Upload
others
View
6
Download
0
Embed Size (px)
Citation preview
Turkish Studies - International Periodical For The Languages, Literature and History of Turkish or Turkic Volume 7/3, Summer 2012, p. 1993-2011, ANKARA-TURKEY
ZAMAN VE MEKÂN BAĞLAMINDA KARŞILAŞTIRMALI BİR ÇALIŞMA: MAKYAVEL‟İN “PRENS”İ VE KINALIZÂDE‟NİN
“AHLÂK-I ALÂİ”Sİ
Ramazan ÖZDEMİR*
ÖZET
Hemen hemen aynı dönemlerde yaşamış olan Kınalızâde Ali
Efendi (ö. 1572) ve Nicolo Makyavel (ö. 1527), ait oldukları medeniyetler açısından çok önemli yerler işgal etmektedir. Kınalızâde 16. yüzyılda
kudretinin doruğunda olan Osmanlı devletinin temsilcisiyken, Makyavel
aynı yüzyılda istikrarsız ve bölünmüş bir siyasi yapı olan İtalya‟nın
temsilcisidir. Yaklaşık olarak aynı zaman diliminde birbirinden son
derece farklı coğrafyalarda yaşamış olan bu iki âlim doğal olarak kendi ülkelerinin sorunlarına çare aramışlardır. Bununla birlikte ikisinin de
amacı aynıdır ve memleketlerini daha iyi bir duruma getirmeye
çalışmaktadır. İkisi de çağının çocuğudur ve içinde yaşadıkları
toplumun şartlarında düşünmektedir. Tabii, düzen ve istikrarın hüküm
sürdüğü Osmanlı mülkünde yaşayan Kınalızâde ile kargaşanın ve siyasi
ahlâksızlığın egemen olduğu İtalya‟da yaşayan Makyavel‟in hükümdarlara sunduğu reçeteler çok farklı olacaktır. Kınalızâde, kendi
ülkesinde düzen zaten tesis edildiği için onun ötesine geçmiş ve erdemi
arayabilmiştir. Makyavel içinse düzenin olmadığı bir yerde erdemden
bahsetmek abesle iştigaldir. Bu iki düşünürün ahlâk anlayışı üzerinden
yatay bir mukayese yapmak dönemi daha anlaşılır kılacaktır. İçine
doğduğu, dünya düzeni kurma iddiasındaki Osmanlı‟nın sorularına cevap arayan, politika ile etikin amacını aynı gören kadimin temsilcisi
Kınalızâde‟nin „Ahlâk-ı Âlâî‟ isimli eseri ile; içine doğduğu, parça parça
devletlerden oluşan İtalya‟nın sorularına cevap arayan, politika-etik
ayrımı yapan, kendisinden sonraki devletlere de bu noktada örnek
teşkil eden Makyavel‟in „Prens‟ isimli eserinin karşılaştırması, aynı zamanda bir medeniyet karşılaştırması olacaktır. İki düşünürün ahlâk
anlayışı arasındaki fark, sahip oldukları dünya tasavvurunun birer
yansımasıdır.
Anahtar Kelimeler: Kınalızade, Makyavel, ahlak, politika,
medeniyet.
* Okt. Fatih Üniversitesi, Uluslararası ĠliĢkiler, El-mek: [email protected], [email protected]
1994 Ramazan ÖZDEMİR
Turkish Studies International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic
Volume 7/3, Summer, 2012
A COMPARATIVE STUDY IN TERMS OF TIME AND SPACE: MACHIAVELLI‟S „THE PRINCE‟ AND KINALIZADE‟S „AHLÂK-I
ÂLÂÎ‟
ABSTRACT
Kınalızâde Ali Efendi (died in 1572) and Nicolo Machiavelli (died in
1527), who lived in almost the same period, occupied important places
with regards to the civilizations to which they belonged. While
Kınalızâde represents an Ottoman State that was at the zenith of its power at the end of the 16th century, Machiavelli represents Italy that
was at the time an unstable and divided political structure. These two
scholars who lived roughly around the same time in quite different
geographies, naturally, sought to remedy the problems of their own
countries. Nonetheless, they both had the same target in mind; carrying their homelands to greater heights. Both being the children of their
time, they were involved in ways of thinking in line with the
circumstances of their societies. As a natural consequence of the
realities they were in, the prescriptions they were to present to the
rulers of their homelands would vary to a great extent given that
Kınalızâde was living in Ottoman soil where the prevailing atmosphere was that of order and stability, while Machiavelli was living in an Italy
riddled with chaos and political immorality. Kınalızâde was able to
search for virtues by capitalizing on the fact that his country had
already established a well working order. However, according to
Machiavelli, it would be a mere waste of time to speak of virtues in a place with no established order. A parallel comparison of the moral
sentiments of these philosophers would make the period more
understandable. The comparison between “Ahlâk-ı Âlâî” of Kınalızâde
and “The Prince” of Machiavelli will be a comparison of civilizations
because Kınalızâde was a representative of the ancient that made no
distinction between politics and ethics and he sought answers to the problems of the Ottoman Empire into which he was born and which
had the claim of establishing a world order; whereas Machiavelli sought
answers to the problems of his homeland Italy, which was made up of
minor states and which distinguished between politics and ethics. The
difference between the moral sentiment of these philosophers is a reflection of the concept of world that they have.
Key Words: Kınalızade, Machiavelli, moral, politics, civilization.
Kınalızâde (ö. 1572) ve Makyavel (ö. 1527) ait oldukları medeniyetleri temsil eden iki
önemli düĢünürdür ve onların ahlâk anlayıĢları da içinde yaĢadıkları dönemi yansıtmaktadır.
Kınalızâde, dünya düzeni kurma iddiasındaki Osmanlı‟nın sorularına cevap aramakta ve politika ile
etikin amacını aynı görmekteyken, Makyavel parça parça devletlerden oluĢan Ġtalya‟nın sorularına
cevap aramakta ve politika-etik ayrımı yapmaktadır.
Kınalızâde gerek referanslarının zenginliği gerekse takipçisi olduğu ahlâk geleneği
bakımından kadimin temsilcisi iken, Makyavel modern batı düĢüncesinin ve siyaset geleneğinin
öncüsü kabul edilmektedir. Osmanlı, siyasetten devlet teĢkilatına, din anlayıĢından ilim ve eğitim
zihniyetine kadar pek çok alanda daha önce kurulan Türk ve Ġslam devletlerinin mirasını
Zaman ve Mekân Bağlamında Karşılaştırmalı Bir Çalışma: Makyavel’in “Prens”i ve Kınalızâde’nin “Ahlâk-ı Alâi”si 1995
Turkish Studies International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic
Volume 7/3, Summer, 2012
devralmıĢtır. Ancak hâkim olunan bölgenin tarihi ve kültürel geçmiĢi dikkate alındığında, mirasçısı
olunan gelenek sadece Türk-Ġslam geleneğiyle sınırlı tutulamaz. Dolayısıyla, Osmanlı devlet,
cemiyet ve siyaset anlayıĢını değerlendirirken, Ġslam siyasi geleneğini, eski Orta Asya Türk-Moğol
geleneklerini, geniĢ bir literatür ortaya koymuĢ bulunan Hint-Ġran geleneklerini, eski Yunan siyaset
felsefesini ve Bizans geleneğini de göz önünde bulundurmak gerekmektedir. Makyavel ile
Kınalızâde‟yi Ahmet Davutoğlu Ģöyle karĢılaĢtırmaktadır:
“Makyavel‟in Prens’inde tarihi referanslar hemen hemen tümüyle Roma ve
Kilise tarihiyle sınırlıdır. Roma imparatorluğu gibi kadim kültürleri kendi
atmosferinde barındırmıĢ bir geleneğin merkezinde bulunmak dahi Makyavel‟in
düĢünce ve siyaset referanslarını Roma öncesine ve ötesine taĢıyamamıĢtır.
Kınalızâde‟nin Ahlâk -ı Alâi‟sinde ise kadim Mezopotamya‟dan Ġran geleneğine,
Ġbrahimi gelenekten Yunan‟a kadar son derece kapsayıcı ve içselleĢtirici bir referans
zenginliği vardır. Bugünkü yaklaĢımın aksine, Kınalızâde için mesela Eflatun ve
Aristo Avrupa‟ya ait olmadığı gibi, kadim kültürün önemli kaynakları olarak
Osmanlı‟nın tabii tarihi referansları arasında yer almaktadır.”1
Çünkü Kınalızâde, dünya tarihini ve varlığı bir bütün olarak değerlendirmekte, o bütün
içindeki aktörleri farklı hedefler uğruna mücadele eden değil, aynı “ortak iyi” için çalıĢan kiĢiler
olarak görmektedir. Kınalızâde‟ye göre ahlâk ilminin ve içerdiği konuların bütün insanları
ilgilendirmesi, varlığı yahut yaĢamı anlamlandırmak ve mutlu olmak için herkesin bu ilmi bilme
zorunluluğu âlimleri ahlâk ilmi ile ilgili kitaplar yazmaya itmiĢtir. Bu konuda yazılan bütün kitaplar
da insanlığın iyiliğine hizmet ettiği için bütün insanlığın mülkiyetinde, bu kitapların yazarları da
yine insanlığın hizmetindedir. Dolayısıyla Eflatun veya Aristo veya herhangi bir düĢünür, herhangi
bir coğrafyaya ait olamaz. Bütün bunlar, Osmanlı da insanlığın hizmetinde olduğu ve kadim
kültürün temsilcisi olduğu için kadim kültürün önemli kaynakları olarak Osmanlı‟nın tabii tarihi
referansları içindedir. Burada Ģunu da belirtmek gerekir ki, Makyavel aynı zamanda bir Rönesans
yazarıdır ve diğer eserlerinde antikçağdan da büyük ölçüde yararlanmıĢtır. Fakat Prens o dönem
Ġtalya hükümdarına pratik tavsiyeler vermek için yazıldığından, bu eserde kullanılan referanslar
büyük oranda Roma ve Kilise tarihiyle sınırlı tutulmuĢ görünmektedir.
Kınalızâde, Osmanlı Ġmparatorluğu‟nun en geniĢ sınırlarına ulaĢtığı bir dönem olan 16.
yy.‟da yaĢamıĢ ve imparatorluğunun en kudretli, en uzun süre iktidarda kalan padiĢahı Kanuni
Sultan Süleyman dönemine tanıklık etmiĢtir. 16. yy. Osmanlı Ġmparatorluğu‟nun aynı zamanda
kültür hayatı bakımından en yoğun ve en zengin olduğu dönemdir. Dolayısıyla, Kınalızâde,
gücünün doruğunda olan ve dünyaya nizam verme, yani nizam-ı âlem iddiasındaki 16. yy.
Osmanlı‟sında yaĢamakta, tebaası olduğu imparatorluğun ikliminde düĢünmektedir ve Osmanlı‟da
ve Osmanlı‟nın ait olduğu Ġslam medeniyetinde düzen fikri çok önemlidir. Öyle ki Ġslam âlimleri
bir günlük düzensizlik ve anarĢi yerine kırk yıllık istibdat dönemini yeğ tutmuĢlar, bu mealde
beyanlarda bulunmuĢlardır. Ġslam inancına göre Allah (cc) âlemlerin yaratıcısı ve düzenleyicisi,
Allah‟ın yeryüzündeki gölgesi padiĢah-halife de yeryüzünün düzenleyicisi konumundadır. Osmanlı
sultanının da temel vazifesi aslında nizamı âlemdir. Buradaki nizamı âlemden kasıt, Osmanlı
devletinin düzeni, istikrarı ve asayiĢi manasıyla birlikte bütün dünyanın da nizamı iddiasıdır.
Özellikle Fatih‟in “padiĢah, hakan, kayser, halife” gibi unvanları bir arada kullanmasında bu
iddiayı net bir Ģekilde görmek mümkündür. Kınalızâde‟ye göre devletin baĢı olan padiĢahın görevi,
toplumda itidali sağlamak ve adaleti temin etmek, insanları böylece her zaman iyiye sevk etmektir.
