40

Ekim Gençliği 149. sayı

Embed Size (px)

DESCRIPTION

Ekim Gençliği 149. sayı / Şubat 2014

Citation preview

Page 1: Ekim Gençliği 149. sayı
Page 2: Ekim Gençliği 149. sayı

Sayfa 14-17

Sayfa 3

Üniversitelerdeikincidönembaşlamışbulunuyor.Açıkkiikincidöneminbaşı,siyasalcephedenseçimtarşmalarıyla

geçecek.Çokyönlükriziçindedebelenendüzen,seçimleraracılığıylaişçileri,emekçilerivegençleridüzenebağlamanınyollarınıarıyor.Hertürlü

pisliğibukadaraçığaçıkmışken,birkezdahasömürü,pisliğibukadaraçığaçıkmışken,birkezdahasömürü,yağmaverantdüzeniniaklamayaçalışıyor,

“demokrasi”oyunusahneliyor.Sermayedüzenininbuçabasınareformistsoldakendicephesindeneşlikediyor.Yerelseçimlerkendicephesindeneşlikediyor.Yerelseçimler

liberal/reformistsolunparlamenterhayalleriniiyicegünışığınaçıkarıyor.Başkatürlüolmasıdabeklenemezdi

zaten.Ziraçoktanberidevrimvesosyalizmesırtçevirmenin,tümvarlığınıkuruludüzenindemokrakleşmesinearmağanetmenin

kaçınılmazbirsonucubutablo.KomünistleriseseçimlervesilesiylebirkezdahadevrimKomünistleriseseçimlervesilesiylebirkezdahadevrim

vesosyalizmşiarınıyükseltecek,devrimcisınıfprogramınıkapitalistdüzeninkarşısınaçıkaracaklar.Gençlikdebusüreçtedevrimvesosyalizmsandakiyerinialmalı,yalnızsandıktadeğil,ondandahada

önemlisi,seçimdönemiboyuncakızılbayrağıdalgalandıraraksınındevrimciprogramına

güçvermelidir.güçvermelidir.***

Gençkomünistler,gençlikharekenedevrimcimüdahaleyivebununörgütselayağınıörmeyi

gündemlerinealmışbulunuyorlar.Bumüdahaleninkapsamı,niteliğivehedefleribusayımızdagenel

çerçevesiileortayakonulmuşbulunmakta.Okurlarımızçerçevesiileortayakonulmuşbulunmakta.Okurlarımızveyoldaşlarımız,gençlikharekeneyapılacak

müdahaleninvebueksendeortayakonanpolikanınhayatageçirilebilmesiiçinazamiçabaharcamalıdır.DevrimvesosyalizmkavgasınıgençlikkitleleriileDevrimvesosyalizmkavgasınıgençlikkitleleriile

buluşturmakiçintümgücüyleçalışmalıdır.Reformizmdedahilolmaküzere,gençlikharekenin

devrimcileşmesininönündekiengelleriaşmanıntekyoluolanbumüdahaleninbaşarılıolupolmaması,

okurlarımızınveyoldaşlarımızınortayakoyacağıçabailedoğruoranlıdır.

Sayfa 4-5

Tek yol devrim, kurtuluş sosyalizm!

Devrimci politika ve örgütlenme ilişkisi

İÜ Merkez Bina işgalinin18. yıldönümü...

Seçimler vedevrimci sınıf tutumu

Ali İsmail Korkmaz davası

Kadın bedenininmetalaştırılması

Sayfa 24-25

Sayfa 30-31

“Parti Sırrı”Sayfa 37

ORTA SAYFA:

Sayfa 20-22

Aylık Sosyalist Gençlik Dergisi Ekim Gençliği * Şubat 2014 * Sayı: 149 Fiyatı: 2 TL. (KDV dahil) * Sahibi ve Sorumlu Y. İşl. Md.: Tayfun Altıntaş EKSEN Basım Yayın Ltd. Şti. *Tel: 0 212 621 74 52 Yayın türü: Süreli YaygınBaskı: Özdemir Matbaacılık Davutpaşa Cad. Güven Sanayi SitesiC Blok No:242 Topkapı/İstanbul Tel: 0 212 577 54 92

Yönetim Adresi:Eksen Yayıncılık Millet Cd. Selçuk Sultan Cami Sk. No: 2/9 Fatih/İstanbul

e-mail: [email protected]

Page 3: Ekim Gençliği 149. sayı

Düzenin bütünpislikleri gözler önüne

serilmişken, gençlikkitlelerine öncülük

iddiasında olan bizler,gençlik içerisindemayalanan öfkeyi

büyütmeli, mücadeledinamiklerini

kucaklamasınıbaşarabilmeliyiz.

Sömürü, yolsuzluk, rüşvet, rant ve yağma düzenine karşı;

Tek yol devrim,kurtuluş sosyalizm!

AKP-cemaat arasında yaşanan iktidar ve rantkavgası 17 Aralık’ta gerçekleştirilen yolsuzluk verüşvet operasyonu ile yeni bir boyut kazandı.Gerici kapışma kızıştıkça düzen siyasetindeyaşanan çürüme ve pislikler de ortalığa saçılmayabaşladı.

Çıkar çatışması gerçekleriortaya sermeye devam ediyor!

17 Aralık’ta bakan çocuklarının da içerisindeolduğu yolsuzluk operasyonları ile kızışan AKP-cemaat çatışması karşılıklı açıklamalarla devamediyor. Bu gerici kapışma üzerinden yıllardırişçilerin, emekçilerin ceplerinden çalınan paralarbirilerinin ayakkabı kutularından çıkarken,gençliği geleceksizliğe itenlerin çocuklarının nasılzenginlikler içerisinde yaşadığı da gözler önüneserilmiş oldu.

Tüm bu çatışmalarda ortaya çıkanlar isebilinen gerçeklerin kitleler nezdinde açıklığakavuşması anlamına geliyor. Yıllardır sermayedevletinin hizmetinde, AKP-cemaatkoalisyonunun sadık uşaklığını yapan polis şefleribugün çıkar çatışmaları ekseninde sürgünlerlekarşılaşıyorlar. AKP kendi cephesinden cemaatekarşı tasfiye operasyonlarına girişiyor. Savcılarüzerinden yürütülen ve HSYK’ya müdahaleyekadar giden süreç ise AKP’nin her yerde tek güçhaline gelme amacını açıkça ortaya koyuyor.

AKP’nin cemaate yönelik tasfiye manevralarısürerken cemaat cephesinden de AKP’nin ipliğinipazara çıkaran yeni hamleler gerçekleştiriliyor.Suriye’de kirli savaşın bir parçası olan AKPiktidarının MİT aracılığı ile gerici çetelere silahgönderirken “enselenmesi”, yine Van’dagerçekleştirilen El Kaide operasyonunda kimiAKP’lilerin gözaltına alınması bu hamlelerin birkaçı oldu.

Kürt halkına yıllardır asimilasyon ve imhapolitikaları dayatanlar, bugün onları kendiyanında taraflaştırmaya çalışıyorlar. Roboskikatliamının hesabını göstermelik olarak bilevermeye yanaşmayan AKP hükümeti yaptığıaçılım aldatmacasını sürdürerek, bu dönemdeKürt halkının öfkesini ve enerjisini dizginlemeyeçalışıyor. Diğer taraftan ise Ergenekonoperasyonlarında tutuklanan askerlere yenidenyargılama yolunu açmaya çalışıyor. Bu yolla kimitoplumsal kesimleri arkasına almayı amaçlıyor.

Yaşanan aldatmacalara kanmayalım.Gelecek mücadelemizi büyütelim!

Gençlik, dinamizminin bir gereği olarak,

yaşanan toplumsal olaylara hızlı bir şekilderefleks göstermektedir. Ancak bu duyarlılıksadece dinamizminden değil, gelecek özlemindengelmektedir.

Her ne kadar son süreçte gençlik hareketindebir durgunluk yaşansa da gençlik saldırılara karşıtekrar barikat başlarında yerlerini alacaktır. Zirayıllardır yaşanan saldırılardan en çok etkilenenkesimlerden birisi de gençlik kitleleridir. Dahasıbugün hala gençliği hedef alan bir dizi saldırı vebaskı politikaları azgınca uygulanmaktadır.

Gerek gerici kapışma üzerinden, gerekseyaklaşan yerel seçimler vesilesiyle düzen güçleri,bir bütün olarak gençliği kendi sefil çıkarlarıüzerinden taraflaştrmaya çalışıyorlar. Oysaneresinden tutulsa elde kalacak olan bu sistemgençliğe geleceksizlikten başka hiç bir şey vaadetmiyor.

Gençliğin safı sosyalizmdir!

Geleceği ellerinden alınan gençlik kitlelerininyanı sıra yıllardır yok sayılan ve hala saldırılarauğrayan Kürt gençleri bu sistemde kurtuluşaramaktan vazgeçmelidirler. Çünkü sermayedüzeni gençliğe sömürü, diplomalı işsizlik, baskı,gericilik ve geleceksizlikten öteye bir şeysunmamaktadır.

Gençliği hedef alan tüm bu baskıcı ve gericipolitikalar gençlik içerisinde öfkeyi ve mücadeleisteğini her geçen gün büyütmektedir. Düzeninbütün pislikleri gözler önüne serilmişken, gençlikkitlelerine öncülük iddiasında olan bizler, gençlikiçerisinde mayalanan öfkeyi büyütmeli, mücadeledinamiklerini kucaklamasını başarabilmeliyiz.Bunun için yapılan etkinlikleri, eylemleri,arkadaşlarımızla yaptığımız sohbetleri bu düzenekarşı bir alternatifin olduğu gerçeğineyönlendirmeliyiz. Gençliği devrim ve sosyalizminsafına kazanabilmek için her imkanı seferberetmeliyiz.

Gençlik mücadeleyi büyütecek,pisliği devrim temizleyecektir!

Yaşanan yolsuzluklarla birlikte kapitalistsömürü düzeninin çürümüşlüğü bir kez dahagözler önüne serildi.

Bu gerçeklik üzerinden kapitalizme karşısosyalizm alternatifini güçlendirme sorumluluğuçok daha yakıcı ve güncel bir hal almış bulunuyor.Gerek gerici boğazlaşma ve kavgalar karşısında,gerekse gençliği hedef alan baskı ve gericiliğekarşı gençliği uyarmak, bu sorunlar etrafındaörgütlülüğünü güçlendirmek ise bu sorumluluğungüncel halkalarını oluşturuyor. 3

Page 4: Ekim Gençliği 149. sayı

4

Haziran Direnişi,gençlik kitlelerindebiriken hoşnutsuzluğunpatlamasına vesileolmuş, gençliğinsermaye düzeninincenderesini kırmagücünü ve potansiyeliniortaya koymuştur.Gençlik kitlesel olarakçıktığı sokaklaradinamizmini, mücadeleazmini, özlemlerini vemilitan ruhunuyazmıştır. Geleceği veözgürlüğü içinbarikatın başınageçmiş, kavgayatutuşmuştur.

Türkiye’de gençlik toplumsal mücadeleninönemli bir parçası, dinamik bir unsuru olagelmiştir.1960’lı yıllara kadar gençlik kitleleri düzen içiolmuş, egemen sınıfların himayesinde kalmış vesermaye iktidarının resmi ideolojisini aşamamıştır.Ancak ’60’lı yıllarla birlikte işçi sınıfı başta olmaküzere alt sınıflarda ortaya çıkan sosyal hareketlilikgençlik hareketinin devrimcileşmesine önemli birkatkıda bulunmuştur. Özellikle ’65 sonrasındagençlik düzenden köklü bir kopuş sürecine girmiş,düzen içi unsur olmaktan çıkmıştır. Gençliğin enileri, diri ve politik kesimleri, bu yıllardaMarksizm’e yönelmiş, devrim ve sosyalizmidealini benimsemiştir. 20. yüzyılın ikinci yarısındaTürkiye’de yaşanan iki devrimci yükselişdöneminde gençlik, toplumsal hareket içinde aktif,militan ve kitlesel olarak yer almıştır.

Bugüne kadar uzanan toplumsal mücadele tarihiiçinde gençlik -özelde de öğrenci gençlik- sonderece önemli bir mücadele dinamiği taşıdığınıgöstermiştir.

12 Eylül faşist darbesinin en ağır saldırılarınınhedefinde yine gençlik yer almıştır. Baskı,zorbalık, zulüm ve katliamın yanısıra, sermayedüzeni, gençliğin bu dinamik yanını törpülemek,toplumsal mücadele içindeki aktif tutumunukırmak, tümüyle ezemediği yerde de denetimaltında tutmak için “önlemler” almıştır. Düzenintüm bu çabaları nafile çıkmış, ’80 sonrasında dagençlik tepkisini -yer yer kitlesel ve militançıkışlarla- ortaya koymuştur.

***2000’lerin başında gençlik hareketi, dönemin

politik atmosferine uygun bir seyir izlemiş, ancakhareket giderek gençliğin ileri unsurlarınadaralmaya, kitleselleşme sorunu yaşamaya

başlamıştır. Özellikle 2004 sonrasında ise gençlik hareketi,

deyim yerindeyse, dibe vurmuş, sermaye düzenininbir bir sıraladığı saldırılar karşısında anlamlıyanıtlar üretememiştir.

Dolmabahçe eylemleri vb. süreçlerde sahneyeçıkan gençlik hareketi, her ne kadar ileri gençlikkitlelerine sıkışmış olsa da devrimcileşmenin vekitleselleşmenin nüvelerini barındırdığınıgöstermiştir.

Nihayetinde, 2012 sonu-2013 başı arasınıkapsayan dönemdeki ODTÜ çıkışı, bunu izleyendönemde yaşanan bir dizi gelişme gençlikhareketinin kitleselleşeceği yönünde güçlüemareler vermiştir.

Son olarak, toplumsal mücadele tarihimizde bireşiği ifade eden Haziran Direnişi, gençlikkitlelerinde biriken hoşnutsuzluğun patlamasınavesile olmuş, gençliğin sermaye düzeninincenderesini kırma gücünü ve potansiyelini ortayakoymuştur. Gençlik kitlesel olarak çıktığı sokaklaradinamizmini, mücadele azmini, özlemlerini vemilitan ruhunu yazmıştır. Geleceği ve özgürlüğüiçin barikatın başına geçmiş, kavgaya tutuşmuştur.

***Buraya kadar kısaca hatırlatmış olduğumuz

süreçler, gençliğin (hareketinin) niteliğine dair şusonuçları ortaya koymaktadır.

Birincisi; sermaye düzeni hiçbir dönemdegençliğin özlemlerine yanıt verememiş, gençliğegelecek sunamamıştır. Bu nedenledir ki, tümbaskılarına, zulüm ve katliamlarına, ideolojiksaldırılarına rağmen gençliği tümüyle denetimialtına alamamıştır. Gençlik kitlelerinde birikenhoşnutsuzluk ve umutsuzluk çeşitli vesilelerlekendisini -çoğu zaman kitlesel ve militan

Devrimci politika veörgütlenme ilişkisi

Page 5: Ekim Gençliği 149. sayı

5

biçimlerle- ortaya koymuştur.İkincisi; gençlik hareketi, her dönemde -farklı

düzeylerde de olsa- politik bir nitelik taşımıştır.Toplumsal mücadelenin dinamik ve militan parçasıolmuştur. Bugüne kadarki deneyimler göz önünealınırsa, gelecek dönemde de gençliğin bukarakterini koruyacağından kuşku duyulmamalıdır.

***Haziran Direnişi, gençlik için de yeni bir

dönemin kapısını araladı. Yıllardır apolitizmlesuçlanan gençlik kitleleri, Haziran Direnişisüresince barikat başındaki yerini aldı. Kuşkusuzbu, çok yönlü bir eğitim demekti. Direnişin gençlikkitleleri üzerindeki politik etkisi, militaneylemlerde ve barikat başlarında edinilen deneyim,yeni döneme fazlasıyla anlamlı bir miras olarakkaldı.

ODTÜ’de rant yoluna karşı verilen militanyanıt, üniversiteler açıldığında direniş ruhununkampüslerde dolaşmaya başlayacağı düşüncesiyarattı. Aynı dönemde İstanbul’da yapılaneylemlere yönelik polis terörüne karşı ortaya konandireniş ve bu direnişin dinamik gücünün yinegençlik olması, bütünlüklü olarak düşünüldüğündeyeni dönemde gençlik payına hareketli bir süreçyaşanacağı beklentisi oluşturdu. Öyle ki, sermayedüzeni bile ‘Eylül sendromuna’ kapılarak önlemleralmaya başladı.

Aradan geçen süreyi göz önüne alırsak,gençliğin bu beklentileri gerçeğe dönüştürdüğünüsöylemek mümkün değil ne yazık ki. Gençlikkendi talepleri için sokağa dökülemedi. Üniversitekampüslerini direniş mevzilerine çeviremedi.

Bu, Haziran Direnişi’nin gençlik kitlelerine‘kalıcı’ bir ekti bırakmadığı anlamınagelmemektedir. Zira bu aynı dönemde gençlikhareketi bir dizi lokal eyleme imza attı. Gençlikkitlelerinin siyasal mücadeleye ilgisinin arttığı, builginin, onun ileri unsurları şahsında pratik birtutuma da konu olduğu gözlemlendi.

***Sözünü ettiğimiz yakın dönem deneyiminden

dersler çıkaracak olursak, kısaca:* Gençlik hareketi, kimi dönem militan çıkışlar

yaşasa da kendisine politik planda bir yönçizememiş, taleplerini sistematik bir mücadeleyekonu edememiştir. Bu yapılamadığı için, ilk andaetkisi ne olursa olsun, yaşanan çıkış bir süre sonragençliğin politik unsurlarına daralmıştır. Bununkaçınılmaz akıbeti de giderek sönümlenmekolmuştur. Bu durumun kendisi, bir kez daha,devrimci önderlik boşluğuna işaret etmektedir.

* Haziran Direnişi gibi bir deneyime rağmen,gençlik hareketinin yeni bir düzeyde kendisiniortaya koyamaması gençlik hareketi içerisindedevrimci önderlik ihtiyacını ortaya koymaktadır.Sermaye düzeni gençlik sorununa dair en ufak birçözüm gündeme getirmemişken, sorunlar aynıbiçimde orta yerde duruyorken, gençlik koskocabir direniş deneyimine sahipken, hepsindenönemlisi açığa çıktığında muazzam sonuçlarüretecek bir dinamizm biriktirmekteyken hareketinnitelik ve nicelik planında yeni bir düzeyegirememesinin başka bir izahı olmasa gerek. Eğerkitle hareketinin kendiliğinden çıkışlarının birsınırı olduğunu, devrimci müdahaleninyapılamadığı takdirde bu sınırı atlayamayacağınıbiliyorsak; gençlik hareketi cephesinden yakındönemde bunun örneklerini yaşamışsak; bugünçubuk bükülmesi gereken nokta devrimcimüdahale ve önderlik olmalıdır.

***Gençlik hareketine devrimci müdahale ya da

devrimci önderlik boşluğunun doldurulması sorunufarklı başlıklar üzerinden tartışılabilir. Gençliğinmilitan eylemine önderlik, politik ufkungenişletilmesi vb. başlıklar bunların ilk aklagelenleridir.

Bugün, tüm bunlarla beraber, hareketemüdahalenin örgütsel ayağını tartışmakgerekmektedir. Bu kaba bir biçimde “yeni bir örgütkurma” tartışması olamaz elbette. Devrimcimüdahalenin örgütsel ayağı demek; hareket içindedevrimci bir odak yaratmak, geniş gençlikkitlelerini devrimci politika ekseninde bir arayagetirmek, onun en ileri unsurlarından başlayan vegiderek geniş gençlik kesimlerini kucaklayanörgütsel bir form oluşturmak, nihayetinde gençliğidevrimci politikada kenetlenmiş ve örgütlü biryapıya kavuşmuş biçimde sermaye düzenininkarşısına çıkarmak demektir.

Bu tartışma, gençliğin devrimci dinamizminiaçığa çıkaracak müdahalenin örgütsel alandakikarşılığıdır esasında. Politikanın cismedönüştürülmesidir. Zira devrimci müdahale sadecehareketin izlemesi gereken yolu göstermekle değil,bu yolda yürünebilmesi için gerekli araçlarınyaratılmasını da sağlamakla gerçek anlamını bulur.Diğer türlüsü yalnızca gençlik kitlelerine akılvermek olur ki bunun da zerre kadar etkisi olmaz.

***Bugün gençlik hareketinin -tüm birikim ve

deneyimine rağmen- yaşadığı bu durumu aşmanın,hareketi yeni bir eşiğe getirmenin yolu; politik,kitlesel ve devrimci bir örgütlenmenin yaratılması,bu örgütlenmenin gerçek işlevine kavuşmasının,yani kitlesel bir güce dayanan devrimci odakolabilmesinin sağlanabilmesinden geçmektedir.

Genç komünistler, yeni dönemde bumüdahaleyi tüm yönleriyle tartışacak, hayatageçirebilmek için adımlar atacaklar. Gençlik içindedevrimci bir kitle örgütlenmesi/birliği yaratmanınçabasını harcayacaklar.

***Gençlik hareketine böylesi bir müdahalede

bulunmak yeni bir şey değil elbette. Reformizmkendi cephesinden bunu yapmaktadır. Ancakeşyanın tabiatı gereği, onun politik niteliği gençlikhareketini ileri taşıyacak bir müdahaleolmamaktadır. Tersine, reformist politika kitleörgütü olarak cisimleştiğinde uğursuz rolünü aktifolarak oynamaya başlamakta, gençlik hareketindedevrimci çıkışın dayanak noktalarınıkötürümleştirmektedir.

Reformizmin gençlik hareketi üzerindekiablukasını dağıtmanın yolu da sözünü ettiğimizdevrimci odağı yaratmak ve onu geniş gençlikkitlelerine mal edebilmektir.

***Son olarak, burada ortaya konan düşünceler,

gençlik hareketine devrimci müdahalenin kapsamıve bunun örgütsel karşılığı üzerine henüz ilktartışmalardır. Bu politikayı tüm yönleriyletartışmak, geçmiş deneyimleri değerlendirmek,giderek de politikaya şekil vermek gerekmektedir.Tüm yoldaşlarımızın ve okurlarımızın, gençlikhareketinin devrimcileşmesi, devrimci politikeksen üzerinde kitlesel bir örgütlülüğe ulaşmasıiçin yapılacak müdahaleye düşünsel ve pratikolarak katkı sunması ise günün ivedisorumluluğudur.

Bu tartışma,gençliğin devrimcidinamizmini açığa

çıkaracak müdahaleninörgütsel alandaki

karşılığıdır esasında.Politikanın cisme

dönüştürülmesidir.Zira devrimci

müdahale sadecehareketin izlemesi

gereken yolugöstermekle değil, bu

yolda yürünebilmesiiçin gerekli araçların

yaratılmasını dasağlamakla gerçek

anlamını bulur. Diğertürlüsü yalnızca gençlik

kitlelerine akıl vermekolur ki bunun da zerre

kadar etkisi olmaz.

Page 6: Ekim Gençliği 149. sayı

6

Burjuvazinin işçi sınıfı ve emekçiler üzerindekizor aygıtı olarak örgütlenmiş devlet mekanizmasıkendi geleceği için her türlü yola başvurmaya,baskıyı sistematikleştirmeye ve katmerleştirmeyedevam ediyor. Bunu sistemin yaşadığı krizleberaber daha da yakıcı hissederken HaziranDirenişi ile birlikte bu zor aygıtının pervasızlığınıkitlesel boyutta yaşadık. Direnişte şehitdüşenlerden yaralananlara, gözaltı-tutuklamateröründen TOMA’lara, plastik mermilere, gazfişeklerine kadar baskıyı soluduk. Bu baskıpolitikaları gençliği de doğrudan hedef almaktaydı.Toplumsal hareketin yükseldiği her dönemdedinamik, militan bir ruhla mücadelede yerini alangençlik bu zor aygıtının direkt hedefindeydi. Bugerçeklik sadece Haziran Direnişi’yle yaşanansürecin gerçekliği değil, devlet mekanizmasının dagerçekliğidir.

Bizler bunu on yıllardır üniversitelerde yaşadık,yaşamaya da devam ediyoruz. Gençliğin devrimcipotansiyelinden her daim korkan ve korktukça dasaldırganlaşan, baskıyı arttıran burjuvazi, AKPşefinin deyimiyle elindeki bütün “enstrümanları”kullanıyor.

Haziran Direnişi’nin ardından gençliktenkorkusunun ve gençliğin potansiyelini bertarafetme politikasının bir sonucu olarak “Eylülsendromu” yaşayan ve yaşatan, gençliktenbeklentileri yükseltip, umutsuzluk yayan ve kendihazırlığını bu çerçevede yapan düzen güçlerihazırlığında haksız olmadığını gördü. Belki Eylülayı veya sonrası yeni bir Haziran getirmedi ancakgençlik potansiyelini ortaya koydu.

Bu potansiyelin karşısında bilindik yöntemlerdevreye sokuldu. Faşist saldırılarla birçok yerdedevrimci, ilerici ve Kürt öğrencilere yöneliksaldırılar gerçekleştirildi. Bir yanıyla korkutma biryanıyla kitleden yalıtma ve marjinalleştirmenin biraracına dönüştürüldü. Hareketin özneleri ise busaldırıları bir kitle çalışmasına konu etmekte vekitlesel yanıtlar üretmekte zayıf kaldılar.

Turnikelerle, bölümler arası geçiş-afiş asma-bildiri dağıtma-stand açma yasaklarıyla,ÖGB-polis saldırıları, denetimler, kameralarlagençlik dört bir yandan kuşatıldı. Bu kuşatma sivilpolislerin üniversite kapısından gözaltıyapmalarına kadar vardırıldı.

“Koruma memurluğu” adı altında polisinüniversitelere girişine meşruluk, kabullenişyaratma çabası Haziran Direnişi ile ötelenirken, budönemse gençlikle daha fazla karşı karşıyagelmemek adına hayata geçirilmedi. Ancakdevletin zor aygıtının polisten ibaret olmadığıortada. Üniversitelerde her türlü kılığa bürünmüşbir şekilde polislerin bulunduğu da biliniyor.

Tüm bunların devamı olarak daha dönembaşında soruşturma tehditleri, geçen dönemdenkalan cezaların uygulanması ve dönem boyuncayeni soruşturmaların açılması ile birlikte tamanlamıyla soruşturma terörü gerçekleştirildi. Vanile dayanışma masalarında bulunmaktan Fenişişçilerinin okula geldiği etkinliğe katılmaya, HasanFerit’in dedesinin okula sokulmamasına karşıçıkmaktan yemekhanede ücretsiz yemek yemeye,afiş asmaktan okuldaki sivil polisleri kovmaya

forumlara katılmaya kadar İstanbulÜniversitesi’nde 100’e yakın öğrenciye yüzlercesoruşturma açıldı. Sayısını kendilerinin bilebilmediği bir hızla ve dört bir koldan açılansoruşturmalara her gün yenileri ekleniyor. Kimiöğrencilere daha şimdiden 10 soruşturma açılmışdurumda.

Eylül’den bugüne üniversitelerde böylesi birtablo hakimdi. Bütün bir dönem devletin zoraygıtının saldırılarıyla geçti. Ne yazık ki busaldırıları boşa çıkaracak bir çalışma ve iradeortaya konamadı. Bu konuda atılan adımların yadevamı gelmedi ya da sınırlı kaldı. Bunda enbüyük etken bu saldırılar karşısında net tutumalacak, bırakalım devrimci tutum almayı faaliyetinisahiplenecek politik bakışa ve iradeye sahip birsiyasal özneler tablosundan yoksun olmamızın çokbüyük payı var.

Soruşturmalara, saldırılara konu olan politiketkinlikleri sahiplenmek, kitleleri sahiplendirmek,bu zor aygıtının gerçekliğini gözler önüne sermekgerekirken bundan kaçmak, “üniversitede polisistemiyoruz” deyip sivil polislerin okulda ciritatmasına göz yummak, turnikelere karşı olup,üzerinden atlamak gerekir derken kimlikleriniokutup okula girmek, soruşturmalar açıldığında“biz yoktuk, ben oradan geçiyordum” demek,cezayı aldığında kabullenip idarenin bir“devrimci”nin okula girip girememesine kararvermesini seyretmek, öğrenciler bunlardan korkardeyip düzenin zor aygıtının gerçekliğini kitlelerdengizleme tutumları hiçbir şekilde kabullenilebilecektutumlar değildir. Bırakalım kitleleri hareketegeçirmeyi, bu tutumların sahipleri düz yolda bileyürüyemezler.

Zoru zor bozacaktır. Karşımızdaki zor aygıtınaboyun eğerek onu alt edemeyiz. Onu kabullenerekonu dağıtamayız. Ancak karşımızdaki zor aygıtıörgütlüdür. Kitleleri kendi peşindensürüklemektedir. Onun karşısına örgütlü bir zorçıkarmalıyız. Kitleleri harekete geçirecek, içinekatacak, politik bir ortaklığa sahip birörgütlülükten bahsediyoruz. Baskı politikalarını,saldırıları püskürtmenin tek yolu budur.

Bir dönemi geride bıraktık ancak ikinci dönem,bahar dönemine hazırlık yapmak gerekmektedir.Verilen cezalar, okuldan uzaklaştırmaların siyasalfaaliyeti engellemesine izin verilmemelidir.Gençlik politik bir taraflaşma içine sokulmalı,kendi geleceğine, özgürlüğüne yönelik busaldırıları boşa çıkartmanın gerekliliğikavratılmalıdır.

Bugün bu saldırılara yanıt verememek sadecebir dönemi değil, gençlik hareketininbiriktirdiklerinin de kaybedilmesi anlamınagelecektir. Geleceğimize ipotek koymayaçalışanlara dur demeliyiz.

Geleceği kazanmak istiyorsak, bu saldırılarıboşa düşürmekten başlamalıyız. Bugün bu zoraygıtının karşısında bu iradeyi gösteremezsek,bugün bu iradeye kitleleri kazanamazsak, yarın buzor aygıtını yıkabilecek iradeyi de bulamayız,kitlelere de güven veremeyiz.

