40

Ekim Gençliği 136

Embed Size (px)

DESCRIPTION

Ekim Gencliği 136 - 15 Şubat / 15 Mart

Citation preview

Page 1: Ekim Gençliği 136
Page 2: Ekim Gençliği 136
Page 3: Ekim Gençliği 136

Kavga seslerinin yükseleceği bahar günleri yaklaşıyor. Bugüne kadarolduğu gibi, bu bahar dönemi de kitlelere devrim bayrağını yükseltmeçağrısı yapacak.

Bu iddia devrimci bir iyimserliğin ürünü değil elbette. Bahargünlerini kavganın ajitatörü yapan şey, tarihsel süreci içinde işçi sınıfı veemekçilerin, ezilen halkların, emekçi kadınların ve devrimci gençliğinödediği bedellerle sembolleşen tarihlerin birliğidir. Emekçi kadınlarındaha gür bir sesle haykırdığı 8 Mart'la başlayan süreç, katliamların vedirenişlerin tanığı günlerle devam etmekte; başta Kürt halkı olmak üzere,ezilen halkların özgürlük ateşleri yakılan Newroz alanlarından işçisınıfının uluslararası birlik, dayanışma ve mücadele gününe uzananmücadele çığlığının taşıyıcısı olan bahar günleri, devrim bayrağının dahayükseklere taşınacağı bir ruh ve coşku yaratmaktadır.

Mücadele tüm dünyada yükseliyor

Bahar sürecine girdiğimiz şu günler, dünyanın hemen tümbölgelerinde işçi sınıfı ve emekçiler ile gençlik kitlelerinin sokaklaraakmasına tanıklık ediyor. Dünyanın kaynayan kazanı Ortadoğu veözellikle de Mısır, yeni ayaklanmalara gebe olduğunun işaretleriniveriyor. Bir dizi Avrupa ülkesinde emekçiler, hakları ve gelecekleri içinmeydanlara çıkıyor. Afrika ve Amerika kıtalarındaki ülkelerin emekçileride grev ve direnişlerle diğer ülkelerdeki sınıf kardeşlerinin seslerine seskatıyor.

Geniş gençlik kitleleri de tarihin akışındaki yerini alıyor. Gençlik,gerek Ortadoğu'da gerek diğer kıta veya ülkelerde kurulan mücadelebarikatlarının başında bekliyor. Geleceğini gaspeden kapitalistasalaklardan hesap sormanın hazırlıklarını yapıyor.

Öte yandan, dünya yeni bunalımlar, savaşlar ve devrimler döneminegiriyor. Başını ABD'nin çektiği emperyalist haydutlar, kendilerine yenisömürü alanları açabilmenin stratejilerini çiziyorlar. Avrupa ülkelerindeİMF patentli kemer sıkma politikaları ile emekçileri sefalete mahkumederken Ortadoğu halklarını ise emperyalist savaşın ve saldırganlığınhedefi haline getiriyorlar.

Fakat tüm savaş ve saldırganlık planlarına rağmen kapitalizminçürümüşlüğünü ve yıkılmaya yüz tuttuğunu gizleyemiyorlar. En sadıkburjuva ideologları/iktisatçıları dahi kapitalizmin çelişkilerininderinleştiğini, tarihsel bir yıkımının eşiğine dayandığını itiraf etmektengeri duramıyorlar.

Faşist baskı ve terör yoğunlaşıyor

Türkiye'de ise daha sert çatışmaların yaşanmasının zeminihazırlanıyor. Zira sosyal yıkım saldırıları kendisini yaşamın tümalanlarında olabildiğince sıcaklığı ile hissettiriyor. Sağlıkta yıkımpaketlerinden kıdem tazminatı hakkının gasbına kadar bir dizi saldırıhayata geçirilmeye çalışılıyor.

Gençlik cephesinde de durum bütünüyle aynı. Emekçilere yöneliktüm sosyal yıkım saldırıları gençliğin geleceğine dönük saldırılardır aynızamanda. Yalnızca geleceği değil, GSS örneğinden anlaşılabileceği gibi,gençliğin bugünü de emekçilere yönelik saldırıların bir boyutunuoluşturuyor

Üniversitelerin ve üniversite gençliğinin sermayenin kıskacında cançekişmesi devam ediyor. Sermaye baronları, üniversitelere dönük

saldırılarınaher geçen gün bir yenisini ekliyorlar. Eğitimin ticarileşmesi ve üniversiteöğrencileri için hazırlanan diplomalı işsizlik saldırıları daha daderinleşiyor.

Tüm bunları dizginsiz bir faşist baskı ve terör dalgası izliyor. Hemenher gün baskın, gözaltı ve tutuklama haberleri geliyor. Operasyonlarülkenin dört bir yanına dalga dalga yayılıyor. Gazete büroları, partibinaları, sendikalar basılıyor, çalışanları gözaltına alınıyor, tutuklanıyor.En meşru hak arama eylemleri dahi polis saldırısına uğruyor, davakonusu edilerek ağır cezalarla karşılanıyor.

Dizginlerinden boşalan faşist baskı ve terör furyası kendisini gençliküzerinde de gösteriyor. Üniversite öğrencileri uydurma gerekçelerletutuklanıyor. Aylarca, hatta çoğu durumda yılları bulan ağır cezalaraçarptırılarak zindanlara tıkılıyorlar. Bunun yanısıra lise ve üniversitelerbirer açık cezaevlerine çevriliyor.

Devrim mücadelesini yükseltelim

Bahar dönemini tam da böylesi bir dönemde karşılıyoruz. Şimdi, tümsaldırılarla beraber devreye sokulan faşist baskı ve teröre karşı, baharınçağrısına kulak verip devrim ve sosyalizm kavgasını yükseltmek dahazorunlu hale gelmiştir. Zira kurulan bu faşist cendereyi kırmak için başkabir yol daha bulunmamaktadır. Gün, geleceğimize sahip çıkıp sokaklarıısıtma günüdür. Bahar günleri bunun coşkusunu ve ruhunu aşılamaktadır.

8 Mart'ta fabriklarında yakılan emekçi kadınların çığlığı, Beyazıt'tayankılanan ses, Gazi'den, Halepçe'den yükselen barut kokuları, DemirciKawa'nın ateşi, Mahir'in teslim alınamayan iradesi ve Nurhak'ın türküsü,Denizler'in son sözleri, İbo'nun işkence tezgahındaki direnci ve nihayetuluslararası işçi sınıfının tarihsel çağrısı hep kavgaya, devrim vesosyalizme işaret etmektedir.

Genç komünistler, bir adım ileri!

Genç komünistler bahar dönemini bu bilinçle karşılayacak, bahargünlerinde kavga bayrağını yükseltecekler. Bahar dönemi boyuncadevrim ve sosyalizmin sesini gençlik kitlelerine taşıyacaklar. Zira baharıntanıklık ettiği o tarihsel günleri layık olduğu biçimde anabilmenin yeganeyolu buradan geçmektedir. Bahar günlerinde bir kez daha anacağımızdevrimci önderlerin, Denizler'in, Mahirler'in ve İbolar'ın bıraktığı mirasısahiplenebilmek gerçek anlamını burada bulmaktadır.

Şimdi her bir genç komünist, omuzlarındaki yükü birkat daha arttırmalı, parti ve devrim davasına daha sıkısarılmalıdır.

Kavganın baharında gençliği

devrime kazanalım!

3

Page 4: Ekim Gençliği 136

Sermayenin üniversitelereyönelik saldırıları her geçen gün

artmaktadır. Eğitimde özelleştirmelerinyaşanması ve bu alanın tamamen paralı

hale getirilmesi, eğitimin olanaklarınıdaraltmaktadır.

1980 askeri darbesinin ardındankurulan YÖK ile başlayan üniversitelerin

ticarileştirilmesi süreci, bugün Bolognasüreci ile devam etmektedir. Uluslararasıiş ve emek piyasasındaki değişmelere

göre üniversitelerin de yenidenyapılandırılması olarak özetlenebilecekolan Bologna süreci, Türk sermayedarları

tarafından da büyük ilgi gördü.TÜSİAD’ın “Türkiye’de

Yükseköğretim: Eğilimler, Sorunlar, Fırsatlar”başlıklı raporunda mütevelli heyetlerinin

oluşturulması öneriliyor ve piyasayönelimli olması gerektiğinin altı çiziliyor.Üniversitelerin bir iş fırsatı olarakdeğerlendirildiği bu rapor, Bologna

sürecinin öngördüğü yapısal değişiklikleri deiçeriyor.

Üniversiteleri sermayenin tekeline bırakanBologna sürecinin öngördüğü bazı değişiklikler,geçtiğimiz yıl yasalaşan “Torba Yasa”da da yerinialdı. İşçi ve emekçilerin haklarını hedef alanyasada öğrencilere yönelik saldırılar dagündemdeydi. Harç zamlarının bu kez de torbayasa içinde gizli olarak arttırılması girişimi,rektörlere harçları belirleme yetkisinin verilmesi,derslerde kredili sisteme geçilmesi, Bolognasürecinin ve sermayenin ihtiyaçlarının birürünüdür.

Neo-liberal saldırıların yalnızca bir ayağınıoluşturan Bologna süreci, geçtiğimiz Mayıs ayınınson günlerinde yapılan UluslararasıYükseköğrenim Kongresi'de (UYK)değerlendirildi. Üniversitelerin sermayeye nasıldaha fazla açılabileceğinin konuşulduğu kongrede,bu saldırıların politik çerçevesi de belirlenmiş oldu.

Eğitimin tümüyle piyasaya sürülmesininayrıntılı olarak planlandığı UYK’nın bizegösterdikleri, eğitimin sermayeye daha fazlaaçılması, üniversitelerin emekçi çocuklarına dahafazla kapatılmasıdır. Nitekim bu da geçtiğimizdönemin başında uygulamaya konulan ancak geçduyurulan gizli harç zamlarıyla somutlanmıştır.

Bologna sürecinin bir parçası olarak, krediliders uygulaması sonucu öğrencilerin aldıkları kredibaşına para ödeyecekleri, alttan kalan her ders içinekstra ödemeler yapmak zorunda kalacakları, herdönem için bunun katlanarak artacağı öngürüsündebulunulmuştu. Ancak öğrencilerin kararlımücadeleleri sonucunda, YÖK önce harçzamlarının geri çekileceğini duyurdu, sonra da harç

alımlarını durdurdu. Ancak, harç zamlarının geriçekildiği söylenmesine rağmen, bu genelgeuygulamaya konulmadı.

Gizli harç zamları önümüzdeki dönemde degündeme gelecektir. Çünkü bu uygulama, sadecealttan dersi olan ya da kalan öğrenciler için sorundeğildir.

Bu uygulama, üniversitelerin sermayenintekeline bırakılmasının adımlarından biridir.

Bu uygulama, eğitimin tamamen ticarileşmesive piyasalaştırılması sürecinin bir parçasıdır.

Bu uygulama, üniversitenin ticarethaneye,öğrencilerin de müşteriye dönüştürülmesidir.

Bu uygulama, kapitalist sömürü düzenininüniversitelere yansımasıdır.

Bu uygulama, üniversite kapılarının emekçiçocuklarına kapatılmasıdır.

Biz ise bu saldırılar karşısında “eşit parasızbilimsel anadilde eğitim” talebimizi bir kez daha,daha güçlü bir şekilde yükseltiyoruz. Üniversitelerisermayenin ihtiyaçlarına göre dönüştürerek emekçiçocuklarına üniversite kapılarını kapatanlar, bizimtaleplerimizi karşılayamaz, sorunlarımıza çözümüretemezler.

Sorunların çözümü mücadelededir. YÖK’ü veYÖK düzenini yıkarak, eşit, parasız, bilimsel veanadilde eğitim hakkımızı elde etmek, bizöğrencilerin işçi ve emekçilerle birlikte vereceğimücadele ile mümkündür.

Harçlara ve zamlara karşı

mücadeleye!

4

Page 5: Ekim Gençliği 136

5

Amaçlanan, toplumunen dinamik kesimi olangençliği bu yolla teslim

almak ve gençliğintoplumsal

mücadelelerdekicüretkârlığını boşa

düşürmektir. Bu açıdanbakıldığında eğitim

kampüslerinin şehirdışlarına taşınması fikri

de boşuna değildir.Dünya ve toplumdan

soyutlanan kamplardaçatlak sesleri ezmekdaha kolay olacaktır.

1-5 Kasım 2010 tarihlerinde gerçekleştirilen 18.Milli Eğitim Şura’sında alınan kararlar hayatageçirilmeye başlandı. Bizleri yakından ilgilendirenbu kararların yine bizlere sorulmadan meclisgündemine taşınması planlanıyor. Öyle ki, Şura’nınüzerinden hayli zaman geçmiş olmasına rağmenorada alınan kararlardan bihaber olmamızınyanında bugün bile bizleri nasıl saldırılarınbeklediğini kestiremiyoruz. Ama en azından basınayansıyanlar üzerinden bir ilk tartışmayıbaşlatmakta fayda var.

Geçtiğimiz haftalarda kamuoyunun gündemineeğitimde radikal değişiklikler başlıklı tartışmalardamgasını vurdu. AKP’ye ve cemaate yakınlığıylabilinen Zaman Gazetesi’nin yaptığı bir haberletartışılmaya başlayan bu değişiklikler, bir türlüdikiş tutturulamayan eğitim sisteminde yeni iğnedarbelerine yol açacağa benziyor. Mevcut haliylebile neresinden tutsak elimizde kalan eğitimsistemi, yapılacak olan değişikliklerle Arap saçınadönecek. Öyle ki, yeni sistemle 8 yıllık zorunlueğitim kaldırılarak yerine 4+4+4 kademedenoluşan bir sistem getiriliyor. Bu değişiklikle 12 yılaçıkarılan zorunlu eğitimle beraber asıl amacın ilkkademeden sonra öğrencileri mesleki eğitimeyönlendirmek olduğu söyleniyor. Yani yeni yapılandüzenlemeyle birlikte 4. sınıftan sonra meslekiokullara ya da bu kapsama giren İmam Hatipler'egidebilmek mümkün olacak. Mevcut sistemde 8yıllık zorunlu eğitimin ardından (ki bu bile oldukçaerken bir dönemdir) öğrenciler bu tercihiyapabiliyorlardı. Yeni düzenlemeyle birlikteailelerin tercihine göre çocuklar 10 yaşındanitibaren meslek okullarına gönderilecek ve böylecesermayenin ucuz işgücü-çocuk işçi ihtiyacıkarşılanmış olacaktır. Ya da yine 10 yaşında imamyetiştirmeye başlayan okullarımız bu düzenlemeyledolup taşacaktır!

Öte yandan zorunlu eğitimin 12 yıla çıkarılmasıticarileşen eğitim için de oldukça iyi bir fırsattır.Sermaye için kar alanlarından biri haline getirileneğitim pazarı kendine 12 yıllık zorunlu müşterileryaratıyor. İşçi ve emekçi çocuklarının payına düşenise yaz tatillerinde çalışmak ya da okuldançıktıktan sonra simit satmak oluyor. Ya da buçocukların anne ve babaları eğitimin masraflarınıkarşılayabilmek için 12 yıl zorunlu köleliğemahkûm ediliyor. Tabi bir de “FATİH Projesi” adıaltında liseyi üç yılda bitirme fırsatı sunulacaköğrencilere. Çalışkanların (!) 3, tembellerin (!) ise6 yılda bitirebileceği liseler dershane sektörüaçısından oldukça iştah kabartıcı.

Amacımız elbette felaket tellallığı yapmakdeğildir. Ancak deneyimlerimiz ve insanlığınkoskoca bir tarihi gösteriyor ki, kapitalizmin kriziderinleştiği ölçüde saldırganlaşması dakaçınılmazdır. Türkiye kapitalizmi de şu haliylesoluk almakta zorlanmaktadır. Krizlerini

atlatabilmenin yol ve yöntemlerini ararkengözlerini işçi-emekçilerin kazanılmış haklarınadikmektedir. Sağlıkta dönüşüm projeleriyle, GSSsaldırısıyla ya da kıdem tazminatının gaspıylabaşlayan süreci eğitimin sermayeye daha fazlasunulması izleyecektir. Bunu, adımları şimdidenatılan değişikliklerden anlamak mümkündür.Ancak biz yine de bu savımızı Milli Eğitim BakanıÖmer Dinçer’ in “hayallerini” paylaşarakgüçlendirelim.

Dinçer, özellikle büyükşehirlerde, eğitimkurumlarının bir araya toplanacağı, içlerindeAVM’lerin, spor tesislerinin, yüzme havuzlarının,sağlık ünitelerinin olacağı kampüsler içinhazırlıkların devam ettiğini söyledi. Ankara ValisiAlaaddin Yüksel ise bir okul açılışında yaptığıkonuşmada bu projenin bir benzerinin Ankara’dahayata geçirilebilmesi için çalıştıklarını söyleyerekmeselenin bireysel hayallerden öte bir devletprojesi olduğunu göstermiş oldu. Projeye göreilkokul ve ana sınıfları dışındaki tüm eğitimkurumlarını kapsayacak olan kampüslerin şehirdışına kurulması planlanıyor. Ulaşım meselesi içinde çözüm üreten vali “birkaç bin öğrenciyi sabahgötürüp akşam tekrar şehre getireceğiz” diyor. Şuanki haliyle şehir dışında kurulu olan üniversitekampüslerinin 25-30 bin kişilik kapasitesini veulaşımda yaşanan sıkıntıları düşünürsek, aklaoldukça yatkın bir proje doğrusu!

Anlaşılan o ki yeni düzenlemelerle amaçlanan,krizde olan Türkiye kapitalizmine bir parçada olsanefes aldırmaktır. Sermayenin ihtiyaçlarıdoğrultusunda eleman yetiştiren eğitim kurumlarınıbu alanda yetkinleştirmek veprofesyonelleştirmektir. Tabi bunun yanında dinci-gerici ideolojiyi bu kurumlara hâkim kılmak,düşünmeden üreten, ne ürettiğini dahi bilmeyen birnesil yetiştirmektir. Sermaye devleti uzun vadelidüşünmektedir. Zira dünya çalkalanırken buhareketliliğin Türkiye’yi teğet geçmesi mümkündeğildir. Amaçlanan, toplumun en dinamik kesimiolan gençliği bu yolla teslim almak ve gençliğintoplumsal mücadelelerdeki cüretkârlığını boşadüşürmektir. Bu açıdan bakıldığında eğitimkampüslerinin şehir dışlarına taşınması fikri deboşuna değildir. Dünya ve toplumdan soyutlanankamplarda çatlak sesleri ezmek daha kolayolacaktır.

En başta da söylediğimiz gibi bizlere yöneltilensaldırıların kapsamını bilemiyoruz. Yukarıda ortayakoyduklarımız burjuva basına yansıyanlarüzerinden bizim öğrenebildiklerimiz. Ancaksaldırıların kapsamı ve şiddeti ne olursa olsuntümünü göğüsleyecek iradeye sahip olmamızgerekmektedir. Bu iradenin bugünkü karşılığı iseyan yana gelmek, örgütlenmektir!

Z. Eylül

Eğitimde “radikal” düzenlemeler...

Soluk alamayan sisteminçırpınışları!

Page 6: Ekim Gençliği 136

Türkiye’de her depremin ertesinde, yıkılan binaların veölümlerin tek sorumlusuymuş gibi gösterilmeye çalışılan kişilermühendisler, bu tartışmalar üzerinden meşrulaştırılmaya çalışılanbir sömürü mekanizması da “yetkin yühendislik”. Bu yazıda,yıllardır uygulamaya koyulmaya çalışılan ve geçtiğimizgünlerde İTÜ’de duyurusu yapılan “yetkin mühendislik”kavramının ne olduğunu ele almaya çalışacağız.

'90’ların ortalarından itibaren Türkiye’de mühendislik eğitimiveren üniversitelerin gündemine giren “yetkin mühendislik” veya“yetkili mühendislik” kavramları geçtiğimiz günlerde Vandepreminin ardından tekrar tartışılmaya açıldı. Geçmişteki diğer eskibaşbakanlar gibi, Başbakan Erdoğan da Van depreminin ardından “Buinşaatı yapan sizin öğrencileriniz. Fatura kesecek birilerini aramanınanlamı yok. Bunların hepsi mühendis, ben ekonomist olarakyönetiyorum sadece” diyerek yıkılan binaların ve ölümlerinsorumluluğundan sıyrılmak istemiştir. Bu durumla birlikte yıllardırgündeme getirilen “yetkin mühendislik” tekrar tartışılmaya açıldı vegeçtiğimiz öğretim yılında İTÜ tarafından bunun uygulamalarınadönük ilk somut adımların atılmaya başlanacağı duyuruldu.

İTÜ “Yetkinlik Belgesi” vereceğini ilan etti.

İTÜ, geçtiğimiz dönem içerisinde yetkin mühendislik belgesivereceğini şu şekilde duyurdu; “İstanbul Teknik Üniversitesi (İTÜ),Yetkin Mühendislik Sınavı’nın Türkiye’deki merkezi oldu. Dünyaçapında yapılan sınavla mühendislere, ‘‘Yetkin Mühendislik Belgesi’’veren Amerika’daki NCEES (Mühendisler İçin Ulusal SınavMerkezi), yaptığı denetim ve inceleme sonucunda sınava girmehakkını Türkiye'de yalnızca İTÜ öğrenci ve mezunlarına verdi.”

İTÜ Rektörü Prof. Dr. Muhammed Şahin, yetkin mühendislikuygulamalarının kaçınılmaz olduğunu vurguladı. Şahin,‘‘Amerika’daki Sınav Konseyi’nin incelemeleri sonucu, İTÜ bukuruluşun Türkiye’deki sınav merkezi oldu. Özellikle Vandepreminden sonra ilk atılması gereken adımın yetkin mühendislikolduğunu bir kez daha gördük. Bu sınavla Türkiye’de mühendislikuluslararası denetime açılmış olacak. Biz öğretim üyelerimize veöğrencilerimize güveniyor, bu riski alıyoruz. Mezunlarımız buünvanla yurtdışında artık sadece taşeron olarak çalışmayacak, imzayetkili mühendis olarak projeler alabilecek’’ dedi. İTÜ RektörYardımcısı Prof. Dr. Derin Ural, meydana gelen depremler sonrasıyaşanan can ve mal kayıplarının tüm ülkeyi üzdüğünü belirterek,Dinar’da, Adana’da, Kocaeli’de, Van’da yapı stoğu nedeniyle çoksayıda kayıp yaşanırken Japonya ve Kaliforniya’da yaşanan depremlersonucunda daha az kayıplar yaşanmasında yapısal hasarların büyükpayı olduğuna dikkat çekti. Ural, “Türkiye’deki ilk uygulama,önümüzdeki Nisan ayında İTÜ’de ilk basamak sınavı olarakgerçekleşecek. 4 yıl sonra bu sınavı geçen adaylar yetkin mühendisliksınavına girerek tüm dünyada imza yetkilerinin olacağı yetkinmühendis ünvanı alacaklar’’ dedi. (www.itu.edu.tr)

Bu duyuruyla birlikte yetkin mühendis olabilmenin şartlarınınneler olduğuna ilişkin ise “Profesyonel yetkin mühendislik lisansını(PE Lisansı) alabilmek için öğrencilerin, ABET akreditasyonu almışbir üniversiteden mezun olması, temel mühendislikte yetkinlik

sınavını (FE) geçmiş olması, mühendislik alanında en az 4yıl iş tecrübesi olması, derece aldığı mühendislik alanında

ProfesyonelMühendislik(PE)yetkinlik sınavınıbaşarıyla geçmişolması gerekiyor.” Bukoşullarda bu sınava şimdilik sadece İTÜ mezunu biradayın girebileceği (ABET akreditasyonunu Türkiye’dealan tek üniversite olduğundan kaynaklı) ve uzun bir stajsüreciyle tekrardan ikinci bir sınavla birlikte ve ancak başarılı olursabu belgeyi hak edeceği duyuruluyor

Bu durumla birlikte “yetkin mühendislik” tartışmaları bizüniversitelilerin de bir kez daha gündemine girmiş bulunmaktadır.Yetkin mühendisliğin ne olduğu, bu uygulamanın kime ve neye hizmetedeceği, iktisadi arka planının ne olduğu, hangi ülkelerde nasıl hayatageçtiği, biz üniversiteliler için bir kez daha anlaşılması gereken birerzorunluluk olmuştur.

Kapitalizm, '70’lerde girmiş olduğu genel resesyondan halakurtulamamıştır. Bu durum marksistinden burjuvasına tüm iktisatçılartarafından kapitalizmin yaşamış olduğu üçüncü büyük buhran olarakdillendirilmektedir. Kapitalizmin kendi iç çelişkilerinden kaynaklıolarak yaşamış olduğu bu krizin bedeli, nihayetinde işçi ve emekçilereödetilmek istenmektedir. Dünyada ve Türkiye’de özellikle son 40yıldır temel hak ve özgürlüklere dönük saldırılar yoğunlaşmıştır.Gerek işçi sınıfının örgütlülüğünün dağıtılması, esnek ve güvencesizçalıştırma, gerekse geniş yığınlara dönük anti-demokratik uygulamalarve bununla birlikte geçmiş dönemlerde büyük bedeller ödenerekkazanılmış hakların bir bir gasp edilmesi bu sadırıların parçasıdır.

Kendi ülkemizde de bu saldırı süreci dünya ile aynı hızdailerlemiştir. Özellikle 80’den sonra bunu daha somut şekilde görmekmümkündür. Kamusal hizmetlerin piyasa koşullarına açılması, esnekve güvencesiz çalışma koşulları bunların başlıcalarıdır. Bununlabirlikte bu saldırı dalgasından üniversiteler de nasibini almış, eğitiminparalılaştırılması ile üniversiteler birer ticarethane dönüştürülmüştür.Bununla birlikte, alt yapısı oluşturulmadan açılan onlarca tabelaüniversiteyle de zaten niteliksiz olan üniversite eğitimi daha da

Sömürü üzerindeki ince örtü...

“Yetkin mühendislik”

6

Page 7: Ekim Gençliği 136

niteliksiz hale getirilmiştir.

Aslında “yetkinlik” saldırısını da bu büyük pencereden görebilmekgerekir. Asıl mevzu kapitalizmin krizidir ve bu krizden çıkmak içinelini uzattığı her alanı metalaştırması ve değersizleştirmesigerekmektedir.

Biz mühendis adayı üniversiteliler de bu saldırı dalgasından birtanesi ile karşı karşıya bulunmaktayız. Yapılacak bu iki sınavın ücretive bu sınava yönelik olarak açılacak kurslar, daha da önemlisi tam 4yıl kölece koşullarda staj ve bu stajın çalışılan kişi veya kurumtarafından onaylatılması zorunluluğu, hem de sürekliliği olmasışartıyla, yetkin olmayı hedefleyen adayımızı bekleyen sömürümekanizmasının çarklarıdır. Hepsi aslında bu uygulamanın neye vekime hizmet ettiğini göstermektedir. Bir de madalyonun diğer yüzüvar. Bu yüzde de, belgeyi ABET akreditasyon kriterlerinisağlayamadığı için veya sınavlardan başarısız olduğu için hiçbirzaman alamayacak mühendis, mimar, şehir plancısı arkadaşlarımızındurumu var tabi ki. Şimdiden tahminde bulunmak için kahin olmayagerek yok elbette. Günümüz koşullarında zaten zor iş bulan, işbulabildiğinde ise insanca yaşamaya yetmeyen ücrete çalışan buarkadaşlarımızın, üzerlerindeki sömürü bu uygulamayla birlikte dahada katmerleşecek, imza yetkileri elinden alınarak ikinci sınıf bir teknikeleman olarak piyasa çarklarına atılacaklardır.

Yetkin mühendisliğin yurtdışındaki uygulamaları

Yetkin mühendisliğin ilk uygulandığı ve buradan doğru da diğerülkelere transfer edildiği ülke ABD’dir. “ABD’de ise bu uygulamanınbaşlangıcı 1950’lere dayanmaktadır. Türkiye'nin bu 'atılımda' şimdiliksomut olarak model kabul ettiği ABD’de yetkin mühendislik,'Professional Engineer' (PE) adıyla uygulanmaktadır. ABD’nin farklıeyaletlerinde uygulama bazı farklılıklar gösteriyor olsa da temel alınaneksen aynıdır. Buna karşın her mühendis çalıştığı eyaletin koşullarınıyerine getirmek durumundadır. ABD’de PE ünvanının başlangıcı1950’li yıllara dayanmaktadır. Bu ünvanı da “National Council ofExaminers for Engineering and Surveying” (Mühendislik ve ÖlçümBilimleri için Ulusal Sınama Kurulu) kurumunun eyalet temsilciliklerivermektedir. PE ünvanı kamu projelerine imza atabilmekte önkoşuldur, yetkin olmayan bir mühendis hiçbir koşul altında kamuprojelerinde imza yetkisine sahip değildir.

ABD’de PE olabilmek için gereken ilk koşul ABET’eakreditasyonunu sağlamış dört yıllık bir üniversite programındanmezun olmaktır. Ardından öğrencilerin genelde mezun olmaya yakıngirdikleri 'Fundamentals of Engineering' (FE) adlı sınavda başarılıolmasıdır. Böylece 'Engineer in Training' (EIT - eğitim aşamasındamühendis), 'Engineer Intern' (EI - stajyer mühendis) ünvanlarındanbirini almaya hak kazanan yeni mezun mühendis PE olmak içinönemli bir adımı geçmiş olur. Bu sınavlardan aldığı not işe alımdabelirleyici bir etken olurken FE sınavından sonra gelen aşama 4senelik çıraklık aşaması olarak bilinir. Bazı eyaletlerde stajyerliksürecinin bir PE gözetimi altında yapılması şart koşulmaktadır. Busürenin ardından yeni bir sınavla (Principles of Engineering) yetkinlikünvanına ulaşılır. ABD’de bu durumun mühendisler arasındakastlaşma yarattığı bilinen bir gerçektir. PE ünvanlı mühendisler dahayüksek maaşlara ve daha iyi çalışma koşullarına sahipken 'sıradan'mühendislere göre çok daha kolay iş bulabilmektedir.” (Yine, yeni,yeniden: Yetkin mühendislik, Toplumcu Eksen) Biz buradaTürkiye’nin model olarak seçtiği ülke olduğu için sadece ABDörneğiyle yetineceğiz. Bu uygulamanın benzerleri İngiltere (CharteredEngineer) ve Japonya gibi gelişmiş ülkelerle birlikte Hindistan,Pakistan, Avustralya, Yeni Zelanda ve İrlanda gibi gelişmekte olanülkelerde de görülmektedir.*

“Yetkinlik” değil toplumculuk

Biliyoruz ki, içerisinde yaşadığımız kapitalist sistemdemühendislik eğitimi her zaman tartışmalı bir pozisyondadır. Gerek

verilen eğitimin niteliği, akademik süreç zayıflatılarak usta-çırakilişkisi üzerinden yapılan kurgu, gerekse mesleğe bakış açısı olaraküniversitenin ve akademisyenlerin durduğu konum bizimmesleklerimizi, ünvanlarımızı ve aldığımız eğitimi her zaman şaibelibir yola sürükleyecektir. Çünkü bizlerin aldığı eğitimin içeriğinden,bölümlerimizin devam edip etmemesine kadar herşeyi belirleyenbizzat bu sistemin kendisidir. Bu sistem içerisinde toplumsal ihtiyaçlaryerine sermayenin ihtiyaçları gözetilmektedir. İhtiyaçlarını ise kar-zarar ilişkisi üzerinden ortaya koymaktadır. Sermayenin isteği veihtiyacına uygun kafalar, teknik elemanlar yetiştirilmektedir. Böylesibir durumda ne bilimden bahsedilebilir ne de etikten.

