32
Savaşa ve saldırganlığa karşı mücadeleyi yükseltelim! Halklara karşı savaş tezkeresi çıktı... Sayı: 2007/40 19 Ekim 2007 50 YKr Düzen cephesinde savaş hali... Düzene karşı halkların kardeşliği cephesinde birleşelim! TEKEL’de özelleştirmeye hazırlık operasyonu... TEKEL işçisi zorlu bir mücadeleye hazırlanmalıdır! i nkar edilen bir halkın yazarı: Mehmet Uzun Tezkere ve “milli seferberlik”... M. Can Yüce www.kizilbayrak.net Seçimler ve yeni dönem / 6 Reformist solda bunalım ve bölünme

Sayı: 2007/40 19 Ekim 2007 50 YKr Halklara karşı savaş ...kizilbayrak.org/2007/sikb.07.40/kb 2007 - 40.pdfSavaşa ve saldırganlığa karşı mücadeleyi yükseltelim! Halklara

  • Upload
    others

  • View
    13

  • Download
    0

Embed Size (px)

Citation preview

Page 1: Sayı: 2007/40 19 Ekim 2007 50 YKr Halklara karşı savaş ...kizilbayrak.org/2007/sikb.07.40/kb 2007 - 40.pdfSavaşa ve saldırganlığa karşı mücadeleyi yükseltelim! Halklara

Savaşa ve saldırganlığa karşı

mücadeleyi yükseltelim!

Halklara karşı savaş tezkeresi çıktı...

Sayı: 2007/40 19 Ekim 2007 50 YKr

Düzen cephesinde savaş hali...Düzene karşı halkların kardeşliği cephesinde birleşelim!

TEKEL’de özelleştirmeye hazırlık operasyonu...TEKEL işçisi zorlu bir mücadeleye hazırlanmalıdır!

inkar edilen bir halkın yazarı: Mehmet Uzun

Tezkere ve “milli seferberlik”...M. Can Yüce

www.kizilbayrak.net

Seçimler ve yeni dönem / 6

Reformist solda bunalım ve bölünme

Page 2: Sayı: 2007/40 19 Ekim 2007 50 YKr Halklara karşı savaş ...kizilbayrak.org/2007/sikb.07.40/kb 2007 - 40.pdfSavaşa ve saldırganlığa karşı mücadeleyi yükseltelim! Halklara

2 � Kızıl Bayrak

İÇİNDEKİLERSaldırgan gericiliğe karşı devrimci

direnişi örelim!... . . . . . . . . . . . . . . . . . . 3

Sermaye meclisinden savaş tezkeresi

çıktı... Savaş kışkırtıcılığına karşı

‘İşçilerin birliği, halkların kardeşliği’

şiarını yükseltelim!. . . . . . . . . . . . . . . . . 4

Düzen cephesinde savaş hali... . . . . . . . . 5

Tezkereye karşı birleşik mücadele

çağrısı... . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 6

TEKEL’de özelleştirmeye hazırlık

operasyonu...! . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 7

Kirli savaş kampanyası

tırmandırılıyor..... . . . . . . . . . . . . . . . . . . 8

Türk Telekom’da 25 bin işçi

greve çıktı... . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 9

Telekom işçileriyle grev süreci üzerine

konuştuk..... . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 10

“Telekom işçisi yalnız değildir!”.. . . . . 11

İslamın çocukları emekçilere karşı:

“Türk” Telekom grevi. . . . . . . . . . . . . . 12

Tersane İşçileri Birliği Derneği Başkanı

Zeynel Nihadioğlu ile konuştuk….. . . . 13

İşçi ve emekçi eylemlerinden... . . . 14-15

Seçimler ve yeni dönem / 6

Reformist solda bunalım ve bölünme

(Orta sayfa). . . . . . . . . . . . . . . . . . . 16-19

Kübra Gül’ün düğünü üzerine.... . . . . . 20

Pakistan’da seçim mizanseni….. . . . . . 21

Dünyadan... . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 22-23

Avrasya üzerine kavgalar kızışıyor. 24-25

“Küreselleşme”, sendikasızlaştırma ve

yoksullaştırma / 2 . . . . . . . . . . . . . . 26-27

Tezkere ve “milli seferberlik”... . . . . . . 28

İnkar edilen bir halkın yazarı:

Mehmet Uzun... . . . . . . . . . . . . . . . . . . 29

Etkinliklerden.. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 30

Mücadele Postası . . . . . . . . . . . . . . . . . 31

Kızıl BayrakHaftalık Sosyalist Siyasal Gazete

Yönetim Adresi:Eksen Yayıncılık Mollaşeref Mh. Turgut Özal Cd.

(Millet Cd.) No: 50/10 İstanbul Tel: 0 (212) 621 74 52Fax: 0 (212) 534 95 90

e-mail: [email protected]: http://www.kizilbayrak.de

http://www.kizilbayrak.orghttp://www.kizilbayrak.com

Baskı: Gün MatbaacılıkİSTANBUL

Tel: 0 (212) 426 63 30

Genel Dağıtım:YAYSAT

Sayı: 2007/40 � 19 Ekim 2007Fiyatı: 3 Euro

Sahibi veY. İşl. Md.: Gülcan CEYRAN EKİNCİEKSEN Basım Yayın Ltd. Şti.

Yayın türü: Süreli Yaygın

CMYK

Kızıl Bayrak’tanKızıl Bayrak’tan

Sosyalizm İçin

Kızıl Bayrak’tan... Sayı:2007/40 � 19 Ekim 2007

Sermaye meclisi 17 Ekim günü savaş tezkeresinikabul etti. Böylece haftalardır savaş tamtamları çalansermaye düzeninin tüm kişi, kurum ve kuruluşlarıcepte tezkere savaş ve saldırganlık için hazır kıtabeklemektedir. Sermaye devleti bu adımla bir kez daha“kararlılığı”nı ifade etmiş oluyor. Kuşkusuz tezkereninçıkarılması hemen uygulamaya geçirileceği anlamınagelmiyor. Ancak sermaye meclisinin aldığı bu kararKürt halkına düşmanlıkta sınır tanımadığının da yenibir kanıtını oluşturmaktadır. Nitekim düzencephesinden yansıyanlar bunun gösteriyor. Böyle birkararın içeride baskı ve terör, dışarıda ise savaş vesaldırganlık demek olacağı açıktır. Bu karar tümilerici, devrimci güçlere ve Kürt hareketine karşıpervasız bir saldırının önünü açacaktır. Diğer yandanise dışarda Güney Kürdistan’a yönelik bir savaş vesaldırganlığın da önü açılmış bulunmaktadır.

Haftalardır düzen partileri, generaller ve medyakanalıyla estirilen şovenist dalga en üst boyutaçıkarılmış bulunuyor. Bu gerici-şoven dalganınkırılması ve bir karşı dalganın oluşturulması ihtiyaçtır.Savaş kışkırtıcılığına karşı “İşçilerin birliği, halklarınkardeşliği!” şiarıyla sınıf ve kitle mücadelesiniyükseltmek tüm ilerici, devrimci güçlerin güncel veertelenemez bir görevidir. Bu gerici ve zehirleyicihavayı dağıtmanın en etkili yolu sınıf mücadelesiniyükseltmekten geçmektedir.

***T. Haber-İş Sendikası’nın örgütlü olduğu Türk

Telekom işletmelerinde grev başladı. 25 bin işçiyikapsayan grev hareketi bir oldu-bitti ilesonuçlanmazsa eğer, sınıf hareketini bir parçacanlandırması bakımından işlevsel olacaktır. Nitekimgrevin başladığı saatlerden itibaren grevle dayanışmaeylemleri gerçekleşmeye başladı. Çeşitli sendikalar,ilerici kurumlar ve devrimci güçler Telekom greviyledayanışmak için harekete geçtiler.

Grevle dayanışmayı büyütmek, sınıfın tümbölüklerinin desteğini ve dayanışmasını alabilmekbüyük bir önem taşımaktadır. Zehirli ve boğucu havayıdağıtmanın en etkili zemini bu olacaktır.

***9 Aralık 2007 tarihinde gerçekleştirilmesi karar

altına alınan 2. Tersane İşçileri Kurultayı’na hazırlananTersane İşçileri Birliği, kurultay hazırlıklarına devamediyor. Tersane İşçileri Birliği, daha önce kamuoyunayaptığı yazılı bir açıklama ile 21 Ekim günü saat13.00’te Taksim Galatasaray’da “İşçi sağlığı ve işgüvenliği” gündemli kitlesel bir basın açıklamasıgerçekleştireceğini duyurmuştu. Ancak 21 Ekim günüyapılacak “Anayasa referandumu”ndan dolayı eylem,seçim yasakları kapsamına girmiş bulunuyor. Bunedenle 21 Ekim Pazar günü yapılması planlananeylem zorunlu olarak 28 Ekim Pazar tarihineertelenmiş bulunuyor.

KKKK iiii ttttaaaappppçççç ıııı vvvveeee bbbbaaaayyyy iiii iiii llll eeeerrrrddddeeee.... .... ....

Page 3: Sayı: 2007/40 19 Ekim 2007 50 YKr Halklara karşı savaş ...kizilbayrak.org/2007/sikb.07.40/kb 2007 - 40.pdfSavaşa ve saldırganlığa karşı mücadeleyi yükseltelim! Halklara

Kapak Kızıl Bayrak � 3Sayı:2007/40 � 19 Ekim 2007

Sermaye devleti içeride ve dışarıda saldırganlaşıyor!..

Saldırgan gericiliğe karşıdevrimci direnişi örelim!

Giderek sıkışan Türk burjuvazisi ve onun sınıfçıkarlarını koruyan düzen bekçileri, Kürt halkı baştaolmak üzere bölge halklarını hedef alan saldırgantutumlarını katılaştırıyorlar. Ermeni soykırımı ile ilgiliyasa tasarısı ABD Dış İlişkiler Komisyonu’ndangeçtiği halde, ikinci NATO ordusu namlularını Kürthalkına çevirdi. Irak sınırına yığınak yapan ordu,“karşıdan ateş açıldı” gerekçesiyle 14 Ekim günüGüney Kürdistan’ın bazı köylerini bombaladı.

Ordu-hükümet-muhalefet partileri koalisyonu vebu güçlerin gerici uzantıları, son günlerde korohalinde “sınırötesi operasyon” yapmaktan söz etmeyebaşladılar. Çatışmalarda ölen askerlerin cenazelerinipropaganda malzemesi yapan egemenler, sermayemedyasının çok yönlü katkılarıyla ırkçı histeriyikışkırtarak, daha çok kan dökülmesini kaçınılmazkılan politikalarına meşru zemin yaratmayaçalışıyorlar.

Yarım asırlık tetikçinin “horozlanması”

Sınırötesi operasyon tartışmalarının tozu dumanıortalığı kaplamadan önce Ankara’daki işbirlikçitakımının gündeminde, Ermeni soykırımı yasatasarısının ABD yönetimi tarafından kabul edilmesiniengelleme çabası vardı. Bu işin kolay olmayacağıYahudi lobilerinin tutumundan belliydi. Zira bulobiler, Türk devletinin İsrail’le suç ortaklığı yapmasıkarşılığında sözkonusu tasarıya karşı çıkıyorlardı yada görüntü öyleydi. Ancak Yahudi lobilerinin tutumubu yıl farklı oldu. Demek ki, siyonist İsrail’le suçortaklığı yapmak, Türk egemenlerinin istediği sonucuelde etmelerine yetmedi.

Emperyalist Amerikan rejiminde tasarıyı onaylamayönündeki eğilim, Türk egemenlerinikaygılandırıyordu. Bundan dolayı işi ifrata vardıranrejim sözcüleri, bazı beyanatlarında, tasarı kabuledilirse İncilik Üssü’nün kapatılacağını söylediler.ABD savaş makinesinin komşu halklara saldırılarınıgerçekleştirirken işlerinin yüzde 80’ini İncirliküzerinden yürüttüğünü söyleyen hükümet yetkilileri,üssü kapatma tehdidiyle Washington’daki efendileriniikna edebileceklerini sanıyorlardı. Oysa sonuç tersioldu.

Bekleneceği üzere işbirlikçi sermaye iktidarıtemsilcileri, tasarının dış ilişkiler komisyonunda kabuledilmesi üzerine oldukça “sert” açıklamalar yaptılar.Hem hükümet hem generaller, kendilerindenbeklenmeyecek sözler sarfettiler. Ankara’ya gelensavaş çetesinin temsilcileri ise, yarım asırlıktetikçilerine verdikleri önemin altını çizerek “sükunet”çağrısında bulunmakla yetindiler. Bir kez dahahatırlattılar ki, uşak uşaklığını bilmek zorundadır!

Irkçı-inkarcı politikanın açmazlarıderinleşiyor

Washington’daki efendileri tarafından burunlarısürtülen egemenler, Ermeni soykırımı tasarısının ABDDış İlişkiler Komisyonu’nda kabulünü hem ırkçı-şoven histeriyi yaymanın, hem de Kürt halkı üzerine

çullanmanın olanağı olarak gördüler. Görünüşe bakılırsa, işbirlikçi takımının

“horozlanma” gösterileri devam ediyor. İncirlikÜssü’nü kapatmak boylarını aşan bir iş olduğu için(nitekim Çankaya’dan yapılan açıklamalar, üskapatma gibi söylemleri dengelemeyi amaçlıyordu)sınır ötesi operasyon tehdidi öne çıkarıldı. Aylardıryapılan askeri yığınağa tezkere eklenerek olay iyicetırmandırıldı.

Kirli savaş döneminde onlarca kez GüneyKürdistan’a saldıran Türk ordusu sınır ötesi operasyonyapmaya hevesli görünse de, işgali altında bulunan birbölgeye ABD’den izin almadan saldırmanın mümkünolmadığını çok iyi biliyor. Dahası artık generaller desınırötesi operasyon ile Kürt sorunununçözülemeyeceğini itiraf ediyor. Örneğin KaraKuvvetleri Komutanı Orgeneral İlker Başbuğ, “24yıldır bölücü örgüte katılımları engellemekte başarısızolduk” diyerek bu gerçeği teslim ediyor. Amerikancıhükümetin başı Tayyip Erdoğan tarafından yapılanaçıklamalardaki “sert” üslup ise kof bir söylemden ötebir değer taşımıyor. Washington’daki şeflerine “deliğesüpüreceğinize kullanın” mesajı verilen bir başbakanınüslubu “sert” olsa ne olur?

Elbette bu söylemler egemenlerin Kürt halkınaduyduğu düşmanlığı yansıtıyor. Dahası ırkçı-şoven

histeriyi körüklüyor, DTP’nin geriletilmesi için uygunbir atmosfer yaratıyor, ancak ABD’ye rağmen GüneyKürdistan’a saldırmanın hamasi nutuklar atmak kadarkolay olmadığını da gösteriyor.

Gelinen yerde işbirlikçi sermaye iktidarınınaçmazları daha da derinleşiyor. Zira silah zoruyla Kürtsorununu çözemeyeceğini itiraf eden rejim bekçileri,zorbalık dışında bir çözüm üretme gücü, niyeti veyeteneğinden yoksundur. Zaten şoven histeriye eşlikeden kaba saldırganlığın altında yatan nedenlerinbaşında da geleneksel ırkçı-inkarcı politikanınaşılamayan açmazları yatıyor. Bunlara,Washington’daki efendilerin Kürt sorunu konusundakifarklı tutumu eklenince, egemenlerin işi iyice sarpasarıyor.

Dış politikada saldırganlıkiç politikada saldırganlıktır!

ABD ile Ankara’daki işbirlikçilerinin Kürtsorununa yaklaşım konusunda farklı tutumlar alması,bu uyumsuzluğun kimi gerilimlere yol açması verilidurumla ilgilidir. Halkları köleleştirme saldırısınınihtiyaçları veya açmazları zorlarsa eğer, ABDemperyalizmi Kürtler’i gözden çıkarmakta tereddütetmeyecektir. Dahası, Irak bataklığında çırpınanABD’nin, İran’a olası bir saldırı için Ankara’dakigeleneksel tetikçilerine biçtiği rol göz önünealındığında, böyle bir olasılık yabana atılamaz.

Görünen o ki, gelişmelerin seyri hangi yöndeolursa olsun, Türk sermaye devletinin bölge politikasıdaha saldırgan bir mecrada ilerleyecektir. Böylesi birpolitikanın içe dönük yanı ise komünist, devrimci veilerici güçleri sindirmek için estirilen devlet terörününgünden güne azgınlaştırılması olacaktır. Elbette işçisınıfı ve emekçilerin hak arama mücadeleleri de busaldırgan politikadan payına düşeni alacaktır.

AB süreci, AB’ye uyum yasaları vb. söylemlerleestirilen “demokratikleşme” havası dağılınca, sermayedevleti maske takma zahmetinden kurtuldu.İşkencenin yaygınlaşması, kolluk kuvvetlerinin kitleeylemlerine saldırması, polisin sokak ortasındainsanlara kurşun sıkması vb. olaylarda gözlenen artış,içe dönük saldırganlığın bazı yansımalarıdır.Amerikancı rejimin dış ve iç politikadaki açmazlarıderinleştikçe devrimci mevzilere karşı daha dasaldırganlaşması sürpriz olmayacaktır.

İster doğrudan ABD tetikçiliği adına, isterABD’nin onayıyla gündeme gelsin... Ankara’dakiişbirlikçilerin Kürt halkını hedef alan ırkçı-inkarcısaldırılarına olduğu kadar, diğer komşu halklarayönelecek olası saldırgan tutumlara karşı mücadeleyiyükseltmek ilerici ve devrimci güçlerinsorumluluğundadır. Bu mücadeleyi işçi sınıfı veemekçilere mal edebilmek için devrimci faaliyetingüvenceye alınması şarttır. Bunu başarabilmek ise,komünist ve devrimci güçlerin zorlu bir dönemegirildiğinin bilinciyle hareket etmelerini ve bu zorludönemin yüklediği görev ve sorumlulukları üstlenmekiçin etkin bir tarzda hazırlanmalarını zorunlukılmaktadır.

İster doğrudan ABD tetikçiliğiadına, ister ABD’nin onayıylagündeme gelsin... Ankara’dakiişbirlikçilerin Kürt halkını hedefalan ırkçı-inkarcı saldırılarınaolduğu kadar, diğer komşuhalklara yönelecek olası saldırgantutumlara karşı mücadeleyiyükseltmek ilerici ve devrimcigüçlerin sorumluluğundadır. Bumücadeleyi işçi sınıfı ve emekçileremal edebilmek için devrimcifaaliyetin güvenceye alınmasışarttır. Bunu başarabilmek ise,komünist ve devrimci güçlerinzorlu bir döneme girildiğininbilinciyle hareket etmelerini ve buzorlu dönemin yüklediği görev vesorumlulukları üstlenmek için etkinbir tarzda hazırlanmalarınızorunlu kılmaktadır.

Page 4: Sayı: 2007/40 19 Ekim 2007 50 YKr Halklara karşı savaş ...kizilbayrak.org/2007/sikb.07.40/kb 2007 - 40.pdfSavaşa ve saldırganlığa karşı mücadeleyi yükseltelim! Halklara

Tezkereye hayır!4 � Kızıl Bayrak Sayı:2007/40 � 19 Ekim 2007

Sermaye meclisinden savaş tezkeresi çıktı...

Savaş kışkırtıcılığına karşı ‘İşçilerin birliği,halkların kardeşliği’ şiarını yükseltelim!

Tezkere, hükümetin önden taahhüt ettiği üzere,meclis tarafından onaylanmış bulunuyor. 16’sı DTP’li19 red oyunu, 550 içinde istisna kabul etmekgerektiğine göre tereddütsüz söylemek gerekiyor ki,bu halk düşmanı meclisin bu tezkereyi onaylamamasıda beklenmiyordu. Onaylamamak şöyle dursun,tezkere nihayetinde sadece hükümete karar yetkisiverdiği halde, onlar bugün Irak seferine çıkıyor gibisavaş naraları eşliğinde çıkardılar tezkereyi.Hükümetinden muhalefetine tüm düzen partilerininsözcüleri, halklara karşı olanca kinlerini kustular bu

vesileyle."Nefsi müdafaanın olduğu yerde diğer hukuk

kuralları geçerliliğini yitirir” vecizesiyle,saldırganlıklarının sınır(sızlık)ını ortaya koyan TayyipErdoğan, muhalefet partilerinin ‘terörle mücadeledegevşeklik’ eleştirilerine de yanıt vermiş oluyordu.Irkçılıkta, faşistlikte MHP ve CHP’den gerikalmayacaklarını kanıtlama yarışına girmişçesine,Erdoğan’ın sözlerini hükümet sözcüsü tamamladı,Irak halklarına, özellikle de Kürt halkına yönelikdüşmanlıklarını sayıp döktü.

Meclisin şovenizm yarışındaki üç ‘büyük’partisinden CHP’nin başı Deniz Baykal, bir yandantezkerenin bir savaş ilanı olmadığını, savaşistemediklerini gevelerken, hemen ardındanhükümete tezkerenin gereğinin bir an önce yapılmasıuyarısında bulunuyor; tezkere oturumunda konuşanCHP sözcüsü Şükrü Elekdağ da, ‘Asimetrik birmücadelede, harekatın ve dayandığı politikanın anahedefi, terörü himaye eden devletleri ve mihrakları,terörü destekleyemez hale getirmektir. Bu bakımdan,hedef PKK’dir ama PKK’yi himaye eden KuzeyIrak’taki siyasi otoriteye bu himayenin çok ağır birbedeli olacağını göstermek gibi bir görevimiz vesorumluluğumuz vardır’ sözleriyle, saldırı hedefinigenişletmeye (sadece PKK’ye değil, Güney Kürdistanhalkına karşı da) çağrıyor hükümeti.

Sözkonusu olan şovenizm ve savaş kışkırtıcılığıolunca, MHP’nin hiçbirinden geri kalmasıbeklenemez. Kabul oyu verdikleri bir hükümettezkeresi olduğu halde, her koşulda ordunun yanındave hizmetinde olduklarını açıklayan MHP sözcüsüDeniz Bölükbaşı; ‘Tezkere metninde Kuzey Irak'takietnik yapıya hiç değinilmemiş. Daha önce çıkarılantezkerelerden farklı olarak TSK’ya açıkça yetkiverileceği konulmamış. TSK’nın değil, gereklidüzenlemelerin hükümet tarafından yapılacağısöylenmiştir. Türk askeri için kabul edilemez birdurumdur” sözleriyle, bir yandan güya hükümeti vetezkerenin içeriğini eleştirirken, diğer yandan kadimgörevlerine vurgu yapıyor. Oysa MHP’li faşistlerinher daim ordunun yanında, içinde, emrinde (özelliklede kontrgerillasının hizmetinde) olduğunu unutmaimkanı bulunmuyor. Ellerinin kanı daha kurumuşdeğil. Kestikleri başları, burun-kulak koleksiyonlarınıunutmak ve unutturmak ne mümkün.

Bu tezkere oylaması sırasında ve öncesindeyapılan konuşmaların da gösterdiği gibi, sermayemeclisi ırkçı, şoven, halk düşmanı, savaş kışkırtıcısıbir topluluktur. Küçük bir istisna dışında, meclisioluşturan partilerin tümü ve bunların meclistekivekilleri, seçim sürecinde de şecereleri ortayadöküldüğü gibi, sadece hırsızlık, yolsuzluk gibi adisuçlardan değil, ırkçılık, faşistlik gibi daha vahimsuçlardan da sabıkalıdırlar. Düşmanlıkları sadece Kürthalkına karşı değildir. Amerikan Dış İlişkilerKomisyonu’nda Ermeni tasarının oylanması üzerineaçıklamalarında da görüldüğü gibi Ermeni halkına da,şimdi tezkere oylaması sürecinde görüldüğü gibisavaşa sürükleme gayreti nedeniyle Türkiyehalklarına da düşmandırlar. Savaş kışkırtıcılığındadüşmanlık, aslında bir halka değil tüm insanlığa karşıtezahür etmektedir.

Sermaye meclisi, onu oluşturan düzen partileri vegeneraller kanalıyla estirilen bu şoven dalganınkırılması, onların halk düşmanı yüzlerinin teşhiri vebir karşı dalganın oluşturulmasıyla mümkün olacaktır.Savaş kışkırtıcılığına karşı ‘İşçilerin birliği, halklarınkardeşliği!’ şiarıyla sınıf ve kitle mücadelesiniyükseltmek için tüm devrim, sosyalizm ve demokrasigüçleri seferber edilmelidir.

Düzen cephesinden yapılan açıklamalardademagojinin dozu giderek artıyor. Atılan savaşnaraları ve “sert” söylemler, gerçekte kitlelerişovenizmle zehirleme amacı güdüyor.

Erdoğan’ın son açıklamasındaki “bedeli neyseöderiz” ifadelerini de bu kapsamdadeğerlendirmek gerekiyor. Kastettiği kuşkusuzAmerika ile ilişkilerin bozulmasıdır. Böylece,“Amerika ne karışırmış” yalanının değirmenine,Tayyip Erdoğan da kendi eleğiyle su taşımışoluyor.

Savaşın, efendiyle aranın bozulması dışındada ağır ve ödemesi imkansız faturaları var. Amaöncelikle kastedilen konuya değinmek gerekiyor.Amerika’dan izin almadan da adım atmakmümkün elbette. Nitekim bunu yapan devletlerde var. Ama bunlar ya onun rakibi konumundakibaşka emperyalist devletlerdir, ya da örneğinKüba gibi, herşeye rağmen bağımsızlığındantaviz vermeye yanaşmayanlardır. Türk sermayedevletininse, her iki gruba da girmediği,emperyalizmin uyduları grubunda olduğu açıktır.Bu durumda Erdoğan’ın sözlerinde veulusalcıların demagojilerinde yer alan“Amerika’ya rağmen” ifadelerinin hayatbulmasının bir tek yolu vardır; emperyalizmlekölelik bağlarını koparmak, “tam” bağımsızlığınıilan etmek.

Bu ise bugünkü düzenin ve devletin harcıdeğildir. Düzenin gerçek sahibi kapitalist sınıfemperyalizme sadece göbek bağlarıyla değil,daha binbir bağla ve sıkısıkıya bağlıdır.Amerikan emperyalizmi Türkiye’de hükmünüzor yoluyla yürütmüyor. İşbirlikçisi kapitalistlerve uşak yöneticilerin gönül rızasıyla, işçi sınıfıve emekçi halkların tüm muhalefetine vemücadelesine rağmen, Türkiyesömürgeleştirilmiş bulunuyor. Kesinlikleişbirlikçi kapitalist sınıfın ve uşak yöneticilerinrızasıyla, ama asla emekçi kitlelerin iknasıyoluyla değil. Zor, bir tek kitle muhalefetinibastırmak üzere kullanıldı ve bu da geneemperyalist güçlerin değil içerideki uşaklarının

eliyle oldu. Pentagon ve CİA’nın çok yönlükatkıları artık çoktan günyüzüne çıkmışbulunmakla birlikte, ‘70 ve ’80 darbeleritoplumsal muhalefeti ezmeye yönelik içgirişimler olarak tarihe geçmiş bulunuyor.

Son darbeden bu yana geçen 27 yılda ise, nedarbeci ordunun ve “sivil” bürokrasininAmerikan uşaklığında ve ne de kapitalist sınıfınişbirlikçiliğinde “iyiye” doğru bir gidiş vardır.Tersine, geçen yıllar emperyalist köleliği daha daderinleştirmiş durumdadır.

Kısacası Erdoğan yalan söylüyor. Ulusalcılardemagojinin en sahtekarcasını tekrarlayıpduruyor. Emperyalizmle kölelik ilişkilerininkurulu düzen çerçevesinde hiçbir çözülmeimkanı bulunmuyor. Bu kölelik ilişkileri devamettiği sürece de, Amerika’ya rağmen adım atmaimkanı... Yani, “Amerika’ya rağmen” Irak’a adımatmanın bedelini, bu düzen ve devlet ödeyemez.

Öte yandan, yalan ve demagojiden ayrı birbağımsızlık istemi de, komşu halklarla savaşistemiyle birarada ele alınamaz. Çünkü böyle birgerçek istem ve çaba içinde olanlar, aynızamanda halkların kardeşliğini şiar edinmişbulunan sosyalistler ve devrimcilerdir. Halklararasında süren savaşların asıl bedelini halklarödediği içindir ki, Erdoğan’ın bedel üzerinesöylemi bu açıdan da boş bir yalandan ibarettir.Türk sermaye devleti zaten onyıllardır Kürthalkına karşı kirli bir savaş yürütmektedir. Ve busavaşın asıl ve en ağır bedeli de her iki halktanemekçiler tarafından ödenmeye devam ediliyor.Bu savaş nedeniyle Türk ve Kürt emekçilerinkanı dökülüyor. Ekmeği küçülüyor. Kin vedüşmanlık, en geri bilinçleri giderek daha fazlazehirliyor.

Savaşın sınır ötesine taşınması, sadeceemekçi haklarımızın ödeyeceği bedelibüyütecektir. İnsani, ahlaki vb. nedenlerinötesinde sınıfsal çıkarlar bile savaşa karşı olmakiçin yeterlidir ve önlemenin tek yolu, bedelödeyecek olanların eylemli karşı duruşuolacaktır.

ABD emperyalizmine göbekten bağımlı işbirlikçi uşaklar şovenizmikışkırtıyor...

Bu bedeli ödeyemezsiniz!

Page 5: Sayı: 2007/40 19 Ekim 2007 50 YKr Halklara karşı savaş ...kizilbayrak.org/2007/sikb.07.40/kb 2007 - 40.pdfSavaşa ve saldırganlığa karşı mücadeleyi yükseltelim! Halklara

Halkların kardeşliği emperyalizmi yenecek! Kızıl Bayrak � 5Sayı:2007/40 � 19 Ekim 2007

Düzen cephesinde savaş hali...

Düzene karşı halkların kardeşliğicephesinde birleşelim!

Beytüşşebap’ta 12 köylünün öldürüldüğüolaydan sonra Gabar’da da 13 asker öldü. Bu sonolayla birlikte düzen cephesinde zaten yoğunlaşmışbulunan gericilik rüzgarı, tam manasıyla fırtınayadönüşmüş oldu. Tek merkezden yönetilen ve dalgadalga büyüyen bu gericilik fırtınası, “sınır ötesioperasyon” tezkeresiyle iyice zincirlerindenboşalmış durumda. Bu gerici politikanın medyaaracılığıyla etkili bir şekilde işlenen “şehitedebiyatı” ile birlikte toplumun geniş kesimlerinemaledildiği de bir gerçek. Öyle ki, histeriboyutlarındaki gerici şoven saldırganlık siyasetitoplumun gözeneklerine girmekte, onuzehirlemekte ve düzen güçlerinin dümeninebağlamaktadır. Şovenizmle sersemletilen yığınlar,seferberlik havasına sokularak istenilen doğrultuyayöneltilmeye çalışılmaktadır.

Olayların gelişme seyri ve bağlantıları iledüzenin ortaya koyduğu refleksler birarada, sürecinbaştan itibaren hazırlanmış bir plana bağlı olarakyönetildiğini göstermektedir. Öyle ki, durduk yeregerçekleşen ve PKK açısından hiçbir askeri mantığıolmayan Beytüşşebap olayı ve bu olaya düzeningörülmedik bir tezcanlılık göstererek örgütlü birpolitik seferberlikle karşılık vermesi, hemenardından mevcut seferberlik halini bir adım öteyetaşıyacak nitelikte başka bir eylemin gerçekleşmesive harekete geçmiş gericilik odaklarının sistemli birşekilde savaş haline geçmesi, hepsi birarada planlı birharekete işaret etmektedir.

Sadece bu kadar da değil. Henüz ortada bir şeyyokken, Beytüşşebap olayının arifesinde bizzatordunun başındaki generallerin yaptıkları çıkışlar, tümbu yaşananlardan sonra çok daha derin anlamlarkazanmıştır. Bu çıkışlarda kullanılan ifadelerebakıldığında, generallerin, bugün ulaşılan savaşhalinin startını o günden vermiş oldukları ayan beyangörülmektedir. Generaller, düzeni bekleyen riskalanlarına dikkat çekerek, kurulu düzeni koruma vekollama misyonlarının gereğine uygun olarak hareketegeçeceklerinin sinyalini vermişler, aynı zamanda sonderece net ifadelerle bugün yaşanmakta olan şovensaldırganlığın gerçek hedeflerini ortaya koymuşlardır.

Örneğin ilk çıkışı yapan İlker Başbuğ’un şusözleri bu çerçevede oldukça dikkate değerdir:“Irak’ın kuzeyinde meydana gelen gelişmeler veolabilecek durumlar Türkiye’nin geleceğini vegüvenliğini tehdit edebilecek boyutlara ulaşmayolunda oldukça mesafe almıştır... Irak’ın kuzeyindekioluşum ve gelişmelerin bu bölgedeki Kürtlere tarihtehiç olmadığı kadar siyasal, hukuki, askeri vepsikolojik güç kazandırdığı da diğer bir gerçektir.Ayrıca bu durumun vatandaşlarımızın bir kısmıüzerinde yeni bir aidiyet modeli yaratabileceğine dedikkat edilmelidir...”

Başbuğ’un bu çıkışından sonra sahne alanBüyükkanıt ise onun sözlerini pekiştirecek tarzdaşunları söylemektedir:“Irak’ın konfederatif yapıyadoğru hızla ilerlediğini görüyor, bundan duyduğumuzrahatsızlığı ifade ediyoruz. Irak’ın kuzeyindeoluşabilecek federatif bir devlet Türkiye için büyükrisk oluşturacaktır. Irak’ta parçalanma çok dahabüyük ihtimalle ve Irak’ın kuzeyinde oluşabilecek bir

bağımsız devlet, gerçekten yalnız siyasi boyutuyladeğil, güvenlik boyutuyla da Türkiye Cumhuriyeti içinbirinci derecede risk oluşturur. Hem siyasi, hemaskeri, hem de psikolojik boyutu vardır. Türkiye’nindikkatle bakması gereken yer Kuzey Irak’takioluşumlardır.”

Üstüne basa basa sarfedilen bu sözler, bugünuygulama safhasına geçilen seferberlik halinin üzerineoturduğu siyasal çerçeveyi ve hedefleri anlatmaktadır.Belli ki, devletin ve devletin yönetici çekirdeğiordunun öncelikli tehdit olarak gördüğü konu Kürtsorunu ve özelde ise Güney Kürdistan’dakigelişmelerdir. Generaller düzen siyasetinin merkezinebu sorunu koymakta ve enerjilerini bu sorun üzerindeyoğunlaştırmaktadırlar. Güney Kürdistan’dakidevletleşme yönündeki adımların Kuzey Kürtleri içinbir “aidiyet modeli” yaratabileceğinden korkangeneraller, buna engel olmak için her türlü yolabaşvuracaklarını ilan etmektedirler.

Bu amaç çerçevesinde yapılmak istenen bellidir;bir yandan Güney Kürtleri’ni ilerledikleri yoldanalıkoymak, diğer taraftan ise Kuzey’de Kürt halkınınörgütlülüklerini dağıtmak, ulusal bilincini ve mücadeleazmini ezmek istemektedirler.

Yeniden Başbuğ’un konuşmasına dönersek,konuşmada bu çerçevede olacaklara dair bir eylemselaçıklık da bulabiliriz. Başbuğ, üstesinden gelmekzorunda oldukları sorunları tanımladıktan sonra, busorunlarla nasıl mücadele edeceklerine ilişkin şunlarısöylüyor: “Türkiye’nin bütün bu sorunları en iyişekilde yönetebilmesi için, siyasi karar alıcılar,devletin ilgili kurum ve kuruluşları ile kamuoyunun busorunların Türkiye’ye etkileri konusunda görüşbirliğine sahip olmaları gerekir... Belki Türkiye’nin,bulunulan şartlarda, tek başına Irak’taki gelişmelereyön verebilecek güce sahip olmadığı söylenebilir;ancak Türkiye’nin gelişmeleri engelleyebilecek,

maliyetlerini arttırabilecek bir güce sahip olmadığı dasöylenemez... ABD, Türkiye’nin desteğini almayan birçözümün, Irak için kalıcı bir çözüm olmayacağınıanlamalı ve görmelidir.”

Yaşar Büyükkanıt’ın “Konu vatansa gerisiteferruattır” ifadesi de bunun yanına konulursa,halihazırdaki azgın gericilik dalgasının kaynağı dakendiliğinden ortaya çıkar.

Generaller tüm bu konuşmaları yaparken, ortadane Beytüşşebap ne de Gabar vardı. GündemdeAKP’nin yeni anayasa hazırlığı bulunmaktaydı. Ancakgeneraller bu çıkışı yaptıktan hemen sonra üst üste buolaylar yaşandı ve böylelikle “siyasi karar alıcılar,devletin ilgili kurum ve kuruluşları ile kamuoyu görüşbirliğine” sahip olarak Kürt halkına yönelik bir savaşcephesinde saf tuttular.

***Olayların ve örgütlenen savaş halinin atmosferi

içerisinde, düzen cephesinin yaratmak istediğigörüntü, “vatandaşları terörün şiddetine uğramışmağdur bir devlet” görüntüsüdür. Oluşturulan bugörüntüye yaslanılarak, gemi azıya almış biçimdesavaş ve saldırganlık siyaseti meşrulaştırılmaktadır.

Oysa işaret ettiğimiz olgular, yaşananlarındevletin derin karargahlarında hazırlanmış bir planabağlı olarak gerçekleştirildiğini kanıtlamaktadır. Vemevcut tablo, devletin psikolojik savaş karargahlarınınşimdilik süreci başarıyla yönettiğini degöstermektedir. Bundan dolayı toplumun genişkesimleri, devletin bu planlı ve sistematik gericisiyasetinin etkisi altında bu bariz gerçekleri görmeyibaşaramamaktadır.

Bu zaafiyeti aşmak, işçi ve emekçileri düzensaflarında kardeş Kürt halkına karşı kurulan savaşcephesinden çıkarmak ve emekçi halkları direnişcephesinde buluşturmak günün en önemli görevidurumundadır.

Page 6: Sayı: 2007/40 19 Ekim 2007 50 YKr Halklara karşı savaş ...kizilbayrak.org/2007/sikb.07.40/kb 2007 - 40.pdfSavaşa ve saldırganlığa karşı mücadeleyi yükseltelim! Halklara

Savaş tezkeresine karşı mücadeleye!6 � Kızıl Bayrak Sayı:2007/40 � 19 Ekim 2007

Tezkereye karşı birleşik mücadele çağrısı...

“Tezkereye hayır!Yaşasın halkların kardeşliği!”

Güney Kürdistan’a operasyonaonay veren tezkere Bakanlar Kurulutarafından onaylandı. Sermayedevleti “sınır ötesi operasyon”azemin hazırlamak için şovenizmitırmandırıyor.

