19
1

16 - Somuncu Baba

  • Upload
    others

  • View
    9

  • Download
    0

Embed Size (px)

Citation preview

Page 1: 16 - Somuncu Baba

1

Page 2: 16 - Somuncu Baba

Hz. Peygamber (s.a.v.)’in ibadet hayatında oruç ibadetinin çok özel bir yeri vardır. Allah Rasûlü, henüz orucun farz kılınmadığı zamanlarda Mekke’de iken Muharrem ayının onuncu gününde-ki aşûra orucunu tutmuştur. Ancak Hicret’in ikinci yılında Ramazan orucunun farz kılınmasından sonra aşûra orucunu tutmayı insanların arzusuna bırakmış-tır. Hz. Peygamber (s.a.v.), hayatı boyunca dokuz Ramazan’ı oruçlu geçirmiştir. Ramazan’ın her gecesi Cebrail (a.s.) Rasû-lullah’a gelip Peygamberimiz de o zamana kadar inmiş âyetleri okuyarak Kur’an’ı ona arz etmiştir. Mukabele geleneğimiz işte bu arz hadisesine dayanmaktadır.

Rasûl-i Ekrem, Ramazan ayında verilen sadakanın daha üstün olduğunu buyurmuş, ken-disi de bu ayda cömertliğinin zirvesinde olmuştur. Allah Rasûlü, sonraki zamanlarda “teravih” adını alacak nafile namazlarla Ramazan gecelerini ihya etmiş, Kadir Gecesi olma ihtimali olan geceleri özellikle ibadet ederek geçirmiş, ailesini de buna teşvik etmiştir. Peygamberimiz, Ra-mazan’ın son on gününde mescitte itikâfa girmiş ve ibadetle meşgul olmuştur. Bir Ramazan hâriç bütün Ramazanlarda itikâfa devam etmiş, her yıl on gün süren itikâfı, ahirete göçeceği yıl yirmi gün sürmüştür. O yıl Ramazan’da Cebrail’e Kur’an-ı Kerim’i iki defa arz etmiştir. Al-lah’a tam bir teslimiyet içerisinde ibadet ve taatte bulunmak amacıyla zamanının belirli bir kıs-mını ayırmış ve en güzel şekilde değerlendirerek itikâfa verdiği önemi ümmetine göstermiş ve itikâfa giren kimsenin kazancını şöyle ifade etmiştir: “O, günahlardan uzak kalır ve kendisine (hayatın içinde) tüm iyilikleri yapan kimse gibi iyilikler yazılır.”

Sahabeden Ebû Saîd el-Hudrî’nin anlattığına göre, Rasûlullah (s.a.v.) önceleri Ramazan’ın ilk on gününde itikâfa girerdi. Sonra ortasındaki on günde itikâfa girmeye başladı. Yirmin-ci gece geçip de yirmi birinci geceyi karşıladığı zaman evine dönerdi. Onunla birlikte itikâfa girenler de evlerine giderdi. Ancak bir Ramazan ayında, evine dönmeyi itiyat edindiği gece mescitte kaldı. Bir ara, hasırı eliyle tutarak çadırın bir tarafına çekti. Sonra başını dışarı çıkara-rak cemaate şöyle seslendi: “Ben, o Kadir Gecesi’ni aramak üzere Ramazan’ın ilk on günün-de itikâfa girmiştim, sonradan ayın ortasındaki on günde itikâf yapmaya başladım. Ardından bana bu gecenin son on günde olduğu söylendi. Dolayısıyla sizden itikâfa girmek isteyen (tekrar) girsin!” Bunun üzerine, cemaat de onunla birlikte itikâfa girdiler. Rasû-lullah (sav), “Bana, Kadir Gecesi, tek sayılı (21, 23, 25, 27, 29) ve sabahında çamurlu su içine secde edeceğim bir gece olarak gösterildi.” buyurdu. Yirmi birinci gecenin sabahı nama-za kalktıklarında gökyüzünde tek bir bulut dahi yoktu. Derken bir bulut geldi ve birden yağmur yağmaya ve mescitte sular akmaya başladı. Ebû Saîd el-Hudrî, Hz. Peygamber (s.a.v.)’in bahsettiği çamurlu suyu gözle-riyle gördü. Rasûlullah (s.a.v.) sabah namazını kıldır-dıktan sonra alnında ve burnunun ucunda çamurlu su vardı. Anladı ki, o gece (Kadir Gecesi), son on günün yir-mi birinci gecesi imiş. Ramazan’ınız mübarek, ibadetleriniz makbul, bayramınız kutlu olsun…

Editör’den...

Page 3: 16 - Somuncu Baba

Aile EkiYıl: 4 Sayı: 41

Somuncu Baba Dergisi’nin Ücretsiz Ekidir.

İmtiyaz Sahibi ve Genel Yayın YönetmeniBekir AYDOĞAN

Sorumlu Yazı İşleri MüdürüM. Hulusi ERDEMİR

Yayın EditörleriM. Nazmi DEĞİRMENCİ

Musa TEKTAŞ

Yayın KuruluProf. Dr. Nihat ÖZTOPRAK, Prof. Dr. Ali YILMAZ

Prof. Dr. Sebahat DENİZ, Prof. Dr. Bilal KEMİKLİProf. Dr. Abdullah KAHRAMAN,

Prof. Dr. Ali AKPINAR

Grafik Tasarım ve Uygulamaİrem BAYRAKTAR

Yapım

www.grafiturk.com.tr

Baskıİhlas Gazetecilik A.Ş.Tel: 0 (212) 454 30 00

Basım-Yayım-Dağıtım-PazarlamaVİSAN İktisadi İşletmesi

Zaviye Mah. Hacı Hulûsi Efendi Cad.No: 71 (44700) Darende / MALATYA

Tel: (422) 615 15 00 Faks: (422) 615 28 79

MAYIS 2018 / YIL: 24 - SAYI: 211

04

08

12 16 24 28

1420

26 30

İyilik, Yardımlaşma, Ramazan Ahlâkı

Çocukları Titizlik Hastası mı Yapıyoruz?

Hayal Yıldızı

İlla Edep

Fâtıma Bint-i Esed (r. anhâ)

Peygamberimiz Döneminde Sağlık-Tıp Alanında Hanımlar

Ayrımcılığa İzin Vermeyen Tanıklık

Bu Ramazan Bir Surenin Hafızı Olsak

Fatih Camii’nde Ramazan Çelebi Mehmed’in Eşi, II. Murad’ın Annesi Emine HatunSümeyye Büşra YILDIZ

İsmail Hakkı ÜNAL Halide YENEN

N. Nida DURAN

Hatice AKKAYA

M. Emin KARABACAK

Ayşe Gül PINAR

Emine Büşra YÜKSEL

Raziye SAĞLAM

Zühal ÇOLAK

Page 4: 16 - Somuncu Baba

İYİLİK, YARDIMLAŞMA, RAMAZAN AHLÂKI

Sümeyye Büşra YILDIZ

Allahu Teâlâ mübarek Kur’an’da; “İyi-lik ve takva hususunda yardımlaşın, günah ve düşmanlık yolunda yar-

dımlaşmayın. Allah’tan korkun, çünkü Al-lah’ın cezası çetindir.” (5/Maide, 2.) buyuruyor.

Şüphesiz yardımlaşma ve dayanışma sosyal hayatın bir gereğidir. Mü’minler, birr (iyilik, doğruluk, itaat, hayır ve hasenat) ve takvada birbirleriyle yardımlaşacaklar, gü-nah ve düşmanlıkta, haddi aşmakta yardım-laşmayacaklardır. Bu da onların ferasetleri-nin, akıllarının, vicdanlarının ve merhamet-lerinin bir sonucudur. Kendilerinden bu yönde bir yardım talep edildiğinde, karşıla-rındaki kişinin, ahirette kesin olarak bu ta-vırdan razı olacağını ve en güzel merhamet şeklinin günah işlemesine izin verilmemesi olduğunu anlayacağını bilirler. Aslında bu, onların merhamet anlayışının bir sonucudur. Kendilerinden günah yönünde bir yardım talep edildiğinde, “hatır kırmamak için” ya da “Yardım etmezsem ayıp olur.” gibi bir man-tıkla hareket etmezler. Çünkü karşılarındaki kişinin, o an için yadırgasa bile, ahirette kesin olarak bu tavırdan razı olacağını ve en güzel merhamet şeklinin günah işlemesine izin ve-rilmemesi olduğunu anlayacağının farkında-dırlar.

Hayat bir mücadele değil, yardımlaşma-dan ibarettir. Toprak bitkilerin, bitkiler hay-vanların, hayvanlar insanların, yağmur yüklü bulutlar toprağın imdadına koşar. Vücudu-muza aldığımız besinler de hücrelerimizin yardımına koşmaz mı? İşte insan, kâinatın küçük bir modeli olarak kâinatta cari olan bu harika düzene ayak uydurmakla mükelleftir. Onun için, “iyilik ve takvada yardımlaşma” emredilirken, “günah ve düşmanlık yolunda yardımlaşma” yasaklanır. Demek insan iyilik ve takvada yardımlaşarak, kötülük ve düş-manlıkta destek vermekten uzak kalarak

kâinattaki bu işler düzeni ayakta tutacak, bozmayacak. Diğer bütün emir ve tavsiye-ler de bu düzeni sarsmamak içindir. Allah’a isyan etmekten kaçınmamızı emreden Allah Rasûlü de bu yolla asıl yurdumuz olan ahiret için azık hazırlayacağımızı bildiriyor. Müs-lüman’ın, Müslüman’a en güzel, en hayırlı öğüdü, ahirete hazırlanmak için birbirini teş-vik etmeleri, Allah’a isyan etmekten sakındır-malarıdır. Her iyiliğin bir sadaka olduğu dü-şünülürse, manevî hayata yapılan hizmet ve yardımların önemi ve büyüklüğü daha da iyi anlaşılacaktır. Nitekim Allah Rasûlü (s.a.v.), bir defasında, bir kimsenin imanının kurtul-masına vesile olmanın sahralar dolusu kırmı-zı koyunları sadaka olarak vermekten; başka bir hadis-i şeriflerinde de, “dünya ve dünya içindeki her şey”den daha hayırlı olduğunu bildirmişlerdir. “İnsanların en iyisi, insanlara en çok faydası dokunan” değil midir?