Ekim Gençliği

Zoru zor bozar!

Zoru zor bozacaktır.Karşımızdaki zoraygıtına boyun eğerekonu alt edemeyiz. Onukabullenerek onudağıtamayız. Ancakkarşımızdaki zor aygıtıörgütlüdür. Kitlelerikendi peşindensürüklemektedir. Onunkarşısına örgütlü birzor çıkarmalıyız.Kitleleri hareketegeçirecek, içinekatacak, politik birortaklığa sahip birörgütlülüktenbahsediyoruz. Baskıpolitikalarını, saldırılarıpüskürtmenin tek yolubudur.

Page 7: Ekim Gençliği 149. sayı

Üniversiteyi kazanıp okula ilk gittiğimiz gün okulda ilk olarakÖGB’yle tanışırız. Bu ilk tanışıklık aslında üniversitelerin nasıl yerlerolduğunu anlamamıza yeter de artar bile. Ki bu tablo sadece ilk günehas veya sadece giriş kapısında yaşanan bir şey değildir. Her gün, hersaat, her binada, koridorda, kantinde, hatta tuvaletlerde bile ÖGB’ler‘güvenliğimizi’ sağlamaktadır.

Öğrenci kimliğimizi sorar, üstümüzü, çantamızı ararlar. Telsizsesleri ve cızırtılarıyla okulun her yerinde karşımıza çıkarlar. Çoğuinsan ÖGB’yi öğrencilerin güvenliğini sağlamak için var diyedüşünür. Peki bu gerçekte de böyle midir? ÖGB’ler kimin güvenliğinisağlamaktadır. Biz öğrencilerin mi, üniversitede bilimsel eğitimin mi?Elbette ki hayır.

ÖGB’ler okul içerisinde öğrencileri denetlemede ve devrimcifaaliyeti engellemede siyasi polisin tam yönlendiriciliğinde hareketederler. Çoğunlukla iş ‘ekmek parası’ boyutunu da aşar. Faşistlerdevrimci-ilerici öğrencilere saldırdığında ÖGB öğrenciyi koruyayımderken(!) devrimci öğrenciyi bıçaklar. (Ankara’da Cebecikampüsünde Newroz kutlamaları sırasında yaşandı.) ÖzellikleMarmara Üniversitesi gibi ilerici, devrimci öğrencilere karşı baskınınyoğun olduğu okullarda polis-idare-ÖGB-sivil faşist işbirliği ayanbeyan bir şekilde ve sıklıkla –periyodik faşist saldırı dönemlerinde-açığa çıkar. Faşistler devrimci-ilerici güçlere saldırır, ÖGB açıktansaldırıya destek verir. Okul dışından öğrenciler, hatta aynı okulunbaşka fakültesinden öğrenciler okula giremezken ülkü ocaklarından,dinci-gerici tarikatlardan taşınarak getirilenler bıçak, satır, sesbombası gibi malzemelerle girebilirler. Tabi kapıdaki aramadan ÖGByardımıyla geçerler. Zira tüm bu ‘enstrümanlar’ öğrencilerin‘güvenliği’ içindir. ÖGB de öğrencilerin güvenliğiyle özel olarakilgilenmesi için kurulmuş bir birimdir adından da anlaşılabileceği gibi.

İstanbul Üniversitesi forumuna Gülsuyu’nda devlet destekliuyuşturucu çetelerinin katlettiği Hasan Ferit Gedik’i anlatmak içingelen 76 yaşındaki dedesini darp eden de ÖGB’dir. Bu olayda dedeMustafa Meray’ı savunan ve ÖGB saldırısına uğrayan devrimci-ilericiöğrencileri polise şikayet eden, ifade alma gerekçesiyle okul kapısı

önünden polislerce kaçırılarak gözaltına alınmasına yardım eden yineÖGB’dir.

Bunlar ÖGB’lerin misyonuna dair sadece bir kaç örnek. AncakÖGB’yi anlatmaya yeter de artar bile.

Bütün bu yaşananlardan sonra gençlik içinde çalışma yürüten kimisiyasetlerin ÖGB içindekilerin birer polis olmadığını, son tahlildeonların da emekçi olduğunu savunmaları “takdire şayandır”.

Kabaca bakarsan, ÖGB bir ‘iş’ yapar, ‘emek’ harcar, karşılığındaücret alır -polis gibi-. Bu işi ‘ekmek parası’ için yaptığını iddiaedenlerin tutarlı olup zaten istifa etmesi veya bu işi kabullenmemesigerekmektedir. Zaten görevini layıkıyla yapmayanlar ya iştenatılmakta ya da görev yerleri değiştirilmektedir. Bu yüzden bugünkarşımıza çıkan güvenliklerin emekçiliğini savunmak saçmalıktır. ZiraÖGB olarak çalışanlar “emeklerini” tarihin akışı karşısında bir engeledönüşen, asalak bir aygıtın hizmetine sunmakta, emekçilerin davasınaihanet etmektedirler. Emek mücadelesinin, hak arama mücadelesininkarşısına dikilenler emekçi olamazlar. Emek hırsızlarının güvenliğinisağlayanlar, onları koruyanların akıbeti onlarla bir olacaktır.

Biz burada kişilerin karakterini, iyiliğini-kötülüğünü tartışmıyoruz.Burada mesele bir sistem sorunudur. Kolluk gücünün sistemde tuttuğuyer sorunudur. Onlar da emir kulu söylemi üzerinden tartışmayıkişilere indirgemektir ve sistem sorununu gözardı etmektir. Kaldı kiÖGB’lerin devrimci faaliyete yönelik saldırıları sırasındaki tutumları‘emir kulluğunu’ çoktan aştıklarını gösteriyor. O üniforma içinde ogörevi yaptıkça, ÖGB gençlik hareketi önünde bir engeldir, engelolmaya da devam edecektir.

Genç komünistler olarak ÖGB’lerin misyonunu gençlik kitlelerineanlatmaya, ÖGB’lerin polis, idare ve faşistlerle işbirliğini teşhiretmeye ve ÖGB terörüne karşı mücadele etmeye devam edeceğiz. Zirabunu yapmamak, gençliğin gelecek ve özgürlük mücadelesindedüşmanlarını tanımasına engel olmak, gençlik kitlelerinin karşısınaÖGB dikildiğinde doğru tutum almasına engel olmak anlamınagelecektir.

S. Zafer

ÖGB sorunu ve solun tutumu

7

Page 8: Ekim Gençliği 149. sayı

Ekim Gençliği okurundanYusuf Devran’a mektup…

İşte buradayız!..Bu mektup Marmara Üniversitesi’nde

devrimci, ilerici ve yurtsever öğrencileri hedefalan faşistlere, sizin gibi dekan bozuntularınaayrıca hemen herşeye bilimsel diyen ilim irfanyuvamızın gerici yobaz rektörüne iyi bir dersolsun.

(Kuzey Amerika Ortadoğu AraştırmalarıDerneği, Başbakan Recep TayyipErdoğan’a mektup yazmış sizinle ilgili vehükümetçe atanan üniversite yönetimlerininakademik özgürlüklere yönelik ihlallerine dairendişelerinin olduğunu söylemiş. Ancak kimi kimeşikayet ediyor anlamış değiliz. Ancak biz siziMESA’ya şikayet etmeyiz. Biz şikayet etmektendeğil, değiştirmekten yanayız.)

1- Marmara İletişim’deki faşist saldırılar diğerkampüslerde olduğu gibi sürmektedir.

2- Bu faşist saldırılarda sizin de rolünüz vardır.Bunun en iyi kanıtı faşistleri odanıza çağırıpnasihat etmenizden ve faşistlerle çektirdiğiniz boyboy fotoğrafları sosyal medyadanyayınlamanızdan biliyoruz. Bizleri okulumuzdabıçaklayan/satırlayan bu eli kanlı faşist köpeklersizin sıcak kanatlarınız altında istedikleri gibidavranmaktadır. Sizin sosyal medyada dayazdığınız “sağduyulu” öğrencileriniz birer katilolma yolunda azami hızla devam etmektedirler.

3- Okula gelişinizle birlikte Marmara MedyaMerkezi’nde iyi bir gerici kadro yarattınız. Sizingibi düşünenler sizinle çalışmaya başladı veideolojik tavrınızla taraf olduğunuzu gösterdiniz.Biliniz ki biz de bir tarafız. Adını bile söylerkenkorktuğunuz sosyalizmin ve komünizmintarafındayız.

4- Okulumuzda devrimci, ilerici yurtseveröğrencileri ve ilerici öğretim görevlilerinifişlediniz. Ayrıca Doç. Dr. Gözde Yılmaz ve Yrd.Doç. Dr. Emel Güler Yılmaz’ın odasına, rıza vebilgileri dışında kapı kırılmak suretiyle zorlagirdiniz. Üstelik Doç. Dr. Gözde Yılmaz’ı okuldatehdit edip fişliyorsunuz. Acaba bunları hangihukuk normlarına göre yapıyorsunuz?

5- 2012 Haziranı’nda fakültede çıkan birkavganın ardından, Facebook’a şöyle bir mesajyazdınız: “Bir masum öğrenciyi öldürmekamacıyla arkadan kafasına darp eden terör yanlısı

öğrenci kılıklıları savcı serbest bırakıyor. Bu nasılhukuk?”

Peki bizleri bıçaklayan ve satırlayanlarokulumuzda bizlere hala saldırmakta ve elinikolunu sallayarak serbestçe gezmektedir. Bunasıl hukuk?

Asıl dünyayı demir ökçelerinizle yanlışyönlendiren terörist kılıklı sizsiniz.

6- Okulda devrimci, ilerici ve Kürt öğrencilerlearkadaşlık yapan ya da bir merhabasınıesirgemeyen kim varsa tehdit edilmektedir. Halaokulda faşistler arkadaşlarımıza “sıra sana dagelecek” gibi ifadeler kullanmaktadır. Oysa polisve devlet destekli bu faşist güruhun ve bufaşistlere faaliyet alanı açan siz idarenin çabasıboşunadır.

Devrimcilerin postunu ucuza satmayacağız.7- Sizler devlet-polis-yargı üçlemesine

güveniyorsunuz. İyi, biz de işçilere, emekçilere,ezilen halklara ve onların örgütlü gücünegüveniyoruz. Sizlerden korkmuyoruz.

8- Irkçı, gerici, piyasacı eğitim anlayışınızla,MİT kadrolu öğretim görevlilerinizle birlikte sizive düzeninizi tarihin çöplüğüne göndermektekararlıyız. Mutlaka bu devran dönecek.

Karşınızda tek bir kişinin mücadelesi değil,karşınızda özgürlük, devrim ve sosyalizmmücadelesi var. Bizleri kan dökereksindiremezsiniz.

Bizi komünizm kırıntısı olarak görüyorsunuz.Peki o halde en ufak bir durumda bile bizlereneden soruşturma açıyorsunuz? O haldekomünizmin kırıntısından bile korkuyorsunuz. Ohalde korkmaya devam edin. Çünkü oturduğunuzkoltukların sizler için birer klozete dönüşeceğigünler yakındır. Üzerinize sifonu çekmek içinsabırsızlanıyoruz.

Türk Ceza Kanunu’na göre herkes, onur, şerefve haysiyet sahibidir. Ancak biz devrimcilere göreemeğin-eşitliğin ve özgürlüğün düşmanı olanlar,sermayeyi ve onun faşist devletini kutsayanlaronur, şeref ve haysiyet sahibi olamazlar.

Hadi hemen hareket edip bana soruşturma açın,adalet saraylarına koşun. Hatta sağa sola haberverin. Ben kim miyim? 3 Nisan 2013 tarihindefaşist Tugay Saday tarafından bıçaklanan devrimci8

Karşınızda tek bir kişininmücadelesi değil,karşınızda özgürlük,devrim ve sosyalizmmücadelesi var. Bizlerikan dökereksindiremezsiniz.

Page 9: Ekim Gençliği 149. sayı

İstanbul Üniversitesi adeta soruşturmamerkezine dönüşmüş durumda. Dönembaşından beri hakkında soruşturma açılanöğrenci sayısı 100’e yaklaşırken, açılansoruşturmaların sayısı 250’yi aşmışdurumda. Soruşturma saldırısı öyle bir halaldı ki, okulda adım atmak suç halinegelmiş durumda. Muhalif öğrenciler adımadım takip edilirken her yaptıklarısoruşturmaya konu olmakta. Bunlardanbazılarını şöyle sıralayabiliriz.

* Okulda düzenlenen forumlara katılanöğrencilere “yüksek sesle konuşarakeğitimi engelledikleri” gerekçesiylesoruşturmalar açılıyor.

* Van depremzedeleriyle dayanışmaiçin açılan imza stantlarına ve dayanışmamasalarına katılan öğrencileresoruşturmalar açılıyor.

* Kendi düşüncelerini ve siyasalgörüşlerini ifade etmek için okula afişasanlara, okul kimliğini ÖGB’leregöstermeyi reddeden öğrencilere kendibölümüne ‘zorla’ girdiği iddiasıylasoruşturmalar açılıyor.

* Üniversitesine sahip çıkarak elisatırlı faşistlerin okula girmesine engelolan, faşistleri üniversiteden kovanöğrencilere soruşturmalar açılıyor.

* Okulun ticarileştirilmesine karşıçıkıp çay demleyerek dayanışma için çaydağıtan öğrencilere, parası olmadığı içinyemekhaneden ücretsiz yemek yiyenöğrencilere soruşturmalar açılıyor. Hemde ‘ÖGB uyardığı halde ücretsiz yemekalmak’ suçlamasıyla…

* Direnişteki FENİŞ işçilerini okulaçağırarak etkinlik gerçekleştiren, etkinliğekatılan, halay çeken, işçilerin okulagirmesi için ÖGB engeline karşı duranöğrencilere soruşturmalar açılıyor.Sinevizyon izlemek ve izletmek suçsayılıyor.

* Gülsuyu’nda devlet destekli çetelertarafından katledilen Hasan Ferit’indedesini forum olarak söyleşiye çağırmak,okula girmesini sağlamak suç sayılıyor.ÖGB engel olunca ona karşı çıkmaksoruşturma sebebi oluyor.

Daha nice soruşturma konusu

bulunuyor. Bunlara ilk akla gelenler.Üniversite yönetimlerinin soruşturmaaçmaya bahane bulmaktaki yaratıcılıklarıyıllardır zaten bilinmekte. Bu yıl bunlarayenilerini ekledikleri de ortada.

Bütün bu soruşturmalar okuldakikamera kayıtlarından, sürekli not tutan,öğrencileri fişleyen ÖGB ve sivilpolislerin raporlarıyla açılıyor. Rektörlüğesunulan raporlar bizlerin karşısınasoruşturma ve ceza olarak çıkıyor. Hattahızlarını alamayıp okuldan mezun olanöğrencilere de soruşturma açabiliyorlar.Bu olay, polislerin önlerine getirdiğiraporlardaki isimleri kontrol dahi etmedensoruşturma açtıklarının kanıtı vepervasızlıklarının göstergesidir.

Haklarında soruşturma açtıklarıöğrencilerden savunma isterken dehukuksuzluklarına devam ediyorlar.Soruşturmaya neden olan sözde suçlarınne zaman, nerede gerçekleştiğini, neolduğunu dahi yazmıyorlar. Öğrenciler,hakkında savunma verecekleri olayı bilebilmeden savunma yapmaya zorlanıyor.Ortak yazılı savunmalar kabul edilmezkenherkes bireysel ve sözlü savunma vermeyezorlanıyor. Böylece tüm bunlarıngöstermelik olduğunu kendileri de ortayakoymuş oluyorlar.

Dönem kapanmadan, istenilen düzeydeolmasa da, okulda yemekhanekonuşmalarıyla, afişlerle, bildirilerle teşhirfaaliyeti örgütlenirken, yapılan soruşturmaşenliği ile okulun gündeminesoruşturmalar sokulmaya çalışıldı. Ancakher yıl olduğu gibi final dönemine ve aratatile getirilen soruşturmalar, soruşturmakarşıtı mücadeleyi de sekteye uğratmaamacındaydı. Bu yüzden ikinci dönemalınacak cezalarla beraber çok daha çetinbir dönem bizleri bekliyor. Ancak şunubilsinler ki, soruşturmaları, cezaları,engellemeleriniz bizlere vız gelir. Bizleronlardan icazet alarak devrimci faaliyetiörgütlemediğimiz gibi, onlardan icazetalarak da örgütlemeyi düşünmüyoruz.

Soruşturma ve cezaların hiçbir hükmüyoktur.

Soruşturma ve cezalarınhiçbir hükmü yoktur!

öğrenciyim. Bir de dava açarken bana, benim adımı yazıp

faşistlerin resmini koymayın. Bir önceki olaydafaşistlerin bıçaklı resimleri benim ismimle savcılığagitmiştir. (Bunu polisle ortak yaptığınız ortadadır)Ben size okula girerken fotoğrafımı verdim.Kayıtlarda olması gerek. En azından fişlediğinizkayıtlarda mevcuttur diye düşünüyorum.

Biz genç komünistler üniversitelerde idare-faşist-polis işbirliğini teşhir ederek,emperyalist-kapitalist sistemin yarattığı sorunlardankurtuluşun ancak emperyalist-kapitalist sisteminyıkılmasıyla olacağını ve sosyalizmin mümkünolduğunu anlatmaya devam edeceğiz. Bizidurduramazsınız, çabanız boşunadır.

Bu mektup sizi ve düzeninizi kamuoyuna teşhiretmek için yazılmıştır. Hadi bakalım baskınızı dahada arttırın. Bu sadece sizin çöküşünüzühızlandıracaktır. Çünkü zoru zor bozacaktır.

Sizden birşey talep etmiyoruz.Vardık, varız, varolacağız…* Mektup öncelikle Yusuf Devran yanlısı bir

akademisyene verilmiştir. Yusuf Devran okuldaolmadığı için onun odasına yönelen akademisyeneverilmiştir. Ayrıca Prof. Dr. Nurşen Mazıcı, Prof.Dr. Ahmet Şahinkaya, Prof. Dr. Emre Bağçe vebirçok öğretim üyesinin olmadığı okulda kapıaltından mektup zarfına konularak verilmiştir. Birde Gazetecilik Bölüm Başkanı Prof. Dr. TürkanUğur Dai’nin odasına girilerek mektup odasındaolan asistanına verilmiştir. Birçok öğretim üyesininşaşkın bakışları içinde mektup verilmiştir.

Ayrıca mektuplardan biri sınava girenöğrencilerin bulunduğu bir dersliğin yanındakiduvara asılmıştır.

Şimdi Yusuf Devran öğretim üyelerinin kapısınıkırıp mektupları toplamaya başlasın.

Devrimci irade teslim alınamaz!Bu daha başlangıç mücadeleye devam!Marmara Üniversitesi’nden bir Ekim Gençliği

okuru*** Ekim Gençliği okuru, mektubunu Kızıl Bayrak’a

gönderdiğinde girişine şu bilgilendirme notunudüştü:

“Marmara Üniversitesi’nde yaşanan faşistsaldırılarla birlikte, özellikle Marmara İletişim’deyoğun bir baskı ortamı mevcuttur. Bugün Marmaraİletişim’de devrimci, ilerici ve Kürt öğrenciler ileilerici akademisyenler bu baskı ortamını direktüzerinde hissetmektedirler. Düşünün ki, (özelliklevize ve final dönemlerinde) içeri girerkengüvenliklerin, okulun bahçesine oturduğunuzdasivil polislerin, kantine indiğinizde faşistlerin veherhangi bir biçimde Diş Hekimliği’nin önündengeçerken çeviklerin gözlerine ve ayrıca bir eylemyaptığınızda dekanın baskısına maruz kalıyorsunuz.Bu basınç ortamına karşı devrimci, ilerici veyurtsever öğrenciler olarak bugüne kadar direndikbundan sonra da direneceğiz.

Bugün Marmara Üniversitesi İletişim FakültesiDekanı Yusuf Devran’a bir mektup yazmışbulunmaktayım. Bu mektubu Yusuf Devran’a birşeyöğretmek için değil, ancak Yusuf Devran’ın vefaşistlerin okulda yarattığı baskı ortamını teşhiretmek, bunun sınıf mücadelesiyle paralellikgösterdiğini kamuoyuna belirtmek için yazdım.Ayrıca amacım Yusuf Devran’nın kutsallığınadokunmaktır. Bu abluka dağıtılacaktır ve bu dahabaşlangıçtır.” 9İstanbul Ekim Gençliği

Page 10: Ekim Gençliği 149. sayı

Üniversitelerde faşist saldırılar...Faşist çeteler üniversiteden kovuldu

6 Ocak günü İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nde faşistlerÖGB korumasında ve yanında satırla okula girdi.

Ülkücü faşistlerin sınava girdiği bilgisi üzerine devrimci ve Kürtöğrenciler faşistlerin sınava girdiği dersliğin önüne gittiler. Sınavdançıkan faşistler öğrencilere tehditler savurdu. Tehditlere sessizkalmayan öğrenciler karşısında faşistler koridorlarda koşarak kaçtı.Kaçan faşistler ÖGB korumasında Fen Fakültesi kapısındançıkarıldılar. Bu esnada faşistler yanlarında getirdikleri satırıgöstererek tehditlerine devam etti.

Devrimci ve Kürt öğrencilerin eli kanlı faşistleri okula sokmamakararlılığı karşısında bir kez daha faşistler kaçmak zorunda kaldılar.ÖGB’lerin faşistlerle kendi cep telefonları üzerinden haberleştiklerigözlendi.

Marmara’da faşistleregereken cevap verildi!

Rektörlük, ÖGB, polis destekli faşistler Marmara Üniversitesi’ndesürekli olarak saldırılar gerçekleştirmekte ve provokasyonlaryaratmaktadır. 16 Ocak’ta Göztepe Kampüsü’nde faşistlerinsaldırısının ardından polis devreye girerek saldırıyı devam ettirdi.Okuldan toplu çıkış yapan öğrencilere polis, gaz bombası ve tazyiklisuyla yine saldırdı.

17 Ocak’ta da Kürt bir öğrenci olan Yavuz S., Söğütlüçeşme’deokula giderken faşist çetenin bıçaklı saldırısına uğradı. Aldığı darbelersonucu başından ve kolundan yaralanan Yavuz S., HaydarpaşaNumune Eğitim ve Araştırma Hastanesi’ne kaldırıldı.

Çevik kuvvet ve ÖGB ordusu faşist saldırıların ardından“güvenlik” için üniversiteyi abluka altına aldı.

Kadıköy Boğa heykeli önünde oturma eylemindeki öğrenciler,Hukuk Fakültesi’nde de faşist saldırı yaşandığı haberini alanöğrenciler Hukuk Fakültesi’ne giderek arkadaşlarını polisablukasından aldılar ve oturma eylemlerine devam etmek için heykeleyürüdüler. Ayrıca Hukuk Fakültesi’nde yakalanan faşistler decezalandırıldı.

Boğa’da Kürtçe ve Türkçe yapılan basın açıklamasında MarmaraÜniversitesi’nde idare-polis-ÖGB-faşist işbirliğiyle yaşanan saldırılar

teşhir edildi.Yaşanan faşist saldırılar, 24 Ocak’ta gerçekleştirilen

eylemle bir kez daha protesto edildi. Göztepe Kampüsü

önünde başlayacak eylem öncesinde polis, kampüs çevresine yığınakyaptı. Ayrıca AKP ve MHP Kadıköy ilçe binalarını da koruma altınaaldı.

Eğitim-Sen İstanbul Üniversiteler Şubesi “Öğrencime dokunma”,Marmara Üniversitesi öğrencileri ise “Saldırıların failleri bulunsun.Can güvenliği ve öğrenim özgürlüğü istiyoruz” pankartlarını açaraküniversite içerisinden sloganlarla kampüs girişine geldiler. İÜöğrencileri ise “Çeteler dışarda öğrenciler içerde – Jı heval Ercan reazadi” yazılı pankartları ile eylemde yerlerini aldılar.

Erzurum’da faşist saldırı: 2 yaralı

Erzurum Atatürk Üniversitesi’nde 26 Ocak günü akşamsaatlerinde, evlerine giden Kürt öğrencilere 30-40 kişilik faşist güruhsaldırdı. Cumhuriyet Caddesi üzerinde bulunan Öğretmenevi önündegerçekleşen saldırıda faşistler, cam şişe ve bıçaklarla saldırdı.Saldırganlar olay yerinden kaçarken, çeşitli yerlerinden yaralanan ikiöğrenci hastaneye kaldırıldı.

Erzurum Palandöken Devlet Hastanesi’ne kaldırılan bir kişininkafasına dikiş atıldı ve 3 günlük iş göremez raporu aldı. Bir başkaöğrenci ise Erzurum Bölge Eğitim Araştırma Hastanesi’ne kaldırıldı.

Tedavilerin tamamlanmasının ardından gelen polisler, ‘ifadelerinalınacağı’ gerekçesiyle öğrencileri karakola götürmek istedi. Bunakarşı çıkan öğrenciler, karakola gitmeyerek hastanede ifade verdi.

Olayın duyulmasının ardından yaralı öğrencilerin arkadaşlarıErzurum Palandöken Devlet Hastanesi önünde toplandı. Öğrencilerfaşist saldırıyı sloganlarla protesto etti.

Sütçü İmam Üniversitesi’ndefaşist saldırı

13 Ocak’ta Kahramanmaraş’taki Sütçü İmam Üniversitesi’ninAvşar Kampüsü’nde ilerici ve Kürt öğrencilere faşistler saldırdı.

Fen Edebiyat Fakültesi önünde 20 kişilik faşist grup ile ilerici veKürt öğrenciler arasında önce sözlü tartışma başladı. Ardındanfaşistler 5 öğrenciye sopalarla saldırarak yaraladı. Yaralananöğrenciler hastaneye kaldırıldı. Ayakta tedavi edilen öğrencilerintaburcu edildiği ve durumlarının iyi olduğu öğrenildi.

14 Ocak günü sabah saatlerinde ise faşist grup ile ilerici Kürtöğrenciler karşılıklı olarak toplanmaya başladı. Bir süre sonra çatışmayaşandı. Okula giren polis ise faşistlerin saldırılarına göz yumarakilerici ve Kürt öğrencilere saldırdı. 10

Page 11: Ekim Gençliği 149. sayı

Halk Bankası kartı olmayanayemek yok!

İstanbul Üniversitesi’nde öğrencilere, “Öğrenci yemekhanelerindekullanılması zorunlu adınıza düzenlenen Halk BankasıKampüskartınız’ı bağlı bulunduğunuz öğrenci büronuzdan 30 Nisan2014 tarihine kadar teslim almanız gerekmektedir. Teşekkür eder,derslerinizde başarılar dileriz. İstanbul Üniversitesi Rektörlüğü”şeklinde bir telefon mesajı gönderildi.

Bu mesajla beraber rektörlük kampüskart uygulamasında ne kadarkararlı olduğunu göstermiş oldu.

Kampüskart uygulaması ile öğrenciler her an denetim altındatutulmak istenmekte, turnike sistemi dayatılmakta ve her öğrencizorunlu olarak banka hesabı kullanmak zorunda bırakılmaktadır. Buuygulamayla daha almadığı yemeğin, hizmetin parasını Halkbank’takihesabına yatırmak zorunda bırakılmaktadır. Bankalar üzerindenonbinlerce öğrencinin parası sermayeye akıtılmak istenmektedir.

Bir öğrencinin, “Zorunlu düzenlenen kampüs kartı almak zorundamıyız?” sorusuna Rektör Yunus Söylet’in cevabı ise, “Zorundadeğilsiniz, yemekhaneleri ve kantinleri kullanmadıktan sonra kimlikkartınız her yerde geçerli” şeklinde oldu.

RedHack belgelerinde geçmişti

İstanbul Üniversitesi geçtiğimiz yıl kampüskart uygulamasınageçileceğini duyurmuş, kampüse Halk Bankası’na ait ATM’leryerleştirilmişti. Öğrenciler adına hazırlanan kampüskartlarındağıtıldığı stantlar ise öğrencilerin protestoları üzerine kaldırılmıştı.

Öğrenciler bu dönem üniversite kartları ile geçtikleri yemekhaneturnikelerinde “Halk Bankası” yazısıyla karşılaşmaya başladı. Kampüskartlar için öğrencilerin kişisel bilgilerinin bankalarlapaylaşılması RedHack’in paylaştığı YÖK belgelerinde de yer almıştı.

Belgede Hukuk Fakültesi 3. sınıf öğrencisinin kendisindenhabersiz şekilde Halk Bankası Beyazıt Şubesi’nde adına hesapaçıldığını ve dilekçe vermesine rağmen hesabın kapatılmadığınıbelirterek Rektör Yunus Söylet hakkında görevi kötüye kullanma,kişisel verilerin kaydedilmesi, verileri hukuka aykırı olarak elegeçirme veya yayma suçları nedeniyle verdiği dilekçe yer almıştı.

Üniversitede Kampüskart

Kampüskart’lar uygulamaya konulduğu pek çok üniversitedeprotestoların yanı sıra davalara da konu oldu.

Vakıfbank’la anlaşarak benzer bir uygulamaya giden EgeÜniversitesi Rektörlüğü’nün projesi, İzmir 3. İdare Mahkemesikararıyla iptal edilmişti. Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi öğrencisiÖrsan Deniz Urgun, “banka kartı ile öğrenci kimliğinin aynı karttaolmasına” itiraz ederek rektörlüğe açtığı davada, mahkeme Urgun’uhaklı bulmuştu. Mahkeme, 28 Nisan’da verdiği kararda, Anayasa ‘nın“Özel Hayatın Gizliliği” başlıklı 20. maddesini gerekçe göstermişti.

Marmara Üniversitesi’nde de 2011-2012 döneminde başlayanDeniz Bank anlaşmalı uygulamanın iptali için Öğretim GörevlisiMeryem Kurtulmuş’un açtığı dava 18 Ekim 2012’de kazanımlasonuçlanmasına rağmen, Rektörlük kampüs kart uygulamasınıistemediklerine dair 26 Kasım 2012’de Göztepe Kampüsü’ndeyürüyüş yapıp dilekçe veren 13 öğrenciye soruşturma açmıştı.Mahkeme kararıyla iptal olan bir uygulamayı istemeyen öğrencileresoruşturma açılması, kendi hukuklarını bile tanımadıklarınıngöstergesidir.