Bakanlar Kurulu’nun onayınınardından meclise sunulan“tezkere”ye karşı Türkiyeli ilerici,devrimci, sosyalist, yurtsever güçler“Tezkereye hayır! Yaşasın halklarınkardeşliği!” şiarını haykırdılar.

16 Ekim akşamı TaksimTramvay durağında biraraya gelenBDSP, HÖC, HKM, DevrimciHareket, EHP, ÖMP, ESP, TÖP,SODAP, DTP, SDP, AnarşistKomünist İnisiyatif, Teori vePolitika, Umut Kooperatifi, DİP Girişimi bileşenleri“Tezkereye hayır!” pankartı arkasında toplantılar.

Bileşenler adına yapılan açıklamada, Kürt halkıüzerinde estirilen terör dalgasına, düzenin uyguladığıimha ve inkar siyasetine dikkat çekildi. “Irkçı,kafatasçı burjuva partileri ve sivil faşist uzantılarıaracılığıyla Kürtlere karşı linç girişimleriörgütleniyor, provokasyonlar devreye sokuluyor. Askercenazeleri üzerinden siyaset yapan generaller, ‘teröre’destek verenler adı altında sürekli Kürt halkını hedefgösteriyor” denildi. Düzenin Kürt sorunukonusundaki yalanları teşhir edildi.

Açıklamada, “Kürt halkının özgürlüğü vekurtuluşu kendi ellerindedir. Kürt halkı ancak veancak kendi yürüttüğü özgürlük mücadelesi ile ulusalhaklarını elde edebilir. Bunun dışındaki tüm çözümler

ulusal demokratik taleplerin kazanımınagötürmeyecektir” sözleriyle Kürt halkınınkurtuluşunun kendi yürüttüğü mücadelede olduğununaltı çizildi. Kürt ve Türk halklarına ortak mücadeleçağrısı yapıldı.

“Tezkereye hayır! Yaşasın halkların kardeşliği!”,“Biji bıratiya gelan!”, “Tezkereye hayır!”, “Irkçılığa,şovenizme hayır!”, “Katil AKP, işbirlikçi MGK!”sloganlarının atıldığı eyleme Eğitim Sen 3 No’luŞube, Köz ve Kaldıraç da destek verdi.

Eyleme yaklaşık 150 kişi katıldı.Kızıl Bayrak/İstanbul

Adana’da tezkere protestosu16 Ekim günü Adana’da biraraya gelen kurumlar

Güney Kürdistan’a yönelik operasyona onay verentezkereyi protesto etmek amacıyla basın açıklamasıgerçekleştirdiler.

Saat 13.30’da İHD Adana Şubesi’nin binasıönünde biraraya gelen kurumlar adına basın metniniİHD Başkanı Ethem Açıkalın okudu. Son dönemdebaşta Kürt halkı ve DTP olmak üzere birçokdemokratik kitle örgütüne yönelik saldırıların arttığı,birçok kişinin tutuklanarak cezaevlerine konulduğuvurgulandı. Bakanlar Kurulu’ndan geçirilen tezkereninbu saldırıları daha da boyutlandırmaktan ve şovenizmitırmandırmaktan başka bir işe yaramayacağı belirtildi.

BDSP, ÇHKM, Alınteri, ESP, İHD, EMEP, DTP,ÖDP ve TUHAY-DER tarafından gerçekleştirilenbasın açıklaması, halkların kardeşliği ve ortakmücadelesi için şovenizme karşı mücadele çağrısıylabitirildi.

Kızıl Bayrak/Adana

“Barış için savaşacağız!”İstanbul Halkevleri 17 Ekim günü tezkereyi

protesto etti. Galatasaray Postanesi önünde saat12:30’da basın açıklaması gerçekleştirdi. “Savaştezkeresi değil barış tezkeresi istiyoruz!”, “Halklarınkatili ABD, işbirlikçi AKP!”, “Katil ABDOrtadoğu’dan defol!”, “Yaşasın halkların kardeşliği!”dövizlerinin açıldığı eyleme 40 kişi katıldı.

Eylem boyunca “Barış için savaşacağız!”, “Yaşasınhalkların kardeşliği!” “Katil ABD, işbirlikçi AKP!”sloganları atıldı.

Kızıl Bayrak/İstanbul

TKP: “Tezkereye hayır!”TKP, 17 Ekim günü Beyoğlu ilçe binası önünde

tezkere karşıtı bir basın açıklaması gerçekleştirdi.“Tezkereye hayır!”, “Tezkere ABD planlarının birparçası olmaktır!”, “Tezkereye hayır, NATO’dançıkılmasına evet!”, “Tezkereye hayır, İncirlikÜssü’nün kapatılmasına evet!”, “Tezkereye hayır,halkların kardeşliğine evet!” ve “Tezkereye hayır,bağımsızlığa evet!” dövizleri açıldı. Yapılan basınaçıklamasında, tezkereyi savunanların ABDişbirlikçisi olduğu, ülke güvenliğini Amerikanemperyalizmine teslim edenlerin sınır ötesi operasyoniçin ABD’den izin istediği ifade edildi.

Eylemde “Tezkereye hayır, ABD’nin oyununagelme!”, “Üslere el konulsun, ABD defolsun!”, “ABDdefol, bu memleket bizim!” sloganları atıldı.

Kızıl Bayrak/İstanbul

“Tezkere’ye hayır!” diyelim15 Ekim günü İHD İstanbul Şubesi’nde biraraya

gelen Alınteri, Antikapitalist, DHP, DTP, DevrimciHareket, EMEP, EHP, ESP, HÖC, HKM, MücadeleBirliği, Odak, SDP, SODAP, DİPG, Tekstil Sen vePartizan, Kürt halkına yönelik saldırılara ve buçerçevede yoğun olarak tartışılan sınır ötesioperasyonlara yönelik bir basın açıklamasıgerçekleştirdiler. Sınır ötesi operasyon için meclistengeçirilmek istenen tezkereye hayır dediler.

Kızıl Bayrak/İstanbul

İstanbul: “Baskılara son!”9 Ekim günü Taksim Tramvay durağında

biraraya gelen BDSP, HÖC, EHP, ESP,Ezilenlerin Kurtuluşu, Devrimci İşçi PartisiGirişimi, Partizan, Mücadele Birliği, SosyalistDayanışma Platformu, TÖP, ODAK, Kaldıraç,HKM, AKİ demokratik kurumlara yöneliksaldırıların son bulması talebiyle eylemgerçekleştirdi.

“Demokratik kurumlara yönelik baskılarason!” pankartının açıldığı eylemde; “Yaşasınhalkların kardeşliği!”, “Bıji bratiya gelan!”,“Yaşasın devrimci dayanışma!”, “Baskılar biziyıldıramaz!” sloganları atıldı. Eylemde yapılanortak açıklamada; sermaye devletinin Kürthalkına yönelik inkar ve imha siyasetinde ısrarettiği söylendi.

DTP binalarına dönük silahlı saldırıların,Ankara’da ESP Temsilciliği’nin basılıp 4devrimcinin tutuklanmasının, Yenibosna’daYürüyüş Dergisi satan HÖC’lülere dönük azgınpolis saldırısının toplumsal muhalefetisusturma amacıyla yapıldığı vurgulandı.Açıklama “Bizler dün olduğu gibi bugün desaldırılar karşısında tam bir dayanışma

içindeyiz. Saldırıları birlikte, omuz omuzamücadele ederek karşılayacağız” sözleriyle sonbuldu.

Kızıl Bayrak/İstanbul

Bursa: “Yaşasın halklarınkardeşliği!”

10 Ekim günü, Kürt halkını hedef alan ırkçı-şoven dalgayı, faşist saldırıları ve kontrgerillaeliyle yürütülen kirli savaşı protesto etmek içinBursa Osmangazi Metro istasyonunda devrimcive demokrat güçler tarafından bir eylemgerçekleştirildi. Açıklamada işçi ve emekçilereşovenizme, milliyetçiliğe ve ırkçılığa karşı Kürthalkıyla dayanışma çağrısı yapıldı.

BDSP, Partizan, DHP, ESP, DTP, SDP,EMEP, İHD ve BATİS’in katıldığı eylemde“Irkçılığa, şovenizme, faşizme kontrgerillasaldırılarına karşı yaşasın halkların kardeşliği!”pankartı açıldı. Eylemde; “Eşitlik, kardeşlik,Kürt ulusuna özgürlük!”, “Baskılar biziyıldıramaz!”, “Türk, Kürt, Ermeni... Yaşasınhalkların kardeşliği!” sloganları atıldı.

Kızıl Bayrak/Bursa

Saldırılara karşı eylemler...

İİİİssssttttaaaannnnbbbbuuuullll

Page 7: Sayı: 2007/40 19 Ekim 2007 50 YKr Halklara karşı savaş ...kizilbayrak.org/2007/sikb.07.40/kb 2007 - 40.pdfSavaşa ve saldırganlığa karşı mücadeleyi yükseltelim! Halklara

Sınıf karşı sınıf! Kızıl Bayrak � 7Sayı:2007/40 � 19 Ekim 2007

TEKEL’de özelleştirmeye hazırlık operasyonu...

TEKEL işçisi zorlu bir mücadeleyehazırlanmalıdır!

TEKEL, uzunca bir dönemdirsermayenin özelleştirme planlarınınbir parçası durumunda. Geçtiğimizyıllarda TEKEL parçalara ayrıldı vebunların bazıları özelleştirme adıaltında sermayenin yağmasınaaçıldı. Geriye sigara fabrikaları vebazı tütün işleme tesisleri kaldı.Bunların da özelleştirilmesidüşünülüyor. Hatta geçmişyıllardaki planlardan farklı olarak,özelleştirme kapsamındaki,İstanbul, Samsun, Tokat, Adana,Bitlis ve Malatya sigarafabrikalarının içinde bulunduklarıarazilerle birlikte toptan satışıöngörülüyor.

TEKEL sigara fabrikalarının özelleştirilmesineilişkin planlar önceki AKP hükümeti döneminde deuygulanmak istenmişti. Özellikle Adana SigaraFabrikası’nda ortaya konulan direniş ve başka bazınedenler AKP hükümetine bu konuda geri adımattırmış ve özelleştirme planları bir süreliğine askıyaalınmıştı. Fakat TEKEL’in özelleştirilmesindentamamen vazgeçilmediği, bu konunun er ya da geçyeniden gündeme geleceği herkes tarafındanbilinmekteydi.

Tekel özelleştirmesi için ön yoklamalar

Eylül ayının ortalarından bu yana gazete vetelevizyonlarda TEKEL’in özelleştirilmesine dairhaberlerin yeniden yoğunlaşmaya başladığı biliniyor.Özet olarak bu haberlerde, TEKEL’e bağlı sigarafabrikaları için Ekim ayında yeniden ihaleyeçıkılacağı, bunun için tüm hazırlıkların tamamlandığıbilgisi yer alıyor. Öte yandan gene basında,uluslararası tütün ve sigara tekellerinin TEKELözelleştirmesi ile ilgili görüş ve açıklamalarına sıklıklayer verildiği gözleniyor.

İlk bakışta bu haberlerde bir anormallik olmadığısanılabilir. Fakat bu haberler, gerek hükümetin,gerekse özelleştirmeyle ilgili devlet kurumlarınınönümüzdeki yakın sürece dair plan ve açıklamaları ilebirlikte ele alındığında, işin içinde bir gariplik olduğuseziliyor. Çünkü hem hükümetin hem deözelleştirmeyle ilgili kurumların plan veaçıklamalarında, TEKEL sigara fabrikaları için yakınbir zaman içinde ihaleye çıkılacağına dair tek bir satıradahi rastlamak mümkün değil. Kısacası basında yeralan TEKEL’le ilgili “Ekim’de açılacak özelleştirmeihalesi” eksenli haberlerin somut bir dayanağıbulunmuyor.

Dolayısıyla, ortada somut bir dayanakolmamasına rağmen ajanslar tarafından bu yönlühaberlerin geçilmesi ve bu haberlerin hemen bütüngazete ve televizyonlar tarafından neredeyse süreklibir biçimde kullanılması, TEKEL özelleştirmesiyleilgili olarak tezgahlanan bir “hazırlama” veya“yumuşatma” operasyonuyla karşı karşıya olunduğunugösteriyor.

Sendika da bunun farkında. TEKEL işyerlerindeörgütlü Tek Gıda İş-Sendikası geçtiğimiz günlerde bu

konuyla ilgili bir açıklama yaptı. Bu açıklamadan,basında yer alan haberlerin sendika içinde bellirahatsızlıklar yarattığı, sendika yönetimininözelleştirme sürecine sessiz kalmak türündensuçlamalarla karşı karşıya kaldığı görülüyor.Açıklamada bu türden suçlamalara yanıt olarak,“TEKEL’in özelleştirilmesi ile ilgili süreç hakkındayazılı ve görsel basında kaynağı çok da belirginolmayan, çeşitli spekülatif haberler yer almaktadır.(…) Bugün içinde bulunulan noktada, Sendikamızınözelleştirme karşıtı inancında bir değişiklik sözkonusu değildir. Ve ortalıkta dolaşan söylentiler dahil,TEKEL’le ilgili en küçük bir gelişme dahi büyük birönem atfedilerek, titizlik ve dikkatle izlenmektedir”deniliyor.

Gene benzer bir açıklamanın Tek Gıda İş-Sendikası Tokat Şube Başkanı tarafından da yapıldığıbasına yansıdı. Şube Başkanı Suat Karlıkaya,açıklamasında, satışa çıkarılacak sigara fabrikaları içinihaleye çıkılacağı haberlerinin spekülasyondan ibaretolduğunu vurguluyor, bu haberlerin “yabancı bir basınajansı kaynaklı” olduğuna dikkat çekiyor ve amacın“piyasanın nabzını ölçmek” olduğunu söylüyor.

Yağma başlamadan pay kavgası başladı

Daha önce de değindiğimiz gibi, sermaye buhaberler üzerinden yürütülen yumuşatmaoperasyonuyla TEKEL özelleştirmesinin önünüaçmaya, bu yağmaya bir meşruluk kazandırmayaçalışıyor. Fakat bu kadarla sınırlı değil. Basında yeralan haberler aynı zamanda TEKEL’in yağmasıüzerinden şimdiden bir paylaşım kavgasınınbaşladığını gösteriyor. Uluslararası sigara ve tütüntekellerinin ardı ardına açıklamalar yapmaları,açılacak ihalede TEKEL’e ne kadar fiyat vereceklerinişimdiden ilan etmeye başlamaları bunun işareti.Hatırlanacağı gibi, geçmiş dönemlerde de TEKELsigara fabrikalarının blok satışı için ihaleler açılmıştı.Bu ihalelere uluslararası tütün tekelleri pek az ilgigösterirlerdi. İhaleye katılma zahmetine girenler deoldukça düşük fiyat teklifleri sunarlardı. Kuşkusuzbunun nedeni TEKEL’i bitirme oyununun devametmesini sağlamak, böylece de daha büyük yağmaimkanlarına, çok düşük bedellerle sahip olmaktı.

Uluslararası tütün tekellerinin şimdi açılacakTEKEL özelleştirme ihalesine olan bu yoğun ilgisi,

bitirme oyununun artık nihayet sonuna gelindiğini,ortaya çıkan yağma imkanlarının büyüklüğünün bu leşkargalarını tatmin edecek düzeye çıktığınıgöstermektedir. Bundan 3 yıl kadar önce, TEKEL çokdaha fazla işletmeye ve pazar payına sahipken ona 1milyar 150 milyon dolar fiyat biçen yağmacışirketlerin şimdi TEKEL hem kurumsal büyüklük hemde elde tuttuğu pazar payı bakımından epeyce birküçülmüşken 1.5 milyar dolar civarında fiyatbiçmeleri bunun ifadesidir. Gene geçmiş yıllardakiihaleye sadece tek firma katılmışken JTI, BAT, KoreanTobacco ve Imperial Tobacco ile kimi uluslararasıfonlar ile “yerli” yatırımcıların yeni ihaleyekatılacaklarını, daha ihale tarihi bile belli değilkenaçıklamış olmaları da, kızışan yağma savaşınınbüyüklüğünü ortaya koymaktadır. TEKEL’in sahipolduğu markalar ile fabrikaların kurulduğu arazilerinde ihaleyi kazananlara devredilecek olması yağmanınönceki yıllara göre çok daha büyük olduğunu zatengöstermektedir.

Son sözü yine TEKEL işçisi söyleyecek!

TEKEL işçisi önceki özelleştirme girişimlerinekarşı gerçekten anlamlı bir mücadele pratiği sergiledi.Son olarak sigara fabrikalarının satılmasına karşıAdana fabrikası eksenli ortaya konulan direniş, sonyıllarda SEKA’dan sonra özelleştirme saldırısına karşıortaya konulan en anlamlı mücadele örneğinioluşturmaktaydı. TEKEL işçisinin mücadelesi bir diziiç zayıflık yaşamaktaydı. Fakat karşısındaki sermayecephesi de kendi açısından iç zayıflıklar yaşamaktaolduğu, iktidar partisi AKP’nin de seçime dönükplanları bulunduğu için mücadele kısmi bir kazanımlasonuçlandı.

Fakat bu kez sermaye TEKEL’i yağmaya açmakonusunda kesinlikle ikircikli değildir. Bir kerebüyüyen yağma pastası sermayenin kararlılığınıarttırmaktadır. Öte yandan özelleştirme yağmasındanelde edilen gelirler sermaye devletinin bütçesindekitemel kalemlerden birini oluşturmaktadır. Buradanelde edilen gelirler, hayata geçirilen büyüközelleştirmeler nedeniyle son 2-3 yıldır epeyce biryükselmişti. Şimdi ise giderek azalmaktadır ve hergeçen dönem daha fazla açık veren devlet bütçesininTEKEL yağmasından elde edilecek parayagereksinimi vardır. Üstelik iktidar partisinin elinikolunu bağlayacak bir seçim gündemi de yoktur.

O halde TEKEL işçisi bu kez özelleştirmesaldırısı karşısında sadece ve sadece kendi gücünegüvenmek ve dayanmak durumundadır. Zaten çokgeçmeden süreç, bunun böyle olduğunu, onlara bütünçıplaklığıyla gösterecektir. TEKEL işçisinin bugünyapması gereken, sermayenin yağmayı meşrulaştırmaplanlarını boşa çıkartmak, bir önceki mücadeledeneyiminin de dersleriyle iç örgütlülüğünügüçlendirmek, sendikayı daha etkin bir biçimdekullanmak için adımlar atmaktır. Kısacası zorlu birmuharebeye hazırlanmaktır. Her şeye rağmen TEKELişçisi güçlü bir direniş odağı yaratmanın imkanlarınasahiptir ve bu imkanlar layıkıyla kullanıldığında,sermaye işinin hiç de kolay olmadığını bir kez dahagörecektir.

Page 8: Sayı: 2007/40 19 Ekim 2007 50 YKr Halklara karşı savaş ...kizilbayrak.org/2007/sikb.07.40/kb 2007 - 40.pdfSavaşa ve saldırganlığa karşı mücadeleyi yükseltelim! Halklara

Kirli savaşa hayır!8 � Kızıl Bayrak Sayı:2007/40 � 19 Ekim 2007

Kirli savaş kampanyası tırmandırılıyor...

Toplumun değerlerini şovenizmpisliğine buluyorlar!

Sermaye düzeni bir kez daha açmazlarını şovenizmitırmandırarak, kafatasçılığı meşrulaştırarak çözmeninhesabı içerisinde. Genelkurmay muhtıralarından buyana, seçim meydanları, meclis kürsüsü vb. her türlüarena bu kirli hesaplar doğrultusunda toplumu terörizeetmenin bir aracına dönüştürülmüş durumda.Geçmişten bu yana tekrarlanıp duran senaryolar bir kezdaha sahnede. Toplum yine “kahramanlar” ve “katiller”ya da “vatanseverler” ve “bölücüler” olarak ikiyebölünmeye çalışılıyor.

Sermaye düzeni cephesinden geliştirilen saldırı çokyönlü yürütülüyor. Bir yandan diplomasi adı verilenkirli savaş ve sömürü pazarlıkları sürdürülürken, diğeryandan şimşek hızıyla tezkere mecliste onaylanıyor.Ancak asıl saldırı bir kez daha toplumun insanlıkbilincini, kardeşlik ve dayanışma duygularını hedefalıyor!

Sermaye düzeninin kirli savaş pazarlıklarını bukadar uluorta yürütmesinin, tezkere tartışmalarındasergilediği kudurganlığın, her türlü muhalif sesi“terörist” etiketi yapıştırarak devlet terörü ile ezmeyeçalışmasının gerisinde, toplumsal bilinci hedef alansaldırının bugün ulaştığı düzey yatıyor. Bundan sonraatılacak adımlar da büyük ölçüde topluma serpiştirilenşoven tohumların tutup tutmayacağına bağlı. Bu yüzdende sermaye düzeni cephesinden eldeki bütün silahlardevreye sokulmuş durumda. Elbette bu çerçevededüzenin belki de en profesyonel ordusu olan burjuvamedya, koluna kapitalist patronları, sözde sanatçıtakımını ve hatta futbolcuları takarak sahneye çıkıyor!

Yazılı basının mürekkebi kan kokuyor!

Resmi ağızlardan 13 askerin öldüğünün açıklanmasıile beraber sermaye düzeninin bütün kurumlarına birmesaj verilmiş oldu: “Saldırıyı şiddetlendiriyoruz!” Zirasaldırı bir dönemdir sürdürülmekteydi. Kürtburjuvazisinin DTP’li milletvekilleri aracılığıylasürdürdüğü düzenle bütünleşme çabalarının karşılıksızkalması, özellikle Kürt hareketinin siyasal temsilcilerinihedef alan bir tarzda yürütülen hukuk terörü busaldırıların birer parçasıydı. Emperyalizmle kurulanilişkiler çerçevesinde yaşanan sıkışmanın yarattığıbasınç ile beraber kirli savaş politikaları ve şovenizmbir kez daha burjuva siyasetin can simidine dönüştü.Böylesi bir atmosferde 13 askerin ölümü medyanınmanşetlerine çıkarıldı.

Asker ölümleri ile ilgili haberler Türkiye’deki şovenatmosferin sermaye düzeni açısından hangi düzeydetutulmak istendiğinin çarpıcı bir göstergesidir. Dahadurgun dönemlerde ölümler iç sayfalarda fotoğrafsızbirer haber olarak yer alır. Şovenizm zehri enjekteedilmeye çalışıldığında, özellikle cenaze törenleriningörüntüleri ve konuyla ilgili haberlere ayrılan yer büyür.Ne zaman ki devlet terörünün uluorta uygulanacağı veher zamankinden daha kapsamlı bir saldırı dizisinindevreye sokulacağı bir dönem gündeme gelse, işte ozaman ölen askerler bir anda tam sayfa haber halinegelir...

Düzenin dördüncü kolu olarak iş gören sermayebasını, emekçi kitlelerin duygu ve düşüncelerinietkilemek, toplumu yönlendirmek misyonunuüstlenmektedir. Satılık köşe yazarları, haber servisleri,

kısacası günlük bir gazetenin hemen her bölümü tekyumruk bu hedefe kilitlenir. En acıklı fotoğraflar seçilir,toplumun damarına basacak sözcükler eşliğinde birmetin kaleme alınır. Satılık kalemler ise farklı vurgularıöne çıkartarak “teröre karşı artık bir şeyler yapılmalı”feryatlarını yükseltir.

Son iki haftadır, emperyalizme karşı sınır ötesioperasyonu destekleyenlerden intikam tugayıkesilenlere, milli tarih kitaplarından vecizelersıralayanlardan ABD’deki Ermeni tasarısınamisillemeyi Irak sınırlarında arayanlara kadar türlüsöylemler satılık kalemler eliyle yükseltilmektedir.Hemen herbiri köşesinin bir yerine “yüce Türkordusunu”, “şanlı-kahraman Türk askerini” iliştirerek,kirli savaşa kalemi elverdiği, dili döndüğünce destekvermektedir.

Ertuğrul Özkök, bu şoven kampanyada da bütünrakiplerini açık ara ile geride bıraktı. Katliamınhaberciliğini yapan Özkök, iğrenç bir üslupla, Kürthalkına “katliama hazırlıklı olun” mesajı vermektengeri durmadı.

“Çok iyi biliyorum ki, biz Türklerin bugün milletolarak çektiği üzüntü, duyduğu infial, onların çekeceğiacıların, yaşayacakları trajedilerin yanında mütevazikalacaktır.

O yüzden Kürtlere tavsiye ediyorum.Biraz tarih okuyun, Amerikan filmi

seyredin.”(Hürriyet, 16 Ekim ’07)Ertuğrul Özkök’ün yüzü burjuva medyanın

bütününe aittir. Biri bir eksik yazar belki, diğeri birfazla... Ancak Özkök’ün kaleminden damlayan kan,yazılı medyanın bugün taşıdığı misyonu özetlemek içinyeterlidir!

Kirli savaşı finanse etme kampanyası

Burjuva medya sermaye düzenine en iyi hizmetisunmak için birbiriyle yarışa girmiş durumdayken,Özkök’ün yaptığı atağın bir benzeri Haber Türk’tengeldi. Büyükanıt’ın desteğini de arkasına alan HaberTürk, “Terörle mücadele kahramanlarına destek” başlığıaltında bir kampanya başlatarak, bir yandan şovenatmosferin genişlemesine ciddi düzeyde katkı sunarken,diğer yandan kirli savaşın finanse edilmesi yönünde biradım atmış oldu.

Ülkücü çetelerle ilişkilerini sağır sultanın dahiduyduğu Fatih Terim’in fotoğrafının yer aldığı bir afişaracılığıyla “milli” duygulara seslenen Haber Türk’ünbaşlattığı kampanya, ilan edildiği ilk gündenbaşlayarak, başta düzen güçleri olmak üzere geniş birçevre tarafından sahiplenildi.

Büyükanıt’ın, kampanyanın ilan edildiği gün canlıyayına bağlanarak takdirlerini sunduğu kampanyayadoğal olarak en büyük destek sermaye çevrelerindengeldi. TÜSİAD 5 milyon YTL, TOBB 5 milyon YTL,TESK 200 bin YTL bağışlarken, daha bir ay öncetekstil işçilerine 0 zam dayatan, sektörün yaşadığı malisorunlardan dem vuran Türkiye Tekstil Sanayiiİşverenleri Sendikası 5 milyon YTL’yi bir çırpıdagözden çıkarırken, işçi düşmanı Telekom da 300 binYTL’lik katkıyı esirgemedi. Doğaldır ki sermayedarlarkaz gelecek yerden tavuk esirgemeyeceklerdi. DoğuşGrubu’ndan Acarlar Holding’e, Özaltın Grubu’ndanNazif Zorlu’ya, Fenerbahçe’den Can Has’a kadar türlüsermaye grupları kampanyayı desteklediklerinimilyonlarca YTL sunarak açıkladılar.

Kampanyaya destek bununla da sınırlı kalmadı.Cem Yılmaz, Seda Sayan, Metin Akpınar gibi kimiisimlerin yanısıra yıllarca Kürt emekçi kimliğini öneçıkartarak ekmek yemiş mafya bozuntusu Tatlıses dekirli savaşa bütçe ayıranlar kervanına katıldı. Ve elbetteYılmaz Erdoğan... Zamanında “bu savaşı durdurun”nidalarıyla “açık mektuplar” yazarak gündeme oturanbarışçıl “Kürt delikanlısı”, kirli savaşı finanse etmeyarışında tescilli faşistlerden ve sermaye patronlarındangeri kalmadı!

Sermaye düzeni, Haber Türk öncülüğü ile bütün birtoplumun dayanışma, birlik ve beraberlik duygularınıkirli savaşa alet ederek sömürürken, burjuvazinin farklıkesimleri bu düşmanlık kampanyasına omuz vermektebirbirleri ile yarışıyorlar. Kimileri kampanyalaramilyarlar saçıyor, kimileri kan damlayan köşelerindenkirli savaşın teorisini üretiyor... Ama her biri adımlarınıkirli savaştan kazançlı çıkacaklarının bilinci ile atıyor.Zira bu sürecin önü kesilmezse, kaybedecek tek kesimsözkonusu şoven kampanyalarla zehirlenmek istenenKürt ve Türk işçi-emekçiler olacaktır.

İşte bu yüzden, sergilenen bu faşist kudurganlığınkarşısına halkların kardeşliği şiarını yükselten birkampanya ile çıkmak tüm devrimci ve ilerici güçlerinertelenemez bir görevidir!

Page 9: Sayı: 2007/40 19 Ekim 2007 50 YKr Halklara karşı savaş ...kizilbayrak.org/2007/sikb.07.40/kb 2007 - 40.pdfSavaşa ve saldırganlığa karşı mücadeleyi yükseltelim! Halklara

Sınıfa karşı sınıf! Kızıl Bayrak � 9Sayı:2007/40 � 19 Ekim 2007

Türk Telekom’da 25 bin işçi greve çıktı...

“Bu işyerinde grev var!”TİS’lerde anlaşma sağlanamaması üzerine 16 Ekim

günü Türkiye’nin dört bir yanında 25 bin 680 Telekomişçisi greve çıktı.

Türk Haber-İş Sendikası, Gayrettepe TelekomMüdürlüğü önünde saat 08.00’de grev kararını asarakgreve başladı.

“Bu işyerinde grev var!/Türk Haber-İş”pankartlarının yeraldığı Genel Müdürlük önünde ilkolarak Haber-İş 1 No’lu Şube Başkanı LeventDokuyucu 200 işçiye seslendi.

Dokuyucu, “Grevimiz devam ediyor, grevimizboyunca telefon, bankalar, post makinaları ve birçokalanda hayat duracak. Onların çalışması demek bizimekmeğimizin küçülmesi demektir. Şu an içeride polisbekliyor, bizse dışarıda, Emniyet Müdürlüğü’nüburada protesto ediyoruz. Biz burada kararlılığımızıgöstermek zorundayız” dedi.

Daha sonra dayanışmaya gelen Türk-İş 1. BölgeTemsilci Faruk Büyükkucak bir konuşma yaptı.Büyükkucak, “Bu grev, Haber-İş Sendikası’nın blöfüolarak görüldü. Buraya grev kararı asıldıktan sonragerçeği gördüler. İstanbul’da işçi sınıfı dostları bugrev bitene kadar sizlerin yanında olacaklar. Bizişverenleri sağduyuya çağırıyoruz. Bu grevimasabaşında bitirelim. Yok ‘zıtlaşmaya gideceğiz’diyorsanız, Telekom işçisinin gücünü de görecekseniz.Telekom işçisi sonuna kadar giderek kazanacaktır”dedi.

Daha sonra Petrol-İş Genel Başkanı MustafaÖztaşkın bir konuşma yaparak şunları söyledi: “Bugrev yalnız Telekom işçisinin grevi değil, tüm işçisınıfının grevidir. Onlar saldırı programlarına heralanda devam ederek özelleştiriyorlar. Telekomgreviyle yalnız buradaki sermayeye değil, uluslararasısermayeye karşı da mücadele etmemiz gerekiyor. Bugrev Türkiye işçi sınıfının. Bu grevin sonuçlanmasıiçin onur grevi olacaktır. Bu grev demokrasigüçlerinin onurudur. Bu grev sonuçlanana kadarelimizden geleni yapacağız. Bu grevi İstanbul’daduyurabilmek için Türk-İş 1. Bölge Temsilci FarukBüyükkucak’la beraber bir koordinasyon merkezikuracağız.”

Son olarak Tek Gıda-İş Genel Sekreteri MecitAmaç bir konuşma yaptı.

Eylem boyunca “Yaşasın sınıf dayanışması!”sloganı coşkuyla atıldı. İçeriye giren grev kırıcılaraişçiler tepki gösterdi.

Kızıl Bayrak/İstanbul

Adana: “Zafer direnen emekçininolacak!”

Sabahın erken saatlerinde 9 işyerine bağlı yaklaşık550 Telekom işçisi grev pankartlarını astıktan sonraslogan ve marşlarla greve başladı.

Telekom çalışanları bağlı bulundukları kurumlardagrev pankartını asmalarının ardından Kızılay Caddesiüzerinde bulunan Telekom İl Müdürlüğü önündetoplanmaya başladılar. Burada halaylar ve sloganlarlatoplanan işçiler yolun bir kısmını araç trafiğinekapattılar. Polisin uyarısı ve sendika yönetiminintalebi üzerine işçiler itirazlarla yolun kenarınaçekildiler. Ancak coşkuları giderek artan Telekomçalışanları, yeniden yolun bir kısmını trafiğekapattılar. Saat 10.30’da Türk Haber-İş Sendikasıadına bir basın açıklaması yapıldı. Açıklamanınöncesinde sendika yöneticileri işçileri çatışmalardaölen 15 asker için saygı duruşunda bulunmaya çağırdı.

Bu sırada “Şehitler ölmez vatan bölünmez!” sloganıatıldı.

Basın açıklamasını okuyan Türk Haber-İşSendikası Adana Şube Başkanı İbrahim Kaya;Telekom çalışanlarının haklı taleplerinin görmezdengelindiğini, bu nedenle sorunun masadaçözülemediğini ve greve çıkılmak zorunda kalındığınıbelirtti.

Türk İş Bölge Temsilcisi Hüseyin Kaya Elbek,Telekom işçilerinin yanında olduklarını vurguladı. Sonolarak greve destek vermeye gelen KESK’e bağlısendikaların yöneticileri adına KESK MYK üyesiAbdurrahman Daşdelen söz alarak grevidesteklediklerini ve işçilerin yanında olacaklarınıbelirtti.

Kızıl Bayrak/Adana

Türkiye genelinde Telekomgrevi..

İstanbul-Anadolu Yakası:Gayrettepe’de bulunan Telekom Müdürlüğü’nün

yanısıra diğer müdürlüklerde de “Bu işyerinde grevvar!” pankartı asılarak grev nöbetine başlandı.Anadolu Yakası’nda da Kadıköy, Acıbadem, Üsküdar,Altunizade ve birçok ilçede grev başladı. Telekomişçileri, 26 bin Haber-İş üyesinin aileleriyle birlikte120-130 bin kişilik bir güç olduğunu söylüyorlar.

Antalya:Antalya il genelinin yanısıra, şubeye bağlı Burdur

ve Isparta’daki bin 200 işçinin yüzde 90’ı grevekatıldı. Isparta Türk Telekom’a bağlı işyerlerinde de318 işçi davullu zurnalı eylemle greve başladı.

İzmir:İzmir’de Türk Telekom işçileri, iş bırakarak,

çalıştıkları binaların girişine ‘’Bu iş yerinde grevvardır!’’ yazılı pankartı astılar.

Türk Haber-İş Sendikası İzmir Şube BaşkanıKemal İlçioğlu, ‘’İzmir’de şirket bünyesinde bin 350’si

sendikalı bin 700 kişi var. Sendikasız arkadaşlarımızınbir kısmı da greve destek veriyor. Uzlaşmacı tarafbiziz. Halkımızın mağdur olmasını istemiyoruz, ancakonlardan da sağduyu bekliyoruz’’ dedi.

Bursa:Haber-İş Bursa Şubesi’ne bağlı 765 Telekom işçisi

greve çıktı. Gençosman’daki Telekom binasına grevyazısını asan işçiler adına açıklama yapan Türk-İş 8.Bölge temsilcisi Mehmet Kanca, Gemlik, Orhangazive İnegöl’de fiber optik kablolarının kesilmesininişçilerle bir ilgisinin olmadığını belirterek, işvereninişçilerin taleplerini dikkate alması gerektiğini söyledi.

Tokat:Tokat’ta sendika üyeleri, işyerlerine giderek

binaların girişlerine “Bu iş yerinde grev var!” yazılıpankartı astılar. Üzerlerinde “Grev Gözcüsü’’ yazılıönlükleri giyen sendika üyeleri de grev nöbetinebaşladı.

Türk Haber-İş Sendikası Bölge Temsilcisi Halil Al,Türk Telekom Tokat Gaziosmanpaşa Müdürlüğübinası önünde yaptığı açıklamada, ‘“Tokat’ta greve272 sendika üyemiz katılıyor. Anlaşma oluncaya kadarmesai saatleri içerisinde grevimiz devam edecek. Türkişçisi küresel sermayenin esiri olmayacak’’ dedi.

Sakarya:Türk Haber-İş Sendikası Sakarya Şube Başkanı

Cavit Tokpınar, Türk Telekom yetkilileriyle yapılantoplu görüşmelerde gelinen noktanın ‘’sözün bittiği veeylemin başladığı yer’’ olduğunu söyledi.

Hatay:Türkiye Haber-İş Sendikası Hatay Bölge

Temsilcisi Talip Aybek, “Çalışanlar arasındaki ücretadaletsizliğinin giderilerek dengenin oluşturulabilmesiiçin yüzde 18 zam istiyoruz” dedi. Konuşmalarınardından işçiler, İl Telekom Müdürlüğü önünde halayçekerek slogan attılar.

Page 10: Sayı: 2007/40 19 Ekim 2007 50 YKr Halklara karşı savaş ...kizilbayrak.org/2007/sikb.07.40/kb 2007 - 40.pdfSavaşa ve saldırganlığa karşı mücadeleyi yükseltelim! Halklara

Telekom işçileriyle sınıf dayanışmasını yükseltelim!10 � Kızıl Bayrak Sayı:2007/40 � 19 Ekim 2007

Telekom işçileriyle grev süreci üzerine konuştuk...

“Grevimize destek bekliyoruz!”- Grev sürecine nasıl gelindi? Talepleriniz

hakkında bilgi verir misiniz?Hüseyin Kepçe (Haber-İş Sendikası Acıbadem

İşyeri Baştemsilcisi): Bizim amacımız normal şartlaraltında greve çıkmak değildi. Eşit şartlar altındaçalışmak, aynı işi yapan ve aynı statüde olan kapsamiçi ve kapsam dışı personel arasındaki ücretdengesizliğinin giderilmesiydi. Fakat işveren bu talebebir türlü yanaşmak istemedi. Bunu dışında önemlimaddelerimizden birisi de kapsam alanı, esnekçalışma dayatması. Bunu kabul etmemiz mümkündeğildi. Bir de ikramiyelerimizin kesilme durumuvardı. 112 günlük ikramiyelerimiz 52 güne indirilmekisteniyordu. Biz de sendika olarak 120 gün ikramiyetalep ettik. Grev bizim için en son kullanılacakyöntemdi. Bugün de bu şekilde devam ediyoruz.

Bu işyeri bizim. İşyerimize de, ekmeğimize desahip çıkıyoruz. Bundan ödün vermiyoruz. Çünkü bizkazandırıyoruz. Kazandırdığımızdan da payımızıalmak istiyoruz. Biz yüzdelik olarak işverenden zamda talep etmedik.

Tüm kamuoyundan, tüm sendikalardan, emekörgütlerinden destek bekliyoruz.

