları başta gelir. Huku­kî hitabetin üstadı olarak tanınan Demosten (M. O. 384-322) daha çocukken kendi hakkını yemek isteyen vasileri aleyhine açtığı dâvayı kazanmıştı. Dilinde rekâket vardı. O bu kusurunu düzeltmek için deniz kenarına gider, ağzına küçük çakıl taş­larını alarak senelerce, dalgalara karşı söz söyliye

Page 8: Neda Armaner - Hitabet Ve Dinî İrşat Üzerine

söyliye natuk olmağa çalışırdı. Sonunda başarıya ulaştı ve üstün bir hatip olarak, birçok menkıbc-leriyle tarihe geçti.

Çiçeron (M.Ö. 106-43) a gelince; bu da mah­keme huzurunda müdafaalariyle daha genç yaşın­da iken şöhret yaptı. Memleketine mıtuklariyle bü­yük hizmetler ettiği için Romalılar ona «Vatanın babası» unvanını verdi. Çiçeron yalnız bir hatip değil, aynı zamanda siyasî bir şâir, bir belagat ho­cası, bir ahlâkiyatçı, bir lisan âlimi ve bir muhar­rir olarak zamanın geniş kültürüne de sahipti.

İslâm'dan önce cahiliye çağında da tarihe geç­miş meşhur hatipler vardır. Bunlardan biri, dev­rinde Hanif dinini kabul etmiş olan Sâide oğlu Kus'dur. Şâir ve doğru görüşlü olup konuşmaları, dokunaklı ifade ve yülcsek anlam bakımından ün salmıştı. O'nun hitabelerinden bir örnek kitabın son bölümüne ilâve edilmiştir.

Fertlerin, toplumların ve milletlerin hayatın­da pek büyük tesiri olduğu biHnen hitabet hakkın­daki bilgileri ilk defa sistemli bir şekilde ortaya koyan ve buna dair metodolojik bir anlayış geti­ren Yunan filozofu Aristo (M.Ö. 385-322) olmuş­tur. Aristo'nun Hitabet (Rhetorique) adı ile anılan bu eserinde yer alan bölümler ve kaideler ortaçağ boyunca ayrı bir ders olarak okutulmuştur.

Batı edebiyatında hitabet «genre Oratoire» zengin örneklerle devam edip gelmiştir.

Page 9: Neda Armaner - Hitabet Ve Dinî İrşat Üzerine

Bizde, 1908 senesinde ilân edilen Meşrutiyet­ten önce, dinî hitabet dışında nutuk irad etmek pek kabil olamazdı. Bir sanatın inkişafı ise serbes­ti sayesinde mümkün olabileceğinden, ancak «Meb'usan Meclisi» teessüs edince yavaş yavaş söz sÖ3'liyenler görülmeğe başladı.

Maarif tarihimiz incelenecek olursa, medrese­lerde hitabete ayrıca bir önem verilmesi lüzumu çok sonra hissedilmiştir. Hitabet derslerinin öğre­tim tarihimizin yakın bir devrinde geçirdiği saf­haları kısaca bahis konusu ederken bu hususta Osman Ergin'in mütalâalarının da ilâvesini kayda değer buluyoruz (*).

MEDRESETÜ'L-VÂtZÎN :

İslâmij-eften başka dinlerin dünyaya yayılışı ve bunu yayanların yetişme ve çalışma tarzları işi­tiliyor, bir de bizdeki vaizlerin hali görüldükçe is­lâm dini için de bu yollardan gidilmesi lüzumunu herkes hatırlıyor ve ileri sürüyordu. Fakat mutla-kiyet devrinde böyle bir teşebbüse girişilmesi hem içerden hem dışardan engellere uğrayacağı bilin­diği için bir şey yapılmaya cesaret edilemiyordu.

1908 inkılâbından sonra biraz serbesti elde edi­lince buna da başvuruldu. Ve 6 Şubat 1329 (1913)

(*) Osman Ergin, Türkiye Maarif Tarihi (îslâmî devir mektep ve müesseseleri), İstanbul 1939, cilt 1, s. 138.

9

Page 10: Neda Armaner - Hitabet Ve Dinî İrşat Üzerine

da çıkarılan bir nizamname üzerine (Ahkâm-ı âliye-i Kur'âniyye ve Sünnet-i Seniyye-i Nebeviye daire­sinde ınevâiz-i hasene-yi içtimâiye icrâsiyle Dîn-i Mübîn-i islâm'ın müessisi medeniyet ve fazilet ol­duğunu cihân-ı insaniyete neşredebilecek erbabı ke­mali yetiştirmek maksadiyle) bir medrese açılmış­tır. Şu esbab-ı mucibe de gösteriyor ki, bu medre­se vaiz yetiştirmekten ziyade propiigandacı, din naşirleri için açılmış âdeta bir misyoner mektebi­dir.

Medresenin der», programı şudur: Ccride-i İl­mîye, 0. 1, sayfa 572.

Birinci sınıf: Hadîs, kelâm, fıkıh, Siyer-i Nebî ve tarih-i İslâm, hitabet ve mev'iza, edebiyat-ı Os-ınaniyj'e, edebiyat-ı Fârisiyye, edebiyat-ı Ara-biyye, tarih.-i umumî, tarih-i Osmanî, Türk tarihi, coğrafya-yı Osmanî ve İslâmî, coğrafya-yı umumî, hesap hendese, terbiyye-yi bedeniyye.

İkinci sınıf: Tefsir, hadîs, kelâm, fıkıh, usul-i fıkıh, hitabet ve mev'iza, edebiyat-ı Arabiyye, ede­biyat-ı Fârisiyye, edcbiyat-ı Osmanij^ye, tarih-i umu­mî, tarihi Osmanî, siyer-i Nebî ve tarih-i İslâm, ce­bir, hikmet-i tabiiyye, malûmat-ı hukukiyye, ter-biye-i bedeniyye.

Üçüncü sınıf: Tefsir, hadîs, kelâm, fıkıh, usul-i fıkıh, felsefe, hitabet ve mev'iza, edebiyat-ı Arabiyye, edebiyat-ı Fârisiyye, edebiyat-ı Osma-

10

Page 11: Neda Armaner - Hitabet Ve Dinî İrşat Üzerine

niyye, tarih-i edyaıı, heyet, hıfzıssıhha, kimya, hik-met-i tabiiyye, mevâlid-i selâse, terbiye-i bedeniyye.

Programa diyecek yok. Fakat medreseliler bu­na göre hazırlanmamış olduğu için istifade edile­medi. Sonra bununla medresetü'l-eimme ve'l-huta-bâ birleştirilerek bir Medresetü'l-irşat açıldı ve bu müessese de doğmadan öldü demektir.

MEDRESETÜ'L-EİMME V E ' L - H U T A B Â :

İslâm ve Osmanlı teşkilâtında mahalle imamla­rına devletçe idarî, beledî ve dinî birçok vazifeler verilmişti. İmamlar bulundukları mahallede ahlâk zabıtası işine bakmağa, iptidaî şekilde nüfûs ve tapu kayıtlarını tutmağa, evlenme ve boşanma işlerini idareye memur oldukları gibi hükümetin o mahalle halkına vâki olacak bütün emirlerine ve tebliğleri­ne de vasıta olurlardı.

Camilerde günün beş muayyen vaktinde yapı­lan ibadeti idare etmek, ölenler için dinî merasim yapmak da imamlara aitti.

Hatiplere gelince: Haftada bir Cumaları ve senede iki defa bayram günleri ki bir senede cem'an 56 defa halkı camiye toplayıp onlara hutbe irad etmek ve bu suretle dünya ve ahiret işlerinden onları muntazaman haberdar hattâ tenvir etmek vazifeleriyle mükelleftiler. Hükümet, hatiplerin in­tihap ve tâyinine ehemmiyet verir, ellerine vesika

11

Page 12: Neda Armaner - Hitabet Ve Dinî İrşat Üzerine

olarak berat verilmedikçe, yâni hükümetin müsa­adesi olmadıkça kimse hitabet kürsüsüne çıkıp söz söyliyemezdi.

Fakat ne imam, ne de hatibin yetişine tarzları bu vazifeleri, kendilerinden beklendiği gibi yapma­ya müsait değildi.

Medresede şöyle böyle biraz okumuş, lâkin tah­silini ilerleterek ruus alıp kadılık, haşinlik, müf­tülük ve müderrislik gibi medrese tahsilinin temin ettiği yüksek mesleklere girememiş olan kimseler ancak geçinmek için mahalle imamları oldukları gi­bi, miras suretiyle babalarının yerine geçen imam oğullarının çoğunda ise o eksik medrese tahsili de yoktu.

Hatipler için iyi bir tahsilin lüzumu ise imam­lardan fazla idi. Çünkü haftada bir defa munta­zaman halkın karşısına geçip iyi ve faydalı mev­zular bularak onlara —hem de Arapça olarak— hutbe irad etmek şüphesiz yüksek bir tahsile, bü­yük bir talâkata ihtiyaç gösterirdi. Bununla bera­ber biraz gür sesi olan ve biraz da ezberciliği bulu­nan herkes birkaç yüz sene önce ve o zamanın, ya­bancı bir şehir halkının haline ve ihtiyacına göre yazılmış veya süslenmiş olan Arapça hutbeleri ez-berliyerek ve türlü türlü vaziyetler ve tavırlar ta­kınarak hattâ çoğunun mânasını bilmiyerek Arap­ça anlamıyan halk karşısında onları birer musikî

12

Page 13: Neda Armaner - Hitabet Ve Dinî İrşat Üzerine

parçası gibi okurlar ve bu suretle vazifelerini yap­mış sayılırlardı.

1913 de açılan Medresetü'l-eimme ve'l-hutabâ bu dertlere çare bulacak muktedir imam ve hatip yetiştirecek, onları dojnıracak aylıklar verecek ve netice olarak da halka hizmet ve dine hürmet tel­kin eyliyecekti. Bu medresenin ders programına gö­re şu dersler okutulacaktı:

İmamlar ve hatipler kısmı: Kur 'ân-ı Kerîm nazariyatı, Kur'an-ı Kerîm tatbikatı, malûmat-ı ka­nuniye, ilm-i kelâm, ahkâm-ı nikâh ve talâk, hita-bet-i Arabiyye nazariyatı, hitabet-i Arabiyye tat­bikatı, Türkçe hitabet, ahkâm-ı ibadet.

Ezan ve ilâhi kısmı (müezzinler için) : Kur'-an-ı Kerîm nazariyatı, Kur'an-ı Kerîm tatbikatı, ezan ve ilâhi nazariyatı, ezan ve ilâhi tatbikatı.

Bu medrese de arzu edildiği kadar semere ver­medi, rağbet eden olmadı. Umumî harbin de bun­da büyük tesiri olduğu inkâr edilemez.

MEDRESETÜ'LntRŞAD :

Medresetü'l-vaizîn ile medresetü'l-eimme ve'l-hutabâ Medresetü'l-irşat altında birleştirilmiş ve idaresi Dârü'l-hikmeti'l-îslâmiyeye verilmiştir.

Bu medrese talebesinin tahsil müddeti beş se­ne idi.

Vaa2;lar şubesi talebesi, yüksek mektepler tale­besinin haiz olduğu bütün 'haklardan ve imtiyaz­lardan istifade eder.

13

Page 14: Neda Armaner - Hitabet Ve Dinî İrşat Üzerine

Bu medreseden çıkanlar zeyil meşihatlerine, kara ve deniz askerî kıtalar imamlıklarına, vilâyet, liva ve kaza merkezlerindeki vaizliklere tâyin olu­nurlar. İmamlık ve hatiplik de ancak bu medrese­den çıkanlara verilirdi.

Medresenin d^rs programı şudur:

Vaizler şubesi ders programı: Tefsir, hadîs, kelâm, fıkıh, usul-i fıkıh, ferâiz, ahkâm.-ı evkaf, mezahib-i Islâmiye ve turuk-ı aliyye, edyân, ilm-i ahlâk, siyer-i Nebî ve tarih-i İslâm, edebiyat-ı Tür-kiyye ve inşâ, edebiyat-ı Fârisiyye, tarih-i felsefe, ilm-i içtima, hıfzıssıhha, hitabet ve mev'iza.

Hatipler ve imamlar şubesi ders programı:

Tcrtîl-i Kur'ân-ı Kerîm, fıkıh, tevhit, hadîs, bazı suver-i şerife tefsiri, hitabet, maKımatı kanuniyyc, usul-i inşa, musikî.

Vâızlar medresesiylc imam ve hatip medrese­lerinin rağbetsizlik yüzünden semere vermediğini gören Meşihat-i Islâmiyye bu mektepten çıkacak­lar için bir hayli memuriyetler de göstermişti. Tev-hid-i Tedrisat Kanununun neşrine kadar bu medre­se zayıf bir şekilde devam etti. Medreseler kapan­dığı zaman bu da İmam-Hatip mektebine kalbolun-du.»

Bugün bilindiği üzere, İmam-Hatip okulları­nın müfredat programları içinde hitabet dersleri yer almaktadır.

14

Page 15: Neda Armaner - Hitabet Ve Dinî İrşat Üzerine

HİTABETİN TARİFİ VE GAYESİ

Hitabet, insanları herhangi bir maksada doğ­ru sözle kazanmak sanatıdır.

Gayesi ise, bir konu veya maksat etrafında mu­hatapları ikna etmek, aralarında ortak bir bilgi ve heyecan yaratmaktır.

HİTABET HAKKINDA TOPLU BİLGİ

Hitabet, konusundaki ilgiye göre başlıca dinî, hukukî, siyasî, askerî ve akademik olmak üzere bö­lümlere ayrılır. Bütün çeşitlere şâmil olan genel hitabet kaidelerinin uygulanmasıyla beraber, nev'i bakımından dikkate alınması gereken özel kaideler de vardır. Meselâ, askerî nutukların, canlı, anla­şılması kolay ve yiğitçe olması, çok kere birkaç söz­den ibaret bulunması bu türün başlıca özelliğidir. Askerî hitabetin en veciz, özlü örneği olarak da, Anadolu millî ordusunun düşmanı yenmek üzere kesin savaşa başlarken «Başkumandan Mustafa Ke­mal Paşa» nın şu sözleri gösterilebilir:

«Ordular! İlk hedefiniz Akdenizdir, ileri!..»

Buradaki kısa ifadenin uzun hitaplardan daha açık ve kesin olduğu görüldüğü gibi tesir derecesi de o nispette yüksek olmuş ve emir az zaman son­ra yerine getirilmiştir.

15

Page 16: Neda Armaner - Hitabet Ve Dinî İrşat Üzerine

Hukukî veya adlî hitabet numunelerine mah­kemelerde rastlanır. «Hukuk» la ilgili bilgi, sözün bütünlüğü içinde temel teşkil edecek durumdadır. Adlî nutuklarda medenî ve cezaî meseleler müna­kaşa ve müdafaa edilir, iddia makamının mütalâa­ları ve suçluların savunmaları, kararnameler bu nev'in mahsulleridir.

ilmî veya akademik hitabe, ilmi toplantılarda îrad edilen nutuklardan teşekkül eder. Üniversite ve akademilerde «resm-i kabul» nutukları, meşhur bir edibin, bir âlimin veya vatan hizmeti yolunda ölen bir kimsenin vefatı münasebetiyle söylenen methiyeler, sanat, ilim ve fazilet mükâfatları sıra­sında söylenen sözler bu nev'e dahildir.

Dinî hitabete gelince: Batıda ((Bloquence Sac-ree» namı verilen bu hitabet şekli bilhassa mabet­lerde yer alır.

islâm dininde hitabetin bir rükün olarak var­lığı Hazret-i Muhammed'e bağlanır. Mekke ve Me­dine'de irâd buyurdukları meşhur vaaz ve hutbe­leri zamanımıza kadar intikal ettirilmiştir. Bunlar­dan en çok hatırlananı «Veda Haccı Hutbesi» dir.

ilk dört halifeye ait veciz hitabet örnekleri de islâm tarihinde yer alır. Örneğin, Hazret-i Muham-med'in vefatları esnasında, Peygamberlikle ölüm olayını telif edemeyip şaşıran bazı ashap karşısın­da, Hazret-i Ebu Bekir'in kısa ve özlü hitabeti şöy­ledir :

16

Page 17: Neda Armaner - Hitabet Ve Dinî İrşat Üzerine

«Ey nâs, her kim Muhammed (A.S.) e tapı­yorsa, bilmeli ki Muhammed vefat etti. Her kim Allah'a tapıyorsa, bilsin ki yalnız baki olan Al­lah'tır.» diyerek herkesi teskin etmiş ve Kur'ân-ı Kerîm'deki şu âyetle sözlerine halkı inandırmıştı:

«Muhammed ancak bir Resuldür; ondan önce nice resuller geldi ve geçti. Eğer o ölür veya öldü-riilürse sizler geriye mi döneceksiniz. Her kim ge­ri dönerse, Allah aslâ bir zarar görmez. Hak Teâlâ şükrcdenleri mükâfatlandırır.» (Âl-i Imran, 3/44).

