5
TDV - İSTANBUL MÜFTÜLÜĞÜ DERGİSİ SAYI: 15 • YIL: 2012 TÜRKİYE DİYANET VAKFI İSTANBUL ŞUBESİ ADINA İMTİYAZ SAHİBİ VE YAYIN YÖNETMENİ (SORUMLU) Doç. Dr. Rahmi YÂRAN YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ ve YAYIN KOORDİNATÖRÜ Kadriye AVCI ERDEMLİ EDİTÖR Abdullah Rüştü KİŞİ [email protected] YAYIN EKİBİ Abdülkerim YATĞIN Abdülkadir ÇİTİL Ayşegül DEMİRCAN Davut ÖZGÜL Dr. Emine ARSLAN Kerime CESUR Mehmet YÜKSEL Dr. Mustakim ARICI Sümeyra SAV ÖZKAN Şadiye ÇİMEN TASHİH Dr. Mustakim ARICI FOTOĞRAF Gezgin Kültür Dergisi Arşivi KAPAK Kâbil, kardeşi Hâbil’i öldürüyor Falnâme WEB www.dinvehayatdergisi.com [email protected] BASIM YERİ ve TARİHİ TDV Yay. Matbaası Ostim Örnek San. Sit. 1. Cd. No:11 Yenimahalle / ANKARA Tel: (0312) 354 91 31 ISSN: 1308-9595 DAĞITIM Osman SARIKÖSE TDV Yay. Mat. ve Tic. İşl. İstanbul 1.Şb. Klodfarer Cad. No:14/1 Divanyolu Fatih/İSTANBUL Tel: (0212) 518 46 04 • Faks: (0212) 518 83 07 Yayınlanan yazıların hukuki-bilimsel sorumluluğu yazarlara aittir. Kaynak gösterilmeden alıntı yapılamaz. EDİTÖRDEN Yaratılanların en şereflisi olan insan, yaratılış gâyesine muvâfık bir şekilde yaşadığı müddetçe “eşref-i mahlûkât ” vasfını korur. Ancak insan bazen bu vas- fına uygun olmayan fiilleri yaparak, bazen de hemcinsine hak etmediği fiilleri revâ görerek “esfel-i sâfilîn”e kadar düşebilir. Yunus Emre belki bu durumu dik- kate alarak “yaradılanı yaradandan ötürü sevmek” düsturunu kültürümüze nak- şetmiştir. Şeyh Gâlib belki de bu yüzden “hoşça bak zâtına kim zübde-i âlemsin sen/merdum-i dîde-i ekvân olan âdemsin sen” demiştir. Şiddet bu açıdan düşünüldüğünde yukarıda özetlenen İslâm’ın insan ta- nımına uygun bir davranış değildir. Aksine müslümanın şiddete karşı örnek bir tavrı olmalıdır. Bu da ahlâkın, “Allah’ın emrini yüceltmek ve yarattıklarına şef- katli olmak” şeklindeki temel ilkesini şiâr edinmekle mümkündür. Zira her işine “Rahmân ve Rahîm olan Allah’ın adı ile” başlayan bir dinin ve “âlemlere rahmet olarak” gönderilen bir peygamberin ümmetinin mensubu olan müslümandan şefkate ve merhamete muarız olan bir davranış sâdır olmamalıdır. Sayımız şid- detin anlaşılmasına bu manada bir katkı sağlamayı amaçlamaktadır. Şiddetin kavramsal çerçevesini çizen ve şiddeti İslam ahlâkı açısından de- ğerlendiren Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı’nın, konunun Kur’anî boyutunu açıklayan Prof. Dr. Abdurrahman Ateş ve Prof. Dr. Mehmet Okuyan’ın, sünnet boyutu- nu açıklayan Prof. Dr. İ. Hakkı Ünal ve Yrd. Doç. Dr. Huriye Martı’nın, şiddeti önlemede öfke kontrolünün önemine işaret eden Ayşenur Özkan’ın, şiddete çözüm yolu olarak din eğitimi faktörünü anlatan Yrd. Doç. Dr. Macid Yılmaz’ın makaleleri bu manada zihinlerinizde bir fikir oluşturacaktır. Şiddetin çeşitleri olarak; töre cinayetleri ve şiddet ilişkisini Doç. Dr. Maz- har Bağlı, aile içi şiddeti Prof. Dr. Aliye Mavili Aktaş, kadına yönelik şiddeti Yrd. Doç. Dr. Neylân Ziyalar ve Selin Yılmaz, şiddet ve çocuk meselesini Doç. Dr. Behiye Alyanak sizler için kaleme aldı. Şiddetin sosyal dinamiklerini ele alan Prof. Dr. Talip Küçükcan’ın, Bağım- lılık Şiddet ilişkisini açıklayan Prof. Dr. İlhan Yargıç’ın, Batı ile İslâm dünyasının arasındaki ilişkiyi sorgulayan Prof. Dr. Mümtaz’er Türköne’nin, Batıda müslü- man algısını anlatan Prof. Dr. Ayhan Kaya’nın makaleleri de ilginizi çekebilecek bazı başlıklarımız. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanımız Sayın Fatma Şahin’le bu sayımızda bir söyleşi gerçekleştirdik. Sayın Şahin’e, aile içi şiddeti, nedenlerini ve bu ko- nudaki kanunî yaptırımları açıklayan bu önemli söyleşiden dolayı teşekkür ediyoruz. Ayrıca İstanbul Emniyet Müdürlüğü Çocuk Şube Müdürü Sayın Dr. Murat Koçak Bey’e de şiddete maruz kalan ve şiddete sürüklenen çocukları konu edinen bir söyleşi yapmayı kabul ettiği için teşekkür ederiz. Hayatımızın her alanını saran şiddetin çözümü noktasında bir katkı sağla- ması ümidiyle sizleri yeni sayı ile baş başa bırakıyoruz. Emeği geçen herkese teşekkürler. Saygılarımla Abdullah Rüştü KİŞİ Görsel Konsept: Zencefil'm / Halit Ömer Camcı Sanat Yönetmeni: Ali Bıyıklı Tel: 0212 533 35 58 “O müttakîler ki bollukta da darlıkta da Allah yolunda harcarlar, kızdıklarında öfkelerini yutar, insanların kusurlarını affederler. Allah da böyle iyi davrananları sever.” Âl-i İmrân 3/134 ŞİDDET TDV - İstanbul Müftülüğü Dergisi Sayı: 15 • Yıl: 2012 Ücretsizdir