Halkbank, Yıldız Amfi’ye giremedi!Hacettepe Üniversitesi’nde yıllarca bölüm binalarının altındaki öğrencilerin doğal sosyal

alanları olan kantinler kapatılarak öğrenciler okul içindeki alışveriş merkezlerineyönlendirilmeye çalışılmıştı. Ancak öğrencilerin kararlı duruşu ile buna izin verilmemişti. Tekraraçılan kantinler ise şimdi de farklı bahanelerle kapatılmaya çalışılıyor. Bu konuda rektör MuratTuncer tüccarlıkta sınır tanımıyor.

Üniversiteye ait bir araziyi üniversitenin borçları olduğu gerekçesiyle satışa çıkaran MuratTuncer, dönem başında öğrencilerin sosyalleşebileceği sınırlı alanlardan biri olan Beycafe’yikapattırmıştı. Şimdi de kampüsteki sayılı kantinlerden biri olan Yıldız Kantin’i kapatarakHalkbank şubesi açılacağı duyuruldu.

Bu saldırıyı geri püskürtmek ve kantinin kapatılmasını önlemek için biraraya gelenüniversite öğrencileri 27 Aralık günü saat 12.30’da Edebiyat Fakültesi önünde buluşarak “YıldızAmfi’yi Halkbank’a bırakmıyoruz! /Hacettepe Üniversitesi Öğrencileri” şiarlı bir ozalit açarakyürüyüşe geçtiler. Daha sonra Rektörlük binasına gidilerek basın açıklaması gerçekleştirildi.

Bina önünde sloganlarla bekleyiş devam ederken bir grup öğrenci rektörle görüşmek içingönderildi. Görüşmenin ardından Rektör Murat Tuncer, aşağı inerek “Yıldız Amfi sizinkalacak!” diyerek kantini kapatmaktan vazgeçtiklerini söyledi.

HEr zaman olduğu gibi direnişin ve kararlılığın gücü kazanım getirdi.Ekim Gençliği / Beytepe 11

Page 12: Ekim Gençliği 149. sayı

Mezun olduktan sonra,bize sunulan yaşam;‘insanı değil,sermayeyi yenidennasıl üretebilirsin?’olduğu için,üniversitelerin işlevi,yapılanması,bahsettiğimdoğrultuda, sömürenya da sömürülenikilemi içerisindekisisteme öğrenciyientegre etme tesisiolarakdönüştürülmüştür.

Geçenlerde bir kısa filmde oynadım. Yanrollerden biri, hatta, işte bildiğin figürandiyebileceğiniz bir roldü bu. Filmin konusu şekerhastalığı üzerine bir farkındalık yaratma ya da‘nedir bu hastalık?’ üzerineydi. Aslında ne olduğuhayati önemde değil. Neden çekildiği ve bu filmeneyin kaynaklık ettiğine bakmamız daha doğruolacak.

‘10 Şeker Yönetmen Aranıyor’ adı altındadüzenlenen bir kısa film, ya da reklam filmi çekmekampanyasıydı projenin özü. Her yere afişleriasılıp, internet portallarından duyurusu yapılan,Anadolu Üniversitesi’nin kaynak sunduğu,öğrencilere; tecrübe ve eğer yarışmayı kazanırlarsabir miktar para kazanma şansı tanıdığı proje geçenhaftalarda son buldu. Buraya kadar her şey‘üniversite-öğrenci desteği’ konusunda güzelgörünüyordu. Ancak şunu öğrendim ki, yarışmaüniversite tarafından değil bir ilaç firmasıtarafından düzenlenmiş ve kaynağı karşılanmış.

Bunu öğrendiğimde aklıma birkaç soru vesorun geldi. Bunlardan birkaçı şunlar: Bir ilaçfirması üniversiteye neden böyle bir proje ilegeldi? İlaç firmasının konumu ve düzen içindekitemsiliyeti nedir? Üniversiteden beklentisi nedir?Üniversitenin tutumu nedir? Öğrencilerin bunabakışı nedir? Eğitim neye hizmet etmektedir ve bueğitimden geçen öğrenciler genel bir bakış olarakbilimi, sanatı kim için kullanmaktadır? Şunuöncelikle söylemem gerek, bu ve bunun gibibirçok konu bir gerçeklik teşkil ettiğindentamamen reddetmemiz mümkün değildir.Katılabiliriz, kendi sözümüzü söyleyebiliriz, ancakbunu yaparken nerede ve ne bakışla duruyoruz?Bence asıl önemli olan şey budur.

Eğitimde ticarileşmenin boyutugittikçe artıyor

Üniversitelerde, bilginin metalaşma süreci ve

özellikle 12 Eylül 1980 darbesi sonrasında ‘bilgitoplumu’ olma üzerinden yürütülen politikalar,rekabete dayalı bir sistemi oluşturmuş (‘en iyibilgi üretim yolu rekabettir’ diyen sözde naifdüşünce ile) ve bu kurumlar bilginin mülkiyetiüzerinden kendini yapılandırmıştır. Sondönemlerde ise neoliberal politikalardoğrultusunda üniversitenin alacağı konum veişlev nasıl olmalıdır konusuna yoğunlaşılmıştır.(Bologna sürecinin ciddi etkilerini görmekteyiz.)Bu konuda yapılan ve yapılacak olan uygulamalarüniversitelerde gerek yönetim gerekse eğitimpersoneli olarak benimsenmiştir. Bu doğrultuda;araştırmacı profesör, çalışan öğrenci, kariyerkulüpleri, şirket pazarlama ve reklamkampanyaları gibi uygulamalar somut birer örnekolarak verilebilir.

Üniversitelerde okutulan, öğretilen ya dadeneyimlediğimiz bütün alanlarda ne varsa,ilerideki emeğimizin ve düşüncelerimizin nitelikliolması içindir. Buraya kadar yine sıkıntı yok gibi.Ancak mezun olduktan sonra, bize sunulan yaşam;‘insanı değil, sermayeyi yeniden nasılüretebilirsin?’ olduğu için, üniversitelerin işlevi,yapılanması, bahsettiğim doğrultuda, sömüren yada sömürülen ikilemi içerisindeki sistemeöğrenciyi entegre etme tesisi olarakdönüştürülmüştür. Üniversite denetimini veyönetimini sağlayan, işlev ve içerik belirleyiciyapılar ve kişiler (YÖK, MEB, rektörler) budönüşümün içinde yerlerini sabitlemiş ve içindebulunduğumuz kapitalist sömürü düzeninin birertemsilcisi durumda varlıklarını devamettirmektedirler.

Böyle bir düzen içerisinde üniversiteyeşirketlerin ortak olması, firmaların, bankalarınbirer şubesinin açılması, dekanların birer şirketsahibi ya da ortağı olması, eğitimcilerin desermayeye ters düşecek sunumları ve hayatıbenimsememesi ya da benimsese dahi bunudillendirmemesi, dillendirdiği anda yaptırımlara

Eğitim piyasalaşırken...

12

Page 13: Ekim Gençliği 149. sayı

maruz kalması kaçınılmaz bir durumdur. Hal böyleiken üniversitede bilim ve sanat üzerine yapılaneğitim, üretim ve uygulamalar da sermayeyehizmet etmek durumundadır. Toplum ve ihtiyaçiçin değil, tüketime yeni ve para kazandıracakürünlerin, fikirlerin öğrenciler tarafından eğitimsüresi boyunca olabildiğince üretilmesi veyatasarlanması bu doğrultuda doğal birsüreçmişcesine gelişir.

Gelen ilaç firması da bu sömürü düzeni içindesömüren taraflardan biridir. Nasıl ki, ikinciemperyalist paylaşım savaşı sonrasında, fabrikasahipleriyle işbirliği yaparak çalışan kadınistitihdamını azaltmak için yoktan hastalık varedip, kadınları işten çıkartmanın yolunu açmışlar,sattıkları ilaçlarla, hem kendi ceplerini dolduruphem de fabrika sahiplerini rahatlatmışlarsa; bugünde aynı görevi üstlenmektedirler. Üniversiteleregelmeleri ise elbette reklamlarını kolayca yaptırıp,kâr oranlarını arttırma amacının bir ürünüdür.

Buradan yola çıkıp genelleyecek olursak;öğrenciler büyük şirketler, holdingler ve fabrikasahipleri için muhteşem bir üretim kaynağı sunar.Hem öğrenci hem deneyimsiz olunduğu içinreklamlar, araştırma ve geliştirmeler, büyükprojeler ücretsiz bir biçimde yaptırılabilir.Durumun kendisi öğrenciye bir fırsatmış gibigösterilir, çünkü mezun olan kişi yaşamını devamettirmek zorundadır, bunun için paraya ihtiyacıvardır ve onlara muhtaç kalacaktır. Öğrenci de ‘bendaha iyi sömürüleceğim’in yarışına başlar. Bazılarıbu yarışta sadece sömürülen olup, işçi ve emekçisınıfına dahil olurken, bazıları ise istisnai birdurum sergileyerek deneyimini arttırıp sınıfatlayabilir ve sömüren sınıf, yani burjuvadurumuna geçebilir.

Üniversiteler, sözde, ‘toplum inşasında enönemli yerlerden biri ve nitelikli meslek elemanıyetiştirme’ kurumlarıdır. Ancak her öğrenciningelecek kaygısı yaşaması boşuna değildir. Adaletingüçlünün adaleti, eğitimin parası olanın eğitimiolduğu, ezilenin yanında olan bir ÇHD’li avukatınhapis edildiği, derste sorgulamayı öğreteneğitimciye soruşturma açıldığı, sağlığa gerekenyatırım yapılmadığı için sağlıkçıların uzun saatlerçalışmak zorunda bırakıldığı, sanatçılarınsermayedarlarla birlikte iş yapmadığı zamantutunamadığı her parçası çürümüş bu sistemde,geleceksizlik genel bir hal almış durumdadır.

Yukarıda bahsettiğim baskı ve şekillendirmemekanizmaları açıkça görülebilinecek şeylerolmasına rağmen sürekli pompalanan bireycilik veyapay olarak ustaca sunulan ‘fırsat eşitliği’düşüncesi bu noktada işlevini eksiksiz görmektedir.Yapılan işler ve düşünceler de zorlamayla itaatdeğil, “özgürlük” ve “birey iradesi” olarak kendinibulmaktadır.

Toplumsal değiştirici dönüştürücü etkisi çokyüksek olan üniversite ve gençlik ise bu sisteminiçinde siyaseti gündelik bir yaşam biçimi halinegetirmediği için sorunları görmezden gelmekte,yapılan yolsuzlukları, katliamları ve sistemiçindeki tüm adaletsiz uygulamaları unutmaktadır.

Bizlere düşen görev ise; çözümün bu sistemiçinde gerçekleşemeyeceği bilinci ile, sınıfsız,sömürüsüz bir toplum inşasında, üniversitelerdenbaşlayarak, dinamik, örgütlü, militan bir gençlikhareketini örmek ve mücadeleyi büyütmektir.

Eskişehir’denbir Ekim Gençliği okuru

İstanbul Bilgi Üniversitesi’nde yılbaşıtatili sırasında bahçenin ortasındaki 5metrekarelik yeşil alan Starbucks Cafeyapılması için betonlaştırılırken okuldaki30’a yakın çam ağacı da servis araçlarınınkampüs içine girebilmesi için yapılacakyol projesi kapsamında sökülmekisteniyordu. Bu proje kapsamında birağacı sökmeye kalkan üniversite yönetimiöğrencilerin ve akademisyenlerindirenişiyle karşılaştı. Ve sökme işlemindenvazgeçmek zorunda kaldı.

Ağaçların sökülmemesi için nöbetebaşlayan öğrenciler ve akademisyenleryaptıkları basın açıklaması ve dağıttıklarıbildirilerle rektörlüğü protesto ettiler. 17Ocak Cuma günü ortak bir bildiriyayımlayarak bahçedeki betonun tekrareski haline çevrilmesini ve ağaç kesiminindurdurulmasını talep ettiler. Okulyönetiminin bu duruma kayıtsız kalmasıüzerine, akademisyen ve öğrencilerinortak katkılarıyla fidanlar alındı. 20 OcakPazartesi günü okul bahçesine HaziranDirenişi’nde katledilenleri simgeleyen 7fidan dikildi. Fidan dikimi sırasında“Gezi’yi unutma, unutturma!” ve “Gezi

şehitleri ölümsüzdür!” sloganları atıldı.Öğretmen ve öğrencilerin bu tutumu

karşısında geri adım atan okul yönetimiağaç kesimini tamamen durdurduğunuaçıkladı.

İlk ağacın sökülmeye çalışıldığı günrektör Prof. Dr. Remzi Sanver, kafe ve yolprojesinden habersiz olduğunu söyleyerekKuştepe yönetiminin yeşil alanınbetonlaştırılmasıyla ilgili olarak “ağaçlardeğil, 3-5 çalı söküldü” açıklamasındabulunduğunu belirtmişti. Kuştepeyönetiminin direniş karşısındakikıvırmaları ise ibretlikti. Direnişinetkisiyle, rektöre “Bir ağaç sökülüpSantral Kampüsü’ne transfer edilecekti.Akademisyenler ve öğrenciler yanlışanladı” diyebilmişlerdi.

Geçtiğimiz aylarda da yineüniversitemizde fahiş fiyatlarla satılanyemeklerin karşısında öğrenciler alternatifkantin kurarak boykot örgütlemişler ve 8,5lira olan yemeklerde 2 liralık indirimyaptırtmışlardı. Yine aynı yönetim yemekfiyatlarına dair bizim elimizden birşeygelmez, kantinin inisiyatifindedemişti.

Bilgi Üniversitesi’nde‘ağaç dikme’ eylemi

13

Page 14: Ekim Gençliği 149. sayı

14

29 Şubat, sabah: Yoldaşlarımdan ayrılıyorum.Eylemden bir saat önce “savaş” alanını kontroledeceğim. Bu bir abartı değil. Yaşanacak şey birsavaş kesinlikle. Evet, bugün öğrenci gençlikdolaysız olarak düzenle karşı karşıya gelerek, dişediş bir mücadele verecek. “Herkese eşit parasızeğitim” şiarı bizim gerçekleşebilir ütopyamızındoğal, sade bir-parçası. Eğitimin eşitsizdağıtılmasına, bilgi üzerine tekeller kurulmasınaihtiyacı yok bizim sosyalizmimizin. Sömürensınıfların egemenliğini yıkmak, sömürü düzeninintüm kurumlarında eşitsizliğe dayalı yapıyı datemelinden yıkmak anlamına gelecek. Bizimeşitlikçi sosyalizmimizin, bilgiyi tekellerinkasalarında tutarak, daha geri üretimlerisürdürmeye ihtiyacı yok.(* 1) Bizim toplumsalsistemimizin bilimi üretken olmayan alanlardayoğunlaştırma problemi yok.(*2) Üstelik, halklarıneşitliği temelinde bir kardeşliğe dayanan komünistdünya sistemimiz bilgininuluslararasılaştırılmasının en üst boyutu olacak.Bizim toplumsal sistemimiz eğitimi eşitsiztoplumsal yapıdan ve kâr mantığından kurtardığıiçin, “eşit-parasız eğitim”in gerçekleşebileceği tekyerdir. Bunları düşünerek, Beyazıt alanının eylemruhunu şimdiden tahmin etmeye çalışıyorum. Fakat

savaşın bir de fiziki yönü var ve zaferinbelirlendiği alan da orasıdır.

6–7 otobüs katil (polis diyorlar) ve bir kaçpanzer alana doluşmuş. Taksim ve Kızılay’dan beridiktatörlük saldırmaktan çekinebiliyor. Sert birkarşılığın sonuçlarını göze alamıyor.

29 Şubat, saat 13.00: Bizimkiler toplanmayabaşlamış. Polis zincirinde arama yapılıyor. Birkısım eylemciyle Beyazıt alanına giriyorum. Vesloganlar: “Paralı eğitime hayır!”

Yüzlerce öğrenci aynı anda ve coşkuylahaykırıyor: “Artık, haraç ödemiyoruz!”, “Sokağa,eyleme, özgürleşmeye!”, “Savaşa değil, eğitimebütçe!” Birkaç dakika sonra polis, zincirini vearamaları kaldırıp daha güvenli bir yere çekiliyor.İ.Ü. Merkez Bina’nın içinden yüzlerce öğrencikortejler halinde kapıya ulaşıyor. En önde “Kayıthakkımız engellenemez!” pankartı. İ.Ü.’nün demirkapısı zorlanıyor eylemcilere dayanmaya. EK(Eylem Komitesi) ilk organizasyonu yapıyor veÜÖP (Üniversite Öğrenciler Platformu)’ünbelirlediği ortak sloganlar atılıyor. “Yaşasın devrimve sosyalizm!”, “Eğitimde özelleştirmeye son!”şiarları böylece diğerlerine katılıyor. Ve kapıöğrenci gençliğin biriken öfkesi karşısında dahafazla dayanamıyor. Kapıdan çıkan ilk öğrencinin

İÜ Merkez Bina işgalinin 18. yıldönümünde

Ferman bizim:“Üniversiteler özgürleşecek!”

İşgale katılan EkimciGenç Komünistler’den

(EGK) yoldaşımız ÜmitAltıntaş’ın kaleminden

işgal dersleri...Ümit Altıntaş 26 Eylül

1999’da, işgalden üçbuçuk yıl sonra Ulucanlar

Katliamı’ndaölümsüzleşmiştir.

Katledildiğinde TKİPMerkez Komitesi üyesidir.

Page 15: Ekim Gençliği 149. sayı

15

iki eliyle yaptığı zafer işareti, Fransa öğrencihareketinin yeni sembolü olan molotof atanöğrenciler gibi Beyazıt işgalinin tarihine geçecek.Kapıya ÜÖP’ün dev pankartı asılıyor. Aras Kargodirenişçileri ve Eğitim-Sen adına yapılan birerkonuşma, öğrenci gençliğin işçi-emekçilerinmücadelesiyle doğal ittifakını temsil ediyor. Bukonuşmaların ardından bir öğrenci temsilcisikonuşuyor ve türküler bunu izliyor. Bu sırada kitleiçeri girmeden önce kendiliğinden bir refleksledevrim şehitleri için saygı duruşunda bulunuyor.

Kapının hemen içinde kortejler oluşturuluyor vedüzenli bir yürüyüşle rektörlüğe geliniyor. İçerdetoplanan kitlenin 3–4 bini bulduğu gözleniyor.Sayısız pankart bu coşkulu kitlenin savaşbayrakları olarak şimdi fakültenin duvarlarını dasüslüyor. Eylemin esas talebi, haraçlarınıödemeyen öğrencilerin kayıtlarının yapılmasıolduğundan, eylemciler binanın içinde kayıtbürosunun önünde toplanmaya başlıyorlar. EP’lilerkendi tavırları gereği dışarıda kalırlarken bir kısımkitle de, fakülte kapısının güvenliği gereği dışarıdabırakılıyor. Dışarıda halaylara ezgiler karışırkeniçeride sloganlar atılıyor. Koridoru oturarak işgaleden öğrenciler yaklaşık bin kişi.

29 Şubat, akşamüzeri: Fakülte kapılarıkapanmadan önce kayıt bürosundaki görevlilercemuhatap alınmayan eylemci öğrencilerintemsilcileri rektörle görüşmeye gidiyor. HukukFakültesi Dekanı klasik alt-üst, emreden-emir alanhiyerarşisi içerisinde düşünüyor ve ne eylemciöğrencilerin taleplerini tartışıyor, ne de temsilcilericiddiye alıyor. Henüz eylemin kapsam ve niteliğinianlayamamış olmaktan kaynaklı bir cahillikgösterisi sunuyorlar. İ.Ü. Rektörü, tam dakendisinden bekleneceği gibi, eylemi “terörist”diye niteliyor ve polisi görevine, yani devletterörünü uygulamaya çağırıyor. Bu saltBerkarda’nın bozuk kişiliğinden kaynaklı birdavranış değil kuşkusuz. YÖK’ün, ne kadaronursuz ve dar kafalı varsa rektör yaptığının birgöstergesi. Anti-bilimselliğin ve anti-demokratikliğin kurumsallaştığı yerde, buözellikleri kendi kişiliğinde en çok oturtanlaryöneticileşirler. Öğrencilerin, en meşru talebi olaneşit ve parasız eğitim hakkı için gerçekleştirdikleribu eylemi terörist eylem diye tanımlamak ile iştenatılan ve fabrikayı işgal eden işçiyi terörist ilanetmek aynı mantığın bir ürünü. Öyleyse, emeğiyleçalışan ve emeğine/yaşamına karşı saldırılaragerektiğinde şiddetle tavır alan emekçi halkımızgibi biz de teröristiz.

EK (Eylem Komitesi) kitleyi herhangi bir polissaldırısına karşı en iyi savunabilecek noktayaçekiyor. 2. katta bir amfi ve onun bulunduğukoridor şimdi 400 eylemcinin yaşama alanı vegelecekten bir parça, ütopyamızdan bir mevzi.Koridorda beklerken işgal eylemine katılmayakararlı kitlenin 400’e düşmesi ilk kaygımızıoluşturuyor. Kuşkusuz bunu bekliyorduk. Dahaönce eylem deneyimi olsa da bu kitlenin işgaldeneyimi yok. Ve biz burada bu silahın kullanılıpkullanılamayacağını sınayacağız. Kalanlar, gitmeyehazırlananlarla tartışıyor. Eylemimizin öğrencihareketi karşısında sorumluluk ve olanaklarıanlatılıyor, kalmaları isteniyor. Bu propagandanınetkisi öylesine somut ki; bir gün önce yapılamazdiye düşünülenler orda gerçekleştiriliyor ve eylemdaha şimdiden eylemcilerini eğitip, çelikleştiriyor.Eylemciler ve basın amfiye çıktıktan sonra, işgalinyüreği barikatlar örülmeye başlanıyor. Gerçekten

de işgalin yüreği barikatlar. Onlar yaşarsa işgalyaşar ve onlar yenilirse işgal yenilir. Bu yüzdenkurulan bütün barikatlarımız insan dolu. Onlarımetalleri tahtalara çatarak yaptık, ama harcıinsandı. Sadece emeği anlamında değil. Polissaldırırsa barikatımıza ve bir boşluk bulursa orayıbedenlerimizle kapatacaktık.

Koridorumuzun iki girişinde elimize geçen herşeyi kapıyoruz. Kürsü, sandalyeler, borular,koltuklar her şey silahımız bizim, insana dayansadevrimci savaş gücü, örgütlülük silahıyla, her şeyiöldürücü hale getirebilir. Koridorda iki eylemciyangın hortumunu kesiyorlar. Bazı kavgadostlarımız ise bunu yanlış buluyor. Kaygılarınıbiliyoruz: Gerici-burjuva basın burada ve her türlüfırsatı meşru eylemimizi karalamak içindeğerlendirenlere bahane vermemeliyiz. (*3) Budoğru. Ama işgalin ihtiyacı olabilecek hiçbir şeyinönüne, meşruluğumuza zarar gelir diye çıkamayız.Önümüzdeki 24 saat bunun örnekleriyle doluolacak. Koridorun diğer ucuna sadecesandalyelerden bir barikat kuruyoruz. Dışarıya esasgeçiş noktasını burada açıyoruz. Bu yüzden fizikiaçık noktamız da burası. Bu barikatın önündesadece molotofçularımız kalacak. Barikatın hemenarkasında ise 10-13 kişilik bir öncü savaş gücü.Koridorda tuvaletler bulunduğu için burayı olasıbir polis saldırısında çatışmadan terk etmemekkararındayız. Gerçek kavganın ise amfininkapısında verileceğini biliyoruz. Asıl barikat bukapıya örülüyor.

Bu arada eylem fermanını vermiş:“Üniversiteler özgürleşecek!” Her yer, tüm okulduvarları devrimci şiarlarla süsleniyor. MerkezBina öfkemize ve sevdamıza tanıklığın abidesidir.Bundan sonra duvarlar bizim, ferman da bizim,üniversiteler de.

İçeride kitle, coşkulu bir tarzda marşlar,türküler (*4), sloganlarla tek yürek artık “TaksimZafer, Kızılay Zafer, Beyazıt Kazanacağız!”sloganı şimdiden “…Beyazıt Zafer!” diye atılıyor.Bu basit bir kitle coşkusu değil, son derece politikbir değerlendirme. Eylem, kayıtlar yapılana kadarokulu terk etmeme olarak formüle edilse de, 29Şubat akşamından beri artık bütün eylemciler içinişgaldir. Ve onun asıl başarısı, kayıtların yapılıpyapılamamasında değil, mücadeleyi daha kitlesel-örgütsel-militan bir düzeye çıkartıpçıkartmamasındadır. Bu şekliyle 29 Şubat akşamıartık “Beyazıt Zafer!”

Temel ihtiyaçlardan bir diğeri olan yiyeceksorunu ise okulun iki kantininden sağlanıyor.Alınanların listesi yapılıyor, kitleden parasıtoplanıyor ve böylece eyleme bir saldırı kapısıdaha kapatılıyor. Hem aç kalmamış hem dekaralamayı savuşturmuş olarak. Yine de açlığın birolgu olarak var olduğunu söylemeliyiz. Hayır, üçkişiye bir çikolata ve sekiz krakerden kaynaklananaçlık değil. Onun büyük bir etkisi yok eylemde.Esas açlık “Kazanacağız”a duyulan açlık. Fizikiaçlığı boşa çıkaran esas olgu da bu oluyorsaflarımızda. Okuldan telefonlarla dışarısı aranıyorve şimdiden destek eylemleri örgütlendirilmeyeçalışılıyor. EK’nın bu uygulamaları veyönlendirmesi sırasında amfide gerçek “ders”yapılıyor. 29 Şubat dersleri, işgal dersleri işleniyor.Serbest kürsü üzerinden bir forum organizeediliyor. Sistemin eğitimi onu yeniden üretmekiçin! Bizim eğitimimiz kavgayı yeniden üretmekiçin! İÜÖK’dan gelen bir konuşmacı da var.Burada da devrimci tarzla reformist tarzın ayrımı

Öğrencilerin, en meşrutalebi olan eşit ve parasız

eğitim hakkı içingerçekleştirdikleri bueylemi terörist eylem

diye tanımlamak ile iştenatılan ve fabrikayı işgaleden işçiyi terörist ilan

etmek aynı mantığın birürünü. Öyleyse, emeğiyle

çalışan veemeğine/yaşamına karşı

saldırılara gerektiğindeşiddetle tavır alan emekçi

halkımız gibi biz deteröristiz.

Page 16: Ekim Gençliği 149. sayı

16

belirginleşiyor. İÜÖK eleştirisi ve 23 Mart’tadüzenin saldırısına karşı saldırımızın silahları ençok vurgulanan konular. Eylem derslerini bizimütopyamızın bir diğer olmazsa olmazı izliyor.Profesyonellikten uzak sanatsal üretimler kaplıyorkürsüyü. Basit bir flüt ezgisi, daha önce hiçduymadığım bir türkü ve şiir. Geleceğin vekavganın sanatı barikatlarda yaşam buluyor. Kabuletmek gerekir ki, 32 saat süresince hemen hiçdurmayan bu coşku ve kararlılık kazanmamızınhem şartı, hem de göstergesiydi.

1 Mart, günün ilk saatleri: Gece yarısındanberi yoğun ve uzun bir gün geçirmenin etkisiylebaşlar sıralara düşüyor bazı bazı. Gerici-burjuvabasın hemen atılıyor. Sanki uyumak insani bir şeydeğilmiş gibi. Onlar fiziki yorgunluktan yılgınlıkçıkarabileceklerini sanıyorlar. Aldanıyorlar ikikonuda da. Birincisi; eylemciler birbirleriniuyarıyorlar: “Uyumayın arkadaşlar, medyamaymunlarına yem olmayın.” Başlar kalkıyor birbir ve bütün işgal boyunca herkes en fazla bir-ikisaat uyuyarak barikatta nöbetleşiyor. Eylemininsanın fiziksel yeniden üretiminin sınırlarını nasılzorladığını görüyoruz. Herkes yeniden dinç,coşkulu, ümit dolu ve kavgaya hazır, ikincisi;uyumak, korkmak, ağlamak insani öğelerdir.Barikatın başında nöbetleşe uyumak, hiçkarşılaşmadığı bir şeyden korkmak ama bunarağmen üstüne yürümek, üzülünce doyasıyaağlamak ama sadece dostların arasındayken bizdevrimcilere yakışır. Çünkü devrimci olan her şeyinsanidir ve “devrim bir harikadır onun dışındakiher şeyse saçmadır.”

Alt katta güvenlik devriyelerimiz polislerinhareketliliğini izliyor herhangi bir saldırıhazırlığına göre. Bir polis camdan laf atıyor:“Çıkarsanıza yüzünüzdekileri. Bakın benim yüzümaçık.” Muhatap bile olmuyoruz. Kavga yoldaşımbana dönüp söylüyor: “işkencede de yüzünügösterebiliyor mu?” diye.

İşgal edilmiş amfide herhangi bir saldırıyakarşın, taşların nasıl kullanılacağı, göz yaşartıcıbombaların nasıl tesirsiz hale getirileceği ve gazakarşın neler yapılması gerektiği anlatılıyor.Sıraların aralarına konan çöp tenekeleri, bidon vs.su ile dolduruluyor ve atılan gaz bombalarınınderhal bunun içine atılması isteniyor. Islatılmışatkılara rağmen gaz etkili olursa kesinlikle gözlerikaşımamak gerekiyor vb.