HİTABETİN ÖNEMl

Hitabet insan toplulukları arasında, barış ve­ya savaşta ilerleme, yükselme, uğrunda kullanılan silâhlardan biri olarak vasıflandırılabilir. Tarihte, gelmiş geçmiş bütün idareler bu kuvvetten fayda­lanmışlardır. Bilhassa zamanımızda demokratik ol­sun veya değişik bir rejim olsun, hitabetin halk üzerindeki etkisini bilip onu türlü vasıtalarla yay­ma ve geliştirme yolundaki gayretler gittikçe art­maktadır.

Dinî hitabetin kişisel ve sosyal rolünden baş­ka, dinî bilgi ve ahlâkî geleneğin nesilden nesile aktarılmasında da önemli bir faktör olduğu kabul edilir. Zira, daha sonra etraflıca inceleneceği üze­re, dinî hitabet, kalbleri duygulandırma yoluyla Al­lah'ın bizlere en azîm mev'izesini duyurmak; ba­yıra yöneltmek, iyiyi ve doğruyu sevdirmektir.

17

Page 18: Neda Armaner - Hitabet Ve Dinî İrşat Üzerine

B ö l ü m : n

DİNÎ HİTABET

Konusiı:

İnsanlar birçok ihtiyaçlara mâruz olarak yara-dılmışlardır. Bunların bir kısmı maddî, diğer önem­li bir kısmı da ruhî ve manevîdir. Maddî ihtiyaçla­rın giderilmesi için türlü meşru çalışma yolların­dan faydalanıldığı gibi, diğer ruhî ve manevî ha­yatın tatmini için de insanda yüce duygular uyan­dırabilecek vesilelere tevessül zorunluluğu hissedi­lir. Bu vasıtalardan biri de dinî nasihatlardır. Esa­sen vaaz, mev'iza kelimeleri de nasihat lâfziylc cş olarak aynı anlamda ItuUanılır.

Nasihat ise, dinleyenlerin kalblerini yumuşa­tacak bir tarzda insanlara dünyevî ve uhrcvî vazi­felerini bildirmekten, ruhlarda yüce duygular uyandırmaktan ibarettir. Türkçe karşılığı «Öğüt» olarak bilinen bu kelime esasen ' yumuşak bir eda içinde safiyet, nezahet ve hulûs ile söylenen sözler mânasını taşır. Kalbleri duygulandırma yoluyla

18

Page 19: Neda Armaner - Hitabet Ve Dinî İrşat Üzerine

hayır ve iyiyi sevdirmek, serden ve kötülükten uzaklaştırmak şeklinde de mütalâa edilir.

Hitabet ve nasihatin vazifesi ise; Allah'ı yü­celterek 0"na olan itaati kuvvetlendirmek ve din­lerin, bilhassa islâm dini'nin öz buyruğu olan ba­yırı telkin etmekle kişinin ve topluluğun esenliğini kurmaktır.

Yukarda dinî hitabetin konusu, ödev ve amaç­lan kısaca belirtildikten sonra konu seçimi üzerin­de daha teferruatla durulması faydalıdır.

Konuyum .leçiJmcsinde dikkat edilecek husus­lar:

1 — Konular muhataplara yüksek duygu ve­recek, dinî bilgilerinin artmasına yarıyacak tarz­da seçilip değerlendirilmelidir.

2 — Bir âyetin beyanı, kavlî yahut amelî sün­netin açıklanması suretiyle de hitabete konu seçil­miş olur. Ancak Kur'ân-ı Kerîm tercüme ve tef­sirlerinde indî görüşlere yer verilmiyeeektir.

3 — Genel olarak konular itikat, ibadet ve ahlâka müteallik bir ayırma taşımakla beraber ö-nemle üzerinde durulacak noktalar, Allah sevgisi ve ilgisi. Peygamber ve din uluları sevgisi ve say­gısı, müsamaha ve hak duygusu, insanlar arasın­da saygı.

Allah sevgisi derinleşmiş olan kimsede insanî hasletlerin mükemmelleştiği görülür, müsamahalı

19

Page 20: Neda Armaner - Hitabet Ve Dinî İrşat Üzerine

olui'. Başkalarının hallerini hoş görür. Müslüman­lığın bir temeli de «Hak» duygusudur. «Hak» ke­limesinde Müslümanlığın bütün felsefesi vardır. Kâinatı kavrayan bu hak duygusu Türk ve islâm cemiyet anlayışına genişlik ve derinlik verir. Hak duygusuna eren bir kimsenin bilerek bir haksızlı­ğı yapması güçtür. Bu itibarla vaizler bu hak duy­gusunun derinleşmesine, şuurlaşmasına j'ardım et­melidir.

4 — Hatibin, çevresini tanıması, hitabettiği kimselerin hal ve vaziyetlerini bilmesi dahi şart­tır. Türlü bilim kollarında tahsil etmiş kimselerle tahsil ve terbiyeden yoksun kalmış kişiler için ha­zırlanacak vaaz elbette kısmen farklı olacaktır. Ay­nı şekilde, genç insanların hayatı anlayışlariyle yaş­lıların temayülleri bir değildir. Bunun için hatip sözlerini bu çeşitli görüş ve seviyedeki topluluğu elde edecek şekilde ahenkli ve itidalli tutacaktır.

5 — Daima halkla temas eden bir vaiz veya hatip çevrenin dinî, millî ve ahlâkî ihtiyacını ve durumunu gözönünde tutmak zorundadır. Kısa bir zaman evvel vuku bulmuş veya şayi olmuş bir olay vesile kılınarak haftanın konuşması o yolda hazır­lanabilir. Ancak her duyulan habere aslını araştı­rıp öğrenmedikçe itibar edilmemelidir. Zira konu­şanla bu ahvalde asılsız haber yayan bir duruma düşecektir.

Konunun mahiyetine göre, gerekirse mahallin

20

Page 21: Neda Armaner - Hitabet Ve Dinî İrşat Üzerine

idarî, adlî, sağlık, ziraat ve millî eğitim makamla-riyle istişareden çekinmemek, halkı içtimaî ve ah­lâkî yönden gelişme yolunda irşat edecek her türlü imkândan faydalanmak mümkündür. Meselâ, adlî vukuatın istatistiğini incelemek, telkin olunacak esaslara bir yön vermek bakımından faydalı olabi­lir. Zira, bir vaiz toplumdaki ruhî değerleri veya ârâzı teşhis edebildiği nispette mevzularını ayar-lıyabilecek ve mev'ızalannı daha istifadeli hale ko­yabilecektir. Vaize muhatap bulunan zümre dünya ile ilgisini kesmiş, kendi içine kapanıp tembelleş-miş ise; onlara dünyevî hayatımızın vazifelerini ha-tırlatmaksızm konuşmak, buna mukabil, manevî de­ğerlerini yitirmiş, yalnız kendini düşünen ve dün­ya metaını toplamayı gaye edinmişlere ise dünya­yı tavsiye eylemek, hasılı tahsil kabilinden sayılır.

Vaizler mahallin ziraat memurları ile işbirliği yaparak yurtta ağacın ve ziraatin önemi üzerinde durmayı dinî olduğu kadar da millî bir vecibe say­malıdırlar.

Bir vaizin devamlı temas halinde bulunması gereken bir müessese de halk eğitimi teşkilâtıdır, bu teşkilâtın gayeleri arasında cehaletin tasfiyesi, toplumun kalkınması, millî birliğin kuvvetlenmesi ile ahlâk terbiyesi de yer alır (1) .

(1) rv. Maarif Şûrası, Halk Eğitimi Komisyonu raporundan telhis edilmiştir.

2J

Page 22: Neda Armaner - Hitabet Ve Dinî İrşat Üzerine

Halkın ahlâk terbiyesi ve moral üstünlüğü mü­talâa edilirken, sistemli bir dinî telkinin rolü unu-tulamaz. Dünya kültür tarihinde halk eğitimi dâ­vasına öncülük eden İspanyol hukukçusu olan Vae-co da Quiroga 1532 yılında Meksika'da halk eğiti­mini şu temel prensipler içinde belirtmişti;

a) Halka iman vermek, b) Halka bir fikir dili vermek, e) Halka neşe vermek,

d) Halka hayat seviyelerini yükseltecek ge­çim vasıtaları vermek.

Bu zat iman olarak dini ve onun öğütlerini telkin etti.

Fikir dili olarak Ispanyolcayı sundu.

Neşe için topluluğa halk oyunları öğretti.

Hayat seviyelerini yükseltmede ziraati destek-liyecck sanatlar öğretti (2).

Mâna ve mahiyet itibariyle, gerek konuları, gerekse amaçları bakımından, bir vaiz ile halk eği­timi üzerinde çalışan her görevli kişinin karşılıklı yardım ve işbirliğini istemeleri, meslekî verimi art­tırmak için zaruridir.

Dinî hitabeti mevzu ve üslûbu vönüııden in-

(2) Millî Eğitim Bakanlığı dokümanlarından.

22

Page 23: Neda Armaner - Hitabet Ve Dinî İrşat Üzerine

eoliyen Fuat 1 Üniversitesi Profesörlerinden Mu­hammed el-Hûfi şu mütalâada bulunur:

«Dinî hitabet niçin gevşemiştir? Her üç din­de hatiplerin çoğu şu sebeplerden dolayı fonksi­yonlarını yerine getiremiyorlar:

1) Hutbe çeşitli fenalıklardan uzaklaştırma, kaçındırma gibi türlü konuları kapsar. Bu çok çe­şitli konular yeteri kadar derinleşmediğinden din-lej'enlcrin tamamen fikirlerine ve hislerine hâkim olunamamaktadır.

2) Bu çok çeşitli konuların aslında bir tek gayeye matuf olan bir işleniş tarzı, üslûbu vardır. Hatipler, her yılın her haftasına uyan hutbeleri tekrarlayıp dinletiyorlar. ' Cemaatin durumlarına göre hiçbir tasarruf yapmaksızın ve kendilerinden bir şey katmayıp basılmış eski kitaplardan yekne­sak bir tarzda hitabediyorlar.

3) Konular çeşitli olmasına rağmen zamanın akışına, hayatın gidişatına zıt ve ciddiyetten âri-dir. Çok kerre cemaat, önemsiz ve pek sathî bir hutbe ile meşgul ediliyor. Halbuki camide topla­nanlar, içinde din sözü olan bir konuşmayı tahas­sürle, şevkle beklemektedir. Onlar i.se eskimiş, ka­lıplaşmış tarz üzerinde hiçbir ilgisi bulunmaksızın hitabete devam ediyorlar.

4) Bütün bunların bir sonucu olarak, hutbe­nin verilişi tekellüflü ve sıkıcı olup, dinleyenlerin

23

Page 24: Neda Armaner - Hitabet Ve Dinî İrşat Üzerine

düşünce ve isteklerine de uygun düşmediğinden is­tenilen tesir hâsıl olmamaktadır.» (3) .

Ynkardaki düşünceler bizi, yüzyıllar boyunca devam eden klâ.sik dinî hitabet geleneğinden ayır­ma anlamında değil, ancak dinî irşada yeni bir an­layış ve canlılıli getirmek üzere beyan edilmiştir.

7)('?u hitaiette gözönünde fııtıtlacak esaslar:

1 — Halk için konuşan bir hatibin halkın di­liyle konuşması en mâkul ve en tabiî bir keyfiyet­tir (4) .

Ahmet Cevdet Paşa'nın «Hitabetten arz nâsı kendilerine faideli olan şeylere tergib vc muzır olan şeylerden tcnfirdir ki işte hatiplerin ve vaizlerin işleri budur.» (5) şeklinde gayesini açıkladığı hi­tabetin bilinmeyen bir dil üzere olması maksadı hâsıl etmiyeeektir. Bu itibarla hutbe, Türkiye sı­nırları içinde Türkçe irâd edilmektedir.

Türkçe hutbe okunması resmen yürürlüğe gir­meden önce de Türkçe hutbenin ifa edildiği bilin-

(3) Ahmet Muhammed el Hûfî, Fennü'l-Hitabe, Mısır 1952, 2. baskı, s. 105.

(4) Eskidenberi bilinen bir prensibe göre, «Ken­dini anlatmak isteyenler hitap ettikleri insanların dili ile konuşmalıdır».

(5) Ahmet Cevded, Miyar-ı Sedad, Matbaa-i Ami­re, 1293, s. 110.

24

Page 25: Neda Armaner - Hitabet Ve Dinî İrşat Üzerine

inektedir. Bunlardan biri 1911 yılında Silistre"dcı Bayraklı Camiinde okunmuştur (6) .

Memleketin hayatî meseleleriyle pek derin bir anlayışlılıkla ilgilenmiş olan fikir adamımız Ziya G-ökalp, dinî hutbelerin halkın diliyle olması lâ-zımgcldiğini, bunun hitabetteki eanlılık ve verim­liliği temin bakımından ilk şart olduğunu söz ve yazılarında savunmuştur.

Cumhuriyetin ilânı sıralarında bizzat Atatürk Balıkesir ve Aydın camilerinde Türkçe hutbe irâd buyurmu.şlardır (7).

Türkiye'de hutbelerin Türkçe okunması husu­sunun gerekliliği 1927 yılında Diyanet tşîeri Riya­seti'ni işgal eden Rıfat Börekçi tarafından şu şe­kilde açıklanmış ve Türkçe hutbelerin matbu ör­nekleri bütün teşkilâta tevzi edilmiştir.

«Hutbeler hangi lisanla okunmalıdır ki erkân ve adabına riayet edilmiş ve bunlarla beraber lurş-rniyetindeki hikmet de tecelli eylemiş olsun.

Hutbenin tamamen Arapça okunması, hutbeler-deki luev'ızalardan müstefit olmak isteyen ve li-san-ı Arabîye vâkıf olmayan Müslümanların şu dindarane emeline imkân vermemektedir. Binaen-

(6) Bk. Sırat-ı Müstakim, sene 1327, cilt 7, sa­yı 163, s. 107.

(7) Bu tarihî hutbe kitabın sonunda görülecektir.

25

Page 26: Neda Armaner - Hitabet Ve Dinî İrşat Üzerine

aleyh hem mezahib-i aliye-i Islâmiye'ye ve ilelyevm müslimîn beyninde câri icmâ-i amelîye muhalefet etmemek, hem de temenni edilen gayeyi elde ede­bilmek için hutbelerin,

«ZikruUah, Salât ve Selâm gibi.»

erkânı müştemil olan kısmı lisan-ı Arabi ile oda edilerek erkân-î hutbe tamam olduktan sonra mev 'ı-za kısmının memleketimizde Türkçe okunması, da­ha doğrusu okunan âyât-ı kerîme ve ahâdîs-i şerife mealleri Türkçe izah edilmesi muvafık görülmüş ve fakat her hatip bu yolda hutbe tertibine muktedir olamıyacağıııa binaen hatiplerimize bir rehber ol­mak üzere şerait-i meşruasını cami olarak elli ka­dar hutbe numunesi tertip olunmuştur.

Ümit ederiz ki milletimiz bu tarzdaki hutbe­lerden müstefit olacaklardır.

Herhalde tcvfik ve hidayet yalnız Cenab-ı Al-lahtandır.»