Bizleri arınma ve bağışlanma ayına ka-vuşturan Rabb’imize sonsuz hamd ve şükür, âlemlere rahmet olarak gönderilen Kâinatın Efendisi Peygamberimiz, Efendimiz Hz. Mu-hammed Mustafa’ya binlerce salât ve selam olsun. Başı rahmet, ortası mağfiret, sonu da

“Müslüman’ın Müslüman’a en güzel, en hayırlı öğüdü, ahirete hazırlanmak için birbirini teşvik etmeleri, Allah’a isyan etmekten sakındırmalarıdır. Her iyiliğin bir

sadaka olduğu düşünülürse, manevî hayata yapılan hizmet ve yardımların önemi ve büyüklüğü daha da iyi anlaşılacaktır.”

4 5

Page 5: 16 - Somuncu Baba

cehennemden kurtuluşumuza vesile olan mübarek Ramazan’ın gelmesiyle mutluluk iklimine, huzur mevsimine giriyoruz. Nefis-lerimizi kötülüklerden temizlemenin, gönül-lerimizi günahlardan arındırmanın şimdi tam zamanı. Bu ay, ilâhî rahmetin sağanak sağa-nak yağdığı, tüm maddî ve manevî kirleri si-lip süpürdüğü, ruhları ve bedenleri tertemiz ettiği bir aydır.

Ramazan ayıyla beraber insanlar maddî ve manevî kirlerden temizlenme fırsatı ya-kalarlar. Kâmil bir iman, ihlâs ve sevabını Al-lah’tan bekleme karşılığında geçmiş günah-ların silinmesiyle insanın berrak, günahsız hâle gelmesi, bu ayda yapacağı nefis eğitimi-ne bağlıdır. Ramazan; nefis, şeytan ve kötü arzularına karşı koymayı, kendilerini Allah’ın emirlerine, Peygamber (s.a.v.)’in sünnetle-rine uymayı öğreten bir eğitim sürecidir. Bu süreçte kişi; oruç, namaz, zekât ve sadaka gibi ibadetlerle, nefsini bencillikten, cimri-likten, merhametsizlikten ve her türlü kö-tülükten arındırmaya çalışacaktır. Ramazan ayı iradenin, sabrın ve sebatın güçlendirildi-ği manevî bir aydır. Bu ayda Kur’an’dan ışık

alarak, çatallaşan yolları aydınlatacak zihnî berraklık, kalp duruluğu ve bir ölçü berraklığı ediniriz. Ramazan’da başlayıp tüm zamanla-rımıza yayılacak Kur’an dostluğu geliştiririz. Kur’an sadece elimizde, dilimizde değil; yü-reğimizde, aklımızda, kısaca hayatımızın her sahasında olur. Müslüman, Ramazan-ı şe-rifte, bütün küskünlüklerden, günahlardan, nankörlüklerden, cahillikten, fesattan ve zulümden kaçınmalıdır. Bugünün eksiklikle-rini yarın tamamlamak için çırpınmalı; yarını, ahiret yolculuğuna çıkmadan önceki artı bir ikram olarak düşünmelidir.

Hayat, manevî program çerçevesinde, Allahu Teâlâ’ya kulluk amacıyla yeniden ya-pılandırıldığında, baştanbaşa ibadet anlamı kazanacak, her düşünce, söz ve davranış sahibine, yaptığı ibadetin mükâfatını kazan-dıracaktır. Asıl görevimiz, hayatın bir kısmın-da belirli kulluk görevlerini yerine getirmekle yetinmek değil, hayatın tamamını manevî prensiplerle programlamaktır. Buna göre, hayatta sonuç itibariyle manevî ve dinî anlam taşımayan tek unsur kalmayacak, mü’min, sürekli bir ibadet atmosferi içerisinde yaşa-yacaktır. Ramazan’da, oruçla nefis terbiyesi ve temizliği yapılır. Diller kötü sözlerden, gönüller kirli duygulardan arınır. Günlük ha-yatta kavga, tartışma ve çekişme yerine; “Ben oruçluyum.” ifadeleri hâkim olur. Ramazan ve içinde barındırdığı oruç bize ne kazandır-dı ise bunların kalıcı, bir hal ve ahlâk olarak korunması şarttır. Nefis ve irade terbiyesi orucun kazandırdığı ve insanda ömür boyu etkili olacak en önemli özelliktir.

Rahmet, mağfiret ve kurtuluş mevsimi Ramazan’da ve oruç sayesinde insan farkın-da olmasa da nefis ve irade terbiyesine sahne olur. Oruç tutanların (tuttuğu orucun öne-mini bilmeyenler hariç) daha sabırlı oldukla-rını görmekteyiz. Sabır, şükür ve ihsan güzel

ahlâkın temelidir. İnsan oruçla nefse ağır gelen şeylere sabretmeyi, nimetlere şükret-meyi öğrenir. İhsan ise Allahu Teâlâ’yı görür gibi bir kulluk şuurunu ifade eder. Bunlar ve benzeri kazanımlarla insan ebedî saadet yo-lunda önemli adımlar atmış olur. Ramazan-ı şerif, bir mübarek vesiledir, fırsattır. İtidal eğitimini ortaya çıkaran bir ibadet ihsanıdır. Ramazan’da birtakım dünya zevklerine per-de, fren getirilmesi, aslında Ramazan’ı anla-yabilmemiz içindir. Allah Ramazan’da özel bir tarife uygulayarak, bizleri manaya daha çok yaklaştırıyor. Dünyaya daha uzak tutu-yor ve oruçla getirdiği yasaklar, frenler ta-mamen dünyaya ait ilgimizi azaltıyor. Bütün bunları Ramazan’ın sırrına, manasına bizi cezbetmek için yapıyor. Ramazan, yıllık ruh bakımıdır. Oruç, insanda, yüreğe doğru bir yolculuk gerçekleştirmenin aracıdır. Yüreğe, yani insanın kendi özüne yolculuk yapması, bir çeşit hicretidir. Eğer, yolculuğunu sürdür-meyi göze alırsa, orada karşılaşacağı, yine kendisidir. Orada en doğal, en maskesiz, en yalın haliyle öz benliğini bulacaktır.

İnsan, bu yolculuğun sonunda, kendisiy-le buluşacak, tanışacak ve barışacaktır; yani

barışa, teslimiyete ve selamete ulaşacaktır. Kendisiyle barışık olan, hakikatle barışık olur. Kendisiyle kavgalı olan başta Allahu Teâlâ olmak üzere, hakikatle, doğayla, insanlıkla kavgalı olur. İşin aslına bakacak olursak oru-cu tutan biz değiliz. Asıl, oruç bizi ayakta ve diri, başımızı da dik tutmaktadır. Ne mutlu, orucun başını dik tutan ve başını oruçla dik tutan hakiki mü’minlere… Ne mutlu, Rama-zan’ı hakkıyla yaşayan gönül erlerine… Ne mutlu, temizlenme ayında nefsini eğiterek Rabb’inin yolunda giden güzel yüreklilere…

Ramazan ahlâkı, İslâm ahlâkıdır. İslâm ah-lakının kaynağı Yüce Kur’an, uygulayıcısı da Hz. Peygamber (s.a.v.)’dir. Peygamberimiz Kur’an’da tarif edilirken, “...Onda sizin için güzel örnek var.” buyrulmuştur. Peygamberi-miz de görevini anlatırken; “Ben güzel ahlakı tamamlamak için gönderildim.” buyurmuştur. Ramazan ayında, Müslümanların neredeyse hepsi inançlarının gereği olarak, Müslüman olmayanların da büyük çoğunluğu duyarlı insan olmaları nedeniyle, hem Allah’a itaat hem mahlûkata şefkat, hem de birbirlerine hürmet ve saygıdan kaynaklanan nedenlerle söz konusu kötülükleri yapmamaktadırlar. Ramazan ayında en üst duyarlılıkla işlenen güzellikler, İslâm’ın her zaman yapılmasını istediği ve emrettiği işlerdir. Ramazan ayı-nın güzellikleriyle oluşan ahlak, İslâm ahla-kının kendisidir. Müslümanlar sadece Ra-mazan’da bu güzellikleri ortaya koymamalı, Ramazan’da bunlara kendilerini alıştırıp Ra-mazan sonrası hayatta da böyle yaşama gay-retinde olmalıdırlar. Ramazan ahlakı; Kur’an ve Peygamber ahlakıdır. Müslüman için bu, devamlılık ister.

Ramazan-ı şerifiniz mübarek, Allahu Teâlâ yâr ve yardımcınız olsun. Rabb’im, sağlık ve mutluluk içinde nice Ramazanlara ulaştırsın… Âmin.

“Kendisiyle kavgalı olan başta Allahu Teâlâ olmak üzere, hakikatle, doğayla, insanlıkla kavgalı olur. İşin aslına bakacak olursak orucu tutan biz değiliz. Asıl, oruç bizi ayakta ve diri, başımızı da dik tutmaktadır. Ne mutlu, orucun başını dik tutan ve başını oruçla dik tutan hakiki mü’minlere.”

6 7

Page 6: 16 - Somuncu Baba

Çevremize baktığımız zaman titiz insanlarla karşılaşırız. Bunların ara-sında komşumuz olduğu gibi arka-

daşımız, eşimiz, dostumuz da olabilir. Fakat titizlik hemen hepsinde farklı özelliktedir.

Toplumda titizlik hastalığı olarak bilinen davranışlar, aslında bir kişilik bozukluğudur. Titizlik hastalığı psikolojide; ‘Obsesif Kom-pulsif Kişilik Bozukluğu’ olarak tanımlan-maktadır.

Obsesif; saplantılı düşünce, sürekli tek-rarlanan düşünce iken; kompulsif ise saplan-tı haline gelen, yinelenen bu düşüncelerin davranışa dönüşmesi ve davranışların tekrar edilmesidir. Kısaca obsesif-kompulsif; sap-lantı-zorlantı demektir.

Kişinin iradesi dışında olan ve engelleye-mediği düşünce yoğunluğudur. Kişinin bu davranışı istek dışı bir olaydır.