1 Mart sabah: Saat 07.00 sularından itibarenkoridorlar temizleniyor ve öğrencilerin gelmesiylekapıların açılması kararlaştırılıyor. Zira gelenöğrencilerle sayımız ve eylemimiz büyüyecek.Kayıt bürosu önündeki koridorda toplanıparkadaşlarımızın kayıt edilmesini isteyeceğiz. EKbütün gelişme ve kararları olduğu gibi bunu dakürsüden ilan ediyor. Ama birkaç saat içindeanlaşılıyor ki, Hukuk ve İktisat fakülteleri tatiledilmiş. Bizi yalıtmaya, bu şekilde bize koca

toplumda 400 küçük bireymişiz gibiduyumsatmaya çalışıyorlar. Nafile, tersanelerinözelleştirilmesine karşın başarılı eylemlerörgütleyen ve mücadelelerini daha başındanyasallığa değil meşruluğa dayandıran sınıfönderlerinin, örgütlü-kitlesel-militanmücadelelerini örnek aldığımız kamu emekçisieylemcilerinin ve kardeş Kürt halkının, yani buülkenin devrim cephesinin bizimle beraberolduğunu biliyoruz. Bir, iki duvarla,insansızlaştırılmış toprakla bizi yalıtabileceklerinisananlar aklanıyor. Biz, tutsak evlerinde, ölümhücrelerinde bile yalnızlaştırılamayan, özgürtutsakların soyundanız. Biz korkuldukça tutsak,ümit edildikçe özgür olunduğunu biliyoruz. Tümtoplumdan kavga günleri ümit ediyoruz. Ve ümitiyi bir şeydir, belki de en iyi şey. İyi bir şey ise aslaölmez.

Daha dün 11 öğrencinin Meclis’i basması,İzmir’de, Adana’daki eylemler ümidimizineylemde yeniden üretimidir. Güzel günlergöreceğiz çocuklar, çok daha güzel günler. Dün,taleplerimizi ve eylemimizi çarpıtarak da olsagerici-burjuva basın bizi ilk haber yapmak zorundakaldı. Ve biz artık toplumun gündemindeyiz.Dostlarımız devrimimiz, düşmanlarımızdüzeninizdir. İlk kamplaşma bu eksende saat 10.00sularında Beyazıt Alanı’nda oluyor. Bir taraftapolis, bir tarafta SİP yöneticileri, DKÖ’lerdenilerici demokrat-devrimci kamuoyu ve yüreğimizdede bilincimizde de ayrı bir yeri olan Aras Kargodirenişçileri. Sorun işgal ve can güvenliği sorunudeğil. Sorun üniversitelerin emekçi halkçocuklarına kapatılıp kapatılamayacağı sorunu.Polis saatlerdir barikatlarımıza saldırmaya bilecesaret edemediyse bu işgali olsa olsa ancak askeriolarak kırabileceğini bilmesindendir. O da ancakgünlerce binlerce polisiyle uğraşırsa ve ölüleri degöze alabilirse. Çünkü biz göze almıştık bir kere.

Polisin destekçilerimizi dağıttığı haberi geliyor.İçerde bu sefer tam anlamıyla seferberliğedönüyoruz. Polis saldırısına karşı her şeyimizhazır. EK, destekçilerle birleşipbirleşemeyeceğimizi tartışıyor. Aramızda dolaysızbir iletişim yok. Bu şartlarda işgale devamediyoruz. Ve rektörle görüşeceğimizi belirtiyoruz.Camlara gelen polis yanında Hukuk FakültesiDekanı varken görüşme talep ediyor. Rektörlegörüşmek üzere üç temsilci camdan yangınhortumuna bağlanarak sarkıtılıyor. Amfide bazenyayılan belirsizlik ve kaygı, kararlılık ve dirençkarşısında dağılıyor. Hayatı ve kavgayı her gün veher an yeniden üretmek gerekiyor, yoksa bu ölümve meta düzeninin yılgınlığı, korkusu,çürümüşlüğü sarar her yanımızdan. Ve her şeyemek ister sevgi de, kavga da. Ve hayatta hiç birşey saf/mutlak değildir. Bu şartlarda her eylemci,her militan kavganın ateşinde yeniden dökmelidirkalıba kendini, işgalin amfisinde şiirle,propagandayla, şarkıyla, sloganla istisnasız herkesyaşadı bunu. Bir kez daha mahkum etti kapitalistsömürü sistemini. Bir kez daha fark etti buçürümüş, faşist, insanlık dışı sisteme tahammüledemeyeceğini. Bir kez daha anladı, ölecekse böylebir günde ve dostların arasında ölmeliydi. Sevgi venefret anlamını böyle buldu.

1 Mart öğle üzeri: Temsilcilerimiz gelmedi.Eğer geri dönmezlerse bir daha hiçbir görüşmeyapmama kararı aldık. Bir kez daha dışardan kavgahaberi geliyor. Saat 13.00’den itibaren bin kişilikbir kitle yeniden toplanıyor Beyazıt Alanı’nda. Her

Page 17: Ekim Gençliği 149. sayı

17

İşgal, öğrencigençliğin reformizmemahkum olmadığını,

örgütlü-birleşik-militaneylemliliğe ihtiyacını ve

yakınlığını kanıtlamış,bu nesnel ihtiyaç ve

olanak temelindedevrimci grupların

ortaklığına hem birgerekçe hem de bir

sonuç doğurmuştur.Ve işgal onun içinde

ya da dışında birparçası olan herkese;“Bir kez daha ve daha

ileri” isteği ve bilinciuyandırmış, bu sayede

devrimin bir okuluolmuştur.

gün değil, her an kavga artık. Temsilcilerimizdönüyor. Ne kayıt talebimiz ne de polisin çekilmesiisteğimiz dikkate alınmamış. Ama artık ast-üstortamı yok. İki ayrı ordunun temsilcilerigörüşenler. Bu eylemin gücünü fark ettiklerinigösteriyor. Polis EK’yı (*5) istiyor. Herkesinyargılanmayacağını söylüyor. Bu hem eylemcileribölmeye yönelik bir taktik, hem de 400 kişiyiyargılamanın başına bir tür bela açacağını biliyor.Faşist diktatörlüğün yasaları eylemin gücükarşısında işlevsizleşiyor. Bu arada dışarıdakikitlenin polisle çatışmaya başladığı haberi geliyor.Polis güç kullanmasına rağmen kitleyi dağıtamıyor.1500’ü bulan kitle ara sokaklarda polisle taşla,yumrukla çatışıyor. Biri polise, biri ÖGB (ÖzelGüvenlik Birimi)’ye ait iki nokta hedef tahripediliyor ve barikat kurulması deneniyor. Ama dahasonra ilk saldırıda yaralanan eylemcilerin Çapa’yagötürülmesi üzerine yürüyüş kararı alınıyor. 500kişilik kitle yolu trafiğe kapayarak ve polisotolarını taşlayarak Çapa’ya kadar yürüyor.Destekçilerimiz 15-20 yaralı ve 15 civarında tutsakveriyor, polisten de 10 civarında yaralı var. Bu kısaözet işgale ulaşınca mutluluk sloganlara, kararlılıkesprilere karışıyor; “Bir hafta kalsak burada,İstanbul’da karakol bırakmayız.” Evet, Beyazıtgerçekten zafer artık.

1 Mart akşamüzeri: Polisin teklifi:Eylemcilerin hepsinin ismini, adresini, okulunualmak, bunları kontrol edip, tek bir gözaltı olmadanherkesin gitmesine izin vermek. 15–20 kişiyi iseyargılamak. Bu eylemin büyüyen etkisindenduyulan korkunun göstergesi. Ama bu bizim aslakabullenemeyeceğimiz bir şey. Buna rağmenEK’da ciddi ciddi tartışılıyor. SİP, Fakülte,Barikat(*6) bu öneriyi destekliyorlar. Bubelirsizliğin ve kaygının bazıları şahsındakararsızlığa ve ciddi bir zayıflamaya dönüştüğününgöstergesi. 30 saati aşkın bir süredir dar bir alanda,temel ihtiyaçların çok zor çözümlenebildiği biryerde bunun kitlede kararsızlık ve zayıflamayadönüşmesi doğal. Doğal olmayan bu zayıflığamüdahale etmesi gereken öncülerin buna teslimolması ve böyle bir uzlaşma metninionaylayabilmeleri. TÖDEF, ÖG, DÜP, Kaldıraç,YDG ve EGK gibi gruplar olarak anında ve blokbir tavır alıyoruz. Öneri reddediliyor. Buna karşınEK kitlede ve belli gruplardaki zayıflamayı tespitederek şu sonuca varıyor. Polisin işgale saldırmasıdurumunda direnç ve kararlılık gösterileceği açıktırama sürenin uzaması ve bir saldırıgerçekleşmemesi ihtimalinde kararsızlık vedevrimci tavır giderek zayıflayabilir. Bu şartlarda,polisin önerisi de kabul edilemez olduğuna göre,EK kendi inisiyatifiyle eylemi militan bir çıkışla,polis kuşatmasını yararak bitirecektir. Bu kararaise, SİP’liler başarılı bir organizasyongerçekleştirilemeyeceği üzerinden, YDG ise yatoplu gözaltını kabul etmek ya da hiç gözaltıkabullenmemek ikileminin dışındaki olanaklarıgörememekten itiraz ettiler. SİP’lilerinanlayamadığı kendi kitleleriyle-organizasyonlarıyladevrimci hareketin kitlesi arasındaki farktı.YDG’nin kaba ikilemi ise, başarılı bir askeriçıkışın anlamını kavrayamamaktan kaynaklı birzayıflıktı.

EK eylemin 32. saatinde baskın çıkışıörgütlemeye girişti. Basın mensuplarının çıkmaisteği üzerine barikatlar açıldı. Kısa bir sürede 400kişilik işgal ordusu karanlığın içinde bahçede

düzenli bir yürüyüş halindeydi, ilk polis barikatıhazırlıksız ve dağınık yakalandı çıkış eylemine.Kitle rahatça aralarından geçti. Kapıdaki ikincipolis barikatı tutunmayı denediyse de, kararlı vemilitan kitlenin önünde hemen çözülüverdi.Dışarıdaki polis gücü hakkında net bir fikrimizinolmaması ve teknik görev dağılımı-planlamadakizayıflığa rağmen başarılı bir çıkış örgütlendi. 400civarındaki kitlede sadece 40 gözaltı yaşanmasıaskeri başarının da göstergesidir. Bu çıkış sadecegüvenlik açısından değil eylemin politik inisiyatifve militan tarzla bitirilmesi açısından da başlıbaşına bir olumluluktur.

İşgal, öğrenci gençliğin reformizme mahkumolmadığını, örgütlü-birleşik-militan eylemliliğeihtiyacını ve yakınlığını kanıtlamış, bu nesnelihtiyaç ve olanak temelinde devrimci gruplarınortaklığına hem bir gerekçe hem de bir sonuçdoğurmuştur.

Ve işgal onun içinde ya da dışında bir parçasıolan herkeste; “Bir kez daha ve daha ileri” isteği vebilinci uyandırmış, bu sayede devrimin bir okuluolmuştur.

Sıkı durun. Kaçmadık. Yenilmedik. Siz işgalbitti diye bir parça sevinirken biz yeni bir eylem,boykot ve işgal dalgası üretmek için “dostlarınarasında, güneşin sofrasında”yız. Sizin o hayretleriçindeki bakışlarınız arasında Ümraniyetabutluğundan Gazi’nin barikatlarına kadar heryerde yeniden olacağız.

Ve and olsun kazanana dek durmak yok asla.

Dipnotlar:1-Soğuk füzyon yoluyla, yani kontrollü nükleer

tepkimelerle dünya enerji ihtiyacının hiç birkirlenme yaratmadan karşılanması olası. Ama buaraştırmalar çok büyük finans desteği istiyor. Bufinansın sahibi tekeller ve onların devletleri ise karoranı bırakmayacak (-ihtiyaç fazlası enerji bilesağlanabileceğinden) böyle bir gelişmeyi sadeceboğmayı hedefleyebilirler. Dünyanın en büyük 10tekelinden 7’sinin petrol tekelleri olduğunu daekleyelim.

2-Dünya’daki her 4 bilim insanından 3’ü askeriüretim ve yan kollarında çalışıyor.

3-Taksim ve Kızılay zaferlerinde de kırılanvitrin camları için yaygara koparıyorlardı. Onlarasöyleyecek bir çift lafımız var: Birincisi bir faşistincezalandırılacağı yer için bizim işkencehanelerimizyok ve hiç de olmayacak. Ama devrimci adaletsokakta işler ve bir kaç vitrin camını önemsemez.İkincisi, işçi-emekçilerin alış-verişe değil, bakmayabile uğrayamadığı o vitrinleri sadece onların öfkesoluğunu hissedenler olarak bile indirebilirdik.

Hiç bir kavga dostumuz korkmamalıdır.Meşruyuz ve haklıyız. Polis otolarını molotoflasakda bu faşist-devlet terörü varken meşruyuz vehaklıyız. Ve eğer kitlelere ajitasyon-propagandamızı taşıyacaksan diktatörlüğün bütünyalanları bizim gerçekleri ilanımız karşısındaeriyecektir.

4-Sanıyorum “Dostlar arasındayız” ve “Eşeğisaldım çayıra”nın okunuşunu anlatmak imkansız.Yaşanması gerekiyor işgalin hissedilebilmesi için.

5-Polis Eylem Komitesi’ne DK diyor. DevrimKomitesi. Bu kamplaşmayı doğru anladıklarınıgösteriyor.

6-Barikat’cılar işgalden sonraki toplantıdatutumlarının yanlış olduğunu söylediler.

Page 18: Ekim Gençliği 149. sayı

Son yıllarda liseli gençliğin özellikle siyasalgündemlere refleksi ve alanlara kitlesel çıkışı gözardı edilemez bir gerçeklik oldu. Hemen hemen hersene yapboz tahtasına dönen sınav sistemine vekopya rezaletlerine yönelik öfke bu gerçekliğikamçılayan bir başka etken olarak liseli gençliğisokaklara itti ve sonunda öfke, Haziranbarikatlarına taştı. Gelinen yerde Haziran Direnişiardında bıraktığı mücadele ruhuyla beraber geriçekilmiş olsa da direnmenin onurunu kendisiniyaratan kitlelere armağan etti. Bundan sonra bumücadele ruhu ve onuru toplumun her bir kesiminevine, fabrikasına, okuluna, işyerine, mahallesinetaşındı. Liseli gençlik de bu ruhu ve onuru kendicephesinden liselerine taşıdı. Son olarak yolsuzlukve rüşvet operasyonları bu sistemin kirli yüzünü birkez daha geniş kitlelere gösteriyorken liseligençliğin de kendi cephesinden öfkesi kabarıyor.Liseli gençliğin düzenin kurumlarına ve dolayısıyladüzenin kendisine olan güvensizliği perçinleniyor,kurtuluş umudu ise daha çok devrime, sosyalizmeyöneliyor. Bu demek oluyor ki gün geçtikçe çelişkiderinleşiyor.

Liseli gençliğin düzenle olan çelişkisini iyideniyiye hissettiği ve hissettirdiği bir dönemdengeçiyoruz. Kapitalist sistem, gençliğe gelecekveremeyeceğini son on bir yıllık AKP hükümetininicraatlarıyla birlikte bir kez daha tescillemiş oldu.Tüm dünyada “ya kapitalist barbarlık yasosyalizm” ikileminin kendini yakıcı olarakdayattığı şu günlerde liseli gençlik de sisteminvantuzlarını yüreğinden söküp atacak dinamiklerinibiriktiriyor. Çelişkinin keskinleştiği yerde isesistemin liseli gençliği zapturapt altına almaçabaları, bu çabaların sonucu reformizmin önüaçılan etkisiyle birlikte baskı ve tehditleri deelbette ki yoğunlaşıyor.

Liseli gençliğin düzenle arasında bulunanköprüleri atmaya elverişli karakteri sistemin onadönük saldırılarının ana sebebini oluşturuyor.Haziran Direnişi’nin ardından liseli gençliğe dönükgetirilen bir dizi uygulama bu saldırılarısomutluyor. Devamsızlık gün sayısının aşağıyaçekilmesinden geçme notunun yükseltilmesine,okullarda turnike uygulamalarına dek bir dizibaşlık liseli gençliği sokaklardan ve dolayısıylamücadeleden alıkoymayı hedefliyor. Bununyanında ise özellikle öncü devrimci liselilereyönelik aile faktörü devreye sokularak kapitalistsistem bu toplumdaki en küçük birimini liseligençliği dizginlemek adına kullanıyor. Sisteminaçık saldırılarını çeşitlemek mümkün ancakgereksiz. Zira bu saldırılarda taraflar açık ve net.Saldıran düzenin sözcüleri, sistemin kendisi. Ancakdaha tehlikeli olanı var ki, o da “devrimci”

etiketiyle liseli gençliğin karşısına çıkan liseligençliğin duyarlılıklarına seslenen ve kendisineliseli gençlik içerisinde azımsanmayacak bir tabanbulan reformizmdir. Halen daha liseli gençliğinöncü tabanı ağırlıklı olarak reformizmin etkialanına hapsolmuş bulunuyor. Devrimci değerlerve propaganda üzerinden tuttukları liseli gençliğinbu alana hapsolmuş olması elbette ki toplumsalhareketin verili düzeyi ve toplam gençlikhareketinin taşıdığı zaaflardan bağımsız değildir.Fakat burada liseli genç komünistlerin alacaklarıtutum verili durumun sonuçlarına biat etmek değil,devrimci müdahalenin sorunlarını, araçlarını vekomünist gençlere düşen görevleri tartışmakolacaktır.

Liseli gençliği devrim saflarıyla buluşturmak,liseli gençlik hareketine önderlik etmek ancak veancak proletaryanın kızıl bayrağını kuşanan gençkomünistlerin omuzlayabileceği bir pratiktir.Tersinden ise ancak ve ancak bu öncü misyonbilinciyle liseli gençlik hareketinin dinamiklerinigörüp değerlendiren handikaplarını ise aşmairadesi gösteren bir pratiğe imza atılabilir. Liseligençliğin biriktirdiği dinamikler devrimci saflarlabuluşmasını sağlayacak olan elbette ki son tahlilde,sistemin çok yönlü saldırılarına ve reformizminuğursuz rolüne kalkan olacak olan devrimciçalışmanın kendisidir.

Tüm bu pratik içerisinde ise liseli gençliğeyönelen saldırıları püskürtecek güç biriktirilecektir.Düzenin açık gizli tüm saldırıları yükselendevrimci çalışmanın gücüyle bertaraf edilecektir.Düzenin kirli ideolojik saldırıları ve reformizminuğursuz rolü karşısında devrimci bir odak olarakdikilecek olan liseli çalışması bugünden yarınıkazanma perspektifiyle bu yükü omuzlayacaktır.

Bugün ise, daha özelinden sorunu ortayakoymak gerekirse, liseli güçlerin düzenin temsilzincirleriyle zamansız hesaplaşmasından kaçınmakgerekir fakat bu sağduyulu yaklaşımın tersindenliseli güçleri mücadelenin gerisine düşürmetehlikesini beslediği unutulmamalıdır. Sistematik,bilinçli ve hedefli militan bir çalışma liseli güçlerikuşattığı oranda ileriye doğru atılan her adımcesaretlendirilmeli ve güçlendirilmelidir.

İşte bu bilinçle bulunduğu tüm alanlardadevrimci çalışmalarıyla liseli gençliği kucaklayangenç komünistler, güne yüklenip geleceği kazanmaperspektifiyle hareket etmektedir. Ortaya konulanpolitik hat ve araçlar bu çerçeveye oturmalı, buçerçevede anlam kazanmalı ve rolünü oynamalıdır.

* * *Elbette ki her politik çalışma gibi liseli gençlik

alanında yürütülen çalışmanın da kendi içindetaşıdığı özgün ve genel sorun alanları

Yeni döneme girerken liseli gençlik hareketi üzerine…

Geleceği kazanmak için ileri!

18

Page 19: Ekim Gençliği 149. sayı

bulunmaktadır. Kitle çalışmasının sorunlarındanhareketin gündemlerine, genel sosyalistpropagandanın düzeyinden liseli gençlerin “aile”faktörü gibi daha özgün sorun alanlarına, liseligüçlerin politik pratik eğitim sorununa dek bir dizibaşlık çalışma alanının tartışma konularıdır.

Ancak artık tüm bu başlıklar bugün içerisindengeçmekte olduğumuz politik atmosfer içerisinde,düzenle var olan çelişkinin derinleştiği yerde tekraranlamlanmakta ve sonuçlar çıkarmaktadır. Bugünartık liseli gençliğin önünde duran tüm sorunalanları ve liseli gençliğin tüm talepleri bubağlamda değerlendirilmek zorundadır.

Liseli gençlik çalışmamızın başlıklarına vearaçlarına geçmeden önce vurgulamak gerekir ki,liseli gençlik hareketinin genel sorun alanları veihtiyaçlarını tanımlamak ve buradan doğruharekete politik öncü misyonu bakışıyla politik-pratik bir hat örmek devrimci liseli çalışmamızınana çerçevesini oluşturmaktadır. Demek oluyor ki,toplam liseli gençlik hareketine müdahale etmek vedevrimci bir odak olarak kızıl bayrağı yükseltmekliseli genç komünistlerin başlıca kaygısı veödevidir. Bu ödevi yerine getirmenin bir koşulu dahiç şüphesiz liseli gençlik çalışmamızın kendidarlığını kırabileceği, kendi siyasal güçlerini nitelikve nicelik açısından bir sıçramaya tabi tutacağı birpratikten geçmekte ve bu pratik ise tam dadevrimci ödevin bağrında gerçeklik kazanacaktır.İşte burada yürütülen tüm tartışmaya bu iç içegeçen iki etken zemin hazırlamalıdır.

* * *Haziran Direnişi bir kez daha göstermiştir ki,

liseli gençlik akademik gündemleriyle siyasalgündemler arasındaki bağı kurabilmekte ve bu bağbir kez kurulduğu takdirde ise siyasal taleplerüzerinden mücadele sahnesinde yerini almayıbilmektedir. Dünden farklı olarak bugün liseligençlik devrim ve sosyalizm propagandasına dahaaçık, devrimci mücadelenin özgürleştirici etkisinedaha fazla muhtaçtır. Bu olgu aynı zamanda liseligençliğin reformizmin etkisini parçalayacakkoşullarının da olgunlaşacağını müjdelemektedir.Bu iyi niyetli bir sav olmanın ötesinde devrimciçalışmamızın olanaklarını biriktirmek için bir ilkişaret olabilmelidir. Yeter ki genç komünistler, buişareti değerlendirerek devrimci liseli çalışmalarınıörerken tarihsel misyonlarına paralel olarak elealabilsinler. O halde liseli gençlik çalışmasınıngündemleri ve bu doğrultuda talepleri belirlenirkenbu olgu göz önünde tutulmalı ve çalışmanın ağırlıknoktasının akademik sorunların politik arka planınıoluşturan siyasal gündemler üzerindenşekillenmesinden, sosyalist propagandanın öneçıkmasından geri durulmamalıdır. Örneğindevamsızlık sorunu işleyen bir çalışma çubuğuHaziran Direnişi’nin ardında yatan korkuyabükebilmeli, tam da saldırının ana hedefini teşhirederek mücadele saflarına çağrıyla birlikte politikpratik hattını oluşturabilmelidir. Bugün gelişen hersiyasal sorun karşısında liseli gençliğin sesiolabilmek, liseli gençliği devrim saflarındataraflaştırmak ve liseli gençlik hareketine öncülükedebilmek çalışmanın gündemleri arasındaki budiyalektik bağı cüretle kurabilmekten geçmektedir.Politik planda kurulacak bu bağı pratikte liseligençliğe taşımak ise çalışmanın üreteceği esnekaraçlara, bu araçların amacına uygun kullanımınabağlıdır.

Buradan çıkarılacak sonuçlardan biri, sosyalistpropagandanın daha yaygın ve daha güçlü örülmesi

gerektiği olmalıdır. Liseli gençlik kitlelerinin bupropagandaya bu denli açık olduğu bugün,devrimci bir odak olarak liseli gençliğin önüneçıkma ödevi genç komünistlerindir. Gerekyazılamalarla, gerek yayınlarla, özel-yerelbültenlerle, sosyal medya aracılığıyla vb. devrimve sosyalizm propagandasını liseli gençliğegötürmek göreviyle karşı karşıyadır.

Üzerinde durulması gereken bir diğer başlık iseözneleşme, özneleştirme olmalıdır. Gençkomünistlerin devrimci çalışmasının tartışmasızher daim önüne koyduğu bu başlık bugün somutayaklarını oluşturacak, kendi yolunu yürüyecekdinamiklere fazlasıyla sahiptir. Tüm yaşanan süreçliseli gençliğin adımlarını etkilendiği devrimcipropagandanın ötesine yöneltmekte, örgütlenmekteve dahası örgütlemekte olduğunu göstermiştir. Buaçıdan çalışmanın araçları belirlenirken liseligençliğin kendisini devrimci çalışma içindekonumlayabilecekleri ve çalışmanın her birhalkasında kendilerini tarifleyerek üretebilecekleribir hat oluşturmak elzemdir. Okuma gruplarındanyayın komisyonlarına, sosyal-kültürel çalışmagruplarından atölyelerden imza-yazıkampanyalarına kadar bir dizi araçtariflenebilmelidir. İnisiyatif alanları oluşturulmalı,esnek örgütlenme modelleri liseli gençliğinyaratıcılığına ve kabiliyetine güven duyularakyaratılmalıdır.

Liseli gençlik çalışması içerisinde liseli güçlerinçok yönlü eğitimi ise altı çizilmesi gereken birbaşlık olarak önümüzde durmaktadır. Her daimsonuç olarak pratiğin öğretici olduğu unutulmadanliseli güçlerin politik pratik eğitimi, örgütlenentoplam çalışmanın ayrıca bir başlığı olarak elealınabilmeli, çalışmanın ihtiyaçlarına ve toplamtoplumsal siyasal gündemlerle paralel olarakişlenebilmelidir. Yarıyıl tatillerinde hayata geçirilenDevrim Okulları pratiği bu açıdan oldukça anlamlıdeneyimler ve sonuçlar biriktirmektedir. Bumüdahalenin kendisini tüm dönemi kapsayanseminer, toplantı vb. üzerinden biçimi değişse demisyon ve amacını koruyarak sürdürmekgerekmektedir. Liseli güçlerimizin ve liseliçalışmamızın buna fazlasıyla ihtiyacı vardır.

Toplamda devrimci liseli çalışmasının ortayakoyduğu tüm politik pratik hat ise en sonu,kendisini eylemsel süreçlerle birlikte harmanlamalı“sokak” ve dolayısıyla demek oluyor ki mücadele,güçlü bir alternatif olarak liseli gençliğin karşısınaçıkarılmalıdır.

Sonuç olarak; liseli genç komünistlerin baharıkazanmayı hedefleyen devrimci çalışmaları işte bubilinçle, sosyalist propagandanın öne çıktığı,akademik-siyasal gündemler arasındaki bağınbugün gelinen yerde daha cüretkâr kurulduğu,politik çalışmanın liseli gençliğe esnek ve yaygınaraçlarla ulaştığı ve en sonu eylemsel bir hatlabirleşen bir rotayla yürütülmelidir.

Liseli gençlik çalışması kendi güçleriniyaratacak, geliştirecek ve liseli gençliği kucaklayandevrimci bir odak olacaktır. Bunu iddia edecek güçve tarihsel misyona sahip olan genç komünistlerliseli gençliğin düzenle arasında var olan çelişkinindaha da derinleşeceği ikinci eğitim öğretimdönemine devrimci baharın coşkusuylahazırlanmaktadır.

(Kızıl Bayrak’ın 7 Şubat 2014 tarihlisayısından alınmıştır...) 19

Page 20: Ekim Gençliği 149. sayı

Yeni bir seçim sürecinin arifesindeyiz. Önümüzde yerel seçimler var.Hemen ardından ise genel seçim ve cumhurbaşkanlığı seçimleriyle

ilerleyecek bir dönem bizleri bekliyor. Her parti ve siyasal grup, temsil ettiğisınıfın bakışı çerçevesinde Türkiye’nin gündemini birçok yönüyle etkileyen

ve belirleyen seçimler sürecine hummalı bir hazırlık içinde. Emperyalist kapitalist sistemin birçok açıdan tıkanıklık yaşadığı,

ekonomik, sosyal ve siyasal krizlerin dünya genelinde savaş, saldırganlıkpolitikalarını tetiklediği ve bunların doğal sonucu olarak kitlesel halk

hareketlerinin yaşandığı bir dönemden geçiyoruz. Dünyanın hemen her köşesiyaşanan çok yönlü krizlerin doğrudan etkisi altında. Afrika’dan Asya’ya,

Avrupa’dan Amerika’ya kadar hemen her yerde siyasal çalkantılar, sokakçatışmaları, krizler, askeri müdahaleler vb. şeklinde yoğun bir süreç yaşanıyor.

Emperyalist kapitalist sistemin organik bir parçası olan Türkiye, dünya genelindeyaşanan bu tablodan doğrudan etkileniyor, kendi iç dinamiklerinin ortaya çıkarttığı

farklı sorun alanlarıyla birlikte çok yönlü bir krizin içerisinden geçiyor. Son otuz yıl içerisinde sosyal, siyasal ve ekonomik alanda gündeme gelen

saldırıların toplumun genelinde biriktirdiği ve AKP hükümeti döneminde katmerleşensorunların patlaması olarak yaşanan Haziran Direnişi, rejimin yaşadığı tıkanma ve çatışma

alanlarını derinleştirdi. Rejimi el birliğiyle yönetenler arasında Haziran Direnişi öncesibaşlayan gerilimler, Haziran Direnişi’nin de etkisiyle birlikte bugün karşılıklı çatışmaya

dönüşmüş durumda. Gerici odakların çıkar birliği olarak kurulan ve Amerika projesi olarakhayata geçirilen AKP, gelinen aşamada kendisini cemaatle karşılıklı bir savaşın ortasında

buldu. Yolsuzluk, yağma ve rant uğruna yan yana gelenler, yine aynı amaç uğruna birbirininpisliklerini ortaya dökmeye, en ahlaksız yöntemlerle birbirlerini zayıflatmaya uğraşmaktalar. On

yıllardır bilinen gerçeklerin tekrardan ve tüm iğrençliğiyle ortaya dökülmesi ve bunun da burjuvahukukunu bile ayaklar altına alarak yapılması, devleti, devletin kurumlarını, yargıyı, polisi,

bürokrasiyi vb. bütün bu kurumların bu düzende misyonunu hiçbir dönemle kıyaslanamaz ölçüdeteşhir etmiştir.