TÜRKİYE DİYANET VAKFI İSTANBUL ŞUBESİ ADINA İMTİYAZ …isamveri.org/pdfdrg/D03292/2012/2012_15/2012_15_ATESA.pdf · Yayınlanan yazıların hukuki-bilimsel sorumluluğu yazarlara

  • Upload
    others

  • View
    7

  • Download
    0

Embed Size (px)

Citation preview

Page 1: TÜRKİYE DİYANET VAKFI İSTANBUL ŞUBESİ ADINA İMTİYAZ …isamveri.org/pdfdrg/D03292/2012/2012_15/2012_15_ATESA.pdf · Yayınlanan yazıların hukuki-bilimsel sorumluluğu yazarlara

ŞUBA

T 20

12

2

TDV - İSTANBUL MÜFTÜLÜĞÜ DERGİSİ

SAYI: 15 • YIL: 2012

TÜRKİYE DİYANET VAKFI İSTANBUL ŞUBESİ ADINA İMTİYAZ SAHİBİ VE YAYIN

YÖNETMENİ(SORUMLU)

Doç. Dr. Rahmi YÂRAN

YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ veYAYIN KOORDİNATÖRÜKadriye AVCI ERDEMLİ

EDİTÖRAbdullah Rüştü KİŞİ

[email protected]

YAYIN EKİBİAbdülkerim YATĞIN

Abdülkadir ÇİTİLAyşegül DEMİRCAN

Davut ÖZGÜLDr. Emine ARSLAN

Kerime CESURMehmet YÜKSEL

Dr. Mustakim ARICISümeyra SAV ÖZKAN

Şadiye ÇİMEN

TASHİHDr. Mustakim ARICI

FOTOĞRAFGezgin Kültür Dergisi Arşivi

KAPAKKâbil, kardeşi Hâbil’i öldürüyor

Falnâme

WEBwww.dinvehayatdergisi.com

[email protected]

BASIM YERİ ve TARİHİTDV Yay. Matbaası

Ostim Örnek San. Sit. 1. Cd. No:11Yenimahalle / ANKARA

Tel: (0312) 354 91 31ISSN: 1308-9595

DAĞITIMOsman SARIKÖSE

TDV Yay. Mat. ve Tic. İşl. İstanbul 1.Şb.Klodfarer Cad. No:14/1 Divanyolu

Fatih/İSTANBULTel: (0212) 518 46 04 • Faks: (0212) 518 83 07

Yayınlanan yazıların hukuki-bilimselsorumluluğu yazarlara aittir.

Kaynak gösterilmeden alıntı yapılamaz.

EDİTÖRDEN

Yaratılanların en şereflisi olan insan, yaratılış gâyesine muvâfık bir şekilde yaşadığı müddetçe “eşref-i mahlûkât ” vasfını korur. Ancak insan bazen bu vas-fına uygun olmayan fiilleri yaparak, bazen de hemcinsine hak etmediği fiilleri revâ görerek “esfel-i sâfilîn”e kadar düşebilir. Yunus Emre belki bu durumu dik-kate alarak “yaradılanı yaradandan ötürü sevmek” düsturunu kültürümüze nak-şetmiştir. Şeyh Gâlib belki de bu yüzden “hoşça bak zâtına kim zübde-i âlemsin sen/merdum-i dîde-i ekvân olan âdemsin sen” demiştir.