17 Şubat 1927 Diyanet işleri Keisi

R>fat

2 — Halkın diliyle, konuşan bir hatibin basit değil, fakat sâde ve açık bir ifade kuUanıııast lü­zumludur. Çünkü halk kütlesi sade fikirlerden hoş­lanır. Vaaz mahiyeti itibariyle, ilmî bir konferans veya akademik bir tedris usulünden ayrı olmayı

26

Page 27: Neda Armaner - Hitabet Ve Dinî İrşat Üzerine

gerektirir. Kültür seviyesi yükselmiş çevrelerde bi­le dinî mev'ızalar sade ve beliğ olacaktır. Zira,

a) Günlük hayata intibakın güçlüğü kafaları birtakım gailelerle doldurmuştur. Dikkat hususun­da muhataplardan bir talebe gibi enerji sarf edil­mesi beklenemez. Bu itibarla söylenmesi istenenin teferruatla boğulraaması şarttır.

b) Mürekkep ibarelerin, karışık ifadelerin başka bir mahzuru da şudur: Bunları herkes ken­di şahsî kabiliyetine göre birbirinden farklı olarak kavrar vc istenilen vahdet kaybolur.

Bazı iusaularm nc söyledikleri iinlaşıhnaz, bun­lar meramlarım anlatamayan kimselerdir. Düşün­celerini ifade edecek kelimeleri bulmakta güçlük çektikleri için dinleyenleri sabırsızlandırırlar. Bu­nun sebepleri ruhîdir. Hiç şüphe yok ki, zihin dal­gınlığı ,dikkatsizliği gibi haller konuşmada vuzuh­suzluk yaratabilir. Bunlara kelime bakımından fa­kirliği de ilâve etmek mümkündür. Gerek kültür noksanını telâfi etmek, gerekse bir temrin ve alış­kanlık temin etmek bakımından bu gibi kimseler için yapılacak tavsiye, iyi seçilmiş eserleri daha çok okumaları kelime hazinelerini genişletmeleridir. Bundan başka, düşüncedeki vuzuhsuzluğu tedavi etmenin en sade, en kestirme ve sağlam yolu sakin olmaktır. Böylece her şeyin kendine mahsus keli­mesini, deyimini bulup kullanmak mümkün olabi­lir.

27

Page 28: Neda Armaner - Hitabet Ve Dinî İrşat Üzerine

3 — Aynı konu veya misâlleri devamlı olarak tekrardan kaçınmalıdır. Vaazların devamlı şekilde ısrarla aynı konulardan seçilmesi vaaza devam edenler üzerinde iyi bir tesir yapmaz. Meselâ, bir çevrenin insanları temizliğe ve sağlık kaidelerine uygun hareket etmiyorlarsa elbette ki bu husus vaaz konusu olacak, gerek dinî emir ve gelenek, ge­rekse medenî anlayış içinde halk uyarılacaktır. Yalnız burada sakınılacak bir nokta vardır; de­vamlı olarak nasihat psikolojik bakımdan bıkkın­lık verip tesir derecesini azaltabileceği cihetle te­kit edilmesi istenen husus için kıssadan hisse çıka­racak tarzda konuşmak veya yeri gelince telkinde bulunmak uygun olur. Böylece, usane vermeksizin belirtilmesi istenilen esas fikir zihinlerde kalabilir.

Bundan başka, bir konuyu uzun mukaddime ve ilgisi olmayan lâf kalabalığı ile boğmamak, az ve öz söylemeğe itina göstermek, vaazda dikkat oluna­cak hususlar arasındadır. Taze hâtıra ve intibala­rı belirtmek konuşmaya renk ve canlılık verir. Ko­nuşmalarımıza çeşni vermenin en güzel çaresi, zih­nî ve mânevi hayatımıza genişlik vermektir. Bir dü-züyc aynı şeyleri tekrarlamaktan sakınmak daima kendimizi kontrolda tutmakla mümkündür.

4 — Dini bilinmez ve anlaşılmaz bir şey ol­maktan çıkarmalı, konuyu kolaylaştırmalı ve sev-dirmelîdir. Bu husus İslâm dini öğretilerinde de açıkça bildirilir. Kur'ân-ı Kerîm'in âyetleri, insan-

28

Page 29: Neda Armaner - Hitabet Ve Dinî İrşat Üzerine

larm yumuşaklıkla, inandırarak davet edilmeleri­ni tavsiye buyurur. Sünnete gelince: Hazret-i Mu-hammed, İslâm dinini öğretmek üzere vazifeyle Ye­men'e giden, ashaptan Muaz İbrx-i Cebel'in, bu di­nin tâlim tarzı hakkındaki sorusunu dört kelime­lik özlü cevaplariyle gayet açık ve kesin olarak özetlemişlerdir.

«Kolaylaştırın, zorlaştırmayın, müjdeleyin, nefret ettirmeyin.» Aynı şekilde, Sahih-i Buharî'de kayıtlı olup, Hazret-i Ali'ye ait şu ibare de bu ko­nuda bizi irşat eder: «İnsanlara akılları erecek şey­leri anlatınız; yoksa Allah'ın, Peygamber'in yalan­lanmalarını mi istersiniz?»

5 — Din yalnız korku veren bir telkin içinde işlenirse aklî melekelerimizi tatmin etmekten uzak kalır, o halde dinî bir irşat hem kalbe, hem akla hilabetmelidİT. Dinimiz insanın hissini tatmin et­tiği kadar aklına da hitabeder. Esasen İslâm dini esasları bu hususu teşvik edicidir.

6 —• Vaizin konulması hiçbir zaman şahsî menfaatlere, hırs ve husumetlere dayandmlmamalı-dır. Böylece rehberlik ödevini alçak gönüllülük ve sabırla yürütüp hiddet ve şiddetten kaçınmak ve bilhassa ölçülü hareket etmek insanı hitabette ve­rimli kılar.. Böylece, konuları tek taraflı mütelâa etmemek gerekir; Konuşma itidal içinde olursa, ay­rı kanaatte olanlar arasında dahi "dinleme şevki ar-

29

Page 30: Neda Armaner - Hitabet Ve Dinî İrşat Üzerine

taeak ve bu hal muhatapları da itidal ve muvaze­ne ile düşünmeğe sevkedeeektir.

7 — Topluma hitabeden kimse kendisinden hahsetmenulidh: Veya gerekirse kısa bir açıklama yapmalıdır.

Varlığımızın gizli köşelerinde saklı olan ölçü­süz kendini beğenmişlik hisleri konuşmalarımızda kendini gösterir. Bundan ötürü, üstünlüğümüzü be­lirtecek şeyleri düşünerek tekrarlamak arzusuna karşı ancak sağlam ve mutedil bir irade ile karşı lioymamız mümkün olabilir.

8 — Hitabetin bütünlüğü içinde sakınılması şart olan bir hal vardır: Lâubalilik. Böjde bir hal bir nevi bayağılık demek olacağından burada ba­his konusu edilmek istenilen nokta, sözlerimizde sa­mimiyet icabı kullanılacak kelimelere dikkat edil­mesi ve hitabette samimiyet ifadelerini iyi idare edemeyip, düşünce kontrolünden çıkan gerek insa­nı, gerekse ele alman konuyu âdileştiren bir duru­mun yaratılmamasıdır.

9 — Dil ile beraber dikkate alınacak iki hu­sustan biri de sesin tonunu ayarlamaktır. Bağıra­rak, haykırarak dinî hitabeler yapılmamalıdır. Ak­sine, cemaate, duyuracak bir yükseklikte gayet sa­kin i i r tavırla, kelimelerin hakkını vererek konuş­malıdır. Hitabette duyguların ve seslerin tonları öyle bir şeydir, ki hiç yapmacığa tahammülü yok-

30

Page 31: Neda Armaner - Hitabet Ve Dinî İrşat Üzerine

tur. İçten gelmediği zaman kaide ile onu yapmaya kalkmak nafiledir. Şüphe yok ki hatibin halkı ik­na etmesi konuşmasındaki samimiyet ve dürüstlü­ğün derecesine bağlıdır. Eğer tâbir caizse, hatip her kelimenin telâffuzunu ve cümlenin ahengi için ye­rine göre ayrı ayrı kaidesini bulur. Büyük ediple­rin şahsî üslûpları olduğu gibi büyük bir hatibin hançeresine intikal eden her cümle hususî bir ahenk kazanır.

Diğer bir nokta ise; konuşurken yersiz el, kol hareketi yapmamak, sallanmamaktır.

Netice itibariyle, dua ve nasihat sırasında gü­ya daha çok tesir etsin, heyecan versin diye hay­kırmak; lüzumsuz davranış ve hareketler yapmak, bugün dinî olmayan nutuk ve konuşmalarda dahi modası geçmiş; aksi tesir yapan bir tarzdır.

10 — Vaazda halkı coşkunluğa scukedecek ve itidali kaybettirecek haller yaratma malıdır.

Bakınız yine 12 nci yüzyılın büyük mürşidi İmam Gazâlî ne tavsiye ediyor:

«Vaaz ederken halkın seni belagat ve fesaha­tin karşısında (Aman bu ne kudretli hatip) diye bağrışmalarmı, ağlaşmalarını, vecde gelip coşmala­rını, taşkınlık yapmalarını, meselâ üstlerini başla­rını yırtmalarını mucip olacak şeyler yapma ve bunları isteme. Zira böyle şeyler dünyaya meyildir.

31

Page 32: Neda Armaner - Hitabet Ve Dinî İrşat Üzerine

Ve gafletten doğar. Aksine, senin bütün çalı.şman ve azmin, insanları, dünyadan ahirete, masiyetten ibadete, hırstan zühte, cimrilikten cömertliğe, şüp­heden yakîne, gafletten uyanıklığa, gururdan tak­vaya davet olmalıdır.»

Diğer bir ifadesinde ise:

«Vaizlik işini yapmaya mecbur kalırsan şu iki hataya düşmekten sakın:

Sözlerinde, tâbirlerinde, işaret vc jestlerinde, beyt ve şiirlerinde yapmacık ve ifrata kaçmak. Zi­ra, Allah-ü Teâlâ yapmacık hareket edenleri sev­mez. Haddini tecavüz etmek, gayri tabiî ve yap­macık konuşmak insanın içini harap eder ve kalbi­ni gaflete düşürür.» (8) diyen Gazali bu önemli noktada da bizi irşat eder.

11 — Camide hitabet daima kısa tutulmahdıv.

Peygamberimiz de hadîslerinde ifade buyur dukları üzere namazda olsun hitabette olsun cemaat arasında yaşlılar, zayıf olanlar herhangi bir haceti veya evinde hastası bulunanlar olabilir. Böylece bir hatip daima karşısında bulunanların sabırları­nı suiistimal etmemeye bilhassa dikkat etmelidir. Fakat bu, gerekli olan hususların ihmâl edilmesi demek değildir. Ancak, zamanı plânlamak, az ve öz

(8) Gajzâlî, E y Oğul, çeviren: Lütfü Doğan, 2. baskı, Ankara 1960, s. 41.

32

Page 33: Neda Armaner - Hitabet Ve Dinî İrşat Üzerine

esasından ayrılmamak üzere kontrollü konuşmayı hedef tutmak demektir.

12 — Yukarda belirtilen hususları bütünüyle kapsıyan bir nokta ise şudur:

Dinî hitabet hiçbir zaman gelişigüzel bir ko­nuşma olmamalıdır. Mesleğinde başarı kazanmak isteyen b^r hatip veya vaiz konuyu iyice tâyin ve söyiiyeceklerini tertip etmeksizin hitabet kürsüsü­ne çikmamalıdn-. Bazılarının zannettikleri gibi, di­nî hitabet müessesesi tamamen irticale ve tuluata dayandırılamaz. Böylece, plânlı konuşma hutbe vc vaazlarda şarttır. Ana konudan ayrılmamak üzere çeşitli kısa açıklamalar yapılabilir. Ancak, dağınık vc farklı hükümlere sapmadan gerekli bilgi verilip esas fikre dönülür. Yerine göre verilen misâllerde mübalâğadan ve fazla teferruata dalmaktan kaçın­malıdır.

Bilha.ssa bâtıl itikada saptırmıyacak şekilde hareket edilir.

Vaiz, cemaatin ilgisini temin edebilmek için mev'ızadaki yeknesaklığı giderip mevzuunu kısım­lara ayırmalıdır. Meselâ ziraat üzerine bir konuda ticarî ve iktisadî bir irtibat kurmak, konuyu da­ğıtmak demek değil, onu bir plân içinde bölümle­re ayırmaktır.

Hutbe ve va'zı usulüne göre bir plân, insicam içinde tertip ve tamim etmek bu san'atın en önem-

33

Page 34: Neda Armaner - Hitabet Ve Dinî İrşat Üzerine

li tarafıdır, denebilir; irtibatı kaybolan bir hutbe­nin dinleyenler üzerinde bir tesiri olmıyacağmdan maksat temin edilemez. Bundan başka tertibe uyan bir kimse, başlangıç, maksadı beyan ve sonuç ola­rak belirtebileceğimiz bölümleri herbirine gereği kadar itina göstermelidir. Yani, müphem ve uzun sözlerle başlangıcı uzatmamak veya herkesin bildi­ği cümleleri tekrar edip durmamak gerektir.

V A A Z VB HUTBELERDE PLÂN

Vaaz plânına da kısaca temas edecek olursak:

a) «Euzü Besmele» ile başlamak, b) Allah'a hamd, e) Peygamber'e sâlat ve selâm, d) Âyeti okuyup konuyu haber vermek, (Veya herhangi bir konuyu verirken âyetleri

delil olarak getirmek). e) Tercüme ve izahlarla konuyu açıp destek­

lemek, f) Sonuca varma, g) Soruların cevaplanması.

Hutbenin aksamı ise aşağıdaki şekilde sıralan­mıştır.

Hutbenin sahih olmasında şartlar:

a) Vakit içinde olması, b) Namazdan evvel okunması, c) Hutbe niyetiyle okunması,

34

Page 35: Neda Armaner - Hitabet Ve Dinî İrşat Üzerine

d) Cemaat "in bulunması, e) Hutbe ile namaz arasında namazdan olma­

yan başka bir şeyle meşgul bulunulmaması.

Hutbenin sünnetlerine gelince:

a) Temiz bulunmak, b) Giyimli olmak, c) Hutbeden evvel minber tarafında bulun­

mak, d) Minberde cemaate dönüp oturmak ve oku­

nacak ezanı dinlemek, e) Ezandan sonra her iki hutbeyi ayakta

okumak, f) Birinci hutbeye Allah'a Hamd ü sena

ile başlamak, g) Şahadetej'n (Eşhedü en lâ ilahe...) getir­

mek, h) Dinleyenlere dünya ve âhiretlerinde hu­

zur ve saadete kavuşturacak bir hitabede bulunmak, i) Bûzü-besmele ile bir âj et okumak, j ) Hutbeyi ikiye ayırmak ve iki hutbe ara­

sında biraz oturmak (rivayete göre üç âyet oku­nacak kadar oturulur),

k) İkinci hutbeye de evvelki gibi Allah'a hamd ü sena, Hazret-i Peygamber'e salâvat ile baş­lamak, mü'minlere mağfiret, afiyet ve nusret di­lemek,

1) Her iki hutbeyi de çok uzatmamak, uyul­ması gerekli esaslardır.

35

Page 36: Neda Armaner - Hitabet Ve Dinî İrşat Üzerine

Hitabette bulunanların hazırlık safhası ise .şu şekilde özetlenebilir:

1 — Nerede ve kimler kargısında konuşabile­ceği.

2 — Hangi konu üzerinde açıklamada buluna­bileceği tasarlanır.

3 — Topluma anlatılmak istenen temel fikir belirtilir.

4 — Konu ile ilgili olarak başvurulacak eser­ler gözden geçirilir.

5 — Gerektiği takdirde, ilgili konu üzerinde bilenlere sorup danışılır.

6 — Elde edilen bilgi plânlanır. a) Giriş bölümü (konu belirtilmesi), b) Gelişme bölümü (açılış, misaller, benzer

vak'alar), c) Sonuç bölümü (önemli fikirlerle tesirli bir

bitirme). 7 — Hitabetin zamanına göre kontrol edile­

rek ilâve veya özetlemeler yapılması. 8 — İrticalen konuşulsa bile kısa bir şema

veya not halinde bir özetin hazırlanmış bulunması.

Herhangi bir sanatta istidadın mühim rol oy­nadığı bilinir. Ancak, hazırlıksız, bilgisiz ve temrin-siz istidatlarm hiçbir zaman başarıya ulaşamadığı, bizzat sanatkârlardan almacak misallerle isbat olu­nabilir. Buna karşılık, az istidatlı kimseler çalışma sayesinde iyi konuşma imkânlarını elde edebilirler.