Asiye Arslan (Haber-İş Sendikası AcıbademTelekom Müdürlüğü İşyeri Temsilcisi): Biz tabii kiböyle olmasından yana değildik. Çünkü ben 20 yıldırbu kuruma emek verdim. Biz sadece insan gibiyaşamak adına buradayız. Geleceğimiz adına, TürkTelekom adına, Türkiye adına buradayız ve herkesinbuna saygı duymasını istiyoruz. Bizim kimseninekmeğinde gözümüz yok. İstediğimiz şeyler belli.Genel Başkanımız da bu konuda açıklama yapmıştır.Mücadelemiz taleplerimiz karşılanıncaya kadar devamedecek. Taleplerimiz bizlere verilen 112 günlükikramiye hakkımızın 120 güne çıkarılmasıdır. İşkapsamının düzeltilmesini, hafta sonu çalışmasaatlerinin ayarlanmasını ve aynı işi yapan çalışanlararasındaki ücret dengesizliğinin ortadan kaldırılmasınıistiyoruz. Biz kapsam içi veya dışı personel ayrımıyapmıyoruz. Bu süreçte sendikamızın yanındayız vetüm emek örgütlerinin grevimize destek vermesiniistiyoruz.

Ercan Uğuzhan (Türk Haber-İş SendikasıEdirne Şube Başkanı): Uzun süren görüşmelersonucunda bu kararı aldık. Anlaşmakta zorlandığımızve bizi greve yönelten asıl husus ücretlerdekidengesizliktir. Sendika üyesi olmayan çalışanlarınkapsam dışı olarak gösterilmesi ve kapsam dışılıkdurumunun işveren tarafından geliştirilmeyeçalışılması üzerine greve çıktık. Kapsam dışılıkdurumu sendikamız adına üye kaybına neden olacaktı.Biz sendika olarak masa başında anlaşmaktanyanaydık fakat işveren bu grevi kendisi dayattı. Biz debu kararlı mücadelemizden dönmeyeceğiz.

- Grevinizin ilk günü nasıl geçti?Telekom işçisi (Ankara): Sabah pankartlarımızı

astık, basın açıklamamızı yaptık ve greve başladık.Gelip geçerken insanlar bakıyorlar. Selam verenler,destek verenler var.

- Sektörünüz kilit bir sektör. Bu nedenle grevikararlılıkla sürdürürseniz kazanımla sonuçlanabilir.Bu konuda ne düşünüyorsunuz?

Telekom işçisi (Ankara): Durum ortada.Ankara’da yaklaşık günlük 2000 arıza ihbarı yapılıyor.Bazen şebekeden, bazen kullanıcıdan kaynaklı oluyorarızalar. Biz elbette vatandaşın işinin görülmesi içinhizmet vermeyi isteriz. Fakat kısa sürede görülecektirki, bizsiz bu iş olmaz. Onun için de şartlarımızın kabul

edilmesi lazım.- Ortaya koyduğunuz kararlılık ve eylem son

derece anlamlı. Bütün bir topluma bir kez dahaemeğin değerini göstereceksiniz...

Telekom işçisi (Ankara): Biz emeğimizin hakkınıarıyoruz. Yoksa içeride oturmasını da bilirdik.İnsanların iletişim olanakları sınırlanıyor. Ama buradaemeğimizin kavgasını veriyoruz. Bu önemli. Emeğinmücadelesinin olduğu yerde sorun olmaz. Bir yerdeemeğin ve ekmeğin hakkı savunuluyorsa oradan zarargelmez.

- Taleplerinizi kazanmak için neler yapacaksınız?Gayrettepe Telekom’da çalışan 1. işçi:

Taleplerimizi basın aracılığıyla duyuruyoruz. Bizlerinsanca yaşamak için mücadele ediyoruz. Meseleyisadece ücret sorunu olarak görmüyoruz. Ücret gaspıdışında, sosyal haklarımızı ve sendikamızı tasfiyeetmeye çalışıyorlar. Taleplerimiz kabul edilene kadarmücadeleye devam edeceğiz.

Gayrettepe Telekom’da çalışan 2. işçi: İşverenörgütlülüğümüzü dağıtmaya çalışıyor. Esnek çalışmadayatıyor. Zam olarak bizlere %4 gibi komik birrakam öneriyor. Biz önerilen bu zamla borçlu durumadüşüyoruz. Bununla da yetinmeyen patronikramiyelerle birlikte tüm sosyal haklarımızıtırpanlamaya çalışıyor.

Bizler %19 zam istiyoruz. Biz bu saldırılara karşıkazanana kadar mücadele edeceğiz. Sendikamızın 27bin üyesi var. Günde bir arıza gelse 27 bin arıza yapar.Bizler grevdeyken onlar susacaklar. Biz taşın altınaelimizi koyduk. Bu işin dönüşü yok.

Gayrettepe Telekom’da çalışan 3. işçi: Esnekçalışma dayatılıyor, işçilerin kimisi kapsam dışıtutuluyor. Patron işçileri sendikasızlaştırmaya vekazanılmış haklarımızı elimizden almaya çalışıyor. 7senedir zam alamıyoruz. Biz %59 zam değil %19 zam

istiyoruz. Ücretlerimizi asgari ücret üzerindengöstererek kamuoyunu %59 zam istiyorlar diyeyanıltmaya çalışıyorlar.

Bizler hakkımızı istiyoruz. İnsan gibi yaşamakistiyoruz. Aybaşı geldiğinde borçlu olmak istemiyoruz.İşveren %4 zam öneriyor, işveren bu zamla bizeköleliği öneriyor aslında. Bizler bu grevin kazanımlasonuçlanması için çabalayacağız. Türkiye duracakzaten. Greve gitmek istemesek de, bu durumdakazanana kadar devam edeceğiz.

Gayrettepe Telekom’da çalışan 4. işçi:Taleplerimiz, ekonomik ve demokratik taleplerdir.İşyerlerinde baskıların kaldırılmasını ve daha iyi birortamda çalışmayı istiyoruz. Bununla beraberülkemizde de baskıların kalkması için greve gidiyoruz.

Sermayenin saldırıları hayatımızı zora sokuyor.Haklarımızı alana kadar devam edeceğiz. Demokratikkurumların ve işçi arkadaşlarımızın yanımızdaolmasını istiyoruz.

Gayrettepe Telekom’da çalışan 5. işçi: İşyerindeilk önce negatif ayrımcılığın kalkması gerekiyor.İşçiler arasında aynı işi yapan personel birbirindenfarklı ücretler alıyor. Patron, böl-parçala-yönetpolitikası uygulayarak işçileri bölmeye çalışıyor.Bizim greve gitmemizin ilk nedeni ücret sorunudeğildir. Kişisel haklarımıza saldırılar yapılıyor.Patron saldırılarla yıldırmaya çalışarak işçileriniradesini teslim alma politikasını uyguluyor.

Grev kazanımla sonuçlanana kadar buradabeklemeye devam edeceğiz. İşverenin sendikamızlauzlaşmasını bekleyeceğiz. Şimdiye kadar uzlaşmaiçinde olduk. Bundan sonra işçilerin dediği olacak. Bizyılmayacağız. Kimsenin yılmasına da izinvermeyeceğiz. İsterlerse tüm polisleri buraya yığsınlar.Telekom işçisi kazanana kadar tüm işçilerin grevimizedestek vermesini istiyoruz.

Bizim greve gitmemizin ilk nedeni ücret sorunu değildir. Kişisel haklarımızasaldırılar yapılıyor. Patron saldırılarla yıldırmaya çalışarak işçilerin iradesiniteslim alma politikasını uyguluyor.

Grev kazanımla sonuçlanana kadar burada beklemeye devam edeceğiz.Bundan sonra işçilerin dediği olacak. Biz yılmayacağız. Kimsenin yılmasına daizin vermeyeceğiz. İsterlerse tüm polisleri buraya yığsınlar. Telekom işçisikazanana kadar tüm işçilerin grevimize destek vermesini istiyoruz.

Page 11: Sayı: 2007/40 19 Ekim 2007 50 YKr Halklara karşı savaş ...kizilbayrak.org/2007/sikb.07.40/kb 2007 - 40.pdfSavaşa ve saldırganlığa karşı mücadeleyi yükseltelim! Halklara

Sınıfa karşı sınıf! Kızıl Bayrak � 11Sayı:2007/40 � 19 Ekim 2007

“Telekom işçisi yalnız değildir!”

İstanbul’da coşkulu ve kitleseleylem

17 Ekim günü T. Haber-İş Sendikası’nda örgütlüTelekom işçilerinin grevine kitle örgütlerinden vesendikalardan destek geldi.

Sabah saatlerinde Gayrettepe Telekom Müdürlüğüönünde yapılan eylem kitlesel ve coşkulu geçti.Eyleme birçok sendika yöneticisi ve üyesi katıldı.

Öğleden sonra ise sınıf dayanışması AcıbademTürk Telekom İl Müdürlüğü önündeydi. Yol-İş 1No’lu Şube, Tez Koop-İş 1 No’lu Şube, Harb-İşSendikası, Tek Gıda-İş, Deri-İş Genel Merkezi,Tümtis, Petrol-İş’in destek verdiği eyleme Tekelişçileri de katıldılar. DİSK’e bağlı sendikalar içindeGenel-İş Sendikası 3 No’lu Bölge ve bağlı şubelerinyönetici ve temsilcileri de Acıbadem’deki eylemdeyerlerini aldılar.

Haber-İş temsilcilerinin süreç hakkındabilgilendirme yaptığı eylemde, Türk-İş 1. BölgeTemsilcisi Faruk Büyükkucak yaptığı konuşmadaTelekom işçilerinin grevini selamladı. Telekompatronunun grevin başlamasının ardından ileri sürdüğü“sabotaj” iddialarını yanıtladı. Ortaya atılan iddialarındoğru olmadığını söyleyerek grev sürecinde Telekomişçisinin maddi ve manevi hiçbir sorunyaşamayacağını belirtti.

Eylemde söz alan Deri-İş Genel Başkanı MusaServi, Telekom grevinin Türkiye işçi sınıfının grevi

olduğunu, grev sürecine sadece sözle değil pratikolarak da destek verilmesi gerektiğini vurguladı. Servi,Hava-İş’in toplu sözleşme sürecindeki kararlıtutumunu Telekom işçisinin gösterdiğini vegöstermeye de devam edeceğini ifade etti. Grevinbayram havasında geçmesini temenni etti.

Haber-İş 1 No’lu Şube Başkanı Levent Dokuyucuise şimdiye kadar birçok alanda sorunlar yaşandığınıifade etti. Telekomünikasyon hizmetlerindenyararlanan Telekom işçilerinin arıza ihbarları verereksistemi kilitlemesi çağrısı yaptı.

Telekom işçileri “Satılık basın istemiyoruz!”sloganı ile de burjuva medyanın patron yanlısı tavrınıprotesto ettiler.

Yapılan konuşmalarda Haber-İş Sendikası veTelekom patronu arasındaki görüşmelerin devam ettiğisöylendi. Eylem boyunca “Türk-İş elele, genelgreve!”, “Türk-İş nerede biz oradayız!” sloganlarıatıldı.

Kızıl Bayrak/İstanbul

Genel-İş’ten Telekom’a destekDİSK’e bağlı Genel-İş Sendikası Anadolu Yakası 3

No’lu Bölge Başkanı Veysel Demir, 17 Ekim günüGenel-İş Anadolu Yakası 3 No’lu Bölge ve bağlışubeler adına yaptığı yazılı açıklama ile Telekomişçilerinin grevini selamladı. Veysel Demir şunlarısöyledi:

“Bu grev yalnız Telekom işçisinin grevi değil, tüm

işçi sınıfının grevidir. Uluslararası sermaye ve yerliişbirlikçileri programlarına her alanda devam edereközelleştirmektedir. Telekom greviyle yalnız buradakisermayeye değil, uluslararası sermayeye karşı damücadele etmemiz gerekmektedir... Türk Telekomemekçisinin haklı ve gurur veren bu şanlı grevini kendidavamız olarak kabul ediyor ve sonuna kadardestekliyoruz.”

Veysel Demir, Türk Telekom Acıbadem İlMüdürlüğü önünde gazetemize yaptığı açıklamada da,Genel-İş Anadolu Yakası 3 No’lu Bölge olarakTelekom işçilerinin onurlu mücadelesine üyeleriyleberaber destek vereceklerini söyledi.

Eskişehir Telekom’da basıntoplantısı

16 Ekim günü Eskişehir’de Türk Haber-İştarafından bir basın toplantısı gerçekleştirildi.Açıklamada Türk Telekom’un ilk sayısal santraller, ilkhaberleşme uydusunun fırlatılması, yedi hanelinumaraya geçiş, bakır devrelerden fiber optik kabloyageçiş gibi ilklerin yaşandığı sektörde ilk defa greveçıkıldığı vurgulandı. İşverenin aynı kıdeme ve ünvanasahip işçilere değişik oranlarda ücret dayatmasıkarşısında Türk Telekom işçisinin en son ve en etkilisilahını kullanarak greve çıktığı belirtildi.

Tersane işçileri Telekom greviniselamladılar!

Tersaneler cehenneminde iş cinayetlerine maruzkalan, her türlü güvenceden yoksun çalışan tersaneişçilerinin örgütlülüğü TİB-DER yaptığı yazılıaçıklama ile Telekom işçilerinin grevini selamladı.TİB-DER, işçi ve emekçileri Telekom grevine sahipçıkmaya ve dayanışma içinde olmaya çağırdı.

OSİM-DER: “Telekom işçisiyalnız değildir!”

Greve çıkan Telekom işçileriyle dayanışmakamacıyla yazılı bir açıklama yapan OSİM-DER,sermaye devletinin kölelik ve sefalet dayatmalarınakarşı taleplerinden geri atmayan ve greve çıkanişçilerin mücadelesini sahiplendi, dayanışma çağrısıyaptı.

Telekom grevini kırmaya yönelik provokatifsaldırılar grevin başladığı ilk andan bu yanadevam ediyor. Grev başlamadan önce sermayemedyası tarafından greve karşı bir kamuoyuyaratılmaya çalışılmıştı. Sürekli olarak burjuvamedyada yer alan ‘grev hayatımızı olumsuzetkileyecek’ propagandaları, ‘sabotaj’ haberleriile birlikte, halkın grevdeki işçilere ve sendikayatepki duyması sağlanmaya çalışılıyor.

Burjuva medya tarafından ortaya atılaniddialara göre, grev başlamadan 4 saat önceEdirne, Bursa, İstanbul, İzmir ve Ankara’yainternet bağlantısını ve data dağıtımını sağlayanfiber optik kablolar kesildi. Bunun sonucu olarak

Emniyet Müdürlüğü ile Gümrük kapılarınınhaberleşme işlemleri aksadı. Medya ve bankacılıkişlemleri durdu. ATM’ler çalışamaz hale geldi. Vebütün bunların anlamı açıktı: “Bu grevyaşamımızı felç edecek!”ti. Burjuva medyayagöre bütün Türkiye büyük tehlikelerle karşıkarşıyaydı.

Bu tür provakatif açıklamalarla greve çıkanTelekom işçileri toplumsal destekten yoksunbırakılmak isteniyor. İşçi sınıfının üretimdengelen gücünü kullanarak haklarına sahip çıkmasıengellenmeye, en etkili silahı olan grev hakkıhedef gösterilerek işçiler yalnızlaştırılmaya,mücadele zayıflatılmaya çalışılıyor.

Burjuvazinin grev korkusu!

Page 12: Sayı: 2007/40 19 Ekim 2007 50 YKr Halklara karşı savaş ...kizilbayrak.org/2007/sikb.07.40/kb 2007 - 40.pdfSavaşa ve saldırganlığa karşı mücadeleyi yükseltelim! Halklara

Sınıfa karşı sınıf!12 � Kızıl Bayrak Sayı:2007/40 � 19 Ekim 2007

İslamın çocukları emekçilere karşı:“Türk” Telekom grevi

Yüksel Akkaya

THY’deki toplu pazarlık sürecinde İslami cenahınkeskin demokrat gazeteleri olan Zaman ve Yeni Şafaküzerinden bir değerlendirme yapmış ve cüretkar birkavram ileri sürmüştük: “İslami faşizm”. Kuşkusuz,bu kavramı uydurmak için sadece bu olaya, olguyabakmamıştık. O yazıda değinmediğimiz başka verileride değerlendirmiştik. Ki, bunlardan biri bizim doktoraöğrenciliğimiz sırasında hazırlamış olduğumuz“İslamda İşçi-İşveren İlişkileri” konulu sunuştur.Kuran-ı Kerim’den İslami cenahın mümtaz adamıHayrettin Karaman ve Cemalettin Kaplan’ın (evet,Almanya’daki hızlı İslamcı Metin Kaplan’ın babası)mesele ile ilgili yazdıklarına bakmıştık. Şimdi “Türk”Telekom grevi üzerinden baktığımızda gözdenkaçırdığımız bir şeyin olduğunu farkettik. Biz islamın,liberal solcularımız ile liberal olmayan aymazsolcularımızın mücadelelerini pek haklı bulduklarıİslamcıların ne yaman emek düşmanı olduklarınısadece yazan, çizen kesimi üzerinden tartışmıştık.Eksik iş yapmışız. Bir de, bugün AKP’ye oy verenyüzde 47’lik “halk” üzerinden tartışmak lazımmış. Buda bizim ayıbımız, gözden kaçırmışız işte! Özürdileriz.

İslamın yazar-çizerleri epeyce yol aldıklarını bize“22 Temmuz Seçim Zaferi” ile göstermişlerdi. Liberalsolcuların önce sevinçle, sonra bazı uygulamalar ve“yapmamalar” üzerinden mızmızlandıkları seçimsonrası sürecin bizce en önemli turnusol kağıdıislamın çocuklarının emekçiler karşısındakitutumudur. Hürriyet ve türevi gazeteler ile islamınçocuklarının gazeteleri olan Yeni Şafak, Zaman veBugün üzerinden karşılaştırmalı olarak bakıldığındadurum daha çarpıcı olarak ortaya çıkıyor. İslamınçocuklarının hak ve hakkaniyet adına Hürriyet vetürevi gazetelerden daha çok “Türk” Telekom grevinisahiplenmeleri beklenirdi. Oysa gerçek tam tersiolmuştur. İslamın çocukları hak ve hakkaniyeti“unutarak” sermayenin en kadar has çocuklarıolduklarını bize göstermiş bulunmaktadır.

İslamın okumuş-yazmış çocukları habercilikaçısından Hürriyet ve türevi gazetelerden daha geride

yayın ve emek düşmanı açık tavırlarını gazetelerinehaber olarak yansıtırken, bu gazetelerin okuyucularıolan mümtaz İslamcılar, faşist yönlerini açıkça ortayakoyarak, gazetelerinin haberlerine uygun yorumlardabulunarak İslami faşizmin ulaştığı aşamayı bizegöstermektedirler. Ulaşılan aşamayı göstermek için bugazetelerin haberlerine yazılan yorumların bir kısmınagöz atmak gerekiyor.

Önce haber: “Telekom yetkililerinin dün basıntoplantısında gösterdiği fotoğraflar hakkında daaçıklama yapan Dokuyucu, olayın sabotaj olmadığınıöne sürdü. Dokuyucu, basın toplantısında gösterilenfotoğrafların eğitim seminerlerinde gösterilenfotoğraflar olduğunu savundu. Grev kararlarındaısrarlı olduklarını ve isteklerinin yerine getirilmemesidurumunda her yola başvuracaklarını söyleyenDokuyucu, ‘Grev kararı içinde şiddet dahil her yolabaşvururuz’ şeklinde konuştu. Dokuyucu’nunkonuşması eyleme katılan Telekom çalışanlarıtarafından sık sık sloganlarla kesildi. Emniyetinbölgede geniş güvenlik önlemleri aldığı gözlenirken,Telekom çalışanları eylemin ardından AcıbademTelekom Müdürlüğü önünde yapılacak eylemekatılmak için bölgeden olaysız bir şekilde dağıldı.”

Haber-İş Sendikası 1. Nolu Şube Başkanı LeventDokuyucu’nun bu açıklamasına Zaman gazetesininokuyucularının yorumları şöyle:

“bence hukuki olarak gereği yapılmalı buaçıklama karşısında..”

“Telekom’da çalışanların iyi ücret aldıklarınıbiliyoruz. Çocuklarımız üniversite mezunu olduklarıhalde ayda 450 YTL’ye çalışmaya razı oldukları haldeiş bulamıyorlar. Hiç kimsenin memlekete zararvermeye hakkı yoktur.”

“Şiddet hiçbir hakkın kazanılmasının meşru yoludeğildir. Grev gibi demokratik bir hakkı şiddetlekirletmek doğru değil. Kesinlikle başkan hakkındakanuni işlem başlatılmalı”

“Şiddet mi? Bir de oturdular mı vatanıkurtarmaya kalkarlar. Kim kurtara kim sata.”

“Meydan okuma düşük ücret alanların yapacağı

iş değildir. İstenen yüksek ücret eğer verilirse millettentahsil edilerek verilecektir. Tabii ki bu kurumdaçalışanlar da herkes gibi, örneğin devlet memurlarınınaldığı oranda zam almalıdır. Ama daha fazla istemekhaksızlık olur. Milletin hakkını gasp olurkanaatindeyim.”

“Telekomun maaşları bu kadar yüksekken vereferandum ve Irak krizi öncesi Türkiye’yi zorasokacak bir kurumun bu kararı alması ve tehdittebulunması kimlerin işine yarar? Bu olay göründüğügibi basit bir grev değil derinlemesine incelenmelibence. Yazık böyle kritik bir zamanda bu grevekatılanlara. Bir de 825 milyon net maaş şoförün yadiğerleri, onları da açıklasınlar kaç kişi 1500 üzerikaç kişi 2000 üzeri açıklasınlar.”

Zaman’ın “mağdur” ve “demokrasi” tutkunuokuyucuları böyle düşünmektedir. Peki, pek büyükİslam “alimi” Fethullah “efendi”nin ikinci gazetesi“Greve Sabotaj” gibi yönlendirici haber başlıkları ileçıkan Bugün’ün okuyucuları ne diyor acaba bu grevhakkında? Bir de ona bakalım.

“grev çözüm değil...” (İnternet üzerindenbaktığımız andaki tek yorum bu idi)

İslamın çocuklarının gazeteleri Yeni Şafak, Zamanve Bugün grev haberlerini emekçiler aleyhinehazırlarken, “halkı” oluşturan yüzde 47’lik cenahadına yorum yazanlar emekçilere kinlerinikusmaktadırlar adeta. Öyle anlaşılıyor ki, İran’daHumeyni rejimi ile birlikte, asılan pek çok işçininkaderini, Humeynivari bir rejimi pekiştirdikleri andaYeni Şafak, Zaman ve Bugün’ün çocukları dayapacaklardır. Çünkü, maya aynı maya, kaynak aynıkaynaktır.

Bizden liberal solculara, aymaz solcularahatırlatması… Şimdilik bunları inandırıcı bulmazlarsa,önerimiz İran’da 1980 öncesi iki yılda asılarak,işkence edilerek öldürülmüş binlerce emekçininmezarları başında birer saniye durarak “fatiha”okumaları. Tabii, gece-gündüz demeden ve hiç aravermeden, bakalım, yorgunlukları bu utancı taşıyacakkadar dirençli olacak mı?

Küçükçekmece İşçi Platformu olarak, bugün ikincigününe giren Telekom işçilerinin greviyle dayanışmakamacıyla Avcılar Telekom işletmesine bir ziyaretgerçekleştirdik. Telekom işçileriyle örgütlülük ve sendikalmücadele üzerine sohbet ettik.

“Bu işyerinde grev var!” yazılı pankartın asılı olduğuAvcılar Telekom işletmesindeki greve emekçilerin de destekverdiğini gözlemledik. Telekom Avcılar işletmesibaştemsilcisi ziyaretimiz sırasında yaptığı konuşmada,“Uzun yıllardır ülkemizde grev yaşanmıyor, biz bugrevimizle bir öncülük yaptık, grev eylemimiz üzerindensınıfın birlik ve beraberlik içinde olmasını istiyoruz” dedi.

Küçükçekmece İşçi Platformu olarak, Telekom işçilerininhaklı mücadelesinin yanında olduğumuzu, bugün Telekomgreviyle dayanışmanın sınıf hareketi için acil ve yakıcı birihtiyaç olduğunu dile getirdik ve Telekom işçisinin greviningrevimiz olduğunu belirterek grev yerinden ayrıldık.

Küçükçekmece İşçi Platformu

Ankara’dan sınıf devrimcileriolarak greve çıkan Telekom işçilerineziyaretler gerçekleştirdik. İlk olarakAhmetler’de bulunan Telekom’a grevpankartı asan işçilerle görüştük. Grevgözcüleri ile sohbet ettik. Daha sonraAbidinpaşa Postanesi’nde greve çıkanişçileri ziyaret ettik. Her iki grevyerinde de işçilerde coşku vekararlılık gözleniyordu.

Abidinpaşa’daki işçiler, grevinsadece ücret ya da ekonomik sorunlarüzerinden gerçekleşmediğini, asılnedeninin örgütlülüğe yönelik saldırılarolduğunu ifade ettiler. “İşverenörgütlülüğümüzü ortadan kaldırmak istiyor.Yaptığımız grev aynı zamandaörgütlülüğümüzü savunmak anlamına

geliyor” dediler. İşçilere, İşçiden İşçiye Ankara Bülteni’ni

ulaştırdık. Çeşitli konular üzerinden sohbetlergerçekleştirdik. Önümüzdeki günlerde greveçıkan işçilerle dayanışmaya devam edeceğiz.

BDSP Ankara

Küçükçekmece İşçi PlatformuTelekom işçilerini ziyaret etti...

Telekom işçilerine ziyaret

Page 13: Sayı: 2007/40 19 Ekim 2007 50 YKr Halklara karşı savaş ...kizilbayrak.org/2007/sikb.07.40/kb 2007 - 40.pdfSavaşa ve saldırganlığa karşı mücadeleyi yükseltelim! Halklara

Tersaneler cehennem, işçiler köle kalmayacak! Kızıl Bayrak � 13Sayı:2007/40 � 19 Ekim 2007

Tersane İşçileri Birliği Derneği Başkanı Zeynel Nihadioğlu ile konuştuk…

“Herkesi tersane işçileriyledayanışmaya çağırıyoruz!”

- Tersaneler yoğun sömürününve ağır çalışma koşullarının olduğubir alan. Çalışma koşullarındanbiraz bahseder misiniz?

Zeynel Nihadioğlu: Peşpeşeölümlerin yaşandığı, sigortasızçalışmanın ve ücret gasplarınınyaygın olduğu, en “muteber”tersanelerin dahi kaçak işçiçalıştırdığı ve sosyal yaşamalanlarının sağlığı tehdit ettiği tambir sömürü cehennemi. Bu dönem13 günde 5 işçinin ölümündendolayı iş cinayetleri ön plana çıkmışdurumda. Tersane kapısından girergirmez ölüm riski başlıyor. Gemiyeçıktığınızda tırmandığınızmerdivenden tutun da çalıştığınızmakine dairesine, davlumbota,ambarlara kadar tam bir ölümlabirenti... Birbirlerine dolanmışonlarca elektrik kablosu,tepemizden vızır vızır vinçlerlegeçen ağır yükler, dibdibeçalışmanın getirdiği tehlikeler,tüplerle ilgili yeterli önlemlerinalınmayışı... Sonuç olarak 15 yıliçerisinde 68 ölü. Ve bu ölümlerdensorumlu olan tersane patronları,taşeronlar ve patronların derneği GİSBİR bugünekadar iş güvenliği ve iş sağlığı tedbirlerinin alınmasıiçin bir tek adım dahi atmadı. Bugün tersanelerineredeyse mezarlığa çevirmiş durumdalar.

- Tersane İşçilerinin örgütlülük düzeyi nedir?Tersane işçilerinin güçlü bir mücadele tarihi var

aslında. Ancak o dönemin sınıf hareketine bağlı olarakgelişen bir süreç. Camialtı, Haliç ve İstinye bölgesindetersane işçilerinin birleşik, kitlesel ve militandirenişleri var. Sermaye güçlerinin o görkemli direnişevahşi bir saldırısı da var. Ancak sonraki dönemlerdesınıf hareketindeki durgunluk tersane işçilerine deyansımış durumda. Tabii bir diğer sorun havzadabulunan ve sayısı 2 bine varan taşeron şirketler.Taşeron şirketler, sınıfı bölmede, parçalamada, aynısorunları yaşayan işçileri birbirinden yalıtarakyabancılaştırmada bir diğer etken. Birçok taşerondaücret gaspı yaşanıyor. Yer yer Tersane İşçileri Birliğiöncülüğünde direnişler de gerçekleşiyor. Ancak buaşamada bu direnişler birleşik bir karakter taşımıyor.Ya da bir taşeronda yaşanan bir sorun karşısında diğertaşeron işçilerinden bir tepki gelişemeyebiliyor.Sorunun ortaklığı, dolayısıyla çözümün de ortakolması bilinci yeterince güçlü değil. Ancak yine de ikiyıllık süreç içerisinde tersane işçileri hak almamücadelesinde önemli mesafeler katetti. Bunda birmücadele mevzisi olarak Tersane İşçileri Birliği’ninönemli payı var.

1. Tersane İşçileri Kurultayı’nın öncesi vesonrası süreçte dönemsel kampanyalarla hak aramamücadelesinin yeşermesi ve yerleşmesi planındaönemli mesafeler katettik. Bu sonuç, sabırlı, solukluve güven veren bir çalışmanın yanısıra, havzayadönük politik bakışımızın pratikteki doğrulanmasıdır.

Bugün önemli bir aşamaya gelen mücadelemiz,havzada zayıf olan mücadeleye kuvvetli bir itilimsağlamaktadır.

- Bundan sonraki aşamada örgütlenme sorunukarşısında Tersane İşçileri Birliği ne gibi mücadeleyol ve yöntemleri belirledi?

Tersane İşçileri Birliği havzada önemli birmücadele deneyimi ve birikimi yarattı. Şimdi budeneyim ve birikimi tartışarak ileriye yönelik birtakım sonuçlar çıkarmak durumundayız. Havzadasınıfın örgütlenme ve mücadele birliğini daha güçlübir zeminde, hangi yol, yöntem, araç ve politikalarlasağlayabileceğimizi belirlemeye ihtiyacımız var.Dolayısıyla bu çabalar, bizim için yeni bir döneminbaşladığının da ifadesidir aynı zamanda. 1. Tersaneİşçileri Kurultayı’ndan bugüne birbuçuk yıl geçti. Buzaman dilimi içerisinde bir dizi kampanya, eylem veetkinlik gerçekleştirdik. Havzadaki örgütlülük belli biraşamaya da geldi. Ancak örgütlenmenin vemücadelenin sorunları tüm ağırlığı ile orta yerdeduruyor. Bu aşamada 2. Tersane İşçileri Kurultayı’nıörgütlüyoruz. Bu kurultayda mücadelenin veörgütlenmenin sorunlarını merkeze alarak, tersaneişçilerinin sınıf birliğini ve mücadele dinamiklerinidaha güçlü bir temelde ileri düzeye sıçratabilmeninzeminini yaratma çabasında yoğunlaşacağız. Çünkübaşta da belirttiğimiz gibi, tersane işçileri,taşeronluktan kaynaklı bölünmüş ve parçalanmış birdurumda. Bu tabloyu değiştirerek birleşik ve güçlü birhareket yaratabilmenin zeminini kuvvetlendirme gibibir hedefimiz var.

Bugün işçi sınıfı bölünmüş ve parçalanmış olmanıngetirdiği bir dizi sorunla karşı karşıya. Kendineyabancı ve güvensiz. Bu güvensizlik tablosunu

parçalamanın en etkili yolu sınıfın devrimci birliğiniyaratmaktan geçiyor. Bu başarıldığı koşullarda tersanehavzasını da aşan güçlü bir zemin ortaya çıkacakdemektir. Zaten hedeflerimizi belirlerken kendimizitersane havzasıyla sınırlı tutmuyoruz. Bizimle aynısorunları yaşayan bölgemizdeki diğer sınıfkardeşlerimizle mücadelemizi ortaklaştırabilmek, sınıfbirliğimizi ve sınıf dayanışmamızı sağlam bir temeldebirlikte ve ortak inşa etmek gibi bir hedefimiz debulunuyor. Bugünkü güncel şiarımız “Yaşasın sınıfbirliğimiz ve sınıf dayanışmamız!” şiarıdır. Sınıfınbirliğini ve dayanışma bilincini yaratmak bizim içinöncelikli bir görevidir. İşte bu birliği ve dayanışmayınasıl yaratabileceğimizin sorunlarını ve imkanlarınıtartışacağız. Temel amaçlarımızdan biri de,sermayenin saldırılarının yoğun olduğu böyle birdönemde bağımsız, kitlesel ve militan devrimci birsınıf hareketinin yaratılması çabasına kendicephemizden azami bir katkı sağlayabilmektir. Kendicephemizden tersane işçilerinin sınıf birliğini sağlar vemücadele dinamizmini harekete geçirmeyibaşarabilirsek eğer, işte o zaman üzerimize düşensorumluluğu bir parça yerine getirebildik diyebiliriz.

Yüzyüze olduğumuz tüm nesnel ve öznelzorluklara rağmen, başarılı bir kurultaygerçekleştireceğimize olan inancımız tam. Bu güvenve inançtan hareketle 2. Tersane İşçileri Kurultayıçalışmalarını başlatmış bulunuyoruz. Bulunduğumuztüm tersanelerde Kurultay Hazırlık Komitelerikurmaya başladık. Komiteler kendi önüne işlevsel vesomut bir faaliyet programı koymuş bulunuyorlar.

Kurultayımızı 9 Aralık 2007 tarihindegerçekleştireceğiz. 9 Aralık tarihine kadar kurultayçalışmasını adım adım büyütecek bir mücadele veeylem programını da somutlamış bulunuyoruz.

7 Ekim tarihinde Galatasaray Lisesi önündeoturma eylemlerinin ilkini yaptık. Ardından havzadagerçekleştireceğimiz eylem ve etkinliklerle süreciörgütlemeye devam edeceğiz. Çeşitli konulardaseminerler, kitle toplantıları, basın açıklamaları veeğitim çalışmaları yapacağız. Birçok araç, yol veyöntemi kullanarak bölgede ve tersanelerde yaygın,etkin ve hissedilir bir propaganda-ajitasyon faaliyetiörgütleyeceğiz. Tersane işçilerinin yakıcı ve temelsorunlarına dayalı somut kampanyaları da ayrıcaörgütleyeceğiz. Kısaca tersane işçilerinin önünde ikiay sürecek yoğun ve çok yönlü bir çalışma programıvar.

Bugüne kadar yürüttüğümüz dişe diş ve kararlı birmücadelenin yarattığı bir birikim ve zeminedayanıyoruz. Bu birikim ve deneyime dayanarak dahaileri hedefler önümüze koymuş bulunuyoruz. Buhedefleri kazanacağımıza olan güven ve inancımıztamdır. Ancak tüm bu çalışmalarımızda sınıfın ötekibölüklerinin, ilerici sendikaların, devrimcilerin, kitleörgütlerinin ve meslek odalarının hem kurultayımızahem de bu doğrultudaki gerçekleştirilecek eylem veetkinliklerimize destek vermesine ihtiyacımız var.

Bir kez daha, tüm ilerici ve devrimci kamuoyunutersane işçilerinin bu zorlu ve dişe diş mücadelesinesahip çıkmaya ve sınıf dayanışmasını yükseltmeyeçağırıyoruz.

Kızıl Bayrak/İstanbul

Yüzyüze olduğumuz tüm nesnel ve öznelzorluklara rağmen, başarılı bir kurultaygerçekleştireceğimize olan inancımız tam. Bu güvenve inançtan hareketle 2. Tersane İşçileri Kurultayıçalışmalarını başlatmış bulunuyoruz.Bulunduğumuz tüm tersanelerde Kurultay HazırlıkKomiteleri kurmaya başladık.

Page 14: Sayı: 2007/40 19 Ekim 2007 50 YKr Halklara karşı savaş ...kizilbayrak.org/2007/sikb.07.40/kb 2007 - 40.pdfSavaşa ve saldırganlığa karşı mücadeleyi yükseltelim! Halklara

Sınıfa karşı sınıf!14 � Kızıl Bayrak Sayı:2007/40 � 19 Ekim 2007

İşçi ve emekçi eylemlerinden...

Emekli-Sen: “Mücadeleye devam!”Emekli-Sen kapatılma davasına karşı çeşitli

eylemler düzenledikten sonra, Ankara yürüyüşüyleduruşma sürecine müdahil oldu. 9 Ekim günü Ankara17. Asliye Hukuk Mahkemesi’nde görülen davadaEmekli-Sen’in kapatılmasına karar verildi.

Daha önceki davada İçişleri Bakanlığı avukatıdavaya katılmadığı için dava düşmüştü. Ancak dahasonra avukatın mazeret bildirerek davanın yenidengörülmesini talep etmesi üzerine, dava 9 Ekim’eertelenmişti. Emekli-Sen üyeleri dava sonucunuAdliye önünde öğrendiler.

Emekli-Sen’in kapatılmasıyla ilgili 17 Ekim günüeylem yapan emekliler haklı ve meşru mücadelelerinedevam edeceklerini açıkladılar. Emekli-Sen üyelerisendika hakkında verilen kapatma kararının ardındanyüzsüzlükte sınır tanımayan AKP Genel Merkezi’ninEmekli-Sen’e gönderdiği bayram tebrik kartınıyaptıkları eylemle iade ettiler.

Saat 12.00’de Kadıköy İskele Meydanı’na yürüyüşyaparak gelen Emekli-Sen İstanbul Şubelerine çeşitlimeslek odaları ve sendikalar da destek verdiler.

“Emekli-Sen kapatılamaz!” pankartının açıldığıeylemde emekliler, “Emekli-Sen kapatılamaz!”,“Direne direne kazanacağız!”, “Yaşasın örgütlümücadelemiz!”, “Yaşasın sınıf dayanışması!”,“Emekliyiz, haklıyız, kazanacağız!”, “AKP kartını albaşına çal!” sloganlarını attılar. Emekli-Sen üyeleri 16Ekim günü greve çıkan Türk Telekom işçilerine dedestek vererek “Telekom işçisi yalnız değildir!”,“Yaşasın sınıf dayanışması!” sloganlarını attılar.

Eyleme Genel-İş 3 No’lu Bölge Başkanı VeyselDemir, Genel-İş Anadolu Yakası 1 ve 2 No’lu şubeler,Kimya, Gıda ve Metalurji Mühendisleri Odası,Eğitim-Sen 5 No’lu Şube, Yapı Yol-Sen ve EMEP dedestek verdi.

