32
Velyettn Ulusoy: Hacı Bektaş Veli Anma Törenleri Birlik-Dayanışma Toplantısında Konuşma Karşındakinin Seni Seviyorum Demesini Beklemeden Seni Seviyorum Demenin Zamanı Geldi Birlik Ceminde Konuşma: Cem’in Manası Gönül Birliğini Sağlamaktır Gaziantep Konserinde Konuşma: Bugünkü Durum ve Siyasallaşma Fkret Otyam “Kara Gündür Gelip Geçer / Gam Yeme Gönül Gam Yeme” Esat Korkmaz Gölge Etme Başka İhsan İstemem Erdoan Aydin Tarihi Özgürleştirmek Erdal Yildirim Siyasete Müdahale Etmek Turan Eser Aleviler ve Siyaset İlişkisinde Yeni Stra- tejiler ve Yaklaşımlar PSAKD Danışma Kurulu Sonuç Bildirgesi Sidika Su - Ruh Su Yitirdiklerimiz H. Snan Ulusoy Toplumsal Birliğimiz - Bölüm II Hüseyn İlbey Şikayetname Ham Kutlu Hakk’a Yürüyen Can İçin Erkan - V Nafz Ünlüyurt Bildiğini Söyleyebilme İsmal Özmen Hacım Sultan Velayetnamesi - II DAH Kamuoyuna Çağrı Al Güzelyüz Gazali’nin Bilinmeyen Bir Risalesi... Seda Cokun Türkülerle Anadolu İnsanı Ahmet Koçak Bağcılar HBVD Başkanı - Gençlik Komisyonu Başkanı ile Söyleştik Yalçin Yusufolu Kaygusuz Abdal... Fyati: Ytl / / Ekm-Kasim Sayi: S ERÇEÞM E BİLİMLE GİDİLMEYEN Y OLUN SONU KARANLIKTIR GERİYE DÖNÜŞ TAPIMI ANLAŞILMADAN ALEVİLİK ANLAŞILAMAZ Geleneksel anlatım dilinde “geriye dönüş tapımı ”nın izleri “silinir”; nesnelliğin “tarihin geçmişine taşındığı ” bir “sanı ” yaratılır. Bu “sanı ”ya “ fetiş ” biçimde bağlananlar hiçbir zaman Aleviliği anlayamayacaklardır. Tanr ı-Doğa- İnsan’dan Hak-Muhammet-Ali’ye Esat Korkmaz, Genel Yayın Yönetmeni G eriye dönüş tapımı gereği Anadolu Aleviliği, kendini yaratan kaynaklardan biri ya da birkaçının izini sürerek kendini “geçmişe” taşır. Anadolu Alevi- liğinde geçmişe taşınma, belirleyici anlamda, heterodoksi bir zeminde “ Ali Yandaşları Hareketi” geriye doğru izlenerek gerçekleştirilmiştir. Böylece son tektanrıcı din olan İslam’ ın şeriatına ve şeriatçı kimliklerine, bu dinin doğuş koşullarında “tersine-dönüşüm” kazandırılarak tavır alınmış; şeriatçı İslam’ ın karşısında, değişim-dönüşüme koşut biçimde gelişen ve vahiy ile aklı barıştırma” gibi bir işlevi yeri- ne getirmeye çalışan “dinsel felsefe”nin sınırları aşılarak bir “felseöğreti” ya da “bilgelik öğretisi” yaratılmıştır. Özkaynaklarından özümsenen Alevi felsefesi ve onun insan, evren ve Tanrı tasarımı ikirciksiz” gün yüzüne çıkarılamadığı için, bir Alevi kendi çağdaşlığını, aydınlanmacılı- ğını, demokratlığını, ilericiliğini ya da ahlaklılığını, iyiliğini, güzelliğini “sorgulayacak ”, dünya görüşüne uygun biçimde “ ayakları üzerine dikecek ” ölçütten de yoksun kalıyor. Bu durum bilgisiz kalmanın, kendi kökeniyle iletişimi kesmenin ötesinde, yoğun bir yabancı- laşmayı da beraberinde getiriyor. Süreç içinde; l. Alevi felsefesinin Doğatanrıcılık yanının, “Tanrı-evren-insan” üçlemesi biçiminde dışa vuran doğasal diyalektiği; toplumsal diyalektiği yansıtması gerekirken bu diyalektiği gizleyen İnsantanrıcılık anlayışı Hak-Muhammet-Ali” üçlemesi biçiminde öne çıkarılarak perdeleniyor”. 2. Hak-Muhammet-Ali” üçlemesinin özündeki diyalektik kavranamadığı için, evren, insan ve toplum sorunları akıl alanından inanç alanına, felsefe alanından tanrıbilim alanına taşınıyor; Alevi felsefesi tanrıbilim olup çıkıyor. Sonunda olan hem Alevilere, hem de Aleviliğe oluyor: İnancını aklına indirgemek, ide- alizmini materyalizmine dönüştürmek için nesnel-toplumsal bir evren görüşü (1) , insanlığı kurtuluşa taşıyacak bir toplumsal proje (2) yaratan dünün Aleviliği bugün; aklını inancına taşımak, materyalizmini idealizmine dönüştürmek isteyen kimi Alevilerce egemen sınıf- lara “ altın tepsi”de sunuluyor. “ Anısız” ve “geleceksiz” bir Alevilik, Ortaçağın “günümüz kılıklı” sömürücülerinin elinde, “iç kimlik bunalımını şifa sayan” bir “ dine(3) dönüşüyor; çağdaş toplumun “karnına”, sindirilmesi zor bir lokma olarak “balyoz” gibi iniyor. Cumhuriyet’ten bugüne gelinen süreçte, toplumsal altüst oluşa koşut olarak sınıflar ko- numlanmasında önemleri ve durumları değişen sınıf ilişkileri “cangılında” yerlerini bir türlü bulamadı Aleviler. Genelde, kendini yaratan ezilen sınıfın, yani dünün köylü sınıfının, bugünün köylü tabakalarının nesnel olarak yaslandığı Ortaçağ toprak değerlerini, özelde Cumhuriyet’le birlikte edindikleri burjuva değerleri (ulusal burjuvazinin önder yargısıyla kutsanmış dünün ilerici, bugünün gerici değerlerini) ağırlıklı olarak terk edemediler. Nes- nel açıdan geçmiş tarihten gelen, nicelikçe ve nitelikçe azalma sürecini yaşayan toplumsal tabakalara, yani köylülüğe, küçük mülkiyete; ideolojik açıdan ise modern güdümün ürünü olan “küçükburjuva” aydınlara bağlanıp kaldılar. 24 24 Genel Yayın Yönetmeni: Esat Korkmaz Sahibi: Genel Ajans Basın Dağıtım Organizasyon Ldt. Şti adına Ahmet Koçak Sorumlu Yazı İşleri Müdürü: Ahmet Koçak Yönetim Yeri: Divanyolu Cad. No: 54 Erçevik İşhanı 102, 34110 Eminönü - İstanbul Tel/Faks: +90.(0)212.519 56 35 E-posta: [email protected] Baskı: Mart Matbaacılık, Ceylan Sk. No 24 Nurtepe Kağıthane, İstanbul - 0212.321 23 00 Yayın Türü: Yerel - Süreli Aylık Derg Bu Sayida Geciktik, Canlarımızdan Özür Dileriz... Bilgisayar sistemimizdeki önemli bir arıza nedeniyle dergimizin yayını gecikti. Bu tür arızaların yaşanmaması ya da önlenemeyen arızların dergimizin çıkışını aksatmaması için elimizden geleni yapıyoruz. Aşk-ı niyazlarımızla. (Devamı 2. Sayfada)

Serşeçme Sayı 24 Ekim-Kasım 2006

Embed Size (px)

DESCRIPTION

Serçeşme Dergisi, Sayı 24, Ekim-Kasım 2006

Citation preview

Page 1: Serşeçme Sayı 24 Ekim-Kasım 2006

Velyettn Ulusoy:Hacı Bektaş Veli Anma TörenleriBirlik-Dayanışma Toplantısında Konuşma Karşındakinin Seni Seviyorum Demesini Beklemeden Seni Seviyorum Demenin Zamanı GeldiBirlik Ceminde Konuşma: Cem’in Manası Gönül Birliğini Sağlamaktır Gaziantep Konserinde Konuşma:Bugünkü Durum ve Siyasallaşma

Fkret Otyam “Kara Gündür Gelip Geçer / Gam Yeme Gönül Gam Yeme”

Esat Korkmaz Gölge Etme Başka İhsan İstememErdoan Aydin Tarihi ÖzgürleştirmekErdal Yildirim Siyasete Müdahale EtmekTuran Eser Aleviler ve Siyaset İlişkisinde Yeni Stra-

tejiler ve YaklaşımlarPSAKD Danışma Kurulu Sonuç BildirgesiSidika Su - Ruh Su YitirdiklerimizH. Snan Ulusoy Toplumsal Birliğimiz - Bölüm IIHüseyn İlbey ŞikayetnameHam Kutlu Hakk’a Yürüyen Can İçin Erkan - VNafz Ünlüyurt Bildiğini Söyleyebilmeİsmal Özmen Hacım Sultan Velayetnamesi - IIDAH Kamuoyuna ÇağrıAl Güzelyüz Gazali’nin Bilinmeyen Bir Risalesi...Seda Cokun Türkülerle Anadolu İnsanıAhmet Koçak Bağcılar HBVD Başkanı - Gençlik

Komisyonu Başkanı ile SöyleştikYalçin Yusufolu Kaygusuz Abdal...

Fyati: Ytl / / Ekm-Kasim Sayi:

SERÇEÞMEBİLİMLE GİDİLMEYEN YOLUN SONU KARANLIKTIR

GERİYE DÖNÜŞ TAPIMI ANLAŞILMADAN ALEVİLİK ANLAŞILAMAZ

Geleneksel anlatım dilinde “geriye dönüş tapımı”nın izleri “silinir”; nesnelliğin “tarihin geçmişine taşındığı” bir “sanı” yaratılır.

Bu “sanı”ya “ fetiş” biçimde bağlananlar hiçbir zaman Aleviliği anlayamayacaklardır.

Tanrı-Doğa-İnsan’dan Hak-Muhammet-Ali’yeEsat Korkmaz, Genel Yayın Yönetmeni

Geriye dönüş tapımı gereği Anadolu Aleviliği, kendini yaratan kaynaklardan biri ya da birkaçının izini sürerek kendini “geçmişe” taşır. Anadolu Alevi-liğinde geçmişe taşınma, belirleyici anlamda, heterodoksi bir zeminde “Ali Yandaşları Hareketi” geriye doğru izlenerek gerçekleştirilmiştir. Böylece son tektanrıcı din olan İslam’ın şeriatına ve şeriatçı kimliklerine, bu dinin doğuş

koşullarında “tersine-dönüşüm” kazandırılarak tavır alınmış; şeriatçı İslam’ın karşısında, değişim-dönüşüme koşut biçimde gelişen ve vahiy ile aklı “barıştırma” gibi bir işlevi yeri-ne getirmeye çalışan “dinsel felsefe”nin sınırları aşılarak bir “felsefi öğreti” ya da “bilgelik öğretisi” yaratılmıştır.

Özkaynaklarından özümsenen Alevi felsefesi ve onun insan, evren ve Tanrı tasarımı “ikirciksiz” gün yüzüne çıkarılamadığı için, bir Alevi kendi çağdaşlığını, aydınlanmacılı-ğını, demokratlığını, ilericiliğini ya da ahlaklılığını, iyiliğini, güzelliğini “sorgulayacak”, dünya görüşüne uygun biçimde “ayakları üzerine dikecek” ölçütten de yoksun kalıyor. Bu durum bilgisiz kalmanın, kendi kökeniyle iletişimi kesmenin ötesinde, yoğun bir yabancı-laşmayı da beraberinde getiriyor. Süreç içinde;

l. Alevi felsefesinin Doğatanrıcılık yanının, “Tanrı-evren-insan” üçlemesi biçiminde dışa vuran doğasal diyalektiği; toplumsal diyalektiği yansıtması gerekirken bu diyalektiği gizleyen İnsantanrıcılık anlayışı “Hak-Muhammet-Ali” üçlemesi biçiminde öne çıkarılarak “perdeleniyor”.

2. “Hak-Muhammet-Ali” üçlemesinin özündeki diyalektik kavranamadığı için, evren, insan ve toplum sorunları akıl alanından inanç alanına, felsefe alanından tanrıbilim alanına taşınıyor; Alevi felsefesi tanrıbilim olup çıkıyor.

Sonunda olan hem Alevilere, hem de Aleviliğe oluyor: İnancını aklına indirgemek, ide-alizmini materyalizmine dönüştürmek için nesnel-toplumsal bir evren görüşü(1), insanlığı kurtuluşa taşıyacak bir toplumsal proje(2) yaratan dünün Aleviliği bugün; aklını inancına taşımak, materyalizmini idealizmine dönüştürmek isteyen kimi Alevilerce egemen sınıf-lara “altın tepsi”de sunuluyor. “Anısız” ve “geleceksiz” bir Alevilik, Ortaçağ’ın “günümüz kılıklı” sömürücülerinin elinde, “iç kimlik bunalımını şifa sayan” bir “dine”(3) dönüşüyor; çağ daş toplumun “karnına”, sindirilmesi zor bir lokma olarak “balyoz” gibi iniyor.

Cumhuriyet’ten bugüne gelinen süreçte, toplumsal altüst oluşa koşut olarak sınıfl ar ko-numlanmasında önemleri ve durumları değişen sınıf ilişkileri “cangılında” yerlerini bir türlü bulamadı Aleviler. Genelde, kendini yaratan ezilen sınıfın, yani dünün köylü sınıfının, bugünün köylü tabakalarının nesnel olarak yaslandığı Ortaçağ toprak değerlerini, özelde Cumhuriyet’le birlikte edindikleri burjuva değerleri (ulusal burjuvazinin önder yargısıyla kutsanmış dünün ilerici, bugünün gerici değerlerini) ağırlıklı olarak terk edemediler. Nes-nel açıdan geçmiş tarihten gelen, nicelikçe ve nitelikçe azalma sürecini yaşayan toplumsal tabakalara, yani köylülüğe, küçük mülkiyete; ideolojik açıdan ise modern güdümün ürünü olan “küçükburjuva” aydınlara bağlanıp kaldılar.

2424

Genel Yayın Yönetmeni: Esat KorkmazSahibi: Genel Ajans Basın Dağıtım Organizasyon Ldt. Şti adına Ahmet KoçakSorumlu Yazı İşleri Müdürü: Ahmet KoçakYönetim Yeri: Divanyolu Cad. No: 54Erçevik İşhanı 102, 34110 Eminönü - İstanbulTel/Faks: +90.(0)212.519 56 35E-posta: [email protected]ı: Mart Matbaacılık, Ceylan Sk. No 24 NurtepeKağıthane, İstanbul - 0212.321 23 00Yayın Türü: Yerel - Süreli

Aylık Derg

Bu Sayida

Geciktik, Canlarımızdan Özür Dileriz...Bilgisayar sistemimizdeki önemli bir arıza nedeniyle dergimizin yayını gecikti. Bu tür arızaların yaşanmaması ya da önlenemeyen arızların dergimizin çıkışını

aksatmaması için elimizden geleni yapıyoruz. Aşk-ı niyazlarımızla.

(Devamı 2. Sayfada)

Page 2: Serşeçme Sayı 24 Ekim-Kasım 2006

Esat Korkmaz’ın“GÖNÜL YOLU”

ProgramınıSalı Akşamları

Saat 9’da Su TV’de İzleyebilirsiniz

TURKSAT 2A 42˚ Batı FR: 11762,5 MHz, Polarite: V SR: 2155, FEC: 3/4

Toplumsal zeminde köylülükle kader or-taklığı yaparken, küçük mülkiyetin sığ ufku içinde siyaset yapmaya soyundular. Yeri gel-di; toplumsal/bireysel aklıyla çelişen “uçlara” taşıdılar kendilerini. Yeri geldi; burjuva gibi davrandılar; davranmakla kalmayıp bu yolda burjuvalaştılar da.

Bu gelişmeler nedeniyle “geçmişte” bu-luşulan “ortak payda”nın sınırları zorlandı. Açılan “gedikten” Alevi kimliği kendini yad-sıyarak, kendini yaratan toplumsal temele sırt çevirerek sağ siyaset temeline; inançla kutsan-mış bir zeminde inancından “yedilerek” devlet katına taşınmak istendi.

Aleviler eğer bu oyunu bozmak istiyorlar-sa, kendi öğretilerini bilimsel olarak tanımla-mak ve yerli yerine oturtmak zorundadırlar. Ancak o zaman halk memnuniyetsizliğinin taşıyıcıları olarak aşağıdan yukarıya bir bas-kı unsuru olabilirler. Resmi dünyaya onlara rağmen girdiklerinde, o yapıları halk yararına “dönüşüme-değişime” uğratabilirler. Ortodoks (dogma) dini ve onun her türlü kurum ve de-ğerini felsefeleştirebilirler. Bu yolla şeriattan bağımsızlaşma zemininde, insanı ve doğayı özgürleştirebilirler; laikliğin düşünsel yapısını ve kitle temelini yaratabilirler.

NOTLAR:(1) Dört kapı kırk makam: Hacı Bektaş Veli tarafın-

dan geliştirilen dört ana aşama ve kırk alt aşa-madan oluşan eğitim öğretisi. Dört kapı, tarikat yolunda, yolda tarikat yolcusunun, yol erinin Tanrı’ya ulaşmada yükselmek ve derinleşmek durumunda olduğu dört aşamayı simgeleyen şeriat kapısı, tarikat kapısı, marifet kapısı ve hakikat kapısı. Dört kapı öğretisi ise Tanrı’ya ulaşmada ya da bu görüntü ardında ham ervah-lıktan kâmil insan durumuna dönüşmede, dört kapı görüşünü temel alan öğreti

(2) Kâmil toplum: Anadolu Alevilerinin, felsefele-rine, öğretilerine ve yaşama biçimlerine uygun olarak toplumu kurtuluşa taşımak için tasa-rımladıkları; devletin, sınıfl arın, özel mülkiye-tin ve paranın olmamasıyla belirgin, herkesin yeteneğine göre üretime katkıda bulunduğu, gereksinimine göre toplumsal üretimden pay aldığı kusursuz toplumdur.

(3) Alevilikte “din” terimi yoktur; “geriye dönüş tapımı” kapsamında “tersine” yönelimle “din aşka dönüştürülmüştür.”

2 Sayı 24

(Baştarafı 1. Sayfada)

Tanrı-Doğa-İnsan’dan Hak-Muhammet-Ali’ye

“Kara Gündür Gelip Geçer Gam Yeme Gönül Gam Yeme”

Fikret Otyam 13, 14 15 Ekim 2006, Geyikbayırı Köyü / Antalya

1926 doğumlu olduğuma göre yaş dayanmış seksene! Şu satırları yazarken zaman zaman kıkır-dadığımı nereden nasıl bileceksiniz, ol nedenle bir açıklama yapmak zorunlu oldu. 1953 yılın-da evlendim, en büyük ağabeyim, besteci ve orkestra şefi Nedim Otyam armağan olarak Groma marka bir daktilo verdi masaüstü. Şimdi kitaplığımda naylona sarılı duruyor ve üzerinde bir yazı; “1953-1965”. Klavyesi a, i, e... diye başlayan, yani Fransız klavyesi. Birazcık da ağır olan bu güzel armağanı neredeyse gece yatarken koynuma almadığım kalmıştı! Gezilere giderken bile o hep yanımdaydı ve üç yıllık gazeteciydim, bundan önce yazılarımı hatta yazılarımızı yazardık tüm çalışanlar.

Öğünmek gibi olmasın, ama mesleki kuruluşların yarışmalarında nice ödüller kazandım. Za-manın Başbakanı Süleyman Demirel, yazarlara daktilo, fotoğrafçılara da fotoğraf makinası ar-mağan ederdi; evet Demirel’den iki kez taşınabilir daktilo almak nasip olmuştu. Ne ki bunların klavyeleri benim alıştığım A ile başlayan klavyeler değildi ve Demirel’in bir deyimine göre “çare tükenmez”di. Ankara Cumhuriyet Gazetesi Bürosu’nun karşısında Kocabeyoğlu Pasajı’ndaki dak-tilo tamircisi arkadaş, harfl eri alıştığım diziye getiriverirdi söküp yeniden lehimleyerek!

Yıllar bu minval üzre geçip gidiyordu ve İstanbul’da açtığım resim sergisinde işler iyi gitmiş-ti. Bir gün Galata Köprüsü’nün altındaki hayvan yemi satan dükkândan kedimize mama almış, Bankalar Caddesi’nden Beyoğlu’na çıkarken gözüm kocaman bir mağazanın vitrinindeki ünlü bir markanın bilgisayarına takıldı; etiketine baktım hemen alabilirdim sattığım resim paralarıyla, içe-ri girdim, yazıhanede üç dört kalantor tam deyimiyle bir “Geyik muhabbeti”ndelerdi! Ben onlara, onlar da bana bakıyor, ama kimse ne istediğimi, neden dikildiği sormuyordu! Aradan otuz yıla yakın bir zaman geçti, anımsıyorum saatime bakmıştım, saat tastamam 18.55 idi, yani kapanmaya sadece beş dakika kalmıştı ve bin hayret o herifl er geyiğe devamdalardı! Sonunda ne mi yaptım, -elbette içimden- bigüzel sövdüm, bildiğim tüm küfürleri sıralayarak! Çıktım.. İnanır mısınız bil-gisayarla arama bu soğukluk girdi; herifl erin ilgisizliği nedeniyle bu müthiş buluşun peşini bırak-tım..

Ta ki yıllar sonra bir Ankara sergimizde yeniden söz konusu oldu. Arkadaşım Kolukısa, ser gi -mize gelmişti, şimdileri ne yaptığını sordum bermutad, zira çok marifetli olduğundan her işi yapar başka bir işe el atardı, yanıta bakın: Bilgisayar satıyormuş, hem de ünlü bir fi rmanın! Ak şam otele geldi kutularla. Yazılar yazdı, renkli resimler, grafi kler yaptı, bunları da bigüzel bastı. En hoşuma giden sergi çağrılarının adres etiketlerini basmasıydı ve ufak bir resim karşılığı o lenduha kutular Gazipaşa otobüsündeydi. Deliler gibi boğuştum durdum bana yabancı gelen klavye ile.. Eşim Filiz alışmıştı, bendeniz daktiloya devam!

Yolumun üzerinde, gelip geçerken bana can-ı yürekten “Dedeeeee” diye el sallayan bebecik okula başlamıştı ve ilkokulu bitirip ortaokula geçtiğini müjdeleyince armağanımız o bilgisayar oldu. Sonraları üç dört bilgisayar daha konuk oldu evimize, bense Başbakan Sn. Demirel’in ar -mağanlarıyla idare ediyorum yıllar yılı! İlla Fransız klavye ve bir Alevi dostum Çorum’un Gök-köy köyünden çıkma Antalya’da Ak-Bim Bilgisayar Ltd sahibi Haşim Barış benim yazı dizi nimi istedi. Hemen faksladım. Bir hafta sonra yine aynı köyden bu işlerin has ustası Levent Halit can, taa Geyikbayırı köyündeki evimize bir klavye ile geldi saatlerce uğraşıp parmaklarıma uygun hale soktu; gelgelelim klavyede ü, i, ç, ş. ü yoktu. Bunları elde etmek için ayrı yerlerde tuşlara basmanı gerekiyordu. Olan oldu! Yani efendim, yaramaz oldum vesselam! Defteri kapattım ey canlar, def teri kapattım!

Demirel’in Evinde OlanlarTEMA Vakfı, GAP ile ilgili belgesel hazırlatıyormuş ve çalışmalar iki yıldır yürüyormuş; bil me-yenler bilsin diye açıklıyorum, GAP’ın babası Sn. Süleyman Demirel’dir, üvey babası da bendeniz! Ne ki bu can oraya ilk kez 1953 yılında gitmişti, Devlet Su İşleri Genel Müdürü Süleyman Demirel de 1955 yılında! Evet bilmeyenler bilsin bunu; Güneydoğu Anadolu’nun sulanması ikimizin tarif-siz bir sevdasıdır, salt bu konuda sanki kan bağımız var salt bu konuda!.. Büyük seçiciler kurulu Cumhurbaşkanlığı Büyük Odülünü açıkladı; tiyatro dalında Yıldız Kenter, görsel sanatlar dalında bu satırların yazarı ve Vakıfl ar adına Şakir Eczacıbaşı. Bir ay sonra yine resim dalında yılın sanat-çısı seçildiğimi okudum gazetelerde! Hemen bir demeç verip ödülü reddettiğimi açıkladım ve son imza sahibi, GAP dostum Cumhurbaşkanı Sn. Demirel darılmıştı! Yetmedi, uzun uğraşlar verip ayağa düşürülen bu ödül çabalarımızla ortadan tastamam kalktı.