1 Ahmet Davutoğlu, “Tarih Ġdraki OluĢumunda Metodolojinin Rolü: Medeniyetlerarası EtkileĢim Açısından Dünya Tarihi
ve Osmanlı”, Divan İlmi Araştırmalar Dergisi, Ġstanbul 1999/2, s. 32–33.
1996 Ramazan ÖZDEMİR
Turkish Studies International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic
Volume 7/3, Summer, 2012
Makyavel ise istikrarsız ve bölünmüĢ bir siyasi yapı içinde yaĢamakta, bütün düĢüncesini
Ġtalya‟nın kurtuluĢu, tek bir devlet halinde birleĢmesi üzerinde yoğunlaĢtırmaktadır. Bu amaca
ulaĢmak için de her yolu mubah görmektedir. Makyavel‟in içinde yaĢadığı Ġtalya, durmadan
kurulup dağılan küçük devletler kalabalığından ibarettir. Ticari olarak zengin olmasına karĢın siyasi
ve askeri olarak çok güçsüz olan Ġtalya, Avrupa‟da geniĢleme politikası güden bütün devletlerin
hedefi olmaktadır. Ġtalyan hükümdarlar, birbirlerine karĢı yabancı devletlerin yardımına
baĢvurmakta bir beis görmedikleri için de yabancıların ülkeye girmeleri oldukça kolaydır. Hegel‟in
Almanya’nın Anayasa’sı adlı eserinden alınan Ģu satırlar Ġtalya‟nın durumunu çok net bir Ģekilde
ortaya koymaktadır:
“Ġtalya talihsizliğin doruğundaydı; hızla mahvına doğru koĢuyordu; savaĢ,
ülkede kendine meydanlar hazırlıyor, yabancı hükümdarlar onun toprakları üzerinde
efendilik taslıyorlardı. O, hem savaĢlara bahaneler sunuyor, hem de savaĢların
ganimeti oluyordu; savunmasını, cinayetlerden, zehirden, yabancı sergerdelerin
ihtiraslarından bekliyordu; bir türlü vazgeçemediği kiralık askerler, pahalı ve batırıcı
ve hatta tehlikeli ve korkunçtular; reislerinden bazıları kendilerini hükümdar sırasına
bile çıkarabiliyorlardı; Ġtalya, Almanlar, Ġspanyollar, Fransızlar ve Ġsviçreliler
tarafından talan edilip duruyordu; ulusun kaderini, yabancı hükümetler
belirlemekteydi. ĠĢte böyle bir zamanda, bu genel felaket ve çaresizlik halinden derin
bir ıstırap duyan bir Ġtalyan siyaset adamı, bu kin, nefret, karıĢıklık ve körlük
karĢısında soğukkanlılıkla düĢünerek, Ġtalya‟nın kurtuluĢunun, zorunlu olarak, onun
tek bir devlet halinde birleĢmesinden geçtiği fikrine vardı; alabildiğine bir açıklık ve
kesinlikle, bu kurtuluĢun izlenmesini gerektirdiği yolu-devrin ahlâki
çürümüĢlüğünün, kör ihtiraslarının zorunlu kıldığı yolu-gösterdi; hükümdarını,
Ġtalya‟nın kurtarıcısı olmak gibi ulvi bir rolü üstlenmeye ve böylece ülkesinin
uğradığı felaketlere son vermek Ģerefine eriĢmeye çağırdı.”2
Makyavel iĢte bu çağrıyı yaparken „devrin ahlâki çürümüĢlüğünün, kör ihtiraslarının
zorunlu kıldığı yol‟un gereği olarak bütün ahlâki değerleri tersyüz eder. Mirasçısı olduğu kilise
tarihinin önemli bir isminin, St. Thomas Aquinas‟ın The Government of Princess (Hükümdarların
Yönetimi) adli eserinde vurguladığı, cenneti güvenceye almak için, iyi bir yöneticinin dünyevi
zevkleri bastırması gerektiği biçimindeki Ortodoks Hristiyan inancını dahi tamamen görmezden
gelir. Tam tersine Makyavel, insanların uğruna çalıĢması gereken ödüllerin dünyevi görkem ve
zenginlik olduğunu, ayrıca bunların talihin bahĢetme kudretine sahip olduğu en iyi iki armağan
olduğunu savunur. Makyavel, Romalı ahlâkçıları takip ederek zenginliğe ulaĢmayı temel bir arayıĢ
olarak alır.3 Bu arayıĢ sırasında da hak ve adalet soruları, din veya ahlâkla uygunluk konusu ancak
amaca hizmet ettiği oranda yer bulur kendine. Makyavel‟in „amacın araçları meĢrulaĢtırdığı‟ iddiası
çok eleĢtirilmesine sebep olmuĢtur. Hâlbuki onun iddiası bir devletin ya da devlet adamının
ülkesinin birliği ve güvenliği için her Ģeyi yapabileceğidir. Öyle ki o dönem Ġtalya‟sında herkes bir
kahraman beklemektedir ve baĢka çare kalmadığından, kuvvet hak olmuĢtur. MeĢru yollarla
gerçekleĢemeyen Ġtalyan rüyası belki de bu yolla gerçekleĢecektir. O, buradan yola çıkarak
hükümdarın en asil hedefinin, kendisine onur getirecek ve kendisini Ģöhrete kavuĢturacak bir
yönetim biçimi kurmak olduğunu belirtir. Makyavel‟in ilk ve temel ilkesi tüm devletlerin baĢlıca
dayanağının, iyi yasalar ve iyi ordular olduğudur. Bu temel ilke Kınalızâde için de geçerlidir, ancak
Kınalızâde iyi yasalara ve iyi ordulara sahip bir ülkenin vatandaĢıyken, Makyavel bu iki önemli
unsurun bulunmadığı bir ülkenin vatandaĢıdır ve onun için asıl mesele bu iki unsurun bir an evvel
tesis edilmesidir. Makyavel izlenecek yola değil ulaĢılacak sonuca bakar. Bu sonuç da ülke içindeki
kargaĢaya son verilmesi ve birliğin sağlanmasıyla elde edilir. Yani Ġtalya Ģartları göz önüne
2 Machiavelli, Hükümdar, Çeviren: H. Kemal Karabulut, Ġstanbul 1998, s. 18. 3 Quentin Skinner, Machiavelli, Çeviren: Cemal Atila, Ġstanbul 2004, s. 49.
Zaman ve Mekân Bağlamında Karşılaştırmalı Bir Çalışma: Makyavel’in “Prens”i ve Kınalızâde’nin “Ahlâk-ı Alâi”si 1997
Turkish Studies International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic
Volume 7/3, Summer, 2012
alındığında sadece savaĢ yoluyla elde edilir. Dolayısıyla, bilge bir hükümdarın, savaĢ, savaĢın
yasaları ve disiplini dıĢında hiçbir amacı olmamalı, ilgisi baĢka hiçbir Ģeye yönelmemelidir. Burada
Ģunu da belirtmek gerekir ki, Makyavel hem antik düĢünceye hem de Kilise Babaları‟ndan
kaynaklanan geleneğin dıĢına çıktığının bilincindedir ve bunu Prens‟in 15. bölümünde “Benden
önce de birçok yazarın bundan söz ettiğini biliyorum. Bunun için, yeniden aynı Ģeylerden söz
etmem belki cüretkârlık sayılacaktır; kaldı ki, bunu yaparken, Ģimdiye kadar izlenmiĢ olan yolun da
dıĢına çıkacağım.”4 diyerek vurgular.
Platon‟u izleyen Cicero‟nun Moral Obligation adlı eserinin ana eksenini oluĢturan
„ahlâklı olmak her zaman rasyoneldir‟ yaklaĢımı, Makyavel‟in çağdaĢlarının ahlâki tezlerinde
sürekli tekrarlanıyor olmasına rağmen, Prens‟de hümanist ahlâkın bu boyutu ortadan kaldırılmıĢtır.
Makyavel, büyük hedefleri olan hükümdarlar için dürüst ve merhametli olmak gibi erdemleri
tamamen reddeder.5 Ona göre bu erdemler için mücadele eden bir yöneticinin hayatta kalma Ģansı
yoktur. Böylece Makyavel, klasik ahlâk anlayıĢına basit ama yıkıcı bir eleĢtiri getirir. Onun için
önemli olan insanların genel iyiliği değil, hükümdarın kendi çıkarlarıdır. Hükümdar kötü
davranması gerektiğinde kötü davranmalı fakat kötü görünmeyi engellemelidir. Öte yandan,
Makyavel Konuşmalar‟da dünyanın bir bütün olarak aynı olduğunu belirtip Ģöyle der:
“…düĢünceye daldığım zaman dünyanın her zaman aynı yönde gittiği ve
kötü kadar çok iyinin var olduğu, bununla birlikte farklı gelenekleri nedeniyle
birbirinden ayrılan antik krallıklar hakkında bilgili birinin anlayacağı gibi bu iyinin
ve bu kötünün ülkeden ülkeye değiĢtiği; ancak dünyanın aynı kaldığı yargısına
varıyorum… Oysa dünya üstünlüğü önce Asurlulara verdi, sonra Medlere,
ardından Perslere verdi ve sonunda üstünlük Ġtalya‟ya ve Roma‟ya geldi… Bu
üstünlük, insanların üstün biçimde yaĢadıkları Fransa Krallığı, Türklerin Krallığı,
Sudanınki, günümüzde Alman halkı ve daha öncesinde, büyük iĢler yapıp Doğu
Roma Ġmparatorluğunu yıprattıktan sonra dünyanın çoğunu alan Müslüman
aĢiretler gibi uluslar arasında dağıldı.”6
Bu ifadelerden, dünyanın erdeminden nasiplenip güçlü bir iktidar sahibi olabilmek için
erdemli ya da üstün biçimde yaĢamak gerektiği anlaĢılmaktadır ve bunlar klasik ahlâk anlayıĢına
getirdiği eleĢtirilerle çeliĢir görünmekte, bir muamma teĢkil etmektedir. Cemil Meriç bu konuda
filozof Merleau-Ponty‟den alıntı yaparak Ģöyle diyor: “ahlâkı hırpalarken faziletten söz etmek ne
büyük cesaret! GörünüĢteki bu tezadın izahı Ģu: Makyavel, maĢeri hayatın bir kördüğümünü tasvir
eder; saf ahlâkın zalimleĢebileceği, saf politikanın bir nevi ahlâka ihtiyaç duyacağı bir kördüğüm.”7
Böylece, Makyavel, Ġtalya‟yı içinde bulunduğu kötü durumdan kurtulana kadar istibdatla
yönetmeyi ve ne gerekiyorsa yapmayı teklif etmektedir.
Makyavel‟in, siyaset geleneğinde gerçekleĢtirdiği devrim esasen, virtu kavramına
getirdiği yeni yoruma dayanır. Makyavel, virtu’nun bir hükümdarın iyi olana ulaĢmasını sağlayan
nitelikler bütününü temsil ettiği biçimindeki geleneksel varsayımı destekler. Böylece de Ġtalya
Ģartlarında „iyi‟ olana ulaĢmak için yapılması gerektiğini düĢündüğü her Ģeyi meĢrulaĢtırmıĢ olur.
Ona göre iyi bir hükümdarın ayırt edici özelliği hedeflerine ulaĢmak için zorunluluğun gerektirdiği
her Ģeyi yapabilmesidir. Yani hükümdar ahlâki olarak son derece esnek olmalıdır.8
Yukarıda genel hatlarını çizmeye çalıĢtığım çerçevede bu iki düĢünürü,
4 Machiavelli, Hükümdar, s. 177. 5 Quentin Skinner, Machiavelli, s. 58–59. 6 Machiavelli, Söylevler, Çeviren: Alev Tolga, Ġstanbul 2009, s. 214–215. 7 Cemil Meriç, Umrandan Uygarlığa, Ġstanbul 2006, s. 178. 8 Quentin Skinner, age, s. 62–63.
1998 Ramazan ÖZDEMİR
Turkish Studies International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic
Volume 7/3, Summer, 2012
1. Kınalızâde ve Makyavel‟e göre Devlet AnlayıĢı
2. Kınalızâde ve Makyavel‟e göre Hükümdarın Özellikleri ve Görevleri
baĢlıkları altında karĢılaĢtırmaya ve değerlendirmeye çalıĢacağım.