Bilimsel olan ise bütün bu saldırıların kaynağının emperyalist-kapitalist sistemin krizden çıkma çabaları olmasıdır. Bu saldırınınsadece mühendislere değil tüm işçi sınıfına yönelik bir saldırıların birparçası olarak algılanmasıdır. Depremin yıkıcı sonuçları bizlerinüzerine yıkılırken, bu suçlamalara karşı onurlu duruş sergilemek biryana, oturdukları kürsülerden sermayenin borazanlığını yapan ve adeta“yetkinliği” teorileştiren “akademisyenler” ise hiçbir zaman bilimciolamamıştır/olamayacaktır.

Tüm bunların karşısında, sermayenin değil toplumun ihtiyaçlarınıgözeten, dünyaya bu pencereden bakabilen bir mühendis olabilmektirbilimsel olan. Bir avuç asalak yerine insanlık için mühendislikyapmaktır.

Geleceğimiz kendi ellerimizde

Bu saldırılarla, geleceğin biz beyaz yakalılarını esnek, güvencesizve insanca yaşamaya yetmeyecek ücrete tabi bir gelecek beklediğiaşikardır. İTÜ’nün “müjde” olarak verdiği haber biz üniversitelileriçin böyle algılanmalıdır. Sağlık hakkının gaspından kıdemtazminatının gaspına, eğitimin ticarileştirilmesinden güvencesizliğe,yoğunlaşan gözaltı ve tutuklamalardan düşünce ve ifade özgürlüğününkısıtlanmasına kadar tüm yaşananlar bizlere dönük bütünlüklü birsaldırının parçalarıdır. Bunlara karşı durabildiğimiz oranda hemmesleğimize, hem geleceğimize hem de onurumuza sahip çıkmışoluruz. Bunlara karşı sessiz kalmadığımız oranda toplumcu birmühendis olabiliriz. Bu saldırılara karşı durmak ise başka bir dünyaarzulamak ve geleceğimizi kendi ellerimize almak demektir.

* Bu konuda daha detaylı bilgiye ulaşmak isteyenler“toplumcueksen.net” adlı internet sitesini ziyaretedebilirler.

V. Bilir 7

Page 8: Ekim Gençliği 136

ODTÜ’de Aralık ortalarında başlayan vedönem arası tatiliyle birlikte tatile girmişolan İnşaat Mühendisliği Fakültesi'ndekikantin boykotu, başarılarıyla veeksikleriyle, önümüzdeki dönemde hemODTÜ öğrencilerinin hem de diğerüniversitelerdeki öğrencilerin önünüaçacak bir deneyim olmaya devam ediyor.

Boykota dair yapılacak birdeğerlendirme için ilk olarak bu sürecinhemen öncesine gitmek gerekiyor. Bölümöğrencilerinde kantin fiyatları üzerinden başgösteren huzursuzluk, boykotun zeminininoluşmasını sağlamıştır. Bu elbette ki yeterli olmamış, ortak kaygılarınbirleştirilmesi, ortak bir mücadele hattının örülmesi için öğrencilerinsorumluluk alması gerekmiştir. İnşaat bölümünden bu sorumluluğualan öğrenciler, yaptıkları anketlerle, sınıflarındaki tartışmalarlakantine karşı tepkileri ortaklaştırmış ve boykot sürecinin başlamasıiçin önemli adımlar atmıştır. Sorumluluk alan bu öğrenciler, dahasonrasında sistematik bir çalışmayla boykotu başlatmışlardır.Öğrencilerdeki huzursuzluklar ve kaygılar anketlerle, tartışmalarlaortaklaştırılmış, öğrencilerin sorunlarının kaynağı tespit edilmiş, bukaynağa karşı mücadele etmek için somut adımlar tartışmalarlabelirlenmiş ve son olarak da görev dağılımıyla sorumluluk alınarakharekete geçilmiştir.

Boykottaki öğrencilerin kendi başlarına yemek yapması, çay vekahve hazırlaması, üniversitelerdeki ticarileşmeyi eleştiren, fakat bunuiçi boş bir eleştiri olarak gündeme getiren öğrencilere, üniversitelerinnasıl ticarileştiğini somut olarak göstermiştir. Bir kilo kuru çayın,ondan elde edilen bardak çay sayısına oranından, öğrenciler, çayınmaliyetinin 1 kuruş olduğunu görmüş ve kantinlerde çay fiyatlarınınbunun 50-75 katı olmasıyla kantincilerin elde ettiği kâr oranındanüniversitelerin nasıl ticarileştiğini bizzat boykot deneyimiyle somutolarak anlamlandırmışlardır. Öğrencilerin kayda değer bir kısmı kendiçabalarıyla boykota destek olmuş, yiyecek ya da su bulunmadığızamanlarda dahi kantini kullanmamış, bardak ya da kaşık kalmadığızaman bu eksikleri kapatmak için ellerinden geleni yapmışlardır.Bölüm öğrencilerinin boykotla kurmuş olduğu bu ilişki, boykotunfinal döneminde de devam etmesinde ve bu kadar uzun süreliolmasında en önemli etkendir. Bu kazanım ikinci dönemde deboykotun devam edebilmesinin zorunlu koşullarından biridir. Yanısıra,genel olarak mücadele içinde mücadelenin temsil ettiği kesimlekurduğu bağların sürekli sıkılaştırılması, bunun olanaklarınınyaratılması, sohbetlerin yaygınlaştırılması, tartışmaların ya da filmgösterimi gibi etkinliklerin yapılması zorunludur.

Boykotun öğrettikleri

Önceden “ama kantinci de zarar etmemeli” diyerek uzlaşmaeğiliminde olanlar, boykot ilerledikçe çay çok düşük fiyata olsa bilekantincinin kâr edebileceğini kendi gözleriyle görmüşler ve giderekdaha uzlaşmaz bir çizgiye doğru gitmişlerdir. Ayrıca final dönemindede boykotun devamlılığını sağlamada kimi sıkıntılar yaşanmış,

boykotu sonlandırma eğilimleri ortaya çıkmıştır. Fakattartışmalar yapıldıkça ve boykotun devam edebildiği pratikte

de

görüldükçe,öğrencilerboykotu daha çok

sahiplenmiş vekendi aralarındaki

birlik sayesinde bu sıkıntınında üstesinden gelinmiştir. Bunlar göstermektedir ki, mücadele içindeatılan adımların, mücadelenin temsil ettiği kitlelerin ihtiyaçlarının nekadarını karşılayabildiğine göre değerlendirmesi yapılmalı,mücadeleyi ileriye taşıyacak daha doğru adımların kararlaştırılıppratikte de denenmesi ve tekrar değendirilmesi yapılmalı, bu döngüpratik içinde sürekli işleyebilmelidir.

Bunların dışında ODTÜ tarihi boykotlarla dolu olmasa,kantinciler öğrenci boykotlarından öcü gibi korkmasalar çay çoktan 1TL, poğaça 1.25 TL, kahve 2 TL olurdu. Nitekim bu dönem fiyatlarınyükselmesi, çayın kimi yerde 75 kuruş, kahvenin 1 TL yapılmışolması öğrencilerin çoğunluğundaki suskunluğun bir sonucu olmuştur.Bugün ise İnşaat Mühendisliği kantin boykotuna Jeoloji kantini deeklenince, diğer bazı kantinlerde birkaç ürünün fiyatı aşağı çekilmiştir.

İnşaat Mühendisliği kantin boykotu, bölüm öğrencileriylekurduğu ilişkiyle arkasında topladığı güce rağmen, şu ana kadarpotansiyel olarak görünen Fizik Bölümü ve Kimya Mühendisliğikantinlerine yayılmadığı sürece sönümlenmeye mahkûmdur. Bunedenle, ikinci dönem ders kayıtları başlar başlamaz boykotta yer alanöğrencilerin Kimya Mühendisliği ve Fizik Bölümü öğrencileriyledoğrudan iletişime geçmesi, okuldaki devrimci ve ilerici öğrencilerinde desteği alınarak bu bölümlerde boykotun örülmesi için somutadımların atılması zorunludur.

Üniversitelerde öğrencilerin ortak mücadele etme pratiğineihtiyaçları vardır. Bunun yolu da ODTÜ İnşaat MühendisliğiFakültesi'nin kantin boykotuna benzer somut mücadelelerinörülmesinden ve buralarda elde edilecek birliklerin yayılmasındangeçmektedir. Üniversitelerdeki ticarileşmenin önüne geçmek için,buna benzer mücadelelerin kapitalist düzeni yıkmak hedefi ilebirleştirilmeye ve enerjilerinin örgütlü mücadeleye akıtılmasınaihtiyaç vardır.

ODTÜ’den Ekim Gençliği okurları

8

ODTÜ kantin boykotu

deneyimi üzerine...

Page 9: Ekim Gençliği 136

Yaşar Kemal’in İnce Memed adlı romanınıbirçoğumuz okumuşuzdur. Romanda ezilmişliğebaşkaldıran ve dağa çıkan İnce Memed, AbdiAğa’ya karşı amansız bir savaş yürütür. Ama İnceMemed’in kini de nefreti de Abdi Ağa’dan ibarettir.Abdi Ağa öldüğü zaman tüm sorunlar bir birçözülecektir. Lakin Memed’in yanıldığını anlamasıfazla sürmez… Abdi Ağa ölür, Hamza Ağa gelir.Hamza ölür, bir başkası…

İnsanlık tarihi de böyle trajik örneklerledoludur. Devrimci bilinçten uzak olan kitleleröfkelerini “insanlarda” somutlamışlardır.Mücadeleler de yalnızca bu sınırlara sıkışıpkalmıştır. Şimdilerde Mısır’da, Tunus’ta yaşanantam da budur. Diktatörleri birer birer devirenemekçiler, diktatörlüğe yöneltmiyorlar öfkelerini.Bu yüzden de tüm kurumlarıyla baki kalan gericirejimlerin başına ‘sicili daha temiz’ diktatörleratanıyor emperyalist güçler tarafından.

Ya da en yakınımıza, Türkiye’ye bakalım. Tümbir cumhuriyet tarihi boyunca kaç tane eldeğiştirmiştir iktidar? CHP’sinden, DP’sine,ANAP’ından AKP’sine kaç tane hükümetkurulmuştur? Hangisi çözüm bulmuştursorunlarımıza. En demokrat(!) olanının dahi elikolu bağlanmıştır hayli rahat olan o iktidarkoltuğuna oturduğunda. Gelen gideni aratıyor. Hergelen daha pervasızca saldırıyor, daha hınçlakullanıyor iktidar erkini. Günümüzde tümsorunlarımızın kaynağı AKP mi? Tabi ki hayır.Sorunlarımızın kaynağı, insanlığı yıkımasürükleyen kapitalizmin bir parçası olan, Türksermaye devletinin ta kendisi. Öyleyse bizimmücadelemiz de bu düzenin tüm kurumlarınayönelmek zorundadır.

Şimdi dönecek olursak yazımızın başlığına,evet, rektörümüz değişti. HacettepeÜniversitesi’nin yeni rektörü Prof. Dr. A. MuratTuncer oldu. Eski rektör Uğur Erdener’den daha azoy aldığı halde Cumhurbaşkanı tarafından atanan

Murat Tuncer, Uğur Erdener’i aratır mıbilemiyoruz. Ama bildiğimiz bir şey var ki, o daöğrenciler üzerindeki baskı ve sömürüde hiçbirdeğişikliğin olmayacağıdır. Tarihsel, bilimsel biröngörüdür bu. Üstelik öyle temellendirmeden deyoksun değildir. Zira üniversitemizin başına atananbu isim AKP’ye yakınlığıyla tanınıyor. AKP’ninsicili ise ortadadır. Parasız eğitim isteyenlere, füzekalkanına karşı çıkanlara, Metin öğretmene sahipçıkanlara zindan kapılarını aralayan, 500 taneüniversite öğrencisini hapishanelere kapatan biranlayışın temsilcisidir Murat Tuncer.

Tuncer, göreve gelmesinin üzerinden fazlazaman geçmeden üniversitemizde faaliyet yürütendevrimci-demokrat öğrencilerle bir görüşme talepetti. Bu talep neticesinde kendisiyle yapılantoplantıda (yeni görevinin heyecanıyla) bizlerebirçok şey vaat etti. Yıllardır karşı çıktığımız,nizamiye kapısında otobüslerden indirilerek kimlikkontrolü yapılmasından, ulaşım ve yemekhaneçilesine kadar sorunlarımızı çözeceğini iddia edenMurat Tuncer, tüm bunların yanında kampüstesiyasal faaliyetin hiçbir şekildeengellenmeyeceğini, siyasal nedenlerle öğrencileresoruşturma açılmayacağını da söyledi. Özgürdüşüncenin geliştiği yerler olan üniversitelerdezaten olması gereken ve bizim yıllardır bedellerödeyerek mücadele ettiğimiz bu talepler bizlere birlütuf gibi sunuluyor. Oysa bizler biliyoruz ki,hiçbir dönem ve koşulda mücadele edilmeden hakkazanılmamıştır. Bugün yeni rektörümüzün verdiğisözler de devrimcilerin üniversitelerde yürüttüğügözü pek çalışmanın sonuçlarıdır. Ayrıca budurumun arkasında yatan nedenleri de sorgulamak,rehavete kapılmamak gerekiyor. Zira burjuvazizaman zaman tavizler verir. Ancak mücadeledengeri durulduğu durumlarda verdiği tavizleri bir biralmasını da bilir.

Üniversitelerimizi uluslar arası piyasadarekabete zorlayan sermaye düzeni, bu yarıştarektörlerimize böyle önlemler almayı zorunlukılıyor. Zira kampüse polisin girdiği her durumdaüniversitemiz puan kaybediyor, kalitesi azalıyor.Böylesi durumları göze almayan üniversiteyönetimleri ise “dikensiz gül bahçeleri” yaratmanınbaşka başka yollarını arıyor. Baskı ve zorbalıklaezemedikleri yerde “liberalleştirmeye” çalışıyorlar.“Şiddet kullanmadığınız her eylemde haklısınız,her şeyi yapın yeter ki okula polis girecek düzeydeolmasın” gibi argümanlarla niyetlerini açıkçaortaya koyuyorlar.

Murat Tuncer’in niyeti de açıkça budur. Bizlerher dönem olduğu gibi bundan sonra da kendigücümüze güvenerek yol yürümeye devametmeliyiz. Kazanılmış haklarımızı korumalı, yenitaleplerimiz uğruna mücadeleyi büyütmeliyiz.

Hacettepe Üniversitesi’nden bir EkimGençliği okuru

Hacettepe Üniversitesi’nde rektör değişti…

Gerçekte ne değişti?

Üniversitelerimiziuluslar arası piyasada

rekabete zorlayansermaye düzeni, bu

yarışta rektörlerimizeböyle önlemler almayı

zorunlu kılıyor. Zirakampüse polisin girdiği

her durumdaüniversitemiz puankaybediyor, kalitesi

azalıyor. Böylesidurumları göze

almayan üniversiteyönetimleri ise “dikensiz

gül bahçeleri”yaratmanın başka

başka yollarını arıyor.Baskı ve zorbalıklaezemedikleri yerde“liberalleştirmeye”

çalışıyorlar. “Şiddetkullanmadığınız her

eylemde haklısınız, herşeyi yapın yeter ki okula

polis girecek düzeydeolmasın” gibi

argümanlarla niyetleriniaçıkça ortaya

koyuyorlar.

9

Page 10: Ekim Gençliği 136

Genç-Sen 5. Olağan Genel Kurulu'un hemenöncesinde yaptığımız değerlendirmede, Genç-Sen'in kuruluşundan buyana en geri tablolarından birini gösterdiği belirtilmişti. 2011-2012güz döneminin sonunda bu tablonun iyice perçinlendiğini söylemekyanlış olmayacaktır. Birleşik bir gençlik hareketi oluşturmanın olanağıolarak değerlendirilmesi gereken Genç-Sen'in gelinen aşamada buolanaklarını büyük oranda tükettiği açıktır. 10 Aralık 2011 tarihindegerçekleşen 5. Olağan Genel Kurul'un öncesinde ve sonrasındayaşanan süreç bunun en açık göstergesidir.

Üniversiteler yeni döneme gizli harç zammı, Genç-Sen'e yönelikkapatma saldırısı, öğrencilere yönelik gözaltı ve tutuklama terörü gibiyoğun saldırılarla girerken, Genç-Sen'in, bu süreçleri güçlü bir şekildekarşılamak bir yana, asgari tepkinin gösterilmesi ve örgütlenmesiyönünde dahi bir adım atamadığı ortadadır. Öncekideğerlendirmemizde belirtilen “sendikaya hakim liberal-reformistbloğun algısı ve dayatması ile birlikte MYK, temsilci gibi seçilmiş(!)kişiler üzerinden sendikayı işletme mantığının dayattığı kısırlık”ınyarattığı bu tablo 5. Olağan Genel Kurul sürecine de yansımıştır.

Temsiliyeti olmayan bir genel kurul

Genel Kurul öncesinde tam bir atalet içerisinde olan sendika, genelkurulu birkaç haftalık süreçte apar topar toplamıştır. Genel Kurul'ungerçekleştirme tarihi bir önceki genel kurulda belirlenmiş olmasınarağmen, hazırlık sürecinin bu kadar kısa bir süreye sıkışmasında vebunun yarattığı olumsuzluklarda, şüphesiz ki, Devrimci Genç-Senlilerde dahil olmak üzere sendika içerisinde yer alan tüm unsurlarınsorumluluğu vardır.

Genel Kurul'un ön süreci geçmiş süreçlerin benzer bir tablosunuoluşturmuş, hemen her şubede gerçekleştirilen şube kongreleriÜniversite Yürütme Kurulu (ÜYK) ve üniversite temsilci seçimlerinesıkışmıştır. Buna geçtiğimiz Genel Kurul'da kabul edilen genelkurulların delege usulü ile toplanması kararı gereği hayata geçirilendelege seçimleri eklenmiştir. Şube kongreleri öncesinde ilmeclislerindeki her unsur tarafından “delege usulüyle genel kuruluntoplanması” mantığının temelinde delegelerin yerellerinde yaptıklarıtartışmaları aktarması olduğu, bu sebeple de tüm önergelerin şubelerdetartışılması gerektiğinin ısrarla(!) altı çizilirken, bu açıklamalar iyibirer temenni olmanın ötesine geçememiştir. Sonuç olarak hemen

hemen hiçbir yerelde önergeler gerçek anlamıylatartışılmamıştır.

Genç-Sen'in geride bıraktığı Genel Kurulsüreçlerinde döne döne altını çizdiğimiz“yerellerin tartışmalarının genel kurula yönvermesi” bakış açısı 5. Olağan Genel Kurul'latamamen boşa düşmüştür. Gerçek anlamıyla birtemsiliyeti olmayan delegelerle Genel Kurulgerçekleştirilmiştir. Ayrıca mesele sadecedelegelerin yerellerinin temsiliyetini sağlayacakgerekli tartışmaları yürütmemiş olması değildir.Daha delege seçimlerinde gerçek temsiliyetinanlamı ortadan kaldırılmıştır. İstanbulÜniversitesi'nde örneğinde olduğu gibi, şube

kurulunda bulunmayanların yerine imza atılarakkatılmış gibi gösterilmesi ve o gün okulda dahi olmayan üyelerindelege seçilmesi, normalde Genç-Sen çalışması yürütmeyenliselilerden delege seçilerek Genel Kurul'a yığılması gibi usulsüzlükleryaşanmıştır. “Delege usulü ile genel kurul gerçekleştirme” mantığınınboşa düştüğü Genel Kurul sırasında söz alan pek çok Genç-Senli'ninyaptığı aktarımlarla bu gerçek tüm yalınlığı ile ortaya çıkmıştır. Butabloda Genel Kurul'un meşruluk zemininin olmadığı görülmüştür.

Genel Kurul'a “K Listesi” ile giren Genç-Senliler ve başka birgrup, birkaç gün kala Genel Kurul sürecinden ayrılmıştır. “K Listesi”sadece MYK'da bulunan bir kişinin deklarasyon yapması sınırındakatılmış ve Genel Kurul günü çekilme gerekçelerini açıklamıştır.Deklarasyonu okumasının ardından Olağanüstü Genel Kurul toplamaçağrısı yapmıştır. Diğer grup ise birebir sohbetlerin dışında GenelKurul'dan çekilme gerekçelerini açıklama gereği dahi görmemiştir.

Genel Kurul'un ön sürecinin yetersiz olması ve çeşitliusulsüzlüklerle gerçekleştirilmesini eleştiren bu iki yapı Genel Kurulsürecine ve Genel Kurul'a müdahale etmek ve değiştirmek yerineçekilmeyi tercih etmişlerdir. Bu yönlü sorulara cevaben de “gerilim”veya “tartışma” yaratmak istemediklerini söylemişlerdir. Bu, iki grupadına da anlaşılamaz bir yaklaşımdır. Sendikanın içerisindeki yanlışeğilimlerin süreçten çekilmeyi doğuracak noktaya geldiği vesendikanın hala sahiplenilen bir mücadele mevzisi olma durumunukoruduğu yerde “sorun var ama sorun da yaratmak istemiyoruz”şeklindeki yaklaşım, açıkça kaçak oynamaktır. Sendikanın sorunlarısendikanın işleyişlerinde çözülür.

Bundan uzak bir tavır sergilemeleri aslında bizleri şaşırtmamıştır.Bu iki yaklaşım da bugüne kadar liberal-reformist bloğun yarattığısorunların ve savunduğu düşüncelerin parçası olmuştur. Sonsüreçlerde kendi siyasal zeminlerindeki anlaşmazlıkların yansımalarınıbu alana da taşımışlardır. Halihazırda çözümün değil, sorunun parçasıolmayı bizce sürdürmektedirler.

5. Olağan Genel Kurul'da MYK seçimlerine “Güneşli Dünya”listesiyle giren Genç-Senliler'in Genel Kurul sürecinin sağlıksızyönlerini Genel Kurul'da teşhir etmeleri, ancak Genel Kurul'unmeşruiyet zeminini ortadan kaldıran bu tablo karşısında “sorunlaraiçeriden müdahale etme” gerekçesiyle Genel Kurul'da kalmaları veMYK seçimlerine girmeleri tutarsızlıktan başka bir şeyle ifadeedilememektedir.

Genel kurulda Devrimci Genç-Senliler dışında genel kuruluntemsiliyet sorununu dile getiren tek çizgi de delegelikleriningeçersizliğini ortaya koyarak tutum almış ve olağanüstü genel kurulun

Genç-Sen

5. Olağan Genel Kurulu'un

ardından...

100

Page 11: Ekim Gençliği 136

ihtiyacını dile getirmişlerdir.

Sakarya Genç-Sen Şubesi Genel Kurul'da, en ileri tutumlardanbirini sergilemiştir. Üniversite şubesi düzleminde Genç-Sen'intablosunun can sıkıcılığı dile getirilmiş, herhangi bir önergede veMYK seçimlerinde oy kullanmama kararlarını açıklayarak tutumbelirtmişlerdir.

Genel Kurul günü Devrimci Genç-Senliler kürsüden söz alarakGenel Kurul'un ön sürecini teşhir etmiş, Genel Kurul'u sürdürmeninmeşru olmadığını belirterek olağanüstü genel kurul çağrısıyapmışlardır. Ancak sendikaya hakim liberal-reformist bloğuntutumuyla birlikte bu öneri de oylama yöntemi gibi demokratik (!) birişleyişle karşılanmış, “genel kurulun tüm olumsuz yanlarına rağmendevam etmesi” ve “genel kurul iptal edilerek olağanüstü genel kurulagidilmesi” yönündeki iki eğilim oylamaya sunulmuştur. Oylamasonucunda da demokratik (!) bir şekilde Genel Kurul'a devam etmekararı çıkmıştır.

Genel Kurul, “Güneşli Dünya” listesi ile temsil edilen görüşün“şube genel kurullarında önergeler üzerine tartışmamış delegelerin oykullanmaması, böylece önergeler üzerinden geçici kararların alınmasıve nihai kararın Temsilciler Meclisi'nde alınması” önerisinin kabuledilmesi ile devam etmiştir. Ancak Genel Kurul'da kalarak süreceiçeriden müdahale etme iddiası ile ortaya konulan bu öneri sıra tüzükdeğişikliği ile ilgili önergelerin tartışılmasına geldiğinde “ilgili tüzükmaddeleri” gerekçe gösterilerek boşa düşürülmüştür. Şöyle ki, tüzükdeğişikliğinin sadece genel kurulda karara bağlanabileceği söylemi iletüm delegeler tüzük değişiklikleri ile ilgili önergelerde oykullanabilmiştir. Önergelerin bu tabloda oylanmasının ardındangerçekleşen MYK seçimleri ile Genel Kurul boyunca oynanan ortaoyununda son perde de gerçekleşmiş, tüm MYK üyeleri “Sokak”listesinden çıkmıştır.

Genel Kurul'un ardından ortaya çıkan dar grupçu tablo ile birlikteGenç-Sen, üzerindeki ataleti atma noktasında sahip olduğu sınırlıolanakları daha da daraltmıştır. Devrimci Genç-Senliler'in sürecemüdahaleleri ve Olağanüstü Genel Kurul önerileri ise TemsilcilerMeclisi, MYK gibi demokratik (!) organlarda boşa düşürülmüştür.

Genç-Sen'in bundan sonraki süreci üzerine

Genç-Sen'in içerisine düştüğü dar grupçu yaklaşımdan çıkması veüzerindeki ataleti atıp gençlik hareketinin ihtiyaçlarına cevap veren birkitle örgütü olabilmesi için Devrimci Genç-Senliler'in 5. Olağan GenelKurul'un öncesinde yaptıkları 9 Aralık tarihli “Genç-Sen 5. OlağanGenel Kurulu'na giderken... Genç-Sen mücadele programı çıkarmalı,fiili-meşru bir mücadele hattı izlemelidir!” başlıklı açıklamadabelirtilen acil görevler güncelliğini korumaktadır:

* Birleşik, kitlesel temelde bir gençlik örgütlenmesi iddiasınınpratikte karşılık bulabilmesi ve sağlam zemine oturabilmesi için,“tabanın doğrudan katılımına açık, taban inisiyatifini açığa çıkaracakmekanizmalar” büyük bir önem taşımaktadır. Bu açıdan Genç-Sen,tabanın inisiyatifini açığa çıkartmayı hedefleyecek bir süreçişletmelidir. Bugüne kadar söz, yetki ve karar hakkı ilkesidoğrultusunda tabanın katılımını sağlayamamak, yerellerde kitlefaaliyetini ajitasyon ve propagandanın ötesine taşıyamamak sonucunuvermiş, böylelikle de sendikanın etkisini daraltmıştır.

* Taban inisiyatifini açığa çıkarmak anlayışının doğal bir parçasıise, tüzüksel normlara sıkışan bürokratik anlayışı terketmek ve örgütiçinde demokratik işleyişi oluşturmaktan geçmektedir. Bürokratik birişleyişe dayanan tüzükte değişiklik yapılmalıdır. Yeni tüzük süreci,yerellerin etkin katılımı ile, mücadelenin ihtiyaçlarına yanıt verecek,örgütü dinamik bir işleyişe sokacak bir anlayışla oluşturulmalıdır. Aynışekilde ÜYK, tüzüğün öngördüğü bir organ olarak hemen hiçbiryerelde işlememekte ve yine hiçbirinin ihtiyacına cevapverememektedir. Bu ve diğer benzeri dar zeminler, toplantıların veorganların enerjisini yok etmekte, zamanını çalmaktadır. Bu nedenle,üniversite meclislerine, mücadelenin sorunlarını tartışan, politik-pratikhattını belirleyen, karar bekleyen değil belirleyen ve uygulayan bir

işlerlik kazandırılması gerekmektedir.

* Öğrenci gençliğin temel gündemlerine dayanan bir mücadeleprogramı çıkartılmalı ve bu temellerde yerellerde etkin bir faaliyetörülmelidir. Önümüzdeki dönemde Bologna Süreci'ne ve ticarieğitime, geleceksizleştirme saldırılarına, soruşturmalara, faşistsaldırılara, ÖGB ve polis terörüne karşı bir mücadele programıoluşturulmalıdır. Keza, Genç-Sen’in kapatılması sessizliklekarşılanmasına rağmen, genel kurulun ardından kapatılma kararınakarşı etkili bir süreç örülmelidir. Aynı şekilde etkisiz, iyiörgütlenmemiş, “protestocu” niteliği ağır basan eylemler yerine, güçlübir hazırlıkla örgütlenmiş, sonuç almayı ve gençliğin dinamizminiaçığa çıkarmayı hedefleyen militan eylem biçimleri öne çıkarılmalıdır.

* Genç-Sen, gençliğin birleşik, devrimci, kitlesel mücadelesiniyükseltmeyi hedeflemelidir. Bu açıdan birleştirici bir zemin niteliğitaşımalıdır. Son “öğrenciden yana anayasa istiyoruz” gündemindeolduğu gibi, gerek öğrenci gençliğin ufkunu fiili-meşru mücadeledenanayasal hayallere çeken tutumlardan, gerekse de dar-grupçuyaklaşımlardan geri durmalıdır.

Genç-Sen'in yukarıda belirtilen bakış açısı ile kuşandığı takdirdegençlik hareketinin ihtiyaçlarına cevap verebilecek bir mücadeleyiörgütleyebileceği açıktır. Devrimci Genç-Senliler Genç-Sen'e bu bakışaçısı ile müdahale etmenin tüm olanaklarını bulundukları yerellerdezorlama sorumluluğu ile karşı karşıyadırlar.

Son olarak, güncelliğini korumasından dolayı Ekim Gençliği'nin110. sayısında yapılan şu değerlendirmeyi bir kez daha hatırlatalım:

“...Çalışmanın siyasal tabanı açısından ortak bir çabayadayanmadığı alanlarda politik gündem ve başlıklar üzerinden bağımsızsiyasal faaliyetimize ağırlık vermek esas olacaktır. Zira sürükleyici birkuvvet ortaya çıkaramadan, ilgili alanlarda reformizmin yarattığıataleti ve beklemeyi aşabilme şansımız bulunmuyor.