GAP Belgeselini hazırlayanlar bu satırların yazarıyla da uzun uzun çekimler yaptı ve sonunda bir öneri, “Bu konuda Sayın Demirel ile sizin bir konuşma yapmanız şart, ne dersiniz?” Kırgın olduğunu söyledim, haber geldi; “Çok iyi olur, özledim, muhakkak bekliyorum!” Uçağa atladık, aylar dır görüşmüyorduk merdivenlerden ağır ağır indi, gözgöze geldik içten bir “uy babooooo” çekti ve sarıldık. Üç saat konuştuk, kamera çalışıyordu, bu konuşma sırasında bikez olsun tekle-mediğini özellikle belirtmek isterim.

“Çağdışı Galmışsın Otyam!”Bir aralık şenlik olsun “deyuuuu”, “Beyefendi” dedim, “hâlâ sizin armağanınız daktilo ile yazıyo-rum.” Şaşkınlıkla baktı yüzüme, “Bilgisayara geçmedin mi gardaşım?” dedi. Bu konuda yaşadık-larımı nasıl anlatırdım, kısaca “klavye sorunu” diyebildim, hüzünlendi, “Çağdışı kalmışın Otyam” dedi, “şimdi laptoplar var gardaşım, diz üstü, öğren de sana bir tane göndereyim.”

SERÇEÞME

Page 3: Serşeçme Sayı 24 Ekim-Kasım 2006

Müjdeler Olsun!Bu yıl 75. İzmir Enternasyonal Fuarı’nın üç onur konuğu vardı Uşak İli, Kazakistan ve sanat-çılar olarak biz iki Otyam, fotoğraf Filiz Otyam, resim Fikret Otyam. Artık kullanıl mayan Pakistan pavyonunda açıldı sergimiz 2 Eylül saat ondokuzda. Adı: Gözler ve Yüzler. Ve bir başka konuda da hayırlara vesile oldu! Filiz’in yeğeni mimar Ahmet Timurcan’ın evindeki bilgisayara gitti parmaklarım, hayret, bin hayret, adımı yazıverdim. Baktım, üste lik doğru! Klavye bizim sistem yani Q ile başlayan!. Dostum, kulakları çınlaya Murat Oktar, ‘sen bula-mazsın’ dedi bu Çin işi klavye kutusunu getirdi, yerleri değişik de olsa tüm harfl er vardı.

Antalya’daki Hızır’larım sevgili Haşim ve sevgili Levent işe el koydular. Levent can res-men ölmüş bilgisayarımı canlandırdı, üstelik köye kadar gelip kurdu ve gerekli bilgileri ver-di, tarifl er etti.

Esat Korkmaz Can Telefon Etti Yazı İstiyor!Önce yazı dedi, ardından ekledi Serçeşme yılbaşı takvimi için seçeceğim dialarımı. Bir önemli isteği de göçtüğüne hâlâ inanamadığım can dostum, büyük halk ozanı Feyzullah Çınar için SU Televizyonu’na hazırlayacağı belgesel için Antalya’ya geleceğinden muhakkak orada olmamı…

“Esat can, yazıyı üç dört gün sonra ancak fakslayabilirim!” Esat can, böyle bir yanıtı asla beklemiyordu, anlıyorum çok şaşırmıştı onu daha fazla merakta bırakmamak için nede nini açıkladım: “Bu yazımı artık bilgisayarda yazacağım onun için üç dört gün dedim.” Evet, sevgili can okurlarım, bugün üçüncü gün, binbir uğraşla yazımı bitirmek üze reyim. Bu mut-luluğumu sizlerle paylaşmak istedim, bilgisayar “geyiği” de bu yüzdendi. Sekseni aşan ya-şımda yeni bir şeye başlamanın kıvancı içindeyim, bu kıvancı elbette çok görmeyeceksiniz; bu kadar yazı için de canlar Haşim ve Levent’e bir kere başvurduğumu özellikle belirtmek isterim. Gerçeğe kocaman bir hû. Anladınız mı neden kıkırdadığımı?

Cenab-ı Allah Bu Kafaları SankiAlevileri Üzmek İçin Halketmiş!

Milli Eğitim Bakanlığı’nın 9-10-11 ve 12. sınıfl arın Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi ders kitap-larına konulan Alevilikle ilgili bilgiler Alevi canları yeniden üzdü, yaraladı. İslama ayrılığı ve dahi zulmü sokan Muaviye, “Hazret” olarak anılıyor, yeter mi? Hayır! Alevi ibadeti yine yok sayılıyor!.

Bu konuda Alevi canların hazırladığı raporda şunlar var, özetle:“9. sınıf ‘İbadetin kapsamı’ alt başlığı altında namaz, ramazan orucu, hac, zekat gibi ibadetler ele alınıyor. Ancak, Alevi İslam inancının ibadet biçimlerinden söz edilmiyor. Cem ibadeti, muharrem orucu görmezlikten geliniyor.‘Türkler ve Müslümanlık’ başlıklı ünitede, Türklerin Müslümanlaşması sürecinde özel-likle Kuteybe bin Müslim komutasındaki Emevi İslam ordularının Türk ülkelerinde ger-çekleştirdiği katliamlara hiç değinilmemiş. Türklerin Müslümanlaşmasındaki Ehli Beyt soyuna mensup seyitlerin etkisinden de hiç söz edilmemiş.Onuncu sınıf: ‘Allah İnancı’ başlıklı ünitede Şii ve Alevi İslam anlayışlarının temel inanç ilkelerinden olan ‘Velâyet / İmamet inancı’ yadsınmış.İslam dışı ya da Kuran dışı tüm inançlar yanlış / batıl biçiminde nitelenmiş.‘Bütün ibadethaneler (cami, mescit, kilise, havra, sinagog) aynı saygıyı görürler...’ deni-lirken cemevlerinin de ibadethane olduğu gerçeği inkâr ediliyor.”Cânım Feyzullah’ın avazı ve sazı kulaklarımda, nasıl da güzel avazlardı şu deyişi: “Kara

Gündür Gelip Geçer Gam Yeme Gönül Gam Yeme”

Ekim-Kasım 2006 3

O’nu Her Zaman Olduğu GibiSevgiyle, Saygıyla ve Özlemle Anıyorum

CAN dostum, bilgi ışığım, aydınlatıcım ve başım dara düşende telefona sarılıp yardım istediğim

o güzel insan Nejat Birdoğan can, Adıyamanlı Dede Rıfat’tan bir şiir salmış; bunu Nefes dergisindeki (sayı: 35, Eylül 1996) yazıma; daha sonra Almanya / Mannheim Alevi Kültür Merkezi’ne telif haklarını bağışladığım Cancana adlı kiıabımın 104. sayfası-na da almıştım.

O’nun yadigârı eşi sevgili Şule Birdoğan, kita-bımı (yayın tarihi 1998) yeniden okurken şiirdeki kimi diz gi yanlışlarının ayrımına varmış, doğru di zi li şi ni bana faksladı. Canım Nejat Birdoğan’ı en iç ten saygı ve sevgiyle bikez daha anarak şiirin doğ-rusunu yazıma alıyorum, Şule Can’a binlerce teşek-kürlerimle.

ADIYAMANLI DEDE RIFAT

Ben şehid-i bâdeyim, dostlar demim yâdeyleyinTürbemi meyhâne enkazıyla bünyâd eyleyinGaslolunmaz mâ ile böyle şehidân-ı vegaYıkayın meyle beni, bir mezhep icâdeyleyin

Neyle, meyle bir alay mahbub ile her dem gelinBezm-i cem ayinini türbemde mutâd eyleyinTürbeme kandile bir eski sagar vakfedin Şule-i nûr-i arakla ruhumu şâdeyleyin

Türbedâr olsun bana bir pir-i meyhor-ı garibN ezr-i sarhoşân ile o rinde imdâd eyleyinYadigâr olsun bu nazmım evliyâ-yı sagarePerr açıp uçtu Rıfat, ardınmca feryâd eyleyin

Bünyad: TemelGasl: Ölünün yıkanmasıMâ: SuŞehidan-ı vega: Kavgada şehit olanBeznı-i Cem: İran’ın şarap tanrısı Cem için yapılan ayinMutâd: AlışkanlıkSagar: KadehŞule-i nur-i arak: Kadehin nurlu aleviPir-i meylıor-ı garib: Sarhoş ihtiyarNezr-i sarhoşan: Sarhoşların sadakası Perr: Kanat

YENİ ÇIKAN KİTAPLARIMIZ

SAVAŞLI YILLAR

ROMAN

İsmail KaygusuzISBN 975-668-055-415 x 23 cm boyutunda374 sayfa

İki Cilt Birarada:SON GÖRGÜ CEMİ

ÇİLELİ GÜNLER

ŞAH HATAYİ

VE

PİR SULTAN

Lütfi Kaleli

ISBN 975-335-054-615 x 23 boyutunda

160 sayfa

Divanyolu Cad. No: 54, Erçevik İşhanı - 10234110 Eminönü - İstanbul

Tel: +90.(0)212.519 56 35 www.alevyayinlari.com

Toplu Satışlarda %40 İndirim Yapılır

Alev Yayınları

SERÇEÞME

Page 4: Serşeçme Sayı 24 Ekim-Kasım 2006

4 Sayı 24

Rom

a’da

Ulu

sal M

üze

Plaz

za A

ltem

ps’d

e bu

luna

n D

iony

sos h

eyke

li. F

otoğ

raf:

Ryan

Fre

islin

g.

İlksel tasarımlarda, tanrılar panteonunu oluşturan kutsal kimliklerin, yapılarında bir zorunluluk olarak öne çıkan “karşıtlığın” olumsuz yanını “Şeytan” olarak algılarsak şöyle bir sonuca ula-şırız: “Şeytan” yoksa “Tanrı” da yoktur. Ve bu

“doğru” bir çıkarsamadır. Tektanrıcı dinlerle Antik Yunan dinini karşılaştır-

mak bizi açmaza götürebilir: Çünkü, “din” teriminin açılımı tektanrıcı inançlarda olduğu gibi “vecd içinde gerçekleştirilen ve inananı aşkınlığa götüren” bireysel bir pratik olarak anlaşılmaz. Tam tersine Antik Yunan’da din, “Site’de oturanlar arasındaki bir bağ”dır. Bu durumuyla din, devletin “birleştirici” hamurudur ve tanrıları “ku-rucu ilkeler”le yüklü kahramanlarıdır. Bu nedenle onlara gösterilen ta-pım, kişiyi “aşkınlığa” taşıyan “metafi zik” bir ritüel değil, Site’nin özüy-le özdeşleşen “erdemin” kutsanmasıdır. Yunan demokrasisi, Site’nin “vicdanı”nın kimliklendirilmiş biçimi olarak algılanan ve her biri Site insanının “ilkelerinin taşıyıcısı” durumunda bulunan tanrılarına sıkı sıkıya bağlıdır: Başka bir yapıya taşındığında önemlerini “yitirirler”. Örneğin Roma, Yunan tanrılarını kendi panteonlarına taşıdıklarında onları, başında imparatorun bulunduğu sisteme uyarladılar, yani zorba imparatorlarıyla tanrıları “devirmek” zorunda kaldılar. Antik Yunan’da ise tanrıların yardımıyla zorbalar devrilirdi. Demek ki Antik Yunan’da gerçek tanrı Site idi.

Yunanlılar, tanrıları tasarımlarken onların “zorbalıklarını yadsıdı-lar”; çünkü, tek ya da birkaç kişinin mutlak iktidarı anlamına gelen “zor-balık”, Yunan’la bağdaşır bir şey değildi. Bu nedenle Antik Yunan’da tanrılar “sorgulanmış”; sürece koşut olarak mitolojiler onlara “kötü alış-kanlıklar”, “düşünsel sarsıntılar” ve tektanrıcı dinleri “rahatsız” edecek denli “ahlaksız” serüvenler yüklemiştir. Antik Yunan aynı zamanda, “özgürlüğün temelini saygısızlıkta” gören, şairlerin, oyun yazarlarının ve geleneğin yarattığı “kutsal söylenceleri” yerle bir eden, yağmalayan “Ki-nizmin”, yani Avrupa toprağında “ilk sufi liğin” doğumuna “annelik” etti. Kinik Okul’un kurucusu Diogenes’in, kendisine ne hizmette bulunabile-ceğini soran İskender’e, “Gölge etme, başka ihsan istemem!” biçimindeki

yanıtı, bugün bile “özgürlük” sağlayıcı bir “saygısızlık” olarak algılanır. Bu nedenle Antik Yunan’ı, din duygu-sundan ve varoluş sıkıntısından “uzak duran saygısız kahramanlar uygarlığı” olarak görmek gerekir.

Platon’un yapıtlarını irdelediğimizde O’nun bir Py-thagorasçı olduğunu hemen algılarız: Attika ruhundan çok Zerdüşt’e ve Orphikçilere daha yakın bir mistiktir. Pythagorasçıların “ruh göçü” inancı, Hint Vedacılığın-

dan alınmadır; bu inanç Pythagorasçılardan Platon’a geçti. Platon, insan-larla tanrılar arasında “aracılar” olduğunu ve bunların da iyi olan “dai-monlar” olduklarını ileri sürdü: Hıristiyan yazarların, “iblislerin çevre-mizdeki havada yaşadıkları” düşüncesi Platon’dan “ödünç” alınmadır. İS I. yüz yılda, Pythagorasçı öğreti/inanç, Platon tasarımları içinde eridi. Bu tasarımlara göre, dünyada yüce bir düzen, “İdea” vardır: Gerçek oldu ğu nu sandığımız her şey bu “İdea”nın bir “gölgesi”dir; bu gölge-ler bo zul muş birer “kopya”dan başka bir şey değildir. Gerçek dünya bir “yanılsama”dır. Kimi gnostikler, bu düşünceyi “uç noktalara” taşıyarak “maddi olan her şeyin kötü olduğunu” ileri sürmeye kadar götürdüler. Platon’un düşünceleri sanki Yunanlı olmaktan çok İranlı gibi: Devlet’te yüceltilen “Mutlak İyi” ve “Mutlak Kötü”, Yunan ruhuna yabancı bir Şey-tan’ı içerir. Şeytan’a bu kadar yaklaşan Platon, Gnostisizmin ve Hıristi-yanlığın “müjdeleyicisidir” bir bakıma.

Dinsel oyunların eşlik ettiği başka kutlamalar da vardı. Helenik dö nemde bunun üç örneği görülür: a) Dionysos törenleri; b) Eleusis mysterionları ve c) Orpheus törenleri.

Dionysos TörenleriŞarap tanrısı ve aynı zamanda buğday, bağ, çiçek tanrısı olan, Trakya kö kenli kahraman Dionysos’u kutlama törenleridir. Erkek ve verimlilik tan rısı olan Dionysos, Zeus’un meşru eşi olan Hera’nın lanetine uğ rar: Bir Girit tasarımına göre Hera’nın kışkırttığı Titanlar tarafından kol ları-bacakları koparılır; pişirilir ve yenir. Titanların bu davranışı ölüm cül sonuç doğurur; ünlü öfke nöbetlerinden birine kapılan Zeus, eski hiz-metkârlarını öldürür. Apollon, Dionysos’un gövde parçalarını bir araya getirir. Kimi söylencelerin belirttiğine göre Delphoi’ye, kimi söylencele-rin belirttiğine göre ise Thebai’ye gömülür. Söylencenin diline uyarsak “dirilir” ya da Zeus tarafından “diriltilir”.

Bu söylencede tanrı olarak tasarımlanan ezeli kahraman Dionysos’u katleden Titanlar, iblislerin, yani Şeytan’ın çocukluğunun bir çeşitlemesi olabilir. Tıpkı, Gökyüzü’nden Cehennem’e atılan Yahudi tanrısı Luci fer ve boynuzlu takipçilerinden oluşan, kafese kapatılmadan önce Olym-pos’tan aşağı atılan “birliği” gibi. Kötü hizmetçilerini “Şeytan”a havale eden Yahudiliğin “tanrı kral”ı, Hıristiyanların tanrısını çağrıştırır; çün-kü O da kötü meleklerini, Cehennem’in derinliklerine gönderir.

İÖ VII. yüzyılda Trakya’dan ya da Frigya’dan gelen Dionysos’un Mı-sırlı Osiris’in bir “dönüşüm” ürünü olduğunu savlayanlar da vardır: Yaz-gısı, O’nun yazgısına çok benzer; çünkü O da “yeniden doğuş” tanrı sıdır ve O’nun da gövdesi parçalanmıştır.

Benzer biçimde Babilli Dumuzi de “yeniden doğuş”un simgesiydi. Başka uygarlıklarda da cinayetlerin kurbanı olan ve “yeniden doğuş” mucizesiyle dirilişler sunulan tanrılar vardı.

Yunan sanatında betimlendiğine göre Dionysos, sevimli bir tanrıydı; sürekli gülümseyen toraman bir kimlikti. Kimi bölgelerde yılda bir, kimi böl gelerde altı ayda bir düzenlenen Dionysos törenlerinde tanrı aşkı, yer yer “vahşiliğe” başvurarak canlandırılıyordu: Örneğin Girit’te, bir boğa-nın kol ve bacakları koparılıyor, törene katılanlar dişleri arasında kanlı bir et parçası taşıyordu. Kimi anlatımlarda bu törenlere katılanlar “deli-ler” olarak tanımlanıyor, insanların kol ve bacaklarını parçalıyor ve çiğ çiğ yiyorlar, biçiminde anlatılıyor. Bu işte Şeytan’ın “parmağı” olduğu-nu ileri sürenler de az değil. Trakya ve Frigya topluluklarında ben zer “vahşilikleri” anımsarsak bu yargıların doğru olduklarını kabul etmek gerekir.

Bu kanlı törenler, İÖ V.-IV. yüzyıldan başlayarak yavaş yavaş orta-dan kalkmıştır.

Doğa güçleriyle “mistisizm”e varan bir “kaynaşma”nın ürünü duru-mun daki Dionysos törenleri özünde “kefaret törenleri” değildir. Yani “Kö tü lüğü” kovmak için düzenlenmezler. Ölülerle, yaşayanlarla ve ya-şayacak olanlarla “metafi zik birliği” kutlarlar.

MİTOLOJİLERDE GEZİNTİ

“Gölge Etme Başka İhsan İstemem”Esat Korkmaz

Yunan’da tanrılar yardımıyla “zorbalar” devrilirken,

sonraları Roma’da “zorba imparatorlar”

yardımıyla tanrılar devrildi.

SERÇEÞME

Page 5: Serşeçme Sayı 24 Ekim-Kasım 2006

Eleusis MysterionlarıAtina ile Megare arasındaki Eleusis’te kutlanan tarım festivalleridir. Tanrıça Demeter ve Kore’nin ikili koruması altındaki ekin, tohum atma ve hasat kutlanır: Söylenceye göre Cehennem tanrısı Pluton kadın aramaktadır; bu nedenle Kore’yi kaçırır. Kızını arayan Demeter, Eleusis’e gelir; be-reket tanrıçası olmasına karşın atılmış tohumu yeşertmeyi yadsır. Pluton’a rehineyi serbest bırak-ması emredilir. Pluton emre uyunca Kore Yeryüzü’ne yeniden çıkar. Demeter de tohumu yeşertir: Ve “zenginlik” anlamına gelen oğlu Plutos’u doğurur. Ne var ki Kore, Yeraltı Dünyası’nda “ölümü ve doğumu” simgeleyen “nar”ı yediğinden Yeryüzü’nde sürekli kalamaz. Bir anlaşma yolu bulu-nur: Buna göre Kore, yılın üçte birini eşinin yanında, geri kalan süreyi annesinin yanında geçirir. Bunun anısına Demeter, Eleusis mysterionlarını başlatır.

Pluton, Zerdüştlükle başlayan ve tektanrıcı dinlerde son biçimini alan “Evrensel Kötü” olmak-la belirgin Şeytan değil, onu önceleyen bir tasarımdır: Söylencede bu nedenle, “ezeli bir ölümü” değil, “geçici bir ölümü” temsil eder. Bu tasarımlarda “Şeytan”la, “ezeli ve mutlu yaşamın sırrı”na ulaşma kutsallığı altında “doğanın karşıt güçleri arasındaki birliğe” katılım amaçlanır.

Orpheus TörenleriDionysos ve Eleusis törenlerindeki “şeytan” tasarımını geliştiren, doğal olarak bu törenleri güçlü bir biçimde çağrıştıran törenlerdir. Mainadlar tarafından Orpheus’un kolları ve bacakları kopa-rılır; kimi yorumlara göre bu Dionysos’un emriyle gerçekleşir: Müzisyen kahraman, Dionysos’u yücel teceği yerde Apollon’u yüceltmekte ısrar edince şarap tanrısı da O’nu katlettirir.

Eliade gibi kimi araştırmacılar, Orpheus’u Dionysos adına düzenlenen dinsel törenlerde “re-form” yapan bir kimlik olarak görürler.

Orphik tasarımlar, “tensel yüceltmeyi” yadsır; ne et yer, ne de şarap tüketir; cinsel perhiz uy-gular: Anlaşılacağı gibi “sade” bir yaşamı amaçlar. Amacın açılımları açıktır: Cennet’te selamete erişmek ve Dionysosvari bir yaşam sürmüş olanlara ayrılmış olan Cehennem azabından kurtul-mak.

Doğulu “köken”i nedeniyle Orphik törenlerin yapısında bulunan “öte dünya ve selamet kay-gısı” Helenik kültürle bütünüyle “çelişki” oluşturur. Diğer yandan Orphik hareket “İyi ve Kötü” karşıtlığını, “İlk Günah” tasarımını “tohum” halinde taşıyan, daha doğrusu “yeşerten” ilk Yunan hareketidir diyebiliriz.

Orphik metinlerde rastlanan tasarımlara göre insanlar, kötü yürekli ruhlar olan Titanların külle rinden doğar. Bu nedenle insanların bir kötülük yanı vardır. Diğer yandan yıldırımla öldü-rülmeden önce bir tanrının, genç Dionysos’un etini yediği için Titanların küllerinde ve dolayısıyla insanda tanrısal bir yan vardır. İnsanlar ortaya çıkmadan önce dünya mükemmeldi; dünyasal den-genin bozulması Titanların hatasıdır. İnsan selamete erebilmesi için, kendi yapısındaki tanrısallığı “keş fetmesi” gerekir. Bu tasarım bize, “evrensel kötü” anlamında “Şeytan”ın doğumunun gerçek-le şe ceğini haber verir.

Kimi araştırmacıların ya da kaynakların belirttiği gibi Orphik tasarımlar, İÖ VI. yüzyılda Yunan’da ortaya çıkmış dinsel bir “protesto” hareketidir. Bu mistik hareket, Yunan sitelerinin res-mi dinini kesintisiz bir biçimde sorgulamıştır. Bu nedenle Orphik tasarımların birçok öğesini yapı-sına alan Pythagorasçı hareketle Platon’a taşınma dışında Yunan’da pek başarı kazanamamıştır. Çünkü, Yunan dininin kurucu büyüklerinden biri olan Hesiodos’a göre, dünyanın başlangıcında “kaos” vardı; çetin mücadelelerden sonra Zeus hükümranlığını dayatabildi; düzen, beklenmedik olay lardan sonra gerçekleşti. Buna karşılık Orpheus’a göre ilk tanrı Eros’un, yani “karşıt-kaos”un doğduğu “yumurta” en baştan beri vardı; yani düzen, baştan itibaren vardı.

Yunan dünyasına yabancı bu Orphikçiler nereden geldi?Açıkçası bilinmemektedir: Perhizci, et yemez, sade Orpheus, ne vatandaşı Dionysos’a, ne de

başka herhangi bir tanrıya benzer. İskit ya da Frigyalı da değildir; karakterleri kaçınılmaz olarak İran’ı hatırlatır: Büyük olasılıkla İÖ XV. ve VIII. yüzyıllar arasında Orta Asya, Yakın ve Ortadoğu topluluklarının büyük göçleriyle geldiler.

Demokrasi yoluyla “Şeytan”ı Helen ve Helenistik kültür dışında tutabilen Yunan, Orphik dinle “Şeytan”ı Olympos’a dahil etmek zorunda kaldı.

