64
yaşam sanat Timsah Gözyaşları Vicdan Kanaması Değildir yaşam sanat 3 Zalimler zulmünü mazlumlar üzerinde kurar ve masumiyet postuna bürünerek maz- lumu savunduğuna inandırmak ister. Çünkü zulüm de zulmeden de halkların düş- manıdır. Dünyanın hiçbir yerinde, hiçbir di- linde zulmü savunmak mümkün değildir. O nedenle zalimler yalanlara sığınmak zo- rundadır. *** Lord Braugham; “ En çirkin yalan çocuğa ve halka söylenen yalandır. Çünkü ikisi de ko- layca kanar” derken bir tespit yapar. Çünkü ço- cuğun da halkın da vicdanı kirlenmemiş, masumiyeti bozulmamıştır. Kendisine öğreti- len ‘değer’ ne ise ona inanır. Bilinciyle yüreği arasında kurması gereken köprüyü kurmamış, kuramamıştır. Yalancılar tam da burada devreye girer. Fin- ley Peter Dunne’nin dediği gibi; “Belli bir amaçla söylenen yalan, en ahlaksız yalan biçi- midir.” Zalim, en çok da onun işe yaradığını bilir. Bunun için de teknolojinin bütün olanakla- rını kullanarak yalan makinelerini devreye sokar. Bütün dünyayı kana boğan emperyaliz- min simgesi olan bir ülkenin devlet başkanı çıkar, ölen çocuklar karşısında gözyaşları döker. Sanki dünyaya silah satan, o silahlarla yal- nızca insanı değil, insanlığı katleden kendileri değildir. Sanki enerji kaynaklarının üstüne oturmak ve dünyanın enerjisini sömürmek için Ortadoğu’yu kan gölüne dönüştüren onlar değil, ölen, öldürülen yerinden yurdundan olanlardır. Sanki; gelişmekte olan ülkelere 550 milyar dolarlık silah satıp halkları ırk ve mezhep ça- tışmalarına sürükleyen; sonra çıkıp ekranlarda bir çocuğun ölümüne ağlayan, timsah gözyaş- larını vicdan kanaması diye yutturan emperya- lizmin temsilcileri değil de birbirine kırdırılan halklar… Ne yazık ki Mark Twain dediği gibi; “Ger- çek ayakkabılarını giyemeden, yalan dünyayı üç kere” dolaşıyor. Biz yine de Norveç özdeyişindeki sözlere inancımızı koruyalım. “Yalan dörtnala gider, gerçek adım adım yürür fakat gene de vaktinde yetişir.” *** Değerli Yaşam Sanat dostları… Yeni bir döneme girerken, yeni bir şey söy- lemiş değiliz. Karamsarlık bulutlarının insan- lığın yaşanabilir bir dünya kurgusunu gölgele- memesi için, bilinen bir şeyin altını kalınca çiz- mek istedik. Hiçbir şey etmez insanın insana ettiğini. Yine de düşünen, düşündüğünü uygulama ye- tisine sahip olan, bugününü kana bulayan sis- temi kuran ama kurduğu sistemi yıkacak bilince, güce ve mücadeleye sahip olan insan- dır sığınağımız. Bu bilinç ve umutla yolculuğumuz sürecek- tir.

Timsah Gözyaşları Vicdan Kanaması Değildirsabihadzi.weebly.com/uploads/3/3/3/5/3335393/temmuz_2018...yaşam sanat Timsah Gözyaşları Vicdan Kanaması Değildir yaşam sanat

  • Upload
    others

  • View
    20

  • Download
    0

Embed Size (px)

Citation preview

Page 1: Timsah Gözyaşları Vicdan Kanaması Değildirsabihadzi.weebly.com/uploads/3/3/3/5/3335393/temmuz_2018...yaşam sanat Timsah Gözyaşları Vicdan Kanaması Değildir yaşam sanat

yaşam sanat

Timsah Gözyaşları Vicdan Kanaması Değildir

yaşam sanat 3

Zalimler zulmünü mazlumlar üzerindekurar ve masumiyet postuna bürünerek maz-lumu savunduğuna inandırmak ister.

Çünkü zulüm de zulmeden de halkların düş-manıdır. Dünyanın hiçbir yerinde, hiçbir di-linde zulmü savunmak mümkün değildir.

O nedenle zalimler yalanlara sığınmak zo-rundadır.

***Lord Braugham; “ En çirkin yalan çocuğa

ve halka söylenen yalandır. Çünkü ikisi de ko-layca kanar” derken bir tespit yapar. Çünkü ço-cuğun da halkın da vicdanı kirlenmemiş,masumiyeti bozulmamıştır. Kendisine öğreti-len ‘değer’ ne ise ona inanır. Bilinciyle yüreğiarasında kurması gereken köprüyü kurmamış,kuramamıştır.

Yalancılar tam da burada devreye girer. Fin-ley Peter Dunne’nin dediği gibi; “Belli biramaçla söylenen yalan, en ahlaksız yalan biçi-midir.” Zalim, en çok da onun işe yaradığınıbilir.

Bunun için de teknolojinin bütün olanakla-rını kullanarak yalan makinelerini devreyesokar. Bütün dünyayı kana boğan emperyaliz-min simgesi olan bir ülkenin devlet başkanıçıkar, ölen çocuklar karşısında gözyaşlarıdöker.

Sanki dünyaya silah satan, o silahlarla yal-nızca insanı değil, insanlığı katleden kendilerideğildir. Sanki enerji kaynaklarının üstüneoturmak ve dünyanın enerjisini sömürmek için

Ortadoğu’yu kan gölüne dönüştüren onlardeğil, ölen, öldürülen yerinden yurdundanolanlardır.

Sanki; gelişmekte olan ülkelere 550 milyardolarlık silah satıp halkları ırk ve mezhep ça-tışmalarına sürükleyen; sonra çıkıp ekranlardabir çocuğun ölümüne ağlayan, timsah gözyaş-larını vicdan kanaması diye yutturan emperya-lizmin temsilcileri değil de birbirine kırdırılanhalklar…

Ne yazık ki Mark Twain dediği gibi; “Ger-çek ayakkabılarını giyemeden, yalan dünyayıüç kere” dolaşıyor.

Biz yine de Norveç özdeyişindeki sözlereinancımızı koruyalım. “Yalan dörtnala gider,gerçek adım adım yürür fakat gene de vaktindeyetişir.”

***Değerli Yaşam Sanat dostları… Yeni bir döneme girerken, yeni bir şey söy-

lemiş değiliz. Karamsarlık bulutlarının insan-lığın yaşanabilir bir dünya kurgusunu gölgele-memesi için, bilinen bir şeyin altını kalınca çiz-mek istedik.

Hiçbir şey etmez insanın insana ettiğini.Yine de düşünen, düşündüğünü uygulama ye-tisine sahip olan, bugününü kana bulayan sis-temi kuran ama kurduğu sistemi yıkacakbilince, güce ve mücadeleye sahip olan insan-dır sığınağımız.

Bu bilinç ve umutla yolculuğumuz sürecek-tir.

Page 2: Timsah Gözyaşları Vicdan Kanaması Değildirsabihadzi.weebly.com/uploads/3/3/3/5/3335393/temmuz_2018...yaşam sanat Timsah Gözyaşları Vicdan Kanaması Değildir yaşam sanat

yaşam sanat 4

İngiliz düşünürü J.Lock’a göre, insan do-ğuştan bilgisizdir. Bana göre yeteneği saklı tut-mak koşuluyla şöyle de denilebilir; yenidoğmuş bir çocuk ilerleyen yaşam sürecinekoşut olarak, deneyimlerine ve gözlemlerinegöre bilgilenir. Aptallar deney ve gözlemdenyoksun oldukları için, ömürleri boyunca aptalkalırlar. Tüm yaşamları bomboş bir kâğıt gibi-dir. İnançları, bu ak kâğıt üzerinde yalnızca birnoktadır. Denizlerin yönsüz planktonlarınabenzerler. Yaşam dalgalarının gelgitlerinin ön-leri sıra, bir yönsüzlük içerisindedirler. Sorusormayı bilmedikleri için karanlık evrenlerindemutludurlar. Oysa, “düşünen bir baş için gözükapalı yaşamak, sırtına yükletilen yükün ne ol-duğunu sormadan taşıyıcısı olmak gibi insanayakışmayan bir durum benimsenemez. İnsansoru soran, soru sormayı bilen, isteyen bir var-lıktır.” Yaşamın ayırdına varmak isteyen, ka-ranlıkları sorgulayan, gerçeğin izini sürendirinsan. Binlerce yılın gerisinde kalmış olan dog-maların peşi sıra yürümek, binlerce yıl önceyaşamış insan gibi düşünmekte, davranmaktaısrar etmek, hayatın birbiri ardı sıra gelen vebirikerek tarih olan gerçeğine karşı durmayaçalışmak, yaşanılan anları kirletmekten başkabir şey değildir. Doğanın itici gücü önünde so-nunda kirlerinden temizlenecektir zira.

Hallacı Mansur’un yaşadığı zaman dili-minde softalardan birinin şöyle dediğini anla-tıyor tarih; “Bizim mağaralarda, izbelerdefısıldaştığımız sır tecellilerini Mansur açığavurdu ve ayağa düşürdü.” Börtü böceğin sü-ründüğü izbelerde, mağaralarda bilinmeyeninbilinmesine dair ne fısıldaşılır da yüksek seslekonuşmaktan korkulur? Mansur’a göre bilin-meyenle (tanrı), bilinen (insan) iç içedir, tekvücuttur. Yani insan tanrıdır ya da tanrı insan-dır: “Beni öldürün/beni öldürün/yaşadığım

ölümümdedir/benim yaşayışımda ölüm/ölü-mümde yaşama vardır” derken, izbelerde-ma-ğaralarda kimilerinin korkuyla fısıldaştığıgerçeği günışığına çıkarıyor Mansur. Ait ol-duğu toplumun inançlarını kökünden sarsıyorbir an’da. Ve saltanatı sarsılan zamanın ege-menleri tarafından hapsediliyor. Düşüncelerin-den vazgeçmesi için bir dizi işkencedengeçiriliyor ama o gerçeğin sularından bir adımgeri çekilmiyor. Egemen güç elleri, ayaklarıve sonunda başını kestiği Mansur’la, zamanınsesini soluğunu da keseceğini sanıyordu. OysaO’nun söyledikleri hâlâ yaşıyor. İzbelerde, ma-ğaralarda korkuyla fısıldaşanların uzantısı, kirliyüz ve düşleriyle bugün de var. İnsanı yakarak,zamanı boğarak varlıklarını sürdürmeye uğra-şıyorlar. Gerçek, ışıltılarla dönüyor önümüzdeoysa.

N.F.Kısakürek’e göre Hallacı Mansur,omuz omuza yaşadığı insanların içinde birayrık otudur. Bakın nasıl betimliyor yaşanandramı; “Seziliyor ki, Mansur dışardan gelenbir zulmün değil, kendi nefsinden fışkıran birşeyin mazlumudur, kendi kendisinin maz-lumu… Zirâ onun âkibetini mukaddes ölçübiçti ve idamına hükmetti.” Şimdi, N.Fazıl dü-şüncesinde olanlara sormak gerekiyor; mukad-des ölçü, düşüncesinden ötürü bir insanınellerinin, ayaklarının, başının kesilmesini veüzerine neft yağı dökülerek yakılmasını nasılemreder? Böyle bir emrin mukaddesliğindeninsan olarak söz edebilir miyiz? Mansur’un‘nefsinden fışkıran şey’in özgür düşünce oldu-ğunu söylemeye dili varmıyor N.Fazıl’ın. Dü-şünce özgür olmadıktan sonra, insan nasılinsan olabilir? Kalabalığı bin yıl öncenin ma-sallarıyla uyutmak, egemen güçlere mukad-deslik kılıfları icat etmek, doğuşla hak edilenözgürlüğü baltalamak değil midir? İnsan ne çe-

Bülent Güldal

Özgür Düşünceden Neden Korkulur?

Page 3: Timsah Gözyaşları Vicdan Kanaması Değildirsabihadzi.weebly.com/uploads/3/3/3/5/3335393/temmuz_2018...yaşam sanat Timsah Gözyaşları Vicdan Kanaması Değildir yaşam sanat

yaşam sanat 5

kiyorsa böylelerinden çekti, çekiyor. Bir tüneli geçiyoruz, bitimine yakın yeniden

yeniden başlayan. Bildiğimizin ama söyleye-mediklerimizin etrafında fır dönüyoruz. Bir za-manlar izbelerde fısıldaşılan şimdi kapalıkapılar arkasında konuşulan aynı korku bu.Adını bizden öncekilerin koyduğu masallarınçevresinde yorulmaksızın tapınıyor, yarınlarında bulanıklığına neden oluyoruz. Oysa sevgi,bilgi ve gerçek evrenseldir. Üniforması yokturbunların. Sarığı, cüppesi, tapınağı yoktur. Ger-çekten yana söylenmiş her düşüncenin tüm za-manlarda geçerliliğini koruması bu yüzdendir.

Yunus Emre, Pir Sultan, Azmi Baba, Viranî,Kaygusuz Abdal, Edip Harâbî gibi ozanlar gü-nümüzde yaşasalardı halleri nice olurdu acaba?Bakın Azmi Baba’nın söylediklerine: “Yüz bintamun olsa korkmam birinden/Rahman isminâzil değil mi senden/Gaffar-üz-zünûb’um de-medin mi sen?/Affet günahımı yalancı mısın?”Azmi Baba bu söylemiyle yaşadığı toplumun

önünde giden biri. Eleştiriyor, yargılıyor veyeni sentezlere varıyor. İnsana özgü durumbudur işte.

“Topraklardan, taşlardan yola çıkarak bit-kilerden, sürüngenlerden geçip insana ulaşmışbir evrim var. Madenler, bitkiler, hayvanlar zin-ciri sonunda gelip insana dayandı. Evrim son-suz olduğuna göre, insandan öte de bir şeylerolmalı. Gelişme gücü insanı da zorlayacakelbet, evrim insanı da aşacak. Bir gün gelipyepyeni bir yaratıkla karşılaşacak dünyamız.”Alman düşünürü F.Nietzsche insanüstünün öz-lemini çekerken, insanlığımızı onarmaktan sözediyor Comte. Darwin’se “Hayvanlığımızıonarmalıyız” diyor. Bergson, selameti metafi-ziğe dönmekte buluyor. Kimi düşünürler in-sanı, kimileriyse tanrıyı baştacı edegelmiş vebu arayış içerisinde özgür iradesinin sahibi ol-duğu oranda kendi doğrusuna ulaşacaktır. Yeterki özgür düşünce kuduz bir köpek gibi kova-lanmasın.

Yeryüzünden yükselen her sesÜrpertir beni hüzünlere iter Hiç yoktan ağlayasım gelirGökkubbe alçalır ağırlaşırGöğün ötesine uçasım gelir

Topraklar güzelden de öteGözümde çıplaklığı yüreğimde sıcağı Cümbüşlere karışır hayasız notalarHangi renkler tabulu hangileri yaşamlıÇiçeklerini öpesim gelir

Atlaslarda başka günler yazılarda başkaAkşamları anımsarım dal uçlarındaGöçmen gagalı sevda kuşları Düşünmek boş bu saatten sonraDenizin dibinde kabuk olasım gelir

1954 – Tarlabaşı / İstanbul

Sabahattin Topaloğlu (Yalkın)

Düşünemediğim

Page 4: Timsah Gözyaşları Vicdan Kanaması Değildirsabihadzi.weebly.com/uploads/3/3/3/5/3335393/temmuz_2018...yaşam sanat Timsah Gözyaşları Vicdan Kanaması Değildir yaşam sanat

yaşam sanat 6

Küresel Günahkarlık: İletişim İçin Sanat (1)

İletişim için sanat çözüm olabilir. Eğer sanatınküresel boyutta insan kaynaklarının iletişimineöncü olmasına izin verirsek, insanlığın yüz yüzekaldığı sayısız sorunun çözümüne ulaşabilir miyiz?Yanıt çok basit: Bunu kabul edersek, yani sanatınöncü olmasını kabul edersek evet...

1- Sanat insan ruhunun, insan mirasının ve insanbeklentilerinin yansımasıdır.

2- Sanatın önyargıları, kıskançlıkları yoktur.3- Sanat tümüyle iletişimdir, iletişim hakkında-

dır.4- Sanat yerli, ulusal olabilir, ancak ulusal olu-

şundan dolayı daima küreseldir.5- Sanat, barışçı, kışkırtıcı ve her türden sınırı

kırabilecek güçtedir.Sanat, sosyal ve politik farklılıkların birleştiri-

cisidir.Tezimi en kısa yoldan savunabilmek için DIO-

GEN adlı dergide dünyanın her yerinden sanatçı-ların yaptığı sunumların analiziyle bilimsel çalış-mayı sunacağım. Bu arada, DIOGEN ile ilgili bilgivermeliyim: DIOGEN 2009 yılından bu yana, yanisekiz yıldır, dünyanın altmıştan fazla ülkesinden345 yazarın katılımıyla çıkarılan sanat, kültür, eği-tim ve bilim dergisi. Yazarlarının arasında şairler,kısa öykü yazarları, dramaturglar, makale yazarlarıbulunmakta. Yazarlara ek olarak, dünyanın her ye-rinden ressamlar, fotoğraf sanatçıları, grafik tasa-rımcıları ve genelde sanatın her koluyla uğraşan 79kişilik bir ekip, DIOGEN’in katılımcıları arasında.

Gelin Makedonyalı bir sanatçı olan Prof.Dr.HRISTO PETRESKI ile başlayalım:

Petreski, tuhaf önerilerle kapanmış bir ruhunduyusuyla, önümüze sanatsal haykırışların türlü bi-çimlerini koyuyor. İmgenin, fırçanın, suyun, ateşinve kendi haykırışının makul kapsayıcılığında çok

Sabahudin Hadzialic

Şair, yazar Prof. Dr. Sabahudin Hadzialic, 1960 yılında, Bosna-Hersek- Mostar’da doğdu.2011-2012 ders yılından beri Travnik Uluslararası Üniversitesi, Medya ve İletişim Fakültesinde öğretim üyesi

olarak çalışmakta ve ayrıca üniversitenin Dış İlişkiler Ofisinin başkanlığını da yürütmektedir. Travnik Üniver-sitesi’nin yanı sıra Roma Üniversitesi’nde (İtalya) ve Vilnius Üniversitesi’nde (Litvanya) konuk profesör olarakmedya ve iletişim dersleri vermektedir.

Yurt içinde ve yurt dışında basılmış 13 kitabı, pek çok yayınlanmış makalesi ve araştırması bulunmaktadır.Gerçekleştirdiği birçok projenin içinde editörlüğünü yürüttüğü DIOGEN pro-kültür sanat dergisi önemli biryer tutmaktadır.

Bosna-Hersek Yazarlar Birliği, Bosna Hırvat Yazarlar Birliği, Sırbistan Yazarlar Birliği, Karadağ YazarlarBirliği başta olmak üzere bazı edebiyat oluşumlarının üyesidir.

“Yugoslavya’nın En İyi Genç Şair Ödülü ‘My Pen’ (1987” ve “Yugoslavya-Sırbistan ‘İvo Andriç’ AkademiÖdülü (2011) yanı sıra pek çok ödülün sahibi olan Hadzialic, Bosna Hersek’in Sarajevo (Saraybosna) ken-tinde yaşamaktadır.

Page 5: Timsah Gözyaşları Vicdan Kanaması Değildirsabihadzi.weebly.com/uploads/3/3/3/5/3335393/temmuz_2018...yaşam sanat Timsah Gözyaşları Vicdan Kanaması Değildir yaşam sanat

yaşam sanat 7

boyutlu bir sanatçı. Döngüsel tekrarları ister yağlı-boya resimde ister suluboyada olsun çok boyutlubir sanatçı.

Hepimiz çok boyutlu varlıklarız. Karşılıklı biranlayış içinde birbirimizle iletişim kurabilmemiziçin içsel dünyamızdaki iletişimin tüm gözenekle-rini açmaya ihtiyacımız var. Sözde farklı, aslındaavantajımız olan kendi boyutlarımız içerisindefarklılıklarımızı görmek zorundayız, çünkü deri-mizin altı hepimizde kan kırmızı. Hiç mavi, yeşil,sarı kanlı var mı? Hepimizinki kırmızı. İşte bu nok-tadan başlamalıyız, yavaş yavaş ancak emin bir bi-çimde.

Şimdi Polonya’dan bir sanatçıyla devam ede-lim: MARCIN BONDAROWICH. MARCINBONDAROWICH’İN görsel poetikası/ şiiri hak-kında konuşmak çok zor. Neden zor? Yarattığı ese-rin dışsal uyarıcısı/ canlandırıcısı içsel bağlantısınınözü ile kuşatılmış, işte bu, sanatsal yaratısının ol-mazsa olmaz koşulu. Gözlemlere dayanarak söyle-yecek ya da yazacak olursam, sanatçınınçoğunlukla hep kendiyle yüzleştiğini görme şan-sım oldu ancak, aynı zamanda dışsal uyarıcıya dabir cevap yaratıyordu. İşte bu, sanatçı kimliğinerağmen, onu insan yapan şey.

Provokasyon ya da kışkırtma bazen dışarıdaniçeriye gitmektir. Var olan görüntülerin/ vizyonla-rın yerinden edilmesi/ tahtından indirilmesi yal-nızca dışarıyı değil kendi içimizi de daha iyigörmemize neden olabilir, kendimizi daha iyi his-setmemize yardımcı olabilir. Hep haklı olmak,doğru olmak zorunda mıyız? Hayır. İşte bu yüzdeniletişim için sanat bize çok yardımcı olabilir. Şöyleki, sanat yalnızca ruhumuzu dışsal etkiye açmakdeğildir; sanat, aynı zamanda daha geniş resmi yada manzarayı da görmemize yardımcı olur.

İtalya’dan, Leonardo Da Vinci’yle devam ede-lim: Leonardo, o çok bilenlerin arasındaydı. Ka-ranlık çağda uygarlığın şafak vaktini haber verenışık olarak hayat sürdü. Sona erecek karanlığın ışı-ğıyla insanlığı uyardı; o dönemin gömüleceğini ilanetti. Derin izler bırakan hem sanatsal hem bilimselyaratılarıyla, bilginin sınırlarına ulaşmak için hiçtereddüt etmedi. İster bir deha olsun ister ona su-nulmuş tutkuyla çalışan bir bilge yaratıcı, bilgisi-nin gücü ve sanatı, sanatındaki gizlenmiş mesajdamı/ iletide miydi, yoksa bilgisizliğe taraf tutan okaranlık dönemin insan bedeninde miydi?

Sanatçılar bazen yüzyıllar önceden ışığı görür-ler. İnsanlık için umut olan ışığı görürler ve verir-ler. Eğer ölmelerini, yok olmalarını beklemeden,bilim ve bilgi aracılığıyla o ışıkları kabul edersek,

iletişim için sanatı da çok daha iyi anlayabiliriz.Bunu başarabiliriz. Hem de medya okuryazarlığıaracılığıyla. Önce eğitimciler için, sonra eğitimalmak zorunda olanlar için. Sağlıklı bir toplumunavantajı yurttaşlarını maddi şeylere ulaştırmak de-ğildir yalnızca; yurttaşlarını tüm insanlık için fark-lılıkları kavrayacak anlayışa ulaştırmak ve ortakinsanlık mirasının içinde dünya bilgisine sahip ol-malarını sağlamaktır. Hiç kimse ister Allah isterGod ya da Buda, vs. desin, giderken maddi edi-nimleri yanlarında götürmez; ancak sanatla iletişi-min bir sonucu olarak dünya mirasının hatırasısonsuza dek kalır. Sanat için iletişimi, hiç zamanyitirmeden, söz ettiğim gibi, medya okuryazarlığınıgeliştirerek, özellikle sosyal medya yoluyla hare-kete geçirmek durumundayız.

Haydi Britanya’dan bir sanatçıyla, Eleanor-Le-onne Bennett’le devam edelim: İşle, oluşla, yapmaeylemiyle, sorunun en derindeki özüne nüfuz ede-rek, gündelik yaşamdan hafifçe saparak parmak uç-larının öfkesiyle sorunu buldu. Sorun ne? Sorunkaçış sorunu. Kamerasının eylem gücüyle yeni birgerçeklik yaratmıyor, ama düşüncesini, bir varlıkalanı içinde durduruyor. Sadece kendi varlık alanıdeğil; parçası olduğu uygarlığın doğası ve kimliği.Eleanor-Leonne Bennett’in fotoğraf sanatını anne-babasının izniyle dergimizde yayınlıyoruz. Biliyo-ruz ki onu görebilsek arayacağız da. Günümüzdekörlük iyileştiriliyor. Tekrar tekrar düşünmeyegerek yok, karşımızda dünyanın en çok ödüllendi-rilen fotoğraf sanatçısı yok sadece, bir insan var.

Artık yeni gelenleri kabullenmeliyiz; yani yeniniyetler, yeni görüşler yeni umutlar getiren o genç-leri kabul etmeliyiz. Gençliğimizin, yetişkinlerincehalet alanında kaybolmasına izin vermemeliyiz.Gençlerin meşaleyi taşımasına izin vermeliyiz,çünkü her zaman gerçekten her zaman, meşale yol-culuğun sonunda ellerimizi yakar. Buna karşın yenigelenler daima yola devam ederler. Kendi beceri-lerini geliştirip mesajı daha sonraya iletirler. Lüt-fen gençlerin ellerindeki gücü kaybederekyaşlanmalarını beklemeyin. Hükümetler bugüngençler tarafından, hatta yaşları kırk ya da otuzla-rın altında olanlar tarafından bile yönetilebilir. Bugençler nefret ve ayrımcılıkla zehirlenmemiştir.Umut ve anlayışla doludurlar.

Şimdi, Meksika’dan bir sanatçıyla, Frida Kah-lo’yla devam edelim: Frida hayatı sevdi ve günlükyaşamın zorlukları içinde hayatta kalmaya çalışır-ken hasret çekerek dostlar, arkadaşlar aradı. Onunardında bıraktığı öyküsü geride kalan eserleri veâşıklarının mektuplarıdır. Bana göre, onun eserleri

Page 6: Timsah Gözyaşları Vicdan Kanaması Değildirsabihadzi.weebly.com/uploads/3/3/3/5/3335393/temmuz_2018...yaşam sanat Timsah Gözyaşları Vicdan Kanaması Değildir yaşam sanat

yaşam sanat 8

aşklarıdır, ancak eylemleriyle, esinlenmeleriyleyalnızca bir erkeği değil dünyadaki herkesi sevmişve arzu dolu dünyasını kendi görüntüsüyle iç içeörmek isteyerek fırçasının parmak izleriyle mek-tuplar yazmıştır.

Günümüzde bu dünyada, yaşamı sevmeyen,hele de sanatın içinde bir yaşamı sevmeyen yoktur.Sanat yoluyla aşk iletişimi esin dolu kişiler için biravantajdır. İşte bir öneri: Birbirimizle ya da karşıtarafla kavga edeceğimiz zaman, etrafımızdaki vekarşımızda olan sanatçılarla bir toplantı düzenle-yin. Böylesi toplantıların sonunda göreceksiniz kiçıkarmaya çalıştığımız kavga anlamsız bir şey ha-line gelir. Kudüs, bu öneriye en iyi örneği oluştu-rabilir. Bir ay boyunca iki tarafın sanatçıları biraraya gelip konuşsalar “sözde problem”in bir çö-zümüyle, hem de iki tarafa uygun çözümüyle kar-şımıza çıkarlar.

İşte Litvanya’dan bir sanatçı, Remigijus Venc-kus: Karakterlerini erotik izler içinde göstermeyipİsa’nın bedeni ve postmodern insanı iç içe geçirenerkek karakterler çizmekte. Görünüşe göre buerkek karakterler içinde yaşadığımız dünyanıntuhaf imgeleri. Bu belki de bizi bekleyen dünya.İsa’dan 600 yıl önce Çin’den, İsa’dan 500 yıl önceAntik Yunan’dan bu yana sessizce ve bilgece nihaiaçılımını ve duruşunu beklemekte olan dünya.

Eşcinselliğin bir hastalık olmadığı gerçeğiyleyüzleşip (ki ben bir heteroseksüelim) insanlarınyaşam biçiminin herhangi bir türüne saygı göster-meliyiz. Bu saygıyla yeni düşünceleri, yen görüş-

leri ve yeni çözümleri kolayca kabul edeceğiz. Bi-risini eşcinsel diye küfürle aşağılayıp aynı zamandademokrat ve liberal olamayız. Böylesi bir kavramkargaşası olamaz. Ben hep şöyle derim: Eşcinseleşcinseldir; ancak politikacılar eşcinseller için söy-lenen küfürleri hak eder. Diğerlerini, bizden farklıolanları kabul ederek farklılıkları birleştirme olası-lığını da kabul etmiş oluruz, tam da DIOGEN prokültür’ün sanat, kültür, eğitim ve bilim için yakla-şık sekiz yıldan bu yana yaptığı gibi.

Niye bunları anlatıyorum? Ben daha iyi iletişi-min yararına sanatçıların çok daha iyi diplomatlarya da politikacılar olacağını, yalnızca benim hal-kım için değil, diğerleri için de, farklı olanlar içinde çok daha iyi olacaklarını düşünüyorum. Kendiülkemizin ya da halkımızın haini olmadan, kendiülkemden başlayarak, herkes için iyi niyetin elçi-leri olmalıyız.

Deneyebilir miyiz? 10 yıl denedikten sonranasıl işlediğini görmek üzere diyorum.

En azından Birleşmiş Milletler’i bir başlamanoktası olarak kullanarak işe girişebiliriz.

İngilizce’den çev.: Dr. Vildan Özdemir(2)

1-“2. Uluslararası Akdeniz Kentleri Sanat Buluş-ması” bağlamında Mersin’de, 17 Kasım 2017 tarihinde,İçel Sanat Kulübü ve ODTÜ Koleji’ndeki konuşmametni.

2 - Mersin Üniversitesi, Eğitim Fakültesi ÖğretimÜyesi.

Ten Years Later

Envy and malice feed on my mistakes. . I try to understand what they are painlessly looking for the collectiveness of my being.I don’t understand that without pain there is no life let alone…

On Yıl Sonra

Kıskançlık ve fesatbeslenir kendi yanlışlarımdan.Anlamaya çabalarımne olduklarını,ararımacı çekmeden,örselemeden varlığımı.Anlamış değilimacısızbir yaşamın olmayışını,bırak kendi halinedemekte aklım…

İngilizce’den çev.: Ali F. Bilir

Sabahudin Hadzialic

Page 7: Timsah Gözyaşları Vicdan Kanaması Değildirsabihadzi.weebly.com/uploads/3/3/3/5/3335393/temmuz_2018...yaşam sanat Timsah Gözyaşları Vicdan Kanaması Değildir yaşam sanat

yaşam sanat 9

Mehmet Genç

İngilizce öğretmenliğinin yanında uzunca süre İn-giltere ve Amerika’da bulunan kızım ve İngilizce öğ-retmeni olan arkadaşlarıyla yemekteyiz. Bu arada,kulağım Kayahan’ın söylediği şarkıda. Sıkça yinele-nen “Bana esmer günler düştü” dizesine takılıp kal-dım.

“Haydi, bakalım, bu cümleyi İngilizceye çevire-lim” dedim, demez olsaydım. Birbiriyle yarışırcasınaçeviri cümleler arka arkaya gelmeye başladı. Birininçevirisini diğeri beğenmiyor, diğerinin çevirisini ötekikabul etmiyordu. Kafamdan geçen çevirinin havadakalacağını bildiğimden susmayı tercih ettim. “En gü-zeli bu” dediğimiz çeviri cümlesini şarkıyla yan yanagetirdiğimizde, o güzelim şarkının güzelliği ve akışıbozuluyordu.

Her çeviri cümlesinin kimyası bozuktu. Sonundapes ettik. “Haydi, kızlar, beceriksizliğimizin şere-fine” deyip, kadehlerimizi kaldırıp, konuyu geçiştir-dik.

Bu arada “kimya” sözcüğünün Yunanca “χēmeía”sözcüğünden alıntı olduğunu, bir (A) maddesininiçsel olarak (B) maddesine dönüşmesi, kara büyü an-lamına geldiğini anımsatmış olayım.

Noterin ve meşhur vali, rahmetli Recep Yazıcıoğ-lu’nun çevirmenliğini yaptığım günlerde yediğim na-neler geliyor aklıma. Ne yalan söyleyeyim, oncümlenin sekizini kimyası bozuk biçimde karşı tarafaaktarırdım. Hele noter çevirileri, konunun özünü kav-ramam yeterliydi, gerisini sallar geçerdim.

İşte, her şey yazının başlığı gibi, “Traduttore, tra-ditore”ya da “Traduire, c’est trahir!”

İtalyanların sıkça kullandıkları atasözüdür bu,“Tradurre” çevirmek, karşı tarafa geçirmek, “tradire”ihanet etmek demektir. Uzun lâfın kısası, her çeviri,çevirmenin önce kendine, sonra da dillere ihanetin-den başka bir şey değildir.

ÇEVİRMENLERİN KORKULU RÜYASI, OSMANLI ARŞİVLERİNDEN ALINTI BELGE/KİTAPLAR

Adı üstünde Osmanlıca, yani köksüz, eksiz, sap-sız ne oldukları belli olmayan sözcüklerle bir avuç sa-raylının yarattığı ağdalı dil. Böyle bir dili bildiğinizikabul edelim, iyi bir çevirmen olmanız için yeterlideğildir. En az Osmanlıca kadar tarih de bilmeniz ge-rekir.

Varsayın ki, (Ahmet Rasim, ‘Baskın’ adlı maka-

lesinde uzun uzun ayrıntılandırdığı) bir çevirmen“Melekgirmez Sokağı” tanımıyla karşılaştı. Bu de-yimi nasıl, ne diye bir başka dile aktaracak, üsteliknasıl aktarılır böyle bir cümle? Bu tanım, 1800 yıl-larında İstanbul’da Bahçekapı’daki daha çok yeniçerive külhanbeylerin kaldığı bekâr odalarının ve meşhurgenelevin bulunduğu sokağın adıydı. Bu sokağa yan-lışlıkla giren bir kadın olası ki son anlarını yaşıyor sa-yılırdı. Çok geçmeden ağzı burnu kapatılıp, bekârodaların birine alınırdı. Sonrası bildik hikâye…

Meşhur veba salgınından sonra, bu sokağın kötüunvanını unutturmak için genelev ve bekar odalarıyıkıldı, yerine Hidayet Cami yaptırıldı. Yıkılan herodanın tabanından, ya da bahçesinden onlarca kadıniskeleti çıkmıştı. (Kaynak: İstanbul Enstitüsü Der-gisi, cilt: 4-5,S: 45)

Haydi “Melekgirmez Sokağı”nı şöyle veya böyleçevirdiniz diyelim, “Bedevi topu” tanımını nasıl çe-virirsiniz? Buyurun, bu tanımın ne olduğunu bir yet-kin ağızdan, M. Zeki Pakalın’dan öğrenelim: (MilliEğitim Bakanlığı yay. ‘Osmanlı Tarih Deyimleri veTarihi Terimler Sözlüğü’ 1971)

“Eskiler ‘Arife gecesi hamama gidilmez, yoksaBedevi Topuna girersin!’” derlerdi. Nedir bu BedeviTopu?

Bedevi ayinleri yalın ayak, başı açık, belden ku-şakla sıkılmış bir entariyle soyunuk yapılırdı. Zikrinen ateşli sıralarında birbirlerine sarılarak ortalığısarsan bir heyecanla yaptıkları ayin için ‘BedeviTopu’ denir. Top haline geldiklerinde, birbirlerine ar-kadan ve belden sarılırlardı. Olgun çağlardaki der-vişler, taze genç dervişlere sarılırlar, en güzeldelikanlıları da topun ortasına geçirirlerdi. Mecâziaşk adı altında, avami aşkın ilişki yoluna pervasızcasaparlardı..."

“İmam evine gönderilen kadın” deyimi ile karşı-laşan çevirmen ne yapsın? O günlerde kadın cezaev-leri yoktu, suç işleyen kadınlar imamın emrineverilirdi. İmam, böyle bir kadını genellikle cami içive çevresinin temizliğinde, ya da imarethanelerde te-mizlik ve mutfak işçisi olarak görevlendirerek ceza-landırırdı.

“Leylek çadırı” deyimiyle ilk kez karşılaşan birçevirmen vay hâline! O günlerde savaştan kaçan, yada kaçma teşebbüsü sırasında yakalanan asker, leylekçadırına götürülürdü. Çadıra ilk adımını atan askerkendini altın dişli, sağır ve dilsiz cellâtların kıllı kol-larında bulurdu.

Traduttore, Traditore/ Traduire, C’est Trahir! *

Page 8: Timsah Gözyaşları Vicdan Kanaması Değildirsabihadzi.weebly.com/uploads/3/3/3/5/3335393/temmuz_2018...yaşam sanat Timsah Gözyaşları Vicdan Kanaması Değildir yaşam sanat

yaşam sanat 10

ŞİİR VE REKLAM CÜMLELERİOnlarca şiir çevirisi yaptım. Hiçbirini yayınla-

madım, yayınlamaktan korktum. Şiir çevirisinin nedenli korkunç bir şey olduğunu iyi bilirim. Çeviri şiiridenilince, bence akla ilk gelen “Annabel Lee” şiiri-dir. İngilizce bilen arkadaşların bildiği gibi, bu şiirinTürkçe çevirisi inanın aslından çok daha güzeldir. Nede olsa, bir şair (Melih Cevdet Anday) tarafından(çevrilerek değil) yeniden yazılarak (re-written) Türk-çeye kazandırılmıştır. Bu şiirin “Türkçe çevirisi ina-nın aslından çok daha güzeldir” diyen biriniduyarsanız hiç şaşmayın. Şiirin aslı tecavüze uğra-mış ama psikolojik tedavi sonrası aslından daha iyihâle getirilmiştir.

ÇEVİRMEN KENDİSİNDEN BAŞKA HİÇ KİMSE DEĞİLDİR; ÇÜNKÜ…Atatürk döneminde her yazar/şairin yurt dışına ya-

bancı dil öğrenmek üzere gönderildiği, Necip Fazıldışındakilerin belli bir okulu/kursu bitirdiklerini veileri aşamalarda birer çevirmen olarak karşımıza çık-tıkları bilinir. Cumhuriyetin ilk yıllarında her şairbirer çevirmen olmasına karşın, günümüzde çevirmensayısı parmakla gösterilecek kadar azdır ve korkarımki sayıları her gün biraz daha azalacaktır, çünkü…

Kapitalist ülkelerde, çevirmenler, gerdek görme-den hamile kalan kadına, ya da istemeye istemeyegerdeğe giren bir delikanlıdan farksızdır.

Ne mi demek istedim? En güzel çevirmen asla dünya klasikleri yazarları

arasında yer almamıştır, alamayacaktır da. Çünkü çe-virmen, kişisel, özgün düşüncelerinizi yansıtan birideğildir. Çevirmenliğe soyunduğunuz andan başlaya-rak sanat dünyasında ikinci sınıf adam olmayı gözealdınız demektir.

Çevirmen kendini ikinci sınıf adam olarak göre-dursun, işveren için o, yalnızca istenildiği zaman çağ-rılan ve çağrıldığında sigortasız çalıştırılan bir işçidenfarksızdır.