Kendi çıkarları ve gerici çatışmalarında üstünlük kazanmak adına bir çırpıda, dönüp dönüp adresolarak gösterdikleri kendi burjuva yasalarını hiçe sayanlar, demokrasiden bahsedenler bir seçim

döneminde daha işçilere, emekçilere, gençlere seçim sandıklarını gösteriyor ve bunu da demokrasi olaraksunmaya çalışıyorlar.

Burjuva düzende seçimler ve “halkın kendi kendini yönetmesi” nin sınırları

Kapitalist düzende seçimler karşısında doğru devrimci tutumu alabilmek, ancak seçimler, burjuva temsilikurumlar vb. karşısında açık, net bir bilince sahip olabilmekle mümkündür. Bunun kendisi marksist-leninist dünya

görüşü ekseninde, işçi sınıfı cephesinden dünyaya bakabilmeyi gerektirmekle birlikte, yaşanılan somut gelişmelerindeneyimlerini de bu çerçevede bilince çıkartmak demektir. Lenin, Marksizm’in konuya yaklaşımları ışığında, Devlet ve Devrim kitabında burjuva parlamentosu hakkında şunları

söyler; “Amerika’dan İsviçre’ye, Fransa’dan İngiltere’ye, Norveç’e vb. dek, herhangi bir parlamenter ülkeyi düşününüz; asılişler hep devlet daireleri, bakanlıklar, kurmay kurulları tarafından yürütülür. Parlamentoda, yalnızca “saf halkı” aldatma ereğiyle,gevezelikten başka bir şey yapılmaz.”

Komünistlerin seçimler gündemli temel metinlerinden birisinde ise şunlar ifade edilmektedir: “Burjuva parlamentosu, özellikledemokratik biçim ya da görüntü içindeki hallerde, burjuva devlet ve yönetim aygıtının temel kurumlarından birisi olarak görünürve genel oy yoluyla ‘halkın iradesi’nin somutlanıp temsil edildiği kurum olarak sunulur. Görünüşe göre burjuva düzenin yasama(parlamentoya dayanan ve güya onun tarafından da denetlenen hükümet yoluyla yürütme) kapsamındaki işler buradan, ‘halkınseçilmiş temsilcileri’ eliyle yürütülür. Burjuva parlamentosu, onun düzenin işleyişi içindeki yeri ve işlevi sıradan kitlelere böylesunulur; kitlelerin bilincinde ‘millet iradesinin temsili’ne dayalı parlamenter yanılsamalar bu yolla oluşturulur ve zamanlakökleştirilir.” (Seçimler ve sol hareket, syf. 50, Eksen Yayıncılık)20

Seçimler vedevrimci sınıf tutumu!

Kapitalist düzende seçimler karşısında doğru devrimci tutumualabilmek, ancak seçimler, burjuva temsili kurumlar vb.karşısında açık, net bir bilince sahip olabilmekle mümkündür.Bunun kendisi marksist-leninist dünya görüşü ekseninde, işçisınıfı cephesinden dünyaya bakabilmeyi gerektirmeklebirlikte, yaşanılan somut gelişmelerin deneyimlerini debu çerçevede bilince çıkartmak demektir. Lenin, Marksizm’in konuya yaklaşımları ışığında,Devlet ve Devrim kitabında burjuva parlamentosuhakkında şunları söyler; “Amerika’dan İsviçre’ye,Fransa’dan İngiltere’ye, Norveç’e vb. dek,herhangi bir parlamenter ülkeyi düşününüz;asıl işler hep devlet daireleri, bakanlıklar,kurmay kurulları tarafından yürütülür.Parlamentoda, yalnızca “saf halkı”aldatma ereğiyle, gevezelikten başka birşey yapılmaz.”

Page 21: Ekim Gençliği 149. sayı

Seçimler vedevrimci sınıf tutumu!

21

Sadece geri kapitalist ülkelerde değil, burjuvademokrasisi üzerinden örnek gösterilen bir diziburjuva cumhuriyetinde de devletmekanizmasının somut işleyişine baktığımızdadahi yukarıdaki iki alıntıda altı çizilengerçekliklerle karşılaşırız. Genel oyla oluşturulan“millet iradesi”nin seçtiği burjuva temsilikurumlar yönetim değil, sadece işçi veemekçilerde yanılsama yaratma amacı taşır.Devlet gerçekte kurumsallaşmış çok yönlübürokratik mekanizmaları üzerinden yönetilir.“Seçimler” yoluyla oluşturulan parlamento isesadece ellerin kalkıp indiği biçimsel bir görüntütaşır.

Marks, burjuva düzen altında ‘genel oy’u “herüç ya da altı yılda bir, parlamentoda halkıyönetici sınıfın hangi üyesinin temsil edeceğini,ayaklar altına alacağını kararlaştırmak” olarak

tanımlar ve altını yanılsamaya mahal vermeyecekbir tarzda çizer.

Genel olarak parlamento hakkında söylenenbu sözler yerel seçimler gündemi üzerinden deaynı kesinlikle söylenebilir. Yerel yönetimler sözkonusu olduğunda burjuva seçim süreçlerinin,“halkın iradesi ile yönetilme” yaygarasının boş birsöz kalıbı olduğu çok daha açık ve net olarakkarşımıza çıkar. Belediyeler sadece burjuvadevletin kamu işlerini yürütmede bir ara memurvasfı taşır ve neredeyse hiçbir konuda kendibaşına karar alamaz. Doğrudan burjuva devletinbürokratik işleyişinin denetimine,yönlendirmesine tabidir. Bütçeden atılacak birçokadıma kadar her şey devletin temel kurumları(Bakanlıklar, Valiler, emniyet vb.) üzerindenmerkezi iktidarın denetimindedir, bin bir bağlamerkezi iktidara bağlanmıştır.

Page 22: Ekim Gençliği 149. sayı

Seçimler ve aynılaşan tutumlar

Burjuva düzen içinde birçok konuda olduğu gibiseçimler de bir turnusol işlevi görür. Burjuvaseçimleri karşısında alınan tutumlara bakın,arkasında bir sınıfsal bakış ve konumlanmagörürsünüz. Burjuva düzen partileri için seçimler;“hoşnutsuzluğu büyümüş ve sorunlarına çözümarayışı peşindeki kitleleri sahte vaatler veçözümlerle aldatmanın, onları kendi bağımsızgüçleriyle siyasi yaşama katılmaktan alıkoymanın,parlamento dışı sınıf mücadelesinin önünükesmenin bir olanağı” (Seçimler ve sol hareket, syf.192) olarak kullanılır.

Burjuva partileri için bu amaçlarının yanı sıra“seçimler… çok özel bir siyasal önem taşırlar. Ziraseçimler onlar için aldatıcı ve ikiyüzlü vaatlerlekitlelerin edilgen desteğini almak ve böylece siyasiyaşamda kendilerine rant sağlayacak etkin bir güçolmak için biricik fırsattır. …buradansağlayacakları destek onlara iki seçim arasıdönemde kitlelere artık bir daha başvurmaksızınsiyasal yaşama katılma olanağı verecek ya da birdaha ki seçimlere kadar siyaset dışı tutacak,böylece siyasette etkin olmanın nimetlerindenyoksun bırakacaktır.” (age, syf. 192)

Kapitalizm koşullarında seçimlere yaklaşımburjuva partileri için yukarıda çizilen temelde biranlam ifade ederken, ufku kurulu düzen sınırlarınıaşmayan reformistler için de alınan tutum özüitibariyle aynıdır. İki tutum da kurulu düzene kantaşımakta, emekçilere bir yanılsama olarak sunulanseçimler ve “kendi kendini yönetme” safsatasınasol adına koltuk değnekliği yapmak anlamınagelmektedir. Kapitalist devleti, parlamento yoluyladeğiştirebileceğini iddia etmek, işçilere-emekçilerebiçimsel bir görüntüden başka bir anlamı ve işleviolmayan bir temsiliyeti gerçek çözüm yeri olarakgöstermek, kitleleri kandırmak değilse, ahmaklıktır.Üstelik bu yerel seçimler vesilesiyle “yerel iktidar,halkçı yönetim, yerelden genel iktidara yürüyoruz”vb. söylemlerle gerçek yaşamda hiçbir koşuldakarşılığı olmayan söylem ve tutumlarla yapılıyor vekitlelere seçimler bir umut olarak gösteriliyorsa, bututum aynı zamanda sol, sosyalizm, Marksizmadına yapılıyorsa, ortaya çıkan tablo çok daha beterbir tükenişin yansıması olmaktadır.

Seçimler gibi önemli bir siyasal süreç üzerindengündeme gelen ve kimi sol çevreler için bu önemligündemi edilgenlikle geçirmekten öte bir anlamıolmayan bir başka yaklaşım ise boykot tutumudur.Devrimci hareketin yaşadığı tasfiye süreci ve kimimüzmin boykotçu hareketlerin bugün reformizmekapaklanmaları boykot tutumunun sol içerisindezayıflamasına neden olmuş bulunuyor.

Seçimleri boykot etmek bugünün koşullarındakitleleri pasif bir konuma itmekten başka bir anlamtaşımadığı gibi, seçimler gibi bir gündemkarşısında politikasızlığın bir sonucu olarak ortayakonulmaktadır. Zira gerçek anlamda bir boykotsomut bir süreci ifade eder. Lenin’in deyimiyle “Aktif boykot… açık, kesin ve dolaysız bir sloganolmadan düşünülemez. Bu slogan silahlıayaklanma sloganı olabilir.” 1905 devrimisürecinde boykot çağrısı ile kitlelerin karşısınaçıkan Bolşeviklerin bu kararını “Sol Komünizm”dedeğerlendiren Lenin “yığın grevlerinin siyasi greveve sonra da devrimci greve ve en sonunda daçarlığa karşı ayaklanmaya doğru hızla dönüştüğüobjektif durumun doğru olarak hesap edilmiş

olmasından ötürü verildi”ğini belirtiyor.

Seçimler ve devrimci sınıf tutumu

Lenin’den alıntıyla başlayalım; “Burjuvaparlamentosunu ve öteki gerici kurumlarıdağıtmaya gücünüz yetmediği sürece, bukurumlarda çalışmak zorundasınız, özellikle halapapaz takımının aldattığı ve kır koşullarınınaptallaştırdığı işçiler mevcut olduğu için, bukurumlarda çalışmalısınız. Bunu yapmazsanızgevezeden başka bir şey değilsiniz.” (“Sol”Komünizm)

“Seçim için bildirge değil, ama devrimci sosyaldemokrat bildirgeyi uygulamak için seçimler! İşçisınıfın partisi konuya böyle bakıyor. Seçimlerden buamaçla esasen yararlandık, sonuna kadar dayararlanacağız. Rus Sosyal-Demokrat İşçiPartisinin devrimci bildirgesini, taktiğini veprogramını savunmak için en gerici çarlıkDumasını bile kullanacağız.” (Dördüncü Dumaseçimleri arifesinde, Temmuz 1912)

Seçimlerin eşit oya bile dayanmadığı, bir büyüktoprak ağasının oyunun, 3 şehir burjuvasına, 15köylüye ve 45 işçinin oyuna eşit sayıldığıkoşullarda bile Lenin, seçimlerden devrimciamaçlar için yararlanmanın öneminin altınıözellikle çiziyor.

Her devrimci parti devrimci iktidar perspektifiçerçevesinde kendi ideolojik-programatikyaklaşımlarını kitlelerle buluşturmaya çalışır.Gelişen her sürece kendi temsil ettiği program vesınıfın ihtiyaçları doğrultusunda bir taraf olarakmüdahil olur, hedefleri dahilinde yolunu yürümeyeçalışır. “Seçimler, genel kural olarak, siyasal ilgi vetartışmaların burjuva siyasal yaşamın olağandönemlerine göre nispeten yoğunlaştığıdönemlerdir. Burjuva düzen partileri emekçikitlerde kaçınılmaz olarak oluşan bu ilgiyoğunlaşmasını tümüyle yalana ve demagojiyedayanan bir propaganda ile düzen kanalları içindetutmaya, onlarda burjuva temsili kurumlarla ilgilihayalleri yaşatmaya ve güçlendirmeye, ve bu aradaelbette, oy desteklerini alarak bunu kendileri içinbir siyasal güce dönüştürmeye çalışırlar. Devrimciparti ve örgütler ise, aynı ilgi yoğunlaşmasındandüzenin ve düzen kurumlarının etkili bir teşhiriniyapmak, özellikle seçimler ve parlamentokonusundaki hayalleri darbelemek ve olanaklıolduğunca yıkmak, bu çerçevede seçim dönemipolitizasyonundan kitlelerin devrimci bilincini,mücadelesini ve örgütlenmesini geliştirmek üzereyararlanmak yoluna giderler.” (Seçimler ve solhareket, Eksen Yayıncılık)

Son olarak komünistlerin seçimlereyaklaşımlarını özlüce ifade eden bir alıntıylabitirelim. “Komünistler için seçim çalışmalarıtümüyle devrimci sınıf mücadelesine ilişkin genelhedef ve görevlere tabidir; onlar seçimatmosferinden, kitleleri devrimci hedeflerekazanmanın, onların birliğini, örgütlenmesini vemücadelesini bu doğrultuda geliştirmenin birolanağı olarak yararlanmaya bakarlar. Buçerçevede, kitlelerin karşısına düzenin yasallıkcenderesine ve seçimlere uyarlanmış güdük seçimplatformları ve bildirgeleriyle değil, kendi bağımsızdevrimci sınıf platformlarıyla, bunun dönemeuyarlanmış ve güncel devrimci görevlere bağlanmışpopüler açıklamalarıyla çıkarlar.” (Ekim Sayı:233,Ocak 2004, Başyazı)22

Her devrimci partidevrimci iktidarperspektifiçerçevesinde kendiideolojik-programatikyaklaşımlarını kitlelerlebuluşturmaya çalışır.Gelişen her sürecekendi temsil ettiğiprogram ve sınıfınihtiyaçlarıdoğrultusunda birtaraf olarak müdahilolur, hedefleridahilinde yolunuyürümeye çalışır.

Page 23: Ekim Gençliği 149. sayı

Burjuva düzende şuya da bu hukuki-siyasihakkı kazanmak, daha

demokratik bir“yönetim biçimi”ne

kavuşmak,parlamenter burjuva

demokrasisininhavada kalan

ayaklarını toplumlabuluşturmak, halkın

yönetime temsili değilfakat daha doğrudan

katılımını sağlamak vb.başlıklar TV

programlarında ya daçeşitli platformlarda

sürekli tartışılır. Fakatbunlar tartışılırken

sınıflı toplum gerçeğihep göz ardı edilir,

tartışmalar saltyönetim biçimi

üzerinden yürütülür.

23

Toplumun çeşitli kesimleri açısından“demokrasi” sorunu, en sıklıkla tartışılan birkonudur. Öyle ki emperyalist nüfuzmücadelelerinde dahi “demokrasi” bir kılıf olaraksunulabilmekte, emperyalist yağma savaşlarınınadı “demokrasi götürme” olarakkodlanabilmektedir.

Burjuva düzende şu ya da bu hukuki-siyasihakkı kazanmak, daha demokratik bir “yönetimbiçimi”ne kavuşmak, parlamenter burjuvademokrasisinin havada kalan ayaklarını toplumlabuluşturmak, halkın yönetime temsili değil fakatdaha doğrudan katılımını sağlamak vb. başlıklarTV programlarında ya da çeşitli platformlardasürekli tartışılır. Fakat bunlar tartışılırken sınıflıtoplum gerçeği hep göz ardı edilir, tartışmalar saltyönetim biçimi üzerinden yürütülür.

Örneğin eve hapsedilen kadınların toplumlanasıl buluşacağı tartışılmaz; fakat bu kadınlarınkaç çocuk doğuracağına, onları temsil ettiğiniiddia edenler karar verir. Ya da günde 12 saatçalışıp evini geçindirmekten başka bir şeyezamanı ve ilgisi kalmayanlar, bu koşulları nasıldeğiştireceğini tartışıp bunun için bir şeyleryapamıyor, ama onları “temsil edenler” onlar için“asgari ücret” belirleyebiliyor.

Demokrasi meselesi tam da bu nedenle saltayakları havada kalan bir yönetim biçimimeselesi değildir. Toplumun hangi kesimiegemenliğini nasıl sürdürüyor ve bu doğrultudanasıl yönetiyor, kimlerle nasıl bir ilişki kuruyor,kendi çıkarlarını nasıl gerçekleştiriyor? ÖrneğinAKP iktidarda diye AKP’ye oy verenler mi“egemen” oluyor? Yoksa AKP kendisine oyverenlerin çok küçük bir azınlığını mı temsilediyor? Örneğin son AKP-cemaat krizi gösterdiki, hem AKP’nin hem cemaatin çeşitli kollarıdevlet işleyişinde bürokrasinin bir yerlerinde güçolmuş ve birbirleriyle çatışıyorlar. CHP cemaatle,ABD’yle, AB’yle ilişkilerini geliştirmek içingeziler düzenliyor. Bunlar ezilen, sömürülensınıfların sorunlarını çözmeyi değil de iktidardasöz sahibi olmanın yollarını arıyorlar, ilişkilerinibu yönde kuruyorlar. Hepsi de demokrasimasalları eşliğinde bunları yapıyor. Bakıyorsunuzdarbeler bile demokrasi vaatleriyle yapılıyor.Fakat sorunlar yerli yerinde duruyor, hemdemokrasi açısından, hem de toplumsalilişkilerdeki gerçekler açısından. Sonuç olarak“demokratik cumhuriyet” belli kesimlerinyönetme aracı olmaktan öteye geçmiyor.

“İnsanlığı, kapitalist boyunduruktan, burjuvademokrasisinin (...) yalan, düzen veikiyüzlülüğünden kurtarmaya, ve yoksullar içindemokrasiyi kurmaya, (...) bu iyilikleri pratikolarak işçi ve yoksul köylülerin yararına

sunmaya yalnızca proletarya diktatörlüğüyeteneklidir.” (Burjuva Demokrasisi veProletarya Diktatörlüğü, V. İ. Lenin) Bugün kimisosyalist-komünist geçinen partiler “demokratikcumhuriyet”ten, “ulusal cumhuriyet”tenbahsediyorsa, bunlar yukarıda anılan toplumsalilişkileri korudukları, yani esasta işçiyi işçi,patronu patron olarak korudukları için gerçektensadece “demokratik” kalmaya ve esasta dakapitalizmi korumaya taliptirler. Bu açıdandevrimci hiçbir yanları yoktur.

Geçmişte olduğu gibi bugün de kapitalizmebile fazla gelen demokratik hakların tekgüvencesi proletarya diktatörlüğü ve budiktatörlükle çoğunluğun katılacağı toplumsaldevrimci süreçtir. Tarih hep sömürücü, mülksahibi sınıfların diktatörlüklerine tanık olmuştur.Köleci toplumda köle sahipleri; feodal toplumdatoprak sahipleri; bugün kapitalist toplumda daburjuvazi, toplumu yönetmiş ve bunun bir aracıolarak kendilerine özgü yönetim biçimlerini(imparatorluklar, mutlak monarşiler, demokratikparlamenter cumhuriyet, faşizm vb.) çeşitli sınıfdiktatörlüklerini kullanmışlardır.

“Kökleri ortaçağda olan ‘sürekli ordu, polis,bürokrasi, din adamları zümresi ve adli erkangibi her an her yerde hazır ve nazır olanorganlarıyla merkeziyetçi devlet iktidarı’ ondokuzuncu yüzyılda gelişti. Sermaye ile emekarasındaki uzlaşmaz sınıf karşıtlıklarınınilerlemesiyle birlikte, ‘devlet iktidarı, işçi sınıfınıtahakküm altına almaya yarayan bir kamu gücü,bir sınıf egemenliği aygıtı niteliğine gittikçe dahafazla büründü. Sınıf mücadelesinde bir ilerlemeyeişaret eden her devrimden sonra devletiktidarının salt baskıcı niteliği daha dabelirginleşmiştir.’ 1848-1849 Devrimi’nden sonradevlet iktidarı ‘sermayenin emek karşısındakiulusal savaşçı aracı’ oldu.” (Fransa’da İç Savaş,Karl Marx) İşte toplumsal kurtuluş için, bugünvarolan bu burjuva devlet aygıtını, ücretli kölelikdüzeninin egemenliğini süren sermaye sınıfınıniktidarını yıkacak, sınıfları toptan ortadankaldırabilecek bir iktidara, bunun yürüteceğitoplumsal ve siyasal devrime ihtiyaç vardır.

Bu ise, özel mülkiyeti geri getirmek isteyenkesimler üzerinde baskı kuracak, kapitalist özelmülkiyeti ve onun yaşama yaydığı tümalışkanlıkları ortadan kaldırabilecek birdiktatörlük anlamına gelmektedir. Bunuyapabilecek tek sınıf ise kapitalist özel mülkiyetleuzlaşmaz karşıtlık içindeki işçi sınıfıdır. Buaçıdan burjuva diktatörlüğüne karşı proletaryadiktatörlüğü bir zorunluluktur.

D. Baran

“Demokratik cumhuriyeti”aşmak!

Page 24: Ekim Gençliği 149. sayı

Eskişehir’de geçtiğimiz yıl 2 Haziran’da Haziran Direnişisırasında saldırıya uğrayıp 38 gün komada kaldıktan sonra yaşamınıyitiren Ali İsmail Korkmaz’ın katledilmesiyle ilgili olarak 5′i tutuklu8 sanığın bulunduğu dava güvenlik gerekçesiyle Kayseri’ye alınmıştı.Yargılama 3 Şubat’ta Kayseri eski adliyesinde başladı.

Yaklaşık beş bin kişi tek yürek oldu

Davayla ilgili olarak Kayseri’ye çeşitli illerden 40’a yakın otobüs,midibüs, minibüs ve özel araçlarla binlerce kişi Kayseri’ye geldi.Kayseri’deki katılımlarla sayısı 5 bine yaklaşan kitle yaklaşık 2km’lik yürüyüşün ardından Eski Adliye’ye ulaştı.

Eski Adliye binasındaki duruşmaya girmek isteyen 300’e yakınavukatla kolluk arasında zaman zaman tartışmalar yaşandı. Duruşmaöncesi avukatlar yaptıkları ortak açıklamada şunları söylediler:“Ali’yi aramızdan aldılar. Adaleti hangi deliğe girerse girsin oradançıkaracağız’’.

Kayseri’nin Ankara ve Adana girişindeki Pastırmacılar Parkıarama noktasında durdurulan, davayı izlemeye gelenler kimlik veGBT sorguları yapıldıktan sonra kente alındı. Duruşmayı izlemek içingelen milletvekilleri, avukatlar ve kitle örgütü yöneticileri duruşmayagireceklerin onaylanmış listesine bakılarak tek tek Eski Adliyebinasına alındılar.

Bu sırada listede ismi olmayan avukat ve kitle örgütleriyöneticileriyle, adliye kapısında görevli polisler arasında zamanzaman tartışmalar yaşandı. Ali İsmail Korkmaz’ın babası Şahap,annesi Emel, ağabeyi Gürkan Korkmaz ile kız kardeşleri MelikaÇakırkaya ve Aylin Taktuk da adliye binasına kimliklerini göstererekgirdi.

Katillerin yüzlerinde korku vardı

Kayseri Kapalı Cezaevi’ne önceki gün duruşmayla ilgilinakledilen tutuklu polis Mevlüt Saldoğan, fırın sahibi İsmail Koyuncuve akrabaları Ramazan Koyuncu, Muhammet Vatanseven, Ebubekir

Harlar cezaevi aracıyla Eski Adliye binasının mahkumgirişine kadar getirildi. Jandarmanın adeta etten duvarördüğü kapıdan 5 tutuklu, yüzlerini ellerindeki dosyalarla

ve atkılarla kapatarak duruşma salonuna götürüldü. Bizler, Ali İsmail’i ve onu öldüren katilleri, ölüm emrini verenleri,

hakkında her türlü yalanı tedavüle sokan gazetecileri çirkinleştirennefret kadar, 19 yaşında hayatını kaybeden Ali İsmail’i dünyalargüzeli yapan öfkeyi de tanırız. Tarih boyunca egemenlerle,devrimcilerin, ezilenlerin karşı karşıya geldiği her an, nefretleöfkenin, çirkinlikle güzelliğin karşı karşıya geldiği anlardır.

Egemenler nefretlerini ve çirkinliklerini, sahip oldukları en etkilisilahlardan olan gazetelerle, televizyonlarla, yalanın her türlüsünüalçakça kullanarak hayatımızın her alanına sokmaya çalışırlar.

Onlar yalnızca masum insanlara kalleşçe arkadan saldırıp tetikçekeceklerdir... Sonrasında da yine devlet MİT’iyle, polisiyle vemahkemeleriyle arkalarındadır. Zalimin kılıcını sallayan tüm katillergibi Ali İsmail’in katillerinin gözlerinde de büyük bir korku vardı. Aliİsmail Korkmaz davasında da katillerin gözünde korku vardı.

Ali İsmail’in annesinin hesap soran bakışları ve sözleri…

Ali İsmail Korkmaz’ın annesi Emel Korkmaz elinde oğlununfotoğraflarının bulunduğu çerçeve ile katillerin karşısına oturdu. AnneKorkmaz, katillere “Ali oğluma bakarak konuşun. Nasıl kıydınızoğluma? Ne yaptı size, ırzınıza mı girdi, çocuklarınızı mı dövdü?Annelerinizin yüzüne nasıl bakıyorsunuz?” diye bağırdı. Katillerinkimlik tespiti sırasında anne Emel Korkmaz, oğlunun resminiyüzlerine tutarak, “buraya bakarak konuşun” dedi. Sanık avukatlarının‘hakaret ediliyor’ itirazı üzerine Korkmaz, ellerini göstererek şunlarısöyledi: “Katillerin önümden çekilmesini istiyorum. Ben oğlumu butemiz ellerle büyüttüm. Onlara dokunmam. Oğlumu bu ellerlegönderdim Eskişehir’e, alamadım maalesef.”

Hak mücadelesinin avukatlarıduruşma salonundaydı

Etrafı demir barikatlarla çevrilen ve arama noktalarından girilenadliye binası önünde, Eskişehir Barosu başta olmak üzere 300 avukatadına bir basın açıklaması yapıldı. Basın açıklamasında şunlar

Ali İsmail Korkmaz davası

24

Page 25: Ekim Gençliği 149. sayı

söylendi: “Eskişehir’de 6 Ocak tarihinde yapılanve hiçbir güvenlik sorunu yaşamayan talimatduruşmasına 100’den fazla avukatla katılan bizler,Kayseri duruşmasına bu kez 300 avukatlakatılıyoruz. Yolları kesseniz de Ali İsmail’in ailesi,milletvekilleri, uluslararası heyetler, sendika, partive demokratik kitle örgütü temsilcileriyleKayseri’deyiz. Siz haksızlığı büyüttükçe, biz budavanın daha kalabalık takipçisi olacağız. Ali’yiaramızdan aldılar ama adaleti hangi deliktesaklanırsa saklansın çıkaracağız.’’

Onlar ezilenlerin avukatları olduklarınıgösterdiler. Doğruları korkusuzca haykırdılar.Ezilenleri savunmaktan, doğruları haykırmaktankorkmadılar. Adalet Bakanı ferman buyurmuş, Aliİsmail Korkmaz davasının naklineilişkin valiliğinin gerekçelerini uygun görmüş,onay vermişti. Valinin, Ali İsmail Korkmaz’ınavukatlarının “terör örgütleri” ile bağlantılıolduğu, provokatif davranışlarla adli sürecinnormal işleyişini sabote edebileceği, hakim vesavcıları etkilemeye dönük adalet nöbetinin halendevam ettiği gerekçelerini doğru bulmuştu.

Adaletin olmadığı bir ülkede adaletin bakanı,vicdanı, aklı, emeği ile Ali İsmail’in, Ethem’in,Mehmet’in, Medeni’nin, Abdullah’ın, Ahmet’indavasında yerini alan avukatların bu tehditlereboyun eğmeyeceğini hiç bilememişti. Avukatlartehdide boyun eğmeyeceklerini gösterdiler.

Ali İsmail’in avukatlarının “terör örgütü”üyeleri olarak gösterilmesine onay veren bakan,asıl kendisinin ülkemizin başına çöreklenmiş,gericiliği, faşizmi, sömürüyü ve polis terörünüörgütleyerek en büyük suç örgütü haline gelenAKP’nin üyesi olduğunu bu açıklamalarıyla birkez daha göstermiş, buna avukatların sessizkalacağını sanmıştı.

Adalet Bakanı, Eskişehir’deki hakimlerinadalet mücadelesinden etkilenmesinden, Eskişehirhalkının direnmesinden, Ali İsmail’in adaletbekleyen yüzünden korkmuştu. Korkunun ecelefaydası yoktu. Zalimler korkmakta çok haklılardı.Zira devrimci avukatlar zalime boyuneğmeyeceklerini bir defa daha dosta, düşmanagösterdiler.

Katillerden hesabı emekçiler soracak!

Kayseri sokaklarında canını ortaya koyupsaatlerce yılmadan özgürlük sloganları atan, entemel hak ve özgürlüklerinde ve en meşrutaleplerinde ısrar eden, her köşe başında katillerilanetleyen sloganlar haykıran, Ali İsmailler’in,devrim şehitlerinin hesabını sorma kararlılığınıortaya koyan binlerin mücadelesi katillerden hesapsormanın biricik yoludur.

Emekçilere şiddet uygulanması için bizzattalimat veren Tayyip Erdoğan Mısır’da katledileninsanlar için timsah gözyaşları dökerken katledilenHaziran direnişçileri hakkında suskunluğunukorumakta, halka şiddet uygulayanlar hakkındagöstermelik adli-idari soruşturmalar açmaktadır.