Kızıl Bayrak/İstanbul

SCT grevi sürüyor!Mersin’in Tarsus ilçesinde kurulu bulunan SCT

Turbo Filtre Fabrikası’nda 2005 yılında örgütlenen veyetki alan alan DİSK/Birleşik Metal-İş Sendikası’naüye işçilerin grevi 577. gününe gelmiş bulunuyor. SCTFiltre patronunun BMİS’le toplusözleşmeyegitmemesinin ardından 297’si sendika üyesi 310 işçigrev kararı almıştı.

15 Mart ‘06 tarihinde alınan grev kararınınardından SCT patronu iş yasalarına aykırı bir tutumalarak lokavt yoluna gitti, tüm işçilerin işine son verdi.577. gününü dolduran grevde 50’ye yakın işçi fabrikaönündeki direnişi sürdürüyor.

Açılan işe iade davası sonucu 151 işçi davayıkazandı. Buna rağmen patron saldırılarını sürdürdü veyargı kararlarını uygulamadı. İkinci mahkeme kararışu an Yargıtay’da temyizde.

Türk-İş’e bağlı sendikalardan SüperKargo’ya destek...

Tümtis Sendikası, Süper Kargo adlı şirketin Kartalve Bursa’da bulunan işyerlerinde örgütlenmiş, ancakpatron işçileri işten çıkartıp, işyerinin adresinideğiştirmişti. İşten çıkartılan işçiler fabrika önündebeklerken, 5 Ekim günü Şube Başkanı Ali Rıza Atikjandarmalar tarafından patronun şikayeti üzerinegözaltına alınmıştı.

Türk-İş’e bağlı, Yol-İş 1 No’lu, Tez Koop-İş 2No’lu, Harb-İş İstanbul, Deri-İş Tuzla, Basın-İşİstanbul, Selülöz-İş İstanbul Şubeleri, Harb-İş 2 No’luŞube Sekreteri ve Tuzla Deri-İş Şube Sekreteri’nin dearalarında bulunduğu sendikaların İstanbul şubeleri,sendikaya üye oldukları için işten çıkartılan ve işyeriönünde bekleyen, Kurtköy Süper Kargo işçilerine 10Ekim günü dayanışma ziyaretinde bulundular.

Önce Tümtis Genel Sekreteri Gürel Yılmaz, SüperKargo’da örgütlenme ve süren TİS sürecine ilişkinbilgi verdi. Ardından Tez Koop-İş 2 No’lu ŞubeBaşkanı Rabia Özkaraca, Yol-İş 1 Nolu Şube BaşkanıAli Akdağ ve Deri-İş Tuzla Şube Başkanı Binali Tay,Süper Kargo işçileriyle dayanışma içerisindeolacaklarını ifade eden konuşmalar yaptılar.

Kızıl Bayrak/İstanbul

Canovate’de iş cinayeti!Alemdar’da faaliyette olan Canovate Elektronik’te

9 Ekim günü iş cinayeti yaşandı. Arıtma bölümündeçalışan Muhsin Yılmaz adlı işçi çıkan gazdanzehirlenerek yaşamını yitirdi. Saat 16.00’da atıklarınbiriktiği çukurun kapağını açan işçi orada birikenkimyasal gaza maruz kalıp baygınlık geçirdi. Akşam işçıkışı 17.30’da arıtma bölümüne giden işçiler yerdeYılmaz’ın cesedi ile karşılaştılar. Yapılan otopsideişçinin “solunum yoluyla zehirlenmeden kaynaklı kalpkrizi” sonucu öldüğü belirlendi.

İş cinayetinin yaşandığı bölüm daha önce belediyetarafından üç kere mühürlendiği halde her defasındaCanovate patronunun mührü keserek çalışmaya devamettiği, havalandırma, maske vb. önlemlerin uyarılararağmen alınmadığı öğrenildi.

Kızılıbayrak/Ümraniye

KESK, TMMOB, TTB: “3 Kasım’daAnkara’dayız!”

KESK, TMMOB ve TTB, “Özgür, demokratik veeşitlikçi bir Türkiye!” şiarıyla 3 Kasım’da Ankara’dabir miting düzenleyecekler. Mitingle ilgili basıntoplantısı gerçekleştiren bileşenler, Türkiye’ninönemli bir tarihsel eşikte bulunduğunu, 12 Eylül’denbu yana halkın tepesine adeta bir karabasan gibiçöreklenen neo-liberal ekonomik politikalara ve Türk-İslam sentezi anlayışına karşı özgür, demokratik veeşitlikçi bir Türkiye’den yana olduklarını ifade ettiler.

Emek ve meslek örgütlerinin temel gündeminioluşturan anayasa tartışmaları mitingin de temelgündemini oluşturuyor. Bileşenler 5 yıllık hükümetdönemi boyunca AKP’nin neo-liberal politikaları yeniyasal düzenlemelerle kurumsallaştırdığını, buuygulamaları da anayasa ile güvenceye almakistediğini ifade ediyorlar.

TMMOB: “İSKİ öldürür!”27 Eylül günü İSKİ’nin Sarayburnu’ndaki

şantiyesinde üzerine vinç “bom” unun düşmesi sonucuyaşamını yitiren Harita Mühendisi Gülseren Yurttaş’ınölümünden İSKİ sorumlu tutuluyor. 8 Ekim günü işcinayetini protesto etmek amacıyla yürüyüşdüzenlendi. “Gülseren Yurttaş’ı kâr hırsı aramızdanaldı!”, “İş kazası değil cinayet!/TMMOB”pankartlarının taşındığı yürüyüş boyunca; “Kaza değiliş cinayeti!”, “Katil sermaye hesap verecek!”,“Gülseren Yurttaş ölümsüzdür!”, “Kaza değil bu bircinayet!”, “Katil İSKİ hesap verecek!” sloganlarıatıldı. Eylemde, Tuzla tersaneler havzasında yaşananiş cinayetlerinin sorumlusu patronlar örgütü GİSBİR’edönük “Katil GİSBİR hesap verecek!” sloganı daatıldı.

İSKİ önünde basın açıklaması yapıldı,“Taşeronlaştırma öldürür!” yazılı siyah çelenkbırakıldı ve bir dakikalık saygı duruşu yapıldı. Eylem,“Taşeron değil, güvenceli çalışma!”, “İşçilerin birliğisermayeyi yenecek!” sloganlarıyla son buldu.

Kızıl Bayrak/İstanbul

TÜMTİS işçisi direniyor!Direnişte olan Akdeniz Selçuk Nakliyat’tan atılan

işçilerin direnişi devam ediyor. 5 Ekim günü Türk-İş’ebağlı sendika başkanlarının direniş yerini ziyaretetmesi nedeniyle bir basın açıklaması gerçekleştirildi.

Basın açıklaması Türk-İş’e bağlı sendikabaşkanları ve ambarlarda çalışan TÜMTİS’e üye diğerişçilerin katılımıyla gerçekleşti. Basın açıklamasında

EEEEmmmmeeeekkkkllll iiii ----SSSSeeeennnn SSSSöööözzzzlllleeeeşşşşmmmmeeeellll iiii ööööğğğğrrrreeeettttmmmmeeeennnnlllleeeerrrrAAAAnnnnkkkkaaaarrrraaaa

KKKKEEEESSSSKKKK AAAAddddaaaannnnaaaa

Page 15: Sayı: 2007/40 19 Ekim 2007 50 YKr Halklara karşı savaş ...kizilbayrak.org/2007/sikb.07.40/kb 2007 - 40.pdfSavaşa ve saldırganlığa karşı mücadeleyi yükseltelim! Halklara

Sınıf hareketinden... Kızıl Bayrak � 15Sayı:2007/40 � 19 Ekim 2007

Türk-İş adına bir konuşma yapıldı. Tek Gıda-İş ve Petrol-İşAliağa Şubesi adına yapılan konuşmalarla devam eden eylemdesık sık, “Direne direne kazanacağız!”, “Kahrolsun işçidüşmanları!”, “Yaşasın sınıf dayanışması!” sloganları atıldı.

Kızıl Bayrak/İzmir

“Sefalet ücretine son!”Eğitim-Sen 6 No’lu Şube, üniversitelerin ticarileştirilmeye

çalışıldığı yeni bir eğitim-öğretim yılına eylemle girdi.Emekçiler 4 Ekim günü saat 12:30’da İÜ Merkez Kampüsönünde toplanarak “Sefalet ücretine son!” pankartı açtılar.

Yapılan açıklamada, 25 yıldır devletin, üniversiteleriniktidardan ve piyasalardan özerk olmasına izin vermediğivurgulandı. Bilimsel, özerk ve demokratik bir üniversiteninolmadığı bir yerde üniversitelerin sadece meslek diplomasıveren kurumlar haline geleceğine dikkat çekilerek, Eğitim-Senolarak üniversitelerin meslek okullarına dönüştürülmesine izinverilmeyecekleri söylendi. Eylemde “Kurtuluş yok tek başına,ya hep beraber ya hiçbirimiz!”, “Sermaye defol üniversitelerbizimdir!” sloganları atıldı.

Kızıl Bayrak/İstanbul

KESK Adana Şubeler Platformu’ndanyürüyüş!

KESK Adana Şubeler Platformu, 5 Ekim günü “İnsanca biryaşam ve grevli-toplusözleşmeli sendika!” şiarıyla bir basınaçıklaması gerçekleştirdi.

Eğitim-Sen Adana Şube binası önünde başlayan yürüyüşteemekçiler “KESK Adana Şubeler Platformu” ve “İnsancayaşam, TİS ve grev hakkı, çalışma yaşamınındemokratikleştirilmesi, insanca yaşanacak bir ücret, sağlık veeğitim için, yeterli bütçe için alanlardayız!” pankartlarıarkasında biraraya geldiler. Atatürk Caddesi’nin bir kısmıtrafiğe kapatılarak yürüyüşe geçildi. Uğur Mumcu Meydanı’ndayapılan açıklamanın ardından 3 Kasım’da Ankara’da yapılacakolan merkezi mitinge katılım çağrısı yapıldı. 200’ü aşkınemekçinin katıldığı eylem sloganlarla sona erdi.

Eylemde Sosyalist Kamu Emekçileri, Kamu EmekçileriBülteni’nin son sayısını dağıttılar.

Kızıl Bayrak/Adana

2 bin eğitim emekçisi MEB’e yürüdü!Birçok ilden Ankara’ya gelen 2 bin eğitim emekçisi, 5 Ekim

günü Milli Eğitim Bakanlığı önüne bir yürüyüş gerçekleştirdi.Eylemde sözleşmeli, ücretli öğretmenlik uygulamaları vediplomalı işsizlik vb. saldırılara karşı iş güvencesi ve kadrotalepleri dile getirildi.

Eğitim-Sen 1 No’lu Şube önünde toplanan yaklaşık 2 binkamu emekçisi Yüksel Caddesi’nden MEB önüne yürüdü.“Sözleşmeli köle olmayacağız!”, “Ücretli köle olmayacağız!”,“Diplomalı işsiz olmayacağız!”, “Kurtuluş yok tek başına, yahep beraber ya hiçbirimiz!”, “Direne direne kazanacağız!”sloganları coşkuyla atıldı.

Yürüyüşün ardından MEB önüne gelen eğitim emekçileriadına Eğitim-Sen bir basın açıklaması yaptı. Ardındandüzenlenen kısa bir tiyatro gösterimiyle eylem sona erdi.

Eğitim-Sen pankart ve flamalarının açıldığı yürüyüşte“Emekçileri Derneği” ve “Mağdur Öğretmenler” ve “EğitimEmekçileri Derneği” pankart ve dövizleri de açıldı. SosyalistKamu Emekçileri’nin de katıldığı eylemde Sosyalist KamuEmekçileri imzalı bildiri ve Kamu Emekçileri Bülteni dağıtıldı.Eyleme sözleşmeli ve genç emekçilerin katılımı dikkat çekti.

Kızıl Bayrak/Ankara

Temizlik işçilerinden protesto eylemi!Sağlık İl Müdürlüğü’ne bağlı olarak çalışan temizlik işçileri

10 Ekim günü İstanbul Valiliği önünde bir protesto gösterisigerçekleştirdi. Taşeron firma aracılığıyla çalışan 30 işçi, üçaydır ücretlerini alamadıkları için tepkilerini dile getirdiler.Bağlı bulundukları Mavitem Temizlik Hizmetleri adlı taşeronunborçlarından dolayı bankanın işçilerin ücretine el koyduğu veişçilerin 2006 vergi iadelerini dahi henüz alamadıklarıaçıklandı.

Tersaneİşçileri BirliğiDerneği (TİB-DER), Tuzlatersanelerhavzasındayaşanan sorunlarakarşı hazırladığıeylem programınıgeçtiğimizgünlerdekamuoyunaduyurmuştu.Tersane işçileri işcinayetlerine,kölelikkoşullarına, ücretgasplarına vetersanecehennemindeyaşanan bir dizi soruna karşı mücadeleyibüyüteceklerini açıklamışlardı.

TİB-DER ilk eylemini 7 Ekim günügerçekleştirdi. Saat 12.30’da Emek Sinemasıönünde toplanan ve yürüyüşe geçen tersaneişçileri, buradan Galatasaray Postanesi önünekadar yürüdüler. Baretleri, coşkulu ve öfkelisloganları ile yürüyüşe geçen tersane işçileri“Sigortasız çalışmaya, iş cinayetlerine karşıörgütlü mücadeleye!/TİB-DER” pankartıaçtılar!

Texim işçileri de sınıf dayanışmasınınanlamlı bir örneğini sergileyerek eylemdekiyerlerini aldılar.

İşçiler, “Yaşasın sınıf dayanışması!”,“Texim-tersane omuz omuza!”, “Tersaneişçisi köle değildir!”, “İşçilerin birliğisermayeyi yenecek!”, “Sigorta ana firmatarafından ödensin!”, “Sigortasız tek bir işçikalmayacak!” dövizleri taşıdılar.

Yürüyüş esnasında işçiler, “Katil GİSBİRhesap verecek!”, “Yaşasın sınıfdayanışması!”, “Artık ölmek istemiyoruz!”,“Ücret haktır, gaspedilemez!”, “Sigortahaktır, gaspedilemez!”, “İşçilerin birliğisemayeyi yenecek!” sloganlarını attılar.

Galatasaray Postanesi önüne gelindiğindeTİB-DER Başkanı Zeynel Nihadioğlu birkonuşma yaparak şunları söyledi: “Tersanehavzasında sigortasız çalışma ve ücret gaspıyıllardır uygulanıyor. Yaşadığımızsorunlardan en önemlisi ise iş cinayetleridir.13 günde 5 işçi arkadaşımız hayatınıkaybetti. İş cinayetleri her gün yaşanır halegelmiştir. Bizler TİB-DER olarak 1. Tersaneİşçileri Kurultayı’nda bir mücadeleprogramı ortaya koyduk. Bu programçerçevesinde mücadelemize devamediyoruz.”

Dernek Başkanı konuşmasınındevamında tersaneyi cehenneme çevirenkatiller örgütü GİSBİR’i teşhir etti: “Bumücadele tersane patronlarının keyfinikaçırmıştır. Gözaltı ve işkenceyle biziyıldırabileceklerini zannediyorlar. GİSBİRBaşkanı Murat Bayrak duyduğumuz

kadarıyla TİB-DER hakkında, ‘Katil GİSBİRhesap verecek!’ sloganımız nedeniyle suçduyurusunda bulunmuş. Ne yaparlarsayapsınlar, biz hesap sormaya devamedeceğiz. ‘Katil GİSBİR’ demeyisürdüreceğiz!” diyen Nihadioğlu’nunkonuşması “Katil GİSBİR hesap verecek!”sloganları ile kesildi.

Nihadioğlu, coşkuyla atılan sloganlarınardından tersane işçilerinin kurultayhazırlığını duyurdu. Konuşma, “1. Tersaneİşçileri Kurultayı’ndan sonra 9 Aralık 2007günü 2. Tersane Kurultayı’nı örgütleyeceğiz.Yeni örgütlenme sorunlarımızı tartışacağız.Tersane İşçileri Kurultayı HazırlıkKomiteleri’ni kurduk. Kurultaya kadarçalışmalarımız devam edecek. Mücadelemiz,sömürü ve zulüm sona erene kadar devamedecek” sözleriyle sona erdi.

Daha sonra basın açıklamasına geçildi.Açıklamayı TİB-DER Yönetim KuruluÜyesi Cahit Atalay okudu, tersane işçilerinintaleplerini sıraladı.

Basın açıklamasının ardından oturmaeylemine geçildi. 15 dakika süren oturmaeylemi boyunca işçiler alkışlarla vebaretlerini yere vurarak tepkilerini dilegetirdiler, sloganlarını gür bir biçimdehaykırdılar. Çevredeki halkın yoğun ilgigösterdiği oturma eylemine coşku, kararlılıkve mücadele azmi hakimdi.

Oturma eylemi bittikten sonra tersaneişçileri, otobüslerine binmek üzereOdakule’ye doğru sloganlar atarak yürüyüşegeçtiler. Polis tarafından yürüyüşleriengellenmek istenen tersane işçileri, polisinbu keyfi tutumu üzerine oturma eyleminegeçtiler. Polisin çekilmesi üzerineyürüyüşlerine devam ettiler.

Tersane işçileri tarafından örgütleneneyleme, BDSP, HKM, DHP, Partizan, DİSKEmekli-Sen Kartal Şubesi, ÇHD İstanbulŞubesi, TÜMTİS Genel Merkezi, DİSKSine-Sen ve Tümbel-Sen 1 ve 5 No’luşubeleri destek verdi. Eyleme 100 kişikatıldı.

Kızıl Bayrak/İstanbul

Tersane işçilerinin öfkeli ve coşkulu Taksim eylemi...

TİB-DER: “Mücadeleyi büyüterekkurultaya yürüyoruz!”

Page 16: Sayı: 2007/40 19 Ekim 2007 50 YKr Halklara karşı savaş ...kizilbayrak.org/2007/sikb.07.40/kb 2007 - 40.pdfSavaşa ve saldırganlığa karşı mücadeleyi yükseltelim! Halklara

Reformist solda bunalım ve bölünme...16 � Kızıl Bayrak � Sayı:2007/40 � 19 Ekim 2007

CMYK

22 Temmuz seçimleri vesol hareket

Seçim sonuçlarından hareketle sol hareket üzerinebir değerlendirme yapmanın bugünkü koşullardagerçekte fazlaca bir anlamı yoktur. Halen kitlesel biretki alanından ve dolayısıyla da sözüedilebilir birseçmen desteğinden yoksun durumdaki bir sol hareketiçin seçimler, hele de devrimci olmak iddiasıtaşınıyorsa, etkin bir siyasal çalışma ile kitlelerinbilincini, örgütlenmesini ve eylemini geliştirmek içinözel bir fırsat olmaktan öte herhangi bir anlamtaşımaz. Bu ise seçimlerin sonuçlarıyla değil fakatbütün bir ön süreciyle ilgilidir. Aslolan bu süreç içindeizlenen politika ve bu politika doğrultusunda ortayakonulan pratik çabadır.

İzlenen politikalar üzerinde seçimi önceleyensüreçte durmuş bulunuyoruz. (Bkz., Seçimler, SolHareket ve Devrimci Sınıf Çizgisi, Ekim, sayı: 247,Haziran 2007). Parlamentarizmi artık açık bir kimlikhaline getirmiş bulunan reformist solun büyük birbölümü, önceki iki seçimde olduğu gibi 22 Temmuzseçimlerinde de, soruna Kürt hareketinin oypotansiyeli üzerinden bakmanın ve bunu kendiparlamenter hayallerine dayanak yapmanın ötesinegidemedi. Bu çizgide hareket edenler böylece bir kezdaha seçimlere ilişkin bağımsız bir politik çizgiden veçalışmadan yoksun kaldılar. Politikayı doğal olarakoyları üzerine hesap yapılan Kürt hareketibelirlemekte, reformist sola da buna uyum sağlamakdüşmektedir. İlgili çevrelerin 3 Kasım’dan beristandart davranışı budur. Son seçimlerde bunu bir kezdaha bütün açıklığı ile görmüş olduk.

Seçim dönemini kaplayan temelsiz parlamenterheyecan dışında bu politikanın reformist solakazandırdığı şey de yok aslında. Dahası birbiriniizleyen hayal kırıklıkları nedeniyle gelinen yerdeödeteceği siyasal fatura bile var. Fakat buna rağmenbu çevreler halen bu çizgiden ayrılamıyorlar. Ziraparlamentarizm artık onların yeni siyaset alanıdır vebu alanda ise Kürt hareketinin oyları üzerine hesaplaryapmaktan başkaca bir seçenekleri yok. Yine de bukısır ve kişilikten yoksun politika, son seçimlerdöneminde ÖDP ve SDP’de yolaçtığı sorunlarüzerinden de izlenebileceği gibi, reformist solda birbunalım etkeni haline gelmiş olduğunun ilk işaretlerinivermiş bulunmaktadır. Üstelik bu iki partiden ilkiGenel Başkanını, ikincisi ise “Onursal GenelBaşkanı”nı son seçimlerde parlamentoya sokmakolanağı bulduğu halde. Başka güçlerin sırtındansiyasetin yaratığı akıbet iç parçalanma ve çözülmeolmaktadır.

Yarattığı bu türden sorunlara ve sonuçlara rağmenKürt hareketi eksenli bu kuyrukçu parlamentaristpolitika sürecek gibi de görünmektedir. 22 Temmuzseçimlerinin hemen ardından yoğunlaşan “çatı partisi”tartışmaları bunun ifadesidir. Büyük iddialar eşliğindeyaratılan liberal çatılar bir bir çatırdarken bu yeni “çatıpartisi” hazırlığı garip gelebilir, ama değil; bu tasarıbir kez daha tümüyle seçimlere, buna dayalı bir politikyaşam hesabına yöneliktir. Reformist solun bu kesimi

şimdiden birbuçuk yıl sonrasının yerel seçimlerinekendini odaklamış bulununuyor ve buna bu sefer deişte bu “çatı partisi” oluşumu üzerinden katılmayahazırlanıyor.

Bir seçimin ardından tüm tartışma ve hazırlıklarınıbir sonraki seçime odaklamak, tipik parlamentaristdavranış tarzıdır. Reformist solda zaman artık seçimdönemlerine göre akmakta, planlar buna göreyapılmakta, politikalar buna göre saptanmaktadır.Düşünülen “çatı partisi” oluşumu da, halen onun enhararetli savunusunu EMEP ile SDP’nin merkezkanadı yapıyor olsa da, gerçekte bir kez daha Kürthareketinin yeni bir politik açılım hazırlığıdır.Söylemiş bulunuyoruz; bunun böyle olması tümüyleanlaşılır bir durumdur, zira reformist solunparlamenter hayallerinin ekseni Kürt hareketinin oypotansiyelidir. Böyle olunca, seçime yönelikkonularda kendini onun politikalarına endekslemek,bu hayallerle hareket eden, kendine artık bu alanda birsiyasal varlık ve yaşam alanı arayanlar payına zorunlubir davranış çizgisidir.

Reformist kesimden bu politikanın dışındakalanlar da var kuşkusuz. Bu seçimler için ÖDP’ninbir kanadının, son birkaç seçimden beri ise TKP’nintutumu bu oldu. ÖDP’nin bir kanadının tutumunungerisinde yatan nedenler üzerinde ÖDP’deki içbunalımı ele alırken duracağız. TKP’ye gelince, tümvarlığı ile reformizm/parlamentarizm alanında yer alanbu partinin reformist blokun parlamentarist eksenlibirliklerinin dışında kalması hiç de devrimci ilkeleredeğil, fakat hemen tümüyle izlemekte olduğumilliyetçi çizgiye ilişkin bir sorundur. Beynini veomurgasını kent küçük-burjuvazisinin iyi hallikesimlerinin tuttuğu TKP, yakın geçmişin reformistgeleneğinin en kötü yönlerini günümüze taşıyan vebunu Kürt sorunu konusunda gitgide daha kababiçimler alan sosyal-şoven bir tutum üzerinden degösteren bir partidir. Seçimlerde sergilenen ayrı duruş,büyük ölçüde bu sosyal-şoven yaklaşımın bir gereğiolarak Kürt hareketinden uzak durma tercihinin birsonucudur. TKP’de bu tutum 28 Şubat’tan beriözellikle belirgin bir hal almıştır ve o günden bugünede sürekli derinleşmektedir.

Birçok durumda fakat özellikle de seçimlerdöneminde reformist solla birlikte hareket etmeye özelbir eğilim gösteren, son üç seçim döneminde bunu çokkaba tutarsızlıklar halinde sergilemiş de bulunanESP’nin tutumu da politik özü bakımından reformistcepheden bir farklılık oluşturmamaktadır. ESP’yireformist seçim blokunun dışında bırakan hiç dedönüp en son anda sarıldığı ilkeler değil, fakat basitçepratik pazarlıklar, daha yumuşak bir ifadeyle seçimhesaplarına yönelik beklentilerdir. Bu beklentilerin birtürlü arzulanan karşılığı bulamaması, onu herseferinde son anda farklı bir tutum benimsemeye vebunu da sosyalizmin bağımsız tutumu olarak sunmayagötürmekte, fakat haliyle bunun hiçbir inandırıcılığıolmamaktadır. Artık herkes çok iyi bilmektedir ki,Kürt hareketi son seçimlerde reformist partilerebaşkanları üzerinden yaptığı jestin bir benzeriniESP’ye yapmış olsa idi, o da tereddütsüz olarakseçimlere “bin umut adayları” platformu üzerinden

katılmış olurdu.Geleneksel devrimci-demokrat sol üzerine

seçimlerin ardından söylenebilecek pek bir şey yok.Zira her seçim döneminde olduğu gibi bu sonseçimlerde de solun bu kesimi pratik sahnede yoktu.Artık hiçbir iler tutar yanı, dolayısıyla da inandırıcılığıkalmamış bulunan sözde boykotçu tutum buseçimlerde de yinelendi. Bu özel politizasyondönemini devrimci amaçlarla etkin bir biçimdedeğerlendirmek, böylece, sol adına kitlelerin karşısınasahte bir alternatif olarak çıkan reformizme veparlamenterizme karşı da etkili bir devrimci pratiktutum geliştirmek yerine, rejimin niteliği veparlamentarizmin kötülükleri üzerine kenardansöylenip durmak yolunu seçtiler bu kesime dahilgruplar. Politikası olmayanın pratik çabası da olmaz;solun bu kesimi üzerine seçimlerin ardındansöylenecek bir şey yok derken, bunu anlatmışoluyoruz.

Seçimler döneminde daha baştan bağımsızdevrimci bir platformla ve net bir politik tutumlaortaya çıkan ve bunu da etkin bir politik çalışma ilebirleştirenler, bir kez daha yalnızca komünistleroldular. Seçimler baskın seçim biçiminde gündemegirmiş bulunduğu halde, komünistler, kendileriyönünden tüm seçim dönemlerinin en etkin ve başarılıkampanyasını örgütlemeyi başardılar. Haftalarboyunca büyük kentlerin işçi ve emekçi bölgelerindeyoğun ve tempolu bir çalışma yürüttüler. Yeniilişkilere ulaştılar, yeni çalışma bölgeleri açtılar,politik çalışma deneyimlerini zenginleştirdiler.Böylece parlamantarizme karşı ilkeli bir devrimcitutumun kararlı temsilcileri olmakla kalmadılar, bunupratik çalışma üzerinden de somutlamış oldular. 3Kasım’dan beri her yeni seçimde olduğu gibi ve heryeni seçimde bir öncekini aşan bir kapsam vebaşarıyla birlikte. (Komünistlerin seçim faaliyetineilişkin değerlendirmeleri için bkz. Sınıfın DevrimciProgramını İşçi ve Emekçi Kitlelere Taşıyan EtkinBir Seçim Faaliyeti, Kızıl Bayrak, Sayı: 30, 3 Ağustos2007)

Reformist solda bunalım ve bölünme

3 Kasım seçimleri bazı devrimci çevreleri deyedeğine alan reformist sola taze bir parlamentarizmheyecanı getirmişti. Oysa 22 Temmuz seçimleribunalım, bölünme ve hayalkırıklığına yolaçmışbulunmaktadır. Reformist blokun 3 sol partisindenikisinin, ÖDP ve SDP’nin bir dönemdir yaşadığı içbunalım, seçimleri önceleyen günlerde şiddetlenmiş vegelinen yerde fiili bölünmeler ile sonuçlanmıştır. Bugelişmenin, seçim dönemine denk gelmekten öteye,bizzat seçimlerde izlenen politikayla da dolaysızbağları bulunmaktadır. Özellikle ÖDP örneğinde buyeterince açıktır. Fakat konumuz seçimler olmaklabirlikte bizi buradan ilgilendiren yanı yine de budeğildir. Tarafların kendi açıklamaları da açıkçagöstermektedir ki, bölünmeye varan görüşayrılıklarının daha temelli ve eskiye uzanan nedenleri

Seçimler ve yeni dönem / 6

Reformist solda bunalım ve bölünme

Page 17: Sayı: 2007/40 19 Ekim 2007 50 YKr Halklara karşı savaş ...kizilbayrak.org/2007/sikb.07.40/kb 2007 - 40.pdfSavaşa ve saldırganlığa karşı mücadeleyi yükseltelim! Halklara

Reformist solda bunalım ve bölünme... Sayı:2007/40 � 19 Ekim 2007 � Kızıl Bayrak � 17

CMYK

vardır, seçim dönemi ve politikaları bunun bir bunalımhalinde patlak vermesine yalnızca vesile olmuştur.

Her iki partide bu gelişmelerin kendine özgüskandallar biçiminde dışa vurması, liberal solunyaşadığı tasfiyeci çürümenin yeni bir göstergesisayılmalıdır. ÖDP’deki skandal gelişme, parti genelbaşkanının salt koltuk uğruna, kongreden sonraki enyetkili organ olan Parti Meclisi’nin açık iradesiniçiğneyerek partiyi terkedip gitmesidir. Genel BaşkanUfuk Uras’ın meclise girmek üzere partiden bu açıkfirarı, ÖDP’deki bunalımın tüm boyutlarıylakamuoyuna yansımasına vesile olmuştur.

SDP bünyesinde ve bu partinin onda dokuzudemek olan Kurtuluş grubu içindeki bölünme ise,bizzat taraflar tarafından dışarıya “cinsel taciz olayı”üzerinden yansıtıldı. Yaşananların ve bölünmeningerçek nedeni elbette bu değil, ama vesilesi tamıtamına bu türden bir skandal ve bu da bir başkaçürüme emaresi. Tekil bir “cinsel taciz iddiası”nın birpartideki görüş ayrılıklarının bölünmeylesonuçlanmasına vesile olmasını başka türlü nitelemekolanağı yazık ki yok. Konuya halen yabancı olanlaratuhaf gelecek bu durum hakkında bölünmenintaraflarından biri şunları söylemektedir:

“Aylardır içine sürüklendiğimiz kriz, bu krizin bizikarşı karşıya bıraktığı örgütsel likidasyon ve nihaibölünme, tüm bu süre zarfınca bir kesim tarafındancinsel taciz karşısında farklı duruşlar sergilenmesiolarak anlatılageldi. Bizler ise sürecin bu şekildeokunmasının gerçekliği yansıtmadığını çeşitli

zeminlerde birçok kez dile getirdik. Ancak yine busüreçte, cinsel taciz konusuna yaklaşımlarımızda dafarklılık olduğunu görmüş ve bu konuyukongre/konferans süreçlerinde sağlıklı bir biçimdetartışma gerekliliğini tespit etmiş olduk. Bu gereklilikçerçevesinde cinsel taciz konusuna bakışımızıbütünlüklü bir perspektif halinde ortaya koyma vetartışmaya açma ihtiyacı hissediyoruz...”

Ve bu sözleri, bölünmeye yolaçan skandal iddianın“teorik” arka planına ilişkin olarak “Cinsel TacizÜzerine” başlığı taşıyan 19 A4 sayfası kapsamındauzun bir inceleme izliyor! (Devrim Yolunda Kurtuluş,Sayı: 2 Eylül 2007).

Herhalde hiçbir şey liberal soldaki çürümeyibundan daha veciz bir biçimde gösteremezdi.

ÖDP’de bunalım ve bölünme

ÖDP’de seçim döneminde fiili bir bölünmeyevaran iç bunalım hakkında, Ufuk Uras ve yedi MYKüyesi tarafından kongrenin hemen öncesindeyayınlanan bildiride şunlar söylenmektedir: “Seçimsiyaseti konusundaki taktik farklılaşmalar ve bunlarüzerinden yaşanan tartışmalar süreci belirtiyor. 5.Olağan Konferans’ta Genel Başkan seçimi ile ilgilibaşlayan tartışmalar, seçim politikaları ve bubağlamda gündeme gelen partinin iç hukukuna ilişkinyorum farklılıkları nedeniyle gelişirken, esas itibariyleiki temel küme ortaya çıkıyor. Karşılıklı güvensizlik vekuşkuların derinleştirdiği bu tartışmaların ardındaki

ideolojik ve politik farklılıklar ise bugüne kadar netolarak ortaya konulamamış durumda.”

Konuyu çok daha önce kamuoyu önüne “ÖDP’yeSahip Çıkmak Zamanı” başlıklı ve 1250 imzalı birbildiriyle taşıyan öteki kanat ise bölünmenin seçimsiyaseti üzerinden patlak verdiğini kabul etmekte,fakat sorunun gerisinde daha köklü nedenlerbulunduğunu dile getirmektedir. Son ÖDPKongresi’nin hemen öncesinde Ufuk Uras grubununaçıklamasına yanıt olarak “Devrimci Siyaset DevrimciParti” başlıklı bir yeni metin yayınlayan bu grup,sorunun patlak vermesine ilişkin olarak şunlarısöylemektedir:

“Ufuk Uras’ın 5.Kongre’de aday oluş biçimi vesonrasında izlediği tutum sorunlu olsa da, bugünyaşadığımız sorunun esas kaynağı, bağımsız adaylıksürecinde izlenen tutum olmuştur. Bu tutum, PartiMeclisi ve MY içinde ciddi bir ikilik ortaya çıkarmışve bu ikilik bütün parti tabanına yayılarak bugünkübiçimine bürünmüştür. Sorunun ortaya çıkış nedenibudur.” Bu sözler, DTP’den gelen bağımsız adaylıkönerisine ilişkin sürecin ve tartışmaların özetininardından şöyle devam etmektedir:“Bu sorunun Partiçevresinden bir başka ismin aday gösterilmesiyleçözülmesi mümkünken, Ufuk Uras adaylığın kendisineönerildiği, bu yüzden mutlaka kendisinin aday olmasıgerektiği görüşünde ısrar etmiştir. Son aşamadaPM’nin adaylığını 35 oyla reddetmesi üzerine de ‘sizesiyasi hayatınızda başarılar dilerim’ diyerek kendisinidestekleyenlerle birlikte PM’den ayrılmış, daha sonraDTP’nin Bin Umut adayları arasından adaylığınıaçıklayarak, ÖDP genel başkanlığından ve partiüyeliğinden istifa etmiştir.”

Doğruluğu tartışma götürmeyen bu açık tabloyarağmen, ÖDP’nin bu ay içinde toplanan olağanüstükongresi, aynı Ufuk Uras’ı yeniden ÖDP’ye GenelBaşkan olarak seçmekte bir sakınca görmemiştir.

Bu davranış aslında ÖDP’nin siyasal bir partiolarak bittiğinin tescili demektir. “Parti olmayan parti”olmakla övüne gelen ÖDP’de siyasal parti kimliğizaten fazlasıyla tartışmalı idi. Fakat bu songelişmelerin ardından bu iddianın artık hiçbir ciddiyetikalmamıştır.

Ufuk Uras’ın seçim sürecindeki davranışı başlıbaşına bir siyasal skandal örneğidir. Bir parti genelbaşkanı düşününüz ki, somut bir siyasal soruna ilişkinolarak, kongreden sonraki en yetkili parti organı olanParti Meclisi çoğunluğunun açık iradesini hiçesayıyor, aynı parti organındaki yandaşları ile birlikte,kalanlara “siyasal yaşamları”nda başarı dileyerekbaşında bulunduğu partiyi terkediyor. Ve bunu da saltkişisel olarak parlamentoya girebilmek uğrunayapıyor. Yani kişisel koltuk hevesi, bir partininkongreden sonraki en yetkili organının açık iradesininçiğnenmesi ve partinin terkedilmesi sonucunayolaçabiliyor.

Fakat bundan beteri, bu gelişmeler üzerinetoplanan ÖDP kongresinin tutumudur. Zira ÖDPkongresi, skandalı kişisel boyuttan parti boyutuna,kollektif parti iradesi düzeyine taşımıştır. Bunu da,partisini parti organlarının açık iradesine rağmen vekoltuk uğruna terketmiş bir eski genel başkanı, yeni

Seçimler ve yeni dönem / 6

Reformist solda bunalım ve bölünme

Page 18: Sayı: 2007/40 19 Ekim 2007 50 YKr Halklara karşı savaş ...kizilbayrak.org/2007/sikb.07.40/kb 2007 - 40.pdfSavaşa ve saldırganlığa karşı mücadeleyi yükseltelim! Halklara

Reformist solda bunalım ve bölünme...18 � Kızıl Bayrak Sayı:2007/40 � 19 Ekim 2007

genel başkan olarak yeniden onurlandırmak yoluylayapmıştır. Partiden kovulacak adamı tutup yenidenpartinin başına geçirmiştir.

“Parti olmayan parti”nin bugün vardığı yer iştebudur.

ÖDP’deki sorunların seçim taktiğinden ve bununyolaçtığı örgütsel paralizasyondan öteye boyutlarınagelince. “ÖDP’ye Sahip Çıkmak Zamanı” başlıklı ve1250 imzalı bir bildirinin bu konudaki iddiası şudur:

“Bugün ÖDP dışında özellikle CHP’nin sağ /milliyetçi bir çizgiye savrulması karşısında solda ciddibir boşluğun doğduğu bilinmektedir. Ancak, buboşluğu doldurma adına ÖDP’nin tabanı ve yetkiliorganları dışında tepeden inme emrivakilerleAB/Türkiye projesini temel alan sol liberal biryönelime sürüklenmesine izin verilemez. Böyle biryönelim ‘solda yenilenme’ adına emperyalist sermayegüçlerinin temel yönelimleri doğrultusunda solda yenibir AKP karikatürü yaratma çabasından başka bir şeyolmayacaktır. ÖDP’nin seçimler boyunca bağımsızadaylık üzerinden yaşadığı tartışmanın temelinde debu yatmaktadır...”

Ufuk Uras’ı koltuk heveslisi bir parti firarisiolmaktan çıkarıp bir andan önemli bir siyasal misyonadamı haline getiren bu iddialardaki gerçeklik payınıölçecek durumda değiliz. Fakat buradaki söylemin veithamın ÖDP’ye göre alışılmamış ölçüde devrimcikaçtığını da açık yüreklilikle söyleyebiliriz. ÖDP’desison gelişmelerin denebilir ki en hayırlı yönü de buolmuştur.