Her çevirmen, kendine sunulanı kabul eden kişi-dir. Koskoca kazanlarda kaynayan yemeklerden pa-yına kaşık bulaşığı kadar bir şey düşmüştür. Buyüzden, öncelikle kendi kimyasını bozarak yalana,yapmacığa, dil cambazlığına her an aralı kalmak zo-runda olan kapı gibidir.

Oysa bir yazar/şair yazacaklarını öncelikle yaşar,yaşamasa bile yaşarcasına hayal eder.

İŞİN PARASAL YÖNÜNE GELİNCEHer zaman olduğu gibi, çeviri isteyen parayı ve-

recek olandır. İşte burası zurnanın zırt dediği yerdir.Her işverenin nedense hiç kaybedecek vakti yoktur,çeviri istediğin zamanda değil, mutlaka istenilen za-manda yapılmalıdır. En babayiğit bir kitap çevirisiiçin bir iki ay süre isteyen bir çevirmeni hiçbir ya-yınevi kapısında uzun süre tutmak istemez.

Dedik ya, adamların işi nedense çok ivedidir.

Bir çevirmen ayağına kadar gelen bir işi elinin ter-siyle iterse olacaklar bellidir; daha tez ve daha ucuzaçevirecek kişiler kapılarının çalınacağı anı dört gözlebeklemektedirler.

İŞVEREN CEPHESİNDEKİ DURUM İSE…Bir çevirmenden çeviri isteyen kişilerin işleri de

pek kolay değildir. Bunlar, iyi kötü mürekkep yala-mış kişilerdir. Dolaysıyla çoğunun bir ikinci yabancıdili vardır, ya da varmış gibi görünenlerdir. Aslındaişverenlerin çoğu Türkçenin dışında bir yabancı dilbilmediklerinden değil (!), “vaktim yok” gerekçe-siyle çevirmenden yardım isteyen kişi görünümde-dirler.

Yabancı dil bilmediklerini, bilseler de çevirininbir uzmanlık işi olduğunun ayrımında olan dürüst kişisayısı parmakla gösterilecek kadar azdır.

İster öyle, ister böyle olsun her şey İtalyanların“traduttore, traditore?” savsözünde denildiği gibidir;çevirmen, işverenin verdiği yazıyı evirip, çevirip te-cavüz ettiği yetmezmiş gibi, bir de kimyasını boza-caktır. Bu bir ihanetse, unutmayın ki söz konusuihanet, gözünüzün içine baka baka yalan söyleyendostların (!) yaptığı ihanetin yanında ödül kalır.

Çeviri isteyen kişi, en az çeviriyi yapan kişi kadarihanete açık olan kişidir. Pazarlığı yaptınız, çevirmeniseçtinizse artık top çevirme sırası çevirmendedir. Yal-varmak yakarmanın nafile olduğu eşiğe hoş geldiniz.Çevrilmesini istediğiniz kitap istenen dile çevrildi,aranızdaki pazarlık gereği az çok para alındı veril-diyse, bir oh çekerek, o gece kendinize ziyafet verin.

İçiyorsanız, benim payımı unutursanız hatırımkalır. Pek çok resmi çevirinin altında imzası olan biriolarak, şu tavsiyem aklınızın ayrıcalıklı bir yerindebulunsun derim: Çevirisi tamamlanan kitabınızı sıkçaçoluk çocuğunuza, eş dostunuza gösterebilirsiniz amaasla bir başka çevirmene göstermeyiniz.

Kimyanız bozulur, hem de çok fena. Ne demiştik, “kimya” bir (A) maddesinin içsel

olarak (B) maddesine dönüşmesi demektir. Kimyanızbozulmuşsa, bu demektir ki, siz artık siz değilsiniz.

Siz, siz değilseniz kendinizin kim bilir nesi olur-sunuz?

* Çevirmek, ihanet etmektir. Çeviri, çevirmen iha-netinden başka bir şey değildir.

Kaynakça

1) Doğru, Gökhan. "Çevirmenin Görünürlük ArayışıÜzerine Bir Deneme." Academia.edu. Gökhan Doğru,Web. 14 May 2016.

2) İçöz, Nihan “1940 Yılı: Türk Kültür ve Edebiya-tında Çeviri ile Açılan Çığır” http://dergipark.ulak-bim.gov.tr/ Web. 15. May 2016.

3) Çeviribilimin Temel Kavram ve Kuramları, MineYazıcı.

4) Çevirinin ABC’si, Şehnaz Tahir Gürçağlar.

Page 9: Timsah Gözyaşları Vicdan Kanaması Değildirsabihadzi.weebly.com/uploads/3/3/3/5/3335393/temmuz_2018...yaşam sanat Timsah Gözyaşları Vicdan Kanaması Değildir yaşam sanat

yaşam sanat 11

Sessiz çocukları en çok acıları büyütürSöylemezler bir uzun gecede durur gölgeleri,Yaprağın renginden çokGürül gürül işleyişini duyarlar gövdelerindeki yaşamınUçup gidenden çok,Kalanların yaşadıklarıdır biriktirdikleri,

Akan bir ırmağa düşmüş yaprağın ağırlığıylaİçlerindeki yerleşik taşları avutmaktadır sözcükleri,Sarılmış yaralarıyla uyanırlar her sabahGitsin, varsın gitsin çok özlenenO duygudur yaşananları anlamlı kılan,Çarşılar içinden yürür gider birileriRenklerin avutamadığı yalnızlığıyla,

Sessiz çocukları uyandırır çiçeklerTomurcuğun suskun dilindeki yaraylaGeçmez bilirim bu acı gün uzayıp yıl oluncaDurur buruk renkleri adsız bir çiçekte acılarıyla,

Esintiyle ufka doğru açarken uzanır öperMavi gökyüzünü dalın gövdesindeki gizli gölleBekler yıllar geçse deKanatları rüzgârdan yorgun döneni,

Sessiz çocukların çığlıklarıdır yangınlardan kalanSürer gider küllene küllene zamanlarıBir kıvılcım yakmak için hangi söze adanmıştır bilinmezAçılır bir pencereUzanır tutarZamanın kıyısında bir bakış,

Sessiz çocuklar acılarında biriktirir gözyaşlarınıYağmur damlasının kızgın küle düşmesi gibiEle verir kirpiklerindeki alevi,Söz uzasa da durur söylenmeyenlerDilinin perçiniyle büyütürAcıların içinden geçerken gecelerini.

Asım Öztürk

O Çocukların Gecesi

Selendi

Page 10: Timsah Gözyaşları Vicdan Kanaması Değildirsabihadzi.weebly.com/uploads/3/3/3/5/3335393/temmuz_2018...yaşam sanat Timsah Gözyaşları Vicdan Kanaması Değildir yaşam sanat

yaşam sanat 12

Halit Payza

CIA, Amerikan Dünya Devleti ideolojisi te-melli, yaşamın her alanını yönlendirdiği gibi, kül-türel ve sanatsal yönlendirmeler de yapmak üzereyayınlar çıkarıyor, medyayı, sinemayı, yazarları de-netliyor. Liberalizm’in tekelcililiği ile yetinmeyip,sol müdahalelerde de bulunuyor. CIA bunun için“Kültürel Özgürlük İçin Kongre” örgütünü kuru-yor, Avrupa, Asya, Latin Amerika ile birlikte otuzbeş ülkede bu kongrenin şubelerini açıyor. Kurum-sallaştırılmış kültürel emperyalizmin ajanları ko-numundadır bu kurumlar. CIA, kültürelemperyalizmi meşrulaştırmak için bu kurumlarayasallık tanıyor, parasal destekler veriyor. Kendiyayın organları olduğu gibi, diğer yayın organla-rını da destekliyor. Editörleri, gazete / dergi / tele-vizyon sahiplerini, genel yayın yönetmenlerini, ya-zarlarını satın alıyor. CIA’nin çıkardığı, bilinen yir-miyi aşkın kültür sanat dergisi var. KültürelÖzgürlük İçin Kongre dergiler çıkarmakla da ye-tinmiyor, resim sergileri açıyor, konserler düzenli-yor, kültürel seminerler yapıyor, kitaplarınsatılması ve basılmasında etkin rol oynuyor. Sa-natçılara ödül veriyor ve ABD’ye davet ediyor.

Kemal Okuyan, CIA’nin en çok eski ve dönekkomünistleri, Troçkistleri kullandığını anlatıyor.CIA’ye hizmet edenleri ve onların nasıl işbirlikçi-liğe soyunduklarını şöyle yazıyor; “Onların ‘inti-kam’ duygusunu, paraya muhtaçlıklarını,ihtiraslarını iyi okuyor. Azgın olanlar doğrudanmisyon yükleniyor, daha dikkatli olanlaraysa ‘CIAparası’ bazı vakıf ve zengin Amerikalılar aracılı-ğıyla iletiliyor. Vakıfları biliyorsunuz, en ünlülerizaten, CIA sınırsız maddi olanaklarını bunlara ak-tarıyor, onlar da ‘özgür’ sanatçılara… Bazen de buişi zengin Amerikalılar yapıyor. Zenginler, ama bir-takım insanlar keyiflerince üretip, keyiflerince eğ-lensin diye ortalığa para saçacak değiller. ParaCIA’den geliyor, işbirlikçi patronlar sanatsever olu-veriyor. CIA hırslı döneklere saygın isimleri ekle-mekte de çoğu kez başarılı oluyor. Edebiyatçılar,müzisyenler, eleştirmenler kendilerini ‘müşteri’bulma zahmetinden kurtaran, eserlerini basan,

yayan, öven, pazarlayan, koruyan bu mekanizmayıpek sorgulamıyorlar ama CIA belgelerinden anla-şıldığı kadarıyla bir noktada farkına varıyor ve boşveriyorlar. Yani, açık CIA görevlileri kadar, CIA ta-rafından yıllarca kullanılanlar da kimin hesabınaçalıştıklarını biliyorlar.”(1)

CIA’nin kullandığı yazarlar arasında GeorgeOrwell, Arthur Koestler, Ignazio Silone, AndreMalraux, T.S Eliot gibi yazarlar var. Orwell yal-nızca komünistleri, yalnızca ayyaşları değil eşcin-selleri de CIA’ya ihbar ediyor. Ignazione Silone’ninEkmek ve Şarap romanının basımı, dağıtımı, başkadillere çevrilmesi CIA tarafından sağlanıyor.Kemal Okuyan aynı değerlendirme yazısında “Si-lone, bu eski komünist, hem solcu aydın olmayadevam ediyor, hem de CIA tarafından gerçekleşti-rilen bütün organizasyonlarda yer alıyor, bütünoperasyon dergilerine yazıyor, bütün ısmarlama jü-rilerin başında oturuyor ve kime hizmet ettiğini balgibi biliyor. Üzülün ama boş verin, üç kuruşluk de-ğeri yok” diye yazıyor. Andre Malraux’a, T.S. Eli-ot’a da değiniyor. Malraux için söyledikleri şunlar;“CIA tarafından kollandığını, öne sürüldüğünüyseşimdi bütün ayrıntılarıyla öğrenebiliyoruz. Kendide farkında misyonunun, yani ortalığa saçılan pa-raların kaynağı, Avrupa’nın kültür başkentlerindedolanan karanlık ama ‘sanatsever’ adamların ger-çek görevleri hakkında bayağı bilgi sahibi.” Eliotiçin de “T.S. Eliot’un neden bu kadar ünlü oldu-ğunu da artık merak etmeyin. CIA ‘basın şunun ki-taplarını’ diye emir yağdırmış bağlı yayınevlerine,her yerden onun ismi çıkmış Soğuk Savaş döne-minde, kendi de farkındaymış sponsorlarının, kar-şılığını veriyormuş da üstelik bu muazzamdesteğin.”

Yalnızca yazın insanları mı? CIA’nin ve dolaylıolarak Kültürel Özgürlük İçin Kongre’nin kullan-dıkları arasında uluslararası müzisyenler de var.Bunlardan biri İgor Stravinski. Onun için söyle-nenlere bakalım; “Ünlülerle yetinip, İgor Stravinskiile bitirelim. Önemli bir müzisyen olduğu çokaçık… Eh, bu nedenle CIA onu bu kadar tutmuş,

Kültürel Soğuk Savaş: Sanatta CIA Parmağı

Page 11: Timsah Gözyaşları Vicdan Kanaması Değildirsabihadzi.weebly.com/uploads/3/3/3/5/3335393/temmuz_2018...yaşam sanat Timsah Gözyaşları Vicdan Kanaması Değildir yaşam sanat

yaşam sanat 13

her yere, her organizasyona onu taşımış. Ve onuçok konuşturmuş! Sovyetler Birliği’nde müzisye-nin özgür olmadığını her fırsatta ifşa eden bu adammeğer CIA’nin, pardon ‘Kültürel Özgürlük içinKongre’nin en sevdiği, güvendiği şahsiyetmiş.‘Yazık kullanılmış’ filan değil, arkadaş bayağı‘yüksek bir görev bilinciyle’ çalışmış Amerikaiçin.” Okuyan, bu iddiaları CIA belgelerinden ya-rarlanarak, Frances Stonor Saunders’in “KültürelSoğuk Savaş” kitabından yararlanarak ileri sürü-yor.(2)

Kuşkusuz başka adlar da var. Michael Jasselsonve Nicolas Nabokov… “Michael Josselson, 1936yılında ABD’ye sığınmış bir Rus Yahudi’siydi. Al-manya’daki Psikolojik Savaş Dairesi’nin İstihbaratŞubesi’nde çalışıyordu. Savaş sonrası CIA gölge-sinde kurulan Kültürel Özgürlük Komitesi’nin baş-kanlığına getirildi. Yardımcısı Nabokov da ABD’yegöç etmiş bir Beyaz Rus Yahudi’siydi. Nabokov’unda uzmanlık alanı psikolojik harpti. Ayrıca besteciolduğu için müzik şubesine atandı. Görevi, Almanmüzik hayatına yuvalanmış Nazileri temizlemekti.Ancak; soğuk savaş döneminde yeni düşman Na-ziler değil, komünistlerdi. O halde, komünizmekarşı eski Nazilerle işbirliği yapılabilirdi! Jossel-son ve Nabokov bu yeni döneme hemen uyum sağ-ladılar.”(3)

Sovyetler de karşı propaganda için önemli birbesteciyi parlattı; Şostakoviç. CIA durur mu, o dabugün eserleri hâlâ çok iyi bilinen başka bestecilerbuldular. Wilhelm Furtwangler. Sovyet desteğiyleFurtwangler Berlin’de Titania Palast’ta 25 Mayıs1947’de Berlin Filarmoni Orkestrası’yla sahne aldı.Alman yanlısı oldukları için gözden düşen Von Ka-rajan, Schwarzkopf’a itibarları geri verildi. Hitleriaçıkça savunduğu için eserleri yasaklanan ünlü bes-teci Richard Wagner’in besteleri konser salonla-rında tekrar çalınmaya başlanıldı. Öyle ki artıkSSCB, Berlin Devlet Opera Binası’nı kontrol ederdurumdaydı. CIA komünizmin yükselişe geçtiğinigördüğünde Berlin Filarmoni Orkestrası binasınınyapımına soyundular. Görkemli bina bu rekabettendoğdu. Yine izleyen süreçte McCarthy komünistavına soyundu. Arthur Miller, Albert Einstein,Charlie Chaplin, Leonard Bernstein, Dorothy Par-ker, Marlon Brando gibi onlarca sanatçı komünistolmakla suçlanarak damgalandılar, sorgulandılar vedışlandılar. İngiliz istihbarat örgütü de SSCB veAmerika’dan rol çalmayı başardılar. Onların da buiş için ileri sürebilecekleri kartları vardı: Ian Fle-ming, nam-ı diğer 007 James Bond. Eric Ambler,William Somerset Maugham, Asıl adı David JohnMoore Cornwell olan John Le Carré, GrahamGreene. Beşi de İngiliz İstihbarat Örgütü MI6’da

görev yaptılar. Saunders’in kitabıyla ilgili Ahmet Oktay

“CIA’den Kültür Hizmetleri” başlıklı yazısında şusoruyu sormak gereksinimini duyar. “İkinci DünyaSavaşı'nın hemen ardından Sovyetler Birliği’nin veABD'nin hegemonyalarını oluşturmak amacıyla gi-riştikleri karşılıklı askeri, siyasal ve kültürel orga-nizasyonlar çerçevesinde (OEEC’ye karşıCOMECON, NATO’ya karşı Varşova Paktı, DünyaBarış Konferansı’na karşı XX. Yüzyılın Başyapıt-ları Festivali vb) biçimlendirilen Soğuk Savaş’ta,dünyanın önde gelen yazarları, şairleri, bestecileri,oyuncuları, bilsinler ya da bilmesinler, sahnenin enönünde yer almış, birilerince kullanılmış ve birile-rini kullanmışlardır. Saunders’in kitabı, savaş son-rasında komünizmin yayılmasını engellemekamacıyla Kültürel Özgürlük Kongresi adı altındageliştirilen program ve kuruluşun yanı sıra Ameri-ka'da birçok vakıf aracılığıyla yürütülen tüm faali-yetlerin CIA tarafından denetlendiğini ve ABDhegemonyasını pekiştirmeyi öngördüğünü belge-lere, yaşayan görevlilerin ifadelerine dayanarak or-taya koymaktadır. CIA’nin kültürel çalışmalarınabilerek destek veren, bazı oluşumların bizzat akılhocalığını yapan Arthur Koestler, sonunda o kon-feransların, seminerlerin, konserlerin, önemli der-gilerin özgürlüğün değil ABD’nin işine yaradığınıgördüğü için mi, bu girişimleri büyük bir düş kı-rıklığı içinde ‘uluslararası akademik tele-kızlar tur-nesi’ diye nitelemek zorunda kalmış ve butrajikomik oyunda bir piyon olarak kullanıldığınıanlamanın umutsuzluğu içinde mi canına kıymayıgöze almıştı?” (4)

McCarthyzm’in içeriği aslında buna hizmet et-mektir. McCarthy, kendisine verilen rolü en iyi bi-çimiyle oynadığını kabul etmek gerekir.Saunders’in de yazdığı gibi 1950’de otuz bin üyesiolan ABD Komünist Partisi, altı yıl sonra yalnızcabir-kaç bine düşecektir. Üstelik partinin içinde ka-lanlar arasında FBI ajanları da vardır. ABD Komü-nist Partisi içindeki FBI ajanlarından biri olan W.Colby, Komünist Parti’yi FBI’ın üyelik aidatları ileayakta tuttuğunu söyleyecek kadar işin içinde ol-duklarını itiraf eder. Howard Fast ABD KomünistPartisi için “Adalet Bakanlığı’nın bir şubesiydi” di-yecekti. CIA’nin Ford Vakfı aracılığıyla ‘Kültür-lerarası Yayınlar Programı’ çerçevesindeyayımladığı dergileri arasında Perspectives, Enco-unter, İtalya’da Tempo Presente, Amerika’da Par-tisan Rewiew, Almanya’da Der Monat, Fransa’daPreuve, Avustralya’da Quadrant, Hindistan’daQuest, Latin Amerika’da Cuardernos gibi dergilerbulunuyordu.

Ne üzücüdür ki André Gide’in adı da CIA’nin

Page 12: Timsah Gözyaşları Vicdan Kanaması Değildirsabihadzi.weebly.com/uploads/3/3/3/5/3335393/temmuz_2018...yaşam sanat Timsah Gözyaşları Vicdan Kanaması Değildir yaşam sanat

yaşam sanat 14

yayımladığı “Başarısızlığa Uğrayan Tanrı” kita-bında geçer. Komünizmin yerildiği kitapta altı eskikomünistin imzası vardır: Arthur Koestler, AndreGide, Ignazio Silone, Stephan Spender, RichardWright, Louis Fisher. Kitap Aldatan Put adıylaTürkçeye de çevrilmiştir. Boris Pasternak’ın Dr. Ji-vago kitabı da, CIA tarafından verilen parasal des-tekle bastırılmıştı. Pasternak devrim karşıtıydı,Lenin’in Yeni Ekonomi Politikası’nı -NEP- da eleş-tiriyor, Bolşeviklerin devrim sırasında yaptıklarınıonaylamıyordu.

CIA düş kırıklığı yaşayan yazarları, müzisyen-leri Fransa’nın başkenti Paris’te, Almanya’nın baş-kenti Berlin’in Coma Gölü’nün harika manzarasınıgören Bellagio Oteli’nin beş yıldızlı süit odalarındaağırlıyor, konferanslar verdiriyor. Bilim adamları,felsefeciler hallerinden hoşnut, CIA’nin çağırısınakoşar adım katılıyorlardı. CIA bu uygulamalarıylaköle olarak kullandığı, dışladığı, otobüslerde bilebeyazlara yer vermeye zorladığı zencileri de kul-lanmaktan çekinmedi. Ünlü trompet virtüözü LouisArmstrong bunlardan biridir.

Petras, CIA’nin resim sergilerine de el attığınıbelirtir. “Saunders’in kitabında yer alan en önemlive etkileyici tartışmalardan biri de CIA ve onunModern Sanat Müzesi’ndeki (MSM) müttefikleri-nin Soyut Ekspresyonist (SE) resim ve ressamlarıdesteklemek için, toplumsal içeriği olmayan sanataadeta ilaç gibi gelen çok miktarda para akıtmış ol-masıdır. SE’ye destek vermede CIA, Kongre’ninsağ kanadıyla anlaşmazlığa düşmüştü. CIA’ninSE’de bulduğu şey bir ‘anti-komünist ideoloji, öz-gürlükçü ideoloji, serbest girişimcilikti. Non-figü-ratiflik ve politik konularda suskunluk tam datoplumcu gerçekçiliğin anti-tezleriydi’. SE’yi ulu-sal iradenin gerçek bir ifadesi olarak gördüler. CIA,sağ kanattan gelen eleştirileri bertaraf etmek içinözel sektöre başka deyişle MSM’ye ve SE’yi ‘ser-best girişimci resim’ olarak tanımlayan MSM’ninkurucu ortaklarından Nelson Rockefeller’e yöneldi.MSM’deki birçok yönetici CIA ile uzun bir geç-mişe sahipti ve SE’yi, kültürel Soğuk Savaş’ta birsilah gibi kullanacak ellere teslim etmeye dündenrazıydılar. Ağırlıklı olarak SE’nin Avrupa’da açı-lan tüm sergilerine kaynak sağladılar; sanat eleştir-menleri seferber edildi ve bu sanatı cömertçe övenmakalelerle sanat dergileri de kıvamına getirildi.MSM ve CIA destekli Fairfield Vakfı kartelincesağlanan kaynaklar, sırası gelince Avrupa’daki es-tetik anlayışına yön verebilecek en saygın Avrupagalerilerine sunuldu. SE, ‘özgür sanat’ ideolojisiolarak (George Kennan), Avrupa’nın örgütlü ve po-litik sanatçılarına saldırmak amacıyla kullanıldı.

(CIA sözcüsü) Kültürel Özgürlük Kongresi politiksanat söz konusu olduğunda temsili ya da gerçekçisanattansa soyut sanattan yana tavır koydu. Saun-ders, SE’nin siyasal rolüne şu şekilde açıklık geti-riyor: ‘Amerikan resim sanatının kültürel SoğukSavaş’ta oynadığı sıra dışı başrollerden biri, bu sa-natın serbest girişimin bir parçası olmaya başlamasıdeğil, apolitiklik iddiası taşıyarak son derece poli-tik olunabildiğini kanıtlayan bir hareket olmasıdır".CIA apolitik sanat ve sanatçılarla özgürlük söylemitemelinde birleşti. Bu da Avrupalı solcu sanatçılarıtarafsızlaşmaya yöneltmek demekti. Buradaki ironielbette apolitik duruşun yalnızca sol kanat için ge-çerli olmasıdır.”(6)

Kültürel Özgürlük Komitesi gibi masum bir adaltında örgütlenen kurumların, onlara parasal des-tek sağlayan CIA’in ve uzantısı vakıfların -Sorosdâhil- verdiği zarar, kendini gizlemeyen doğrudanve açıkça ABD adına davranan kurum ve vakıflarınverdiği zarardan çok daha fazlasıdır. James Petrasaynı tanıtım yazısında bu zararı şöyle açıklar;“CIA’nin Kültürel Özgürlük Kongresi topluluğu-nun verdiği asıl kalıcı zarar, bazı aydınlarınABD’nin emperyalist politikalarını kendilerineözgü biçimde savunmaları biçiminde değil, etkilikültürel ve siyasal medya organları yoluyla ABDemperyalizminin tartışılmasını dahi dışlayan fikir-leri yeni kuşak aydınlara benimsetmeyi başarma-ları biçiminde ortaya çıkmıştır. Sorun, günümüzaydın ve sanatçılarının şu veya bu konuda ilericibir tavır alıp alamamalarında değildir. Sorun, ya-zarlar ve sanatçılar arasında, müzik, resim ya dayazın alanında verdikleri eserlerin yüksek sanatsaldüzeyde sayılabilmesi için anti-emperyalist top-lumsal ve siyasal öğeleri barındırmaması gerekti-ğine dair yaygın bir kanının ortaya çıkmışolmasıdır. CIA’nin kalıcı siyasal zaferi, sola siyasalaçıdan bağlanmanın ciddi bir sanatsal ve akademikbaşarıyla bağdaşmadığına aydınları inandırabilmişolmasıdır. Günümüzde operalarda, tiyatrolarda,sanat galerilerinde ve akademik toplantılardaCIA’nin Soğuk Savaş değerleri yaygın olarak gö-rülmektedir: kim kral çıplak demeye cesaret ederki?”

Günümüzde de sorulması ve içtenlikle yanıt ve-rilmesi gereken sorun hâlâ budur. Ne yazık ki ka-lemini ideolojik olarak, çıkar karşılığıkullanmaktan çekinmeyen korkaklar ve ne iyidir kitam karşıtı ödünsüz, dik duran korkusuz aydınlar,bilim adamları, kurumlar da var. Mel Gibson’unyönettiği ve William Wallace’ı oynadığı CesurYürek filminde söylediği replikte olduğu gibi“Evet… Savaşırsanız, belki ölürsünüz. Kaçarsanız,

Page 13: Timsah Gözyaşları Vicdan Kanaması Değildirsabihadzi.weebly.com/uploads/3/3/3/5/3335393/temmuz_2018...yaşam sanat Timsah Gözyaşları Vicdan Kanaması Değildir yaşam sanat

yaşam sanat 15

yaşarsınız. En azından bir süre. Ve bugünden yıllarsonra, yatağınızda ölürken bugünden o güne ka-darki tüm günlerinizi, buraya tekrar gelebilme şansıiçin, buraya tekrar gelip düşmanlarımıza yaşamla-rımızı alabileceklerini ama özgürlüğümüzü aslaalamayacaklarını söylemek için feda etmez miydi-niz? (…) Sizinle benim aram da bir fark var. Siz buülkenin insanlarının sizin için var olduklarını dü-şünüyorsunuz. Bense, bizim bu insanları özgür kıl-mak için var olduğumuzu düşünüyorum ve bunusağlamak için gidiyorum.”

Bilinmesi gereken tek gerçek sanatın korkak-lara, satın alınan omurgasızlara bırakmayacakkadar değerli olduğudur.

Kaynakça1. Kemal Okuyan, CIA Ajanlarına Bakın, Sol, 4 Ekim

20102. Bu konuda ayrıntılı bir okuma için bkz. Frances

Stonor Saunders, “Parayı Verdi Düdüğü Çaldı/Sanat veEdebiyat Dünyasında CIA Parmağı”, Çev. Ülker İnce,İmge Kitabevi, 2016.

3. Soner Yalçın, Müzik Notaları Arasında Bir İstih-barat Örgütü: CIA, Hürriyet, 25 Mayıs 2008

4. Ahmet Oktay, CIA’den Kültür Hizmetleri, Radikal,16.09.2005

5. Richard Crossman, ‘Aldatan Put’, Çev. EmineGedik, Tur Yayınları, 1973.

6. James Petras, CIA ve Kültürel Soğuk Savaş,no2anticommunism org/en/index.php?info =doc&Id=15.

Uzun sevdalar boyuDilimizde geçmiştenTürkü yanıkları

İlkyaz bahçelerindeKuşlarıyla gülen ağaçlarYeni mevsimler özleminde

Kısardık ateşiniYürek denen ocaktaYitik sözcüklerin

Susardık karanlık ormanında Korkuyla bir başımızaÇoğul sessizlikte

Yürümezken nehrimizeKaya içi sularıÇocuk dağlarımızın

Sökül Hüzünleri

Duran Aydın

Page 14: Timsah Gözyaşları Vicdan Kanaması Değildirsabihadzi.weebly.com/uploads/3/3/3/5/3335393/temmuz_2018...yaşam sanat Timsah Gözyaşları Vicdan Kanaması Değildir yaşam sanat

yaşam sanat 16

F. Saadet Bilir

Hergele Yolu (*)

Adana, Çukurova; çocukluğumun, gençliğiminkenti... Seyhan ırmağı kıyısında yürüdüğümüz, bara-jında ailece piknik yaptığımız yıllar… Büyüksaat veKarasoku; çevresindeki bakırcıların, sac, tahta ve de-riye şekil veren zanaatçıların alınteri ve emeklerinetanık olarak büyüdüğüm semtler. Askeri Depo yakı-nındaki Birinci İnönü İlkokulu da beş yıl gittiğim,bilgi ve okuma alışkanlığı kazandığım sevgili oku-lum. Mektup ve tebrik zarflarına ilk kez adını yazdı-ğım Ali Dede Mahallesi’ni unutabilir miyim hiç?

Yeni yetmeyken taşındığımız Meydan Mahallesiise bana kimliğimi kazandıran yerdi. Mahallemiz;Milli Mensucat, Tekel Tütün, Güney Sanayi, Sabunve Oksijen Fabrikası’na yakın olması nedeniyle Doğuve Güneydoğu illerinden gelip yerleşen emekçilerinçoğunlukta olduğu bir mahalle. Gecenin bir vakti var-diyaya yetişecek işçilerin saatinin duyulan zili, gün-düzleri işe giden-gelen annelerin, zengin ailelerineskiciye sattıkları çocuk arabalarını satın alarak içinekoydukları çocuklarıyla fabrikaya giderken ya da ora-dan evlerine yetişme telaşını gözlemleyerek büyü-düm. İşçi ailelerinin kıt kanaat geçinme çabasınatanık. Komşuluk ve sıcak dostluk ilişkilerinin yaşan-dığı günlerdi…

Duran Aydın’ın, “Hergele Yolu” adlı kitabını okur-ken kendimi o sokaklarda buldum. Zaman yumağınıgeriye sarıp o yıllara gittim. Kitap içinde gezinirkenanlattıklarını yeniden yaşadım, ilk gençlik yıllarımadöndüm ve anılar denizinde yüzdüm. Komşuluk,dostluk ilişkilerinin henüz dumura uğramadığı negüzel yıllardı…

Yazar, 1960 yılından günümüze çocukluğunungeçtiği, yaşadığı İstiklal Mahallesi’ni de anlatıyor ki-tabında. O yıllarda Yeşilyuva, İstiklal, Hurmalı, Mey-dan, Hanedan Mahallesinin küçük ve büyükbaşhayvanları, bu yoldan otlamaya aktığı için yolun adıHergele Yolu’dur. Duran Aydın da öncelikle kendimahallesi olan İstiklal ve çevresindekileri konu aldı-ğından isabetli bir kararla kitabına bu adı vermiş. Çoksonra Şakirpaşa Havaalanı’nın yakınındaki çamlığınyerine yüksek apartmanların yapılmasıyla oluşanEmek Mahallesi’ni de hayvancılık hariç bu yaşamkültürüne katmakta yarar var. Apartmanda yaşasalarda çoğunun diğer mahalledekilerden pek farkı yoktu

o zamanlar. Hergele Yolu, asfaltlanmaktan geçtim, henüz sta-

bilize bile değil, ham toprak halindeyken o yolda yü-rüyerek Hacı Bayram’a, Kuruköprü’ye gittiğimgünler gözümün önünde canlandı... Adana’daki toplutaşımacılık henüz bu semtlere gelmediği için bu yöreinsanı her yere tabana kuvvet gitmek zorundaydı.

Kitabın sayfalarında gezinirken, çocukluk ve ilkgençlik yıllarımda bıraktığım buz gibi aşlamadaniçtim; bici bici, karsambaç, eskimo yedim; harçlığımagöre bazen beş kuruşa ‘bi cimcik’; bazen de on ku-ruşa ‘iki cimcik’ dondurma aldım; buza yatırılmış hin-tincirinin tadını anımsadım yeniden. Yazarın,“Kabuğu incecik soyulduktan sonra ağıza sığabilecekbüyüklükte parçalara bölünür. Her bir parça iyice so-murulur, şekerli suyu emilir, posası çıkarılır,” diyerektanımladığı şekerkamışını bırakır mıyım hiç?

Çocukken, kış mevsiminde duvara top gibi atıp tu-tarak yumuşatılan portakalı saç tokası ile deldiktensonra somurduğum portakal suyunun lezzetini deduydum damağımda… Sözünü ettiğim bu güzel tat-lardan, salt “bol havuçlu (deneli) şalgam” geldi ya-nımda bugüne.

Susadığımda, sonradan “bir bir sökülen sokak çeş-meleri”ne ağzımı dayayarak kana kana su içtim. Ma-halledeki “erkek çocukların kalbini gürp gürpattıran”, bakkaldan tanesi on kuruşa alınan gullelerles o k a k t a k i“vuruş-karış”,“çatıriye” ve“mors” adı ve-rilen yarışma-ları da izledim.

“Adana’dabüyüyen herçocuk gibi fay-tonların arka-sında bulunangölgelik demi-rine” elimle tu-tunup yenidenasıldım yıllarsonra.

Sonra ker-

Page 15: Timsah Gözyaşları Vicdan Kanaması Değildirsabihadzi.weebly.com/uploads/3/3/3/5/3335393/temmuz_2018...yaşam sanat Timsah Gözyaşları Vicdan Kanaması Değildir yaşam sanat

yaşam sanat 17

piç evlerde oturan “komşularımızın duvarının bir kö-şesinden ucu çıkmış kargıları söküp” abimle kasnaklı(gasnaklı) uçurtma yaparak gökyüzüne özgürlüğeuçurduk.

Mahalle sakinlerinin ekonomik durumunun iyi ol-madığı ve “buzdolabının henüz yaygınlaşmadığı oyıllarda” annemin istediklerini, “mahalle bakkalımız-dan borç defterine yazdırarak” “çimento torbasındanelde edilen kesekağıdı”nda “fileye koyup” evimizegetirdim. Mutfakta gazocağında “Vita yağı” kullana-rak yemek yapan anneme yardım ettim. Yaptığımızcacık ya da ayranı, içeceğimiz suyu bakkaldan satınaldığım “bi pança buz” ile soğuttum, ailece içtik…

Yazarın, “Sokak satıcılarının geldiğini pikapta çal-dıkları 45’lik plakların şarkılarından anlardık. VeremliKız’dan Abidik Gubidik Tivist’e; Maraş’tan BirHaber Geldi’den Artık Sevmeyeceğim’e pek çokşarkı, türkü dinlenirdi,” diyerek anlattığı sokak satı-cılarının birbirine karışan müzikleriyle başımda kavakyelleri esen yıllarıma döndüm.

Yaz mevsiminde sinemaya gitmeyi alışkanlık ha-line getirmem de o yıllara rastlamaktaydı. Duran Ay-dın’ın anlatımıyla, “Kiralanan tek atlı arabalarınüzerine o hafta oynayan filmlerin kartelalarının asıl-dığı tahta panolar sırt sırta gelecek şekilde sağlamcayerleştirilir, kendirle arabanın altındaki demirlerebağlanırdı. Çocukların peşlerine takıldığı at arabalarısokak sokak ilerlerken mahallenin işsiz babaları; artıkiyice ‘erimiş’ neneleri; ikide bir tütün sarıp içen de-deleri; sokakta kapı önlerine serilen çulun üzerindeoturan karıların, alüminyum çaydanlıkla yeni demle-diği çayı yudumlarken, sinema görevlilerinden gürsesli birinin galvanizli sacdan yapılma huniyi andıranmegafona bağırarak akşam oynayacak filme seyircibulmak için olanca sesiyle müşteri toplamaya çalıştı-ğını” duyar da durur muyum? Yaşamın yükü om-zunda asılı annem ve babamla kısaca ailece giderdikyeni filmi izlemeye.

Nemli ve bunaltıcı Çukurova akşamlarında halkınen ucuz eğlenme, zaman geçirme ve sosyalleşme me-kânı olan Çiçek, İstiklal, Zafer, Esendam, Şehir,Derya, İstanbul, Işık, Güney gibi yazlık sinemalarınbirinden biletimizi aldım. “Evlilik çağına gelmiş ba-bayiğidine kız bulmak için konu komşusuyla birliktegelen”leri, yani komşularımızı orada gördüm. Filmiizlerken, “günebakan, kaynatılmış ya da tuzda kav-rulmuş karpuz çekirdeği” çitledik, sakız çiğneyip pat-lattık.

Kitapta gezinirken Adana’ya ilişkin, Çukurovalıya da bir süreliğine orada yaşamış sanat ve kültür in-sanlarına ilişkin satır arası bilgilere de ulaştım.

Yılmaz Güney’in, Karataş’ın Yenice Köyü’ndenAdana’ya göçtüklerinde İstiklal Ortaokulu ve ErkekLisesi’nde okuduğunu, Yeşilyuva Mahallesi’nde sa-

manlı çamurla sıvanmış bir evde yaşadığını; o ma-hallede oturan, Erkek Lisesi’nde pek çok değerli şair,öykücü, öğretmen ve politikacının da gerçek anlamdaöğretmeni olmuş Mehmet Ali Gül’ün, en yüksek notuYılmaz Güney’e verdiğini oğlu F. Kadri Gül’e söyle-diğini; mahallelerinde oturan ve yazarın Türkçe öğ-retmeni olan Hidayet Karakuş’un, sınıfta YılmazGüney’in “Boynu Bükük Öldüler” romanı ile o yılyani 1972’de Orhan Kemal Ödülü aldığını bildirdi-ğini; Nihat Ziyalan’ın, çocukluk arkadaşı YılmazGüney ile Kanalköprü’de bir sulama kanalında çi-merlerken tanıştığını, Özcan Karabulut ve Ahmet Er-han’ın da ilk gençlik şiirlerini bu mahalledeyazdıklarını; Hasan Hüseyin Korkmazgil’in AdanaErkek Lisesinde okuduğunu, şimdiki Ferit CelalGüven Caddesi’ne yani okulun arkasından geçen yola“Çörçil Caddesi” dendiğini; buradaki çinko damlı ev-lerin, Sevgi Soysal’ın Adana’da sürgünde kaldığıgünleri anlatan ‘Şafak’ adlı romanında yer aldığını;Şinasi Şıraman, Muhittin Yeşilova, Mehmet Sönmez,Yüksel Arıcı gibi tiyatrocuların, iki dönem milletve-kili olan İbrahim Özdiş’in, Cumhuriyet GazetesiGüney İlleri Temsilcisi Mehmet Mercan gibi gazete-cilerin de bu mahallede doğduğunu ya da uzunca birzaman konakladıklarını; Erol Büyükburç’un dedesi-nin evinin de bu mahallede bulunduğunu öğrendim.