Kişi, düşüncesinin saçma olduğunu bil-mesine rağmen bunu engelleyemez. Engel-lemeye çalıştıkça da istenmeyen düşünceler daha şiddetli olarak gelir. Bunun sonucunda ise kişi rahatlama adına istenmeyen hareket-leri yapar.

Genelde erkek ve kadınlarda eşit oranda görülmekle beraber, bizim kültürümüzde daha çok kadınlarda görülmektedir. Kırsal kesimde yaşayan kadınlardan daha çok şe-hirde yaşayan kadınlarda görülür. Ayrıca sosyoekonomik ve sosyokültürel seviyesi yüksek ailelerle “günahtır, ayıptır…” kelime-lerini fazla kullanan ailelerde daha da çok görülmektedir.

Titiz İnsanların En Belirgin Özellikleri

Titiz insanlar, kuralcı ve aşırı kontrolcü-dürler. Konuşmaları aşırı derecede kibardır.

Ayrıntıcılık belirgindir. İnsan ilişkilerinde ku-ralcıdırlar ve o derece de insanlara saygıları vardır.

Eşyaları belirli bir düzen içinde yerleştir-me, yaptığı işleri hata olur, korkusuyla tekrar tekrar gözden geçirme, ileride lazım olur diye bir şeyleri biriktirme gibi özellikleri var-dır.

Elleri kirli olmadığı halde defalarca yıka-ma, temizlenen evi defalarca silip süpürme, aradığı her şeyin yerli yerinde olmasını iste-me ya da birileri düzelttiklerimi bozar, diye kimsenin dokunmasına izin vermeme, araba plakalarını okuma ya da apartmanların kaç kat olduğunu sayma, levhaları okumaktan kendini alamama gibi davranışlar sergilerler.

Kapıyı, pencereyi, ocağı, ışığı, musluğu kapattım mı, elim kirlendi mi, arabayı kilit-ledim mi gibi karmaşık bir düşünce içinde yaşarlar.

Nedeni tam olarak bilinmese de obsesif kompulsifin oluşmasında iki önemli sebep vardır: Bunlardan biri annenin titizliğini, davranışsal olarak çocuk eğitiminde de kul-lanmasıdır. Mükemmeliyetçi ve kuralcı bir anne babanın çocukları da bu hastalığa daha yatkın olmaktadır. Yani çocuğun bu konuda anne babasını model almasıdır.

“Lütfen”siz konuşturmama, “misiniz, musunuz” dışında cümle kurdurtmama, en küçük ıslaklıkta ve kirlenmede üzerini çıkart-ma, her şey için el yıkatma gibi davranışlarla sürekli karşı karşıya kalan çocuk, bu davra-nışları kendisi de farkında olmadan içselleş-tirecektir.

Titizlik hastalığının yanlış tuvalet eğiti-minden de kaynaklandığı düşünülmektedir. Anne babaların, çocuklarının tuvalet eğitimi-

M. Emin KARABACAK

ÇOCUKLARI TİTİZLİK

HASTASI MI YAPIYORUZ?

“Titiz insanlar, kuralcı ve aşırı kontrolcüdürler. Konuşmaları aşırı derecede kibardır. Ayrıntıcılık belirgindir. İnsan ilişkilerinde kuralcıdırlar ve o derece

de insanlara saygıları vardır.”

8 9

Page 7: 16 - Somuncu Baba

ne erken yaşta başlamaları; çocuğun tuvalet eğitiminde katı davranmaları ve sık sık ceza uygulamaları titizlik hastalığına yol açar.

Çocuklara tuvalet eğitimi verilirken anne-ler, çocukla inatlaşmaya girerler. Anne, ken-dince uygun bir zamanda çocuğu, ihtiyacını gidermesi için tuvalete götürür. Fakat çocuk o anda ihtiyacı olmadığı için tuvaletini yapa-maz. Tuvaletini yapamayan çocuğa anne kı-zar. Daha sonra ihtiyacı gelip de annesinden korkan çocuk, bu sefer de altına yapar. Bunu gören anne, çocuğa fena halde tekrar kızar. İkilem içinde kalan çocuk, ne yapacağını şa-şırır. Bağımsızlık davranışlarını pekiştirmek bir yana cezalandıran, aşırı kontrolcü aileler tarafından yetiştirilen bu çocuklar, ayrı bir kimlik geliştiremezler. Bu aileler, çocukla-rın yaptıkları her şeyin doğruluğundan da sürekli şüphelenirler. Yine mükemmeliyetçi anne babaların empoze ettiği katı düzen ve disiplin içinde yetişen çocuk, kendisini ona göre değerlendirip ona göre yaşar.

Çocuklukta öğretilen ya da öğrenilen bu tür davranışlar, daha çok ergenlikte ve genç-lik çağında kendini gösterir.

Titizlik Hastalığı Nasıl Yenilebilir?

Bu hastalığı olan kişiler bir uzmandan yardım almalıdırlar. Öğrenilerek kazanılan bu olumsuz davranışın yine öğrenilerek terk edilmesi sağlanabilir. Kişi, burada kendisinde sıkıntı oluşturan düşünce ve davranışlarının bir listesini çıkarmalıdır. Bu liste, kişiyi en az rahatsız edenden başlayarak en çok rahatsız edene doğru sıralanır.

Kişi, kendini en az rahatsız eden davra-nıştan başlayarak bunları bırakma çalışmaları yapar. Belirli aralıklarla o davranışı bırakması sağlanır. Bu kişideki diğer rahatsızlıklar için hem bir geri bildirim hem de bir pekiştireç olur.

Elini her seferde on beş kez yıkıyorsa, bu sefer on dört, on üç, on iki, on bir diyerek za-manla bunu istenilen seviyeye getirilebilir. Bu davranış kişinin, titizlik davranışıyla yüzleşe-bilmeyi öğrenmesidir.

Kişi, titizliğine neden olan davranışını yapmamayı veya bir kısmını bırakmayı öğre-nir. Tetikleyici durumla defalarca yüz yüze gelen kişi, buna karşı durmayı öğrenir. Kişi, başına olumsuzluk gelmediğini ve anksiye-tesinin azaldığını görünce kendisinde bir rahatlama olur. Bu da kişide bir geri bildirim oluşturmuş olur.

Bunun yanında, bunaltının artması iste-nerek, daha çok o hareketi yapma çalışmaları yapılabilir. Kapıyı kilitledim mi sorusu aklına gelen kişiye, olduğu yerden kapının kilitli olup olmadığına bakması istenerek, bıktırma yöntemi uygulanabilir.

Sonuçta kişinin bu davranışı bırakma konusunda istekli olması ve üzerine düşen görevi fazlasıyla yapması gerekir. Aşırılığı ha-linde uzmanından yardım alınmalıdır.

Yanlış ve gereksiz ilaç kullanımı özel-likle yaşlı hastalarda depresyon, hafı-za kaybı, idrar kaçırma gibi rahatsız-

lıklara sebep oluyor.

Tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de yanlış ve gereksiz ilaç kullanımı, halk sağlığını ve tedavi maliyetlerini yüksek oranda etkiliyor. Özellikle yaşlı hastalarda “Polifarmasi”nin (çoklu ilaç kullanımı) yaygın olması sebebiyle akılcı olmayan ilaç kullanı-mına sıkça rastlanıyor.

Ülkemizde yaşlı hastaların reçetesiz ola-rak kullandığı ilaçların yüzde 40-60’ını ağrı kesiciler, kabızlık ilaçlar ve vitaminler oluş-turuyor. Yaşlı hastalar genellikle kullandık-ları bitkisel ürünleri, vitaminleri doktor ya da eczacılarına bildirmiyor. Fakat bu tür ilaç dışı gıda takviyeleri de ilaçlarla etkileşime giriyor ve istenmeyen etkiler gözleniyor. Bunun yanı sıra yaşlıların sıkça kullandığı merkezî sinir sistemi depresanları, antibiyotikler, ağrı kesi-ciler, kan sulandıran ilaçlar, tansiyon ilaçları, solunum yollarını açan ilaçlar, idrar söktürü-cüler ve kan şekerini düşüren ilaçlar diğer kullanılan ilaçlarla etkileşime girerek ciddi yan etkilere sebep oluyor.

Yaşlılarda en sık rastlanan yan etkiler; dep-

resyon, bilinç bulanıklığı, huzursuzluk, düş-

me, hafıza kaybı, istem dışı hareketlere neden

olan hastalıklar, kabızlık ve idrar kaçırma.

“Akılcı İlaç Kullanımı” konusunda dikkat edil-

mesi gereken hususları şöyle sıralayabiliriz:

• Her belirti veya yakınma için hemen ilaç

kullanmamalı.

• Kullanılan tüm ilaçlar doktor ile paylaşıl-

malı.

• İlaçlar doktor ve eczacının önerdiği doz-

da ve tedavi şemasına uygun şekilde kul-

lanmalı. Sorun veya sorular ile ilgili mutla-

ka doktora veya eczacıya danışılmalı.

• Kullanılan ilaçlar ile ilgili karşılaşılan her

türlü yan etki mutlaka doktora iletilmeli.

• İlaç kullanımında herhangi bir zorluk ile

karşılaşılması durumunda konu doktor ile

paylaşılmalı.

• Hastalar “bitkisel” olarak tanımlanan tak-

viyeleri kullanacağı zaman, mutlaka bir

doktor veya eczacıya danışmalı.

Nesibe AYDIN

BU UYARILARYAŞLILARA ÖZEL!

10 11

Page 8: 16 - Somuncu Baba

Numan b. Beşir anlatıyor: Babam, malının bir kısmını bana tasadduk etti (bağışladı). Ancak annem Amra

binti Revaha, “Rasûlullah (s.a.v.) şahitlik yap-madıkça buna razı olmam.” dedi. Babam, bana yapılan bağışa şahit tutmak için Nebi’ye gitti. Allah’ın Rasûlü: “Bunu bütün çocuklarına yap-tın mı?” diye sordu. Babam “Hayır!” deyince, Rasûlullah (s.a.v.), “Allah’tan korkun! Çocuk-larınız hakkında âdil olun.” buyurdu. Bunun üzerine babam döndü ve o sadakayı geri aldı.1

Çocuklar arasında yapılan ayrımın doğur-duğu olumsuz sonuçlardan biri de, kız çocuk-ların mirastan mahrum bırakılması konusudur. Bilindiği gibi, ülkemizde kızlara miras bırakma-mak için onlardan mal kaçırma yoluna başvu-rulduğu az görülen bir durum değildir.