KAYNAKÇA:Baudelaire, Charles; Kötülük Çiçekleri (Çev.: S. Maden); Çekirdek Yayınları; İkinci Baskı; İstanbul-1998Erhat, Azra; Mitoloji Sözlüğü; İstanbul-1972Hançerlioğlu, Orhan; İnanç Sözlüğü (Dinler-Mezhepler-Tarikatlar-Efsaneler); Remzi; İstanbul-1975Korkmaz, Esat; Şeytan Tasarımı Terimleri Sözlüğü; Anahtar Kitaplar Yayınevi; İstanbul-2006; Eski Türk

İnançları ve Şamanizm Terimleri Sözlüğü; Anahtar Kitaplar; İstanbul-2003; Zerdüştlük Terimleri Sözlü-ğü; Anahtar Kitaplar Yayınevi; İstanbul-2003; Ansiklopedik Alevilik-Bektaşilik Terimleri Sözlüğü; Kay-nak Yayınları; Genişletilmiş Üçüncü Baskı; İstanbul-2003; Anadolu Aleviliği; Berfi n Yayınları; İstanbul-2000

Link, Luther; Şeytan/ Yüzü Olmayan Maske (Çev.: E. Ergün); Ayrıntı Yayınları; İstanbul-2003Messadie, Gerald; Şeytan’ın Genel Tarihi; Kabalcı Yayınevi; İkinci Baskı; İstanbul-1999Nietzsche, Friedrich; Yunanlıların Trajik Çağında Felsefe (Çev.: N. Hızır); Kabalcı Yayınları; İstanbul-1992;

Dionysos Dithyrambosları (Çev.: O. Aruoba); Kabalcı Yayınları; İstanbul-1993Russell, Jeffrey Burton; Mephistopheles/Modern Dünyada Şeytan (Çev.: N. Plümer); Kabalcı Yayınevi; İs-

tanbul-2001; Lucifer/Ortaçağ’da Şeytan (Çev.: A. Fethi); Kabalcı Yayınevi; İstanbul-2001; Şeytan/ An-tikiteden İlkel Hıristiyanlığa Kötülük (Çev.: N. Plümer); Kabalcı Yayınevi; İstanbul-1999; İblis/Erken Dönem Hıristiyan Geleneği (Çev.: A. Fethi); Kabalcı Yayınevi; İstanbul-2000

Schimmel, Annemarie; İslamın Mistik Boyutları (Çev.: E. Kocabıyık); Kabalcı Yayınevi; İstanbul-2001; Tanrı’nın Yeryüzündeki İşaretleri (Çev: E. Demirli); Kabalcı Yayınevi; İstanbul-2004

Süzer, Evlin Azar; Ana Tanrıça Şeytan; Pencere Yayınları; İstanbul-2003Werner, Helmut; Ezoterik Sözlük (Çevirenler: B. Atatanır, M. Batmankaya, D. Demirbaş, U. Önver); Omega

Yayınları; İstanbul-2005

Ekim-Kasım 2006 5

ŞİNASİ KAYA20 Mayıs 1938 - 20 Ekim 2006

Demir Döküm’ün ilk işçilerinden Maden-İş ve TİP’in yöneticisi

DİSK’in kurucularından1961 Saraçhane Mitingi

1970 15-16 Haziran Direnişi1 Mayısların ve nice grevin, direnişin

yöneticilerinden, önçü işçi

DR. FÜSUN SAYEK1947 - 19 Ekim 2006

1996-2006 dönemi Türk Tabipler Birliği

Merkez Konseyi Başkanıinsan hakları, kadın hakları ve demokrasi kavgasının

yılmaz savaşçısı

YİTİRDİKLERİMİZ

PROF. CAHİT TALAS1917 - 14 Ekim 2006

27 Mayıs’ın Çalışma Bakanı; “Ecevit Yasaları” diye bilinen

Sendika ve Grev yasalarının mimarı;Polisin “arama” bahanesiyle

öğrenci yurtlarına saldırmasına izin vermediği için dövülen;

12 Eylül genarallerinin hakeretine uğrayan

Siyasi Bilgiler Fakültesi Denkanı;12 Eylül cuntası maduru

demokrasi ve işçi hakları savaşçısı

SERÇEÞME

Page 6: Serşeçme Sayı 24 Ekim-Kasım 2006

6 Sayı 24

SERÇEÞME

ERMENİ sorununda ‘soykırım yoktur’ diyeni para ve hapisle cezalandırma yasası Fransa Par la men-

to sunda onaylandı. Bereket ki Fransa’da tarihçiler ve aydın namusu-

na sahip olanlar var; bereket var ki, bu hukuk karşıtı yasaya karşı aldıkları tavırla emperyalizmin elinde paspas edilen Fransa’nın namusunu kurtardılar. Bu aydınların, ezici bir çoğunlukla, Ermeni sorununun bir ‘soykırım’ sorunu olduğuna inandıkları halde takındığı bu açık tutum, bilim, basın ve aydın ahla-kının ne olduğunu göstermesi anlamında da ayrı bir önem taşıyor.

Egemen siyasetin bu aşamada bu aydınları din-lememiş olması Fransa tarihinin diğer yüzkarası örneklerine yeni bir örneğin daha eklenmesi anlamı-na geliyor kuşkusuz. Ama bu yasaya alınan tutum, Fransa’nın herşeye karşın onlardan ibaret olmadığını, Voltaire’in, Zola’nın, Sartre’ın, aydınlanmanın ve öz-gürlüklerin Fransa’sının da yaşadığını gösterdi.

Bu vesileyle birkez daha görüldü ki, kendi özgürlüklerimiz ve halklar arası barış, ülkelere giydirilmeye çalışılan deli gömleklerine itiraz etme gücümüzle elde edilebilecektir. Bu vesileyle birkez daha görüldü ki, dini ve milli kimliklerin altında yekpare toplumlar yaşamıyor. Her bayrağın altında özgür, adil ve barışçıl bir dünya arayışında olanlar yanısıra bun-ları engelleme inadını sürdürenler var. Nasıl ki özgürlükler Türkiye’de 301. maddenin tehdidi altındaysa Fransa’da yasalaşma sürecindeki geri-ciliğin tehdidi altında.

Oysa bizim ihtiyacımız olan şey, daha çok, daha çok özgürlük ve bunu güvence altına alan bir hukuktur.

Ucuz Politikalara İsyan

‘Milli tarih’ tezi saptayıp tarihçileri de bunun gerekçesini yazan insanlar konumuna düşürmek, gerçekte bizim yabancısı olma-

dığımız bir durum. Ne yazık ki Fransa da, bu son kararıyla kendini bu duruma düşürmüş bulunmaktadır. 200 yıldır bizler onların düzeyine

çıkma mücadelesi verirken onların bizim düzeyimize düşmesi tarihsel bir ironi örneği olsa gerek.

Fransız Parlamentosunda onaylanan yasanın in-san haklarından yana samimiyetin değil, yaklaşan seçim ler karşısında popülist bir aşağılanma ve tabii Türkiye’yi AB dışında bırakmaya yönelik bir tahki-mat olduğu açık.

Bizim kendi tarihimizle yüzleşme gereksini mi-mize işaret edenlerin kendi tarihleriyle yüzleşmekten kaçınmaları bir yana, tarihe yasal kelepçe takmala-rı, egemen ahlaksızlığın tipik bir yansıması. Fransız tarihçi Jean-Michel Thibaux’nun ifade ettiği gibi, “bu ucuz politika metotlarına isyan etmek” duru mun-dayız.

‘Soykırıma’ karşı, insan haklarından yana bir parlamenter aklın, samimiyetini ancak kendi tari-hin deki hak ihlallerine karşı tavırla gösterebileceği açık. Özellikle dünya medeniyet tarihinde önemli bir misyona sahip Fransa’dan bu davranışı beklemeye

fazlasıyla hakkımız var. Dolayısıyla Ermeni sorunu açısından da sergi-lenebilecek biricik pozitif tavır, Fransa’nın öncelikle 1685’teki ‘Siyah Yasa’dan, Cezayir ve Vietnam halklarına karşı işlediği suçlardan, 1921 öncesinde ülkemizi işgalden, Tutsilere yönelik katliamdaki açık sorum-luluğundan dolayı özeleştirel bir tutumdur.

Fransız parlamenterler belli ki bu gibi örnekleri ve bunların ken di-lerine yüklediği ahlaki sorumluluğu unutmuş görünüyor. Üstelik söz ko-nusu Parlamento, yine kendi aydınları ve Cezayirlilerin tepki si ne rağmen 23 Nisan 2005’de Fransa’da sömürgeciliğin oynadığı ‘po zi tif rol’e ilişkin bir yasa yayınlayarak ne denli kötü bir noktaya sav rulduğunu göster-mişti. Oysa bu seçici unutkanlık ve çarpıtmalara karşın, başta Fransa ve ABD olmak üzere Emperyalizmin tarihi, hak ihlalleri ile şekillenmiştir. Dolayısıyla demokrasi geleneği çok daha zayıf ülkelerdeki hak ihlalleri-ni azaltmanın, geçmişleriyle yüzleşme cesareti edinmelerinin sağlana-bilmesi anlamında da böylesi ağır bir sorumluluğun yükü altındadırlar. Oysa onlar çifte standart politika izleyerek, hak sorunlarını hegemonya amacının kamçısı olarak kullanıyorlar.

Nisan 1915, Harput (Elazığ) Ermenileri, silahlı Osmanlı askerlerinin gözetiminde yakındaki Mezire’deki hapishaneye götürülüyorlar. Bir Alman gezgin tarafından çekilmiş olan bu fotoğraf SAVE Projesi’nin Ermeni Fotoğraf Arşivi’nde bulunmaktadır: <www.projectsave.org>.

Tarihi ÖzgürleştirmekErdoğan Aydın

Bu yazı Cumhuriyet gazetesinin 21 Ekim 2006 tarihli “Hafta Sonu” ekinde yayımlandı.

Tarihe ve yaşadığımız sorunlara ezenler açısından değil

ezilenler, devletler açısından değil

halklar, öldürenler açısından değil

öldürülenler açısından bakma

standardı oluşturmak ve bu standardı

ayrımsız uygulamak zorundayız.

Page 7: Serşeçme Sayı 24 Ekim-Kasım 2006

Ekim-Kasım 2006 7

SERÇEÞME

Tutarlılık Bizim de İhtiyacımız

Kuşkusuz emperyalist güçleri eleştirmek, tek başına sorunları çöz-meye ve bizi yüklerimizden kurtarmaya yetmez. Onlara yönelik

eleştirilerimizin tutarlılığı ve işlevselliği, aynı standardı kendimize de uygulamaktan, dolayısıyla kendi dini ve milli ayrımcılığımıza da itiraz etme yeteneğimizi sürdürmekten geçiyor.

Tarihe ve yaşadığımız sorunlara ezenler açısından değil ezilenler, devletler açısından değil halklar, öldürenler açısından değil öldürülenler açısından bakma standardı oluşturmak ve bu standardı ayrımsız her so-runda uygulamak zorundayız.

Böyle bir yaklaşım düzeyi, bizi öncelikle Enver Paşa’yı bin yıldır bir-likte yaşadığımız Ermeni komşumuzdan daha yakın zannetmek yanılgı-sından kurtaracaktır. Bu bilinç ise yönetenlerin bizi güdebilmek yerine haklarımıza saygılı olmalarını sağlayacaktır. Unutulmamalıdır ki sürgü-ne giden Ermeni komşularımızla aramızdaki tek fark ayrı dillere, ayrı inançlara sahip olmaktan ibaret. Oysa Enver Paşa İmparatorluğu haksız bir savaşa sokarak dedelerimizi Yemen çöllerinde, Kafkaslarda, dahası ta Galiçya’larda ölüme süren bir despotizmi temsil etmektedir. Çoğu za-man unutuyoruz, ama Yemen Türküleri, sadece emperyalistlerin değil, İttihatçı iktidarın da maceracı politikaların sonucunda üremiştir. Bu ya-yılmacı politikaların sonucu sadece Ermenilerin tasfi yesi değil, onlardan çok daha fazla Müslümanın da ölüme sürülmesidir.

Bir bütün olarak Osmanlı coğrafyasını ve I. Dünya Savaşı’nı ele aldı-ğımızda, açık ki Ermenilerden çok Türkler öldü. Ancak tüm inanç ve mil-letlerden insanlarımızın kırımından, emperyalistler kadar, bize ‘atamız’ diye belletilen o dönemin İttihatçı iktidarı sorumlu. Dolayısıyla halklar olarak birbirimizle acı yarıştırarak, hak yarıştırarak değil, öncelikle bir-birimizin acılarını anlamaya çalışarak çıkabiliriz bu handikaptan.

Birbirimizin acılarını anlayan bir olgunluk, bize bu acıları yaşatan egemen politikalara suç ortağı olmamızı engelleyeceği bir yana, ege-menlerin bizi, bugün olduğu gibi adaletsizlik ko-şullarında istismar etmelerini de engelleyecektir. Üstelik bu topraklardan yokedilmişlerin, örneğin Ermeni halkının acılarını anlamaya çalışan bir Türkiye’nin, büyük olasılıkla onlardan da çok öl-müş Balkan Türkmenlerinin acılarını da dünyaya kabul ettirmesi mümkün olacaktır.

Resmi Tez Gerçeklerden Uzak

Bilindiği gibi ‘hakikat’ diye bize yinelenegelen ve aksini iddia edenin ‘ihanetle’ suçlandığı

resmi tezimiz şöyle: “Ermenilerin savaş ortamında askerlerimizi ve erkeksiz köylerimizi arkadan vur-malarından dolayı Osmanlı Devleti tehcir kararı almaya mecbur kaldı!”

Kuşkusuz Doğu Anadolu’da Osmanlı egemenli-ğine karşı bağım sız lığı hedefl eyen ciddi bir Ermeni eylemliliği söz konusuydu. Ancak bu durum, eğer ki Osmanlı devletinin etnik arındırma, yani bu top-rakları Erme nisizleştirme planı olmamış olsaydı asla böylesi topyekün bir tehcir uygulamasıyla kar-şılanmayacaktı.

Oysa resmi tez; “Tehcire tabi tutulan Erme-niler, devlet aleyhine faaliyette bulunan Ermeni-lerdir. Devlete sadakatle bağlı olan Erme niler ise hiçbir surette tehcire tabi tutulmamıştır. Tehcire tabi tutulan Ermenilerin yollarda her türlü ihtiyaçları, emniyetleri ve iskanları sağlanmış, malları güvence altına alınmıştır” diye gerçekleri çarpıt maktadır. (İsmet Binnark, Osmanlı Belgelerinde Ermeniler, Su-nuş, s. XXV)

Halkın hakları ve hukuku ekseninde değil, Osmanlı devleti ve onu yönlendiren İtihatçı politikaları aklamak amacıyla şekillenen bu ger çek-dışı tez, Türkiye’nin halen başına dolanan en büyük çoraplardan biri iş-le vi görmektedir. Aksi olsaydı, en azından Erzurum, Van, Maraş gibi do ğu daki şehirlerin tehciriyle yetinilirdi. Oysa Bursa, Ankara, Es ki şe-hir, Konya, İzmit, Adapazarı gibi, söz konusu eylemliliklerle iliş ki len-dirilmesi için en küçük bahane bulunamayan batı illerimizin Er me ni leri de aynı âkıbete uğramıştır. Kaldı ki, söz konusu doğu illerinde bile, “adil ve kuvvetine güvenilir bir hükümetin yapacağı şey, hükümet aleyhine is-yanları tahakkuk edenleri cezalandırmaktı; fakat İttihatçılar Ermenileri imha etmek” istiyorlardı; “nihayet Ermenilerin Van kıtâli (savaşı), askeri hareketlere engel teşkil etmeleri, İttihatçıların milli gaye leri için mühim bir fırsat vücûda getirdi” (Ahmet Refi k, İki Komite, İki Kıtâl, s. 27)

Bu çok önemli ve bence durumu olanca çıplaklığıyla görmemiz açı-sından da çok gerçekçi çözümleme Ahmet Refi k’e ait. Onun satırlarıyla devam etmeden, anımsatmalıyım ki Ahmet Refi k, Osmanlı Tarih En-cümeni üyeliği ve Askeri Sansür Müfettişliğini takiben 1919 yılında Türkiye Tarihi Müderrisliği, 1924–1927 yılları arasında da Türk Tarih Encümeni Başkanlığı yapan bir tarihçimiz. Ermenileri de ağır bir şekil-de eleştiren yazar, Ermeni sorunu tartışıldığında nedense unutulan asli sorumluya, yani Türk halkını da çok ağır bir istismara ve neredeyse im-haya sürükleyen İttihatçı zihniyete işaret ediyor. İşte bu Ahmet Refi k’in, 1915’te Eskişehir Sevk Komisyonu’nda görevli olduğu döneme dair göz-lemlerini, giderek sağduyumuzu yitirmemize neden olan şoven savrul-maya karşı bizi uyarması dileğiyle aktarmak istiyorum:

Feci Manzara“Bir sabah Eskişehir istasyonunda me’mûlün ha ri ci (umulmayan) bir manzara görüldü” diyen Refi k, ağlama ve feryatlarıyla çoluk çocuk yük va gon larına tıkabasa doldurulmuş insanların hazin tablosunu aktarıyor.

“Trenler birbirini velyediyor (peşpeşe geliyor), her trenden binlerce aile, binlerce köy halkı çıkıyordu. (...) Trenle sevkedilemeyen çoluk çocuk, kadın erkek, ayakları kanlar içinde, etrafl arında birkaç jan-darma karadan geliyorlardı. Manzara pek feciy di” (s.30)

“Nihayet birgün meş’ûm (uğursuz) bir emir geldi, Eskişehir de tahli-ye edilecekti (...) Ertesi gün, Eski şehir’in biçare aileleri ellerinde birer sepet, kol larında paltoları, hayvan vagonlarına bindiler. Gözleri yaş-larla dolu, asırlardan beri sevdikleri, oturdukları, yaşadıkları evlerini çiçekli bahçelerini, muazzez hatıralarını bıraktılar; Konya ovasını kuşa tan dağlara, Pozantı’nın yalçın geçitlerine, Elcezire’nin ateşin çöllerine, açlığa, sefalete, peri şanlığa, ölüme doğru gittiler...” (s.34)

“Artık Eskişehir Ermenileri de çıkarılmıştı. (...) Sahipsiz kalan evler güya polisler tarafından mu-hafaza olunuyordu. Halbuki geceleyin halılar ve davarlar, kıymettar eşya kamilen çalınıyordu. Aynı hal, İzmit’in, Adapazarı’nın tahliyesi esnasında da vukua gelmiş, eşyalar çalındıktan sonra izi belli edilmemek için evlere ateş verilmişti.”

“Eskişehir kafi le kafi le, tren tren boşalıyordu. Bu trenler kapalı yük vagonları bile değildi, kafes şek-linde, her tarafı açık hayvan va gonları idi. Muhaci-rin idaresinden gelen memura: ‘Bari kapalı va gon-larla gönderin’ dedim. Hiç tavrını bozmadı, lakay-dane bir sesle: ‘Daha iyi ya, hava alırlar!’ cevabını verdi” (s.37).

Cemal Paşa’nın yanından gelen Orgeneral Li-man Von Sanders’in eşinin: “Ah ne kadar yazık, bu yavrulardan, bu masumlardan, bu biçare kadınlar-dan bilmem ne istiyorlar? Kimler cinayet yapmışsa onları tecziye etsinler. (...) Dereler insan gövdeleri, çocuk başları taşıyor. Bu manzara yürekleri parça-lıyor” şeklindeki gözlemini aktardıktan sonra Ah-met Refi k, şöyle yazar:

“Zaten bu zulmü takdir etmemek için çeteci zih-niyeti ile malûl ol mak lazımdı, Almanlardan kalp-leri insaniyet hisleriyle meşhun (dolu) olanların da bu cinayetlerden müteneffi r olduklarına (iğren-

dik lerine) hiç şüphe yok. Fakat resmi Almanya isteseydi, bu kıtâle mani olurdu. Said Halim Paşa İttihad’ın kör bir aletiydi; Enver ve Talat Almanya’nın sözünden bir adım çıkmazlardı, bu cinayetleri kuvvetlerine güvenerek icra etmeleri imkan haricinde idi. Hiç şüp-he siz Almanya’nın zaferine güveniyorlar, bu muazzam faciayı Al-manya’nın kuvvetiyle, bu masumlar feryadını Almanların za fer tera-neleriyle bastırmak ümidinde bulunuyorlardı. Almanya Ana do lu’da kazanacağı menfaatlerle sermest; kurun-u vusta’da (Orta çağ’da) bile görülmeyen bu cinayetlere; samit (sessiz) ve lakayt, seyirci vaziyetini takınıyordu”. (s.38)

“Ermenilerin en ziyade korktukları Pozantı idi. Orada, çetelerin hü-cu mu kalplerini titretiyordu. Bunlar hangi çetelerdi? İttihad hükü me-tinin Turan siyaseti, İslam ittihadı namına Kafkasya’ya gön der diği çetelerdi”. (s.39)

Yaşanan acıların çok küçük bir parçasına dair yapılan bu gözlemlere bir şey eklemek gerekir mi bilmem...

Tüm inanç ve milletlerden insanlarımızın

kırımından, emperyalistler kadar,

bize ‘atamız’ diye belletilen o dönemin

İttihatçı iktidarı sorumlu.

Dolayısıyla halklar olarak

birbirimizle acı yarıştırarak,

hak yarıştırarak değil, öncelikle

birbirimizin acılarını anlamaya çalışarak

çıkabiliriz bu handikaptan.

Page 8: Serşeçme Sayı 24 Ekim-Kasım 2006

8 Sayı 24

SERÇEÞME

Siyasete müdahale etmek!...İçerdiği anlam düşünüldüğünde son derece kula-

ğa hoş gelen ve mantıklı bir ifade. Bundan yaklaşık 2–2,5 ay kadar önce birden bire bazı yurtdışı örgüt yöneticilerimiz ve yazar çizerimiz Alevi Bektaşi ka mu oyuna ve çeşitli internet sitelerine: “artık siya-sete müdahale edeceğiz!” diye bir açıklama yaptılar, Konu ile ilgili bazı yazılar da yazdılar.

Çok doğaldır ki, her kişi, kurum ve kuruluşun kendi dünya görüşüne, yaşamı nasıl algıladığına uygun olarak bir siyasi görüşü ve duruşu var-dır. Ve buna uygun politikaları da hayata geçirmek için mücadele eder. Özellikle de demokratik kurumlar, siyasal kurumlar çeşitli konulardaki politikalarını belirler ve kamuoyuna açıklarlar.

Bunu yaparken de kendi iç işleyişlerine, program ve tüzüklerine uygun şekilde davranırlar. Merkezi örgütlenmelerin tümünde olduğu gibi, Alevi Bektaşi örgütlenmelerinde ve siyasal yapılanmalarda da bu tur açıklamalar, genellikle örgüt içersinde tartışıldıktan ve örgütün fi kri alındıktan sonra yapılır. Fakat ne yazık ki, böyle olmadı.

Alevi Bektaşi örgütlenmesinin ülkedeki en üst çatı örgütü Alevi Bektaşi Birlikleri Federasyonu ABF’ye bağlı içersinde Pir Sultan Ab-dal Kültür Derneği PSAKD (40 şubesi) Hacı Bektaş Veli Kültür Tanıtma Dernekleri HBVKTD (72 şubesi), Hacı Bektaş Veli Anadolu Kültür Vakfı HBKAV (30 şubesi) ve bunların dışında bağımsız derneklerin de olduğu, toplam 186 kurumda; Avrupa Alevi Birlikleri Konfederasyonu AABK ça-tısı altında, 9 Avrupa ülkesindeki federasyonlara bağlı yüzlerce kurum-da tartışılmadan, örgütlerin fi kri alınmadan, tepeden inme bir mantıkla bu söylem dile getirildi…

İşte tam da bu noktada çeşitli tepkiler oluşmaya başladı. Bu Alevi Bektaşi Örgütlerinin, daha doğrusu merkezi örgütlülüklerde ve demok-ratik işleyişe göre yönetilen örgütlerde alışılagelen bir durum değildi. Ve çok haklı olarak örgütlerdeki insanlarımız bu konudaki rahatsızlıklarını dile getirmeye başladılar.

Siyasete müdahale etmeye devam edelim. Evet, her kişinin, kurum ve kuruluşun yaşamı algılayış şekline uygun bir siyasi görüşü ve bu gö-rüşü yaşama geçirmek için de bir siyasi duruşu vardır. Alevi Bektaşi örgütlenmesinin çatı örgütünde ve ona bağlı kuruluşlarda da bu duruş demokrasiden, insan haklarından, emek cephesinden yana net bir duruş-tur. Daha doğrusu öyle olmalıdır.