O yıllarda yeni yeni tanınan Müslüm Gürses, İzzetve Sadık Altınmeşe, Âşık Devran Baba (Mustafa Yıl-maztürk), kardeşi Sami Yılmaztürk, Kadir Ergeç, AliLimoncu ile Orhan Gencebay, Mahsun Kırmızıgülgibi ünlü sanatçılara flütüyle eşlik eden bu mahalleninçocuğu Tahir Paker ve abisi Burhan Paker’in, SazcıAydın’ın küçük “saz evinde söyledikleri yanık türkü-lerin sokağı saran hüznünü” duyumsadım…

İstiklal Mahallesi’nin futbol takımı ‘Çayırspor’unve başka mahalle takımlarının, turnuvalar düzenlen-diği Turhan Cemal Beriker İlkokulu’nun önündekimeydanın, “zamanla müteahhitlerin ilgi alanına gi-rince apartman tarlasına dönüşmesini” üzülerek izle-yen yazar, kendilerine “rüzgârın uçurduğu kâğıdı bileyakalayıp okumalarını” öğütleyerek, okuma alışkan-lığı kazandıran saygın, demokrat, çağdaş düşünceliöğretmenlerini de mutlu bir gülümsemeyle anımsarve onlara bir selam yollamayı unutmaz.

Kitaptan, mezun olduğu Çukurova Ortaokulu ileAnadolu’daki tam donanımlı okulların en eskisi veilki olan Adana Erkek Lisesi hakkında ayrıntılı bilgialdığımız gibi; Atatürk’ün 16 Mart 1923’teki Adanagezisi sırasında liseyi ziyaret ettiğini, girdiği sınıftayönelttiği sorulara öğrencilerin doğru yanıt verme-sinden memnun olan Ata’mızın orada görevli edebi-yat öğretmeni Nurullah Ataç’a teşekkür ettiğini; bueğitim yuvasından, Kasım Gülek’ten Turgut Kazan’a;Hasan Hüseyin Korkmazgil’den İlhan ve Turhan Sel-

Page 16: Timsah Gözyaşları Vicdan Kanaması Değildirsabihadzi.weebly.com/uploads/3/3/3/5/3335393/temmuz_2018...yaşam sanat Timsah Gözyaşları Vicdan Kanaması Değildir yaşam sanat

yaşam sanat 18

çuk kardeşlere; Faruk Tınaz’dan Mesut Mertcan’apek çok kültür, sanat ve politika adamlarımızın dip-loma aldığını da öğreniyoruz.

Milli Mensucat Fabrikası yakınındaki alanın adı-nın, “milli’nin sahası” olduğunu, Fatih Terim, Kam-yon Behçet, Sarı Tahsin, Kartal Yaşar, Keklik Cafergibi iyi futbolcuların burada topun peşinde koştu-ğunu; Işık Öğütçü’nün, Adana’da katıldığı bir pa-nelde, babası Orhan Kemal’in de Milli MensucatFabrikası’nda çalıştığı yıllarda bu sahada futbol maç-larına katıldığını söylediğini okuyoruz kitaptan.

Duran Aydın, çevredeki emekçilerin ve hızlı sol-culardan bir kısmının uğrak yeri olan İstiklal Mahal-lesi’nde, Kurtuluş Caddesi üzerindeki ‘KalenderÇayevi’ni işletirken “edebiyat düşkünü arkadaşların-dan çayevi çalıştırdığını duyan Çetin Derdiyok,Ahmet Çadırcı, Çetin Boğa, Mehmet Taşar, NevzatSıkık, Hüseyin Taş, M. Nuri Ayvalı, Mustafa Emre,M. Demirel Babacanoğlu gibi Adana’daki kültürsanat insanları” için burası bir buluşma yeri olur. Ada-na’da gereksinim ve özlemini duydukları bir kültür-sanat-edebiyat dergisi çıkarmak, sanatevi açmak; yada bölgedeki iyi bir gazetede kültür-sanat sayfası ya-yımlamak amacıyla sık sık toplanırlar. Oysa, “dergiçıkarmanın, örgüt kurmakla eşdeğer görüldüğü gün-ler”dir. O sıralar yayımladıkları, “Akdeniz Yazın Seç-kisi”, Adana dışında ülke genelinde ses getirmiştir.

Ayrıca kitaptan, “Mahallenin namus bekçisi deli-kanlıları”nı; “70’li yıllarda bisikleti olanın bile zenginsayıldığı”nı; “Çukurovalı olup da sıkmayı, bazlamayıbilmemenin “ayıbın Allah’ı olduğunu”; “Fırından alı-nan ekmeğin, içine doldurdun mu tahin helvasıylakara zeytini ya da çaldın mı incecikten tereyağını yada ‘ekeledin mi keçi peynirini; ‘ver ederdin’ lokmanınhassosuna… Allöş ki allöş!” dendiğini de okuyoruz.

Arabacı olan babasının eve gelişini ne güzel anla-tıyor Duran Aydın. Metal-lastik karışımı tekerlekle-rin ezgisini ta uzaktan işitir ve bilirmiş ki, o gelenbabası… “Kimi zaman kızıl, kimi zaman çilli ve süt-beyaz, kimi zaman kestane renkli atların koşumun-dan yükselen müziğe nal sesleri karışırdı. Arabamızdayıllar yılı gizlenmiş bir orkestranın bu hüzünlü ezgi-sini hiç unutur muyum?” diyor ve “Babamın hersabah işe giderek her akşam biraz daha yorgun, tü-kenmiş döndüğü, böylece yaşlandığı ve bir gün öl-düğü sokağı nasıl olur da özlemle anmam?” diyeekliyor.

Yazar, mahallesinde yaşayanları, onların yaşammücadelesini, birbirleriyle ilişkilerini anlattığı kita-bında, mahallesi hakkındaki düşüncelerini de belirti-yor. 70’li yıllarda emperyal güçlerin ülkemizdeyarattığı anarşik ortamdan mahallesinin de payını al-dığını; ekonomisi düzelenlerin başka semtlere taşın-dığını; orada oturan “tanıdık teyze ve amcaların birer

birer uçup gittiği”ni; “terkedilen evlerin viraneleş-tiği”ni; buna karşın bu lümpen mahallesinin demok-rat, ilerici yapısını hep koruduğu”nu; ama “geleceğepek iyimser bakamadığını, çünkü kendileri gibi ço-cuklarının büyük kısmının da işsiz” olduğunu; artıko çevrede yaşamasa da yazar, “umutsuz, elindekiyleyetinen eski mahalle insanları”nın “hâlâ ‘Altılı Gan-yan, Şans Topu, Sayısal Loto, İddaa’yı ufak ufak oy-nadıkları kumar oyunlarını bir kurtuluş umudu olarakgörmesi”ni, hayıflanarak anlatıyor.

Duran Aydın, “arısili, aşlama, zibil, cımcılık,curun, debildek, delanlı, dıkmak, kasnaklı (gasnaklı),gulle, irişkin, kuş lastiği, naylon, omisilli, palike,teker, vittiri vizzik, yumulmaç” gibi Adana ağzınailişkin pek çok yerel sözcüğü ve “dışlığı gelmemek,Ali Fakılı’nın tay kovaladığı yer” gibi deyişleri dekullanarak yöre kültürüne katkıda bulunuyor.

Kumarda kazanandan kahvecinin aldığı paraya “ipparası”; esrar içmeye “pataya vurmak”; izmarite“pöçük” dendiğini de öğreniyoruz okuma yolculuğu-muz sırasında.

Ramazanda fırınlarda satılan, üzerinde susam veçörekotu bulunan “Ramazan Gülü”nden söz edenyazar, onun daha küçüğü olan tadı damağımdaki‘yağlı yavan’ı unutmuş sanırım.

Günümüzde unutulmaya yüz tutan meyan kökün-den yapılmış soğuk aşlama ile eskimo, karsambaç,gibi yaz mevsiminde yörede çok satılan soğukluklar-dan söz ederek bu kültüre dikkat çekiyor.

“Ortalığı elli altıya veren Jawa, Ceze markalı mo-tosikletlerin egzoz patırtıları; Adana’nın diğer yolla-rından pek ayrı düşünülmeyecek desenleriyle butabloya teyellenirdi.” “Milli Mensucat Fabrikası,Buzcu Ahmet’in Kıraathanesi’nden ‘kuş lastiğiyle’ birtaş sıkımı uzaklıktadır.” “Filmlerdeki konuşma vemüzik sesleri, ‘trenlerin ta Yeniistasyon’dan evleri-mize kadar gelen düdük seslerine karışıp ninnileşe-rek cibinliği okşar, uykularımıza arkadaş olurdu”;“Orada kalanlar da evlerin bir yerlerini onararak, buevleri ayağa kaldırırken yalnızca çocukluklarının geç-tiği o yılları değil; hayatlarının bir daha ele geçmezmasalını da korumaya alıyor olacaklardı,” cümlele-rindeki ‘teyellenmek’, ‘kuş lastiğiyle bir taş sıkımıuzaklık’, ‘tren sesinin düdük seslerine karışıp ninni-leşmesi, cibinliği okşayıp uykuya arkadaş olması’,‘hayatlarının bir daha ele geçmez masalını da koru-maya almak’ gibi ilginç çağrışımlarla sıkça karşılaşı-yoruz kitapta. Kusursuz bir anlatım, arı duru Türkçeile yazılan Hergele Yolu, bir ya da birkaç mahalledenyola çıkılarak yazılmış; Adana kültürüne, yerel tarihekatkı veren bir kitap.

* Duran Aydın; Hergele Yolu- İstiklal Mahalle-si’nden Tozu Alınmış Yıllar; Heyamola Yayınları, 2015,

Page 17: Timsah Gözyaşları Vicdan Kanaması Değildirsabihadzi.weebly.com/uploads/3/3/3/5/3335393/temmuz_2018...yaşam sanat Timsah Gözyaşları Vicdan Kanaması Değildir yaşam sanat

yaşam sanat 19

Tamam! İyi geceler! Demekle iyi olmuyor geceler

ama sen, iyi ol, yolma yollardaki umut çimenlerini

gün olur, üstüne uzanmak mahcubiyeti, iyi değil bu!

Umudu udumun telinden söküp almak, hiç iyi değil

yudumlamak o zehri! Gecenin derin batar, dişi izler

açar derinde dişi, doğurgan, yakan ve kavuran! Gülden

kül doğuran ateşe ve savuran rüzgâra, ant olsun ki

aşka eğdimdi boynumu!

Hatırası yitik kırk hatırsız yıl, yaşayan ölüler evinden

bir acı, kahvesi olmasın, getir, geceleyin güz vakti,

küskün su, yanında, geçersiz akdi yeryüzünün, yasak!

Oyunlar avlusunda avlanan, her masum kalbin sak

yorgunluğu, malûmu her mağlubun, şişesi çatladı

dünyanın, ağlasın gülen gözler! Tanıklık eden, masalı

mavi mayıslara ve tasalı sarı ekimlere, ant olsun ki

aşka eğdimdi boynumu!

Gittim! Kurusaydı kabuğu gitmekle her yaranın,

kendimden, yürek şişiren endişe, en dişe dokunur

çerezi olmasaydı hayatın, bilirdim, en az şifayı

âlâsından, yapıştırmayı kırılan fayı, depremsiz

günler için, içinde açan dün çiçeklerini güne dön!

Dürmeyi, defterini, köklü acı ağacın, büyüdükçe

büyüleyen ormanın, bilirdim, bulunmaz kuytusunda

uyutan buhur, Yusuf’u yutan kuyusunda, kusursuz

yitmelere ve bütün çekip gitmelere, ant olsun ki

aşka eğdimdi boynumu!

Gel! Sağır bedelinden yalnızlığın, el sallama, öyle

söyleme kekeleyen kalbime, fırça çalısı henüz açtı

huzur halısı dokunan tezgâhlarda, çürüğe çıkmasın

kuyuya indiğim ip, kesip gitmesin, bıçağı! Bilemeye

bilir umut, çıkınında müebbet keder mapusanesi

bileti taşıyan, kuranın kime çıkacağını, ağır hüzne

esen yellere ve en ağır bedellere, ant olsun ki

aşka eğdimdi boynumu!

* Gıyasi Aydemir’in, yakında Temren Yayınları’ndan çıkacak

Ağzı Süt Kokan Kelebek adlı şiir kitabından.

Aşka Eğdimdi Boynumu *

Gıyasi Aydemir

Page 18: Timsah Gözyaşları Vicdan Kanaması Değildirsabihadzi.weebly.com/uploads/3/3/3/5/3335393/temmuz_2018...yaşam sanat Timsah Gözyaşları Vicdan Kanaması Değildir yaşam sanat

Öykü kitaplarında, kitaptakilerden birinin adolarak seçilmesi, yaygın bir tutum. (Çoğu kez şiirkitaplarında da öyle.)

Közlü Yürekler’de kitaba adını veren bir öyküyok. Bütün öykülerin ortak paydalarından biri adolmuş: Közlü Yürekler…

İlk öykünün olay kahramanı Eskisi Büyük Me-netli Ebu Abdullah’tan tutun da onu düştüğü zordurumdan canla başla kurtarmaya koşan değir-mencilere… kitabın son öyküsü “Kırmızı Değir-men”in olay kahramanı Remzi Ustaya, RemziUstanın kalfasına dek... kitapta adı geçenlerin hepside yüreği közlü kişiler. Kimi Türkiyeli, kimi Suri-yeli; kimi Türk, kimi Arap, kimi Kürt, Süryani, Er-meni vb… Hepsinin de yürekleri ateşli, közlü…

Bir bölümü düpedüz anı hatta makale olup hemde anı ve makale tekniğine uygun yazılmış iriliufaklı 23 öykünün yer aldığı bu kitapta öykülerinbittiği yerlere “Güzel, kısa öykü” diye not düştü-ğüm “Köpeğe Kahkaha”, “Nişadır Yangını”, “Tez-gâhtaki Gramofon”, “Gerbo’nun Bayramlaşması”ve “Kırmızı Değirmen” adlı öyküleri sevdim; iyibir öykü okuma tadını en çok bu öykülerden aldım.

Buna bir örnek vermek isterim; hem de bu ilköyküden:

Kocaman siyah kaputu sırtında iri cüsseli Ebu

Abdullah, gezgin satıcıdır. Kara kaputunun kapla-dığı iri gövdesiyle daha çok çarşıdan pazardan uzakdüşmüş yaylacılara öteberi satarak sağlar geçimini.Yöre köylülerinin ceviz, badem, nohut benzeri mal-larına karşılık onlara şalvarlık, gömleklik, genç kız-lara fistanlık türünden kumaş taşır iki katırıyla. Birgün, yayla yollarından birinde köprüden geçerkenkatırlardan birinin ayağı boşa gelir, hayvancağızyüküyle birlikte suya kapılır. Olay yerinden az yu-karıdaki değirmende bulunan değirmenciler yardımetmek için ellerinden geleni yaparlar ama gidengider. Abdullah, çocuk gibi hıçkıra hıçkıra ağlar.Onun ağıdına değirmenciler de katılır. Ancak içle-rinden biri suların alıp götürdüğü katıra ve kumaş-lara ağladığını sandığı Abdullah’a çıkışır. HalbukiEskisi Büyük, ne katıra ne kumaş toplarına ağla-maktadır. Şimdi o, yaylalarda kendisini bekleyenmüşterilerine ne diyeceğinin kaygısında. Arap ak-sanlı diliyle şöyle döker içini, hıçkırıklarına engelolmaya çalışarak: “Ben ne deyecek yayla hatunla-rına ya hayyo (kardeş)! Nasıl bakacak yüzlerine…Kumaşları kaptırdım suya, ben hacıl (mahcup) ola-cak onlara!” (s 10)

Ağlama gerekçesini böyle koyan Eskisi Bü-yük’ün yüreğindeki yangını okuyucu olarak biz deyaşarız onunla; onun kaygılarına ortak oluruz.

yaşam sanat 20

Ali Ozanemre

“Közlü Yürekler”(* ) Deyince

Page 19: Timsah Gözyaşları Vicdan Kanaması Değildirsabihadzi.weebly.com/uploads/3/3/3/5/3335393/temmuz_2018...yaşam sanat Timsah Gözyaşları Vicdan Kanaması Değildir yaşam sanat

yaşam sanat 21

Öne çıkardığım öykülerin hepsi, Eskisi Büyükadlı öykünün başarı çıtası altında değil, çoğu üs-tünde bile.

Öne çıkardıklarım iyi de iletileri apaçık ortayakonulmuş öbürleri kötü mü?

Demek istediğim bu değil. Öne çıkarılanların dışında kalanlarda da edebi-

yat sanatının incelikli anlatımları diz boyu kuşku-suz. Örneğin “Toprak Tur” adlı öyküdeki şugözleme bakar mısınız:

“Hepsi emekliydi. Yaşları yetmişe, gönülleriyenmişe varmıştı. / Güneş tenlerini yavaş yavaş ısı-tırken kısa pantolonları, sportif tişörtleri ve siperiuzun şapkalarıyla sahil turuna başlıyorlardı. Tem-poları yavaş ama çeneleri kuvvetliydi. Yürüyüş ko-lunda hükümet devirip hükümet kuruyorlardı…Konu konuyu açıyor, zamanın nasıl geçtiğini anla-yamıyorlardı.” (s 47)

Yine bu kümenin dışında kalanlardan “Türkü-lerin Kelebeği” adlı öykünün bitimine “Öykü oy-lumunu aşan bir öykü” notunu düşmüşüm. Nedenböyle bir not? Şundan:

Bu öyküde olaylar/olgular, katmanlar halindeüst üste bindirilmiş; ayrıca, bu katmanlar arasındauzun zaman aralıkları var. 6 sayfa uzunluğundakiöyküde önce; doğayı, yaşamı tutkuyla seven; genelsağlığıyla birlikte gözlerini de yitmiş olan; aklınıve onurunu yitirmediğini, ölene dek yitirmeyece-ğini söyleyen; eşi ve çocukları kentte yaşamalarınakarşın kendisi ana ata yurdu köyünde, köy evindeyaşayan Aşkar Mehmet tanıtılır. Sonra; olay başki-şisinin geçmişine dönülür öyküde. Onun, kent ya-şamına, kentteyken yaptığı işlere, örneğin küçükbir market işlettiği, şantiye bekçiliği ettiği gençlikgünlere… Ardından onun yine köy yaşamı, köy-deki yaşamı anlatılırken yine gençlik yılları, örne-ğin Arabistan çöllerinde kum yutarak dünyalıkkazanmaya çalıştığı dönemler serilir önümüze. Buarada, Aşkar Mehmet’e hep yardımcı olan öğret-men kardeş, kentte annesi ve öbür akrabalarıyla ya-şayan oğul Tunay da öykü kişisi olarak çıkarkarşımıza. Öykünün sonlarına doğru, köyde tek ba-şına yaşayan Aşkar Mehmet’in edindiği küçük pilliradyo, Aşkar’ın o radyoya olan aşkı, her sabah kal-kar kalkmaz açtığı radyodan mest olarak dinlediğitürküler anlatılır. Ana damarıyla modern bir öyküolmasına karşın klasik öykü özelliklerini de bağ-rında barındıran bu öykü esasen ölen Aşkar Meh-met’in başta öğretmen kardeşi olmak üzereyakınlarınca toprağa verilmesiyle biter. Ama yazarKabadayı öyküyü öylece bitirmemiş.

Yazarın dili nasıl kullandığını, anlatımının hangi

biçemde evrildiğini görmeye/göstermeye yarar dü-şüncesiyle öyküden iki alıntıya burada yer verme-liyim. Biri en baştan, biri de en sondan…

Öykü şu tümceyle başlar: “Balkonundan kırk yıldır karanfil ve güller sar-

kan evin tahta sedirinde, uzayan gecelerin bekçisive sabahların ışığını alamayan gözlerin insanıydıAşkar Mehmet.” (s 53)

…Aşkar Mehmet ölmüş, defin işi bitmiş, sağ olan-

lar Aşkar Mehmet’in evine, odasına gelmişlerdir.Odanın içinde bir kelebek uçup durmaktadır. Onueline konduran öğretmen amcası, yeğeni Tunay’a;

“Bak Tunay, bu kelebek benim can dostumabimdir. Sabah sabah onun türküsünü dinlemeyegelmiş. Bundan böyle babanızın radyosunu siz açıktutacaksınız. Kelebeğin türküleri hiç susmasınartık.” (s 58) der ve Türkülerin Kelebeği adlı öyküöğretmen kardeşin bu sözleriyle biter.

Öykü özelliği yanında çoğu kez imgesiz, gi-zemsiz, sanat yapma kaygısı güdülmeden açık ile-tilerin öne çıkarıldığı bu kitapta yazar MüslümKabadayı, ‘sanatlı söyleyiş’i elinin tersiyle ötele-miş olsa da usta bir kalem olduğunu “imgesiz, gi-zemsiz, sanatsız” yazdıklarında da koymuş ortaya.

Onları, okuyucuya bırakıp geçiyorum.“Közlü Yürekler”den önce yayımladığı ilk öykü

kitabı “Salkım Saçak Keldağ”dan ve katkı koyduğuortak kitaplardan başka her biri birer derleme, in-celeme, araştırma kitabı olan 7 kitabı daha vardıryazarın. Bunlar;

“Hatay Biyografisi Üzerine Bir Deneme”,“Hatay Halk Şairleri”, “Doğu Karadeniz LehçeleriKarşılaştırmalı Sözlüğü”, “Amik’ten Amanos’aAlkım”, “Suriye Günlüğü”, “Hataylı İki Âşık:Kâmil Sarıateş ve Osman Telli”, “Her YönüyleKışlak” adlı kitaplardır.

Yazdıklarının çoğunda düşünceyi öne alan biryazardır Müslüm Kabadayı. Kimi öykülerinde dü-şüncenin, iletinin (mesajın) belirginliği buradangelir.

Çalışmaları arasında ikinci kezdir öykü dünya-sında (da) kalem oynatan (Tuş döven mi demeli?)yazarı; duyarlı, yurtsever/insansever yüreğini halkaydınlanması yolunda ‘yorduğu’ için; ayrıca, sos-yalist duruşunun ibresi hiçbir sallantıda titremediğiiçin kutlamak gerek. Ben, kutluyorum ve MüslümKabadayı’nın, gelecekte, okuyucu önüne dahabüyük başarılarla çıkacağına inanıyorum.

* Müslüm Kabadayı, Közlü Yürekler (Öyküler),Phoenix Yayınevi, Ankara, Ocak 2016, 142 s.

Page 20: Timsah Gözyaşları Vicdan Kanaması Değildirsabihadzi.weebly.com/uploads/3/3/3/5/3335393/temmuz_2018...yaşam sanat Timsah Gözyaşları Vicdan Kanaması Değildir yaşam sanat

yaşam sanat 22

Bilal Kayabay: “Şiir; Düşle Gerçeğin, Sözle Müziğin Kutsal Gerdeğidir...”

Tacim Çiçek

Tacim Çiçek: Sevgili Bilal Kayabay, şiirini ko-nuşacağız ama ben öncelikle şunu merak ediyo-rum: Senin şiirini neden kimse senin kadar iyiokuyamıyor?

Bilal Kayabay: Ben de sondan başlayarak birsoruyla gireyim söze. Neden bir çalgıyı, diyelim kibir bağlamayı, herkes aynı güzellikte çalamaz? Sazaynı, tel aynı, tezene aynı... Bu aynılar nasıl oluyorda birisinin elinde kafa ütülerken, bir başkasınınkucağından çevreye saçılan, büyüleyici çiçeklere,ezgilere dönüşüyor? Biri boğarken bir başkası ka-natlar takıyor, insana.

Ortaokul sıralarında, Nâzım Hikmet'i vatanhaini belletmişlerdi. Adı da ölümüyle gündeme gel-mişti. Sonraki yıllarda, bir "vatan haini" tanımakiçin, müthiş bir ilgiyle koyuldum incelemeye. Bil-gim, birikimim, bilincim, düş ve düşünce evrenimyetemediği için, hiçbir şey anlamıyor; böyle an-lamsız saçma şeyler yazdığı için "vatan haini" di-yorlar sanıyordum.

Bir, kolaycı değildim. İki, birikimlerine, bilgi-lerine güvendiğim, görüştüğüm, yazılarını okudu-

ğum birileri, Nâzım'ı göklere çıkarıyordu. Üç, ya-şayarak, çıkarcı-fırsatçı-dinci fırıldaklarla, bunla-rın iplerini ellerinde bulunduran kodamanlarıtanıdıkça, bu taifenin Nâzım Hikmet düşmanı ol-duğunu gördükçe, bir şeylerin ters olduğunu, buişte ve bende bir sakatlık olduğunu düşünmeye baş-ladım. İşin üstüne üstüne gittim.

İnsan da bir meyve gibi olgunlaşırmış. Bir gecegene Nâzım çalışırken, kendimi hıçkırıklarla ağlarbuldum. -Nasıl yapılabilirdi bir insana bu kadarzulüm?-

Anladım ki sözcüklerin ruhu var. Anladım kiher sözcüğün her sözün, her imgenin bütün bir in-sanlığın geçmişiyle geleceğiyle bağı var, ilgisi var.İşte böyle iflah olmaz bir Nâzım’cı oldum. Bu gü-zelliği biraz da Usta'yı "vatan haini" sayanlaraborçlu muyum acaba?!..

Birileri karşısındakinin gözünde çapak görür-ken bir başkası "yaşamak" görür. Benim şiirimingözünde yaşamak var. Çapak görenlerin, bakmayı-görmeyi öğrenmeleri gerekiyor.

Kaldı ki benim şiirimi seslendiren öyle başkalar

Şiirine kendi kimliğini ve yaşantısını koyan ya da koyabilen, yani, söylemiyle eylemi örtüşençok az şairden birisidir Bilal Kayabay.

Yeryüzünü cennetleştirmek için kavgasını ve sevdasını, kendine özgü şiiriyle, yalnızca şiiriyledeğil, toplumsal konularda yazdığı metinleriyle de sürdüren şairle sizler için söyleştik.

Page 21: Timsah Gözyaşları Vicdan Kanaması Değildirsabihadzi.weebly.com/uploads/3/3/3/5/3335393/temmuz_2018...yaşam sanat Timsah Gözyaşları Vicdan Kanaması Değildir yaşam sanat

yaşam sanat 23

tanıdım ki "vay be, bende neler varmış" diye kıv-randım, daha iyisine ulaşmak için bilendim. Onlargibi seslendiremediğim için de utandım.

Benim, şiirimi kurarken verdiğim emeğin ondabirini olmasa da yüzde birini beklemek hakkım.Şiirimin okuru, okurun şiirimi yakalayabilmesiiçin... Biraz da bilgi, birikim... Birileri kolaycılığafena alıştırmış şiir adına, okurları. Yazık !..

T.Ç.: "aklım kapanlara düşer / vıcık vıcık

insan kaynar / beş yanım (Adanmış Türküle-

rim) diyorsun bir şiirinde. Dört yanı biliyoruz

da beşinci yandan söz eder misin?

B.K.: Beşinci yanım da şiir yanım. İnsanınözüne saldıran, yozlaştıran, ezen, sömüren ege-mene karşı, şiirle, yani özüyle direnmiş yüzyıllar-dır insanlık. Bunu bildiği için, saldırgan, beşinciyanımızı da kuşatma çürütme çabasında. Kendi çı-ğırtkanlarını "şair"; hiçbir şey söylemeyen söyle-diklerini de "şiir" diye dayatıyor egemen güç,topluma, dünyaya.

T.Ç.: Şiirine “kendi gibi öfkeli ve kavgacı”

diyorlar, ne dersin?

B.K.: Bak, Aziz Nesin ne diyor: “Edebiyateseri, ancak bir kızgınlık ürünü olabilir. Edebiyat-çının karşısında, önce kızacağı bir hedef olacak.Kızgın olmayan bir edebiyatçı, yıvışık eserler ve-rebilir.” (Aziz Nesin: Günceler-Mum Hala)

Yaşadığı gibi yazan, yazdığı gibi yaşayan şair,dememiş miydin, söze başlarken. Şimdi nedeninimi soruyorsun? Anlatmaya çalışayım: Doğru söy-leyeni dokuz köyden kovarlar; adı da “kavgacı”olur. Aslında kavgacı değil, kavgalıyım. Şu dünya-nın haline bir bak. Böyle bir ortamla kavgalı olmak,bence aydın insan olmanın bir gereğidir. Hem ger-çek şiir, dünden bugüne hep kavgalı olmamış mıdır,haksızlıklarla, soysuzluklarla? Bu kavgayı, şimdi-lik bir hayal olan barış adına vermez mi şair-şiir.İnsanın kendiyle, doğasıyla, doğayla barışacağıgüne dek de sürecek, sürmeli bu kavga.

Buna benzer sorular, şiir söyleşi-dinletilerindede gelir zaman zaman da izleyenlerin azımsanma-yacak bir bölümü, sözü benden önce alıp: “Hayır,biz öyle düşünmüyoruz. Bilal Kayabay'ın söyle-mini-şiirini kavgacı bulmuyoruz, içtenlikli ve coş-kulu buluyoruz. Üstümüzdeki ölü toprağınısilkeleyip kendimize getiriyor.” diye karşı çıkı-yorlar.

Bizim ortamdan, kavgacı olduğumu söyleyen-ler varsa, onlar, kendi toplumsal duyarsızlıklarını,neme lazımcılıklarını, bencilliklerini gözden geçir-sinler.

Benim şiirime her adı koyabilirler ama altınaBilal Kayabay'dan başka ad koyamazlar.

Bir alay şiirin altına başka bir şairin adını koyun

hiç de yadırganmaz, Benim şiirim kimlikli bir şiir-dir. Bu da şair-şiir için az şey değildir.

T.Ç.: Sözcüklerden kurulan bir yapı mıdır,

şiir? Senin, şiir için özgün bir tanımın var mı ya

da şimdi yapabilir misin?

B.K.: Yaygın, beylik bir söz vardır, bilirsin,"Şiir, sözcüklerle yazılır" diye. Sözün özünü kav-ramadan bu söze sığınır olmuş, kolaycılar. Torba-dan tombala çeker gibi sözcük çekenler, bilgisayarasözcükleri yığıp tıklayanlar... İnanılmaz ama ger-çek, ne yazık ki.

Peki öteki yazı türleri neyle yazılıyor, onlar söz-cük kullanmıyor mu? Benim bu sözden anladığım:Sözcük denen aracı, öyle yerli yerinde, öyle çağrı-şımlı, öyle ekonomik kullanacaksın ki ortaya çıkanşey, beyninizi ışıtacak, yüreğinizi ısıtacak.

Şiirde anlam aranmaz diye bir lakırdı daha var.Hangi anlam aranmaz? Düzyazıda aranılan anlamaranmaz. Şiirin kendine özgü ve özgün anlamı var-dır. Onu aramazsanız, haklı olarak insanlar da an-lamsız şeyle uğraşmanın anlamsız olduğunudüşünür; siz de "şiir okumuyor, insanlar" diye sız-lanırsınız. Şiirde anlam aranmaz dedikten sonra,yazdığınız "anlam aranmaz şeylere" derin anlamyüklemek; "şiir budur" demek, biraz komik değilmidir? Şiir, hayatın kendisi, özü iken şiirde anlamaranmaz oyununa gelmek, kimlerin işine yarar?

Dilin sonsuz gücünden habersizler, sözcüklerinbüyücü yeteneğini nerden bilsinler.

Elinizdeki aracın on türlü işlevi var da siz ondanhabersiz, bir işleve mahkum ediyorsanız, sorunaraçta değil, sizdedir. Sözcüklerin tek başına bir an-lamı yoktur. Birleştiklerinde -yan yana geldikle-rinde demiyorum- kimliğini bulur, gücünü gösterir.

Şiir, dilin-sözcüklerin sınır tanımaz gücüne da-yanarak bilgiyle, birikimle, beyinle ve yürekle, yanyana gelen sözcüklerle değil, sevişen, ötüşen, gü-lüşen, ağlaşan, haykıran, suskunluğunda konuşan,soyunan, giyinen sözcüklerle yazılır.

Özgün olur mu bilemem ama Bilalce bir tanımyapmaya çalışayım: Şiir, kökleri kendi toprağında,dalları yaprakları, çiçekleri yemişleri evrene ağanbir ulu ağaç; düşle gerçeğin, sözle müziğin kutsalgerdeğidir.

T.Ç.: Bilal Kayabay, neden ve nasıl şiir

yazar?

B.K.: Doğrusu, elimde olsa, becerebilsem yaz-mamayı, yazmayacağım. Kuşatılmış insana veazaba çevrilmiş yaşama ilişkin duyarlıysanız, zo-runlu olarak tepki veriyorsunuz. Her duyarlı insa-nın tepkisi kendince oluyor. Benin tepkim de şiirle.

Sizi çevreleyen evrende olup bitenler, kimi kezsessiz sinsi, kimi kez çığlık çığlığa doluşuyor içi-nize. Zamanla mayalanıyor kabarıyor ve imge, dize

Page 22: Timsah Gözyaşları Vicdan Kanaması Değildirsabihadzi.weebly.com/uploads/3/3/3/5/3335393/temmuz_2018...yaşam sanat Timsah Gözyaşları Vicdan Kanaması Değildir yaşam sanat

yaşam sanat 24

oluverip taşıyor dışınıza.1993'te ilk basımı yapılan "Bir Hüzzam Şarkı"

adlı kitabımdan bir şiirim şöyle başlıyor: "otuz üçyıldır gebeyim şiire / otuz üç doğuma bedel herşiir". Gerçekten de döllenme anından başlayarak,kendi rahminde gelişip çığlık çığlığa düşüveriyordünyaya. Asıl şiir burada, bence. Sonra, özenle te-mizleyip, fazlalıklarından arındırıp, kundaklayıpkatıyorsunuz yaşama. Hepsi aynı derecede sağlıklıdoğmuyor. Dahası, kötürüm doğanlar da oluyordoğal olarak. Yaşaması, zamana kalmış. Arkasın-dan, yeni gebelikler, yeni doğumlar...

Benim şiirim mız mız, hımbıl, sızlanan mıy mıybir şiir değildir. Atak, gözü pek, çağıl çağıl, sesi vesözü olan bir şiirdir.

Kimileri, retoriğe yaslanarak, kurguluyor şiirini.Güzel şiirler de çıkıyor ortaya. Bu tür kurgulama-ların içinde atan bir yürek eksik gibi gelir bana. Birde "şiir öyle değil böyle yazılır" gibi fetva verenle-rin izinde şiir üretenler var. Bunun sağlıklı bir yolyöntem olduğunu düşünmüyorum. Sanıyorum, "tektip şiir yazılıyor" yakınmasının nedeni de bu.

T.Ç.: Sevgili Bilal Kayabay, yurtdışında da

bulundun. Şiirle ilgili gözlemlerini bizimle pay-

laşır mısın?

B.K.: Dostum, her toplumun her kültürün du-yarlıkları, duygulanımları, dışa vurumları ve dilolanakları farklıdır. Söz buraya gelmişken bir ko-nuya değinmeden geçemeyeceğim. Özellikle Tan-zimat'tan beri bizim sanatçılarımız, yazarlarımız,şairlerimiz, Batı’ya özenmiş, özenmekle kalmamış,taklitçisi olmuş. Ölçü olarak hep orayı almış. Buhenüz aşılmış değil. Bu da şiirimizin, sanatımızınaçmazlarından, bana göre. Oysa, özellikle şiir ko-nusunda bizim birikimimizle boy ölçüşecek az kül-tür vardır.

T.Ç.: Senin ünlü “Merhaba” şiirin için,

“Belki de Bilal, geleceğe bu şiiriyle kalır.” de-

diklerini duydum. Sen ne dersin?

B.K.: Geleceğe, kimin hangi şiiriyle kalacağı,geleceğin, nasıl geleceğine bağlı sanırım. “Mer-haba”, Anadolu merkezli evrensel bir barış çığlığı-dır. Keşke yarınlarda insanlara bir şeyler söylese.Söylese de, adım da bilinmese...

"bana bir merhaba de / bana bir merhaba de /bedrettin'de bölüşüm / nâzım'da özlem olayım"diyen dizelerin çağrısını duysa-anlasa insanlık, cen-netleştirirdi, cehenneme çevirdiği yeryüzünü.

T.Ç.: Şiir serüvenin nasıl başladı?

B.K.: Dilim döndüğü günden itibaren şiir dü-zerdim. Küçük bir çocukken, çevremdekilerin ho-şuna gider, babam "Karac'oğlan" diye severdi. İlkgençlik yıllarımda, "Karac'oğlanlık" ağır suçumoldu. Kızdığı zaman "Karac'oğlan eşşoğlu eşşek"diye kızıyordu. -Bak beni nerelere götürdün-

1960 yılından beri hep yazdım, gizli saklı, def-terler dolusu. Ne bir dergiye göndermek, ne de ki-taplaştırmak hiç aklımdan geçmedi. Sonra...Fazladan acılar yaşanan 1993 yılına gelindiğinde,üç kitap (Adanmış Türkülerim, Bir Hüzzam Şarkı,Gülüşüne Bereket) üç acılı çığlık olarak düştü oku-run önüne. Sonra iki kitap daha (Bahar Kal, Öfke-nin Yedi Rengi).

Şimdilerde basıma hazır dört kitap zulamda. Buarada, düzyazılardan oluşan dört kitap daha var, ba-sılmayı bekleyen.

T.Ç.: Keşke yazmasaydım, yapmasaydım de-

diğin, yani pişmanlık duyduğun bir şeyler var

mı?

B.K.: Bir eylemin gerçekleştirildiği zamanı,mekanı, ortamı, gerçekleştirenin aklını, düşünce-sini, duygularını aynılaştırsak, pişmanlık duygu-suna kapılır mı? Hiç sanmıyorum. O anınkoşullarında yapılan bir eylemden bugünün koşul-larında pişmanlık duymak neye yarar.

Elbette hepimiz bugün asla yapmayacağımızşeyler yapmışızdır geçmişte. Bugün oturup onunpişmanlığını yaşamak yerine, onlardan gerekendersi çıkarmanın daha doğru olduğunu düşünüyo-rum.

Dünden pişman olanların, yarın da bugündenpişman olmayacakları garantisi var mı?

T.Ç. : Son söz olarak bizimle bir şiirini pay-

laşır mısın ?

B.K.: Ağırlıklı olarak şiirden konuştuk madem,sözü şiirle bitirelim.

ŞİİR

alev bir taydır gem almazkuralsız yasaksız kadınyaşamla her an gerdektekız oğlan kız her zaman

dünden yarına dilçiçekbaşkaldırı toprağındanöteki türden bir ağaçyerelden evrene ağan

dilimin ekeneğindeışıl pırıl karabasankıvılcım tohum içindebuğday başağıysa yaşam

dağ başı kaya dibindendenizlere doğru akanen kestirme yol ışığalabirent karmaşığından

BİLAL KAYABAY

Page 23: Timsah Gözyaşları Vicdan Kanaması Değildirsabihadzi.weebly.com/uploads/3/3/3/5/3335393/temmuz_2018...yaşam sanat Timsah Gözyaşları Vicdan Kanaması Değildir yaşam sanat

Üzerinde çimenler yeşermiş, poruklar çiçekaçmış, çoğunlukla kumluk. Uzaklarda bir yerde birpatika. İşte oralarda kaybolmuş gönlümde imgeselbir uzantıyım, yalnızlığını rüzgâra ay çekirdeğidiye çitleten bir tende. Günden güne birkaç dirhemeksilerek. Ne çok çoğalarak eksilme… Ardıcın tazeyaprak kokusunda aradığım mıyım? Çam yonga-sında veya yeni biçilmiş çimenlikte. Çalı diplerindeakşam çiçeği sihri. Ama mor salkımlar gülümsüyorkentin egzoz dumanlarına karışan havasında.

Yalan değil, yıkılan beton binaların toz serptiğiyüzleri sevmeyenim.