Kur’an-ı Kerim’de ve Hz. Peygamber (s.a.v.)’in sünnetinde en çok vurgulanan İslâmî ilkelerden birisi de adalettir. Anlamını verdiği-miz hadis, bu ilkeyi önce kendimizden ve aile-

mizden başlayarak hayata geçirmemizi öğüt-lemektedir. Başkalarına âdil olun demek, on-ları hakka hukuka davet etmek kolaydır. Ama iş kendimize dönünce yani iğneyi kendimize batırmayı denediğimizde, bunun kolay olma-dığını ve nefsimize ağır geldiğini fark ederiz. Hâlbuki görünürde bizim hoşumuza gitmese de Allah ve Rasûlü (s.a.v.)’nün emir, yasak ve tavsiyeleri birey ve toplumun hayrına hizmet eden kurallardır. Bu hadisin başka varyantla-rında, Hz. Peygamber (s.a.v.)’in, “Beni şahit tutma, çünkü ben haksızlığa şahit olmam.”2, “Beni zulme şahit tutma.”3 dediği belirtilmek-tedir. Tabiatıyla, adaleti, hakkaniyeti herkese emreden bir peygamberin bir haksızlığa alet olması mümkün değildir.

Bu hadisten çıkaracağımız en önemli ders, çocuklarımız arasında herhangi bir ayrım yapmadan onlara eşit muamelede bulunmamız gereğidir. Allah’ın, kulları ara-sında yapmadığı bir ayrımı bizim yapmamız doğru değildir. Kız olsun, erkek olsun ço-cuklar Allah’ın bir nimeti, ailenin ziyneti ve sevinç kaynağıdır. Daha sonra aileye sağla-yacağı katkıların farklı olduğunu düşünerek onlara farklı muamelede bulunmak Kur’an-ı Kerim’in kınadığı bir Cahiliye âdetidir.4 Nite-kim Cahiliye Arapları, erkek çocuğu, ileride savaşıp ganimet elde edeceği, tarım, hayvan-cılık ve ticarette çalışarak kazanç getireceği düşüncesiyle üstün tutarken, kız çocuğu, ileride namuslarına halel getirebilecek bir yük gibi görüyor ve birçok haktan mahrum bırakıyorlardı. Hâlbuki geçmişte de günü-müzde de erkeğin fiziki yapısı gereği doğal olarak üstlendiği görevlere bakarak kadının bir eş ve anne olarak üstlendiği görevlerin daha az önemli olduğu söylenemez. Doğ-rusu, toplumsal yapıya, zamana ve zemine göre farklılaşabilen bu görev taksiminde ka-dının da erkeğin de yaptıkları iş önemlidir. Bu konuda yapılacak bir karşılaştırmanın

doğuracağı tartışmalar önce eşler, sonra da çocuklar arasında huzursuzluğa yol açar ve dolayısıyla bundan aile birliği zarar görür.

Aradan 15 asır geçmesine rağmen toplu-mumuzda hâlâ Cahiliye âdetlerine sıkı sıkıya sarılan, adeta bunları kendi örf ve âdetleri ha-line getiren insanların varlığı hem şaşırtıcı hem de üzücüdür. Eğitimde kız-erkek ayrımı yapa-rak kızlarını okula göndermeyen aileler toplu-mumuzun hâlâ önemli bir problemidir. Kız ço-cuklarını eğitimden mahrum eden ebeveynler, hem onlara hem de onların yetiştireceği ço-cuklara büyük kötülük ettiklerini, sadece ken-di nesillerini değil gelecek nesilleri de etkile-yecek vahim bir hata işlediklerini unutmama-lıdırlar. Yöneticilerimizin de kız çocuklarının eğitimi önündeki yapay engelleri kaldırarak onların her kademede eğitim öğretim faaliyeti içinde yer almalarını kolaylaştıracak tedbirleri almaları şarttır. Çünkü bir toplum ancak, ka-dınıyla erkeğiyle el ele vererek birlikte hareket edip birlikte aynı çabayı gösterdikleri zaman yükselebilir. Bu da her iki cinsin aynı imkânlara ve fırsat eşitliğine sahip olmalarıyla mümkün-dür. Kadını geride bırakan ve onu bastıran hiç-bir toplum başarıya ulaşamaz. Gerçekçi olmak gerekirse, ailede çocukları büyütüp yetiştiren kadınların eğitime belki erkeklerden daha çok ihtiyacı ve önceliği vardır. Dinimiz bu konuda hiçbir ayrım yapmadığı gibi, “İlim öğrenmek her Müslüman’a farzdır.” 5 hadisiyle de herkesi ilme, bilgi edinmeye teşvik etmiştir. Buna rağ-men kızlarımızın başta eğitim olmak üzere her alanda geri bırakılmasını dine bağlayanlar veya kendi yanlış geleneklerine dinden destek ara-yanlar büyük bir yanılgı içerisindedirler.

AYRIMCILIĞAİZİN VERMEYEN TANIKLIK

Prof. Dr. İsmail Hakkı ÜNAL

Dipnot

1. Müslim, Hibât, H. No: 13.2. Müslim, Hibât, H. No: 14.3. Müslim, Hibât, H. No: 16.4. 16/ Nahl, 58; 17/ İsra, 31.5. İbn Mace, Mukaddime, 17.

12 13

Page 9: 16 - Somuncu Baba

HAYAL YILDIZIAyşe Gül PINAR

“Küçük çocuk, yıldızı yattığı yerden de görebilmek amacıyla, yastığını ayakucuna koyarak pencereden dışarıyı seyre koyuldu. O güler yüzlü

arkadaşının Kutup Yıldızı gibi sabit durmadığını ve dünyanın hareketinden ötürü bir süre sonra kaybolacağını hissediyordu.”

Küçük çocuk, üç gün önce başlayan yaz tatilinin keyfini çıkartmaya çalışı-yor ve okul dönemindeki uyku saatini

geçirmiş olmasına rağmen, yatağının üze-rinde oynuyordu. Başucundaki pencerenin hemen önünde bulunan kiraz ağacının hafif bir meltemle sallanan dalları, gün boyunca verdikleri yetmezmiş gibi, en tatlı meyveleri-ni ona doğru uzatmak için camı tıklattığında, o dalların arkasında bir yıldız gördü.

Küçük çocuk, ay ışığının olmadığı gece-lerde daha da parlayan yıldızları, dedesiyle birlikte seyrederdi. Ama böyle güzeline ilk defa rastlıyordu.

Yatağından doğrularak pencereye yanaş-tı. Yıldız sanki ona gülümsüyordu. Çocuk da gülümserken, yıldız ona göz kırptı. O da karşılık verdi hemen. Küçük çocuk, yıldızı yattığı yerden de görebilmek amacıyla, yastı-ğını ayakucuna koyarak pencereden dışarıyı seyre koyuldu.

O güler yüzlü arkadaşının Kutup Yıldızı gibi sabit durmadığını ve dünyanın hareke-tinden ötürü bir süre sonra kaybolacağını hissediyordu. İlk önce, bir astronot olup o yıldıza gitmek geçti içinden. Ama hemen sonra dedesinin söyledikleri, insan ömrünün bir yıldıza ulaşmak için çok kısa olduğu, geldi aklına.

Bu durumda tek çıkar yol, bir “gökbilimci” olmak ve gönlünü aydınlatan o yıldızı, büyük bir teleskopla izlemekti. Hatta bu konuda kitaplar yazar ve bastıkları zemine bile bak-maya üşenen insanları, hayalen dahi olsa, gökyüzünde seyahat ettirirdi.

Küçük çocuk, gündüzleri hep misket oynar ve bu sırada “kafilik” adıyla bilinen, en büyük ve en parlak misketi kullanırdı. Artık onun gözünde, her misket bir yıldızdı. En şa-hane kafilik ise, kendi yıldızı...

Ertesi gece, çocuk yine camın önündey-di. Kucağında bir ansiklopedi vardı. Daha sonraki günlerde de bir sürü dergi...

Ailesi, yaz tatili boyunca oyundan başka bir şey düşünmeyen yavrularındaki değişik-liği fark etmiş ve çocuklarının “bilim adamı” olma merakı karşısında telaşa kapılmıştı. Bütün çabalarına rağmen yüz kilonun altına düşemeyen annesi, onun bu konudaki sihirli formülü bulan bir doktor olmasını arzu edi-yor, babası ise, en kısa yoldan para getiren bir iş tutmasını istiyordu.

Bu endişeyle oğlunu sıkıştırınca, onun kut-sal sırrını ortaya çıkardı. Ve yıldızı göstermesi için ısrar etti. Küçük çocuk, isteksiz adımlarla pencerenin önüne yanaşırken, arkadaşının gitmiş olması için dualar ediyordu. Ama yıldız yine aynı yerdeydi. Parmağını ona doğru uzattı. Adam, çocuğunu büyük hayallere, dolayısıyla da büyük hedeflere yönelten parıltıyı gördü-ğünde pencereyi açtı ve beline kadar sarkıp onu avuçladıktan sonra, çocuğuna uzatıp:

- Al bakalım harika yıldızını, dedi. Böyle saçma şeylerle de uğraşma!..

Küçük çocuk, babasının avucuna baktı-ğında, ara sıra yanıp sönen bir ateş böceği ile karşılaştı. Vücudunu bir titreme kaplamış ve gezegenlerden de öteye ulaşan hayalleri, bir anda yıkılmıştı. Babası, büyük bir keyifle odadan ayrılırken, yatağının üzerindeki der-gileri sessizce toplayarak kitaplığa kaldırdı. Ve misketlerini çıkartıp yere boşalttı. Mis-ketler, her zamankinden de renksizdi. Kafilik ise sanki birden küçülmüş ve içindeki ışığı kaybetmişti. Çocuk, onu avuçlayıp pencere-den fırlattı. Kiraz ağacının, meyvelerini ikram etmek için gösterdiği çabalar, o günden son-ra hep sonuçsuz kaldı. Artık perdeleri hiç açılmayan odadan, ucuz oyuncakların sesle-ri duyulmaktaydı.