1. Kınalızâde ve Makyavel’e Göre Devlet Anlayışı
a. Kınalızâde’ye Göre Devlet Anlayışı
Kınalızâde‟ye göre devlet, toplumda düzeni sağlayan ve toplumdaki insanları mutluluğa
götüren kurumdur. Cemiyet ise büyük ve geniĢ bir ailedir ve bu ailenin fertlerinin bir arada
yaĢamasının en önemli sebebi de birbirlerinin hizmet ve yardımına muhtaç olmalarıdır. Bunun
yanında insanın baĢka insanlarla bir arada yaĢamasının, erdemli kiĢilerden faziletin öğrenilmesi
gibi önemli faydaları da vardır. Kınalızâde, insanların biraraya toplanmalarını ve birbirinin
yardımına muhtaç olmalarını da, cemaatle ibadeti teĢvik eden dinin emirleri, insanın tabiatının
diğer insanlarla bir arada yaĢamaya meyilli olması gibi gerekçelere dayandırır. Kınalızâde, insanın
üstün varlık olduğunu ve yeryüzündeki madenler, bitkiler, hayvanlar gibi bütün varlıkların insana
mecburi olarak hizmet ettiğini belirtir. Toplumdaki iĢ bölümü sayesinde cemiyet hayatı idame
ettirilir. Fakat topluluk içinde yaĢamak bazı sorunlara sebep olabilir, çünkü insanlar farklı
tabiatlarda ve isteklerde yaratılmıĢlardır ve arzularına ne Ģekilde olursa olsun ulaĢmak isterler.
Kınalızâde özellikle halkın isteklerinin kötü olabileceğini düĢünür. Ġki kiĢi aynı Ģeyi elde etmek
istediğinde, her bir kiĢi öbürünü geçip istediğine ulaĢmak arzusunda olacağından çeĢitli
mücadeleler ortaya çıkar. Ġnsanlar arasındaki bu mücadeleyi ortadan kaldırıp beraber
yaĢayabilmelerini sağlayacak bir iradeye ihtiyaç vardır. ĠĢte insanları toplayıp aralarındaki ayrılığı
kaldıran bu iradeye Kınalızâde en büyük siyaset anlamında “siyaset-i uzma” adını verir.9 Bu
siyaseti ortaya koyacak olan da devlettir. Ġnsanların bir arada yaĢarken bir düzene ve idareye
muhtaç olması siyasetin ve devletin kaynağını ve sebebini de açıklar.
Kınalızâde‟ye göre Medine-i Fazıla (Erdemli Devlet) ve Medine-i Gayrı Fazıla (Erdemli
Olmayan Devlet) olmak üzere iki çeĢit devlet vardır. Medine-i Fazıla‟da hayır ve iyilikler
hâkimken, Medine-i Gayrı Fazıla‟da kötülükler hâkimdir.10
Ancak, burada anlatılan devlet çeĢitleri
isimlerini siyasi yapı ve bu yapının özelliklerinden değil, halkın inançlarından ve özelliklerinden
alır. Bu Ģekildeki ahlâki nitelemeler, siyasi bir teĢekkül olan devlet için değil o devlet çatısı altında
yaĢayan halk ve bireyler için uygundur. Bu yüzden burada devlet yerine ülke kavramı da
kullanılabilir. Yani Kınalızâde‟ye göre ülke, erdemli ve erdemli olmayan olmak üzere iki kısımdır.
Ülkenin erdemli ya da erdemli olmayan ülke olarak tanımlanması, o ülke halkının ne sebeple bir
araya geldiğine bağlıdır. Ġnsanlar eğer hayır ve iyilik sebebiyle bir araya gelmiĢlerse o ülke erdemli,
eğer kötülük ve fesat sebebiyle bir araya gelmiĢlerse de o ülke erdemli olmayan ülkedir.
Kınalızâde‟ye göre Allah bir olduğuna göre doğru yol da birdir. Dolayısıyla erdemli ülke de bir
tane olmalıdır. Oysa sayısız sapıklık ve cahillik çeĢitleri olduğu halde erdemli olmayan ülke baĢlıca
üç tanedir. Bunlar:
1. Cahil ülke (Medine-i cahile): Bu ülkede yaĢayan insanlar düĢünce
kuvvetini kullanamazlar. Bunlar öfke gücüyle bir araya gelirse ülkelerine vahĢi-cahil
ülke, arzu gücüyle bir araya gelirse hayvani-cahil ülke denir.
2. Bozuk ülke ( Medine-i fasıka): Bu ülkenin insanları düĢünce gücünü
kullanabilecek durumda olmalarına rağmen diğer kuvvetler üstün geldiği için toplanma
sebepleri düĢünce gücünden baĢka diğer kuvvetlerdir.
9 AyĢe Sıdıka Oktay, Kınalızâde Ali Efendi ve Ahlâk-ı Alâi, Ġstanbul 2005, s. 441–442. 10 Hüseyin Öztürk, Kınalızâde Ali Çelebi’de Aile, Ankara 1990, s. 147.
Zaman ve Mekân Bağlamında Karşılaştırmalı Bir Çalışma: Makyavel’in “Prens”i ve Kınalızâde’nin “Ahlâk-ı Alâi”si 1999
Turkish Studies International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic
Volume 7/3, Summer, 2012
3. Sapık ülke: (Medine-i dalle): Bu ülkedeki insanların düĢünce güçleri
eksiktir. Dolayısıyla batıl itikatları ve fasit kanunları doğru olarak hayal ederler ve bunu
biraraya gelmelerinin sebebi sayarlar.11
Kınalızâde daha çok erdemli ülke üzerinde durur ve onun özellikleri hakkında bilgi verir.
Çünkü erdemli olmayan ülke erdemli ülkenin zıddı olduğundan erdemli ülkenin öğrenilmesiyle
erdemli olmayan ülke de anlaĢılmıĢ olacaktır. Kınalızâde‟ye göre erdemli ülke, insanların her
halükarda hayırlı iĢler yapıp kötü iĢlerden uzak durduğu ülkedir. Buradaki insanlar inançları gereği
adalet üzere sabitkademdirler. Tabii ki insanlar çeĢit çeĢittir ve Kınalızâde insanların durumlarına
göre-mesela düĢünce ve inanç seviyelerine göre, mesleklerine göre, iyiliğe yatkınlıkları ve ahlâki
yapılarına göre, istidat ve kabiliyetlerine göre gibi-birçok tasnifini verir. Fakat erdemli ülkedeki bu
insanların hepsi mümindir ve hakikate kendi kabiliyetlerini kullanarak ulaĢabilirler. Zaten
Peygamber Efendimiz (s.a.s.), tam da bu sebepten, yani insanlar farklı kabiliyetlerde yaratıldıkları
için her kavimle akılları ölçüsünde konuĢmuĢtur.
Öte taraftan, erdemli ülkede bir meslek erbabı olmayıp topluma hizmet etmeyen insanlar
da vardır ve bunlara da „türediler‟ denir. Kınalızâde bu durumu Ģöyle bir benzetmeyle açıklar. Bu
benzetmeye göre erdemli ülke çeĢitli ağaçları ve güzel çiçekleri olan bir bahçedir. Bahçenin etrafını
çeviren, dıĢarının tehlikelerine karĢı koruma sağlayan dikenli ve meyvesiz ağaçlar vardır. Ayrıca
bahçenin her tarafını değerli bir halı gibi kaplayan taze çimenler bulunmaktadır. Böyle bir bahçede
göze hoĢ görünmeyen bazı otların bulunması da mümkündür. Erdemli ülkedeki asıl grupların
dıĢında kalan faydasız insanlar da, bu güzel bahçedeki göze hoĢ görünmeyen otlar gibidir.
Kınalızâde, bunlara iĢe yaramayan faydasız otlar anlamında “türediler” adını verir.12
Toplumda
yardımlaĢmak esas olduğu için ve bu insanların kimseye bir faydası dokunmayacağı için bunlar
türedidir. Kınalızâde‟ye göre erdemli bir toplumda yaĢayan insanlar “iyi” olmak zorundadır, onlar
için baĢka bir alternatif yoktur.
Fark edileceği gibi Kınalızâde toplumda kötülüğün yayılmaması ve ne olursa olsun
insanların hep iyiye yönelmesi gereği üzerinde durmaktadır. Toplumu bu kadar detaylı bir Ģekilde
tasnif ettikten sonra da devletin, tebaasını çok iyi tanıyıp herkesi iyiye yönlendirecek Ģekilde
iĢlemesi gerektiğini belirtir.
Kınalızâde‟nin ifadelerinden saltanat dıĢında baĢka bir yönetim Ģeklini düĢünmediği
ortaya çıkmaktadır. Sultanın göreve geliĢ Ģekli yerine, bu görevi üzerine almıĢ sultanın görevini
nasıl icra etmesi gerektiği ile ilgilenmek Kınalızâde‟ye göre daha tabiidir. Zaten Ahlâk -ı Alâi,
sultanlara nasihat vermek amacıyla yazılan bir eserdir. Müellif saltanatı dine dayandırdığı için
bunun elde ediliĢ tarzını sorgulama gereği de duymaz. Bu görevin sultanlara Allah‟ın bir hediyesi
olduğunu ifade eder. Allah bazı kullarına bu saadet tacını geçirerek onları saltanatla yüceltmiĢtir.
Genel olarak bütün insanlara hitap ettiği bildirilen “Seni yeryüzüne halife yaptık” ayetini de,
Kınalızâde, sultanların Allah tarafından halife seçilmelerine iĢaret olarak değerlendirmektedir.
Dolayısıyla padiĢah aynı zamanda “Allah‟ın halifesi” ve “Allah‟ın gölgesi”dir. Kınalızâde, bu
Ģekilde Eflatun‟dan ve Aristo‟dan gelen geleneği de devam ettirmiĢ olur. Çünkü Eflatun‟a göre bu
kiĢi “müdebbir-i âlem”, Aristo‟ya göre de “insan-ı medeni”dir.13
Kınalızâde, saltanatın kaynağını
ve meĢruluğunu tartıĢmaz. Çünkü ona göre kaynak Allah‟tır ve meĢrudur. Zaten önceki dönemlerde
ve onun yaĢadığı yıllarda saltanat genellikle askeri güçle elde edilmekte ve yine askeri güç veya
veraset yoluyla sonraki nesillere geçmektedir. Bu sistem de, zaman zaman çıkan taht kavgalarına
11 AyĢe Sıdıka Oktay, age, s. 446–447. 12 AyĢe Sıdıka Oktay, age, s. 455–456. 13 Age, s. 492–493.
2000 Ramazan ÖZDEMİR
Turkish Studies International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic
Volume 7/3, Summer, 2012
rağmen gayet iyi iĢlemekte, ülkede bir refah ortamı hüküm sürmektedir. Dolayısıyla Kınalızâde
böyle iyi iĢleyen bir sistemi eleĢtirme gereği de duymamaktadır.
b. Makyavel’e Göre Devlet Anlayışı
Makyavel her Ģeyden önce içinde yaĢadığı keĢmekeĢ halindeki Ġtalya‟nın sorunlarına
pratik çözümler getirmeye çalıĢan biridir. Onun için, öncelikli mesele Kınalızâde gibi halkının
ahlâklı bir Ģekilde yaĢamasını sağlayacak bir devlet düzeninin tesis edilmesi değil, her ne Ģekilde
olursa olsun Ġtalya‟nın birliğini sağlayacak ve ona itibar kazandıracak bir devletin tesis edilmesidir.