Sanırım en çok da kızılcık ağacıyım. Sert, kırı-lan ama bükülmeyen. Sapsarı çiçeklerle baharınşenliğine katılan. Gerçeğin üstüne basarcasınamayhoşluğuyla yüzleri ekşiten bir kırmızılık. Ençok da yaşamı anlamlandıran bir umar.

Oysa tam da bir çocuğun gülümsediğindekigamzesinin anlamı olmak isterdim. Bazen de en ka-natıcı şarkının kalbe sihirli değneğini değdirdiğin-deki kırılgan duygu.

Öyle büyüdük biz. İnkâra gerek yok. Arabeskyaşamların kırsal kokusunu atamamış kendiniaydın sananlarıyız. Ama Anadolu kokusuydu hüznesığınıp yuvalanmış özlemlerimiz.

Hiç kaygımız değildi, maydanoz yerine çokçaimge, tuz yerine metafor. Üç cümleyi alt alta ya-zınca Aristoteles kıvamında poetikası olduğunu sa-nanların uzağında olmaktı güzelliği şiirin. Ah,bahar gelende cevizin filizindeki o koku, o tılsım.Sümerbank basmaları, kır çiçekleri ve Anadolu ka-dınları… Kış günlerinin uzayıp giden geceleri…

Kağnılar bilinmiyor şimdilerde, tekerlekleri ak-sesuar görgüsüzlüğün Batı özentisi “cafe”lerinde.

Trafikte araba sürücüsünün elinde telefon,mesaj yazma çapsızlığı. Günümüz insanında bildi-ğini sanma, bilgisizliğinin ayırdında olamama, hem

de diplomalı cehalet bulaşıcı hastalık kıvamındayaygın.

Toprağından taşma şaşkınlığıyla büküp boy-nunu yeniden yere karışan ağaç köküne benze-mekte gurbette yaşayan milyonlarca insanındurumu. Kaygılarını duman eyleyip türkü söyler-ken ömrüne ziyan biçen ne kadar da çok. İnsanınyanılgıları doğrularına kaç basar, bilinir mi?

Ekin çiçekleri de özler mi sevenlerini, bıldır-cınlara söyledikleri nedir, yemyeşil derya dalgala-rının ıslığını dinlerken. Şimdilerde madımaklarıözlüyor tanıdık bir çocuğun yüreği.

Her sevgide birkaç lirik dize yoksa o sevgi eksikdeğil midir? Nedendir bu yapay gülümsemelerlesüslenen övgüler. İçtenlikli söyleşiler duvara asılısoğuk birer tablo olacak böyle giderse. Sahi, git-gide gök gürültüsü çoğaldıkça neden siniyor aslanyürekli Aristotelesler de yüreğinin gümbürtüsün-den ürken geyik muhabbetçileri yayılıyor otlağa?

İnsan onuru hangi köşede kayboldu ya da nezaman tatile çıktı da sanatsal kıvırmalarla hakhukuk demekten çekinilir. Ahıra dönüşür uzam,katır tepişmelerinde dedikodu üretilir.

Varsın öyle olsun! Yerine göre iliğimize kadarduygulanan, yerine göre haksızlığın üzerine sonunakadar yürüyebilen kişiliğimiz dipdiri, yerli yerinde.Belki de dünden yarına artakalan biricik avuntu-muz, bilincimiz ki, sahiplenilmiş dünyanın biçtiğielbiseler hiçbir zaman uymayacak bedenimize, dü-şüncemize…

Yılları biriktirdikçe yüreğimi lirik duygulardaha çok sarıp kanatıyor. Hele kızılcıkların baha-rını bu yıl da göremedim diye.

Bir keman ağlayarak çağırıyor beni, pan flüt ez-gilerinin büyülediği dumanlı yamaçlara. Dedim ya,ben bir kızılcığım aslında insan görünümlü, kenteğretisi, en çok çalılıklara, dağlara yakışan…

Recep Yılmaz

Kızılcık İmgeli Çağrışımlar

yaşam sanat 25

Page 24: Timsah Gözyaşları Vicdan Kanaması Değildirsabihadzi.weebly.com/uploads/3/3/3/5/3335393/temmuz_2018...yaşam sanat Timsah Gözyaşları Vicdan Kanaması Değildir yaşam sanat

yaşam sanat 26

gece en derin uçurumuydu yalnızlığıngözlerin kadar uzaktı yıldızlarve hasretin ayla mühürlenmiş bir yaraydıyüzün aradıkça kaybolan bir meleksana doğru uçtuğum bütün rüyalar

ipsiz bir salıncaktıyakasız bir gömlekti rengi sümbüllerindağlar çarmıha gerilmiş bir yalnızlıktı

bir dağın efkarıydı batan güneşte yüzünben kırılmış aynalarda şizofren bir çığlıktımsen ummanlarda imdatlar yutan bir fırtınagüneş battıkça yıldızların kanadığıhasretin akardı yaramdan

ben kütükten düşmüş bir baş gibi susardım

ben ummanlara malik bir damlaydımsen çölde mecnunlar yarasıve mihrican vurmuş leylaklar elasıydıngirdaplarda gemiler çığlığıydım benacıların oba kurduğu

sıtmalar sarısıydımfabrikalarda yitirip gülünü

salhanelerde bulanayakları prangalı bir isyandım

taşları çatlatan sabıren güzel günlerini yar yoluna döşeyenakşama kadar örüp sabaha kadar söktüğüm

kırmızı bir halıydım

Mihrican Vurgunu

Asım Gönen

Page 25: Timsah Gözyaşları Vicdan Kanaması Değildirsabihadzi.weebly.com/uploads/3/3/3/5/3335393/temmuz_2018...yaşam sanat Timsah Gözyaşları Vicdan Kanaması Değildir yaşam sanat

yaşam sanat 27

Benim Lepiska Saçlarım

Çok değil, yalnızca beş adım daha atsa içerideydi.Sur kapısını aralayacak beş adım. Değil yürümek,nefes almak bile ne zordu bazen! Oysa zırhının içineçakılıp kalmasa, kapıyı aralayacak gücü kendinde bu-lamasa da bahçeyi perdeleyen sarmaşığın kuru dallarıarasından onu son kez görebilecekti.

Öylece kalakalmıştı. Kıpırtısız gibi görünse de de-ğildi; bir yandan eliyle göğsündeki yürek isyanınıbastırmaya çalışıyor, diğer yandan kınından sinsicesıyrılan kılıcıyla; direnmekle yenilmek, bağışlan-makla bağışlamak, özlemekle kavuşmak arasındakendiyle vuruşup duruyordu… Kılıçtan ve kendindenazat bakışları yere düştü; feri kesilmiş ayaklarındankopup, demir kapıyı araladı. Oradan yavaşça kasvetietrafa sinmiş gri binaya kaydı. Gözleri penceredekikaraltıya isabet ettiğinde hissettiği tek şey, yüreğineçöreklenmiş koca bir ateş topuydu…

Gri binanın hazin yolcularının kasvetinden olsagerek; kedisiyle kargasıyla, yol boyu at kestaneleri-nin uzandığı sokakta hüküm süren “çekip gitme ha-vasından” payına düşeni almayan kalmamışgörünüyordu. Haa… şu iyi giyimli çocuklar mı? Yok,onlar her zaman hayata dahildi. Ellerinde su tabanca-larıyla koşturup dururken ne önünde oynadıkları hu-zurevi ne de duvarın ardındakiler umurlarındaydı.Oyuncaklarından birbirlerine fışkırttıkları yaşamla,sarmaşıkla örülü o duvarın ardında, hiç bitmeyece-ğini sandıkları koca bir ömür vardı. Şu kapı önündekök salmış gibi duran kadın da olmasa, usulca gece-sine akan öylesine bir gündü işte…

Üstündeki trençkotu, uzun lepiska saçlarıyla don-muş film karesi gibi görünen orta yaşlı kadına ço-cuklardan biri çarpmasa yerinden kıpırdayacağı yoktudoğrusu. Elinden fırlayan çantanın tozunu silerkenminiklere neredeyse minnetle baktı. Ne kadar kalmıştıöyle; bir an, bir ömür… Geçmişten şimdiye;

Aklı bir karış havadaydı o yıllar. Etrafı tuzaklarla,kadınlarla çevrili bir yiğide; onun inancına, sevdalıgözlerine, şiirine, yeşil parkasına kapılıp gitmişti. Gi-derken de ne uyuyan iki erkek kardeşini öpüp kokla-mayı ne de annesine o çok sevdiği sarı lepiskasaçlarından bir tutam bırakmayı ihmal etmişti. Baba-sına bir şey yoktu. Onun gönlünde yer bulamadığını

çoktan ezberlemişti. Azıcık tutunduğu gözlerindenise uyandığında düşeceğinden emindi. Ona bırakmakistediği tek şey derin bir sessizlikti.

O konforlu eve sırtını dönerken kapının bir dahakendisine aralanıp aralanmayacağının hesabında de-ğildi elbet. Ne derlerdi; iki gönül bir olunca…Yarat-tığı sarsıntının babasının öfkesiyle birleşip nasılşiddetli bir depreme dönüşeceğini, o depremin enka-zında kalan kardeşlerinin, annesinin ne tür yaralar ala-cağını ve hepsinden öte zaman içinde dalgasına yenikdüştüğü engin denizlerde, ne gemiler yakmak zorundakalacağını hesaplayamamıştı.

Mümkün değildi. Yapamayacaktı! Çeyrek asırdansonra, olacak şey miydi? El ne dere, makam sarsın-tısına kurban edilmemiş miydi? O da kör bıçağın ya-rasını başka sevgilerde sarmayı öğrenmemiş, birazinat, en çok da gurur denen illetin yatağında akıp git-memiş miydi? Göl kurusunda nilüfer aramak… Bo-şunaydı. Yine de burnunda tüten çiçek kokusu buramburam… Kızdı kendine. Dizleri titriyordu. Yok, birde içi. Sakinleştiriciyi fazla mı abartmıştı? Yüzündeçarpık bir gülüş…Çakıldığı yerden gövdesini söker-ken hâlâ çantasının olmayan tozunu siliyordu. Ça-tışma yerini sorguya bırakmıştı. Duyguların da mıönemi yoktu; geriye yalnızca artan, azalan ama hiçdinmeyen ince bir sızı bırakarak, solup dökülmüyor,un ufak olmuyor muydu? Yanından hızla geçen ara-banın kornasıyla kendine geldi. En doğrusu her şeyiolduğu gibi kırık dökük bırakıp…Şu karşıdaki kafedekendini toplamalı sonra da sokağın havasına kapılıpgitmeliydi.

Sakindi kafe. Başındaki beresini çıkarırken koyu-verdi kendini sandalyeye. Hava pek soğuk değildiama elleri buz kesmişti. Isınmalıydı. Çay söyledi. Birtuhaflık vardı halinde. Kolları olduğundan uzun,boynu kısa, yüzünde de bir uyuşma… Çantasındançıkardığı aynaya bakarken gözü saçlarına ilişti. O saç-lar ki zamanında bir tutam kesilmiş ve annesinin anı-sına saygı gereği, bir ömür, kesildiği o boydan dahafazlasına hiç uzatılmamış… Nefesiyle puslanan ay-naya dalıp gitti;

O en çok annesini, annesi de onun saçlarını se-verdi. Dizi dibine oturtur, lepiska saçlı kızım diye se-

öykü

Mediha Ünver

Page 26: Timsah Gözyaşları Vicdan Kanaması Değildirsabihadzi.weebly.com/uploads/3/3/3/5/3335393/temmuz_2018...yaşam sanat Timsah Gözyaşları Vicdan Kanaması Değildir yaşam sanat

yaşam sanat 28

verek ipek saçlarını uzun uzun tarar, örerdi. Örgününher ilmiğine bir nasihat, her ilmiğine bir dilek. Tür-küsünü mırıldanırken yaşamayı arzuladığı geleceği,yeşertmeyi düşlediği her umudu kızının zülfünün te-line bağlardı. Kendi saçları kısaydı.

Derin bir of çekerken sandalyesini iyice çevirerekgri binaya tamamen sırtını döndü. Eteğinin kırışan ke-narını düzeltti. İç titremesi hâlâ geçmemiş, o anlam-sız gülümseme de yüzüne yapışıp kalmıştı. Sıcakçayıyla geçmişi de yudumluyordu şimdi;

Teyzesi de olmasa onlardan hiç haberi olmaya-caktı; babasının evde adının anılmasını yasakladığını,el âleme rezil rüsva olduğu düşüncesiyle, mevkimakam dinlemeksizin tayin isteyip gittiklerini, çokgeçmeden bu yükün ağırlığıyla yüzüne inme indiğini.Kendi dâhil, etrafındaki herkesin, en çok da annesininhayatını felç ettiğini, kardeşlerin yutkunarak konu-şurken hep bir cümlelerinin eksik kaldığını bilmeye-cekti. Onu en çok annesi şaşırtmış, en çok da onaiçerlemişti. Kardeşleri de evet ama, annesindenumudu vardı... Hiç rujunu silmedi diyordu teyzesi veekliyordu ara ara, yıl yıl ekliyordu; o mağrur başınıhiç eğmedi. Ağladığı da görülmedi. Oğullarının üs-tüne daha bir düştü. Kolasız gömlek giydirmedi. Hiçbitmeyen ev işleri yarattı kendine, bir türlü parlatıla-mayan tencereler, kabartılamayan kırlentler… Ne sonyıllarını yatalak geçiren kocasına ne başkasına gü-lümsediği görüldü. Yeni hevesler edindi bir ara. Bez-den bebekler yapıp duruyordu. Renk renk elbiseler…Kardeşlerinin avukat ve veteriner olduğunu, babası-nın iki yıl önce öldüğünü hep ondan öğrenmişti. An-nesinin saçını sarıya boyamaya, pembe inci kolyesinitakmaya devam ettiğini, yalnız kalınca hiç evden çık-madığını…. Ve giderek unutmaya başladığını… hu-zurevini! Durumunun giderek…

Zaman zaman barıştırma girişimlerinde bulun-muştu teyzesi. Annesi, felcine neden olduğunu dü-şündüğü babasından af dileme şartını koşmuş, babasıNuh demiş, peygamber dememiş, kardeşleri medetumar gözlerle… Zamanla her iki taraf da umutsuz-luğun beyaz bayrağı gölgesinde…

Boşunaydı boşuna. Yapamamıştı işte! Her şeyiaşsa da o birkaç adımı atamamıştı. Birkaç adım birömre ihanet miydi bazen? Korkularının son durağı mıyoksa? Bilmiyordu. Sorgulayıp durmanın gereği deyoktu artık. Toplanıp gidecekti ki sarmaşıkların ar-dından gelen müzik sesine takılıp kaldı.

Her biri ayrı telden çalan, unutulmuşlar korosu-nun, birbirine dolanan yanık sesi. Dalga dalga büyü-yor, sağır duvarlardan, kör pencerelerden geçiyor,karganın, kedilerin, hâlâ sokakta oynayan çocuklarıncıvıltısını aşıp, gelip kadının kıyısına vuruyordu…İşte o seslerden biri; eski bir türküye takılıp kalmış,bozuk plak gibi aynı nakaratı tekrarlayıp duran, birzamanların o kadife sesi: “Saçının tellerine lo…”

Onun sesi… “Lo”yu uzatarak söyleyişindeki o unu-tulmaz nağme, şimdi kendi içinde takılıp kalmış,dönüp duruyordu giderek yükselen bir coşkuyla.

Kapıyı öyle hızlı açtı ki; nerdeyse bahçe girişin-deki eli sopalı polis maketlerine çarpıp devirecekti.Duraksadı, şaşıp kalmıştı! “Dışarı çıkmasınlardiye…” seslenerek yanaştı civelek görevli. “Korkut-mak için”. Yaptıkları şeyin doğruluğundan emin.Neyse maketler bir işe yaradı, yüzündeki kırık gü-lümsemeden kurtuldu. Sabırsız, parmaklarını çıtlatıpduruyordu. “Ha…Bayan S.” başını kaşırken sıkıntılıcivelek. Zorlanarak “Her şeyi unuttu ne yazık ki…pek de konuşmuyor!” İçinde yıkılan bir şeylerin sar-sıntısıyla irkildi kadın. Durumu hafifletmekte zorla-nan görevli “Ama türkü söylüyor boyuna. Bir türküsüvar bildiği, söyletmek için beş, susturmak için onkuruş veriyoruz valla.” Yaklaştıkça yüreği ağzında.Ha çıktı, ha çıkacak. Adımları birbirine dolaşıyor.İyice yoğunlaşan kasvetin bulaşıcı havasında ilerle-meye çalışıyor. Umuda ilişkin hiçbir iz barındırma-yan, ölmeye yatmış bu insanların, üstlerine vuransoluk ışığa bile dayanmaları zor… Tüm gücünü top-layıp yalnızca görevlinin işaret ettiği o masaya odak-lanıyor. “Tanıyacak mı?” daha da korkuncu“Tanıyabilecek miyim?” sorusu tüm sesleri susturu-yor.

İşte orada; dökülüp kırlaşsa da aynı kesim saçları,yeşil tayyörü… “Hiçbiri olmasa, rujundan, değilse depembe kolyesinden tanırdım” diye geçiriyor aklından.Omuzlar zayıflayıp yıkılmış. Yüzü, ah yüzü…Bak-malara doyamadığı. Yanmış, sönmüş, kül… Heye-candan ayaklarının üstünde değil artık kadın. Onanasıl yaklaştı bilmiyor. Kayboldu kendinde... Annesitürküsüne takılı hâlâ. Duymasa da ipe dönmüş du-daklarının kıpırtısından anlıyor. “Gözleri” diye mırıl-danıyor; ah o yeşil gözleri, yosun tutmuş… Ogözlerde nafile arıyor kendini. Çok değil küçük birışıltı, tek bir anı, bir nilüfer yaprağı… Annesinin ba-kışları delip geçiyor gözlerinden, bedeninden, ruhun-dan… “Hiçbirinde yokum” derken onun yosuntutmuş gözlerinin batağında çırpınıyor… Yanına ili-şiyor. Perişan. Dokunmaya cesareti yok daha. Tekderdi yılların özlemiyle onu içime doldurmak…

Baştan aşağı sevgiyle süzüyor. Son bir umutla onugezmelere uğurlarken söylediği gibi, o çocuk sesinitakınıp “süslü boduç” diyor acı, acı gülümseyerek.Gülüşü de düşüyor… Toplarken annesinin masa al-tına uzanan kollarına takılıyor. Dizindeki çantanın ya-rısı örtü altında. Elleri çantanın içinde can çekişenserçe misali kıpırdayıp duruyor.

Merakla eğilip, örtüyü aralıyor kadın.Yarı açık çantasına uzanmış ak elleri kırışık, elleri

titrek, elleri can… Çantanın içinde gizlediği bez be-beğin saçlarını okşuyor.

Lepiska saçlarını…

Page 27: Timsah Gözyaşları Vicdan Kanaması Değildirsabihadzi.weebly.com/uploads/3/3/3/5/3335393/temmuz_2018...yaşam sanat Timsah Gözyaşları Vicdan Kanaması Değildir yaşam sanat

yaşam sanat 29

erguvanlarzamanı ölçen saat gibi kuruluykensensizliğimene çokaşka benziyoryüzün..

yalınbir dal gibi çırılçıplakomuzlarımdasana adanmışşiirlervebelkikahve köpüğü tadındaayrılıkaşkne çok sana benziyor..

çiçekbaharyağmurkarsızıacıveneş’eher şeyne çok aşka benziyor..

vene çokaşka benziyoryüzün..

Ne Çok Aşka Benziyor Yüzün

Nurşen Kaygısız

ilk sözağrısıydı bu, oyuklardan sızangeçmişin güneşiydi tenimize üflenenyolunu şaşırmış göçebe kuşların hummasıdudaklarda erguvan bir kan damlasıdüşler kaskatı, düşler suskun, düşler çöl kurusu

hırpalanmış anılarda titrek bir bellek iziyanıp sönen izbe bir ışığın peşindeyiz hepimizhepimiz kuşkulu bir uçurumun ağzındayızhepimiz yabancıyız kendimize aslında

iltizama verildi çevrimiçi aşklargök tutsak bulut kümesideniz kendine çekilmiş bir ağliman kuru rüzgar yığınıkaranlık sinmiş bin bir savaştan arta kalan dağatoz duman şafağın kızıl gölgesiyankısız sesler asılı havada hepimiz yabancıyız kendimize aslında

en incelmeyen yerden koptu ipleresir düştü kaymayan tüm yıldızlarritmini ölçtüğümüz kalp yokluk postuna sarılıve acıttı ilk sözağrısıhepimiz yabancılaştık kendimize

İlk Sözağrısı

Erkan Kantarcı

Page 28: Timsah Gözyaşları Vicdan Kanaması Değildirsabihadzi.weebly.com/uploads/3/3/3/5/3335393/temmuz_2018...yaşam sanat Timsah Gözyaşları Vicdan Kanaması Değildir yaşam sanat

yaşam sanat 30

usta bir terzi gibi kullanarak ellerimi ellerindeki yeşile kesiliyorum teninde yürüyen çiçeklerin kokularını bırakıyorum denize begonyaların sesinde soldu akşamlar

ben kalmışım saçlarımın ve sakallarımın gölgesinde lakin senin güzelliğini örtemiyor susuz ve nefessiz kalmış Mecnun'un son bir umut Leyla'sına el uzatışı gibi beline uzanan saçların bile

bir bedenin gömüldüğü ruhtan nasıl dirildiğini sende öğrendim sende fark ettim dağınık nefesimi senin soluğunda biriktiğini sevmek üşüdüğünde ayaklarınıbacaklarının arasında ısıtmak kadar basitömrün armağanı kadar zor

yüzünün masumiyeti mehtaba karşı yıkanıyoriki rakı doluyor art ardakorkakların tek cesaretidertlerin son çaresi oluveriyoruz bir andasana baktıkça en derinlerdekaygılar kül olup uçuveriyor

iki ülkeymişiz seninle bizmeydanlardan ölümleri toplayıpçiçekten barışlar dökmüşüz toprağasevişip durdukça içimiz

sesindi sisli sabahlarda hislenen yağmur bir denize benzeyen sonsuzluğuyla kalbime takılan bir şarkısın şimdi şarabımda sevişen!

dünyanın kabuğunda uyanan mutlu yarası mı neymişizşiirin üzerine yazılan bir aşk gibidizelerin lekesiniöpüşmeden silmişiz

Aşk

Murat Yurdakul

Page 29: Timsah Gözyaşları Vicdan Kanaması Değildirsabihadzi.weebly.com/uploads/3/3/3/5/3335393/temmuz_2018...yaşam sanat Timsah Gözyaşları Vicdan Kanaması Değildir yaşam sanat

yaşam sanat 31

“Özü sözü bir” deyimine tamı tamına uyan, gö-zünü daldan budaktan sakınmadan söyleyen biradamdır o. İnsanın eksiğini, kusurunu, ayıbını ar-kasından çekiştirmeyi etiğe aykırı bulduğu için yü-züne karşı söyler. Eğer herkes böyle yaparsa,kötülüğün yüreklenemeyeceğini, uygun taban,ortam bulamayarak, boyun eğeceğini düşünür. Açıksözlüdür, karşısındakinin yanlışını yüzüne vururama pırıl pırıl bir yüreği vardır; asla kimseye kingütmez, kötülüğünü düşünmez. Kimliğini, kişili-ğini sözlerinin tınısı, vurgusuna yükler, ses tonundahep çayırlı çimenli gönlünün baharlı esintileri efi-ler. Özyapısının bitmezli doğallığında kalmayı ba-şaran, az bulunur insanlardandır Kamberoğlu.

Bir yazıncının ana özelliği yapıtlarıyla örtüş-mezse, bu hem şahsı hem de yazarlığı için sakın-calar doğurur. Uğraştığı tür ile kendi arasındakiçelişki, çevresi ve okurları tarafından olumlu kar-şılanmaz. Ürettikleri başyapıt da olsa hoşnutsuzlu-ğun gölgesinde kalır. Yazıncının karakteri ileyazdıkları arasında sıkı bir bağıntı, uyum olmalı-dır. Nedeni de şu ki; yazıncının benliği, kişiliği deonu tanıyanlar için yapıtları kadar önemlidir. Yaz-dıkları ile tutum, davranışları arasında bir denge,bütünlük sağlayabilen yazarlar, gerçekten şanslıkimselerdir.

İbrahim Kamberoğlu, tavırları, hareketleri şiir-leriyle tıpatıp uyuşan şanslı şairlerdendir. Açık, toksözlülüğünü şiirlerine aktarmayı ustalıkla başarı-yor. Arkadaşları, dostlarıyla konuşurmuş gibi çar-pıcı, dobra dobra söylemli bir şiiri var.

/Herkesin bir bildiği var/ /benim hep öğrene-ceklerim/ (Ömrümün Önsözü şiir kitabından. YabaYayınları, Mart 2018)

Şair, 2002 yılında aynı yayınevinde yayımlananÖmrümün Öte Yakası kitabıyla iyi bir başlangıç,çıkış yapmış, şiirleri yazın çevrelerinde epeyce sesgetirmişti. On altı yıl sonra gelen Ömrümün Önsö-zü çoktandır ilgiyle bekleniyordu.

Karmaşık, çözümsüz olmayan, içten, yalın di-

zelerle örülü Ömrümün Önsözü, sanki ÖmrümünÖte Yakası’nın bir süreği gibi. Ardışık çabalarla dayapısından bir kıymık, kırıntı bile koparılamayananlaşılmaz, çapraşık şiirlerden Kamberoğlu iğrenir.Ve ikinci kitabında da okuyucusunu doğaçlamalarfuryasıyla karşılıyor.

Şair bu kitabında da içine doğan sözcüklerinintozunu almış, küfünü, pasını silmiş, biçimli dize-lerini anlamlandırmıştır. Öteki şairlerde olduğugibi doğaçlamalar, akıcılığa ivme kazandırma ek-senli değil, başlı başına birer öğe, oluşumdurlar.Derinlikler katarak dizeleri sıradanlıktan kurtarı-yorlar. Ona göre şiir salt bir duygu, düşünce, im-geler akını değildir; anlaşılmayan şiirler,kalıcılıklarını karışıklıkları içine gömerek, kısaömürlerine ağıt yakarlar. Kamberoğlu, ödün ver-memecesine tavrını geleneksel şiirden yana koy-

Ahmet Türkay

Anlamlı Doğaçlama Şiirler

Page 30: Timsah Gözyaşları Vicdan Kanaması Değildirsabihadzi.weebly.com/uploads/3/3/3/5/3335393/temmuz_2018...yaşam sanat Timsah Gözyaşları Vicdan Kanaması Değildir yaşam sanat

yaşam sanat 32

muş, yeniliğe yüreği açık, gelenekselliğe yaslananTürk şiirini kararlılıkla geleceğe doğru giderkengörüyor.

/müebbet yemiş mahkûmdur her muhacir/ /busöylediklerim unutulmasın/ /ve bir yerlere yazın//ben tuna’dan iki damla ararım yalnız/ /serin sula-rında boğaz’ın/ (Söylentiler.)

Şiirini bilerek, isteyerek yokuşa süren, anlaşıl-maması için elinden geleni yapan, ne kadar karma-şıksa o kadar “beğenilir” sanan, yazın çevrelerincede tanınan ve göçmenliğini bir sır gibi saklayan birşairimizin tersine, İbrahim Kamberoğlu üstünebasa basa göçmen olduğunu haykırıyor. Şair içingöç belki de bir yazgıdır. Aslında Türkiye dışındakiTürkler anasından göçmen doğarlar. Göçmenlikonlar için ata yurtları Asya’dan getirdikleri ataer-kil bir olgudur; hele göçülecek yer anavatan olunca,onları bir sıkıntı, boğuntu, yürek çarpıntısı basar.Pılı pırtıyı birkaç bavula sıkıştırıp, yollara düşme-nin Kamberoğlu için hoş, beklenmedik sevimli birtarafı vardır. Uzun yıllar Türkiye, salt Kamberoğluiçin değil, tüm Bulgaristanlı Türkler için sadece birdüş, düşlem, imge olarak kalmıştı.

/muhacirin/ /vatan bildiği topraklarda/ /her şeyiolur zamanla/ /çok veya az/ /bir tek özledikçe gide-ceği memleketi olmaz/ (Memleket)

Şair, iki kız çocuğunu geldiği ülkede rehin bı-rakarak, anayurda sığınmış, altı yıl onların özleminiçekmiştir. O nedenle elgini, ayrılığı Nâzım kadariyi bilir.

/sıla’ya istanbul’un güzelliklerini anlatma//doğduğu fransa’yı gurbet sanacak/ (Gurbet)

Kaderin cilvesine bakın; otuz beş yıl önce yö-netimdeki dizgenin uyguladığı baskılara dayana-mayıp, eşiyle umarı Türkiye’ye kaçmakta arayanİbrahim Kamberoğlu’nu kızları Türkiye’de bırak-mış, Fransa’ya yerleşmişler, şair için özlem bitme-

miş, çoğalmış, ayrılığın harlı ateşi yakmayı, ka-vurmayı bırakın, küle döndürmeyi sürdürüyor. Yal-nız şimdikinin ötekinden bir ayrımı var; kızları,torunlarıyla arasında demirperde yok, şair istediğivakit uçağa atlayarak, onları görmeye gidebiliyor.

/bir zamanlar/ /üzülünce içerdim yavrum//bugün içtikçe üzülüyorum/ (Kızıma Mektup.)

Ömrümün Önsözü, on altı yıl sonra gelen birkitap.

İbrahim Kamberoğlu çalakalem yazan şairler-den değildir. Şiiri gönlünün alazına bırakıp, gün-lerce, dahası, aylarca demlenmesini bekler.Yazacağı şiir kıvamını bulup, yüreğinde kımılda-yınca, kalemi eline alır. Şiir demlenirken, şairingönlü, yüreği de duyguların, tutkuların, düşüncele-rin içinde sanki kaynar. Yazmıyor, kitap yayımla-mıyor olsa da hiç abartısız, Kamberoğlu gününyirmi dört saatini şiirle, iç içe, koyun koyuna, gönülgönüle geçirir. Kimileyin düşlerinde bile şiir yaz-dığı olur. Kitaplarının niteliğiyle değil de niceliğiile böbürlenenlerin, hurdalıktan ayrımsız kitapla-rını gördükçe, gönlünün yalazını daha kısarak, şii-rinin demlenme süresini uzatıyor.

/bilen bilir dağınığın tekiyim/ /eşim komşu ka-dına / /anlatırken duydum/ /biraz unutkanmışım//son zamanlar/ /bunca dert arasında / /ölmeyi unu-tursam/ /hatırlatın dostlar/ (Dipnot)

Ömrümün Önsözü, kısa şiirleri, etkili söylem-leri, anlam yoğunluğuyla göz kamaştıran, bir so-lukta okunacak bir kitap. En sevindirici yanı ise,Kamberoğlu’nun bize bundan böyle gönlünün ale-vini birazcık açacağı beklentisi, muştusu, umudunuveriyor olmasıdır.

/bir tabak gökyüzü getir bana/ /yanında iki bar-dak bulut/ /biri yağmurlu olsun/ (Kuşkunun ÖlümZamanı)

öyle durup bakmak; bir pencere önündeaçıyorum, bugün içimdeki taş avlularınıuzamış kuş tüylerinden bir serin hayaldüşüyor sürülmemiş tarlalara aydınlığın

işte bir başka hışırtıdır, şuradaki ayrılıkters işliyor ara sıra duvardaki tiktaklarbir yelpaze gibi renk verirken yeryüzübir şeylerin tekrarıdır, insanın yaşadığı

Yunus Karakoyun

Yer/Yüzü

Page 31: Timsah Gözyaşları Vicdan Kanaması Değildirsabihadzi.weebly.com/uploads/3/3/3/5/3335393/temmuz_2018...yaşam sanat Timsah Gözyaşları Vicdan Kanaması Değildir yaşam sanat

yaşam sanat 33

süzme gözünü gelmesin kirpik üstüne kirpikvurma yaralı göğsüme ok üstüne ok

dilde üzüntü var şimdilik iyilik et gelme ey sevinçolamaz bir evde konuk üstüne konuk

elmas parçaları eker her açtığı yaraya o cilveli güzeliyiliği var olsun eder iyilik üstüne iyilik

sevgiliden ayrıyken düştük yabancı illereyaşam gösterdi yine ayrılık üstüne ayrılık

hem içki içmez hem güzel sevmez demişler hakkında kara çalmışlar râsih’e, hem de ne büyük!

Gazel

Râsih Diliçi çeviri: Şahin Taş

Anladım ki, yanılıram,Məni buna inandırdın.Əriyirəm, danılıramDamla-damla qarışıram ümmanlara.

Harda qəmli bulud görsəmMən ondan əvvəl yağıram,Harda tənha söyüd görsəmDoğma bacımdır sanıram.

...Nə söyüddən bacı, sirdaşNə buluddan dost olacaq.Açılacaq sirrin-sehrinBu dünyaya faş olacaq.

Özün qoru öz sirriniKimsələr duyuq düşməsin.Bir sən bil, bir də yaradanBaşqa kimsə eşitməsin.

Naile Mirzayeva

Sirr

Varamadığım sahillere sürükleniyorumEski bir ruhu mu arıyor ıssız gözlerimUnutulmuş yağmurlar ıslatıyorTenimde akan kor ateşleri

Uzak mıyım, yakın mıyım maviyeYıldızlar da kimliğimi sormuyorDuvara henüz yazılmamış Yazı gibi

Günden güneşi almışım alnımaYürekten uzaklaşmayan derviş gibiKışları eritiyorum şafağın gözündeDüş’ün ölü zamanları düşüyor dilime

Mehmet Ata Yiğiz

Düş’ün Ölü Zamanları

Page 32: Timsah Gözyaşları Vicdan Kanaması Değildirsabihadzi.weebly.com/uploads/3/3/3/5/3335393/temmuz_2018...yaşam sanat Timsah Gözyaşları Vicdan Kanaması Değildir yaşam sanat

yaşam sanat 34

Bahri Karaduman

Yılmaz Karakoyunlu’nun Sanatı ve Toplumsallık

Türk edebiyatında çok önemli adlar vardır. FuatKöprülü, Memduh Şevket Esendal, Yakup KadriKaraosmanoğlu, Yahya Kemal Beyatlı gibi. BugünFuat Köprülü, bir parti kurucusu, milletvekili vedışişleri bakanı oluşuyla değil; Türkiye’de çağdaştarihçiliğin kurucusu olduğu; Türk Saz Şairleri An-tolojisi, Divan Edebiyatı Antolojisi gibi çok önemliyapıtlarıyla ve bilim adamlığıyla anılır. MemduhŞevket Esendal, bir partinin genel sekreteri olma-sıyla değil; Cumhuriyet sonrası çağdaş Türk öykü-süne sadeliği getirmesiyle Mendil Altında, Otlakçıöykü kitaplarıyla ünlü Ayaşlı ve Kiracıları roma-nıyla tanınır. Yakup Kadri’yi, Yahya Kemal’i her-kes bilir; ama kimse onları bir döneminmilletvekilleri olarak düşünmez. Biri çok büyükyazarımız, diğeri büyük şairimizdir.

Birkaç örnekle andığım bunun gibi değerli ki-şilikler, siyasal alanda topluma hizmet etmişlerdir;bu hizmetler kuşkusuz çok önemlidir; ama siyasalkimlikleriyle değil; sanatçı kimlikleriyle, ürettik-leri sanat yapıtlarıyla geleceğe kalmışlar, hiç unu-tulmamışlardır.

Yılmaz Karakoyunlu da çok önemli devlet gö-revleri yanında siyasal tarihimizde iz bırakanemekli bir bakan ve milletvekilidir; ama bizler içinönemi çağdaş Türk edebiyatının önde gelen şairle-rinden ve yazarlarından biri olmasıdır. Büyük birgazetede köşe yazarlığı yapmıştır. Öyküleri, oyun-ları, senaryo çalışmaları vardır. Başarılı bir beste-

kârdır. Sanat yaşamında ilk göz ağrısı şiir olduğu için

önce Yılmaz Karakoyunlu şiirinden söz etmek isti-yorum. Geleneksel şiirde uyumu sağlayan ikiönemli kavram vardır: Ritim ve armoni. Şiirderitim, ölçü ve uyakla elde edilir. Klasik şiirde“aruz”, halk şiirinde ve ulusal edebiyat döneminde“hece” ölçüsü kullanılmıştır. Yılmaz Karakoyunluokul yıllarında çok iyi bir şiir kültürüyle yetişmiş,geleneksel şiirin değerlerini içselleştirmiş; ölçü veuyağı şiirin vazgeçilmezleri olarak görmüştür. Eskişiirin rüzgârına tutkun bir şairdir. Divan şiirindeçoğu Arap ve Fars edebiyatlarından alınma nazımşekilleri vardır. Türk zevki bunlara şarkı ve tuyuğnazım şekillerini eklemiştir. Şairleri en çok zorla-yan tür tuyuğ ve rubâidir. Rubâi, hem bir düşünceve duyguyu ifadede hem aruz ve kafiye kullanı-mında “dört başı mamur” olmayı zorunlu kılar. İçe-rik ve söyleyiş ince, zarif kısaca söylersekmükemmel olmalıdır. Diğer türlerde hatalar fazlagöze batmayabilir ama rubaide hata yapma özgür-lüğü yoktur. Karakoyunlu zor olanı seçmiş; ikiyüzden fazla rubai ve dörtlük yazmıştır. Dörtlükle-rin kimisi aruzla kimisi hece ölçüsüyledir. Hece öl-çüsünde aruza hece sayısı en yakın olan 7+7 =14’lü kalıbı kullanmıştır. “O Hayal Aynasından –Rubâiler” adıyla yayımlanan bu şiirler için birdönem kültür bakanlığı da yapmış Talat Halmanşunları söylüyor: “Pürüzsüz vezin kullanımı, zen-

Page 33: Timsah Gözyaşları Vicdan Kanaması Değildirsabihadzi.weebly.com/uploads/3/3/3/5/3335393/temmuz_2018...yaşam sanat Timsah Gözyaşları Vicdan Kanaması Değildir yaşam sanat

yaşam sanat 35

gin kafiyeler, özlü söyleyiş, hayal gücüyle şaşmazbir şiir mantığının birleşimi, akıcı üslup, Türk vedünya kültüründen geleneksel kavramlarla çağdaşyaklaşımların bir arada bulunması ve büyüleyici biriç musikisi…” Yılmaz Karakoyunlu’nun şiiriniçok güzel anlatan bir değerlendirme. Bir örnekleyetineceğim. Kızı Zeynep’e yazılmış bir rubâi:“Her lahzada sevgin bana dünyaya bedel / Yaldızlısaraylardaki rüyaya bedel / Lâfzın seni tarif edecekölçüsü yok / Bir katresin amma koca deryayabedel” Kız evlada duyulan gerçek sevginin, şiiringücüyle çok duyarlı anlatımı.