Örgütün gelişeceği asıl alan politik mücadele alanıdır. Bukapsamda Genç-Sen’in atalet içindeki organlarında gereksiz yereboğulmak yerine, birleşik veya ayrı olarak gençliği ve bu açıdanGenç-Sen’i de sürüklemeyi hedefleyen bir tutum mutlak suretle ortayakonulmalıdır.”(Gençlik örgütlenmesi sorunu, Genç-Sen ve tutumumuzüzerine, Ekim Gençliği, Sayı: 110)

Devrimci Genç-Senliler 11

Page 12: Ekim Gençliği 136

Sermaye devleti sosyal yıkım saldırılarını çokyönlü bir şekilde sürdürüyor. Bir süredirüniversitelerde yaşanan dönüşümü anlatıyoruz vemücadeleye konu ediyoruz. Eğitime her yönüyle elatarak üniversiteleri sermayenin hizmetine sunansömürücü zihniyet, emekçiler için giderek ağırlaşankoşulları da yaratmakta sınır tanımıyor. Uzunca birsüredir emekçilerin kazanılmış tüm haklarını bir birtırpanlamaya çalışan AKP iktidarı, 2000’lerin başındapolitikalarını başlattığı sağlıkta dönüşümuygulamalarını son çıkarılan kararname ile büyük birdarbeye dönüştürdü. Eğitim ve sağlık gibi kamuhizmetlerinin birbirine paralel olarak böylesinekorkunç ve yıkıcı sonuçları olan bir dönüşüme tabitutulması, başta emekçiler olmak üzere tüm toplumuderinden etkilemektedir. Öyle ki; eğitim ve sağlığınpeş peşe metalaştırılması ve bu işlevi gören kamukurumlarının birer ticarethane halini alması, tüm birtoplumun geleceğini karartmak anlamına gelmektedir.

Söz konusu yasa çıkarılmadan evvel de düzgünişleyen bir sağlık sistemi yoktu elbette. Ancak sondüzenlemelerle birlikte, artık alamadığımız sağlıkhizmeti için bile prim ödemek zorunda bırakılıyoruz.Bu konuda çok yönlü bir mağduriyet yaşanıyor.Birincisi üniversitelerimizdeki medikolar tamamenişlevsiz bir hale getirilmiş durumda. Öğreniminisürdürmekte olup 18 yaşını dolduran ve ailesindenkimsenin sigortası bulunmayan öğrenciler, daha evvelokulun medikosundan faydalanabiliyordu. Çıkarılanyasada açıkça belirtildiğine göre, bundan sonra,durumu ne olursa olsun, hiçbir öğrenci okul üzerindenbir sağlık hizmetinden yararlanamayacak. İkincisi,çalışan ya da emekli aileler 18 yaşını doldurançocukları için prim ödemek zorunda bırakılıyor.Devlet burada hem kendi başına hiçbir geliri olmayançocuğa ailenin toplam gelirini paylaştırıyor ve gelirivarmış gibi gösteriyor, hem de sağlık hakkındanyararlanmasını engelliyor. Üçüncüsü ise hala öğrenimgörmekte olup 25 yaşını dolduran kişilerin gidip gelirtespiti yaptırmaları isteniyor. Burada da oldukça

vahim bir durum söz konusu. Bu kişilerin aldıklarıburslar, yardımlar ve eğer varsa çalıştığı part-time işlerkişinin geliri olarak hesaplanıyor. Sonuç olarak zatenyardıma ihtiyacı olduğu için burs alarak geçinmeyeçalışan öğrencilerin bu durumu görmezden gelinerekbir de sağlıkta müşteri olmaları dayatılıyor. Tümbunların yanı sıra, okullarda çok düşük maaşlarlaçalıştırılan ve hiçbir sosyal hakkı bulunmayan öğrenci-işçiler de bu saldırılardan nasibini alıyor. Güya kamukurumu olan üniversitelerin, kütüphanesindenyemekhanesine kadar birçok yerde ucuz iş gücü olarakkullanılan bu öğrenciler, yaş durumlarına görealdıkları üç kuruşu GSS primi olarak ödemeyezorlanıyorlar.

İnsan yaşamının en temel haklarından biri olansağlık hakkının bu şekilde bir rant kaynağınaçevrilmesinin gerisinde açıktır ki bir köleleştirmeprojesi vardır. Üniversiteleri ucuz işgücü üretenkurumlar haline getirenler bizleri de her alanda birermüşteriye dönüştürmeye çalışmaktadır. Uzun süredirince ince hazırlanan hak gaspları, gençliğin geleceğinebüyük bir darbe vurmaktadır. Emeklilik yaşındankıdem tazminatı hakkının gasp edilmesine kadaryapılan hak gaspları ile gençliği ömür boyu köleceçalıştırmak istedikleri ortadadır.

Tüm bunların karşısında yürüteceğimiz mücadeleyiise polis, ÖGB ve soruşturma terörüyle bastırmayaçalışmaktadırlar. Bu tabloda açıkça görüldüğü gibihem her türlü saldırı ile kazanılmış haklarımızı gaspetmeyi hem de buna karşı yürüttüğümüz mücadeleyibaskı yoluyla sindirmeyi planlıyorlar. Saldırının buderece sistemli ve çok yönlü olduğu bir ortamdageleceği çalınan gençliğin ise tüm bunlara kararlılıklave cesaretle karşı durması gerekmektedir. Aksitakdirde köleleştirmeye boyun eğmiş oluruz.

Eskişehir’denbir Ekim Gençliği okuru

12

GSS'nin gençliğe

yansımaları

İnsan yaşamınınen temelhaklarından biriolan sağlıkhakkının bu şekildebir rant kaynağınaçevrilmesiningerisinde açıktır kibir köleleştirmeprojesi vardır.Üniversiteleri ucuzişgücü üretenkurumlar halinegetirenler bizleride her alanda birermüşteriyedönüştürmeyeçalışmaktadır.

Page 13: Ekim Gençliği 136

- 1 Ocak 2012 tarihi itibariyle yürürlüğe giren GSS, öğrencilereyönelik bir saldırı aynı zamanda. Bu saldırıların kapsamı nedir?

- Aslında bu yasa 2000 yılının başlarında gündeme gelmiş ve odönemde bir mücadeleye konu edilmişti. Ancak sizin de söylediğinizgibi yasanın bazı maddeleri 2012 yılına kadar kademeli olarak ve buyılın başında Kanun Hükmünde Kararname ile yürürlüğe girdi.“Yasada öğrencilere yönelik saldırılar nelerdir” sorusuna gelecekolursak; bu yasa öğrencilerin sağlık hakkını elinden alan bir içerikte.Yasayla birlikte üniversite kampüslerinde bulunan medikolarkapatılıyor, 25 yaşını aşmış olan öğrencilerin prim ödeyerek sağlıkhizmetinden yararlanması zorunluluğu getiriliyor. Yasadan önce dedoğru düzgün alamadığımız sağlık hizmeti artık daha da ulaşılamazhale geliyor. Paralı eğitimin belimizi büktüğü yetmezmiş gibi şimdi desağlık hakkımız gasp ediliyor.

Aslında yasa yalnızca öğrencilere yönelik olumsuzluklarıiçermiyor. Toplumun tüm kesimlerinin birçok hakkı yok sayılıyor buyasayla birlikte. Sağlık emekçilerinden tutun hastalara kadar geniş birkesimi ilgilendiren GSS, buna rağmen tam anlamıyla anlaşılabilmişdeğil.

Tekrar soruya dönecek olursak, yasanın tüm öğrencileri kapsayan,bunun yanında sağlık öğrencilerini ilgilendiren özel bir yönü de var.Sağlık alanında eğitim gören öğrenciler için tam bir geleceksizlikanlamını taşıyan yasa, bu açıdan bakıldığında apayrı bir mücadelealanı açıyor. Sağlık emekçilerini güvencesizleştiren GSS, öğrencilerehiçbir gelecek vaat etmiyor. Sağlık hizmetinin ticarileştirilmesi vepiyasaya açılması sürecini eğitimin ticarileştirilmesine bağlayan yasa,özellikle üniversite hastanelerinde öğrencileri sağlık hizmeti üretenmüşterilere dönüştürüyor. Yine GSS ile beraber Tam Gün Yasasıaltyapısız tıp fakültelerini hocasız bırakmaya başladı. Böylece zatenyetersiz olan eğitim daha da niteliksizleşecek.

- Bu yasayla medikoların kapatılmasından bahsettiniz. Bukonu hakkında neler düşünüyorsunuz?

- Evet, yasa medikoları da elimizden alıyor. Niteliği tartışılır olsa

da medikolar öğrenciler açısından oldukça yararlı oluyordu. Sağlıkgüvencesi olmasa da öğrenciler medikolarda tedavi görebiliyorlardı.Ancak yasadan sonra bundan söz etmek mümkün değil. “Paran kadareğitim, paran kadar sağlık alırsın” deniyor bizlere. Ay sonunu dahi zorgetirdiğimiz halde tüm bunları göğüslemek kolay olmayacak elbette.

Bir de gelir tespiti meselesi var. Aylık gelir tespiti yapılırkenöğrenci bursları da hesaba katılıyor ve buna göre prim ödemezorunluluğu getiriliyor. 25 yaşını aşmış öğrencilere yine öğrenciolduğu halde prim ödemesi dayatılıyor. Tüm bir sağlık hakkımızıngaspedildiği yerde medikoların kapatılması da doğal olarak talikalıyor.

- Bu saldırı yasasına gençliğin yanıtı ne olmalıdır? Bu yasanasıl bir mücadele ile geri püskürtülebilir?

- Elbette birleşik bir mücadele ile. Üniversite kampüslerini aşan birperspektifle örülen bir mücadele, diğer emekçilerle birleştirilebilirse;ancak o zaman yasanın geri çekilmesi gündeme gelebilir. Sağlıkörgütlerinin yasaya ilişkin çalışmaları devam ediyor. SES ve TTB’ningündeminde süresiz grev var. Sağlık meclislerinde, işyerlerinde buyasayla ilgili tartışmalaryürütülüyor. Biz de öğrenciler olarak kendi üzerimize düşenleriyapmalıyız. Öğrencileri bu konuda bilinçlendirecek etkinlikler-seminerler örgütlemeli ve sağlık hakkımıza sahip çıkmalıyız.

- Tıp Öğrenci Kolu’nun bu yasa ile ilgili çalışmaları nelerdir?

- Biz Tıp Öğrenci Kolu olarak üniversite hastanelerindeoluşturulan sağlık meclislerinin içerisinde yer alıyoruz. Buradayürütülen tartışmalara katılarak, karara bağlanan eylem-etkinliklerinörgütlenmesinde yer alıyoruz. Ayrıca çıkardığımız dergide bu konuyuişliyoruz. Konuştuğumuz her öğrenciye ise bize yönelen saldırılarıanlatıyoruz. Aslında tıp öğrencileri içerisinde örgütlenmek çok zordur.Çünkü elitist bir yapıları vardır. Bu durum özellikle HacettepeÜniversitesi’nde bizim açımızdan en büyük olumsuzluklardan biridir.Buna rağmen ısrarla yürüttüğümüz faaliyet ile örgütlüyapımızı güçlendirmeye devam ediyoruz.

Tıp Öğrenci Kolu (TÖK) temsilcisi Hüseyin Çelik ilekonuştuk…

“Saldırı birleşik mücadele ile

püskürtülebilir”

13

Page 14: Ekim Gençliği 136

Sermayedarlar sanayinin ilk gelişmesindeki üretim ve bu üretiminihtiyaç duyduğu makine konumundaki işçi ile artı-değer sömürüsünüsağlayabiliyorken, günümüzde kar oranlarının düşüş içinde olduğu,sermaye birikim süreçlerinin yavaşladığı, krizlerin arttığı, sosyal,ekonomik, siyasal çalkantılar yaşayan sistemin sürdürülebilmesindezorluk çekerken, ihtiyaç duydukları yeni bir aşamayı da beraberindegetirmektedirler. Bu, sermayenin artı-değer üretiminin vesömürüsünün genişletilmesi doğrultusunda, hem yeni pazar alanlarınaulaşabilmek hem de yeni alanlar yaratılmasıdır. İşte tam da buyüzdendir ki artık kapitalizm için; yaşayan, nefes alan her birey vedoğrultusundaki her şey bir artı-değer üretmenin aracı olmalı,metalaştırılmadık toplumsal bir ilişki bırakılmamalıdır.

Üniversiteler ve eğitim de işte bu alanlardan ve metalardan biridir.Eğitim bu düzleme oturtularak, üniversiteler ve eğitim kurumları birerbilgi satan işletmelere “dönüştürülmeli”, bilgi ve bilim sermayenin karetmesine “endekslenmelidir.”

Türkiye'de üniversite eğitimi, kapitalizmin gerekleri doğrultusundasanayileşmenin hız kazanmasıyla beraber yönetici yetiştirmek vevasıflı emek gücü ihtiyacını karşılamak üzerinden şekillendirilmiştir.Hala da bu amacı korumakla beraber, öğrencilere ilköğretimdenitibaren eleme yöntemiyle “herkese parasına göre eğitim” üzerindeneğitim verilmesi uygulanmaktadır. Eğitimin paralılaştırılarak alınıp-satılabilir bir duruma getirilmesi bırakalım işçi çocuklarını, geliriişçiden biraz daha yüksek olan kesimleri bile eğitim giderlerinikarşılamakta zorlamaktadır. Parası olanın iyi eğitim gördüğü,olmayanınsa göremeyeceği bir düzlem üzerine kurulu bulunan vefarklılıklarıyla beraber genel olarak değişimin sömürü üzerinden dahada genişletildiği sistem, yukarıda aktarıldığı gibi, üniversitelerikendileri için geniş yelpazeli bir sömürü cennetine ve doğalındaticarileşmeye ve metalaştırmaya götürmektedir.

Sermayenin yeni gözdesi: “Girişimci Üniversite”

Her anlamıyla üniversiteleri ticarethaneye çevirmekte ısrarcı olansermayedarlar, uzun yıllardır planladıkları ancak toplumsal-öğrencimücadele dinamiklerinin ortaya çıkmasıyla beraber bu hayallerini rafakaldırmışlardı. Ancak dinci-gerici partinin etkisini artırması ve mevcutmücadele dinamiklerinin zayıflığından yararlanan kapitalistler, hızkesmeden toplumun her kesimine uyguladıkları sömürü, inkâr ve imhapolitikalarını üniversitelerde de uygulamaya koydular. “Girişimciüniversite” adı altında uygulanan ve uygulanacak olan programlarınıhayata geçiriyorlar. Dünya ölçeğindeki Bologna süreciyle dekarşılaştığımız uygulamaları Türkiye sınırları içerisindekiüniversitelerde de hayata geçirmektedirler.

“Girişimci üniversite”

“Girişimci üniversitelerde” üniversite içinde kullanılan malzemelerve araçlar satılabilecek ya da kiraya verilebilecek. Akademisyenler veöğrenciler üniversitede çalışabilecek, yapılan projeler şirketleresatılabilecek. Bu şekilde üniversiteler şirketlere, işletmeleredönüştürülecektir. Üniversite sınırları içersinde kar getirmeyen herpratik yok sayılacaktır.

Sermayedarlar için özel bir önem arz eden MYO’lar

Eğitim sürecinde ucuz işgücü olarak kullanılan Meslek YüksekOkullar'ı (MYO) için burjuva sözcülerinin ağzından dökülen“MYO’lar yüksek öğretim sisteminde hep ikincil sırada kalmıştır.

Böylece yeteri kadar önemi anlaşılmayıp, geri plandakalmış olan bu kurumlar, ne öğrenciler, ne de öğretimelemanları bakımından çekicilik kazanabilmiştir. Bu kadar

büyük bir insan gücü ve kaynağın verimsiz kullanışına razıolunamayacağı için bu durum sürdürülemez” ( Teknoloji FakültesiModeli Kapsamında Endüstriyel Teknoloji Eğitimi Programının“Endüstri Mühendisliği” Programına Dönüsümü) sözleri aslında herşeyi açıkça ortaya koymaktadır. Genel planda her ne kadar “iyimser”bir hali olmasına rağmen iştahlarının kabardığı Meslek YüksekOkullar'ı için nasıl hayıflandıklarının göstergesi durumundadır. Buradaatlanılmaması gereken bir konu var ki bu aslında tüm açıklığıyla herşeyi ortaya koymaktadır. Türk burjuvazisinin Damat Ferit'i olanKOÇ’un “meslek lisesi memleket meselesi” kampanyası onlar içingerekli olanı açıklamaktadır.

Ucuz iş gücü olan Meslek Lisesi ve MYO rezervlerinin yeterlikullanılması için atılan adımlar son yıllarda ciddi bir hız kazanmışdurumda. MYO’ların statü olarak her anlamda fakültelerden farkınınkalmaması üzerinde çalışmalar yürüten sermayedarlar, bu kurumlarınkendi avuçları içinde olması için de ellerinden geleni yapmaktadırlar.Yine aynı sözcüler bunu “MYO ların üniversite içindeki otonomileriartırılmalıdır! MYO’ların yönetiminde yerel ilgililerin katılımınaolanak veren farklı bir yönetim biçimi geliştirilmelidir.Yöneticilerinin seçiminde akademik ölçütlerden çok MYO’larınmisyonuna uygun önderlik yapabilme kapasitesi ağırlık kazanmalıdır”sözleri ile somutlamaktadırlar. “Öğrencilerin bilgi birikim ve eğitimdüzeyi bizi ilgilendirmez. Bizi yalnızca onlar üzerinden edineceğimizkar ilgilendirir” diyen sermayedarlar, biz MYO öğrencilerini,makineyi öğrenecek ama ihtiyaçlar doğrultusunda farklı işleryapabilecek ucuz işgücü olarak görüyorlar. Bunlara da uyumsağlayabilecek bir iş güvencesi istemeyecek, hak aramayacak, iştenatılmamak için kölece çalışmaya ve yaşamaya razı olacak, her türlüsendikal-sosyal-kültürel haktan soyutlanmış yaşamayı bile temel birihtiyaç olarak karşısına çıkarmayacaktır. Kısacası başlarınıağrıtmayacak, sınıf bilincinden yoksun bir işçi tipolojisi olarakgörmek istemektedirler.

MYO'ların önemi

Yukarıda bahsedildiği gibi MYO'lar öğrenci gençlik içerisindesınıfla bütünleşme açısından en ileri alanı temsil etmektedir. Gerek stajdönemlerinde gerekse mezun olduklarında bu öğrenciler üretimin birparçası haline gelmekte, hatta çalıştıkları alanda işletmenin ihtiyacınagöre piston görevi görecek güçler olmaktadrlar. Bunu sağlayan enbüyük etmen ise eğitim gördükleri 2 yıl boyunca genel olarak kendialanları üzerinden “uzmanlaştırılmalarıdır.” Okula başladıkları ilkgünden itibaren sistem içerisindeki çalışma koşullarına uyum sağlamaüzerinden eğitim gören, kullanacakları ya da yöneteceklerimakinelerin parçası halini almaya zorlanan “genç, dinamik, ve yenibeyinler” ilk dönemin ardından staja zorlanmaktadırlar. Geneldestajlarının 50 iş günü olarak planlandığı bu ucuz iş gücü rezervleri, stajdönemlerinin ardından okulların anlaşma yaptığı şirketlerde ya da stajgördüğü şirkette çalışmaktadırlar. Otomotiv, metal teknolojisi, tekstil,gıda gibi önemli sektörlere ara yönetici, vasıflı eleman yetiştiren bualan, sınıf mücadelesi için de önemli bir mevzi konumundadır.Öğrenci gençliğin işçileştiği bu alanlar, sınıf mücadelesine ivmekazandırabilecek önemli bir potansiyele sahiptirler. Bilimsel eğitimdenyoksun, makineleşme eğitimi alan MYO öğrencilerini örgütlemek,sınıf hareketi açısından önemli bir yerde durmaktadır. Öğrencioldukları alanda örgütlenip, işçileştiği alanlara örgütlü bireyler halindegitmeleri demek, o alanda yeni bir mevzi, yeni bir olanak demektir. Buaçıdan MYO örgütlenmeleri gerek öğrenci gençlik mücadelesiiçerisinde gerekse sınıf mücadelesi bakımından önemli ve acil biryerde durmaktadır.

Namık Kemal Üniversitesi'ndenbir Ekim Gençliği okuru

Sermaye, sömürü ve MYO'lar

14

Page 15: Ekim Gençliği 136

Ankara’da Ekim

Gençliği faaliyetiAnkara Üniversitesi’nde yeni dönemin başlaması ile birlikte

Ekim Gençliği çalışmaları da hız kazandı. Bu kapsamda, 13 ŞubatPazartesi günü Cebeci kampüsündeki SBF’de stant açıldı. Ekim

Gençliği ve Kızıl Bayrak yayınlarının gençliğe ulaştırıldığı stantta,geleceğine sahip çıkma çağrısı yapıldı.

Bunun yanında, GSS saldırısı anlatılarak öğrencilerden imzatoplandı. Yapılan sohbetlerde imza vermenin tek başına çözümolmadığı bu yasayı geri çektirmenin tek yolunun örgütlü ve güçlübir mücadele hattı örmekten geçtiği vurgulandı.

Ayrıca Cebeci kampüsü ve DTCF’de “Esin Yıldız serbestbırakılsın!” şiarlı afişler kullanıldı.

Hafta sonları gençliğin yoğun olarak kullandığı YükselCaddesi’nde stant açılmaya da devam ediliyor. Ekim Gençliği,geleceğine sahip çıkma çağırısını bulunduğu her alandayükseltmeye devam edecek.

Ekim Gençliği / Cebeci-DTCF

DTCF’de ceza terörü

DTCF’de uzun süredir devam eden soruşturma terörü bu döne-

min başında cezalarla geri döndü. Geçen final döneminde faşistlerin

saldırması sonucunda yaşanan olaylar sonrası aralarında Ekim Gen-

çliği okurlarının da bulunduğu onlarca öğrenciye “el kol hareketi ya-

parak okulun huzurunu bozmak” gerekçesi ile, uyarıdan bir dönem

uzaklaştırmaya kadar uzayan cezalar yağdı. Ayrıca iki öğrenciye de

sınıfta “yüksek sesle ajitasyon yapmak”tan bir dönem ve iki dönem

uzaklaştırma geldi.

DTCF’deki devrimci faaliyetin önünü kesmek isteyen bu saldırı-

lara karşı çalışmalarımızı daha da yoğunlaştırarak devam ettireceğiz.

Hem eğitim hakkımıza hem de devrimci faaliyetimize sahip çıkaca-

ğız! Ekim Gençliği / DTCF

AÜ faşizme sahip çıktı

Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde İnsan Hakları dersiveren Prof.Dr. Anıl Çeçen, Uludere Katliamı’nın ardından davet edil-diği TBMM İnsan Hakları İnceleme Komisyonu’nda Kürdistan’da ya-şanan gelişmelere “insan hakları” açısından bakılamayacağını, orada“savaş hukukunun” geçerli olması gerektiğini söylemişti. Çeçen“Nerede bir topluluk varsa, uydu üzerinden yer tespiti ile bir füze

göndermek mümkün. 40-50 kişi bir araya geldiyse ve bu olaylar tır-

mandırılmak isteniyorsa pek ala hedef olacak” demişti. Açıklamalarının ardından tepkiyle karşılanan Çeçen için üniversi-

teliler, “İnsanlıktan yoksun profestör istemiyoruz” diyerek bir de imzakampanyası düzenlemişti. Çeçen, okulda bulunduğu bir sırada HukukFakültesi Öğrenci Kolektifi tarafından protesto edilmişti.

Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dekanlığı, Çeçen’i protestoeden iki öğrenciye soruşturma açarak Çeçen’e “sahip çıktığını” gös-terdi.

Soruşturma gerekçesi olarak da “sloganlar atarak protesto etmek”,“fakülte binasına giriş kapısından yerleşke girişine kadar tepki göster-mek”, “eylem görüntülerinin kayda alınması” gösterildi.

Üniversitelerden

haberler...

YTÜ’de okur

toplantısıYTÜ’de hazırlık okulunun açılmasının ardından 16 Şubat günü

kampanya süreci üzerine okur toplantısı düzenlendi. Toplantı kapsamında öncelikle kampanyanın deklarasyonun

yapıldığı “Gençliğe devrimci baharı kazanma çağrısı… Geleceğinesahip çık!” yazısı okundu. Ardından kampanya ihtiyacının neredendoğduğu ve hangi ihtiyaçları karşılayabileceği üzerine dahaayrıntılı tartışmalar gerçekleştirildi. Bahar dönemini kampanyasüreci ile bütünlüklü bir şekilde işlemenin anlamı üzerinde duruldu.Bu tartışmalar kapsamında hazırlık fakültesinde kampanyaçalışması yürütmenin olanakları, hangi gündemlerin öneçıkartılabileceği tartışıldı.

Yapılan tartışmalar sonucunda hızlı bir şekilde 8 Martçalışmalarına başlanması kararlaştırıldı. İlk hedef olarak da 8Mart’ın anlamı ve önemi ile ilgili teorik tartışmaların tüketilmesikondu. Ayrıca hazırlık fakültesinde kampanya kapsamındagündemleştirilebilecek başlıklar olarak GSS ve kantin sorunubelirlendi. GSS’nin genel kapsamı ve öğrencilere yönelikuygulamaları üzerine kapsamlı bir araştırma yapılmasıkararlaştırıldı.

Ekim Gençliği / YTÜ-Davutpaşa Kampüsü

15

Page 16: Ekim Gençliği 136

B-Çalışma tarzı üzerine fikirler

Buraya kadar kitle çalışmasının tanımı veesasları üzerinde durduk. Kitle çalışmasınınanlamını oluşturan alt başlıkları tartıştık. Ancakbunların yanında çalışmanın tarzına dair biraçıklığa da kavuşabilmemiz gerekiyor. Buradayapmamız gereken kaba bir biçim tartışması değil,öğrenci kitlelerinin var olduğu alanlarıtanımlamaya, çalışmamızı bu alanlarataşıyabilmenin ve yine bu alanlar içerisinde somutbir varlık kazanabilmenin yol ve yöntemlerinintartışması olmalıdır. Yanı sıra, geniş gençlikkitlelerine ulaşmanın olanağı olabilecek türdenözgün araçlar tanımlayabilmemiz, bu araçların dakullanımı ile merkezi ve yerel açıdan bütünlüksağlayabildiğimiz bir çalışma tarzına ulaşmamızgerekiyor. Sonuncu olarak da çeper güçlerimizinbir araya getirilmesinin ve bu sayede gençlikörgütümüzü sarmalayabilecek zeminleryaratabilmenin sorunlarını tartışabilmemizgerekiyor.

Daha açık ifade edecek olursak, bu bölümde ilkolarak kitle çalışmamızı taşıyabileceğimiz enbelirgin alanlardan biri olan ve gençlik kitleleriiçerisinde önemli bir örgütlenme zemini sunankulüp ve topluluklarda çalışmayı tartışacağız.Ardından hem yakın ilişkileri toparlayabilmek hemde daha geniş kitlelerle bağ kurabilmek açısındanönemli bir olanak olan yerel yayın/bülten başlığınıele alacağız. Üçüncü bir ara başlık olarak tek tekyerellerin çalışmalarının merkezi bir politikönderlik ile olan bağını bilince çıkartabilmeninönemini ve bunun merkezi ve yerel çalışmalararasında doğurduğu ilişkiyi tartışacağız. Bubölümün sonuncu ara başlığı olarak daörgütlerimizi sarmalayacak olan ve esasındaörgütsel varlığımız kadar çalışmamızın da süreklive sistematik bir biçime büründürülmesi açısındanönemli bir yer tutan çeper örgütlenmeleri sorununugündemimize alacağız.

Başlıkları tartışmaya geçmeden öncebelirtilmesi gereken bir nokta daha var. Buradatartışacağımız şeyler genel bir yöntem ve yönelimbelirlemenin yanında çalışmamızın gerçek anlamdayerelleşebilmesi, yani yerellerde yürüttüğümüzpolitik çalışmanın kitleler içerisinde somut birbiçime kavuşabilmesinin sağlanabilmesi açısındanda büyük bir öneme sahiptir. Tüm bu tartışmalaryapılırken bu ayrıntıyı bir kenarda tutmak hemtartışmamızın seyri hem de sonucunun dahasağlıklı algılanabilmesi açısından anlamlı olacaktır.

1. Kulüp ve topluluklarda çalışma

Sosyal bir faaliyet alanı olarak kulüp ya datopluluklar öğrenci gençliğin kendini varettiğiortamlardır. Üniversiteye yeni gelen öğrencilerinazımsanmayacak bir kısmı yüzünü bu alanlaradönmekte, kendisini ifade edebileceği bir zemin

aramaktadır. Devrimci gençlik gruplarıyla vepolitik gençlik örgütleriyle yakınlaşmaktansa daha“zararsız” olarak görülen bu alanlarda yer almaktercih edilmektedir. Bunun böyle olması, “'80sonrası kuşak” için yaratılan korkulardan,korkularla beraber bu kuşağa sinen gerilik vepolitik bilinç eksikliğinden kaynaklanmaktadırelbette.

Tam da burada kulüp ya da toplulukların önemiortaya çıkmaktadır. Henüz devrimci mücadeledenve örgütlülükten uzak duran gençlik kitlelerikendine bu toplulukların çatısı altında sosyal vekültürel bir yaşam alanı açmaktadır. Yalnızca busınırlarda kalsa bile topluluklar, “duyarlı insanlarınbir arada toplanmış olması” açısından özel birmüdahaleyi gerekli kılan ve buna doğal bir zeminde hazırlayan yapılardır.

Öyle ki, aile, çevre ve YÖK gibi kurumlareliyle yıldırılmış öğrenci kitleleri, üniversiteortamına girer girmez siyasal çevreler yerine kendibilincine yakın bir yapıya, kulüp veya topluluklarayönelmektedir. Daha somut anlatacak olursak,eğitim sisteminden şu veye bu düzeyde şikayetçiolan, düzen açmazlarını genel anlamıyla görmüş,sol söyleme yakın duran ve kendisini az çok solcuolarak tanımlayan bir öğrenci politik gündemleredevrimci-sol siyasal gruplar ile müdahilolmamaktadır. Ancak bu aynı öğrenci herhangi birtopluluğun yaptığı işsizlik, geleceksizlik vb.gündemli etkinliklere ilgi duyabilmekte ve buradandoğru harekete dahil olabilmektedir.