14 15

Page 10: 16 - Somuncu Baba

BU RAMAZANBİR SURENİN HAFIZI OLSAK

Halide YENEN

On bir ayın sultanı baharda geliyor bu yıl. Özledik! Hoş gelsin, safalar getirsin! Rahmetiyle, bereketiy-

le kuşatsın dünyamızı, mağfiretiyle yıkasın

kalplerimizi; Kur’an’la, oruçla, namazla, in-

fakla beslesin zayıflayan ruhumuzu; dualar-

la, tevbelerle, şükürle, sabırla, merhametle

yeşertsin çoraklaşan gönüllerimizi; ömrü-

müze ömür katsın bereketli, aydınlık gece-

leriyle!

Oruç ayıdır Ramazan. “Ramazan ayı,

insanlara yol gösterici, doğrunun ve doğ-

ruyu eğriden ayırmanın açık delilleri olarak

Kur’an’ın indirildiği aydır. Öyleyse, sizden

(Ramazan) ayına ulaşanlar onda oruç tut-

sun.”1 buyuruyor Rabb’imiz.

“Oruç kalkandır.”2 diyor Peygamberimiz; orucun cehenneme karşı, cehenneme gö-türücü arzu ve heveslere karşı kalkan görevi yaptığını bildiriyor. Yani insan; oruç saye-sinde haramlardan uzaklaşır, Allah ve Rasû-lü’nün sevdiği tutum ve davranışları ahlak edinir; böylelikle takva kalkanına, haramlar-dan korunma kalkanına sahip olur; günah-lardan uzak durmanın ibadet olduğunu öğ-renir.

Belki de orucun bu terbiye edici özelliği nedeniyledir ki âyet-i kerimede, yolcu olanlar, hastalar oruçtan muaf tutulurken, her şeye rağmen eğer güç yetirebilirlerse; “…Oruç tutmanız sizin için elbette daha hayırlıdır.”3 buyurulur. Yolcu da olunsa oruç bir nimet, bir ikramdır. Çünkü oruç ilâhî bir terbiyedir. Ebedî cennet nimetlerinin bir müjdecisidir.

Şöyle buyuruyor Peygamberimiz (s.a.v.): “Cennette reyyan denilen bir kapı vardır ki kıyamet günü oradan ancak oruçlular gire-cek, onlardan başka kimse giremeyecektir. ‘Oruçlular nerede?’ diye çağrılır. Onlar da kalkıp girerler ve o kapıdan onlardan başkası asla giremez. Oruçlular girince o kapı kapa-nır ve bir daha oradan kimse giremez.”4

Beş vakit namaza ilaveten teravihlerle, teheccütlerle aydınlanır geceler Ramazan ayında. “Kim Ramazan’ın faziletine inanarak ve sevabını Allah’tan bekleyerek teravih na-mazını kılarsa, geçmiş günahları bağışlanır.”5 diyor Peygamberimiz.

Cömertliğin, iyiliğin zirveye çıktığı aydır Ramazan. İbn Abbas (r.a.) diyor ki: “Rasûlul-lah (s.a.v.) insanların en cömerdi idi. Onun en cömert olduğu anlar da Ramazan’da Cebrail’in, kendisi ile buluştuğu zamanlar-dı. Cebrail (a.s.), Ramazan’ın her gecesinde

“İnsan oruç sayesinde haramlardan uzaklaşır, Allah ve Rasûlü’nün sevdiği tutum ve davranışları ahlak edinir; böylelikle takva kalkanına, haramlardan

korunma kalkanına sahip olur; günahlardan uzak durmanın ibadet olduğunu öğrenir.”

16 17

Page 11: 16 - Somuncu Baba

Hz Peygamber (s.a.v.) ile buluşur, (karşılıklı) Kur’an okurlardı. Bundan dolayı Rasûlullah (s.a.v.) Cebrail ile buluştuğunda, esmek için engel tanımayan bereketli rüzgârdan daha cömert davranırdı.”6

Mağfiret ayıdır Ramazan. Cennet kapıla-rının açıldığı, cehennem kapılarının kapandı-ğı, şeytanların bağlandığı7 aydır bu ay. Allahu Teâlâ, kulunu cehennemden azad edip cen-nete koymak için rahmetini yayar da yayar bu ayda. Bir ömür boyu yapılan ibadet sevabı verir o mübarek Kadir Gecesi’nde kılınan na-mazlara, yapılan iyiliklere, verilen sadakalara, edilen dualara.

Yaklaştı Ramazan. Recep ayı girdiğinde Sevgili Peygamberimiz gibi; “Allah’ım! Recep ve Şaban’ı bize mübarek kıl! Bizi Ramazan’a ulaştır!”8 diye dua ettik. Özlemimizi dile ge-tirdik. İşte, gelmek üzere hasretle beklediği-miz rahmet ve mağfiret mevsimi. Nasıl karşı-layacağız, hazırlık yaptık mı?

Her Ramazan yaptığımız amellere bir şey daha eklesek bu yıl Ramazan ayında. Mesela Zümer, Mü’min, Fussilet Surelerini her gün okusak. Ya da başka bir sureyi yahut sureleri.

Ama öyle anlamadan değil, düşüne düşüne okusak. Tekrar tekrar okusak. Her gün aynı sureyi ya da sureleri döne döne okusak. Ol-madı tefsirine baksak, açıklamalarını okusak surelerin. Dilimize vird etsek her bir ayetini. Düşüncelerimiz, duygularımız okuduğu-muz ayetlerle yoğrulsa. Rüyalarımızda dahi o ayetleri okur hale gelsek. Sabah uyanırken, yatmadan önce okuduğumuz ayetler dö-külse dilimizden. Yemek yaparken, işimize giderken, sofra hazırlarken, iftarı beklerken zihnimizde okuduğumuz ayetler dönüp do-laşsa. Rabb’imizle, tabiatla, kendimizle, diğer insanlarla olan ilişkilerimiz üzerine düşünür-ken ayetler aydınlatsa zihnimizi. Okuduğu-muz ayetler rehberlik etse davranışlarımıza. Bu Ramazan, bir ya da birkaç surenin hafızı (ezberleyeni değil) olarak bayrama kavuş-sak, maddî ve manevî hayatımızda bir şeyler değişmez mi sizce?

GönülSevdanın gülzârından taşraya çıkma gönülHasretle helâk olsan yârini yıkma gönül

Çevirme gözlerini ağyârın bahçesineYârinin ruhsârından gayrıya bakma gönül

Mahşere dek solmayan bir gülü sev dâimâZemzem ol da deryâya yönelip akma gönül

Bırak sînen hûn olsun hasretin oklarındanSana gönül vermeyen bir gülü takma gönül

Bâd-ı sabâ âhına benzesin gülün sesiDinle ömür boyunca bir lahza bıkma gönül

Dünyaya perde olsun gözlerinde o gül deYan her an derûnunda o gülü yakma gönül

Hâl-i perişânını yalnız sen biliyorsunKâfî’ye sahip çıkıp asla bırakma gönül

Ekrem KAFTAN

“Belki de orucun bu terbiye edici özelliği nedeniyledir ki âyet-i kerimede, yolcu olanlar, hastalar oruçtan muaf tutulurken, her şeye rağmen eğer güç yetirebilirlerse; ‘Oruç tutmanız sizin için elbette daha hayırlıdır.’ buyurulur. Yolcu da olunsa oruç bir nimet, bir ikramdır. Çünkü oruç ilâhî bir terbiyedir.”

Dipnot

1. 2/Bakara, 185.2. Buhari, Savm, 9.3. 2/Bakara, 129.4. Buhari, Savm, 4.5. Buhari, İman, 37.6. Buhari, Savm, 7.7. Buhari, Savm, 5.8. Ahmed b. Hanbel, Müsned I/259.

18 19

Page 12: 16 - Somuncu Baba

İLLA EDEPEmine Büşra YÜKSEL

Edep; terbiye, güzel ahlak, toplumun tö-resine uygun ve olumlu davranış, incelik, zarafet, kibarlık, utanma ve ar duygusu

gibi anlamlara gelir. Edep, insanın değerini artı-rır. Edep, kişinin şeref tacıdır. Şair şöyle der:

Edep bir tac imiş nûr-i Hudâ’danGiy ol tacı emin ol her beladan

Kur’an’da; “Sen yüksek bir ahlak üzere-sin.”1 buyuruluyor. Hz. Peygamber (s.a.v.) de; “Ben güzel ahlakı tamamlamak için gönderil-dim.”2, “Beni Rabb’im terbiye etti ve terbiye-mi de en güzel yaptı.”3 buyuruyor. Mevlâna da, “Bütün cihanı aradım taradım, iyi huydan daha güzel bir şey bulamadım.” der.

İrfan; ilim, edep ve kültürü içine alan ge-niş anlamlı bir kelimedir.

Eskiden bazı dükkânlarda güzel bir hüs-nü hat tekniği ile yazılmış “Edeb ya hu” ibare-si levha olarak yer alırdı. Hattatlar, bu edebî çalışmayı “Hoşgör ya hu.” ve “Bu da geçer yahu.” sözleri ile tamamlayarak bir anlam kompozisyonu oluşturmuşlardır:

Mevlâna der ki: “Efendi, bilmiş ol ki edep, in-sanın ruhudur. Eğer şeytanın başını ezmek ister-sen gözünü aç ve gör ki şeytanı öldüren edeptir.”

Bazı Edep Kuralları:

Bizim geleneğimizde, biri konuşurken sözü kesilmez, yaşça veya bilgice büyük olan varsa o konuşur, diğerleri dinler. Büyüklerin yanında laubali hareket, ayakları uzatmak, bacak bacak üstüne atmak, sigara içmek, sakız çiğnemek, elleri arkaya ya da cebe koy-mak edep dışı sayılmıştır. Sofrada önce aile büyüğünün yemeye başlaması, su içileceği zaman önce büyüklere sunulması da edep-tendir. Eve girerken selam vermek, geç kalın-mışsa sormadan açıklama yapmak, bir yere giderken, müsaadenizle, diye izin istemek de edeptendir.