Yılmaz Karakoyunlu, roman türünde büyük ba-şarı kazanmış, ilk romanı olan “Salkım Hanım’ınTaneleri” ile 1989 yılı Yunus Nadi Roman Ödü-lü’nü kazanmıştır. İkinci Dünya Savaşı yıllarındaİstanbul’da ticaret sermayesinin el değiştirmesi,kültürel ve ahlaki yozlaşmanın anlatıldığı romandaana izlek, varlık vergisiyle zor duruma düşen azın-lıkların yaşadıkları acılardır. “Toplumsal gerçekler,tarih kitaplarından çok romanlardan öğrenilir” te-zini doğrulayan bir roman Salkım Hanım’ın Tane-leri. İtirazı, temyizi olmayan bir vergiydi bu veCumhuriyet’in on yılda topladığının yarısını, onbeş günde almayı, piyasaya egemen olan yabancı-ları ortadan kaldırmayı amaçlıyordu. Kimse yarı-nından emin değildi. Vergisini ödeyemeyenlerAşkale’ye sürgüne gönderiliyordu. Pek çok aileyoksullaştı, ayrılıklar, adaletsizliklerin psikolojikçöküntüleri büyük travmalara neden oldu. Yazar,yansız bir tutumla olayları, gelişmeleri anlatıp hu-kukçuların fikri olarak romanında son noktayı şuşekilde koyuyor: “Ödenmeyen vergiler silinmişti,olan varını yoğunu satarak ödeyenlere olmuştu.”

Konusu ne olursa olsun düzyazı bir anlatı türüolan roman, temelde kurgusaldır ve bu kurgununen önemli özelliği zamana dayanması, başka birsöyleyişle tarihsel olmasıdır. Bu tarihsel özellik,insan-toplum-yaşam üçgeni içinde eleştirel ger-çekliği de barındırır. Romancı ister bireysel, istertoplumsal olsun; bu gerçeği bilinçle işlemek, kur-guyu o ana izlekte vurgulamak zorundadır. YılmazKarakoyunlu, uzun araştırmalara, belgelere daya-narak Cumhuriyet yıllarındaki bu süreci romanlaş-tırmış ve çok başarılı bir dönem romanı olarakokuruna sunmuştur. Yazarın dili iyi kullanması, yeryer felsefi derinliği olan bilgece söyleyiş, romanınüzerinde durulması gereken diğer önemli özelliği.Örneğin “Onun mektep kokan konuşmasına birazhayat katmak için kendisini zorlamıştı (Sh.61 );kitap gibi konuşmaya meraklı küçük maliye me-murlarının ağdalı dilinden uzaklaşıp halkın günlüksıcak sesini duymak hoşuna gidiyordu. (Sh.87) ;

adamın kendisine güvenmesi yetmez, güveneceğikimsesi de olmalı. (Sh.96) ; zaman sana yardımcıolmuyorsa, beklemeyi bileceksin; bu talih değil, sa-bırdır. (Sh.106) ; adalet vergiyi az ya da çok almakdeğildir, insana bütün haklarını teslim etmek sana-tıdır. (Sh.137) ; hukukta iki hata işlenir, birincisihüküm hatasıdır, ikincisi kanun hatası. Hüküm ha-tasının temyizi vardır, kanun hatasının tashihi, ak-lıselim daima hâkim olur. (Sh.177) ; Fazilet birfeyiz gibi içimizde varsa, düşman için bile duyula-cak hüznümüz olur. (Sh.187)” cümleleri düşündü-ren, okuru bilgilendiren, eleştirel cümleler.

Yılmaz Karakoyunlu, roman sanatında tam birbetimleme ustası. Şiirsel bir anlatımla okuru o or-tamın gerçeklikleriyle buluşturan betimlemeler, ke-sinlikle yapıtı süslemek amacını taşımıyor. Romankarakterinin ruhsal durumunu anlayıp onun iç dün-yasına girmemizi sağlıyor. Diyalogların doğallığıda romana akıcılık kazandırıyor.

Her yazarın belirli bir dünya görüşü, yaşam fel-sefesi vardır ve bu görüş, bu düşünce romana mut-laka yansır. Tarihsel gerçeği, işleyeceği konununözüne roman gerçeğiyle sindiren sanatçı, estetik biramaca da yönelir. Sanatın olmazsa olmazı estetik-tir. Estetik düzeyin niteliği yapıtın sanat değeriniortaya koyar. Yılmaz Karakoyunlu romanlarınınyeni baskılarının yapılması, çok okunması, bu dü-zeyin tüm yapıtlarına ustalıkla yansıtılmış olması-dır ve bu nitelik, genç romancılar için de örnekalınmalıdır.

Yazarın diğer romanları şunlardır: 1991’de“Türkiye Yazarlar Birliği En İyi Tarih RomanıÖdülü”nü alan “Üç Aliler Divanı”, padişahlığınson günlerindeki hükümet istikrarsızlığı, MustafaKemal’in saraya damat olmayı reddederek Sam-sun’a çıkışıyla başlıyor. Romanda Atatürk’e yapı-lan İzmir suikastı, Cumhuriyet’in kurucukadrolarıyla İttihatçıların hesaplaşmaları, hâkimlerKılıç Ali, Kel Ali ve savcı Necip Ali nedeniyle üçAliler Divanı olarak tanınan Yüksek İstiklal Mah-kemesi, Meşrutiyetçi, eski maliye nazırı CavidBey’in sorgulanması eksen alınarak Türk siyasaltarihinin çok önemli bir dönemi, eleştirel bir dil vegerçekçi bir yaklaşımla anlatılıyor.

1992 “Türk Yazarlar Birliği Roman Ödülü”nüalan “Güz Sancısı”, 1955’te yaşanan 6-7 Eylülolaylarını ele alıyor. Cumhuriyet tarihinde kara birleke olarak nitelenen bu olayları ve gayrimüslimazınlıkların ülkeyi terk etmek zorunda kalışları top-lumcu gerçekçi bir anlayışla bu romanda anlatılı-yor.

“Çiçekli Mumlar Sokağı”nın konusu, KurtuluşSavaşı yıllarında Batumlu göçmenlerin milli mü-

Page 34: Timsah Gözyaşları Vicdan Kanaması Değildirsabihadzi.weebly.com/uploads/3/3/3/5/3335393/temmuz_2018...yaşam sanat Timsah Gözyaşları Vicdan Kanaması Değildir yaşam sanat

yaşam sanat 36

cadeleye katkılarıdır. “Yorgun Mayıs Kısrakları”, Adnan Menderes,

Yahya Kemal, Nâzım Hikmet gibi kişilerin çevre-sinde Cumhuriyet’in kuruluşundan 1960’a uzanandönemin işlendiği bir romandır.

“Perize: Ezan Vakti Beethoven” ihtilal öncesidönemde iddialı bir solcu ile müzik öğretmeni birbayanın yakınlıklarını anlatır.12 Eylül 1980 öncesive sonrası sol düşünceli aydınların pek çoğu ya-şamlarını, sağ kalanların çoğu da inançlarını ve di-rençlerini yitirdi. Roman onların dramlarını elealıyor.

“Serçe Kuşun Sonbaharı” Şeyh Bedrettin’in ya-şamındaki büyük aşkı, bu ateşli tutkuyla olgunlaş-masını farklı bir bakış açısıyla işleyen romandır.

“Mor Kaftanlı Selanik” Türk- Yunan mübade-lesi, bir yanda siyasal gelişmeler; bir yanda yaşananzorluklar, direnç, aşk ve hüzün romanı.

“Sahilde Zaman Bitti” Midilli’den gelip Ayva-lık’a yerleşen bir ailenin kızı olan Müfide NükhetHanım’ın yaşamını öyküleyen romandır.

Bunların dışında öyküleri Mevsimler EskidiBiraz, Ekinler Gece Büyür adlarıyla kitaplaştı. Ti-yatro yapıtları da Yılmaz Karakoyunlu’nun derinyazınsal bilgi ve emeğinin seçkin örnekleridir.

Özetle söylememiz gerekirse Yılmaz Karako-yunlu, masa başında yalnız kurguya dayalı roman-ların yazarı değil. Örneğin “Mor Salkımlı Selanik”romanını kaleme alırken Selanik ve adaları gezmiş;yapıtına konu olan yerlerin coğrafyasını yakındangörmüş, incelemiştir.

Toplumumuzu, o toplumun sorunlarını, siyasalolay ve tutumların insanımıza nasıl yansıdığını çokiyi bilen; yaşadığı yüzyılı çok iyi gözlemlemiş, bi-rikimli bir yazar. Bu bilinç ve deneyimlerindengelen ileri görüşlülükle toplumsal gerçekleri romandiliyle gözler önüne seriyor. Amacı, yapı disiplin-lerinde çok başarılı olmuş derinlikli bir yazar, Yıl-maz Karakoyunlu. Saldırmıyor, yaralamıyor; etikve estetik değerleri önceleyerek yaraları sarmayaçalışıyor.

Sen kıraç kuytularda kızıl yaban çiçeğiDağıtıyorsun kasaveti mavi göklerleYorgun bir sevince buluşuyor ellerimizŞaşkınlık misket oynuyor bahçedeSuskunluğu kaşıyoruz bire bir merhabayla

Ben sayarken kayan yıldızları gökteSen çiçeğe durmuşsun ayın şavkındaIşık dokuyorsun sabır bahçelerineHer tel, kırlarda telgraf direkleriSırlanmış çiğliklerden epey uzakta

Şaşkın kıpırtıların gömüldüğü madenOkuduğumuz her kitap, yanaştığımız her şiirDuyumötesi dalgalarda geziniyor başıboşŞafağı kucaklıyor ılık yeller ilk günleArtık sen ve ben yeşil çayırlar gibiyiz

Ali Ziya Çamur

Yeşil Çayırlar

Page 35: Timsah Gözyaşları Vicdan Kanaması Değildirsabihadzi.weebly.com/uploads/3/3/3/5/3335393/temmuz_2018...yaşam sanat Timsah Gözyaşları Vicdan Kanaması Değildir yaşam sanat

yaşam sanat 37

İki Kentin Sokak Kapısı’ndan Yansıması

Yaşanan ve doğulan kentler ne kadar sevilebi-lir, onlara ne kadar aitiz, onlar ne kadar bizimdir,sorularını hiç kendimize sormamış olsak da SokakKapısı bunu sağlayacak gibi görünüyor. Kitabın ka-pağını açmadan önce, tıkıldığımız sitelerde, çoklukondularda birçoğumuzun unuttuğu “sokak ka-pısı”nı anımsamak, küçük bir gülüş olup yerleşiyoryüze… Dışında iyi insanların yaşadığı sokak, geri-sinde bir bahçe… İkisinin ortasında sevimli bir“sokak kapısı”…

Bu sokakların, daha sokak olmadan, henüz kim-senin bildik adlarını vermeden önceki zamanlaragötürüyor bizi şair. 1. Bölüm “Ankira”; bu kentinönceki sahiplerine, Tanrılarına, Tanrıçalarına, kral-larına, sonrasında oluşan tüm uygarlıklara bir saygıduruşu gibi…

Bu güzel coğrafyanın tam kalbindeki toprak-larda yaşayan her toplum “Kapı Komşumuz” olu-yor, bizimle yaşıyor. “Söylensel”de Anadolu’nunmasalsı söylencelerine bir selam gönderirken,“Şehri Boş Bırakamayız”da zaman döndükçe bo-şalan yerlerin doldurulduğu gerçeği, kimin neredeolduğu önemsizleşip, tüm dünyayı kapsayabiliyor.

“İkindilerde Bedesten”le tarihsel ilerleyiş sürü-yor. Anadolu’nun iş kültürü, bereketi, “el işi göznuru emeği”, her dizede ayrı bir el sanatı türüyleâdeta tek tek veriliyor ve “doğunun kadınları yakı-şır bütün zamanlara” diyerek bu toprakların kadın-larına övgüyle şiiri sonlandırır şair…

Göbek bağımızın gömülü olduğu doğduğumuzkentin çağrısı, içimize sinen renkleri çıkar gelirsonra…

“Eskiden nehirlere kurulurmuş şehirler / Buyüzden eski şehirler nehirleri sever / Ve en güzelnehirler şehirlerden geçer (…)” dedirtir şaire “İkiBüyük Kol Sakarya”da…

Kimsenin aklına gelmeyecek bir bağıntıyla ikigüzel bozkır kentini Sakarya Nehri’nde bir arayagetiriverir. “Bir kolu dağ yollarında Ankara Çayı”,“Bir kolu Porsuk aka aka birleşir” dizeleriyle, su-ların yüzme öğrenilen, balık tutulan, duru, tertemizolduğu zamanlar canlanır gözde…

İlk bölüm, betonlaşmaya, her türlü zorluğa kar-şın ayakta kalan ülkeye gönderme yaparken, yaşa-dığı kenti koşulsuzca sevmenin, çirkinliklerden çokgüzelliklerini görmenin erincini duyumsatan “Yer-yüzü Gözüyle” şiiriyle sona erer.

Ertuğrul Özüaydın, Sokak Kapısı’nda, diğer ya-pıtlarından farklı olarak, düzyazıya da yer vermiş.“Son Göç” bölümüne sadece düzyazı demek hak-sızlık olur. ‘Düzyazı şiir’, demek sanırım dahadoğru olacaktır. Köyden kente göçe, kente saflığı,emeği, doğayı taşıyan güzel insanların kentin zen-ginliğine artı değer kattığı görüşüyle başka bir açı-dan bakar.

“Salı Pazarı”, “Güne Karşı Gün” bu insanlarınkentte var olma savaşımı, üretime katılışları, pa-zarları, işçileri, güne düş kırıklığı taşıyan sabahçıkahveleri, iş yerlerinin çokluğuyla bilinen semtleri,işlerine insanları taşıyan dolmuşlarıyla kıpır kıpır,canlı bir Ankara ve insan fotoğrafları çizilir. Sonra,şair eski mahallesini gezdirir bize dizeleriyle…“Eski Mahallem” dediği belki o güzelim Gazi Ma-hallesi’dir. Nazik insanların, güllerin, erik ağaçla-rının yaşadığı, şairin “gittiğinde dönecek trenlergeçer içinden” dizesiyle tanımladığı o güzelimGazi Mahallesi…

Sayfalar ilerledikçe Ankara, mevsimleriyle,kuşları, ağaçları, çiçekleriyle anlatılır. Kıyıdan ge-lenlerin sevemediği, “Gri şehir” deyip göremedik-leri Ankara’nın güzellikleri, yeşili, yağmuru,güneşi, bulutuyla doğası betimlenir. Öte yandanşair, kimi semtlerin bakir zamanlarına göndermeyaparken, kendi yaşam kavgasından da söz eder.

“Esenliğimizdi Bağımsızlık” şiiriyle birlikte, ül-kenin içinden geçtiği dönem küçük dokunuşlarlaverilir. İş, emek, üretim, yaşamın içinde olup bitenher şey, gidilip gelinen şehirler, anılar en çok daiyimserlik geçer dizelerden…

“Eğrisi Doğrusu”nda şair biraz da kendi yaşa-mını gözden geçirir. Yüreğinden bağlı olduğu ikikente sevgisini sunar.

“(…) büyüdüm iki şehir arasında gide döne /taşım Ankara olsun, toprağım Eskişehir / taşa kal-

İlkay Tuna

Page 36: Timsah Gözyaşları Vicdan Kanaması Değildirsabihadzi.weebly.com/uploads/3/3/3/5/3335393/temmuz_2018...yaşam sanat Timsah Gözyaşları Vicdan Kanaması Değildir yaşam sanat

yaşam sanat 38

mayı çizdim / dönülmeyi toprağa (…)” dizeleriyledoğduğu kent Eskişehir’i bir kez daha selamlar.

“Şehrin Dedikodusu”nda ise, bana göre; kala-balıklaşmayla birlikte insandaki bozulmaya dikkatçeker şair. Sessiz kalır gibi görünürken aslında so-kağın gerçek sahiplerinin kim olduğunu anımsatıp,sokaklarını savunan, sahiplenenleri gösterir ilgili-sine… “Bağışlasın Aşk”la, elden gelenin yapılıp,yetmediği bir aşkın izleri duyumsanır ve gidileme-yecek kadar aşkla sevilen bir kent, Ankara, gelipyerleşir gizlice baş köşeye…

Gidemez ya şair, kalır ya… dolaşır sevdiğikenti... Uçurtma uçuran çocukları, Ankara’nın yük-seklerinden kar manzaraları izler. Kentleri güzel-leştiren bir gece, bir de kardır ya, tek tek sayarmanzaralı semtlerini Ankara’nın… Kış mevsimi-nin üzdüğü insanları da, onların evlerini, kapalıpencerelerini de unutmaz, görür şair… Görür ve di-zelerle Ankara’nın dört aylık kışını görselleştirir.

Bahar gelir sonra… “Güne Doğru” ilerler kent.Biraz yorgundur sanki dizeler, iyi şeyler diler, bek-ler. Sonraki günlere iyimserlikle bakar.

Üçüncü bölümü “Şehrişiir” olarak adlandırırşair… Zaman ilerlemiş, çağ değişmiş, eskiye özlembaşlamıştır. Samanpazarı ona eskinin güzellikleriniyaşatır. “Buluşma fotoğrafları” çeker. Serçeler vesimitçilerle özdeş, anıtsal Ankara Garı’na gelir. Bukentte yaşayan herkesin kişisel tarihine bir çentikatmışlığıyla anılan, o güzelim Gar Lokantası’nınkapısından girer ve kırmızı bir şarabın kızıllığındayüreklendirir birilerini;

“(…) Korkma kendinden hiç değilse şimdi”Güncel yaşamın ayrıntıları, pazar günlerinin

coşkulu birliktelikleri, güzellik ve iyilikle sürerkenfotoğraflar, göstermelik yardım törenlerine, işleyişeeleştirel duruşuyla birdenbire şaşırtır şair. Sonra-sında, belki de, usulca kaçar doğanın kucağına…Biraz soluklanır, “Esincik” arar, anlaşılan o ki, birsu kuşunda bulur.

“Ağlayan Körebe”de azıcık sitem etme hakkınıkullanır, anlaşılmanın, görülmenin zor olmadığınıanlatmaya çalışır. Yıllar çocukluğu, gençliği özle-tecek kadar ilerlemiştir. “Kapı Önlerinde” şiirindehem geçmişte kalanlara göz gezdirir hem de arka-daşlık kavramına olan yaklaşımıyla ilgili ipuçlarıverir. Bölüme adını veren “Şehrişiir”le, yaşadığıkentin tam ortasına bıraktığı şiiri işaret eder ve es-kinin yeniye kapı açtığını vurgular.

Sonrasında, kente dönüşlerini, “Dönüş Yo-lunda” şiirindeki gibi, bozkırın da kendine göre birışıltısı, güzelliği olduğunu, bozkır köylülerini, coş-kulu dizelerle aktarır şair. “Okula Yakın” albümdeunutulmuş bir fotoğraftır sanki… “Geçip Giderken

Yaz” iç sesine kulak vermek, biraz yalnızlık, umut-suzluk duyumsatır. “Soğuk Oda”, ev-oda ekse-ninde, aidiyet duygusunu, yaşam döngüsününancak bölüşüldüğünde ısınabileceğini çağrıştırır.Yapıtın son şiiri “Unutulmaz Ev Günleri”; bireyinyaşadığı çevreye, bulunduğu dönemin belirsizli-ğine, anlık yabancılaşmaya, ev-oda-ayna sarma-lında, birinci tekil şahıs anlatımıyla dikkat çeker.

Ertuğrul Özüaydın, altıncı yapıtı olan SokakKapısı’yla, ışıltılı bir iyimserlik eşliğinde, gözleri-mizi Ankara’ya çeviriyor. Bir tuşla dünyanın öbürucuyla iletişime geçilebilen bilişim çağında, tek-nolojinin hızına yetişmekte zorlanılan 2000’li yıl-larda bile, İstanbul’dan bakanların “taşra” diyenitelediği Ankara’ya… Başkentimize, ülkemizinkalbine yumuşacık ve sevgiyle dokunuyor. Her di-zesinden iyilik ve iyimserliğin aktığı şiirleriyle An-kara’yı anlatıyor. Türk yazınının birçok büyükyazar ve şairinin buradan yola çıktığı unutulan gü-zelim Ankara’yı, deyim yerindeyse; zorla itildiğiyalnızlığından tutup, çıkarıyor. Bir kenti sevmenintanımını yapıyor Ertuğrul Özüaydın. Üstelik doğ-duğu kente, Eskişehir’e, bağlılığını yitirmeden ya-pıyor.

Sokak Kapısı, Ankara’ya doğru açılırken, uzakbir yerden bakıyorum ona… Hak ettiği değerin ve-rildiğinin farkında ve gülümsüyor sanki Ankara…Dağlarıyla, taşıyla, toprağıyla, ağacıyla, yollarıylagülümsüyor. Birlikte teşekkür ediyoruz şaire ve yü-rekten selamlıyoruz.

{Ertuğrul Özüaydın/ Sokak Kapısı/ Bilgi Yayınevi/Ankara/ Ekim, 2017 (Şiir)}

Page 37: Timsah Gözyaşları Vicdan Kanaması Değildirsabihadzi.weebly.com/uploads/3/3/3/5/3335393/temmuz_2018...yaşam sanat Timsah Gözyaşları Vicdan Kanaması Değildir yaşam sanat

yaşam sanat 39

Mayhoş Zaman

Bir çocuk elmalarla birlikte yuvarlanıp gidiyordu.Çürüğünden başını çıkaran bir elma kurdu çevre-

sine kuşkuyla göz gezdirdi. İyiye işaret değildi bu. Kışodası sayılan o küçük kilerden başlayan yuvarlanma-nın hızı arttıkça, dış kapının gıcırtısıyla birlikte in-sanı sarhoş eden evdeki elma kokusu da giderekazalıyordu.

……..Baba evini satmışlardı sonunda.Sadece baba evi mi, anne evi de sayılırdı orası.“Gidemeyiz, gelemeyiz,” deyip sattılar.“Eski evin bakımıyla kim uğraşacak?” deyip, sat-

tılar.Tüm bahaneler birbirine eklendi.Hem de yok pahasına, öldürü fiyata!..Kent arkalarından kıs kıs güldü oysa, fark etme-

diler.Öyle ya, kim teperdi dokuz saatlik yolu bu yaştan

sonra?..Hem kimseleri kalmadı gayrı oralarda iki lafın be-

lini kıracak, gelenleri çığlık çığlığa bağrına basacak,konuksayacak…

Varları yokları birkaç mezar eskisi… Onlar daağız dil vermezler, malum…

Yaşanmışlık filan, hepsi hikâye…Öncesinde anne hisseli bahçeyi de satmışlardı

çatır çatır.Bahçedeki neredeyse soy kütüğüyle yaşıt büyük

ceviz de gitti gümbürtüye. Görmüş geçirmiş o güze-lim ceviz!.. Gölgesiyle az mı içli dışlı olmuşlardı?..

Hiç düşünmeden satı satıverdiler!..Ah, bir dağın yamacından ulu yola bakan o küçük

oda, evin önünde şenlik sebil şarlayan çeşme!..Yakınmaya gerek yok, artık, hepsi silinip gitti ufuk

hattından.Unutulurmuş, unutulmazmış, ne gam!..Oysa ne güçlüklerle yapılmıştı o ev!..Ne taşlar kırıldı, ne kavaklar kesildi, ordan burdan

kuruşu kuruşuna ne paracıklar denkleştirildi!..Elmaların önünde koşturan çocuk beş yaşındaydı

henüz.Kerpicini bile babası dökmüştü, iyi anımsar.Dar zamanda iki büklüm…Kadınlar kayrak taşımış, sıva yapmışlardı hep bir-

likte.Hem marangoz, hem duvar ustası olan dedeyse

harikalar yaratmıştı tek başına. Gözlerinin keskinliğişakül makül dinlemez, bir bakışta koyuverirdi taşı ge-diğine.

İki yakaları bir ara gelmeyen yaşamlarında,“Yaka” denilen köyün en yüksek yamacında kartalyuvasına benzer bir evleri olmuştu sonunda!

Uçan kuşa borçlanarak inşaatı bitiren baba, doğrudürüst oturmadan İzmir gurbetine çalışmaya gitmiştiyine.

Evcek çok ağlamıştılar o gün. Sonraki günlerde deağladılar. Akıllarına geldikçe ağladılar, Anne diliylepeliperişan oldular.

Baba evi satıldı ama!..Bu bir gerçek!..Bir taşı öpülmeden satıldı!Şimdi babadan kalma bir türkü dilinde o çocuğun.

Türkü değil, avaz avaz bir bıçak yarası!.. İçi titrer, ku-yulardan kuyulara düşer biteviye. Dayan dayanabilir-sen:

“Neyleyim köşkü neyleyim sarayıİçinde salınan yar olmayınca”……..Hâlâ mayhoş bir zamanda dolaşıyor o çelimsiz

çocuk. Gün aydınlığıyla birlikte kış odasının küçümenpenceresinden uluyolu gözlüyor dikkatle. Köye doğrubir otobüs burnunu çevirdiğinde toprak dama çıkıpmuştucu sesiyle bağıracak:

“İzmirciler geliyor! İzmirciler geliyor!”Neler yok ki o mayhoş zamanda?..Yokuşlarda keklik gibi seken çoban ıslıkları, ça-

tırdayan bahar yağmurunda mantara çıkmalar, ya-lancı kınalar, yamacından gülümseyen yabançiçekleri, türlü otlar…

İkide bir de boyunu geçen çalı süpürgesiyle evinönünü gücü yettiğince süpürdüğünü hiç unutmaz.Kendi evleriydi ne de olsa!..

Kışın katmer katmer karlardan sonra damdangelen ‘kırç kırç’ küreme sesi de kulaklarını tırmalardurur.

Anne, kepekli undan bulamaç bulamış yine, kor-kanat çocuklarını ısıtıyor.

Her şeye karşın mayhoş zaman yerli yerinde du-ruyor!

Alınmaz satılmaz bir mayhoş zaman!İyi ki!..

öykü

Ahmet Günbaş

Page 38: Timsah Gözyaşları Vicdan Kanaması Değildirsabihadzi.weebly.com/uploads/3/3/3/5/3335393/temmuz_2018...yaşam sanat Timsah Gözyaşları Vicdan Kanaması Değildir yaşam sanat

yaşam sanat 40

Sınıf kapısından girer girmez müjdeyi verdi Ali.-Gözün aydın babaannem geldi.Yaşasın! İçli köftenin, analıkızlının, karakuş

tatlısının gerçeğini yiyecektim yine. Hele SabriyeNine’nin yanık sesiyle torununun gözünün içinebakarak okuduğu “Ali’min evleri çamdan” Adanatürküsünü dinlemek; o yoğun sınav günlerime ilâçolacaktı.

Hayallerimize kavuşmamız için takvim yaprak-larının birer birer düşmesi gerekiyordu. Tabii bizimde çok çalışmamız. Geçen yaz Ali’nin ısrarıylaAdana’ya gittik. İlk gece Merkez Park’ta sıcak ha-vayı buz gibi kesen bici bicilerimizi yiyip yürüyüşyaparken kararımı çoktan vermiştim. Daha sonraMenderes’te motosiklete binerken mutluluktanuçuyordum. Alilerin evi, Adana’nın övüncü, yazarOrhan Kemal’in adını taşıyan cadde üzerindeydi.Adanalıların misafirperverliği de bir başka. Hele oyaylaları yok mu? Horzum Yaylası’nın havası hemciğerlerime bayram ettirdi hem de mideme. Adanakebabı, yemek sanatının kralı bence ama benimyaptığım gibi yerinde yiyeceksiniz.

Ali’nin babası vaktiyle gezmeye geldiği İstan-bul’da annesiyle tanışmış. Dedesi “Kızımızı uzağagelin veremeyiz,” demiş. Böylece Ali İstanbul’dadoğmuş. Adana’da doğmasa da sık sık havasını so-luyup suyunu içmiş. Babası onu her fırsatta mem-leketine götürdüğünden olsa gerek hani o“Adanalıyık Allah’ın adamıyık,” diyecek kadar tambir Adana delikanlısı olmuş.

Aliler, babası önümüzdeki yıl emekli oluncaAdana’ya yerleşecekler. Babasının artık taşanAdana özlemini, Seyhan Nehri’nin iki yakasını bir-leştiren tarihi Taşköprü’de iyice duyumsadım. Eliniomzuma koyarak “Görüyorsun değil mi şu gör-kemi, şu manzarayı oğlum” diye iç çektiğinde sesititriyordu. Ünlü sanatçı Yılmaz Güney’i, AltınKoza Film Festivali’ni biliyordum ama artık Adanabirçok özelliğiyle beni çekiyordu.

Yayla, ova, deniz kültürünü harmanlamış bumodern kenti seviyorum. Havası kadar sıcak in-sanlarını da. Artık ben de her Adanalı gibi şalgamsuyu müptelasıyım. Topalak taraflarında, Gazipa-şa’da sohbet ederek yemek yemenin, bilmeden öz-lediğim ortamlar olduğunu fark ettim. Beni çekenyerlerinden Anavarza Kalesi gibi tarih tozu serpil-miş mekânlar insanı nasıl da yüz yıllarca geriye gö-türüyor.

Geçen yıl bayağı yorucu geçti. Üniversite sına-vının sonucunu beklemek oldukça heyecanlıydı.Ve beklenen gün... Ali ile ben artık Adana’nınköklü bilim yuvası Çukurova Üniversitesi’ninUluslararası İlişkiler bölümü öğrencisiyiz. İleridebu kadar verimli toprakları olup sanayi ve endüstride ilerlemiş bir ilde okumanın hakkını Adana’yateslim edeceğimize eminim. Ailem, “AdanaAdana” diye sayıklamamdan kurtulacak nihayet.Ali’nin ailesi, yurtta kalma konusunu aklımdan çı-karmam gerektiğini her fırsatta tekrarlıyor. HeleSabriye Nine “Hayatta bırakmam seni,” diyor.

Bekle bizi Adana…

Bekle Bizi Adana

Ceyda Sevgi Ünal

Re

sim

: N

ecd

et E

km

ekçi

Page 39: Timsah Gözyaşları Vicdan Kanaması Değildirsabihadzi.weebly.com/uploads/3/3/3/5/3335393/temmuz_2018...yaşam sanat Timsah Gözyaşları Vicdan Kanaması Değildir yaşam sanat

yaşam sanat 41

Özge Sönmez, yüzleşmenin şiirini yazıyor: Acı-larla, hüzünlerle, savaşlarla, katliamlarla, korkularla,susmalarla, ölümlerle vb. birçok olumsuzluklarla yüz-leşmenin şiirini…

Kendi “ben”ini bir kenara bırakıp, toplumun so-runlarını dert ediyor kendine. İnsana giden yolun mi-henk taşlarını döşüyor dizelerinde. Enkaza dönenyürekleri yeniden çiçek bahçesine döndürmenin ça-bası içinde. Bu bahçenin en güzel çiçeği, doğal ki sev-giden başkası değil elbet. İnsanlığın ortak dokusudursevgi. Masumdur. Yücedir. Dirençtir. Aksi halde taş-laşmış yürekleri başka türlü nasıl yumuşatabiliriz ki!

Aslolan; sevginin, kardeşliğin, özgürlüğün ve ba-rışın katına yükselirken, kendini terk etme cesaretinigösteren şairin “yerel” olandan sıyrılıp “ulusal” olanasıçraması ve bununla da yetinmeyip “evrensel” bo-yuta taşımasıdır duygu ve düşüncelerini. Etnik kimli-ğinden kurtulup dünya vatandaşlığı kimliğinikazanmıştır artık şair.

“Şiir gerçeği, devinim noktasını, asıl çekirdeğivermelidir; bunlardan güzel, canlı bir bütün ortaya çı-karmak şairin işidir. Şair, kişisel duygularını anlat-maktan ileriye gidemediği sürece, ona şair denemez;dünyayı kendine mal etmesini bildiği, bunu dile geti-rebildiği zaman şair olur. Bunun için yeni bilgileredinmeye çalışmalıdır; çünkü onun ilkel maddesi, an-lamasını ve anlatmasını bilmek zorunda olduğu bütündünyadır. Şair daha ileriye gitmeli, bize mümkün ol-duğu kadar daha iyi, daha yüksek bir şey vermelidir.Şiir, bir halk verimi olduğu kadar, bir dünya verimi-dir de, kökleri bir ulusun toprağındadır, fakat, bu top-rağın üstüne yükselebilir; hatta o kadar yükselir ki,bulunduğu saha durmadan genişler ve nihayet insan-lık alanına girer…” diyor, Goethe.

Dünya vatandaşı olabilmenin erdemiyle ortak de-ğerlerimizin çoğalması adına, ortak sesin yükselmesikaçınılmazdır. İşte bu ortak ses de “emek ve direniş”kavramlarının bütünleyici gücünde saklıdır. Bu gücükitlelere ulaştıracak olan biricik enstrümanın da şiirolduğuna inanıyorum.

***Emek ve direniş kavramlarını tutkallayarak şiirini

hayata teyelleyen önemli şairlerimizden biridir Sen-nur Sezer. Bu yıl üçüncüsü düzenlenen “Sennur Sezer

Emek-Direniş Şiir ve Öykü Ödülü” öykü dalındaCem Kertiş’e, şiir dalında da Özge Sönmez’e verildi.Gıda-İş Sendikası ve Manos Kitap tarafından ortak-laşa düzenlenen bu yarışmanın ödülleri şairin yetmişbeşinci doğum günü olan on iki haziran iki bin onsekiz tarihinde verildi.

Yazımın başında Özge Sönmez için “yüzleşme-nin şiirini yazıyor” demiştim. Bu doğru! Söz konusuödüle değer görülen “Güle Batır Öfkeni” dosyasın-daki şiirler buna tanıktır. Dosyada yer alan ilk şiirlebirlikte ölüm gerçeğiyle yüzleşiyor şair. Kısa diya-loglar şeklinde yazılan bu şiirde çocukça bir savun-manın ve itirazın izdüşümlerini görüyoruzdizelerinde. Bunun da en yetkin örneğini “tekrar iki-liği”nde görüyoruz: “ben yapmadım anne/babam ku-cağımda öldü, suçsuzum.” Bu şiirin tamamınabaktığımızda yalnızca ölüm kavramı değil, aynı za-manda acı ve korku kavramlarına da tanık oluyoruz.

“Sayın Tanrım” adlı şiirinde bu kez de “Tanrı”kavramıyla yüzleşiyor şair. Kendi yüzleşmekle kal-mıyor, aynı zamanda okuyucuyu da yüzleştiriyor.Tüm dillerde “Tanrı” aynı olduğuna göre, bütün dil-leri bir kenara itip, insanlığın tek ortak dili olan“yürek dili”ni kullanarak Tanrı’ya ulaşmanın yanında,

“Güle Batır Öfkeni” (*)

Atila Er

Page 40: Timsah Gözyaşları Vicdan Kanaması Değildirsabihadzi.weebly.com/uploads/3/3/3/5/3335393/temmuz_2018...yaşam sanat Timsah Gözyaşları Vicdan Kanaması Değildir yaşam sanat

yaşam sanat 42

onun adil olmasını da istiyor. Aksi takdirde, adil ol-mayan bir Tanrı’nın inandırıcılığını da sorgulanır halegetiriyor. Çünkü henüz on sekiz yaşında gencecik birkızken babasını kollarında yitirmesi gerçeğidir onuTanrı ile yüzleşmeye götüren gerçek. Babasının ölü-münü bir türlü kabullenemeyen genç şair isyanın eşi-ğindedir artık. Sürekli bir suçlu arar. Hiç de adilolmayan bu genç ölümün suçlusu onun gözünde Tan-rı’dır kuşkusuz. Birçok şiirinde bu durumu korkma-dan ve sıkça dillendirir.

“hangi soğuk rafında unutulduk uzayın/sayın tan-rım”

“senin söyleyeceğin yok sayın tanrım” “gülüyorum sayın tanrım” “bir hayat öpücüğü sayın tanrım/sana kaça pat-

lar/bilmiyorum” “yanlışlıkla ölmüş olmalısın/buna izin verecek bir

tanrı/göklerde dolaşıp durmasın” “her akşam nefesinde uyurdu tanrı” “annenin rahminde çocuk bahçesiydin/tanrıya

yemin ettirdim/öldüğümü sana söylemesin”“sakalları şarap bir adam/çatısı yıldız/tanrıya çaya

gidiyor her cuma”“tanrı çok gülüyor”“tanrı yalakaları hiç sevmiyor”

“annem, metin ol/tanrısızlıkla sınıyor tanrı bizi” Bu ve benzeri dizeleri çoğaltabiliriz. Tinsel ser-

zenişlerine istediği yanıtları alamayan şair, dahasomut bir varlığa yöneliyor: Annesine! Dolayısıylaanne imgesi başat bir rol oynuyor şiirlerinde böylece.Her ne kadar sitem olarak algılasak da, aslında tek ba-şına “ölüm” gerçeğiyle başa çıkamamasının bir dışa-vurumudur bu durum, şairde. “Güle batır öfkeni”derken seslendiği karşısındaki değil aslında, kendisi.

Daha ilk kitabı “Geceyi İlikler Gidersin” ile ya-saklı şairler arasına girmeyi başarıyor Özge Sönmez.Bir başka şair arkadaşla birlikte benim de konuk ol-

duğum bir okul etkinliğinde, Gezi olaylarında katle-dilen Ali İsmail Korkmaz’a ilişkin yazdığı “Hataylıİnce Bir Oğlan” şiirinden dolayı okula kabul edilmi-yor. Hal böyle olunca, biz de olayı protesto amacıylaetkinliğe katılmadık.

İkinci kitabı “Derine Gömdüler Sabahı” dosya-sıyla “2016 Ali Rıza Ertan Şiir Ödülü” birinciliğine,ardından da kitaplaştıktan sonra “2017 Ceyhun AtufKansu Şiir Ödülü”ne değer görüldü.

“Güle Batır Öfkeni” şiir dosyasıyla da bilindiğiüzere 2018 yılı “Sennur Sezer Emek-Direniş ŞiirÖdülü” ile taçlandırıldı.

İşte, Özge Sönmez’in başarılarla dolu kısacık ya-şamöyküsü.

Toplumsal duyarlığı çok yüksek bir şair ve aynızamanda da başarılı genç bir akademisyen Özge Sön-mez. Doğuştan muhalif. Yapılan yanlışlar karşısındaasla susmuyor. En yüksek perdeden yükseltiyor se-sini. Kalemi sağlam. Şiiri güçlü. Emin adımlarla yü-rüyor bu uzun ve yorucu şiir yolculuğunda. Duru birşiir dili var. İnsanı sıkmıyor.

“Gecenin içinde ateşböcekleridir şairler” diyor, biryazısında Sönmez. Ve şöyle sürdürüyor yazısını: “Yı-kıcı bir çağda yaşıyoruz. Sadece ülkemiz değil, dün-yanın büyük çoğunluğu bir ucundan tutuşmuş alevalev yanıyor. Savaşlar, şiddet, kıyımlar, sömürü dü-zeni, adaletsizlik, vicdansızlık bu yangınla beraberson hızla yayılıyor. Ancak hiçbir yangın sonsuza deksürmez. Gün döner, mevsimler değişir ve yangındanarta kalanlarla yüzleşiriz.”

Özge Sönmez’le ilgili bir yazımın başlığı şöy-leydi: “Şiirine Kefil Olabileceğim Bir Şair”. Ne mutlubana ki hâlâ sözümün arkasındayım.

*Özge Sönmez; Güle Batır Öfkeni, Manos Kitap,Haziran/20

Dizelerde kaldı aşkhâlâ bakar gözleriharflerin mor perçeminden

Eflatun nakışlı örtübilenmiş bıçak gibisen mi, gül mü kokarım

Sızlayan bir deredehep bir dalga eksikvurur yalnız kıyılara

Ekşimsi tadı kalıraralık dudaklarımdayarım yamalak bir aşkın

Aysel Karaatlı

Mor Perçem

Page 41: Timsah Gözyaşları Vicdan Kanaması Değildirsabihadzi.weebly.com/uploads/3/3/3/5/3335393/temmuz_2018...yaşam sanat Timsah Gözyaşları Vicdan Kanaması Değildir yaşam sanat

yaşam sanat 43

- Bize daha doğrusu bu röportajı okuyan okurlarabiraz kendinden söz eder misin ağabey?