Şiddet bu açıdan düşünüldüğünde yukarıda özetlenen İslâm’ın insan ta-nımına uygun bir davranış değildir. Aksine müslümanın şiddete karşı örnek bir tavrı olmalıdır. Bu da ahlâkın, “Allah’ın emrini yüceltmek ve yarattıklarına şef-katli olmak” şeklindeki temel ilkesini şiâr edinmekle mümkündür. Zira her işine “Rahmân ve Rahîm olan Allah’ın adı ile” başlayan bir dinin ve “âlemlere rahmet olarak” gönderilen bir peygamberin ümmetinin mensubu olan müslümandan şefkate ve merhamete muarız olan bir davranış sâdır olmamalıdır. Sayımız şid-detin anlaşılmasına bu manada bir katkı sağlamayı amaçlamaktadır.

Şiddetin kavramsal çerçevesini çizen ve şiddeti İslam ahlâkı açısından de-ğerlendiren Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı’nın, konunun Kur’anî boyutunu açıklayan Prof. Dr. Abdurrahman Ateş ve Prof. Dr. Mehmet Okuyan’ın, sünnet boyutu-nu açıklayan Prof. Dr. İ. Hakkı Ünal ve Yrd. Doç. Dr. Huriye Martı’nın, şiddeti önlemede öfke kontrolünün önemine işaret eden Ayşenur Özkan’ın, şiddete çözüm yolu olarak din eğitimi faktörünü anlatan Yrd. Doç. Dr. Macid Yılmaz’ın makaleleri bu manada zihinlerinizde bir fikir oluşturacaktır.

Şiddetin çeşitleri olarak; töre cinayetleri ve şiddet ilişkisini Doç. Dr. Maz-har Bağlı, aile içi şiddeti Prof. Dr. Aliye Mavili Aktaş, kadına yönelik şiddeti Yrd. Doç. Dr. Neylân Ziyalar ve Selin Yılmaz, şiddet ve çocuk meselesini Doç. Dr. Behiye Alyanak sizler için kaleme aldı.

Şiddetin sosyal dinamiklerini ele alan Prof. Dr. Talip Küçükcan’ın, Bağım-lılık Şiddet ilişkisini açıklayan Prof. Dr. İlhan Yargıç’ın, Batı ile İslâm dünyasının arasındaki ilişkiyi sorgulayan Prof. Dr. Mümtaz’er Türköne’nin, Batıda müslü-man algısını anlatan Prof. Dr. Ayhan Kaya’nın makaleleri de ilginizi çekebilecek bazı başlıklarımız.

Aile ve Sosyal Politikalar Bakanımız Sayın Fatma Şahin’le bu sayımızda bir söyleşi gerçekleştirdik. Sayın Şahin’e, aile içi şiddeti, nedenlerini ve bu ko-nudaki kanunî yaptırımları açıklayan bu önemli söyleşiden dolayı teşekkür ediyoruz. Ayrıca İstanbul Emniyet Müdürlüğü Çocuk Şube Müdürü Sayın Dr. Murat Koçak Bey’e de şiddete maruz kalan ve şiddete sürüklenen çocukları konu edinen bir söyleşi yapmayı kabul ettiği için teşekkür ederiz.

Hayatımızın her alanını saran şiddetin çözümü noktasında bir katkı sağla-ması ümidiyle sizleri yeni sayı ile baş başa bırakıyoruz.

Emeği geçen herkese teşekkürler.

SaygılarımlaAbdullah Rüştü KİŞİ

Görsel Konsept: Zencefil'm / Halit Ömer CamcıSanat Yönetmeni: Ali BıyıklıTel: 0212 533 35 58

Sayı15Yıl

2012

TDV - İstanbul Müftülüğü Dergisi

üslüman, elinden ve dilinden diğer Müslümanların zarar

görmediği kimsedir.” Hadis-i Şerif

M

“O müttakîler ki bollukta da darlıkta da Allah yolunda harcarlar, kızdıklarında öfkelerini yutar, insanların kusurlarını affederler. Allah da böyle iyi davrananları sever.” Âl-i İmrân 3/134

ŞİDDET

TDV - İstanbul Müftülüğü Dergisi Sayı: 15 • Yıl: 2012

Ücretsizdir

Page 2: TÜRKİYE DİYANET VAKFI İSTANBUL ŞUBESİ ADINA İMTİYAZ …isamveri.org/pdfdrg/D03292/2012/2012_15/2012_15_ATESA.pdf · Yayınlanan yazıların hukuki-bilimsel sorumluluğu yazarlara

ŞUBA

T 20

12

28

ŞİDDET EYLEMLERİNE REFERANS GÖSTERİLEN BAZI ÂYETLERİN

TAHLİLİ

Abdurrahman ATEŞ*

* Doç. Dr., İnönü Üniversitesi İlahiyat Fakültesi

Aslına uygun olarak istinsah eden: Ali Hüsrevoğlu

Peygamberimizin Herakliyus’a MektubuRahman, Rahim Allah adıyla. Allah’ın kulu ve Rasûlü Muhammed’den Rumların büyüğü Herakliyus’a. Selam doğru yola girene olsun. Seni İslâm’a çağırıyorum. İslâm’a gir, selâmette kal. Allah da sana ecrini iki kat versin. Eğer bu çağrımdan yüz çevirecek olursan bütün rençberlerin günahı da senin boynuna olsun. “De ki: Ey kitap ehli! Bizimle sizin aranızda ortak bir söze gelin: Yalnız Allah’a ibadet edelim. O’na hiçbir şeyi ortak koşmayalım.