Şimdi Ethem’in, Mehmet’in, Abdullah’ın,Medeni’nin, Ali İsmail’in, Ahmet’in katillerindenhesap sormak, emekçilere yönelik olarak şiddettesınır tanımayan kolluğun şiddetine dur demek için12 Mayıs’ta görülmeye devam edecek olan Aliİsmail Korkmaz davasına daha kitlesel birkatılımın sağlanması için şimdiden seferber olmazamanıdır.

Ali İsmail Korkmaz’ın katledilmesinin ardından kitlelerin öfkesi artarken riyakaraçıklamalar arka arkaya geliyor. Birbirinden kirli düzen uşakları Ali İsmail’isahiplenerek onu Haziran Direnişi içindeki anlamından soyutlamaya çalışıyorlar.

Ali İsmail Korkmaz’ın failleri duruşmadayken, Fethullah Gülen Cemaati’ninvitrindeki yüzlerinden Hakan Şükür “Ali İsmail Korkmaz’ın dövülerek öldürüldüğüzaman katilleri bulunsun dedik; şimdi de adalet yerini bulmalı diyoruz” demişti.Duruşmanın ardındansa faşist çeteden Ali İsmail Korkmaz’ı sahiplenen açıklama geldi.MHP Genel Başkan Yardımcısı Tuğrul Türkeş, çıkıp yazılı açıklama yaparak Aliİsmail’i ‘sahiplendi’, Emel Korkmaz’ın acısının ‘haklılığına’ vurgu yaptı.

“Bir anne düşünün ki...”

Türkeş ikiyüzlü açıklamalarına Ali İsmail’in annesini vesile ederek sürdürdü. “Biranne düşünün ki....” diyen Türkeş, anamızın ayakta zor durduğunu, yaşadığı tarifsizacıyla yaşlandığını, bitkin düştüğünü söylüyor. Türkeş anamızı kendi gibilerlekarıştırıyor. Emel Ana evladını toprağa verdiği gün dahi dik durdu. Katillerden hesapsormak için her yerde sözünü söyledi. Aylardır her yerde aynı gururlu bakışlarıyla dikdurdu. Mahkeme salonundan çıktığında saatlerce adliye önünde bekleyen evlatlarınagitti “Artık binlerce Ali var. Korksunlar bizden. Alimin hesabı sorulacak” sözleriylealanı inletti. Şimdi Türkeş nerde görmüş bizim anamızın elden düşmüş halini. İşteacısını ağıtlarına katan ama kavgada oğlunun izinde duran bir ananın sözleri, nerdebitkinlik...

Türkeş bilmez bizim analarımızı ama merak ediyorsa bu gücü nereden alır analardiye Cumartesi Anneleri’ne baksın. Faşist çetelerin, devletin kaybettiği evlatları içinyıllardır Taksim’de bekleyen annelere baksın.

Ali İsmail sahipsiz değil,sahiplenmek sizin haddinize değil!

Ali İsmail Korkmaz’ın ‘ateist’, ‘solcu’, ‘Alevi’ diye tanımlanmamasını savunanTürkeş “Biz MHP olarak onlara hitaben diyoruz ki; Ali İsmail Korkmaz insandı” dedi.Okul çıkışlarında “sağcı mısın solcu musun?” diye insanları ayırıp saldıran, Kürtçemüzik dinlediği için insanları hedef alan bu faşist çeteler şimdi çıkmış insanideğerlerden bakmak gerektiğini ifade ediyorlar.

Zamanında “biz faşist değiliz” de diyen bu kafatasçı çeteler bir kez daha gerçeğitersyüz etme derdinde.

Açıklama bir yanıyla faşist MHP’nin savunusu olurken diğer yandan Ali İsmail’inmücadele içindeki anlamını değersizleştirme gayesi taşıyor. Ali İsmail’in “Her düzenkendi isyancısını oluşturur!” diyen son yazısını hiçleştirme, devrim fikrini işleyen 19yaşındaki eylemciden sokak ortasında linç edilmiş çocuğa evriltme amacıdır.

Tuğrul Türkeş Eskişehir polisi ve yanındaki faşistler için “arsızlıklarının vepişkinliklerinin tüyler ürpertici boyutlara ulaştığı anlaşılmaktadır” diyor. Bu ifadeninkendilerini de dolaysız olarak kapsadığı ise elbette onun açıklamasında yok. Butopraklarda onlarca devrimciyi, ilericiyi karanlık sokaklarda pusu kurup katleden,kahvehaneleri tarayan faşistlerin şimdi çıkıp Ali İsmail’i sahiplenmek için söz söylemekhadlerine düşmez!

Kaldı ki, Ali İsmail sahipsiz de değildir. Katledildiği günden ilk duruşmanıngörüldüğü şu 7 aylık süreç bunu kanıtladı. Antakya’da binlerin uğurladığı Ali İsmail’insahiplenilmesi öyle bir haddeye geldi ki, sermaye devleti davayı Eskişehir’denKayseri’ye kaçırdı. Keza duruşma sırasında görüldüğü gibi devletin Kayseri hamlesi,polis tacizleri de beyhude. Binler olup yine Ali İsmail için sokaklara çıkıldı. Yinekatillerden hesap sorma çağrıları yapıldı. Bugün “polise şiddet uygularken ölenler”diyerek saldırıları meşrulaştırmaya çalışan Erdoğan da yarın çıkıp “onlar bizimevlatlarımız” diyebilir fakat tarih karşısında ne faşist çetelerin ne de devletin elindekikan ikiyüzlü demeçlerle temizlenebilir.

Adına marşlar yazılan, yeğenine ismi verilen Ali İsmailler’den daha çok var butopraklarda. Ne akan kan ne atılan çamur yeter gerçeğin örtülmesine. Ali İsmail, 19yaşında özgür dünya düşleri için bu devletin katlettiklerinden biri olarakanılmaya devam edilecek. 2525

Faşist çete Ali İsmail’iistismar peşinde!

Page 26: Ekim Gençliği 149. sayı

26

Emperyalist-kapitalist sistemin beslediği dinci-gericifaşist odaklara karşı

‘68 ruhuyla,devrimci gençlik

mücadelesini yükseltelim!Emperyalist saldırganlığın zirveye ulaştığı

1960’lı yıllarda, emperyalist işgallere, savaşlara vesaldırganlığa karşı yükselen mücadeleninsıcaklığıyla ısınıyordu dünya. ABD’nin Vietnam’ıişgaliyle, tüm dünyayı kasıp kavuran anti-emperyalist mücadele, Türkiyeli işçileri,emekçileri ve gençleri de sarmıştır.

Vietnam başta olmak üzere dünyanın yoksulhalklarını hedef alarak ilerleyen emperyalizmeTürkiye’den ilk yanıt Haziran 1967’de verilir.6.Filo eylemlerinin başlagıcı olan bu tarihte,onbinlerce kişi Beyazıt Meydanı’nda toplanarakTaksim’e yürür.

İTÜ Yurdu basılır veVedat Demircioğlu katledilir

15 Temmuz’da İstanbul’a geleceği öğrenilen 6.Filo için yeniden eylem hazırlıklarına başlanır. 15Temmuz’da başlayan eylemler 16 Temmuz’da dadevam eder. Devrimci öğrencilerin anti-emperyalist mücadelesi artarak devam ederken,sermaye devleti ve emperyalizmin uşakları daişbaşındadır. Sürekli olarak eylemlerle protestoedilen Amerikan askerlerinin korunması için,dönemin AP hükümetinin İçişleri Bakanı FarukSükan emriyle İTÜ Yurdu basılır. “Öldürünhepsini” diye bağırarak azgınca saldıran polislertarafından yüzü aşkın öğrenci yaralanır, VedatDemircioğlu ise pencereden atılarak katledilir.Onlarca öğrenci de gözlatına alınıp tutuklanır. 17Temmuz’da yumruklar sıkılı, sloganlar dahaöfkelidir. Hedef bellidir. Devletin kollukkuvvetlerinin engelleme çabalarına rağmenAmerikan askerleri denize dökülür.

Anti-emperyalist mücadeleyi katliamlarlabastırabileceğini sanan sermaye devletinin hesabıtutmaz ve 6. Filo her geldiğinde büyük eylemlerleprotesto edilir. Bunlardan birisi de 16 Şubat günü“Emperyalizme ve sömürüye karşı işçi yürüyüşü”adıyla düzenlenen eylemdir.

Dinci-gerici faşist odaklarınanti-emperyalist mücadele düşmanlığı

İşçiler ve öğrenciler bu eylemin hazırlıklarına

günler öncesinden başlamışlardır. Ancak bu eylemien az onlar kadar ciddiye alan başkaları da vardır:devrimci gençliği ve anti-emperyalist mücadeleyihedef alan sermaye devleti ve dinci-gerici odaklar.

Katledilen Vedat Demircioğlu’nu anmak içinyapılan eylemde açılan bayrağın, gerici burjuvabasın tarafından “kuleye kızıl bayrak çekildi”şeklinde propaganda edilmesi ve devrimciöğrencilerin ve eylemlerin “şer cephesi yeni birkarışıklık çıkaracak” denilerek hedef gösterilmesiile faşist saldırıların önü açıldı.

Dinci-gerici-faşist örgütlenmelerin ve bunlarınşeflerinin konuşmaları, yazıları 16 Şubat’tayapılacak eylemi hedef aldı. 13 Şubat tarihligazetelerde miting, temel gündemi oluşturur.Mehmet Şevki Eygi’nin yazarı olduğu BugünGazetesi’nde “Milletin sabrı tükenmek üzeredir”denir. Son Havadis Gazetesi’nde ise “Yeter artık”başlıklı yazıda mitingi düzenleyecek olanlar “...iliklerinde murdar kızıllık ve komünistlik yerleşmişbir avuç vatan haini” olarak tanımlanır. Yine aynıyazıda “Bir avuç kızıl veledle başa çıkılamayıncabu devletin ve memleketin asıl sahipleri hareketegeçmek zorunda değil midirler?” denilerek dinci-gerici-faşist güçler harekete geçirilmeye çalışılır.

Miting günü yaklaştıkça saldırıların şiddeti deartar. Dinci-gerici güçler, 16 Şubat’taki mitingekarşı miting örgütleme çağrısında bulunurlar. 14Şubat tarihli Bugün, Son Havadis, Babıali’deSabah gibi dinci-gericiliğin hakim olduğugazetelerde 6. Filo’yla olan dostluk özel olarakvurgulanırken, devrimciler yine hedeftedir. İşte birkaç başlık daha:

Bugün: “Müslüman İstanbul halkı! Kızıllaragereken cevabı vermek için bugün saat 14’teBeyazıt Meydanı’na gel!”

Babıalide Sabah: ”Komünistlere karşı ‘halkhareketi’…”

15 Şubat’ta ise dinci-gericiliğin propagandasınıyaptığı ve Milli Türk Talebe Birliği’nindüzenlediği mitingin haberleri yer alır.

Bugün: “Kızılları boğmanın vakti geldi”Son Havadis: “Komünistlere lanet yağdı” Babıalide Sabah: “Binlerce imanlı insan

komünistlere son çağrısını yaptı: Ya tamsusturacağız ya kan kusturacağız”

Sermaye ve emperyalizm tarafından

Page 27: Ekim Gençliği 149. sayı

İstanbul Üniversitesiöğrencilerinden Van’a destek

İstanbul Üniversitesi öğrencileri, kurdukları “Van ile Dayanışma Komisyonu” ileVanlı emekçilerle dayanışma için faaliyet yürüttüler.

Edebiyat Fakültesi Hergele Meydanı’nda yapılan ilk komisyon toplantısında faaliyetolarak yapılacak çalışmalar karara bağlandı.

İlk olarak Galatasaray Lisesi önünde masa açan öğrenciler TBMM’ye gönderilmeküzere imza topladılar. İmza kampanyasında Van’da konutsuz kalan emekçiler içinücretsiz ve sağlıklı barınma için konut sağlanması talebi yer aldı. Imza kampanyasıKadıköy’deki Kent itinginde de devam etti. Ilk birkaç gün içinde binlerce imzatoplanmış oldu.

İstanbul Üniversitesi’nin ders bitiş tarihi olan Aralık ayının son haftasına kadaryoğun bir şekilde kampanyaya devam eden öğrenciler çalışmalar kapsamında iki günboyunca dayanışma kermesi de açtılar. Kermese ilgi çok yoğun olurken, Hergele’dekikermes stantı hiç boş kalmadı ve yüzlerce öğrenci kermesi desteklediler.

Gerek kermes ile olsun, gerek açılan stantlardaki bağış kutularıyla olsun, gerekse debastırılan kokartları alarak olsun birçok öğrenci Vanlı depremzedelerle dayanıştılar.Meselenin sadece maddi katkı sağlamak olmadığı, meselenin devletin kendi çıkarlarıgereği bir halkı yok sayması olduğu tüm faaliyetler boyunca vurgulandı.

Ekim Gençliği / İstanbul Üniversitesi

ÖKM sahnesi yıkılmak isteniyorİstanbul Üniversitesi Öğrenci Kültür Merkezi (ÖKM) Sahnesi yıkılmak isteniyor.

Gerekçe olarak ise fakültenin altyapı ihtiyaçlarının karşılanması gösteriliyor. Bununüzerine ÖKM Sahnesi ve İstanbul Üniversitesi Fen Fakültesi Tiyatro Kulubü (İÜFFTK)üyeleri bir açıklama yayınladılar.

Kulüplerin üyelerinin tiyatro yapma hakkından okul tarafından mahrum bırakıldığı,daha fazla kâr elde etmek için sahnenin fütursuzca ellerinden alınmak istendiğibelirtildi. Açıklamada ÖKM’ye ve sanata dokunanlara karşı mücadele çağrısı yapıldı.Bu gelişmelerle ilgili bir imza kampanyası başlatacaklarını açıklayan ÖKM Sahnesi veİÜFFTK, oynayacakları sokak oyunuyla protesto edeceklerini ifade etti.

ÖKM binası 1990-2010 yılları arasında öğrencilerin sanatsal çalışmalar yaptıkları biryerdi. ÖKM’yi korumak için bir çok mücadeleler verilmiş, önünde öğrenciler tarafındannöbet tutulmuştu. Ancak 2010 yılında Anayasa Referandumu günü kimseninolmamasını fırsat bilen rektörlük ÖKM’yi “Açık ve Uzaktan Eğitim Fakültesi”nedönüştürdü. Tabelası ise öğrencilerce kullanılmayan küçük bir binayataşındı.

desteklenen bu dinci-gerici-faşist yapılanmaların,16 Şubat’ta yapılacak olan 6.Filo eylemine saldırıhazırlığında olduğu bu manşetlerden de anlaşılır.Komünizmle Mücadele Dernekleri’nin Başkanıİlhan Darendelioğlu, Milli Türk Talebe Birliği’ndeyaptığı konuşmada, “Pazar günü komünistlermiting yapacak, biz bu mitingde savaşacağız.Silahı olan silahıyla, olmayan baltasıyla gelsin...”diyerek, dinci-gericilerin şefi Mehmet Şevki Eygiise yazarı olduğu Bugün gazetesinde,“Müslümanlar ile kızıl kafirler arasında topyekunsavaş kaçınılmaz hale gelmiştir. İmtihan günlerigelip çatmıştır.”, “Müslüman kardeşim, sen busavaşta bitaraf kalamazsın. Ben namazımı kılar,tespihimi çekerim... Etliye, sütlüye karışmam deyipde kendine zulüm edenlerden olma, gözünü aç,bak!.. Onlarda taş, sopa, demir, molotofkokteyli mivar? Biz de aynı silahları kullanmaktan acizdeğiliz... Cihat eden zelil olmaz” diyerek katliamçağrısında bulunurlar.

Ve Kanlı Pazar...

Eylem günü yaklaşık 40 bin işçi, emekçi veöğrenci 6. Filo’yu protesto etmek için, Beyazıt’tanTaksim’e doğru yürüyüşe geçer, alana ulaştığısırada ise saldırı başlar. Dinci ve faşist gericilersopa ve bıçaklarla binlerce kişinin üzerineöldürmek için saldırırken polis de attığıbombalarla katliama ortak olur. Yüzlerce kişininyaralandığı saldırılarda Ali Turgut Aytaç ve DuranErdoğan adında iki işçi öldürülmüştür.

Katliam bütün gerçekliğiyle ortadayken “önlemalmasaydık daha vahim şeyler olurdu diyerek”kendini ve katilleri aklama çabasında olan sermayedevleti, katliam sonrasında da hiçbir adım atmaz.

Katliamın birinci derece sorumlularından olanMehmet Şevki Eygi ise Yeni Şafak gazetesineverdiği röportajda; “vicdani rahatsızlıkduymuyorum. Aynı şartlar olsa yine aynı şeyi hiçtereddüt etmeden yaparım” diyerek katliamcıyüzünü bir kez daha göstermekten utanç dahiduymaz.

‘68 ruhuyla devrimci gençlik mücade-lesini yükseltelim!

Sermaye devleti, işçilerin, emekçilerin,gençlerin, ezilen halkların haklı öfkesini bastırmakiçin, yeri geldiğinde kolluk kuvvetlerini, yerigeldiğinde de dinci-gerici-faşist beslemelerinisokağa salıyor. Bu saldırıların bizleriengelleyemeyeceği ve mücadelemizin önünegeçemeyeceği aşikardır.

1960’larda Vietnam başta olmak üzere dünyahalklarına kan kusturan emperyalizm, dünIrak’taydı, bugün ise Libya’da, Orta Afrika’da,Suriye’de kendini gösteriyor. Türk sermaye devletiise emperyalist emellerle özellikle Suriye’desavaşın kışkırtıcısı durumunda. Suriye’deki dincigerici çetelere kamp alanları açılıyor, silah baştaolmak üzere her türlü destek sağlanıyor.

Emperyalist savaş ve saldırganlık bu dereceartmışken, dünya halklarına yapılan bu zulmesessiz kalınamaz. ‘68 ruhunu kuşanarak, öfkemizisömürünün ve savaşların asıl kaynağı olankapitalist sisteme yönelterek devrimci gençlikmücadelesini yükseltelim. 2727

Page 28: Ekim Gençliği 149. sayı

28

2013 Aralık ayı sonunda Kartal’da açılan ÜçFidan Gençlik Kültür Evi çalışanları ile düzeningençliğe yönelik saldırıları ve kültür evininçalışmaları üzerine konuştuk.

- Bugün gençliğin yaşadığı sorunlardan sözeder misiniz?

- ‘Günümüz dünyasında ve Türkiye’degençliğin yaşadığı sorunlar nelerdir’ diyesorduğumuz da onlarca farklı cevaplakarşılaşabiliriz. Tüm işçi ve emekçilerin yaşadığısıkıntılardan bağımsız bir sorunlar bütünü değilelbette. Gençlik olarak daha özelleşen sorunlarlakarşılaşıyoruz. Hatta gençlik kendi içinde detemelde aynı ama özelde farklılaşan sorunlarlakarşı karşıya.

Liseli gençliğin, üniversiteli gençliğin, işçi veişsiz gençliğin ortak ve en temel sorunu aslındageleceksizlik. Bu çürümüş sistem hiçbirimize birgelecek sunmuyor. Eğitim sisteminin bu çürümüşsistemin bir yansıması olduğu gerçeği dershane veözel eğitim kurumları üzerinden yürütülentartışmalarda tekrar tekrar açığa çıktı. İşçi veemekçi çocuklarına kapatılan üniversite kapıları,staj sömürüsü, diplomalı işsizlik… Bu sorunlarsaymakla bitmeyecek denli fazla. Baskısınınşeklini değiştirse de uygulamada özünde birdeğişiklik olmuyor. Lisede disiplin suçu işlemekdiyor, üniversitede soruşturma terörleri. Sokaktaülkücü çeteleri, kolluk güçleri, evde aile baskısıylatopyekûn saldırıyor.

İster fabrikada ister okulda olsun, sistemgençliğe ayrı bir önem veriyor. “Ağaç yaş ikeneğilir” mantığı temelde burada da işliyor. Bunlarınyanı sıra çürümüşlüğünün üstünü örtmek içinalabildiğine yozlaştırıyor her kolundan.Uyuşturucu kullanımının en yaygın olduğu kesimingençliğin ve daha önemli olanın işçi ve emekçigençliğin olması bir tesadüf değil. Sırf kendisorunları ile ilgilenmesinler, kendi gelecekleri ileilgili karar vermesinler, uyanmasınlar diye tüketimçılgınlıklarının yanı sıra uyuşturucuyuyaygınlaştırıyor.

“Ne kadar çok tüketirsen o kadar önemlisin”algısını dayatan, yaygınlaştıran sistem bireyselçöküş yolları sunuyor gençliğe “bireysel kurtuluş”adıyla.

- Kartal’da bir gençlik kültür evi açmak hangiihtiyacın ürünü oldu?

- Gençliğin karşı karşıya kaldığı sorunlardanbahsettik. Sistem bunca yüklenmeyi boşunayapmıyor. Burada buna karşı koyabilecek birdinamik olduğunu çok net biliyor. Bunu HaziranDirenişi’nde tekrar görmek ve dosta düşmanagöstermiş olmak önemliydi.

O süreçte ölümsüzlüğe uğurladığımız

arkadaşlarımız, bu topraklarda devrimmücadelesinde ölümsüzlüğe uğurladıklarımız birerfidandılar. Tohumunu ve toprağını işçi sınıfınadayandıranlar onca fidanını göğe yıldız olarakasanlar elbette koskocaman bir altüst oluşubekleyeceklerdir. Bu topraklarda fidanlarıyaşatabilmenin devrim mücadelesini büyütmektengeçtiğini biliyoruz. Üç Fidan Gençlik Kültür Eviolarak Kartal’da bunun gençliğe yönelik mütevazibir adımı atmış olduk.

Kartal bölge olarak fazlasıyla genç dinamik vepotansiyel barındırıyor. Ancak, kültürel-sosyalanlamda çok şey yapılıyor gözükse de nitelikli birüretimin olmadığı bir yer.

“Yarin yanağından gayrı paylaşmak için herşeyi” dediğimiz bir yolda birlikte üretmenin vepaylaşmanın hakim olduğu bir Gençlik KültürEvi’ne ihtiyaç fazlası ile vardı. Bu ihtiyaca bircevap ürettik.

- Üç Fidan Gençlik Kültür Evi’nin hedeflerinelerdir? Önüne nasıl bir faaliyet programıkoymakta?

- İlk olarak açılışımızı toplantı şeklindegerçekleştirdiğimiz için yapılan etkinliklerlebirlikte Üç Fidan Gençlik Kültür Evi’ni duyurmayıyaygınlaştıracağız. Programlarımızın,kurslarımızın olduğu broşür ve takvimçıkartıyoruz.

Planlanmış kurs programlarımız var. Bunlarıyeniliyoruz. Bağlama, gitar, matematik kurslarınınyanı sıra Üç Fidan Tiyatro Topluluğu’nun ilkçalışmasını başlattık.

Devrimci Liseliler Birliği’nin oluşturduğu ÜçFidan Şiir Topluluğu ile şiir atölyesinigeliştireceğiz. Halk oyunları ekibi oluşturmaplanlarımız var.

Ve en temelde ise gençliğin geçmiş devrimcigeleneğini günümüzde yaşatma amacı ve çabasınıgüdeceğiz. Onların, yani Denizler’in, Mahirler’in,İbrahim ve daha nice devrimcinin bize, gençliğebırakmış olduğu muazzam bir devrimci miras var.Bugün yaşadığımız sorunların çözüm yeri onlarınuğruna canlarını verdiği devrim mücadelesidir. Buaçıdan devrimci miras ve güncel gelişmeler bununyakıcılığını gösteriyor.

Derdimiz bu mirası, onlara yakışır şekildeyaşatmak ve ileri taşımaktır. Bugün geçmişindevrimci mirasını sahiplendiğini iddia eden vedüzenin icazet sınırlarında dahi davranmayanlargibi değil, düzenin ufkunu ve yaratılan gerici, yoz,baskıcı, kültürü fidanlarımız gösterdiği yoldanilerleyerek aşmak.

Bu açıdan daha önümüze koyduğumuz hedeflervar. Bir kısmında mesafeler aldık. Vedestekçilerimiz sayesinde de birçoğunaulaşacağımızı düşünüyoruz.

Kartal’da Üç Fidan Gençlik Kültür Evi açıldı...

“Birlikte üretmek vepaylaşmak için...”

Kartal bölge olarakfazlasıyla genç dinamikve potansiyelbarındırıyor. Ancak,kültürel-sosyalanlamda çok şeyyapılıyor gözükse denitelikli bir üretiminolmadığı bir yer. “Yarin yanağındangayrı paylaşmak içinher şeyi” dediğimiz biryolda birlikteüretmenin vepaylaşmanın hakimolduğu bir GençlikKültür Evi’ne ihtiyaçfazlası ile vardı. Buihtiyaca bir cevapürettik.

Page 29: Ekim Gençliği 149. sayı

İnternet insanların bilgiye ulaşımını kolaylaştırıyor yalanları biryana, internet ile burjuva ideolojisi daha da etkin kılınmaya, muhalifsesler sansürlenerek tek sesli bilgi kaynakları oluşturulmayaçalışılıyor. Kitlelerin denetlenmesi, fişlenmesi ve takip edilmesi decabası.

Sansür, baskı, denetim her yerde...

Bu düzende kullanılan her ne ise, yanında bir de sansürü türüyor.İnternet de bunlardan birisi. İnternet alanında erişilen, yayınlanan vegörüntülenen materyaller üzerinde devletin doğrudan ya da dolaylıbaskı ve kontrol sağlamasına internet sansürü deniyor. İnternet sansürüdevletin kurumları* ya da devletin görevlendirdiği özel şirketlerceyapılıyor.

İnternet sansürü değişik ülkelerde farklı derecede olmasına karşınbenzer birçok konuda olduğu gibi Türkiye internet sansürü konusundada pervasızlığıyla sınır tanımıyor. Devrimci, demokrat ve ilericiinsanların bilgisayarlarının hukuksuz bir şekilde yıllardır takipedilmekte olduğu; girdiği sitelerin, maillerin, yazışmaların,konuşmaların, videoların kayıt altına alındığı zaten herkesçebilinmekte. Muhalif birçok kuruma ait site ise yıllardır sansür vekapatmalarla karşı karşıyalar.

Sansürün boyutları öyle bir aşamaya geldi ki, baskıyla,fişlemelerle, insanların internette paylaştıkları üzerinden aldıklarıhapis cezalarıyla artık sistem kitleleri gözetleniyorum ruh haline sokupotosansürü oluşturdu.

Sosyal medya ve direniş

Ancak, Haziran Direnişi ve Arap halklarının isyanları sırasındainternet, özelinde de sosyal medya etkili bir rol oynadı. HaziranDirenişi’nde düzen medyası sus pus olurken kitleler sosyal medyayıalternatif bir medya alanına çevirdiler. Twitter sayesinde tartışmalarave organizasyonlara hızlıca katılıp refleksif tepkiler verilebildi. Hızlıve etkili birer iletişim ve paylaşım aracı olan Facebook, Youtube veVimeo’nun özgün yapıları ise muazzam bir fotoğraf-video paylaşımalanı sağladı, sağlıyor.

Kendi yayın organlarında sansürü kullanarak kendi bakış açılarınıyaymayı düşünen düzen güçleri, örgütsüz kitlelerin sosyal medyayıdirenişte bu kadar etkili kullanabileceğini beklemiyor olsa gerek.Ancak unutmamak gerekir ki hayat da sokaktadır ve değişim sokaktayaşanacaktır. İnternette olansa ‘geçmişi sil’e tıklamak kadar geçicidirve kaybolmaya mahkumdur. Ancak bütün kitle iletişim araçları gibidoğru kullanıldığında nasıl sonuçlar üretebileceğini de biliyoruz.

Yasaklamalarda dünya liderliğine oynuyoruz

“Tehlike”nin farkına varan egemenler ise internetin her alanınayönelik büyük çaplı bir sansür operasyonu başlattı. Youtube gibidünyanın en büyük video paylaşım sitelerinden biri olan Vimeo 10.

Sulh Ceza Mahkemesi’nin verdiği karar ile 8 Ocak 2013 tarihindenitibaren artık Türkiye’de erişilebilir değil.

Siteleri kapatmakla da yetinmeyen iktidar, zararına olanmateryalleri tek tek seçip internet ortamından kaldırılmasını da talepedebilmekte. Bu vahim tutum Avrupa basınına bile yansımış durumda:“Türkiye 2013’ün ilk 6 ayında Google’a, yaklaşık 1700 materyaliinternet ortamından kaldırması için istekte bulundu. Bir yılda yüzdebinden fazla artan bu sayı ise herhangi diğer ülkeninkinden 3 katfazlaydı.”

Bunların yanında “devlet sırrı” diye bizden saklanan,bilmememizin “kamu” yararına olduğu nice materyal, yolsuzluk-usulsüzlük belgesi bizim için hep erişilemezdi. Güçleri yettiği orandabu belgelerden bazılarını ortaya çıkarıp: “Hükümetin bundan sonrakihedefi ABD’de ortaya çıkan NSA’nın** yaptığı gibi istediği herkesiizleyerek gözetim altında tutup muhalif, ilerici güçleri susturmak.”diyen Redhack’in payına da terörist olarak yaftalanmaktan başka birşey düşmüyor tabi.

Ancak kitleler sansürü parçalayabilir

Son dönemde gündeme gelen yasaklama ve artan baskılarlaberaber kitlelerin öfkesi de bir kat daha artmış durumda. Öfkeleriniiçine atmaktansa sokaklara dökmenin gerekliliğinin bilincinde olan veeylemlilik içine girmezlerse koşulların daha da kötüleşeceğini bilenkitleler başta İstanbul, İzmir, Ankara ve Eskişehir olmak üzereTürkiye’nin birçok yerinde “Sansürü Durdur”, “İnternetimeDokunma” şiarlarıyla alanlara indiler. Eylemlerde internet sansürüyleilgili çıkarılmak istenilen torba yasa teşhir edildi:

“Anahtar kelime engelleme sistemi yoluyla internetten erişimisınırlamak kolaylaşıyor. Örneğin, Youtube’un içinde anahtar kelimelernedeniyle sakıncalı bulunan bir videoya Türkiye’den erişilemeyecek.O anahtar kelimeyi kim belirleyecek belli değil. Daha beteri herbireyin internette faaliyeti, hangi siteleri gezdiği, hangi kelimeleriaradığı, sosyal ağlarda neler yaptığı kayda alınacak ve o kayıt bir-ikiyıl saklanacak. Hükümet kontrolünde “birlik” kuruluyor, erişimsağlayıcılar buraya zorunlu olarak üye olacak.”