Biraz klasik olacak ama galiba gerekli. Ardahan,Hanak yaylalarının çocuğuyum. Çocukluğumu Çukuro-va’da büyüttüm. Ergenliğim ise Ardahan’ın karında,zemherisinde şekillendi. Liseyi burada bitirdim. Kimiöykülerimdeki çetin kış koşulları, belki de içine doğdu-ğum coğrafyanın sertliğinden kaynaklı. Üniversite yıl-larım Ankara’da geçti. Elektronik mühendisliği okudum.Ancak yirmi beş yıl bilişim sektöründe çalıştım. Son-rası, çocukluğumdan beri kıyılarında dolaştığım edebi-yat deryasına kendimi bırakma çabası. Biraz şiir, birazöykü, gazete yazıları; biraz politika, bir ara bir belgeselçalışmasına bulaşma, üzerinde çalıştığım bir roman ça-lışması… Bakalım o deniz beni kabul edecek mi? Buarada, bazı sivil toplum çalışmaları da tüm çalışmalaraeşlik ediyor.

- Yazmaya nasıl başladın?Aslında çocukken dindar biriydim ben. Okumayı çok

seviyordum, acımasızca, soluksuz okuyordum. Kuran’ınArapçasını defalarca okuduğum gibi, bir gün Türkçesinide okudum. Türkçe Kuran’ın okuyunca, benim zihin vehayal dünyamın kabul edemeyeceği bambaşka bir dünyaçıktı karşıma. Büyük bir değişim başladı bende. 13-14yaşlarımda Nâzım Hikmet’in Bütün Eserleriyle tanış-

mam bana şiiri sevdirdi. O yıllarda Cem Yayınları çı-karmıştı bunları. Evimizin bodrum katında, rahmetli am-cama ait gizli kitaplığı keşfettikten sonra durmakmümkün olmadı. Şiir serüvenim böyle başladı ve halendevam etmekte. Yaklaşık iki dosyalık oldular. Ancakhâlâ dinlenmede…

İlk gazete yazılarım, 1992 yılında Özgür Gündem’lebaşladı. Sonraları Özgür Ülke, Emek, Evrensel, gazete-leriyle devam etti. 1999’a kadar zaman zaman Gerçekve Evrensel Kültür dergilerinde yazı ve öykülerim ya-yınlandı. 2010 yılında bilişim sektöründeki profesyonelçalışmam sona erdikten sonra, yine serbest olarak Cum-huriyet, Radikal Evrensel, Özgür Gündem ve Birgüngazeteleriyle; T24 ve Bianet platformlarında yazılar yaz-dım. Öykü ve denemelerim Evrensel Kültür ve İnsancılKültür Sanat dergilerinde yayımlandı. Aynı yıl Güney-doğu’da Diyarbakır, Batman ve Van illerinde çekilenDüşümdeki Uçurtma adlı belgesel filminin koordinatör-lüğünü yaptım. Bu arada 2012’de sunuş yazısı ve edi-törlüğünü çok sevgili Adnan Özyalçıner’in yaptığı ilköykü kitabım Kızak/İçinden Hayat Geçen Yolculuklar,2017 sonlarında ise Leyla’yı Beklerken öykü kitaplarıçıktı. Yani kitabın sunuş yazısını ise sevgili Sunay Akınkaleme aldı. Son iki yıldır da T24’de sürekli yazıyorum.

- Kitaplarını ne kadar sürede yazıyorsun? Başka bir

Yusuf Nâzım: “Bir Sözcük Bir Öykünün Omurgası Olabiliyor…”

Mehmet Utku

Küçük yaşlarda şiirle çıktığı edebiyat yolculuğuna 1992 yılından itibaren öykü ve denemelerle devameden Yusuf Nâzım'ın yeni kitabı yayımlandı. “Kızak” öykü kitabı 2012'de okuyucuyla buluşan Yusuf Nâ-zım'ın ikinci öykü kitabı; “Leyla’yı Beklerken” İnkılâp Kitabevi etiketiyle okurlarıyla buluştu. T24haber sitesinde de köşe yazıları yazan Yusuf Nâzım (Yakup Sayın) ile yeni kitabını, gerçek hayattanilham alan hikâyelerini ve şiir, belgesel ve roman çalışmalarını konuştuk.

Page 42: Timsah Gözyaşları Vicdan Kanaması Değildirsabihadzi.weebly.com/uploads/3/3/3/5/3335393/temmuz_2018...yaşam sanat Timsah Gözyaşları Vicdan Kanaması Değildir yaşam sanat

yaşam sanat 44

deyişle bir öykünün ortaya çıkması ne kadar sürer? Bu değişken bir şey. Oturup zamanımı sadece öykü-

lere ayırsam, altı ayda bir kitap olacak öykü çıkar. Ancakson yıllarda hayat buna pek izin vermiyor. Öyle bir altüst oluş içinde yaşıyoruz ki, oturup rahat rahat öykü, şiiryazayım diyemiyorsunuz. Zira gerçek yaşamın kendisiöyle dehşetengiz hikâyeler biriktiriyor ki, buna kayıtsızkalmanız mümkün olamıyor. Yoksa oturup bir günde debir öyküyü yazabilirsiniz.

- Biraz bize “Leyla’yı Beklerken”den söz edermisin? Tüm öykülerin gerçekten yaşanmış olaylarlabağı var mı?

Kızak öykü kitabımı okuduklarında okurlar, hep ken-dilerinde, ya da içinden geçtikleri yaşamdan kimi ger-çeklerle karşılaştılar. Bazı öykülerin, bu ülkenin tarihine,olaylarına, kişilerine dokunduğunu gördüler. Bir öykühariç Kızak’taki tüm öyküler böyleydi. Bir süre sonraokur bunu fark etti.

Böyle olunca, Leyla’yı Beklerken çıktığında, yineaynı beklentiyle kitabı okumaya başladı okurlar. Ve heröyküde bir gerçeklik arayışına girdi. Bir TV söyleşisindede söylemiştim, şu kadarını söyleyeyim; her öyküde birya da birden çok yaşayan bir kahraman var… Ve kahra-manlar tümüyle ve olduğu gibi olmasa da yaşayan olay-ların içinden gelerek öykülere giriyorlar.

- Şimdi aklıma takılan bir soru daha var ağabey. Öy-külerin içindeki kahramanlarla gerçek hayatta karşı-laştın mı hiç?

Şöyle bir anekdot aktarayım, bu sorunun yanıtı oradavar. Bir imza etkinliği sırasında elinde getirdiği kitabıimzalatan bir okur, bir öyküdeki kahramanın adını söy-leyerek, ona ne oldu dedi, yaşıyor mu?

Bazen, ne kadar ilginç rastlantılar oluyor hayatta. Bukadar mı olur yani; sorduğu öykü kahramanı, o sıradaokurumun tam yanındaydı. Soruyu duydu, göz göze gel-dik, karşılıklı gülümsedik. Okurum, kendisine gülümse-diğimi, olumlu bir yanıt verdiğimi sanıyordu...

- Kurguyla gerçekleri nasıl birleştiriyorsun? Ne ka-darı gerçek, ne kadarı kurgu?

Her seferinden beni tetikleyen bir şey oluyor. Birolay, rastladığım bir kişi, birinden dinlediğim gerçek birolayın anlatımı. Aslında bunu duyduğum anda, anındaöykü şekilleniyor. Yani tek bir satır, bir cümle, bir söz,bir olay… Öykünün omurgası oluyor işte bu. Sadeceomurga değil, öykünün varacağı hedef de ortaya çıkmışoluyor. Hemen not alıyorum. Unutmayayım yeter… Birgün, bazen o bir gün yıllar sonra gelebiliyor, oturup yaz-maya kalktığımda nasıl olsa omurga belli, hedef belli.Bundan sonra, belli olan omurgayı ete kemiğe büründü-rerek asıl öykünün yüzünü ortaya çıkarmak kalıyor. Yankarakterler, biçim, karakterlere eşlik edecek doğa, be-timlemeler… Bazen bir karakter gerçek oluyor, bazenbir olay, bazen de olayın bir bölümü.

- Leyla’yı Beklerken kitabındaki iki öykü arasındailginç bir bağ var. Kitabın finalinde, son öykünün sonparagrafında, belki de son sözcüklerinden ilginç bir me-taforla karşılaşıyoruz. Biraz bundan söz eder misin?

Evet, kitabın önemli sürprizlerinden biri bu. Aynı za-manda, belki de kitaptaki tüm öyküler toplamından ve-rilen bir mesaj. Diğer tüm öykülerde bu topraklarınkokusu var; acılı, hazin, dramatik. Her öyküde kendi-mizden, bu coğrafyadan bir şeyler yaşıyoruz. Belki ki-tabın sonuna kadar bir karamsarlık da kaplıyor okuru.Fakat o son öyküdeki beklenmedik final önemli birmesaj olarak öne çıkıyor ve okuru kendine getiriyor. Fi-nalde duvardaki silah patlıyor. Finalde bir parmak kal-kıyor adeta. O parmak bir sınıfın başka bir sınıfa işaretetmesi gibi. Başkalarının ödediği çok ağır bedeller üze-rinden sahip oldukları ve sessiz, ağır, sakin bir senfonigibi süregiden huzurlarının ilelebet sürmeyeceğini işareteden bir parmak o.

- Kitapla ilgili nasıl yorumlar alıyorsun? Kitapla ilgili okuyucu yorumları güzel. Kitaptaki

uzun öykülerin varlığı beni tedirgin ediyordu. Özelliklenovella türü bir öykü olan “Nein” öyküsü 65 sayfalık biröykü. Ancak okurların bu öyküyü bile sıkılmadan oku-duklarını gördüm. Tabii bana yansıyanlar bunlar.Olumlu yorumları değil de, daha çok ciddi eleştirilerbekliyorum. Özellikle dikkatli ve sıkı okurlardan, ede-biyat çevrelerinden.

Şöyle bir eleştiri vardı, benim de katıldığım. Bazı öy-külerin, özellikle birbiriyle ilişkili iki öykünün kitabınen sonunda ve ardışık olarak yer alması önemliydi. Bunuatlamış olduk.

- Bir de İstanbul’un çılgın kalabalığından dünyanınen yavaş şehirlerinden Seferihisar’a taşınma hikâyenvar. O konuda konuşalım istersen. Nasıl geçiyor Seferi-hisar’da hayat? İstanbul’u özlüyor musun?

Kire, betona, kaosa boğulmuş bir şehirden kaçmakönemliydi benim için. Orada kaldığım her gün, İstan-bul’un silüeti o şehrin göklerine değil adeta benim yü-reğime saplanıyordu. İzmir ve Seferihisar birçok açıdanbeklentilerime uyan bir yerdi. Sessiz, sakin, yavaş birşehir. Zaten Cittalslow (yavaşkent) akımının Türkiyebaşkenti. Denizi, mandalina bahçeleri, temiz havası...Edebiyat çalışmalarını biraz kendi içime kapanarak sür-dürmek için ideal bir yer. İzmir’e bir saatlik mesafede-yiz. Dilediğimiz zaman İzmir’in kültürel olanaklarındanyararlanmak da olası.

Tabii bir şeye parmak basmadan geçmek olmaz; İs-tanbul’u betona boğan gözü dönmüşlük korkarım ki İz-mir’e de yansımakta. Buraya geldiğimden beriKöfrez’de gökdelenler yükselmeye başladı. Burada dakente dair işlenen suçlar her geçen gün artmakta. Kent-sel rantları maksimize etmek uğruna İzmir Körfezi’ninyavaş yavaş talan edilmekte olduğunu gözlemekteyim.

İstanbul’u değil ama eski İstanbul’u; bir zamanlar bu

Page 43: Timsah Gözyaşları Vicdan Kanaması Değildirsabihadzi.weebly.com/uploads/3/3/3/5/3335393/temmuz_2018...yaşam sanat Timsah Gözyaşları Vicdan Kanaması Değildir yaşam sanat

yaşam sanat 45

ülkenin geleceğine dair düşlerimizi üzerinden kurduğu-muz o eski İstanbul’u özlüyorum. Gitmiş ve bir dahageri gelmeyecek olanı yani. Bizim, yani düşleri temizolanların; emeğiyle, alın teriyle, göz nuruyla hayat ku-ranların İstanbul’unu... Bu yüzden, İstanbul’dan ayrılır-ken terk ettiğim şehre dair bir manifesto yazdım.Sanırım İstanbul’a ait hepimizin hissettiği duygular oyazıda mevcut. Okuyucular internetten bulabilirler:“Gitmek/Dilime Dolanan Bir Fiilin Adı.”

- Köşe yazıların ve öykülerine ek olarak belgesel veroman çalışmaların da var bildiğim kadarıyla, önümüz-deki günlerde, aylarda gün yüzüne çıkacak mı? İzleye-bileceğimiz yeni belgeseller, okuyabileceğimiz yeniöyküler hatta bir roman var mı?

Aslında, normalde köşe yazıları yazmak istemiyo-rum. Seferihisar’a geldiğimde bütün zamanımı edebiyatçalışmalarına vermek istiyordum. Ama daha önce dedi-ğim gibi, son yıllarda hayat durmadan damarımıza bası-yor. Böylesi anlarda içimde bir çığlığa dönüşüyorsözcükler. Dayanamıyor, oturup yazıyorum; yazmak zo-runda kalıyorum. Yazmasam belki boğulacağım. İçindeyaşadığımız coğrafyanın sesine, acılarına, haykırışlarınakulak vermeden edemiyorsunuz ki...

-Gazetelerdeki yazıların genelde bir köşe yazısı gibi

değil, biraz farklılar; çoğunda bir öykü dili var, genel-likle lirik, tekrar tekrar okunacak yazılar. Bu yazılarnasıl çıkıyor, bunları kitaplaştırmayı düşünüyor musun?

Evet, gazete yazılarım düz köşe yazıları gibi değil.Bir analiz, bir politik değerlendirme içermiyorlar. Dahaçok öykü karakterli yazılar; yine hayattan, ondan al-dıklarım, hayatın bana verdikleri. Ve o kadar çoklar kionlar… Çoğunda derin bir yara var, kanıyor; çoğundabir çığlık, kulaklarınızın zarını deliyor; bir ağrı, yüre-ğinize saplanıyor. Yani duyuyorsunuz, görüyorsunuz,yaşıyorsunuz; tanık olduğunuz o şeyler, bir bıçak olupbir yerlerinize saplanıyor. Yazmasam, o bıçak orada ka-lacak ve kanamaya devam edecek. Benim için yazmak,o bıçağı kabzasından tutup çıkarmak gibi bir şey. Ozaman rahatlıyorum.

Bazen de kimi tarihsel olayları, bir öykü diliyle an-lattığım oluyor. Aslında, bu tarihsel olaylar da gerçek.Ben sadece, ayrıntılara iniyor, bilinmeyen, gözdenkaçan yanlarına iniyor, bunları birleştirip öykü diliyleaktarıyorum.

Okurlarımdan bazıları bu yazılar boşa gitmesin,kitap olarak çıksın, istiyorlar. Böyle bir baskı var,doğru. İleride bir seçki yaparak belki yayınlanırlar, kimbilir…

Tüm düşlerim sana uzaktıSana kurulmuş tuzaktıYalnızlığımı döktüm eteklerine Uslandım

Gülüşlerine kapandım Rüzgâr esti şiir dilinde Sözcükler yağdı peşi sıra Islandım

Kalemimde mürekkep bitti deYine sana yaslandım

Asıl şair sensin Bana düşen kalemi tutmak Sensin içimdeki şair Bana düşen seni içimde tutmak

Ah şiirimin esini‘seni anlatabilsem seni’

Yüreğimin karasındaki sözcüklerin tedirginliği kadar telaşlı martıların sesi

Anlatıyorlar belki bana seniSana beniSana seniBana beni

Yağmur damlaları sandığımBelki onların gözyaşları

Ah benim eş ruhumŞiir kokulumSeni anlatırsam sende kaybolurum

Sende kaybolursam Beni bir daha bulamazsınBambaşka biri olurum korkarsın

Aşk en büyük korkutma sanatıdırAnlayamazsın

‘yokluğun cehennemin öbür adıdır’Anlasan yar gözlerini kapayamazsın

İçimdeki Şair

Erkan Kenan Durmaz

Page 44: Timsah Gözyaşları Vicdan Kanaması Değildirsabihadzi.weebly.com/uploads/3/3/3/5/3335393/temmuz_2018...yaşam sanat Timsah Gözyaşları Vicdan Kanaması Değildir yaşam sanat

yaşam sanat 46

Cemal Gürsel Caddesi ile Çakmak Caddesi ara-sında yılların eskitip de yıkamadığı Tahtalı CamiSokağı’nda, yarı kagir ama daha içeri girmeye baş-larken her yerinden çiçekler sarkan şirin mi şirinbir ‘Tiyatro Evi’miz vardı. Provaların da yapıldığıdinlenme ve söyleşi yerimizdi.

O söyleşilerin birinde, tiyatronun kurucusuDuran Okuyanoğlu ile birlikteydik. Biraz sonra,yönetmenimiz rahmetli Mehmet Arpalıgil de ara-mıza katılacaktı.

Ankara Birlik Tiyatrosu, Zeki Göker ve ekibi ile“Ben Devletim Oynatmam” adlı oyunlarını sergi-leyecekler, ardından da bizim konuğumuz olacak-larmış. Genç Dostlar Tiyatrosu olarak bir gün öncesahneleyeceğimiz “Konuşur Bir Gün” adındakioyunumuzu da ekip olarak izleyeceklermiş. Ada-nalı olan Zeki Göker ile tanışacağıma çok sevin-miştim. Hatay Dörtyol’da çekilen “Karınca Katarı”filminde istasyon görevlisini oynayan Zeki Abi’ninAdana Tiyatrosuna verdiği emekleri de çok duy-muştum.

Hazırlıklar yapıldı, konuklarımız geldi. Birliktegeçirdiğimiz yemekli söyleşi bana büyük zevk ver-mişti. Zeki Göker’in geldiğini duyan eski amatörruhlu sahne arkadaşlarından da gelenlerle geçmişgünler anıldı.

Ertesi gün Büyükşehir Belediyesi Tiyatro Salo-nu’nda sergilediğimiz oyunumuzu izlediler. Duy-duğum kadarıyla oyun beğeni kazanmış, en çok dabenim oyunculuğum Zeki Göker ve ekibinin dik-katini çekmiş. Belli etmemeye çalışsam da müthişgönenmiş, mutlu olmuştum.

Ertesi sabah Mehmet Arpalıgil beni aradı. “Ti-yatroya gel, çok önemli” dedi. Bir şeyler sezmiş-tim; “Tamam abi’’ dedim. Kafamda değişikyanıtlar kurgulayarak Tahtalı Cami sokağındaki ti-yatro evimize geldim. Mehmet Hocam, “ZekiGöker seni ekibine istiyor” dedi. Bir göz isterkeniki göz deyimi vardır ya; tam da öylesi... Yanıt ola-rak ne mi dedim; 12 yaşında ilk kez sahneye çık-mış, sonrasında bir daha bırakamamış, hattaoyunculuğu meslek edinmek isteyip o yolda başa-rılar elde etme hayalini taşıyan biri ne derse ben de

onları sıraladım, ardından; “Seve seve abi…”yi yapıştırdım. “Hemen gidiyoruz yalnız, acilmiş.”“Abi neden acilmiş?”“Oyuncunun biriyle tartışmışlar o da bırakıp git-

miş; o yüzden…”Ocakta ateşi kısarsın ya, pişirdiğin kıvamına

gelsin diye; işte öyle, bir an heyecanımın altını kı-sıverdiler sanki. Acaba zor da kaldıkları için mi ça-ğırdılar? Oysa beni beğendikleri için çağırmalarınıçok isterdim. Yapacak bir şey yoktu; nasılsa eki-binden değildim, bundan sonra da olmazsa olma-sındı. Dünyanın sonu değil ya.

Akşam oynanacak oyunun yazılı örneğini ver-diler. Rolüm de öyle az buz değildi hani. Usuldan,‘Ya ezberleyemezsem!’ endişesi çörekleniyorduiçime. O gün oyun saatine kadar verilen rolün ez-berini nasıl yaptığımı bu yaşıma kadar çözmüş de-ğilim. Bizim bildiğimiz, ama seyircinin asla farkedemeyeceği birkaç küçük aksiliğin dışında oyungayet güzel geçti. Ben de verilen bir görevi (Ola-ğanüstü Hal Kapsamı’nda bir görevmiş gibi) yerinegetirmenin huzurunu yaşadım. Ne kadar güzel birduyguydu. Türkiye’nin her yerinde tiyatro yapanbir ekibin içinde, bir akşamlık da olsa bulunmakbüyük bir şanstı. Kuliste üstümü değiştirdim. ‘Artıkbenden bu kadar’ diye düşünürken Zeki Abi ya-nıma geldi.

“Yarın sabah saat dokuzda otelin önünde ol.Giysilerinden bol bol al, çünkü uzun bir turne ola-cak. Artık ekibimizdesin. Ayrıca bu akşam çokiyiydin. Teşekkür ederim Fahri’m…” dedi.

Daha bir bacağım pantolona girmişken duydu-ğum bu sözler, diğer bacağımın dışarıda kaldığınıunutturmuş, giyerken dolanıp düştüğümü, düşer-ken de “İşte bu!” dediğimi anımsıyorum.

Eve dönünce, hemen hazırlıklara başladım. An-neme, “İşte beklediğim fırsat ayağıma geldi anne.Ben gidiyorum.” dedim heyacanla.

Annem, “Otur oturduğun yerde” diye çıkıştı.“Bir yere gidemezsin. Hem sen gidersen bu kadartarla ile ben nasıl uğraşırım?”

Kolay mıydı böylesi bir şansı elde edebilmek;

İstanbul’un Kalekapısı

anı

Fahri İşlek

Page 45: Timsah Gözyaşları Vicdan Kanaması Değildirsabihadzi.weebly.com/uploads/3/3/3/5/3335393/temmuz_2018...yaşam sanat Timsah Gözyaşları Vicdan Kanaması Değildir yaşam sanat

yaşam sanat 47

yüreğim pırpırlanmasın da ne olsundu? Bir sorum-luluğum olduğunu unutmuştum. Beynimden“dank” diye bir ses geldiğini duydum. Babamı benaskerdeyken kaybetmiştik. Evlilik çağı gelmiş birben kalmıştım. Evlenme paramı çıkarabilmem içinkardeşlerim üç yıllığına tarlaları bana vermişlerdi.Bir yandan da çiftçilik yapıyordum. Annem haklı,ben gidersem buğdayla, ırgatla kadın başına nasıluğraşacaktı. Heyecanımın altı bir kez daha kısılı-verdi: ‘Ne yapalım, kısmet değilmiş!’ dedim kendikendime.

Sabah saat dokuzda otelin önüne geldim. Zeki Hocaya , “Hocam ben gelemiyorum” di-

yerek durumu anlattım.“Sıkma canını Fahri’m” dedi. “Kapım sana

açık, ne zaman istersen gel.”

***Haziran başı gibi buğdayları biçtirdim, traktör-

lere yükletip doğrudan tüccara sattım. Tüccara ge-nelde mart ayı ödemeli satardım, ama bu sefer birazpeşin para istedim. Sağ olsun o da beni kırmadı, ha-tırı sayılır bir para verdi.

Bavulumu hazırlayıp, İstanbul yollarına düş-tüm. Ankara Birlik Tiyatrosu’na vardığımda ekibinAvrupa turnesinde olduğunu öğrendim. Onlar ge-lene kadar belki bir yerlerde bir iş bulursam dahasonra ekibe katılırım diye düşündüm. Aklıma dahaönce Adana Sürmeli Otel’de tanıştığım (o dönemdeATV televizyonu eğlence müdürüydü) SamimDeğer geldi. ATV binasına gittim. Samim Değer’inde Almanya’da olduğunu öğrendim. Bir an ‘İstan-bul’a boş yere mi geldim? Elim boş mu dönece-ğim?’ diye düşünürken asker arkadaşım Erdinç’iaradım. Sağ olsun kardeşim, bindi arabaya geldi.Elimde bavul filan görünce:

“Hayırdır Fahri, ne bu bavul filan? İstanbul’ayerleşir gibi gördüm seni” dedi.

“Yok, akraba ziyaretine geldim” dedim durumuçaktırmamaya çalışarak.

“Bu nasıl ziyaret oğlum, resmen taşınmışsın.”Utandım, ‘Oyuncu olmaya geldim de kimseyi

bulamadım’ diyemedim. Konuyu, ne yapıp edip si-nemaya getirdim. “Yeşilçam neresi bir gezdirsenebeni” diyebildim. “Erol Taş’ın kahvesi varmış, çokgörmek istiyorum. Bir arkadaşım anlatmıştı.”

Sağ olsun beni kırmadı. Cankurtaran’da bir yer-deymiş.

Boncuklu ipler sarkan bir kapısı vardı. İki elinibirleştirip kanala atlarken suyu yarar gibi daldımboncukların arasına. İçeri girdiğimde üç masavardı. Kağıt oyunu oynuyorlar, masa etrafındakilerde izliyordu. Birden bütün kalabalık bize baktı.

Utandım, selam bile vermeden hemen kapının yanıbaşındaki en yakın masaya iliştim. Dikkatimi çe-kense, biz oturur oturmaz sanki az önce bize bakanonlar değillermiş gibi oyunlarına kaldıkları yerdendevam etttiler. Ayağa kalkıp biraz masalarına yak-laştım.

“Selamünaleyküm” dedim. Hep bir ağızdan, “Aleykümselam” dediler.Masada kimler yoktu ki; televizyondan izledi-

ğim bütün tanıdık yüzler ordaydı. O an adlarınıanımsayabildiklerim; hep dayak yiyen YadigarEjder, filmlerin baba karakteri Kadir Savun, sütçülakaplı Süheyl Eğriboz, oynamadığı karakter kal-mayan Celal Yonat ve sonradan kim olduklarınıaraştırıp öğrendiğim Çetin Başaran, Ünal Gürel,Mete İnselel, Zafer Önen, Kudret Karadağ, Sön-mez Yıkılmaz, Cevdet Özalaş ve birkaç kişi daha.

Garson geldi. Birer çay söyledik, ama sorma-dan edemedim.

“Abi bir şey soracağım. Buraya yabancının gir-mesi yasak mı?”

“Yoo! Niye ki?”“Ne bileyim, içeri girince hepsi bize baktı da...”“Yok yok; olur mu, burası herkese açık bir yer.

Siz nerden geldiniz?”“Ben Adana’dan geldim burayı görmek için.”“Haaaa! Onlar sizi film şirketinden geldiniz

sanmıştır. Film şirketinden gelirler “sen, sen…”der, seçer, alır götürürler. Bazen de beni ararlar,‘Kahvede kim varsa gelsin’ diye. Yevmiyeci bun-lar; figüran.”

İlk anda kabullenmek zor olsa da, garsonun du-dağını büzerek anlattığı, yevmiyeci diye tanımla-dığı adamlar, gözümde birer ‘sinema yıldızı’ydı.‘Nasıl böyle konuşabilir?’ diye geçirdim içimden.

Garsonun söylediği bana iki şey anımsattı. Bi-rincisi, kavga eden birisinin mahalleden arkadaşla-rını toplayarak getirmesi, diğeri amele pazarındaelinde kazma kürek bekleyenlerin seçilip kamyonabindirilmeleri.

Bavuluma baktım, pantolonumun cebini yokla-dım. Karşıda iskambil oynayan yıldızları izledim.

“Oğlum Erdinç, sen beni acilen Esenler Otoga-rı’na bırak!” dedim.

“Lan ne oldu? Hani akraba ziyaretine gelmiş-tin?”

“Valla kardeş, doğrusu oyuncu olmaya gelmiş-tim. Ama oyuncuların hali ortada. Tarlam var, takı-mım var, param var. Ben Adana’da kral gibiyaşıyormuşum oğlum. Bunlardan bizim Kalekapı-sı’nda bir sürü var. Kazmayı küreği alan orayagelir. Biz Yeşilçam’a değil, İstanbul’un Kalekapı-sı’na gelmişiz oğlum!”

Page 46: Timsah Gözyaşları Vicdan Kanaması Değildirsabihadzi.weebly.com/uploads/3/3/3/5/3335393/temmuz_2018...yaşam sanat Timsah Gözyaşları Vicdan Kanaması Değildir yaşam sanat

yaşam sanat 48

Eleştiriyi seven, eleştiri yazıları yazmaktan hoş-lanan biri olarak diyebilirim ki eleştiri bir yerde işinkolayı. Önünüzde bir eser var, onu alıp değer ölçü-lerinize göre görüşlerinizi belirtiyorsunuz. Asıl zorolan yanı, çoğu kişinin sandığının tersine; gerçek-ten emek verilmiş, alınteri dökülmüş, sevdaların iş-lendiğini bilerek bir eserin eleştirisini yapmaktır.Acı duyarsınız, canınız yanar; kendinizi, eseri or-taya çıkaranın yerine koyarsınız. Kimi zaman söz-lerinizi söylemekten sakınır, kimi zaman üzülür, biran kararsız kaldığınız olur ama bu düşüncelerdençabuk sıyrılırsınız. Eleştiri bu anda başlar. Bilirsi-niz ki eleştiride bulunmak ilaç gibi acı verse de ya-rarlıdır. Sözünüzü sakınır, görüşlerinizi ortayakoymaktan çekinirseniz, eser için iyilik yapmış ol-mazsınız.

Özel durumları göz önünde tutarak eleştiridebulunmaksa en doğrusu. Elimizde tuttuğum UmutKuşun Kanadında böyle bir eser. Neden böyle ol-duğu, ilerleyen satırlarda daha iyi anlaşılacaktır. Bubakımdan eleştiri yaptığımız konulara şöyle bir de-ğinip geçeceğim.

Özel oluşunun nedeni, yazarın ilk eseri ve ace-miliklerle dolu olması ama bunun ötesinde editör-lüğün olmamasından dolayıdır. Şunu söyleyelim,editörün elinde çıkmış olsaydı Umut Kuşun Kana-

dında olağanüstü güzellikte bir eser olabilirdi. Neyazık, yayınevlerinin özensiz tutumları, editörlü-ğün ülkemizde anlaşılmamış olması gibi nedenlerleönemsenmez bu konu. Bir eserin ortaya çıkartıl-masında editörlüğün olmaması, tarlaya atılan tohu-mun kendi başına bırakılması gibi bir şeydir.

Belirttiğimiz nedenlerdir ki dil yanlışları, anla-tım bozukluğu, özne-yüklem uyuşmazlığı, dilbil-gisi kurallarına uyulmaması... Bir de bunlara tekniközellikleri, sayfa düzenlemesi gibi konularını ek-lersek Umut Kuşun Kanadında hak ettiği değerden,edebiyatımız da güzel bir eserden yoksun bırakıl-mış. Kitabın yeni baskısında, değindiğimiz konu-ların göz önünde tutulacağını umalım; eleştiridebulunmamızın bir nedeni de bu.

Eleştiri konularımızdan dil yanlışlarını, örnekbir söz üzerinde gösterelim: “Bir sabah Mine ileoynamaya gittim. Hediye Yengem; bir elinde yanançıra; öteki eliyle Mine’ye hem vuruyor hem bağı-rıyordu. Bir çocuğa; ağza alınmayacak sözlerle bir-likte.” (S: 28) Anlatılmak istenileni yazıdançıkarıyoruz ama bu, körün yön tanımlamasına ben-ziyor. Sonra noktalı virgüller yanlış kullanılmış.Noktalı virgül şu gibi durumlarda kullanılır; sıralıtümcelerden, “Bir tümcede virgülle ayrılmış deği-şik örnekler ya da örnek kümeleri arasında noktalı

Umut Kuşun Kanadında (*)

Selçuk Oğuz

Page 47: Timsah Gözyaşları Vicdan Kanaması Değildirsabihadzi.weebly.com/uploads/3/3/3/5/3335393/temmuz_2018...yaşam sanat Timsah Gözyaşları Vicdan Kanaması Değildir yaşam sanat

virgül kullanılır.” (Yazım Kılavuzu. CumhuriyetKitapları-Dil Derneği 9. Baskı: Ekim 2012. S:58)Bağlaç ya da bağlaç öbeklerinden sonra, öznedensonra virgülle ayrılan sözcük öbekleri varsa... Nok-talı virgül konusuna bu kadar ağırlık vermemizinnedeni, sık yapılan yanlışlardan olması. Tümcede“hem (...) hem” yine yanlış kullanılmış. Oysatümce şöyle yazılabilirdi: “Bir sabah Amcamlara,Mine ile oynamaya gittim. Hediye Yengem, birelinde yanan çırayı tutuyor, öteki eliyle Mine’yevuruyor; bir yandan da ağza alınmayacak sözlersöylüyordu.”

Örnek verdiğimiz satırların hemen üstündeşöyle güzel bir söz okuyoruz: “Güneş altın ışıkla-rını saçarak denize dalmaya başlayınca acele evedoğru yola çıkar, bazen geç kalıp azarlanmak kor-kusuna yenik düşerdim.” (S: 28) Yazarın yazmayetkinliğinin bir göstergesi diyebiliriz bu güzel söziçin.

Dil, bir edebiyat eseri için önemli ancak değe-rini belirleyen tek ölçüt değildir bize göre. Dilkadar, yazarın amacı, eserin konusu, biçim, yapıgibi özellikler de belirleyicidir. Bu anlamda eserebütünlük içinde bakılması doğru olur. Bunlara ya-zarın duygu ve düşünce özelliklerini de katarsakişte o zaman Umut Kuşun Kanadında eserinde ol-duğu gibi değerli bir çalışmayla karşılaşırız.

Özekliğine (merkezine) kadını aldığı, kadın ya-şamının zorluklarının anlatıldığı, tek kelimeyleTürkiye’de kadın olma, sorunsalını roman dilineaktarıldığı bir eser, diyebiliriz. Kuşkusuz yazar bu-rada kadın konusunda bilimsel bir incelemesindebulunmuyor. Ancak roman başkahramanı Esen’inçevresinde gelişen olayları kadın gözüyle vermesi,yazarın amaçlarından biri olan, kız çocuklarınınokuması yönünde örnek yaşam sergilemesi; kadın-ların sıklıkla karşılaştığı erkek egemen anlayışın,toplum baskılarının kadınlar üzerinde yarattığı et-kileri, kitaba böyle bir özellik kazandırıyor. Yaza-rın kitabı annesine ithaf ettiğini de burada analım.

Romanın teknik yapısı oldukça yalın; anlatıcı,Esen (yazar) birinci tekil kişidir. “Ben” anlatıcıeserlerin, okuru kendisiyle özdeş kılan bir özelliğibulunuyor. Eserinde geçen olaylar baştan sonaEsen’in dilinden verilmekte. Bir yaşamöyküsüözelliği kazandıran bu yapısına, güçlü bir duygu-sallık katılmış. Burada duygusallığı olumsuz an-lamda almak doğru olmaz. Düz bir anlatımegemen; konu ve yapısal özellikleri yönüyle üç ana

bölüme ayrılabilir. Romanın başkahramanı- anlatı-cısı Esen’in, köyde geçen ilkokul yılları birinci bö-lümü; yatılı okulu kazanması, okumak içinİstanbul’a gidişi ikinci ve iş yaşamına atılışı daüçüncü bölüm...

Kitabın konusunu biraz daha ayrıntılarsak;Esen, emekli olmuş, üniversite yıllarında kazanmışolduğu bilinçle, yeni yaşamında emekten, insancabir yaşamdan yana topluma nasıl yararlı olabileceğisorgulaması içine girer ve bundan sonraki yaşa-mında yönünü belirler. Bunun yolunun da kendi ya-şamından devinimle, özellikle genç kızlaraanlatılması olduğunu düşünür. Böylece elimizdetuttuğumuz eserin yazımına girişilir. Sözünü ettiği-miz bölümleme doğrultusunda (Bu bizim değer-lendirmemiz, kitapta bölümleme yok! Arabaşlıklarsa belirsizce geçilir. İyi bir editör bunlarıgöz önünde tutardı.) Esen’in çocukluğuyla başlar.Yaşadığı köy koşulları, zorlu yaşamı, ilkokul öğ-retmeninin yönlendirmesiyle yatılı okulu kazanıpİstanbul’a gidişine kadar sürer. Yatılı okul, lise, üni-versite yılları, bilinçlenme; bu arada staj için İsviç-re’ye gidişi, 12 Eylül faşist darbesi günlerine dekgelir. Esen, üniversiteyi bitirir ve Köyişleri Bakan-lığı’na ziraat mühendisi olarak işe başlar. Kendigibi ziraat mühendisi olan Yener’le evlenir, bir kız-ları olur. Bu yaşam dizgesi içinde kadın olarakayakta kalabilmek için savaşım verirken, bir yan-dan da toplumu, insanları sorgulayacak; toplumsalgeri kalmışlığı, insanların bilinçsizliğinin yol açtığıkötülüklerden kurtuluş yollarını araştıracaktır.

Bu anlatımlar düz bir tarihsel çizgide geçilir. Yerve zaman bellidir; Antalya, 1950’li yılların sonları.(Yazarın 1957 Antalya-Gazipaşa doğumlu oldu-ğunu da belirtelim.) Bu anlamda yakın tarihin birromanı diyebiliriz Umut Kuşun Kanadında için.Yazar kimi zaman kendini öyle kaptırır ki “günlük”anlatım sıcaklığında Esen’in yaşadıklarını, gelişi-mini buradan da bir kız çocuğunun yaş evrelerinigençlik, yetişkinlik, annelik... adım adım izlemekolası. Yazar bunları yaparken yakın dönem tarihineayna tutar ve toplumsal yaşam içinde kızların, ka-dınların nasıl bir kıskaç içerisine düşürüldüğünü -kitabın amaçlarından biri olan- gözler önüne serer.

Umut Kuşun Kanadında bir özyaşamöyküsü(otobiyografi) denilebilir mi? Eleştiri yönünden zorkonulardan biri. Kitap ‘roman’ olarak belirtiliyorki böyle alınmasını doğru buluyoruz. Ancak son-lara doğru öylesine baskın bir yaşamöyküsü özel-

yaşam sanat 49

Page 48: Timsah Gözyaşları Vicdan Kanaması Değildirsabihadzi.weebly.com/uploads/3/3/3/5/3335393/temmuz_2018...yaşam sanat Timsah Gözyaşları Vicdan Kanaması Değildir yaşam sanat

yaşam sanat 50

liği kendini duyuruyordu ki anı-roman, yaşamöy-küsü iç içe geçmiş konular olarak karşımıza çıkı-yordu.

Eleştirilerimize karşın Emine Şimşek Emiral’ınöyle içten bir anlatımı var ki salt bir yaşanmışlığınyürek vuruşu gibi her satırı. Son derece naif birroman Umut Kuşun Kanadında ve okuru kimizaman duygusal fırtınalara savuruyordu. Aşırı duy-gusal yapıdaki okurun gözyaşlarını tutamadığı an-larla karşılaşması olası. Buna neden yazarınanlattıklarını, yüreğinde duyarak yazması; bu an-latıların yaşanmışlıktan kaynaklandığı da söylene-bilir.