Allah’ı bırakıp da kimimiz kimimizi ilah edinmesin. Eğer onlar yine yüz çevirirlerse, deyin ki: Şahit olun, biz Müslümanlarız.” Âl-i İmrân, 3/64

ŞUBA

T 20

12

28

Page 3: TÜRKİYE DİYANET VAKFI İSTANBUL ŞUBESİ ADINA İMTİYAZ …isamveri.org/pdfdrg/D03292/2012/2012_15/2012_15_ATESA.pdf · Yayınlanan yazıların hukuki-bilimsel sorumluluğu yazarlara

ŞUBA

T 20

12

29

Kur’an’da, sadece İslâm’a ve müslümanlara yönelik saldırıların1 veya özgür bir ortamın oluşmasını engelleyen baskıların2 olması durumunda savaşın meşru kılındığı ger-çeğini dikkate aldığımızda, savaşın amaçları arasında İslâm’a davet veya insanları İslâmlaştırma gibi bir hususun bulun-madığını açıkça ifade edebiliriz. Ancak, bulundukları bağ-lam dikkate alınmadığı takdirde bazı âyetlerin buna tama-men zıt bir anlayış için referans olarak alınabileceğini de be-lirtmeliyiz. İşte bu makalemizde, İslâm’ın şiddet yanlısı bir din olduğu anlayışında olanların her fırsatta öne çıkardıkları bazı âyetleri incelemeye çalışacağız.

İlk bakışta İslâm’ın savaştan yana bir din olduğu iz-lenimini veren, Goldziher gibi bazı oryantalistlerin, Hz. Peygamber’in Medine döneminde yaptığı savaşlar ile İslâm’ın “kılıç kullanmaktan” çok sözlü tebliği öncelediği iddi-alarının birbiriyle çeliştiğine veya örtüşmediğine dair bir da-yanak olarak ileri sürdüğü3 şu âyet, İslâm’ın savaş anlayışına yönelik eleştirilerde en çok kullanılan âyetlerin başında gel-mektedir: “Haram aylar çıkınca (Allah’a) ortak koşanları nere-de bulursanız öldürün; onları yakalayın, hapsedin ve her gözet-leme yerinde oturup onları bekleyin. Eğer tevbe ederler, nama-zı kılarlar, zekatı verirlerse, yollarını serbest bırakın. Çünkü Allah bağışlayandır, esirgeyendir.” 4

Yine müslüman olmayanların İslâm’a girmeye, namaz kılmaya ve zekat vermeye zorlandıkları izlenimini veren şu âyet de aynı çerçevede değerlendirilebilir: “Eğer tevbe eder-ler, namazı kılarlar ve zekatı verirlerse, dinde sizin kardeşleri-nizdirler. Biz, bilen bir kavme âyetleri böyle uzun uzun açıklıyo-ruz.”5 Bu iki âyet, Tevbe sûresinin başından 15. âyete kadar devam eden bir konu bağlamında gelmiştir. Bu bölümün (özellikle 4, 7, 12 ve 13. âyetler), müslümanlarla anlaşma ya-pan, ancak ihanet etme ve anlaşmayı bozma niyeti taşıdık-ları için müslümanlara karşı kendilerini sorumlu hissetme-yen, daha sonra da antlaşmanın şartlarına uymayarak müs-lümanlara saldırma konusunda daha erken davranan kimse-ler hakkında inmiş olduğu bilinmektedir ve bu açıkça görül-mektedir.6 Kaldı ki antlaşmayı bozan kimselere sert davranıl-ması, kayıtsız-şartsız teslim olmalarından ve müslümanlarla kardeş olmaları için İslâm’a girmelerinden başka bir seçene-ğin kabul edilmemesinde de garipse-necek bir durum yoktur. Çünkü onlar, ancak bu şekilde anlaşmayı bozma-yacakları ve ihanet etmeyecekleri ga-rantisini vermiş olurlar. Bu ise amaç ve ilke olarak kuvvet kullanmak suretiyle İslâm’a girmeye zorlanmaları anlamına

gelmez.7 Burada Kur’an’ın, müslümanlara ilişmeyen, onlara saldırmayan ve barış içinde yaşamak isteyenlere saldırmayı yasakladığını da8 göz önünde bulundurduğumuz takdirde, konu daha iyi anlaşılmış olacaktır.