36

Page 37: Neda Armaner - Hitabet Ve Dinî İrşat Üzerine

Hutbe Yc vaazı usulüne göre bir plân ve insi-oanı içinde tertip ve tanzim etmek, bu sanatın en önemli tarafıdır, denebilir. İrtibatı kaybolan bir hutbenin dinliyenler üzerinde bir tesiri olamıyaca-ğından maksat temin edilemez. Bundan başka ter-tibeı uyan bir kimse, başlangıç, maksadı beyan ve sonuç olarak belirtebileceğimiz bölümlerin herbiri-ne gereği kadar itina göstermelidir. Yani, müphem ve uzun sözlerle başlangıcı uzatmamak veya herke­sin bildiği cümleleri tekrar edip durmamak, süslü klişe cümle ve terimlere, boş kelime dizilerine yer vermemek gerekir.

Cuma hutbelerinin nasıl olması gerektiği üze­rinde derin bir vukufla duran Dr. Hüseyin Atay, Diyanet İşleri Dergisi sayı l 'de dikkate değer şu esasların bilinmesi ve uygulanmasını savunur:

«Burada (Cuma Hutbesi)'ni ele alacağız. Haz­ret-i Peygamber'in verdiği Cuma hutbeleri de, bu­gün camilerimizde tatbik edilen hutbelerin şekil ve konusu ile bağdaşamaz. Hutbelerde bulunan yanlış­ların bir kısmını şöyle sıralayabiliriz:

1 — Arabi ayların haftalarına, giriş vc çıkış­larına göre hutbe tertiplemek doğru değildir.

2 — Allah'a hamd ve Peygamber'e salâttan sonra, eskimiş ve mânası olmayan bozuk bir seci' ile okumak ne his, ne de mâna bakımından faydalıdır.

3 — Kur'an ve hadîs'ten başka olan ve bozuk

37

Page 38: Neda Armaner - Hitabet Ve Dinî İrşat Üzerine

bir Arapça ile tertiplenen sözlere de ihtiyaç yok­tur.

4 — İleri gelen sahabenin ve bu arada başka­larının adlarını bir dua manzumesi şeklinde sıra­layıp okumak da gerekmez. Bu zatların isimlerini bu .şekilde anmak bir mâna taşımamakta ve hiçbir şey ifade etmemektedir.

Ilazret-i'Peygamber'in hutbelerinde buna ben­zer bir şeyin görülmesi mümkün olamıyacağl gibi, aynı zatların hutbelerinde de bunlara rastlanmaz. Eğer hutbede büyük adamların adları anılacak ol­sa, saatlerce bitmiyecek büyük adamların adlarını anmak gerekecektir.

5 — Yüzyıllar önce, zamanın icaplarına göre yazılmış bir hutbeyi okumak da yanlıştır.

6 — Hutbelerde geçen ve bugün için de ilgili kimseler tarafından dahi kitaplara başvurulmadan anlaşılamiyan ifade ve terimlerin hutbelerde yer almaması gerekir. Meselâ: Zekâttan bahseden bir hutbede 20 niiskal, 200 dirhem gibi tâbirler kullan­mak doğru değildir.

7 — Hutbenin iki olması veya bir hutbenin ikiye bölünmesi gerekirken, hatibin sembolik otu­ruşundan sonra, kalkıp halkın istifadesine bir şey sunmadan bazı bozuk Arapça ibareler veya dualar okuması da uygun olmadığı gibi tekrar başlangıç yapmak da gerekmez.

38

Page 39: Neda Armaner - Hitabet Ve Dinî İrşat Üzerine

8 — Sonra âj'et veya hadîslerin, ya da Arapça ibarelerinin bir makama göre okunması, bilhassa bu te'sir altında Türkçe kısımları da makamla oku­mak, dinleyenleri uyutmak ve anlaşılan mânayı anlaşılmaz hale getirmekten başka bir şeye yarama-ınakt <iRr.

9 — Minberin önündeki ve basamaklardaki dualara lüzum yoktur.

10 — İki hutbe ara.smda oturduktan sonra bir basamak aşağı inmek vc hutbe biteceği zaman bir basamak yukarı çıkmağa ihtiyaç yoktur.

Şimdi bir hutbenin nasıl olması gerektiğini göstermeye çalışalım. Çeşitli rivayetler ve mezhep­ler bir yana:

a) Hutbe, alışılmış olduğu gibi sıkı bir şek-liyattan ibaret değildir. Bugün tertip edilen kon­feranslara hâkim olan serbestliği ihtiva ettiği söy­lenebilir. Hz. Peygamber'in ve ilk halîfelerin hut­beleri gözden geçirilirse bu serbestlik daha iyi an­laşılır.

Bu böyle iken, hatibin kendi yazdığı hutbenin dışında bir söz söylemesini âdeta günah saymak, Hz. Peygamber'in yolundan, müsamahalı davranı­şından ne kadar uzak düştüğümüzü göstermeğe yeter delildir.

b) Hutbe verilirken cemaatin can kulağiyle dinlemesi gerekir. Cemaat, istediği şekilde otur-iK.akta serbesttir.

39

Page 40: Neda Armaner - Hitabet Ve Dinî İrşat Üzerine

Bütün bunlardan sonra bir hutbe örneği için gereken noktaları tesbit edelim:

1 — Hutbeye, Allah'a hamd ve Hz. Peygam­ber ve Ona uyanlara şâmil olacak salât ve selâm ile başlanır.

2 — Konuya bir başlangıç yapılır.

3 — Konu, âyet-i kerîme ve lıadîs-i şerîfelerle îzah edilerek işlenir.

4 — Hutbe uygun bir yerde kesilir ve luûtad sembolik oturma yapılır.

5 — Ayağa kalkınca, ikinci defa başlangıç yapmağa lüzum yoktur. Hutbeye, kesildiği yerden devam edilir.

6 — Hutbeyi bitirirken, en sonda okunacak âyetin, önce mânası ve sonra da âyet okunarak hut­beden inilir.»

Konu seçim ve tertibinde aşağıdaki eserlere başvurulabilir:

Ahmet Hamdi Aksekili, Yeni Hutbelerim, Di­yanet İşleri Reisliği Neşriyatı 8, İstanbul 1036.

Ord. Prof. M. Ş. Yaltkaya, Hatiplik ve Hut­beler, Maarif Kitabevi, İstanbul 1946.

Hutbe, Diyanet İşleri Yayınlarından: 31/5, Ankara 1953.

40

Page 41: Neda Armaner - Hitabet Ve Dinî İrşat Üzerine

A. Âtıf Tüzüncr, Hutbe Mecmuası, Diyanet İşleri Reisliği Neşriyatı, Ankara 1960.

Musatfa Runj'un, Hacıbayram Minberinden Hutbelerim, Diyanet İşleri Rc>isliği Yayınları: 38, Ankara 1956.

Nt'da Armancr vc A. Zeki ükmen. Din Eğitim vc Öğretiminde Metodik Bilgiler, Millî Eğitim Ba-sHiıcvi, İstanbul 1960.

«Müftü ve Vaizlerin İrşat Vazifelerini İfa l' dcrken Ciözönündc Tutmaları Gereken Hususlar Hakkında Açıklama», Diyanet İşleri Ba.«kanlığı, Sayı: E. 583, Y. 3568, Ankara 1961.

Aylık Hutbeler Dergisi, Diy. İş. Re- Yayınları, cilt: 1, Ankara 1960-61.

HAZRET-1 MUHAMMED 'IN HİTABETİ ÜZERİNE KISA TARİHÎ BİLGİ

— Bu tarihî bölüm, Şihlî, Aar-ı Saadet,' Tere. Ömer Rıza, ü. II, 803-837, ,s-n-hifelerinden özetlenmiştir. —

Peyfjam berim iz 'in irşad m edişleri:

Hazret-i Peygamber barışta olsun seferde ol­sun, her yerde arkadaşlarına irad ettiği mev'izclor-le, yanında bulunanları faydalandırıyordu. Fakat hu istifade ancak yanında hazır olanlara münhasır­dı. Bunun için Resûl-i Ekrem, umuma nasihat ve

41

Page 42: Neda Armaner - Hitabet Ve Dinî İrşat Üzerine

vaaz îradı için saatler tahsis etmiş, herkes de bura­ya devam ederek Hazret-i Muhammed'i dinlemeyi itiyad etmişti. Bu meclise iştirak serbestti. Bedevi­ler de gelir Hazret-i Peygamber'i burada bulurlar ve ona sualler sorarlardı. Burada herkes. Peygam­ber'den edeb ve terbiye öğrenirdi. Bu meclislerin bu derece sadeliğine, resmiyetsizliğine rağmen ken­dine mahsus bir vakan vardı. Resûl-i Ekrem'in ri-saletindeki hedef, ahlâkı ı.slâh ve kalbleri tathir idi.

Hazret-i Peygamber bir sözü bitirmeden diğer bir söze başlamaz, bu esasa muhalefet edenlerin ha­reketini takbih ederdi.

Sabah içtiraalarında Resûl-i Ekrem bazaiı öyle beliğ mev'ızalar irad ederdi ki, gözlerin j^aşardığı, yüreklerin titrediği, hazır bulunanlar tarafından ifade edilir.

Halka yüksek ahlâk telkini için hangi yol tu­tulursa tutulsun bu telkinatın temadisi halkı yo­rar. Onun için Hazret-i Peygamber bir mevzu üze­rinde ısrar etmez, mevzularını değiştirirdi. Böyle­ce Hazret-i Peygamber halkın mev*ıza ve nasihat-tan bıkmamasını temin için dinî ve ahlâkî vaazla­rını bir fasıla ile irad ederdi.

Birgün Hazret-i Peygamber mescide girmiş, ashabının iki ayrı halka teşkil ettiklerini görmüş­tü. Bunların biri Kur'ân okumak, zikr ve dua ile, diğeri ilmî bahisler ile meşgul idi. Resûl-i Ekrem

42

Page 43: Neda Armaner - Hitabet Ve Dinî İrşat Üzerine

ikisine de bakarak: «İkisi de hayır işliyorlar, Ce-nâb-ı Hak beni muallim olarak gönderdi.» demiş, ilmî mesail ile meşgul'halkaya iştirak etmişlerdi.

Peygamberimiz mev'ızalardan kadınların da istifadeleri için onların istekleri üzerine haftanın bir gününü onlara vaaz ve nasihate tahsis etmiş­lerdi.

Peygamberimiz'in irşat tarzı:

Hazret-i Peygamber, hazan cemaatin fikrî se­viyesini ve inkişaf derecesini anlamak için ortaya birtakım sualler irad ederdi.

Avamın iştirak ettiği bu meclislerde onların akıl erdiremiyecekleri meselelerin bahis konusu edilmesini istemezlerdi. Meselâ, bir defa, ashap, «Kader» meselesi üzerinde mütalâalar ileri sürü­yorlardı. Bunu işiten Hazret-i Peygamber, «Siz Kur'ân'ın bir âyetini diğer bir âyetiyle tearuz et­tirmeğe mi uğraşıyorsunuz?» diyerek oradakileri tayakkuza sevketmişlerdi.

Peygamberimiz'in vaazlanndaki hedeflerden biri de ashap arasında vâki olacak bazı fikir ihti­lâfını bertaraf etmekti. Meselâ şöhret dilemek ba­zılarına göre halis ameller meyanında sayılmıj'ordu.

Resûl-i Ekrem bir vesile ile: «Bu dünyada şöh­ret, âhirette de ecir ve sevap kazanmak birbirine muarız şeyler değildir.» şeklindeki ifadeleriyle her iki tarafın fikirlerini düzeltmiş bulunuyorlardı.

43

Page 44: Neda Armaner - Hitabet Ve Dinî İrşat Üzerine

Hitabet ve belagat peygamberliğin en mühim icaplarındandn-. Bundan dolayıdır ki, Hazret-i Mu­sa, kavmine gönderildiği zaman: «Yâ Rabbi, dili­min düğümünü çöz de sözüm anlaşılsın.» diye dua ve niyaz etmişti. Hazret-i Muhammed bu sıfatı bü­tün kemaliyle haizdir.

Peygamberimiz hutbelerini Jiasıl irad ederdi:

Hazret-i Peygamber hutbelerini en sade bir li­sanla irad ederdi.

Peygamberimiz arkadaşlarınnı irşat ve hidaye­tini temin için hitabette bulunur ve bilhassa Cuma hutbelerini ııuıntazaman irad ederdi.

Hazret-i Peygamber Cuma günleri, cemaat top­landıktan sonra evinden çıkar, riıescidc gelir, cema­ati selâmlar, minbere çıktıktan sonra cemaate bir kerre daha selâm verir, ezanı müteakip hutbesini ırada başlardı. Hazret-i Muhammed hutbe esnasın­da elinde bir asâ tutardı. Fakat minber yapıldık­tan sonra elinde asâ bulundurmaktan vazgeçmiş­ti. Peygamberimiz'in hutbeleri veciz olduğu kadar da ahlâkî idi.

Hazret-i Peygamber'in hutbeleri daima A l -laha hamd ile başlardı. Şayet hutbenin iradı es­nasında mühim bir iş zuhur ederse o işle meşgul olup sonra hutbesini tamamlardı. Meselâ,, bir gün Hazret-i Peygamber hutbesini okurken bir adam

44

Page 45: Neda Armaner - Hitabet Ve Dinî İrşat Üzerine

gelmiş: «Yâ Resûlâllııh! Ben burada garip bir ada-uum. Dinimin hakikatini bilmiyorum, onu Senden sormaya geldim.» demiş, Ilazret-i Peygamber min­berden inmiş, kendisi için getirilen bir sandalyeye oturmuş, o adama Müslümanlığın esaslarını-öğret­miş, sonra minbere çıkarak hutbesini tamamlamış-t-ı.

Resûl-i Ekrem hutbesini îrad ederken herke­sin oturmasını emrederdi. Bir defasında adamın bi­ri mescide girmişti. Peygamber ona namazını kılıp kılmadığını sormuş, o da kılmadığını söyleyince evvelâ namazı kılmasını ihtar etmişti.

Cuma ve bayram namazlarının hutbeleri belli olan vakitlerinde okunur, fakat diğer hutbelerinin belli bir yeri veya vakti yoktu, lüzum hâsıl oldu mu derhal hitabette bulunurlardı. Bundan dola­yıdır ki Onun, minber üzerinden başka, deve sır­tında iken veya herhangi bir yerde bulunurken nu­tuk ve hitabetlerinden haber verilir.

Resûl-i Ekrem, halkın tenvir ve irşadına ait hutbelerini ihbarî cümlelerle îrad ederdi. Fakat hutbelerinin tesirini arttırmak istediğinde onları sual ve cevap şekline sokardı.

Hadîs kitapları Hazret-i Peygamber'in hutbe­lerini ve sözlerini tertipsiz bir şekilde toplamakta­dır. Fakat, bunları tetkik ettiğimiz takdirde hut­belerin mahiyet ve tarz-ı beyanı itibariyle diğer sözlerinden ayrıldığını görürüz, insanları dine da-

45

Page 46: Neda Armaner - Hitabet Ve Dinî İrşat Üzerine

vet eden Peygamberimiz, sırasında bir fatih, bir vaiz, bir kumandan, bir hakem veya bakîm idi. Böy­lece onun îrad ettiği sözler iktiza eden hale uygun şekli haizdi.

Hazret-i Peygamber Cuma hutbelerinde takva­dan, iyi ahlâktan, Allah'ın birliğinden, ilâhî sıfat­lardan ve âhiretten bahsederlerdi. Şayet hafta için­de bir olay vuku bulursa onu bahis konusu ederek ona dair talimatını verirdi. Bazan da hutbe îrad etmiyerek (Kaf) sûresinden âyetler tilâvet e'derdi.

Hazret-i Peygamber bayram hutbelerinde bir­çok hayırlı işler arasında sadakanın önemini bildi­rirdi.

Yukarıda belirtildiği gibi, diğer zamanlarda vaaz ve nasihatta bulunurken o dakikaların ihtiya­cı nazar-ı itibare alınırdı. Meselâ, Hazret-i Peygam­ber'in oğlu İbrahim öldüğü gün güneş tutulmuştu. Bâtıl inançlardan kendilerini kurtaramayanlar gü­neşin bu ölüm hâdisesi üzerine tutulduğunu söyle­mişlerdi. Hazret-i Peygamber bu yanlış görüş ve anlayışı bertaraf etmek için bir hutbe îrad etmiş ve şu sözlerle başlamışlardı: «Ey nâs, güneş ve ay bunlar Allah'ın âyetlerinden iki âyettir, insanlar­dan birinin ölümü için tutulmaz.))