Çünkü hepimiz bilmekteyiz ki, ülkedeki demokrasi sorunu çö züm-lenmeden hiç bir sorun tek başına çözümlenmiş olamaz. Alevi Bek ta-şilerin sorunu da, tıpkı barış sorunu gibi, eğitim, sağlık sorunu gibi, iş çilerin, memurların, köylülerin, esnaf ve öğrencilerin, kadınların so-runları gibi, etnik ve inançsal tüm sorunlar gibi bir demokrasi soru nu-dur. Alevi örgütlenmeleri, demokrasi güçleriyle birlikte hareket edip, demokrasi sorununu çözüme kavuşturduklarında, Alevi sorunun da çözü münü sağlamış olurlar.

Alevilik sorununu tek başına ele almak ve çözmeye çalışmak, kısa vadeli ve mevzi bir çözüm olacaktır. Bu çözüm kalıcı bir çözüm ola ma ya-caktır, daha da önemlisi ülkedeki demokrasi mücadelesinden ayrı ola-rak düşünülmesi doğru da değildir.

Ülkedeki sorunların çözümlenmesi noktasında demokrasi güçleriyle birlikte hareket etmenin zorunluluğu ve doğruluğu ortada iken, bunu tes-pit etmişken, birden bire nereden çıktı bu “siyasete müdahale etmek?”

Alevi Bektaşi örgütleri, özellikle de demokratik kitle örgütü nite-liğinde olan yapılar, zaten bugüne kadar özel ve genel politikaları ile ülkedeki siyasete duruşlarıyla, mücadeleleriyle müdahale ediyorlar ve etmelidirler…

Hatta sadece ülkedeki siyasete müdahale etmekle kalınmamalı; coğ-ra fyamızdaki tüm siyasal gelişmelere, emperyalist saldırganlıklara, Si-yonist saldırılara, katliamlara ve savaşlara da müdahale etmelidirler.

Alevi Bektaşi Federasyonu ve bileşenleri, özellikle de Pir Sultan Ab-dal Kültür Dernekleri, tam da yukarıda tarif ettiğimiz şekilde ku rul duğu günden bugüne kadar, özelde Alevi inanç ve kültürünün tanı tıl ması, ya-şa tılması ve gelecek kuşaklara aktarılmasında; genelde ise ülkede sür dü-rülen demokrasi, insan hakları ve emek mücadelesinde yer almak pren-sip ve siyasetine uygun politikalarını sürdüregelmiştir. Em per ya list lerin BOP [Büyük Ortadoğu Projesi-Serçeşme] gereği Ortadoğu halk larını katletme katliamlarına karşı, dünyayı yeniden paylaşma politikalarına karşı mücadelesini sürdü re gelmiştir. Bundan sonra da sürdürecektir.

Böyle olunca “siyasete müdahale etme” fi kri, ye ri-ni “seçime müdahale etme”ye bırakıyor. Sanırım ki, arkadaşlarımız ‘siyasete müdahale etme’ ifadesini kulla nırlarken, aslında ‘seçimlere müdahale etme’yi kastediyorlardı. İşte asıl tehlike burada meydana çıkı-yor.

Alevi Bektaşi Federasyonu ve bileşenleri, özellik-le de Pir Sultan Abdal Kültür Derneği kurulduğu gün-

den bu yana demokrasi güçlerinin ‘ilkeli’ birlikteliğinden yana olmuş kurumlardır. Demokrasi güçlerinin ilkeli birlikteliğini savunmuşlardır. Seçimlerde bireysel hesaplamaların peşinde gitmemişlerdir.

Siyasete müdahale etmek isteyen arkadaşların da bu ‘ilkeli’ birlik-teliği baz almaları gerekmektedir. Çeşitli siyasi parti başkanlarının 29 Ekim’de Adana’da ABF’ye bağlı kurumlarca düzenlenen etkinliğe da-vet edilmesi için Ankara’da Genel Başkan kapılarında beklenerek davet edildiklerini duymaktayız. Üstelik ve işin trajikomik ve acı yanı şu ki, bu kişi ve kurumların içinde Demokratik Alevi Örgütlenmesinden rahatsız olan, bu örgütlenmeye karşı dostça davranmayan, Alevi Bektaşilerin ‘Di-yanet Kurumunun kaldırılması’, ‘Cemevlerinin Alevilerin ibadet yerleri ola rak kabul edilmesi’, ‘Zorunlu Din Derslerinin Kaldırılması’, ‘Nüfus Cüz danlarından din bölümünün kaldırılması’, ‘Madımak Otelinin Müze Yapılması’ taleplerini duymayan, görmeyenler var. Ayrıca ülkede sür dü-rülen demokrasi mücadelesine, emek cephesine sırtını çevirip, barışın sağ lanmasına karşı ırkçı politikaları savunanlar var.

Siyasete müdahale etmek çabasında olan yöneticilerimizin, arka-daşlarımızın meclis koridorlarında, ofi s ve bürolarda, yani kapalı kapı-lar ardında değil, örgütlerimizin demokrasi mücadelesine bakış açıları-na uygun olarak meydanlarda, eylem alanlarında olmaları gerekiyor.

Adana’da yapılacak olan bu etkinlikten bahsetmişken bir iki nokta-da bazı tespitler yapmak gerektiğine inanmaktayım. Bu Adana etkinliği üzerinde ibretle durulması gereken bir konudur. Adına Cumhuriyet ve Demokrasi Etkinliği denilen ve “güçlerimizi birleştiriyoruz” sloganı ile açıklanan bu etkinliğin “AABK ve ABF tarafından birlikte düzenlenmiş olduğu” açıklanmıştır. Oysa hepimiz biliyoruz ki, gerçek hiçte böyle de-ğildir. Zira ABF konuyu 21 Ekimdeki Yönetim Kurulu toplantısında gö-rü şecektir. ABF isminin buraya bu şekilde eklenmesinin, bir ‘oldu bitti’ olduğunu, ABF yönetimini zor durumda bırakmak olduğunu da ayrı ca belirtmek isterim.

Örgütlerin hiçbir kademesinde tartışılmadan “siyasete müdahale et-mek” deyimini ‘tepeden inme’, ‘emrivaki’ bir şekilde örgütlerimizin, üye-lerimizin önüne koyan, adeta tek kişilik bir örgütlenme modeline uygun davranan birilerinin, bu ‘siyasete müdahale etmek’ ile neyi kas tet tikleri, artık ortaya çıkmış bulunmaktadır.

Siyasete müdahale etmenin, aslında ‘seçime müdahale etmek’ olası se çimlerde, o şekilde, ya da bu şekilde bir yerlerde seçilmek olduğu; bir yerlere yamanmak olduğu, bunun için herhangi bir ilke, prensip ve çer-çeve bile çizilmediği meydana çıkmıştır. Yani gelecekle ilgili kişisel kay-gı ve tasarrufl ar ön plana çıkarılmış, örgütlerin fi krine bile danışılma ge-reği duyulmamış, adeta bu deyimler örgütlerin kucağına bırakılmıştır.

Tabii ki, Alevi örgütleri varolma ve kurulma nedenlerine uygun si-yasi politikalar geliştirmeli, seçimlerde de tavrını ortaya koymalıdır. Yö neticileri de seçilmelidirler. Ancak altını çizerek belirtmeliyim ki, bu politikalar ilkeli, prensipli ve demokrasi güçleriyle birlikte olmalıdır...

İnsanların bireysel olarak siyasete atılmak istemeleri, çeşitli kade-melerde seçilmek istemeleri son derece doğaldır. Ancak siyasal bir viz-yonu, misyonu ve politikası olan örgütlerde yöneticilik yapanların, örgüt-leri basamak gibi kullanmak istemeleri doğal değildir. Bu tür dü şüncesi olanların, bulundukları görevlerden istifa ederek siyasete atıl ma ları etik açısından da son derece önemlidir.

Pir Sultan Abdal Kültür Derneği yöneticileri, bugüne kadar sür dür-dükleri ilkeli siyasi duruşlarını bugün de sürdürme kararlılığındadırlar. Demokrasiden yana olmayan güçlerle olan bir birlikteliği savunmaları söz konusu değildir.

Geçmişinde demokrasi güçlerinin ilkeli birlikteliğini savunan Pir Sultan Abdal Kültür Derneği örgütlülüğünün bugün de yarın da ‘Yerel’ veya ‘genel’ seçimlerdeki tavrı bellidir.

Demokrasi Güçlerinin Birliğini Savunmak ve Demokrasi Güçleriyle Birlikte Hareket Etmek !...

Bu yazı, yazarın izniyle ilk kez yayınlandığı PSKAD internet sitesinden alınmıştır: <www.pirsultan.net>

PSAKD MERKEZ YÜRÜTME KURULU ÜYESİ VE KÜLTÜR-SANAT SEKRETERİNİN GÜNCEL TARTIŞMALARA KATKISI

Siyasete Müdahale Etmek (!)Erdal Yıldırım, İstanbul, 21 Ekim 2006

Arkadaşlarımız ‘siyasete müdahale etme’ ifadesini kulla nırlarken,

aslında ‘seçimlere müdahale etme’yi kastediyorlardı.

Asıl tehlike burada meydana çıkı yor

Page 9: Serşeçme Sayı 24 Ekim-Kasım 2006

Ekim-Kasım 2006 9

SERÇEÞME

“ALEVILER ve SIYASET” üzerine yazmış ol-du ğum iki yazı üzerinde, bazı tartışmaların baş lamış olmasını önemsiyorum. Serçeşme dergisinde son iki sayısında Esen Uslu im-zalı iki yazı yayınlandı. Daha sonra inter-net or tamında ve toplantılarda ya zı larıma iliş kin, “arka plan” sorusu sorulmaktadır. Bu iki yazımda bir çerçeve sunmak ve ama cın tartışmayı derinlemesine ve dü şün -sel bir söylem üzerinden daha da zen gin-leş tirileceğini umuyorum. Fakat bu konu üze rindeki, tartışmaların, bazı kişi lerce, sa de ce seçimlere endeksli, dar bir alanda ele alınmasını, tartışmanın zen ginleşmesi önünde bir engel olduğunu düşünüyorum. Bu nedenle, gerek yazıda eksik kalan boyutları, gerekse yazının işaret ettiği noktaların tam “anlaşılmamış” olmasından dolayı, daha da “net” bir şeyler söylemeyi zorunlu kılıyor.

Bazı ifadelerimin kendi içinde bir çok çağrışım uyandırdığı görüş-lerine karşın, bunların daha spesifi k bir tanım üzerinde tanımlamaya başlayalım.

Son günlerde Aleviler ve siyaset ilişkisini, içerikten yoksun bir ze-minde tartışanlar, Alevilerin toplumsal ve kurumsal itibarlarına gölge düşüren tarzda sürdürmesini olumsuz bir davranış olarak değerlendiri-yorum. Bu kadar önemli ve toplumsal bir projeyi, kişisel polemiklerle, bilgi ve vizyondan uzak bir seviyeye indirgeyerek tartışması, bu konunun öneminin yeterince anlaşılmasından kaynakladığı kanaatindeyim. Soru-nu “birileri milletvekili olmak istiyor” düzeyindeki tartışmaları, Alevi toplumun ihtiyaçlarından çok, Alevi hareketinin yeni döneme hazırlan-masına dönük çabalarına, çözüm üretmekteki bir tıkanıklık göstergesi olarak görmek gerekir.

Aleviler Kendini Yeni Bir Döneme HazırlamalıdırAlevi hareketinin, 1993 sonrası yaratmış olduğu haklı ve tepkisel ha reketi, daha sonra talep hareketine dönüştürmüştür. Fakat, içinde bu lunduğumuz süreç ise bizden daha fazlasını bekliyor. Yani Alevi ör gütlenmeleri, tep-ki ve talep hareketi olmanın ötesine sıçramak zo run dadır. Sadece tepki gösteren ve talep etmekle sınırlı bir mücadele ile ken dini geliştirmesi, kitleselleşmesi ve çekim merkezi olması mümkün değildir. Bu nedenle önümüzdeki süreç, Alevi hareketinin hem kendi kurumsallaşma süreci-ne, hem de buradan yaratacağı güçle siyasal alana müdahale etme karar-lılığı ile kendisini ve oluşturacağı Türkiye projesini/vizyonunu merkeze taşımak zorundadır. Bu ise yeni döneme sıçrayışı birlikte kurgulamak açısından önemlidir. Eşitlik, emek, demokrasi, laiklik, özgürlükler ek-seninde iktidar hedefl i siyasal proje, düşünce ve hareketliliklerle birlikte kendi temsiliyetini, bu zeminde düşünsel ve fi ziki olarak sağlamak için mücadele etmek zorundadır. Bu süreç tek başına, başarı ve kazanım-lar elde etmek için yeterli değildir. Bu nedenle sol ve sosyal demokrat zeminde duran tüm demokrasi güçleri, ortak bir siyasi gelecek proje-sini hazırlamak gerekir. Aksi durumda, siyasetin merkezdeki Alevilik inkârını yok edemeyiz. Pir Sultan Abdalın dediği gibi “Bozuk düzende sağlam çark olmaz”, bu nedenle “bozuk çarktan” medet ummamaktansa, yine Pir’in dediği gibi “Hızır Paşa bizi berdar etmeden, siyaset günleri gelip çatmadan, açılın kapılar Şah’a” tüm demokrasi sevdalıları ile git-menin zamanı geldiğine vurgu yapmak zorundayız.

Alevi hareketi yeni bir eşiğe sıçramaya aday olduğunu bilince çıkar-mak zorundadır. Bundan kaçış olamaz. Çünkü Alevi toplumundaki dü-şensel dönüşümün derinlemesine izlenmesi gerekir. Aleviler artık yeni dönemin gerçeklerini bilince çıkarmak istiyor. Hiçbir yönetici ve örgütlü Alevi, Alevilerin toplumsal gücünü ve hareketini, bulunduğu noktada durdurmaya hakkı olmamalıdır. İçinde bulunduğumuz süreç, siyasal, kültürel ve ekonomik politikaların yarattığı gericileşme ve sağcılaşma eğilimlilerinin arttığına tanıklık ediyor. Bu süreç herkesi etkilediği gibi, Alevileri iki kez etkilemektedir. Yurttaş olmasından dolayı onun sınıf-sal, mesleki, cinsiyet kimliğinden dolayı, siyasal, sosyal, hukuksal ve eko nomik haklarını bir bir budarken, kültürel ve inançsal kimliğinden dolayı da inkârın ve asimilasyon politikalarının merkezine koymaktadır. Dolaysı ile yeni dönemin dayatmış olduğu şartlar ve koşullar, geçmişin muhasebesi ile birlikte, Alevi hareketini geleceğe hazırlanmayı zorluyor. Asırladır, mevcut resmi politikalarının merkezine, inkâr olarak konulan

Aleviler ve Alevilik, kendisi ile yüzleşmek zorundadır. Toplumsal sorunlarla yüzleşme zorundadır. Her türden baskıcı egemenlik politikalarının yarattığı ve dayattığı baskı-lardan, düşünsel ve örgütsel olarak kurtul-ma yollarını bulmalıdır. Alevi kurumları ve yöneticilerine bu dönem önemli görevler düşmektedir. İçinde bulunduğumuz süreç, geçmişin muhasebesini zorunlu kılarken, geçmişi de aşan bir tarzla, Alevi aydınla-rı, akademisyenleri, sanatçıları ve kitlesi ile buluşmak için kişisel hırsları, toplumsal mücadeleye dönüştürmelidir. Kolektif akılı ve toplumsal gücü açığa çıkarmak için ça-lışmalara girişmelidir.

Aleviler, Türkiye’de Önemli Bir Toplumsal Güç Olduğunun Farkına Varmalıdır

İçinde bulunduğumuz ve önümüzdeki süreç Alevi hareketi için, demok-rasi mücadelesinde akıl ve güç hareketi olma zamanıdır. Dernekler içine çekilmiş, iç tartışmalarla zamanı, enerjiyi, motivasyonu ve gücü tüket-meye dönük davranışlardan kurtulmak için ciddi ve gerçekçi projelere girişmeli ve tartışmalıdır. Siyaset gündeminin merkezinde olmanın öne-mi büyüktür. Şimdi kişisel akılın kolektif akıla, bireysel enerjinin kolek-tif güce dönüştürülmesi gerekir.

Alevi hareketi bu nedenle gündemin merkezine taşınması gereken, de mokratikleşme, insan hakları, kültürel, dilsel ve inançsal çeşitliğin bir arada eşit haklarla yaşama talebini, emeğin sorunlarını, eğitim, sağ lık, barış, sosyal politikalar, çevre, çocuk ve kadın sorunu gibi ol mazsa ol-mazlarını, ancak siyasi alana aktif ve fi kri katılımla mümkün kılabilir. Dernek çalışmalarından elde edilen düşünsel, örgütsel güç bu nedenle siyasi alana taşınmalıdır, Alevi hareketi bu nedenle kurumsal yapıların-daki dinamiklerini daha çok akıl, üretim ve siyasi müdahale eksenine yöneltmesi, hak arama bilincini bu zeminde de artırması gere ğine inan-malıdır.

Buna dair Alevi toplumundaki refl eks ve siyasete müdahale karar lı-lığı, 2006 yılında gerçekleşen tüm Alevi etkinliklerinde açığa çık mış tır. Bu yıl gerçekleşen tüm etkinliklere 500 binden fazla insan ka tıl mış ve “Alevilerin siyasete müdahale” kararlığı en olumlu tepkiyi almıştır. Şim-di bu müdahalenin tabandan başlayarak siyasetin merkeze taşınması ve orada diğer demokrasi güçleri ile buluşması sağlanmalıdır.

Alevi örgütlenmeleri maalesef kendi güçlerinin tam olarak farkında değillerdir. Alevilerin toplumsal talepleri, toplumun gündemine kendi-liğinden girmedi. Alevi sorunu kendiliğinden, uluslararası bir konu ha line gelmedi. Alevi hareketinin sadece 2006 yılında, kamuoyuna yan sıyan yüzü ve gücü bile, çoğu Alevi kurumlarınca maalesef, yete-rince fark edilmiş bir durum değildir. Kurumsallaşma açısından kimi ek sik liklerine rağmen, (ki bu eksiklikleri gidermek için sorumluluk üst-lenmek gerekir.), kanımca önemli başarılar elde edilmiştir.

Şimdi burada önemli olan, Alevi hareketinin kendi gücünün far kına varması ve bu gücü toplumsal amaçları ve vizyonuna uy gun alanda de-ğerlendirmesidir. Gücünü amaç dışı kullanması duru munda ise, orta ya çıkan sonuçlar, Alevi kurumlarını memnun etme diği gibi, Alevi toplu-munu da memnun etmeyecektir.

Alevi toplumu ve Alevi kurumları kendi gücünün, demokratikleşme mücadelesinde bir değişim sağlayacağını bilince çıkarmak zorundadır. Bu gücün siyasal alanda bir sol güç birliğine dönüşmesine katkı koymak zorundadır. Söz konusu Alevilerin güç olgusu olunca, garip ama ters-ten bir gelişmeye tanık oluyoruz. Alevilerin gücünün farkına varanların, sağcı ve İslamcı partilerin olması ve bu eğilim giderek artması, Alevi top lumu üzerinde oluşturulmaya çalışılan milliyetçi ve muhafazakârlık hegemonyası, Alevi toplumunun geleceği açısından tehlikeli bir geli şim-dir. MHP, AKP, DYP ve bazı sağ partilerin şu anda vitrinlik siyasi konu mankenleri bulmak için “Alevi avı”na çıktıklarına tanık oluyoruz. Sağ siyasetin merkezinde duran, Alevi inkarı ve asimilasyonu, şimdi vitrin-lik siyasi konu mankenleri ile farklı stratejileri ile ele alınacaktır. Karşı karşıya olduğumuz bu tablo ile barışık olmamız mümkün değildir. Bu gelişmeye karşın, Alevi toplumun gücünü, sol eksen toparlamanın ve sağcılaşma tehlikesine karşı düşünsel ve kurumsal duruşun örgütlenme-

YENİ SEÇİLEN ABF GENEL SEKRETERİ’NİN GÜNCEL TARTIŞMAYA KATKISI

Aleviler ve Siyaset İlişkisinde Yeni Stratejiler ve YaklaşımlarTuran Eser

Turan Eser candan e-postayla aldığımız bu yazı, ne yazık ki kendisini yazarları arasında

sayan internet sitelerinde yer almadı.Bu nedenle hedefl ediği Alevi-Bektaşi

kamuoyunda ve sol çevrelerde yeterince duyulmadı.

Konuyu şimdiye dek en geniş çerçevede ele alan çalışma olduğu için uzunluğuna bakmadan

yazının tümünü yayınlıyoruz.

(Devamı 10. Sayfada)

Page 10: Serşeçme Sayı 24 Ekim-Kasım 2006

10 Sayı 24

SERÇEÞME

si gerekir. İşte bu nedenle Alevi toplumdaki özgüvensizlik duygusunu özgüvene dönüştürmek için, gücümüzün farkında olarak hareket etme-liyiz.

Alevi Yerleşim Birimlerinde Oylar SağcılaşıyorAlevi hareketinin siyasete katılım gerekçeleri konusunda, daha önceki yazımda sınırlı da olsa bahsetmiştim. Fakat bu gerekçeleri, argümanları ile birlikte ele almakta fayda var. Türkiye’nin siyaset alanında giderek artan bir sağcılaşma ve muhafazakârlaşma eğilimi var. Bunun net bir şekilde görülmemesi, ancak siyasi ve sosyolojik bakıştaki körlükle açık-lanabilir. Siyasal alandaki sol erozyon, kendi muhasebesini yaparken bu boyutu gözden kaçırmamalıdır. Eğer son otuz yıllık seçim sonuçları, Türkiye’nin siyasal tercih coğrafyasına göre, seçimler arasındaki so-nuçların karşı laş tırması, bir istatistiksel analiz süzgecinden geçirilmiş olsa, sola veri len oylardaki, “sağcılaşma”da yaşanan değişim daha da net görülür. Dü şün celeri itibari ile halen kendini solda tanımlayanların, oylarını son dönemlerdeki seçimlerde, neden düşüncelerine göre kullan-madıkları ciddi bir araştırma konusudur. Örneğin 1973 seçimlerinde, Kayseri’nin Sarız ilçesinde % 48.71 oy alan CHP, 2002 yılında seçimle-rinde ancak % 16.83 oy alabilmiştir. Sol seçmen ağırlıklı yerleşim bölge-lerindeki, oy ların sağcılaşmasını göstermesi açısından ilginç bir örnek-tir. Di ğer bir örnek olarak, 1973 seçimlerinde, Kahramanmaraş’a bağlı Elbis tan ilçesinde oyların %60 civarında CHP’ye verilirken, 2002 yılı seçim le rinde tüm sol ve sosyal demokrat partileri verilen oyların toplamı % 23 oranında kalmıştır. Yüzde doksanın Alevi olduğu Nurhak ilçesin-de, 2002 seçimlerinde sola verilen toplam oy ise sadece %50’dir. Bu se-çim bölgesindeki, 1980 öncesi seçim sonuçları incelendiğinde, oyaların %95 civarında sol tercih olduğu görülür.

Diğer bir ilginç veri ise, son seçimlerde sandık başına gitmeyen 8 milyon 638 bin kişinin yaklaşık %85’i sola oy veren seçim bölgele rin-den dir. Bunlar içerisinde sandığa yansımayan oyların büyük bir kesimi ise Alevilere ait olduğundan kuşku yok. 1980 sonrası egemen olan apo-litikleştirme sürecinin etkilerini, 2000’li yılarda görmek, yeni kuşak üze-rinde belirleyici olduğunu izlemek, Alevi hareketi için siyasi acı veren bir durumdur.

Bu nedenle Alevi hareketinin, siyasete müdahale kararlığının en önemli amaçlarından birisi de, apolitikleştirme çabalarına karşı durmak için, Aleviliğin değil, Alevi yurttaşının siyasallaşmasını Türkiye’deki demokrasi mücadelesi katmaktır. Buna göz yummak ve bu kararlılığa dışarıdan eleştiri yapmak, sol akıl kârı bir durum değildir.

3 Kasım 2002 seçimleri ile solun siyasal alandaki etkisini ciddi oran-da azaldığı tespitinde herkes anlaşıyor. 3 Kasım seçimlerinin sola verdiği mesajların derinlemesine analiz edilmesi gerekmektedir. Bunları sırala-yacak olursak;1. ABD eksenli siyasi müdahale Türkiye’deki siyasi alanda halen et ki sini sürdürüyor. ABD’deki siyasi ve istihbarat destekli araştırma mer kezleri Türkiye’de mevcut siyasi dengeleri ve eğilimleri araştırıp, Washington’un stratejik yol haritasına katkılar sunuyor. Ilımlı İslam seçeneğinin ABD tarafından desteklenmesi, tesadüfü bir tercih değildir. 2. 1999 seçimlerinde 6.310.721 kişinin sandıkta temsil edilmediği; 2002 yılında ise bu durumun, 8 milyon 638 bin (%20,90) seçmenin oy kullan-madığı ve 1 milyon 363 bin (%3,29) seçmenin de oyları geçer siz sayıldığı dikkate alınacak olursa, sol siyaset açısından, siyasete küs kün lüğün ve tepkinin hangi toplumsal kesimden geldiğini ve bu duruma se be biyet ve-ren sol siyaset tarzının kendisini sorgulaması gerekir.