İfade uygunsa ÖDP’de şimdi devrimci söylemzamanı. Oğuzhan Müftüoğlu’nun başını çektiği grupiçin bu özellikle böyle. Artık devrimden,devrimcilikten, geçmişin devrimci mirasından,ilkelerden, örgütten, disiplinden, işçi sınıfından vb.,vb. sözedilmektedir. Liberalizm, örgütsel gevşeklik,ilkesiz birlikçilik ve hatta hatta parlamentarizmeleştirilmekte, “parlamentoya endeksli bakışaçısı”mahkum edilmektedir. Başka güçlere bel bağlamanınbir yana bırakılması, emekçilere gidilmesi, sokaklaraçıkılması tavsiye edilmekte, kolay başarı peşindekoşmak yerilmekte, “Özgücüne dayanan doğrusiyasetlerle iğne ile kuyu kazılarak, bedeller ödenerek,kitlelerin güveni kazanılarak elde edilebilecek” başarıtarzı yüceltilmektedir. Devrimci dönemin DevrimciYol’unu tasfiyeci bir sürükleniş içinde tarihe gömüpyerine liberal bir bataktan öte bir şey olmayan ÖDP’yigeçirenler, bugün referanslarını döne döne ‘70’liyıllardan ve Devrimci Yol’dan vermektedirler. 11yıllık yaşamı içinde ÖDP kongresi salonuna ilk kezolarak Mahir Çayan’ın portresi asılmaktadır, dersekyeni durumu daha veciz biçimde özetlemiş oluruz.

“En çok eskitilen kavramlardan biri de ‘devrim’.‘Artık devrime ihtiyaç yok, devrim dönemleri kapandı’diyorlar. Bu konudaki inanç yitimi en büyük sorunudursolun. Gündelik başarı arayışlarına yol açannedenlerden biri de bu. Oysa devrim toplumlarıngelişme yasasının en temel değişmez ilkesidir. Dünyatarihi mutlaka yeni bir devrimler çağı yaşayacaktır.Belki tarihte yaşanmış örneklerinde olduğu gibi değil,ama mutlaka kendi yolunu çizecek bir devrimlerçağını dünya yeniden yaşayacak. Bunu kendianayasasına almayan bir mücadelenin bir manasıyoktur.”

“Yapılmak istenen aslında ‘yenilenme’ diye diyegeçmişin devrimci değerlerini çürüterek liberal-sol birprojenin önünü açmaya çalışmaktan başka bir şeydeğil. Dünya çapında esen büyük sol-liberal fikirlerinhegemonya mücadelesi yaşanıyor. Bu hegemonyayadirenenleri, sol-liberal fikirlerin rahat gelişmesi içinengel olarak görüyor, ortadan kaldırmak istiyorlar.”

Bütün bunları ve daha fazlasını OğuzhanMüftüoğlu söylüyor! Bu gecikmiş ve inandırıcılıkolanağını yitirmiş söylem ÖDP bünyesindeki tükenişine ölçüde sınırlar, ÖDP’yi AKP’nin sol versiyonuolmaktan ne denli kurtarır bilinmez. Fakat yine de,

devrim ve devrimci örgüt kaçkınlarının toplanmamerkezlerinden biri olan ÖDP’nin kurucularından biribugün bunları söylemek ihtiyacı duyuyorsa, bunlarsalt söylemden öte bir şey ifade etmeseler bile,ÖDP’deki çürüme ve çözülme her şeye rağmen“hayırlara vesile” bir gelişmenin işareti sayılabilir.Liberal sol düşünce, yönelim ve değerler 30 yılayaklaşan bir süredir tasfiyeciliğin başını çekerlerinbile eleştirisine konu oluyorsa eğer, bu herşeyerağmen olumlu bir gelişmedir. Gerçek devrimcilere,bu türden söylemlerin yaratabileceği yanılgıları veincelmiş biçimiyle yeni tuzakları boşa çıkarmak gibiönemli bir görev yüklese de.

ÖDP bahsini son bir notla kapatalım: Kongre ikiayrı grubu, iki ayrı iradeyi kamuoyu önündekesinleştirmiştir. Fakat adeta kendi ilke yoksunluğunuve liberal şekilsizliğini yansıtmak istercesine, genelbaşkanlığı bir tarafa, Parti Meclisi çoğunluğunu iseöteki tarafa vererek, partideki şekilsizliği vedolayısıyla belirsizliği devam ettirmiştir. BöyleceÖDP’de iki başlı bir yönetim durumu yaratmıştır. Bu,bunalımın önümüzdeki dönemde yeni biçimler içindeşiddetlenerek süreceği ve büyük bir ihtimalle de, fiilibölünmenin resmi biçim kazanması doğrultusundaseyredeceği anlamına gelmektedir.

SDP’de bunalım ve bölünme

Başlığı böyle koymuş bulunsak da halihazırdakibölünmenin biçim olarak SDP’de değil, fakat onunonda dokuzu demek olan Kurtuluş Grubu içindeyaşandığını belirterek başlamalıyız söze. BununSDP’ye nasıl yansıyacağını ise yakın dönemdetoplanacağı söylenen “Sosyalist Demokrasi Partisi(SDP) Üçüncü Konferans ve Kongre”si gösterecek.

Kurtuluş Grubu bünyesindeki bölünmeyikamuoyu önüne resmen taşıyan “Kurtuluş’ta NeOldu, Nasıl Oldu?” başlıklı metin, başlangıçsatırlarında konuyu şu dramatik sözlerle sunuyor:

“Aylardan beri Kurtuluş hareketini her boyutuylaetkilemekte olan kriz bölünmeyle sonuçlanmışdurumdadır. Ülkedeki siyasal atmosferin bu denliısındığı bir dönemde kuşku yok ki her bölünme gibiyaşadığımız bölünme de örgütsel ve politik etkialanımızı daraltmıştır. Kurtuluşçular iddialarından biradım daha uzaklaşmış, sosyalist sol nezdinde sosyalistdemokrasi ve farklılıkların bir arada durabileceği teziinandırıcılığını biraz daha yitirmiştir...”

Daha girişteki bu tespit özellikle önemlidir. ZiraSDP’nin üzerine en çok sözettiği iki temel konuda,birlik ve örgütsel demokrasi alanında, pratikte açık birbaşarısızlığa uğradığını, inandırıcılığını yitirdiğinizorunlu biçimde dile getirmektedir.

Zamanın bölünmek değil birleşmek zamanıolduğunu kuşkusuz iyi bildiklerini, “ancak ne yazıkki” gerçek hayatta işlerin başka türlü seyrettiğini,yaşanan kriz ortamının “sorunun uygun yol veyöntemlerle çözümünü olanaksız hale getirdi”ğinisöyleyen metin, krizin dışa yansıma/yansıtılmabiçimine ilişkin olarak ise şunları söylemektedir:

“Soruna sondan bakıldığında taciz meselesinedeniyle ortaya çıkmış bir ayrışma görülmektedir. Bunedenle tartışma bu eksende sürdürülmekte, bir tarafdiğer tarafı ‘taciz işbirlikçisi’ olmakla, ‘kadın sorunuve sosyalist demokrasiyi reddetmekle’ suçlamakta,hatta bu konuda parti dışına yönelik bir propagandave ajitasyon çalışması sürdürerek diğer siyasalanlayışlar nezdinde bulunduğumuz zemini mahkumetmeye çalışmaktadır. Öncelikle ifade etmek gerekir kibu tutum son derece haksız ve adaletsiz bir tutumdur.Her şeyden çok içinde olduğumuz parti zeminine zararvermiş, politik yapıyı likide ve tasfiye ederek seçimsürecinden partimizin ve emek-barış-demokrasigüçlerinin daha kazançlı çıkmasına engel olmuştur.

“Oysa gerçekte yaşanmış olan ayrışma süreci krizdinamikleriyle yoğrulmuş yaşamımızda bir son

noktadır. Örgütsel ve politik planda seyreden krizdinamikleri hareketin içinde barındırdığı tümçelişkilerin bir ürünü olarak ortaya çıkmıştır. Krizler,bir ‘an’ değil bir ‘süreç’ olarak ele alındığında doğruokunabilir.” (Devrim Yolunda Kurtuluş, Sayı: 1Ağustos 2007).

SDP bünyesindeki kriz dinamiğine ilişkin bufelsefi anlatımın maksadını, metnin girişine bu amaçlakonulmuş bulunan şu cümlesi daha kestirmedenözetlemektedir: “Her saniye yaralar, sonuncusuöldürür.” SDP bünyesinde yaşananlarda “öldürücüsaniye”, haliyle “cinsel taciz olayı” skandalıdır. “Tacizişbirlikçisi” olmakla suçlananlar, kopma noktasının buolduğunu reddetmiyorlar, ama diyorlar, bu yalnızcason saniye olayı idi, oysa bizi bugünkü dönülmezbölünmeye ve tasfiyeye sürükleyen koca bir sürecinçok yönlü birikimi oldu.

Diyalektik sürece dair güzel bir sözün biçimsiz birdurumun anlatımına ve izahına alet edilmesininuygunsuzluğu da aslında buradadır. Yansıyan bilgileraçıkça göstermektedir ki, Kurtuluş grububünyesindeki bunalım ve bölünme kendi başınaalındığında ciddi siyasal görüş ayrılıklarınadayanmaktadır. Fakat bu görüşlerin sözdesavunucuları, mücadeleyi ve ayrışmayı dosdoğruburadan yaşayacaklarına, biribirlerinin karşısınadolaysız siyasal sorunlara ilişkin görüşler üzerindençıkacaklarına, “cinsel taciz olayı” türündenskandallara sığınmaktan yarar umuyorlar. Daha bir debunu alıp kadın sorunundaki ilkesel hassasiyetlecilalamaya, böylece siyasal bir bayağılaşmaya estetikbir biçim vermeye çalışıyorlar. Bu bayağılık öyle birnoktaya varıyor ki, taraflardan birinin liderikonumundaki Mahir Sayın, “iki cinsel taciz olayıvesilesiyle gözlerimin açılmasıyla partimizin içinesaplandığı batağı görmem” ve muhalefet bayrağınıyükseltmem olanaklı hale geldi diyebiliyor. Bizzatkendi eliyle ve çok özel çabalarla yarattığı liberalbatağı uzun yıllardır görmeyen, göremeyen biriningözleri “iki cinsel taciz olayı vesilesiyle” açılıyor vepartisinin battığı batağı böylece görüyor. İddianın busunuluşu bile bile başlı başına bir bayağılık örneğidir,ama öyle anlaşılıyor ki buradan hareketle yaratılan birtartışma, “son saniye” işlevi görerek bile olsa Kurtuluşgrubunu dönülmez biçimde bölmeye yetebiliyor.

Oysa gerçek batağın nerede olduğu ve nelerüzerinden yansıdığı “Kurtuluş’ta Ne Oldu, NasılOldu?” başlıklı metinde yeterli açıklıkta yeralmaktadır:

“Birlikçilik Kurtuluş’un hem güçlü hem de zayıfyanı olagelmiştir. Güçlü yanıdır, zira başkasosyalistlerle yan yana geliş için bir olanaksağlamakta...(dır). Zayıf yanıdır çünkü kendi içindekibirliğin alacağı hasardan çekinerek temel meselelerin“eylem birliği zemininde tartışılmasını” ertelemekteya da bu meselelerde anlaşılmış gibi yapmaktadır. (...)Belki de ÖDP’de geçen uzun yıllarda, günlük politikaile uğraşamamış olmaktan kaynaklı reel politiker bireğilim her türlü tartışma kulvarını tıkamaktadır.”

“‘Sosyalist demokrasi ile örgütsel liberalizm’arasındaki ‘sınır çizgisi’ silikleşmiş, bir örgütte olmasıgereken ‘sınırlar’ kaybolmuştur. Sürece ‘örgüt’ adıaltında örgütsüzlük egemendir ve parti üyesi olmakla,parti sempatizanı olmak arasında bir farkkalmamıştır....”

“Devrimci teori ile devrimci pratik arasındakidiyalektik bütünlük ortadan kalkmıştır...”

“Spekülatif ilişkiler politik ilişkilerin önünegeçmiş ve örgütsel yaşamımızı kuşatmaya başlamıştır.Kadroların önemli bir çoğunluğu güncel politikaüretmekten, en temel yaşamsal sorunlara zihinyormaktan uzaklaşmış ve apolitik ilişkiler içerisinesürüklenmiştir....”

“Bütün bunlardan daha önemli ve daha vahimolanı ise üyeler arasında ‘kader birliği’ ve ‘ortak ruhhali’ aşınmış, kadrolar arasında güven ilişkileri

Page 19: Sayı: 2007/40 19 Ekim 2007 50 YKr Halklara karşı savaş ...kizilbayrak.org/2007/sikb.07.40/kb 2007 - 40.pdfSavaşa ve saldırganlığa karşı mücadeleyi yükseltelim! Halklara

Reformist solda bunalım ve bölünme... Kızıl Bayrak � 19Sayı:2007/40 � 19 Ekim 2007

İstanbul yine birkaç saatlik yağışa teslimoldu. Dereler taştı, evleri, işyerlerini su bastı.Bu birkaç saat içinde 500’ü aşkın trafik kazasıyaşandı. Biri su basan tekstil atölyesinde, üçüde trafik kazalarında olmak üzere, daha ilkgünden 4 can kurban edildi.

Bu çağda hala insan kurban eden barbarlar,kentlilerden topladıkları vergileri kentlerinaltyapısı için harcamak yerine sermaye sınıfınaaktaran devlet ve belediye yöneticileriylesermaye sınıfının kendisidir. İşçi ve emekçikitlelerin mahkum edildiği bu sefalet, sermayedüzeni ve devletinin rezaletidir ve her yağıştahemen hemen aynı biçimde yaşanmaktadır.Aynı dereler taşmakta, aynı bölgeleri hatta aynıbinaları su basmakta, bir tek ölenler ile onlarınardından yas tutanların adları değişmektedir.

Kitlelere ‘doğal’ afet, yani kader olarakyutturulmaya çalışılan sel felaketi, aslında,insanlık ondan korunmayı yüzlerce yıl evvelöğrenmiş olduğuna göre, korunma tedbirlerinialmayan bugünkü düzenin yarattığı birfelakettir. Kaldı ki, bu düzenin emekçi kitleleriçin yazdığı kaderdeki tek afet seller dedeğildir. İstanbul işçi ve emekçileri, beklenendeprem için de en küçük bir hazırlıkyapılmadığını çok iyi bilmektedir.

Her yağışta taşan, çevresindeki binaları sualtında bırakan üç-beş derenin ıslahı o kadar mızor, o kadar mı masraflıdır? Yollardaki sugiderlerinin genişletilmesi, temizlenmesi çokmu zor ve masraflıdır? Sadece bu tedbirler bileiki damla yağışın bu derece büyük zarara yolaçmasını önleyebilecektir. Ancak yapılmıyor.Zengin semtlerin park-bahçe düzenlemelerineharcanan emek ve para kadar bile harcamayapılmak istenmiyor. Çünkü su basan tekstilatölyesinde ölen bir işçidir, su basan evlerde deburjuvalar yaşamıyor. Kenar semtlerin konduapartmanlarının izbe bodrumlarında, emeğineüç kuruş değer biçilen, hayatınınsa beş paralıkdeğeri bulunmayan işçi ve emekçilerbarınmaya çalışıyor. Yaşamları ne kadarilgilendiriyor parababalarını ki ölümleriilgilendirsin?

İşçi ve emekçilerin, sudan ucuz yaşamaktanve böyle sudan sebeplerle ölüp gitmektenkurtulması, insanca yaşayıp büyük oranlardayaşlılık nedeniyle ölmesi mümkündür. Ancakbunun için, öncelikle, kendilerini sefil biryaşama ve sudan sebeplerle ölüme mahkumetmiş olan sermaye düzeninden kurtulmalarıgerekiyor. Asalak sermayedarların sömürüimkanları ortadan kaldırıldıktan sonra,toplumsal yaşamın her alanında yaşamkalitesini yükseltmek, selleri, depremlerifelaket olmaktan çıkarmak işten bileolmayacaktır.

Bugünkü bu gereksiz ölümlerimiz, bir avuçasalak sefa sürsün diyedir. Onların sefahatibizim sefaletimiz ve çoğu kere de felaketimizanlamına geliyor. Bunlardan kurtulmanın tekyolu kapitalizmden kurtulmaktır.

zedelenmiş, kolektif gelecek idealleri ve özlemleri,hedefleri ve amaçları muğlaklaşmıştır...”

Burada çizilen, politik ve örgütsel bir çürümeninbütünsel tablosudur. Ortaya konulan tespitlerin özü veözeti budur.

Sözkonusu metin bu tespitleri KurtuluşGrubu’nun bölünmeden kısa bir süre önce yaptığıdeğerlendirme toplantısında varılan ortak sonuçlarailişkin bir metinden aktarıyor. Yani yukarıdakitespitler, taraflardan birine değil, fakat bölünme öncesibütünlüğü içindeki Kurtuluş Grubu’na ait.

Yukarıya bir kısmını aldığımız tespitleri genişçeaktaran “Kurtuluş’ta Ne Oldu, Nasıl Oldu?” başlıklımetin, ardından şöyle devam ediyor:

“Yukarıdaki saptamalar yapıldığında henüzortada taciz krizi yoktur. Ama görüldüğü üzere başkaboyutta örgütsel ve politik kriz vardır. Yukarıdakisaptamaların hiçbiri laf olsun diye yapılmamıştır.Hatta ortalama bulunarak yapılmış saptamalardır.Gerçekte ise durum çok daha vahimdir. Yapılmışsaptamalar, örgütsel düzeyde hem bir sorununyaşanmakta olduğunu ve hem de yaşanmakta olansorunun örgütsel ve politik içeriği hakkında bilgivericidir. Görülmektedir ki kendi içimizde var olansorunlar politik olduğu kadar örgütsel ve aynızamanda da devrimcilik algılayışlarına kadar sirayetetmektedir.

“İşte taciz meselesi böyle bir akaryakıtistasyonunda çakılan bir kıvılcımdı....”

Bu kıvılcım’ın sonrasına ilişkin olarak söylenenlerise şunlar:

“Bu süreç yukarıdaki belgede saptanmış olduğugibi, giderek yapının likidasyona uğradığı ve tasfiyeolduğu bir süreçtir. Tüm organları felç olmuştur.Komiteler işi gücü bırakıp bu meselenin kurgusalyönleriyle ilgilenmektedirler. Yetmiyormuş gibi her şeyfaş edilmiş, sanal âlemde ve sokakta her şey konuşulurhale dönüşmüştür. Likidasyon ve tasfiye yalnızca yapıiçin geçerli değildir, aynı zamanda yapının dışındakiinsanlar da tasfiye rüzgarına yakalanmaktankurtulamamıştır.”

Sonuç şudur: “Kurtuluş hareketi likidasyon vetasfiye sonucu bir bölünme yaşamıştır... Tüm örgütselpolitik sorunlarımızı daha doğru zeminde çözmekvarken bu fırsat değerlendirilememiş ve son on yılınkazanımları kaybedilmiştir. Örgütsel zeminparçalanmıştır, likide olmakla kalmamış aynızamanda tasfiye olmuştur.”

Özetle ortada ÖDP’ninkine benzer bir iflastablosu vardır. Devrimcilik bitmiş, örgütlülük veörgüte dair herşey, irade ve eylem birliği, disiplin vedemokrasi tüketilmiş, liberal birlik politikası iflasetmiş, zıddına dönüşerek artık döne döne bölünmeüretir hale gelmiştir. Sonuç, “Kurtuluş hareketilikidasyon ve tasfiye” içinde tükenmesi olmuştur.

Kurtuluş Grubunun (ki bunu gerçekte SDP olarakdüşünmek gerekir) bölünmesinde ciddi siyasalsorunlar üzerine görüş ayrılıklarının da sözkonusuolduğunu söylemiştik. Fakat buna rağmen bunlarüzerinde durmayı öncelikli bulmuyoruz. Politik,örgütsel ve moral açıdan içinde bulunduğu gerçekdurum yukarıda bizzat kendileri tarafından sunulantablodan görülebilen bir çürümüş bünyede, ideolojik-siyasal temellere dayalı görüş ayrılıklarının esasailişkin bir anlamı yoktur. Sorunları ve çatışmayı cinseltaciz skandalları üzerinden ortaya koyarak bir bakımabunu kendileri de kabul etmiş olmaktadırlar.

Yine de salt bir fikir vermek sınırları içerisindebazı başlıklardan sözedebiliriz. Bu başlıklardan ilki,tahmin edilebileceği gibi Kürt sorunudur. Siyasalvarlığını ve olduğu kadarıyla da faaliyetini bu sorunaendekslemiş bulunan, bunu da Türk emekçileriiçerisinde çalışma yapmaktan çok Kürt hareketiyledostluk ve dayanışma protokolleri içindegerçekleştiren bir harekette bu konuda bir tartışmanıneninde sonunda patlak vermesi şaşırtıcı olamazdı.

“Kurtuluş’ta Ne Oldu, Nasıl Oldu?” başlıklı metninbildirdiğine göre, “cinsel taciz sorunu” üzerindenkendilerine, dolayısıyla SDP yönetimine yüklenenler,“Bu hareketin Kürt sorunu dışında bir politikası yokmu?” diye soruyorlarmış. Bu kuşkusuz daha çok birKürt halkıyla dostluk ve dayanışma derneği gibiçalışan SDP’de son derece yerinde bir sorudur. Fakatyazık ki yanlış birileri tarafından sorulmuştur ve çokda olumluya yorulmayacak saiklere dayalıdır.

İkinci bir temel önemde konu, birlik sorunu ve“çatı partisi” projesidir. “Bu hareketin Kürt sorunudışında bir politikası yok mu?” diye soranların dönedöne bölünme üreten liberal birlik politikasından artıkumutlarını kestikleri ve bu arada “çatı partisi”projesine de sıcak bakmadıkları anlaşılıyor. (Görüşlerikarşı grup tarafından aktarıldığı için sorunu böyleihtiyatlı ifade etmek yoluna gidiyoruz.)

Halen SDP merkezi üzerinden temsil edilen kanatise birlik politikasının derinleştirilmesini, yeni birlikarayışlarına girilmesini savunuyor ve “çatı partisi”projesini hararetle destekliyor:

“SDP hem birlik partisidir, hem de yeni birliklerinyolunu açmaya aday partidir. O nedenle sosyalistsolun yeniden yapılanması ve birliği için SosyalistForum Girişimi içerisinde yer alıyor...” “SDP’ninyeni güçlerle yenilenmeye ve bir ‘Yeniden Kuruluş’aihtiyacı var.”

Ve nihayet yeni dönemin parlamenter projesiolarak “çatı partisi”:

“22 Temmuz seçimleri aynı zamanda SDP’ninkuruluş sürecinden beri dile getirdiği ‘demokratikcephe’yi ve bu cephenin legal biçimi olarak ‘çatıpartisi’ni de güncel ihtiyaç haline getirdi. DTP veEMEP bu konuda gecikmeksizin adımlar atılmasını,girişimde bulunulmasını istiyor. TÖP, EHP, SODAPböyle bir girişimin öznesi olacaklarını söylüyor. Solungeniş kesimleri bu dağınıklığa hızla son verme,parlamento kürsüsünü sokağın sesi ve eylemiylebirleştirme arayış ve girişimlerini çeşitli kanallardansürdürüyor.”

“Demiri tavında dövmek gerekir. Konferans, artıkuzak geleceğe ertelenemeyecek olan ittifakpolitikalarında da cesur adımlar atmalıdır. Baştaemek, barış ve özgürlük güçleri olmak üzere tümtoplumsal muhalefeti, emekçilerin ve ezilenlerin temelsorunlarını merkezine alan bütünlüklü bir ‘demokrasiprogramı’ etrafında derleyip toparlayacak, ortak çatıaltında güçlerini birleştirecek kolektif iradeyigöstermelidir.” (SDP Üçüncü KonferansaGiderken..., Devrim Yolunda Kurtuluş, Sayı: 3, Ekim2007)

***3 Kasım’dan beri kendini parlamentarizme

endekslemiş ve bu çerçevede Kürt hareketininyedeğine girmiş bulunan liberal solda bunalım vebölünme artık açık bir olgudur. Parlamenter hayalkırıklıkları bu bunalımı şiddetlendiriyor olsa da asılneden daha derinlerdedir. ‘90’lı yılların liberalaçılımları açık bir iflasla sonuçlanmış bulunmaktadır.Türkiye’nin sert ve gerilimler dolu ortamındareformist solun kendini üretme olanağı olmadığı gibi,kendisini kuşatan zorluklara dayanma gücü veyeteneği de yoktur. ÖDP ve SDP’deki çözülme aynızamanda bunun bir yansımasıdır ve çok geçmeden bukendini EMEP bünyesinde de bir biçimdegösterecektir.

Geçmişin maddi ve moral devrimci birikiminiliberal zeminlerde tüketmekle kalmayan, yenidönemde mücadeleye akan sınırlı güçlerin önemli birbölümünü de bu aynı zeminlere çekerekkötürümleştiren reformist solun bunalımını veçözülmesini yakından izlemek, anlamak ve elbettedevrimci açıdan değerlendirebilmek, dönemindevrimci görevlerinin bir parçasıdır.

17 Ekim 2007(www.tkip.org sitesinden alınmıştır...)

Yağmuru felakete çevirenkapitalizm...

Ölümlerinsorumlusu düzen

ve devlettir!

Page 20: Sayı: 2007/40 19 Ekim 2007 50 YKr Halklara karşı savaş ...kizilbayrak.org/2007/sikb.07.40/kb 2007 - 40.pdfSavaşa ve saldırganlığa karşı mücadeleyi yükseltelim! Halklara

Düzenin aynası...20 � Kızıl Bayrak Sayı:2007/40 � 19 Ekim 2007

Kübra Gül’ün düğünü üzerine...

107 bin YTL’lik bir evlilik“gösterisi”...

2 bini trafik polisi olmaküzere 7 bin polis, binatepelerinde keskin nişancılar,gözetleme tırı, 2 polishelikopteri, kesintisizdenetime konu edilenMOBESE’ler, günleröncesinden başlayantatbikatlar ve 2 gözaltı... Nedevlet başkanları zirvesi, nede bir eylem öncesi... Sadecebir düğün... Abdullah Gül’ünkızı Kübra Gül, Kayseri’ninişadamlarından AbdullahSarımermer’in oğlu MehmetSarımermer ile evlendi.Seçimler vecumhurbaşkanlığı krizinedeniyle ertelenen düğünİstanbul Gösteri ve KongreMerkezi’nde gerçekleştirildi.

Evlilik töreni mi, özel operasyon mu?

Kübra Gül’ün bayramın üçüncü günü gerçekleşenevliliği uzun bir süre gündemi oyaladı. Düğün öncesiİstanbul Emniyeti tarafından tam donanımlı tatbikatlardahi gerçekleştirildi. İstanbul Gösteri ve KongreMerkezi’nin hemen yakınında çevreye hakim birnoktaya bir gözetleme tırı yerleştirildi. Düğündenbirkaç saat önce uçuşa geçen tam teşekküllü

gözetleme helikopterleri ise son misafir salonuterkedene dek görevini sürdürdü.

2 bin trafik polisi sadece düğündekilerin rahatınısağlamak için görevlendirildi. Düğüne katılacakdavetlilerin gerek park yeri sorunu yaşamamalarıgerekse trafiğe takılmamaları için alınabilecek bütünönlemler alındı.

5 bin polis ise davetlileri, Abdullah Gül’ü vemaiyetini korumakla görevlendirildi. Aksaray-Havalimanı hattında çalışan metro İstanbul Gösteri veKongre Merkezi durağında durmazken, İstanbul

Gösteri ve Kongre Merkezi’nin yakınında “davetiyesiolmadan” dolaşan hemen herkes kimlik kontrolündengeçirildi. Yine bir vatandaş Abdullah Gül’ü görmeyiistediğini dile getirip, polislerden yalvar yakar ricadabulununca soluğu karakolda aldı. Düğün çevresindeprotesto eylemi gerçekleştirmek isteyen bir emekçi deyaka paça gözaltına alındı. Kısacası çevreyeoperasyon havası hakim kılındı.

Adı üstünde “gösteri” merkezi!

Düğün doğal olarak siyasal bir dizi şova da sahneoldu. Burjuva medya da itinayla bu şovun reklamınıyapmaya soyundu. “Devletin kaynaklarınısömürmeyen bir politikacı” demagojisinin en klişeifadesi olarak Gül düğüne sivil araçla geldi. Böylece,Sezer döneminde başlayan “reis-i cumhur”un siyasalve özel yaşamını birbirine karıştırmaması “geleneği”bozulmamış oldu.

Düğün sahiplerinin diğer bir gösterisi de nikahşekeri dağıtmak yerine ağaç tapusu dağıtmalarıydı.Böylece “çevreci” ve “sorumlu” bir tutum alınmışoldu. Elbette küresel ısınmaya Türkiye’den omuzveren sermayedarların sözkonusu çevreci tutumlarıkafalarda bir düzine soru işaretine yol açtı.

Ancak, düğünde yapılan en büyük siyasal şov, üçsaatten fazla süren takı töreni sonucunda elde edilentakıların “büyük bölümünün” şehit ailelerinebırakılmasıydı.

İronik bir ayrıntı ise düğünün yapıldığı yerleilgiliydi. Düğünden sonra, düğün için tutulan İstanbulGösteri ve Kongre Merkezi Çadırı’nın ruhsatsız veiskansız olduğu, mühürlendiği, belediye ile çadırınişletmecisi Mustafa Özbey’ın mahkemelik olduğuortaya çıktı. Reis-i cumhurun kızı kaçak bir çadırdadünya evine girmişti!

Düğünden geriye kalan soru!

Kübra Gül’ün evlilik töreninin akşam verilen 200kişilik yemekli davet de dahil olmak üzere toplammaliyetinin yaklaşık 107 bin YTL tuttuğu söyleniyor.Burjuva medya tarafından her fırsatta damadın ailesitarafından karşılandığının altı kalınca çizilen bu tutar,bugün yaklaşık olarak 3 bin işçi ailesinin aylıkgelirinin toplamına eşit. Burjuvazinin birkaç saatlikeğlentisi ve gösterisi amacıyla heba edilen bu tutar,sözkonusu şatafatlı düğünden çekilmiş en çarpıcıfotoğrafı ifade ediyor. Zira bu fotoğrafın bir yanındaasgari ücretle bir ay boyunca sefalet içinde yaşamasavaşı veren 3 bin işçi ailesi dururken, diğer tarafındabirkaç saat sürecek olan bir düğünde buluşmuş 3 bineyakın tuzu kuru bürokrat, işadamı vb. duruyor.

Düğünden geriye kalan tek anlamlı soru da buçerçevede karton bir dövize yazılmıştı: “Bizimçocuklarımız ne olacak?” İmarzede olan MuzafferAydener tarafından havalimanı kavşağında açılmayaçalışılan bu döviz, gerek bir günde ortalığa saçılan 107bin YTL’nin, gerekse Türkiye gerçeklerini hiçe sayanşaşaanın hesabını soruyordu. Aydener yaka paçagözaltına alındı, döviz parçalandı ama bu sorugünlerce şişirilen bir düğünden arda kalan tek anlamlışey olarak hafızalara kazındı!

Ermeni tasarısı ve Irak’a sefer naralarıylaşovenizm histerisi yaratmaya çalışan sermayedevleti, kitleleri bu konularla oyalarken, bufırsattan istifade iktisadi saldırılarını dasürdürüyor. Su başta olmak üzere, temel tüketimmaddelerine ardı ardına zam bindiriliyor.

Ancak işçi ve emekçi kitleler bilmelidir ki,tezkere geçtiği ve hele de gereği yerinegetirilmeye kalkıldığı takdirde bu zamlar gelecekolanların yanında devede kulak kalacaktır.

Türk devleti zaten, gerek NATO’nun 3.büyük ordusunu besleyerek, gerekse de Kürthalkına karşı on yıllardır sürdürdüğü kirli savaşyüzünden, askeri harcamalarını altındankalkılmaz boyutlara çıkarmış bulunuyor. İşçi veemekçi kitlelerin çektiği sefaletin altında,sermayenin azgın sömürüsü yanında, devletin buaskeri harcamaları da bulunuyor.

Vergiler, yol, su, elektrik olarak kitleleredönmek şöyle dursun; Kürt halkının başınabomba, emekçilerin sırtına cop şeklinde geridönüyor. Vergi dairelerinde hala bir slogan olarakkullanılmaya devam etse de, vergilerleyürütülmesi gereken bu kamu hizmetleri,tersinden, en kârlı sektörlere dönüştürülmüşbulunuyor.

Sermaye devletinin işçi sınıfı ve emekçikitlelere karşı bu fırsatçı yaklaşımının en çarpıcıörneklerinden biri, Marmara depremi sırasındaçıkardığı mezarda emeklilik yasası olmuştu.Dönemin başbakanı Bülent Ecevit, meclisideprem için güya toplayamamış ancak mezardaemeklilik yasasını çıkarmak için toplayabilmişti.

Yine can kaygısından yararlanılmayaçalışılıyor. Şoven histeri dalgasına çekilebilenlerbunun etkisiyle, çekilemeyenler “ya gerçektensavaşa girersek” kaygısının etkisiyle, zamlarlailgilenmez diye düşünülüyor.

Tezkere mecliste oylandı ve kabul edildi.Tersi de beklenmiyordu. Bu tezkere Irak’a seferiçin kullanılsa da kullanılmasa da, estirilenşovenizm dalgası kitleleri zehirlemeye yeter deartar. Bir de üstüne böyle faydacı saldırılarbindiğinde, sınıf ve emekçi kitleler cephesindendurumun vehameti anlaşılacaktır.

İşçi sınıfı ve emekçi kitleler, sermayedevletinin bu çok yönlü saldırılarına karşımücadeleyi yükseltmek zorundadırlar. İktisadisaldırıların yanısıra, savaşa karşı “İşçilerin birliği,halkların kardeşliği!” şiarıyla mücadeleörgütlenmelidir. Irak seferi ancak birleşenişçilerin mücadelesiyle durdurulabilecektir.

Petrole, suya, sigaraya zam geldi... Sırada elektrik var…

Çok yönlü saldırılara karşı mücadeleye!

Page 21: Sayı: 2007/40 19 Ekim 2007 50 YKr Halklara karşı savaş ...kizilbayrak.org/2007/sikb.07.40/kb 2007 - 40.pdfSavaşa ve saldırganlığa karşı mücadeleyi yükseltelim! Halklara

Kızıl Bayrak � 21Sayı:2007/40 � 19 Ekim 2007

Pakistan’da seçim mizanseni…

Gerici rejim diktatör Müşerref’leyola devam ediyor

Ekim 1999’da askeri darbeyle iktidarı ele geçirengeneral Pervez Müşerref, 30 Nisan 2002’de birreferandum mizanseni gerçekleştirerek Pakistan devletbaşkanlığı koltuğunu 5 yıl süreyle işgal etmeyigarantilemişti. 8 yıldır sırtındaki askeri üniformayıçıkarmadan devlet başkanı koltuğunu işgal edendiktatör, geçen hafta düzenlediği seçim mizansenininardından, devlet başkanlığı makamını bir 5 yıl dahaişgal etmenin hazırlıklarına başladı. Ancak Müşerref,bu sefer üniformayı çıkarıp “sivil” kılığa bürünmeyivaadediyor.

Pakistan diktatörüne, devlet başkanlığı makamını 5yıl süreyle işgal etme olanağı sağlayan seçim oyunu,emperyalizme bağımlı ülkelerdeki burjuvaparlamenter sistemin içine yuvarlandığı derin bataklığıgöstermesi açısından ibret vericidir. Zira Pakistan’danyansıyanlar, gerici güçler arasındaki çatışmanın biryansıması olarak gündeme gelen seçimler, artık hiçbirkuralın geçerli olmadığını alenen ortaya koymaktadır.

İktidar etrafında dönen bu gerici çatışmaların

mahiyeti ülkeden ülkeye değişiklik göstermeklebirlikte, özü itibarıyla aynıdır. İşçi sınıfı ve emekçileresaldırırken tüm kuralları bir yana bırakarak birlikte suçişleyen egemenler, kendi aralarındaki iktidarmücadelesinde de yasaları değil, güç ilişkilerini temelalmaktadırlar.

Nitekim, Pakistan’daki siyasi arenayabaktığımızda, gerici güçlerin cirit attığı bir tepişmealanıyla karşılaşıyoruz. Öyle ki, gericiliğin kol gezdiğibu ülkede diktatör Müşerref, neredeyse “ilerici” diyeyaftalanacak. Çünkü muhaliflerinin çoğu en az onunkadar gerici. Söz konusu muhalefet, PervezMüşerref’in seçime katılmasına tek gerekçeyle karşıçıkıyor: “Müşerref, anayasayı çiğnemeden adayolacaksa genelkurmay başkanlığından istifa edipsırtındaki üniformayı çıkarmalıdır!” Yani diktatöredeğil sırtındaki üniformaya itiraz ediyorlar. Bu tutumsöz konusu “muhalefet”in niteliği hakkında fikirveriyor. Müşerref muhaliflerinin en katı olanları ise,şeriat düzeni kurmak isteyen dinsel gerici akımlardır.

Pervez Müşerref’le girdiği pazarlıkta anlaşmayavaran eski başbakanlardan Benazir Butto’da utançverici pazarlıkları sonuçlandırmış görünüyor. DiktatörZiya ül Hak tarafından idam edilen Zülfikar AliButto’nun kızı Benazir Butto, hakkındaki yolsuzlukdosyalarının rafa kaldırılması ve aktif siyasetekatılımının önündeki engellerin kaldırılmasıkarşılığında, “diktatörü aklama” misyonuna soyundu.Pakistan Halk Partisi Başkanı Butto’nun PervezMüşerref’le girdiği bu kirli pazarlık, diktatöre rahatbir soluk aldırdı.

Bu arada diktatörle anlaşmaya varan Butto ilepartisi, “üniformayı çıkarmadığı” için Müşerref’inseçilmesini boykot ederek, danışıklı dövüşün ikinciperdesini de tamamlamış oldu. Pakistan’dakiegemenlerin bir kısmını temsil eden Butto ve ekibi,diktatörle masaya oturup pazarlık yapmakta birsakınca görmezken, onun üniformasına karşıfazlasıyla “hassas” davrandı. Pakistan Halk Partisi, buriyakarlık numunesi tutumuyla, güya “demokrasiye nekadar bağlı” olduğunu kanıtlamış oldu.