Hazret-i Peygamber bütün vazifelerini yerine getirirken bir muallim sıfatıyla çalışırdı, yine bu sıfatla îrad ettiği hutbeler daha sade olmakla bera-46

Page 47: Neda Armaner - Hitabet Ve Dinî İrşat Üzerine

ber daha az güzel değildir. Bir mürebbî pek yük­sek bir belâgate veya edebî sanatların aracdığına muhtaç değildir. Onun için gerekli olan şey, açık hakikatleri münasip kelimelerle ifade ederek bun­ların herkes tarafından anlaşılmasını temin etmek­tedir. Resûl-i Ekrem'in bütün ahlâkî mev'ızaları bu şekildedir. Meselâ, Hazret-i Peygamber Medi­ne'ye ilk girdiği zaman şu sözleri söylemişti: «Ey nâs! Aranızda selamlaşmayı ta'mim ediniz, halka ikram ediniz, herkes uj'urken namaz kılınız. Cen­nete selâmetle girersiniz.»

Hazret-i Muhammed, bâtıl âdetlerden kaçın­mayı emrederken onun yerine İslâm ahlâkının prensiplerini koyar ve semerelerini de görürdü. Meselâ, Medine'de Evs ve Hazrec kabileleri arasın­daki eski düşmanlık onun îcazkâr müdahalesiyle ortadan kalkmıştı. Onun bu vaazlarında İslâm ah­lâkının umdeleri açıkça görülür: «Mes'ut, başka­sının halinden ibret alandır.», «Bir Müslümanın bir Müslümanla üç günden fazla dargın durması helâl değildir.», «Yalandan suret-i kat'iyyede ka­çınınız.» gibi açık ve kesin ifadeler kullandığı gö­rülür.

Hazret-i Peygamber'in Medine'deki ilk hut­beleri:

Yukarıda belirtilen tarihî bilgiden de anlaşıla­cağı üzere, İslâm Dîni'nde ilk hitabet örneği Haz­ret-i Peygamber'e bağlanır.

47

Page 48: Neda Armaner - Hitabet Ve Dinî İrşat Üzerine

Mekke'den Medine'ye hic-rct eden (M. 622) Hazret-i Muhammed ilk Cuma namazını Benî Sa­lim boyu arasında kılmış ve bu namazda (hutbe) okumuştur. Böylece, Cuma namazı hutbe ile birlik­te zamanımıza kadar aralıksız devam edegelmiştir.

Bu tarihî Cumada bulunan cemaatin ise 40-100 kişi kadar olduğu belirtilir.

Hazret-i Muhammed hurma ağacından yük­sekçe bir yer üzerinde ve bir asaya dayanarak hi­tap etmiştir. (Daha sonra hutbelerin iradedilmcsi için kendilerine üç basamaktan ibaret minber ya­pılınca asâ kullanmamıştır.)

Hazret-i Muhammed'in âdeti şöyle idi: Camiye girince cemaate selâm verir, minbere çıkınca on­lara döner ve ikinci bir selâmdan sonra otururdu. Bilâl ezan okumağa başlar, bitince Hazret-i Pey­gamber kalkarak hamd ve senadan sonra vaaz ve nasihatta bulunurdu. Bir müddet oturduktan son­ra tekrar kalkıp, ikinci hutbeyi okur ve minber­den inerler, kamet ile iki rek'ât olarak Cuma na­mazını kıldırırlardı.

Tarihî belgelere göre, ilk Medine hutbesinin meali şöyledir:

«Allah'ın Resulü, Halik'a hamd-ü sena ettik­ten sonra devam etti: Ey nâs, kendiniz için hayır­lar işliyerek tedarikte bulunun ve kat'î olarak bi­lin: Vallahi her birinize öyle bir saika isabet ede-

48

Page 49: Neda Armaner - Hitabet Ve Dinî İrşat Üzerine

çektir ki, davarlarınızı çobansız bırakacak ve ona Kabbi tercümansız ve vasıtasız olarak hitap ederek diyecektir ki: Sana Resulüm gelip tebliğde bu­lunmadı mı? Sana mal verip bereketini arttırdı­ğım halde nefsin için ne hazırladın? O zaman sağı­nıza solunuza bakacak ve bir şey bulamıyacak, son­ra önünüze bakacak Cehennemden başka bir şey göremij^eceksiniz.

İçinizde j'üzünü ateşten korumak isteyen velev bir parça hurma bile eline geçse tasadduk etsin, eğer bunu bulamazsa tatlı söz sarfetsin. Zira, bu iyiliklerin herbiri on mislinden yedi yüze kadar mükâfatlandırılır. Allah'ın selâm, rahmet ve bere­keti üzerinize olsun.»

Peygamberimiz'e ait bu hutbeler, (Kısas-ı En­biya ve Tevarih-i Hülefâ) Müelliği Cevdet Paşa tarafından da güzel bir şekilde Türkçe'ye çevril­diği gibi, A. H. Akseki'nin (Yeni Hutbelerim) ad­lı kitabının sonuna da eklenmiştir.

Hazret-i Peygamber'in vefatlarından sonraki ilk yüzyılda hutbelerin dua bölümünde yapılmış önemli değişmelere kısaca temas edilecek olursa: Hutbede Emirü'l-mü'minin olan zata dua edilmesi­ni en evvel Abdullah b. Abbas ihdas etmiştir. Haz­ret-i Ali'nin hUâfeti zamanında Basra valisi iken hutbesinde «Allahu'm-mansur Aliyyen bi'l-hak» diye dua etm;ş, ondan sonra hutbe okuyanlar onun bu hareketine uymuşlardır.

49

Page 50: Neda Armaner - Hitabet Ve Dinî İrşat Üzerine

Diğer bir dunun ise şöyledir: Hazret-i Alinin büyük oğlu Hazret-i Hasan'nı

Hilâfetten istifa ettiği tarihtenberi Benî Ünıei^ilg. emirleri hutbelerde Hazret-i Ali'ye sövmeyi âdet etmişlerdi. Ömer b. Abdülâziz halife olunca, ken­disi ehl-i takva vc yüksek ahlâk ile muttasıf bir zat olduğundan onun bu hususta nc yapacağı halk arasnıda merakla bekleniyordu. Halife oluşunu müteakip ilk Cunia günü camide minbere çıktı ve gayet güzel bir hutbe okudu ve «Sebb-i Ali» bah­sine gelince bu kötü geleneği bırakıp yerine

— ^ G " - G ' j

Türkçe anlamı: «Allah şüphesiz adaleti, iyilik yap­mayı, yakınlara bakmayı emreder. Hayâsızlığı, fe­nalığı ve haddini aşmayı yasak eder. Tutasınız di­ye size öğüt verir.» (Nahi, 16/90) âyet-i kerîmesi­ni okudu ve diğer İslâm memleketlerinde bu şe-

50

Page 51: Neda Armaner - Hitabet Ve Dinî İrşat Üzerine

kilde hareket edilmesi hakkında emirler verdi, va­liliklere fermanlar gönderdi. Böylece, bütün îslâm ülkelerinde Hazret-i Ali'yi sövmek gibi kötü bir âdet de hutbelerden çıkartılıp onun yerine cami minberlerinde yukardaki âyet-i kşerîmenin okun­ması güzel bir usul olarak yerleşti (9) .

Hutbenin tarih boyunca rolü büyük olmuştur. Hazret-i Peygamber'in zamanı ve ondan sonraki devirler içinde matbaa, gazete, radyo gibi yayın va­sıtaları sosyal hizmete girmemiş iken, irâdedilen hutbeler âdeta haftanın içtimaî ve dinî icmali du­rumunda idi. Halk Cuma hutbeleriylc çevresinde­ki olaylardan haberdar edilirdi.

Camide hatibin hutbe okurken üzerinde bulun­duğu yere minber denmiştir. Yüzyıllar boyunca büyük camilerde mihrabın sağ tarafında yer alan minberin basamak sayısı çoğaltılarak yükseltilmiş, en ince taş ve tahta oymacılığının yer aldığı İslâm sanatının eşsiz örneklerine vesile olmuştur.

Hutbe, Cuma'dan başka bayram namazı ile yağmur duasında yer alır. Ancak, Cuma namazın­da hutbe namazdan önce irâd edilmekle beraber, diğerlerinde namazdan sonraya bırakılır. Bayram­larda işlenen konular ise, bayramın özelliğine göre sadaka ve kurban üzerinedir.

(9) Prof. Dr. Neş'et Çağatay, İlahiyat Fakültesi ders takrirleri.

Page 52: Neda Armaner - Hitabet Ve Dinî İrşat Üzerine

B ö l ü m : III

DİNÎ HİTABETİN SORUMLULUĞU VE HATİPLERDE BULUNMASI GEREKLİ

VASIFLAR

Burada ergin kişilere dînî rehberlik yapanla­rın kişisel durumu ve karakteristik vasıfları bahis konusu edilecek olursa:

a) Halkın dînî terbiye ve irşat hizmetinde olan din adamlarının meslekî mevkilerinin kutsi­yet ve şerefini her zaman, her yerde koruma so­rumluluğunu duyabilecek kişiler olması gerekir. Aksi takdirde, kendi sözünün tesirsiz olduğunu kendisi ortaya koymuş olur ve çevrede dinî hizmet­te bulunanlara karşı bir gelenek olarak devam eden hürmet de kaybolabilir.

Böylece, hitabet mevkiini işgal eden bir kim­senin davranışları, ağırbaşlı, vakar ve haysiyet sa­hibi olduğunu ifade etmelidir.

Bu vasıfları tamamlıyan sade, temiz ve tertip­li bir giyinişin tesiri de unutulmamalıdır.

52

Page 53: Neda Armaner - Hitabet Ve Dinî İrşat Üzerine

b) >Sabıi'h ve temkinli olmak din adamında aranan bir husustur.

Yalnız camide değil, bulundukları her yerde, sözleri, işleri, yazıları ve halleriyle telkin edecek­leri bu haslet, çevrelerinde kendilerine itibar ve gü­ven sağlar.

e) Müsamahakâr; hoşgörürlü olmalıdırlar. îr-şât ödevini üzerine almış bir insan hiç şüphesiz sa­dece doğru yolda giden, ahlâklı, imanlı kişileri mu­hatap olarak karşısında bulmayabilir.

Hazret-i Muhammed'in ve gerekse diğer Pey­gamberlerin hayatları boyunca insanları iyilik, hak ve hakikat yoluna davet ederken en acı olaylara, davranışlara tahammül ve müsamaha gösterdikleri, daima bir ibret ve örnek olarak akılda tutulmalı­dır. İslâm dininde rahiplik müessesesinin olmaması ilk nazarda dînî baskının da hiçbir şekilde yer al­mamasını tabiî kılar. Dinimizde zorbalık ve zora koşma Kur'ân-ı Kerîm'in telkinlerine aykırıdır. Bilâkis samimî olarak içten inandırma, ikna etme yolu, en üstün bir ahlâk prensibi olarak gösteri­lir (1) .

(1) Bu konuda dinî delillerden birkaçı hatırlana­bilir :

« ( Y â Muhammed) Öyle ise sen öğüt ver, zira sen ancak öğüt vericisin. Sen onların üzerinde bekçi, gö-zetleyici değilsin.» (Gaşiye, 88/21-22).

«Rabbinin yoluna (insanları) hikmetle (güzel söz-

53

Page 54: Neda Armaner - Hitabet Ve Dinî İrşat Üzerine

d) Bir hatip ve vaiz söylediği şeylere samimî olarak inanmış olmalı ve nasihat ettiği hususları bizzat yerine getirebilmeli ve yaşamalıdır ki, çevre­sinde bir güven ve değer kazanabilsin (2) .

Bu mesleği, bu yolda hizmeti candan benimse­meyen, demagoji ve şarlatanlığa temayül eden ki­şiler, dinî hitabeti bir geçim vasıtası yapmamalı­dırlar. Eğer dinî hitabette bulunan kimse davet ettiği şeyin tesiri altında kalmıyor ve bir şevk duy­muyorsa, bu sanat zorla yürütülemez.

Hasan'ul-Basrî (Ölm. H. 110 - M. 791), yaptığı vaaz kalbine işlemeyen ve onda bir rikkat uyandır­mayan bir vaize şöjde söylemiştir: «Ey vaiz, ya se­nin kalbinde veya benimkinde muhakkak bir kötü­lük var».

Bir toplulukta mürebbi durumunda olan kişi­lerin en ufak bir sürçmesi dahi itibarlarını gide­rir. Öyle ki, bu kimseler kendilerini töhmet altına

le), güzel öğütle davet et, onlarla en güzel surette mü­nakaşa ve mübâhasa et. Rabbin kendi yolundan sa­panları en iyi bilicidir. Doğru yoldan gidenleri de en iyi bilen O'dur.» (Nahi, 16/125) .

«Dinde asla zorlama yoktur.» (Bakara, 2 /256) .

(2) İrşat ve telkin yolunu seçenler Allah'ın tek­dirlerine muhatap olmamayı amaç edinmelidir. «Ey müminler, yapmadığınız ve yapmıyacağınız şeyleri ni­çin söylersiniz?» (Saf, 61 /2 ) .

54

Page 55: Neda Armaner - Hitabet Ve Dinî İrşat Üzerine

sokabilecek bir yerde bulunmaktan bile çekinmeli­dirler.

e) Vaiz ve hatiplerin seviyeli bir kültüre sa­hip olmaları şarttır.

(Kur'ân-ı Kerîm, hadîs-i şerîf, fıkıh \e islâm tarihi gibi) gerekli olan Islâmî bilgi kadar, yurdun temel eğitim görüşüne paralel olarak (Türkçe, ta­rih, coğrafya, yurt bilgisi gibi) bilgilerin de öğre­nilmesi bu mesleğin sosyal yönü bakımından zaru­ridir.

Nasıl ki âkide ve amel üzerinde yetkin bir tarz­da konuşahilmek; kelâm, fıkıh ve islâm ahlâkı gi­bi ilk plânda Islâmî disiplinlere, vukuf isterse, Is­lâmî hissiyatın kuvvetlendirilmesi için de islâm medeniyet ve kültür tarihini tanımak, müslüman topluluklarının bugünkü sosyal durumundan ve imkânlarından haberdar olmak ve bilhassa memle­ketimizin dînî veçhesini tanıyarak hareket etmek, hatip ve vaizler için amaç olmalıdır.

Aynı zamanda, islâm âleminde bozguncu faali­yetler ve bunu destekleyen menfî kuvvetlere karşı hatibe düşen vazife büyüktür.

Dine veya sadece Islâmiyete yöneltilen yıkıcı ve sinsi hareketlere kai-şı tedbirli ve uyanık olmak ise, yine hatibin ilim ve irfan bakımından kendini yetiştirmesine bağlı olacaktır.

55

Page 56: Neda Armaner - Hitabet Ve Dinî İrşat Üzerine

Daima Doğu ve Batı kültürünün kavşağı du­rumunda olan Türk kültürü böyle bir değerlen­dirme yolunu esasen emreder. Ayrıca, islâm dini­nin yayılma sahasının her gün biraz daha gelişip genişlemesi ve diğer dinlerde bu alanda vazife alanların ilim ve kültürle mücehhez kılınıp her ka­demede tahsil görmüş olanlar üzerinde müessir ol­maları, islâm din adamlarının eskisinden daha çok bilgili olmasını emreder. Bugün vaaz verenlerin çoğundaki bilgi azlığı, dînî hitabet müessesesini çekici, şevk verici olmaktan uzak ve donuk bir ha­le getirmiştir.

Kültürsüz insan demek, sadece muntazam bir tahsil görmemiş insan demek değildir. Bir orta ve­ya yüksek okul mezunu olup da hayata atıldıktan sonra kitap okumamış, kendi mesleğinde literatürü tatip etmemiş ve memleketin sosyal meselelerine ilgi duymamış kimselerin konuşmaları tatminkâr olamaz. Böyle kimselerin bazan öğrenmekten müs­tağni saydığı konulara dalması ve söz sahibi oldu­ğunu iddia etmesi ise, cehaletin diğer bir nev'idir. Bu kimseler bilgisizliklerini örtmesi için kesin bir dille konuşmak gerektiğini zannederler, fakat bir delil veya isnat istendiği zaman, cevap veremezler. Buna karşılık, konuya hakkıyla vâkıf olanların sözlerini tevazu içinde ifade ettikleri her zaman gö­rülebilir.