Anadolu’nun bağrından, inanılmaz zor koşul-ları aşarak çıkan bir kız çocuğunun okuması, da-hası Avrupa’ya eğitime gitmesi ve sonra dönüpülke kalkınmasında yerini alması; burada kalma-

yıp, eğitimini gördüğü ziraat mühendisliği bilgisi-nin, tarım-kırsal kesim alanındaki uygulaması, ya-şanan geri kalmışlıklarla savaşımı, şu satırlardakibilince dönüşür:

“... özellikle yoksul çocukların tarafsız, bilim-sel eğitime ağırlık verilerek eğitilmesini sosyaldevlet olmanın zorunlu gereği olarak görüyorum.Her aileden bir genç kızın okutulması, tıpkı benimgibi çevresini uyandırıp geliştirecekti...” (S:99)

Bir güzel yüreğin aydınlanma bilinci de diyebi-liriz Umut Kuşun Kanadında için. Bundan dolayıbir kanadında umut, bir kanadında sevgi vardır, öz-gürce uçmak isteyen umut kuşunun.

(*) Umut Kuşun Kanadında: Emine Şimşek Emiral.

Göl Kitap Yayıncılık. 1. Basım: Eylül 2012. Sayfa: 236

Cem Bayındır

Telli Turna

Yerin güzel bu gece uysal yıldız Karanlığın ortasında yalkısıBoyutumuz en ötesinde, uzayıp giden evrenin

Bir duvar resmindeki avcı derin bir mağarada.Bilemiyoruz varsaymaktan öte, Hangi ağacın yaprağının yeşili Hangi göğün mavisi Anlamını yıkıyoruz sarı derelerde

Kim kimi neden vuruyorKim kime neler söylüyor Kim bu Spartaküs Neden hep yeniliyor?

Bu aklıkta, bu renkler Gemiler iniyor ayışığında denize Messina'dan.*Hakkını teslim ediyoruz zalimin El sallıyoruz gidene...

*Messina: Spartaküs’ün gemileri beklediği liman kenti

Cemal Öztürk

Ruhban Medyasına Tekzip

1.

İyi yaTanrı ruhundan yarattıysa insanı Ruhban sınıfına ne gerek var!

2.

Bir gün barbarlığın bu “torba yasası” Bu içten pazarlıklı görüşmeler biterse eğerO güne kadar bir türlü göremediğinNe varsa serilecek hepsi bir bir önüne:

Tahrif edilmiş Fıtrat’taki onca tahribatBunca tekzip onca eziyetten sonra Kayıt dışı semavi dinler medyasınıDaha iyi anlayacaksın

Kılı kırk yaran kuramların içinden geçerekİçi geçmiş kavramlardan çık git diyorum sana

Bir gün bu kanlı görüşmeler biterse eğerKirden, pastan ve kumpastan arınırsa için!Daha ruhbandan kurtarır kurtarmaz yakayıKimse Aziz Nesin’den daha a z i z olamayacak Umarım uğramayacak bir daha zaman aşımınaNe Kerbela faciası, ne de Madımak’ın acısı!

Page 49: Timsah Gözyaşları Vicdan Kanaması Değildirsabihadzi.weebly.com/uploads/3/3/3/5/3335393/temmuz_2018...yaşam sanat Timsah Gözyaşları Vicdan Kanaması Değildir yaşam sanat

yaşam sanat 51

“HARF YUTAN BALIK” (*)

Ozan Gülderen Canyurt, 1958 Sivas-Zara do-ğumlu olup Kırılgan Yalnızlıklar (2004), SuyaDüşen Sözcük (2012) adlı şiir yapıtlarına bir yeni-sini kattı: Harf Yutan Balık. Ozan, şiirlerinde sevi,özlem, yaşama sevinci vb izleklere yer verir. İngi-lizceye çevrilen “Ben mi” şiirinde duygusallığındoruklarında gezinir: “…annemin elbisesi hüzün-den/ su damlası çanak, aynalı sandık/ gül kokuyorkahve fincanı/ sefertasları bakırdan/…ben mi/ es-kiler alıyor/ yeniler biriktiriyorum/ anılar örüyorumher gece/ uyurken sözcüklerin/ karanlığa sarıyorumdüşlerimi/…ben mi/ anılar biriktiriyorum/ öznesiinsan” (s.10).

Öznesi insan olan anılar biriktiren ozan, insansevgisini, sevinçleri yüceltir: “…katlayıp koydumcebime/ birer birer sevinçlerimi/ elim hep cebimde/sevinçlerim düşmesin diye” (s.14). Yapıtına ad olanşiirinde de sevilerini, özlemlerini yansıtır: “…bakay ışığında Galata Kulesi/ yansıdı ışığın/ hüznümgecenin karası// yürüyendim sessiz/ ıssız/ insanlargeçiyordu/ tramvaysız İstiklal’den/ ben yoktum/şiir nereye saklanmıştı//…ıslak defterden/ her balıkbir harf yutmuş/ Boğaz’dan Ada’ya/ şiir yüzecek-lermiş” (s.17). Kaldırımlara şiirin aktığını duyum-sayan ozan, şiirle sürdürür yaşamını. Göğe uzanansarmaşık olur. Emeğin rengini, alınterini unutmaz.Gökyüzüne tutunur: “ gözlerinde kalırdım/ uyana-bilsem sabahına// ürkek şiirlerimiz olmazdı/ geceyihüzne taşıyan/ ellerin ah! tutunduğum gökyüzü…”(s.24). Üşüyünce şiire sığınan, şiir akşamlarındaevin arka bahçesinde seviyi yaşayan, mavi gülüş-

lerin ozanı, belki “aşka sürgün kuğu” GülderenCanyurt. İnsanca, dostçadır seslenişleri. Ozanları,sanatçıları ayrı bir değerbilirlikle anarken sözge-limi; Güngör Gençay’ı unutmaz: “Kitaplar şimdikimse (siz)/ gerçekler sanata aykırı bulunmakta/kopuk düşlerle bağlanan gecede/ nereye gitsemgökyüzünde Gençay” (s.31). Yıllar geçerken geriyekalacak olanları sorgular: “…Ne kalır yarınlara/ fo-toğraflardan başka/ kitaplar/ anı defterim/ bir de ba-kışın/ göz göze düğümlenen ellerin/ kilitlenenellerime/ öpüşün kalır aklımda/ yakınımdaki uzak-lığın/ dizeler sarıp sarmalayan/ yalnızlığın burga-cında geçerken yıllar” (s.34). Sevdiğinin elleri kalıronda, yollar hep ayrılıklara açılırken, sözcüklermavi gülümseyiş olur.

Ozan, imge yüklü şiirleriyle ilgi çeker. Yaşa-dığı kentte karanfil el öperken, sesi sesine değenbir sevgili mi vardır? Şiir bir çocuğun şarkılanmasımıdır? “Şiir mi?/ şarkılanması çocuğun/ sevinçle/sevgiyle elele/ kanamayan içten içe” (s.51). Sivasyangınındaki acısını dindiremez ozan. Yakılanlarlayanar o da: “…Akarsu’yum, Eloğlu’yum, Can’la-rım/ cankırığından göğe yükselen/ çığlık çığ-lığa//…bıraktım karanfilimi birinci basamağa/gördüm gözlerindeki acıyı/ yaşıyordu herbiri/ gi-derken sonsuzluğa// ben ölüydüm utancımdan”(s.53). Ozan, yakında yitirdiğimiz Mehmet Aydıniçin: “yalnızlığın sayfasını yazdı/ geçti akan zaman/sesinle, duruşunla, kaleminle” (s.56) diyerek, “ye-niden aydınlığın kalbine doğduğunu” belirtir. Gök-yüzü, avuçlarında paramparçadır ve adımları şiirkokar ki: “Bilirim şiir kurtaracak dünyayı/ okuya-bilse insan insanı” (s.66) der, haklı olarak. Yurdu-

Üç Şairden Üç Kitap

Hasan Akarsu

Page 50: Timsah Gözyaşları Vicdan Kanaması Değildirsabihadzi.weebly.com/uploads/3/3/3/5/3335393/temmuz_2018...yaşam sanat Timsah Gözyaşları Vicdan Kanaması Değildir yaşam sanat

muzun insanı en büyük acıları yaşarken ozan daacıları paylaşır, acının ellerine uzanmaya çalışır.Kadınların özgürlüğünü savunur.

Ozan Gülderen Canyurt, dergilerdeki şiirleriyle,şiir yapıtlarıyla yaşamdan kesitler sunar. İnsan sev-gisini, sevileri, insanca ilişkileri yüceltirken insa-nın insanı okuyabilmesini ister. O nedenle şiirleriinsanlığa bir armağandır.

(*) Harf Yutan Balık; Gülderen Canyurt, şiir,Tay Dergisi Yayınları, 1. Baskı, Nisan 2016, 96 s.

“SÖZCÜKLERİ VERDİM DALGALARA” (*)Sevim Yazar, yazın çalışmalarındaki etkinliğini

sürdürüyor. Öykü ve şiir türündeki yapıtlarına biryenisini ekledi. “Sözcükleri Verdim Dalgalara” adlıdeneme yapıtında, çeşitli gazete ve dergilerde yaz-dığı yazıları yer alıyor. Bu yazılarda, katıldığı sanatetkinliklerine, imza ve söyleşi günlerine, sanatçı ta-nıtmalarına vb yer verdiği gözleniyor. Geçen yıl yi-tirdiğimiz ozan-yazar Mehmet Başaran’ınvurguladığı gibi Sevim Yazar, “Tüm dünyayı, in-sanları kucaklayan bir ozan, yazar”dır.

Yazar, “Sözcükleri dalgalara verdikçe” yazını-mıza katkıda bulunuyor. Mehmet Başaran’ı, FazılHüsnü Dağlarca’yı, Ahmet Miskioğlu’nu, Aziz Ne-sin’i, İbrahim Yıldız’ı, Rüştü Onur’u, Raşit Ka-ra’yı, Sadiye Akay’ı, Güvenç Elman’ı, RuşenHakkı’yı vb anarken değerlerimize sahip çıkmanınönemini anımsatıyor. Miskioğlu’nun PerşembeToplantıları’ndan izlenimlerini yansıtırken sanatçıortamına ışık tutuyor. Kimi yazılarında, çocuklu-ğunu, okul yıllarını, ailesini, yakınlarını anlatırkenduygu yoğunluğu yaşadığını gözlüyoruz.

Yazar, İstanbullu anılarında, kentsel dönü-şüm yasasının sildiği anılara, komşuluklara üzülü-yor, kaygılarını dile getiriyor: “…İstanbul’un iyigünlerini yaşamış bir birey olarak anılarıma sarılıpısınmak istiyorum. Belki teknolojinin bu dereceilerlemesi, yoksulluğun, şiddet olaylarının çoğal-ması korkutuyor. İşsizlik ise gün geçtikçe acınacakdurumlar yaratıyor. Genç neslin geleceği ürkü-tücü…” (s.54). Sevim Yazar, umutsuzluğa düştü-ğünde sanata sığınıyor ve “Her Köşeden SanatGülümsüyordu” diyor. Karabük’teki sanat etkin-liklerini, sanatçılarla olan dostluklarını içtenlikleyansıtıyor. Dergilerden övgüyle söz ederken Çağ,Tay, Sanat Yaprağı vb dergileri izlediğini belirtiyor.Eski kitaplarının tozunu alırken kitaplarıyla söyle-şiyor, yazılarını şiirlerle zenginleştiriyor. Sözge-limi; Mehmet Başaran’dan: “Yüreğimde toprağındinmez ağrısı/ O eski korkular ormanında/ Halk mı,bırakılmış bir çocuk/ Ey eski zaman, küf kokulu sa-raylar/ Bütün suların başı tutuk…”(s.11)… TalipAydın’dan: “Sana lodos demişiz/ Bize alıştığın gibigel…”(s.129)… Ruşen Hakkı’dan: “Bir kaçışı sür-dürüyoruz bilerek/ Güz bahçelerinden ve kıyısızdenizlerden/ Geçerek ve sürtünerek pıtır pıtır/ Birkaçışı sürdürüyoruz yeniden…”(s.140). SadiyeAkay’dan: “Ansızın biter her şey/ Kırılır dal, solarçiçek/ Yaşam da böyle işte/ Beklenmez günde bite-cek/ Ağır ağır bu kervan/ Birbirini izleyecek/ Birses en umulmayan/ Zamanda ‘bitti’ diyecek…”(s.162)…Necati Cumalı’dan: “Bir gül açıyorsaşimdi Türkiye’de aşkla ümitle açıyor/ Adsız unu-tulmuş bir bahçede/ Bir gül tomurcuklanıyorsa/ Sa-baha karşı gecede/ Açmak için tomurcuklanıyor/Aşkla ümitle…” (s.170).

Yazar, çeşitli etkinlikler için gittiği yerlerin gü-zelliklerini de şiirsel bir dille anlatıyor. Safranbolubuna iyi bir örnek: “Çok dikkatle bastığım yıllan-mış taşların kapladığı ara sokaklardan yürürken,birbirine kenetlenmiş gibi yerleştirilmiş, irili ufaklıve eğri düzeyde olan bu taşların, Safranbolu’nungerçek güzelliğini yansıttığını düşündüm. Uzun darsokakların iki yanını süsleyen, panjurlu, tipik eskiSafranbolu evlerini izlemek öyle keyifliydi ki…Belki gizemli bir aşk nefes alıyordu pencerelerintahta kapaklarının ardında…” (s.174).

Sevim Yazar, “Sözcükleri Verdim Dalgalara”adlı yapıtındaki denemelerinde, sevgilerini, düşün-celerini içtenlikle yansıtırken, yalın açık bir dil kul-lanıyor. Zaman geçerken, değerini bilmekgerektiğini anımsatarak yaşama sevincimizi çoğal-tıyor.

(*) Sözcükleri Verdim Dalgalara; Sevim Yazar, de-neme, Ceres Yayınları, 1. Basım, Nisan 2016, 200 s.

yaşam sanat 52

Page 51: Timsah Gözyaşları Vicdan Kanaması Değildirsabihadzi.weebly.com/uploads/3/3/3/5/3335393/temmuz_2018...yaşam sanat Timsah Gözyaşları Vicdan Kanaması Değildir yaşam sanat

yaşam sanat 53

“SUSMANIN İKİ YAKASI” (*)Ozan, yazar Döndü Açıkgöz 1959 Bartın-Ulus

doğumlu olup şiir ve yazıları birçok yazın dergi-sinde yayımlanır. “Söylediğin Türkülere Ne Oldu”,“Haziran Büyüsü” adlı şiir yapıtlarına bir yenisi ek-lendi: “Susmanın İki Yakası”. Ayrıca “Kadın Yüz-leri” adlı bir deneme-anı yapıtı da vardır.

Ozan, “Susmanın İki Yakası” adlı yapıtıyla dasoluklu ve imge yüklü şiirler yazdığını kanıtlar.Sevi, acı, ayrılık vb izleklerle yazdığı şiirler, inceduyarlılığın ürünü olup insanı yürekten etkiler:“Nerede dursam ellerim terliyor/ Yeni semtler ge-çiyor içimin boşluğundan//…Bahçeye saldım oda-lardaki yalnızlığı/…Ben kendi çocukluğumusattım…” (s.7). Ozan, birdenbire gelen sevinin et-kilerini duyumsatır. “Aşk gibi bir şey yürüdü boy-numda/…Nasıl unuturum/ Bir hayat girdi kapıdan/Sana rastladım kendimden dışarı çıkınca/…Ay tu-tulması gibi bir şeydi/ Kadınımsın dedi/ İnanama-dım/ Birdenbire oldu ne olduysa” (s.8-9). Sevilerinverdiği acılar, yalnızlık, kırgınlık, “KanayanEylül”ün anımsattıkları dize dize akar yüreklere:“…Dünlerin kalkıyor trenleri/ Ayaklarımı sürüyoruzak kıyılar (s. 13)…Dinleyemezsin aynı türküyüsonuna dek/ İçini dövmekten gelir bir kadın” (s.14).Sevdiğini özledikçe tenini ateşe süren, içi dışı yağ-mur olan, hiçliği ve yokluğu duyumsatan ozan, sü-rekli acı biriktirir, acıya birikir durmaksızın. Buyüzden şiire darbe yaptığını düşünür. Taşı kayadanayıran sudan davacı olur.

Ozan, sevdiklerini yitirmenin üzüntüsünü, ev-lerin yalnızlığında duyumsatır: “Her ev kendi ka-derini yaşar/ Çekilir perdeler kapanır kapılar/Anıları olmayan evler çıplaktır!/ Bahçe ağaçlar/Sönen ocak/ Ah; o her gün geçtiğim sokak/ Sarılırayaklarıma/ Babam annem nefessiz/ Sessizce ya-şanır anılar” (s.22). Geçmişi anımsadıkça “ah!”larıçoğalır ozanın. Ayrılıktan ve yüzleşmelerden kır-gındır. Bu yüzden, hüzünden bir kent kurduğunudüşlerken acıları bağlayan dilek ağaçlarına tutunur.Kırık bir masaldır yaşadığı: “…Avuçlarım nedensoğuk diyorum/ Herkes uyurken kanıyor yüreğim/Sevdiklerimi anımsıyorum bir bir/ Boynuma ge-çirdikleri ipi/ Ne çok ölmüşüm ortalık yerde…”(s.35).

Döndü Açıkgöz, yapıtında bölüm aralarına al-dığı dizelerle de ilgi çeker: “Geceyi örtüyorum çıp-lak bedenime/ Günü zehirleyen binlerce söz/ Ah;yeşilimi, kırmızımı biçen!/ Rastladın mı arka bah-çelere? Sevdaydı o!” (s.41). Şiirlerde sevileriniyansıtırken, sevilerden söz edilmesini ister. Umdu-ğunu bulamadığında yakınmalar başlar: “Seni birçiçek gibi büyüttüm/ Geldin soldurdun içimde/ Bil-mezsin bir gülün kanamasını//…Seni bir buluttançaldım/ Gökyüzünü boşalttım say/ Hazirandankalma nasılsa bu uzaklık/ Doğmadığım günler içinsev beni” (s.43).

Şiirler, insana iyiliği, doğruyu, güzeli sezdirirseve insanı olumlu yönlere çekerse işlevini yapıyordemektir. Ozan da kötülüğe karşı iyilikten yana birdavranış içinde olduğunu gösterir. “Sevgisizliğinyükü”nü bilir ve sevmeyi sürdürür: “…Ben ki ayışığında türkü/ Gecene sevda/ Sana gelmişim oy!”(s.58). Yapıta ad olan şiirde, yurt sorunlarını,maden ocağında ölen işçilerin yakınlarının acısınıduyumsatır. Suruç’taki kıyıma, Ankara Garı’nda,Barış Mitingi’nde yaşanan acılara tanıklık eder.“Giderken Azalan” şiirinde, yakın zamanda yaşa-nanlardan ders çıkarılmasını ister: “…Azar azarazalıyoruz/ Hiç duymadığım,/ Kirlenmemiş bir yeradı/ Yara almamış insan istiyorum./Gelsinler!/ Ka-natlarımı versinler/…Ben azaldığımı hatırlıyorum/Haziranın büyüsünü/ Hatırlıyorum!/ Bir katilinbeni öldürdüğünü” (s.72-73)

Ozan Döndü Açıkgöz’ün şiirlerinde yaşananolayların derin izleri var. Yalın, akıcı bir dille yazı-lan soluklu şiirlerin, imgelerle yüklü olduğunu dagözlüyoruz. “Susmanın İki Yakası” yeni şiirlerin demuştusunu veriyor.

(*) Susmanın İki Yakası; Döndü Açıkgöz, şiir, CeresYayınları, Aralık 2015, 80 s.

Page 52: Timsah Gözyaşları Vicdan Kanaması Değildirsabihadzi.weebly.com/uploads/3/3/3/5/3335393/temmuz_2018...yaşam sanat Timsah Gözyaşları Vicdan Kanaması Değildir yaşam sanat

yaşam sanat 54

özel günler nedeniyle pek çok etkinlik yapılırya, farklı yerlerde. istanbul’da bir belediye de şi-irle kutlamak istemişti sevgililer gününü. “aşk de-nilince akla şiir gelir” diyerek.

kalkıp gitmek istedim, “ama önce bir programısoralım, bakalım” diyerek düzenleyenlere telefonettim önden. dedim ki “arabesk içerikli bir prog-ram değil, değil mi?” dediler “yoooook, çok güzel,bayılacaksınız.” edebiyat çevrelerinde sıklıkla gün-deme gelen bir konu vardır: “şiir halktan, halk şiir-den koptu.” “peki bu çevreler dışındaki şiiretkinlikleri, nasıl düzenleniyor acaba?” diye dü-şündüm. toplumun geniş kesimi şiiri nasıl yaşıyor?tamam, televizyonda görüyorduk şiir (!) kliplerin-deki hali, ama gidip yerinde bir tespit fena olmazdı.

oraya gittiğimde ilk olarak bir salon dolusu se-yirci, girdi görüntüme. “en az bin kişi vardır” di-yerek kaba bir hesap yaptım önce. sonra bir genççıktı sahneye. sonra bir genç daha ve bir genç daha.hiçbiri seyirciyle iletişim kuramıyordu. çünkü ge-cenin esas kahramanları onlar değildi. kendi ken-dineyken olduğu gibi önündeki enstrümanı çalmakyeterliydi anlaşılan onlar için. sonunda seyirciylebütünlük sağlayabilecek birisi geldi, elinde sazı ile.sesi güzeldi, klipleri de varmış. başladı türkülersöylemeye. arada bir de biraz sonra sahneye çıka-cak olan “en bi en şair”den bahsediyordu. birazsonra, sözü edilen “en bi kahraman şair” çıktı sah-neye. deterjan reklamlarına taş çıkartan beyaz ce-keti, ucu sivrilikten yana gerekirse kendini korumaamaçlı da kullanabilecek ayakkabıları, ışık her vur-duğunda göz doldurucu fularının arasından parla-yıverecek şekilde ayarlanmış altın kolyesi ile.ortalık yıkıldı. şair çok fiyakalıydı.

göz dolduran bir sesi vardı şairin. hiçbir şekildeokuduğu eser sahiplerini söylememe huyu vardı.ama bunun ne önemi vardı. önemli olan şovdu.hani şu “must go on” olanından. yer yer arabesk

nağmeler eşliğinde ortaya döküverdiği dizeleri, yeryer seyirlik stand up komedi türü esprileri yöreselağızdan öykünülen bir sesten izlerken gülüyorduherkes. bu şiir işi çok eğlenceliydi canım. çok gös-terişliydi. çok bi şovdu.

her şey tamamdı. var olanla kol kola girmek-

Anneme Dinletiye Gittiğimi Söylemeyin, O Beni Şair Sanıyor...*

Aynur Uluç

Page 53: Timsah Gözyaşları Vicdan Kanaması Değildirsabihadzi.weebly.com/uploads/3/3/3/5/3335393/temmuz_2018...yaşam sanat Timsah Gözyaşları Vicdan Kanaması Değildir yaşam sanat

yaşam sanat 55

Maviyi gözlerine usulca döken tanrıBumerangını bekliyor

Seninle bir odanın kuş tablosuna süzüldükÜzgün bağırsaklarında karamsar urYayılmayı sevmiyorum bu yüzdenToplu toplu oturuyorum işte dizlerim

Belirli günler taşınırız bizYollara dökülüp eğilip bükülen bir yatak aramayaGözlerinde kirpiğin de kalmadıBenim gözyaşım önce kirpiğime değerSeninki kıyısız ırmak olur avurduna düşerAvurdum bir ampul gibi patlar

Kollarında mor deve hörgüçleriBir deveyi çeker gibi iplerParmağımın ucu sandalyede başım bir ipin koynundaSana sarılırım, bir kuş ateş çemberinden geçer

Bir mağma kütlesi eritir bedeniniTerazi hep orospu çocuğuBal pekmez zehirKocaman bir fare kalbimi kemirirKalbim her gece bir farenin kanını içer

Sen üşüdükçe çinko dam altındaSen yandıkça kuruyan kırmızı gül ağzımdaŞarkı söken bir lir olur göğsümGöğsüm ki iki kaşının ortasında inip kalkar

Bu yağmur ne zaman diner

Ayfer Karakaş

Attığı Bumerangı Bekleyen Tanrı

ten değil, ona karşı durmaktan beslenen, güzeli ara-yan sanat, anlaşılan attaaa gitmişti. onun yerinegelen bu yanılsama, açık açık “aman ne iyi olmuşda, şu sevgililer günü var olmuş. bugün çıktığımtelevizyon, radyo, canlı program dahil bu sekizin-cisi oldu. iyi para kazanılıyor valla böylesi gün-lerde” diyordu. evet, böyle diyordu ve insanlargülüyordu.

bu muhteşem(!) sanat gecesine söylenecek söz

yok. yok artık söylenebilir bir şey. şiir halktan kop-muş muydu, halk şiirden kopmuş muydu. bu ül-kede birtakım sözler, birtakım deyişler, birtakımgülüşler kendini feci halde şiir sanıyordu. “şiir”iben gördüm, çıkışta. için için ağlıyordu.

*başlıkta, jacques seguela’nın “anneme rek-lamcı olduğumu söylemeyin, o beni bir genelevdepiyanist sanıyor!” isimli kitabından esinlenilmiş-tir.

Page 54: Timsah Gözyaşları Vicdan Kanaması Değildirsabihadzi.weebly.com/uploads/3/3/3/5/3335393/temmuz_2018...yaşam sanat Timsah Gözyaşları Vicdan Kanaması Değildir yaşam sanat

yaşam sanat 56

Kelleşen tepesine birkaç çalı çırpı kondurup yolboyu misafirlerine el eden Keçi dağı, üstüne yapışanot ve saman kırıntılarını sabah yeline sarıp yuvarla-yarak aşağılara gönderiyordu. Tepelerdeki sakinlik,düzlüğe inildikçe yerini birbirlerine nazire yaparakdans eden bodur hortumlara bırakıyor, savrulup, in-cinen kum zerrecikleri küskün efiltilerin peşinden ko-runaklı yerlere göçüyorlardı. Sonra başka bir çıvgınakapılıp sığındıkları taş ve kaya diplerinden sökülüpatılıyorlardı. Toz bulutunun etkisiyle duyumsallığınıyitiren bölge sakinleri yeni yerlere göçme derdin-deydi. Kuruyup, çatlayan susuz toprağın cılızlaşantarla sıçanı, eşeleyip kendisine yuva yaptığı kuytudanbaşını göğe yükseltip, burnuyla etrafında olup biteniseyrediyordu. Kendisini güvende duyumsamış olacakki, ani bir hareketle yuvasından fırlayıp göç kerva-nına katılıverdi. Onu bir sıra, grinin çeşitli tonlarıylagiydirilmiş yavruları takip ediyordu; telaşlı ve seriküçük adımlarla bazen koşarak bazen de zıplayarakhızlıca ilerliyorlardı. Üzerlerini, kuzey rüzgârlarınınbir süre önce yüzeyden kopardığı toz zerrecikleri kap-lamıştı. Onlar da gizlenebildikleri huzurlu yuvalarınıçobanın hoyratça yolduğu yünler ile beraber yitir-mişlerdi. Çıplaklaştırılan utangaç koyunlar, bedenle-rini saklamak istercesine ihtiyar çınarın devasagövdesinin arkasına başlarını eğip gizlenmişlerdi.Toprağa iğne iğne nakışlanan rayları ezerek boğumboğum ilerleyen trenin gürültüsü bile onları yerlerin-den çıkarmaya yetmiyordu. Can çekişen derenin biryamacını kendisine ev yapan çoban ise üzerine kepe-neğini çekip umursamaz, derin bir uykunun esiri ol-muştu. Sönmüş ateşin geride bıraktığı isli taşlarınyanı başında yarı beline kadar kara çalınmış ecişbücüş bir çaydanlık göze çarpıyordu. Dere kenarınainildikçe semerinden kurtulup bir yanı üzerine yatanmerkebin, debelenerek tozuttuğu kum birikintisinde,aylak aylak uçuşan at sineklerinden yaralarını koru-maya çalıştığını görebilirdiniz. Hemen yanında önayaklarını kendisine döşek yapmış yarı uyur çoban

köpeği mağrur mağrur koyunları izliyordu. Bir andaortaya çıkan hortumun bıraktığı toz bulutları nede-niyle göz gözü görmüyor, vagonun bir uçtan bir ucauzanan koridorunun daracık penceresinden çevreyigözleyen yolcular lacivertin kızıla dönüşmesini sey-redememenin hüznü ile birer ikişer yerlerine dönü-yordu. Kuşetli kompartımanın cam kenarında oturanyolcusu, içeriye koşuşturan komşularını gülümseyenbakışlarıyla izliyordu.

Murat kısa süre önce vedalaştığı annesi ve kız kar-deşinin hasretini gündoğumunun kızıla çalan ren-ginde dindiriyordu. Hüznü sonsuzmuş gibi hissettirenbir nağme yayılıyordu içinde. Kara trenin ziftleşenkarasına inat yüreğine iki yıl önce ektiği sevgi to-humcuklarının aydınlığıyla etrafını mutlu gözlerleseyrediyordu. Ufukta beliren kızıllığın iz düşümün-deki sıra dağların zirvelerinden kopup gelen Gediznehrinin oluşturduğu yeşilli, morlu, allı, kahverengilipaha biçilmez tablo belirginleşmeye başlamıştı bile.Bozkırlaşan yaylaların coşkuyla akan yeşillikleredönüştüğü uçsuz bucaksız ovalar geçilirken Batı Eks-presi’nin uzun uzun çalan düdüğü bir an için gerçek-lerine dönmesini sağladı. Dudaklarından bir OrhanVeli şiiri döküldü. Garibim/ Ne bir güzel var avuta-cak gönlümü/ Bu şehirde/ Ne de bir tanıdık çehre/ Birtren sesi duymaya göreyim/ İki gözüm/ İki çeşme.Kim bilir onu bekleyen aşkı, kalp çarpıntılarını din-direbilmek için nakış işlemeli perdesinin arkasına giz-lenip sokağı gözetliyor muydu? Yoksa içindekiheyecanı bastırabilmenin bilinmeyen başka çeşit yön-temlerini mi keşfetmişti. Alsancak limanında onu ilkgördüğü o sabahki hali gibi ay parçası yüzünü uçu-şan saçlarıyla gizlemeye mi çalışıyordu?

Geçmeyen zamanı seyrederek geçen uzun yolcu-luğunda içsel bir geri dönüşüm yaşıyordu. Hiç olma-yan günlerin olacakmış gibi olan hayallerinikuruyordu, beyninde. Bereketli, başaklanmış tarlalar,allı, kırmızılı meyve bahçeleri, cıvıldaşarak uçan aklıkaralı, irili ufaklı; kâh yalnız, kâh öbek öbek kuş yı-

Sonun Başı

öykü

Ergün Barış

Page 55: Timsah Gözyaşları Vicdan Kanaması Değildirsabihadzi.weebly.com/uploads/3/3/3/5/3335393/temmuz_2018...yaşam sanat Timsah Gözyaşları Vicdan Kanaması Değildir yaşam sanat

yaşam sanat 57

ğınlarının eşliğinde süzülerek gelen demir yığını, biryudum sevgiye hasret yolcusunun biriken efkârını biran önce dindirebilme telaşıyla Basmane İstasyonu’nayanaştı. Hani yalnız kaldığınız anlarda birdenbire yal-nızlığınızın farkına varıp, gözleriniz dolar, eksikliğinderdine yanarsınız ya, el ele, göz göze beraber günleriararsınız, nasıl geçecek bugünler diye kahrolursunuz,her geçen gün... İşte o gün geldi ve çattı artık, ka-vuşma zamanı deyip beklersiniz, şişik gözler, sızla-yan kalbiniz ve bomboş ellerinizle geçirir, ama budayanıklılığınızın ödülünü alıyorsunuz ya… Aylarboyu beklemenin, sabretmenin ödülünü. Onun hiçöyle ödülü olmamıştı. Onu kalp çarpıntıları ile bekle-yen sevgilisi, kavuşma zamanın isterik heyecanınıavuçlarında duyumsayan beklenmişliği hiç olma-mıştı. Belki de bu karşılama özlemlerin giderildiği ilkkavuşma anı olacaktı. Trenden indiği anda, büyük birsevinçle kollarına atlayıp onu içinde duyumsadığıanlar, hep istediği özlediği duygulardı. Etrafına ba-kındı, tanıdık birini fark edemedi. Kalabalığın dağıl-masını bekledi, ‘Belki de geldi, ben göremedim’,dedi, tekrar bakındı, o yoktu. ‘Gecikmiştir, trafiğe ta-kılmıştır,’ dedi, bekledi, gelen de, giden de olmadı.

Yorgun bir pazar daha; üzerinde biriken is ve ku-rumların altında ezilen kasvetli bir İzmir havası. Veo, karışladığı bir sokağın sonunda; sonsuzluğunun isebaşındaydı. Kalp sürgülerinin kapandığı mola nokta-sında; umutsuz, çaresiz ve yorgundu. Avuçlarının ara-sından akıp giden bir damla mutluluğuyakalayamamanın hüznüyle doluydu. Bugün, onunsusuzluğunu giderebilecek tek membaının kurudu-ğunu anladığı gün oldu. Yuvasını kaybeden yalnız birserçenin telaşlı kanat çırpınışlarını andıran on beş yıl-lık koşuşturmalarının bittiği yerde; üzerinde birikenyorgunluğu dindirmek istercesine elleriyle şakağınıovuşturuyor, kaldırım taşlarından oluşturduğu min-derinin üzerinde öylece oturuyordu. Yıllar önce geridöndüğünde hiç bir şeyin aynı kalmadığını, geride bı-raktıklarının onu öylece durup beklemediğini, değiş-tiğini, dağıldığını, belki de öyle bir geçmişin hiçolmadığını, aslında bir zamanlar dört duvardan olu-şan bu duygunun çok zaman önce onu terk ettiğinigörmüştü. Zamanın o benlik duygusunu nasıl usulusul öğüttüğünü terk edildiği an anlamıştı. Hayallegerçek arasındaki gidip gelmelerini hiç bilmeyen sa-atlerin, bıraktığı şeylerin hayalini getirip her seferindebiraz daha incelmiş bir kum yığını halinde ayaklarınındibine döktüğünü ve sonra, gerçeğine doğru geri çe-kilirken hep daha fazlasının akıp gittiğini duyumsu-yordu. Ama kaçışı zordu. Öğle sıcağının acımasızcasaldırdığı bedeni, akasya ağacının gölgesinde tesellibuluyordu. Aklı, akıntıya kapılmış bir ağaç kabuğugibi çaresizce salınıyordu. Düze çıkmaya çalışırken

sinesine aşılamayan kalelerin surları örülüyordu. Okederlerinin kalbindeki derinliklerine fenerini tutuncakaybolan yıllarını, özlemini, bir sevgilinin boylu bo-yunca uzanmış suretini gördü. Şimdi onun bir hikâ-yesi, terk edilen bir sevgisi vardı. Onları bir arayagetiren tek şey geride kalan hikâyeleriydi; çok eski veonda saklıydı. Önünde uzanan yollarda o hikâyedençıkıp çıkamayacağını bilmiyordu. O hikâye bir günhangi anlamı kazanır öğrenmek istiyordu. Aynı hikâ-yede yaşam onu yeniden hasretlere gönderebilirdi.Oysa o gizli gözyaşlarının ardındaki ona hazırlananbilinmezliği öğrenmeye uğraşıyordu. Unutmaktankorkar gibi söylemekten usanmadığı hasret türküle-rinde, dönüp dönüp okuduğu elindeki küçücük notta,kopamadığı geçmişini buluyordu. Her şey buruştura-rak geriye bıraktığı değersiz notta saklıydı. Dalgın ba-kışlarıyla bir yandan kapı önünde oynayan çocuklarınşen şakrak hallerini seyrediyor, diğer yandan da kay-bedilen bir geçmişin arkasından bakan buğulu gözle-riyle kimseye fark ettirmeden yüreğine sesleniyordu.‘Sarmaşıklaşan yollarda yıllarca seni aradım, ev ev,semt semt. Sen kaçtın, ben bulamadım. Ben seni değilbenliğimdeki beni kaybettim. Benim kadar sevmemişolacaksın ki benden uzaklaştın. Seni yüreğimin çırpı-nan sesiyle aradım ama sen kayıtsız kaldın, kaçtın.Ben seni sevdim, sen ise yokluğumu. Hoşça kal hayat,hoşça kal sevgili…’

Sonsuzluğa gömülü bedenini yana devirdiğindeartık çok geçti. Boğazında biriken hıçkırıklar katmer-leşen yüzünde yol olup kaldırımlara akıyordu. Ayak-larını karnına çekmesi bile bedeninin istem dışıtitremelerini önleyememişti. Toprağa yapışan ağzın-dan köpük köpük salyalar dökülüyordu. Etrafına do-luşmuş görevlilerin söylediklerini anlayamayacakkadar kendinden geçmişti. Elleri titriyordu. Bir suç-luluk duygusu tüm vücuduna yayılıyor. Ve birkorku… İkisi birlikte çok ağır geliyordu. Meraklı ba-kışların kalabalıklaştığı sokakta bir tek Ayşe’nin yak-laşan adımlarını duyuyordu. Hiç bu kadar soğuk veyabancı gelmemişti kokusu. Perdeler yavaş yavaş ka-panıyor, zaman ilerliyor, o ölüyordu. Yavaşlayan kalpatışlarını hissediyordu. Ve bu kez bir daha açılmamaküzere kapanacaktı göz kapakları… Yavaş yavaş tüke-niyordu sanki damarlarındaki hayat iksiri… Bir yer-lerde sevdiği bir şarkı çalıyor, duyuyordu. Yakınlardabirileri ağlıyor, o ölüyordu. Bir yerlerde bir ışık yanı-yor, o karanlığa gömülüyordu. Kaçar gibi gidiyordu.Bir yerlerde güneş doğuyor, o geceye uzanıp uykuyadalıyordu, üzeri açık… Sonsuz karanlık eşlik edi-yordu, yok oluşuna… Gözleri kayıp giderken son-suzluğa, ruhu ellerini açıp onu bekleyen kum tanesineözlemle sarılıyordu.

Page 56: Timsah Gözyaşları Vicdan Kanaması Değildirsabihadzi.weebly.com/uploads/3/3/3/5/3335393/temmuz_2018...yaşam sanat Timsah Gözyaşları Vicdan Kanaması Değildir yaşam sanat

yaşam sanat 58

yeryüzüydümacılara yaslana yaslanataş kesildim

öptüm ağıda duran anaların acılarındandilim lâlkalbim bana ağır

taşıyamaz oldum kendimibir çocuğun gözyaşındavuruldum durdum

cehennem de cennet de sizin olsunyeter kidünyayı barışa yüzdürelim

Gülderen Canyurt

Dünyayı Barışa Götürelim

gül/dümgüle imrendim.

güldüm güldürdüm.

gül /dümsoldum baktım nicelerine güleç yüzümle,baktılar niceleri deli gözüylegüldüm.

güle durdumgülmeye çoğaldımgüle güle dedimgül evime döndüm.

Buket Işıkdoğan

Gül Sözleri

Hem biliyor musun gördüm ben onuDökülüyordu seherin eteğindenVermiş sırtını kasımın al sarı gerdanınaUzanıyordu öyle boylu boyuncaGevrek gevrek gülümsüyordu güneşeHiç bilmeyecek KybeleBoşa kanattı AttisiÖrtmek istedi bir incir mahreminiİstemedi inciriHey mitolojinin haşmetli eceleriKim yarattı sizi

İştah kabarttı arsız arsızNefis boyu yol alanCennet yüzlü masumların damağında

Sulanmalıydı susuz topraklarZevk yürüdü damar damarİstek yüzsüz yola revanBütün kurallar sınavdaBir ısırığın başına

Nefis yaptı ilk darbesiniTamah yaktı cennetini ardına bakmadanKapandı görünmez kapılarArtık Araf’tan okunur ayetlerYedi kat yukarı yedi kat aşağıOralarda bir yerde oralardaAdem unuttu yolu izi dağıldıHavva’nın kasığında us denen cevheriSonra bilmem kaç Adem kaç peygamberVahyetti de duymadık

Yüze geldi günah denen seçilmişlerBeden giyinen biçare ruhlarKalu beladan aleme satılırArzu yükü sevişlerin sabahında hepBir ısırık elmayaBir ısırık elmaBir elma...