Ġtibar kazandırmak diyorum, çünkü Makyavel‟in Ģahitlik ettiği dönemde Floransa‟nın komĢu
ülkeler arasında hiçbir itibarı yoktur. Bu konuda bir örnek verilecek olursa, Temmuz 1500 yılında
diplomatik bir görevle Floransa‟yı temsilen Fransa Kralı XII. Louis‟in sarayına gittiğinde
Makyavel‟in yaĢadığı tecrübe gösterilebilir. Floransa‟nın böyle bir elçi gönderme kararı,
Pisalılar‟ın 4 yıldır süren ayaklanmalarını bastıramamaları ve bu konuda karĢılaĢılan güçlüklerden
kaynaklanmaktadır. Makyavel bu görevi esnasında, Floransa‟nın kendisine atfettiği önemin
Fransızlara göre, Ģehrin askeri konumu ve refah düzeyi ile komik bir Ģekilde orantısız olduğunu
görmüĢtür. Çok açık bir Ģekilde, Floransa hükümet çarkı modern krallık eğitimi almıĢ herhangi biri
için, anlamsız bir Ģekilde bocalayan güçsüz bir aygıt olarak görünüyordu. Makyavel için en acısı
da, bu görevi esnasında Fransızların kendisine „Bay Hiç Bir ġey‟ diye hitap etmeleriydi.14
Floransa
elçisi bu seyahatinde, Fransızların kendi ülkesine yardım etmek için bir sebep görmediklerini
anlamıĢtı.
Bu durumda Ġtalya‟nın birliğinin sağlanması, onun güçlü bir devlet haline gelip itibar
sahibi olması için olmazsa olmaz bir Ģarttır. Makyavel‟e göre bunu yapacak olan kiĢinin de ahlâki
ya da gayriahlâki yollardan gitmesi önemli değildir.
Makyavel, Prens‟te, siyaset üzerine yazılan kitaplarda genel olarak yapılanın aksine, mal
mülk, sitenin iĢleyiĢi, hükümdarın rolü üzerinde genel mülahazalarla oyalanmaz ve „Kaç çeĢit
hükümdarlık vardır ve bunlar hangi yollarla elde edilebilir‟ baĢlığıyla hemen konuya girer.
Ġnsanları sultaları altında tutmuĢ ve tutmakta olan bütün devletlerin, bütün egemenliklerin ya
cumhuriyet ya da hükümdarlık olduğunu belirttikten sonra, cumhuriyetlerden hiç söz etmeyeceğini,
yalnızca hükümdarlıkları ele alacağını ifade eder.15
Zaten Ġtalya bir cumhuriyet değil bir
hükümdarlıktır ve Prens de Makyavel‟in Ġtalya‟yı kurtarabilecek „güçlü el‟ olarak gördüğü
MuhteĢem Lorenzo‟ya pratik bilgiler sunmak için kaleme alınmıĢtır.
Makyavel, her Ģeyin sürekli devinim halinde olduğu fikrinden hareketle hükümdara
sürekli yeni yerler fethedip ülkesini yükseltmesini tavsiye eder. Zaten ülke büyümezse bu durumda
zorunlu olarak küçülecektir. Ona göre, „insanların yaptıkları iĢlerin hepsinin, hareket halinde
oldukları ve sabit kalamayacakları için, yükselmesi ya da batması zorunlu olmalıdır; aklın sizi
zorlamadığı çoğu Ģeye, ihtiyaçlar zorlar.‟16
Eğer hükümdar ülkeyi geniĢletmezse ve ülkeyi sadece
varlığını koruyacak tarzda düzenlerse, zaman içinde ihtiyaçlar onu geniĢlemeye zorladığında hızlı
bir Ģekilde düĢüĢ yaĢayacaktır. Öte taraftan, hiç savaĢmak ve geniĢlemek zorunda kalmasa bile, bu
durumda yaĢanacak rehavet ülkenin bölünmesine yol açabilecektir.
Makyavel böylece bir devletin sürekli savaĢmak zorunda olduğunu ima eder. O, siyaseti
böylece bir problem ve kriz kaynağı olarak ele alır. Bu noktada yine Makyavel‟in yaĢadığı döneme
bakmak gerekir. Bu dönem Ġtalya‟sında rakip devletler birbirlerini sürekli olarak ilhak
etmektedirler. Böyle bir durumda da siyasetin baĢlı baĢına bir problem olarak ele alınmasına
ĢaĢırmamak gerekir. Yani siyaset insanları doğru yola iletecek bir ilim değil baĢlı baĢına bir
14 Quentin Skinner, age, s. 19–20. 15 Machiavelli, Hükümdar, s. 68–69. 16 Machiavelli, Söylevler, s. 50.
Zaman ve Mekân Bağlamında Karşılaştırmalı Bir Çalışma: Makyavel’in “Prens”i ve Kınalızâde’nin “Ahlâk-ı Alâi”si 2001
Turkish Studies International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic
Volume 7/3, Summer, 2012
problem kaynağıdır. Makyavel, bu karıĢık durumda devletin insanları ya okĢaması ya da ezmesi
gerektiğini ifade eder. Çünkü insanlar hafif yaraların intikamını alırlar ama yaralar iyileĢemeyecek
kadar ağırsa bunu yapamazlar. Dolayısıyla birisine zarar vermek söz konusu olduğunda bu iĢ öyle
bir Ģekilde yapılmalıdır ki artık onun intikamından korkmaya gerek kalmasın. Makyavel‟e göre,
büyük insanlara ya hiç dokunmamalı, ya da dokununca onları yok etmelidir. Görüldüğü gibi
siyasetin ahlâkla hiçbir ilgisi yoktur.17
Burada Makyavel‟in prensibi elde edilecek karın zarardan
fazla olmasıdır. Burada Müslümanlardaki cihat anlayıĢı veya haçlılardaki haçlı seferlerini motive
eden dini güdülerden eser yoktur. Tamamen maddi sebepler rol oynamaktadır. Mesele ülkenin
geniĢlemesi ve güç elde edilmesidir.
Makyavel‟e göre fethetme arzusu hiç Ģüphesiz normal ve doğal bir Ģeydir. Siyasi
geleneğin soydan gelme krallığı doğal, fetihleri Ģiddet saydığı hatırlanacak olursa Makyavel‟in bu
tasnifi altüst ettiği net bir Ģekilde görülecektir. Makyavel, evvelce bir istisna olan ve hiç hoĢ
karĢılanmayan komĢu devleti ele geçirme arzusunu bu Ģekilde sıradanlaĢtırıp, meĢrulaĢtırmaktadır.
KomĢu devleti ele geçirmeye kalkıĢan kimse eğer gerekli imkânlara sahipse kınanmamalı, aksine
övülmelidir. Ama bu güce sahip olmadığı halde yapmaya kalkıĢan kimse büyük bir hata iĢliyor
demektir. Burada da mahkûm edilen ihtiras değil, baĢarısızlığa uğrayan ihtirastır.18
Makyavel, böylece baĢarıya götüren ihtirası övüp komĢuları fethetme isteğini de olağan
bir istek olarak meĢrulaĢtırırken bir taraftan da çeĢitli yönetimlere sahip ülkeleri fethetme yollarını
gösterir. Buna göre bilinen bütün hükümdarlıklar iki farklı biçimde yönetilmektedir. Bunlardan
biri, Türk devletinde olduğu gibi hükümdar ile bir ihsan olarak yönetime dâhil edilmiĢ bulunan
kulları tarafından yönetilen hükümdarlıklardır. Diğeri de, Fransa‟da olduğu gibi bir hükümdar ile
mevkilerini onun lütfuyla değil de, eski bir soydan gelmeleri nedeniyle edinmiĢ olan ve her birinin
kendi devleti, kendi tebaası bulunan baronlar tarafından yönetilen hükümdarlıklardır. Makyavel,
Türk devletinin doğası gereği ele geçirilmesinin çok zor olduğunu fakat bir kere fethedildi mi, elde
tutulmasının çok kolay olacağını vurgular. Bu imparatorluğu fethetmenin zorluğu, fethe kalkıĢanın
bu ülkedeki büyüklerden yardım alamamasından ve giriĢiminde hükümdarın çevresinden
bazılarının ayaklanarak kendisine yardım etmelerini bekleyememesinden kaynaklanır. Çünkü bu
ülkede herkes eĢit derecede hükümdarın kuludur ve herkes servetini eĢit biçimde ona borçludur.
Ayaklanacak olsalar bile halkı peĢlerinden sürükleyemezler, çünkü halk onları hükümdarın
memurları olarak görmektedir ve herhangi bir Ģahsi bağlılık duymamaktadır. Ancak fetih baĢarılı
bir Ģekilde tamamlanır ve hükümdar ordularını bir daha toplayamayacak duruma gelirse de, onun
soyundan baĢka korkacak bir Ģey yoktur. Makyavel, ikinci tür hükümdarlıklarda ise, birkaç baronu
elde ederek ülkeye girmenin kolay olabileceğini belirtir. Çünkü burada, yeniliklere ve
değiĢikliklere açık hoĢnutsuzlar her zaman bulunabilir ve bunlar ülkenin yollarını açıp zaferi
kolaylaĢtırabilirler. Fakat daha sonra fethedilen bu yerlerde tutunmak çok zordur. Fatih hem
kendisine fetih öncesi yardım edenlerden hem de ezmek zorunda kaldıklarından kaynaklanan
güçlüklerle karĢılaĢır.19
Birinci durumda fetih zor, daha sonrası kolayken; ikinci durumda ise fetih
kolay, daha sonrası zordur.
Makyavel, üçüncü bir devlet Ģekli olarak da kendi kanunlarıyla özgürce yaĢamaya alıĢmıĢ
devletleri gösterir. Bu devletleri fethe kalkıĢacak olanlara da, fetihten sonra buralarda kalıp
tutunabilmeleri için üç tavsiyede bulunur: Fethedilen yerleri tamamen yıkmak, fethedilen yerlere
bizzat gidip yerleĢmek ve fethedilen yerlerdeki insanların kanunlarına hiç dokunmayıp, onları
vergiye bağlamak ve itaat içinde kalmalarını sağlayacak az üyeli bir hükümet kurmak.20
Görüldüğü
17 Machiavelli, Hükümdar, s. 79. 18 Machiavelli, Hükümdar, s. 88. 19 Age, s. 92–95. 20 Machiavelli, Hükümdar, s. 98–99.
2002 Ramazan ÖZDEMİR
Turkish Studies International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic
Volume 7/3, Summer, 2012
gibi Makyavel, bu yolla Ġtalya hükümdarına ülkenin birliğini sağlama konusunda tavsiyelerde
bulunmaktadır.
Makyavel‟e göre bütün ülkelerde birbirine karĢıt iki eğilime rastlanır: Buna göre bir
yanda büyüklerden emir almak ve baskı görmek istemeyen halk, öbür yanda da halka emretmek ve
onu baskı altında tutup ezmek isteyen büyükler vardır. Makyavel tarihin, aynı yaĢadığı dönem
Ġtalya‟sının olduğu gibi, insan ihtiraslarının savaĢ meydanı olduğunu düĢünür. Bu zıt eğilimleri
belirterek de toplumların geliĢimini çeliĢkiye dayandırır. Bu durumda devlet, toplumda mevcut
olan bu anlaĢmazlıktan doğmaktadır. Hükümdarlık, duruma bağlı olarak büyüklerin eseri
olabileceği gibi halkın eseri de olabilir. Büyükler, halkın çok güçlendiğini ve ona karĢı
koyamayacaklarını gördükleri zaman aralarından saygın birini seçip hükümdar yaparlar. Böylece
kendi seçtikleri hükümdar sayesinde yine kendi isteklerini gerçekleĢtirirler. Aynı Ģekilde halk da
büyüklere karĢı koyamayacağını anlayınca bütün desteğini bir kiĢiye verir. Kendi desteğiyle iktidar
olan bu kiĢi sayesinde kendini koruyabileceğinden onu hükümdar yapar. Yani devlet, kendini tehdit
altında gören bir sınıfın baskı aracına dönüĢmüĢ olur. Makyavel, büyüklerin sayesinde hükümdar
olan kiĢinin, yükseliĢini halka borçlu olan kiĢiye oranla mevkiini korumakta daha çok zorlanacağını
belirtir. Çünkü birincisi, kendilerini onunla eĢit sayan insanlarla çevrilidir ve istediği gibi
yönetemez. Hâlbuki ikincisi, egemenliğinde tek baĢınadır ve çevresindeki herkes ona itaat
edecektir.21
Ayrıca halkın amaçları büyüklerinkinden daha adilcedir. Büyüklerin isteği, baskı
yapmakken, halkın isteği baskıdan kurtulmaktır. Makyavel böylece Ġtalya‟nın birliğini sağlaması
muhtemel hükümdarına, halkın desteğini kazanması ve iktidarı böylece tesis etmesi konusunda da
yol göstermeye çalıĢır.