“Kendilerine kitap verilenlerden Allah’a ve âhiret gü-nüne inanmayan, Allah’ın ve elçisinin haram kıldığını haram saymayan ve gerçek dini din edinmeyen kimselerle, küçü-lüp boyun eğerek elleriyle cizye verecekleri zamana kadar savaşın!”9 meâlindeki âyet de, savaşın, İslâm’a davet ve in-sanları İslâmlaştırma amacıyla öngörüldüğü izlenimini ver-mektedir. Oysa âyette kendilerine kitap verilenlerin tama-mını değil de bazısını ifade eden “min” edatının bulunma-sı, kendileriyle savaşılacak kimselerin, âyette özellikleri belir-tilen özel bir grup olduğunu gösterir. Yoksa müslüman ol-mamak, peygambere inanmamak, Yahudilik ve Hıristiyanlık üzere kalmak, âyetin savaş nedeni olarak gördüğü özellik-ler değildir. Bu ifadeyle, Ehl-i kitap’dan olup haddi aşan, düş-manlık yapan, Allah’tan ve âhiret gününden korkmayan, Al-lah ve Resûlünün haram kıldığını helal sayanlar ve hakkı ka-bul etmeyenlerin kastedilmiş olması da muhtemeldir. Bu âyetten sonra gelen “Allah’ın nurunu ağızlarıyla söndürmek istiyorlar. Hâlbuki, kâfirler hoşlanmasa da Allah, mutlaka nu-runu tamamlamak ister”10 ve “Ey inananlar! Hahamlardan ve rahiplerden birçoğu insanların mallarını haksızlıkla yerler ve (insanları) Allah yolundan çevirirler”11 meâlindeki âyetler de bu söylediklerimizi destekler mahiyettedir.12 Yani Allah’ın nurunu/dinini yok etmeye çalışanlardan ve Allah yolundan alıkoyan rahipler ve hahamlardan söz edildiği bir bağlamda Ehl-i kitap’la savaş emredilmektedir.

Bunların yanısıra, Ehl-i kitap’la savaşı emreden bu âyetin indiği sıralarda Hz. Peygamber’in Rumlarla savaşmak üzere Tebük’e doğru yürümesi13 ve Tebük savaşı ile ilgili bazı hususların 42. âyetten itibaren anlatılması da bu iddiamı-zın başka bir delilidir. Tebük savaşının sebebi ise, Rumların kralı Hirakl’ın, kendisine yardımcı olacak Arapları da yanına alarak Medine’ye saldırı hazırlığında oldukları haberinin Hz. Peygamber’e ulaşmasıdır.14 Dolayısıyla, Ehl-i kitap’la savaş-ma emrinin asıl nedeninin, saldırıyı püskürtmek, karşılık ver-mek, İslâm’a davet hürriyetini temin etmek ve bu konudaki

engelleri ortadan kaldırmak olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Kaldı ki Ehl-i kitap’a karşı mutlaka savaşılması em-redilmiş olsaydı, o zaman müslüman-ların Ehl-i kitap’la cizye verinceye ka-dar savaşması kaçınılmaz olurdu. Oysa Hz. Peygamber ve raşid halifeler döne-

Ehl-i kitap’la savaşmaemrinin asıl nedeninin, saldırıyı

püskürtmek, karşılık vermek, İslâm’a davet hürriyetini temin

etmek ve bu konudaki engelleri ortadan kaldırmak olduğunu

rahatlıkla söyleyebiliriz.

ŞUBA

T 20

12

29

Page 4: TÜRKİYE DİYANET VAKFI İSTANBUL ŞUBESİ ADINA İMTİYAZ …isamveri.org/pdfdrg/D03292/2012/2012_15/2012_15_ATESA.pdf · Yayınlanan yazıların hukuki-bilimsel sorumluluğu yazarlara

ŞUBA

T 20

12

30

ŞUBA

T 20

12

30

minde, hatta daha sonraki dönemler-de bile böyle durum söz konusu olma-mış15; bilakis Kur’an, manastırların, ki-liselerin, havraların ve mescidlerin yı-kılmasına meydan vermemek üzere Allah’ın, bazı insanları bazılarıyla savdı-ğını16 ve Ehl-i kitap’la mücâdele biçimi-nin de, onlarla müslümanlar arasında-ki ortak noktalara çağrı olduğunu ha-ber vermiş17; Hz. Peygamber de, kendi kiliselerinde/mabedlerinde ibadete çekilip savaşa katılma-yan din adamlarının öldürülmesini yasaklamıştır.18

İslâm’ın savaş anlayışına yönelik eleştirilere konu olan başka bir husus da, bu âyette sözkonusu edilen “cizye” me-selesidir. Gayr-i müslimlerin cizye vermekle mükellef tutul-malarından hareketle, onlara inanç özgürlüğü tanınmadığı şeklindeki düşüncelerin nedeni, kanaatimizce cizyedeki te-mel esprinin doğru anlaşılmamasıdır. Kur’an’da sadece Tev-be sûresi 29. âyette geçen cizye kelimesi, “karşılık, bedel, bir şeyin başka bir şeyin yerine geçmesi” demektir.19 Dolayısıy-la cizye, gayr-i müslimlerden, İslâm ülkesinde oturmaları-na veya cihada katılmamalarına karşılık alınan bir vergi tü-rüdür.20 Nitekim âyetin bağlamından da anlaşıldığı gibi –ki “cizye verinceye kadar savaşın!” buyurulmuş- cizye, savaşa-bilenlerden alınır.21 Çünkü âyette savaş(a)mayanlarla savaş-manın emredilmiş olması imkansızdır.22 Böylece kendilerin-den cizye alınması gerekenlerin, savaşta aktif rol alabilecek kimseler olduğu anlaşılmaktadır.