56

Page 57: Neda Armaner - Hitabet Ve Dinî İrşat Üzerine

Halkın ihtiyacı olarak yerine getirilen dînî eğitim hizmeti, eğer halk eğitiminin aktif bir yönü şeklinde düşünülürse, dînî irşat yolunda görevli olanların da sistemli bir tarzda gelişmelerine itina edilmesi gerekir. Meselâ bu hususta ilk akla gelen devamlı bir kurs faaliyetidir. Münâvebe ile vaiz ve hatipler bir süre için meslekî görgü ve bilgilerini arttıracak bir imkâna, sahip kılınmalıdırlar. Bir kimse yalnız olarak çalışmış olsa dahi bir rehberle belli bir plân içinde çalışan kadar kendine faydalı olamaz. Kısa zamanda herşeyi öğrendiğini ifade edenlerin veya diplomalarına güvenenlerin yine de pek çok eksikliklerinin bulunması tabiî bir keyfi­yettir. Bu itibarla, dinî bilgiler yanında, muhatabı bulundukları topluluğun derece ve seviyesini bul­mada, ruhî değerlerini teşhis veya kötülükleri te­davi yolunda kendilerine bir anlayış ve metod ko­laylığı temin edebilecek olan psikoloji, pedagoji, ahlâk ve sosyoloji disiplinleriyle bilgi ufkunu ge­nişleten ve mukayese imkânını veren dinler tarihi ile felsefe tarihinin bir kurs faaliyeti içinde, prog­rama bağlanarak yeteri kadar gösterilmesi uygun olur.

f) Bir hatip veya vaizin tatlı ve güzel sesli olması şüphesiz tercihe şayandır.

Yukarıda, hitabetin kişi ve toplum yönünden lüzumu ve hatiplerde bulunması istenen vasıflar

57

Page 58: Neda Armaner - Hitabet Ve Dinî İrşat Üzerine

belirtilirken bu konuda İmânı-ı Gazâlî'nin (1058-1111) düşüncelerini .de zikretmek faydalı olur:

«Bilmiş ol ki Allah yolunun sâlikine, kendisi­ne mürebbi ve rehber olacak ve terbiyesiyle kö­tü ahlâkından kurtarıp iyi ahlâkla mütehalli kıla­cak bir mürşid lâzımdır. Terbiye, mahsulün iyi ve mükemmel olması için diktiği nebatlarnı arasında bitmiş olan yabancı otları ve dikenleri söküp atan çiftçinin fiiline benzer. Hakikat yolunun yolcusu­na, muhakkak ki onu Allah'ın yoluna götürecek böyle bir mürşid lâzımdır. Çünkü Allahu-Taâlâ kullarına kendi yoluna irşad etmesi ieiıı onlara Ee-sul göndermişti. Hz. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve selicm) irtihâl edince ümmetini hak yoluna ir­şatta devanı etmeleri için yerine halifeler bırak­mıştı. Resulullah'a (S.A.) nâib olmaya lâyık kim­seye, âlim olmak gerektir. Fakat elbette ki her âlim de Peygambere (S.A.) halef olmaya salih değildir. Önüne gelenin kendinin mürşid olduğunu iddia et­memesi için, kısaca, mürşidin bazı alâmetlerini izah edeceğim:

Derim ki: Mürşid dünyadan ve dünya şeyleri­nin sevgisinden yüz çeviren kimsedir. Sabır, na­maz, şükür, tevekkül, yakîn, kanâat, iç huzuru, hilm, tevazu, ilim, sıdk, haya, vefâ, vekâr, sükûn, teenni ve benzeri hasletlerle mütehallî bulunması gerektir. O halde mürşit, Xebî Sallallahu aleyhi ve sellem'in nurlarından bir nurdur. Böyle bir insa-

58

Page 59: Neda Armaner - Hitabet Ve Dinî İrşat Üzerine

na uyulur. Fakat şimdiki zamanda böyle adamliT pek enderdir.» (3) .

Bir vaiz değişik tip ve karakterde insanlarnı da kendisini dinleyebileceğini düşünmelidir. Mese-

(3) Gazâlî, Ey Oğul, Çev. Lütfü Doğan, 2. baskı, Ankara 1960, S. 33.

İmam-ı Gazâlî'nin İhya-i Ulûmu'd-Dîn adlı eserin­de (Mısır Lucene neşri, cilt 1, S. 92-98, Çev. Ahmet Serdaroğlu, basılmamıştır) irşat edici öğretmenin ödev­leri yedi madde içinde açıklanır. Faydalı olur düşün­cesiyle bu maddeleri özetliyoruz :

1 — Babanın evlâdına olan şefkati gibi öğrencileri esirgemek,

2 — Bildiri ve anlatmalarında, şeriatın sahibi Peygamber (S.A.) e uymak,

3 — Öğrenciden hiçbir şeyi saklamamak, i — Bu nokta öğretmenliğin ince sıfatlarından

biridir : Öğrenciyi doğrudan doğruya tahkir mahiye­tinde değil de imâ ve şefkat yoluyla kötü huylardan menetmek. Çünkü kusuru açıkça söylemek haya per­desini yırtar ve sahibine fenalık cesareti verir ve bu­lunduğu halde ısrara teşvik eder.

5 — İlmin bir şubesinde ihtisası olana yakışan di­ğer ilimleri yermemek,

6 — Öğrenciye kabiliyeti nisbetinde hitap etmek. Aklının kavnyamıyacağı ve nihayet nefretle .şaşı­

rıp kalacağı inceliklere dalmamak. 7 — Kabiliyetsizlere anlıyabilecekleri şeyleri an­

latmak, avam tabak2isından, şeriatın hükümlerini ka­bul edip seleften sınlatıldığı gibi, te'vilsiz bir îmana sa­hip ve hali düzgün olan ve fazlasını anlamağa gücü yetmeyen kimseye (kelâm meselelerini açıp) itikadını sarsmamak gerekir.

59

Page 60: Neda Armaner - Hitabet Ve Dinî İrşat Üzerine

13, bunlar arasında bilgiç tipler bulunabilir. Böyle bir kimsenin kafası başkalarının fikirlerine kapalı­dır. İşte böyle sabit fikirli insanların zihinlerinde bir intiba uyandıramaınaktan ötürü bir vaiz ümit­sizliğe düşmemelidir. Çoğu zaman her şeyin aksini iddia etme illetine müptelâ olan ve bir nevi bilgi istibdadı yapan bir adamın kulakları karşı fikirle­re kapalıdır. Sabit fikirlilerin fikir dünyasındaki nasipleri kıt, ufukları dardır. Bu gibi kimselerle özel konuşmalarda mülâyemetten ayrılmıyarak, camiden ve vaazları takipten soğutmayacak bir an­layış göstermek yine vaize dü.şen bir vecibedir.

Bu nokta üzerinde Gazâlî tahliller yaparak şu mülâhaza ve tavsiyelerde bulunur:

((Tn.sanlarla münasebetlerinde iyi ahlâklı ol­mak demek, nefsinin isteğine onları zorlamak değil, aksine, şeriatc muhalif- düşmedikçe onların istekle­rine nefsini uydurmaktır.»

«İnsanlarla olan münasebetlerinde, oııhtra ken­dine yapılmasını istediğin muameleyi yap. Çünkü bir kulun îmânı, diğer insanları kendisi gibi sev­medikçe kemâle ermiş sayılmaz.»

«Mümkün olduğu kadar kimse ile herhangi bir meselede münakaşa ve münazaraya kalkışma. Zira, bunda büyük zararlar melhuzdur. Günahı fayda­sından büyüktür. Riyâ, haset, kibir, intikam ve bunlara benzer bütün kötü huyların kaynağıdır.

60

Page 61: Neda Armaner - Hitabet Ve Dinî İrşat Üzerine

Elbette ki bir kimse veya birkaç kimse ile bir mü­nakaşaya girişebilirsin. Fakat bir şartla: Bu müna­kaşada maksat ve gaye hakikatin ortaya çıkması ol­malıdır. Bunun ise iki alâmeti vardır:

1 — Hak ve hakikatin senin dilinden açık­lanması ile, senden başkasının diliyle açıklanması arasında hiçbir tefrik gözetmiyeceksin.

2 — Münakaşanın kalabalık bir yerden ziyade tenha bir mahalde yapılmasını istiyeceksin.» (4) .

Dinî irşat müessesesinin gelişmesinde ve sos­yal hayatımızda tesirli bir duruma getirilmesinde başlıca rolü olan vaizler, sözlerini ve hareketlerini tamamiyle mükellef oldukları ilâhî terbiye yolunun esaslarına uygun şekilde ayarlamaya çok dikkat ve gayret etmelidirler. Bir vaiz ki, sözüne ve hare­ketlerine hâkim olmağa muktedir değildir, onun ce­maat üzerinde nüfuz icra etmesine imkân var mı­dır? Bunun tamamen aksi olmak üzere, iradesine sahip, sözlerine hâkim bir hatip ise, usul ve gere­ğince her türlü mev'izeniiı işlenmesinde ve hürmet telkininde başarıya ulaşır.

Meslekte gelişmeyi sağlamak, hitabet kabiliye­tini olgunlaştırmak amacıyla hazırlanan bu metni okuduktan sonra şüphesiz tatbik gayretini göster­melidir ki semereleri tez elden alınabilsin.

(4) GazâU, Ey Oğul, S. 37.

61

Page 62: Neda Armaner - Hitabet Ve Dinî İrşat Üzerine

B ö l ü m : IV

CEMAATİN HUTBE OKUNURKEN DİKKAT E D E C E Ğ I HUSUSLAR

Hitabetin, irşadın başarı ve tesir durumu, ha­tip ve vaizin şahsiyeti ve konuyu işlemesiyle ilgili olduğu kadar, cemaatte aranan şartlara da bağlı­dır.

Cumaya hazırlanan ve katılanlar elbette iste­nilen iç ve dış temizliğe gerekli önemi verecekler­dir. Cumada en temiz ve en iyi elbiseyi giymek, ta­ranmış ve güzel kokular sürünmüş olarak bulun­mak. Peygamberimizin sünnetine riâyet etmek de­mektir. Şüphesiz fakirlik hiçbir zaman ayıp değil ancak, hırpanilik, pejmürdelik ve kıyafette lâuba­

lilik hoş karşılanamaz. Bu hal cemaate karşı da saygısızlık sayılır.

Din bakımından, hutbe esnasında cemaatin susarak ve başka bir şeyle meşgul olmaksızın hut­beyi dinlemesi vaciptir. Hutbeyi işitmekten alıko­yan hareket ise mekruhtur. Böylece, hatip hutbe

62

Page 63: Neda Armaner - Hitabet Ve Dinî İrşat Üzerine

okumaya başlayınca, cemaatin hutbeyi dinlemeleri lâzımdır. Cami içersinde, gelenlerin huzur ve ra­hatını bozacak her türlü hareketten sakınmalıdır. Bu gibi dînî muaşerete dikkat vc itinâ göstermi-yenlerin vadedilen mağrifete nail olamıyacakları, Cumanın faziletini kaj'bedecekleri. Peygamberimi­zin hadîslerinde açıkça belirtilmiştir.

Vaaz sırasında tereddüt edilen bir noktadan ötürü vaizin sözü kesilmez veya münakaşa açılmaz. Çünkü, başkalarının sözünü kesmek illeti evvelâ muaşerete aykırı bir harekettir. Saniyen, böyle bir hal, istenen huzur ve sükûnun bozulmasına, ilgi­nin dağılmasına ve zihinlerde teşevvüşe meydan verilmesine sebep olur. Ancak mütereddit kalan veya herhangi bir mesele üzerinde aydınlanmasını isteyen kişi vaaz bitince özel olarak mübahasede bu­lunabilir. Vaizin de sorgu soranları veya itirazda bulunanları nezâketle kendilerine değer verecek şe­kilde dinlemesi şüphesiz tabiî bir muaşeret adabıdır.

Soru sahiplerinin vaize karşı bilgiçlik tasla-maksızın, doğru ve haklı olduğu mütalâayı bir bil­giye dayandırarak, vaizi tevazu ile ikuâ etmesi el­bette lâzımdır. Başkalariyle olan münasebetlerimiz­de, velevki karşımızda bir çocuk olsa dahi önem vermemiz ve bunu belli etmemiz muhatabı kendi­mize kazandırır. Önem vermek demek, onu sabırla, ilgiyle dinlemektir. Zira, dinlemek ekseriya konuş-

63

Page 64: Neda Armaner - Hitabet Ve Dinî İrşat Üzerine

maktan daha da faydalı olur. Güzel konuşmasını dileyen, icabında kendini vererek dinlemekle de bu olgunluğa erişebilir. «Muhakkak ki akl-ı selimi olan bir kimsenin başlıca meziyeti, dinlemesini bilmek­tir.» sözünde haklı taraf çoktur. Karşılıklı konuş­malarda mâkul sebeplere aldırış etmeden kendi fi­kirlerinde ısrar eden bir kim.se, saygı sınırını aşma-malıdır. Esa.sen konuşma denilince, insanlar arasın­da cereyan eden nazik bir alış-veriş akla gelir. Ak­si halde en basit nezâket kaidelerine karşı gelmek­tir. Sabırla dinlemek ise müsamahalı olmayı gerek­li kılar. Bir Fransız yazarının dediği gibi «Konuş­ma sanatı sükûtlardan ve ustaca söylenen sözler­den ibarettir» (5) . Karşımızdakinin fikrine saygı göstermek demek, başkalarının fikirlerini yekten kabullenmek demek değildir. Fakat muhalif dü­şünen bir kimseyi dinleyip anlamadan reddetmeğe kalkıgmamaktır. Çünkü, az-çok her insanda kendi­mize göre, değerli veya yanlış bir anlayış ve görüş bulunacaktır. O takdirde anlaşma imkânının ancak sükûnet içindeki konuşmalarla temin edilebileceği­ni hiç hatırdan çıkarmamak lâzımdır.

(5) Raymond de Saint, Laurent, Konuşma Sana­tı, Çeviren: Cevdet Perin, Kültür Serisi 24, İstanbul 1961.

64

Page 65: Neda Armaner - Hitabet Ve Dinî İrşat Üzerine

S O N S Ö Z

Mesleğinde gerçek bir başarı kazanmak vc bu başarıyı genişletmek, daha da verimlendirmek iste-3'en din adamları herşeyden önce şunu bilmelidir ki, bu meslek bilgiye dayandığı kadar da ruhî, ah­lâkî bir üstünlük ister.

İnsanları doğru yola ve hayra yöneltmek gö­revini yüklenenlerin hayatlarında iç yaşanışa, de-rûnî murakabeye fazla yer vermeleri, kemal sıfat­larına yaklaşmayı en hırslı bir şekilde istemeleri beklenir. Öyle ki; daima Allah'a karşı aczini bilip başarısından dolayı ricada bulunmaları kendilerin­den beklenir.

Akidelerin doğru bir surette telkiniyle bera­ber seciyenin inkişâf ve terbiyesi de vaizin aslî va­zifelerinden sayılır. Öğretmenlik gibi hatiplik vc vaizlik de psikolojik bir anlayış ve olgunluk' işidir. Zira bu kimseleç meslekleri icabı çok çeşitli tipler veya zümrelerle karşı karşıya gelecektir.

«Öğretimde inkılâp her şeyden önce öğretme­nin kafasında başlar.» diyen Atatürk'ün bu ifade-

65

Page 66: Neda Armaner - Hitabet Ve Dinî İrşat Üzerine

lerini dînî hitabette gelişme imkânları aranırken, özellikle bu müesseseyi hayatın akışına manevî bir üstünlük ve değer katmak üzere zorlarken hatır­lamamak mümkün değildir. Böylece, hatip ve Vaiz­lerimizden bu millet ve vatan daha pek çok şey beklemekte haklıdır.

Dinî hitabet öyle şerefli bir yoldur ki. Pey­gamberlerin, din ulularının, vatan kurtarıcılarının daha sonraki nesillere emanet ettikleri bütün ma­nevî değerler, bu yol ile kuşaktan kuşağa devredi­lip gider. Onu sağlam temellere dayandırmak, ek­siklerini düzeltmek ve kuvvetli bir hale getirmek bir din borcu olduğu kadar da bir yurt ve insan­lık görevi sayılır.