Görüldüğü üzere Makyavel‟in devlet anlayıĢında, belki de yaĢadığı 16. yy. Ġtalya‟sının bir
yansıması olarak genel bir savaĢ ve çatıĢma havası hâkimdir. SavaĢ normal hayatın bir parçasıdır
ve halk da hayatın içinde olduğundan devletin görevi halkı hayatın bir diğer parçası olan savaĢla
yaĢamaya sevk etmektir.
Makyavel böyle düĢünmektedir fakat düĢüncelerini gerçekleĢtirecek güce sahip değildir
ve tek umudu iktidar sahiplerinin bu düĢünceleri benimsemesidir. Yani Makyavel‟in yaptığı
günümüz tabiriyle propaganda yapmaktır ve “propaganda sayesinde kazanılan dıĢında hiçbir zafer
umudu yoktur. Makyavel‟in Hıristiyanlıktan devraldığı yegâne Ģey, propaganda idesiydi. Bu ide,
onun düĢüncesi ile Hıristiyanlık arasındaki tek bağdır.”22
Aslında savaĢı sadece güç kazanmak için
böylesine yücelten birinin alçakgönüllülüğü öğütleyen Hıristiyanlıkla çatıĢması normal
karĢılanmalıdır. Bununla birlikte, onun dinle çatıĢması kilisenin o dönem Ġtalyan siyasetinde
oynadığı rolden de kaynaklanmaktadır. Kilise toprak sahibidir ve sahibi olduğu toprakları kötü
yönetmekte fakat ayrıcalıklı konumunun keyfini sürmektedir. Her ne olursa olsun, eğer Makyavel
silahsız Peygamber Ġsa‟yı taklit etmek istediyse bile, bu sadece istemesinden değil tamamen
zorunluluktan olmuĢtur. Çünkü Makyavel Prens‟i yazdığı dönemde herhangi bir güce sahip
değildir. O, yeni bir paradigma kurmaya çalıĢmakta ve değiĢimi sağlayacak olan yöneticilerde
kanaat oluĢturmaya çalıĢmaktadır. Çünkü Ġtalya‟nın kurtuluĢu bu kanaat değiĢimine bağlıdır.
2. Kınalızâde ve Makyavel’e göre Hükümdarın Özellikleri ve Görevleri
a. Kınalızâde’ye göre Hükümdarın Özellikleri ve Görevleri
Hükümdarın öncelikli amacı Allah‟ın ahlâkı ile ahlâklanmak ve bunun neticesi olan
saadeti elde etmektir.23
Hükümdar bir insandır ve Allah‟ın kulu olması hasebiyle Allah‟a karĢı olan
sorumluluklarını yerine getirmelidir. Bu sorumluluklardan en önemlisi de adaletle hükmetmektir.
21 Age, s. 135–136. 22 Leo Strauss, Politika Felsefesi Nedir?, Ġstanbul 2000, s. 82. 23 Hüseyin Öztürk, age, s. 88.
Zaman ve Mekân Bağlamında Karşılaştırmalı Bir Çalışma: Makyavel’in “Prens”i ve Kınalızâde’nin “Ahlâk-ı Alâi”si 2003
Turkish Studies International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic
Volume 7/3, Summer, 2012
Kınalızâde‟ye göre en büyük siyaset Ģeriattır ve Ģeriatı gerçekleĢtirecek araçlardan biri de
hükümdar ya da padiĢahtır. Hükümdar olmadan da toplumda siyasetin uygulanması mümkün
değildir. O toplumda adaleti tesis eden kiĢidir. Devletten anlaĢılan Medine-i Fazıla‟nın müdebbiri,
yani devletteki sorunlara çareler arayıp önlem alan kiĢisi, imam-ı Hakk ve halife-i mutlak olan
hükümdardır.24
Ahlâk-ı Alâi‟nin yazarı, hükümdarı „adil-i natık‟ yani „konuĢan adalet‟ olarak da tanımlar.
Çünkü „susan adalet‟ olarak tanımladığı para, toplumda zanaatlar arasındaki iĢ bölümü ve
alıĢveriĢte adaleti sağlamak için gerekliyken bazen adaleti sağlamada yeterli olmayabilir. Bu
durumda anlaĢmazlığı ortadan kaldıracak, zayıfı güçlendirip güçlüyü zayıflatacak olan, „konuĢan
adalet‟ olarak adlandırılan padiĢahtır. PadiĢah her türlü müdahalesinde itidalli olmalıdır. PadiĢah
itidalle hükmediyorsa memleket sağlıklı, itidalle hükmetmiyorsa sağlıklı değildir. PadiĢah, tahta
çıktığında memleket sağlıklı değilse bir doktor gibi davranıp memleketi sağlığına kavuĢturacak
tedbirleri uygulamalıdır.25
Kınalızâde‟nin padiĢaha zayıfı güçlendirip güçlüyü zayıflatmasını
tavsiye etmesi aynı Ģekilde Makyavel‟de de görülür. Bunun sebebi her iki düĢünürün de
hükümdarın ülkeyi iyi yönetip, güçlü bir duruma getirebilmesi için, etrafında kendisine müdahale
edebilecek kiĢilerin bulunmaması gerektiğini düĢünmeleridir. Çünkü bu nüfuzlu kiĢiler bazen kendi
çıkarlarını ülkenin çıkarlarının önüne geçirebilirler. Hükümdarın böyle bir durumda kalması
otoritesinin zayıflamasına ve ülkede karıĢıklıklara neden olur.
Genel olarak Ġslam hukukçularının devlet ve devlet yönetimiyle ilgili tezlerinde,
hükümdarın vasıfları hep detaylı bir Ģekilde incelene gelmiĢtir. Bunun sebebi, Müslüman
hukukçuların Kuran‟da nizamın mevcudiyetini koruyup kollamakla görevlendirilen hükümdarın,
Kuran‟da iĢaret olunan otorite ile donatılan dürüst ve erdemli kiĢi olup olmadığını araĢtırma
gayeleridir. ġerif Mardin bu durumu,
“Fiili bir hükümdarın Kuran‟da iĢaret olunan otorite ile donatılan insan
olup olmadığını araĢtırmak için, hükümdarın kutsal kitap tarafından kastedilen
dürüst kiĢi olduğunu gösteren iĢaretlerin çok iyi incelenmesi gerekir. Ġslam
hukukçularının devletle ilgili tezlerinde, hükümdarın vasıflarının sayılmasının böyle
önemli bir rol oynaması bu yüzdendir.”26
diyerek açıklamaktadır. ġerif Mardin, Ġslam hukukçularının bu davranıĢını “tohum halinde bir
direnme teorisi yönünde ürkek bir adım olan meĢruiyeti ölçme metodu”27
olarak nitelemektedir.
Ġslam hukukçuları tarafından geliĢtirilen bu „direnme teorisi‟ bir anlamda ehil olmayan ve
onaylanmamıĢ sayılan bir otoritenin icrasına karĢı çıkma imkânı sağlamaktadır. Kınalızâde‟de de
bir Ġslam hukukçusudur ve ona göre hükümdarda olması gereken özellikler Ģunlardır:
Birincisi yüksek gayrettir. Hükümdar halkın mutluluğunu sağlamak ve Ġslamı
yüceltmek için yüksek gayret göstermelidir.28
Ġkincisi görüĢ ve düĢüncede isabet ettirmektir. Kınalızâde‟ye göre bu özellik iki
nesneyle hâsıl olur. Öncelikle zeki ve akıllı yaratılmıĢ olmak ki bunu Allah dilediğine
verir. Ġkinci olarak da padiĢah tecrübeli olmalıdır.29
24 Kınalızâde Ali Çelebi, Ahlâk-ı Alâi, Hazırlayan: Mustafa Koç, Ġstanbul 2007, s. 461. 25 AyĢe Sıdıka Oktay, age, s. 490. 26 ġerif Mardin, Yeni Osmanlı Düşüncesinin Doğuşu, Ġstanbul 1998, s. 109. 27 Age, s. 106. 28 Kınalızâde Ali Çelebi, age, s. 463. 29 Age, s. 468.
2004 Ramazan ÖZDEMİR
Turkish Studies International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic
Volume 7/3, Summer, 2012
Üçüncüsü azim ve kararlılıktır. Hükümdar bir karar verip gerekenleri yaptıktan
sonra bu iĢ tamamlanıncaya kadar vazgeçmemelidir.30
Dördüncüsü büyük ve Ģiddetli olaylara sabır ve tahammül göstermektir. Sabır
ve tahammül bütün insanlara gerekli olan bir haslet olmakla beraber padiĢahlar için
özellikle gereklidir. Aksi durumda, devlete, millete ve dine zarar gelir.31
BeĢincisi zenginliktir. Halkın malına tamah etmemesi için padiĢahların zengin
olmaları gerekir. PadiĢah devlet malını harcarken itidalli olmalı, çok cimrilikten ve çok
savurganlıktan imtina etmelidir.32
Altıncısı, uygun askerlerin ve kendisine bağlı insanların olmasıdır. Halkın ve
askerlerin padiĢaha kemal üzere itaat etmesi gerekir. Bunların itaat etmemeleri ya da
muhalefet etmeleri, yine askerlerin ve halkın zararına olacak Ģekilde, düzenin
bozulmasına sebep olur.33
Yedinci özellik de nesebdir. Ġnsanlar yaratılıĢları gereği kendilerine
benzeyenlerin emir ve yasaklarına uymaktan imtina ederler ve bu sebeple kargaĢa çıkar.
Oysa baba ve dedeleri saltanatlarıyla tanınan ve halkın kendilerine itaat ede geldiği Ģerefli
bir soydan gelen bir kiĢinin yönetiminde fitne ve inat görülmez.34
Bu noktada özellikle belirtmek gerekir ki padiĢahlarda olması gereken özelliklerden
sadece bir tanesi askerlikle ilgilidir. Kınalızâde, Makyavel gibi sürekli askerliği ön plana çıkarmaz.
Çünkü Osmanlı devletinde askerlerin bağlılığı ve itaati konusunda, o dönem Ġtalya‟sında yaĢanan
sorunlar yoktur. 16. yüzyıl Avrupa‟sında, Osmanlı kapıkulu ocakları düzenli ordunun en iyi örneği
sayılmaktayken, Ġtalya‟nın askeri alandaki güçsüzlüğü birçok soruna sebep olmaktadır. Asker
toplamanın zorluğu bir yana, toplanan askerlerin disiplinsizliği baĢlı baĢına bir problem teĢkil
etmekte, iaĢe düzeninin bozukluğu ise geçilen kasaba ve Ģehirlerin yağmalanmasıyla
sonuçlanmaktadır.
Kınalızâde, devlet baĢkanının görevinin devleti yönetmek olduğunu vurgular ve bu
yönetimin nasıl olacağını adalet ve itidalin belirleyeceğini ifade eder. Dolayısıyla devlet baĢkanının
toplumda itidali sağlamak ve adaleti temin etmek gibi iki büyük görevi vardır. Bu görevleri
çerçevesinde devlet baĢkanı toplumdaki insanları kaynaĢtırmalı ve aralarındaki düzeni sağlamalıdır.
Kınalızâde, toplumların aynı insanlarda bulunan mizaç gibi mizaçları olduğunu ve bu
mizacın itidali bozulursa yine insanlar gibi toplumların da hastalanacağını söyler. Doktorların
görevi insanın mizacını tekrar itidale döndürüp onu sağlığına kavuĢturmak, devlet baĢkanının
görevi de toplumun mizacını itidal üzre tutmaktır. Devletler-Osmanlı örneğinde olduğu gibi-farklı
milletler ve topluluklardan meydana gelmiĢtir. Devlet baĢkanı bunları kaynaĢtırmalı, böylelikle
ülkenin mizacını itidalde tutmalıdır. Hükümdar bütün bu iĢleri nasıl yapacağını, ülkenin itidal
durumu bozulmuĢsa ne tür tedbirler alması gerektiğini, yani saltanat tabipliğini bilmelidir. Böylece
kararlılıkla saltanat bilgisi amele çevrilmeli ve memlekette itidal tesis edilmelidir.