Aslında cizyenin doğru anlaşılabilmesi için Müslüman toplumun siyasal yapısının da dikkate alınması ve konunun buna göre değerlendirilmesi gerekmektedir. Kur’an, daha önce de belirttiğimiz gibi, hem barış hem savaş zamanla-rında müslümanların başkalarıyla ilişkilerini belirlemiş; ay-rıca onların hayatlarını, dinî özgürlüklerini veya siyasal gü-venliklerini tehdit eden her türlü saldırıya karşı, müslüman-lara savaş yükümlülüğü getirmiştir. Sözünü ettiğimiz savaş, dinî bir yükümlülük olduğuna göre, İslâmî dünya görüşünü onaylamayan gayr-i müslim uyrukların benzer bir yükümlü-lük altına sokulmaları haklı bir uygulama olmazdı. Ama di-ğer taraftan onların vatandaşlık haklarının, din ve vicdan öz-gürlüklerinin de bütün kapsamıyla tam bir koruma ve gü-venlik altında tutulması gerekmektedir.23 Kendi güvenlik-lerini sağlamak amacıyla gerektiğinde canlarını ve malları-nı ortaya koyarak savaşan her müslüman, aynı zamanda on-ların bu özgürlük ve güvenlikleri için de savaşmış olmakta, bu durumda da müslümanların aleyhine dengesiz bir uygu-

lama ortaya çıkmaktadır. Çünkü her-kesin güvenliğinin tehlikede olduğu bir ortamda sadece bir kesimi güven-liği sağlamada yükümlü tutarken, di-ğer kesimi bundan muaf tutmak, açık-ça eşit olmayan bir görev dağılımıdır.

İşte müslüman tebayı, vatandaş-lık yükümlülüklerinin bu eşit olmayan dağılımı sebebiyle bir dereceye kadar tazmin edip dengelemek amacıyla

gayr-i müslim tebaaya özel bir vergi yüklenmiştir. Bu itibar-la cizye, ne eksik ne fazla, askerî hizmetten muafiyet vergisi-dir ve İslâmî yönetimin bu durumdaki uyruklarıyla akdetti-ği “koruma sözleşmesi”nin (zimmet) hukûkî bedeli ya da kar-şılığıdır.24 İslâm, bir tür vergi olan zekâtın verilmesini müs-lümanlar için bir yükümlülük olarak belirlediği halde, gayr-i müslim uyrukları bundan muaf tutmuştur. Çünkü zekât bir ibadettir. İslâm’ın bütün fertlere temin ettiği inanç hürriye-ti, Müslümanlara emredilen bir ibadet olan zekat ile gayr-i müslim olan zımmîleri mükellef tutmaya mani olmaktadır. Bu umumî prensibe riâyet etmek için yönetim onlardan al-dığı vergiyi “zekat” adı altında değil, “cizye” adı altında alır.25 Bu itibarla İslâmî yönetim altında olan gayr-i müslimler için, “cizye vermemek için müslüman olmuşlardır” şeklinde bir iddianın da mantıklı olmayacağını düşünüyoruz. Çünkü ciz-yeden kurtulmak için müslüman olacak bir kimse, cizyeden hiç de aşağı olmayan zekâtı vermek zorunda kalacağı gibi, müslümanlara yönelik meydana gelebilecek saldırılara kar-şılık vermek üzere fiilen savaşa katılmak şeklindeki zor bir görevi de yapmakla karşılaşacaktır.

Savaş sebebinin salt küfür olduğuna ilişkin referans gösterilen başka bir âyet de şudur: “İnkâr edenlerle (savaş-ta) karşılaştığınız zaman boyunlarını vurun. Nihâyet onları iyi-ce vurup sindirince bağı sıkıca bağlayın (onları esir alın). On-dan sonra artık ya lütfen bırakır veya karşılığında fidye alırsı-nız. Harb ağırlıklarını bırakıncaya (savaş sona erinceye)kadar (böyle yaparsınız). Allah dileseydi (kendisi) onlardan intikam alırdı…”26 Burada da savaşılması, boyunlarının vurulması emredilen kâfirler, hem inkâr eden, hem de müslümanla-ra saldıran, Allah yoluna engel olan kâfirlerdir. Aynı sûrenin ilk âyetinde geçen “…inkâr edip Allah yoluna engel olanlar…” ifadesi bunu göstermektedir.27 Sonra, “…Allah dileseydi (ken-disi) onlardan intikam alırdı…” cümlesi de bu anlamı pekiştir-mektedir. Çünkü intikam almak demek, aynısıyla karşı koya-rak saldırıyı geri püskürtmektir. Bu da sadece, kâfir olanlarla savaşılması gerektiğini değil, saldırganlarla savaşılması ge-

Cizye, ne eksik ne fazla, askerî hizmetten muafiyet vergisidir ve İslâmî yönetimin bu durumdaki uyruklarıyla akdettiği “koruma

sözleşmesi”nin (zimmet) hukûkî bedeli ya da karşılığıdır. İslâm, bir tür vergi olan zekâtın verilmesini müslümanlar için bir yükümlülük

olarak belirlediği halde, gayr-i müslim uyrukları bundan muaf

tutmuştur. Çünkü zekât bir ibadettir.