Bu kirli pazarlık hem diktatöre, hem de Butto’yafazlasıyla yaramış görünüyor. Zira yolsuzluk dosyalarırafa kaldırılan Butto, yakında Pakistan’a dönüp aktifsiyasete başlama hazırlığını tamamlamak üzere.Üstelik yakında yapılması planlanan parlamentoseçimlerinde, Pervez Müşerref’in partisinin en yakınmüttefik adayı olarak. Butto tarafından meşru görülendiktatör de bu pazarlıktan fazlasıyla memnungörünüyor.

Bu arada belirtelim ki, Butto-Müşerref pazarlığıWashington’daki efendilerin teşviki ve denetimialtında gerçekleşti. Yani rüşvetçi ile diktatör, dünyajandarması ABD emperyalizminin hizmetine koşmanoktasında birbiriyle yarışıyor.

Bu rezil pazarlıkların ardından yapılan seçimleri,muhalefet partileri boykot ederken, bir kısımmilletvekili de istifa etti. Üniformaya karşı çıkanmuhaliflerin, Müşerref’in adaylığını engellemek içinaçtıkları davayı değerlendiren Pakistan YüksekMahkemesi ise, “seçim tarihinde değişiklikyapılmayacağını”, ancak devam eden dava nedeniyle“seçim sonuçlarının hemen açıklanmayacağını”duyurmakla yetindi. Mahkemeyi ciddiye almayandiktatör 17 Ekim’de açıklanacak sonucu beğenmezse,tanımayacağını ilan etmiş bulunuyor. Demek oluyorki, diktatör Müşerref, Washington’daki efendilerininde onayını alarak, 5 yıl daha devlet başkanlığımakamını işgal etmeyi sürdürecek.

Seçim adına sergilenen bu çirkin mizansen her nekadar Pakistan’da cereyan etse de, emperyalist-kapitalist düzendeki seçim oyununun kendine özgü birversiyonundan başka bir şey değildir. Diğerkötülüklerin yanısıra, döne döne üretilen bi türçirkeflikler, insanlığın gelişimi önünde aşılmasıgereken bir engel olarak duran kapitalist sisteminkaçınılmaz sonuçlarıdır.

Böylesi bir çatışma ortamında siyasi bir özneolarak sahneye çıkamayan emekçiler ise, şu veya bugerici odağın peşine takılmaktan kurtulamazlar.Nitekim Pakistan’da da en yakıcı ihtiyaç, emekçileradına hareket edebilecek ve ona önderlik edebilecekgüce erişmiş devrimci bir partidir.

Kapitalist-emperyalist düzenin dünyajandarması ABD, bu zorbalık rolünüoynayabilmek için devasa boyutlara varan vesürekli tahkim edilen bir savaş makinesinikullanıyor. Dünyanın dört bir yanında yüzlerceaskeri üs kuran ABD, yüzbinlerce işgalci askerinibu üslerde hazır bekletiyor. Somali, Sudan, eskiYugoslavya, Afganistan, Irak gibi ülkeleribombalayıp sayısız katliamlar yapan bu işgalcigüçlerle, ABD emperyalizminin saldırganlık vesavaş politikası hayata geçiriliyor.

Afrika halkları da dünya jandarmasınınsaldırılarından payına düşeni almakla birlikte,ABD kıtaya özel bir askeri üs kurmamıştı. Ancakson zamanlarda yayılan haberlerden, ABDordusunun, Afrika’da “AFRICOM” adlı yeni birkomutanlık kurduğu öğrenildi. Konuyla ilgilihaberlerde, geçici olarak Almanya’da bulunansözkonusu komutanlığın yakında Afrika’yataşınacağı belirtiliyor. Verilen bilgilere göre,AFRICOM personeli tek bir bölgede toplanmakyerine, çeşitli Afrika ülkelerine dağıtılarakkonumlandırılacak.

Üs kurma kararının açıklanmasından sonrakonuşan Bush liderliğindeki savaş kundakçılarınınsözcüleri, AFRICOM’un “iyi yönetim, hukukunüstünlüğü ve ekonomik fırsatlar aracılığıylaAfrika’nın kendi istikrarını ve güvenliğinisağlamasına yardım” için planlandığını iddiaediyorlar.

Bu tür söylemlerin herhangi bir ciddiyetininolmadığı biliniyor. Afrika halkları Afganistan,Irak, Filistin, Somali gibi ülkelere baktıklarında,ABD savaş makinesinin neden kıtalarına işgalgücü yerleştirdiğini anlamakta güçlük çekmezler.

Zaten bazı Afrika ülkeleri ve kimi kabileler, ABDordusunun kıtaya yerleşme hazırlıklarındanrahatsız olduklarını şimdiden dile getirmeyebaşladılar.

Haydutbaşı Bush yönetiminin sözcüleri,AFRICOM’un kurulmasıyla Afrika kıtasınınABD’nin “terörizme karşı savaş” alanına dahiledildiğini duyurdular. Demek oluyor ki, ABDsavaş makinesine bağlı işgalci güçler, “teröre karşısavaş”ı kıtanın çeşitli ülkelerine dağılarak icraedecekler. Bu ise, açlık ve iç çatışmalarla kırılankıta halklarının başına yeni felaketlerinsarılmasından başka bir anlam taşımayacak.

Farklı çevreler, Afrika’ya yerleşme sürecindekiABD’nin birinci derecedeki hedefinin Çin olduğukonusunda hemfikirler. Zira ABD, Çin’in,Afrika’da giderek artan nüfuzundan oldukçarahatsız. Geçerli kabul edilen bir diğer önemlineden ise, ABD’nin başta petrol olmak üzereenerji koridorlarının kontrolünü elinde tutmakistemesidir. ABD’nin, petrol ithalatının dörttebirini Nijerya ve Angola gibi ülkelerdengerçekleştirdiği göz önüne alındığında, bu sebebinsavaş kundakçıları için taşıdığı önem daha iyianlaşılır.

Büyük tekellerin hizmetindeki Amerikan savaşmakinesi planlarını hayata geçirebilirse, kıtahalklarına sunabileceği tek şey yeni yıkım vekatliamlar olacaktır. Fakat bu durum hiç de “açAfrikalılar”ın ABD işgalini hoşgörüylekarşılayacakları anlamına gelmiyor. Tersine, ABDordusu, açlığın kol gezdiği Somali’yi işgalettiğinde nasıl kararlı bir direnişle püskürtüldüyse,kıtaya yerleşmeye hazırlanan işgalci güçler deaynı akıbete uğramaktan kurtulamayacaklar.

ABD ordusu Afrika’da üsleniyor…

Afrika halkları da Amerikansavaş makinesinin hedefinde!

Page 22: Sayı: 2007/40 19 Ekim 2007 50 YKr Halklara karşı savaş ...kizilbayrak.org/2007/sikb.07.40/kb 2007 - 40.pdfSavaşa ve saldırganlığa karşı mücadeleyi yükseltelim! Halklara

Dünyada işçi ve emekçi eylemlerinden...22 � Kızıl Bayrak Sayı:2007/40 � 19 Ekim 2007

Dünyadan...Almanya’da makinistler 18

Ekim’de grevdeAlman Demiryolları DB ile Alman

Makinistler Sendikası GDL arasında sürengörüşmelerde anlaşma sağlanamadı.Makinistler 18 Ekim günü greve çıkma kararıaldılar.

Alman Demiryolları Tekeli DB, 8 Ekimgünü Alman Makinistler Sendikası GDL’yemakinistlerin özel ihtiyaçlarını gözeten birteklif sunmuştu. Bu yeni teklifte de, diğersendikayla anlaştıkları yüzde 4,5 ücret artışı vefazla mesai karşılığı yüzde 5,5 ek ücret zammıöneriliyor.

Alman Makinistler Sendikası bunun gözboyama olduğunu söyleyerek teklifi reddetti.Sendika başkanı bu görüşmede farklı olandurumun makinistlere bir kereye mahsusolmak üzere 2 bin Euro ödenmesi önerisiolduğunu ifade etti. “DB bu paranın geçendönem makinistlere ödenmesi gereken fazlamesailerin karşılığı olduğunu söylemedi” dedi.

Fransa’da grev var!Fransa’da CGT Sendikası Demiryolları

Federasyonu’nun çağrısını yaptığı Sarkozyhükümetinin saldırılarına karşı “mücadelegünü” 18 Ekim’de gerçekleşecek. Bu eylemgününde sadece demiryollarında çalışanlarındeğil, tüm işçilerin ortak mücadelesiplanlanıyor.

Diğer sendikalar da eyleme katılma kararıaldılar. Ulusal elektrik ve gaz şirketi EDF veGDF işçileri, Paris Metro (RATP) işçileri,Şehir Üstü Taşıma Şirketleri işçileri, memursendikaları, kimya işçileri de 18 Ekim içinçağrı yaptılar. FO ve Solidaireskonfederasyonları genel merkezleri de grev veeylemlere katılacaklarını açıkladılar.

Sendikalar 22 Ekim günü biraraya gelerek süresizgrev konusunu görüşecekler. Grevin diğer alanlaradoğru genişletilmesi planlanıyor. Grev kararı Sarkozyhükümetinin demiryolları işçilerinin emeklilik yaşınıuzatmayı amaçlayan yasayı onaylatmak istemesiüzerine verildi. Sarkozy’nin politikalarınıın özü dahauzun çalışma süresi, daha fazla sosyal kesinti veemeklilik maaşının düşürülmesini öngörüyor. ÖzelEmeklilik Rejimi, 2008’de gündeme gelecek olangenel emeklilik reformu saldırısının ilk adımı.

Bulgaristan’da grev sürüyor!Bulgaristan’da öğretmenlerin ücret artışı talebiyle

başlattıkları grev 15 Ekim günü dördüncü haftasınagirdi. Grev nedeniyle tüm okullar kapalı.

14 Ekim günü Öğretmenler Sendikası ile EğitimBakanlığı arasında yapılan görüşmelerde bir kez dahaanlaşma sağlanamadı. Bulgaristan’da öğretmenlerortalama 300 leva (yaklaşık 150 avro) ücret alıyorlar.Eğitim Bakanlığı öğretmenlere 2008 Ocak ayında 190leva (yaklaşık 85 avro), Temmuz ayında ise 50 leva(yaklaşık 25 avro) zam önerisi yaptı. Öğretmenler iseücretlerinin yüzde 100 oranında artırılmasını (600leva) talep ediyorlar.

Öğretmenler Sendikası Başkanı istekleri yerinegetirilinceye kadar greve devam edeceklerini açıkladı.Halk greve büyük bir destek sunuyor. Bulgaristan’daeğitim tam bir yıkım halinde. Öğretmenlerin büyük birçoğunluğu, inşaat sektörü gibi kendi mesleği ile ilgisi

olmayan ek işlerde çalışıyorlar.Bulgaristan’da birçok meslek grubu öğretmenlerin

bu haklı taleplerini destekliyor. 11 Ekim’de 30 binkişinin katıldığı yürüyüşe toplumun her kesimindenemekçiler destek vermişti. Aynı gün SofyaÜniversitesi’nde üniversite bütçesinin artırılması içinde protesto gösterileri yapılmıştı.

Bulgaristan’da orman işçileri de 4 Ekim’den buyana yüzde 30 ücret artışı talebiyle grevdeler. Sağlığaayrılan bütçenin kısıtlanmasına karşı da huzursuzlukbüyüyor.

İsviçre’de inşaat işçileri grevde!İsviçre’de inşaat işçileri çalışma koşullarının

iyileştirilmesi, ücretlerinin artırılması, fazla mesailerinödenmesi talepleri ile 15 Ekim’de greve çıktılar. Grev,başta başkent Bern olmak üzere Cenevre, Neuenburggibi kentlerde Unia Sendikası’nın çağrısıyla başladı.İşçiler grev sözcülerini seçerek, şehir meydanlarındagrev çadırlarını kurdular ve protestolara başladılar.

Unia Sendikası greve katılımın yüksek olduğunu,sadece Bern’de 100 inşaatta grev pankartının asılıolduğunu bildirdi. Nuenburg’da bin, Cenevre’de ise 4bin kişi şehir merkezinde toplanarak protesto gösterisiyaptılar.

İşveren Pazar günlerinin de çalışma günü olmasınıdayatırken fazla mesai ücretlerini ödemek istemiyor,asgari ücret ödemeyi de kabul etmiyor, çalışmasürelerinin uzatılmasını istiyor. Sendikanın talebi ise,eski iş sözleşmesinin kabul edilmesi. Sendika çalışmasürelerinin kısaltılmasını, fazla mesailerin ödenmesini,işe yeni alınacak kişilere asgari ücret ödenmesini talep

ediyor. Hasta işçilerin çalışmaya zorlanmaması,hastalık paralarında kesinti yapılmaması da taleplerarasında yer alıyor.

Barcelona’da Mercedes Benz grevi16 Ekim’de Barcelona’da Mercedes Benz

çalışanları greve gitti. Grevin başladığı gün bin işçiEndüstri Bakanlığı’nın önüne yürüdü.

Mercedes Benz yönetimi 5 Ekim’deBarcelona’daki işletmeyi kapatma kararı aldıklarını,Sointe Venture üretimini küçük bir firma ilesürdürebileceklerini açıklamıştı. İşçiler, kendilerine buyeni firmada iş olanakları sağlansa bile, Mercedesişçisi olma statüsünü kaybedecekleri ve yedek parçaüreten bir işletmedeki risklerle karşı karşıyakalacakları için endişeliler. İşçiler grev ve protestoeylemlerinde tepkilerini gösteriyorlar, mücadeledekararlı olduklarını ilan ediyorlar. Grevler 16-19, 23-25ve 30- 31 Ekim tarihlerinde sürdürülecek.

Berlin’de yürüyüş13 Ekim günü Berlin’de, sosyal ve demokratik

hakların kısıtlanmasına karşı Almanya çapında 4. kezdüzenlenen yürüyüşe yaklaşık 2 bin kişi katıldı.

Ajanda 2010’un bir parçası olan Hartz IVuygulaması ile, eğitimin ve sağlığın paralı halegetirilmesi, işsizliğin büyümesi, işçi ücretlerinindüşürülmesi, emeklilik yaşının yükseltilmesi vb.saldırılar hayata geçirilerek, zenginlerle yoksullararasındaki uçurum daha da büyütülüyor.

Pazartesi Yürüyüşü inisiyatifçilerinin organizeettiği yürüyüş ve eylemde kültürel etkinliklerinyanısıra sosyal ve demokratik hakların gaspına veHartz IV uygulamasına karşı konuşmalar yapıldı.

Cunta işbirlikçisi rahipyargılanıyor!

Arjantin’de askeri diktatörlük dönemindeyürütülen kirli savaşın fiili destekçisi olarak tanınanrahip Christian von Wernich hakkında ömür boyuhapis cezası istendi.

Şu an 69 yaşında olan rahip, Arjantin’de faşistdiktatörlük rejiminin egemen olduğu günlerde, burejime açık destek sunmak, adam kaçırma, cinayet,işkence gibi suçlara doğrudan iştirak etmekle

BBBBuuuullllggggaaaarrrr iiiissssttttaaaannnnööööğğğğrrrreeeettttmmmmeeeennnn ggggrrrreeeevvvviiii

İİİİssssvvvviiiiççççrrrreeee iiiinnnnşşşşaaaaaaaattttiiiişşşşççççiiii lllleeeerrrr iiii ggggrrrreeeevvvviiii

Page 23: Sayı: 2007/40 19 Ekim 2007 50 YKr Halklara karşı savaş ...kizilbayrak.org/2007/sikb.07.40/kb 2007 - 40.pdfSavaşa ve saldırganlığa karşı mücadeleyi yükseltelim! Halklara

Dünyada işçi ve emekçi eylemlerinden... Kızıl Bayrak � 23Sayı:2007/40 � 19 Ekim 2007

suçlanıyor. Kirli savaş döneminde rahibin en önemli misyonu,siyasi tutsaklara dinsel sömürü yöntemlerini de kullanarakzorla ifade verdirmesi ve daha sonra bu ifadeleri polisbirimlerine aktarması idi. Ayrıca, gizli tutuklu kamplarındakiişkencelere de ‘seyirci’ olarak katılmıştı.

Arjantin’de 30 bine yakın kayıpla kapanan cuntadöneminde Katolik kilisesinin cunta ile kurduğu ilişkinin deaçığa çıkmasını sağlayan yargılama ile, Arjantin’deki diğerkirli savaş suçlularının da yargılanmasının önü açılmış oldu!

Franco döneminin bilançosu açıklansın!İspanya’da faşist diktatör Franco döneminde ölen ve

hapsedilenleri anmak amacıyla hazırlanan yasa tasarısı ile ilgiliolarak görüşmeler devam ediyor. İspanya solu Francodöneminde uygulanan devlet terörünün tümünün açıklanmasıtalebinde ısrarcı. Sağcı gruplar ise, ‘eski yaraları deşmemek’adına buna karşı çıkıyorlar. Franco döneminde onbinlerce kişiöldürüldü ya da hapsedildi. Ancak düzen yanlıları bu gerçeğinayrıntıları ile ortalığa dökülmesinden kaçınıyorlar. Yasa tasarısıkesinleşirse, Franco döneminde öldürülen ve hapsedilenlerinhaksızlığa uğradıkları kabul edilmiş olacak.

Dünya genelinde göçmenler istenmiyor!ABD Pew adlı kamuoyu araştırma merkezinin dünya

ölçeğinde yaptığı bir araştırmaya göre, göçmenleriistemeyenlerin sayısında hızlı bir artış yaşanmış. Özellikle deABD ve Avrupa’da ırkçılık yükseliyor. 47 ülkede 45 bin kişi ileyapılan araştırmada Filistin ve Güney Kore dışındaki ülkelerintamamı göçün sınırlandırılmasından yana. Göçünsınırlandırılmasını düşünen insan sayısı, milliyet ayrımınagidilmeksizin 30 bin civarında.

Pinochet ailesi aranıyor!Şili’nin eli kanlı eski diktatörü Augusto Pinochet,

zimmetine para geçirme ve insan hakları ihlalleri suçlarıylailgili hakkında açılan davalar sonuçlanmadan geçen yıl ölse de,Şili yargısı ailesinin peşini bırakmadı. Yargıç Carlos CerdaPinochet’nin eşi ve beş çocuğu hakkında milyonlarca dolarızimmetlerine geçirip ABD’deki gizli hesaplara yatırdıklarıiddiasını içeren yolsuzluk soruşturması kapsamında tutuklamakararı çıkardı. Pinochet döneminde görevli altı general ile eskidiktatörün bazı arkadaşları dahil tam 23 kişiyi kapsayan kararçerçevesinde, Pinochet’nin 84 yaşındaki eşi Lucia Hiriart vebazı çocukları tutuklandı.

Cumartesi annelerinden eylem!Arjantin’de “Cumartesi Anneleri” olarak da bilinen kayıp

anaları mücadelelerine devam ediyorlar. 14 kişiyle başlayaneylemlerde analar, kaçırılan çocuklarının hesabını soruyorlardı.30 Nisan ‘77’de Cumhurbaşkanlığı binası önünde buluşanCumartesi anneleri, burada yürümek, durmak vb. yasak olduğuiçin meydanda bulunan piramidin etrafını dolaşarakeylemlerini sürdürmüşlerdi.

Cumartesi anneleri dönemsel olarak eylemlerinisürdürüyorlar. 7 Ekim günü de Buenos Aires’te, eylemlerinindoğuşunun 30. yılını anmak için yaşları 70 ila 90 arası olankadınlar yine aynı meydanda toplandılar. Çocuklarının adlarınıişledikleri beyaz başörtüleri ile eylem yapan kadınlar,çocuklarının hesabının hala verilmediğini, ülkede baskı vedevlet terörünün sürdüğünü vurguladılar.

İsrail’de öğretmenler süresiz grevde!İsrail’de orta öğretimde çalışan 42 bin öğretmen süresiz

greve başladı. Grev 1.200 ortaokul ve liseyi kapsıyor. Buokullarda 600 bin öğrenci bulunuyor. Öğretmenler ücretlerininartırılması ve daha iyi çalışma koşulları talep ediyorlar.

Polonya’da şoförler kazandı!Polanya’da Kielce kentinde otobüs şoförlerinin 17 gündür

sürdürdükleri grev başarı ile sonuçlandı. Şoförler kamu otobüsişletmesinin özelleştirilmesine karşı greve gitmişlerdi. Şehirbelediyesi otobüs işletmesini Ceolia isimli Fransız tekelinesatmak istiyordu.

Venezüella ve Bolivya’nın ardındanEkvador’da da emekçiler lehine yapılan bazıdüzenlemeler, Ocak ayında devletbaşkanlığına seçilen Rafael Correa’nın, HugoChavez ile Eva Morales’i örnek aldığışeklinde yorumlandı. Gerici burjuva partilerise, Correa’nın Ekvador’u sosyalist bir ülkehaline getirmeyi planladığını öne sürereksaldırıya geçtiler.

Rafael Correa, devletin ülkede faaliyetgösteren yabancı petrol şirketlerininkârlarından daha yüksek pay almasınıdüzenleyen bir kararnameyi imzaladı. Correa,yabancı şirketlerin devletle yaptıklarısözleşmede hesaplanandan daha fazla kârelde etmeleri durumunda devletin bu ek kârınyüzde 99’unu alacağını ifade etti.

Bu düzenleme, Correa’nın ülkede üretilendeğerlerden düşük gelirli kesimlerinyararlanması için yapmaya söz verdiğireformlardan biri. Daha önceki düzenlemeyegöre, yabancı şirketler bu tür durumlardakârlarının yüzde ellisini veriyorlardı.

Özel mülkiyeti hedef almadığı halde,emekçiler lehine en ufak bir düzenlemeyebile tahammül etmeyen burjuvazi, ortalığıvelveleye veriyor.

Bu düzenlemenin hemen öncesinde

yapılan kurucu meclis seçimlerinden zaferleçıkan Correa, yeni meclisten yoksullarıniktidardaki etkisini artırıcı reformlarbeklediğini de açıklamıştı. Correa,Ekvador’un artık geleneksel partilerdenkurtulması gerektiğini de ifade etti. Buaçıklamaların ardından da saldırıya geçengerici burjuva partileri, Correa’nın MoralesChavez gibi otoriter bir rejim düşlediğiniiddia ettiler.

Kurucu meclisin anayasayı baştan sonayeniden yazması bekleniyor. Yani Correa,anayasa ile yoksulların yönetimdekiyerlerinin artacağını savunuyor.

Son 10 yılda neoliberal politikalarıuygulayan üç devlet başkanını kovanEkvadorlu işçi ve emekçiler, halihazırdaCorrea’ya destek veriyorlar. Emekçiler lehinedüzenlemeler yapacağına söz vererek seçilenCorrea da bu yönde bazı kısmi adımlar attı.Ancak bu adımların henüz sembolik düzeydeolduğu da bir gerçek.

Correa’nın emekçilerden aldığı desteğindevamı verdiği sözleri tutmasına bağlı. Kitlehareketinin bu kadar dinamik olduğuEkvador’da, Correa’nın verdiği sözleriçiğnemesi kolay görünmüyor. Nihai sonucuise sınıflar mücadelesinin seyri belirleyecek.

Ekvador’da emekçiler lehine düzenlemeler!

Holywood işgal politikalarının hizmetinde!

Holywood yıllardır ABD’ninkirli politikalarının empozeedilmesi ve meşrulaştırılmasınınbir aracı olmuştur. Soğuk Savaşyılları boyunca kahraman ABD,korkunç Ruslar’dan dünyayıkurtarmış, bir dönem sonra isesahneye çekik gözlü düşmanlarçıkmıştır. Şimdi ise Holywoodsinemasına ekmek yediren yenitema Ortadoğulular. ABD’ninişgal politikalarının temelargümanı olan ‘dünyayı tehditeden terörün yuvası Ortadoğu’imajı bu filmler aracılığıpekiştirilmek isteniyor. Bir yandailkel, barbar, hatta pis ve sapıkOrtadoğulular, diğer yanda temizpak, kahraman ve fedakarJack’ler, John’lar… KısacasıHolywood Irak işgalinimeşrulaştırmak için elinden geleniardına koymuyor.

Los Angeles Times’a açıklamayapan Sayid Bedriye, yıllarca hepkötü Arap rolünü oynadığınıanlatıyor. Kana susamış terörist,kaba bir bedevi, hava korsanı!Bedriye, bir filmde teröristlerinyakalanmasına yardım eden birArap elçisi rolünün bulunduğunuve bu sahnelerin çekildiğini, ancak film montajdan çıktıktan sonra bu sahnelerin filmden atıldığınıanlatıyor.

Ancak bu filmlere artık çocuklar bile gülüyor. Kötü Ruslar, ilkel Koreliler, katil-pislik-aşağılıkAraplar, toplumda suç oranını artıran Meksikalılar, ötekileştirilmiş siyahlar, ilk saldırıya geçenKızılderililer, dünyayı ele geçirmek isteyen psikopat komünistler… Ve hep kahraman, sportif, iyigiyimli ve giysisinin bir yerine Amerikan bayrağını iliştirmiş Amerikalılar… İşte Holywoodsinemasının özü-özeti!

Page 24: Sayı: 2007/40 19 Ekim 2007 50 YKr Halklara karşı savaş ...kizilbayrak.org/2007/sikb.07.40/kb 2007 - 40.pdfSavaşa ve saldırganlığa karşı mücadeleyi yükseltelim! Halklara

Emperyalizm yenilecek!24 � Kızıl Bayrak Sayı:2007/40 � 19 Ekim 2007

Avrasya üzerine kavgalar kızışıyorAbu Şehmuz Demir

Avrasya ve Ortadoğu’da oluşan siyasal dengeler,bu dengeler üzerinde başta ABD olmak üzere Batıemperyalist merkezlerin büyük Doğu’ya (Şark’a)yönelik hayata geçirmek istedikleri stratejileri ile,Doğu’nun asıl sahipleri arasındaki kavgalarderinleşiyor.

Bu coğrafya, sınırları içinde varolan denizler,boğazlar, adalar ve çeşitli su kanallarının yanı sıra,eski dünyayı yeni dünyaya tarihi İpek Yolu ve çeşitliticaret yolları ile bağlamaktadır. Artı, iştahlarıkabartan fosil enerji kaynaklarının yanısıra, verimlitopraklardan dünya pazarlarına aktarılan ipek, pamuk,buğday vb. gibi kaynakların ağırlığı da yine bucoğrafyada bulunmaktadır.

Bu nedenle başta emperyalist merkezler olmaküzere herkes, kendi cephesinden bölgedeki sürecikendi lehlerine çevirme taktik ve stratejilerini hayatageçirebilmek için uğraşıyor, bu doğrultuda siyasaldengeler üzerinde günlük oynamalara devam ediyor.Emperyalist Batı merkezlerinin Afganistan’ıişgalinden sonra, ABD ve İngiltere öncülüğündeOrtadoğu’nun stratejik merkezi olan Irak’ın işgaledilmesi ve kapitalizmin bekasının askeri koruyucugücü olan NATO’nun Doğu’ya yerleştirilmesi,Adriyatik’ten Çin’e uzanan alana yönelik Batıemperyalist merkezlerin (kimi noktalarda ortakstratejilerin yanı sıra) birbirlerinden ayrı oluşturmayaçalıştıkları çeşitli stratejiler, Avrasya ve Ortadoğu’dakendine yön arıyor. Bu güçler arasındaki kavgalarınhatları gün geçtikçe kalınlaşıyor.

Avrasya coğrafyası birçok büyük medeniyetebeşiklik etmiş olmanın yanısıra, jeopolitik vejeostratejik bakımdan önem taşıyor. Bundan dolayıdırki, emperyalist güçler yakın tarihimizin iki büyüksavaşını Avrasya’ya sahip olmak için çıkardılar. Geçenyüzyılda olduğu gibi, 21.yüzyılda da kapitalist-emperyalist sanayinin hayat damarlarının kalbi bucoğrafyada atmaktadır. Avrasya sahip olduğudeğerlerle ve konumu ile, dinamik nüfusu ve bağrındabarındırdığı önemli petrol ve doğalgaz zenginliği ile21.yüzyılın şekillenmesinde önemli bir roloynayacaktır. Avrasya’nın barındırdığı bu değerlerdendolayı, geleceğini bölgede gören ABD, AB ve diğeremperyalist güçlerin Avrasya’ya yönelik hayatageçirmek istedikleri stratejiler doğrultusunda bölgeçok yönlü bir saldırı altındadır.

Gelinen süreçte, Afganistan ve Irak’ın işgalindeABD ile birlikte hareket eden Avrupa Birliği üyesiİngiltere’nin de içinde bulunduğu AB, Avrasya’yayönelik kendine has stratejisini belirlemeye çalışıyor.Bu anlamda Brüksel’de oluşturulan Avrasya’yayönelik stratejik hedeflerini AB’nin bir önceki dönemBaşkanı Almanya Başbakanı Angela Merkel şusözlerle dile getiriyor: “İnsan dönüp bir kez bucoğrafyaya baktığında, Rusya’nın, Çin’in ve AvrupaBirliği’nin üçgen oluşturduğu bölge, AB için stratejiköneme sahip komşu bir bölgedir”*. Avrupa Birliği’ninAvrasya’ya yönelik olarak Almanya öncülüğündeoluşturduğu, kimi noktalar üzerinden kamuoyunasızan Brüksel stratejisi çerçevesinde, bu bölgeninAvrupa için hayati öneme sahip olduğunun altıçiziliyor: “Orta Asya’da etkinliğini artıran Rusya, Çin,ABD ve Japonya’nın yanı sıra Avrupa Birliği’nin bu

bölgede etkinliğinin artırılması için AB acele etmeli”...Ve Avrasya toprakları altında bulunan zengin enerjikaynaklarının Avrupa’nın enerji ihtiyacınıkarşılayabilmesi için “Rusya ile iyi komşuluk”ilişkileri devam etmeli ve Orta Asya ülkeleriyle “İnsanhakları ve sivil kuruluşlar” başta olmak üzere, buülkelerle “ayrı ayrı enerji konusunda ilişkilerin vediyalogların geliştirilmesi sürdürülmeli”... AyrıcaAvrasya coğrafyasında varolan “fosil enerjikaynaklarının modernleştirilmesi ve yeraltı enerjikaynaklarının geliştirilmesi için bölge ülkeleridesteklenmeli”... “Hazar Denizi ve Karadenizüzerinden bölgede yeni enerji koridor hatlarınıngeliştirilmesi için AB bu uğurda çalışmalı” ve “Avrupatekelleri bölgedeki petrol ve gaz vanalarını ellerinegeçirerek, Rusya’nın denetiminde Hazar Denizi’ndenBatı Avrupa’ya transferi (nakliyatı) sağlanmalı”.Bunlara ek olarak, bölgede rekabet yükseltilerek,“ABD ile bölgede politik amaç birliğinioluşturmak”** için çalışılmalı deniyor.

Bu arada, AB’nin Brüksel stratejisine dolaylı tepkigösteren Özbekistan Dışişleri Bakanı, “Özbekistan birAsya ülkesi, Brüksel’e 6000 km uzaklıkta” ,“Avrupalılar’ın öğretmenliğine gerek yok” diyor. YineAvrupalıların bu açıklamalarına yönelik olarakKazakistan Dışişleri Bakanı da, “Ayağın neresiniincittiğini, ayakkabıyı taşıyan bilir”*** (3 Temmuz‘07, Kazakistan Prawda gazetesi) şeklinde bir yanıtveriyor.

Evet, son yıllarda başta ABD olmak üzere Batıemperyalist merkezler, siyasal süreci kendidenetimlerine alma doğrultusunda, Ortadoğu’daolduğu gibi Orta Asya’da da siyasi süreci gergin iplerüzerinde tutmaya çalışıyorlar. Batılı güçler buyayılmacı ve sultacı emelleri doğrultusundaAvrasya’da her ne kadar siyasal olarak fay hatlarınınaltını kazsalar da, Orta Asya’nın enerji yataklarına tamve doğrudan erişmiş değiller. Zira Ortadoğu enerjikaynaklarına alternatif olan ve başlıca emperyalistmerkezlerin odaklandığı Orta Asya enerji kaynaklarıhenüz, başta ABD olmak üzere bu çapulcu güçlerinarzuladıkları güzergahlara akmamaktadır. Gelinensüreçte bu güçlerin önüne birçok bariyerin çıkması ile,bu kaynaklara direk ulaşmaları geciktiği gibi,bölgedeki dengeler de Rusya ve Çin lehine doğrugelişiyor.

Hakeza ABD öncülüğünde dünyaya dayatılan “tekkutupluluğa” karşı, son yıllarda birçok güç tarafındandillendirdiği gibi, Rusya da çok kutupluluğu

savunarak, Çin ile birlikte Asya toprakları üzerindekietkinliğini derinleştirmeye çalışıyor. Bölgenin enerjikaynaklarına, ABD ve AB dışında birçok gücün, yaniRusya, Çin, Japonya, Hindistan vs. gibi devletlerinihtiyaçlarından dolayı ilgi göstermesi, başta ABD veAB merkezlerinin işini zorlaştırdığı gibi, tüm bugüçlerin kendi aralarındaki kavgaları da derinleşiyor.

Yani uluslararası emperyalist merkezler arasındaAvrasya üzerine rekabet giderek kızışırken, bumerkezler arası işbirliklerinin yanı sıra, bölgenin asılsahipleri arasında da “Avrasya’da güç merkezleri”çerçevesinde saflaşmalar yaşanıyor, işbirliklerioluşturulmaya çalışılıyor. Bir tarafta çapulcu mağrurBatı cephesi ve diğer tarafta bu cephenin egemenliğineitiraz eden (Rusya, Çin, Kazakistan, Hindistan, İranvb.), Doğu’nun zengin enerji kaynaklarının ve insangücünün asıl sahipleri... Çünkü bu bölgeninbarındırdığı ve halen tam olarak keşfedilmemiş, ancakdünya petrol ve doğalgaz rezervlerinin büyük birkısmını barındıran enerji yatakları, emperyalistmerkezlerin iştahlarını kabarttığı gibi, bölgeninsahiplerini de bu yatakların korunması için ortakçıkarlarda birleştiriyor.

Bu çerçevede, “etrafım daralıyor” diyen Rusya ileÇin birlikte, ABD’nin bölgedeki etkisini zayıflatmakve önünü almak için bölge devletleriyle birlikte birçokkonuda ortak hareket etmeye çalışıyorlar. YaniABD’nin dünyaya dayatmaya çalıştığı tek yanlıküresel emperyal hegemonyasına karşı, Rusya dabölge adına, kendisinin de bir küresel dünya aktörüolduğunu kabullendirmek için, ABD’ye ve AB’yekarşı tutumunu sertleştiriyor.

NATO ve Şangay İşbirliği Örgütü

Varşova Paktı’nın dağılmasının ardından,NATO’nun 1996 Brüksel “Bahar toplantısı”nda,NATO’nun Doğu’ya kaydırılması kararı alındı. Aynıyıl Rusya ve Çin öncülüğünde bölgenin beş ülkesi biraraya geldiler; çeşitli konularda “ortak mücadele veişbirliği” konusunda anlaşarak, 2001’de Şanghayİşbirliği Örgütü (ŞİÖ) olarak birlikte hareket etmeyikararlaştırdılar. ŞİÖ başlangıçta “terör, içkargaşalıkların önlenmesi ve dinsel fanatikhareketlerin önünün alınması”nın yanı sıra, ekonomikişbirliği çerçevesinde ortak faaliyet gösterse de,gelinen süreçte NATO’ya muhalif askeri bir güç olmayolunda ilerliyor.

Şanghay İşbirliği Örgütü’ne üye ülkeler her yıl

Yani uluslararası emperyalist merkezler arasında Avrasya üzerinerekabet giderek kızışırken, bu merkezler arası işbirliklerinin yanı sıra,bölgenin asıl sahipleri arasında da “Avrasya’da güç merkezleri”çerçevesinde saflaşmalar yaşanıyor, işbirlikleri oluşturulmayaçalışılıyor. Bir tarafta çapulcu mağrur Batı cephesi ve diğer taraftabu cephenin egemenliğine itiraz eden (Rusya, Çin, Kazakistan,Hindistan, İran vb.), Doğu’nun zengin enerji kaynaklarının ve insangücünün asıl sahipleri...

Page 25: Sayı: 2007/40 19 Ekim 2007 50 YKr Halklara karşı savaş ...kizilbayrak.org/2007/sikb.07.40/kb 2007 - 40.pdfSavaşa ve saldırganlığa karşı mücadeleyi yükseltelim! Halklara

Emperyalizm yenilecek! Kızıl Bayrak � 25Sayı:2007/40 � 19 Ekim 2007

çeşitli misyonlar adı altında zirveler düzenliyorlar.Özellikle son yıllarda düzenledikleri zirvelerdeABD’ye, “Afganistan’da işiniz bitti, NATO birdünya kurumu değil”dir, “Avrasya’dan eliniziçekin” deniliyor. 1990’lı yıllardan sonra“demokrasi, insan hakları ve özgürlük” gibikavramların savunuculuğuna soyunan ABD,Rusya’nın arka bahçesi olarak bilinen OrtaAsya’daki ülkelerde, siyasal süreci kendi lehinegeliştirmek ve denetimine alabilmek için “RenkliDevrimler” denen, bildiğimiz bir dizi kaosyaratmaya çalıştı. Artı eski Varşova Paktı’na üyeülkelerin birer birer NATO’ya ve Avrupa Birliği’nedahil olmaları ile birlikte, Rusya’nın bu cephedende etrafı kuşatılarak, hareket alanını daraltmasiyaseti izlendi. Rusya bu siyasete karşı durarak veadeta Batı cephesine karşı askeri alanda atağageçerek, “küresel güvenliğin kuralları yenidenbelirlenmelidir” dedi.

Bu doğrultuda hareket eden Rusya, bugünekadar askıya aldığı Avrupa KonvansiyonelKuvvetler Anlaşması’nı (AKKA) kendi güvenliğigerekçesiyle askıdan kaldırdığını, füzelerin yönünüABD’nin müttefiki olan Avrupa’ya çevirdiğiniaçıkladı. Vladimir Putin öncülüğünde çok yönlüolarak toparlanan Rusya, 1990’lardan bu yana ABDöncülüğünde ilerleyen “tek kutuplu” dünyanın sonaerdiğini, bundan böyle “çok kutuplu” bir dünya ileyüzyüze olunacağını alenen ilan etmiş oluyordu.

Rusya “giderek kuşatılıyorum” gerekçesiyle askerialana önemli yatırımlar yaparak, bu yılın Ağustos ayıortalarında ABD’nin “Patriot” füzelerinden dahakaliteli ve üstün olan “S-400” adlı füzelerigeliştirdiğini, bunun dünyada benzerlerininbulunmadığını ve gelecek on yıl içinde de hiçbirülkenin buna sahip olamayacağını söylüyordu. Artıyine son günlerde Rus ordusunun açıkladığına göre,“bombaların babası” dedikleri yeni bir bombayıbaşarıyla denemişlerdi. Batı merkezleriyle arası hergeçen gün daha fazla dolaylı ve dolaysız olarakgerilen Rusya, NATO’nun Doğu’ya genişlemesi veDoğu Avrupa cephesine yerleştirilen ABD’nin askerigücüne karşı, Orta Asya ülkeleri ile ittifak ağlarınıgeliştiriyor ve Çin ile ekonomik, askeri, sosyal vekültürel ilişkisini güçlendiriyor.