Kulüp ya da topluluklar genel olarak kültürelbir alan olarak tanımlanmaktadır. Bunun doğrulukpayı da vardır. Ancak toplulukları yalnızca kültürelbir alan olarak tanımlamak, bu alanların gençliğinharekete geçirilmesi için sunacağı olanaklarıolduğundan daha geri sınırlara sıkıştırmakanlamına gelecektir. Evet, kulüpler ve topluluklaresas olarak kültürel yapılardır. Ancak önemli birbölümünün çoğu zaman bu kültürel sınırları aştığıgörülmektedir. Sermayenin üniversitelere yöneliksaldırılarının yoğunluğu ve gençlik hareketinindüzeyiyle de yakından ilgili olarak, bir kısımtopluluklar bilimsel üretim ve var olana alternatifkoyabilme adına ortaya çıkmıştırlar. Kimisi debölüm özelinde kurulmuş ve bu alanda bir meslekörgütlenmesi gibi iş görebilmektedir. Dahası,çeşitli üniversitelerden bir araya gelentoplulukların “İktisat Eğitimi” gibi konulardayerellerde ve ülke çapında gelenekselleşenkongreler düzenlediği, bu kongrelerde yalnızcaakademik tartışmalarla sınırlı kalmadığı, AvrupaBirliği, emek, küreselleşme ve neo-liberalizm gibialt başlıkları da gündemlerine aldığı yaşanmışörnekler üzerinden görülebilmektedir. Bu kadar dadeğil. Kimi topluluklar belli siyasal gündemlerüzerinden de faaliyet yürütmektedirler. YÖK,eğitimin paralılaştırılması sorunu, ülkenin yakıcısiyasal gündemleri ya da kadın sorunu gibi16

Kitle çalışmamızın

sorunları üzerine - 2

Tam da burada kulüpya da topluluklarınönemi ortayaçıkmaktadır. Henüzdevrimci mücadeledenve örgütlülükten uzakduran gençlik kitlelerikendine butoplulukların çatısıaltında sosyal vekültürel bir yaşamalanı açmaktadır.Yalnızca bu sınırlardakalsa bile topluluklar,“duyarlı insanların birarada toplanmışolması” açısından özelbir müdahaleyi gereklikılan ve buna doğal birzemin de hazırlayanyapılardır.

Page 17: Ekim Gençliği 136

başlıkları gündemlerine alabilmektedirler.

Kulüp ya da topluluklar için son söylediklerimizin tersi durumlarda olabiliyor. Özellikle “solcuların” olarak bilinen kulüp ya datopluluklar gerçekte soldan, devrim ve sosyalizmden, dahası devrimciörgütten kaçışın aracı olabiliyor. Örneğin, kendisini solcu ya dasosyalist olarak tanımlayan bir öğrenci, devrimci bir örgütte yeralmanın yükleyeceği sorumluluklarla ya da örgütlülüğün karşısınaçıkaracağı bedellerle karşı karşıya kalmamak için bu türden kulüp yada toplulukların içerisinde yer alabiliyor. Yine de “solcu” kimliğingetirdiği duyarlılığa rağmen birşeyler yapmıyor olmanın yaratacağırahatsızlığı bu yolla gideriyor, bir anlamda bu türden kulüp vetopluluklar aracılığıyla kendisini siyasal olarak tatmin ediyor. Budurumun oluşmasında üniversitelerdeki siyasal öznelerin de payıolduğunu belirtelim. Siyasal özneler yeterince ilgilenmediği için bualanda bir politik boşluk ortaya çıkıyor, apolitizasyon baskın halegeliyor. Bunun sonucu ise kendisini, az önce söylediğimiz gibidevrimden, sosyalizmden ve devrimci örgütten kaçış olarakgösteriyor.

Burada bizim cephemizden yapılabilecek iki şey var. İlki, elbetteki bu toplulukların içine girmek, buralarda çalışma yürütmek vedevrimci gençlik mücadelesine katkı sunmasını sağlayabilmektir.Bunu yaparken dikkat edilmesi gereken önemli bir nokta var tabi.Eğer topluluklar kitle çalışmamızın özel bir alanı olacaksa, bu alanlariçerisinde gerçek anlamıyla çalışılabilinmelidir. Yani yalnızca gereklidurumlarda kullanılan bir araç olarak değil çalışmanın sürekliyürütüleceği alanlar olarak görülmelidir. Tersi durumda, yani yalnızcagerektiğinde kitle çalışmamızın parçası haline getirildiğinde, otopluluk içerisinde bulunan öğrenci kitlesi nezdinde, istemeden deolsa, samimiyetsiz olduğumuz yönünde bir izlenim yaratabiliriz.Ancak bu alanlarda sürekli var olunduğu koşullarda hem böyleolumsuz bir izlenim ihtimali ortadan kalkacaktır hem de topluluğun vetek tek öğrencilerin politikleştirilerek taraflaştırılması mümkünolabilecektir.

Bu yapılamadığı koşullarda, yani öznel sorunlarımızdan kaynaklıolarak topluluklar içerisinde sürekli bir çalışma yapamadığımızdurumda, ikinci bir müdahale biçimi olarak, belli gündemlerüzerinden bile olsa toplulukların desteğini alabilmenin ve/veya onlarlabirlikte iş yapabilmenin olanaklarını yaratabilmek gerekir. Bununnasıl yapılacağı ise söz konusu yerelin nesnel durumunun kaçınılmazbağlayıcılığı nedeniyle tümüyle yerel güçlerimizin durumuna veinisiyatifine kalmaktadır.

2. Yerel yayınlar/bültenler

Kitle çalışmamızın özgün araçları olarak yerel yayınları/bültenleride tartışmak gerekir. Öncelikli olarak da bu araca önem katan ihtiyacıtanımlayabilmek gerekiyor.

Gençlik hareketinin sorunları üzerine yaptığımız hemen her

değerlendirmede hareketin darlığı ve siyasal gençlik özneleri ilegençlik kitleleri arasındaki kopukluğa vurgu yapıyoruz. Bunugidermenin yolunun da etkin bir kitle çalışmasından geçtiğinibelirtiyoruz. Sermayenin üniversitelere ve gençliğe yöneliksaldırılarının çok yönlülüğü düşünüldüğünde, sözünü ettiğimiz etkinkitle çalışmasının da çok yönlü olarak yürütülmesi doğal bir sonuçolarak karşımıza çıkıyor. Buna bağlı olarak da genel olarakkapitalizmin ve sermayenin üniversitelere yönelik saldırılarınınteşhirinin aynı biçimde çok yönlü olması kaçınılmaz bir sonuç oluyor.

İşte burada yerel yayınlar/bültenler, gençlik içinde böylesi çokyönlü bir kitle çalışmasında işlevsel araçlardır. Bu kimi zamanherhangi bir gündem üzerinden yürütülen kitle çalışmasının ek biraracı olarak kendisini ifade eder, kimi zaman dönemsellikten de öteolarak yerelde kurumsallaşmış bir çalışmanın somut göstergesi olmaanlamını taşır.

Yerel yayınlar/bültenler gençlik kitleleri ile doğrudan bağkurabilmek açısından da önemli bir araçtır. Mal edilebildiği ölçüdekitlelerle doğrudan bağ kurabilmenin kanalını açmaktadır ve var olanbağların güçlenmesini sağlamaktadır.

“Her yayın bir örgütsel oluşum ve düzeyin ürünü olduğu gibi, birörgütlülüğü geliştirmenin de temel araçlarından biridir. Buradakarşılıklı bir ilişki, diyalektik bir bağ vardır. Eğer bir yayıntartışılıyorsa, orada bir örgütlenme, örgütlenmenin kucaklayıpharekete geçireceği güçler, örgütsel organizasyona dayalı bir siyasalçalışma, bu çalışmanın hedefleri vb. söz konusudur.” (Gençlikfaaliyetinde mahalli bültenler üzerine, Ekim Gençliği, 1 Temmuz'98)

Alıntıda da belirtildiği gibi, yayınlar ile örgütlenmeler arasındakarşılıklı bir ilişki vardır. Söz konusu ilişki yerel yayınlar/bültenleriçin de geçerlidir. Yerel yayınlar/bültenler esasta örgütlenme ihtiyacınıkarşılayabilmektedirler. Bunu iki biçim altında tarifleyebiliriz. İlkolarak halihazırda var olan esnek bir örgütlenmenin kendisinigeliştirmesi ve yetkinleştirmesi için etkili bir araç olabilirler. İkinciolarak da esnek bir örgütlenme oluşturmaya çabalayan bir yerelçalışmanın, bu konuda adım atabilmesi açısından anlamlı bir araçolmaktadırlar. Dağınık duran, örgütlü bir biçime kavuşturulamayançeper ilişkilerin politik gündemler ya da kültür-sanat üzerinden biraraya getirilmesi açısından yerel yayınlar/bültenler küçümsenmeyecekolanaklar sağlayabilirler.

Elbette ki yerel yayın/bülten çalışmasında da dikkat edilmesigereken belli başlı noktalar var. Bunlardan ilki yerel yayının/bülteniniçeriği konusudur. Burada karşımıza çıkacak sorun esasında esnekçalışmanın esnekliğinin kavranmasında oluşan sorundan bağımsızdeğildir. Yerel yayınlar/bültenler çok değişik gündemler üzerindençıkarılabilir. Çıkış noktası olarak kültür-sanat konularıbelirlenebileceği gibi, akademik sorunlara yönelik ya dagenel politik gündemlere yönelik olarak yerel 17

Page 18: Ekim Gençliği 136

yayınlar/bültenler de çıkarılabilir. Tüm bunların esas noktası ise esnekbir örgütsel işleyişe sahip olmaları gerekliliğidir. Ancak bu yerelyayının/bültenin içeriğinde veya söylediği sözde esnemek olarakalgılanmamalıdır. Nasıl ki “yerel yayında/bültende sadece düzeniteşhir eden veya sosyalizmi öne çıkaran yazılar olmalıdır” anlayışıtutucu olarak tanımlanacaksa, “yerel yayın/bülten esnek bir araç veesnek bir örgütlenmesi var. Yazıların içeriği de buna uygun olarakesnek olmalıdır” anlayışı da o denli geri bir tutum olabilir. Yerelyayının/bültenin esnekliği içeriğinden değil, onu çıkaranörgütlenmenin işleyiş yapısı veya taban inisiyatifine açıklığı üzerindentartışılmalıdır.

İkinci bir önemli nokta ise yerel yayın/bülten faaliyetini örgütleyengüçlerin düzeyleridir. Yerel yayın/bülten hangi gündem üzerindençıkarılıyorsa, söz konusu faaliyeti örgütleyen güçler o konularda bellibir birikim ve donanıma sahip olmalıdır. Siyasal gündemler üzerindenkurgulanan bir yerel yayında/bültende bu açıdan ciddi bir zorlanmayaşamayabiliriz. Zira merkezi gençlik yayınımız bu konuda var olanaçığı kapatabilir. Fakat özellikle kültür-sanat gibi başlıkların işlendiğiyerel yayınlarda/bültenlerde belli bir zorlanma yaşanabilir. Çoğuzaman kültür-sanat başlıklarını işleyen bültenlerin çıkarılmasının dahakolay olduğu düşünülür. Film ve kitap tanıtımları, bunların yanınakondurulmuş bir şiir ile yerel yayın/bülten çıkarılabileceğidüşünülebilir. Düzenin gençlik kitlelerinin tüm kültür-sanat anlayışınıabluka altına aldığı ve ona yön verdiği hesaba katılırsa, düzeninablukasını bu cepheden boşa düşürebilmek için çok daha güçlü venitelikli bir içerik sunabilmenin zorunluluğu kavranabilir. Bunun bellibir birikime yaslanmayan geçiştirme yazılarla yapılamayacağı daaçıktır.

Önümüzdeki dönemde, mümkün olan tüm yerellerimiz yerelyayın/bülten faaliyetini hem merkezi politikalarımızı yereldeözgünleştirebilmek için hem esnek örgütleri oluşturabilmek veya varolanları devrimcileştirebilmek için yerel yayın/bülten faaliyetikonusunda somut adımlar atmayı önüne koymalıdır.

3. Merkezi-yerel çalışma ilişkisi

Bugün çubuk bükmemiz gereken diğer bir alan ise politikabelirleme eksenine oturan merkezi çalışmamız ile yerelçalışmalarımızın belli bir bütünlüğe kavuşturulabilmesi sorunudur.Öyle ki, biz merkezi olarak süreci tahlil ediyor, hareketin sorunlarınıtespit ediyor ve çözüm yolları öneriyoruz. Yalnızca bununla da sınırlıkalmayarak yerellerde izlenmesi gereken yolu genel hatlarıyla ortayakoyuyoruz. Halihazırda bu açıdan da fazlasıyla eksikliğimiz varkuşkusuz. Ancak bugün aradaki ilişkiyi soruna dönüştüren şey, dahaçok yerellerin merkezi politikaları hayata geçirip geçirememesorunudur.

Elbette ki bunun bizi aşan yanları vardır. Yerellerin nesnel durumu,belirlenen merkezi politikaların aynı biçimde hayat bulmasına elverişliolmayabilir. Ancak asıl sorun da merkezi olarak ortaya konulanpolitikaların yerellerde özgün biçimleriyle hayata geçirilebilmesisorunudur zaten.

Geride bıraktığımız dönem içinde ortaya konulan “gelecek veözgürlük” ana temalı kampanya ve bu kampanyanın bir parçası olarakyerel öğrenci kurultayları süreci, konu ile ilgili olarak verilebilecek veüzerine tartışılması gereken en yakın örnektir. Kampanyanınyerellerde neden merkezi olarak ortaya konulan ekseneoturtulamadığı, kampanya sonunda yakın zamanlarda yapılmasıgerektiği belirtilen öğrenci kurultaylarının neden gerçekleşmediği,gerçekleşenlerin ise dar ve yüzeysel kalmış olması, buranın tartışmasıve açığa kavuşturması gereken bir sorundur.

Geride kalan “gelecek ve özgürlük” kampanyası çerçevesindeönümüze öğrenci kurultayları toplamayı koymuş, bu kurultayları dabirleşik bir hareketin dayanak noktaları haline gelebilmesi için diğersiyasal gençlik özneleriyle birlikte yapmayı planlamıştık. En azındangençlik örgütleriyle bu yönlü bir tartışma süreci başlatmayı,tartışmaların tıkandığı yerde ise kendi gücümüze dayanarakkurultayları örgütleme iradesi göstereceğimizi ifade etmiştik. Ancak

kimi yerellerimiz gençlik örgütlerinden gelecek olasıolumsuz tepkileri önden düşünerek daha en başından

kendi gücüne dayanan bir süreç yoluna gitmişlerdir. İşte bu durumyukarıda işaret ettiğimiz merkezi-yerel çalışma arasındaki ilişkilerdekisoruna iyi bir örnektir. Zira merkezden birleşik bir çalışmayıhedeflenen kampanyayı yerelde tek başına omuzlama yoluna gitmeküzerinde düşünülmesi gereken bir sorundur.

4. Çeper örgütlenmeleri

Buraya kadar yaptığımız tartışmalardan sonra örgütlenme sorununada çubuk bükmek gerekmektedir. Burada insanların tek tek nasılörgütlenebileceği üzerinde durmayacağız. Zira bu konuda somut birreçete sunmak tümüyle olanaksızdır. Bir insanın örgütlenme süreci veyöntemleri nesnel duruma, kişilik özelliklerine ve kendisiyle ilgilenenkişinin becerilerine göre değişkenlik göstermektedir. Dolayısıyla da buayrı bir tartışmanın konusudur.

Burada esas olarak çeper ilişkilerin örgütsel bir formakavuşturulabilmesi sorununu tartışmalıyız. Çeper örgütlenmelerindenkastımızın eğitim grupları, yayın tartışma grupları, kültür sanatgrupları gibi ilişkilerin bir araya getirildiği ve bir anlamda çalışmaaçısından üretim sürecine sokulduğu birliktelikler olduğunu belirtelim.

Tüm bunlar devrimci örgütü çevreleyecek, çalışmanın gelişmesi veyaygınlaşmasında etkili birer araç olacaktır. Açık ki çeperörgütlenmelerinden yoksun bir çalışma, gelişme dinamiği açısındanher dönem belli sınırlılıklar yaşayacaktır.

Daha somut anlatacak olursak, gündemimize aldığımız herhangibir çalışmaya çevre güçlerimizden oluşturulacak bir komite ilebaşlamak, daha bu başlangıç aşamasında çalışmanın etkili ve güçlü birçıkış yapmasının dayanağı olacaktır. Ayrıca düzenli periyotlarlageçekleştirilen tartışma toplantıları veya etkinlikler de bu açıdanoldukça önemli bir yerde durmaktadırlar. Ancak buradaki temel nokta,bunların sürekliliğinin sağlanabildiği ölçüde örgütsel bir formakavuşturulabilmesidir. Bir çok insanın katıldığı toplantılardüzenlemek, film gösterimleri yapmak ne kadar anlamlıysa, tümbunları bu toplantı ve etkinliklere katılan bileşen ile beraberyapabilmek, bu anlamıyla da yapılan işe örgütsel bir biçimkazandırmak da en az o kadar anlamlı olacaktır. Bugünün gençlikhareketinin sınırlarıyla beraber ilişkilere örgütsel şekil verebilmeninzorlukları düşünüldüğünde, bu konuda atılacak her olumlu adımınesas anlamı ve önemi daha iyi görülebilir.

C-Taşra üniversitelerinde ve Meslek Yüksek Okulları'ndakitle çalışması

Özel bir başlık olarak taşra üniversitelerinde ve Meslek YüksekOkulları'nda (MYO) yürütülecek kitle çalışmasını tartışmak oldukçaönemlidir bugün. Zira çalışmamızın bu alanlara taşınması ya daburalarda doğan imkanların değerlendirilmesi konusunda belli18

Page 19: Ekim Gençliği 136

19

problemler yaşayabiliyoruz.

İlkin taşra üniversiteleri üzerinde duralım. Herşeyden önce taşra üniversitelerinin politikanlamını, gençlik hareketi içerisinde tuttuğu yeribilince çıkartmak gerekiyor. Açık ki taşraüniversiteleri gençlik hareketine yön verilmesiaçısından daha geri bir yerde duruyor. İstanbul veAnkara gibi şehirlerdeki üniversitelerde yaşananhareketlenmelerin hızlıca diğer yerlere yayılmasıve buralardaki eylemli sürecin hareketin eksenihaline gelmesi anlaşılabilir bir durumdur elbette.Fakat bunun böyle olması taşra üniversitelerineöneminden bir şey kaybettirmiyor.

Eskiden beri üniversite kapılarının işçi veemekçi çocuklarına kapatıldığından söz ediyoruz.Elbette ki süreç, bu sonucu birden doğurmuyor.Bilindiği gibi üniversite kapılarına dayanan emekçiçocuklarının büyük bir bölümü kendilerini taşraüniversitelerinin içinde buluyor. Her yönüyleticarileşen eğitim, büyük şehirde yaşamının maddizorlukları emekçi çocuklarını çoğunlukla taşraüniversitelerine yönlendiriyor. Taşraüniversitelerine dolan bu kitlenin geldiği sınıfsalköken olarak mücadeleye daha yakın olması biletaşra üniversitelerine özel bir anlam yüklüyor.Buradan bakıldığında da taşra üniversiteleriningelecekte gençlik hareketinde daha belirleyici birrol oynayacağını söylemek mümkündür.

Buraya kadar kitle çalışmasının araçları vetarzına dair yaptığımız tartışmanın hemen tümü,belli özgün yanlar içermekle de birlikte, taşraüniversiteleri için de geçerlidir elbette. O zamanburada asıl sorun, taşra üniversitelerindeyürütülecek çalışmanın hangi temeller üzerindenele alınması gerektiğidir. Tüm üniversite gençliğinikesen paralı eğitim sorunun yanında, özelliklegelecek ve işsizlik kaygısı taşra üniversitelerindedaha yaygın olarak hissedilmektedir. Öte yandantaşra üniversitelerinde gerici baskılar daha ileriboyutlarda yaşanmaktadır. Belki bugün taşraüniversitelerinden doğru bir hareket olmadığı içinbu kısım kendisini çok gösteremeyebilir. Amasözünü ettiğimiz bu gericilik ve baskı ortamı taşraüniversitelerin yapısında vardır.

Anlaşılacağı gibi, taşra üniversitelerindeyürütülen kitle çalışmasında ilk aşamada öneçıkarılacak başlık “gelecek” sorunu olmalıdır.

Gelecek sorunu ekseninde bir hareketyaratılabilinirse, yukarıda söz ettiğimiz taşraüniversitelerindeki baskı ortamının kendisini dahasomut olarak gösterecek, bu da “özgürlük” sorununkaçınılmaz olarak gündeme sokacaktır.

Kitle çalışmamızın taşınması gereken başka biralan olarak MYO'ları da akıldan çıkarmamakgerekmektedir. Bugün liseli gençlik çalışmamızaçısından meslek liseleri ne anlama geliyorsa,MYO'lar da üniversite çalışmamız açısından aynıanlama gelmektedir. Buralar işçi ve emekçi kökenligençliğin yaygın olarak bulunduğu yerlerdir veburadaki öğrencilerin geleceğin işçileri olmalarıdiğer öğrenci kitlesine göre çok daha kesindir. Ziraonlar bunun için, yani nitelikli işçi olabilmeleri için“yetiştiriliyorlar”.

MYO'larda yürütülecek çalışma bu okullarınkendi özgün sorunlarını eksen almalıdır. Teknikeğitim sorunlarının yanında, “staj sömürüsü” gibialana özel konular etkili bir çalışmaya konuedilebilmelidir.

Sonuç yerine

Kitle çalışmasının sorunlarını hemen tümyönleriyle tartışmış bulunuyoruz. Ancak tartışmışolmamız sorunu çözdüğümüz anlamına gelmiyor.Tersine, asıl mesele buradan sonra başlıyor.Buradan alanlarımıza döndüğümüzde, ilgiliplatformlar, çok geçmeden, buradaki tartışmalarada yaslanarak, konuyu kendi yerel özgünlüğündebir kez daha tartışabilmeli, önümüzdeki dönemeçalışmanın yol, yöntem ve hedefleri bakımındanhazırlıklı girebilmelidir. Bu yapılabildiği takdirdeyeni dönemi kazanmamızın ve yine bu dönemdengüçlenerek çıkmamızın tek koşulu, yapılanplanlamaları hayata geçirebilmek için gösterilecekiradi çabanın kendisidir. “Genç komünist”kimliğinin getirdiği irade ve sorumluluk bu sonkoşulun da yerine getirilmesine yeterince olanaksağlamaktadır.

(3. Ümit Altıntaş Gençlik Kampı'nda “kitle çalışmasının sorunları” başlığıyla düzenlenen oturumda yapılansunumdur...)

Bugün çubuk bükmemizgereken diğer bir alan ise

politika belirlemeeksenine oturan merkezi

çalışmamız ile yerelçalışmalarımızın belli bir

bütünlüğekavuşturulabilmesi

sorunudur. Öyle ki, bizmerkezi olarak süreci

tahlil ediyor, hareketinsorunlarını tespit ediyor

ve çözüm yollarıöneriyoruz. Yalnızca

bununla da sınırlıkalmayarak yerellerdeizlenmesi gereken yolugenel hatlarıyla ortayakoyuyoruz. Halihazırdabu açıdan da fazlasıyla

eksikliğimiz varkuşkusuz. Ancak bugün

aradaki ilişkiyi sorunadönüştüren şey, dahaçok yerellerin merkezi

politikaları hayata geçiripgeçirememe sorunudur.

Page 20: Ekim Gençliği 136

Geride bıraktığımız yıl dünya ölçeğinde kapitalizmin açmazlarınınnetleştiği, bunun karşısında ise emekçi halkların mücadele ve başkaldırıyı

yükselttiği bir yıl oldu. Ortadoğu'da 'Arap baharı' gerici rejimlerindiktatörlerini kovarken, Avrupa'da kapitalizmin krizine karşı yanıt grev ve

direnişlerle verildi. Öfke kapitalizmin mabedi sayılan ABD'ye dahi sıçrarken,“İşgal et!” şiarıyla kapitalizmi hedef alan ve aylar süren sokak eylemleri

yaşandı. Gençlik kitleleri dünya genelindeki mücadelede en ön saflarda yerinialdı. Pek çok ülkede okul boykotları ve işgalleri yaşandı. Tüm bu gelişmeler

karşısında kapitalist devletlerin kendini koruma yöntemi baskı ve terörü arttırmakoldu.

Dünya ölçeğinde böyle bir tablo yaşanırken, Türkiye'de de ilerici ve devrimciözneler ile gençlik güçleri benzer bir abluka ile karşı karşıya kaldı.

Geride bıraktığımız dönem sermaye düzeni tarafından gençliğe yöneltilensaldırılarının belirgin biçimde arttığı bir süreç oldu. Paralı eğitim uygulamaları

derinleştirilirken, bu uygulamaların daha rahat hayata geçmesi için üniversiteler hergeçen gün biraz daha fazla yarı açık hapishanelere dönüştürüldü. Bir yandan

üniversitelerdeki polis-ÖGB ablukası arttırıldı öte yandan ülkücü-faşist çeteler ilerici vedevrimci öğrencilerin üzerine salındı. Bu tabloyu ardı arkası kesilmeyen soruşturma-ceza

dalgaları ile gözaltı ve tutuklama terörü tamamladı.

Yükseköğrenim gençliği açısından bütün bir eğitim dönemine hakim olan bu tablo, faşistbaskı ve terörde gemi azıya alan sermaye düzeninde üniversiteler payına düşen ablukayı

gözler önüne serdi. Öyle ki, emperyalizmin bölgedeki savaş ve saldırganlık politikalarınataşeronlukta sınır tanımayan sermaye devleti ve AKP hükümeti, tam da bu uğursuz misyonu

gereği, 'içeride-dışarıda savaş ve saldırganlık' pozisyonu almış durumdadır. Buna paralel olarak,işçi ve emekçilere yönelik kapsamlı sosyal yıkım ve kölelik saldırıları planlanmaktadır. Böyle bir

tabloda, başta Kürt halkı olmak üzere ilerici ve devrimci güçlere yönelik sistemli bir faşist baskı veterör uygulanmakta, öğrenci gençlik kitleleri de bu saldırıdan payına düşeni almaktadır.

Saldırıların bu kadar yoğunlaştığı bir dönemde etkin bir sınıf hareketi ve bunu tamamlayan güçlü birtoplumsal muhalefet örgütlenemediği açıktır. Bu durum üniversite gençliğine de olumsuz olarak

yansımakta, kapsamlı saldırı politikaları karşısında gençlik cephesinden güçlü bir yanıt verilememektedir.Ancak geleceği çalınan milyonların ve tabii ki gençlik kitlelerinin bu saldırılar karşısında tek seçeneği

mücadeleyi büyütmek ve 'geleceğine sahip çıkmaktır!'

Bu olgudan hareket eden genç komünistler, geniş gençlik kitlelerine önümüzdek dönemde devrimci baharıkazanma çağrısı yapacaklardır. Gençliği kapitalist sömürü ve baskı düzeninin karşısına dikilmeye çağıran genç

komünistler, tüm enerjilerini seferber ederek bulundukları her alanda “Geleceğine sahip çık!” şiarını

yükselteceklerdir.

Emperyalist savaş ve saldırganlığa karşı geleceğine sahip çık!

Emperyalizme maşalıkta koçbaşı olan AKP hükümeti ve sermaye devleti, bir yandan Ortadoğu halklarını emperyalistnamlularının hedefi yaparken öte yandan da ülke topraklarını gerici savaşların ve boğazlaşmaların merkezi haline getirmektedir.Libya'ya dönük emperyalist işgal sırasında aktif taşeronluk rolü üstlenen Türk sermaye devleti, benzer bir kirli tezgahın hazırlandığıSuriye'ye dönük muhtemel bir müdahalede işbirlikçilikte en ön safta yer tutmuştur.

Aktif taşeronluk rolünün en önemli adımlarından birini de “füze kalkanı” oluşturmaktadır. NATO'nun ABD patentli saldırganlıkprojesi olan “füze kalkanı” çerçevesinde Malatya'da radarların kurulumuna izin veren Türk sermaye devleti, başta İran olmak üzerebölge halklarına karşı emperyalistlerin vurucu gücü ve tetikçisi olmaya soyunmuştur.

Bu topraklarda güçlü bir antiemperyalist geleneğe sahip olan gençlik, Kürecik'e kurulan füze kalkanına karşı mücadeleyi etkinbir biçimde büyüterek “Emperyalizme ve siyonizme kalkan olmayacağız!” şiarını daha güçlü biçimde haykırmalıdır. Öyle ki20

Gençliğe devrimci baharı kazanma çağrısı...

“Geleceğine sahip çık!”

Yükseköğrenim gençliği açısından bütün bir eğitim döneminehakim olan bu tablo, faşist baskı ve terörde gemi azıya alansermaye düzeninde üniversiteler payına düşen ablukayı gözlerönüne serdi. Öyle ki, emperyalizmin bölgedeki savaş vesaldırganlık politikalarına taşeronlukta sınır tanımayansermaye devleti ve AKP hükümeti, tam da bu uğursuzmisyonu gereği, 'içeride-dışarıda savaş ve saldırganlık'pozisyonu almış durumdadır. Buna paralel olarak,işçi ve emekçilere yönelik kapsamlı sosyal yıkım vekölelik saldırıları planlanmaktadır. Böyle birtabloda, başta Kürt halkı olmak üzere ilerici vedevrimci güçlere yönelik sistemli bir faşistbaskı ve terör uygulanmakta, öğrenci gençlikkitleleri de bu saldırıdan payına düşenialmaktadır.Saldırıların bu kadar yoğunlaştığı birdönemde etkin bir sınıf hareketi vebunu tamamlayan güçlü bir toplumsalmuhalefet örgütlenemediği açıktır. Budurum üniversite gençliğine deolumsuz olarak yansımakta,kapsamlı saldırı politikalarıkarşısında gençlik cephesindengüçlü bir yanıt verilememektedir.Ancak geleceği çalınanmilyonların ve tabii ki gençlikkitlelerinin bu saldırılarkarşısında tek seçeneğimücadeleyi büyütmek ve'geleceğine sahipçıkmaktır!'

Page 21: Ekim Gençliği 136

21

gençlik kitleleri, kardeş halklara yönelik savaş vesaldırganlığa karşı anti-emperyalist mücadelebayrağını yükseltmek ve kardeş halklarla hertürden dayanışmayı büyütmek sorumluluğu ilekarşı karşıyadır.

Bu kapsamda tüm gençliğe çağrımızdır:“Emperyalist savaşa, NATO'ya ve füze kalkanınakarşı kardeş halklara sahip çık!”

Faşist baskı ve devlet terörüne karşıgeleceğine sahip çık!

Dinci-gerici AKP hükümeti eliyle dışarıdaemperyalist savaş ve saldırganlık politikalarınaaktif taşeronluk rolünün üstlenildiği bir dönemde,Kürt halkı ve devrimci-ilerici sol güçler payınadüşen de dizginsiz baskı ve terör olmaktadır.

Rejimin “Kürt açılımı” adı altında sergilediğiorta oyununun son perdesi, Uludere'deki katliamlakapanmıştır. Uzun bir dönemdir “KCKoperasyonları” adı altında kitlesel bir gözaltı-tutuklama terörü ve sınır ötesi-içi askerioperasyonlar eşliğinde süren tasfiye operasyonu,sermaye devletinin hedefinin ne olduğunu gözlerönüne sermektedir. Açık ki, Kürt halkının haklımücadelesini yok ederek bitiremeyen sermayedevleti dizginsiz faşist baskı ve terörü tek seçenekolarak görmektedir.

Faşist baskı ve terör ilerici ve devrimci solgüçlerle birlikte üniversite gençliğini de doğrudanyönelmektedir. İlerici ve devrimci gençliğin hertürden hak arama mücadelesi engellenmekte,eylemleri yasaklanarak ÖGB-polis terörü ya dasoruşturma-ceza tehdidiyle yıldırılmayaçalışılmaktadır. Bugün yüzlerce öğrencihapishanelerde tutsak alınmış durumdadır.