ŞUBA

T 20

12

30

Page 5: TÜRKİYE DİYANET VAKFI İSTANBUL ŞUBESİ ADINA İMTİYAZ …isamveri.org/pdfdrg/D03292/2012/2012_15/2012_15_ATESA.pdf · Yayınlanan yazıların hukuki-bilimsel sorumluluğu yazarlara

ŞUBA

T 20

12

31

rektiğini göstermektedir.28 Elbette kâfirler, müslümanların sosyal ve politik özgürlüklerini ellerinden almaya çalıştıkla-rı ve imanlarının öngördüğü ilkeler doğrultusunda yaşama-larını imkânsızlaştırdıkları zaman, âdil bir savaş câiz ve hat-ta gerekli hale gelir. Dolayısıyla bu âyetin tamamı, fiilen baş-layan ve devam eden savaşla ilgilidir.29 Yoksa savaşın hangi nedenlerle ve kimlerle yapılacağıyla ilgili değildir.

Bir taraftan, “Eğer onlar barışa yanaşırlarsa sen de ona yanaş ve Allah’a dayan, çünkü o işitendir, bilendir”30 âyetiyle barışı ön plana çıkaran Kur’an’ın, diğer taraftan da barışa ya-naşmayı yasakladığı, hatta Goldziher’in ifadesiyle “barış için hiç bir tercih hakkı tanımadığı”31 iddialarının dayanağı ola-rak öne sürülen şu âyetin üzerinde de duralım: “Siz gâlip durumda iken gevşeyip barış istemeyin. Allah sizinle bera-berdir, o sizin amellerinizi zayi etmeyecektir:”32 Âyetin bağ-lamına dikkat edecek olursak, önceki âyetlerde Allah’ın, ci-had edenleri ve sabredenleri ortaya çıkarmak üzere mümin-leri bir denemeden geçireceğini, Allah yoluna engel olanla-rın ve Peygamber’e eziyet edenlerin Allah’a hiç bir zarar ve-remeyeceklerini ve aff edilmeyeceklerini açıklamış33, daha sonra bu özellikteki kâfirlere karşı gevşememelerini ve ba-rışa yanaşmamalarını istemiştir. Görüldüğü gibi âyetin akı-şı, barışa çağrıyı ve ona cevap vermeyi yasaklama konusun-da değil, engel olan ve zorluk çıkaran kâfirler hakkındadır.34 Dolayısıyla bu ilâhî emrin maksadı, müslümanların hiçbir za-man barış sözü etmemeleri demek değildir. Bilakis burada anlatılmak istenen şey, müslümanların zayıf, düşmanlarının kuvvetli olduğu anlamını veren bir barışa taraftar olmanın doğru olmadığı düşüncesidir.35

Kur’an’ın savaş anlayışına yönelik eleştirilere konu ola-bilecek bu âyetlerden başka, Kur’an’ın savaş nedeni ve ama-cı ile ilgili âyetlere ters düştüğü izlenimini veren bir hadisin de açıklığa kavuşturulması gerekmektedir. Küçük nüanslar-la farklı kaynaklarda geçen hadiste Hz. Peygamber şöyle bu-yurmaktadır: “Allah’tan başka ilah olmadığına, Muhammed’in Allah’ın elçisi olduğuna şehadet edinceye, namazı kılıncaya ve zekatı verinceye kadar insanlarla savaşmakla emrolundum. Eğer bunu yerine getirirlerse, kanlarını ve mallarını benden korumuş olurlar; ancak İslâm’ın hakkı olarak yapılması gere-kenler bunun dışındadır. (Kalplerinde gizlediklerinin) hesabı ise Allah’a aittir.”36 Gerçekten bu hadisin öngördüğü savaş amacı ile buraya kadar üzerinde durduğumuz âyetlerden çıkardığımız savaş amacı birbiriyle çelişiyor gibi görünüyor. Çünkü Kur’an, her müşrik veya Ehl-i kitap ile savaşmayı em-retmemekte, hatta din konusunda müslümanlarla savaşma-dıkları ve onları yurtlarından çıkarmadıkları veya çıkarmaya

yardımcı olmadıkları sürece kendilerine iyi davranmalarını yasaklamamakta; kâfirlerle anlaşma yapılabileceğini, bu du-rumda da onlarla savaşılamayacağını bildirmekte; onlardan, ahdine ve yaptıkları anlaşmalara bağlı kalanlara karşı vefa-lı ve dürüst davranılmasını emretmektedir.37 Bu durumda söz konusu hadisle Hz. Peygamber’in, Kur’an’la, kendisiyle ve kendi dönemindeki uygulamalarla çelişmiş olduğunu söylemek imkânsızdır. Dolayısıyla, olsa olsa Hz. Peygam-ber, Kur’anî ilkelerin gereği olarak savaşmayı hak edenlerle, “Allah’tan başka ilah olmadığını….” kabul edip kanlarını ko-ruyuncaya veya boyun eğinceye, ya da anlaşma yapıncaya kadar savaşmakla emrolunduğunu söylemek istemiştir.38 Nitekim aynı sözleri söyledikten sonra Hz. Peygamber’in, “öğüt ver, çünkü sen ancak öğüt verensin, onların üzerinde zorlayıcı değilsin”39 meâlindeki âyetleri okumuş olduğu da rivâyet edilmektedir.40 Bu son rivâyet de hem savaş emrinin bütün inançsız zümrelere yönelik olmadığını ve kimsenin de İslâm’ı kabul etmeye zorlanamayacağını; hem de Hz. Peygamber’in kendi uygulamasının böyle olduğunu açıkça göstermektedir.