Edepsiz, insanlardan utanmaz, kınamaları kaale almaz. Edepsizlerin ar damarı çatlamıştır. İnsandan utanmayan Allah’tan da utanmaz ve korkmaz. Kork Allah’tan korkmayandan, denil-miştir. Zira Allah’tan korkmayandan her türlü kötülük beklenir. Edep ile ahlak arasındaki fark: Ahlak geniş anlamlıdır, evrenseldir, edep daha özel ve yereldir. Mesela, aile bireylerinden bi-rine karşı sesi yükseltmek hem ahlaka hem de edebe aykırıdır ama büyüğe ismi ile hitap etmek Avrupa ve ABD toplumlarında normal karşılanırken bizde edepsizlik sayılır. Fakat İs-lâm kaynaklarında edebin de çoğu yerde ahlak anlamında kullanıldığını görüyoruz.

İnsanın haddini bilmemesi, üzerine düş-meyen işlerle meşgul olması, çokbilmiş gö-rünmesi de hem hamlık hem de su-i edep-tendir. Bir mecliste yüksek sesle konuşmak, ilgisiz bakışlar, orasını burasını karıştırmak, burnunu karıştırmak, dişlerin arasını temiz-lemek, boğaz kazımak, burun silmek, hep kendinden ve kendi problemlerinden bah-setmek hoş karşılanmaz. İnsanların hoş kar-şılamadığı, dinin de mekruh saydığı söz ve davranışlar edepsizlik kapsamına girer.

Edep dışı sayılan bir söz ve hareketle karşı-laştığımızda yapıcı bir üslupla, kırmadan, dök-meden müdahale etmeli ve düzeltmeye çalış-malıyız. Allah katında itibar, koyduğu kuralla-ra uyularak kazanılır. İnsanlar arasında itibar da hem helal-haram çizgisine riayet edilerek hem de edep kurallarına uyularak elde edilir.

Edep ilimden de önce gelir.

Şair şöyle demiştir:

Girdim ilim meclisine eyledim kıldım talep,

İlim geride kaldı illa edep, illa edep.

“Bizim geleneğimizde, biri konuşurken sözü kesilmez, yaşça veya bilgice büyük olan varsa o konuşur, diğerleri dinler. Büyüklerin yanında laubali

hareket, ayakları uzatmak, bacak bacak üstüne atmak, sigara içmek, sakız çiğnemek, elleri arkaya ya da cebe koymak edep dışı sayılmıştır.”

Dipnot

1. 68/Kalem, 4.2. Malik, Muvatta, Hüsnü’l-huluk, 6.3. En-Nehbani, Fethu’l-Kebir,1, 64.

20 21

Page 13: 16 - Somuncu Baba

Sema KORKMAZTuba Karataş AYDAN

GÜYA UYANIKOLANI BENDİM

DİRİLİŞ NESLİNİN

ÂMENTÜSÜ

Sezai Karakoç’un

Ağabeyim ve ben Belçika’da yaşayan gurbetçileriz. İkimiz de evliyiz, evle-rimiz ayrı yerlerde. Bayram veya özel

günler haricinde de pek görüşmeyiz. İçimiz-de uyanık geçinen ben olsam da mantıklı ka-rarları veren hep o olmuştur. Babam öldükten sonra bir gün ağabeyim, “Türkiye’deki yerleri satalım, nasıl olsa geri dönmeyeceğiz.” dedi.

Bu kafama yattı, kabul ettim. Tapu gü-nünden birkaç gün önce Türkiye’ye gidip hangi tarla daha değerli diye araştırma yap-tım. Kuru arazi, sulu arazi, verimli, verimsiz diye ince ince araştırarak arazilerin değerle-rini belirledim. Bazı yerlerden yol veya elek-trik hattı geçecekti, bunları belirledim.

Gerçeği söylemek gerekirse taşınmazla-rın iyilerini kendime alıp kötülerini ağabeyi-me bırakmayı düşünüyordum. Çünkü evlen-diğimiz zaman babam ağabeyimin düğünü-ne yardım etmiş, eşyalarını almıştı. Bana ise “Sen uyanıksın, kendin halledersin.” diyerek yardım etmemişti. Bu haksızlığı, mal payla-şımı yaparken telafi etmeyi düşünüyordum. Tapu gününde ağabeyim benim yaptığım taksime güvenip araştırma yapmayarak im-zayı attı. Kamulaştırma yapılacak yerler onda

kalmıştı. Kamulaştırma süreci uzun sürdüğü ve değerinden az fiyat biçildiği için o yerleri ağabeyime vermiştim.

Kamulaştırma mahkemelerine git gel pa-rası bile arazi değerlerinden fazla tutacaktı hesabıma göre. Ama atladığım bir husus var-dı. Kamulaştırma kanunu değişmiş, artık an-laşanlara yüksek para ödüyorlarmış. Devlet, ağabeyimin hesabına arazilerinden yüksek bir para yatırdı. Gerisini de üçe beşe bakma-dan emlakçının birisine sattı. Ben ise tarlaları parça parça satmak zorunda kaldım. Çünkü tarlaların hepsini alacak devlet gibi bir müş-teri bulmak zordu. Tarlaları bölük pörçük sattım, yarı parası da gel git masrafına gitti. Hâlbuki ağabeyim tarla parasıyla iyi bir yatı-rım yapmıştı. Bir keresinde ağabeyimle soh-bet ediyorduk. Ona, “Güya uyanık olanımız benim, hâlbuki sen daha çok zengin oldun.” dedim. Bana ibretlik bir cevap verdi:

“Başarının ölçüsü zenginlik değil ki. Çev-rene hoş bir seda bırakabilirsen, kulluğunu layıkıyla yapabilirsen asıl başarı o. Gelmişim 71 yaşına, şimdiye kadar kazandım, bundan sonra ne işe yarayacak? Üç beş sene sonra geriye sadece bir mezar taşı kalacak.”

Erdemle yoğrulmuş tek tek insan sicimlerin-den, sapasağlam bir devlet halatına yolcu-luğa çıkaran bir kitap duruyor önümüzde.

Sezai Karakoç’un tutuşturan kaleminden, Diriliş Neslinin Âmentüsü... İdeal bir toplum, Müslü-manın ideal devleti... Bir nevi Farabi’nin El-Medi-netü’l-Fâzıla’sı veya Thomas More’un Ütopya’sı... Ayrıntılara inmez, fakat deniz fenerleri misali, anakaraya çakılı yasaları vardır. Dağlar... Yeryüzü-nün sağlamlığına zemin olan dağlar... Adı üstün-de âmentü... Bir ant, söz, ruh... Kişi, özellikle de çekirdekten yetişen genç, bu yasalarla doğrulup, İslâm’ın heyecanını da zırh namına kuşanıp yola çıktığında; hangi namert ona zincir vuracakmış, şaşılır. Kitap, okuruna iki kapı açıyor: Allah (c.c.)’a er olmak veyahut şeytana yaver… İşte tüm mese-le bu… Tüm olan biten bu iki seçenekle başlıyor ve bu iki seçeneğe ayrılıyor topyekûn dünya. Er-lik yolu düz gider, yaverlik yolu öksüz, yönsüz ve yüzsüz… Yollardan biri pürüzsüz; biri düpedüz ölçüsüz, ölçütsüz ve mühürsüz… Allah’ın müh-ründen daha güzel mühür var mıdır? İki eli kendi boynuna sarılmış insanoğluna bu tepetaklak gi-diş ar mıdır?!..

Erler ki, çorağı diri eden, hastayı gürbüz… Maddeye mana katan, kuru nefese hamd ü

senâ… Gâlû belâ’dan âşinâ, Rabb’ine en sıkı bağla bağlanmış neferler... Ve diğer yanda, kor taşıyan yaverler… Omuzlarında köz iziyle dün-yayı dünyalığından utandıran piyongiller… Tek dünyalık cambazlıkla çift dünyayı kaybeden-ler… Kaybedişlerine durmaksızın bahaneler türetenler…

Diriliş gençle başlıyor; özellikle genç kızla. Genç kız anne oluyor; anne dirilince aile diri-liyor, aile dirilince mahalle… Mahalleden kasa-baya, kasabadan kente; tıpkı bir kutlu çağrının dalga dalga yayılması gibi kentlerden bölgele-re ve sonra koca bir devlete… Farzlara belini bağlayıp, sünnet sünnet ilerleyen bir akım bu. Sadece diliyle değil, yaptığıyla konuşan bir toplumun, gaflet diyarından, hasret çektiğimiz zirvelere göçüdür. Evinin kapısından İslâm’la çıkan, İslâm’ca çıkan ve İslâm’ı başına taç, yo-luna yoldaş, gönüllere şifa eyleyen diriliş erleri olmak için… Bu yolda tek kalsa ve ölse de kül-lerinden yeniden doğacak cevheri besleyebil-mek için… Her anne ve anne adayı en başta ol-mak üzere, gençlik, yetişkinlik ve dahi olgunluk dönemindeki tüm Müslümanların kana kana, sindire sindire ve özüne işlercesine okumasını tavsiye ederiz.

Yazar : Sezai Karakoç Sayfa Sayısı : 68Yayınevi/Yılı : Diriliş Yayınları/2017 Yaş Aralığı : 15+İşlenen Konular : İdeal devlet, ideal Müslümanlık, gençliğin yol haritası

SEZAİ KARAKOÇ

DİRİLİŞ NESLİNİN ÂMENTÜSÜ

DİRİLİŞ YAYINLARI

44. Baskı

22 23

Page 14: 16 - Somuncu Baba

Raziye SAĞLAM

FATİH CAMİİ’NDE RAMAZAN

Mübarek Ramazan ayının teşrif edeceği bir aydayız. Hepimizin anılarında Ramazan’ın özel bir

yeri vardır. Bu anılar “Eskiden böyle miydi?” diye söze başlayarak anlatılırken, hep bu-günle kıyas edilir. Önceki yazılarımı takip edenler bilirler; benim çocukluğum Fatih Camii’ne komşu sokakta geçti. Dolayısıyla Fatih Camii çocukluk anılarımızda, özellikle Ramazan ayında önemli yer tutar.