Mücadeleyi nefessiz bırakmayı hedeleyen bufaşist baskı ve törüre karşı tüm gençliğeçağrımızdır: “Faşist baskı ve teröre karşıözgürlüğüne sahip çık!”

Eğitimin ticarileşmesine karşı geleceğinesahip çık!

Sermaye devletinin içerde ve dışarda uyguladığısavaş ve saldırganlık politikaları ile paralelyürüttüğü sosyal yıkım saldırılarının bir ayağını daeğitimin her geçen gün paralı hale getirilmesidir.Geçtiğimiz yıl Mayıs ayında gerçekleşenUluslararası Yükseköğretim Kongresi'nde (UYK)eğitimin neoliberal politikalara ve bu kapsamdakiBologna Süreci'ne uygun bir şekilde

dönüştürülmesi tartışılmıştır. Üniversiteleringeleceğinin(!) tartışıldığı bu kongreile birlikte somut adımlar hızlaatılmış, 2011-2012 güz dönemi gizliharç zammı uygulaması ilebaşlamıştır. Üniversite gençliğiningösterdiği tepki ile birlikteuygulamada geri adım atılmış ancakbu saldırı yalnızca ertelenmiştir.Bunu, pek çok üniversitede alınankayıt paraları, hazırlık öğrencileri içinkitap-şifre paraları gibi uygulamalartakip etmiştir. Ulaşım, barınma vebeslenme gibi temel hizmetlerin hemmaddi yükü hem de niteliğindeki düşüklüküniversite gençliğinin temel sorunlarının başındagelmektedir.

Burjuva ideologların “eğitiminsağladığı bireysel fayda toplumsalfaydadan daha fazladır, o halde buhizmeti alan karşılığını ödemelidir”argümanına dayanılarak hayatageçirilen ve meşrulaştırılmaya çalışılanparalı eğitim uygulamaları her geçengün daha fazla işçi ve emekçiçocuğunun eğitim hakkını ortadankaldırmaktadır.

Bununla birlikte üniversite eğitiminitamamlayabilen gençlik kitlelerini isebüyük bir işsizlik ve geleceksizliksarmalı karşılamaktadır. Diplomalı işsizlik en iyiüniversitelerden mezun olanları dahi tehditederken, iş bulabilen şanslı azınlık ise güvencesizve kölece çalışma koşulları ile karşı karşıyakalmaktadır. Bunun bir ayağını da meslek vealanlarda yaşanan sermaye eksenlidönüşümler oluşturmaktadır. Vandepremi fırsat bilinerek “yetkinmühendislik” uygulaması yenidengündeme getirilmiştir. Böylece, maaşsızzorunlu staj, yetkinlik belgesi için kursve sınav gibi uygulamaların da önüaçılmaya çalışılmaktadır.

Bizleri eğitim hayatı boyuncamüşteri, sonrasında ise köle olarakgören kapitalist sömürü düzeniningeleceğimizi çaldığı açıkça ortadadır. Busaldırılar karşısındaki tek alternatifmücadele etmektir.

Geleceğini kendi ellerine almak isteyen tüm

Gençliğe devrimci baharı kazanma çağrısı...

“Geleceğine sahip çık!”

Page 22: Ekim Gençliği 136

gençliğe çağrımızdır: “Ticarileşmeye vemüşterileşmeye karşı eğitim hakkına sahip çık!”

Gençliği devrimin saflarına kazanmakiçin seferberliğe!

Yukarıda genel çerçevesi çizilen başlıklar bahardöneminde yürütülecek kampanya ile somut birbiçime kavuşturulmalı ve geniş gençlik kitlesininöfkesi sokaklara taşınmalıdır. Gençliğin bugünkarşı karşıya olduğu sorunların kapsamı ve niteliği,böyle bir eylemli süreci örgütlemenin imkan vedinamiklerine işaret etmektedir.

Geride bıraktığımız dönemde belli yerellerdekantin, ders, yurt boykotu gibi örnekleryaşanmıştır. Öğrenci gençliğin yakıcı sorunlarıüzerinden bu tür eylemliliklerin ve örgütlülüklerinarttığına tanık olmaktayız. Önümüzdeki dönemdede ortaya çıkabilecek bu tepkilerin, kampanyaçerçevesinde kendi dar zeminini aşacak birmüdahaleye konu edilmesi gerekmektedir.Böylece, güncel talepleri üzerinden hareketegeçirilecek gençlik kitlelerini politikleştirmek vedevrimci mücadeleye kanalize etmekhedeflenmelidir.

Kampanya güçlü bir ajitasyon-propogandafaaliyeti ile birlikte etkin bir kitle çalışmasına konuedilmelidir. Kampanya gündemlerinin etkin vezengin görsel araçların kullanımı ilegüçlendirilmesi, çalışmanın söyleşi, etkinlik,toplantı vb. araçlarla zenginleştirilmesi, yerellerinözgünlüklerini hesaba katan çalışma biçim veyöntemlerinin kullanılabilmesi önemkazanmaktadır. Bu açıdan yerel yayın, topluluk vekulüp gibi her türlü esnek mücadele aracınınkampanya talepleri temelinde devreye sokulmasıçalışmanın başarısı için ayrıca vazgeçilmezaraçlardır. Çevremizdeki güçlerin kampanyagündemleri temelinde harekete geçirilebilmesi içinde uygun esnek araçlar mutlaka yaratılmalıdır.

Bir diğer önemli hedefte kampanyanıngündemlerinin bahar gündemleriylebirleştirilmesidir. Bu kapsamda tüm bahargündemleri kampanya gündemleri ile birliktedeğerlendirilmeli, 1 Mayıs'a tüm alanlarda yaygınkitle etkinlikleri temelinde hazırlanılmalı, 1Mayıs'ta alanlara bu etkinliklerin gücü ile çıkılmalıve alanlarda yürütülen tüm bu çalışmalar dönemsonunda merkezi bir etkinlikle taçlandırılarakkampanyanın kazanımları güvence altınaalınmalıdır.

Gençlik içerisinde devrimci önderlikmisyonuyla hareket eden bizler, gençliği dört biryandan kuşatarak yukarda tanımladığımızçerçeveyi çok yönlü olarak derinleştirerek veözgünleştirerek hayata geçireceğiz.

Bahar döneminde “Geleceğine sahip çık!”kampanyasıyla gençliğin devrimci dinamizmini veenerjisini örgütlemek, bunu işçi sınıfı önderliğindedevrim ve sosyalizm mücadelesine taşımak tüm

genç komünistlerin önünde yakıcı birgörev olarak durmaktadır.

“Sonuç olarak, önümüzdeki temelhedef alanımızda derinleşmek olmalıdır.Alanlarda temel sorun neler, süreçnedir, kitlelerin eğilimleri, güçlü vezayıf yönleri, duyarlılık alanları,etkili siyasal akımlar, mücadele veörgüt deneyimleri vb. nelerdir?

Bunlara karşı ne tür politikalargeliştireceğiz, hangi sloganları öneçıkartacağız? Ajitasyon ve propagandada neleriöne çıkartacağız, ne tür biçimler geliştireceğiz?

Kitlelere hangi araçlarla ulaşacak, onları kendipolitikalarımıza nasıl kazanacağız? Hangi güçlerlehareket edebiliriz ve bu güçlere nasıl ulaşabiliriz,onları nasıl harekete geçireceğiz? Tüm bunlarınayrılmaz bir parçası olarak ne tür eylemlerörgütleyeceğiz? Önderlik, bu soruların yanıtınıbulmak ve uygulamaktır.”(Ekim Gençliği, Sayı:36, Kitle çalışması üzerine notlar...)

Genç Komünistler

Kampanya güçlü birajitasyon-propogandafaaliyeti ile birlikte etkinbir kitle çalışmasına konuedilmelidir. Kampanyagündemlerinin etkin vezengin görsel araçlarınkullanımı ilegüçlendirilmesi,çalışmanın söyleşi,etkinlik, toplantı vb.araçlarlazenginleştirilmesi,yerellerin özgünlüklerinihesaba katan çalışmabiçim ve yöntemlerininkullanılabilmesi önemkazanmaktadır.

22

Page 23: Ekim Gençliği 136

23

Anaerkil toplum (ilkel komünal toplum) özel mülkiyetin,savaşların, sınıfların, cins ayrımlarının olmadığı bir nitelik taşıyordu.Bu toplumda işbölümü herkesin gücüne ve yeteneğine görebelirleniyor, erkek avcılık ve toplayıcılıkla uğraşırken kadın iseyaşamın idamesi için gerekli olan başka ihtiyaçları karşılıyordu. Butoplum düzeninde kadının belli bir üstünlüğü olmasının yanında budurum erkek cinsinin sömürüsüne ve aşağılanmasına vardırılmıyordu.Kadın ya da erkeğin cinsleri nedeniyle herhangi bir ayrıma tabitutulmadıkları bu toplum düzeni kendi içinde bu tür sorunlarbarındırmıyordu.

Kadın sorununun ortayaçıkması ise bu toplumsalsistemin değişikliğeuğramasından sonraki dönemetekabül ediyor. Yerleşik hayatageçilmesiyle birlikte üretimaletlerini kullanmada üstünlüğüele geçiren erkek cinsi, buerkini kadın üzerinde yarattığıbaskı ve sömürüyle pekiştirmiş,bu süreç erkek egemenliğinindoğumuna da tanıklık etmiştir.Daha sonraki aşamalarda (kölecitoplum, feodal toplum, kapitalisttoplum) kadın cinsininezilmişliği ağırlaşarak devametmiştir.

Sınıflı toplumların ortayaçıkmasıyla birlikte ortaya çıkankadın sorunu bugünkü aşamaolan kapitalist sistem içindeçözümsüzlüğe gömülmüştür. Zirafeodalizmden kapitalizme geçişlebirlikte evden çıkan kadının,zincirleri de sorumlulukları daartmıştır. Önceden babasının yada kocasının kölesi olan kadınüretim ilişkileri içine girdiğindepatronun da kölesi olmaya başlamıştır. Kadın kimliğinden kaynaklıtacize/tecavüze maruz kalmış, erkeklerle aynı işi yaptığı halde dahadüşük ücretler almış, krizlerde gözden ilk çıkarılan o olma akibeti ilekarşılanmıştır. Tüm bunların yanında doğum izni, kreş hakkı gibiannelik hakları da gasp edilmiştir.

Ama bu süreç emekçi kadının bir adım öne çıkmasının da yolunuaçmıştır. Daha önceki hiçbir dönemde gösteremedikleri cüretkârlığı budönemde gösteren kadınların örgütlenme ve mücadele etme eğilimiartmıştır. Emekçi kadınlar, üretim ilişkilerinin içine girmelerininardından eşitlik ve özgürlük istemiyle toplumsal mücadelelerde yeralmaya başlamışlardır.

“Kapitalizm altında üretici güçlerin gelişmesi, sanayi devrimiylebaşlayan büyük teknik ilerlemeler, kadının ev yaşamıyla sınırlıdünyasını yıktı, onu geniş kitleler halinde sanayi üretiminin içine çekti.Bu gelişmeyle birlikte, o güne dek ataerkil aile yaşamı içerisindeezilen ve sömürülen emekçi kadın, bundan böyle artık kapitalist üretimsürecinin çifte baskı ve sömürüsüyle yüz yüze kaldı. Ama bu gelişme,kadını dar ev yaşamından genel toplumsal yaşamın içine çekerek veböylece onu toplum düzeyinde özgürlük ve eşitlik arayışına iterek,

büyük bir tarihsel ilerlemenin yolunu açtı. İngiltere’de 1830’lardapatlak veren Çartist hareketten başlayarak, işçi kadınlar işçi sınıfımücadeleleri içerisinde geniş ve etkin bir biçimde yer aldılar. Bu yeralış, bizzat bu mücadeleler içerisinde emekçi kadın şahsında kadınınözgürleşmesi sürecini hızlandırmakla kalmadı, bizzat mücadelenintalepleri kadın-erkek eşitliği hedefine yönelerek, kadının bugün sahipolduğu birçok medeni ve politik hakkın kazanılmasının da önünü açtı.”(8 Mart’ın tarihsel anlamı ve güncel çağrısı / H.Fırat)

8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü ise işte böylesi koca birtarihin ürünü olmuştur. 8 Mart 1857'oe, ABD'nin New York kentinde

40.000 dokuma işçisinin uzunçalışma saatlerine ve düşükücretlere karşı daha iyi çalışmakoşulları istemiyle bir tekstilfabrikasında başlattığı greve polissaldırmış, işçilerin fabrikayakilitlenmesi ve ardından fabrikanınateşe verilmesi sonucunda çıkanyangında çoğu kadın 129 işçikatledilmiştir. Bu tarihten 53 yılsonra 26 - 27 Ağustos 1910tarihinde Danimarka'nın Kopenhagkentinde II. Enternasyonal’e bağlıUluslararası Sosyalist KadınlarKonferansı’nda Almanya’nınkomünist kadın önderlerindenClara Zetkin, tekstil fabrikasıyangınında ölen kadın işçileranısına 8 Mart'ın "Dünya EmekçiKadınlar Günü" olarak kutlanmasıönerisini getirmiş ve önerioybirliğiyle kabul edilmiştir.

O günden bugüne 8 Mart tümdünyada işçi ve emekçi kadınlarınmilitan gösterilerine sahneolmuştur. Emekçi kadınlarıneşitlik, özgürlük ve sosyalizm

mücadelesinde bir eşik olarak kabul edilen bu gün burjuvazininsaldırılarına da maruz kalmıştır. 8 Mart’ın devrimci-kızıl özünüboşaltmak isteyen burjuvazi bu günü 1977 yılında Birleşmiş MilletlerGenel Kurulu’nun kararıyla “Dünya Kadınlar Günü” ilan ederekkapitalist düzenin sınırlarına hapsetmek istemiştir. Buna rağmen 8Mart’ın toplamda işçi sınıfının kazanımı olduğu bilinciyle davranantüm dünyadaki komünist hareketler emekçi kadın vurgusunda ısrarederek 8 Mart’ı bir mücadele günü olarak kutlamaya devam ediyorlar.Yaşamın yarısı olan emekçi kadınları kavganın da yarısı olmaya,devrim mücadelesini yükseltmeye çağırıyorlar. Sistemin emekçikadınlara dayattığı çifte sömürünün yine kapitalist sistemin sınırlarıiçinde yok edilemeyeceğini bilenler “kadının kurtuluşu sosyalizmde!”şiarını haykırarak hangi cinsten olursa olsun işçileri ve emekçilerisosyalizm kavgasına davet ediyorlar.

Biz komünistler ise bu topraklarda cinsel, ulusal, sınıfsal sömürüyemaruz kalan emekçi kadınlara sorunlarının gerçek çözümününsosyalizmde olduğunu anlatmaya devam ediyoruz. 8 Mart açısındansafların ve renklerin netleştiği bir dönemde kadın-erkek tüm işçileri,gençleri, ilerici ve devrimcileri kızıl 8 Mart’ları örgütlemeyeçağırıyoruz!

Yaşamın da kavganın da yarısı biziz...

8 Mart'ta mücadele

alanlarına!Z. Eylül

Page 24: Ekim Gençliği 136

- 11 Ocak 2012 tarihinde Ankara’da yapılan ev baskınlarındaiki Yeni Demokrat Gençlik (YDG) okuruyla birlikte gözaltınaalındın. Yaşadıklarını anlatır mısın?

- 11 Ocak’ta saat 6.50’de sayıları oldukça fazla olan TMŞ polisleritarafından ailemle birlikte yaşadığım ev basıldı. Bu durumun meşruolmadığını belirtmeme rağmen savcılığın arama ve yakalama emrinigösteren polisler eve girerek arama yapmaya başladılar. Yaklaşık birsaat süren aramanın ardından bilgisayar hard diskine, müzikCD’lerine, not defterlerine, Kızıl Bayrak gazetesine, Ekim Gençliği’neve Komünist Manifesto’ya el koydular. Aramanın ardından gözaltınaalınarak Terörle Mücadele Şubesi’ne götürüldüm. Israrla operasyonungerekçesini sormama rağmen daha sonra öğreneceğimi söylediler.Ayrıca avukatımı aramama da izin vermediler. Şubeye getirilmeminardından YDG okuru arkadaşlarla beraber gözaltına alındığımızıanladım. Sonrası iki günlük bir gözaltı süreci… Bizden bir gün önceRoboski protestosuna katıldıkları için gözaltına alınan öğrencilerleberaber bol bol sohbet ettik, türkü söyledik. İki günün sonundasavcılığa çıkarıldık ve buradan serbest bırakıldık.

- Peki, operasyonun gerekçeleri neler? Sizi neyle suçladılar?

- Aslında oldukça karmaşık bir durum. Ben ve bir YDG okuruarkadaş Hacettepe Üniversitesi öğrencisiyiz. Diğer arkadaş ise AnkaraÜniversitesi öğrencisi. Operasyonun ana nedeni ise HacettepeÜniversitesi Beytepe Kampüsü’nde geçen sene yapılan Kaypakkayave Dörtler anması. Biz bu anmaya ve aslında birçok demokratikeyleme katılmakla suçlanıyoruz. Ulucanlar anmaları, 8 Mart eylemleri,Newroz’lar bunlardan birkaçı. Tabi bunlar operasyonun delilleriarasında gösteriliyor. Esasında ben Türkiye Komünist İşçi Partisi(TKİP) üyesi olmakla ve örgüt adına faaliyet yürütmekle, diğerarkadaşlar ise Türkiye Komünist Partisi/Marksist Leninist(TKP/ML) üyesi olmak ve bu örgüt adına faaliyet yürütmekle ithamediliyoruz. Minareyi çalan kılıfını hazırlar. En başından beri bizleriüyelikle yargılamayı tasarlayan iddia makamı bunun için delil (!)toplamış. Kaypakkaya ve Dörtler anmasının kizilbayrak.net’te çıkanhaberi, eylemlerde çekilmiş fotoğraflarımız, evimizden çıkan yasaldergi ve gazeteler, hatta ve hatta bundan 150 yıl önce yazılmış olan,her kitapçıda bulabileceğimiz Komünist Manifesto bu delillerarasında.

- Son süreçte gençliğe yönelik gözaltı ve tutuklama saldırısıylayüz yüzeyiz. Hapishanelerde hâlihazırda 600’e yakın üniversiteöğrencisi tutuklu. Bu durumu nasıl değerlendiriyorsun?

- Geçtiğimiz dönem Dolmabahçe eylemleriyle başlayan, SBF veODTÜ eylemleri ile devam eden militan gösteriler, kamuoyunda “'68gençlik hareketi geri mi dönüyor” tartışmalarına yol açmıştı. Busüreçte korkularını gizleyemeyen düzen sözcüleri ve medyasıeylemlerin öncüsü öğrencileri fişleyerek “bunlar kadrolu eylemci”yaftalamasında bulunmuştu. Bu dönem soruşturma saldırısı da hızkazanmış birçok öğrenciye ceza yağdırılmıştı. Tabi meselenin bir deyargı boyutu var. ODTÜ'deki “Başkaldırıyoruz” eyleminin ve osüreçteki birçok eylemin ardından yüzlerce öğrenciye açılan davalarise sürüyor.

Tüm bunlardan bağımsız olarak, devletin Kürt hareketine vedevrimcilere yönelik kesintisiz sürdürdüğü operasyonlar, gözaltılar,tutuklamalar var. Dünyada yaşanan gelişmeler, ezilen halkların

diktatörlüklere ve emperyalizme başkaldırışı, işçi sınıfınınhak alma mücadeleleri, gençliğin kitlesel-militangösterileri Türkiye kapitalizmini önlem almaya zorluyor.

Bu açıdan bakıldığında yaklaşmakta olan çatışmalara kendicephesinden hazırlık yapıyor. Kürt halkının siyasi temsilcilerinicezaevlerine dolduruyor, öncü işçileri işten atıyor, gençliği baskı altınaalıyor, devrimcilere saldırılarını pervasızca sürdürüyor ve polisdevletini tahkim ediyor. Toplumun öncülerini biçiyor ve böylecekendisine yönelen tüm tehditleri ortadan kaldırmanın hesabını yapıyor.600 öğrencinin tutuklu olmasını tam da bu nedenlerle açıklıyorum. Biztutuklanmış olsaydık yine bu nedenlerle tutuklanmış olacaktık.

- Son olarak neler söylemek istersin?

- Biz gözaltınayken EkimGençliği tarafından yapılan biraçıklama var. Başlığı “Rüzgâr ekenlerfırtına biçecekler!” Açıklama başlığıve içeriğiyle oldukça cüretkâr.Mücadelemizi bitiremezsinizdeniyor orada. Doğru tespitleryapılıyor ve tabiri caizse sermayedevletine kafa tutuluyor. Mesele 600öğrenciyi, binlerce Kürt siyasetçiyi vedevrimciyi zindanlara doldurmak değil.Çünkü bu kavga örgütlü mücadeleyürüten öznelerle devletin kavgası değil.Bu kavga işçi sınıfıyla burjuvazininkavgasıdır.

Nazım Hikmet’in Tanya adlı şiirindeasılan partizan, cellatlarına “Beniasabilirsiniz fakat biz iki yüz milyonuz, ikiyüz milyon asılır mı?” diyor.Düşmanlar Moskovakapılarındayken, hiç umutyokken “Duyuyorum nalseslerini, geliyor bizimkiler,teslim olun vakit varken” diyehaykırıyor Tanya. NitekimTanya’nın düşü gerçek oluyor.

En içinden çıkılmaz anlardabile Tanya’nın umudunukuşanmak dileğiyle…

11 Ocak sabahı evlerine yapılan operasyonla gözaltına alınan öğrencilerden

Zennure Karaaslan ile konuştuk…

“Bu kavga işçi sınıfıyla

burjuvazinin kavgasıdır!”

24

Page 25: Ekim Gençliği 136

2525

- Ekim Gençliği olarak son dönemde yaşanangelişmeler karşısında “Emperyalist savaş vesaldırganlığa, faşist baskı ve devlet terörüne veeğitimin ticarileşmesine karşı geleceğine sahipçık!” şiarı ile bir kampanya başlattık. Bukapsamda derin bir geleceksizliğe itilen tümgençliği kendi geleceklerini ellerine almaya vemücadeleye çağırıyoruz.

Kampanya kapsamında öne çıkarttığımızbaşlıklardan biri de son dönemde başta Kürthareketi olmak üzere ilerici ve devrimcilereyönelik gözaltı ve tutuklama terörü. Halihazırda500’ü aşkın tutuklu öğrenci bulunmakta.

Sizin de Çağdaş Hukukçular Derneği olarak“Muhalif misin? O halde şüphelisin!” şiarıylabaşlattığınız bir kampanya var. Bu kapsamda sondönemde yaşanan bu gelişmeleri nasıldeğerlendiriyorsunuz?

- Bugün artık geçmiştekinden biraz daha farklıolarak devletin muhalifleri baskılamak için hukukentrümanını çok ağırlıklı bir şekilde kullandığınıgörmekteyiz. Bu kapsamda özellikle siyasaliktidar siyaseti hukuk üzerinden şekillendirmekteve tüm muhaliflerine yönelik operasyonel birpolitika izlemektedr. Dikkat edilecek olursa hemenher gün değişen gündem, sürekli hukuk üzerindendönmektedir. İnsanlar, tam olarak hukuken neolduğu dahi anlaşılamayan iddialar ile gözaltınaalınmakta, evleri aranmakta, tüm eşyalarına ekonmakta ve nihayet de tutuklanmaktadırlar.

Sadece son 1 yıllık sürece bakıldığında dahiinanılmaz kitlesel tutuklama tedbirlerininuygulandığı raratlıkla görülebilir. Bu anlamıylabugün gelinen noktada artık; “tutuklu öğrenciler”,“tutuklu gazeteciler”, “tutuklu avukatlar” gibitutuklu grupları oluşmuştur. Bu durum gerçektendaha öncesi itibariyle eşine rastlanmamış birdurumdur. Devletin kendi istatistiklerine göre son1 yılda “Özel Yetkili Ağır Ceza Mahkemeleri”ndetutuklanan kişilerin sayısı 6 katına çıkmıştır.

- Bu kapsamda bize kampanyayı başlatmaamacınızdan ve hedeflerinizden bahsedebilirmisiniz?

- Aslında bu bir kampanya değil. Bir yanıylaeğitim çalışması diyebiliriz. Bahsettiğiniz gibi

ülkedeki gözaltına alınma ve tutuklamaların budenli artmış olması Derneğimizi böyle bir çalışmayapmanın önemine götürmüştür. İlk olarakDerneğimizin Ankara Şubesi bu çalışmayı başlattı.Biz ve diğer şubelerimiz de anılan bu çalışmayıhayata geçirmeye çalışacaklar. Hukuken amacımızinsanların Anayasal ve Ceza Muhakeme Yasasıanlamındaki haklarını öğreterek pratiğe ilişkinonlara yararlanabilecekleri doneler sunabilmek.Bu eğitimin özellikle politik adli soruşturmalaramaruz kalan siyasi muhaliflere hitap edebileceğinidüşünüyorum. Yaptığımız bu çalışmanın sanırımen önemli noktası teorik hukuksal bilgiler yerineinsanların anlayabileceği mahiyette pratik bilgilersunmasıdır.

- Polis terörü, faili meçhul cinayetler, gözaltıve tutuklama terörü... Tüm bu saldırılarkarşısında burjuva hukukunun nasıl işlediğiortada. Bu saldırılar karşısında verilmesigereken mücadeleyi ve hukuk mücadelesinindurduğu yeri değerlendirebilir misiniz?

- Elbette sınıflar mücadelesinde hukukun işlevibellidir. Bir üst yapı kurumu olarak hukuk, mevcutsistemin ve egemenlerin politikası doğrultusundaişlev görür. Yukarıda da belirttiğim gibi bugünbelki de bugün bunu en yakıcı olarak yaşadığımızgünlerdeyiz. Tüm bunların ötesinde herşeyerağmen hukukun mevcut işlevini bilmek kaydıylamuhakkak hukuk alanında da mücadele etmekgerekir.

Politik dava avukatlığı yapan ve ÇHD İstanbulŞube Sekreteri olarak ben de mesleğime buyanıyla bakıp, buna göre çalışmalar yürütüyorum.Derneğimizin mevcut pratiği de zaten buna engüzel örnektir. Hukuk alanında olan insanlarolarak bugün birçok şeyin hukuk üzerindenşekillendiği bir dönemde sanırım ÇHD gibiderneklere de çok iş düşüyor ve işlevleri de çokönplana çıkıyor. Mevcut hukuki süreçleremüdahale etmek, alternatif işler ortayakoyabilmek, teşhir faaliyeti yapabilmek önemlidirdiye düşünüyorum. Derneğimizin tutukluöğrenciler raporu, cezaevleri raporu, olağanşüpheliler eğitimi yapması ve tüm sokağaçıktığımız eylemler bu kapsamdadır. Doğrunoktadan yakalandığında hukuk alanında daönemli işler yapabiliyoruz. Kısacası hukukalanında da mücadele etmek ve yılmamakgerekiyor.

- Üniversite öğrencilerine yapmak istediğinizbir çağrı var mı?

- Öğrenci arkadaşlarıma kolay gelsin diyorum.Çağdaş Hukukçular Derneği olarak her zamansizin yanınızdayız. Çalışmalarınızda başarılar vekolaylıklar dilerim.

Ekim Gençliği / İstanbul

ÇHD İstanbul Şube Sekreteri Av. Güçlü Sevimli ile konuştuk...

Hukuk alanında da mücadele

edilmeli!”

Sadece son 1 yıllık sürecebakıldığında dahiinanılmaz kitleseltutuklama tedbirlerininuygulandığı raratlıklagörülebilir. Bu anlamıylabugün gelinen noktadaartık; “tutukluöğrenciler”, “tutuklugazeteciler”, “tutukluavukatlar” gibi tutuklugrupları oluşmuştur. Budurum gerçekten dahaöncesi itibariyle eşinerastlanmamış birdurumdur. Devletinkendi istatistiklerine göreson 1 yılda “Özel YetkiliAğır CezaMahkemeleri”ndetutuklanan kişilerinsayısı 6 katına çıkmıştır.

Page 26: Ekim Gençliği 136

26

Ermeni aydın Hrant Dink’inkatledilmesinin 5. yılında Hrant’a ve bu

ülkedeki ilerici güçlere bir kurşun daTürk yargısı sıktı. Mahkeme Dink

cinayetinde devlete en yakın isim olan‘Büyük Abi’ Erhan Tuncel’e beraat verirken

emniyetten İçişleri Bakanı’na, MİT’ine kadardevletin tüm kurumları tarafından bilinen ve

tertiplenen bu organize olmuş cinayetten “örgütyoktur” kararı çıktı.

Böylece devlet bir kez daha kendini aklamışoldu. Dönemin İstanbul Emniyet Müdürü CelalettinCerrah, cinayetten hemen sonra “Dink cinayetininherhangi bir siyasi boyutu ve örgüt bağlantısı yok,milliyetçi duygularla işlenmiş bir cinayettir”demişti. İstanbul Valisi Muammer Güler de bunayakın şeyler söylemişti. Aradan geçen 5 yıldadevletin hukukunun görmezden geldiği şey de buoldu: suçun ÖRGÜT(bu olayda DEVLET)tarafından işlenmesi. Düzen her zamanki yaptığınıyaptı; kral çıplak denebilecek bir gerçeği görmezdengeldi. Katillerin arkasındaki gücün devletin takendisi ve onların piyonları olan o döneminyetkilileri olduğu gerçeğini atladı.

Örgüt yoktur kararı üzerine

Devrimci öğrencilerin evini basıp bir kitaptanterör örgütü bağlantısı kuranların, cinayetin örgütbağı içinde işlendiği bu kadar açık olduğu halde“örgüt bağı” kuramaması alçakçadır, çifte standartındik alasıdır. Suç olan şeyin “devletin yanında mısınkarşısında mısın” ikilemine sıkıştığınıngöstergesidir.

Dink Ailesi’nin “bekliyorduk, ama bu kadarağırını da beklemiyorduk” diye söylediği olay adımadım geldi. Yıllar boyu yavaş ilerleyen duruşmalarne olduysa birden bire hızlandı, Yasin Hayal’in abisimahkemede dinlenmedi, ilgili kurumlar gereklidelilleri mahkemeye sunmamakta direndi. Fakatmahkeme ne hikmetse tüm eksikliklere rağmenkararı dava uzamasın diye alelacele çıkardı. Böylecedavanın derinleşmesinin önüne geçildi. Tetiğiçektirenlerin kim olduğu gerçeği unutturulmakistendi. Bir bebekten katil yaratan düzenin hukuku,bir katilden bir suçsuz, her şeyin organize olduğubelliyken bir örgütten üç-beş kişinin yaptığı bircinayet ortaya çıkarmıştır. Cemaat yargısı bukararıyla artık bu ülkede hukukun uygulandığınainanan hiç kimse bırakmamıştır. Söylediğimiz şeysadece ilerici, devrimci güçler için geçerli değildir.Artık düzen solu, sokaktaki sıradan bir vatandaşhatta düzen sağının bir kısmı bile bu kategorininiçine girmektedir.