Alevi hareketinin en önemli iki mücadele zemini olarak; birincisi kendi içerisindeki birlik ve kurumsallaşma stratejilerini pekiştirmek iken, diğeri siyasal alana güç ve akıl ile müdahale etmek olmalıdır.

Siyasete Müdahale Bir Seçimlik Tartışma Olmaktan Çıkarılmalıdır

“Aleviler siyasete müdahale etmelidir” vurgusunun pek de anlaşılmadığı ya da anlaşılmak istenmediğinden dolayı, bu vurguyu biraz daha açmak-ta fayda var.

Alevilerin siyasete müdahalesinden kesinlikle, salt 2007 yılındaki se-çimlere endeksli, kısa vadeli bir söylem olarak anlaşılmasın. Bu vurgu, Alevi hareketinin önümüzdeki süreci, yeni döneme uygun uzun vadeli olarak kurgulanması, seçimlerden bağımsız, siyasal alana, sürekliği olan uzun soluklu bir müdahale, katılım, yön verme olarak değerlendirilmeli-dir. Bugün tartışılmasını sağladığımız, “Alevilerin siyasete müdahalesi” kararlılığı, bir yıllık proje değildir. Daha uzun dönemi kapsayan bir proje olarak algılanmalıdır. Alevilerin siyasete müdahale kararlılığı, 30 yıl, 50 yıl sonrası düşünülerek verilen bir kararlılıktır. Yani 2007 seçimlerine

Alevilerin müdahalesinin hissedilmesi meselesi değil, geleceğimize tüm demokrasi güçleri ile birlikte sahip çıkma kararlılığı olarak okunması gerekir. Burada amaç, siyasette çoğulculuk ve çok kültürlülük eksenin-de bir değişim yaratmak ve değişimi sol eksende korumaktır. Ortodoks yaklaşımlardan kurtulmuş, Latin Amerika örneklerinde olduğu gibi, toplumsal kesimleri talepleri ile birlikte, siyasi alanın ortak paydalarında bir araya getirmek, Alevi hareketin önemsediği bir boyuttur.

Alevi hareketi açısından, siyasete müdahale bir parti kurmak hiç de-ğildir. Aksine, halk adına kurulduğunu iddia eden, ama kendinden men-kul siyasi dükkân işletenlere, siyasi bakkalcılığı bırakın, toplumsallaşın demek olacaktır. Alevi hareketi, sola ve sosyal demokratlara, “kişisel ve grupsal ihtiraslarınızdan dolayı, toplumsal sorunların çözümünü ertele-meyin, yan yana gelebilmeyi sağlayan, Türkiye’nin müşterek sorunları-na, asgari siyasi çözüm programlarda birleşin” mesajı vermektir.

Alevi hareketinin siyasete müdahalesini, “solun zaten dağınık olan ya-pısını zayıfl atmaya neden olacaktır” görüşünün aksine, siyasetin cemin-de tüm demokrasi, emek, barış, özgürlükler ve insan hakları eksenindeki sevdalıları musahip yapmağı hedefl emektedir.

Alevi hareketinin siyasete müdahale etme kararlılığı, kendisini bugü-ne kadar, salt “oy deposu” ve “kadro” olarak değerlendirenlere, Aleviler siyasette düşünceleri, kimlikleri, projeleri, hayalleri ve fi ziki olarak ka-tılmak istediklerini hatırlatmak istiyor.

Kimse Aleviler “Siz ne istiyorsunuz?”, “Sizin Türkiye sorunlarına iliş-kin çözüm önerileriniz var mı?” diye soru yöneltmeyenlere, Aleviler ken-di öğretilerinden besledikleri düşünceleri ile kendilerini anlatmak için siyasete doğrudan katılımın demokratik hak olduğunu anlatmak için, siyasete kendi aklı ve gücü katarak müdahale etmek istiyor.

Türkiye’de egemen olan siyasi zihniyet kurguları, Alevi sorununa ilişkin net ve açık bir tutum almamıştır. Nüfusun üçte birini oluşturan bir toplumsal kesimin, siyaset alanında “yok” sayılması kabul edilemez bir gerçektir. Bu ülkenin asırlardır inkâr edilmiş sorunları karşısında, siyaset alanı demokratikleşme perspektifi çerçevesinde ele alınması ko-nusunda tutarlı ve evrensel insan hakları çerçevesinde bir politik hat üre-tilmemiştir. Alevi sorununu tanıma ilişkisi üzerinden makro siyasi alana taşınması, toplumdaki önyargıları kırmaya hizmet edecek ve toplumsal dokulara eşit koşullarda bir arada yaşama kültürünü nüfuz ettirecek ve bu ortak değerlerin bir arada yaşamasına katkı sunacaktır. Böylece, bu-güne kadar çatışma kültürü üzerinde beslenen siyaset, yerini hazmetme kapasitesi yüksek ortak gelecek projesini besleyerek, demokrasinin de-rinlemesine inşasına olanak sunacaktır. Bunun için yapılması gereken bir dizi siyasi görev kararlılık ve irade beyanı beklemektedir.

Alevi hareketi siyasetin merkezine yerleşmiş olan tekçiliğe karşı, siya-setin çoğulculuğuna sahip çıkılmasının, demokrasinin gereği olduğunu ve gereğin yerine getirilmesi için de, birçok sorunda olduğu gibi Alevile-rin sorunlarında da, siyasetin yüksek sesle düşünmesini talep edecek ve sağlayacaktır. Söz konusu Aleviler olunca, meseleyi siyasette “mezhep-çilik”, “ayrımcılık” ve “bölücülük” gibi algılayanların, siyasi ve zihinsel olarak özrünü tedavi etmesine katkı koyacak, çok kültürlü ve çoğulcu siyasi kültürün reçetesini beraber yazmayı önerecektir.

Alevi hareketi, siyasetin toplumsallaşması için, doğrudan katılımı esas alan bir yönelimi seçmiştir. Bu nedenle siyasetin, şahıs partilerin-den, şahıs siyasetinden kurtulması için, toplumun kendisini, siyasetin merkezine taşımasına, destek verecektir.

Türkiye’de çözüm bekleyen sorunların ertelenme lüksü yoktur. Siya-setin aktörleri ise sorunların çözümüne iki nedenden dolayı karşı çıkı-yorlar. Birinci gerekçe statükonun sağlamcılığını koruyan ideolojik ter-cih iken, ikinci sebep olarak, çözümde halkın tepkisini hesaba katmaktır. Halkın oyları ile güç ve yetki erkini bulunduran mevcut siyaset kültürü, ülke sorunlarının, çözümüne, kendine bu erki veren halkın katılmasını da hiç sağlamaz. Eğer siyasi irade, halkı sorunlarının çözümünün içine dâhil ederek, yürümekten kaçmaktadır. Alevi hareketi işte bu nedenle gücünü ve oylarını çözüm bekleyen sorunlara ilişkin önerileri ile birlikte siyasete müdahale etmek istiyor.

İnkâra ve Siyasi Dışlanmaya İtirazımız Siyasi Alanda Olmalıdır

Aleviler, kendilerine dönük inkâr ve siyasi dışlanmaya karşı haklı gerek-çelere dayalı bir itirazı var. Aleviler Türkiye’nin mevcut sorunlarına kar-şı duyarlı ve duyarlılığını her platformda ifade etmektedir. Bu nedenle kendilerinin, siyasal alandan, eşit hakların kullanımından dışlanmasına itirazları vardır. Alevi hareketi, devletin dinsel faaliyetlerine ve bu faali-yetlerin Alevileri yok saymasına itirazı vardır. Yine devlet eliyle Alevi-lerin asimilasyona tabi tutan, ideolojik girişimlere itirazı vardır. Aleviler siyasetin bir ürünü olan, zorunlu din derslerine, dinci kadrolaşmaya, dinin fi nanse edilmesine, 67 bin okul yerine 100 bin cami yapılmasına itirazı vardır. Önce insan diyen, Alevi hareketinin, sağlık ocağı dahi bu-

(Baştarıfı 9. Sayfada)

Page 11: Serşeçme Sayı 24 Ekim-Kasım 2006

Ekim-Kasım 2006 11

SERÇEÞME

lunmayan Alevi köylerine zorla cami yaptırılmasına ciddi itirazı vardır. Alevilerin siyasete müdahale gerekçeleri bunlardan ibaret değildir. Ale-viler yolsuzluklarla, yoksulluğu ve işsizliği körükleyen, IMF memurlu-ğu yapan hükümetlere itirazı vardır. Aleviler, Kürt sorunu çözümsüz-lüğe mahkûm edilmesine, emekçilerin sosyal, ekonomik ve örgütlenme özgürlüklerini engelleyen siyasi zihniyete, Ortadoğu’da tırmandırılan savaşa, kadının sömürülen emeğine ve eşit haklardan yararlanmaması-na itirazı vardır. Gençlerin geleceğini karartan eğitim sistemine, “paran kadar sağlık” diyen, sağlık sistemine itirazı vardır. Yani Aleviler, bu ve benzer itirazlarını, siyasete müdahale fi kri ile doğrudan bağlantılı oldu-ğu bilinmelidir.

Artık Bedeli ve Hakkı Ödenmeyen Kiralık Oy Kullanmamalıdır

Nüfusun üçte birini oluşturan Aleviler, Cumhuriyet tarihi boyuncu oyla-rını ve siyasi tercihlerini teslim ettikleri siyasi partilerden, kendilerinin sorunlarına sahip çıkılmadığını bilmektedirler. Siyasi alandaki vekâleten temsil edilmenin, dayanılmaz acısını çeken Aleviler, artık siyasi tercih-lerini kendileri ve doğrudan temsil edilmek üzerinden tercih belirtmeleri önemlidir. Aleviler, verdikleri her oyun kendilerine inkâr, asimilasyon, saldırı, yoksulluk, işsizlik, eğitimsizlik ve sağlıksızlık olarak geri dön-düğünü bilince çıkarmaya başlamıştır. Bu nedenle Aleviler “Artık bedeli ödenmeyen, karşılıksız oyumuz yok” demektedirler. Alevi hareketi bu nedenle, siyasetin dinbazlık ve düzenbazlık üzerine kurulmuş hokka-bazlıklarına, kiraya verecek akılının ve oyunun olmadığını, Türkiye ile paylaşmak zorundadır. Oylarımızın bedeli bellidir. Demokrasi, eşitlik, insan haklarına saygı, özgürlükçü laiklik, emeğe saygı, kadınlara yöne-lik ayrımcılığı son vermek. Farklı kimliklerin bir arada ve eşit koşullarda yaşamasını yasal güvence altına almaktır.

Oylarımızın Sağcılaşmasına Karşı Çıkmak, Aleviler Üzerinde Etnik Milliyetçiliğin

Hegemonya Oluşturmasını Engellemek İçin Siyasete Müdahale Ediyoruz

Demokrasi mücadelesi ekseninde duran Alevi hareketi, Alevilerin kitle-sel leşmesine tanıklık ettiğimiz şu son dönemlerde, sağ siyasi yapıların Alevi toplumu üzerine yeni bir siyasi strateji oluşturduklarını tanık olu yoruz. Alevilere dönük katliamlarda ideolojik yandaşlığı ile bilinen MHP’nin, son parti ekinliklerinde Alevi sembollerini ve değerlerine özel bir hassasiyet göstermesi, yine sağ ve milliyetçi çizgide duran başta Reha Çamuroğlu olmak üzere, Cemal Şener gibi kişilerle siyasi fl örtü bilin-mek tedir. Hiçbir kitlesel tabana sahip olmayan kişilikler üzerinden, Ale-vi topluma ulaşma stratejileri, Alevi hareketinin müdahalesi ile, MHP gibi sağ ve etnik milliyetçi partilere, siyasi olarak dipsiz kuyudan çek ti-re ceğiz.

1999 Yılı 2002 YılıToplam Sandık 208.606 172.143Toplam Seçmen 37.495.217 41.407.015Toplam Kullanılan Oy 32.656.070 32.753.386Toplam Geçerli Oy 31.184.496 31.510.007Katılım Oranı % 87,09 % 79,10 Kullanılmayan oy: 4.839.147 8.653.629Geçersiz oy: 1.471.574 1.471.574Toplam geçersiz oy 6.310.721 10.125.203

Tablo I: 1999 ve 2002 Yılı Türkiye Geneli Seçim Sonuçları

Her iki seçim sonuçları (Tablo II) arasında bize verilen mesajlar ol-dukça net durmaktadır. Kamuoyunda “sol” diye algılan partiler 1999 se-çimlerinde, 11.508.899 oy alırken, 2002 seçimlerinde bu oran 8.757.208 oya düşmüştür. Yani 2.751.691 kişi “sola” oy verme tercihinden vaz-geçmiştir. Yine bu iki seçim arasında kararsızların oyları, siyasete olan güvensizlikten dolayı artmıştır. 1999 yılında toplam 6.310.721 ki şinin iradesi TBMM’de temsil edilmez iken, bu oran 2002 yılında 10.125.203 kişiye yükselmiştir. 2002 yılında kullanılmayan ve geçersiz sayılan oyun toplamı tek başına hükümet olan AKP’nin oyundan daha fazla ol-masını, başka bir ifadeyle, tek başına hükümet olacak oylar, meclisin dışında kalmıştır. Eğer % 10’luk anti demokratik barajını göz önüne alır-sak, 41.407.015 seçmenin olduğu bu ülkede, toplam geçerli oy sayısı olan 31.510.007 kişiden sadece 16.963.547 kişinin iradesi TBMM’de temsil edilmektedir. Demokrasi açısından skandal olan bu durum, ancak azın-lığın hükümetlerini toplumun karşısına dikmektedir.

Tablo II: 2002 ve 1999 Yılı Seçimleri, Oyların Partilere Göre Dağılımı

Bu seçim sistemi, anti demokratik olma özelliğinin yanı sıra, halkın siyasi tercihlerine de müdahale eden bir stratejik özelliğe sahiptir.

Siyasetin Nabzı Sadece İstiklal Caddesinde ve Yüksel Caddesinde Atmıyor

Eğer siyasete müdahalenin bilinçli oy kullanmakla sağlanacağı tezini benimsiyor isek, önümüzdeki görevin de adını koymuş oluyoruz. Alevi hareketi, bu görevi kendi örgütsel alanında yerine getirmek için, baş-lattığı çalışmalar, tüm eksikliklerine rağmen, doğru bir siyasi karardır. Siyasetin toplumsallaşması için, siyasetin, Türkiye’nin tüm sorunlarına çözüm öneren ve bunu halkla paylaşan, yaşam alanlarına akması gere-kir. Bunu da ancak sol ve sosyal demokrat partiler yapmalıdır.

Siyasetin nabzının sadece, türkü barlarda, İstiklal ve Yüksel cad de -lerinde atmadığının kavranması için, toplumun tüm yaşam alanların da yer almak, oradan sürece müdahale etmek gerekir. Toplumun si ya sal-laşmasını, dindarların, etnik milliyetçiliğin hegemonyasından kur tar-mak, mahallede, işyerinde, köyde, sokakta örgütlenmekten ve par la-men toda olmaktan geçiyor. En azından 2006 yılının yaz dönem lerinde Ale viler tarafından yapılan tüm etkinliklere toplam 500 binden fazla insan katılmış ve Alevi hareketinin buralarda siyaset müdahale etmek gerektiği konusunda mesajları bile önemle izlenmesi gerekir. Mahalle-ler, etkinlikler, işyerleri, yerel yönetimler, sokakları sağ siyasete teslim etmenin bedeli, özgürlükçü, eşitlikçi, demokratik, sosyal ve laik ülke rü-yalarımızdan mahrum kalmak olur. Bu nedenle “Aleviliği siyasallaştır-maya kalkışmak kimin ekmeğine yağ sürmektir” gibi soruları yönelten, bazı arkadaşlara şunu ifade etmek gerekir; Bir, Alevi hareketi, “Aleviliği” değil, Alevi yerleşim birimlerindeki, oy sağcılaşması ve giderek bire-yinde sağcılaşmasına karşın, Alevi yurttaşların siyasallaşmasını istiyor. İki, Alevilerin sol ve sosyal demokrat eksende siyasallaşmasına katkı sunmak istiyor. Bu alanı örgütlemek yerine, “sağcılaşması için bırakın da dağınık kalsın” anlamına gelecek öneriler bizim dikkate alacağımız öneriler değildir.

Aleviler, Siyasetin Şarlatanlarına, Dinbazlarına ve Düzenbazlarına Alevi Öğretisinden Beslenmiş

Yeni Bir Siyasi Kültür Öğretmek İçinSiyasete Müdahale Ediyor

Alevilerin, demokrasi güçlerini güç sunacak, fi kirsel katkı koyacak ve “nasıl bir Türkiye istiyoruz” sorusuna verilecek cevaba ilişkin önermele-ri vardır. Bugün ülkemizde egemen olan kaba milliyetçilik, kaba dindar-

(Devamı 12. Sayfada)

2002 Yılı Sonuçları 1999 Yılı SonuçlarıParti % Oy

OranıToplam Oy Parti % Oy

OranıToplam

OyAKP 34,43 10.848.704 DSP 22,19 6.919.668CHP 19,41 6.114.843 MHP 17,98 5.606.634DYP 9,54 3.004.949 FP 15,41 4.805.384MHP 8,35 2.629.808 ANAP 13,22 4.122.926GP 7,25 2.284.644 DYP 12,01 3.745.417DEHAP 6,14 1.933.680 CHP 8,71 2.716.096ANAP 5,11 1.610.207 HADEP 4,75 1.482.194SP 2,49 784.087 BBP 1,46 456.354DSP 1,22 383.609 BAĞ. 0,87 270.265YTP 1,15 363.671 ÖDP 0,80 248.555BBP 1,02 321.486 DTP 0,58 179.873BAĞ. 0,96 302.801 LDP 0,41 127.168YP 0,93 294.517 DP 0,30 92.089İP 0,51 160.227 MP 0,25 79.363BTP 0,48 150.154 BP 0,25 78.923ÖDP 0,34 105.862 İP 0,18 57.593LDP 0,28 89.177 EMEP 0,17 51.752MP 0,22 68.077 YDP 0,14 44.782TKP 0,19 59.515 SİP 0,12 37.671

DEPAR 0,12 37.370DBP 0,08 24.419

Page 12: Serşeçme Sayı 24 Ekim-Kasım 2006

12 Sayı 24

SERÇEÞME

lık ve derin düzenbazlıklara karşı, Alevi öğretisinden ve felsefesinden besleyerek günümüze taşıdığı düşünsel zenginlikler mevcuttur. Siyaset ve yönetim kültürünün kirlenmişliğini temizleyecek yeni bir siyaset ve yönetim kültürü yaratmak için, ortak değerleri gündelik hayatımızın iliş-kilerine, siyasete ve yönetimlere egemen kılmak mümkün. Alevi hareke-tinin siyasete müdahale etmesi için önemli nedenlerinden birisi olarak, bunu ciddi bir gerekçe olarak sıralayabiliriz. Yani siyasetin din baz ve dü-zenbazlarına karşı, önce akıl ve insanı merkezde tutmak mümkündür.

Aleviler, Siyaset Bilimine Kur’an ya da İdeolojik Merkezden Değil,

İnsanın Merkezinden Bakılmasını Öğretmek İçin Siyasete Yeni Kültür Taşımak İstiyor

Siyasetin aktörleri geçmiş seçimlerde olduğu gibi, 2007 yılındaki se-çim lere yelken açarken, iç ve dış politikada yaşanan sorunları, sosyal, eko nomik, demokratikleşme, AB süreci, düşünce özgürlüğü, işsizlik, yok sulluk ve kültürel kimlik hakları gibi çözüm bekleyen, toplumsal so runları ertelemaye devam edecektir. Önümüzdeki seçimlerin mer ke-zinde statükonun güçlenerek çıkması konulacaktır. Seçim öncesi ve sı-rasında, “laik”, “milliyetçi” ve “İslamcı” siyasi eksenler toplumsal hafı-zayı ve akılı geri plana atan ve “dinci”, “milliyetçi” ve “vatanseverlik” duy gularını kabartacak bir seçim stratejini benimsemiş durumdadır. Son dönemlerde gündelik hayatımızı abluka altına almış, linç girişimleri ve “vatanseverlik” söylemiyle, siyasetteki sağa kayış, hamaset üzerine ku rulu, tehlikeli bir yönelimi tercih etmiştir. Meclis partileri bir siyasi eksen krizi yaratmakla kalmıyor, siyaseti de kirletiyorlar. Kimin “sağ”, kim “sol” olduğu birbirine karışmış durumda. Ama her halükârda hep-sinin sağ siyasi eksene hizmet ettiği bir gerçektir.

Yani toplumun gündeminde olan ve her bireyin gündelik hayatını ze-hir eden sorunları unutturmak, pembe renklerle bir Türkiye tarif etmek için, “ulusalcı”, “dinci” ve “milliyetçi” duygular kabartılmaya çalışılıyor. Makro siyasi söylemlerle ile kabartılan bu “vatanseverlik duyguları” so-kakta öfkeye dönüşüyor, sosyal ve siyasi dertlerine derman önerenlere yönelik linç girişiminde bulunuyor. Bu bildik klasik taktikler egemen-

lerin elinde, ihtiyaç oranında kullandıkları ve başvurdukları yöntemler olarak, 21 yüzyılda da değişmedi.

Siyaset İnsanı Eşit ve Mutlu Kılmanın AracıdırEgemen siyaset kültürü, insanı nesne ve siyaseti amaç olarak gören zih-niyet kurgusuna sahiptir. Bu nedenle insanı merkeze koymaz. Egemen siyasi zihniyet, nesne olarak gördüğü insanların birbiri ile çatışmasını sağlayarak beslenir. Bu nedenle toplumsal ilişkilerde yaratılan, ideolojik gerilimlerden sadece resmi görüş ve yine statükodan yana olan belirli siyasi eksenler beslenmiş ve toplum kaybetmiştir. Bu nedenle Alevi ha-reketi “bu oyuna gelmeyeceğiz” diyerek, sistemin kendi içinde çatışan bu kanatları arasında, herhangi birisine destek sunmayacaktır. Ne siyasetin dinbazı, ne de düzenbazından yana tercih koymayacaktır. Aleviler siya-si olarak yeni bir kültürün egemen olmasını, kendi diliyle ifade etmeye çalışmayı önemseyecektir. Alevilerin siyasi hayata katkısının felsefi ve fi kri olarak arka planı vardır. İnsanı merkez alan Alevi öğretisi, insanın eşit haklara sahip olmasını ve haklara yaşamasını hedef alan bir eksen-dedir. Bu eksen kendisini, insanlık ve eşitlik adına, evrensel kazanımlar ve mücadele tarih bilgisi ile beslemiştir. Dolaysı ile siyaseti, insanı eşit ve mutlu kılmanın aracı olarak görür. Aleviler, Türkiye’de bu dili ve benze-ri dili kullananların varlığına inandığı için, dili ortaklaştırmak, güçleri birleştirmek, yeni siyaset kültürünün tohumlarını akıllara ve duygulara ekmek için işbirliği yapmaya adaydır.

Kanımca görev nettir; nüfusun üçte birini Aleviler oluşturan Alevi-leri kucaklayacak tüm Alevi ve Bektaşi, derneklerin, vakıfl arın, birlik-lerin, Alevi Bektaşi Federasyonu (ABF) ve Avrupa Alevi Birlikleri Kon-federasyonu (AABK) ile ortak hareket etmesi, en önemli bir kazanım olacaktır. Alevilerin toplumsal sorunlarını, Türkiye’nin diğer sorunları ile buluşturup, çözümüne birlikte katkı koymak gerekir. Bu nedenle Ale-vi hareketi faaliyetinin merkezine tüm Alevilerin oylarını, demokratik, özgürlükçü laiklik, sosyal ve hukuk devleti, eşitlik mücadelesi gibi top-lumsal amacı olan bu yolda toparlamalı ve yönlendirmelidir.

Bu görevin yerine getirilmesi içinse önderlik edecek kurumlar ve kadro-lar sorumluluk bilincine varmalıdır. Eğer biz geçmişte olduğu gibi, yedek güç ve arka bahçe olarak görülmek ve kullanılmak is te miyorsak, siyase-te aktif müdahale ve yön vermek kaçınılmaz.