66

Page 67: Neda Armaner - Hitabet Ve Dinî İrşat Üzerine

H U T B E Ö R N E K L E R !

(Hitabetin tarihçesi bölümünde kısaca bahse­dilen Sâide oğlu Kus'un Ukâz panayırında oku­duğu söylenilen meşhur hutbenin bize kadar gelen özeti şudur) (*) :

«Ey ahali! Geliniz, dinleyiniz, belleyiniz, ib­ret alınız! Yaşayan ölür, ölen fâni olur. Olacak olur, yağmur yağar, otlar biter, çocuklar doğar, analarının babalarının yerini tutar, sonra hepsi yok olup gider. Olayların ardı arası kesilmez, hep birbirini kovalar. Kulak veriniz, dikkat ediniz, gökte haber var, yerde ibret alacak şeyler var. Yer­yüzü bir karış elvan, gökyüzü bir yüksek tavan, yıldızlar yürür, denizler durur, gelen kalmaz, giden gelmez; acaba vardıkları yerden memnunlar mı da kalıyorlar? Yoksa orada bırakılıp da uykuya-mı dalıyorlar? And içelim ki. Tanrı'nm katında bir

(*) Bu metin Prof. Dr. Neş'et Çağatay'ın «îslâm-dan önce Arap Tarihi ve Cahiliye Çağı», A.Ü. İlahi­yat Fakültesi yayınlarından, Ankara 1957, S. 152'den cibnmıştır.

67

Page 68: Neda Armaner - Hitabet Ve Dinî İrşat Üzerine

din vardır ki, o, şimdi bulunduğunuz dinden daha sevgilidir. Tanrı'nın bir gelecek elçisi vardır ki gelmesi pek yakın oldu, gölgesi başımızın üstüne geldi. Ne mutlu o kimseye ki, ona uyar, o da, ken­disine doğru yolu gösterir. Yazık o kara bahtlıya ki, ona isyan ve muhalefet eder. Yazıklar olsun ömürleri gaflet içinde geçen ümmetlere.

Ey topluluk! Nerede babalarınız, dedeleriniz? Nerede süslü saraylar ve taştan yapılar yapan Âd ve Semud kavmi? Hani dünya varlığına mağrur olup da kavmine (ben sizin en büyük Tanrmızım) diyen Fir'avun ile Nemrud? Onlar size nisbetle da­ha zengin, kuvvet ve kudret bakımından sizden daha artık durumda değil miydiler? Bu dünya,

değirmeninde onları öğüttü, toz etti, dağıttı, ke­mikleri bile çürüyüp dağıldı; evleri yıkılıp ıssız kaldı. Yerlerini, yurtlarını şimdi köpekler şenlendi­riyor. Sakın onlar gibi gaflet etmeyin, onların git­tiği yola gitmeyin. Her şey yok olacaktır; kalacak olan ancak Ulu Tanrı'dır ki, birdir, benzeri ve or­tağı yoktur. Tapılacak ancak O'dur. Doğmamış vc doğurmamıştır. Önce gelip geçenlerde bizim için ibret alınacak çok şeyler vardır. Ölüm ırmağmm girecek yerleri var amma çıkacak yeri yoktur. Bü­yük küçük hep göçüp gidiyor, giden geri gelmiyor. Anladım ki herkese olan bana da olacaktır.» 68

Page 69: Neda Armaner - Hitabet Ve Dinî İrşat Üzerine

VEDA HACCI HUTBESİ

M. 632 yılında Hazret-i Peygamber, yEiHinda binlerce Müslüman olduğu halde hac vazifesini ye­rine getirmek için, Medine'den çıkarak Mekke'ye geldi. Bütün Müslümanlar, Hazret-i Peygamberle birlikte hac merasimine katılmak istediklerinden, Mekke'de daha büyük bir kalabalık oldular. Mek­ke'ye yakın bir yerde ihrama girmekle, yâni hepsi beyaz dikişsiz bir elbiseye bürünmekle dış görü­nüşleri bakımından bütün ayrılıkları da kaldırdı­lar. Böylece tam bir eşitlik sağladılar. Bir ulu ce­maat halinde, «Yâ Rab! Huzuruna geldik. Birsin; benzerin, ortağın yoktur. Mülk Senindir, her nîmet Sendendir. Hamd ve şükür Sanadır.» diyerek iler­liyorlardı. Kabe tavaf edildikten sonra, Peygambe­rimiz, Arafat denilen yerde konakladı ve orada As­habına ve onların şahsiyetinde bütün insanlığa bir hitabede bulundu.

Bu hitap, Hazret-i Muhammed'in büyük bir topluluk karşısında islâm esaslarını son defa ilân etmesidir. Zira kısa bir zaman sonra Peygamberi-

69

Page 70: Neda Armaner - Hitabet Ve Dinî İrşat Üzerine

miz hastalanmıştı. Bundan ötürü «Veda Haccı» denilen son hac merasiminde okunan bu hutbeye «Veda Hutbesi» adi verildi.

Hazret-i Muhammed, Allah'a hamd ve sena ettikten sonra şu sözleri söyledi:

«Ey nâs (*) , Allah'ın Huzuruna çıkacaksınız, size yaptıklarınızdan .sorulacak. Bunu size bildiri­rim».

«Canlarınız, mallarınız tecavüzden masun ve kutsaldır.»

«Nezdinde bir emanet bulunan kimse, bu ema­neti, kime -ait ise ona vermelidir.»

«Her türlü ribâ (tefecilik) yasaktır. Ne zul­mediniz, ne de zulme uğraymız.»

«Cahiliyet devrine ait bütün kötülükler kal­dırılmıştır. Kan gütme, yalandan, uydurmadan iba­rettir. Kendi soyumun ribâ ve kan dâvasını kaldı­rıyorum.»

«Soy sop ile övünme yoktur. Hiçbir kimsenin, hiçbir kimseye şeref üstünlüğü hakkı olamaz, hepi­niz Âdem oğullarısınız, Âdem ise topraktandır.»

«Ey nâs, sizin zevceleriniz (eşleriniz) üzerin-

(*) Nas, Arapça, insanlar anlamında olan çoğul bir kelimedir.

ro

Page 71: Neda Armaner - Hitabet Ve Dinî İrşat Üzerine

cW baklarınız ve karşılıklı olarak sizin üzerinizde onların hakları vardır. Onlara iyilikle, sevgi ve lütnf ile muamele edin. Siz onları Allah'ın ahdi üzerine almışsınızdir. Onlar sizin yardımcılarınız-dır. Günahlardan sakınınız.»

«Hizmetkârlarınıza, yediğiniz yemekten yedir-mej'e, giydiklerinizden giydirmeğe dikkat ediniz. Affedilmiyecek bir hata işlerlerse onlardan ayrıl­makla yetinin. Onlar da Allahın kulu olup kötü muameleye lâyık değillerdir. Bu sözleri iyi düşünü­nüz.»

«Ey nâs, biliniz ki bütün Müslümanlar kardeş­tir. Birinize ait olan bir şey, gönül rızası olmadık­tan sonra başkasına helâl olmaz. Nefislerinize zul­metmekten kendinizi koruyunuz.»

«Ben size iki şey bırakıyorum: Biri Kur 'ân, diğeri Sünnet. Bunlara sıkı tutundukça hiçbir za­man yolunuzu şaşırmazsınız. Ben tebliğ ettim. Bu­rada hazır bulunanlar bulunmayanlara tebliğ et­sinler.»

«Şahid ol yâ Rab.»

Hazret-i Peygamber, bu hutbesiyle, en açık bir surette bütün dünyaya hitabederek insanlık hak ve hürriyetini, yedinei yüzyılda ilân etmiş durum­dadır. İnsanların birbirleriyle münasebetlerindeki yolları, işledikleri suçlardan dolayı Allah yanında

71

Page 72: Neda Armaner - Hitabet Ve Dinî İrşat Üzerine

sorumlu oldukları, eski devirlerden kalma kölelik, efendilik gibi yükselme ve ilerlemeye engel olan sı­nıf farklarının Müslümanlıkta asla yeri olmadığı ve hiçbir kimsenin diğerine bilgi, fazilet ve ahlâk­tan başka bir şekilde üstün olmıyacağı, eski câhiliy-ye an'anesine göre mukaddes bir vazife sayılan kan gütme gibi can ve mal dokunulmazlığını ortadan kaldıran, devamlı iç savaşlara sebebolan pagan (müşrik) âdetinin, kabile asabiyetinin Islâmda ye­ri olmadığı, fakirleri, zenginlerin kölesi durumuna sokması itibariyle faizciliğin ve tefeciliğin haram olduğu, cahiliyet devrinde erkeklerin malı gibi sa­yılan kadınlara erkeklerin yanüıda şerefli bir mev­ki vererek onlara şefkatle muamele edilmesi, sosyal nizamın özünü teşkil eden aile müessesesinin kutsal bir bağlılık olduğu, kişisel haklardan olan, can, mal, namus haklarının korunması ve nihayet İslâmlığın birlik ve eşitlik dini olduğu ilân edilmiştir.

72

Page 73: Neda Armaner - Hitabet Ve Dinî İrşat Üzerine

ATATÜRK'ÜN BALIKESİR HüTBESl

(Başkummdaıı Mustafa Kemal Paşa'nın tzmir seyahatleri esnasında Balıkesir'de Za­ğanos Paşa Camii minberinde irad ettiği hutbeden. 7 Şubat 1923.)

«Millet! Allah birdir. Şanı büyüktür. Allah'ın selâmeti, atıfeti ve hayrı üzerinize olsnn.

Peygamberimiz Efendimiz Hazretleri Ccnâb-ı Hak tarafından insanlara hakâiki tebliğe memur resul olmuştur.

Kanun-ı Esâsî cümlemizce malûmdur ki, Kur'-ân-ı Azîmü'ş-şân'daki iıusustur, insanlara feyz-i ruhu vermiş olan dinimiz son dindir, ikmâl-i din­dir. Çünkü dinimiz akla, mantığa ve hakikate tevâ­fuk etmemiş olsaydı, bununla diğer kavânîn-i ta-biiyye-i ilâhiyye beyninde tezat olması icabederdi. Çünkü bilcümle kavânîn-i kevniyyeyi yapan Ce-nâb-ı Hak'tır.

Arkadaşlar, Cenâb-ı Peygamber mesâisinde iki dâre, iki haneye malik bulunuyordu. Biri kendi

73

Page 74: Neda Armaner - Hitabet Ve Dinî İrşat Üzerine

hanesi, diğeri Al lah ' ın evi idi. Millet işlerini Al­lah 'ın evinde yapardı. Hazret-i Peygamber'in eser-i mübârekelerine iktifâen bu dakikada milleti­mize, milletimizin hal ve istikbaline ait hususatı görüşmek ınaksadiyle bu dâr-i kutside Allah ' ın hu­zurunda bulunuyoruz. Beni buna mazhar eden Ba­lıkesir'in dindar ve kahraman insanlarıdır. Bun­dan dolayı çok memnunum. Bu vesile ile büyük bir servete nail olacağımı ümid ediyorum. Efendiler, camiler birbirimizin yüzüne bakmaksızın yatıp kalkmak için yapılmamıştır. Camiler itaat ve iba­det ile beraber din ve dünya için neler yapılmak lâzımgeldiğini düşünmek yâni meşveret için yapıl­mıştır. Millet işlerinde her ferdin zihnen, bedenen ba.şlı başına faaliyette bulunması elzemdir, işte biz de burada din ve dünya için, istiklâl vc istikbalimiz için, bilhassa hâkimiyetimiz için neler düşündüğü­müzü meydana koyalım.

Ben yalnız kendi düşüncemi söylemek istemi­yorum. Hepinizin düşündüklerinizi anlamak isti­yorum. Âmâl-i Milliyye, irâde-i miUiyye yalnız bir şahsın düşünmesinden değil bilûmum efrad-ı mil­letin arzularının, emellerinin muhassalasından iba­rettir. Binaenaleyh benden ne öğrenmek, ne sor­mak istiyorsanız serbestçe sormanızı rica ederim.»

•— Müşârün-ileyh badehu minberden aşağıya inmişler ve muhtelif zevat tarafından irad edilen

74

Page 75: Neda Armaner - Hitabet Ve Dinî İrşat Üzerine

yirmiyi mütecaviz suali tesbit ettikten sonra cevap­larını vermişlerdir. Hutbeler hakkındaki ilk suale cevaben demişlerdir ki: —

«Hutbeler hakkında irad edilen sualden anlı­yorum ki, bugünkü hutbelerin tarzı, milletimizin hissiyât-ı fikriyyeşi bu lisan ile ihtiyâeât-ı medeniy-ye ile mütenasip görülmemektedir. Efendiler, hut­be demek nâsa hitabetmek demek, yâni söz söyle­mek demektir. Hutbenin mânası budur. Hutbe de­nildiği zaman bundan birtakım mefhum ve mâna­lar istihraç .edilmemelidir. Hutbeyi irad eden ha­tiptir, yâni söz söyleyen demektir. Biliyoruz k-i, Hazret-i Peygamber zaman-ı Saadetlerinde hutbe­yi kendisi irad ederlerdi. Gerek Pej^gamber Efen­dimiz ve gerek Hulefâ-yi Râşidîn'in hutbelerini okuyacak olursanız görürsünüz ki, gerek Peygam­ber'in, gerek Hulefâ-yi Râşidîn'in söylediği şeyler o günün meseleleridir. O günün askerî, idarî, malî ve siyasî, içtimaî hususatıdır. Ümmet-i Islâmiyye tekessür ve memâlik-i Islâmiyye tevessua başlayın­ca Cenâb-ı Peygamber'in ve Hulefâ-yi Râşidîn'in hutbeyi her yerde bizzat kendilerinin irad etmele­rine imkân kalmadığından, halka söylemek istedik­leri şeyleri iblâğa birtakım zevatı memur etmişler­dir. Bunlar herhalde en büyük rüesâ idi. Onlar câmi-i şerifte ve meydanlarda ortaya çıkar, halkı tenvir ve irşat için ne söylemek lazımsa söylerler­di. Bu tarzın devam edebilmesi için bir şart lâ-

75

Page 76: Neda Armaner - Hitabet Ve Dinî İrşat Üzerine

zınıdı: O da milletin reisi olan zatın halka doğru­yu söylemesi, halkı dinlemesi ve halkı aldatmama­sı. Halkı ahvâl-i umumiyeden haberdar etmek son derece hâiz-i ehemmiyettir. Çünkü ber şey açık söylendiği zaman halkın dimağı hâl-i faaliyette bu­lunacak, iyi şeyleri yapacak ve milletin zararına olan şeyleri reddederek şunun veya bunun arka­sından gitmiyeeektir. Ancak, millete ait olan işleri milletten gizli ettiler. Hutbelerin halkın anlıyamı-yacağı bir lisanda okunması ve onların da bugünkü icâbat ve ihtiyacınıza temas etmemesi halife ve pa­dişah namını taşıyan müstebitlerin arkasından köle gibi gitmeye mecbur etmek içindi. Hutbeden mak­sat ahalinin tenvir ve irşadıdır, başka değildir. Yüz, iki yüz sene hattâ bin sene evvelki hutbeleri okumak insanları cehil ve gaflet içinde bırakmak demektir. Hutebânm herhalde nâsın kullandığı li­sanla görüşmesi elzemdir. Geçen sene Millet Mecli­sinde irad ettiğim bir nutukta demiştim ki:

«Minberler halkın dimağları, vicdanları için bir menba-ı feyz, bir menba-ı nur olmuştur.

Böyle olabilmek için minberlerden aksedecek sözlerin bilinmesi ve anlaşılması ve hakâik-i fen-ııiyye ve İslâıniyyeye mutabık olması lâzımdır. Hu-tabâ-i kiramın ahvâl-i siyâsiyye, ahvâl-i içtimâiyye ve medeniyyeyi her gün t<ıkibetmeleri zarurîdir. Bunlar bilinmediği takdirde halka yanlış tcikinat verilmiş olur. Binâenaleyh hutbeler tamamen Türk-

76

Page 77: Neda Armaner - Hitabet Ve Dinî İrşat Üzerine

çe ve icâbât-ı zamana muvafık olmalıdır vc ola­caktır.»

aAtatürk Dedi Ki: (Nutuk, Hitabe, Beyanat, HasbihaUerden Türk InJciîâhımn Esasları ve Safhadan).