Devlet açık bir biçimde bu davanın takipçilerineve ilerici-devrimci güçlere mesaj yollamıştır. “BizErhan Tuncel’i cezalandırmayarak ve 'örgüt var'demeyerek devletin suçlu olduğunu kabuletmiyoruz. Ayrıca görüldüğü gibi katliamlardan birsonuç da çıkmıyor ve bu bizi bir dahakikatliamlarda cesaretlendiriyor” diyerek adeta

gözdağı veriyor.

Verilen akıldışı karara kararı veren hakim bileinanmıyor. Hakim ilgili kurumların gerekli çabalarıgöstermediğinden ve davayı daha fazla uzatmakistemediğinden dolayı kararı verdiğini söylüyor.Oysa hakim bu delillerin bulunması için yetkilerinikullanabilirdi. Fakat vermiş olduğu karar devletikorumaktan başka anlama gelmiyor. Delillereulaşmak için ve ifade vermemiş iki sanığı dinlemekiçin hiçbir şey yapmayan hakim, devletin piyonuolarak üzerine düşen görevi yapmış, davayıkapatmaya çalışmıştır.

Hesabını soracağız!

Gizlenmeye çalışılan sorumluları ise yakındantanıyoruz; dönemin İstanbul Valisi ve EmniyetMüdürü (Muammer Güler ve yardımcıları,Celalettin Cerrah ve yardımcıları), bu kişilerinsoruşturulmasına izin vermeyen Başbakan RecepTayyip Erdoğan, dönemin Trabzon Emniyet MüdürüReşat Altay (16 Mart katliamının da sorumlusu),dönemin Adalet Bakanı Cemil Çicek, OgünSamast’ı kahraman gösteren medya, Erhan Tuncel’iserbest bıraktırıp, “örgüt yoktur” diyen tüm düzenkurumlarıyla birlikte devlet mekanizmasınınkendisi.

5. yıldaki sahiplenişin gösterdikleri

Hrant Dink, ölümüyle bu ülkede halklarınkardeşliği mücadelesinin sembolü oldu. Düzeninmahkemeleri onu yıllarca mahkemelerde dolaştırdı.Düzen medyası onu yıllarca hedef gösterdi.Aleyhinde bir çok şey yayınlarken kendisine dönüksaldırıları ve tehditleri hiçbir zaman göstermedi.Devlet Dink cinayetini hazırlarken, cinayetin sadecehalkların arasındaki kini arttıracağını zannediyordu.Ama cinayetten sonra, özellikle de cenaze sırasındatoplanan yüzbinler, devletin suratına öyle bir tokatvurdu ki devlet uzun süre şaşkın kaldı ve şaşkınlığıüzerinden attıktan sonra ise ancak öfke kusabildi.Aradan geçen 5 yıla rağmen Hrant Dink davasıunutulmadı. Hrant’ın ölümünün 5. yıldönümüöncesinde açıklanan bu karar yine büyük bir öfkeylekarşılandı. İstanbul’da Agos önünde yapılan eylemeonbinlerce kişi katıldı. Şovenizme karşı bir kez daha“Hepimiz Ermeni'yiz, hepimiz Hrant'ız” şiarıylaçıkıldı. Kürt halkına yönelik saldırılar kınandı. Bukadar şoven bir ortama rağmen ve ölümününüzerinden 5 yıl geçmesine rağmen alanlara çıkanonbinler anlamlı bir duruş sergiledi. Uzun süredirsüren tutuklama dalgalarının ve Uludere katliamınınöfkesi eyleme yansıdı.

Devlet, son hükümet AKP eliyle birliktekendisine karşı öyle bir öfke topladı ki halklarfırsatını bulur bulmaz bu devleti yıkacaklardır veyıkmalıdırlar da. Çünkü devlet kendisinden hesapsorulmadıkça yeni katliamlar düzenlemekte, bunlarıbir bir uygulamaktadır.

Devlet güvercinleri vurur,

vuranları korur!

Devrimci öğrencilerinevini basıp bir kitaptanterör örgütü bağlantısıkuranların, cinayetinörgüt bağı içinde işlendiğibu kadar açık olduğuhalde “örgüt bağı”kuramaması alçakçadır,çifte standartın dikalasıdır. Suç olan şeyin“devletin yanında mısınkarşısında mısın”ikilemine sıkıştığınıngöstergesidir.

Page 27: Ekim Gençliği 136

2727

Bu ülke iki yüzlülüklerin çokçayaşandığı bir ülke. Örneğin, Tayyip Erdoğan ve müritleri gibiler hergün kameraların karşısına geçiyor, saatler boyunca adalet ve özgürlükkelimelerini dillerinden düşürmüyorlar. Bu açıklamalardan birkaç günsonra ise onlarca gazetecinin evlerine, kurumlarına operasyonyapılıyor. Çoğunluğu tutuklanıyor. Bu ülkede adalet ve hukukunüstünlüğü işte bu anlama geliyor: senden olmayanı susturmak,sindirmek ve her türlü yolu denemek.

Hukuk, adalet, özgürlük gibi kavramlar elbette hakim olan sınıfagöre şekillenir. Burjuvazinin ağzında hukuk kendisini tehdit eden,canına yakan bir şey varsa dillendirilir. Örneğin ülkemizde AKPiktidarı özgürlüğü burjuvaziye sağlanan iş imkanları üzerinden, ihracatözgürlüğünden anlıyor. Ya da başörtüsü özgürlüğünden anlıyor. Hiç deKürt halkının yüzlerce yıldır bastırılmış ulusal hakları üzerindenalgılamıyor. İşçilerin fabrikalardaki çalışma ortamını düzeltmek,insanca çalışabilecek ortamlar yaratmak olarak algılamıyor. ÖrneğinTuzla’da kum torbası olarak filikaya konulan ve filikanın düşmesisonucu ölen 7 kişinin yaşama özgürlüğü olarak algılamıyor.

Kanunların yol açtıkları...

Düşünün bu ülkede PVSK denilen bir kanun ortaya çıkmış, 2007tarihinden bu yana 100’ü aşkın insan polis kurşunuyla sokaktaöldürülmüş. “İnsanları korumak” için çıkartılan kanunlar insanlarınöldürülmesine yol açmış. Şimdi Özel Yetkili Mahkemeler ve AğırCeza Mahkemeleri, (hani şu hakkimin kararı almadan önce polisiarayıp bilgi verdiği mahkemeler) başbakanın, genelkurmaybaşkanınınbir sözüyle dava açan mahkemeler olarak bulunuyor. Düzmeceiddianameler hazırlanıyor bu mahkemelerde. Evinde bulundurduğunbir bayrak sopası, Mahir Çayan kitabı, Che Guevara posteri, Lenin’inkitapları tutuklanmana sebep oluyor. Ya da devrimci önderlerden birinianmak, anadilde ve parasız eğitim istemek artık suç sayılıyor. TMKdiye bir kanun var ki, nerdeyse düşünen, sorgulayan herkesi teröristilan ediyor. Düzen tarafından henüz yayınlanmayan bir kitapüzerinden aylardır hapiste kalmak da artık meşru sayılıyor.

Düzenin hukukundan yansıyanlar...

Sermaye düzeninin kendi yaptığı pislikleri hukuksal kılıfınauydurup cezalandırmaması gerçeği var bir de. Ki bu tam da düzeninadaletidir. Şerzan Kurt’un davasında görürüz biz bu uygulamaları.Gültekin Şahin adlı katilin Şerzan’ı vurduğu güvenlik kamerasıncakaydedildi. Fakat düzenin mahkemeleri 10 duruşmadır görüntükayıtlarını bir türlü bulamıyor. İnternette isteyen herkesin rahatlıklaulaşabileceği bu görüntüye mahkeme açıkça katili korumak içinulaşmak istemiyor.

Bir de devrimci işçi Alaattin Karadağ’ın öldürülmesi var.

Vurulmuş, yaralı bir halde yerde yatarken bir polisin gelip haincearkadan ateş ettiği kişi. 6 duruşmadır sanık Oğuzhan Vural tutuksuzyargılanıyor. Tutuklu yargılanması için yapılan tüm başvurularsonuçsuz kalmış durumda. Bir suçun tespiti için gerekli en önemlişartlardan olay yeri incelemesi aylardır keyfi biçimde yapılmıyor.Mahkemeye sivil polisler silahla giriyor. Mahkeme başkanı AlaattinKaradağ’ın avukatlarının yaptıkları itirazları ciddiyetsizlikle/gülerekkarşılıyor. Düzen bu olayda da kendi gerçekleştirdiği infazı koruyor.

Hrant’ı katledenler arasında yer alan Erhan Tuncel’incezalandırılmaması devletin kendi içindeki pislikleri koruyupkolladığına iyi bir örnektir. Söz konusu ilerici, devrimci, yurtsevergüçler olunca evde bulunan ve yasaklı olmayan bir kitabı bile “terörörgütü”ne bağlayan devlet, sırf kendi pisliği ortaya çıkmasın diyeDink cinayeti gibi örgütlü ve organize bir cinayeti örgütten bağımsızolarak kabul etmiştir.

35 Kürt köylüsünü bile bile öldürülen eli kanlı katiller, düzencephesinden bu ölümle ilgili bir kişiyi bile daha tutuklamadı. Devlettarafından katledilmiş insanların ailelerine utanmazca taziyeye gidenUludere Kaymakamı’na tepki gösteren (ki sonuna kadar meşru birtepkidir) 5 kişi ise tutuklandı. Katliamdan kurtulan 3 kişiye ise devlet“kaçakçılıktan” ve “izinsiz sınır geçmeden” soruşturma açtı.

2009 yılında Hakkari’de dipçikle bir çocuğu döverek komayasokan polis, topu topu 6 ay 7 gün ceza aldı. Üstelik ceza 5 yıllığınaertelendi. Sebebi de polisin bu davranışı “taksirli suç” olarakgöstermesiydi. Yani olayı kasten gerçekleştirmemesiymiş. Yani düzenistediğine ceza veriyor. İstediğine ise ceza vermiyor. Tıpkı 13yaşındaki NÇ'ye tecavüz eden 26 kişinin cezalandırılmaması gibi.Yargının bu durumu artık mide bulandırıcı olmanın ötesine geçmiştir.

Biz devrimci öğrencileri en meşru demokratik eylemlere katılmasısebebiyle tutuklayanlar, katilleri, tecavüzcüleri koruyor. Bilindiğigibi, şu an hapishanelerde 6oo’ü aşkın öğrenci bulunuyor.

Adalet ve hukuk istemekle değil, devrimle kazanılır!

Bu düzende Kürt halkından, işçilerden, emekçilerden ve diğerezilenlerden olmak suç. Ezenden, soyandan, vergi kaçırandan,Amerikan uşağından yana olmak ise övünülecek bir şey. Eğermuhalifsen, sistem “kendi hukukuna” dahi uymaz ve fikirlerinigerekirse kişiyle beraber ortadan kaldırmak ister. Ya da seni “terörist”ilan eder.* Yani tüm kavramlar gibi hukuk da sınıfsal olarakincelenmeli ve burjuvazinin hukukunun acımasız olduğuunutulmamalıdır.

Durum buyken, bizim bu düzenden adalet beklememiz kadarhayalci bir şey yoktur. Bu kitleleri yanlış bir beklenti içinesokmaktadır. İstenecek bir şey varsa o da ölülerimizin hesabınınverilmesidir. Kendi adaletimizi kendimiz yaratacağız. Bu uğurdaatılacak ilk adımsa bu köhnemiş düzeni yıkmaktır. Bunu ise ancak işçisınıfının önderliğinde gerçekleşebilecek bir proleter devrim hayatageçirebilir. Köhneyen, insanlığı çürüten, hayal kırıklığına uğratan, biravuç insana hizmet eden burjuvazinin hukukudur. İşçi sınıfının vesosyalizmin hukuku ise çoğunluğun yararına, adil ve eşitlikçiolacaktır.

* Dünyada bulunan 26.000 “terörist” (BM raporuna göre)sayısının yarısı (13.000) ülkemizde bulunmaktadır.

Hukuk katilleri korumakiçin midir?

Page 28: Ekim Gençliği 136

28

Belediye önünde direnişebaşlayan işçiler sendikal

ihanete, belediyenin karalamakampanyasına ve zabıta-polis

saldırısına rağmen iki ayıaşkın bir süredir

kararlılıklarını koruyorlar.Direnişin sesini üniversitekampüslerine taşımak için

direnişçi işçilerli yaptığımızröportajı okurlarımıza

sunuyoruz.

-Ekim Gençliği olarakbaşlattığımız “Geleceğine sahip çık!”kampanyası kapsamında tüm arkadaşlarımızımücadeleye çağırıyoruz. Bu kapsamda bizlerinkarşılaştığı sorunlarla işçi sınıfının

karşılaştığı sorunlarınkaynağında aynı sisteminolduğunun farkındayız. Bizlerigeleceksizliğe, diplomalıişsizliğe mahkum edensistemle, sizleri taşeronköleliğine mahkum eden,işten atan sistem aynı. Siz busaldırılar karşısındayılmadınız ve direnişiseçtiniz. Bize direnişsürecinizi aktarmadan öncetaşeron sistemi ve çalışmakoşullarınızla ilgil bilgiverir misiniz?

Mahmut Gülbinat: Taşeronlaşmanıntemeli sömürüdür. Elimizdeki haklarımızınhepsi alınıyor. Kölece çalışıyoruz. Hiçbir sosyalfaliyetimiz, etkinliğimiz yok. Sadece iş-ev.Pazar günleri dahi amirlerimiz bizi çağırıp,kimse duymasın diyip CHP'nin işlerini, özel

işlerini yaptırıyordu. Mesela benüç pazar üst üste çalıştığımıbilirim. Ama öbür taraftan bizibu işlere gönderen amirler hiçsormuyordu taşeron işçileriişlerinden memnun mu, birihtiyaçları var mı diye.

Sigortanın dışında kuru birmaaş, o da asgari ücrettir.Asgari ücretin üzerine yolparasıyla yemek parasınıkoyuyorlar, o da 1034 tl.Sabah 9.30 akşam 17.00arası çalışıyorduk. Ancak işyetişmediği takdirde 20.00-

21.00'a kadar çalıştığımız oluyordu. Mesela bensulamada çalıştım iki buçuk ay. Her pazarçalışmam için iki gün izin vereceklerdi. Onpazar çalıştım, yirmi gün izin yapmam

gerekirken yedi gün izin yaptım. Çalışmakoşullarımız böyle. Bu sebeple işçi sınıfınıngeleceğine sahip çıkması lazım. Çünküpatronların, zenginlerin işine geldiği gibi ta80'lerde geldi taşeronlaşma, AKP'de bunuyasalaştırdı. Bizim de bunun karşısında kendigeleceğimize, ekmeğimize sahip çıkmamızlazım. Bu da ancak işçi sınıfı olarak mücadeleederek olur. Biz de direnişçi dokuz işçi olarakbunu yapmaya çalışıyoruz.

-Örgütlenme süreciniz nasıl başladı?

Ahmet Ekici: Geçen sene yaklaşık seksenarkadaş 1 Mayıs'a gitme kararı aldık,örgütlendik ve 1 Mayıs'a gittik. 1 Mayıssüreciyle örgütlenme başladı. 10-15 arkadaş biraraya gelerek sendikalaşma çalışmalarınabaşladık. Bu 15 kişi zaman geldi 50, 60, 70oldu. Genişleyince de sorunlar daha net ortayaçıkmaya başladı. Biz bu mücadeleyebaşlayınca bazı kazanımlar elde etmeyebaşladık. Genel-İş 2 No'lu Şube'de örgütlendik.Evraklarımızı verdiktensonra sendika bizi üç ayoyaladı. Şube başkanıNevzat Karataş bize şöylebir söylemde bulundu:Belediye başkanı ile biryemekte otururuz,hallederiz. Bu mücadeledebizim işimiz yemeklerekaldıysa vay bizimhalimize.

Böylece bizi dört-beş ay oyalamış oldular vesene sonu geldi. İhaleler başladı. Bu süreçtesendika işçinin yanında olacağına söylediklerişu oldu: “İhaleler bitsin, atılan atılsın, kalanlarbizimdir. Onlarla örgütlenme yaparız, sendikalfaliyete devam ederiz.” Yani bir sendika bunudüşünebiliyorsa vay işçi sınıfının halinediyebilirim. Biz de bu oyalamaları farkedincekendi çalışmalarımızı başlattık. Taleplerimizçerçevesinde bir imza kampanyası düzenledik.Topladığımız imzaları avukatlarımızla birlikteBelediye Başkanı Mustafa Zengin'e sunduk vegörüşme talep ettik. Bunun ardından da biziyirmi gün kadar oyaladılar. Açıkçası CHP'libelediye başkanı işçi sınıfını tanımadı. Biz debunun üzerine arkadaşlarımızla bir toplantıyaptık. Bu toplantıdan belediyenin önünde birbasın açıklaması yapma kararı çıktı.

20 gündür belediye başkanı ne işçiyi neemeği tanıyor diyerek yaklaşık 100 kişininkatılımı ile bir basın açıklaması yaptık.Eylemimiz sırasında belediyeden yetkili kişilerbizimle görüşme talep ettiler. O görüşmedebaşkan yardımcılarının korkudan dişlerininbirbirine vurduğunu hissettik. Bizden

CHP'li Maltepe Belediyesi önündeki direnişlerini sürdüren taşeronişçilerle konuştuk...

“Bu sisteme karşı tek bir çözüm var,

ortak mücadele”

Page 29: Ekim Gençliği 136

29

eylemimizi bitirmemizi istediler. Biz de birsonuç almadan eylemi bitirmeyeceğimizibelirttik. Bunun üzerine bize taleplerimizinkarşılanacağını ve hiçbir işçinin iştenatılmayacağını söylediler. Biz de bize verilensözlere dayanarak eylemimizi bitirdik. Hattaertesi gün Mustafa Zengin katıldığı bir radyoprogramında bizim komitemizi tanıyacağınadair beyanatta bulundu, bizimle görüşeceğinisöyledi. Evet iki gün sonra bizimle görüştü vebasın açıklamasını okuyan arkadaşımız AlperEkici'yi işten attılar. Bunun siyasi bir kararolduğu açık. Çünkü burada işçi sınıfının birhareketi var, sendikalaşma çalışması var,taşeronlaşmaya karşı gelmek var. Öncüarkadaşımızın işten atılmasının ardındandirenişe başladık. Ardından gelişen süreçte 8kişi daha işten atıldı. 50 gündür direnişteyiz.Yağmur, kar, çamur demeden kış şartlarındadireniyoruz. Bunlar yetmez gibi zabıtasaldırısına uğradık. Ama yılmadık. Yılgınlıkyok, direniş var diyoruz. Emperyalist köleliğe,faşist baskılara karşı birleşik direniş diyorum.Şunu da eklemek istiyorum çok kuşlar vardır,ama bir kartal vardır kilometrelerce ötedekizulmü görür. Yani kartal gözlü olanlar var budirenişte, bir de devekuşu olanlar var, kafasınıtoprağa gömenler.

-Maltpe Belediyesi CHP'li bir belediye.CHP'nin ve Kılıçdaroğlu'nun taşeronluğubitirmek gibi bir iddiaı var. Ancak CHP'nin veKılıçdaroğlu'nun söylemlerinde ne kadarsamimi olduklarını siz en yakından gördünüz.

Bununla ilgil birşeylersöylemek istermisiniz?

Ahmet Ekici:Söylemlerinin hepsi yalan.İnsanları kandırmak,kandırıp oylarını almaktanbaşka bir şey yapmıyorlar.Bir nevi hırsızlık. CHPGenel BaşkanıKılıçdaroğlu'nun kendisözleri var. Taşeronluk

kölelik rejimi demektir, meydanlara çıkın diye.Burada bi meydan var, bir direniş var. Amaburada ne Kılıçdaroğlu ne CHP var.

İlhan Yılırım: Toplam üzerinden ben birşeyle söylemek istiyorum. Taşeronlukgünümüzde işçilere dayatılan kuralsız, esnekçalışma koşulları demektir. Maltepe taşeronbelediye işçileri olarak biz taşeronluğa karşıçıkarken bu cepheden karşı çıkıyoruz.“Örgütlüysek herşeyiz, örgütsüzsek hiçbirşeyiz”diyerek başlayan mücadelemiz bir direnişletaçlandı. Sendikalaşma gibi bir hedefimiz varama sendika bürokrasisi CHP ile girmiş olduğuo kol kola ilişkiyi açıktan göstermiş oldu. Yanisendikanın başında bulunan bürokratların hiç deişçi sınıfından yana tavır almadığını gördük.Bunu en iyi belediyenin hazırlamış olduğusavcılığa verilen suç duyurusunun altına imzaattıklarında gördük. Belediye-İş 6 No'lu ŞubeAli Beyaz, Genel-İş 2 No'lu Şube NevzatKarataş, Genel Hizmet-İş Gülay Özmen imzaattı. Ama bunun karşısında KESK'e bağlı TümBel-Sen 3 No'lu Şube imza atmayarak tavrınıbizden yana koymuştur. Ya işverenin ya daişçilerin, emekçilerin sendikası olacaklarını

söyleyerek imza atmamış ve bizden yanatavır koymuştur. Sınıfdayanışmalarındankaynaklı onlarateşekkür ediyoruz. Bizsendikaların gerçekyüzlerini bu imzalardandaha iyi görmüş olduk.Genel-İş 2 No'luŞube'nin tutumuyla bizimsendikalaşma sürecimizde kesilmiş oldu. CHP ilearalarının bozulmamasınıistediklerini söylediler.

-Üniversiteöğrencilerine söylemekistediğiniz bir şey var mı?

İlhan Yılırım: Başta da söyledik. Bizimmücadelemiz kölece çalışma koşullarınıdayatan, güvencesiz çalışmayı dayatantaşeron sisteminekarşıdır. Bu mücadeletek başına bizimverdiğimiz mücadeledeğil. Farklı alanlardaaynı sorunları yaşayanBillur Tuz'un, Limanişçilerinin, DESAişçilerinin, Çapa'daçalışan taşeron işçilerininde mücadelesidir. Bugününiversite kapılarını işçi,emekçi çocuklarınakapatan ve orada anadildedemokratik eğitim isteyenve mücadele eden öğrenciarkadaşların da sorunudur bizim yaşadıklarımız.Sorunlarımız ortaktır. Bu sorunlara karşı ortak,birleşik mücadele öremediğimiz koşulda,eylemlerimizi ortaklaştıramadığımız koşuldabize bu süreci dayatanların saldırıları artarakyoğunlaşacaktır. Bugün sorunlaraynıdır.Üniversitelerde,tersanelerde,fabrikalarda sorunlarıdayatan bu sisteminkendisidir. Bu sistemekarşı da tek bir çözümvar, ortak mücadele.Buradan herkeseçağrımızdır. MaltepeBelediyesi taşeronişçilerinin mücadelesiTürkiye'de yaşanan bütünkuralsız dayatmalara karşımücadeledir.Mücadelemize herkesin omuz vermesinibekliyoruz.

Mahmut Gülbinat: Ben de üniversiteöğrencilerine şunu söylemek istiyorum. Bugünsömürülen bütün insanların geleceği elindenalınıyor. Üniversite öğrencilerinin de geleceğiçalınıyor. Bence herkesin kendi geleceğinesahip çıkması lazım. Herkesin sorunun birucundan tutması lazım. Üniversite öğrencilerineşunu söylemek istiyorum. Taşın altına sen deelini koy.

Ekim Gençliği / İstanbul

Page 30: Ekim Gençliği 136

Kapitalizmin krizinin iyice derinleştiği ve kapitalist ekonomistleregöre dahi bu süreçten ancak savaşlarla çıkılabileceği gerçeğininönümüzde durduğu bir süreçten geçmekteyiz. Böyle bir süreçteMalatya’ya yerleştirilen “Füze Savunma Kalkanı” çok da tesadüfi birdurum değil. Dünya ölçeğinde yaşanan emperyalist kutuplaşmalar,ABD’nin İran’ı tehdit etmesi, buna karşı Rusya’nın İran’a sahipçıkması, adeta içerisinden geçtiğimiz süreci niteler durumdadır.

Tam da böylesi bir sürecin içerisinden geçerken Kürt halkı bir kezdaha kapsamlı bir devlet terörü ile karşı karşıya kalmaktadır.Ortadoğu’daki yeni şekillenişte aktif taşeron haline gelen Türkiye,içerideki en diri muhalefet olan Kürt halkını sindirmek için başlattığıtutuklama saldırılarına şimdi de katliamlarla devam ediyor. Öncelerihavuç-sopa taktiğini kullanan sermaye devleti, artık gemi iyice azıyaalarak Kürt halkı üzerindeki baskı politikasını arttırmaktadır. BinlerceKürt siyasetçi, avukat, sendikacı, öğrenci gözaltına alınıptutuklanırken, bunlar da yetmezmiş gibi 34 Kürt köylüsü Uludere’debombalanarak katledildi. Katliama sahip çıkan sermaye devletigerçekleşen protestolara ise azgınca saldırdı. Aralarında BDSP'li EsinYıldız’ın da bulunduğu onlarca kişi tutuklandı. Yine Ankara’dayapılan bir operasyonla Uludere katliamını lanetledikleri için 6 Kürtgenci tutuklandı. Sermaye devletinin yıllardır gerçekleştirdiğikatliamlara yeni bir halka olarak eklenen Uludere katliamı, Kürt halkı

için ne ilk olmuştur ne de son olacaktır.

Sermaye devleti Kürt halkına sadece fiziki olarak değil topyekûnbir saldırı başlatmıştır. Sermayenin sözcülerinden Tayyip Erdoğan’ınsöylediği “onları oksijensiz bırakacağız” sözünün sonuçlarından biriolarak devlet kendi “Kürt aydınını” yaratıyor. Kısa bir süre önceTürkiye’ye giriş yapan Kemal Burkay, kendisine düşen görevilayıkıyla yerine getirmek için çok da zaman kaybetmedi. Gelişitelevizyonlarda günlerce gündemde kalan Kemal Burkay, kamuoyunamal edildikten sonra şimdi de açıklamalara başladı. PKK ileErgenekon’un bağını kuran Burkay, sanki kısa bir süre önceUludere’de sermaye devleti tarafından katledilenler 34 Kürt gencideğilmiş gibi PKK’nin neden hala silah taşıdığını soruyor. Şunuunutmamak gerekiyor ki zulmün olduğu yerde başkaldırı daimameşrudur. Abdullah Gül’ün “Kürt sorununda iyi şeyler olacak”açıklaması ile başlayan tasfiye süreci bugün Burkay’ın açıklamaları iledevam ediyor. AKP hükümeti kendi yargısını, alevisini yaratırkenşimdi de kendi Kürt aydınını yaratmaya başladı.

Kürt halkı faşist baskılarla teslim alınmak isteniyor

AKP hükümeti “ustalık” döneminin de getirdiği pişkinliklesaldırılarına dizginsizce devam ediyor. Ortadoğu’daki yeni şekilleniştepastadan pay kapma yarışında kendi içerisinde diri bir muhalefetbırakmamak için her türlü yola başvuruyor. Bir tarafta Hrant’ınkatillerini serbest bırakırken diğer tarafta mağdur rollerine giriyor. Herhaliyle devletin organize bir katliamı olan Hrant Dink katliamındaörgüt bulamayanlar, binlerce Kürt gencini, siyasetçisini, avukatınıtutuklarken örgüt bulmakta çok da zorlanmıyorlar. Öyle bir süreçtengeçiyoruz ki, artık puşi takmak, kırmızı fular giymek örgüt üyeliğinindelili arasına konuluyor ve bunlardan yıllarca tutuklu kalınıyor.İnsanlar katıldıkları eylemlerde kurşunlanarak katlediliyor. Tümbunlar ise devlet tarafından “onlarda orada olmasalarmış” denilereksahipleniliyor. Tüm bu baskı politikaları ile ciddi bir dinamizme sahipolan Kürt halkı dizginlenmeye ve teslim alınmaya çalışılıyor.

Bir diğer taraftan faşist gericilik tırmandırılarak toplumda birkutuplaşma yaratılmaya çalışılıyor. Birçok ilde Kürthalkına yönelik linç girişimleri başlatılmaya çalışılıyor.

Kürt gençleri anadilde eğitim hakkından yaralanamazken asimilasyonpolitikalarının ilk adımları daha ilkokulda atılmaya başlanıyor.

Evet, sermaye devleti için her şey daha fazla kar demektir. Sondönemde yaşanan Wan depreminden sonra, yardımlar buraya asgaridüzeyin üzerinde ulaşmamıştır. Oradaki halkın acıları üzerinden primyapanlar, hala oralara hiçbir yardım götürmemişlerdir. Televizyonlardatoplanan trilyonlarca liranın ise nereye gittiği hala açıklanmamıştır.Yardım isteyen Wanlılar'a ise “hele bir kışı atlatın” denilerek karşılıkverilmiştir. Depremi bile kendisi açısından ranta çeviren bu devletinçadırlarda yanarak can veren her bir insanın ölümünde parmağı vardır.Uludere’de 34 kişiyi katletmekle Wan'da o kadar insanı görmezdengelerek kış günü yazlık çadırlarla ortada bırakmak aynı şeydir.

Kürt gençliği geleceğine sahip çıkmalıdır

İşsizliğin günden güne arttığı, binlerce üniversite mezununun işbulamadığı, binlerce öğrencinin ise parası olmadığı için okuyamadığıbir süreçten geçerken Kürt gençlerinin omuzlarına iki kat daha fazlayük biniyor. Bir taraftan anadilde eğitim sorunları, bir taraftan ciddibir geleceksizlik bir diğer taraftan ise sürekli bir devlet terörü gerçeğiönlerinde duruyor. Devlet birçok eylemde direnişte en ön saflarda yeralan Kürt gençlerinden korkusunu taş atan çocukları ailelerininyanlarından almakla tehdit ederek bir kez daha göstermiş oluyor.Eylemlerde özel hedef gözeterek ateş ediyor. Birçok Kürt gencinikatlediyor. Katliamlara sessiz kalmayan Kürt gençlerini cezaevlerinedolduruyor.

Tüm bu saldırıları ise Kürt gençleri 15 yaşındaki bedenleri ateşevererek “karanlıkları bedenlerimizin ateşi aydınlatacak” şiarı ilekarşılıyor. Burada öne çıkartılması gereken durum eylem şekli değil,Kürt gençliğinin feda ruhu ve direniş geleneğidir. Kürt gençliğiMazlumlar'dan devraldığı bayrağı direnişi büyüterek dalgalandırmalı,geleceği ve özgürlüğü için mücadeleyi Türk işçi ve emekçi çocuklarıile ortaklaştırmalıdır.