Bu meyanda, geçen Ağustos’ta Kırgızistan’ınBaşkenti Bişek’te ŞİÖ zirvesine denk getirilen “BarışMisyonu 2007” tatbikatı adeta Rusya öncülüğündeABD karşıtı bir gösteriye çevrildi. Böylece Rusya,ABD ile yaşadığı sorunlardan dolayı onunlaişbirliğinden uzak kalacağının sinyallerini vermişoldu. ABD’nin Asya toprakları içindeki askeri vesiyasi varlığının, bölgede hegemonya peşindekoşmasının kendilerinin bölgedeki varlığına yönelikciddi bir tehdit oluşturduğunu bilen Çin ve Rusya,ABD’yi ŞİÖ ile kuşatma altına alarak, bölgedeetkisizleştirmeye çalışıyorlar.

Bölgede ABD’nin desteklediği, Rusların deyimiyle“üç belanın”, yani “terör, dini fanatizm ve ayrılıkçıhareketler”in bertaraf edilmesi hedefiyle şekillenenŞİÖ gelinen süreçte, NATO’ya ve Avrupa Birliği’nin(kurumlaştıramadığı) Avrupa ordusuna (ki bağımsızbir savunma gücünden ziyade NATO şemsiyesialtında kalmayı sürdürecektir) alternatif bir askerikamp olarak ilerliyor.

Özellikle Rusya bu yıl Münih’te yapılan GüvenlikZirvesi’nde ABD’ye adeta meydan okudu. Dolaylıolarak ABD’yi kastederek, “Birilerinin dünyayadayattığı tek kutuplu düzenek kabul edilemez”, “bunutedirginlikle izliyorum” şeklinde verdiği sert yanıt,birçok merkezin kendini tekrar gözden geçirmesineneden oluyor. Putin’in bu çıkışı üzerine, AlmanyaBaşbakanı Angela Merkel de; “Ne yazık ki AvrupaBirliği olarak ne bir güvenlik ne de bir savunmapolitikamız mevcut değil” sözleriyle, gerginliğingeldiği noktaya işaret ediyordu.

Bunun üzerine ABD Başkanı George Bush, hemÇin’i hem de Rusya’yı kastederek, “her iki ülkeyle iyiilişkilerin yanı sıra güçlü anlaşmazlıklarımız var”diyerek, bir nevi Çini ve Rusya’yı tehdit ediyordu.Çin’in Ortadoğu ve Afrika’da her geçen gün güçlenenkonumuna tahammül edemeyen ABD, uluslararasıalanda Çin mallarının kalitesizliğini boykot etmek gibiküçümseyici davranışlar sergiliyor, Çin ile ABDarasındaki sorunlar derinleşiyordu.

Bu gelişmeler, hızlı büyüme gösterenekonomisinin geleceği için enerji kaynaklarınısağlama almak peşinde olan Çin’in, “domuzla dostlukolmaz” anlayışı ile, ŞİÖ’nun askeri yönüne giderekdaha fazla ağırlık vermeye başlamasına nedenolmuştur. ŞİÖ nezdinde 2002’den bugüne kadar çeşitliisimler altında yapılan tatbikatlara katılan Çin, “BarışMisyonu 2007” tatbikatına çok önem vermiş olmalı ki,Çin ordusu 10.300 kilometrelik uzun bir yolutepeleyerek “ilk kez yurtdışı”nda, ŞİÖ ülkeleriylebirlikte askeri tatbikata katılmıştır.

Bu zirvede tatbikata ŞİÖ’ye üye 6 ülkenin yanısıra, İran, Hindistan, Pakistan gibi bölgenin önemliülkeleri dahil 10 ülke gözlemci ve misafir olarakkatılmıştır.

Sonuç itibariyle, bu yılkı zirvede, “BişkekDeklarasyonu” olarak deklare edilen ve “uzun vadelikomşuluk ve güvenlik stratejisi” adı altında taraflarcaimzalanan anlaşmaların temel taşını, üye devletlerarasında 20 yıllık bir süreyi kapsayan “ekonomikişbirliği programı” oluşturmuştur. Bu programçerçevesinde ŞİÖ’nun ortak pazarınınoluşturulmasının yanı sıra, Rusya’nın önerisi olan“Asya enerji kulübü” adı altında Avrasya enerjisektörünün bir kulüp altında toparlanması görüşüldü.Bu, başta ABD olmak üzere Batı merkezlerininbölgedeki enerji kaynaklarının sahiplerini devre dışıbırakma stratejisine karşı, başta Rusya olmak üzereAvrasya’nın sahiplerince ABD ve Batıyı devre dışıbırakma stratejisinin devreye sokulması anlamınageliyor..

Özetle, emperyalist merkezler arasında egemenlikve pazar kavgalarının giderek kızıştığı Avrasyacoğrafyasında silahlanma hızlanıyor. 21.yüzyılın kanlıkavgalı hesaplaşma alanının Avrasya olacağınıhesaplayan emperyalist güç merkezleri tarafındandünya bir savaş atmosferine doğru çekilmek isteniyor.Herkes kendi çapında tüm varı yoğuyla silahlanmaçabası içine giriyor.

Silahlandırılan Ortadoğu

Washington’daki savaş aparatının Savunma BakanıRobert Gates ve Hariciye Bakanı Condellezza Rice,Temmuz ayının son günlerinde Ortadoğu’yu ziyaretetmişler ve Mısır’ın Şerm el-Şeyh kasabasındayaptıkları açıklamada, bölgedeki müttefiklerineyardımda kusur etmeyeceklerini ve bölgeyi yenisilahlarla donatacaklarını beyan etmişlerdi. Her ikibakan da bölgenin silahlandırılmasınıgerekçelendirirken, “İran’ın bölgede artan nüfusunuve İran’ın bölge için tehdit oluşturduğunu” söylemiş,artı “alınmış olan bu kararın dünya ekonomisi içinönemli olduğunu” dile getirmişti. Bu çerçevedebölgedeki müttefiklerinden İsrail’e 30 milyar dolarlıksilahı hibe ederken, Körfez ülkelerine 20 ve Mısır’a10 milyar dolarlık silah satarak, bölgeye toplam 63milyar dolarlık askeri malzeme akıtacaklarını teyitediyorlardı.

İsrail’in de karşı çıkmadığı Ortadoğu’daki busilahlanma (Beyaz Saray’daki çetenin petrol ve silahsanayisi şirketlerinin üst düzey yöneticileri olduklarınıda göz önünde bulundurursak) ile bir şeylerinhazırlıkları yapılmaktadır. İsrail’in bekası için ABD’ninKörfez ülkeleri ve Mısır’a vermek istediği silahlar,bölge insanının tepesinde bir tehdit olarak sallandığıgibi, bölgedeki istikrarsızlığı körükleyecek ve olumsuzsüreci tetikleyecektir.

ABD, gelecekte yaşanacak facialar içinOrtadoğu’daki müttefikleriyle bütünleşme zeminlerinisağlamlaştırırken, siyasal amaçları doğrultusundabölgeyi çalkantılı ve kaotik bir sürece çekiyor.

Böylece Ortadoğu’daki mazlum emekçi halklarınboğazlarından kesilerek yeni bir silahlanma yarışıbaşlatılıyor, bölge silahlandırılarak bir kapışma sahasınaçevriliyor. ABD, Ortadoğu’ya silahların aktırılmasını“Ortadoğu’da güvenliğin sağlanması” olarak lanseediyor. Oysa kime karşı güvenlik? Bu silahlar Ortadoğuhalklarına karşı vahşice kullanılırken, gerici rejimlerinOrtadoğu’daki varlıkları daha fazla garanti altınaalınacak. Yine İsrail dahil (Suudi Arabistan hariç)Körfez’deki birçok ülkenin bu silahları depolayacakyeri olmadığı için BAE, Katar, Bahreyn ve Kuveyt gibiKörfez ülkelerine yerleştirilecek olan “uydu kumandalı”silahların, ABD’nin “haydut” dediği ülkelerin yanı sıragelecekte Avrasya’ya karşı sürdüreceği savaş içinyatırım olduğunu söylersek, herhalde abartmış olmayız.Çünkü bölgede ABD’nin haydut dediği İran ve İraneksenli cepheyi vuracak kadar yeterince silahdepolanmış bulunmaktadır.

Özet olarak, Afganistan savaşından sonra Irak’tasürdürdüğü savaştan yorgun düşen ABD’nin İran ilegirdiği nükleer sürtüşme ve geçen yıl İsrail’in Lübnansaldırısında boyun eğerek Lübnan topraklarını terketmek zorunda kalması, ne Tel-Aviv’deki, ne de BeyazSaray’daki savaş aparatı için yenilir içilir değildi. Buyüzden gelecek yıl ABD’de yapılacak başkanlıkseçimlerinde kimin başkanlık koltuğuna oturacağı pekönemli olmasa da, G. Bush kendi döneminde ısrarlaİran eksenli cepheye bir ders vermekten yana. Bunedenle Washington’daki üst düzey Avrupalı birdiplomat, G. Bush’un “İran’a yönelik askeri birsaldırıyı tamamıyla askıya aldığını söylemek zor”diyordu. Aynı diplomat “İran’a yapılacak bir saldırıtransatlantik ittifakının ilişkilerini alt üst edeceği gibi,bölgenin barut fıçısını ateşleyecektir” ifadesinikullanıyordu.

Velhasıl, bölgeye yönelik çok yönlü stratejilerrevaçta olup, tüm güçler kendi cephelerinden sürecikışkırtıyor ve gıdalarını bu yönden almaya devamediyorlar.

* Bernd Riegert, www.dw-world.de, aktaran, WilliGerns, AB’nin Yüz Siperi Orta Asya, 31.08.07, UnsereZeit gazetesi

** Willi Gerns, 31.08.07, agg*** Aktaran, Willi Gerns, agg

Özetle, emperyalistmerkezler arasında egemenlikve pazar kavgalarının giderekkızıştığı Avrasyacoğrafyasında silahlanmahızlanıyor. 21.yüzyılın kanlıkavgalı hesaplaşma alanınınAvrasya olacağını hesaplayanemperyalist güç merkezleritarafından dünya bir savaşatmosferine doğru çekilmekisteniyor. Herkes kendiçapında tüm varı yoğuylasilahlanma çabası içinegiriyor.

Page 26: Sayı: 2007/40 19 Ekim 2007 50 YKr Halklara karşı savaş ...kizilbayrak.org/2007/sikb.07.40/kb 2007 - 40.pdfSavaşa ve saldırganlığa karşı mücadeleyi yükseltelim! Halklara

Saldırılara karşı işçi-emekçi barikatı!26 � Kızıl Bayrak Sayı:2007/40 � 19 Ekim 2007

“Küreselleşme”, sendikasızlaştırmave yoksullaştırma / 2

Yüksel Akkaya

1980’li yıllarda bazı sanayileşmiş ülkelerdesendikaların üye sayısının azalışı, sendikalaşmaoranlarının düşüşü, güç ve temsil yeteneklerininzayıflayışı kimilerince sendikaların sonu, sendikasızçalışma ilişkilerinin doğuşu olarak değerlendirildi.Evet, bazı ülkelerde bireyin ön plana çıkarıldığı,örgütlülüğün dışlandığı bir dönemde sendikal hareketciddi boyutta bir kriz ile karşı karşıyaydı ve önemlimiktarda üye kayıpları ile karşı karşıya kalmışlardı.Bu doğru, ama sadece bir sonuç. Bu sonuca ulaşmadasermayenin saldırısı, sendikasızlaştırma çabalarıkadar, mevcut sendikal yapı, politika ve sendikaliderlerinin de payı vardır. İşbirlikçi, işyeri ve ücretlesınırlı, bencil bir sendikacılık ve bürokratik yönetimlebir de sosyal kontrol işlevi yerine getirilmişse, ilkekonomik krizde başka bir şey de beklememekgerekmektedir. Sermaye birikimi ve kârları rahatsızetmedikçe bu türden bir sendikacılığın sermayeyezarardan çok yararı olmaktadır. Ancak, sermayebirikiminde sorunlar, karlarda düşüş meydanageldiğinde, yani kriz ile karşı karşıya kalındığındasendikalar sermaye için artık bir tehlikeden başka birşey değildir. Bu dönemde sendikasızlaştırma çabalarıyoğunlaşır, işçiler kendileri ile işsizler arasındakirekabeti ücret artışlarını düşürür, düşük ücretlerleçalışmaya razı olunur. Bu durum, bugüne özgüdeğildir, sanayileşmenin tarihi kadar eskidir. Çünkü,Engels’in (1997), daha 1845’te belirttiği gibi,“rekabet, modern sivil toplumda egemen olanherkesin herkesle savaşının en tam ifadesidir. Busavaş, yaşam savaşı, varolma savaşı, yalnızcatoplumun farklı sınıfları arasında verilmekle kalmaz,bu sınıfların tek tek üyeleri arasında da verilir. Herkesbir başkasının önünde engeldir, ve herkes kendiönündeki engeli bir kenara itmenin ve onun yerinegeçmenin yolunu aramaktadır. Nasıl burjuvazininüyeleri kendi aralarında rekabet halindeyseler, işçilerde kendi aralarında sürekli rekabet halindedirler”.İşçilerin işçilerle, işçilerin işsizlerle de rekabet halindeolduğu bu durumda, “her biri ötekinin ayağınıkaydırıp yerine geçmeye çalışır. Ne var ki, işçilerinkendi aralarındaki bu rekabet, işçi üzerindekietkisiyle, bugünkü durumun en kötü yanıdır;burjuvazinin elinde proletaryaya karşı en keskinsilahtır. İşçilerin bu rekabeti birlikler [sendikalar]yoluyla ortadan kaldırma çabaları, burjuvazinin bubirliklere [sendikalara] karşı duyduğu nefret, ve bubirliklerin [sendikaların] başına çöken her yenilgininburjuvazinin utkusu olması bu nedenledir”.

Tarihe dönüp ekonomik krizler ile sendikalpolitikalar ve yapılar arasında bir ilişki aradığımızda,karşımıza birbirinin benzeri sonuçlar çıkmaktadır:sendikalar üye kaybetmekte, yeni sendikal yapı vepolitikalara yönelerek bu krizden çıkmayaçalışılmaktadır.

1873-1874 krizi, İngiltere’de, Almanya’da,Avusturya’da, ABD’de, Kanada’da sendikalardaönemli üye kayıplarına neden olmuştur. Örneğin,İngiltere’de 1869 yılında 250 bin olan sendikalı işçisayısı 1873’te 1 milyona ulaştıktan sonra, krizlebirlikte 1875’te 500 bine düşmüştür (Sagnes, 1994).Benzeri bir süreç 1929 Bunalımında da yaşanmıştır.Bunalım öncesinde, İngiltere’de 6 milyona yaklaşan

sendikalı sayısı 1933’te 4 milyon 400 bineAlmanya’da 8 milyona yaklaşan sendikalı sayısı 5milyona düşmüştür (Sagnes, 1994). Belçika, ABD gibiülkeler de benzeri bir süreç yaşamışlardır. 1974 krizive sonrasında yaşananlar da aynıdır. Pek çok ülkedesendikalar 1980’li yıllar boyunca önemli sayı veoranda üye kaybetmişlerdir.22

Her üç krizden de sendikalar üye kaybederekçıkmışlardır. Ama daha sonra yeni sendikal politikalarizleyerek, yeniden yapılanarak güç kazanmayabaşlamışlardır, üye sayısı ve üyelik oranları yenidenartmıştır.

1873-1874 krizinden çıktıktan sonra, mesleksendikacılığından işkolu sendikacılığına yönelerek,toplumsal ve ekonomik hayat ile ilgili sorunları dilegetirip, bunları sendikal politikalara katarak, reformtaleplerinde, sosyal haklar talebinde bulunarak önemlisayıda üye ve güç kazanmışlardır (Sagnes, 1994).Sanayileşmeye, sanayi işçilerinin artışına bağlı olarakda üye potansiyelleri artmıştır.

1929 Bunalımından sonra ise, sendikalar özellikleII. Dünya Savaşı- 1980 döneminde devlet veişverenlerle işbirliği içine girerek, korporatist ilişkilerkurmuşlar, böylece verilen ödünler karşılığında üyesayılarını arttıracak hak ve düzenlemelerekavuşmuşlardır. Bu dönemde, sendikalar genelliklemerkezi, otoriter, bürokratik, tekelci bir yapıyakavuşmaya başlamışlardır.23 Bu nedenle, 1960-1974dönemi korporatist ilişkilerin geliştiği ülkelerde 1960sonrasının en az greve gidilen dönemi olmuştur.24

1974 sonrası dönemde ise, sendikalar öncebocalamış, sonra yeni politikalar geliştirmeyebaşlamışlardır. Ücretli emek içinde sendikalarındayandığı sanayi işçilerinin payının azalıp, hizmetsektörünün payının artması, gençlerin ve kadınlarınişçiler içindeki oranının artması, sendikaları hizmetsektöründe çalışanlar ile kadınları üye yapmayaitmiştir. Hizmet sektöründe son yıllarda, özellikle1990’lı yılların ikinci yarısında, gerçekleştirilen kimibaşarılı grev ve mücadeleler bu sektörde sendikalaşmaaçısından önemli adımlar atılmasına yol açmıştır.1980’li yılların başarısız grevlerinden sonra bubaşarılı grevler sendikalara olan güveni ve ihtiyacıarttırmıştır. 1980’li yıllar boyunca sermaye grevleredirenmiş, devlet kurumlarını ve medyayı da arkasınaalarak bu grevleri etkisiz kılmıştır. 1995 sonrasınınbaşarılı grevleri ise hem grev eğilimini hem desendikalar olan güveni artırmaya başlamıştır.

1990’lı yılların bazı grevleri ve sendikaların grevpolitikaları farklı özellikler taşımaktadır. Bu grevlerde,grevler bir işyerinin sorunu olmaktan çıkarılıp, birtoplumsal soruna dönüştürülmektedir. Cinsiyetayrımından, etnik ve ırk ayrımcılığına; göçmen işçisorunundan çalışan çocuk sorununa kadar pek çokkonu bu türden grevler süresince tartışılmış, medyanınsansürü internet aracılığı ve web siteleri ile kırılarakaşılmaya çalışılmıştır. Toplumda yaratılan duyarlılıkile işverenler üzerinde bir baskı kurularak, taleplerinkabulüne zorlanmışlardır.25 Örneğin, ABD’de “HizmetSektörü Çalışanları Uluslararası Sendikası” tarafındanbaşlatılan “justice for janitors” kampanyası, SilikonVadisi’nde, binaların bakım ve güvenliğindeçalışanları örgütlemede büyük bir başarı kazanmıştır.

Bu kampanyada Oracle, Apple, Hewlett Packard gibibüyük kuruluşların çalışanlarının elektronikpostalarına ulaşılarak, her gece binaların, bürolarıntemizliğini yapıp, güvenliğini sağlamaya çalışanlarıniçinde bulundukları olumsuz çalışma koşullarıanlatılmış, burada çalışan mühendis ve teknikelemanlardan kendi şirketlerinde içsel baskı gruplarıoluşturmaları istenmiş ve bu sağlanmıştır. Böylece,yerel bir eylem internet aracılığı uluslararasılaşmakta,şirketlerin teknik elemanları ile sendikasızçalışanlarından içsel baskı grupları oluşturmalarınınyanı sıra, eylem toplumsallaştırılmaktadır. Öteyandan, bazı eylemlerde kimi sosyal araçlar da politikve toplu pazarlık taleplerine dönüştürülebilmektedir(Alex, 1997).

Son çeyrek yüzyılda sendikaların küreselleşmesürecine uygun örgütlere dönüştürüldüğünü, yeterinceıslah edildiğini gösteren önemli dökümanlardan biride Dünya Bankası’nın hazırlamış olduğu birrapordur.26 Bu rapora son yıllardaki sendikacılıkmevcut durum ve süreç ile uyum sağlamıştır.Sendikalar artık işçilerin değil, sermayenin istediğiörgütlere dönüşmüştür. Çünkü, sendikaların örgütlüolduğu alanlarda artık daha az greve gidilmekte vegrevler daha kısa sürmektedir. Üstelik sendikalı işçiile sendikasız işçi arasında çok büyük bir ücret farkıbulunmamaktadır. ABD’de bu fark yüzde 15’e kadarsendikalı işçi lehine çıkarken, Avrupa’da bu farkyüzde 5-10 arasında değişmektedir. Gelişmişsanayileşmiş ülkeler açısından bakıldığında,sendikacılığın yapılandırıldığı yeni haliyle kapitalizmtarafından kabul göreceği anlaşılmaktadır. Bu nedenleolsa gerek 2000’li yılların başında Avrupa’da pek çoksendika yeniden üye kazanmaya başlamıştır. Ancak,bu sendikaların ücretler üzerinde ciddi bir baskıoluşturmadığı da gözden kaçırılmamalıdır. Sendikaüyeliğine göre, toplu pazarlık kapsamının genişolduğu ülkelerde sendikaların ücretleri arttırarakçalışanlar lehine gelir dağılımını yeniden düzenlemeolanağı bulunmaktadır. Bilindiği gibi yoksulluk daortalama gelir düzeyi, ekonomik büyüme ve gelirdağılımının eşitsizlik derecesiyle yakından ilişkilidir.27

Asgari geçim düzeyini temel alan mutlakyoksulluk yaklaşımına göre 1990’lı yılların başındaABD’de yoksulluk oranı yüzde 20’dir.28 Daha yüksekgelire sahip olanlar ile yapılan karşılaştırmayı içerengöreli yoksulluğa göre AB’de yoksulların oranı yüzde17’dir.29 Sendikacılığın ABD’ye göre daha etkiliolduğu ve toplu pazarlık kapsamının oldukça genişolduğu AB’de yoksulluk oranının, dünyanın engelişmiş ülkesi olan ABD’ye göre düşük olması hiç desürpriz olarak değerlendirilmemelidir. Üyelikaçısından zayıflasalar da sendikaların potansiyel etkisiyoksullaştırmaya yönelik politikaların hayatageçirilmesini daha da zorlaştırmaktadır. Reelücretlerin düşürülmesinde etkisiz kalan sendikalarözellikle sosyal harcamaların artırılmaması yönündeönemli faaliyetler de bulunmuşlardır. Az gelişmişülkeler de ise daha vahimdir. Sendikasızlaştırma ilebirlikte reel ücretler hızla düşmüştür. Örneğin, 1980-1991 döneminde asgari ücret Venezüela’da yüzde 53,Peru’da yüzde 83 oranında, Fiji’de 1990 yılında1975’e göre yüzde 38 oranında düşmüştür.30 Üstelik

Page 27: Sayı: 2007/40 19 Ekim 2007 50 YKr Halklara karşı savaş ...kizilbayrak.org/2007/sikb.07.40/kb 2007 - 40.pdfSavaşa ve saldırganlığa karşı mücadeleyi yükseltelim! Halklara

Saldırılara karşı işçi-emekçi barikatı! Kızıl Bayrak � 27Sayı:2007/40 � 19 Ekim 2007

bu ülkelerde sendikasızlaştırmalara bağlı olarak düşükücretle çalışanların da oranı artmış, enformel istihdamyaygınlaşmıştır.

Küreselleşme olarak sıfatlandırılan bu yenidönemin en temel yaklaşımı hem gelişmiş hem de azgelişmiş ülkelerde sermayenin ödüllendirilerekemeğin cezalandırılması ve servetin toplumuntabanından tavanına aktarılması olmuştur. Kısacası,eğer gelir dağılımı tablosunun tepesinde yer alanyüzde yirminin içindeyseniz küreselleşmeden kazançlıçıkacaksınız demektir; merdivenin üstlerinetırmandıkça kazancınız da aynı oranda artacaktır.Tabandaki yüzde seksenin içinde yer alanlar ise yarışıbaştan kaybedenlerdir; gelir tablosunda aşağı doğruindikçe zarara uğrama oranı da artar. K. Phillips31 ,Reagan’ın neoliberal doktrininin ve politikalarının1977 ile 1988 arasında Amerikan gelir dağılımını nasıldeğiştirdiğini tartışmaya yer bırakmayacak şekildegösteriyor. 1980’ler boyunca toplumun en varsıl yüzdeonu içinde yer alan Amerikan aileleri ortalama ailegelirlerini yüzde 16, yüzde beşinde yer alanlar yüzde23 oranında artırmışlardır. Ancak, Reagan’a en çokdua edenler hiç kuşkusuz gelirlerini yüzde 50 oranındaartıran en tepedeki yüzde birlik kesimdir. Tabandakiyüzde sekseni oluşturan yoksul Amerikalılar’ın hepsiistisnasız bazı kayıplara uğramıştır. En aşağıda yeralan yüzde onluk kesim gelirinin yüzde 15’iniyitirmiştir. Yıllık gelirleri yoksulluk sınırı olan 4.113dolardan insanlık dışı denilebilecek 3.504 dolara kadardüşmüştür. 1977’de en tepedeki yüzde birlik kesiminortalama geliri en alttaki yüzde ondan 65 kat fazlaiken, on yıl sonra bu oran yüzde yüz on beşefırlamıştır. Bu öylesine bir dönüşümdür ki,neoliberalizmin ateşli savunucularından Gray32 bileitiraf etmek zorunda kalmıştır: “Amerika’daki azalangelirler, çalışan çoğunluğu, özellikle deşu anda çalışmakta olan yoksulinsanların çoğunu etkiliyor. ABD, sonyirmi yılda verimliliği istikrarlı biçimdeartarken, çoğunluğun gelirlerinin -ondasekizin- aynı kaldığı ya da düştüğü tekgelişmiş toplumdur. Ekonomik eşitsizlikteböylesi bir büyüme, tarihsel olarakbenzersizdir. Bu durum, hiçbir gelişmişdemokraside, hatta serbest piyasapolitikalarının 1980’lerde en sistemlibiçimde yerleştirildiği İngilizcekonuşulan iki ülkede, İngiltere ve YeniZelanda’da bile kendini göstermedi.İngiltere ya da ABD’de on dokuzuncuyüzyıl serbest piyasalar çağında daortaya çıkmadı”. Öyle olduğu için debugün ABD’de yoksul kesim arasındaortalama yaşam umudu süresidüşmektedir.

Kuşkusuz sorun sadece gelir kaybı ilesınırlı kalmamıştır. Yoksulluğunpençesinde kıvranan bu “gelişmiş”ülkelerde “suç” oranlarında patlamalarmeydana gelmiştir. Öyle ki, artık kitleselhapsetme politikası çare olarakbenimsenmeye başlanmıştır. 1990’lıyılların ortasında her 193 Amerikalı’danbiri hapishane ile tanışmıştır. Bu rakam,Kanada’nın 4, İngiltere’nin 5,Japonya’nın 14 katıdır. 1997 yılınagelindiğinde ise, 50 Amerikan erkeğindenyaklaşık biri demir parmaklıklarınarkasına geçmiş, yaklaşık yirmide birierteleme ya da şartlı tahliyedenyararlanmıştır. ABD’de hapishanelerdekidüşük ücret karşılığında fason üretim“çağdaş” köleliğin hayata geçirilmiş birbaşka boyutu olmaktadır. Böyle birortamda, beş yıldızlı otel sayısı ile özelhapishane sayısının yarışmasında

şaşılacak bir yan olmasa gerek! Sanayileşmişülkelerdeki çocuk cinayetlerinin yaklaşık dörtteüçünün ABD’de yaşanmış olması ise bir başka önemlisorunu oluşturmaktadır.33

Amerika, eşitsizliğin en fazla olduğutoplumlardan biri olma özelliğini korumakla beraber,yirmi yıldır uygulanan neoliberal politikalar sonucueşitsizlik tüm ülkelerde ciddi biçimde artmıştır. DünyaBankası raporuna göre günde 750 milyon kişiyoksulluktan aç kalıyor, yaklaşık 1.3 milyar insan birdolardan daha düşük gelirle yaşamını sürdürmeyeçalışıyor. Günde iki dolardan daha düşük bir gelirleyaşamını sürdürmeye çalışanların sayısı ise 2.7milyara ulaşmıştır.34 Gerek 1 dolar gerekse 2 dolaryaklaşımı dünyadaki yoksulluğun boyutunu tamolarak yansıtmamaktadır. Çünkü bu ölçüt sadece enyoksul ülkeler için anlamlı olur. Türkiye ve DoğuAvrupa ülkeleri için bu ölçüt 4 dolar, gelişmiş ülkeleriçin de 14 dolar olarak alındığında gerçek biraz dahaaçıkça ortaya konmuş olur.35

UNCTAD’ın gelir eşitsizliği, yoksullaşma ve ortasınıfların eriyip gitmesi üzerine yapılan 2600çalışmanın değerlendirilmesinden elde ettiği sonuçlarıyayımladığı 1997 Ticaret ve Kalkınma Raporu bukorkunç gerçeğin altını bir kez daha çizmektedir.Rapor’a göre, 1965 yılında G7 ülkelerinin kişi başınagelir düzeyi, en yoksul 7 ülkenin gelir düzeyinin 20katı iken, 1995’te 39 katına çıkmıştır. Bir başkakarşılaştırmaya göre ise 1820 yılında en zengin 20ülkedeki kişi başına gelir en yoksul 20 ülkedeki kişibaşına gelirin 3 katı iken, bu oran 1870 yılında 7 kata,1913’te 11 kata, 1950’de 35 kata, 1973’te 44 kata,1992’de de 72 kata çıkmıştır.36 150 yılda kat edilenmesafenin, küreselleşme adı verilen yirmi yıllıksüreçte bir çırpıda yaşanmış olması yoksullaştırmanın

boyutlarını göstermesi açısından oldukça önemlidir.Bu durum yoksulluğun küreselleştirilmesinden başkabir şey değildir. Öyle olduğu için de bugün zenginliğinyüzde 85’i nüfusun yüzde 20’lik bir diliminin elindetoplanmışken, en yoksul yüzde 20’lik dilimezenginliğin ancak yüzde 1.3’ü ile yetinmekdüşmüştür! 250 çok ülkeli şirketin gelirinin 2.5 milyarinsanın toplam gelirine denk düşmesi ise yoksulluğunve zenginliğin nasıl bir seyir izlediğini gösteren birbaşka önemli gösterge olmaktadır.37 Ülke içi gelirdağılımı açısından bakıldığında ise, nüfusun en zenginyüzde 20’sinin gelir dağılımından aldığı pay 1980’denberi hemen hemen her ülkede artmıştır. Gelişmekteolan ülkelerin yarısından fazlasında, nüfusun bukesiminin aldığı pay yüzde 50’nin üstündedir.38

UNCTAD’ın raporunun bu eğilimlerin Çin, Rusya vediğer eski Sovyet Cumhuriyetleri gibi geniş biryelpazede yer alan değişik ülkelerde geçerli olduğunuişaret etmesi ilginçtir. 1990’lı yılların ortasında dünyanüfusunun yaklaşık yüzde 10’u şiddetli beslenmesorunu ile, çocukların ise yüzde 10’undan fazlasıbeslenme yetersizliğinden kaynaklanan hastalıklar,sakatlıklar ve ölümler ile karşı karşıya idi.39

22) 1974 sonrasının sendikalardaki üye kaybı içinmetnin sonundaki tabloya bakılabilir. Ayrıca dahafazla bilgi için bakınız M. Çetik-Y. Akkaya,Türkiye’de Endüstri İlişkileri, FES/Tarih Vakfı Yayını,İstanbul, 1999; Y. Akkaya, “1990’lı Yıllarda Endüstriİlişkileri”, Mülkiye, Cilt: XXIII, Sayı: 215, Mart-Nisan 1999.

23) Korporatist sendikacılık ile ilgili daha fazlabilgi için bakınız Yüksel Akkaya, Neo-Korporatizm veTürkiye’de Sendikacılık, (Yayımlanmamış DoktoraTezi), İstanbul Üniversitesi, Çalışma Ekonomisi veEndüstri İlişkileri Ana Bilim Dalı, 1996; YükselAkkaya, “Globalleşme: Neo-korporatizmin Sonu mu”,Prof. Dr. Metin KUTAL’a Armağan, Ankara, 1998.

24) Grevlerle ilgili dönemsel bir değerlendirmeiçin bakınız R. Hyman-A. Ferner, New Frontiers inEuropean Industrial Relations, Blackwell, Oxford,1994.

25) Bu konu ile ilgili daha ayrıntılı bilgi içinbakınız Stuart Eimer, “From ‘Business Unionism’ to‘Social Movement Unionism’: The Case of the AFL-CIO Milwaukee County Labor Council”, LaborStudies Journal, Cilt: 24, Sayı: 2, 1999.

26) T. Aidt-Z.Tzannatos, Unions and CollevtiveBargaining: Economic Effects in a GlobalEnvironment,, The World Bank, Washington, D.C.,2002.

27) F. Şenses, a.g.e., s.149.28) M. Chossudovsky, Yoksulluğun

Küreselleşmesi, Çivi Yazıları Yayını, İstanbul, 1999,s.51.

29) F. Şenses, a.g.e., s.130.30) A.g.e, s. 191-192.31) K., Phillips, The Politics of Rich and Poor:

Wealth and the Electorate in the Reagan Aftermath,1991, New York.

32) J. Gray, Sahte Şafak, OM Yayıncılık, İstanbul,1999.

33) A.g.e.34) World Bank, World Development Report

1995, Washington, 1995; World Bank, GlobalEconomic Prospects 2000, Washington, 2000.

35) Ülkelere göre bu ölçütler için bakınız WorldBank, Global Economic Prospect and the DeveloppingCountries, Washington, 2000; DPT, Gelir Dağılımınınİyileştirilmesi ve Yoksulukla Mücadele, Ankara 2001.

36) UNDP, Human Development in This Age ofGlobalization, 1999, www.undp.org

37) Y. Akkaya, Türkiye'de Endüstri İlişkileri,Tarih Vakfı/FEV Yayını, 1999, s. 52-53.

38) UNCTAD, Trade and Development Report1997, New York, 1997.

39) Le Monde Diplomatique, 18 Avril 1995.

Development Report 2002'den yararlanılarak düzenlemiştir.a) günde 11 dolar (1994-1995); b) medyan gelirin yüzde 50'si

(1987-1998); c) günde 4 dolar (1996-1999)

Page 28: Sayı: 2007/40 19 Ekim 2007 50 YKr Halklara karşı savaş ...kizilbayrak.org/2007/sikb.07.40/kb 2007 - 40.pdfSavaşa ve saldırganlığa karşı mücadeleyi yükseltelim! Halklara

Tezkere üzerine...28 � Kızıl Bayrak Sayı:2007/40 � 19 Ekim 2007

Tezkere ve “milli seferberlik”...M. Can Yüce

Seferberlik, var olan tüm güç ve olanakların,kurum ve kuruluşların belirlenen hedefdoğrultusunda etkin ve bütünlüklü kullanılmasıdurumudur! Bu, stratejik bir harekettir ve gerçekanlamda “savaş halini” anlatmaktadır. Hedef isebütün Kürt halkı ve bütün parçalarıyla Kürdistan’dır!

Türk devleti fiili olarak seferberlik durumunageçmiş bulunmaktadır. Kuşkusuz klasik bir savaştançok, kendine özgü bir özel savaştan söz ediyoruz.Yürütülmeye çalışılan bu özel savaşın çok önemli veetkin bir ayağı da “psikolojik savaş”tır!

Psikolojik savaş, salt kendi güçlerinin moralini,savaşma kararlılığını yükseltmeye dönük değildir,daha da önemlisi “düşman güçlerin” savaşma istekve kararlılığını kırmayı, destek güçlerinietkisizleştirmeyi hedeflemektedir. Bu temel ikiunsurun yanında ve onlara bağlı olarak toplumun engerici, ırkçı-şoven duygularını ayaklandırmak, özelsavaşı güçlü ve etkin toplumsal dayanaklar üzerindenyürütmek, psikolojik olarak “karşı tarafa” solukaldırmamak, anılan psikolojik savaşın önemli birhedefidir. Devletin tüm kurumlarını ve toplumupolitik ve ruhsal olarak özel savaş hedefleridoğrultusunda harekete geçirme sürecinin birçokpolitik, ekonomik ve toplumsal sonuçları olacaktır.Seferberlik veya savaş hali, toplumun ve ruhlarınaskerileştirilmesi, aynı zamanda özel savaşiktidarının içte baskı ve şiddeti en üst düzeyeçıkarması anlamına gelmektedir. Seferberlik vesavaşın, toplumun askerileştirilmesinin, demokrasiyideğil, özel savaşı, askeri despotik diktatörlüğükoşulladığı çok açıktır. Bu nedenle askerden dahaözel savaşçı bir hareket içinde olan “bindirilmiştoplumsal kıtalar”, aynı zamanda bu sürecin biryönüyle kurbanı niteliğindedirler. Bu nokta, şimdilik,bu tartışmanın kapsamı dışındadır.

Aylardır “sınır dışı operasyona” dönük politik vepsikolojik bir “harekât” yürütülmektedir. Toplumunbu doğrultuda belli bir “kıvama” getirildiğinivurgulamamız gerekir. Özellikle Şırnak’ta 13 askerinöldürülmesinden sonra ırkçı-şoven kampanya akılalmaz boyutlar kazandı. Her alan, her araç, heryöntem bu hedef doğrultusunda kullanıldı,kullanılıyor. Kampanyalar yapılıyor, toplumun engeri, intikamcı, linç dürtüleri kışkırtılıyor, PKKüzerinden Kürtler’e karşı linç duygularıkörükleniyor. TV’ler, radyolar, spor karşılaşmaları vedaha bir dizi alan bu hedef doğrultusundakullanılıyor.

Hazırlanan bu politik ve psikolojik ortamdahükümet Güney operasyonu için yetki tezkeresinimeclise gönderdi. Bu tezkere ile bir yıllık yetkialmayı hedefleyen hükümet, askerin aylardır dilegetirdiği bir isteği yerine getirmiş oldu. Bütünbunların topyekûn savaş çığlıkları eşliğindeyapıldığını bir kez daha vurgulamamız gerekiyor.