1. Bakara, 2/190-191; Nisâ, 4/75; Tevbe 9/36; Mümtehine, 60/8-9.2. Bakara, 2/193; Enfal, 8/39.3. Ignaz, Goldziher, el-Akîde ve’ş-Şerîa fi’l-İslam, çev. M. Yusuf, Mûsâ Abdulaziz Abdulhak, Ali Hasan Abdulkadir, Beyrut 1946, s. 27.4. Tevbe, 9/5.5. Tevbe, 9/11.6. İzzet Derveze, Düstûru’l-Kur’ân, Mısır 1966 I, 407-408; Derveze, Allah Yolunda Cihad, çev. Ali Aslan, İstanbul 1998, s. 85.7. Derveze, Düstûru’l-Kur’ân, I, 409; Derveze, Allah Yolunda Cihad, s. 87.8. Nisâ, 4/90.9. Tevbe 9/29.10. Tevbe, 9/32.11. Tevbe, 9/34.12. Derveze, Düstûru’l-Kur’ân, Mısır 1966, I, 400-401; Derveze, Allah Yolunda Cihad, s. 76.13. İbn Atiyye, el-Muharreru’l-veciz, Beyrut 1993, III, 21.14. İbnu’l-Esîr, el-Kâmil fi’t-târîh, Beyrut 1995, II, 277. 15. Derveze, Düstûru’l-Kur’ân, I, 402; Derveze, Allah Yolunda Cihad, s. 78.16. Hac, 22/40.17. Âl-i İmrân, 3/64-66; Ankebût, 29/46.18. Muvatta, “Cihâd”, 10.19. İbn Faris, Mu’cemu mekâyisi’l-lüğa, Beyrut tsz., I, 455; Râgıb el-Isfahanî, el-Müfredât fi gârib’l-Kur’ân, Beyrut tsz., s. 93.20. Kurtûbî, el-Câmi’ li ahkâmi’l-Kur’ân, Beyrut 1993, VIII, 48; İbn Kudâme, el-Muğnî, Mısır tsz., VIII, 495; Mahzencî, el-Adl ve’t-tesâmühü’l-

İslâmî, Da’vetü’l-Hak, 1987, s. 37. 21. Kurtûbî, VIII, 47; Cessâs, Ahkâmü’l- Kur'ân, Beyrut 1993, III, 142.22. Cessas, III, 142. 23. Muhammed Esed, Kur’ân Mesajı, çev. C. Koytak-A. Ertürk, İstanbul 1997, s. 355, Tevbe 43. not.24. Esed, s. 355-356, Tevbe 43. not.25. Seyyid Kutub, Cihan Sulhu, çev. Bekir Sadak, İstanbul tsz., s. 168-169.26. Muhammed, 47/4.27. Süleyman Ateş, Yüce Kur’an’ın Çağdaş Tefsiri, İstanbul 1997, VIII, 413; Derveze, et-Tefsîru’l-hadîs, çev. heyet, İstanbul 1997, VI, 259.28. Derveze, Tefsir, VI, 259.29. Esed, a.g.e., s. 1036, Muhammed 4. not.30. Enfâl, 8/61.31. Goldziher, el-Akîde ve’ş-şerîa fi’l-İslâm, s. 27-28.32. Muhammed, 47/35.33. Muhammed, 47/31-34.34. Derveze, Allah Yolunda Cihad, s. 143.35. Mevdûdî, Tefhîmu’l-Kur’ân, M. Han Kayânî, Y. Karaca ve diğerleri, İstanbul 1986, V, 365; Derveze, Allah Yolunda Cihad, s. 143. 36. Buhârî, “İmân”, 17, “Zekât” 1, “Cihâd” 95; Müslim, “İmân”, 36; Tirmizî, “İmân” 1, 2; Nesâî, “Zekât”, 3, “İmân”, 15, “Cihâd”, 1; İbn Mâce, “Mukaddi-

me”, 9, “Fiten”, 1; Dârimî, “Siyer”, 10.37. Bakara, 2/190-194; Nisâ, 4/89-90, 94; Enfâl, 8/61; Tevbe 9/4-13; Hac, 22/39-40; Mümtehine, 60/1, 8-9.38. Derveze, Düstûru’l-Kur’ân, I, 411; Derveze, Allah Yolunda Cihad, s. 91.39. Gâşiye, 88/21-22.40. Tirmizî, “Tefsir”, 78.

D İ P N O T L A R

ŞUBA

T 20

12

31