Nimet Taner

Elma

Page 57: Timsah Gözyaşları Vicdan Kanaması Değildirsabihadzi.weebly.com/uploads/3/3/3/5/3335393/temmuz_2018...yaşam sanat Timsah Gözyaşları Vicdan Kanaması Değildir yaşam sanat

yaşam sanat 59

bir pencerenin önünde, her sabah ve güneş doğmadan doğantanrı’ya söylemler ve gözyaşları… gecelerin ıssızlığında…

inanıyorum kutsallığına, senin kutsallığına ey beni yaratan insankelimeler seçiyorum… seni anlamak ve anlatmak adına

geceler bana isyan ediyor sanki, gecelerimde yorgunum…rüyaları küçüklerin, anlamlar birbirini izlemekte her daim

bu anlatının kelimelerini özlüyorum, yüzünü özler gibi!.. yüreğim ağlamaklıbu kelimeler imleyen ve dolu sayfalarda

tanrı ve anneler her varlığı gözler gibi… çoğalan mutluluklardave evlatlarını koruyan her zaman ve sırlarla dolu onlar her zaman

hiçbir söz yetmiyor bu müthiş güzelliği anlatmayayıllar birbirini izlemekte bir takvimin sayfalarında

ressamın resimleri gerçekleri imgeliyoryaklaşırken amacın adımlarında, hisler ve çoğalışlar

doğ, büyü, yürü ey çocuk… fotoğrafını anımsamak, seni yüreğe hapsetmek ebedi bir ışıktave dolu dolu hüzünlenmek, yaşamak, yaşamı anlamak bir dünya haritasında

ne güzel şey… kalplerde oluşan ve yeşeren, meyvesi bol bir ağaç gibi(iman, ümit, sevgi)’nin tohumlarında… özel yaratımda, teşekkürler ona

tatminli bir duyguyum ve çok mutluyum… kitaplar ve yorumlar üzeregelip geçen gündüz vakitlerinde, yaşam günleri hep uzayan sonsuzlukta

uzun günler geçireceğim tanrı’nın evinde, rab’bin evinde ve evrende…soyutlukları irdeliyorum beyaz kağıtlar üzerinde… düşler kuruyorum mutluluğa dairuzaklara dair ve doğduğum gün eski fotoğraflara yansıyan

yaratan ve yaratılan üzerine düşünüp anlamaya çabalamak

din kitapları üzerine antlı, annelerin istedikleri hep sevgiler içinher öğüt bir sevgi, esirgeyen ve bağışlayan tanrı’nın adıyla ebedler boyu

ve her şey bir anlatının ifadesi!.. yaratanın ismiyle ve anneler duyarlı…sol bileğimde eski kol saatim, zamanı durdurmaksa olanaksız

sonu yok beklentilerin, her daim güzel yaratılış bu ve gerisi…

Baran Doğu

Annemi Özlüyorum-2

Page 58: Timsah Gözyaşları Vicdan Kanaması Değildirsabihadzi.weebly.com/uploads/3/3/3/5/3335393/temmuz_2018...yaşam sanat Timsah Gözyaşları Vicdan Kanaması Değildir yaşam sanat

yaşam sanat 60

Buraya yaz geç gelir. Burası, Nâzım’ın “Davet”şiirinde Akdeniz’e uzanan kısrak başına benzettiği,iki kıtanın asma köprüsü memleketimin en kuzeyindebir orman köyü. Yaz geç geldiği gibi bir de doğusun-dan yükselen ve de dalları yerlere değen meşe, gürgenormanları eğik güneş ışınlarını şafak söktükten haylisonra düşürür toprağa. Hal böyle olunca da güneşyükselmeden dağılmaz sis, kalkmaz çiy. Çiy kalkma-dan işe başlanmaz buralarda. Kazma, bel, saban; inek,öküz, dana, düve ancak çiy kalktıktan sonra ayakbasar tarlalara. Yazları gelirim köye. Geldiğim za-manlarda da meşe ya da gürgen odunu dumanı tütmezbacalardan. Çalı, çırpı ile tutuşturulur daha çok ocak-lar. Dumanın zayıflığından olsa gerek fark edemiyorinsan. Hele bir de çevresi ormanı andırmışsa…Orman dedimse de uzun süre budanmamış ağaçlar,adam boyunu aşmış ısırgan, saz otları, çalılıklar…Siz, girişte sözünü ettiğim gürgen ve meşe ormanla-rını canlandırabilirsiniz zihninizde. Biz, köylük yerdeyıllarca uğranmamış tarlalar, bahçeler için de ‘ormanadönmüş’ anlatımını kullanırız.

Evi bıçkıyla ikiye bölmüşler. Yarısı nerede ki?Kim oturur bu evde… Sahiden de iki bıçkıcı, bıçkınınbirer ucundan tutmuşlar, evi ortadan ikiye bölmüşler.Milim haksızlık yok. Tam ortadan ikiye, kardeşpayı… Gördüklerimi geçirirken gençlik aklımın ye-lecinden*, şiddeti yüksekçe bir öksürük sesiyle ken-dime geldim. Dedemin öksürüğüydü… “Elindekisigarayı at.” der gibi… Dedem sigara içtiğimi bilir,babaanneme benim için sigara paketleri bırakır, “He-venkleri bozmasın kerata!” dermiş. Şimdi yanındaiçebiliyorum üç İhlas, bir Fatiha Suresi okurken…Onun da başında körpe meşe fidanları yükselmiyordeğil bu arada.

“Dede,” “Öyy!”“Nereye böyle?”

“Dozer Selahattin’in bir emaneti vardı da onu ver-meye gidiyorum.”

“Sen ne arıyorsun burada?”“Bayramlara gidiyordum. Bu evi görünce kala-

kaldım. Kim oturuyor bu evde?”“Zurnacı Arif…”“Kimlerden bu Arif?”“Gâvur Ahmetlerden.”“Bu zamana kadar neredeymiş?”“Erfelek’te.”“Niçin dönmüş köye?”“Emekli olmuş.” Bu diyalogdan yararlanan sigara

izmaritim çoktan toprağın derinlerini boylamış, du-manı savrulup gitmişti esintinin önü sıra.

“Nasıl olmuş da yıkmadan bölebilmişler evi?”“Keresteden yığma evler yıkılmadan bölünebilir.”“Peki, niye bölmüşler?”“İki kardeş anlaşamamış, bölmüşler işte…”“Ben Bayram’ı görmeye gidiyorum.” Bayram'ı Yama’da sığır otlatırken buldum. Sırtını

ceviz ağacına dayamış, sağ bacağını kendine çekmiş,sol bacağını uzatmış; sol kolu üzerine bindirdiği göv-desiyle budaksız söğüt dalından sıyırdığı kabuktanhuni biçiminde dürdüğü zurnayı öttürüyordu. Öğren-cilik yıllarında en başarılı olduğu ders müzikti. Çokkez dere kenarında akşam etmişler Lütfü’yle. Okulundağılma saatini geçer geçmez evin yolunu tutarlarmış.O nedenle de müzikten başka dersi de iyi olmamış.Zurnanın bozuk sesini kesti beni görünce. Nasılbozuk çıkmasın ki; körpe söğüt dalından çıkardığı ka-mışı kurudukça büzüşür, yenilemek gerekir.

“Merhaba Bayram. Ne haber?”“Ne olsun! Gördüğün gibi sığır güdüyorum. Sı-

ğırını…” Devamını getirmedi son cümlesinin. ArifAmcanın evinin bende bıraktığı hayal kırıklığı Lüt-fü’nün İstanbul’a kaçışından haberi olup olmadığı so-rumun önüne geçti.

Urgan

öykü

Kemal Güler

“ O iyi insanlar, o güzel atlara binip çekip gittiler.Demirin tuncuna, insanın piçine kaldık.”

Yaşar Kemal

Page 59: Timsah Gözyaşları Vicdan Kanaması Değildirsabihadzi.weebly.com/uploads/3/3/3/5/3335393/temmuz_2018...yaşam sanat Timsah Gözyaşları Vicdan Kanaması Değildir yaşam sanat

yaşam sanat 61

“Arif amcanın evine gittin mi hiç?”“Gittim. Hem de Nescafe miymiş neymiş adı,

ondan içirdi.”“Güzel miydi bari?” “Muzaffer’in kahvesinde içtiğimiz kakaodan

farklı biraz… Hem daha kıvamlı hem de rengi dahaaçık kahverengi. Bu akşam gidelim istersen?” dedi.

“Olur, niye olmasın.” “Lütfü’nün İstanbul’a kaçtığından haberin var

mı?”“Var.”“Niye kaçmış?”Niye kaçacak, cebinde sigara kâğıdı alacak parası

bulunmayan adam ne yapsın?“Haklı.” dedim.“Sigara kâğıdı almak için ya Arif amcaya ya da

Ziya amcaya giderdi…”“Halam bizim için Lütfü’yü onlar kaçırdı İstan-

bul’a diyormuş.”“Bizi suçlayacağına Durmuş ağayı suçlasın o.

Koca adam ağabeyinin verdiği üç-beş kuruş harçlıklanasıl idare etsin. Çok zaman kahveye gidip çay içecekparası bulunmuyor cebinde.”

“Haklı da keşke halama söyleyip gitseydi.”“Razı gelmezdi.” dedi.Akşam Arif amcayı ziyaret sözüyle ayrıldım Bay-

ram’dan. Biz sığırlarımızı gütmüyor, birkaç urgan yada zinciri uç uca ekleyerek ekili olmayan tarlalara ça-kıyorduk. Urganın, Ankara Merkez Cezaevinde canakıydığını öğrendiğim, protest; alyuvarlarımın çılgınolduğu yaşlar… Gün içi birkaç kez yerlerini değiştir-mek, öğleyin de sulamak yeterliydi. Sığırları ahırabağlayıp, akşam yemeğimi yedikten sonra Bayramlasözleştiğimiz üzere onların evleri önünde buluştuk.Yol boyunca oradan buradan konuşurken ilk kez gi-receğim avlanın** delmesinde*** buldum kendimi.Delmenin altından geçer geçmez, gündüz gördüğümo acayip evle karşı karşıya kaldım. Bayram daha öncegelmiş olduğundan yadırgamadı. Evin gölgesi, ay ışı-ğının altından üzerimize bir hayalet gibi uzanıyordu.Dış kapının sürgüsünü sağ tarafına iterek açtık kapıyı.Bayram el fenerini yakıp şöyle bir etrafı taradı. Evinaltını kuruluk olarak kullandığı, etrafın çalı çırpı iledolu olmasından belliydi. Üst kata çıkan merdiveneyöneldik. Bayram önde ben ardında ahşap merdiveninbasamaklarının gıcırtısı ayak seslerimizi bütünüyleyuttu. Kapıyı vurduk. İçeriden,

“Geldim geldim!” diye bir ses kapıya sokuldu.“Garç!” sesiyle kısa boylu, avurtları çökük, hafiftenkambur bir adam,

“Oooo, yeğenlerim gelmiş!” diyerek karşıladı bizi.İçeri girdik. İçeriden beyaz ekmek kokusu gibi birkoku burnumun direklerini sızlattı. Beyaz ekmek ko-kusu… Dedem, babam, amcam Karapınar’dan dön-

dükleri zaman beyaz ekmek gibi kokarlardı. Yakın za-manda döşettiği beyazlığından belli ahşap duvarlarayaslanmış deri tekli koltuklara oturduk. Arif amcayıgözlerini belertip bana bakar buldum. Tanıyamadıtabi. Bayram’a dönerek,

“Kimlerden bu delikanlı?” diye sordu. Bayram,“Lazların, Necati’nin torunu Kemal.” dedi. “Hım, nerelerdeymiş bu zamana kadar da çalma-

mış kapımı?” Araya girdim,“Kastamonu’da yatılı okuyorum Arif amca. Yaz-

dan yaza köye geliyorum. Sen de yoktun bu yazakadar.”

“Bu kış emekli oldum, ömrümün son günleriniköyümde geçireyim dedim. Ancak evin halini beğen-medim be yeğen!” dedi.

Evin bölünmüş olduğundan gocunmuş olabilece-ğini düşündüm. Haklıydı. Haber bile etmemişti kar-deşi evin yarısını alırken. Konu komşudanöğrenmişti. Tanrı kardeşi kardeş yaratmış da kesesiniayrı yaratmıştı. Ektin mi biçersin toprağı. Toprak anaverir rızkını. Hele bizim buraların toprakları, kara top-rak. Ne eksen bitiyor ancak hükümet ederini vermi-yor. Bir hükümet üretmemeyi teşvik eder mi?Maalesef öyle… Üretme, dışarıdan ithal edelim. Tü-tüne kota koymuş hükümet. Hal böyle olunca da üret-tiğimiz tütünden elde ettiğimiz kazanç kooperatifegübre borcuna, birkaç teneke zeytinyağına, birkaççuval şekere, birkaç paket çaya ancak yetiyor. Neyseki tütün dışında peyderpey satılan buğday, mısır, te-reyağı, peynir ve de hayvan satışıyla döndürülüyorgeçim tekerleği. Az sonra karısı Fadime, taban döşe-melerinin gıcırtılarıyla yanımıza geldi. Ayağa kalkıpelini öptük.

“Hoş geldiniz uşaklar” dedi. Arif amcanın yanın-daki koltuğa çöktü. Bizden yana olan bakışlarındananlamış olmalı ki beni tanıttı Arif amca.

“Tekrar hoş geldiniz evlatlarım. Size ne ikramedeyim.” dedi Fadime ana. Şehirli ne de olsa.

“Koca Fadime ana o geçenlerde içirdiğin kahve-den yapar mısın bize, çayı evde de içiyoruz.” dediBayram. Tadı damağında kalmış belli ki... Arif am-caya oranla sumo güreşçisi. Dokuz kişi koltuğunagirse kalkmaz cinslerden. Mutfağa gitti. Az sonraelindeki tepside dört büyük fincanla geri döndü. Arifamca da cebindeki tabakayı sehpaya atıp,

“Hadi gençler sarın birer sigara.” dedi. Sarmayıçok iyi yapamıyorum. Bayram sardı benimkini banasadece dilimle ıslatıp yapıştırmak kaldı. Tabakanınyanındaki muhtar çakmağını tutuşturmamla sigaranınucu önce bir alev aldı sonra kendini buldu. Arif amca,

“Kahveyle de iyi gidiyor bu meret.” dedi. Bayram,“He ya…” Sergendeki zurnayı indirdi, kalağını

çocuk sever gibi okşadı; “Hele Arif amca bir nefesver zurnanla.” Arif amca dudaklarıyla kamışını ısla-

Page 60: Timsah Gözyaşları Vicdan Kanaması Değildirsabihadzi.weebly.com/uploads/3/3/3/5/3335393/temmuz_2018...yaşam sanat Timsah Gözyaşları Vicdan Kanaması Değildir yaşam sanat

yaşam sanat 62

tırken gözüm sergenin atındaki çivilerde asılı bir çifturgana takıldı. Her ikisi de derisini yeni değiştirmiş,yıkandıktan sonra temmuz güneşi altında güneşlenensu yılanı gibi parlıyorlardı.

“İneğin var mı Arif amca?” “Kaşlarını kaldırdı.” Hadi bir tanesi kuyudaki ur-

ganın yedeği olsun. Diğeri ne için? Ben bunları dü-şünürken Arif amca çoktan üflemişti zurnasını…

“Bir güzelin aşığıyım erenler,Onun için taşa tutar el beni.” Ardından; “Şu karşı yayladaaaa göç katar katar Bir güzel sevdası serimde tüter.” Kendimi düğünde hissettim. Köy düğünlerinde

zurnanın şeytan deliklerine külah yapıp para sokulur.Şeytan delikleri kapandıkça daha da güzel çıkar zur-nanın sesi… Nefes nefese kaldı Arif amca. Zurnayıdizlerine kendini de koltuğun arkalığına yatırıp, birsüre dinlendi.

“Çoluk çocuk var mı Arif amca?” dedim. “Yok, yeğen. Koca karıdan başka kimsem kal-

madı.” dedi. Önce rafın altındaki urganlara sonra dayanında oturan yoldaşına sol omzu üzerinden sıcakbir bakış atarak devam etti.

“Onu da kaybedersem ne yaparım? Ara sıra Bay-ram ile Lütfi kapımı çalarlar. ‒ Lütfü’nün İstanbul’akaçtığından haberi yoktu henüz.‒ Onlar da uğramasabu yarım eve kimse gelmez. Haklılar tabi… İnsanlariş güçten yorulup erkenden düşüyorlar yataklarına.Elbetttt!”

Gözlerinin içi gülüyordu Bayram’a bakarken. İn-sanlar soyumuz devam etsin diye mi yoksa yaşlandı-ğında yanına, çatılarına sığınabilmek için mi çocukyaparlar. Ya da kısır olmadıklarını ispatlamak için mi?Koca Fadime ana,

“Uşaklar bana müsaade, yoruldum.” dedi. “Müsaade senin Fadime ana.” dedik. Kalktı, oda-

sına doğru yol alırken hafif bir sendeledi. Sonra be-denini toparlayıp odasına girdi. Arkasından Arif amcagözlerinde doluşan yaşla,

“Üç kez atlattı Azrail’i. Dördüncüde ne olur bilin-mez?” dedi.

“Allah geçinden versin Arif amca.”“Sen de bize müsaade et, kalkalım biz.”“Müsaade sizin yeğenlerim, yine gelin.” Vakit henüz erken, bu saatte de yatılmaz ki… On-

ların evinin önüne gelince Bayram,“Dut yiyelim.” dedi. Onların ışığı da sönüktü. Ay

gündüz gibi aydınlatıyordu geceyi. Dalları yere kadareğilmiş ağaca tırmanma gereği duymadan yedik dut-larımızı. Harman yerinin kaşına sırt üstü uzanarakuzun süre oradan buradan konuştuk. Çocukluk anıla-rımızdan… Dere kıyısına inmedik hiç. Artık utanıyor

olmalıydık o anılarımızdan. Gerçi birbirimizdenepeyce uzaklaşır, ayrı göletlerde yüzer, rahatlardık.Rahatladıktan sonra iğne deliği kadar kuru yer kal-mayacak vücudumuzda. Öyle öğretilmişti…

Belki iki hafta bile olmadı. Bir sabah uyandığımdapencereden başımı dışarı çıkarmamla kuzeybatıdakuşların havada dairesel döndüğünü gördüm. Bir süreizledim. Olağan bir şey değildi bu. Kuşların seyrüse-ferine çok kez tanık olmuş ancak böyle dairesel uçuş-larını hiç görmemiştim. Kazlar geçerken evimizinüzerinden seslerini duyardım ancak bu kez uzakta ol-duklarından nasıl bir ses çıkardıklarını duyamadım.Kötü haber tez yayılır derler ya… Haber, karşı ma-halledeki imama gitmeden bize çoktan ulaşmıştı.Apar topar bir şeyler atıştırarak soluğu Bayramlardaaldım. Bayram da çoktan kalkmış, kök kazmasına çe-nesini dayamış, dikiliyordu öylece… Ne bir adım ilerine bir adım geri.

“Dostum, nasıl olmuş?”“Kalp krizi.” dedi. Biz de yollandık ama ayakları-

mız ilerlemiyor. O acayip ev umurumda değildi artık.Avla delmeden inmiş, avlu insanlarla doluydu. Arifamca metanetini koruyamamış. Nasıl korusun ki…Evindeki tek ses de susmuştu… Artık hiç konuşma-yacak, ahşap döşemeler gıcırdamayacaktı. Arif am-caya ulaşamadan, benim de elime bir kök kazmasıtutuşturularak mezarlığa yollandık. Yolda öğrendim.Elime kök kazması tutuşturan merkez mahalledenSakar Mehmet’miş. O da elinde iki kürekle peşimiz-den geliyordu. Arif amcadan sonra en zor iş bize ve-rilmişti. Çukur… Bir taraftan kazıyor bir taraftançıkan toprağı dışarı atıyorduk. Bayram, o her zamankikaytarma fikrinden sıyrılmış, benim iki katım salla-mıştı kazmayı. Başımızdaki Sakar Mehmet,

“Şuraya da bir kazma. Buraya da bir kazma.” di-yerek indirtmişti mezarın dibine. Hazırdı… Dinlenmefırsatı bile bulamadan çekeğinden**** çıkarılıp fe-lenkler****** üzerinde kaydırılan bir kayık gibiomuzlar üzerinden süzülerek geldi sanduka. Bayramkulağıma,

“Abdest işini nasıl yapacağız?”“Sağ gözümü kırparak, iki abdestlinin arasına du-

ruruz.” dedim belli belirsiz. “Ihıh!” edip durdurdukendini. İmamın merasimi, helallik… Kendi elleriyleyatırdı ebedi hayatına Arif amca yoldaşını. Tam top-rak atmaya sıra gelmişti. Kürekler toprakla doldurup,çukurluğa savrulacağı sırada,

“Beni de gömün, beni de gömün!” tutturdu. “Tanrıya karşı mı geliyorsun Arif amca? Yukarıya

çık Arif!” sesler karıştı birbirine. “Şimdi metin olma vakti…” Yoldaşını rahata ka-

vuşturmanın huzuru, yalnız kalmanın çaresizliği ara-sında pörtlek gözlerini bir cemaate, bir kabre indirdi.

Page 61: Timsah Gözyaşları Vicdan Kanaması Değildirsabihadzi.weebly.com/uploads/3/3/3/5/3335393/temmuz_2018...yaşam sanat Timsah Gözyaşları Vicdan Kanaması Değildir yaşam sanat

yaşam sanat 63

Boylu boyunca uzanıverdi yoldaşının yanına. “Beni de gömün…” Cemaatten birkaç kişi atla-

dıkları gibi çıkardılar çukurdan. Fadime ana, ağrıla-rından, o dik merdivenlerini inip çıkmaktan kurtulduyaşamın. Öyle kıpırtısız, ağrısız yatıyor, ağrıyan yer-lerini yoklamıyordu cansız elleri. Arif amca çıkarılırçıkarılmaz özenle yerleştirilen tahtaların üstüne sağa-nak yağmur örneği yağdı toprak taneleri. Yağdı yağdıyağdı ta ki taşana kadar kabirden. İki saate açtığımızçukurdan geri tepelenen toprak Fadime ananın kar-nını andırıyordu…

Sonraki günlerde sık sık ziyaret ettik Arif amcayı.Eski neşesinin olmadığını söyledi Bayram. Ben dahayeni tanımıştım ama bastonunu kaybetmiş ihtiyar gi-biydi. Sık sık,

“Değneksiz kaldım çocuklar.” “Bir yanım eksik…” dedi, durdu. Yaşamın anlamı

kalmadı… Bir yanım eksik çocuk…” Kırkını yaptığımız günün ertesi gün sabahı çok za-

mandır olduğu gibi gayri ihtiyarı baktığım o yandakuşların tekrar girdap içinde savrulduklarını gördüm.Koşar adım, “O iyi insanlar o güzel atlara binip çekipgittiler. Demirin tuncuna, insanın piçine kaldık.” birkez daha söylemeden, çıkmadan hayatımızdan ko-

lundan tutup, durdurmak belki de… Hızla çıktım mer-divenleri. Kapı açıktı. Gözlerim rafın altındaki ur-ganlara değdi ilk nedense. Urganlardan yeşil işlemeliolanını yerinde göremedim. Sarı işlemeli olanı takılıolduğu paslı çividen bir şeyler anlatmak ister gi-biydi… İçerinin beyaz ekmek kokusu, yerini ölümkokusuna bırakmış; kilim serili taban döşemelerinibilmem ancak duvar ve tavan döşemelerinden birkaçyıla çökecek olmanın endişesi, yalnız kalmanın üz-güsü ölüm kokusuna ulanıyordu. Evin arkasına düşenmeyve bahçesinden jandarmaya haber ettik sesleriniişittim. Artık çok geçti…

* Yüksek ve çevresi açık (yer), yelin çok estiği( yer),dağ sırtı.

** Direk, sırık.***Tarla, bahçe ve bostanları çevirmek için kulla-

nılan, üzeri delikli, avla denilen ağaçların geçirildiğidikey çubuklar.

**** Kayıkların gece çekildiği üstü kapalı yer. (Gerze – Sinop )

***** Kayığın kolayca suya indirilmesi ya da ka-raya çekilmesi için üzerine donyağı sürülen ortası ker-tikli ağaçlar.

Omzunda titrek bir mevsimin iziBenden uzakSiper edilmiş damıtılmış mısraKuytularda naftalin serpilen ağaçKokusu sende çiçeklenen

Terk edilen şafak vaktiYaprak ölüleri senden bana uzanan şiirNiyesi yok salıncak yalnızlığımızınBeyoğlu balkonlu odalarda ölümü karşılamak Bizimkisi

Anjinalı kalbin ürkekliğiBulutsu ayrılıklarımızda kaşeliGöğümüzden sarkan yarının umuduKilimler örtünen nar bahçeleriBizimkisi

Senden uzaklaşanGitgide bize yakınlaşan

Önder Çolakoğlu

Bizimki

Page 62: Timsah Gözyaşları Vicdan Kanaması Değildirsabihadzi.weebly.com/uploads/3/3/3/5/3335393/temmuz_2018...yaşam sanat Timsah Gözyaşları Vicdan Kanaması Değildir yaşam sanat

yaşam sanat 64

kendini ağırdan alıyor şiirçayım soğudukedi yerindeuyuyor, iyi

kardan bir deli karşımdausulca sessizgelmeyen dizeleriarıyor, iyi

kalbin omuzluyor o sobayışu büyük insanlığın olanıçay döküldükedi uyanıyor, iyi

dize gelmedi

Mustafa Şanlı

Kardan Deli

Sonra bir şiir yaz bize Bozuk düzene Şehrin en dibineBenim duyamayıp senin söyleyeme-diklerin

Akmazlığında tek bir gözyaşınınBir şiir yaz bize hasretin kendindenutandığıYalnızca ikimizin bildiği Kimselere okumadığın

Neslihan Dağlı

Bir Şiir Yaz Bize

Bana masal anlatmayınYeni uyandım düşlerimdenAydınlığı da vardır karanlığınBilirim sevmeyi hislerimden.

Dağları denizlere bağlamayınIrmak ırmak akar çözülürSınırsızca yaşayan insanlığınSevdası geç de olsa bilinir.

Homurtusu başlayınca gökyüzününBulutlar ağlamaya koşuşurSisler perde perde bir hüzünÇöllerin ortasında olsa da üşür.

N. Doğandoğancıoğlu

Bağlayış

Page 63: Timsah Gözyaşları Vicdan Kanaması Değildirsabihadzi.weebly.com/uploads/3/3/3/5/3335393/temmuz_2018...yaşam sanat Timsah Gözyaşları Vicdan Kanaması Değildir yaşam sanat

yaşam sanat 65

Toprak yığınının başucunda bir tahta dikiliydi. Üze-rinde tebeşirle yazılmış yazılar vardı ama Berat henüzonları okuyacak kadar büyümemişti. Ancak ne yazdığınıkendince yorumlayabiliyordu.

Annesi, abileri, ablaları ve amcaları; babasının ba-şındaki o tahtaya bakarak dua ederlerdi.

Mesela amcası; “Has adamdı. Yiğit adamdı garda-şım,” derdi. Tahtayı okşardı. “Yüzümüzü yerden kal-dırdı.”

Annesi, gülmeyi çoktan unutmuş yüzünü sürerdi tah-taya.

Damımın dumanı tütmez oldu. Ersiz başın ne gereğivar bundan kelli derken, ağzında yuvarlandırdığı duala-rını toprağın üzerinde dolandırıp üflerdi aynı tahtaya.Etrafına bakınıp kimsenin görmediğinden emin oluncada öperdi tahtayı.

Hadi Mustafa, hadi, her şey yalan olsun da geliverocağına.

Bu kadar uzun lafların o kadar küçük bir tahtayanasıl sığdığını düşünürdü de, içinden çıkamazdı Berat.

Güz güneşi, dağın ardından yükseleli çok olmamıştı.Hafiften esen rüzgâr, kurumaya yüz tutmuş otları sağasola sallarken çıkan çıtır çıtır sesler havaya yayılıyordu.Mezarlığın yorgun ağaçları yapraklarından soyunmayaçoktan başlamışlardı. Bu yüzden kuru sıcakla baş ba-şaydı Berat. Babasının uzun zamandır uyumasına kızı-yor çomakla yeri eşeleyerek hırsını gidermeyeçalışıyordu.

Annesi tahtayı yine öptü. Mezarın yanında yöresin-deki ayrık otlarını, kevgerleri yoldu. Küçük taşları ayık-ladı. Oğlunun, karınca yuvasını karıştırdığını görüncebağırdı.

“Yapma oğlum. Yuva yıkılmaz. Allah’ın yarattığıcana kıyılmaz. Çok günah. Allah taş eder sonra.”

Berat, inatlaşırcasına iyice soktu çomağı yuvaya. Ka-rıncalar sağa sola kaçışıyorlardı. Kimi de oracıkta ölü-yordu. Dişlerinin arasından konuştu oğlan.

“Hasan ağam niye taş olmadı o zaman?” Duymazdan geldi kadın. Güneşin okları, buğday te-

nindeki beyaz çizgilere değip, gözlerine vuruyordu.Elini yüzüne gölge yaparak oğlunu azarladı.

“Çek o çomağı yuvadan dedim sana! Kime çektinbilmem. Baban, senin gibi nemrut değildi, iyi adamdı

ama...” Berat, yuvayı eşelemeyi bırakıp, annesine diklendi. “Niye mezarda o zaman?” Ses yoktu anasında. Avuçlarında sıkıladığı Kuranı

Kerim’e gözlerini dikmiş, ufak ufak sallanarak dudak-larını kıpırdatıyordu.

Amcasının lafları aklına geldi. “Allah asıl iyileri yanına alır. O kahpe Berivan, yü-

zümüzü yere düşürmeseydi gardaşımın ocağı sön-mezdi.”

İyi bir şey değildi demek ki kahpe olmak. Yüz yerenasıl düşer anlamıyordu. Oysa bütün ailesinin yüzü ye-rinde duruyordu.

Ailesi karalar bağlamıştı o günlerde. Geceleri abla-sının koynunda uyurdu o zamana kadar. Ablası ahıra ka-patılınca annesinin döşeğinin yanına konan bir minderdesabahlar olmuştu, Berat. Annesigilin odasında yattığı ilkgün yüzünü duvara çevirmişti ama uyumamıştı. Babası;Hasmımızdan gebe kalan bir kızı yaşatmak olmaz, der-ken, Berat, babasının neden o kadar sinirli olduğunu an-layamıyordu. Kara koyun da gebeydi baharda. Sonrabaşı alalı bir kuzusu olmuştu. Daha doğar doğmaz meemee diye anasının memelerine saldırmıştı. Hatta adını okoymuştu. Berat. Herkes çok sevmişti o kuzuyu. Belkiablasının kuzusunu da öyle severlerdi. Ne vardı kibunda.

O gece annesinin, gizli gizli ağladığını görmüştü. Oda annesinin üzgün olmasına dayanamayıp, sessiz sessizağlamıştı.

Ertesi gün evin avlusunda kahvaltı yaparlarken, enbüyük abisi; bırak baba, sen elini kana bulama. Biz hal-lederiz, dediğinde de neyi halledeceklerini yine anlaya-mamıştı. Annesi yine tülbendinin arkasında gizli gizliağlıyordu.

Ahıra girmesine izin verselerdi, sorardı ablasına. Oda, kardeşinin saçlarını okşayarak, alnından öperek an-latırdı durumu ama kapıya kocaman bir mertek dayandıdayanalı oraya da girememişti.

Bir kuşluk vakti ahırdan gelen silah sesiyle uyan-mıştı, Berat. Ailesinin üzerinde tuhaf bir dinginlik vardı.Galiba günlerce süren dertlerine sonunda çözüm bul-muşlardı.

Ahırın kapısındaki mertek yana çekilip içeri komşu

Dilek Uçurmaca

öykü

Hatice Dökmen

Page 64: Timsah Gözyaşları Vicdan Kanaması Değildirsabihadzi.weebly.com/uploads/3/3/3/5/3335393/temmuz_2018...yaşam sanat Timsah Gözyaşları Vicdan Kanaması Değildir yaşam sanat

yaşam sanat 66

kadınlar girmişlerdi. Berat da girmek istemişti ama abi-leri kollarından tutup avlunun dışına çıkarmışlardı. Enbüyük abisi, en küçük abisine kaş-göz ederek seslen-mişti.

“Hadi bibime gidin. Kömbe yapmış. Sizi beklermiş.” Annesine sarıldı. Ne olup bittiğini anlamaya çalıştı.

Duvarlarda, gölgelerde hatta ahırın yanındaki saman-lıkta bile ses vardı da anasında ses yoktu. Yüzü kireç gi-biydi. Oğlunu elinden tutup kenara çeken elleri ise buzkesmişti. Son günlerde çokça yaptığı gibi gözlerini tül-bendiyle silip, burnunu çekiştiriyordu.

O akşam, lekelenen namusun temizlendiğini ve ab-lasının mezarlığın en uzağındaki dağın eteklerinde, top-rağın altına gömüldüğünü öğrenmişti, Berat. Demek kiablası kirliydi. Oysa Berat burnunda sümükle dolaştığızaman, elleri ayakları çamur olduğu zaman ablası te-mizlerdi onu.

“Kirli çocuk, çomar bile senden daha akıllı vallahi.Arada bir gidip derede yıkanıyor” derken bir taraftan dakıçına minik silleler indirir, sonra da içine çekercesinekoklardı.

“Bal oğlan. Bal. Ablasının en kıymetlisi…” Ortanca abisini, jandarmanın götürdüğünü de o

akşam öğrenmişti. Suçu üzerine almak iyi bir şey olma-lıydı. Çünkü, civan gibi oğlanın damda çürüyeceği ko-nuşulmuş ve herkes üzülmüştü.

Evin sofasında erkekler çay içiyorlardı. Annesi hüz-nünü yine tülbendinin ardına saklamış hizmet ediyordu.Kimse umursamıyordu kadını. Eteklerine dolanmıştı.

“Ana ağlama.” Büyük Abisi kalkıp kucağına almıştı Berat’ı. “Gel aslanım. Koca adam oldun yahu! Çay vere-

yim de iç.” Oturmuştu. Gözleri hâlâ annesindeydi ki, sofada

Hasan abisi belirince sevindi. Belki Hasan Abisi abla-sını geri getirirdi. Öyle ya, ablasının mektuplarını az ilet-memişti ona. O da her seferinde az öpmemişti Berat’ı.Yavuklulardı. Öyle demişti ablası. Ama bu sefer Hasanabisinin gözleri her zamanki gibi ışıldamıyordu. Be-rat’tan tarafa bakmadı bile. Kaşlarının altında kapkarabir bulut vardı. Ceketinin cebinden çıkardığı silahı Be-rat’ın babasından yana yöneltmişti.

“Berivan’ımın yaşamadığı bu dünyada sana da yeryok Mahmut Emmi!” demişti Hasan. Sonra sofaya üç elsilah sesi yayılmıştı.

Berat’ın gözleri uzaklara kaydı. Mezarlığın dağadoğru ilerleyen en uç kısmına. Ablasının orada çok kork-tuğunu düşünürdü hep. Keşke o da babasının yanındayatabilseydi, hiç korkmazdı belki. Her mezarlığa geliş-lerinde, annesinin de göz ucuyla o tarafa baktığını his-sederdi. Hatta kendinden bile saklayarak kızına dualargönderdiğini görürdü, Berat. Annesi daha çok dua gön-dersin; ablasını, Allah affetsin diye görmezden gelirdi.

Bugün de görmezden geldi. Yüzünü köye döndü.Uzaktan evlerinin önünü görebiliyordu. Annesinin dua-sının bitmesi için sabırsızlandı. Komşu oğlu Aziz’le söz-leşmişlerdi. Beş bilyesine çelik çomak oynayacaklardı.Önceki gün oynadıklarında Berat yenilmişti ama busefer çok hırslıydı. Kız Aziz’e kaptırdığı renkli bilyele-rini geri alacaktı.

İyiden iyiye tepelerine gelen güneş boşlukta dalgadalga pırıltılar oluştururken gözleri acıdı. Babasının me-zarı etrafında dört beş kez traktör sesi çıkararak döndü.Birkaç ufak taşı alçaktan uçan serçelere fırlattı. Serçelercanhıraş kaçışırken o, babasından iki mezar uzaktaki de-desinin yanına gitti. Üzeri uçuşan çiçekle örtülüydü. On-larca beyaz top. Onlarca pamuk topları…

Gözleri yine ablasından yana kaydı. Onu toprakla öt-tüklerinde dedesinin üstündeki bu çiçekler yeni yeni aç-mışlardı. Mezarın üstü ayçiçeği tarlası gibi sapsarıydı.Öyle de severdi bu çiçeği, şimdiki haliyle de severdi. Birtane kopardı ama daha koparırken uçtu gitti topçuklar.Bir tane daha. Bir tane daha. Bir türlü beceremiyordu.Küçük elleri uçuşan çiçeği kırana kadar her bir tohuminceden esen yelin ardı sıra havada uçuşup yok oluyor-lardı. Kararlıydı. En az bir dal sağlam topçuk koparacakve ablasına doğru üfleyecekti.

Onu, komşu kızlarla konuşurken duyardı o zamanlar. “Hadi kız,” derlerdi birbirlerine, “dilek tut da üfle.” Üflerken gözleri ışıldardı ablasının. “Allah’ım, beni tez elden Hasan’ıma kavuştur.” Sonra sımsıkı yumardı gözlerini ve bütün gücüyle

üflerdi uçuşan otu. Topçuklar öyle hızla uçuşur gökyü-züne ulaşırlardı ki Berat, ablasının üfürüğünün sihirli ol-duğunu düşünürdü.

Yılmadı. Tekrar tekrar denedi. Her seferinde topçuğuuçmuş bir sap kalıyordu elinde. Annesi, “Hadi gidiyo-ruz, düş önüme” derken duymazdan geldi. Sonunda birtopçuğu bütün olarak koparmayı başardığında gözleriışıldadı. Yavaşça ablasının mezarına doğru döndü. Du-dağını tam topçuğun karşısına hizaladı ve dileğini fısıl-dadı.

“Allah’ım, ablama iyi bak. Hiç korkmasın.” Sonra gözlerini sımsıkı kapattı ve var gücüyle top-

çuğu üfledi. Kirpiklerini araladığında uçuşan çiçeğin her bir par-

çasının köye doğru uçtuğunu görünce yüzü asıldı, şevkikırıldı. Mezarda kalan diğer topçukların hepsini çoma-ğını sallayarak döktü. “Hadi oğlum, daha ahır kürene-cek, bir sürü işim var” diye söylenen anasının ardınadüşüp o da köye doğru yürüdü.

Bugün, Kız Aziz’e oyun vermek yoktu. Okuyup üf-leyecekti çomağı. Öyle bir sallayacaktı ki, çelik uçacakuçacak, taa mezarlığın en ötesindeki ablasının başucunakonacak ve ona yoldaşlık edecekti.