(Baştarıfı 11. Sayfada)

1.Alevi örgütlerinin uzun yıllardır vermekte oldukları hak ve demok-rasi mücadelesinin sonucunda oluşmuş olan Alevi Bektaşi Federas-

yonun kurumlaşmakta sorunlar yaşadığı; ABF’nin ABF bileşenlerinin temsil yeri olduğu, bileşenlerin dışlanmadığı ve temsil edildiği bir yö-netimin, örgütler arası yol ve mücadele arkadaşlıklarına özenli olmak gerektiğinin önemine vurgu yapılarak, örgütümüzün de temsilinin ve hukukun korunması için, delegelerimizin birlikte hareket etmesi gerek-tiği vurgulanmıştır.

2.ABF’nin Olağanüstü Genel Kurulunda seçilecek yönetimin, örgütler arası hukuka özenli, demokrasi ve emek mücadelesi veren Demok-

ratik Kitle Örgütleri ve sendikalar ile birlikte ve ortak mücadeleyi geliş-tiren, aynı zamanda ABF’nin bağımsızlığını ve özerkliğini koruyarak, biat eden değil, ortak eylem ve mücadele yürüten bir ABF hedefl eyen, yönetim kadrosu talebi dile getirilmiştir.

3.Toplumsal yapının hızla sağa kaydığı ülkemizde, bu girdaptan kur-tulmanın yolu olarak emekten, demokrasiden yana siyasi partiler,

sendikalar, odalar, DKÖ’nin oluşturacakları sol platform ile seçimle-

re katılınarak iktidar alternatifi olmak gerektiğinin altı çizilmiş ve sol platformun oluşması konusunda çalışmalar yapılmasının gerektiği ifade edilmiştir. Bu ortak platformun yaratılması ile, yaşamları boyunca sol-dan yana tavır koymuş olan, ama; solun bir araya gelmemesinin sonucu oluşan alternatifsizlikten ve yaşananlardan duyulan kaygının yarattığı umutsuzluk nedeni ile, “denize düşen yılana sarılır” misali, Maraş’ı, Çorum’u, Sivas’ı, Gazi’yi yaratan ideolojinin partilerine yönelen Alevi yurttaşlarımızın ve sandığa gitmemekle karşı karşıya kalan demokrat kamuoyunun, umudu olunacağı vurgulanmıştır.

4.Alevi toplumunun yüreklerini ortaya koyarak, dişinden tırnağından arttırarak, katkı sunarak yaratılmış olan basın yayın organlarının

(Cem-TV, Cem Radyo ve Ekin Radyo), sadece ticari birer kuruluş oldu-ğu mantığından hareket edilerek, Alevilerin asimile edilmesinin ve kat-ledilmesini baş sorumlusu olan ideolojilerin sahiplerine satılarak veya ortak edilerek, Alevilerin yaratmış olduğu değerlerin yok edilmesini Kı-nadığımız karar altına alınmıştır.

5.Yıllardan beri, Alevilere yönelik katliamların; Maraş, Çorum, Si-vas, Gazi ve diğerlerinin derin devletin ve onun uzantılarının, planlı

programlı katliamları olduğu dile getirilmiştir. Ecevit’in ölümü üzeri-ne çekmecesinde bulunan ve kamuoyuna yansıyan “Maraş katliamını MİT’in içindeki MHP kanadının organize ettiği” yönündeki bilgi notu ile söylediklerimizin doğruluğu belgelenmiştir. Zamanının Hüküme-tinin, kendisine gelen bu bilgi notuna rağmen gereğini yapmaması da, Alevi kamuoyunun belleğinden silinmeyecektir.

6.Örgütümüzün kuramsallaşmasının ve kadrolarının geliştirilmesi için, yöneticilerimizin bir bütün olarak örgüt içi eğitim görmesi,

ayrıca örgütümüzün geleceği olan gençlerimizin Pir Sultan’ın Felsefe-si, Anadolu Alevi Öğretisi ve tarihi konularda bilgilenmelerinin, örgüt gençliğinin tanışarak kaynaşmalarının sağlanması için Gençlik Kampı-na alınmalarının projelendirilmesi kararlaştırılmıştır.

Saygı ile kamuoyunun bilgisine sunarız.

12 KASIM, PAZAR GÜNÜ ANKARA’DA YAPILAN PSAKD DANIŞMA KURULU TOPLANTISI SONUNDA BENİMSENMİŞTİR.

PSAKD Danışma Kurulu Sonuç Bildirgesi<www.pirsultan.net>

AABF

inte

rnet

site

sind

en a

lınmış

tır

Page 13: Serşeçme Sayı 24 Ekim-Kasım 2006

SERÇEÞME

Ekim-Kasım 2006 13

SIDIKA SUSivas, 1923 - 18 Ekim 2006

Ruhi Su’nun can yoldaşı,1951 TKP tevkifatı sanıklarından,

bütün ömrü emekçi insanlığın eziden, sömürüden kurtuluşu

kavgası içinde geçmiş, yanık sesini duyanın unutamadığı

öğretmenimiz, anamız,

yoldaşımız, vefa, tutkunluk,

insanlık, çalışkanlık örneği güzel insan

Onlar Hem Birdir Hem de Bir Efsanedir

YİTİRDİKLERİMİZ

RUHİ SU

Mahsus Mahal

Mahsus mahal derler kaldım zındanda Kalırım kalırım dostlar yandadır İk’elleri kızıl kandadır kanda Ölürüm ölürüm aklım sendedir

Artar eksilmeyiz zındanlarında Kolay değil derdin ucu derinde Kumhan Irmağı’nda Karaburun’da Bulurum bulurum öfkem kındadır

Dirliğim düzenim dermanım canım Solum sol tarafım imanım dinimBenim beyaz unum ak güvercinim Bilirim bilirim gelen gündedir

Benim Kabe’m İnsandırEllerin Kâbe’si varBenim Kâbe’m insandırKuran da kurtaran daİnsan oğlu insandır

Ellerin Kâbe’si varBenim Kâbe’m sevidirKuran da kurtaran daSevili insanlardır

Ellerin Kâbe’si varBenim Kâbe’m emektirKuran da kurtaran daEmekçi insanlardır

Ellerin Kâbe’si varBenim Kâbe’m dünyadırKuran da kurtaran daDünyayı insanlardır

Ruhi Su’nun Sultan Suyu - Pir Sultan Abdal’dan DeyişlerAdlı Albümünün Sunuş Yazısı, 1990

Sıdıka Su

Yıllar boyu, devrimci hareketin içinde bulunanlar, Aleviliğin, Alevi türkülerinin, sosyalist hareketin gelişmesinde nasıl bir rol oynadığını iyi bilirler. Bu yolla bilinçlenmenin, insanın

ezilmesine ve sömürülmesine karşı duyarlık kazanmanın, türkülerden bir çeşit güç alıp zenginleş-menin ölçüsü, hiç abartısız, Ruhi Su olmuştur.

Ruhi Su, 1943–1945 yılları arasında, Türkiye radyolarında ilk kez Alevi ozanlarının türküleri-ni söylemiştir. Pir Sultan Abdal’dan “Gelin Canlar Bir Olalım”, Ali İzzet’ten “Bir Allah’ı Tanıya-lım”, Muhyi’den “Zahit Bizi Taneyleme” gibi... Bir süre sonra Alevi türküleri söylediği ve solculuk propagandası yaptığı için, radyodan uzaklaştırılmıştır Ruhi Su. Çünkü Aleviler tarih boyunca ezilmişler ve ezilmişlerin yanında yer almışlardır. Halkın direnme duygularını türküleriyle, mü-zikleriyle dile getirmişlerdir.

Ruhi Su, türkü repertuarının çoğunluğunu Alevi türküleriyle oluşturmuştur. Nerede Alevi tür-küleri sözkonusu olursa, orada Ruhi Su anılmalıdır. Ruhi Su’nun bu alanda yaptığı önemli çalış-maları dile getirmek, hem ona, hem de Alevi halkına karşı en azından bir kadirbilirlik borcudur.

Ruhi Su’nun gene dost evlerinde ve kendi evinde banta kaydedilmiş çalışmalarının, Alevi de-yişleri ve Pir Sultan Abdal ezgilerinden oluşan bir derlemesini yaparak, bazı dizelerdeki sürç-melere rağmen, yayınlamaya karar verdim. Bu, bir tarihi arşivlemek anlamını taşımaktadır. Bu deyişlerin, Ruhi Su’nun derlediği türküler arasında önemli bir yeri olduğuna inanıyorum. Alevi müziğinin yaygınlaşmasında, en az Alevi ozanlar kadar, Ruhi Su’nun da emeği geçmiştir. Bunu Alevi halkı çok iyi bilir

Ruhi Su’nun Semahlar Adlı Albümünde Yer Alan “Semahlar Üzerine” Başlıklı Yazısı Ruhi Su

Bütün sözlüklere baktım, araştırdım. Yalnız Mevlevi se-mahı ile ilgili bilgilere rastlayabildim. Alevi-Bektaşi

inançlara sahip halkımız arasında yaygın olan bu semahlar üzerine açıklayıcı, doyurucu bilgiler bulamadım. Kendi bildiklerime, görgülerime dayanarak söylüyorum: Sema ve semah aynı sözcük. Halk Arapça sema sözcüğündeki ayın harfi ni atarak semah demiş.

Bildiğiniz gibi sema, Mevlevilerce yapılan, kuralları daha çok Mevlana’dan sonra saptanmış törensel bir ayinin içinde yer alan raksın adı. Müziği de bestelenmiş bir müzik. Klasik Türk mu-sikisinden kaynaklanan, tekkelerde ve kimi besteciler tarafından bestelenen bir müzik bu. Sema ile semah arasındaki temel ayırımda burada. Çünkü semahların müziğinin kökeninde halk müziği vardır. Oyun da yine halktan kaynaklanan halay türünde bir oyundur. Sonra Mevlevilerde cez-be denilen bir kendinden geçme sözkonusu. Oysa semahlarda hayata dönük. Sözgelimi Mevlevi sema’ında kadın yoktur. Semahlarda ise, kadının baskı ve peçe altında tutulduğu zamanlarda bile kadın-erkek birlikte oynanır. Üstelik semahlar türkülüdür. Mevlevi sema’ında oyun oynanırken söz yoktur. Oyun sırasında, oyunun müziğine bağlı söz görülmez. Ama semahlarda türkü ile oyun iç içedir. Benzer yanları, ikisinin de dinsel bir coşkuyla yapılan rakslar olmalarıdır. Yalnız se-mahlar her zaman, yani olur olmaz günlerde yapılmaz. Genellikle hasat mevsimi gibi, yılın belli zamanlarında ya da dinsel görevlerin yerine getirildiği günlerin sonunda, topluluğun daha neşeli bir havaya girmesi için, şenlik biçimimde yapılır. Bir barış şöleni gibi, barış sevinci içinde. Hayata, yaşama sevincine dönük bir şenliktir bu. Sözleri dinsel de, din dışı da olsa hep yaşama sevinciyle doludur, coşkuludur.

Dinsel özle beslenen türküler kimi zaman kendi inançlarını telkin edebilir; kimi zamanda aşkı dile getirir. Türküler yoluyla öğütler verilir, tevhitler yapılır. Bir bakıma dinsel sloganlar çevresin-de birleşilir. Tevhit sözcüğü de birlik, birleşme anlamını taşır bazen. Yani oyun, türkü aracılığıyla bir olma. Böylece kimi sözcüklerin müzikli tekrarından yararlanılır. Semahların sonunda ise dai-ma gülbang çekilir. Gülbang dua demektir. Bununla da, bir bakıma gelecek için, yaşanılan zaman için iyi şeyler dilenir; yine halkın özlemleri dile getirilir.

Gerek Alevi-Bektaşi müziği, gerekse öteki türküler, sürekli değişip gelen bir müzik türüdür. Hayat değişkendir çünkü. Kısaca değişen insanlardır. Ben de çağının insanı, çağdaş düşünceye sahip bir sanatçı olarak semahları çağımın gözüyle yorumladım; onlara kendi üslubumu, söyleyi-şimi kattım.

Page 14: Serşeçme Sayı 24 Ekim-Kasım 2006

14 Sayı 24

SERÇEÞME

BİRLİK VE DAYANIŞMA TOPLANTISINDA YAPILAN KONUŞMA

Karşıdakinin Seni Seviyorum Demesini Beklemeden, Seni Seviyorum Demenin Zamanı

GeldiDostlar, hoş geldiniz Hacıbektaş’ımıza,

Gerçekten bu 16 Ağustos Hacı Bektaş’ı Anma Törenleri’nin farklı bir tarafı var. Hepinizin bildiği gibi, ilk defa Alevi-Bektaşi örgütlerinin biraraya gelerek birliğin sağlanması yönünde bir adım atılmıştır.

Hep söyleriz, tarih tekerrürden ibaret diye. Osmanlı tarihine baktığımızda, Alevi-Bektaşi ve Osmanlı tarihini karşılaştırdığımızda şunu görüyoruz: İlk ikiyüz, ikiyüzelli yıl çok sakin bir dönem, rahat bir dönem; fakat ondan sonra rahat bırakmıyorlar bizi. Öyle zekice politika-lar uyguluyorlar ki parça paça ediyorlar bizi. Ve bu parçalanmışlık bugüne kadar geldi, ama artık kendimize gelmemiz lazım; artık birbirimizi kucaklamamız lazım. Artık Babagan kolu, Çelebi kolu, Dedegan kolu demeden birbirimize elimizi uzatmamız lazım. Karşıdakinin seni seviyorum demesini beklemeden, seni seviyorum demenin zamanı geldi.

O bakımdan, bu akşamki Cem özellikle, bu birliğe bir adım atacak umuduyla geçekleştir-meye çalışıyoruz, gerçekleştirecegiz himmetiyle.

Benden önceki konuşmacılar internetten, basından, televizyondan bahsetti. Onlar olacak; karşı taraf hep olacak. İslam tarihini incelediğimizde Hazreti Peygamber döneminden, Ali döneminden, Oniki İmamlar döneminden bugüne kadar her zaman muhalefet olmuştur; mu-halefet olacaktır.

Olacaktır ki gerçekler ortaya çıksın, gerçeğin değeri belli olsun. Hiç önemli değil onların diyecekleri. Her türlü kulpu takacaklar, takmaya çalışacaklar.

Sizin daha fazla zamanınız almak istemiyorum; bir noktaya değinmek istiyorum sadece. Nafi z Hocam, güzel isimler saydı, bu törenlere emeği geçen güzel insanların isimlerini saydı.

O’na bir isim de ben ilave etmek istiyorum: 1964’te ilk törenleri yapan ve onun mimarı olan, Hocamın da bahsettiği Hacı Bektaş Derneği Başkanı Ali Celalettin Ulusoy’u rahmetle anıyor ve minnet duygularımı sunuyorum aziz ruhuna.

Hoş geldiniz, tekrar hoş geldiniz. Saygılar sunuyorum.

Hacı Bektaş Veli Dergahı Postnişini Veliyettin Ulusoy Efendi’nin

Birlik Cemi - Ağustos 2006 - Hacı Bektaş Veli Anma Törenleri

Saçma ey göz eşkden gönlümdeki odlara suKim bu denlü dutuşan odlara kılmaz çâre suÂb-gûndur günbed-i devvâr rengi bilmezemYâ muhît olmış gözümden günbed-i devvâra suZevk-ı tîğundan aceb yoh olsa gönlüm çâk çâkKim mürûr ilen bırağur rahneler dîvâra suVehm ilen söyler dil-i mecrûh peykânun sözinİhtiyât ilen içer her kimde olsa yara suSuya virsün bâğ-bân gül-zârı zahmet çekmesünBir gül açılmaz yüzün tek virse min gül-zâra suOhşadabilmez gubârını muharrir hattunaHâme tek bahmahdan inse gözlerine kara suÂrızun yâdıyla nem-nâk olsa müjgânum n’olaZayi olmaz gül temennâsıyla virmek hâra suGam güni itme dil-i bîmârdan tîgun dirîğHayrdur virmek karanu gicede bîmâra suİste peykânın gönül hecrinde şevkum sâkin itSusuzam bir kez bu sahrâda menüm-çün ara suMen lebün müştâkıyam zühhâd kevser tâlibiNitekim meste mey içmek hoş gelür hûş-yâra suRavza-i kûyuna her dem durmayup eyler güzârÂşık olmış galibâ ol serv-i hoş-reftâra suSu yolın ol kûydan toprağ olup dutsam gerekÇün rakîbümdür dahı ol kûya koyman vara suDest-bûsı ârzûsıyla ger ölsem dostlarKûze eylen toprağum sunun anunla yâra suServ ser-keşlük kılur kumrî niyâzından megerDâmenin duta ayağına düşe yalvara suİçmek ister bülbülün kanın meger bir reng ileGül budağınun mizâcına gire kurtara suTıynet-i pâkini rûşen kılmış ehl-i âlemeİktidâ kılmış târîk-i Ahmed-i Muhtâr’a suSeyyid-i nev-i beşer deryâ-ı dürr-i ıstıfâKim sepüpdür mucizâtı âteş-i eşrâra suKılmağ içün tâze gül-zârı nübüvvet revnakınMu’cizinden eylemiş izhâr seng-i hâra suMu’cizi bir bahr-ı bî-pâyân imiş âlemde kimYetmiş andan min min âteş-hâne-i küffara suHayret ilen barmağın dişler kim itse istimâBarmağından virdügin şiddet günü Ensâr’a suDostı ger zehr-i mâr içse olur âb-ı hayâtHasmı su içse döner elbette zehr-i mâra suEylemiş her katreden min bahr-ı rahmet mevc-hîzEl sunup urgaç vuzû içün gül-i ruhsâra suHâk-i pâyine yetem dir ömrlerdür muttasılBaşını daşdan daşa urup gezer âvâre suZerre zerre hâk-i dergâhına ister sala nûrDönmez ol dergâhdan ger olsa pâre pâre suZikr-i na’tün virdini dermân bilür ehl-i hatâEyle kim def-i humâr içün içer mey-hâra suYâ Habîballah yâ Hayre’l beşer müştakunamEyle kim leb-teşneler yanup diler hemvâra suSensen ol bahr-ı kerâmet kim şeb-i Mi’râc’daŞebnem-i feyzün yetürmiş sâbit ü seyyâra suÇeşme-i hurşîdden her dem zülâl-i feyz inerHâcet olsa merkadün tecdîd iden mimâra suBîm-i dûzah nâr-ı gam salmış dil-i sûzânumaVar ümîdüm ebr-i ihsânun sepe ol nâra suYümn-i na’tünden güher olmış Fuzûlî sözleriEbr-i nîsândan dönen tek lü’lü şeh-vâra suHâb-ı gafl etden olan bîdâr olanda rûz-ı haşrEşk-i hasretden tökende dîde-i bîdâra suUmduğum oldur ki rûz-ı haşr mahrûm olmayamÇeşm-i vaslun vire men teşne-i dîdâra su

FUZULİ

Su Kasidesi

Page 15: Serşeçme Sayı 24 Ekim-Kasım 2006

SERÇESME

Ekim-Kasım 2006 15

SERÇEÞME

BİRLİK CEMİNDE YAPILAN KONUŞMA

Cem’in Manası Gönül Birliğini SağlamaktırHoş geldiniz dostlar,

Bugünkü Cem, gelecekteki birliğimize hizmet etmek, Alevi-Bektaşi inancında olan insan la rı mızın dağınıklığının giderilerek biraraya gelmesi amacıyla yapılmıştır. Birliğe hizmet etmek amacıyla yapılmıştır. Bunun dışında herhangi bir amacımız yoktur.

Hepinizin bildiği gibi Cem’in manası gönül birliğini sağlamak ve Hakk’ın huzuruna çıkmaktır. Gönül birliğinin sağlanması bu ortamda ne derecede mümkün olur, bu tartışıla-bilir, ama amaç gönül birliğini sağlamaktır.

Bu sembolik bir Cem olacak, öğretici bir Cem olacak. Ben Hacı Bektaş Dergâhının tarihsel işlevi üzerinde konuşmak istiyorum. Horasan Pirleri ve Rum Erenleri, Hacı Bek-taş Veli’nin etrafında toplandılar ve ona biat ettiler, eyvallah dediler ona. Böylece ocaklar kuruldu ve Alevi-Bektaşiliğin piramit yapısı o şekilde oluş turuldu: Başta Hacı Bektaş Veli Dergâhı, etrafında ocaklar, onun etrafında talipleri, yani Dedeler.

Dede ocakları tarih boyunca talipleri yuğup yıkadılar ve Hacı Bektaş Dergâhı da De-deleri ve görev yapanları yuğup yıkadı. Bu uzun süre, aşağı yukarı ikiyüz-ikiyüz elli yıl böyle devam etti. Tarihimizi incelediğimizde herhangi bir aksama olmadığını görüyoruz. Fakat ikiyüz, ikiyüz elli sene sonra çok önemli bir olay görüyoruz. Bu olay da Kalender Çelebi İsyanı’dır.

Kalender Çelebi İsyanı üzerine bugüne kadar çok az yazı yazıldı, çok az inceleme ya-pıldı. Bu olayı, Alevi-Bektaşi tarihindeki parçalanmanın başlangıcı olarak kabul ediyoruz. Kalender Çelebi İsyanı’nı bazı tarihçiler dini bir isyan olarak görür, bazı tarihçiler de eko-nomik bir isyan olarak görür. Fakat ağırlık ekonomik bir isyandan yanadır. Neden? Çünkü Kalender Çelebi’nin yanında sipahiler de vardı.

İsyan hepinizin bildiği gibi Kalender Çelebi’nin öldürülmesiyle sonuçlanır, ama esas sonuç Kalender Çelebi’nin ölümünden sonraki olaylardır. Kalender Çelebi’nin ölümünden aşağı yukarı 24 yıl sonra, Hacı Bektaş Dergâhı’na bir postnişin atanır: “Sersem Ali Baba.” İlk defa Hacı Bektaş Veli Dergâhı’na, onun dergâhından, ocağından, sülalesinden olmayan, dışarıdan bir postnişin ata nır. Ve böylece Alevi-Bektaşi toplumu ikiye bölünmüş olur.

Tabii bu arada baskılar da devam eder. Yavuz’un Mısır’dan getirdiği Emevi görüşünde olan sözüm ona ilim adamları, din adamları Osmanlı’ya hâkim olur ve baskı uygulamaya başlanır. Kan akmaya başlar. Kıpırdayacak hal bırakmazlar bizde ve dağ başına, dere içine göçeriz. Parçalanma ikiyle kalmaz, dergâhtan uzak olan bir takım ocaklar da “Sersem Ali Baba”nın iddiasını, yani Hacı Bektaş Veli’nin mücerret olduğu düşüncesini benimserler. Böylece kendi ocaklarını öne çıkartmak isterler. Bunun için Dergâh’a bağlı olan Alevi-Bektaşi toplumu şöyle bir deyim kullanır: “Yediği haram, yuduğu murdar, tacı delik, kendi murtaddır.”

Olay bununla bitmez, tarih süresince zaman zaman Osmanlı’yla aramız iyi olur, fakat hiçbir zaman güven olmaz.

“Suçsuz Yere Ahalinin Kanını Dökenlere Lanet Ediyoruz”En önemli olaylardan biri de 1826’da Yeniçeri’lerin kaldırılması sırasında yaşanır. O dö-

nemde postnişin olan Hamdullah Çelebi, yeniçeriler üzerinde hiçbir yaptırım gücü yokken, Kırşehir’de kurulan bir şeriat mahkemesinde yargılanır. On gün boyunca idamla yargılanır. Hergün idam olacağını bilerek, fakat hiçbir zaman gerçekten uzaklaşmayarak, gerçekleri mahkeme heyetine bildirir.

Buradan size orada geçen sadece bir olayı aktarmak istiyorum. Şeriat mahkemesinde kadı şöyle soruyor:

“Şeyh Efendi doğru söyle vakfınızın bulunduğu dergâhta, mensuplarınızın toplantıla-rında kim lere lanet ediyorsunuz? Muaviye ve Yezide lanet ediyor musunuz?”

Cevap: “Kadı Efendim Hazretleri, suçsuz yere ahalinin kanını dökenlere lanet ediyoruz; Yezi-din yaptığı o şenaati tensip eden, hafi fe alan, beğenenlere de lanet ediyoruz.”

Yani o zamanki mahkeme heyetine de lanet ediyor. Kadı soruyor yine: “Şeyh Efendi, Allah tövbe edenin günahını affeder. Siz büyük bir günaha giriyorsunuz. Yezid ve Muaviye ölmeden tövbe etmiştir. Allah onları affetmiştir. Var mı diyeceğin?”