Haziran ayında gerçekleşen seçimler sonrası meclisin işlevsizliğibir kez daha gözler önüne serilmiştir. Kürt halkının seçimlerdeçıkardığı milletvekilleri tutuklulukları nedeniyle meclise giremiyor.Kimi milletvekillerinin vekillikleri düşürülüyor. Tüm bunlar çözümünmecliste değil sokakta olduğunu bir kez daha bizlere gösteriyor.Reformist hayallere kapılarak meclisten bir şeylerin düzeleceğinidüşünmek yerine kurtuluşun mücadeleden geçtiğini unutmamakgerekiyor. Bu süreçte insanlardan oy yerine mücadeleye omuzvermesini istemek gerekiyor.

Gerçek ve kalıcı bir barış

ancak sosyalizmle mümkündür

Son bir yıla girmeden önce özellikle Kürt hareketinin ve reformistsolun vurguladığı ‘barış’ sloganının bu sistemde sürekliliğinin vegerçekliğinin olmadığı bir kez daha ortaya çıkmış bulunuyor. Kürthalkının gerçek ve kalıcı bir barışa kavuşmasının yegâne yolu Kürtişçi ve emekçileri ile Türk işçi ve emekçilerinin mücadelelerinibirleştirip kapitalist sistemi yıkmasıyla mümkündür. Aksi halde bukısır döngü devam edecektir.

Tüm baskı ve saldırılara karşı verilmesi gereken cevap topyekûnsaldırıya karşı topyekûn direniştir. Kurulacak ilkeli birliktelikler busüreçte işlevli görevler görecektir. Aksi takdirde bu saldırılarıgöğüsleyebilmenin pek bir imkânı yoktur.

Teslimiyete hayır...

Direnişe davet var!A. Akın

30

Page 31: Ekim Gençliği 136

Bir önceki sayımızda “Demokrasi mücadelesi ve devrim”başlığı ile yayınlanan yazıda program sorunları üzerinegerçekleşen konferansların ilki ele alınmıştı. Yazının başında faşistbaskı ve terörün tırmandırıldığı şu günlerde demokrasimücadelesinin kapsamını ve devrim mücadelesinde tuttuğu yeriincelemenin yerinde olacağı belirtilmişti. Aynı şekilde, emperyalistsavaş ve saldırganlığın tırmandırıldığı şu günlerde, bağımsızlıkmücadelesi ve devrim kapsamında gerçekleşen ikinci konferansıdeğerlendirmek de bir ihtiyaç olarak durmaktadır.

Öncelikle, bağımsızlık sorununun kapsamına bakıldığında,konunun anti-emperyalist mücadele ve siyasal bağımsızlık sorunuolduğu görülecektir. Ki bu sorun, demokrasi sorunu ile birliktegeleneksel halkçı akımların programının iki temel argümanınıoluşturmaktadır. “İçte demokrasi, dışta bağımsızlık” formülasyonuile ortaya konulmakta ve burjuva demokratik devrim-halk devrimistratejisinin temel argümanlarını oluşturmaktadır. Kısacasıgeleneksel halkçı akımlar tarafından bağımsızlık sorunu dademokrasi sorunu gibi burjuva demokratik sınırlar içinehapsedilmektedir.

Kuşkusuz bağımsızlık mücadelesi ve bu kapsamdaki anti-emperyalist mücadele ulusal nitelikte bir sorundur. Ancak budurumdan, geleneksel halkçı akımların yaptığı gibi, ulusalmücadelenin her zaman burjuva demokratik bir içerik taşıyacağısonucu çıkartılamaz. Bu tam da bağımsızlık sorununun her dönemve koşulda geçerli tek bir çözüm formülünün olmaması ilealakalıdır.

Ulusal sorunun ilk ortaya çıkışı Batı'da feodal parçalanmışlığıortadan kaldırmak, ulusal pazar etrafında birliği sağlamaktı. Buçerçevede de karakteri doğal olarak burjuva demokratik bir niteliktaşıyordu. Ancak 19. yy sonu, 20. yy başına gelindiğinde sorun çokuluslu imparatorlukların bünyesindeki ezilen ulusların varlığı ilebelirlenmektedir. Sorun ezilen ulusların ezen ulusunegemenliğinden kurtulması sorunudur ki burjuva demokratikdevrim kapsamında çözümünü bulmaktadır. 1905 Rus Devrimisonrasında ise sorun ezilen halkların emperalist-sömürgecikölelikten kurtulma mücadelesi olarak karşımıza çıkmaktadır. Çingibi ülkelerde sorun içte feodalizm, dışta ise emperyalizm ilehesaplaşma şeklinde, yani burjuva demokratik nitelikteçözülmüştür.

Yukarıda belirtilen tarihsel dönemlerde çözüm olarak ortayakonan burjuva demokratik devrim aşamasını içerisindebulundukları koşullar ve ihtiyaçlarla değerlendirebilmek, bukapsamda da Türkiye'nin mevcut koşullarının ihtiyaçlarınıgörebilmek açısından faydalı olacaktır. Bu noktada kapitalizminiktisadi egemenliğini tam olarak sağladığı, bu kapsamda daemperyalizme kölece ilişkilerle bağlı olan Türkiye'de gerçekanlamıyla bir bağımsızlığın sermayenin sınıf egemenliğinidevirmek ve emperyalizmin zincirini Türkiye halkasındankırmaktan geçtiği görülecektir.

Kısacası “bağımsızlık” ve anti-emperyalist mücadele sorununungeleneksel halkçı akımların indirgediği gibi “siyasal bağımsızlık”sorununa indirgenemeyeceği açıktır. Bu noktada gözdenkaçmaması gereken nokta, en tam gibi görünen bir siyasalbağımsızlığın bile gerçekte emperyalizmin iktisadi ve maliegemenliği ile pekala bağdaşabileceğidir. Portekiz Devrimideneyimi bunun en açık örneğidir. Portekiz deneyimindeburjuvazinin sınıf iktidarına karşı bir yönelim yoktur. Burjuvazinin

ve toprak sahiplerinin sınıf egemenliği korunmuştur, fakatiktidarın siyasal biçiminde bir değişiklik yaşanmış ve siyasalbağımsızlık elde edilmiştir. Bu kapsamda önemli demokratikadımlar atılmıştır. Ancak kısa bir süre sonra görülmüştür kiemperyalizmin Portekiz üzerindeki egemenliği pekişereksürmeye devam etmiştir.

Günümüz koşullarında, Türkiye'nin bağımsızlıksorununun gerçek çözümünün burjuva demokratik sınırlarıaştığı açık bir şekilde ortadadır. Bu noktada devrimstratejisinde “bağımsızlık mücadelesi”nin önemi ve burjuvademokratik sınırları nasıl aştığını madde madde belirtmekfaydalı olacaktır:

Bir devrim, ancakemperyalizmin dünyaegemenliğiolgusuylahesaplaşmaklaolanaklı olabilir.Aksi takdirdemahalli birsömürgeci gücünegemenliği altındançıkıp şu veya buemperyalist kuvvetinegemenliği altınayeniden girer.

Türkiye konumuitibari ile kritik bir bölgede bulunmaktadır. Ortadoğu, Kafkasya,Balkanlar gibi bunalım bölgeleriyle çevrilidir. Bu kapsamdaemperyalizmin bölgedeki egemenliği ile hesaplaşma perspektifiolmayan bir devrimin Türkiye'de başarı şansı yoktur.

Türkiye'de egemen olan kapitalist sistem emperyalist sisteminbir parçasıdır. Yani egemen sınıf iktisadi ve toplumsal bakımdandolaysız olarak uluslararası sermayenin bir parçasıdır. DolayısıylaTürk burjuvazisiyle hesaplaşmak demek onun gerisindekiemperyalizmin Türkiye üzerindeki köleci egemenliği ilehesaplaşmak demektir.

Bağımsızlık mücadelesi ve bunun devrim stratejesinde tuttuğuyeri yukarıda çizilen çerçevede ele almak bize anti-emperyalistmücadelenin azami ve asgari programını işaret etmektedir.Emperyalizmin iç toplumsal dayanaklarıyla tasfiye edilmesi, ki buancak sosyalist devrim stratejisi ile gerçekleşebilecektir, azamiprogramı oluşturmaktadır. NATO'dan çıkılması, emperyalistüslersin kapatılması, IMF ile tüm anlaşmaların iptal edilmesi gibiileri sürülebilecek bir dizi siyasal ve iktisadi önlem kapsamındaki“acil istemler platformu” ise asgari programı oluşturmaktadır. Bukapsamda emperyalist savaş ve saldırganlığın tırmandırıldığı şugünlerde “acil istemler platformu” kapsamında mücadeleyibüyütmek, böylece mücadelenin toplumsal dayanaklarınıarttırmak, bununla birlikte sorunun gerçek çözümünün ancakdevrim mücadelesi ile olanaklı olacağını göstermek ömümüzdegörev olarak durmaktadır.

Bağımsızlık mücadelesi ile ilgili daha kapsamlı bilgi ise EksenYayıncılık'tan çıkan “Program sorunları üzerine konferanslar-Bağımsızlık ve Devrim / H. Fırat” kitabınınincelenmesi ile elde edilebilir.

Bağımsızlık mücadelesi ve

devrimB. Bahar

31

Page 32: Ekim Gençliği 136

32

Medyada, Atlas Deneyi ilginç bir biçimde oldukçageniş bir yer buldu. Basında öyle bir imaj yaratıldı ki,sanki deney maddenin özelliklerini ve kütlenin nasıloluştuğunu değil de tanrının dünyayı nasıl yaratmışolduğunu anlamak için yapılıyor. “Higgs bozonu” adıverilen, kuramsal olarak öngörülen, henüz AtlasDeneyi'nde dahi tespit edilememiş olan bir atomaltıparçacığın bu deney sonucunda akıbeti belli olacak.Eğer ki parçacık tespit edilirse, aynı yöndekiçalışmalar derinleşecek; parçacığın bir kurgu olduğuanlaşılırsa yepyeni kuramlar ortaya atılacak. Herdurumda bu deneyler evrenin yapısına dair insanlığınşu ana kadar edindiği bilgilerin derinleşmesiylesonuçlanacak.

Protonların ve nötronlarıntemel, yani indirgenemezparçacıklar olmadığıyıllardır biliniyor. Türlübiçimlerde sınıflandırılan61 farklı temelparçacık var.Bunlardan birisi dehenüz görülemeyen,milyarlarca dolarınvarlığını ya dayokluğunugöstermek adınaharcandığı Higgsbozonu. Varsayımagöre bütün evrenikapsayan bir Higgsalanı var. Bir parçacığınkütlesi olup olmadığınıve varsa niye fazlaolduğunu bu alanlagirdiği etkileşim belirliyor.Bu alanla etkileşimi daha fazla olan temelparçacıklar, diğer parçacıklardan daha çok kütleyesahip oluyor. Bu alandaki taşıyıcı parçacık ise Higgsbozonu. Kütleçekimi gibi fiziğin en temelkonularından birinde bu kadar önemli bir yer tutanparçacığın deney aracılığıyla yanlışlanması dadoğrulanması da tüm doğa bilimleri açısından önemlibir yerde duruyor.

Atomaltı parçacıklarının keşfi, en küçüğükeşfetmekten aslında çok daha fazlası. Evrenin şu anakadar nasıl bir değişim geçirdiği ve bundan sonra nasılbir değişikliğe uğrayacağı bu parçacıklar hakkındadaha çok bilgi sahibi olmaktan geçiyor. Şu basitnedenle ki evrenin zaten bu parçacıklardan oluştuğuvarsayılıyor. 13.7 milyar yıldır bugünkü fizikkurallarının geçerli olduğu ve ondan öncesindeenerjinin yüksek yoğunluğu nedeniyle fizikkurallarının daha farklı olduğu biliniyor. Şimdikiteknolojiyle bilinebilecek bu 13.7 milyar yıl,parçacıkların nasıl oluştuğu ve nasıl kütle kazandığıylailgili teoriler yardımıyla anlaşılabiliyor. Evrenindeğişimiyle ilgili bilgi, atomaltı parçacıklarla ilgili

bilgilerin artışıyla artacaktır.

Deneyin kendi olası sonuçları dışında bizegösterdiği önemli şeyler var. Evrenin doğasıanlaşıldıkça çözülmesi gereken problemlerin sayısınında aynı şekilde artması bunlardan biri. Bilim çeşitliyönlerden gelişmesini sürdürüyor. Parçacık fiziği,görünürde pratik için çok şey vaad etmiyor. Ancakbilimi her bir dalın pratikteki yansımalarına göredeğerlendirmek doğru değil. Daha önceki birçokbilimsel ilerleme umulmadık yararlar ve tabii kizararlar da getirdi. Bu alandaki ilerlemelere de bugözle bakmak gerekiyor.

Peki bu parçacıklar diyalektiğimi kanıtlıyor? Ya da deneyleridealizme kapı mı aralıyor?Sorunu bu şekilde koymak hatalıolacaktır. Fiziğin bu gelişmedüzeyinde metafizik bir temelde

yapılması zaten imkansız.Doğa bilimlerinde zaman,metafizik ögeleri bir birçöplüğe gönderdi.

Kuramlar elbette var olanşeyden daha fazlasını iddiaeder ancak bu doğaya iyi bir

açıklama getirmek adınamecburidir de. Deneylerbirtakım olguları

kesinleştirmek veyatahminleri doğrulamak adına

yapılır; kuramlar arasından olgularıen iyi açıklayan ve en iyitahminlerde bulunanlar seçilir. Genel

kabul görmüş kuramlar, böylecemaddi gerçekliği en iyi açıklayanlar ya da pratikte

en çok iş görenler olur. Bu bakımdan doğabilimlerine ve yapılan deneylere güvensizlik beslemekhatalıdır. Dahası bilimsel bulguları, felsefi düzeydetest edip yanlışlığına kanaat getirmek maddigerçeklikten kopup ideolojiler alanına kaymakanlamına gelecektir. Elbette bu da marksizmin entemel kazanımlarından vazgeçip hegelciliğe dönmekleeşdeğerdir. Marksistlerin bir deneyi idealist diyenitelendirebilmesi için ortada güçlü bilimselgerekçelerin olması gerekir. En azından temelbilimlerin çok fazla teknik bilgi gerektirdiği veolgularla uyumlu olmayan kuramların yaşama şansıbulamadığı bir dönemde eleştiri çok dikkatliyapılmalı.

Günümüzdeki bilimsel bilgi düzeyi ve teknolojikaltyapı yeni gelişen bilim dallarıyla birlikte elealınırsa, insanların birkaç on yıl içerisinde dünyadakitüm sosyal sorunları aşabilecek potansiyele sahipolduğu basit bir hayalden ya da ütopyadan çok dahafazlasını ifade ediyor. Evrenin geçmişiyle ilgili,maddeyi ne kadar verimli kullanabileceğimize, enerjiüretimine ve en verimli besin üretim yollarına ilişkinbilgi ve altyapı artık kaynakların yetersizliğine ilişkin

Son gelişmeler ışığında...

Bilimin toplumdaki rolü

Günümüzdekibilimsel bilgi düzeyive teknolojikaltyapı yeni gelişenbilim dallarıylabirlikte ele alınırsa,insanların birkaçon yıl içerisindedünyadaki tümsosyal sorunlarıaşabilecekpotansiyele sahipolduğu basit birhayalden ya daütopyadan çokdaha fazlasını ifadeediyor.

Page 33: Ekim Gençliği 136

33

Toplumu değiştirmekisteyenlerin içinde

yaşadıkları toplumubelli bir doğrulukla

kavramaları gerekir.Bu materyalist bir

dünya anlayışınıgerektirir. Birçok bilimadamı da bu anlamda

materyalisttir. Ancak işbununla bitmez.

Toplumu değiştirmekisteyenler siyasete,

ekonomiye ve ideolojikyapıya ve bunların

birbirleriyle ilişkilerinedair belli bir açıklığa

sahip olmalıdır.Materyalist tarihanlayışını temel

almadan toplumlarınnasıl değiştiklerini

anlamaya çalışmak yönbilgisi olmayan birininokyanusun ortasındapusulasız bir şekildedoğru yöne gitmeyeçalışmasına benzer

burjuva yargıların tamamıyla sınıfsal nitelikteolduğunun açık kanıtı. Genetiğin yaygın ve denetimlibir şekilde kullanılması dünyadaki açlığın çözümündeönemli bir rol oynayacaktır. Ya da hidrojen enerjisininyaygın kullanımı diğer enerji kaynaklarınıngelişimiyle birlikte düşünüldüğünde, dünyanınenerjiyle ilgili tüm problemlerini çözecek niteliktedir.Benzer şekilde atomlarla ya da moleküllerle oynayıp,yüksek kalitede ürün elde etme yöntemi olannanoteknoloji meta üretiminin olduğu tüm alanlardayaygın olarak kullanılabilecek. Tüm bunlar, sosyalistbir örgütlenmenin teknolojik ve bilimsel temelinioluşturduğunda kıt kaynaklar tarihe karışacaktır. Yaniilk olarak insanların önündeki en temel sorunları(açlık, çalışma saatlerinin düşürülmesi, işsizlik,uyumlu bir toplum) çözecek bir örgütlenme, zamaniçerisinde sınırsız kaynaklara sahip olacaktır.Emekçiler kapitalizmin onlara sunduklarıyla yetinmekzorunda değildir. Uluslararası düzeyde planlı birörgütlenme, kaynakların doğru dağılımının,çalışmanın daha az saate yayılıp daha verimliolmasının yolunu açacaktır.

Kaynakların verimsiz kullanılması kapitalizmin biryönüdür; üretici güçleri yıkıcı güçlere dönüştürmekise bir başka yönü. Bilimsel gelişmenin insanlarınasgari düzeyde çalışıp, başka türlü etkinliklere dezaman ayırabilmesinin temeli olduğu bir gerçek. Gerçibugün, bilimsel ve teknolojik gelişimin zirvenoktasında, insanlar köle gibi çalışıyor, hatta çoğuzaman çalışacak iş de bulamıyor ve dahası ironik birşekilde aç kalıyor. Tüm bunların gelişmişlik düzeyiyleuyuşmadığı açık. Özel mülkiyet artık bu gelişmişlikdüzeyini taşıyamıyor. Geçen yılki tüm o sosyalhareketlilikler bunun açık bir ifadesi. Bununla birliktekapitalizm, insanı bir tür olarak 10 kere ortadankaldırabilecek silahlara bilimin gelişmişlik düzeyiylesahip oldu. 2. Emperyalist Paylaşım Savaşı, dünyadakinüfusun %3.5'ini mezara yollamıştır. Bugünemperyalist ülkelerdeki, nükleer silah, roket, uçak,tank, gemi ve denizaltı kapasitesi eskisine oranlakatlanmış durumda. Ve bunlar bilim ve teknolojiningetirdikleriyle birlikte sınırsız bir yok ediciliğe sahipartık. Özellikle insanların gelişimini bilimin birfonksiyonu olarak görenler, kapitalistlerin emrialtındaki bilimin insanları tamamen ortadankaldırabilecek silahları yarattığını da dikkate almalıdır.

Bilim, toplumların bir fonksiyonu olarakdeğerlendirilmelidir. Bugün bilim, doğa bilimleriyleolsun sosyal bilimleriyle olsun, tam olarakburjuvazinin çıkarlarınca yönlendirilir. Ancak doğabilimleri ve sosyal bilimler yapıları gereği farklıbilimsellik derecelerine sahiptir. Doğa bilimleri (fizik,kimya, biyoloji, astronomi, jeoloji vs.) hem incelemealanlarının daha nesnel oluşuyla hem de kapitalizmintemeli olan meta üretimi alanının ve silah üretimininbu alanlarla sıkı sıkıya bağlı oluşu nedeniyle bilimselesaslara dayalı olarak yapılmak durumundadır.Kapitalistler arası rekabet teknolojik gelişimi bu dadolaylı ya da dolaysız olarak bilimdeki ilerlemelerigerektirir. Uluslararası rekabet en öldürücü silahlarıüretmeyi, en iyi radarlara ve en iyi uydulara sahipolmayı gerektirir. Tüm bunlar (elbette olumsuz yönleriayıklanarak) sosyalist bir toplumun geçmiş toplumdanalacağı en kritik kültürel unsurlardır.

Sosyal bilimler de burjuvazinin kontrolünde veyine onun çıkarları adına yapılır. Ancak sosyalbilimlerin alanı insan ve toplumlar olduğundanbilimsellik birçok kez ikinci planda kalır. Sosyalbilimler, ekonomiden psikolojiye, tarihten felsefeye,

çağının bütün önyargılarını içinde barındırır. Hertürden idealist öge bu bilimlerin bilimselliğini tartışmakonusu eder. İnsanları ve toplumları burjuva bir gözleokumaya kalkışmak, olayların tarihselliğini göz önünealmamak, üretim ilişkilerinin geçici niteliğini gözdenkaçırmak, günümüzdeki ahlaki normlardan evrenselahlaka ulaşmaya çabalamak, tarihi burjuvazinin bakışaçısından yorumlamak, dahası dünyada neler olupbiteceğine dair öngörülerde inanılmaz biryeteneksizlik bu bilimlere karşı daha fazla eleştirelolmayı zorunlu kılar.

Ya siyasete nasıl bakış açıları sunuyor sosyalbilimler? O kadar demokratik olan Avrupa'nın bir seneiçerisinde demokratikliğinden eser kalmamasını, faşistyapıların her yerde peydah olmasını, polislerinevrensel barbarlığını, hükümetlerin tekelleri korumasevdalarını nasıl açıklıyor? Bunlar elbette burjuvabakış açısıyla açıklanamaz. AB'nin en baştan beriemperyalist bir proje olarak görülebilmesi,emperyalist savaşların ve devrimlerin ne zamanolacağının kestirilmesi, burjuva demokrasisinin nezaman askıya alınacağının bilinmesi; ekonomininsiyasi yapıyı belirlediği, siyasetin maddi çıkarlarzemininde yapıldığı, ulus devletlerin o ülkelerinburjuvazisinin bir aracı olduğu ve devrimlerin krizleritakip ettiği gerçeklerinin anlaşılmasına bağlıdır. Tümbunlar günümüzdeki sosyal bilimlerle Marksizmarasındaki uçurumu gösterir. Sosyal bilimlerliteratüründe, küreselleşmenin erdemlerini, sanayisonrası bilgi toplumlarına geçtiğimizi, emperyalistlerarası savaşın tarihe karıştığını, insan doğasınındeğişmez olduğunu, evrensel ahlak kuralları olduğunu,devrimlerin geride kaldığını; yani kısacası kapitalisttoplumu görüyoruz. İnsan böyle bir bilimi nasıl olurda ciddiye alır?

Toplumu değiştirmek isteyenlerin içindeyaşadıkları toplumu belli bir doğrulukla kavramalarıgerekir. Bu materyalist bir dünya anlayışını gerektirir.Birçok bilim adamı da bu anlamda materyalisttir.Ancak iş bununla bitmez. Toplumu değiştirmekisteyenler siyasete, ekonomiye ve ideolojik yapıya vebunların birbirleriyle ilişkilerine dair belli bir açıklığasahip olmalıdır. Materyalist tarih anlayışını temelalmadan toplumların nasıl değiştiklerini anlamayaçalışmak yön bilgisi olmayan birinin okyanusunortasında pusulasız bir şekilde doğru yöne gitmeyeçalışmasına benzer. İçinde bulunduğumuz dönemin,tarih açısından ne kadar önemli olduğunu materyalistbir tarih anlayışının yokluğunda değerlendirmekneredeyse imkansızdır. Öyleyse toplumu değiştirmekiradesinde olan herkesin marksizmi titiz bir şekildeincelemesi ve toplumları materyalist bir bakış açısıyladeğerlendirmesi zorunludur.

Page 34: Ekim Gençliği 136

Devrimci-komünist hareketin geçmişi olduğu kadar;emperyalizmin Türkiye’deki boyunduruğu ve bu hâkimiyetinkökleri de oldukça derinlere uzanıyor.

Kemalist hareket önderliğinde yürütülen Kurtuluş Savaşı'nınardından, 24 Temmuz 1923 tarihli Lozan Barış Antlaşması ilesınırlı bir siyasal bağımsızlık kazanılmış ve Türkiye Cumhuriyetikurulmuştur. Bunun hemen ardından ise işgale karşıemperyalistlerin uşakları ile savaşıldığı, büyük bedeller ödendiği“unutularak” emperyalizmin boyunduruğu altına girilmiştir.

Daha 4 Mart 1923’te İzmir İktisat Kongresi ile “ekonomikbağımsızlık” palavraları eşliğinde emperyalizme tabi olunmuş,kapitalist yol tutulmuştur. Her ne kadar başlarda bir nebze mesafelidurulsa da çok geçmeden siyasal, diplomatik vb. tüm alanlarda ABemperyalizmiyle, sosyalist işçi cumhuriyetleri (özelde SSCB)aleyhine büyük bir uyum yakalanmıştır. “Muasır medeniyetlerseviyesine çıkmak” ideali tam da bunun, emperyalist dünya ilebütünleşme hedefinin bir ifadesidir.

Demokrat Parti döneminde emperyalizm ile olan bağımlılıkilişkileri yeni bir düzeye sıçradı. 1950’de, Nazım Hikmet’in “23Sentlik Asker” şiirine de konu olan Marshall Yardımlarıkarşılığında, emperyalist çıkarlar uğruna 5 bin asker KoreSavaşı’na yollandı. Türkiye Cumhuriyeti 1952 senesinde NATO’yakatıldı. Ve ilk askeri üsler 1954’de tamamlandı.

Anti-emperyalist uyanış ve ilk hareketlenmeler

“Emperyalizme bağımlı kapitalist gelişme, artan kapitalist baskıve sömürü, geniş küçük-burjuva yığınlarda öfke ve protestolara yolaçtı. …” (1) , “… Türkiye tarihinde sosyalizm istemi ve özlemininkitleselleştiği dönemin başlangıcı oldu bu yıllar. Emperyalizminartan hâkimiyeti, emperyalist sömürü ve yağmanın belirginleşmesi,yığınların anti-emperyalist bilincini uyandırdı.” (2)

Öğrenci gençliğin o dönem ilk eylemli süreci 67’deki 6. Filoprotestosu ile açıldı. Amerikan 6. Filosu, Temmuz ’68’deki birsonraki gelişinde de protesto gösterileri ile karşılandı.

Eyleme katılanları yakalamak için 17 Temmuz günü İTÜÖğrenci Yurdu basılır. Hukuk fakültesi öğrencisi VedatDemircioğlu polisler tarafından pencereden atılarak öldürülür.Vedat’ı anmak ve öldürülmesini protesto etmek için düzenlenenyürüyüşlere polis saldırır ve çatışma çıkar.

Bu gelişmelerin beraberinde anti-emperyalist mücadele ve kitlehareketi hızla yükselir. 1969 senesinde, 6. Filo’nun yeniden boğazageleceğinin duyulması üzerine, 76 gençlik örgütü (3) 16 ŞubatPazar günü bir miting yapmak üzere ortak bir çağrıda bulundu.“Emperyalizme ve sömürüye karşı işçi yürüyüşü” adıyladüzenlenen eylemde yaklaşık 40 bin kişi Beyazıt’tan Taksim’edoğru “Emperyalizme hayır, sosyalizme evet!”, “Köylüye toprak

yok, Amerikan üslerine toprak çok!”, “Vietnam’dabarınamayan Türkiye’de tutunamaz!” sloganları ileyürüdü. (4)

Miting öncesi provokasyon çağrıları

Emperyalizm, yürüyüşün siyasi etkisini ve sosyalist-devrimcibir damarın güç kazanmakta olduğunu görmekteydi. Bundançekinen işbirlikçi sermaye iktidarı toplumu solculara vedevrimcilere karşı kışkırtmaya koyuldu. Bu noktada dinselgericilikten ve basından oldukça faydalandı.

Milli Türk Talebe Birliği’nin (MTTB) 14 Şubat tarihli "Bayrağasaygı" mitinginde, F. Gülen’in de üyesi olduğu KomünizmleMücadele Derneği Başkanı İlhan Darendelioğlu tarafından kitleyeyönelik “Memlekete ihanet eden bu hainleri toprağa gömmezamanı gelmiştir” , “… Pazar günü komünistler miting yapacak,biz bu mitingde savaşacağız. Silahı olan silahıyla, olmayanbaltasıyla gelsin…” çağrıları yapıldı.

Bugün Nur Cemaati'nin önde gelen isimlerinden biri olanMehmet Şevki Eygi, Bugün gazetesindeki 30 Mart 1969 tarihliyazısında, Müslümanlar'ı işte böyle açıkça Amerikanemperyalizmini savunmaya çağırıyordu: “Rusya ve Çin, Allah’ıinkâr ediyor; Amerika ise Allah’a inanıyor. Dini var. Amerika’daİslamiyet’i yayabilmek hürriyeti var. Amerika inançlarımızahürmet ediyor. Amerika ehvendir (zararsızdır –akt.), ehaftır(hafiftir –akt.). Rusya kızıl kâfirdir. Amerika ise ehli kitaptır.″ (5)

Dönemin gazetelerinde Endonezya’da yarım milyon komünistinkatledilmesine (6) atıfta bulunularak cihat çağrıları yapılıyor veAmerikan 6. Filosu'nun protesto edileceği Pazar günkü mitingsaldırılar için hedef gösteriliyordu.

Tarihe “Kanlı Pazar” olarak geçen, iki emekçi gencin yaşamınıyitirmesi ve 200 kadar kişinin de yaralanmasıyla sonuçlanan 6.Filo protestosundan yalnızca bir gün önce, Bugün gazetesinde yinedevrimci kanı dökme çağrısı vardı: "Bilmiş olunuz ki, büyükfırtına başlamak üzeredir. Müslümanlar ile kızıl kâfirler arasındatopyekün savaş kaçınılmaz hale gelmiştir. İmtihan günleri gelipçatmıştır. Kaderden kaçmak kurtulmak ne mümkün... (...) Ey kızılkâfirler! … Ayağınızı denk alın. Cihad eden zelil olmaz, sağ kalırsagazi olur, canını verirse şehitlik şerefini kazanır." (7)

Saldırıda katledilen Ali Turgut Aytaç'ın eşi Eflan Aytaç verdiğibir demeçte ise dönemi şöyle anlatıyor: “Kadınlar iyi hatırlarlar, odönem İstiklal'de yürüyemiyorduk, Amerikan askerlerinintacizlerinden dolayı. Kadınlar korkuyorlardı, tacize uğruyorlardı.Onların ülkesindeymişiz gibiydik. O yüzden önce onlara, 6. Filo'daders verdik, ardından da eşimin de katıldığı yürüyüşdüzenlenmişti.” (8)

Anti-emperyalist yürüyüşe saldırı vedevletin “görünmez eli”

Beyazıt’tan yola çıkan yürüyüş kortejinin “öncü kolu ilegövdesi arasına giderek set çeken toplum polisi kuvvetleri birkaç34

“Kanlı Pazar” ya dakıblesi Amerikan

emperyalizmi olanlar

Page 35: Ekim Gençliği 136

bin kişilik bir grubu alana yalnız başına soktular ve asıl yürüyüşkoluna saldırarak geriye kovalamaya başladılar. Birkaç günöncesinden Taksim gezisinde toplanmaya başlamış ve 6. Filoyukıble kabul edip toplu namazlar kılarak alanda karşı gösterihazırlığına girişmiş gerici kalabalıklar, polisin almadığı önlemlerikolayca aşarak bir tuzak haline gelen alanda yapayalnız kalanbirkaç bin kişilik topluluğa saldırdılar. Ellerindeki sopalar vebıçaklarla, polisin gözetim ve yardımı altında kanlı bir kıyımagiriştiler. Sokak aralarına yayılan çatışmalar sırasında TİP’li ikiişçi, Ali Turgut Aytaç ve Duran Erdoğan öldürüldü.” (9)

MHP’li Eski Bakan Yaşar Okuyan'ın Oda Tv'ye verdiğiröportajda bu gün için söyledikleri oldukça çarpıcı:"...Yanılmıyorsam -cumartesi günü beşte temsili olarak TürkTalebe Birliği’ne gelin- denildi. Bizim arkadaşlardan yedi sekizkişi gitti oraya. Şeref Efendi sokak var hemen Milli TürkTalebe’nin yanındaki sokaktı. Oraya iki kamyon yanaştı. Orada -sonradan çıktı tabii- sopalar çıktı balyalar halinde, kurdeleler…

Bizim çocuklara dedim ki, -Sopaları alın. Gitmeyeceğiz, amagitmeyeceğimizi söylemeyin.- Sonra aynı yerde ayrıca bir mavikurdele dağıtıldı. Kurdeleler ne olacak, diye sorduk. Dediler ki; bumavi kurdeleleri Taksim’de komünistler meydana girerkenyakanıza takın bu iki şeyi gösterir: Birincisi orada bir kargaşaçıkarsa siz birbirinizi tanımış olursunuz. İkincisi de -polislerin debilgisi var- mavi kurdeleyi takanlar anti-komünistler olacak.