Toplayan, metni hazırlayan ve notlarla neşre­den: Prof. Dr. Herbert Melzig, Sümer Matbaa­sı, Ankara 1942, s. 211-213.»

77

Page 78: Neda Armaner - Hitabet Ve Dinî İrşat Üzerine

BİR HUTBE ÖRNEĞİ (*)

Âlemlerin Rabbi Allah'a hamd ve Hazret-i iMuhammed'le Onun yolundan gidenlere salât ve selâm olsun.

Ey Müslümanlar 1 Konumuz, İslâm cemiyetinin üzerinde kurulduğu temel kaidelerdir.

insanoğlu, yalnız basma yaşayan bir yaratık değildir. Yaşayahilmesi için gün geçtikçe artan bir­çok şeylere muhtaçtır. Bunları, kendi kendine elde

(*) Bu hutbe örneği Dr. Hüseyin Atay tarafm-dan tertip edilmlgtlr.

78

Page 79: Neda Armaner - Hitabet Ve Dinî İrşat Üzerine

edemez. Her i§ \e ihtiyaç kadar, o iş vc ihtiyacı üörecek insanlara lüzum vardır. Tek bir işi bile, tek bir insanın ortaya koymasına imkân olmadığı aşikârdır.

İşte bütün bu durumlar karşısında, insanların kendi varlıklarını koruyup devam ettirebilmeleri için bir araya- gelmeleri gerekmektedir. İnsanoğlu tek başına müstakil bir varlık olduğu gibi, bir ara­ya geldiklerinde ikinci bir varlık meydana getirir­ler. Buna «cemiyet» denir. İnsanlar bu ikinci var­lık içinde müstakil birer varlık değil, ancak cemi­yetten birer parçadırlar.

İslâm Dîni, insanı başıboş bırakmamış, ona bir istikamet vermiş, doğru yola sevketmiştir. İnsanın müstakil bir fert olarak ödevlerini bildirdiği gibi, cemiyeti teşkil eden, yâni bütün içinde bir parça olarak da görevlerini göstermiş ve cemiyet içinde­ki fertlerle olan münasebetlerini tâyin etmiştir.

Bir insanın tam bir müslüman olabilmesi ıçin hem ferd ve hem de cemiyetin bir parçası olarak, kendisine yükletilen vazifeleri yapması gerekir. Ferd olarak, müslüman olan fakat cemiyetin bir parçası olarak müslümanca hareket etmeyen kimse tam bir müslüman değildir. Cemiyet içindeki vazi­felerini yerine getirip, şahsî vazifelerini yapmayan kimse de böyledir.

işte bizim cemiyetimizin ferdleri, teker teker müslümandır. Ama meydana getirdikleri cemiyet

79

Page 80: Neda Armaner - Hitabet Ve Dinî İrşat Üzerine

îslâm. cemiyeti değildir; çünkü İslâm'ın koyduğu cemiyet kaidelerine riayet etmemekte vc cemiyet içindeki vazifelerini yapmamaktadırlar. Eğer yap­mış olsalardı, cemiyetimiz bugünkü acıklı hale düş­mezdi. Bunun sorumluluğu cemiyeti teşkil eden raüslümanlarmdır.

İşte îslâm Dîni'nin kurmak istediği cemiyetin birinci temel kaidesi kardeşliktir. Cenâb-ı Hak:

Yâni: «Mü'minler kardeştirler. (Aralarında geçim­sizlik olursa) kardeşlerinizin arasım düzeltin. Allah (m emirlerine karşı dukmak) tan sakının ki size merhamet edilsin)) bujTirmaktadır.

Bu âyet-i kerime, bir cemiyeti teşkil eden müs-lümanlarm, önce kardeş olduklarını bildiriyor. Son­ra, bozuştuklarında kardeşçe, kardeşlerin aralarını bulmalarını ve bunda başkasının değil ancak Al­lah'ın rızasını gözönüne almalarını emrediyor. îş-te Kur'ân'm îslâm cemiyeti için koyduğu birinci kaide, cemiyetin fertlerinin birbirinin kardeşi ol-

80

Page 81: Neda Armaner - Hitabet Ve Dinî İrşat Üzerine

duklarını bilmeleri ve ona göre hareket etmeleridir. Hazret-i Peygamber bir hadîs-i şerifinde:

Yâni iiMü'min uysaldır. Uysal olmayan, iyi geçin­meyen ve kendisiyle iyi geçinilmeyen kimsede ha­yır yoktur)) buyurmuştur..

(Oturur vc kalkınca) Ey Müslümanlar! İslâm cemiyetinin üzerinde

kurulduğu ikinci kaide yardımlaşmadır. Bu, kar­deşliğin gerektirdiği bir ödevdir. Yalnız ne husus­ta ve hangi gaye uğrunda yardım edileceğini bil­dirmek için Cenâb-ı Hak:

' ^ U ^ ^ J u J s ^ • ^ *» 1

81

Page 82: Neda Armaner - Hitabet Ve Dinî İrşat Üzerine

Yâni uîyilik etmekte, (fenalıktan) sakınmakta yar­dımlasın, (jünah işlemek ve aşın (jiimekie yardım-laşmayın. Allah'tan korkun. Çünkü Allah'ın cezası şiddetlidir» buyurmaktadır.

Allah'ın yardım etme emri iyi, yararlı ve ha­yırlı işler hakkındadır. Günah işlemek, haşkasma fenalık etmek, düşmanlığı körüklemek için en ufak bir yardım bile Allah 'ın emrine karşı gelmek ve buyruğunu dinlememektir. Bu âyet'e göre hareket ctmi}-en kimse İslâm cemiyetinde bozgunculuk yap­mış oluyor. Müslümanların bu gibi kimselere göz kulak olmaları da yine bu âyetin emrine girer.

Müslümanların her zaman hatırlamaları gere­ken şu âyet onlara rehberlik eder:

aBoğrusu Allah adaleti, iyilik yapmayı, ya­kınlara bakmayı emreder. Hayâsızlığı, fenalığı ve haddini aşmayı yasak eder. futasınız diye size öğüt verir.))

y «ye

£9 İ>jj^ J>o çv4=ajjj yijz&s ı,J^^3

Page 83: Neda Armaner - Hitabet Ve Dinî İrşat Üzerine

BİR V A A Z ÖRNEĞİ

KUR'AN İNSANLARI DÜNYA VE ÂHİRET SAADETİNE ÇAĞIRIYOR (*)

Sayın dinliyenlerim!

Dünya denilen bu ihtiyar kürede yaşamakta olan insanların müşterek bir arzuları vardır: oMes'ud olmak)).

P"'akat biz, saadet peşinde koşan bu insanlara dikkatle bakacak olursak onların üç gruba ayrıl­dıklarını görürüz:

1 — Yalnız dünyada mes'ud olmak istiyenler. 2 — Yalnız âhirette mes'ud olmak istiyenler. 3 — Hem dünyada, hem âhirette mes'ud ol­

mak istiyenler.

Bizler Müslüman olmamız, Hz. Mulıanıııied'i kendimize örnek ittihaz etmiş, Kur'ân'a sarılmış in-

(*) Bu vaaz örneği Ankara gezici vaizi Mehmet Oruç tarafından hazırlanmıştır.

83

Page 84: Neda Armaner - Hitabet Ve Dinî İrşat Üzerine

sanlar olmamız hasebiyle acaba bu üç gruptan han­gisine dâhil olmakyız? Kendi kendimize böyle bir soru sorduğumuz ve bu sorunun cevabını Kur'an'-da araştırdığımız takdirde şu iki âyet-i kerîme müş­külümüzün çözümüne yetecektir:

(Bakara, 200 ve 201)

((Bâzı kimseler 'Ey Rabbimiz! Bize vereceği­ni dünyada ver.' derler. Bunların âhirette n/isihi yoktur. Bazıları da 'Rabbimiz! Bize dünyada bir güzellik, âhirette bir güzellik ver ve bizi ateş aza­bından koru.' derler. İşte kazançlarından nasibi olanlar bunlarâır. Allah'ın hesah görmesi de pek tezdir.»

Enes bin Mâlik (R.A.) den rivayet edildiğine göre Hz. Muhammed (A.S.) çoğunlukla şöyle duâ ederlerdi:

«.Rabbimiz, bize dünyada bir güzellik, âhirette bir güzellik ver ve bizi ateş azabından koru.))

Sayın kardeşlerim!

Enes bin Mâlik'den rivayet edilen şu duâ da açıkça gösteriyor ki Peygamberimiz Rabbinden yal­nız âhiretin güzelliğini değil, dünj-anın da güzelli­ğini isterlerdi.

Hiç şüphe yok ki, her insan şahsiyetiyle müte­nasip olanı ister. Hz. Muhammed'in de dünyada

84

Page 85: Neda Armaner - Hitabet Ve Dinî İrşat Üzerine

verilmesini istediği güzellik ve iyilik, meserreti mu­cip nimetler onıın şahsiyyeti ile mütenasib olan şeylerdi. Acaba bunlar nelerdir? Hz. Hasen (R.A.) dünyannı meserrete mucip nimetinin ilim ve amel olduğunu söj'ler.

Saynı kardeşlerim!

Hepimiz biliriz ki, ilim ve amel gaye değil, iu-san-ı kâmil olabilmenin vasıtasıdır.

Mü'minin ilim ve amele insân-ı kâmil olmak için ve olacak şekilde sarılması ieabeder. Çünkü Allah insanlara istediklerini değil, lâyık olduklarını verir.

Netice şudur:

Allah ve O'nuıı Resul'ü insanları dünya ve âhi-rct saadetine çağırmaktadır. İslâm dîni bu saadete uzanan yolu çizmiştir. Müslümanların bu dine, hem dünyada hem de âhirette mes'ud olacak şekilde sa­rılmaları ieabeder. İslâm dinini yalnız âhiret saade-thıe uzanan bir yol olarak görmek yanlış, korkunç ve tclilikeli bir görüşdür.

Bizlerin böyle yanlış bir istikamette seyretme­memiz içindir ki, Allah, Müslümanlıkta gayenin iki cihan saadetine ulaşmak olduğunu Kur'an'da açık­lamış, Hz. Muhammed de dualariyle bizleri ikaz etmiştir.

85

Page 86: Neda Armaner - Hitabet Ve Dinî İrşat Üzerine

Hz. Ali (K.V.) ilin de .şöyle dediği rivayet edi­lir:

«Marifet bir kim.senin Cenneti âhirette bulma­sı değil, asıl marifet o kimsenin Cenneti dünyada bulmasıdır.»

Şüphe yok ki, Allah, insanlara ömür sermaye­sini bu saadeti kazanmaları için vermiştir. En kor­kunç, en iğrenç israf, ömrün israfıdır.

Hz. Muhammed (A.S.) «İki günü birbirine mü­savi olan aldanmıştır.» buyurdukları halde, bazı Müslümanların bu îkaza aldırmıyarak ömürlerini sonsuz bir cömertlikle israf etmeleri ne kadar acı, ne kadar hazindir.

Kur'ân'ın «Oku!» emriyle indiğini bilen, bu­na rağmen günde iki üç paket sigara içtiği halde, ömründe iki üç kitap okumamış olan bir Müslü­man, durumunun vehametini düşünmez mi?

Bir yaz günüydü, istanbul'daydım. Fâtih sem­tinden geçiyordum. Bu esnada bir çocuk toplulu­ğuna rastladım. Çocuklardan birinin elinde saka kuşu vardı, diğerleri de bu kuşu hayret ve hayran­lıkla seyrediyorlardı.

Aralarına .sokuldum. Saka kuşunu elinde tutan çocuk ve diğer çocuklar bakışlarını bana çevirdiler. İşte bu esnada kuş aradığı fırsatı bulmuş olacak ki, kaçtı.

86

Page 87: Neda Armaner - Hitabet Ve Dinî İrşat Üzerine

Çocuklar uzaklnşmakta olan kuşun archnclan bakakaldılar. Kuşu elinden kaçıran çocuk da tees­sür ve heyecanla uçup gitmekte olan kuşun ardın­dan baktı, baktı sonra başını öne eğerek hıçkıra hıçkıra ağlamağa başladı.

Dünyanın toprak perdesinde beliren bu hâdi­se, âdeta lisân-ı hâl ile diyordu ki -.

Bu çocuk bir kuş kaçırdı, zarara uğradı, fa­kat şu hale bak ki, çocuk olduğu halde uğradığı zararı idrak ediyor, teessüründen ağlıyor. Halbu­ki sizin içinizde öyle insanlar var ki, Allah'ın ken­disini dünya ve ahiret saadetini kazanması için ya­rattığını, ömür sermayesini, bunun için verdiğini bilmede, buna rağmen ömrünün üçte ikisini boş ye­re geçirdiği, elindeki fırsatın mühim bir kısmını elden kaçırdığı! halde zararını idrak etmemekte, ge­ri kalan günlerini bu kaybı telâfi edecek şekilde tanzimin yoluna koyulmamaktadır. Sorarım, haki­katte çocuk durumunda olan kimdir ? O çocuk mu ? Yoksa gaflet uykusuna dalmış mışıl mışıl uyuyan ve uyanmağa niyetleri olmıyan bu kimseler mi?

İslâm büyüklerinden Şiblî diyor ki:

«Ey insanlar, ömrünüzün kalan günlerinin kıymetini biliniz. Çünkü ind-i İlâhîde bulacağınız biricik şey ömrünüzün kıymetini bildiğiniz günle­rin semeresidir.»

87

Page 88: Neda Armaner - Hitabet Ve Dinî İrşat Üzerine

Allah'ın şu hitabı bizler iein ne kadar uyarı­cıdır (Kasas, 77) :

«Allah'ın sana verdiği bu servet ile âhiret sa­rayının saadetini araştır. Dünyadaki payını da unutma. Allah sana nasıl ihsan etmişse sen de in­sanlara öyle ihsan et. Yeryüzünde fesad karıştır­ma, çünkü Allah fesadcıları sevmez.»

Bu âyet-i kerîme ile Allah, insanları dünyada yapılacak iyilikle âhiretin iyiliğini kazanmağa da­vet etmektedir.

Yâni ilim ve amele sarılarak Allah'ın istediği gibi yaşamağa, bu olgunlukla dünya ve ukbanm saadetine yükselmeğe davet etmekte, bu şekilde ha­reket etmij^ecek olanların dünyadan nasiplerinin bir kefenden ibaret olacağını düşünmelerini istemek­tedir.

Şu hususu asla unutmamalıyız ki, dünya ve ahiret saadetine nail olabilmek, bu saadete lâyık olabilmekle, bu saadete lâyık olabilmek, insân-ı kâ­mil olabilmekle, insân-ı kâmil olabilmek âmil ol­makla, âmil olabilmek ise ilme sarılmakla mümkün­dür. Bunun içindir ki biricik örneğimiz: «Ey Al­lah'ım, bana ilim zenginliği ver.» diye dua etmiş­lerdir.

Fakat hepiniz biliı-siniz ki, ilim ancak oku­makla kazanılır, okuyabilmek için de okur-yazar ol-

88

Page 89: Neda Armaner - Hitabet Ve Dinî İrşat Üzerine

mak ieabeder. Onun içindir ki, cihanda okuma yaz­ma seferberliğini ilk ilân eden Hz. Muhammed'dir.

Milâdî 623 yılı Ramazanının 17 nci günü vuku bulan Bedir Muharebesinde Müslümanlar yetmiş esir almışlardı. Bu esirlerden altmışı münasip bi­rer fidye mukabilinde serbest bırakıldılar. On esir kalmıştı. Hz. Muhammed (A.S.) bu on esirden on Müslümana okuma yazma öğretenin serbest bırakı­lacağını bildirdiler.

Peygamberimiz bu hareketleriyle asırlarca ev­vel okuma yazma seferberliği ilân etmişler, Dîn-i İslâm'ın cehaletle giriştiği bu amansız savaşta oku-ma-yazma öğrenmeye verdiği değeri bütün ihtişam ve berraklığı ile göstermişlerdir.

Şu anda Allah'ın huzurunda ellerimi kaldırır, Cenâb-ı Hak'dan, dünya ve ukba saadetine nail ol­mamızı dilerim.