Sermaye devletinin devlet sırrı adı altında katliamları, failimeçhulleri, soykırımları hasır altı edip, çıkarına ters düşen siteleri vemateryalleri sansürlediği günümüz koşullarında asıl sorun kimin,nasıl, ne zaman, nerede ya da ne oranda internete ulaştığı değil,ulaşılan bilgilerin hangi sınıfın çıkarına olduğudur. Bizler de her alanıolduğu gibi bu alanı da sosyalizm mücadelesi için etkinkullanabilmeliyiz.

Dipnot:* NATO ile eşgüdüm içinde olan TSK Siber Savunma Komutanlığı;

Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığı, TÜBİTAK ve diğer kamukurumları ile işbirliği içinde çalışır.

** NSA: National Security Agency (Ulusal Güvenlik Ajansı):Amerika’da telefon, faks, internet gibi iletişim araçlarındaistihbarat toplamak üzerine uzmanlaşmış bir birim.

Her yer sansür her yer yasak!

29

Page 30: Ekim Gençliği 149. sayı

Kadınım ben, anayım, bacıyım, eşim ben. İbrahimi dinlere ve bu dinlerin kutsalmetinlerine göre, Tanrı beni Adem’den sonra yarattı. Ben Havva’da can buldum.

Adem’e yasak elmayı yedirdim ve insan soyunun dünyaya gelmesine vesileoldum. Belki de bu yüzden şeytan diye nitelendiriliyorum. Şeytan mıyım

bilemem ama, bildiğim bir şey varsa, o da eziliyor/sömürülüyor olmamdırsınıflı toplumlar tarihi boyunca.

Asırlar geçti ama ben hala toplumda ikinci sınıf insanmuamelesi görüyorum, cinsiyetimden ötürü. Tarih öyle

şeylere sahne oldu ki, bazen cadı diye avladılar beniAvrupa’da. Üstelik bunu “kutsal” kitaplara dayanarakyaptılar. Beni dinle gelenek arasına sıkıştırdılar.Kalıplara sokmaya, ehlileştirmeye çalıştılar. Eğitimhakkımı aldılar elimden, çünkü benim görevim çocukyetiştirmek ve ev işleriyle uğraşmaktı. Ne diye

düşünmek ve fikir üretmekle uğraşacaktım. Ki bunubenim yerime erkekler yapıyordu zaten. Nasıl

yaşayacağıma, kiminle evleneceğime karar veriyorlardı.Evlenmeden önce, hamiliğimi babam ve erkek kardeşlerim,

evlendikten sonra da kocam üstleniyordu. Eskiden köle pazarlarında cariye olarak alınıp satılabilen

ve bir et parçasından başka bir değeri olmayan kadınıncinselliği, modernlik ve cinsel özgürlük kisvesi altında bugün

de sermaye düzeni tarafından sömürülmüyor mu?Emile Zola, Nana adlı romanının önsözünde der ki:

“Satacak birşeyi olmayan erkek onurunu ve emeğini,satacak bir şeyi olmayan kadınsa bedenini satıyor.”

Asırlar ve asırlar geçti, insanlar çok şeylerikeşfettiler. Gelenekler ve düşünce kalıplarıfarklılaştı. İnsan bazı doğru bulduğu şeylerinyanlış olduğu kanaatine vardı. Ve denildi ki;kadın eğitilmeli ve ekonomik özgürlüğünükazanmalıdır. Öyle ya, Simone de Beauvoir birsözünde der ki; “kadını götürüp mutfağa ya dasüslenme odasına kapatıyor, sonra da ufkunundarlığına şaşırıyorsunuz. Kanatlarını kesiyor,sonra da uçamıyor diye yakınıyorsunuz.”

Fakat burjuva eğitim sistemi içinde insankendini ne kadar geliştirebilir? Bireyisorgulamaya ve kafa yormaya teşvik etmek

yerine, ona kalıplaşmış bir takım şeyleriezberlemesini dayatan, nesnellik veeleştirellikten uzak ve öğrenciyeöğrenmenin verdiği mutluluğu yaşatmak

yerine sisteme ücretli köle yetiştirmeyimisyon edinmiş okullarla bunu yapmak

olanaklı değildir. Çünkü bu okulların tekamacı yerleşik düzene kitlesel uyumu30

Kadın bedenininmetalaştırılması

Page 31: Ekim Gençliği 149. sayı

31

sağlamaktır. Öğrenciye, “burada öğrendiğinbilgilerle yapacağın tek şey ileride bir servet vegüç sahibi olmaktır” denilmektedir.

Bir kadın olarak, çalışmamın gerekliliğivurgulandı. Zira, kapitalist sistem artık evdeoturmamı istemiyor, işgücüne dahil olmamıistiyordu. Fakat ben, evde ücretsiz işçi olduğumgibi, işyerinde de ucuz iş gücü oldum. Türkiyeiçin konuşacak olursak, edinilen bilgilere göre, buülkede kadınların dörtte üçü işsiz. Üstelikyüksekokul mezunları arasında kadınların işsizkalma oranı erkeklere nazaran iki kattan dahafazla. Kadınların iş bulamamasındaki temel faktörkültürel yapı ve gelenekler. Sermaye sahibipatronlar, daha fazla satış yapıp kâr elde etmekadına müşterilere karşı kadın cazibesinikullanmaktan da çekinmediler.

Eğer bugün, ben cinsel bir meta olarakgörülüyorsam ve cinselliğim ticarileştiriliyorsa, bukapitalizmin suçudur. Benim savaşmam vemücadele etmem istenmiyor, çünkü kadın susmalı,boyun eğmeli değil mi? Değerli taşlar vemücevherlerle donatılmalı, maneviyatıreddedilmeli. Çünkü, o istediğini ancak başkalarıaracılığıyla elde edebilir. Kadının bedeniüzerindeki kontrol onun elinden alınmaktadır.Dinci-gerici iktidar, kadının kürtaj hakkını daelinden aldı. Eğer bir kadın tecavüze uğrasa dahi“çocuğu doğurmak istemiyorum” deme hakkınasahip değil. Çünkü, dinci-gerici erkek egemenburjuva iktidarı “doğuracaksın” diyorsa doğurmakzorundasınız.

Keza, türban konusu da yine siyasete aletedilmiştir. Kadının başını açma ya da kapamasınadahi karar vermektedirler.

Son dönemde artan kadın cinayetlerininüzerine yeterince gidilmemekte, önü açılmaktadır.Bağnaz iktidar, bir meseleyle eğer çıkarı varsauğraşmaktadır. Zira bilinmektedir ki, iktidarınkadını bir siyaset malzemesi olarak kullanmasınınnedeni İslami çevrelerden sempati kazanmak veoy toplamaktır. Öte yandan, devlet genelevleriserbestleştirmekte, bu mekanlardan vergialmaktadır. Devlet kadının pazarlanmasının önünüaçmaktadır. Bu nasıl bir riyakârlıktır? Bir taraftandindarlık maskesi altında milyonlar götürülmekteve topluma kanaatkâr olup azla yetinmeköğretilmekte, haktan hukuktan ve öteki dünyadanbahsedilmekte, fakat kendileri açgözlülükte veikiyüzlülükte sınır tanımamaktadırlar.

Sermaye düzeni kadına diyor ki; daha çokokuyup fikir üretmek yerine, daha çok estetikyaptırmalı, daha çok tüketmelisin. Ve alışverişyapmaktan bıkmamalısın. Kadına kapitalist sistemtarafından telkin ediliyor ki, bedeninden, dışgörünüşünden utanmalısın. Önce sınır tanımaz birşekilde tüketmeli, daha sonra da görünüşündenmemnun olmayıp tekrar para harcamalı,fazlalıklarından kurtulmalısın. Bu durum ’68kuşağının Almanya kanadının sosyalist-devrimcikadın lideri Ulrike Meinhof adına yazılmış olan“Ben Ulrike, bağırıyorum” adlı tiyatroda şöylegeçer:

“Delirmiş palyaçolar gibi boyadınızkadınlarınızı bile… Yanaklara pespembe,gözkapaklarına Cezayir moru ve menekşe mavisi,dudaklara zencefil kırmızısı ve karnavalın tümrenklerinde tırnak cilaları: Altın, gümüş, yeşil,turuncu hatta kobalt mavisi bile…

Ve beni beyaza zorlayın, çünkü beynim bir sürürenkli kağıtlar arasında paramparça oldu:

Korkunuzun lunapark ve karnavallarının renklikağıtları. Evet, çok güvenli görünüyorsunuz amakocaman bir korku sizi delirtmeye vekatılaştırmaya yetiyor. Bu nedenle her yeri saranrenkli neon ışıklarına gereksinim duyuyorsunuz.Ve vitrinler ve sesler ve gürültüler ve radyo vebüyük ses dalgaları her yerde, açık, büyükmağazalarınızda, evlerinizde, arabalarınızda, kafebarlarda, aşk yaparken yatağınızda bile…

Sessizliğin korkunçluğuna ise beni mecburedin… Çünkü siz terörün starısınız tek başınıza vebeyninizle… Çünkü sizin dünyanızın dünyalarınen iyisi olmadığına dair korkunç şüphelerinizvar… Ama daha da beteri: En çöle dönmüş, enkurumuşu.

Beni bu akvaryuma kapatmanızın tek nedenivar… Hayır, sizin yaşamınızı onaylamıyorum.Hayır, sizin şeffaf giysili kadınlarınızdan biriolmak istemiyorum. Cumartesi gecesi, birrestorandaki masanızda çeşitli yabancı menlilerleve budala ama bağıran müzikle küçük gülücükler,aptal tebessümlerle baştan çıkartan bir kadınolarak sunulmayı istemiyorum. Ve o mahzun vegöz süzen ve bazen deli, öngörüsüz ve aptal veçocuksu ve ana ve orospu ve aniden sizin hiç eksiketmediğiniz banal bir fıkraya kibarcagülümsemeye kendimi zorlayan biriolmamalıyım.”

Evet, bu çürümüş ve kokuşmuş düzende kadınticari bir meta olarak görülüyorsa, bu kapitalizminsuçudur. Kapitalistlerin gözünde kadın, biralışveriş çılgınıdır. Keza insanlar artık sadeceihtiyaçları olduğunda değil, mutsuz vedepresyonda olduklarında dahi alışverişyapmaktadırlar. Ki alışveriş merkezleri, adetagünümüzün kutsal mabetleri haline gelmişlerdir.Ve bu şekilde hızla tüketen ve hiçbir zaman tatminolmayan tüketim toplumu yaratılmıştır. MaksimGorki’nin dediği gibi, “Bize ölü yaşamıhazırlayan sermaye sahibi egemen sınıftır. Ve buölü yaşam tarafından biz dur diyene kadarsömürülmeye devam edeceğiz.”

Tüketim toplumunda tükenen insanlarız. Bizemutluluğun adresleri olarak alışveriş merkezlerive estetik ameliyatların yapıldığı kliniklergösteriliyor. Çünkü sadece muhteşem vücutölçülerine sahip olduğumuzda mutlu olabiliriz.Öte yandan, biz fazlalıklarımızdan kurtulmayaçalışırken, dünyada milyonlarca insan açlıktanölüyormuş, tedavi edilebilir hastalıklardan dahihayatını kaybediyormuş, bize ne. Bizim içinönemli olan şey, neyden nasıl kâr sağlayabiliriz,menfaatimizi nasıl koruyabilirizdir.

Evet, yine “Ben Ulrike, Bağırıyorum” ilebitirecek olursak: “Tıpkı cadılar zamanındaki barcadı gibi... İktidar için bugün de cadılar zamanısürmektedir. Cadılar tezgahlarla, makinelerle,mengenelerle, zincirlerle, gürültülerle,patırtılarla, tiz çığlıklarla birlikte olmakzorundadır.” Çünkü “zincirlerimizden başkakaybedecek bir şeyimiz yok, ama kazanacağımızkoskoca bir dünya var.” Gelecek sosyalistdevrimde tüm emekçi kadınlar ön saflarda yeralacaktır. Çünkü kadının kurtuluşu devrimdedir. Ogüneşli günleri görme temennisiyle...

Marmara Üniversitesi’nden

bir Ekim Gençliği okuru

Tüketim toplumundatükenen insanlarız.

Bize mutluluğunadresleri olarak

alışveriş merkezleri veestetik ameliyatların

yapıldığı kliniklergösteriliyor. Çünküsadece muhteşem

vücut ölçülerine sahipolduğumuzda mutlu

olabiliriz.

Page 32: Ekim Gençliği 149. sayı

32

Danteler’den Şeyh Bedreddinler’e...

Özgürleşme amentüsüK. Ehram

“Korkudan başım dönüyordu. Dedim ki: ‘Ustabu duyduklarım ne? Acıya yenik düşen bu insanlarkim?’ Dedi ki: ‘Bu rezil durumdakiler kötülük de,iyilik de yapmadan yaşamış olanların ruhları.Tanrı’ya başkaldırmayan, ama yanında yeralmayıp, yansız kalan kötü meleklerle birlikteler.Cennet, güzelliği gölgelenmesin diye kovdubunları, isyancı meleklere onur katmayacaklarıiçin Cehennem’in dibine de almıyorlar onları.’”Dante Alighieri - Cehennem III (31-40)*

De te fabula narratar** - Karl Marx

Hakikati, bir ceylan kadar sade ve gerçekalgılayabilse idik yasası doğa, kitabı doğa, tanrısıdoğa olan bir ceylan kadar hür olacaktık. Hürlüğüsatırları fısıldanmış kitaplarla, sömürüyü, ezilmeyive baş eğmeyi meşrulaştıran kimi zaman Olympos,kimi zaman Arafat Dağı’nın ardında ulaşılmaz veuzlaşılmaz tanrılarla sınırlandığından beridir insanolumlu anlamdaki hayvan saflığını kaybetmiş,doğaya karşı duyduğu haklı çekince ve saygıyı,doğaya da üstün geldiği varsayılan başka yaratılaraboyun eğerek aşmış, küstahlaşmıştır. Tarihselolgular olarak ayrı ayrı yerler kaplayan inanç, dinve tanrıyı bir potada eriterek açıklamak yeterliolmadığı gibi bunu yapmak imkân dâhilinde olsabile kimi yüzeysel ve alışılageldik tanımlarınötesine varmayacaktır. Bu üç kavramı, tarihseldönemlerdeki sosyal anlamları ve özsel tanımlarıdoğrultusunda kesiştikleri ve ayrıştıkları noktalarıile ve aralarındaki yadsınamaz diyalektik ilişki ileçözümlemek gerekir.

Diğer bir tartışma ise her defasında bilinmeyenbir yaratıcıya yönlenen ve tarih boyunca insanınolduğu her yerde ortaya çıkan bu “inanma”arayışının nereden kaynaklandığıdır. Sadece tanrıtartışmasına indirgeyerek insan inancını anlamakmümkün müdür, yoksa inanç birebir insana yöneliktarihsel-sosyal bir olgu olarak metafiziktartışmaların çok ötesine mi geçer? Meşakkatli birfelsefi düşünme ile yoğunlaşmak gerekir inançmeselesine. İnanç ne zaman kurallı hale gelmiş,yüreğimiz dağlarında koşturan yağız kısraklarhangi avda ehlileştirilmiştir? Tarihte saf inancındine dönüştüğü o uğrak ne zaman ortayaçıkmaktadır? İşte biz de sırtımızı bilime, sırtımızıinsana, sırtımızı doğaya ve düşünce tarihinin ofedakâr düşünürlerine yaslayıp tartışmada yönkaybetmemizi engelleyecek esas pusulayı edinmişolarak inanç, din ve tanrı tartışmasına ortak olmayaçalışalım. Çünkü insanı anlamadan, insanın varolduğu tarihsel koşulları anlamadan, insana dairhiçbir şeyi çözümleyemeyeceğimiz gibi, insanayönelik belki de en eski, en karmaşık olgular olan

inancı, Tanrı’ları ve din anlayışlarını daçözümleyemeyiz.

Bir marksist-komünistin dine nasıl yaklaştığıkonusu burjuvazinin sınıfsal savunma refleksi ileyarattığı yanılsamaların gölgesinde manipüleedilerek kulaklara yerleştirilmiş söylencelerdenibaret kılınmaya çalışılmaktadır; karşı-devrimcilerve kitle kuyrukçusu bir takım siyasal hareketlertarafından bizatihi burjuvaziye hizmet edecekşekilde ve her zaman pek çoğu inanır için önyargıoluşturmaya yönelik basmakalıp yargılar eksenindeele alınmıştır. Komünistlerin dine bakışını heranlamda sabote etmeye çalışanlar Tanrı’ya ya dadine hangi temelde karşı çıktığımız konusunda enufak bir bilgi sahibi olmadan bunu yaparlar. Karşı-devrimci amaçlarla veya anti-komünist propagandaamacı ile Tanrı hakkında atıp tutanların ipliklerininhemen pazara serildiğini, yaptığınız en basittartışmaları bir adım öteye taşıdığınızda hemengörürsünüz. Tanrı üzerine hiç kafa yormadan“Tanrı”yı tümden inkâr etmek, insan inancınıdoğrudan mesnetsiz veya manasız olmaklasuçlamak inanca ve insana dair hiçbir söylemez.Nasıl ki varoluş ve tanrı üzerine kafa yormamış birinanır tanımı gereği düşünülemezse, bunlar üzerinekafa yormamış bir ateist de aynı şekilde abeskaçmaktadır. Esasında tartışma hiçbir zamangerçekten bir Tanrı’nın var olup olmadığı sorusuüzerinden şekillenmemektedir.

Karl Marx, her şeye olduğu gibi dine de“sosyolojik bir olgu” olarak yaklaşmış vetahlillerini evrensel tin’in varlığı ya da yokluğugibi metafizik tartışmaların bir adım ötesinetaşımıştır. Zira Marx yüzünü bilinmeyene değilhayatın ta kendisine dönerek insanın var olanproblemine pratik çözüm üretme arayışındadır.Marksistlerin dine yaklaşımını kuru bir ateizmeindirgemeye çalışanlar, din üzerine bakışın engüzide ve temellendirilmiş halini örnekleyen Marxkonusundaki cehaletlerini bir kez daha gözlerönüne sererler tarih sahnesinde.

Marx, temel yapıtı Kapital: Ekonomi PolitiğinEleştirisi’nin 25 Temmuz 1867’deki Almancabirinci baskısının önsözünde şu alıntıya yer verir:“Segui il tuo corso, e lascia dir la genti - Senbildiğin yoldan şaşma, bırak ne derlersedesinler.”[1] Bu söz hayatının yirmi yıla yakınınısürgünde geçiren ve 1321’de bir Eylül gecesiRavenna’da sıtmadan ölen tarihin gördüğü enbüyük şairlerden Dante Alighieri’nin eşine azrastlanan büyük eseri İlahi Komedya’da dilegetirdiği sözdür. İlahi Komedya Dante’ninCehennem, Araf ve Cennet’e yaptığı imgeselyolculuğun anlatımı olan şiiri olmakla birlikteDante’nin aktif politik kimliğinin, ölüm cezaları ve

Page 33: Ekim Gençliği 149. sayı

33

sürgünlerle geçen yaşam öyküsünün bir yansımasıolarak önemli izler taşır. “Dante, Tanrı’yı bir enerjikaynağı olarak değerlendirmekle çağınınyazarlarından ayrılır, bilimselle kutsal arasındakiseçimini bilimden yana yapar.”[2]

Tarihin en büyük şairlerinden Dante ile enbüyük düşünürlerinden Marx’ın yolunun kesişmişolması bir tesadüf müdür? Yoksa Marx, felsefedengökbilime, dinbilimden geometriye kadar engin biriçeriğe sahip İlahi Komedya’da, Dante’ninCehennem’inde, Araf’ında ve Cennet’indebaşkaldıran Dante gerçeğini; ömrünü sürgünlerdegeçiren ve sonunda sığındığı Tanrı’yı bile bilimdenayrı bir yere koymayan Dante’nin pir-ü-pakinancını mı görmüştür? “O, ne mantıkçıpozitivistlerin amaçladığı gibi sınır problemineodaklanarak metafizik unsurları bilimdentemizlemeyi amaçlamış ve felsefi ve siyasidüşüncelerini biçimlendirirken bilimimutlaklaştırmış ne de bilimi metafizik ve dinikavrayışa feda etmiştir.”[3]

Marx’ın meşhur din-afyon analojisini dahaderinlikli olarak okursak bu analojiyi dillerepelesenk olan yüzeysel temelde yapmadığınıgörürüz: “Dinsel üzüntü, bir ölçüde gerçeküzüntünün dışavurumu ve bir başka ölçüde degerçek üzüntüye karşı protesto oluyor. Din ezileninsanın içli ezgisini, kalpsiz bir dünyanınsıcaklığını, tinin dıştalandığı toplumsal koşullarıntinini oluşturuyor. Din, halkın afyonunuoluşturuyor.”[4] Bunun da ötesinde Marx’ın dineyaklaşım konusunda ne kadar ileride olduğunudiğer bir Alman düşünür olan Bruno Bauer’inYahudi Sorunu adlı yazısına yanıt olarak kalemealdığı Yahudi Sorunu Üzerine adlı çalışmasındagörürüz: Yahudilerin politik özgürleşmesi için dinikimliklerinden bütünüyle vazgeçerek devletintamamen seküler/laik bir nitelik kazanmasını veancak böylelikle dinin tamamen yok olarakbireylerin özgürleşeceğini savunan Bauer’e, Marxkesin olarak karşı çıkacaktır. Bu noktada şu ironiyide belirtelim, sözde anti-marksistpropagandacıların çoğu bir önceki cümlede Bauerismini silip üzerine Marx yazsak bunugaripsemeden doğru kabul edecek kimselerdir.

Marx’ın politik özgürleşme ile dinselözgürleşme sorununa özgül yaklaşımı:

Biz insanın (yurttaş) dinsel kısıtlanmalarınıseküler/sivil kısıtlamalarla açıklıyoruz. Biz onlarınbu sivil kısıtlamalardan kurtulmak adına dinseldarlıklarını alt etmeleri zorunluluğunu önesürmüyoruz, bizim öne sürdüğümüz onların sivilkısıtlamalardan kurtuldukları zaman dinselkısıtlamalarını alt edecekleridir. Biz sivilproblemleri teolojik (ilahi) problemleredönüştürmüyoruz. Tarih batıl inançlarla yeterinceasimile oldu, biz şimdi batıl inançları tarih ileasimile ediyoruz. Politik özgürleşmenin din ileilişkisi sorusu bizim için politik özgürleşmenininsan özgürleşmesi ile ilişkisi sorununa dönüşür.Biz politik devletin dinsel zayıflıklarını, gerçektendinle alakalı zayıflıkları bir yana, politik devletiseküler formunda eleştirerek eleştirmiş oluyoruz….Yahudilerin, Hristiyanların ve genel olarak dindarinsanların politik özgürleşmesi, “devletin”Yahudilik’ten, Hristiyanlık’tan ve genel olarakdinden özgürleşmesidir. Kendi formunda,doğasının karakteristik tavrında, devlet olarakdevletin dinden özgürleşmesi, kendini devletdininden özgürleştirmesi ile olur – demek ki,herhangi bir dine sahip çıkmayan, ama, kendini bir

devlet olarak öne süren bir devlet olarak devlet.Dinden politik özgürleşme bütünüyle tamamlanmışve çelişkisiz bir dinsel özgürleşme değildir, çünküpolitik özgürleşme bütünüyle tamamlanmış veçelişkisiz insan özgürleşmesinin bir formudeğildir.[5]

Marx, nesnel idealizmin son sistematikdüşünürü G. W. Friedrich Hegel’in Geist’ini (tin,evrensel ruh) eleştirirken ne kadar iyi bir Hegelokuyucusu olduğunu da göstermiştir. Eleştirisiningücü yöntemi ile en ince detayları yakalayacakyoğunlukta düşünsel üretim emeğindengelmektedir. Marx’ın yalnızca bir bilim insanı,yalnızca bir iktisatçı değil, felsefe tarihinin görüpgeçirmiş olduğu en büyük filozoflardan olduğunuunutmadan onu okumak gerekir. Bu açıdan basitçebir “din düşmanı” nitelendirmesi Marx’ı, Marx’ınbu meseleler üzerine düşünsel emeğinin bindebirini vermeden okuyanların köylü kurnazlığındanbaşka bir şey değildir.

Marx’ın kuramını geliştirirken birlikte dirsekçürüttüğü sadık kalem arkadaşı Alman düşünürFriedrich Engels, Marx’tan daha farklı olarak “dinfenomeni” üzerine daha fazla eğilmişti. Engels’egöre Hristiyanlık tarihinin erken dönemlerindeezilenler olarak tüm köylü ve yoksulların diniolarak “ilkel Hristiyanlık”, işçi sınıfının sosyalizmmücadelesi ile paralellik gösterir.[6] O, dinler tarihiüzerine incelemeleri sonucunda dinler ve tarihtekarşılık geldikleri sınıfsal roller arasında bir ilintikurarak bugün hala üzerinde konuşulan özgüntahlilini ortaya koymuştu.

Materyalist olan her yönelim her koşuldatoplumsal yapıdaki ilerici güçleri (ezilenlerinmücadelesi), bunun karşıtı olarak idealist ya dadini olan her yönelim her koşulda toplumsalyapıdaki gerici güçleri (ezenlerin sınıfsal konumu)destekler ilkesi geçerli bir ilke değildir. Elbettezaman zaman (hatta belki çoğu zaman) bu ilkeningeçerli olduğu durumlar tarihte söz konusuolmuştur, ancak bu ilkenin tarihsel gelişimde apriori (önceden verili) olarak ereksel (amacayönelik) bir işlevi olduğu düşüncesi Marksistmateryalist perspektifle uyum içinde olamaz.Örneğin İngiltere’de 17. yüzyılda Thomas Hobbesmateryalizmi mutlak monarşi savunusundacisimleşirken, Protestan mezhepler Stuartlara karşıdevrimci mücadelede dini kullanmışlardır.[7]

Bizler Anadolu topraklarının bereketinibilenleriz; şehirden çok dağlı olan, din ile hayatlarıkısıtlanmış ana babalardan yine bu acı ileyoğrulmuş topraklarında doğan komünistler olarakbiliriz ki buğdaya, çaya ve kömüre hep gebe olanbu toprakların bağrı isyanlara da her daim gebeolmuştur ve Simavne Kadısı oğlu Şeyh Bedrettinbunun en güzide örneklerinden biridir.

Ertesi güngölde kayık parçalanır

kalede bir baş kesilir kıyıda bir kadın

ağlar ve yazarken Simavneli «Teshil»ini Torlak Kemâlle Mustafa öptüler

şeyhlerinin elini. Al atların kolanını sıktılar. Ve İznik kapısından dizlerinde çırılçıplak bir kılıç heybelerinde el yazma bir kitapla çıktılar...

Kitaplarının adı: «Varidat»dı.[8]

Tarihin en büyükşairlerinden Dante ile

en büyükdüşünürlerindenMarx’ın yolunun

kesişmiş olması birtesadüf müdür? Yoksa

Marx, felsefedengökbilime, dinbilimden

geometriye kadarengin bir içeriğe sahip

İlahi Komedya’da,Dante’nin

Cehennem’inde,Araf’ında veCennet’inde

başkaldıran Dantegerçeğini; ömrünü

sürgünlerde geçiren vesonunda sığındığı

Tanrı’yı bile bilimdenayrı bir yere koymayan

Dante’nin pir-ü-pakinancını mı görmüştür?

Page 34: Ekim Gençliği 149. sayı

Anadolu’da isyanın en önemli temsilcilerinden biridir Bedreddin,bunun yanında bir tasavvufi, bir inanırdır. Şeyh Bedreddin basit birderviş değildir, aynı zamanda İslâm hukuku ve dinî ilimler üzerineönemli eserler veren büyük bilginler arasında bulunur.[9] Bugün halatasavvuf geleneğinin asi bilgesi olarak inançtan isyana uzanan yolunen sağlam yolcusu olarak karşımızda durmaktadır.

Dine tarihsel bir olgu olarak bakmak, onun gelişimini ilk insandanbugüne sosyolojik bir konu başlığı olarak incelemek gerekir. Dinden,tarih boyunca iktidarla kurduğu ilişki bağlamında özel olarakbahsetmemiz gerekir. Din ve erk birbiri ile orantılı iki olgudur. Tarihboyunca iktidar kimdeyse baskın din onun dini olmuş, din kimi erkolarak göstermişse toplumda dinle beraber ona da biat edilmiştir.Tarihin bir döneminde bir kabile reisi iken bir döneminde papaz, birdöneminde bir şaman iken bir döneminde imam olur bu erk. Semavidinlerin öncesinde de dinler her zaman özgür düşünceyi engelleyen biryerde durmuş çünkü insana her zaman bir kaçma noktası, bir havadeliği sağlamıştır.