Burada biz de geleneği bozmayarak bir kıyas yaparsak, şimdiki nesle baktığımızda onların ileride böyle bir cümle kurmaları zor olsa gerek. Büyük şehirlerde çocukların sokakta ya da bir caminin bahçesinde oy-nama alışkanlıkları yok. Oysa biz saatlerce caminin bahçesinde, çevresindeki duvarla-rın üstünde ve kubbelerinin arasında oynar, ezan okununca da camiye girer namazımızı kılardık. Bizimle Fatih Camii arasında özel bir bağ kurulmuştu sanki. Bu öyle bir bağ ki, yazları ders aldığımız Kur’an hocamız he-pimizi bir gün toplayıp camiyi temizlemeye götürdüğünde, hevesle camlarını, beş yüz yıllık topuzlu pencere demirlerini sildiğimizi hatırlarım. Biz camiye böyle emek verince daha çok sahiplenip daha çok sevmiştik san-ki. Kardeşim, havalar ısındığında henüz tatil olmamışsa, camiye gider ve oranın serin ve huzurlu havasında ders çalışırdı.

Özellikle Ramazan ayı geldiğinde, akşam teravihte yer bulabilmek için acele ettiğimizi, gece sahurdan sonra sabah namazına kadar dinlediğimiz mukabeleyi hiç unutamam. Ca-mimiz çok büyük olduğu için birçok hoca aynı anda caminin farklı yerlerinde mukabele okur-du. Bu hocalar arasında, Rahmetli Gönenli Mehmet Efendi de olurdu. Gönenli Mehmet Efendi okurken bazen aşka gelir ve bazı ayetle-ri daha yüksek sesle okurdu ve biz de dinlerdik.

Orta bahçesindeki Fatih Sultan Meh-met Han Hazretleri’nin türbesi ile özellikle annemin iki günün biri ziyaret edip derdini döktüğü Pirimiz Mustafa Haki Hazretleri’nin kabrini sık sık ziyaret ederdik. Onların yüzü suyu hürmetine, ettiğimiz duaların kabul olacağına gönülden inanırdık.

Şimdi çocuklarımıza da bu güzellikleri yaşatmak için, ellerinden tutup parka götü-rür gibi camiye götürmemiz gerekiyor. Hat-ta oralarda bir namaz vaktinden çok daha fazla vakit geçirmelerine olanak tanınmalı ki, camiler onlar için geçerken uğranılan yer olmaktan çıksın. Özellikle tarihî camilere gö-türüp, gerek tarihi gerek o camiyi yaptıran sultanlarımız hakkında onları fazla sıkmadan bilgiler vererek, camilerimizi ve ecdadını ta-nıyıp sevmelerini sağlamalıyız. Çocuklarımı-zın ve gençlerimizin böyle bir sevgi ve huzu-ru yaşamaya gerçekten ihtiyacı var.

“Şimdi çocuklarımıza da bu güzellikleri yaşatmak için, ellerinden tutup parka götürür gibi camiye götürmemiz gerekiyor. Hatta oralarda bir namaz vaktinden çok daha fazla vakit geçirmelerine olanak tanınmalı ki, camiler

onlar için geçerken uğranılan yer olmaktan çıksın.”

24 25

Page 15: 16 - Somuncu Baba

FÂTIMA BİNT-İ ESED(R. ANHÂ)

“İslâmiyet’in gelmesiyle Hz. Fâtıma binti Esed İslâm’la şeref bulunca Peygamberimiz (sav.), yengesinin Müslüman olmasına çok sevindi.”

Hz. Ali’nin mübarek annesi Hz. Fâtı-ma, kalabalık bir ailenin yükü kocası Ebû Tâlib ile kendisinin omzunday-

dı. Ebû Tâlib, evinin iaşesini zor kazanan, fakat Kureyş’te sevilen bir şahsiyetti. Babası Abdülmuttalib vefat edince sekiz yaşında olan sevgili yeğeni Muhammed (s.a.v.) ken-disine emanet edilmişti.

İşte, Hz. Fâtıma bu küçük yavruya anne-sini aratmamak için olanca maharetini gös-teriyordu. Öz evlatlarından önce onu yedirip içiriyor, elbisesini giydiriyor, saçını tarıyordu. Ona anne sevgisini tattırıyordu. Peygamberi-miz evlenene kadar, amcasının ve yengesinin koruması altında kalmıştı.

İslâmiyet’in gelmesiyle Hz. Fâtıma binti Esed İslâm’la şeref bulunca Peygamberimiz (s.a.v.), yengesinin Müslüman olmasına çok sevindi.

Hz. Fâtıma’yı en çok sevindiren husus, Rasûlullah’ın “Benden bir parça.” dediği sev-gili kızı Hz. Fâtıma’ya kayınvalide olmasıy-dı. Bu büyük bir saadetti. Peygamberimiz (s.a.v.), Fâtıma binti Esed’in ziyaretine gider, yardımlarda bulunur ve ona “Anne!” diye hitap ederdi. Peygamberimiz’in Medine’ye hicretinin üzerinden dört sene geçmişti. Her gün huzur kaynağı olan Peygamberimiz o gün üzgündü. Hüznünün sebebini şöyle ifa-de ediyordu:

“Bugün annem vefat etti!” buyurdu. Bu hanım, Fatıma binti Esed’den başkası değildi.

Peygamberimiz (s.a.v.) gömleğini çıka-rıp vererek kefen yapılmasını istedi. Cenaze namazını kıldırdı. Hz. Fâtıma’nın naaşı kabre kondu. Kabir genişti. Rasûlullah (s.a.v.) kabre

indi, bir müddet kabirde uzandı. Gözyaşları

kabre damlıyordu. Sonra çıktı. Çünkü Rasû-

lullah’ın vücutlarının temas ettiği kabir, cen-

net bahçelerinden birisi olurdu.

Sahabeler sordular: “Yâ Rasûlallah, biz

bu hanıma gösterdiğiniz samimi alakayı baş-

kalarına gösterdiğinize şahit olmadık.”

Peygamberimiz (s.a.v.): “O benim annem-

di. Kendi çocukları aç dururken önce be-

nim karnımı doyururdu. Kendi çocuklarının

üstleri tozlu topraklı dururken önce benim

saçımı tarar, gül yağıyla yağlardı, benim an-

nemdi. Amcam Ebû Tâlib’den sonra bana iyi-

liği dokunan başka bir kadına rastlamadım.

Ona cennet elbiselerinden giydirilsin diye

gömleğimi kefen olarak giydirdim. Kabir ha-

yatı kendisine kolay ve rahat gelsin diye de

bir müddet kabrinde uzandım.”

Hz. Fâtıma’nın üzerine toprak atılırken

Rasûlullah (s.a.v.):

“Allah sana merhamet etsin ve seni hayır-

la mükâfatlandırsın! Annemden sonra bana

annelik yaptın. Kendin aç kalır, beni doyurur-

dun. Kendin giymez, beni giydirirdin. Bunu

da ancak Allah için yapardın. Allah’ım, onu

affet, kabrini genişlet! Ben ve benden önceki

peygamberlerinin hakkı için duamı kabul bu-

yur Yüce Allah’ım!” diye dua etti.

Biraz sonra tebessüm ile şu müjdeyi verdi:

“Cebrâil (a.s.), ‘Bu kadın, cennetliklerden-

dir.’ diye bana haber verdi. Ayrıca Yüce Allah,

meleklerinden 70 binine, bu kadının cenaze

namazını kılmalarını emretti. Melekler de

onun cenaze namazını kıldılar.”

N. Nida DURAN

26 27

Page 16: 16 - Somuncu Baba

Sultan Çelebi Mehmed’in zevcesi, Sul-tan II. Murad’ın validesi, Fatih Sultan Mehmed’in de babaannesidir. Dulka-

diroğulları Beyliği’nin beşinci beyi olan Zül-kadiroğlu Nâsıre’d-Dîn Muhammed Bey’in kızıdır. Bazı kaynaklarda Dulkadiroğlu Süli/Selvi veya Süleyman Bey’in kızı olduğu da zikredilmektedir.

1389’da Maraş ya da Elbistan’da doğdu-ğu rivayet edilmektedir. Bostanzade Yahya Efendi onun için “Dulkadiroğulularının yıldız kadar temiz ve lekesiz bir kızıydı.” diyerek gü-zelliğine ve asaletine dikkat çekmiştir.

Çelebi Mehmed ile 1403 yılında evlendi. Evlilik hadisesini İdris-i Bitlisî, Heşt Bihişt/Yeni Cennet adlı eserinde anlatmıştır. Dul-kadir Beyi’nin, Çelebi Mehmed’e kızıyla ev-lenmesi teklifinde bulunduğunu, Sultan’ın da bunu kabul ettiğini belirtmiştir. Çelebi Mehmed, kayınpederinden aldığı yardım-la Rumeli’ye çıkıp kardeşi Musa Çelebi’yi mağlup etmiş ve tek başına Osmanlı tahtına oturmuştur. Fetret Dönemi’nin bunalımlı yıl-larında Çelebi Mehmed’in en büyük destek-çilerinden biri de Emine Hatun olmuştur.

1403 ya da 1404 yılında Şehzade (II.) Murad’ı, Amasya’da dünyaya getirdi. Ev-liliğinin ilk yılları Amasya’da geçti. Fetret Devri’nin hüküm sürdüğü 1410’da zevcesi Çelebi Mehmed ve şehzadesi Murad ile bir-likte Bursa’ya geldi. Fetret Dönemi’nin sona ermesiyle de 1413’te başşehir Edirne’ye yer-leşti.

Burada Şehzade Murad’ın eğitimiyle ya-kından ilgilendi. Amasya ve Bursa’da yarım kalan eğitimini tamamlattı. Saray kadınları ve devrin ünlü hocalarından da yardım alarak şehzadesini tam bir İslâmî terbiye ile yetiştir-

di. Ünlü din bilgini İbn Arabşah’tan ve Emir

Sultan’dan din dersleri aldırdı. Şehzade Mu-

rad’a küçük yaşlardan itibaren Allah’a dua

etmeyi ve namaz kılmayı çok sevdirdi.

Çelebi Mehmed ile 16 yıl evli kaldıktan

sonra, eşinin vefatından iki yıl önce 1419 yı-

lında, genç yaşta (30) dünyadan ayrıldı. Kab-

rinin Bursa’daki ilk Osmanlı türbelerinden

birinde olduğu tahmin edilmektedir.