‘Komünistler, Moskova uşakları geliyor, dinimizeküfrediyorlar’ gibi yazılarla belki 10-15 gün boyunca tahriketmişti. Toplu olarak sabah namazları organize ediyordu. Böyle biralt yapı oluşturulmuştu. ‘Kanlı Pazar’da, Hürriyet gazetesinde 6–7sütunu kaplayan bir resim gözümüzün ödündedir hâlâ...

Bir şahıs oradaki sol görüşlü bir genci elinde bıçakla, polisingözünün önünde öldürüyor ve polis seyrediyor. Katiyen müdahaleetmediler.” (10) Ertesi gün Günaydın gazetesinde Ali TurgutAytaç'ın bıçaklandığı anın fotoğrafı yayınlanır.

Adapazarı’ndan, Bolu’dan otobüslerle adam taşınıyor. Bir başkatanık ise hadiseden şöyle bahsediyor: “Sonradan öğrenildi ki, buorganize kalabalık Dolmabahçe Camii'nde öğle namazı kılmış(cami ibadete kapalı olduğu halde onlar için açılmış), sonra datekbir getirerek Taksim'e çıkıp, emniyet emanetinde geziyeyerleşerek yürüyüş kolunun gelmesini beklemiş. Park tarafından üçkamyonet yanaşmış, saldırı için onlara taş, sopa, kesici aletdağıtılmış.” (11)

Bugün Gazetesi'nde çıkan Amerikan emperyalizminden yana vekışkırtıcı yazılarından tam 20 gün sonra Hollanda'da bir bankayaM. Şevki Eygi adına 350 bin dolar yatırılmış, böyleceemperyalizme uşaklığı ödüllendirilmişti: “Cidde > HollandaBankası, Konte No: 86473 / 4936 - 8.3.1969- MünchenCommerzbank a.g. > Jurnalist Mehmet Şevket Eygi: 350.000USD.” (12)

Dönemin İstanbul Valisi Vefa Poyraz ise yirmi sene sonrasındautanmadan saldırıya uğrayan, öldürülen solcuları-devrimcilerisuçluyor: “Kanlı Pazar olayı irticai bir hareket değil, sol birhareketti. 171 sayılı kanuna göre sol yürüyor, bu yürüyüşe maniolmak isteniyor, İdare de bunları önlemek istiyor. Ama Taksim’deani bir halk hareketi, ani bir karşılaşma oluyor, iki kişi maalesefhayatını kaybediyor. Olay öncesi de Bugün Gazetesi’nde çıkanMehmet Şevket Eygi Bey’in yazıları, toplu namazlar, filan...Namaz kılıyorlar, ama bunlar kendi içlerinde maksatlı olabilir,camiye gidip insanları yargılayamazsınız.” (13)

O sırada Süleyman Demirel başbakandır. Ve kuruluşundan berianti-komünizm, toplumsal mücadeleleri bastırmak amacıyla birdevlet politikası, iç politikanın köşe taşlarından biri oldu.Şaşmamak gerekir ki dönemin İçişleri Bakanı da, “solcuların nefesalışlarını bile izliyoruz” diyen Faruk Sükan isimli bir işçi düşmanı,azılı bir anti-komünisttir. Sükan, Nokta dergisinin yaptığıröportajda: “Tamamen komünistlerin tertibiydi. Tam bir ihtilalprovasıydı o. Eğer tedbir almamış olsaydık, büyük hadiselerolacaktı.” (13) derken, düzenin korkularının ne boyutta olduğuhakkında ipucu veriyor.

Devrim yürüyüşümüz sürüyor…

Emperyalistler, her ne kadar sistemleri çatırdıyor da olsa,karşılarında Sovyetler Birliği gibi dizginleyici bir güç görmediklerioranda çok daha büyük bir rahatlıkla işçi sınıfının ve toplumsalmücadelelerin tarihsel kazanımlarını gasp ediyor. Türkiyetopraklarını, onca NATO üssünden sonra, şimdi bir de “füzekalkanı” ile kardeş halklara saldırının ve sefil burjuva çıkarlarınısavunmanın dayanağı haline getiriyor. Dolayısıyla anti-emperyalistmücadele bugün tüm güncelliğini korumaktadır.

Öte yandan, emperyalist zinciri kırıp dışına çıkmanın veburjuvaziden gerçekleştirdiği katliamların hesabını sormanınbiricik sahici yolu devrimdir. Bu topraklarda, devrimci gençlikhareketinin tarihi, aynı zamanda emperyalizme karşı mücadelenintarihidir. Bizler de bu mirasımızdan öğrenerek, anti-emperyalististemlerimizi, bir sosyalist devrim ve iktidar mücadelesi ilebirleştirmeliyiz.

Dipnotlar:

1) Yakın Geçmişe Genel Bir Bakış ve Platform Taslağı, EksenYay., sf.17

2) a.g.e., sf.14

3) 40. yılında tüm ayrıntıları ile 12 Mart muhtırası-1, Ali NecatiDoğan, blog.milliyet.com.tr

4) Dinci gericiliğin emperyalizme bağlılık yemini: “KanlıPazar”, Ekim Gençliği, Şubat 2011, sayı:130

5) Mehmet Şevki Eygi, Bugün Gazetesi, 30 Mart 1969

6) The Case of Indonesia, Robert Cribb, p.1,http://migs.concordia.ca, Concordia University of Canada -Montreal Institute For Genocide and Human Rights Studies

7) Mehmet Şevki Eygi, Bugün Gazetesi, 15 Şubat 1969

8) Atılım gazetesi, 24 Nisan 2008

9) Türkiye’de 1968, Sosyalizm ve Toplumsal MücadelelerAnsiklopedisi, sf. 2106

10) Yaşar Okuyan, Kanlı Pazar’da Hükümetten Kimler Vardı?,Oda TV, http://www.odatv.com/n.php?n=kanli-pazarda-hukumetten-kimler-vardi-1003101200

11) 'Kanlı Pazar' / 16 Şubat 1969, Yalçın Yusufoğlu, 15.02.2006

12) Bugün'ün Dervişi “Mehmet Şevket Eygi” Kimdir, M. ŞahapTAN, sf.33, Garanti Matbaası Yay., 1970

13) Nokta dergisi, yıl: 1987, sayı: 4

Ayhan Z. Tozkoparan

35

Page 36: Ekim Gençliği 136

'71 devrimci önderleri Denizler'in, Mahirler'in ve İbolar’ınkatledilmesinin ardından sermaye düzeni rahat bir nefes alacağınıdüşünmüştü. Fakat devrimci hareket, çok geçmeden, devrimciönderlerin direnişini sokağa taşımıştı. Fabrikalarda, sınıf hareketigrevlerle, işgallerle soluk almaya başlarken, üniversite gençliği dekampüslerde, amfilerde boykot ve işgallerle sınıf hareketine desteğinisunuyordu.

Kitleselleşen sınıf ve gençlik hareketi, emperyalist-kapitalistsistemin efendileri tarafından “hizaya sokulmak” isteniyordu. Taksim'77 1 Mayıs'ı kitlesel bir şekilde geçerken, emperyalizmin ve yerliişbirlikçilerinin kurduğu, yönettiği kontr-gerilla güçler tarafından kanabulandı. Katliamcı geleneğine “leke sürdürmeyen” devlet, geleneğindeısrarcıydı. Öyle ki devrimci gençliğin dinamizmini yok etmekistemekteydi. Katliamcı geleneğini gençlik üzerinde de uygulayansermaye düzeni Mart’ın 16'sında kurşunlarını, bombalarınıyağdırıyordu. Tetikçi olarak ise yine ırkçı-faşist güçlerinikullanıyordu.

Düzen tarafından gerekli görüldükçe sokağasürülen ırkçı-faşist güçler, o günler de de tetikçirolünü üstlenmişlerdi. Üniversitelerde kendiniÜlkü Ocakları üzerinden gösteren faşist güçler,“Merasim Birliği” adı verilen polis güçlerincedesteklenip, devrimci öğrencilere yönelik silahlısaldırılar düzenlemekte, devlet ise saldırılara gözyummaktaydı. Faşist ablukayı ortadan kaldırmakiçin harekete geçen devrimci öğrenciler, 1Mart’tan itibaren üniversiteye toplu giriş-çıkışlaryapmaya başlamıştı. 16. günü yine MerkezBina'dan Süleymaniye kapısına doğru yürüyüşegeçen öğrenciler, kapının polis tarafındankapatılması ve çıkışların yasaklanmasından dolayı ana kapıya doğruyöneldiler. Öğrenciler meydana geldiklerinde ise karşılarında faşistleribulmuştu. Faşistler slogan atarken, devrimci öğrencilerin üzerinekurşunlar yağdırılmaya başlanmış, Eczacılık Fakültesi tarafındanbomba atılmıştı. Saldırıda, Hukuk ve İşletme Fakülteleri'nden 7devrimci öğrenci katledilirken, onlarcası da yaralanmıştı. Kan gölünedönen Beyazıt Meydanı’ndan, Merkez Bina'ya doğru yürüyenöğrenciler binayı işgal ettiler. Gece boyunca süren işgalin ertesi günüyapılan cenaze töreninin bitiminde işgal de bitirilmiş oldu. 20 Mart‘taDİSK’in yaptığı “faşizme ihtar eylemleri” ile işçi sınıfı, gençlikleomuz omuza verip katliamı lanetlendi ve 16 Mart'ınunutulmayacağını, hesabının sorulacağını haykırdı.

Gençlik eylemlerinden korkan, meydanları kana bulayarak gençliğiteslim almaya çalışan düzen, bir kez daha devrimci gençliğindirenişiyle karşılaşmıştı. Çünkü katliam gençliğin kinini daha dabilemişti.

Katliamın ardından, sıkıyönetim mahkemesi tarafından açılandavada sanık olan 4 kişi hakkında beraat kararı verilmişti. Böylecekapatılmaya çalışılan dava, 16 Mart 1988 anmasında, katliamsırasında da yaralanan bir grup avukatın, arkadaşlarının hesabınısormak için tüm kamuoyuna çağrıda bulunmasıyla tekrar açıldı.

Delillerin toplanması için girişimlerde bulunan avukatlarınkarşısına ise sürekli katliamcı devlet çıkıyordu. POL-DER tarafındanyapılan açıklamada, saldırıdan 8-10 gün önce, emniyete, ülkücülerinsolcu öğrencilere yönelik bombalı saldırıda bulunacağına dair ihbarınyapıldığını açıkladı. Hiç bir girişimde bulunmayan, aksine saldırının

örgütleyicisi konumundaki emniyet, saldırı sırasındatetikçilerin arkasından koşan polis memurlarını DUR!

ihtarıyla durduran polis amiri Reşat Altay'ı da yıllar içerisinde“ödüllendirdi.” İstanbul TMŞ müdürlüğüne getirilen, daha sonrasırayla Niğde ve Trabzon Emniyet müdürlüklerine atanan Altay, 2007yılında yine bir cinayette, Hrant Dink cinayetinde karşımıza çıkmıştı.Geçtiğimiz günlerde sonlandırılan Dink davasında aklanan Altay'ındevlet tarafından nasıl korunduğunu iki davada da kanıtlanmıştır.

1994 yılında, katliamın tetikçilerinden biri olan Zülküf İsot’unablası Remziye Aykol, katliamın ardından, kardeşinin konu hakkındakendisine bilgi verdiğini açıkladı. İsot ise konuşabileceği gerekçesiyle,“ülküdaşı” Latif Aktı tarafından öldürülmüştü. Aykol, katliamı kardeşi,Latif Aktı, Sıddık Polat ve polis Mustafa Doğan’ın yaptığını, emrin deAlparslan Türkeş tarafından verildiğini açıkladı. 1992 yılında, “iadeyimahkeme” talebinde bulunan avukatlara yanıt 1995 yılında geldi.

Görülen davada, sanıklardan biri olan polis Mustafa Doğan’ınbulunması talebi amacıyla emniyete gönderilen yazıya gelen cevapta,Doğan’ın 1978’te istifa ettiği belirtiliyordu. Cevabın altındaki imza

Reşat Altay’a aitti. 1997 Mayısı’nda iseDoğan’ın arama emrinin dahi bulunmadığıortaya çıkacaktı. 1997’de Emekli AstsubayOğuz Serçinlioğlu verdiği ifadede, bombayıtemin edenin, adını Susurluk davasından sıkçaduyduğumuz Abdullah Çatlı olduğunuaçıklamıştı. Aynı davada, dönemin ÜlküOcakları Başkanı ile İçişleri Bakanı'nınkatliama ilişkin görüştükleri, katliamdan hemensonra ise Reşat Altay ile Çatlı’nın telefondagörüştüğü ortaya çıkmıştı. Ortaya çıkanbelgelerin tamamını MİT’ten isteyen avukataise “gizli belgeleri açıkladığı” gerekçesiyledava açılmıştı.

Katliamcılar dışarıda korunurken, göstermelik bir şekilde ilerleyendava 2010 yılında “zamanaşımına” uğradığı gerekçesiyle kapandı.Böylece davanın “faili meçhul” bir katliam olarak tarihe geçmesiistendi. Failinin bu düzenin kendisinin olduğu gerçeği gizlenmeyeçalışıldı.

Sermaye düzeni, toplumsal muhalefeti düzlemek isterken, katliamıda gelecek kuşaklara kardeş kavgası, sağ-sol çatışması gibikavramlarla hatırlatmaya çalıştı. Lakin katliama nerden bakarsakbakalım, karşımıza emperyalist-kapitalist sistemin kendisiçıkmaktadır.

Günümüzde de katliamcı geleneğini Kürt halkı üzerindenuygulamaya devam eden devlet, toplumun çeşitli kesimlerinizindanlara atarak, baskıcı uygulamalarıyla onursuz, bilinçsiz birgençlik yaratmaya çalışmaktadır. Baskı ve zorbalığıyla teslimalamadığı devrimci mücadele ise gerekli cevabı direnişle vermektedir.İşçileri, emekçileri ve gençliği kolay kolay teslim alamayacağınıanlayınca zora başvurmakta tereddüt etmeyen kapitalist düzenininüstesinden gelmek de yine zorla olacaktır.

İşçilerin, emekçilerin ve gençliğin mücadelesi sürdükçe devletinfaşist uygulamaları sürecektir. Sömürü düzenine karşı verilecekmücadele de 16 Mart’ın hesabının sorulacağının kanıtı olacaktır. 16Mart katliamının faili kapitalizmden hesap sormak, sosyalizmikurmaktan geçecektir.

Sovyetler Birliği’nin yıkılışıyla tarihin sonunun geldiğini,kapitalizmin ebediyen var olacağını iddia edenler, zamanının geçtiğinidüşündükleri katliamlarından da hesap sormanın zamanının geldiğininfarkında değiller. Zamanı geçmedi, asıl şimdi zamanı geldi. Gün,kapitalist düzenden hesap sorma günüdür.

Zamanı aştı diyenlere cevabımız

“zamanınız aşılacak” olacaktır...

36

Beyazıt

16 Mart'ı unutmadık,

unutturmayacağız!

Page 37: Ekim Gençliği 136

Zarok got; daye! Bihna seva te. (Ve çocuk söyledi: anne elma kokusu geliyor.)

Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin kuruluşundan bugüne dekdeğişmeyen temel pratiklerinden bazıları sistematik işkenceler, yargısızinfazlar, gözaltında kayıplar, kirli komplo ve provokasyonlardır.Zindan katliamları, kanlı 1 Mayıs’lar, ezilen uluslar üzerindeki inkar,imha politikaları ve sayısız katliam bunun açık örneğidir.

Ne var ki ezilen halklar üzerinde uygulanan katliamlar gibi birpratik, sadece TC devletinin bir karakteristiği değildir. Dünyanın heryanında aynı politikalarla, benzer katliamlar düzenlendi ve halen dedüzenlenmektedir. Sayısız bahanenin arkasına sığınılarak yapılsa da,temel sebep açıkça gözlerimizin önündedir. İşte bu katliamlardan biride yanıbaşımızda gerçekleşmiş, kardeş Kürt halkını hedef alan Halepçekatliamıdır.

Politik arka plan

Saddam Hüseyin rejimi ile Kürtler arasındaki gerilimin uzun birgeçmişi vardır. Çok ayrıntıya boğmamak adına kısa bir özet geçilecekolursa, Saddam Hüseyin rejiminin Kürtler'e karşı politikasının“Araplaştırma” olduğunu ve Kürtler'e tanınan hakların birçoğunungerçek yaşamda karşılığını bulamaması sebebiyle, Kürtler'in cevapolarak peşmerge hareketini büyüttüğü söylenebilir.

Halepçe’nin politik arka planını anlayabilmek için İran-Iraksavaşına da kısaca değinmek gerekir. Saddam Hüseyin’in İran’a savaşaçmasında büyük etkisi olmuş aktör, kuşkusuz ki ABD’dir. Saddam,İran’a karşı savaşta, lojistik ve siyasi desteği ABD’den alırken, Kürtörgütleri de İran’la ittifaka girmiştir. Kısacası Saddam Hüseyin’in“Araplaştırma” politikası, Saddam reijmi ile Kürtler'in İran-Irak savaşıdönemindeki politik karşı konumlanması Halepçe Katliamı’nınsebeplerinden birkaçını bize verir.

Bir soykırım harekatı

Saddam rejimi, 1987′den itibaren Kürtler'e karşı oldukça sistematikbir soykırım harekatını hayata geçirmiştir. Bu harekata “Enfal” denildi.Enfal Harekatı, 8 harekat olarak planlanmış bir soykırım harekatıydı.Ali Hasan El Mecid, bir diğer deyişle “Kimyasal Ali” özel yetkiler ilekuşatılarak, Kürtlere karşı zulmün baş aktörü oldu.

Enfal Harekatı’nın ilk aşaması, 23 Şubat gecesi Sergeli veBergeli’de gerçekleşti. Halepçe Katliamı da, Birinci Enfal Harekatıkapsamında bir diğer adımdı. Tarih 16 Mart 1988’i gösterirken, uçaklarHalepçe’nin üzerine kimyasal gazlar bıraktı. Enfal harekatının 8aşamasında katledilen insan sayısı toplamda 182 bin olarak belirlendi.Dünya Sağlık Örgütü’nün raporuna göre bu kimyasal saldırılar,günümüze kadar 61.200 kişinin de sakat kalmasına sebep olmuştur.

Uzmanlar, harekatta yoğun olarak kullanılan hardal gazı kimyasalıiçin ise şunları söylüyor: "Nagazaki ve Hiroşima'da iyonlaşanatomların tersine Hardal gazı gelecekteki nesil için de inanılmazzararlar taşıyor. 10 yıl sonra bile insanlar çeşitli acılar çekiyor özellikleuzun vadede DNA üzerinde yaptığı zarar var.

"

Halepçe’den kaçanlar

O dönemde Halepçe'den kaçan bazı Kürtler'in Türkiye'ye sığındığıda doğrudur. Ne var ki TC devleti bunu, insan haklarını gözetmesindendolayı değil, bizzat 12 Eylül’de uyguladığı faşizm sonrası Avrupa

nezdinde bir imajçalışması olacağınıdüşündüğü için yapmıştır.Nitekim Türkiye,Halepçe'den kaçan Kürtlersınıra yığıldığında ilkbaşta içeri almayacağınıaçıklamıştır. Lakin BMüyelik başvurusunungetirdiği durum sonucuyoğun baskılar olduğunugöz ardı etmemek gerekir.

Tanıklardan Halepçe Katliamı

Halepçe Katliamı denildiğinde akla gelen en vurucu fotoğraflardanbirinin yaratıcısı olan Ramazan Öztürk'ün tanıklığından dinleyelim bukatliamı: "Bütün sokaklar cesetlerle doluydu. Etrafta dayanılmaz birkoku hâkimdi. Körpecik bebelerden bazılarının derileri kavrulmuş,bazılarının vücudu mosmor kesilmişti. Cesetlerin çoğu kadın, çocuk veyaşlı insanlara aitti. Bazı bebekler annelerinin kucağından fırlamışyerde sere serpe yatıyorlardı. Kimi evinin avlusunda kurulmuş sofrabaşında; kimi kapının eşiğinde; kimi bebeğini emzirirken; kimi oyunoynarken yakalanmıştı zehirli ölümün pençesine... Şehrin dışındakiboş tarlalarda ise, toplu halde ölmüş yüzlerce insan vardı. Uzaktanbakıldığında, sanki tarlalarda ot yerine insan bedenleri biçilmişti. Buaçık hava mezarlığında, yine kadın ve çocuklar çoğunluktaydı. Hepsibirbirlerine sokulmuş, korkunç ölüme teslim olmuşlardı. Bazıları ise,su birikintilerinin başında ölüvermişlerdi. Bunlar da, kimyasal gazlarınyaktığı vücutlarını suyla ıslatarak kurtulmaya çalışanlardı. Toplucesetlerin arka planında, otlarken yine zehirli gazın etkisiyle telefolmuş ve vücutları şişmiş hayvanların görüntüsü göze çarpıyordu.Kısacası, bomba isabeti almış birkaç binanın dışında her şey yerliyerindeydi, ama bütün canlılar ölmüştü."

Ve son söz yerine...

Sessiz bir çığlıktır HalepçeHalen sol tarafımda yankılanan!

Hayat denilen nehrin dalgalarına kapılan zalim günUnutsa da Hiroşimalı Halepçe’nin sessiz çığlıklarını

Hep haykıracak o çığlıkları yarınlara semalar,Gözler yaşlarında, toprak bakışlarında

Çocuklar tanrısal yakarışlarında,Ağaçlar tomurcuklarında

Analar yüreklerinde haykıracak o sessiz çığlıkarıBir daha çığırmasın ve çıldırmasın diye insanlık!..

Ve siz;Ey, halen sol tarafımda bir şeyler çarpıyor diyenler

Masmavi düşlerin umut dolu kadehindeAşkın ve sevdanın özgürlük şarabını içenler,

Her gün yeniden toprağa kefensiz düşenİnsan çığlıklarını duyun artık, duyuuun artık!..**

Dipnotlar* Katliamda kullanılan kimyasal gazlar elma kokusu yayan

gazlardı.** Hemîd Dilbahar’ın Halepçe Katliamı üzerine

yazdığı şiiri.

Elma kokularıyla

gelen ölüm*

37

Halepçe

16 Mart'ı unutmadık,

unutturmayacağız!

Page 38: Ekim Gençliği 136

Hazırlanması yaklaşıkolarak üç ayı bulanKomünist PartiManifestosu, dili veanlatımıyla oldukça yalınbir metindir. Bilimselliğingetirdiği diyalektikyöntemi, tarihsel olanınbütünlüğü ilebirleştirerek, yapılmasıgerekeni en yalın haliyleanlatır. Toplumlara vesistemlere bu yöntemlebakabilmenin getirdiğigerçekçilik, onudeğiştirmek için gerekenyöntemi de aynıderecedesadeleştirmekte vesomut bir hedef olarakkoymaktadır.

Komünist Manifesto,yazıldığı tarihten (Şubat1848) itibaren tüm dünyada yankılanmış, işçisınıfının mücadele pratiğini ve gidişatını,dolayısıyla da insanlığın büyük bir kesiminiderinden etkilemiştir. Marx ve Engels’in felsefigörüşlerini temellendirdikleri sırada, işçi sınıfınınyükselttiği ayaklanmalar (1830 Lyon, 1848 Avrupadevrimleri arifesindeki hareketlilik) ve birçokülkeden işçilerin oluşturduğu Komünist Birlik,Manifesto’nun oluşmasını sağlayan tarihsel sürecinparçalarıydı.

İşçi sınıfının evrensel mücadele pratiğinden güçalarak onun içinden doğan Komünist Manifesto,toplumu oluşturan sınıfların bilimselçözümlemesini olabilecek en sade ve net birbiçimde anlatıp burjuva düzeni değiştirmeninyoluna işaret ederek, işçi sınıfının devrimci rolünügüçlendirmiştir. Aradaki bu diyalektik ilişkinin tarihilerledikçe farklı ülkelerde daha da somutlanması,Komünist Manifesto’nun esas başarısını ortayakoymuş ve ona evrensellik kazandırmıştır. Tümlafazanlıkları bir kenara bırakarak, gerçek ve nesnelolana yönelen eser, okuyucuya hem yalın gerçekliğigörmenin coşkusunu hem de somut hedeflerle veyöntemlerle onu değiştirebilme cesaretinivermektedir.

Üretim ilişkileri değişen dünyanın yenidüzeninin bilimsel bir incelemesini yapanManifesto’nun en çarpıcı yanı onun çağdaşlığıdır.Bu nedenle, yazıldığı dönemdeki etkisi bir yana,kapitalizmin giderek geliştiği dönemlerde yaşayaninsanlara Manifesto daha tanıdık gelir. Kitabınönsözlerden sonraki ilk bölümünde belli yönleriyleburjuvazi incelenmektedir. Bu bölümde yazılanlaratek tek bakıldığında bugünkü sistemin niteliklerigörülecektir. Örneğin;“Burjuvazi, üstünlüğü elegeçirdiği her yerde, bütün feodal, ataerkil, pastoralilişkilere son verdi. İnsanı 'doğal efendiler'inebağlayan çok çeşitli feodal bağları acımasızcakopardı ve insan ile insan arasında çıplak çıkardan,katı 'nakit ödemeden' başka hiçbir bağ bırakmadı.Dinsel tutkuların, şövalyece coşkunun, dar kafalıduygusallığın kutsal titreyişlerini, bencil hesaplarınbuzlu sularında boğdu. Kişisel değeri, değişim-değerine dönüştürdü, ve sayısız yok edilemezayrıcalıklı özgürlüklerin yerine, o biricik insafsızözgürlüğü, ticaret özgürlüğünü koydu. Teksözcükle, dinsel ve siyasal yanılsamalarlamaskelenmiş sömürünün yerine, açık, utanmaz,dolaysız, kaba sömürüyü koydu.” Burada da açıkça

görüldüğü gibi, bu yalnızca 1800’lere ait biranlatım değildir. Bugün de tüm çıplaklığıylakarşımızda duran, (yaşantımızı yönlendiren)sistemin en belirgin özelliğidir.

İkinci bölümde ise komünistlerin, burjuvazininyarattığı ve onun mezar kazıcısı olacak olanproletarya ile ilişkisi irdelenir. Burada, sınıfhareketinden korkan ve onu geliştirecek olankomünistleri karalamaya girişen burjuvaziye esaslıyanıtlar verilmektedir. Anti-komünistpropagandanın neredeyse klişeleşmiş birkaçargümanına yaşadığımız ülkeden de aşinayız.Örneğin, komünistlerin kadınların ortaklaşakullanımını getireceğini savunurlar. Manifesto bunaçok net bir yanıt verir: “özel mülkiyete dayalıtoplum olan kapitalizm kadını da bir meta (özelmülkiyet) olarak gördüğü ve o şekilde muameleyaptığı için, özel mülkiyetin eşitçe paylaşımındanişte bunu anlamaktadır.” Tüm burjuva safsatalarınıbir kenara bıraktıktan sonra Manifesto her ülkede,özgün tarihsel koşullara göre farklılık gösterecekolan proleter devrimin ilk adımlarını tarifler.

Manifesto’nun üçüncü bölümünde sosyalistakımlar incelenir ve eleştirilir. Proleterdevrimciliğin sağlam duruşu karşısında, envai çeşitsavrulmayla birlikte kafa karışıklığını kitlelere maletmeye çalışan akımlar yıkıcı bir eleştiriye tabitutulur. Bunların içinde yalnızca ütopik sosyalistler(ve savunucuları; S. Simon, Fourier ve Owen) farklıbir yere konulur. Onları da içine düştükleripasifizmin doğurduğu sonuçlara işaret edilmiştir.*

Her bölümü kendi içinde özlü bir biçimde ifadeedilen Manifesto’nun son kısmı ise özel mülkiyetdüzenini ortadan kaldırmak üzere hangi ülkedenasıl koşullar altında ve kimlerle birlikte mücadeleedilebileceğini büyük bir özgüvenle ortaya koyuyor.Komünist partinin enternasyonal olması gerektiğivurgusu, mevcut düzenin zorla yıkılmasınısağlayacak devrimci irade ile birleştiriliyor.

Hazırlanması yaklaşık olarak üç ayı bulanKomünist Parti Manifestosu, dili ve anlatımıylaoldukça yalın bir metindir. Bilimselliğin getirdiğidiyalektik yöntemi, tarihsel olanın bütünlüğü ilebirleştirerek, yapılması gerekeni en yalın haliyleanlatır. Toplumlara ve sistemlere bu yöntemlebakabilmenin getirdiği gerçekçilik, onu değiştirmekiçin gereken yöntemi de aynı derecedesadeleştirmekte ve somut bir hedef olarakkoymaktadır.

Sonuç olarak; Manifesto insanlara saltokumaktan fazlasını yaptıracak niteliktedir. Ayrıca,Marx ve Engels’in diğer eserleriyle birlikteokunduğunda hem tarihi yorumlayışı hem degelecekle kurulan bağ çarpıcı bir şekilde görülür.Marksizmin okunması, tartışılması, yorumlanmasıve yöntemlerinin kullanılması tarihi ve insanlığıanlama ve geliştirme noktasında çok büyük birderinlik ve ufuk kazandırır.

* Riazanov, David. K. Marx/F. Engels Hayat veEserlerine Giriş. İstanbul: Belge Yayınları, syf. 77

Y. Toprak

Kitap tanıtımı...

Komünist Parti Manifestosu

38

Page 39: Ekim Gençliği 136
Page 40: Ekim Gençliği 136