17 Ekim tarihinde mecliste görüşülecek ve kabuledilmesi kesin olan tezkerenin önemli politik vepsikolojik sonuçları olacağı kesin gibidir! Meclisegönderilen yetki tezkeresi, salt PKK ve onunüzerinden Kuzey Kürtleri’ne karşı savaşı farklı biraşamaya taşıma anlamına gelmeyecek; aynı zamandaGüney Kürdistan’a ve o bağlamdaki gelişmeleremüdahale etme isteğinin pratik dışavurumu anlamınada gelecektir. Aslında Türk Genelkurmayı Güney’eilişkin düşüncelerini, niyetlerini ve hedeflerini çokaçık bir biçimde 12 Nisan 2007 tarihinde yapılanbasın toplantısında dile getirmişti. Bugün meclisegönderilen tezkerenin bu değerlendirme ve hedeflere

oturduğunu vurgulamamız gerekiyor. Açık ki GüneyKürdistan’daki devletleşme sürecini kendileri için birvarlık yokluk sorunu olarak algılamaktadırlar. Amaöyle de olsa, buna doğrudan müdahale ederek yoketmenin kısa vadede pek mümkün olmadığını dabiliyorlar. Bunun ABD ile ciddi bir çatışma riskinitaşıdığını da… Öyle olduğu için tezkere veoperasyonun hedefini ve kapsamını “PKK ilemücadele” anlayışı ile çerçevelemeyi, bunu resmidüzeyde vurgulamayı gerekli görmektedirler…Ancak çizilen ve PKK ile sınırlı tutulduğu iddiaedilen çerçevenin, kendi başına stratejik hedeflerineulaşmada son derece sınırlı kalacağını da biliyorlar.Dolayısıyla resmi açıklamalarla, tezkerenin resmiifadesiyle gerçek kapsamı birbiriyle örtüşmektenuzak kalacaktır!

Biraz açmakta yarar var. Bu tezkere ve askerioperasyon tehdidi veya fiili saldırısıyla umulan vebeklenen nedir?

Tezkere ile alınacak yetkinin hemen kullanılıpkullanılmayacağı, yani fiilen Güney’e operasyonungerçekleşip gerçekleşmeyeceği tartışılmaktadır. Amaöyle de olsa bu tezkere ile belli politik ve diplomatikbaşarılar elde etmek istedikleri çok açıktır. Biroperasyon tehdidiyle elde etmek istedikleri sonuçlarvar, bir de fiili operasyon süreciyle…

Bir: ABD’ye Irak, Güney Kürdistan ve genelKürdistan sorununda ne kadar hassas olduklarını, buhassasiyetlerinin bir savaşa yol açabilecek kadarciddi olduğunu bir kez daha anlatmak, bu nedenle bukonularda duyarlılıklarına dikkatleri çekmek veKürdistan sorununda kendi çizgilerine yakın birpolitika izlemelerini dayatmak istemektedirler. Bukonuda gerekli duyarlılığın gösterilmemesidurumunda bunun ikili ilişkileri tamir edilmesi güçbir noktaya sürükleyebileceğini hatırlatmakeğilimindedirler…

İki: İran’ın Güney’e uzanan operasyonları gözönüne alındığında, hükümetin meclise sunduğutezkerenin İran ve Suriye ile anti-Kürdistaneksenindeki ilişkileri yeni bir aşamaya taşımaniyetinde olduğunu göstermek istemektedir.

Üç: Irak’ın geleceğini belirsiz gören TC’nin, biryandan mevcut hükümet üzerinden baskı kurarakkendi çizgisi doğrultusunda bir yönelime zorlarken,bir yandan da Sünni ve Şii gruplarla anti-Kürdistaneksenli bir ittifak geliştirmek istediği bilinmektedir.Bu konudaki tartışmalar basına da yansımıştır.

Dört: Öncelikle Güney Kürdistan üzerinde baskıkurmak, Güney yönetimini sınırlandırmak ve giderekteslim almak gibi bir politikaya sahip oldukları, uzunvadede ise işgal dahil çeşitli yollarla Güney’i tümdenortadan kaldırmak istedikleri bir sır değildir. Bunu,Genelkurmay’ın 12 Nisan açıklamaları başta olmaküzere çeşitli vesilelerle yapılan açıklamalarındanokumak zor değildir!

Beş: PKK bahanesiyle Güney ile Kuzey arasındageniş bir “tampon bölge” oluşturmak istedikleribilinmektedir. Tezkere bu eğilimlerini daha somut biruygulama planına dönüştürmeye dönük önemli biradımdır.

Altı: Genel olarak diplomatik alanda TC, kendielini güçlendirmek istiyor, tezkerenin bu olanağıverebileceğini düşünüyor.

Yedi: Güney operasyonları Irak ve ABD’ninOrtadoğu politikalarına, bu politikaların ortayaçıkarabileceği sonuçlara ve olası gelişmelere karşı dabir hazırlık niteliğindedir.

Dolayısıyla tezkereyi, salt bir askeri operasyona

hazırlık olarak değil, aynı zamanda politik vediplomatik bir atak olarak değerlendirmek yanlışolmayacaktır.

Anılan tezkerenin bir de “iç politika” alanınayansımaları olacaktır. Kısaca özetlemek gerekirse:

Bir: Tezkere, yönleriyle iç politika dengelerininyeniden kurulmasını birlikte getirecektir. Savaş, güçve şiddet ortamı, kaçınılmaz olarak içteki baskılarınyoğunlaşması, özel savaş uygulamalarınınderinleşmesi sonucunu getirecektir. Günlükpolitikada öne geçen askeri güç, “iç dengelerde” dedaha çok inisiyatif sahibi olacaktır. Dolayısıylahükümet kendi eliyle kendi hareket alanlarınıdaraltabilecek bir adım atmış oluyor.

İki: Esas olarak baskıların sivri ucu Kürtler’e veonların çeşitli düzeylerdeki kurumlarına, ilişkilerineve kazanımlarına dönük olacaktır. DTPmilletvekilleri, DTP denetimindeki belediyeler buyeni dönemde daha çok boy hedefi olacak ve tasfiyeve gözden düşürme kampanyalarına konu olmayadevam edeceklerdir. Zaten öteden beri başlayanpolitik linç kampanyası doruklandırılmış ve bu, dahada derinleştirilmek istenmektedir. Irkçı şovenizm velinç kampanyaları, özel savaş uygulamaları kitleselboğazlamalara kadar tırmandırılma eğilimindedir!

Üç: İçte baskıların yoğunlaştırılması, kısmidemokratik hakların tümden budanması, ırkçı şovenkampanyaların beyinleri ve yürekleri teslim almasısüreci, kuşkusuz, emekçileri, ekonomik vedemokratik hak mücadelelerini de fazlasıylaetkileyeceklerdir. Kürt karşıtlığı ve bu bağlamdaderinleştirilen özel savaş, Türkiye emekçilerini veyaşamlarını da doğrudan etkileyecektir. Şovenmilliyetçilik zehrinin, emekçilerin kendilerini dederinden vurduğunu vurgulamak durumundayız.

Bütün bunlardan ortaya çıkan sonuç açıktır: Özelsavaşın saldırılarına, Güney operasyonuna ve ırkçışoven seferberlik hareketine ve bunların sonuçlarınakarşı etkili bir birleşik mücadele örgütlemek vegeliştirmek!

Ancak güncel baskıların, saldırıların hedefikonumunda olan DTP ise hala kendisini devlete vedüzene kabul ettirmenin umutsuz umudunu taşıyor veşaşkınları oynamaya devam ediyor. Bu şaşkınlarasorulması gereken birkaç soru var:

Eğer gerçek anlamda bir Kürt sorununuz varsa,bu soruna çözüm iddiasının bu düzene sığmayacağınıanlamanız için daha hangi musibetleri yaşamanızgerekir?

Yok, eğer bir Kürt sorununuz yoksa, nedenkendinizi ve halkı kandırmaya devam ediyorsunuz?

Ama Kürt egemenleri ve orta sınıfı olarak siyasetyapmak istiyor ve bunu da devlete kabul ettirmekistiyorsanız bu konuda kendinizi aldatıyorsunuz. Bukonuda TC’nin çizdiği çerçeve bellidir: Siyasetyapma iddianız mı var, o zaman kendinizi inkârederek ve her türlü aşağılanmayı göze alarak düzenve devlet partilerinden birinde rahatlıkla siyasetyapabilirsiniz! Şimdi AKP içinde siyaset yapan Kürtegemenleri gibi… Bunun dışında en geri vereformizm temelinde bir siyaset yapma şansınız yok!Bu gerçeği bir kez daha görmek ve yaşamak içinbaşka deneyimlere gerek var mı?

Bir kez daha görüldü ki, bizim topraklar, düzeniçi “çözümlere” yaşam hakkı tanımıyor. Gerçekçözüm ve onurlu duruş devrimci direnişçi duruştanbaşkası değildir! Günlük yaşam, bu gerçeği herfırsatta yeniden yeniden doğruluyor!

16 Ekim 2007

Page 29: Sayı: 2007/40 19 Ekim 2007 50 YKr Halklara karşı savaş ...kizilbayrak.org/2007/sikb.07.40/kb 2007 - 40.pdfSavaşa ve saldırganlığa karşı mücadeleyi yükseltelim! Halklara

Mazlum bir halkın sesi... Kızıl Bayrak � 29Sayı:2007/40 � 19 Ekim 2007

İnkar edilen bir halkın yazarı:Mehmet Uzun

11 Ekim günü Kürt edebiyatının öncüsü olarakkabul edilen Mehmet Uzun mide kanseri tedavisigördüğü Diyarbakır’da yaşamını yitirdi. 54 yaşındaaramızdan ayrılan Uzun, arkasında onlarca roman vedeneme, Kürtçe’yi edebiyat dili olarak bütün dünyayatanıtmanın gururu ve saygı duyulacak bir özgeçmişbıraktı...

1953 yılında Urfa Siverek’te doğan Mehmet Uzun,1977 yılından sonra yaşamını İsveç’te sürdürmekzorunda kaldı. 13 Temmuz 2006’da Türkiye’ye dönüşyapan Uzun, Diyarbakır’a yerleşti ve yaşamının kalangünlerini burada geçirdi. 1985 yılında romanlarınıKürtçe yazmaya başlayan Uzun, denemelerde iseKürtçe, Türkçe ve İsveç dillerini kullanmayı tercihetti. Uzun’un “yasak” bir dilde yazdığı romanları20’yi aşkın dile çevrildi.

Yasak bir dilin edebiyatını yaratmak!

Mehmet Uzun’un romanlarını Kürtçe yazmasınıngerisinde açık bir tutum vardı. Yıllar boyunca bututumu gizlemediği gibi, çok kez mahkemesalonlarında açıkça da savundu. Zira yasak bir dilinedebiyatını yaratmak, inkar edilen bir halkın sesisoluğu olmakla eş değerdi. Bu yüzden Mehmet UzunTürkiye’ye döndüğünde katıldığı ve kendiedebiyatının tartışmaya açıldığı bir toplantıda,“Böylesalonlara alışkın değilim. Ben romanlarımı mahkemesalonlarında tartışmaya alışkınım. Böylesi bilimseltartışmalarla daha önce karşılaşmadım” diyerek,sermaye düzeninin saldırgan tutumunu nükteli bir dilleteşhir edecekti.

Mehmet Uzun Kürt halkının dili, kimliği veözgürlüğü arasındaki bağı çok özlü bir biçimde ifadeetmişti: “Benim kaderim işte bu; Dırêj olarak değil,Uzun olarak doğmuş talihsiz bir çocuk. Mehmed veUzun benim isimlerim değil, tüm ağırlığıylaomuzlarıma indirilmiş boyunduruklar, benimhapishane gardiyanlarım, beni kontrol altında tutanbekçiler, doğduğum cehennemde beni gözetleyenzebaniler...”

Mehmet Uzun’un kendisine yakıştırılan Türkçeisim üzerinden kurduğu bu cümlelerin yanısıra yaşamhikayesinden parça parça aktardığı onlarca anısı Türkdevletinin inkar politikalarının adeta aynası oldu.

Mehmet Uzun’un ölümünün ardından ona dairanlatılanlarda bir dizi anıya yer verildi. Bunlariçerisinde en çarpıcı olanları Uzun’un ‘70’lerdeyargılandığı mahkeme salonlarında duyduğu

içerlemelerin aktartıldığı anılar... Hakkında hazırlananiddianamelerde geçen “Kürtçe diye bir dil yoktur” vb.cümlelerin üzerinde nasıl bir etki bıraktığını anlatanyazar, yaşamının büyük bölümünde olduğu gibiburada da Türkiye’de yaşayan Kürtler’in tercümanıolmuştu adeta.

İddianamelere içerlemişti, çünkü Türkçe ileilkokulda yediği dayak sonucu tanışan bir insan için,babaevinde konuşulan dile “yok” demek, onunannesini, babasını, köyünü, geçmişini yok saymakla eşdeğerdi.

Mahkeme salonları ile geçmişi, çocukluğu, kimliğireddedilen Uzun, o günlerde Kürtçe yazmaya kararverdi ve yasak bir dilden, daha da önemlisi “olmayanbir dilden” bir edebiyat yarattı! Bu çok kolay olmadı.Çünkü ilkokulda tokat, ergenlikte polis dayağı ilekarşılanan bu dil, yetişkinlikte cezaevi, işkencedemekti. Yıllar yılı resmi ideolojinin dışladığı bir dildoğal olarak günlük diyalogların sınırlarına sıkışacak,gelişme olanağı bulamadığı gibi, birçok özelliğini,kelime dağarcığını vb. yitirecekti. Yok sayıla sayılaköreltilmiş bir dille roman gibi ifade zenginliğigerektiren bir edebiyat türünde eser vermek birçokaçıdan güçlük içeriyordu. Ancak Uzun, yılları bulanİsveç yolculuğunu adeta bu işe adadı.

Kürtçe’yi edebi bir dil olarak kullanmayabaşladığında elinde oldukça sınırlı yazılı kaynak vardı.Bunun zorluklarını yaşayan Uzun, bu zorlukları aşmak

için çok yoğun, titiz ve ömür boyu devam ettiği biraraştırma sürecine girdi. Suriye Kürtleri’nintürkülerini, destanlarını yerinde inceledi. Konuşulan,söylenen her sözcüğü kaydetti. Diaspora’nınkaynaklarını kullandı. Araştırması için gerek hafızasıve yaşanmışlıklarını zorlayarak, gerekse Kürtler’inyaşam alanlarında doğrudan bulunarak sürekli olarakçaba harcadı. Gelinen yerde “yok” denilen bir dildeyazılmış olan ve onlarca dile çevrilen bir dizi romanaimza atarak, Kürtçe’nin gelişimine önemli bir katkısundu.

İnkar karşısında sözcüklerin gücü

Mehmet Uzun, Kürdistan coğrafyasındaTürkçe’nin uğramadığı köylerde yetişmiş yüzlerceKürt çocuğunun kaderini paylaşmış bir insan olarak,Türkçe’nin kendisine silah zoruyla belletilmesi ileberaber bir gerçeği de yok saymasının dayatıldığınınbilincine vardı. Bütün bunları yazar daha önce kalemealdığı bir denemesinde şu sözlerle aktarmıştı:

“Yaşamımda tüm bunlara tümüyle yabancı olanbaşka bir dile, Türkçe’ye ait bir dünya başladı. Ozamanlar büyüklerimden şunu öğrendim; eğer başarılıolmak istiyorsan Türkçe’yi ve Türkçe’ye ait dünyayıçok iyi öğreneceksin. Okullarda okunması ve yazılmasıyasaklanmış ve kamu yaşamının tümüyle dışına itilmişKürtçe’yle herhangi bir geleceğin olmaz. Varsa yoksaresmi dil, resmi yaşam. Türkçe, biraz daha Türkçe.Resmi tarih, resmi değerler, resmi edebiyat, resmimarşlar, nutuklar, destanlar, resmi sözcükler... ArtıkTürkçe düşünmek, Türkçe kendini ifade etmek, Türkçeduymak. O çocukluğa, o köye ait olan herşeyi artıkküçümsemek, hor görmek, unutmak... Bunun nasılvahşi ve gaddar bir asimilasyon süreci olduğunu çoksonraları anladım.”

Kürtçe’yi hedef alan saldırı açıkça bir halkınvarlığını kabul etmeme tutumunun uzantısıydı.Mehmet Uzun’un Kürtçe yazdığı bütün romanlar dabu tutuma karşı Uzun’un kendi cephesindengeliştirilmiş bir tutum ve beraberinde bilimsel biryanıttı. İşte bu romanlar, inkara karşı sözcükleringücünü açığa çıkartıyordu.

Mehmet Uzun Kürt diline ve edebiyatına sunduğukatkılarla yaşamaya devam edecek!

“Dünyayı sarsan 10 gün”ün yazarı komünistgazeteci John Reed 120 yaşında. 22 Ekim1887’de ABD’de doğdu. 17 Ekim 1920 yılındaMoskova’da, henüz 33 yaşındayken, yakalandığıtifüs hastalığı sonucu yaşamını yitirdi.Kremlin’deki anıtında, “John Reed, III.Enternasyonal delegesi, 1920” yazar.

John Reed, Ekim Devrimi’ni anlatan vedünya ölçüsünde tanınan kitabının önsözünde;Bolşevikler önderliğindeki devrimde yaşadıklarınıve sadece gerçekleri yazdığını vurgular.

Lenin, Amerika’da yayınlanan kitabınönsözünde; “Bütün dünya işçilerine bu kitabı

okumasını öneriyorum. Proletarya diktatörlüğünüve olayları gerçek ve canlı bir biçimde anlatan,bu açıdan büyük bir anlam taşıyan bir kitap” der.

Nadejda Krupskaya ise şunları söyler: “JohnReed, olayların, kavganın büyük anlamınıkavrayan tutkulu bir devrimci, bir komünist idi.Kitap gerçek bir halk devriminin resmini çiziyor.Bu açıdan özellikle Ekim Devrimi’ni tarih olarakokuyacak gelecek nesiller için John Reed’in kitabıkendine özgü bir efsanedir.”

“Dünyayı sarsan 10 gün” Ekim Devrimi’nin90. yılında her devrimcinin yeniden okumasıgereken canlı bir ders kitabı.

John Reed 120 yaşında!

Page 30: Sayı: 2007/40 19 Ekim 2007 50 YKr Halklara karşı savaş ...kizilbayrak.org/2007/sikb.07.40/kb 2007 - 40.pdfSavaşa ve saldırganlığa karşı mücadeleyi yükseltelim! Halklara

Etkinlerden...30 � Kızıl Bayrak Sayı:2007/40 � 19 Ekim 2007

ÖDP 4. OlağanüstüGenel Kongresi

yapıldı

ÖDP, 4.OlağanüstüGenelKurulu’nu veonu önceleyenkonferansıgeniş birkatılımlagerçekleştirdi.

6 Ekim’de yapılan Konferans, seçimsürecinde bağımsız milletvekili adayıolmak için başkanlıktan ayrılan UfukUras ve parti meclisinin aldığı tavırdandolayı yaşanan ayrışma ve içhesaplaşma tartışmalarıyla geçti. UfukUras’ın seçimlere bağımsız aday olarakgirmesini ve partiyi başkansızbırakmasını eleştiren delegeler, Uras’ıntemsil ettiği eğilimi liberal sol partiyaratmak, bireyi partinin önünegeçirmek, lider kültürü yaratmak,kolektif yapının kurallarına uymamak,kolektif kültürü yok etmek, partininilkelerini ve tüzüğünü ihlal etmek,partiyi eksensizleştirmek, bir türlütanımlanamayan sosyal demokratlardansosyalistlere cephe oluşturmak,metropol elitist solculuğu yapmak-bunuÖDP’de hakim kılmaya çalışmak,kuyrukçuluk-fırsatçılık yapmak olaraktanımladı.

Muhalefet, kendi gücünedayanmadan başka güçler (DTP)üzerinden elde edilen bir ya da dahafazla milletvekilinin önemli olmadığını,önemli olanın kendi toplumsaldinamikleri üzerinden güç kazanmakolduğunu dillendirdi. Bir önceki ÖDPkongresinde alınan “olağanüstüdurumlar hariç ÖDP seçimleri boykotetmez ya da bağımsız adaylarla seçimegirmez” ilkesinin ihlal edildiğini ifadeeden delegeler, yeniden yapılanmanınzorunlu olduğunun ve organik bir partiyaşamı yaratma gerekliliğinin altınıçizdi.

Ufuk Uras’ı savunan delegeler ise,çatışmanın yenilikçilerle gelenekselcilerarasında yaşandığını, gelenekselci solunstatükoculuğundan kaynaklandığınıifade etti. Saldırılar karşısında DTP ilebirlikte olunması, Türk sosyalistleri ileKürt sosyalistlerinin birlikteliğininsağlaması gerektiği, seçim sürecininfarklı sol çevrelerle birlikte olmanoktasında önemli deneyimlerbiriktirdiği, yapılması gerekenintartışmalarla zaman kaybetmek yerinegeleceğe bakmak olduğu söylendi.

Kongre ise 7 Ekim’de saygıduruşuyla başladı. Başkan vekili KemalUlusaler ve milletvekili Ufuk Uras’ınkonuşmalarının ardından konuklarınkonuşmalarına geçildi. Ardından yapılanseçimlerde 467 oy alan Ufuk Urasyeniden başkanlığa seçildi. KemalUlusaler ise 336 oy aldı.

Kızıl Bayrak/Ankara

Daha ana karnındayken çizilmiştir kaderin. İyi paraedecek bir mal, evde hizmet edecek bir köle, kocasınakadınlık yapacak bir eş, sabana sürülecek bir hayvan...Neden ve niye yazılmıştır bu yazgı, hiç bilmezsin,düşünmezsin. Düşünmeye fırsatın da olmamıştır zaten.Tarih seni dört duvar arasına hapsedeli beri, görevinbulaşık yıkamak, çocuk bakmaktır artık.

Kimi zaman reklam panolarında yarı çıplak pozveriyorum size, kimi zaman bir anneyim, genç bir kızımkimi zaman düşleri doğarken çalınmış, kimi zamanerken büyümüş bir çocuğum... Ve bir işçiyim alınterimibezirganların sofrasına sunan... Kendime ne kadar dayabancıyım, renkli ekranlarda satın alınırken en mahremduygularım. Kendime ne kadar da yabancıyım okşarkençocuğumun saçlarını. Ve kendime, etime, bu dünyaya nekadar da yabancıyım, hapsedilirken dört duvar arasına...

Evet ben bir kadınım! Bir zaman tarlaya sürülen, birzaman namus adı altında töre cinayetlerine kurbangiden, aile içi şiddete maruz kalan...

Tüm bu baskılardan kurtulmanın, bana biçilmiş burolden kurtulmanın yoluydu üretime katılmak. Üretimekatıldım, şimdi bir kimliğim daha var; işçiyim! Ancaküretime katılmak özgürleşme yolunda bir ilk adımdı.Çünkü üretim sürecinde de bu kokuşmuş düzenin kadınabiçtiği rol değişmeyecekti. Kadın işten eve döndüğündeyine ev işleri ve çocuk bakımı onun omuzlarında olmayadevam edecekti.

Biz kadın işçilerin en çok yaşadığı sorun aşırı

mesailer, gece çalışması, sigortasız çalışma ve tüm buyoğunluklar içinde bize sorulmadan “bunlar seningörevlerin” denmiş, ev işleri ve çocuk bakımı. Buyüzden kadın üretime katılsa da aslında dört duvararasına sıkışmış, fabrika ve ev arasında mekik dokurolmuştur.

Gözlerini kâr hırsı bürümüş bu sistemin efendilerifabrikalarda kanımızı emmeye devam ederken, biryandan da cinsel bir meta olarak pazarlıyorlar bizireklam panolarında, televizyon ekranlarında.Yozlaşmadan, yabancılaşmadan ve ekonomiksıkıntılardan dolayı fuhuşa zorlanan yine biz kadınlaroluyoruz. Fabrikalarda kadın olmamızdan kaynaklıaşağılanan, daha düşük ücretle çalıştırılan, ilk iştençıkarılan, sigortası yapılmayan, tacize uğrayan yine bizkadın işçileriz.

Biz işçi kadınların en acil talepleri sigortasızçalışmanın engellenmesi, fazla mesailerin kaldırılması,gece çalışmalarının yasaklanmasıdır. Bize yüklenen evişleri ve çocuk bakımı gibi işlerin sırtımızdan alınmasıgerekmektedir. Bu yüzden çalıştığımız yerlerde niteliklikreş ve emzirme odaları için mücadele etmeliyiz. Hembir kadın, hem de işçi sınıfının mensubu olarak kadın-erkek omuz omuza “Ücretsiz, nitelikli kreş istiyoruz!”şiarını yükseltmeliyiz.

Unutmayalım, hayatın yarısı bizlersek, kavganınyarısı da bizleriz!

Çiğli’den bir işçi

Siz hiç iş kazası geçirdiniz mi? Peki, hiç iş kazasıgördünüz mü?

Geçenlerde bizim fabrikada bir iş kazası yaşandı.Hayatında hiç eksantrik pres görmeyen ve yeni işebaşlayan bayan bir işçi, açık kalıpta çalışırken iş kazasıgeçirdi. Sağ elinin üç parmağını prese kaptırdı!Sigortası olmadığından Özel Çiğli Tıp Merkezi’negötürüldü ve mikro cerrahide parmak uçlarına yamayapılarak ameliyat edildi. Biz onu hastaneye götürenpatronu beklediğimiz için işten akşam bir saat geççıktık. Patron hastaneden geldikten sonra -diğer işkazası geçiren işçilere yaptığı gibi- kadın işçi hakkında“dikkatsizlik” tutanağı tuttu ve kaza sırasında obölümde olmayan iki akrabasını şahit olarak gösteriptutanağa imza attırdı.

Peki bu kazada suçlu kim? Patrona göre“dikkatsiz” davranan kadın işçi. Sağına solunabakmıştır, maşa kullanmamıştır, o makineye kimseyesormadan oturmuştur vb...

Peki ya görülmeyen ya da görülmek istenmeyengerçekler? Evini geçindirebilmek için çalışan ve ne işverilirse verilsin yapan kadın işçi mi suçludur? İşsizlik

ordusunun dev gibi büyüdüğü, işsizlik korkusununölüm korkusuna baskın geldiği bu ülkede işsiz kalmakistemeyen kadın işçi suçlanabilir mi? Hiç bilmediği birmakinanın başına onu oturtanlar, makinayı kullanmasıiçin teknik bilgi vermeyenler asıl suçlu!

Patronun amacı ise bambaşkaydı. Ameliyatmasrafının 3500 YTL olduğunu ve kadın işçinin bastığıparçadan 30 bin tane basılırsa bu paraya denk geldiğini(30 bin iş 10 gün ediyor), kadın işçi yüzünden zararauğradığını, kendisinin vicdanlı birisi olduğunu amabundan sonra kimseyi mikro cerrahiyegöndermeyeceğini, herkesi sigortaya göndereceğinisöyledi. Ayrıca para kazanamadığını, kendisininişçilerden çok bir lüksü olmadığını savundu ve daha“verimli” çalışmamızı istedi.

Biz işçiler patronlara sadece alınterimizi değil aynızamanda kanımızı ve bazen de canımızı veriyoruz.Nereye kadar? İşçiler örgütlenerek iş kazaları ve tümsorunlarla ilgili patronların karşısına dikilene kadar!

Kaderimizi elimize almanın zamanı gelmedi miartık!

Çiğli Organize’den bir işçi

“Kadınlarımızın yüzü acılarımızın kitabıdır!”

İş kazası kaderimiz değildir!

Çınardibi Dayanışma Şenliği başarıyla gerçekleştirildi!Ümraniye’de emekçilerin yoğunluklu yaşadığı K. Karabekir Mahallesi’nde yaklaşık bir senedir alternatif kültürü

geliştirme amacıyla yayınlanan Çınardibi dergisi ilk dayanışma şenliğini hayata geçirdi. 14 Ekim gecesi yapılan şenliğeyaklaşık 500 kişi katıldı.

Etkinlik öncesi yoğun bir afiş çalışması gerçekleştirildi. Şenlik davetiyeleri kolektif bir şekilde dağıtıldı ve mahallesakinlerinin de etkinlik programına katılımcı olması hedeflendi.

Program, bölgede yaşayan bir eğitim emekçisinin konuşmasıyla başladı. Konuşmada yoz kültürden emekçilere dayatılanyoksulluğa, çeteleşmeden kentsel dönüşüme kadar birçok sorun üzerinde duruldu. Bu sıkıntıların üstesinden gelmek içinörgütlenmek gerektiği vurgulandı. Ardından Çınardibi Çocuk Futbol takımı, dergiden elde edilen gelirle yaptırılanformalarıyla sahneye çıktı ve 30 çocuk kitabının dağıtımı gerçekleştirildi. Bir emekçi kadın kendi yazdığı şiirleri ileprograma destek olurken, bir başka emekçi kadın da halk türküleriyle katılımcılara anlamlı anlar yaşattı.

Yazarlar sendikası üyesi şair Tevfik Taş bir slayt gösterisi ile şenlikte yer alırken Grup Tiroj ve Grup Göç izleyenleritürküleriyle coşturdu. Dekorevi Sanat Tiyatrosu’ndan bir oyuncu tek kişilik oyunuyla kapitalizmin krizini teşhir etti. Yarımsaat süren oyunda sistemin bireyler üzerindeki etkileri anlatması izleyicileri çok etkiledi. Şenlik boyunca Çınardibi dergisistandı açık kaldı.

Kızıl Bayrak/Ümraniye

Page 31: Sayı: 2007/40 19 Ekim 2007 50 YKr Halklara karşı savaş ...kizilbayrak.org/2007/sikb.07.40/kb 2007 - 40.pdfSavaşa ve saldırganlığa karşı mücadeleyi yükseltelim! Halklara

Ajanlaştırmaya karşı basınaçıklaması

Eren Keskin, yaklaşık bir yıl önce İstanbul’dakiHacı Ahmet semtinde bir tekstil atölyesindeçalışmakta olan Fatma Bozdemir’in, tanıştığı MehmetKoç isimli kişi tarafından ajanlaştırılarak PKK içinesızdırılmasına karşı ailesinin şikayeti üzerine suçduyurusunda bulundu.

16 Ekim günü İHD İstanbul Şubesi’nde yapılanbasın toplantısına Fatma Bozdemir’in annesi, babasıve dayısı da katıldı. Yapılan açıklama, “16 yaşındakibir çocuğun tehdit ve şantajla suç işlemeyeyönlendirilmesi, üstelik bunların Emniyet güçleritarafından yapılması inanılmaz bir olaydır. İstanbulCumhuriyet Savcılığı’nın konu ile ilgili delilleritoplayarak, İstanbul Emniyet Müdürlüğü içinde böylebir yapının bulunup bulunmadığının araştırılıpsorumlular hakkında soruşturma açılmasını talepediyoruz” sözleriyle sona erdi.

Bozdemir’in ailesi de bir konuşma yaparak,insanlık dışı bu olaydan dolayı Kürt halkından özürdilediklerini, demokrat bir aile olduklarını, insancayaşamak istediklerini ifade etti.

Kızıl Bayrak/İstanbul

Cezaevlerinde baskı ve işkence artarakdevam ediyor. Son dönemde özel işkencetiminden sevk dayatmalarına, askeri sayımdanbinbir türlü hak ihlaline kadar sürekli yenisaldırılar gündemde. Son gelişme ise Mersin ETipi Cezaevi’nde yaşandı. Mersin E TipiCezaevi’nde tutuklu bulunan Adil Savur veErdoğan Bayhan, mahkemeye götürülürkenjandarma tarafından ‘ağızları’nın aranmakistenmesine karşı çıktıkları için hakaretleremaruz kalarak koğuşa geri götürüldüler.

İHD’ye gönderdikleri mektupta olayınayrıntılarını anlatan Savur ve Bayhan, 28Eylül’deki duruşmaya katılamadıklarınıbelirttiler. Bayhan’ın kızkardeşi Belkıs Bayhantutuklu bulunan abisinin bir türlü tedavisininyapılmadığını, bu konuda defalarca cezaeviidaresine başvuruda bulunduğunu söyledi.İçeriye Ahmet Kaya’nın kitabını dahi ‘bu adamteröristtir’ diyerek almadıklarını belirtenBayhan’ın anlatımları üzerine İHD bir raporhazırlayacağını belirtti.

Faşist beslemeler iş başında!

Tırmandırılan şovenizmle birlikte son dönemdehedef gösterilen Kürt halkı toplumsal linçlesusturulmak isteniyor. Devletin kışkırtmasısonucunda DTP binaları kurşunlandı. ArdındanYenibosna’da Yürüyüş dergisinin satışı sırasında birdevrimci, polis tarafından kurşunlandı. Şişli’deKürtçe müzik dinleyen bir genç, faşist zihniyetinhedefi oldu ve linç edilmek istendi. Sermayenin kirlisavaş çığırtkanlığını yapan medya da şovenizmidaha fazla körüklüyor.

Son olarak 11 Ekim günü akşam saatlerindefaşist beslemeler tarafından İnönü Mahallesi’nde biryürüyüş gerçekleştirildi. Ülkü Ocakları imzası ilemahalle dışından araçlarla gelen bu çete, poliskoruması eşliğinde gerçekleştirdiği yürüyüşü yinepolis eşliğinde Sefaköy İşçi Kültür Evi yakınlarındasona erdirdi.

Devrimci, demokrat, yurtsever kimliği iletanınan İnönü Mahallesi’nde faşist zihniyete yeryok.

Kızıl Bayrak/Küçükçekmece

Mersin E Tipi’nde arama işkencesi!

6 Ekim günü Konak eski Sümerbankönünde biraraya gelen BDSP, DHP, İCİ,Alınteri, SDP, Partizan, ESP ve Odakhapishanelerde süren işkenceyi protestoettiler. Açıklamada Sincan F Tipi’ndeyaşanan olaylar anlatıldı. Tekirdağ 1No’lu F Tipi Hapishanesi’nde 15 Eylülgünü tecrit nedeniyle intihar eden ZekiÜnlü’nün ölümü ile bu hapishanedeyaşanan işkenceler duyuruldu. İzmirKırıklar’da 3 Ekim günü tutsaklar ilegörüşe giden ailelere yönelik saldırılarkınandı. Açıklama “Hapishanelerdekiinsanlık dışı uygulamalara, saldırılara,tecrite, disiplin cezalarına, zorlasürgünlere, görüş yasaklarına, sohbethakkı gaspına, hasta tutsakların tedavikoşullarının yaratılmamasına, ölümcül risktaşıyan hasta tutsakların tüm çağrılara rağmenserbest bırakılmamalarına karşın gelin hepbirlikte sesimizi yükseltelim” çağrısıyla sonbuldu.

Eylemde “Hapishanelerde yaşanan baskıya,şiddete, tecrite son!” pankartı açıldı. “Devrimcitutsaklar onurumuzdur!”, “Zindanlar yıkılsıntutsaklara özgürlük!”, “İnsanlık onuru işkenceyiyenecek!” sloganları atıldı. Eyleme yaklaşık 40kişi katıldı.

Kızıl Bayrak/İzmir

F tipi işkenceye hayır!

İzmir Liseli Gençlik Platformu Girişimiolarak 15 Ekim’de Çiğli’deki Teğmen Ali RızaAkıncı Anadolu ve 75. Yıl Anadolu Teknik veEndüstri Meslek Lisesi’de Liselilerin Sesi’ninmilitan satışını gerçekleştirdik. Çıkışsaatlerinde gerçekleştirdiğimiz satışaliselilerin ilgisi olumlu oldu. Ajitasyon

konuşmalarıyla liselilerin ilgisini çekerek,dergimizin içeriği hakkında bilgi verdik.

Militan dergi satışımıza devam edeceğiz.Dergi satışımızı değişik liselerde, dersanelerdeve şehir meydanlarında sürdüreceğiz.

İLGP Girişimi’nden Liseliler

İzmir’de Liselilerin Sesi satışı!

CMYK

MücadelePostası

Üsküdar (İstasyon) Cad. Pınar İşhanıNo: 5 Kat: 4 Daire: 52 Kartal/İstanbul (0 216 353 35 82)

Necatibey Cd. Gözlükçü İşhanı No: 26/24Kızılay/ANKARA Tel: 0 (312) 232 29 10

Sönmez İş Sarayı Kat: 3 No: 220 Heykel/BURSATel: 0 (224) 220 84 92

EKSEN Yayıncılık Büroları Gazetene sahip çık! Abone ol! Abone bul!Adı : .......................................................................Soyadı :........................................................................Adresi : .......................................................................

........................................................................Tel : .......................................................................

6 Aylık Yurt içi 30.000 000 TL Yurt dışı 100 Euro 1 Yıllık Yurt içi 60.000 000 TL Yurt dışı 200 Euro

Gülcan Ceyran adına,* TL için : Yapı Kredi Bankası İstanbul/Aksaray Şb. 0097680-3* Euro için : İş Bankası İstanbul/Aksaray Şb. 10021127094No’lu hesaba yatırdım. Makbuzun fotokopisi ektedir.

Silifke Cd. Çavdaroğlu Çarşısı 2/93MERSİN

Cemal Gürsel Cd. Shell Karşısı Vakıf İşhanı Kat: 3 No: 306 ADANA Tel: 0 (322) 363 19 94

Cumhuriyet Mah. Tennur Sok. Cumhuriyet İşhanıKat: 3/45 KAYSERİ Tel-fax: 0 (352) 2326671

853. Sok. Bilen İşhanı No: 27/710Konak/İZMİR Tel-Fax: 0 (232) 489 31 23

Saadetdere Mah. Fırın Sok. No: 37/25 (Depo durağı)Esenyurt/İSTANBUL

Behice Boran anıldı!

Türkiye İşçi Partisi Genel Başkanı Behice Boran 20. ölüm yıldönümünde anıldı.Meclisin ilk kadın milletvekili olan Behice Boran, 14 Ekim günü dostları tarafından mezarı başında anıldı.

Anma törenine Özgürlük ve Dayanışma Partisi (ÖDP) İstanbul Milletvekili Ufuk Uras, ÖDP İstanbul İlBaşkanı Alper Taş ve Eski TİP Genel Sekreteri Nihat Sargın’ın yanısıra birçok aydın ve yazar katıldı.Yaklaşık 200 kişinin katılımıyla gerçekleşen anma, devrim şehitleri için bir dakikalık saygı duruşuyla başladı.Ardından kısa bir konuşma yapan Ufuk Uras, “Behice Boran bize onurlu bir mücadele devretti. Bizedevrettiği bu onurlu mücadeleyi ve sosyalizm bayrağını parlamentoda taşıyacağız’’ dedi.

Eski TİP Genel Sekreteri Nihat Sargın’ın da konuşma yaptığı anma töreni, karanfillerin Behice Boran’ınmezarı üzerine bırakılmasıyla son buldu.

Kızıl Bayrak/İstanbul

Page 32: Sayı: 2007/40 19 Ekim 2007 50 YKr Halklara karşı savaş ...kizilbayrak.org/2007/sikb.07.40/kb 2007 - 40.pdfSavaşa ve saldırganlığa karşı mücadeleyi yükseltelim! Halklara

Telekom greviyle dayanışmayı yükseltelim!

Türk Telekom’da 25 bin işçi hakları için grevde!