Dinlerin hepsi eşitliği, sevgiyi ve barışı öğütlerken ve dünyanüfusunun önemli bir bölümü kendini samimi olarak inanıradlandırmaktan çekinmezken bunca eşitsizlik, bunca sevgisizlik,bunca savaş niyedir? Demek ki bu dinlerin hepsinin Tanrı’sının birortak özelliği vardır: O en iğrenç ayıpların lekesini bile örtecek kadarengin ve kir göstermeyecek kadar siyah yahut karanlıktır.Düşünemediği, kafasının almadığı, hatta “bu kadar da olmaz, ayıptır!”dediği noktada imanına sarılan birey artık vicdanını uykuyayatırmıştır. İnanç, sorgusuz biat anlamı taşıdığı her dönem, hercoğrafyada, hangi din, hangi inanç, hangi Tanrı’ya yönelik olursaolsun haksızlığa karşı mücadelenin tam karşısında bir konum alır, buise tarih sahnesinde gerici rolünü ifade eder. Özellikle Semavi dinlerTanrı’yı öyle bir yere koymuşlardır ki “erk”in tarihte kimi zamanpervasızlık konusunda sınırlarını aştığı ve zulmünü çığırındançıkardığı dönemlerinde bile onun bu aymazlığını “sineye çekme”konusunda ezilene, ilginç bir şekilde, güç ve sabır vermiştir. Bu dinlerher anlamda ayıptan, yasaktan, günahtan bahsederken en büyükayıpları örtme, en doğal yasakları çiğneme, en büyük günahlarıaffetme konusunda insana en sağlam meşruiyet zeminini sağlar,açıktan açığa yapar üstelik bunu. 10 emre, 5 şarta, 3 büyük günahınyasaklarına dair saygı ve korkuya, bunları çiğneme lüksü en azolmasına karşın en çok toplumun alt katmanlarında rastlanırken, bu“günahları” belki kafalarındaki Tanrı’nın dahi sabır taşı ortasındançatlayacak kadar tekrarla ve aymazlıkla işleyenlerde artık yüzkızarması dahi kalmadığını görürüz. O, öyle bir dindir kiMinnesota’da bir köy çocuğuna bir tokat yerse diğer yanağınıçevirmesini öğütlerken, Yozgat’ta bir çocuğa her sıkıntısında “karıdağına göre verdiği” anımsatılır. Ezilenin avuç dolusu tokat ve dağdolusu kar yiyerek yaşaması konusunda pek endişeli gözükmeyenTanrı, ezenlerin büyük katliamlar ve çocuk tecavüzleri gibi en gayriinsani durumlarında dahi af dilenebilecek ölçüde sonsuz merhametsahibidir!

Sınıflı toplumlarda inanç dine indirgenmiş, dinin altındayaşanmaya mahkûm edilmiştir. Bu inancın bir sorunu değil, sınıflıtoplumların bir sorunudur. İnancı daha geniş bir tarihi perspektiftensaltık inanç olarak okursak insanın inançla “din-ve-tanrı-dolayımsız”bir ilişki kurmasının mümkün olduğunu ve bu ilişkiyi kurduğunugörürüz.

Benedictus Spinoza’nın Etika’sı felsefe tarihindeki tanrıtartışmalarının önemli bir örneğidir. Dönemi olan 17. Yüzyıl içinsansasyonel denilebilecek görüşler ileri süren ve insanı özgür vemuktedir bir politik özne olarak ele alan düşünür, dönemin baskınOrtodoks görüşünü savunanlar tarafından dinsiz olmakla ve tanrı-tanımazlıkla suçlanmıştır. Spinoza için tanrı, biricik, gerçek tözdür.“Tözden, kendisi ile dolu olan ve kendisi ile kavrananı anlıyorum. Bubiricik şey, yarattığı şeyden ayrı bir varlığa sahip olan bir Tanrı değil,var olan her şeyin toplamıdır. Dolayısıyla Tanrı ile dünya, beden ileruh, maddi dünya ile ruhsal dünya arasında bir ayrım yapmak sözkonusu değildir. Tanrı’nın her şeyi kapsaması ve her şeyin özünüoluşturması her şeyle bir ve aynı olduğu anlamına gelir.”[10]

Spinoza’nın Tanrı ile kurduğu ilişki öyle bir noktadadır ki müthişbir inanır ya da kökten bir ateist olarak adlandırılmasışaşırtıcı olmaz, bunların ikisi de ayrı ayrı doğru ve hattaaynı anda doğru olabilir! Tüm bunların bir tanım

sorunundan öteye gitmediği de böylece bir kez daha gözler önüneserilmiş olur. Burada mesele inancın, hatta belki de Tanrı inancınınkendisinin dahi, bir dinin tanımları altına girmek yükümlülüğündeolmadığı ve aslında dinlerin kalıbına sığmayacak kadar geniş birkavrayış olması meselesidir. Spinoza isteyenin Tanrı’ya da materyalistbakabileceğinin en güzel örneklerinden biridir.

Bugün inanç meselesi biz komünistler için hiçbir zaman fizikötesibir tartışma konusu olamaz. Coğrafyamızda ezilen tüm halkların vekoca bir işçi sınıfının inançla kurduğu ilişkiyi göklerdeki, kutsalkitaplardaki boşluklarından yakalamaya çalışarak değil, en somuthaliyle, evdeki, sokaktaki ve fabrikadaki haliyle, en ileri düzeyde tahliletmek ve anlamak zorundayız. Aksi halde kitlelerin din algısını ileriçekemeyeceğimiz bir gerçektir. Bu bilinç açıklığını yaratacak derecedekendi inançlarımızı herkesten önce ve herkesten katı sınayanlar yinebiz olmalıyız. Devrimi geciktiren her inancın karşısında durduğumuzve duracak olduğumuz, zorunluluğunu tarihten alan bir hakikattir.Felsefede de, bilimde de, mücadelede de en temel nokta her zamanhakikat ve hakikatin ta kendisidir. Gerçek olan neyse, biz onu tahlileder, onu görür, ona göre hareket ederiz, başka da lüksümüz yoktur.Bunun dışında insanlığın bu en ölümsüz ve en gerçek savaşında işçisınıfının yanında savaşma bilincini bileyen, Bedreddin’lerin isyanateşine köz olup kavgayı büyütecek türden bir inanç bizim sorunumuzolamaz.

* Dante’nin giriş alıntısına ithafen: Bizler en yakın dönemde,Gezi’de tarafsız olanların dilsiz şeytanlığını gördük. Sokakta,başlarında örtü ellerinde çamaşır suyu kokusuyla bizim analarımız,işten eve, evden işe diyerek tarihsel misyonları hep küçültülmeyeçalışılan, ellerinde makine yağı, ellerinde emek kokusu işçi erkekler vekadınlar ve sokakta daha bir sevgilinin elinden tutmadan çarpışarakvurulmayı göze almış delikanlılar zulüm üzerine yürürken pervasız,dilsiz, kör ve sağır günlük yaşamını sürdürenler… Tarih boyunca tümkritik dönemeç anlarında bütün devrimciler de gördüler onları. Onlar,iki tarafı da karşısına alma cüreti gösteremeyenler, silahlarçekildiğinde kuytuya çekilenler, sokağında kanlar akarken kapılarınasüngü, ağızlarına, yüreklerine ve pencerelerine kara perdeler çekenler,korkak, kaçak ve suskunlar… Dante inancı gibi inançlarcehennemlerinin diplerine dahi kabul etmez onları.

** Marx Kapital 1. cildinde “meta”nın analizini yapar vekapitalist üretim ilişkilerinde İngiltere’nin durumunu örnekgösterirken Almanlara bir uyarı olarak bu notu ekler: “De te fabulanarratar -Anlatılan senin hikayendir”.

KAYNAKÇA:1. Marx, Karl. Kapital I. Çev. Alaattin Bilgi, Ankara: Sol Yayınları,

1993.2. Alighieri, Dante. İlahi Komedya. Çev: Rekin Teksoy. İstanbul:

Oğlak Yayınları, 2011, s. 23.3. Gülenç, Kurtul. “Din Halkın Afyonu mudur? Karl Marx’ta Din,

İdeoloji ve Eleştiri” Dokuz Eylül Üniversitesi Felsefe Sempozyumları“Aydınlanma ve Din”. 10 Mayıs 2012, s.2.

4. Marx, Karl. Hegel’in Hukuk Felsefesinin Eleştirisi, Çev. KenanSomer, Ankara: Sol Yayınları, 1997, s. 192.

5. Marx, Karl. On The Jewish Question. Ed. Andy Blunden,Matthew Grant ve Matthew Carmody,2008/9. İngilizceden Çev. K.Ehram. 25 Ocak 2014.

<http://www. marxists.org/archive/marx/works/1844/jewish-question/index.htm>

6. Engels, Friedrich. Din Üzerine. Çev. Kaya Güvenç, Ankara: SolYayınları, 1995, s.296-298

7. Gülenç, Kurtul. “Din Halkın Afyonu mudur? Karl Marx’ta Din,İdeoloji ve Eleştiri” Dokuz Eylül Üniversitesi Felsefe Sempozyumları“Aydınlanma ve Din”. 10 Mayıs 2012, s.10

8. Ran, Nâzım Hikmet. “Simavne Kadısı Oğlu Şeyh BedreddinDestanı”, 3. Bap. 29 Ocak 2014. <http://siir.gen.tr/siir/n/nazim_hikmet/seyh_bedrettin_destani.htm>

9. İnalcık, Halil. Osmanlı İmparatorluğu Klasik Çağ, Çev. RuşenSezer, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, s.197.

10. Ankara Üniversitesi Akademisyenleri, Sokrates’tenJakobenler’e Batı’da Siyasal Düşünceler Tarihi., Ed. M. AliAğaoğulları, İstanbul: İletişim Yayınları, 2011, s.46234

Page 35: Ekim Gençliği 149. sayı

35

Geçtiğimiz günlerde toplum nezdinde artıknormalleşen bir haberle yine sarsıldık. 12 yaşındaevlendirilen ve 13 yaşında anne olan Kader’inöyküsü bu ülkede yüz binlerce çocuğun kaderiolarak kanıksatılmaya çalışıldı.

Kader ikinci bebeğini kaybedişinin ardındanevinde tabancayla vurulmuş halde bulundu. Çocukyaşta yaşadığı evliliğin yüklediği yükler altında veödediği bedeller karşısında güçsüz kalan Kader’inson zamanlarda bunalıma girdiği, kimseylekonuşmadığı ifade edildi.

Bu olayın üzerinden bir hafta geçer geçmezyeni bir haber bu kez Yemen’den geldi. 8 yaşındaRawan isminde bir çocuk 40 yaşını geçkin biradamla evlendirilmiş, düğün gecesi vajinasında veiç organlarındaki parçalanmadan dolayı ölmüştüRawan.

Kader’in de Rawan’ın da öyküsü farklıülkelerde olsalar da ortak. İkisi de kapitalizmkoşullarında toplumda dışlanan ve cinsel metaolarak görülen milyonlarca kadından biri. Buçocuklar sokakta oyun oynamak, koşmak yerineevlendirilip bir de üstüne yetmezmiş gibi annelikgörevi üstlenmek zorunda bırakılıyorlar.Yetmezmiş gibi cinsel istismara uğruyorlar.

Bu ağır olayların verdiği psikolojik ve bedenselrahatsızlıklar kaçınılmaz. Uzmanlar bu konuylailgili şunları ifade ediyor: Fiziksel gelişimini veruhsal olgunlaşmasını tamamlayamamış kızçocukları erken evlendirildiklerinde, gebelik vedoğumlarda anne veya çocuğun ölümüne,çocukların sağlıklı bir şekilde gelişimlerinitamamlayamamalarına ve üreme sağlığına yöneliksorunlara yol açıyor. Ayrıca, erken yaşevliliklerinde aile içi sorunlar daha fazla görülüyor,çocuk bakımı ve çocuğu büyütme noktasında çiftyeterli bir olgunlukta olamadığından ciddi sorunlaryaşanıyor. Son olarak da evliliğin getirdiği ağırsorumlulukların yüklenilmesi psikolojiktravmaların ortaya çıkmasına neden oluyor.

Gündeme düşen bu haberler beraberinde“çocuk gelin” ve pedofili sorununun düzenmedyasında tartışılmasına neden oldu. Öyle kidevleti göstermelik bir adım atmaya zorladı.Kader’in yaşadığı Siirt’te, köy muhtarına yaşananbu olayı bildirmediği için soruşturma açıldı. Şugerçeği unutmuş olacaklar ki burada sorumlu olantek başına bir köy muhtarı değil her zaman yeni birKader’in ölümüne yol açan kokuşmuş kapitalistdüzenin kendisidir. Özel mülkiyete dayalı burjuvaiktidarı devam ettiği sürece de erkek egemensistem korunmaya devam edecektir. Özelmülkiyete dayalı sömürü sistemi tüm toplumsalyaşamı belirleyerek kadını da, çocuğu da bir mülk,üretim aracı görmekte, erkeğe de buna uygun bir

toplumsal rol biçmektedir. Bu yüzdendir ki erkekegemenliğinin temel dayanağı olan özel mülkiyetkaldırılmadan sorun hep çözümsüz kalacaktır.

Ve Kader sadece bu ülkedeki 130 bin “çocukgelin”den sadece bir tanesidir. Her geçen gündünya ölçeğinde artan bu sayı kadınların cinselezilmişliğini de gözler önüne seriyor. Kadını cinselmeta olarak gören bu düzenin dayattığı başta erkenyaşta evlilik ve kuluçka makinası misali çocukyapmak, kadına reva görülen yegane görevdir.

Kadının ezilmişliği sınıflı toplumlarlabaşlamıştır. Bugün ise boyut değiştirerekvarlığını sürdürmektedir. Artan kadıncinayetleri, çocuk yaşta evlilik, fabrikada ucuziş gücü olarak sömürülmek derken, kadınyaşamın her alanında eziliyor ve ikinci sınıfolarak görülüyor.

Dinci gerici AKP dönemindetoplumda meşruluk zeminioluşturulmaya çalışılan “çocukgelinler”in sayısı bir hayli arttı.Bu tablo son 10 yılda baskıcı vegerici 4+4+4 sistemi, liselerde evlilikizni ve son olarak üniversitelerdegündeme getirilen evlilik kredisiuygulamaları ile pekiştirilmeye çalışılmaktadır.

İçişleri Bakanlığı Haziran 2013 verilerinde sonüç yılda evlendirilen çocuk sayısını 134 bin629 olarak açıklıyor. Ve dünyada çocukyaşta evlendirilen kadınların en çokgörüldüğü yedinci ülke Türkiye.Türkiye’de 14 milyon kadın 18yaşından küçükken evlendirilmiş.Her üç evlilikten biri, çocuk evliliği.Sığınma evlerindeki kadınların üçtebirinin “çocuk gelin” olduğusaptanmış. Reşit olmadan evlendirilenkız çocuklarının sayısı erkek çocuklarınınsayısından tam 20 kat fazla. 18 yaşından küçükkızlarını evlendirmek için mahkemeye başvuranaile sayısı yüzde 94.2 artmış. Bu tablo ürkütücüdür.

Sermaye iktidarı altında yaşanan bu cinayetlerne ilktir ne de son olacaktır. Daha aydınlık veçocukların sokaklarda özgürce koşturduğu günlerelbet ütopya değildir. O güne inançla devrimcikadın önderlerden Rosa Luxemburg’un haykırdığıgibi haykıracağız: “‘Berlin’de düzen hükümsürüyor!’ Sizi budala zaptiyeler! Kum üzerinekurulu sizin ‘düzeniniz’. Devrim daha yarınolmadan, ‘zincir şakırtıları içinde yinedoğrulacaktır!’ ve sizleri dehşet içinde bırakıp, gürsesi ile şunu haykıracaktır: ‘Vardım, Varım,Varolacağım!’”

İzmir’den bir Ekim Gençliği okuru

Çocuk yaşta evlendirilmekkimsenin “Kader”i değil!

Page 36: Ekim Gençliği 149. sayı

Van’daki asıl deprem yerin yedi kat dibindekifayın kırılması ile olmadı; Van halkının insanlığaolan inancının kırılmasıyla oldu. Mesele Richterölçeğine göre 7.2 büyüklüğünde deprem olmasıdeğildi; Vanlı çocukların ve ailelerinin üşüyenyürekleriydi asıl mesele.

Van’ı yıkan yerin yedi kat dibindeki fay hattıdeğil deprem sonrası “yardım” için gönderilentaşlar, bayraklar ve hiçbir şey yapılmadanbeklemelerdir. Sermaye devletinin depremleyıkıma uğrayan bir şehri görmezden gelip, aslındakatliama ön ayak olmasıdır. Daha enkazaltındayken küçük bedenler terörist ilan edildi.Enkaz başında sevdiklerinin sağ çıkmasınıbeklerken insanlar, sermaye sınıfı buradan nasılrant sağlarızın derdine düştü.

Her soğuk kış gecesinde çadırın bir köşesindeyüzleri avuçlarında sizi düşünüyor Van’lı çocuklar.Kardeşliği, sevgiyi ve sıcak bir evin özleminidüşlüyor. Yarın ne yapacağını düşünen anne vebabasının boş bakışlarında yarını düşünüyor.Evlerinde kutu kutu para saklayanlar rahat içindeyaşarken; o, bir çadır içinde Van’ın soğukgecelerinde uyumaya çalışıyor.

Deprem sürecinde onlarca yardım toplanmış vebu yardımların bir çoğu devletçe depolardaçürütülmüştü. Onlarca aile aylarca sıkıntı yaşadı.Van gibi soğuk bir şehirde insanlar çadırlaramahkum edildi. Soğuktan çocuklar öldü, kimizaman da çadırlarda yangınlar çıktı, söndürecek subulunamadı, kimi zaman da su oluk oluk aktı, selbastı.

TOKİ’nin aymazlığı

Bunca şey yetmiyormuş gibi ev sağlamabahanesiyle sosyal konutlar rant alanı olarakkullanılıp satıldı. Konutlar teslim edildikten 2 yılsonra başlayacak olan ödemeler birçok aileyi dahada zor durumda bırakıyor. Asgari ücretin 846 liraolduğu şartlarda bir aile nasıl ödeyebilir ayda 980liralık ev taksidini. Evini kaybetmiş birdepremzedeye sözüm ona sosyal hukuk devletindeparayla ev sağlanıyor. TOKİ’nin nasıl bir rant alanıolduğu ve ne kadar para kaçırıldığı 17 Aralıkoperasyonuyla ortaya çıktı. Ki TOKİ’nin ilk çıkışşiarları maddi durumu iyi olmayan insanlara evolanağı sağlamaktı. Bunun koca bir aldatmaca

olduğu toplum nezdinde doğrulandı. NitekimTOKi’nin yaptığı binalar da depremlere dayanıklıdeğil. 50’ye yakın okul onarılmadı. Hala prefabrikokullarda eğitim görülüyor.

Şimdi de Van halkı bu soğuk kış günlerindeoldukça fazla sıkıntı çekmekte. Yaşanan bütünsıkıntılara karşın düzen medyasının bu konudaağzını bıçak açmıyor. Tüm bunlara duyarlılıkgöstermek için üniversitelerde bir dizi yardımkampanyaları örgütlenmiş oldu. İmzakampanyaları yapıldı, depremzedelerin ihtiyaçlarıtoplandı, para toplandı. Özellikle sosyal medyaüzerinden bir duyarlılık oluştu. Van valisi açıklamayapmak zorunda kaldı. Açıklamasında çözümolarak TOKİ konutlarını göstererek halis birinkarcılığın içine girdi.

Onların kutusundan dolarlar,bizmkilerden sefalet çıkıyor bu

düzende

Diğer taraftaysa sermaye düzeninin has uşağıAKP kirli çarklarını masum çocuklarınıngözyaşları üzerinden döndürüyor. Kazandıklarıparaları da ayakkabı kutularında, keselerdesaklıyorlar.

Kutu kutu çalanlar, deprem vergilerini veyapılan yardımları kardeş halklara silah ve cephaneolarak doğrultanlar, tırlarla Suriye’deki kirli savaşasilah, lojistik destek sağlayanlar, Van’dakidepremzedeler için hiçbir şey yapmamakta. Van’dayaşanan bu olay bu düzen gerçekliği içinde ne ilkne de sondur. Baştan beri, yani depremin ilkgünlerinden beri Kürt halkına yönelik gerici-şovendalga estirildi. Daha baştan Van ötekileştirildi.

Tüm bu yaşanan gerçekler ışığında bir kez dahagördük ki kapitalist sistem içerisinde insanhayatının hiç bir önemi yok. Milyon dolarlarıceplerine dolduranlar yanı başlarındaki acıya körve sağır davranmaktalar. Bizler biliyoruz ki bizimkuracağımız sınırsız, sınıfsız ve sömürüsüzdünyada bunlar yaşanmayacak. Gözünü kar hırsıbürüyenler yaşamımıza kast edemeyecek, farklı birırka mensup diye daha baştan kaybedenlerolmayacak. Bizim dünyamızda çocuklar yüzleriniavuçlarına koymak, kardeşliği, sevgiyi ve sıcak birevi özlemek zorunda kalmayacak.

İzmir’den bir Ekim Gençliği okuru36

Ayakkabı kutusundaki 4,5 milyon dolarVan’da kaç insan kurtarır?

Kutu kutu çalanlar,deprem vergilerini veyapılan yardımlarıkardeş halklara silah vecephane olarakdoğrultanlar, tırlarlaSuriye’deki kirli savaşasilah, lojistik desteksağlayanlar, Van’dakidepremzedeler içinhiçbir şeyyapmamakta. Van’dayaşanan bu olay budüzen gerçekliği içindene ilk ne de sondur.Baştan beri, yanidepremin ilkgünlerinden beri Kürthalkına yönelik gerici-şoven dalga estirildi.Daha baştan Vanötekileştirildi.

Page 37: Ekim Gençliği 149. sayı

Bunalımlar, savaşlar ve devrimler dönemiiçerisinden geçiyoruz. Komünistler olarakgörevimizin devrime hazırlanmak, harekete geçenkitleleri devrime ve sosyalizme yöneltmekolduğunu söylüyoruz. Üstelik bunu bu şekildetanımlayıp bunun çabasına girişen tek akımızTürkiye’de.

Bunun içindir ki sermaye devleti ve siyasi polisstratejik olarak hedef aldığı komünist hareketedarbeler indirmek için fırsat kollar. Tam da bunedenle siyasi polisin fazlasıyla önemsediği veortadan kaldırmak için tüm olanaklarını seferberettiği komünist hareket açısından en temelsorunlardan birisi de, devrimci bir akım için varlık-yokluk demek olan örgütsel güvenlik sorunudur.

İşte “Parti Sırrı” isimli kitap, Bulgaristanlıdevrimcilerin bu konuya dair deneyimleriniiçermektedir. Kitapta örgütsel güvenlik sorunu,düşman eline düşüldüğünde sır vermeme, içillegalite, kurallara riayet etme ve tedbirlidavranma gibi konular akıcı bir şekilde deneyimlerüzerinden anlatılmaktadır.

Kitabın yazarı 1940’larda Bulgaristan, Almanişgali altında iken çeşitli işlerde çalışan genç birişçidir. Sınıfsal konumu ve işgal koşulları onuRMS (İşçi Gençlik Birliği) ile tanıştırır.Komsomol’la tanışmasının ardından ona verilen ilkgörev dağlarda işgale karşı savaşan partizanlaratorba içinde az miktarda da olsa yiyecekgötürmektir. Bu belki belli açılardan basit de birgörevdir. Ancak partizanların yaşamına devamedebilmesi için çok önemlidir. Ayrıca bir partifaaliyetidir. Bu yüzden titizlikle yapılması,güvenlik kurallarına harfiyen uyulmasıgerekmektedir. Bir parti faaliyeti olduğu ölçüde,faaliyete dair her şey, tüm yollar, kişiler, ilişkiler,isimler parti sırrıdır. Ne düşmana ne de diğeryoldaşlara söylenmemelidir.

Bu kadar gizliliğin gereksiz olduğunu düşünen

ve herkesin bildiğini yoldaşlarından saklamasınıgarip karşılayan kahramanımız, sıradan olduğunudüşündüğü sohbetlerin bile parti sırrı olduğunuyaşayarak kavramaktadır. Çünkü boş bulunulupsöylenecek her cümlenin devamı gelecektir.Gelmese bile farklı bilgilerle buluştuğunda çokbüyük kayıplara yol açabilecektir.

Romanda ajanlaştırma politikası ile düzenindevrimci örgütlenmeyi dağıtabileceği, bu yüzdenyoldaşlar arasında iç-illegalitenin ne kadar önemliolduğu çarpıcı bir şekilde aktarılmaktadır.

Tedbirsizlik sonucu yakalanmalardan küçük-burjuva kendini öne çıkartmanın kötü sonuçlarına,yoldaşlık ilişkilerinden mütevaziliğin öneminekadar birçok örneklemeyi de barındıran roman,eğitici özelliğiyle okunmayı hak ediyor. Lenin’inveciz sözlerinden birisi olan “güven iyidir, denetimdaha iyi” sözünün haklılığı bu romanda dakarşımıza çıkıyor.

Parti sırrını koruyamamanın nelere yolaçabileceğine dair sayısız örnekle dolu olan kitap,parti sırrını koruyan, ölümü göze alıp onu düşmanavermeyen ve bu yüzden kurşuna dizilen 13’leradına dikilen 13’ler anıtının da öyküsünü içindebarındırıyor.

Günümüz koşullarında devlet mekanizmasınınromanda bahsedilen bütün yöntemleri çok dahakapsamlı bir şekilde kullandığını, baskıyı vedenetimi yatak odamıza kadar soktuğunu,teknolojiyi de bu amaçla kullandığını düşünürsekbaşta devrim iddiasına sahip olan örgütlü güçlerolmak üzere her düzeyde tüm işçi-emekçilerin vegençlerin bu denetim mekanizmasının dışınaçıkması çok önemlidir.

“Parti Sırrı” ise okurken bizi olayların içineçeken ve öğretici, devrimci tutumu ve iradeyi canlıbir şekilde gösteren bir kitap olarak muhakkakokunmalıdır.

Bulgar devrimcilerinin yeraltı deneyiminden bir kesit:

37

Ayakkabı kutusundaki 4,5 milyon dolarVan’da kaç insan kurtarır?

“Parti Sırrı”

Bulgaristan Komünist Parti Evi Anıtı

Siyasi polisinfazlasıyla önemsediğive ortadan kaldırmakiçin tüm olanaklarını

seferber ettiğikomünist hareket

açısından en temelsorunlardan birisi de,devrimci bir akım için

varlık-yokluk demekolan örgütsel güvenlik

sorunudur.

Page 38: Ekim Gençliği 149. sayı

“Sürekli olan, olagelenolayları doğalkarşılamamanızıözellikle rica ediyoruz! Çünküböylesi kanlı bir kargaşaiçinde bulunduğumuz, düzenlenmiş birdüzensizliğin, planlı bir bencilliğinhüküm sürdüğü, insanlıktan çıkmışinsanların yaşadığı bir dönemde hiçbirşey doğal gelemez, ancak o zaman herşeyin değiştirilebilir olduğu anlaşılacaktır.”

1930 yılında çalışmalarına başladığı vesekiz yıl sonra 1 Mayıs günü Filistin’de,Kibbuz Amatör Tiyatrosu’nda ilk kezsergilenen “Kuraldışı ve Kural”oyununun girişinde, oyuncularınağzından bu sözleri döker Bertolt Brecht.

Çabası, geleneksel tiyatronuneylemsizleştirdiği izleyici profilini yıkma,seyirciyi özneleştirme ve eyleme taşıyacakduygularını güçlendirme çabasıdır. Bu çabalardiyalektik, tarihsel materyalizm ve işçi sınıfıideolojisiyle harmanlandığında, Marx’ın “praksis”çağrısını sahnede, fabrika önlerinde, sokaklardayapmaya başlar Brecht.

Sanat ne bir avuç elitin seyri içindir ona göre,ne de bu işi meslek edinmiş sanatçıların işidirsadece. Sanat toplumun gündelik yaşamının birparçası olmalıdır. Yaşamı boyunca bunugerçekleştirmeye çalışır. Kapalı salonlardansokağa, sahneden seyircilerin arasına inerBrecht’in sanatı.

“Öğrenme ve eğlenme” diyalektiği olarakkurguladığı “Epik-Diyalektik Tiyatro” kuramı,dünyayı değiştirme, dönüştürme eylemininkendisine evrilir. İşçi sınıfının ideolojisini kuşanır,onun bir sınıf olarak burjuvazinin karşısınadikilmesi eylemine omuz verir.

Bu yüzden o sanatını devrim mücadelesindebir silah olarak kullanır. Bizler için onun temelözelliği sanatçılığından öte devrimciliğidir. Çünküdevrimci kimliği sanatına yön verir. Onunkişiliğini ve yaşamını temelinde belirleyen şeymücadeledir.

“İnsanlıktan çıkmış insanların yaşadığı birdönemde”, 10 Şubat 1898 günündekidoğumundan bugüne bıraktığı onlarca tiyatrooyunu, birçok öykü ve şiir, senaryolar, sayısızmakale, insanlığımızı besleyen umuduyla Bertolt

Brecht, dönemini belgeleyecek üretimlerimizde vesosyalizm mücadelesinde var olacaktır.

“Savaşlar dünyayı yok ediyor……ve savaştan doğmamış dev bir hayalet

enkazın üzerinde geziyor.Barış zamanında da görüldü o. Kural koyuculara korku oldugecekondu çocuklarına arkadaş.Dehşete düşürdü, sinirlendirdi onu yoksul mutfaklarda gördüğü yarı boş tabaklar. Genelde tersane ve maden önlerinde

tükenmişleri bekler… Zindanlardaki dostlarını ziyaret eder kimseden

izin istemeden…En son mahkeme kayıtlarında geçmiş adı……sonra bir üniversitenin amfisinde

duyulmuş…Şu aralar bir metal kıyafet giymiş üstüne, tankın içine girmiş, bombardıman uçağında uçuyor.Dünyanın bütün dillerini konuşur. Ve çoğunda

dilini tutar.Gecekonduların onur konuğudur……villaların baş ağrısı.Şimdi her şeyi değiştirmeye ve ebediyen

kalmaya geldi.Adı komünizm…” (Bertolt Brecht, DasManifest,1945, İng. Çev.

Dark Suvin, Türkçe çev. A. Ardil)*Karl Marx38

“İnsan tarihinöznesidir,değişir,değiştirir”*

Sanat ne bir avuç elitinseyri içindir ona göre,ne de bu işi meslekedinmiş sanatçılarınişidir sadece. Sanattoplumun gündelikyaşamının bir parçasıolmalıdır. Yaşamıboyunca bunugerçekleştirmeyeçalışır. Kapalısalonlardan sokağa,sahneden seyircilerinarasına iner Brecht’insanatı.

Page 39: Ekim Gençliği 149. sayı
Page 40: Ekim Gençliği 149. sayı