II. Murad’dan başka diğer erkek çocuk-

larının isimleri şöyledir: Mustafa Çelebi, Ah-

med, Yusuf, Mahmud. Kız çocuklarının isim-

leri ise Fatma ve Selçuk Hatun’dur.

Zühal ÇOLAK

EMİNE HATUNÇELEBİ MEHMED’İN EŞİ, II. MURAD’IN ANNESİ

“1389’da Maraş ya da Elbistan’da doğduğu rivayet edilmektedir. Bostanzade Yahya Efendi onun için ‘Dulkadiroğulularının yıldız kadar temiz ve lekesiz bir

kızıydı.’ diyerek güzelliğine ve asaletine dikkat çekmiştir.”

Kaynakça:

Mehmed Neşrî, Kitâb-ı Cihan-Nüma, C.II, Hazırlayanlar: M. Altay Köymen ve F. Reşit Unat, Ankara, 1995, s. 445.

İdris-i Bitlisi, Heşt Bihişt, C. II, Hazırlayanlar: M. Karataş, S. Kaya, Y. Baş, Ankara, (Tarihsiz), s. 216-254.

Hoca Sadettin Efendi, Tacü’t-Tevarih, C. II, Hazırlayan: İ. Parmaksızoğlu, Ankara, 1992, s. 22.

Ahmet Şimşirgil, Valide Sultanlar ve Harem Osmanlı’nın Sır Dünyası, İstanbul, 2014, s. 103-104.

İbrahim Pazan, Padişahın Anneleri Valideleriyle Valide Sultanlar, İstanbul, 2007, s. 50.

Çağatay Uluçay, Padişahın Kadınları ve Kızları, TTK Yay., Ankara, 1992, s. 40.

Mehibe Şahbaz, “Osmanlı Sarayındaki Dulkadirli Hatun-lar”, Akademik Sosyal Araştırmalar Dergisi, Yıl: 4, Sayı: 37, Aralık 2016, s. 410-415.

28 29

Page 17: 16 - Somuncu Baba

PEYGAMBERİMİZ DÖNEMİNDE

SAĞLIK-TIP ALANINDA HANIMLAR

Asr-ı Saadet’te kadınların, yaşadıkları topluma fayda sağlamak, en önem-lisi de Allah (c.c.) rızası için savaşan

erkekleri iyileştirmek suretiyle yine Allah’ın (c.c.) rızasını umarak yerine getirdikleri en önemli görevlerden birisi şüphesiz sağlık alanında ifa edilen hizmetlerdir. Bu dönem-de kadınlar, savaş zamanlarında ve savaş sonralarında yaptıkları tıbbî yardımlarla ha-yatî ehemmiyete sahip olmuşlardır. Nitekim Hendek Savaşı sırasında Hz. Peygamber (s.a.v.)’in Medine’deki mescidinde kurulmuş olan hasta ve yaralı çadırında, Kuaybe bint Sa’d’ın gazileri tedavi ettiği rivayet edilmiştir.1

Her biri derinlemesine tıbbî bilgi sahibi olmasa da kadınlar, kazandıkları tecrübe ve pratik bilgilere dayanarak savaşlarda erkekle-

rin yaralarını iyileştirmeye, tedavi etmeye ça-lışmışlardır. İslâm’ın yayılması adına hizmet etmiş bu fedakâr ve çalışkan hanımlar arasın-da, Şifa bint Abdillah, Ümmü Eymen, Leyla el-Gıfarî, Rufeyde el- Ensarî, Ümmü Ziyyad ismini saymak mümkündür. Bu hanım saha-bilerin dışında Hz. Peygamber (s.a.v.) ile sa-vaşa katılıp yaralılara su veren, onlara yardım eden, ölü ve yaralıları Medine’ye gönderdiği bilinen diğer bir şahsın er-Rubeyyi’ bint Mu-avviz olduğu bilinmektedir. Ayrıca Ümmü Atiyye el-Ensarî Cahiliye Devri’nde Arapların tabiplerindendi. Müslüman olduktan sonra kendisi, yaralıları tedavi konusunda meşhur bir hanım olmuş; Hz. Peygamber (s.a.v.) ile beraber savaşlara gitmiş ve yaralıları tedavi etmiştir. Ümmü Sinan el-Eslemî ise Peygam-berimiz’den Hayber’e gidip hasta ve yaralıları tedavi etmek, su taşımak üzere izin alan ha-nımlardandır.2

Cihad zamanı ve sonrası dönemlerde hayatî önemi haiz olan bu hanımların dışın-da insan neslinin sağlıklı şekilde devamına katkıda bulunabilmek adına görev ifa eden, o dönemde ebelik yaptığı, Peygamberimiz’in oğlu İbrahim’i, hem de Hz. Fatıma’nın ço-cuklarını doğurttuğu bilinen Selma adında bir hanımın var olduğu rivayetler arasındadır. Yine Peygamberimiz’in doğumunu yaptıran hanımın, Abdurrahman b. Afv’ın annesi olan es-Şifa bint Abdilmuttalip olduğu bilinmek-tedir.3

İlk Müslümanlardan olan ve kocası Cafer b. Ebi Talib ile beraber Habeşistan’a hicret eden Esma bint Umeys adlı sahabenin derin tıp bilgisine sahip olduğu gibi, değişik bitki-lerden ilaç yaptığı ve o döneme göre iyi bir tabip olduğu rivayet edilmektedir.4 Nitekim Hz. Peygamber (s.a.v.) vefat ettiği zaman in-sanlar O’nun öldüğüne inanmamış, Esma eli-ni, O’nun iki omzu arasına koyarak muayene

Hatice AKKAYA

“İslâm’ın yayılması adına hizmet etmiş bu fedakâr ve çalışkan hanımlar arasında, Şifa bint Abdillah, Ümmü Eymen, Leyla el-Gıfarî, Rufeyde el-

Ensarî, Ümmü Ziyyad ismini saymak mümkündür.”

30 31

Page 18: 16 - Somuncu Baba

ettikten sonra, vefat etmiş olduğunu bildir-miş ve insanlar ancak o zaman inanmışlardır.

Böyle mühim bir meselede onun bilgisi-ne başvurulması, alanında ehil ve güvenilir bir insan olduğunun en güzel delilidir. Aynı zamanda bu güven, Hz. Peygamber (s.a.v.)’in topluma kazandırmaya çalıştığı, kadınlara değer verilmesi ve onların önemsenmesi ge-rektiği mesajını, ne kadar iyi vermiş olduğu-nun en güzel timsalidir.

Birçok ilmî faaliyette bulunan, oldukça duru bir zekâ ve hafızaya sahip olan Hz. Ai-şe’nin tıbbî bilgiye de haiz olduğu, sahabe-den Urve’nin babasından gelen rivayetlerden ayrıca onun Hz. Aişe’ye sorularından ve aka-binde verilen cevaplardan anlaşılabilmekte-dir. Öyle ki Hişam bin Urve (r.a.)’ın, babasın-dan naklettiğine göre babası: “Tıbbı, fıkhı ve şiiri Aişe’den daha iyi bilen birini görmedim.” demiş5, Urve de Hz. Aişe’ye; “Anacığım! Se-nin kavrayışına hayret etmiyorum, çünkü Rasûlullah’ın hanımı, Ebu Bekir’in kızısın. Şiir ve tarih bilgine de hayret etmiyorum. Çünkü Ebu Bekir’in kızısın ve o da bu işleri çok iyi bilirdi. Fakat senin tıp bilgine hayret ediyo-rum. Bu nasıl veya nereden?” diye sormuş, o da ellerini Urve’nin omuzlarına vurarak; Hz. Peygamber (s.a.v.)’in ömrünün son zamanla-rında rahatsız olduğunda, O’nu tedavi etmek üzere heyetlerin geldiğini, kendisinin de bu bilgileri onlardan görüp öğrendiğini ifade et-miştir.6

Bir nevi sağlık alanı içerisinde sayabilece-ğimiz sünnetçilik (kadınlar için) de dönem itibariyle Arap Yarımadası’nda kadınlar ara-sında icra edilen meslek kolları arasında bu-lunmuştur. Ümmü Emmar adında bir kadının Mekke’de, Ümmü Atıyye’nin de Medine’de bu görevi ifa ettiği kaynaklarda mevcuttur. Hz. Peygamber (s.a.v.)’in Ümmü Atıyye’ye bu konuda titiz davranması ve dikkatli olma-

sı hususunda emirler verdiği bilinmektedir. Yine bu mesleği Hint b. Amr’ın da yürüttüğü gelen rivayetler arasındadır.7

Asr-ı Saadet Dönemi’nde sağlık alanında verilen hizmetlere bakıldığında bunlar ara-sında; ebelik ve doğum yardımı, hamilelik ve doğum sonrası bakım, bazı cerrahi mü-dahaleler, savaşlarda yaralananların bakımı, savaşlarda ordunun yemek ihtiyacının karşı-lanması göze çarpmaktadır. Günlük yaralan-maların ve bazı hastalıkların tedavisi, hayvan ısırıklarının tedavisi, psikolojik tedavi, diyetle ilgili uygulamalar, sağlık ve güzellik bakımı, bazı çocuk hastalıklarının tedavisi, cinsel ter-biye, cenaze yıkama ve tekfin hizmetleri şek-linde verildiği rivayetlerden anlaşılmaktadır.

Dipnot

1. Ahmet b. Hanbel, VI, 56.2. Coşkun, Selçuk, “Yetişkin Eğitimi Bağlamında Hz.

Peygamber’in Kadınları Eğitim Siyaseti”, AÜĐFD, 2006, s.90.

3. İbn Hacer, İsabe, VII, 729.4. Rıza Savaş, Hz. Muhammed Devrinde Kadın, 3. Bas-

kı, İstanbul: Ravza Yay., 1991.s. 226.5. İbn Hacer, İsabe, IV, 360.6. İbn Mâce, Ticaret, 29.7. Mehmet Emin Birekul, Peygamber Günlerinde Kadın,

1. Baskı, Konya: Yediveren Kitap, 2004, s. 78.

32 33

Page 19: 16 - Somuncu Baba

34