Kınalızâde, devlet baĢkanını toplumda düzeni sağlayacak araçlardan biri olarak
göstermiĢ, diğer iki araç olarak da ilahi kanunu ve parayı saymıĢtır. Buna göre ilahi kanunun
toplumda uygulanması görevi ve paranın idaresi devlet baĢkanına verilmiĢtir. Yani hükümdar,
toplumda adalet ve itidali sağlamakla mükelleftir. Kınalızâde bu düĢüncesini de dine dayandırır ve
30 Age, s. 468. 31 Age, s. 472. 32 Age, s. 472–473. 33 Age, s. 473. 34 Age, s. 475.
Zaman ve Mekân Bağlamında Karşılaştırmalı Bir Çalışma: Makyavel’in “Prens”i ve Kınalızâde’nin “Ahlâk-ı Alâi”si 2005
Turkish Studies International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic
Volume 7/3, Summer, 2012
dünyada ilahi kanunlara göre amel eden devlet baĢkanlarının yeryüzünde Allah‟ın halifesi
olacağını, ahrette de kıyamet Ģiddetinden kurtulacağını ifade edip, adaletin sağlanabilmesi için üç
Ģartın yerine getirilmesi gerektiğini belirtir. Ġlk olarak devlet baĢkanı bütün halkını eĢit tutmalıdır.
Ġkinci olarak toplumda eĢitliği sağladıktan sonra ülkeye genel olarak bakmalı, insanlara
kabiliyetlerine göre davranmalıdır. Son olarak da hayır ve yardım konusunda herkesin hakkına
uygun hareket etmelidir. Birinci Ģart hükümdarın ülkedeki herkesin kendi iĢini yapmasını
sağlaması, bazı mesleklerin sayısının artmasına veya öne çıkmasına müsaade etmemesiyle
gerçekleĢir. Böylece herkes kendi iĢini yapar ve toplumda düzen kurulur. Ġkinci Ģart, hükümdarın
gerçek âlimlerle çalıĢmasıyla gerçekleĢir. Ayrıca hükümdar kötülük yapan insanları uyarıp ceza
almaları gerekiyorsa ceza vermekten çekinmemelidir. Son Ģart da devlet baĢkanının hayır ve
yardımları dağıtırken eksik veya fazla vererek zulüm iĢlememesi, rüĢvet ve iltimasla insanları hak
etmedikleri yerlere getirmemesiyle gerçekleĢmiĢ olur. Buna göre devlet baĢkanı hak etmeyen
kiĢilere mal ve makam bağıĢlamamak için çok dikkatli olmalıdır. Aksi takdirde ülkenin düzeni
bozulur. Bunlara ek olarak, düzenin sağlanması için devlet baĢkanının halkın ihtiyaçlarından ve
sıkıntılarından haberdar olması gerekir.35
Bu konuda da gereken tedbirler alınmalı, ya belli
günlerde halkın istekleri dinlenmeli ya da halkın içine karıĢıp haber getirecek haberciler
tutulmalıdır.
Ahlâk-ı Alâi‟nin yazarı hükümdarlara devletlerini koruyabilmeleri için düĢmanlarından
haberdar olmalarını tavsiye eder ve birçok padiĢahın bu konudaki ihmalinden ötürü tahtını
kaybettiğini belirtir. Hükümdarlar düĢmanlarının gizli fikirlerini ve planlarını bilmeli, fakat kendi
fikirlerini ve planlarını saklamalıdır. DüĢmanı sayısının azlığından dolayı küçük görmemeli ve
gurura kapılmamalıdır. Gerekli olmadıkça savaĢmamak gurura kapılmamanın göstergesidir.
Kınalızâde savaĢmak zorunda kalındığında niyetin çok önemli olduğunu vurgular ve her zaman
halis niyetle davranılması gerektiğini ifade eder. Yani hükümdarın amacı memleketini geniĢletmek,
mal ve esir almak olmamalıdır. Allah‟ın lafzını ve dinini yüceltmek, kâfirleri uzaklaĢtırmak
olmalıdır. Bununla birlikte, Müslüman padiĢahlar kâfir memleketlerini fethedecek bir fırsat
bulduklarında ihmal etmemeli ve yine Allah‟ın dinini yüceltmek niyetiyle buraları fethetmelidirler.
Özellikle bu ülkeler daha evvel Dar‟ül Ġslam idiyse fetih için acele etmelidir. Kınalızâde bu
noktada devlet baĢkanına pratik tavsiyelerde de bulunur ve askerler arasında ayrılık varsa kesinlikle
savaĢa girmemesini, bu durumda iki düĢman arasında kalmıĢ gibi olacağını söyler. Devlet baĢkanı
ayrıca düĢmanın saldırısı karĢısında yenileceğini anlarsa gereksiz yere gurura kapılmamalı, barıĢ
istemelidir. DüĢman bu teklifi kabul etmezse gurura kapılmıĢ demektir ve gurura kapılanın
yenilmesi uzak değildir. PadiĢahın kendisi savaĢ meydanında savaĢmamalıdır. Çünkü padiĢah Ģehit
olsa ya da esir düĢse ordu dağılır, hâlbuki askerlerin yarısı savaĢ meydanında Ģehit olsa bile yine de
galip gelme ihtimali olacaktır. PadiĢahlar cesaretlerini, savaĢ meydanında askerleri hücum
ettirmekte göstermeli, savaĢ meydanında askerden önce kaçmaya meyilli olmayan bir yerde
bulunmalıdır.36
Kınalızâde‟ye göre, harpte hile caiz fakat zulüm haramdır. Hileyle düĢmanı yenmek
mümkünken gereksiz yere savaĢılmamalıdır. Kınalızâde, zulmü bir hükümdarın baĢka bir
hükümdarı veya topluluğu bağıĢladığı halde aniden baskın yaparak öldürmesi olarak tanımlar.
Fakat padiĢah, anlaĢma yaptığı bir kiĢiye veya bir kâfire anlaĢmayı bozduğunu söyleyebilir. Hatta
ona göre böyle bir anlaĢmayı bozmak daha uygundur. Çünkü Müslüman bir hükümdarın kâfirlerle
tam bir zaruret olmadığı halde anlaĢması caiz değildir. Buna göre zaruret ortadan kalktığında
anlaĢma bozulmalıdır. Hükümdarların önemli bir görevi de askerleri ödüllendirmektir. Kınalızâde
burada da pratik tavsiyelerde bulunur ve hükümdarlara askerlerini özellikle savaĢ zamanlarında
35 AyĢe Sıdıka Oktay, age, s. 499–501. 36 Age, s. 505.
2006 Ramazan ÖZDEMİR
Turkish Studies International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic
Volume 7/3, Summer, 2012
ödüllendirmelerini salık verir. Buna göre bazı insanların dünya nimetlerini ahiret sevabından daha
çok istedikleri unutulmamalı, bu yüzden de savaĢ sonunda askerler ganimetten mahrum
bırakılmamalıdır. Aksi takdirde orduda bozulmalar baĢ gösterebilir. Ayrıca düzensizliklere karĢı
tedbir olarak fetih tamamlanmadan yağmaya baĢlamak kesin olarak yasaklanmalıdır. Galibiyetin
sonunda yağma ve öldürmede aĢırıya gidilmemeli, fethedilen ülke halkının nefreti
kazanılmamalıdır. Bir padiĢah bir yeri fethettikten sonra katliam yapmamalı, kudret nimetine
Ģükredip, ahaliyi affetmelidir.37
Kınalızâde, halka merhametli davranmak gerektiğini belirtirken, asilere ve isyanlarında
inat gösterenlere karĢı ise son derece Ģiddetli olmak gerektiğini vurgular. Timur‟un kendi görüĢüne
nazik bir üslupla muhalefet eden emirlerinden birini aĢağıladığını, Yavuz Sultan Selim‟in kendisine
karĢı çıkan bir komutanı sözünü bitirmeden boynunu vurdurduğunu, Selçuklu sultanı Alaaddin
Keykavus‟un fesat kaynağı olan üç komutanını bir gecede öldürttüğünü övgüyle anlatır. Ona göre
bu padiĢahların böyle davranmaları kararlı olduklarının ve kudretlerinin bir göstergesidir ve ayrıca
görevleridir. Bununla birlikte Kınalızâde, sultanların insanlara iyiyi emredip, kötüyü yasaklarken
Ģiddet uygulamalarının dinen caiz olmadığını da söyler. Buna delil olarak da Allah‟ın (c.c), Hz.
Musa ve Hz. Harun‟a (a.s.) isyancı Firavun‟a tebliğde bulunurken “Ona yumuĢak söz söyleyin.”
ayetini gösterir.38
Kınalızâde‟nin meselesi, devlet-i ebed müddet olarak algıladığı Osmanlı devletinin
bekasıdır ve bunun için padiĢaha zaten iĢlemekte olan bir düzende takip etmesi gereken yolları
göstermektedir.
b. Makyavel’e Göre Hükümdarın Özellikleri ve Görevleri
Makyavel, hükümdarın özellikleri ve görevlerinden bahsederken barıĢtan üstün hiçbir Ģey
olmadığını iddia eden geleneksel siyasi literatürü de eleĢtirmektedir. Ona göre, bir hükümdar için
savaĢ ve onunla ilgili kurum ve kurallar bütün düĢünce ve dikkatini üzerinde toplaması gereken tek
konudur. SavaĢ sanatını hor görmek yıkıma, onu iyi kullanmaksa iktidara götürür. Hükümdarlar
askerlik sanatını ihmal ettikleri ölçüde dost ve düĢmanları tarafından küçümsenecekler, bu yüzden
kaçınmaları gereken pek çok durumla karĢılaĢacaklardır. Dolayısıyla hükümdarlar, savaĢ sanatına
çok önem vermeli, özellikle de barıĢ zamanında hem bedenine hem de ruhuna idman yaptırarak bu
sanatla meĢgul olmalıdırlar. Makyavel bu noktada pratik tavsiyelerde bulunur ve hükümdara, beden
idmanı için birliklerine manevralar yaptırıp, bol bol ava çıkmasını salık verir. Av, ona yorgunluğa
karĢı direnme gücü kazandırır ve ülkenin coğrafyasını iyice öğretir. Zihin idmanı için de, hükümdar
tarihçileri okuyup tarihi olaylardan ders çıkarmalıdır. Ayrıca ünlü kiĢilerin giriĢtikleri iĢler üzerinde
düĢünmeli, zaferlerinin ve yenilgilerinin sebeplerini incelemelidir.39
Makyavel de Kınalızâde gibi hükümdarlara tarih kitaplarını okumalarını tavsiye eder.
Fakat onun amacı Kınalızâde‟de olduğu gibi hükümdarın halkını barıĢ içinde yaĢatmasını sağlamak
değil, aksine onun halkını sokacağı savaĢlarda baĢarılı olmasına yardımcı olmaktır. Yani tarih
kitapları halkı huzur içinde yaĢatmak için değil savaĢ için okunmalıdır. Bu durum da yine
Makyavel‟in içine doğduğu Ġtalya‟nın Ģartlarıyla açıklanabilir. Makyavel‟in asıl meselesi Ġtalya‟nın
birliğinin sağlanması ve güçlü bir duruma gelmesidir. Bu da ancak savaĢ yoluyla mümkündür.
Belki bundan sonra halkı refah içinde yaĢatmak düĢünülebilir. Kınalızâde ise zaten çok güçlü olan
Osmanlı‟nın vatandaĢıdır ve Makyavel‟in sorunu Osmanlı‟da çoktan çözülmüĢ, halkın refahı ve
huzuru öne çıkmıĢtır.