Cevap: “Allah, Hazreti Hüseyin’in katlinden dolayı yine de Yezid ve Muaviye’yi affederse on-lara lanet ettiğimizden dolayı bizleri de kolaca affeder.”

Ailemizin En Büyüğü Muharrem Sefa Ulusoy ile Hizmeti Elele Tutuşup Götürmeye Karar Verdik

Dostlar, daha fazla zamanınız almak istemiyorum, ancak bir noktayı daha belirtmek istiyorum.Ailemizin en büyüğü Muharrem Sefa Ulusoy sağlık nedenlerinden dolayı ara-mızda bulunamadığı için sizlere selam ve sevgilerini iletti benim kanalımla. Ve şöyle bir karara da vardık: Karşılıklı deneyimlerimizin sonucu olarak bu hizmeti elele tutuşup gö-türmeye karar verdik.

Beni dinlediğiniz için çok teşekkür ediyorum, sağolun.

i’nin Hacı Bektaş Veli Anma Törenlerinde Yaptığı Konuşmalar

Saçma ey göz aşktan gönlümdeki ateşe su Çare olmazsa bu kadar tutuşmuş ateşe suDönen gök kubbe su rengi midir bilmem Yoksa gök kubbeyi mi kapladı gözümden akan suKeskin bakışlarının zevkiyle gönlüm parça parçaNasıl akarken duvarda yarıklar açarsa suYaralı gönül kirpiklerinin sözünü korkarak söyler Nasıl yarası olan ihtiyatla içerse suBahçıvan yorulmasın, suyu koyversin gül bahçesineYüzün gibi gül açılmaz bin gül bahçesine verse suİnce yazısını, yüzündeki tüylere benzetemez Ak kâğıda bakmaktan hattatın gözlerine inse kara suYanağını anarak kirpiklerim ıslansa ne olurBoşa gitmez gül olsun dileğiyle dikene verilen suGamlı günde hasta gönlümden bakışını esirgeme Hayırdır vermek karanlık gecede hastaya suGönül, ayrılıkta ok kirpiklerini iste, hasretimi yatıştır Susuzum bu kez de çölde benim için ara suSofular Kevser ister, ben dudaklarını özlüyorumSarhoşa şarap içmek hoş gelir, aklı başında olana su Durmandan senin cennet bahçene doğru akarÂşık olmuş galiba o hoş salınışlı serviye suToprak set olup o yere giden suyolunu tutmalıyımÇünkü rakibimdir, bırakmam gitsin o yere suDostlar, dudaklarını öpme arzusuyla ölürsem Toprağımdan kâse yapın, onunla sunun yare suServi kumrunun niyazına dikbaşlılık ederTa ki eteğini tutup, ayağına düşüp, yalvara suGül hile ile bülbülün kanını içmek isterTa ki gül budağından içine işleyerek kurtara suDünya halkına temiz ruhunu göstermişAhmed-i Muhtar yoluna uymuş suSeçme incilerin denizi, insan cinsinin efendisi Serpti kötülerin ateşine mucizelerini sanki suGül bahçesinin parlaklığını tazelemek içinMucizeyle katı taştan çıkarmıştır suMucizeleri dünyada uçsuz bucaksız bir denizmişOndan binlerce ateşe tapan kâfi rlere yetişmiş suKim işitse hayret ile parmağını ısırır Şiddet günü parmağından verdiğini Ensâr’a suDostu yılan zehri içse olur yaşam suyuHasmı su içse elbette döner yılan zehrine suHer damlasından bin rahmet denizi dalgalanır El uzatıp gül yüzüne vurunca sıçrayan suAyağını bastığın toprağa ulaşmak arzusuyla Başını taştan taşa vurarak başıboş gezer su Her damlası dergâhının toprağına ışık salmak isterParça parça da olsa vazgeçmez o dergâhtan suHatalı insanlar seni kutsamayı derdine derman bilirSarhoş baş ağrısını gidermek için nasıl içerse suEy Allah’ın sevgilisi, insanların hayırlısı, özledimDudağı kurumuşlar nasıl yanıp dilerse susuzlara suSen o keramet denizisin ki Mi’râc gecesinde Feyzinin çiyleri yıldız ve gezegenlere ulaştırmış suGüneş çeşmesinden daima güzel su iner Kabrini tamir eden mimara lazım olsa suCehennem korkusu, yanık gönlüme gam ateşi salmış Var ümidim ihsan bulutun serper o ateşe suSeni övmenin bereketiyle Fuzûlî’nin sözleriNisan bulutundan düşüp iri inciye dönen damla suKıyamet günü gafl et uykusundan uyananHasret aşkından döktüğü zaman uyanık gönle suUmudum o ki mahşer günü mahrum kalmayayım Vuslat çeşmen vere benim seni arzulayan gönlüme su

FUZULİ

Su Kasidesi Günümüz Türkçesiyle

Page 16: Serşeçme Sayı 24 Ekim-Kasım 2006

16 Sayı 24

SERÇEÞME

Bugünkü Durum ve SiyasallaşmaVeliyettin Ulusoy

Dostlar merhaba, hoş geldiniz,Bu geceyi düzenleyen, Hacı Bektaş Veli Kültür ve Tanıtma Derneği Gaziantep Şubesine, Ser-

çeşme dergisine, İstanbul ve Ankara’dan gelerek bu güzel katkılarda bulunan sanatçılarımıza ve özellikle katkıda bulunduğunuz için sizlere teşekkürlerimi arz ediyorum.

Dostlar,Son günlerde Alevi-Bektaşi örgütleri temsilcileri siyasi arenaya inme konusunda düşüncelerini

belirtiyorlar.Türkiye’de yaşayan Alevi-Bektaşi toplumu varlığını kanıtlama ve haklarını elde etme kavgası

yüz yıllardır hep olmuştur; zamanımıza kadar da hep süregelmiştir. Kavga yalnızca Anadolu’da yaşayan Alevilerle sinirli kalmamıştır. İslamiyet’in doğuşundan itibaren, özellikle de Hz. Peygam-berin vefatından sonra, önce Anadolu’nun dışında başlamış, yüz yıllar boyu da türlü evrelerden geçmiştir. Osmanlı padişahlarından Yavuz Selim’in İslam Halifeliği’ni eline geçirmesinden sonra, Alevilerin varlıklarını koruma ve var olduklarını, bir takım haklarının bulunduğunu kanıtlama kavgası Anadolu’da başlamıştır.

Ne var ki tüm bu çabalar, çoğu kez beklenilen ya da istenilen sonuçlara ulaşmamıştır. Hz. Ali’nin şahadeti ile kurulan Emevi saltanatı ve bu saltanatın yıkılması ile kurulan Abbasi yönetimi boyunca, Alevi kesim daima takip altında, daima baskı içinde tutulmuştur. Osmanlı döneminde de durum bundan pek farklı olmamıştır. Ayni zamanda bir İslam Halifesi olan Osmanlı padişah-ları, özellikle, Şii inanca sahip İran devleti ile her zaman hasım durumda olmuşlardır. Bu sebeple de Anadolu Alevilerine daima şiddet ve baskı uygulanmıştır. Bu şiddet ve baskı ise, haklı olarak zaman zaman karşı tepkilerin doğmasına sebep olmuştur.

Çok partili demokratik devlet yönetimlerinin bulunmadığı dönemlerde, şiddet ve baskılara kar-şı ortaya çıkan tepkiler, ancak halk ayaklanması biçiminde gerçekleştiriliyordu. Emevilere karşı Hz. Hüseyin’in direnişi, Osmanlı Padişahı Kanuni Süleyman’a karşı Kalender Çelebi’nin ayaklan-ması, Pir Sultan’ın, Şah Kulu’nun yaptığı hareketler ve benzerleri bu karşı tepkilerin hep birer sonu cudurlar.

Çok partili demokratik devlet yönetimlerinde inanç, düşünce ve amaç mücadeleleri, siyasal partiler aracılığıyla ya da türlü adlar altında kurulmuş dernekler, vakıfl ar ve sendikalar gibi yasal örgütler kanalı ile yapılmaktadır.

Hangi türden olursa olsun, şiddet ve baskılara karşı gösterilen tepkilerin başarıları, ancak ve ancak çok iyi bir planlamaya, çok sağlam bir biçimde kurulmuş altyapıya, gerçekçi ölçülerle varlığı saptanmış temel dayanaklara, yani potansiyel destek gücün varlığına ve güvenilirliğine bağlıdır.

Tarih iyi incelenirse, Hz. Hüseyin’in, Kalender Çelebi’nin, hak aramak, hakkını korumak ve hakkını almak ya da inançları, düşünceleri sebebiyle maruz kaldığı şiddeti ve baskıyı kaldırmak üzere başlatılmış tüm ayaklanmaların genellikle başarısızlığa uğramış olmalarının temelinde hep şu gerçeklerin yattığı görülür: Başlangıçta iyi bir planlama yapmamış olmak; Gerekli altyapıyı önceden yeterince hazırlayamamak; Potansiyel destek gücü gerçekçi ölçüler içinde saptayamamak.

Hz. Hüseyin, Kalender Çelebi ve diğerleri özellikte potansiyel destek gücün güvenilirliğini önceden gerçekçi bir biçimde saptayamamış olduklarından, savaş anında ihanete ve kalleşliğe uğ-ramışlar, sonuç olarak da yalnız kalarak yenilgiden kurtulamamışlardır.

Altmışlı yıllarda kurulan Birlik Partisi’nin kısa bir süre içinde dağılıp yok olması da biraz önce saydığımız bu üç temel şartın parti kurulurken yerine getirilmeden, alelacele partileşmek hevesi-nin ve aceleciliğinin sonucundan başka bir şey değildir. Diğer dedikodular bence ikinci, üçüncü planda kalır.

1963 yılında, Hacı Bektaş Veli Dergâhı’nın müze olarak yeniden açılmasına paralel olarak ku rulmuş bulunan “Hacı Bektaş Kültür ve Tanıtma” derneklerine başlangıçta görülen o kitlesel katılımların ve bu derneklerce yapılan o coşkulu faaliyetlerin kısa sürede parlayıp sönmesi de yine plansızlığa, yine altyapının yeterince hazırlanmamış olmasına, yine potansiyel destek güçlerin gerçeklerin ışığı altında saptanıp, organize edilmemesine dayanır.

Derneklerin o zamanki başarısızlıklarında ayrıca, bu derneklere üye olanlardan bazılarının, dernek yönetim kurullarında görevler üstlenenlerden yine bazılarının, dernekleri siyasal, politik ya da bir başka iş alanında kişisel çıkarları için bir basamak yapmak istemeleri, yani dernek faali-yetlerinde kişisel çıkar hesapları yapmaları hayli önemli rol oynamıştır.

Günümüzün Alevi-Bektaşi kamuoyunda şimdi yeni bir arayışın gün ışığına çıkmış bulunduğu görülüyor. Mademki yurt çapında 15-20 milyon, hatta belki daha fazla sayıda bir Alevi-Bektaşi toplumu mevcuttur; bu, milletvekili ve yerel yönetim seçimlerinde hatırı sayılır bir oy potansiye-lidir; o halde kendi varlığımızı ve kendi gücümüzü kanıtlamamız gerekmez mi? Bunun zamanı gelmedi mi? Hele de Atatürk’ün kurmuş bulunduğu demokratik, laik Türkiye Cumhuriyeti, aşırı dinci akımların iktidara yürüyüşlerinin tehdidi altında iken!. Hele de Atatürk’ün demokratik ve laik cumhuriyetinin özüne, ruhuna en saygılı, en çok sahip çıkan çevrelerin başında Alevi-Bektaşi toplumu varken!

Simdi tartışılan şudur: Alevi-Bektaşi toplumu artık partileşerek, siyasal partiler arasında yeri-ni alsın mı? Ya da programını, ilkelerini, yönünü, kendi ilkelerine en yakın bulduğu bir siyasal par tiyi destekleyerek, o partinin çeşitli kademelerinde görevler üstlenmek suretiyle, Alevi-Bektaşi top lumunun beklentilerini bu yoldan mı gerçekleştirmeyi denesin?

Bir başka seçenek ise dernekler ve vakıfl ar kanalı ile güçlü bir biçimde örgütlenmeye devam edip, en kısa sürede federatif bir çatı altında toparlanarak, bir tür baskı gurubu oluşturmaktır. Bu kısmen gerçekleşmiş, ancak henüz birlik sağlanamamıştır.

HACI BEKTAŞ VELİ KÜLTÜR DERNEĞİ GAZİANTEP ŞUBESİ’NİN 3 ARALIK PAZAR GÜNÜ SERÇEŞME DERGİ

Page 17: Serşeçme Sayı 24 Ekim-Kasım 2006

SERÇESME

Ekim-Kasım 2006 17

SERÇEÞME

Acaba diye düşünüyorum, bu yollar ile iktidar partilerine, Alevi-Bektaşi toplumunun yurt çapında etkili bir güce sahip bulunduğu; iyi bir oy potansiyeli olduğu gösterilerek, bugüne dek kaybolan, verilmeye yanaşılmayan birçok haklar daha kolaylıkla elde edilebilir mi?

Bugün için en önemli mesele, bu seçeneklerden hangisinin en verimli olarak gerçekleştirile-bilir olduğudur. Hangisi ele alınırsa alınsın; asla aceleye getirilmeden çok ayrıntılı, çok gerçek-çi, heyecanlı davranışa yer vermeden konunun araştırılması, fi zibilitesinin [gerçekleştirilebilirlik araştırmasının-Serçeşme] çok iyi yapılması ve gerçekçilikten asla ayrılmaması gerekir diye dü-şünüyorum.

Şimdi de bu seçenekleri kısaca ele alıp, üzer lerinde biraz akıl yürütelim. Önce parti konusundan başlayalım. Bu ko nuyu ele alırken Birlik Partisi örneğini her zaman

göz önünde tutmanın yararı vardır. Şu anda yurdumuzdaki gerçek durum şudur: Köyler, kasabalar boşalıyor, Ankara, İstanbul, İzmir ve benzeri büyük şehirler doluyor. Yurt çapındaki Alevi-Bekta-şi nüfusunda büyük kaymalar olmuştur.

Bir partinin ayakta kalıp, varlık gösterebilmesi için yurt çapında desteğe ihtiyacı vardır. Göçler-le dağılan Alevi-Bektaşi toplumuna ait oylar acaba kurulacak bir partiyi ayakta tutmaya yetecek mi?

Birlik Partisi’nin katıldığı seçimlerde çıkartmış bulunduğu milletvekili sayısı, hatırlanacağı üzere, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde bir grup kurulmasına bile kâfi gelmemişti.

Ayrıca bir siyasal partinin politika alanında varlık gösterebilmesi ve seçmenlerine güven ve-rebilmesi için büyük maddi olanaklara da sahip bulunması gerekir. Sağ partiler bunu başarmıştır. Acaba, şeriatçı kesim gibi Alevi-Bektaşi toplumu da özveriyle, heyecanla aynı desteği kendi par-tisine verebilecek midir?

Gerçekleri orta yere dökmekte büyük yarar var. Ne yazık ki, bugün derneklere üye bulunan pek çok kişi, dernek aidatını bile bin türlü naz ile ya kısmen ödemekte ya da hiç ödememektedir.

Sayın Başkan ile biraz önce konuştuk: Sekiz yıldan beri bu binanın aynı şekilde kaldığını, üst katlarını çıkamadıklarını üzülerek bildirdi. Buralar hepinizin, hepimizin malı. Buraya el atmanız lazım, hep beraber el atmamız lazım diye düşünüyorum.

Çok az sayıdaki gazete ve dergilerimiz birkaç kişinin özverisi ile yaşamlarını çok zor şartlar altında sürdürmeye çalışmaktadırlar.

Bunlardan birisi, demin bahsedildi, Serçeşme dergisi de gene aynı durumda. Birkaç kişinin öz ve risi ile ayakta durmaya çalışıyor. Bu gece, onu destekleme gecesidir biliyorsunuz. Bu dergiler bizim toplumumuzun dışarıya açılan penceresidir. Dertlerimizi, kültürümüzü anlattığımız, inanç-larımızdan söz ettiğimiz dergilerdir. Bunları yaşatmamız lazım. Sağ kesim bunu çok iyi beceriyor, fakat ne yazık ki biz bunu beceremiyoruz. Dönelim esas konuya.

Partiler elbette derneklerle ölçülmeyecek kadar çok maddi desteğe ihtiyaç duyar. Diğer taraf-tan, bu partiyi Alevi-Bektaşi kesim dışında kaç kişi destekler ve benimser?

Bir başka önemli husus da şudur: Bugün aramızda Alevi-Bektaşiliği türlü türlü yorumlayan, karşı düşüncede olanları kıyasıya eleştiren gruplar da vardır. Bu görüşleri, bu yorumları asgari müş tereklerde buluşturmadan bir parti kurulduğunda, hiziplerin oluşması, bu hiziplerin karşılıklı mü cadeleleri sonunda da partinin parçalanıp bölünmesi nasıl önlenecektir?

Diğer önemli bir konu da böyle bir partinin kurulması, inandığımız ve savunduğumuz laiklik ilkelerine ters düşmez mi? Bugün Sünni demokrat kesimin, özellikle aydınların Alevi-Bektaşilere sempatiyle baktığı, düşüncelerimizi desteklediği bir gerçektir. Böyle bir parti kurulduğunda ayni desteği bu kesimden alabilecek miyiz?

İşte tüm bu kuşkularla, kurulacak bir partinin çok ayrıntılı, çok titiz ön çalışmalardan sonra düşünülmesi gerekeceğine inanıyorum.

Alevi-Bektaşi kuruluşlarının ve inanç gruplarının asgari müşterekte birleşerek birbirlerini ku-caklamaları, tek bir çatı altında organize olmaları ve baskı grubu oluşturmaları ilk bakışta en çıkar yol olarak görünüyor.

Bu konuda en önemli olan husus şudur: Dernekleri ve vakıfl arı yönetenler, bölgesel, kişisel ve derneksel kaygıları bir yana bırakabilirlerse; yalnız ve yalnız Alevi-Bektaşi toplumun genel bek-lentilerini düşünerek, tam bir özveri ile işe sımsıkı sarılırlarsa çok güzel şeylerin yapılması, güzel sonuçlara ulaşılması hiç de zor olmayacaktır.

Tüm bunlar, bu çalışmalar ve organizasyonlar yapılmadan, yani iyi bir altyapı oluşturulmadan; bugün için tartışılmakta olan, Diyanet İşleri Başkanlığı kurumunun varlığını sürdürüp sürdür-memesi, Alevi-Bektaşi toplumun da bu kurumda temsil edilip edilmemesi üzerinde düşünceler üretilmesi, bence sağlıklı herhangi bir sonuca varılmasını pek mümkün kılmayacaktır. Zira bizim öncelikle neye, niçin ve nasıl inandığımız konusunda, tarihsel ve geleneksel gerçekleri göz ardı etmeden, asgari müştereklerde buluşmaya çok ihtiyacımız vardır.

Bir toplumda, o toplumun varlık sebepleri konusunda, o toplumun temel dayanakları hakkında bir kavram kargaşası varsa ya da kargaşa –şu ya da bu sebeple– yaratılmışsa kim neyi savunacak-tır, o şeyi nasıl savunacaktır?

Bu hususların ele alınarak üzerlerinde uzun uzun düşünülmesi gerekecektir her halde...Saygılar sunuyorum beni dinlediğiniz için.Niyaz edip yerine oturmak üzere sahneden inmekte olan Sn. Ulusoy, mikrofona geri dönerek konuşmasına şunları ekledi:

Dostlar,Bu konuşmamdan zannetmeyin ki ben siyasete gireceğim ya da böyle bir amacım var. Şunu özellikle söyleyeyim: Ben, inanç işleriyle uğraşan dedelerin siyasete girmesine çok karşı-

yım. Ve özellikle ben de siyasete girmeyeceğim. Öyle bir niyetim yok. Anlamam da o işten.Bu konuşmalarımdan böyle bir sonucu lütfen çıkartmayın. Sadece ben gerçekleri ortaya du-

yurmaya çalıştım.Tekrar teşekkür ediyorum.

RGİSİ YARARINA DÜZENLEDİĞİ KONSERDE HACI BEKTAŞ VELİ DERGÂHI POSTNİŞİNİN YAPTIĞI KONUŞMA

İnanç işleriyle uğraşan dedelerin siyasete girmesine çok karşıyım.

Ve özellikle ben de siyasete girmeyeceğim

Bizim öncelikle neye, niçin ve nasıl

inandığımız konusunda, tarihsel ve geleneksel gerçekleri

göz ardı etmeden, asgari müştereklerde buluşmaya

çok ihtiyacımız var

Page 18: Serşeçme Sayı 24 Ekim-Kasım 2006

18 Sayı 24

SERÇEÞME

Anadolu insanı, 1990’lı yılların başında, şehirlerde örgüt-lenme çabası içine girmeye başlamıştır. Bu örgütlenme biçimi daha öncelerinden farklı olarak dinsel ihtiyaçlarını gidermeye yönelik olmuştur. Bunun şekli ise sivil toplum örgütleri olan dernekleşme ile olmuştur. Çünkü toplum

siyasi akımların etkisini yitirdiği ve siyasi baskıdan kurtulduğu bir dö-nemdir. Artık gerçek ihtiyaçların giderilmesine sıra gelmiştir.

Dernekleşme ile başlayan örgütlenme, insanlarımızın şehir toplu mu-na uyum sağlama girişimleriydi. Aradıkları ise “Biz geçmişte ne idik, burada neyiz?” sorusuna yanıttı. 1970’li, 1980’li yıllarda şehirlerde yaşa nan olaylar insanları örgütlenmeye itmiştir. Önceleri küçük ma-halle aralarında oluşan birlikler, sonraları kendi imkânları ile büyümüş der neklere, federasyonlara dönüşmüştür. Ama bu durum rahatlamayla birlik te sorunları da getirmiştir.

En büyük sıkıntı; halen tam olarak birlik kurulamamış olmasıydı. Birliğin sağlanamamış olması, lidersizlikten kaynaklanmaktaydı. Her yörenin insanı şehirde kendi yöresinin liderini başta görmek istemek-teydi. Bir nevi liderler karmaşasıydı. “Aslanın olmadığı yerde tilkilerin kendini kral sanması” gibiydi.

Toplum liderini aramakta kendine baş olacak kişiyi bulamamakta-dır.

Yönetim bilimi, liderlik ile yöneticiliği birbirinden ayırır. Lider kişi-liğiyle, duruşuyla, toplumun önünden giden, toplumu istediği yöne çevi-ren kişidir. Yönetici ise, toplumun isteklerini yerine getiren, toplumun ihtiyaçları doğrultusunda hareket edendir. Yani toplum ona yön verir. Herkes yönetici olabilir ama herkes lider olamaz. Yönetici seçilebilir, bir süre görev yapar, yönetebilir. Lider, işin sonuna kadar (ya da kendi sonuna kadar) başta kalır. Toplumu hep ileriye geleceğe taşır. Atatürk: “Yalnızca ufku görmek yetmez, ufkunda ötesini görmek gerekir.” Sözü ile lideri tarif etmiştir.

Alevi-Bektaşi toplumunda liderlik toplumun yapısı gereği farklı ve çok zordur. Çünkü toplum yüzyıllardır getirdiği değerler gereği liderine farklı anlamlar yüklemiştir. Liderinde velayet makamını arar. Bu ma-kamın asıl sahiplerinin (İmam Ali, İmam Hüseyin, Hacı Bektaş Veli) özelliklerini arar. Lider olacak kişi çok ince bir sorgudan geçer. Liderin uyandıracağı en ufak şüphe, soru işareti onu sade bir yöneticiye dönüş-türüverir. Bu nedenle lider özelliklerini her yerde göstermek durumun-dadır. Ayrıca toplum töreleri gereği kabullenici değil, sorgulayıcıdır. (Miraç; Kırklar makamında Hz. Muhammed’in sorgulanması) Her fert kendi kafasındaki so ru ların, sorunların yanıtını liderinde arar. Lider, kar-şılaştığı her fert tarafından ömrü boyunca sorgulanır. Lider için; Alevi-Bektaşi top lu mu nun önünde gitmekte, arkasında kalmakta zordur. Önde gidersen hep önde olacaksın, yoksa seni ezip geçerler. Arkada kalırsan tutup seni sürüklerler. Toplum yeniliğe açık, kendini geliştiren ilerleyen özellik taşır öyle lider ister. Kafasını hep ileriye dönmüştür. Hiçbir za-man boyun eğici, kabullenici olmamıştır.