37 AyĢe Sıdıka Oktay, age, s. 506–507. 38 Age, s. 517. 39 Machiavelli, Hükümdar, s. 172–175.
Zaman ve Mekân Bağlamında Karşılaştırmalı Bir Çalışma: Makyavel’in “Prens”i ve Kınalızâde’nin “Ahlâk-ı Alâi”si 2007
Turkish Studies International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic
Volume 7/3, Summer, 2012
Makyavel, bir hükümdarın gerek tebaasına gerekse dostlarına karĢı nasıl bir tutum ve
davranıĢ içinde olması gerektiğini incelerken, bunu kendi zamanına gelinceye kadar izlenmiĢ yolun
dıĢına çıkarak yapacağını ifade eder. Yani hem antik düĢünceye hem de kilise babalarından
kaynaklanan geleneğe getirdiği yeniliğin bilincindedir. Kendisini okuyacak olanlar için yararlı
Ģeyler yapmak istediğini, bu yüzden de bir takım spekülasyonlara giriĢmektense eĢyanın realitesine
bağlı kalmanın daha iyi olacağını belirtir. Böylece içinde yaĢadığı 16. yüzyıl Ġtalya‟sının Ģartlarına
göre davranmanın gerekliliğini vurgular. Makyavel‟e göre, realite ile idealler birbirinden o kadar
farklıdır ki, sadece idealleri incelemekle vakit kaybeden kiĢi varlığını muhafaza edip güçlenmekten
çok onu yok etmiĢ olur. Aynı Ģekilde, her zaman iyi insan olarak görünmek isteyen kimse de bunca
kötü insanın arasında yok olmaktan kurtulamaz. Dolayısıyla, saltanatını korumak isteyen bir
hükümdar her zaman iyi olmamalı, gerektiği zaman iyi, gerektiği zaman da kötü olmayı
öğrenmelidir.40
Burada mesele iyi ya da kötü olmak değil, saltanatı korumaktır.
Makyavel, hükümdarın özellikleriyle ilgili olarak cömertlik ve cimrilik hakkında
tavsiyede bulunurken, cömertliğin bir hükümdar için pek de iyi bir özellik olmayacağını vurgular.
Aslında cömertlik kendi kendini yiyip bitirir, çünkü eğer bir hükümdar cömertliğiyle ün salmak
isterse hiçbir harcamadan kaçınmayacak ve bu harcamaları uğrunda devletin hazinesini
tüketecektir. Devlet hazinesi tükendikten sonra da cömertlik unvanını koruyabilmek için halka
fazladan vergiler koymaya baĢlayacak, bu yüzden de bir süre sonra nefret edilen bir hükümdar
durumuna düĢecektir. Oysa bir hükümdar için en tehlikeli durumlardan biridir bu. Dolayısıyla
basiretli bir hükümdar cömertliğe önem vermemeli, adının cimriye çıkmasına hiç aldırıĢ
etmemelidir. Çünkü büyük ihsanlarda bulunmadığı küçük bir azınlık tarafından cimrilikle
suçlanırken hazinesini dolduracak ve gerek savaĢ zamanında gerekse çok para gerektiren diğer
iĢlerinde halka ek vergiler koymayıp zamanla cömert bir hükümdar olarak tanınmaya baĢlayacaktır.
Buradaki cimrilik nitelemesi, hükümdarın saltanatını sürdürmesini sağlayan kötü niteliklerden
olduğu için problem teĢkil etmez.41
Aslında Makyavel için kaçınılması gereken tek Ģey „nefret
edilen kiĢi‟ olma tehlikesidir.
Hükümdarın diğer özelliklerinden zalim ya da merhametli olmasına dair olarak da
Makyavel, onun sert tedbirler alınması gerekirken merhametli davranmasının büyük zararlara
sebep olacağını belirtir. Halkı birlik ve düzen içinde tutmak için hükümdarın sert tedbirler almaktan
çekinmemesi, zalimlikle suçlanmaktan korkmaması gerekir. Alınan sert tedbirler az sayıda kiĢinin
ölümüne sebep olurken, düzensizlikler çok sayıda kiĢinin ölümüne sebep olacak, bu durumda da
sert tedbirlere baĢvuran hükümdar, merhametli davranıp kargaĢanın çıkmasına göz yuman
hükümdardan daha merhametli tanınacaktır. Halk tarafından hem sevilmek hem de korkulmak
zordur fakat bunlardan birinin tercih edilmesi gerekiyorsa da korkulan bir hükümdar olmak daha
güvenlidir. Çünkü sevgi konusunda halk aktif ve istediği zaman sevmekten vazgeçebilecek
durumdayken, korku hükümdarın aĢıladığı ve daha rahat kontrol edebildiği, halkın pasif konumda
olduğu bir duygudur. Dolayısıyla, basiretli bir hükümdar baĢkasına bağlı olan bir Ģeye
güvenmektense kendine bağlı olan Ģeye güvenmelidir. Ancak, halkının sevgisini hiç kazanmasa
bile kinini de kazanmamaya son derece dikkat etmelidir. Bunu da halkının malına, mülküne ya da
karılarına el uzatmayarak rahatlıkla baĢarabilir. Burada söz konusu olan, hükümdarın Ģiddeti
tebaası için tahammül sınırları içinde tutmasıdır. Çünkü tahammül sınırlarını aĢan Ģiddet karĢı
etkiler doğurur ve hükümdara karĢı giriĢilen komplolar, kendisine karĢı duyulan kinden
kaynaklanır.42
40 Machiavelli, Hükümdar, s. 178. 41 Age, s. 181–183. 42 Machiavelli, Hükümdar, s. 186–189.
2008 Ramazan ÖZDEMİR
Turkish Studies International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic
Volume 7/3, Summer, 2012
Ahlâkla ilgili bütün sorunlarda merkezi bir yer tutmuĢ olan yalan konusuyla ilgili olarak
Makyavel, „Hükümdarlar sözlerini nasıl tutmalıdır?‟ diye bir soru yöneltir. Bu soruya, sözüne sadık
olmanın övgüye layık bir davranıĢ olduğunu söyleyerek cevap verir. Ancak yaĢadığı dönemde
önemli iĢler baĢaran hükümdarların, sözlerine sadık davranmaya pek değer vermeyen ve
amaçlarına ulaĢmak için hileye baĢvurmaktan çekinmeyen kiĢiler olduğunu ekler. Sonuçta da bu
hükümdarların sözüne sadık olan hükümdarlara üstün geldiklerinin tecrübeyle sabit olduğunu
belirtir. Makyavel‟e göre ya yasalarla ya da kuvvetle savaĢılabilir; yasalarla savaĢmak insanlara,
kuvvetle savaĢmak ise hayvanlara özgüdür. Bu durumda bir hükümdar bazen insan bazen de
hayvan gibi davranmak zorundadır. Hayvan olarak hareket ederken hem tilki gibi olup tuzakları
fark etmeli, hem de aslan gibi olup kurtları korkutmalıdır. Makyavel bu noktada antikçağ
yazarlarının da, hükümdarların at bedenli, insan kafalı efsanevi bir yaratık tarafından yetiĢtirildiğini
anlattıklarını söyler ve kendi fikrini antikçağdan referans göstererek destekler. Buradan çıkan
kurala göre, akıllı bir hükümdar kendisini söz vermeye iten nedenler ortadan kalktığında ve sözünü
yerine getirdiği takdirde zarara uğrayacağını gördüğünde sözünü yerine getirmemelidir. Zaten
insanlar, nankör, kaypak ve kötüdürler, tehlikeler uzaktayken sizin için savaĢmaya hazırken tehlike
yaklaĢtığında sözlerini hemen unuturlar. Bu yüzden hükümdarın sözünü tutmamasında bir sakınca
yoktur. Fakat hükümdarın burada dikkat etmesi gereken nokta, tilki doğasını ve olduğundan farklı
görünerek gerçek düĢüncelerini saklayabilmesidir. ġunu da belirtmek gerekir ki Makyavel,
hükümdara tamamen ahlâksız olmasını da öğütlemez. Hükümdarın insaniyetli, dindar ve
merhametli olması iyidir, fakat o gerektiğinde bunların tam tersi nitelikleri de gösterebilmeli,
iyiliğinin esiri olmamalıdır.43
Bu tavır tabii ki özü sözü bir olmak vazifesinin her Ģart altında
geçerliliğini koruması gerektiğini savunan ahlâki görüĢe taban tabana zıttır. Ancak, Makyavel‟in de
böyle bir kaygısı yoktur.
Makyavel tamamen pratik bir düĢünürdür ve yaĢadığı dönemin sorunlarına çare bulmaya
çalıĢmaktadır. Bunu da insanın özü ve sözünün bir olmasının övgüye layık olduğunu, ancak
yaĢadığı dönemde böyle davranmayan hükümdarların daha baĢarılı olup ülkelerini refaha
kavuĢturduğunu söyleyerek ifade etmektedir. Ayrıca bu kuralın genel geçer bir kural olduğunu
iddia etmemekte, sadece Ġtalya için mi yoksa her yer için mi geçerli olduğunu söylememektedir.
Yine o dönem Ġtalya‟sı ve sık değiĢen iktidarları düĢünüldüğünde Makyavel‟in böyle düĢünmesinin
sebepleri anlaĢılabilir. Ona göre hükümdar talihin Ģartlarına göre hareket edebilecek esnek bir zihne
sahip olmalı ve gerektiğinde her türlü kötülüğü yapmayı bilmelidir. Sonuçta iktidarını ve devletini
korumayı baĢarabilirse herkes tarafından takdir edilecektir.
Makyavel genel itibarıyla talihe çok önem verir fakat hükümdarlara basiretli olmalarını
ve kaderlerini talihin akıĢına bırakmamalarını tavsiye eder. Talihin, insanların eylemlerinin yarısına
hükmedebildiğini, aĢağı yukarı diğer yarısını ise insanların kendi iktidarına bıraktığını düĢünür.
Böylece, insanda hiçbir inisiyatifi kabul etmeyen katı bir determinizm fikrini reddeder. O, talihi
azgın bir nehre benzetir ve selin önünde durmanın mümkün olmadığı, fakat sel geçtikten sonra
bentler kurup setler inĢa ederek bir dahaki sefere selin zararlarından kurtulmanın mümkün olduğu
gibi, talihin aleyhimize döndüğü zamanlarda uğrayabileceğimiz zararlardan kurtulmanın da
mümkün olduğunu ifade eder. Çünkü talih de gücünü özellikle kendisine karĢı hiçbir hazırlık
yapılmayan yerlerde çok daha sert bir Ģekilde gösterir. Bu yüzden her Ģeyiyle talihe dayanan ve
hiçbir önlem almayan hükümdarlar, talihin değiĢmesiyle birlikte çökerler. Fakat gerekli tedbirleri
alırlar ve karakterlerini, hareket tarzlarını zamana ve Ģartlara göre değiĢtirebilirlerse talih onlar için
hiçbir zaman değiĢmez. Yani örnek bir hükümdar tipi yoktur. Makyavel, Ġtalya‟yı talih karĢısında
setsiz ve bentsiz, hiçbir savunması olmayan geniĢ bir kırsal alana benzetir. Ġtalya böylesine
savunmasız olduğu için birliğini kuramamakta ve her zaman büyük değiĢikliklerin sahnesi
43 Age, s. 192–195.
Zaman ve Mekân Bağlamında Karşılaştırmalı Bir Çalışma: Makyavel’in “Prens”i ve Kınalızâde’nin “Ahlâk-ı Alâi”si 2009
Turkish Studies International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic
Volume 7/3, Summer, 2012
olmaktadır.44
Makyavel tarafından bu Ģekilde azgın bir nehre benzetilen talih, hükümdarlara yine
de çeĢitli Ģekillerde Ģans verir ve bu Ģans da iyi bir Ģekilde değerlendirilmelidir.
Makyavel, hükümdara cevval ve acar olmasını da tavsiye eder. Prens‟in „Hükümdar, iyi
ün kazanmak için nasıl davranmalıdır‟ baĢlıklı bölümünde, hükümdarlara iyi ün kazanmak için
büyük iĢlere giriĢmelerini ve yaptıkları iĢlerle eĢine az rastlanır örnekler vermelerini öğütler. Hiç
aralıksız büyük hedefler ortaya konmalı, bunları gerçekleĢtirmeye çalıĢırken halkın zihni meĢgul
edilmeli ve sürekli hayranlık içinde tutulmalıdır. Hükümdar, fırsat buldukça olağandıĢı ve üzerinde
çok konuĢulacak davranıĢlarda bulunmalı, insanları cezalandırırken veya ödüllendirirken sıra dıĢı
yöntemler kullanmalıdır, böylece kendini sıradan insanlardan farklı göstermelidir.45
Makyavel,
burada da daha evvel üzerinde çokça durduğu hükümdarın imajına vurgu yapmaktadır.
Makyavel, hükümdarın en önemli görevlerinden birinin bakanlarını seçmek olduğunu
söyler. Hükümdarın iyi olmasının etrafındaki bakanlarına bağlı olmadığını, tam tersine hükümdarın
etrafındaki bakanların iyi olmasının hükümdarın iyi olmasına bağlı olduğunu belirtir. Hatta bir
hükümdarı değerlendirmek için öncelikle çevresindeki bakanlarına ve danıĢmanlarına bakılmalıdır.
Yani hükümdarı iyi hükümdar yapan çevresindeki bakanları değildir; iyi hükümdarlar çevrelerine
iyi bakanlar toplarlar. Ġyi bir hükümdar çevresindeki bakanlarının ve danıĢmanlarının kendi
çıkarlarını mı yoksa devletin ve hükümdarın çıkarlarını mı gözettiklerine bakmalı, kendi çıkarlarını
üstün tutanları çevresinden uzaklaĢtırmalıdır. Öte yandan hükümdar da bakanlarının ve
danıĢmanlarının sadakatini kazanmak istiyorsa onlara gereken itibarı göstermeli, onların
servetlerini arttırmalı ve kendine minnettar bırakmalıdır. Böylece, hükümdarın çevresindekiler her
türlü ifsada karĢı dayanıklı olacak ve üzerlerine düĢen görevleri layıkıyla yapacaklardır.46
Bunun
aksi durumunda zaten hükümdar için iktidarını kaybetmekten baĢka Ģans yoktur.
Makyavel‟e göre, Ġtalya‟nın içinde bulunduğu kötü durum Prens’te ileri sürülen tezlerin
doğruluğunu kanıtlar niteliktedir. Ġtalyan hükümdarlar Makyavel‟in tavsiyelerine uygun hareket
etmediği için Ġtalya birliğini sağlayamamıĢtır ve Ġtalya‟yı kurtarmak isteyen bir hükümdar bu
tavsiyelere uymalıdır. Makyavel bu kötü duruma rağmen umudunu kaybetmez. Prens, Ġtalya‟nın
kurtuluĢu ve birliği için yazılmıĢ bir manifestodur ve böyle bir manifesto yazmak umudunu
kaybetmiĢ bir insanın iĢi olamaz.
Makyavel, kitabını atfettiği Lorenzo de Medici‟ye hitaben Ġtalya‟nın içinde bulunduğu
durumda bütün umutlarını bu aileye bağladığını vurgular. Medici ailesinin soydan gelme hasletleri,
talihi, Tanrı‟nın ve tahtında oturmakta olduğu kilisenin lutfuyla bu kurtuluĢu sağlayabilecek
nitelikte olduğunu ifade eder. Bu noktada Makyavel‟in “Makyavelce” davranarak Lorenzo de
Medici‟nin yeteneğine inanmadığı ve onunla alay ettiği söylenebilir. Çünkü Floransa‟nın tarihinde
Medici ailesine mensup yeteneksiz yöneticiler de bulunmaktadır. Ayrıca Prens’in II. bölümü
soydan gelme monarĢilerin zayıflığından bahsetmektedir. Bir ailenin talihinin her zaman iyi olacağı
da söylenemez, çünkü talih değiĢkendir. Bunlara ilaveten Makyavel, kiliseyi Ġtalya‟nın birliğini
sağlamasının önündeki en büyük engel olarak görmektedir.47
Yine bu noktada, Makyavel‟in bu
Ģekilde davranarak ve Prens‟i II. Lorenzo de Medici‟ye adayarak yönetici erke „ben sizin sadık
kulunuzum‟ mesajı vermeye çalıĢtığı ve yönetici erkin dikkatini çekerek tekrar kamu görevine
dönmek istediği de ileri sürülebilir.48
Fakat böyle bile olsa, bunu Prens‟te ifade ettiği öğretilere
uygun olarak Ġtalya‟nın birleĢtirilmesini sağlamak için istemekte olduğu da aĢikârdır.
44 Machiavelli, Hükümdar, s. 245–249. 45 Machiavelli, Hükümdar, s. 226–228. 46 Age, s. 234–236. 47 Machiavelli, Hükümdar, s. 254. 48 Quentin Skinner, age, s. 38–39.
2010 Ramazan ÖZDEMİR
Turkish Studies International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic
Volume 7/3, Summer, 2012
Makyavel, Medici hanedanına inanma ihtiyacı duymaktadır ve aslında baĢka alternatifi de
yoktur. Ġtalya‟nın birliği sağlanacaksa, bunun bir an önce yapılması gereklidir ve bunun en hızlı
yolu bu aile ile olacaktır. Çünkü baĢka bir aile yeni taht mücadelesi ve yeni kargaĢa ortamı
demektir. Ayrıca, Makyavel iyi yönde değiĢikliklerin olabilmesi için iyimser olmak gerektiğinin ve
hem hükümdara inanmanın hem de hükümdarı kendisine inandırıp motive etmek gerektiğinin
bilincindedir.
Sonuç
Kınalızâde ve Makyavel çok zıt görünseler de, hükümdara verdikleri öğütlerde bulunan
ortak noktaların çokluğu ve bu öğütlerle ulaĢılmak istenen ya da ulaĢılması muhtemel hedeflerin
örtüĢmesi, nihai niyetlerinin de ortak olduğunu göstermesi bakımından önemlidir. Her iki düĢünür
de hükümdarlara öncelikle tarih kitaplarını okumalarını, güncel meseleler hakkında dersler
çıkarmalarını, iyi yasalar ve iyi ordular kurmalarını tavsiye eder. Toplumdaki güçlüleri zayıflatıp
zayıfları güçlendirerek dengeyi sağlamalarını, özellikle giriĢecekleri savaĢlardan önce ülke içindeki
ve askerler arasındaki düzeni tam olarak tesis etmelerini salık verirler. Ayrıca, halk kötü isteklere
sahip olabileceği için kendi haline bırakmayıp onu iyiye yöneltecek Ģekilde yönetmenin ve mutlaka
sevgisini kazanmanın önemini vurgularlar. ġunu belirtmek gerekir ki, halkın, iyi yasalar olmayınca
kötü isteklerini gerçekleĢtirmeye çalıĢacağı fikri 16. yy. Ġtalyası‟nın ve son dönem Osmanlısı‟nın -
tarihte baĢka birçok örneğinin de olduğu gibi- durumuna bakınca haklılık kazanmaktadır. Bu
tavsiyelere uyulması halinde ülkeler düzene kavuĢacak, hiçbir sorun kalmayacaktır. Bu durumda
iki düĢünür arasındaki asıl fark içinde yaĢadıkları toplum olmaktadır. Her ikisi de çağının çocuğu
olan Kınalızâde ve Makyavel yaĢadıkları toplumun Ģartlarında düĢünmektedirler. Kınalızâde‟nin
içine doğduğu Osmanlı toplumunda düzen zaten tesis edilmiĢtir ve padiĢahlar oturmuĢ bir Osmanlı
düzeninin doğal ürünleri, görevini yapan aktörleridir.
Makyavel ise bir kargaĢanın hüküm sürdüğü Ġtalyan yarımadasında yaĢamakta, pek çok
ahlâksızlığa tanık olmaktadır. Dolayısıyla iki düĢünür arasında ciddi bir üslup farkı doğmakta,
üzerine fikir yürüttükleri toplumlar birbirinden o kadar farklı olunca ortaya iki farklı yol haritası
çıkmaktadır. Kınalızâde düzenin egemen olduğu Osmanlı toplumu için erdemi ön plana çıkarırken,
Makyavel düzensizliğin egemen olduğu Ġtalyan toplumunda erdemsizliği ön plana çıkarmaktadır.
Dolayısıyla bu düzen-düzensizlik karĢıtlığı eserlere de yansımaktadır. Kınalızâde‟nin Ahlâk-ı
Alâi‟si çok daha hacimli, sistemli, kapsayıcı ve detaylar üzerinde fazlaca dururken, Makyavel‟in
Prens‟i pratik bilgiler veren notlardan oluĢmakta ve daha çok temel meselelerle ilgilenip detaylara
inmemektedir. Çünkü Osmanlı toplumunda genel meseleler halledilmiĢ, böylelikle Kınalızâde
detaylarla ilgilenebilmiĢtir. Oysa Makyavel‟in ilgilendiği asıl mesele Ġtalya‟nın birliği ve bunun en
kısa zamanda nasıl sağlanabileceğidir. Bunun dıĢında her Ģey onun için detaydan ibarettir ve ancak
asıl mesele halledildikten sonra görüĢülebilir. AnlaĢılacağı üzere bir tarafta kendi toplumundan
memnun ve mutlu, diğer tarafta ise gayri memnun ve mutsuz iki düĢünürdür Kınalızâde ve
Makyavel. Bu durumun bir yansıması olarak da Kınalızâde Osmanlı toplumunu övüp sistemin
iĢleyiĢini eleĢtirme gereği duymazken, Makyavel kaç çeĢit hükümdarlık olduğundan bunların nasıl
iĢlediğine kadar düĢünerek aslında iĢlemekte olan Ġtalyan sistemini sorgulamaktadır.
KAYNAKÇA
DAVUTOĞLU, Ahmet, “Tarih Ġdraki OluĢumunda Metedolojinin Rolü: Medeniyetlerarası
EtkileĢim Açısından Dünya Tarihi ve Osmanlı”, Divan İlmi Araştırmalar Dergisi, C:2
S:7 (1999), s. 1–63.
KINALIZADE, Ali Efendi, Ahlâk-ı Alâi, Tercüman 1001 Eser, Ġstanbul 1974.
Zaman ve Mekân Bağlamında Karşılaştırmalı Bir Çalışma: Makyavel’in “Prens”i ve Kınalızâde’nin “Ahlâk-ı Alâi”si 2011
Turkish Studies International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic
Volume 7/3, Summer, 2012
MACHIAVELLI, Niccolo, Hükümdar, Sosyal Yayınlar, Ġstanbul 1998.
MACHIAVELLI, Niccolo, Söylevler, Say Yayınları, Ġstanbul 2009.
MARDĠN, ġerif, Yeni Osmanlı Düşüncesinin Doğuşu, ĠletiĢim Yayınları, Ġstanbul 1998.
MERĠÇ, Cemil, Umrandan Uygarlığa, ĠletiĢim Yayınları, Ġstanbul 2006.
MORUS, Thomas, Utopia, Öteki Yayınları, Ġstanbul 2004.
OKTAY, AyĢe Sıdıka, Kınalızâde Ali Efendi ve Ahlâk-ı Alâi, Ġz Yayıncılık, Ġstanbul 2005.
ORTAYLI, Ġlber, İmparatorluğun En Uzun Yüzyılı, Alkım Yayınevi, Ġstanbul 2006.
ÖZTÜRK, Hüseyin, Kınalızâde Ali Çelebi’de Aile, Aile AraĢtırma Kurumu BaĢkanlığı Yayınları,
Ankara 1990.
STRAUSS, Leo, Politika Felsefesi Nedir?, Çev.: Solmaz Zelyüt Hünler, Paradigma Yayınları,
Ġstanbul 2000.
SKINNER, Quentin, Machiavelli, Altın Kitaplar Yayınevi, Ġstanbul 2004.
UNAN, Fahri, İdeal Cemiyet İdeal Devlet İdeal Hükümdar, Lotus Yayınevi, Ankara 2004.