1990’lı yılların şehirlerinde örgütlenen toplum yavaş yavaş da olsa geleneklerini yerine getirmeye başlamıştır. Toplum bu açlığını gi der -mektedir. İlerlemeyi ve gelişmeyi hedef almış olan Alevi-Bektaşi top-lumu için yeterli kelimesi yetmemiştir. Hep daha iyiye, daha ileriye demiştir. Bu istek, bu arayış, yolun kurucusu tarafından iki kelime ile özetlenmiştir. “Ara Bul!”

Arayış, şehirlerde dernekleşerek örgütlenen toplumun örgütlerin ba-şın daki yöneticileri zorlaması, sıkıştırması ile yeni açılımlar yaratmıştır. Örgüt yöneticileri sorunların ortak kısımlarını paylaşmış, ör güt lerin bir-liğini doğurmuştur. Dernekler federasyonlara dönüşmüştür.

Karışık şehir toplumu, bulundukları mahallelere farklı bölgelerden, köylerden geldiğini belirtmiştik. Doğal olarak her yöre kendi kültürünü yaşam biçimini yaşatmak isteyecektir. Hatta önde olmayı, kendi düşün-cesinin doğruluğunu ispatlamaya çalışacaktır. Bunun için; en iyi benim yolum en doğru benimki diyecektir. Sayıca ya da farklı bir biçimde üstün gelmeye çalışacaktır. Kısaca bulunduğu örgüte kendi benliğini kabul et-tirmeye çalışacaktır. Bu yaşatma çabasının içinde toplumun eski örgü-tünün daha doğrusu asıl örgütünün bozulmuş yapısının da etkisi vardır. Ocaklar dergâhlar benim ocağım yürüsün benim ocağım üstündür ça-basını burada da sürdürmektedir. Ama bu, doğrunun, gerçeğin tekliği kuralını değiştirmeyecektir.

Ocakların kurcu liderleri Hoca Ahmet Yesevi okullarında yetişen erenler olduğunu bu kişilere “Horasan Erenleri” dendiğini söylemiştik.

Horasan erenleri hem soy hem de yol olarak İmam Ali’ye bağlı oldukla-rını bilmekteyiz. Soy olarak silsilelerine (şecerelerine) bakacak olursak bazı ocakların diğerlerine göre İmam Ali’ye soyca daha yakın olduğu-nu görürüz. Ama liderlik bu yakın ocaklara verilmemiştir. Horasan ve Anadolu’ya gelen Rum erenlerinin liderliği şecere bakımından bazıla-rına göre daha uzak olan, ama liderlik özellikleri bakımından daha uy-gun olan Hacı Bektaş Veli’ye verilmiştir. O erenlerin başı “Serçeşme” olmuştur.

Hacı Bektaş Veli yaptığı liderlik, birleştiricilik, mürşitlik ile “Hünkâr” sıfatını; taşıdığı velayet makamı ile “Veli”lik sıfatını almıştır. Bu nedenle tüm erenler ona biat etmiş bağlanmıştır. Hırka ve post ona verilmiştir.

XIII. yüzyılda kurulan bu birlik ve düzen iki ya da üç yüzyıl ka-dar sürmüştür. Bu süreçte toplum gelişimini sürdürmüş. Örgütün yapısı oturmuştur. Anadolu, Balkanlar, Mısır, Horasan bölgelerine kadar ya-yılmıştır. Toplum özünü bulmuş, gereksinimlerini bu örgütsel düzen ile gidermiştir. Yaşam biçimiyle inancıyla bu özün üzerinde şekli boyutu-nu geliştirmiştir. Vücuda elbise giydirmiştir. (on iki hizmet, cem töreni) böylece ibadeti yaşam biçimine uymuştur.

XVI. yüzyıla kadar gelişen topluma çatı görevini üstlenen Osman-lı Devleti de bu gelişmeyle büyümüş sınırlarını Avrupa’ya, Afrika’ya, Asya’ya kadar genişletmiş. İmparatorluğa dönüşmüştür. Bu büyüme etrafındaki diğer devlet ve hükümdarları kıskandırmıştır. Bu devirde iki büyük Türk devletinin liderini (Yavuz Selim ile Şah İsmail) tamah-kârlık hırs bürümüştür. Toprak kazanma ve hükümdarlık hırsı Anadolu insanına zarar vermiştir. Çıkar uğruna düzen bozulmuş, halkın üzerin-de oyunlar oynanmıştır. Bu hükümdarlar, ne insanlara, ne topluma, ne de inanç biçimlerine saygı göstermemişlerdir. Her ikisi de bu değerlere zarar vermişlerdir. Bu ilk bozukluk ile Yavuz Selim hükümdarlığı altın-daki Osmanlı topraklarındaki Alevi-Bektaşi toplumu kılıç zoruyla yok etmeye ya da değişime (asimilasyona) zorlanmıştır. Çünkü hükümdar bu toplumdan korkmuştur. Hükümdarlık için tehlike olarak görmüştür. Böylece Osmanlı Devletinin Temelini oluşturan değerler yıpratılmış. Devlet ile halk arasındaki bağ koparılmıştır. Hükümdar, devletinin te-melini oluşturan halka sırtını dönmüştür. Osmanlı, bindiği dalı kes meye başlamıştır.

Yavuz Selim’den sonra gelen hükümdarlarda aynı yolu sür dür müş-lerdir. Nitekim Kanuni Sultan Süleyman zamanında Avrupa’ya dü zen le-nen seferlere kaynak yaratmak için vergilerin artırılmasıyla zaten kıt lık ve açlık ile mücadele eden Anadolu İnsanı artık baş kaldırmış ayaklan-mıştır. Ekonomik sıkıntı yüzünden çıkan bu ayaklanma tüm Anadolu’yu sarmıştır. Osmanlı tarihindeki en büyük ayaklanmalardan biri olmuştur. Alevi-Bektaşi toplumunun lideri olan Hacı Bektaş Veli postnişini Kalen-der Çelebi bu ayaklanmanın başında yer almak zorunda kalmıştır. (Bir-çok tarihçi bunu mezhep ayaklanması olarak tanımlayarak yanılmakta-dır.) Bu ayaklanmanın bastırılmasından sonra Osmanlı Sultanı iyiden iyiye bu toplumdan korkmuş, hükümdarlık tedbirlerini yükseltmiştir. Başlangıçta kılıç ve zor ile yapılan asimilasyon hareketi, Kanuni Sultan Süleyman ile politikayla, hileyle, iftirayla (mum söndü) yürütülmüştür. Yapılan politika basit ama etkilidir.

Böl ve Yönet

O zamana kadar Serçeşme’den “El Ele, El Hakk’a” ilkesiyle yönetilen Alevi-Bektaşi toplumu (Mürşit-Dede-Rehber-Talip) ustaca sokulan nifak tohumu ile (Mücerretlik) toplumun başı bölünmüştür. Toplum bölünerek zayıfl amış, başlangıçta kurulan birlik bozulmuştur.

Alevi-Bektaşi toplumunun o zamana kadarki birliğini oluşturan te-mel öğelere, namusuna, liderine, Mürşitlik (Postnişinlik) makamına leke getirilmiş makam bölünmüştür. Bu bölünme başlangıçta tüm erenlerin bağlandığı Serçeşme’den kopmalar olmuştur. Bu durumdan yararlanan ocak liderlerinden bazıları bulundukları bölgeden itibaren ön plana ken-dilerini çıkarmaya başlamışlardır. Tepedeki birlik yerine, her ocak “Ben soyca İmam Ali’ye daha yakınım. Dolayısıyla ben daha üstünüm. Ben daha uluyum.” gibi benliğe girmişlerdir. Bu benlik toplumda bölünme-yi büyütmüştür. Tamah ve hırs yükselmiştir. Yolun ululuğu, üstünlüğü kalkmış birlik ve beraberlik kalmamıştır. Ama bu bozulma oyuna gel-meyen Serçeşme’ye bağlılığını sürdüren ocaklarda olmamış ya da çok sonraları (başka nedenlerle de olabilir) olmuştur.

KARANLIĞIN İÇİNDE YANAN BİR MUM, ORANIN GÜNEŞİDİR

Toplumsal Birliğimiz - Bölüm: IIHüseyin Sinan Ulusoy

Page 19: Serşeçme Sayı 24 Ekim-Kasım 2006

SERÇESME

Ekim-Kasım 2006 19

SERÇEÞME

Ocaklar atalarının sözlerine karşı çıkmış, nefi sleri üstün gelmiştir. Yöresel liderlikler or-taya çıkmıştır.

Günümüz toplumu bunu ancak şehirleşme ile görebilmiştir. Çünkü köyünden çıkmış, fark-lı insanlarla karşılaşmıştır. Toplumumuz bu so-runa çözüm ürettiği zaman birliğine tek rar ka-vuşacaktır. Kaostan çıkılacak, düze ne yeniden gelinecektir. Yöneticiler tek lider altında görev alacaklardır. Yaşadığımız za ma nın kaosu birli-ğimizin olmayışı, tek elden liderin olmayışıdır. Serçeşme’yi bula ma yı şı mızdır.

Alevi-Bektaşi toplumu olarak, yüzyıllardır sürdürdüğümüz geleneklerimiz, yöreden yöre-ye şekli olarak farklı olsa da öz olarak tekdir. Önemli olan bu teklik etrafında birleşmektir. Bu teklik;

İmama Ali’ye duyulan sevgidir. İmam Hüseyin yolundan gitmektir. Üçler, Beşler, Yediler Kırklar’dır. On iki hizmet, Cem Törenidir. (şekli farklı

olsa da) Örgütsel düzendir. (Mürşit-Dede-Rehber-Talip)

Dört Kapı Kırk Makam’dır. Serçeşme’dir.

Bölünüp parçalanan inançlar yok ol ma ya ya da kendi değerlerinden uzaklaşıp baş ka de-ğerlerin etkisi altında kalmaya mah kûm durlar evrensel doğrularımızı yarınlara taşıyıp yok olmamak için yolumuzun temel ilkesi olan “Bir olmak, iri olmak ve diri olmak.” bizlerinde temel ilkesi olmalıdır.

Bu birlikteliğin tek yolu da Serçeşme’dir

ŞikâyetnameHüseyin İlbey,

15 Eylül 2006, İzmir

Serçeşme Dergisi’ne,Aşağıdaki yazımı,

bütün yasal ve hukuksal sorumluluklar bana ait olmak üzere,

yayımlamanızı dilerim…

Serçeşme Dergisi’nin Şubat 2006, 19. sayısı ile Mart-Nisan 2006, 20. sayısında yayımlanan, “Kısas Kültürel Mirası Geliştirme Projesi”yle ilgili dosyanız için size teşekkür etmek isti-

yorum…Bu dosyanızı “ibretle ve hayretle okudum” dersem, yalan yazmış olurum… Çünkü içinde Cem

Vakfı’nın olduğu, onların kotardığı hiçbir işe artık hayretle ve ibretle bakmıyorum. Sadece, içimde kabaran “hiddet ve lanet” duygularıyla bakmaktan başka bir şey gelmiyor elimden. Fakat hiddet, şiddet ve lanet inançlarıma, kişiliğime, dünya görüşüme uymayan, o nedenle de içimde barına-mayan duygular. Sonuçta, sadece acınası hal ve gidişleri kalıyor ki, öyle bakıyorum kendilerine, karnelerine sıfırı basıyorum…

Dosya olarak ele alıp işlediğiniz “Kısas Projesi”nin ne mene bir “üç kâğıt” fırıldağı olduğunu, dergiyi ve bu dosyayı okuyup izleyenler çok net şekilde anlamışlardır umudundayım.

Daha öncesini bilmiyorum. 1950’lerde gerici Demokrat Parti’nin kuyruğuna takılan; daha sonra, başta Deniz, Yusuf ve Hüseyin olmak üzere, yurtsever binlerce gencimizi asarak, ite kur-da katlettirerek yok eden; elleri kanlı, bütün aile efradıyla, yakın çevresiyle hırsızlık, yolsuzluk, hortumculuk batağında debelenen Süleyman Demirel’in Adalet Partisi’ne yamanan; en sonunda da, beygir suratlı, hırsız, elleri kanlı Amerika’nın “bizim oğlanları”, 12 Eylül’ün faşist generalle-rinin kurduğu Milliyetçi Demokrat Parti’den milletvekili adayı olan Dede İzzettin Doğan’ın kur-duğu Cem Vakfı, anlaşılan, Tansu Çiller’in eteklerini öperek devletten para koparma, Diyanet’in dev bütçesinden pay kapma; Kerbela’da katledilenlerin kesik başlarını, kanlı bedenlerini kefene sarıp yeniden pazarlama; Aleviliği bin yıllık doğru yolundan saptırarak İslamlaştırma, Alevile-ri has Müslüman’a dönüştürme, cemevlerini camiye çevirme melanetleri yetmemiş ki, şimdi de, Avrupa’dan proje adı altında koparacakları 300 bin Avro’yu ceplerine atmak için, Kısaslıları bölüp parçama, onların inançlarını, inanç ritüellerini, kültürlerini pazarlamaya kalkmışlar…

Tam kendi geçmişlerine ve tıynetlerine uygun bir işe sıvanmışlar ki, Arapların Kureyş Kabilesi’nin her şeye muktedir “Yüce Allah’ı” müstahaklarını versin…

Bu projeyi (anladıklarım yanlış değilse eğer) Cem Vakfı adına yürüten, aynı vakfın kuru cu-larından Doğan Bermek, Serçeşme’nin kendisiyle yaptığı söyleşide, sıvandığı işin doğruluğunu ve gerekliliğini savunurken, Türkiye çöngülünde ne kadar çam, gürgen meşe varsa tümünü devirip yere sermekte; bindiği çürük dalın çatırdadığını, 300 bin Avro paranın tehlikeye düştüğünü, kuş olup uçmakta olduğunu anladığından, işi küstahlığa, utanmazlığa, saygısızlığa, edepsizliğe kadar vardırmaktadır…

Söyleşisinde, Serçeşme’nin 19. sayısında aynen şöyle konuşuyor: “Veliyettin Bey meselesine gelince, …”

Anadolu Alevilerinin Kâbe’si olan bir mekândaki postta oturan insanı böyle, “falanca kişi meseline gelince…” gibi bir cümleyle anmak, utanmazlıktan, cahillikten öte, ham ervahlıktır, bu inancın sahiplerine ve Kâbelerine saygısızlıktır…

Fakat saygısızlık ve ham ervahlık, bununla da kalmıyor, “beterin beteri var”ın zirvesine ula-şıyor:

Kısaslıları kastederek, “Veliyettin Bey de malını iyi bildiği için, yani ortamı gayet iyi bildiği için bu tür spekülasyonlara izin vermiyor.”

Bu sözlerin altından kalkmak, elbetteki öncelikle “Veliyettin Bey”in ve Kısaslıların görevi-dir… Ama ben, Veliyettin Efendi ve Kısaslılara, içimde kıvranıp duran soruyu sormak zorunda-yım: Kısas lı lar sizin “malınız” mıdır, yani koyun sürünüz müdür, siz de onların “çobanı” mısınız?.. Ayrıca Doğan Bermek’in sözünü ettiği, sizin de iyi bildiğinizi söylediği “ortam” da, yani Kısas da o sürünün ahırı, ağılı mıdır?..

Bir gün canı sıkılan Padişah, İncili Çavuş’a, “İncili, bana öyle bir laf et ki, özrü kabahatinden büyük olsun… Ben de bu lafına güleyim, keyfi m ye ri ne gelsin” der. Tam o sırada, padişah önde, İn ci li arkada bir merdiven çıkıyorlarmış… İncili, pa dişahın kıçına esaslı bir parmak atmış. Padişah, hışımla arkaya dönüp, “Sen ne yaptığını sanıyorsun bre gafi l!” diye kükremiş. İncili, hiç istifi ni bozma-mış : “Bağışlayın Sultanım, sizi muhterem zevceniz sandım.”

Elbette ki ben, Veliyettin Efendi’nin ve Kısas lı-ların avukatı değilim. Eminim ki, Veliyettin Efendi ve Kısaslılar, bu adama ve adına iş kotardığı Cem Vakfı’na haddini bildirecek, Kısas’ta kurdukları bü royu efendice kapatıp, kendilerine ve orada ça lı-şan elemanlarına Kısas’tan çıkış yolunu göste re cek-lerdir…

Süleyman Demirel Üniversitesiİlahiyat Fakültesi

tarafından düzenlenen ve 28-30 Eylül 2005 tarihleri arasında

Isparta’da yapılanI. ULUSLARARASI BEKTAŞİLİK VE

ALEVİLİK SEMPOZYUMU’na sunulan bildirilerin tam metnini okumak

isteyen okuyucularımız kitap olarak fakülteden alabilecekleri

gibi, internet sitesinden de okuyabilir ya da indirebilirler:

<ilahiyat.sdu.edu.tr/html/yayinlar.html>

Hacı Bektaş Veli Kültür Derneği Gaziantep Şubesi’nin 3 Aralık Pazar günü Serçeşme dergisi yararına düzenlediği konserden

Page 20: Serşeçme Sayı 24 Ekim-Kasım 2006

Üç ya da Yedinci Günde Rızalık LokmasıHakk’a yürüyen Can için üçüncü ve yedinci günlerin anlamını yuka-rıdaki başlıklarda açıkladık. Burada onları tekrar etmeyeceğiz. Şimdi sunmayı düşündüğümüz şey, Rızalık Lokması ile ilgili olan erkândır

Kızılbaşlıkta üçüncü ya da yedinci günü için verilmesi gereken Rıza-lık Lokması, hem “Yol Kardeşliği” hem de “komşuluk” hakkına veri lir. Sanıldığı gibi bu lokma, Hakk’a yürüyen canın varsa Musahip kardeşi ve en yakınları tarafından verilmez. Çünkü bu lokma, haneye özgü bir lok-ma değil “Yol-Erkân-Meydan” hakkına verilmesi gereken bir lokmadır.

Bu bağlamda bu lokma, varsa Musahip Kardeş başta olmak üzere en yakınlarında içinde olduğu bütün “Yol kardeşleri”nce verilir. Hakk’a yürüyen canın evinde ya da Cemevinde verilir bu lokma.

Hakk’a yürüyen Canın en yakınlarıyla Musahibi rızalık için “Un Helvası” dökerler ya da “Kömbe” yaparlar. Konumlarına göre değişik yemekler de hazırlayabilirler. Bunun dışında her evden de lokmalar hazır edilerek getirilir.

Anlaşılacağı gibi Rızalık Lokmasında da diğer Kızılbaş Cem Mey-danlarında olduğu gibi “Kanlı Kurban” yoktur. Ne var ki, özellikle kimi bölge Kızılbaşlarının Yol-Erkân-Meydan yürüten Pirleri, kanlı kurban olmadan Meydan açmamaktadırlar. Gören sanır, bu Pirler, Hak için kendi canını yatırıyor o Meydana! Ya da bu Meydan, bir Kızılbaş Alevi Meydanı değil de, tersine bir Bektaşi savaş örgütü olan ve karavananın koçsuz, boğasız kaynamadığı, Yeniçeri Meydanı! Öyle de anlamış ola-caklar ki zâhir okudukları gülbanklarda da; “taşsın dökülmesin, artsın eksilmesin, yağ olsun, bal olsun, hepimize yarasın, bu gitti yenisi gel-sin!” türünden yağmaya yönelik ifadeler kullanmaktadırlar. Bunun ne yol ne de erkân olmadığını belirtelim

Ancak, kimi alışkanlıkları terk ettirmek de kolay olmamaktadır. Bu nedenle yeniden kendi özüyle Dâr olmaya çalışan Kızılbaş evlatlarına tavsiyemiz, Kanlı Kurban hazırlayıp lokma vermeyi alışkanlık haline getirmiş, birçok sosyal nedenden dolayı terk etmekle zorlanan Canlar, çok özel hallerde bu lokmaları sunsunlar, ama azaltarak sunsunlar. Bu güne dek bu türden Lokma vermemiş olanlar ise hiç başlamasınlar. Yeni olarak Yol-Erkân-Meydan tutanlar için ise Kanlı Kurban, katil olmakla eş anlamlıdır yapmasınlar.

Bu gerekli notu düştükten sonra tekrar konumuza dönebiliriz.Rızalık Lokmasının verilmesi için açılan Meydanda, Pir dışında beş

“Hizmetli” bulunur. Bunlardan birisi, Delilcidir; ikincisi Sakidir; üçün-cüsü Zâkir; dördüncüsü Gözcü; beşincisi ise Meydancıdır. Oniki Hiz-metin tamamı bu Meydanda olması gerekmiyor.

Pir, Rızalık Lokması Meydanını diğer meydanlardaki gibi erkâna uy-gun olarak alır. Pir’in Meydan almasında Meydancı Pire yardımcı olur.

Zâkir Pir için bir davet tezkeresi okur. Pir Meydana girer, Rızalık ala rak makamına oturur. Diğer Meydanlarda olduğu gibi önce Delilciyi alır, dört ya da on iki adet mum yakılır. Gülbanklar değişmez, diğer mey-danlardaki hizmet Gülbanklarıdır.

Sonra Saki gelir. O da hizmetini yerine getirir ve Pir nefesi Gülban-kını alır. Sonra Meydancı, sonra da Gözcü gelir ve hizmet erkânlarını yürütürler.

Meydancı destur alarak, en başta varsa Musahip Kardeşleri, yoksa Hakk’a yürüyen canın annesini ya da eşini Meydana lokmasıyla alır. Onun yanına iki çift de Musahiplilerden lokmalarıyla alır. Hazırda Mu-sahipli yoksa, yetişkin çiftlerden iki çift Meydana davet edilir. Erkân üzere lokma sahiplerine, Meydan hakkı için Meydan adına Pir, bir Lok-ma Gülbankı verir:

“Tende ve Canda kendini vareden Hakk’ın adıyla Bismişah Allah Allah!

Ey canlar! (Üç ya da Yedi) gün önce bedeni dünyamızdan ayrılıp Hak diyarına yolcu ettiğimiz sevgili canımız, Zeynep kızı Aslı’ nın (ya da oğlu Mazlum’un) canı hakkı için; (varsa) Musahibi ve evhanesi hakkı için; yol kardeşleri ve kapı komşuları hakkı için, rızalık teslim edip rızalık almak üzere, bu akşam lokma dökülmüştür.

Bismişah Allah Allah!...

Lokmamız hak bula Hak katında makbul ola. Her ocağa bu mey-dandan nasip gide. Aç, çıplak cümle mazlum nasiplene. Dâr’da olan, zorda olan, verdiğimiz lokmadan nasibini ala. Müşkülünü hallede. Dertlere deva, acılara merhem ola. Belalara karşı gele. Binlerce eski-

nin ruh ları şad ola. Binlerce geleceğe rehber ola. Kazanana, getirene, ha zır layana, Hızır yardım ede, saklaya, bekleye. Güzel canımızın ca-nı na değe, ruhu mutlu ola, bizimle ola. Geride kalanlarına uzun ömür ola. Tertemiz bir yaşam nasip ola. Sevgi, mutluluk, bolluk ve bereket hanesinden, hanelerimizden eksik olmaya. Duvarlarından taş gözle-rinden yaş dökülmeye. Yiyene ve yedirene Rızalık Lokması ola. He-lal hol ola. Dil bizden kerem Bozatlı Hızır’dan ola. Gerçeğe Hü!”

Bunu söyledikten sonra başparmağını dudaklarına götürerek niyaz-da bulunur ve baş keser.

Hazır bulunan canlarda aynı şekilde, “Gerçekler aşkına” diyerek ni-yazda bulunup baş keserler. Lokmalarıyla dâr’da olan canlar, ellerindeki lokmalarını Pir önüne koyar, Pir’le niyazlaşır ve geri çekilirler. Geri çe-kilmede dikkat edilmesi gereken husus, dâr’daki canlar, niyazlaşıp geri çekilirken usulünce çekilirler. Pir’e ve Meydana arkalarını dönmezler. Kural olarak eşikten çıkıncıya dek arka arka giderler. Erkân “Can Cana, Can Cemale” şeklindedir. Arka dönmek Meydan iradesine saygısızlık-tır. Erkân bittikten sonra Hakk’a yürüyen canın yakınları Pir postunun soluna oturtulur.

Bu erkân tamamlandıktan sonra Lokmalar ve yemekler Meydan Can-la rına dağıtılır. Çocukların sofrası öncelikle kurulur ve onlar erkânsız ye meklerini yerler. Çocuklar masum-u paktır Kızılbaş Meydanında. On ların varlığıyla Meydanın, onların paklığından ve masumluğundan nasiplenmesi demektir. Bu nedenle, Çocukların sofrasını cemevlerinde Meydanın ortasına kurmakta büyük nasiplenmek vardır. Özünde o sof-raya çağır. O sofra seni arındıracaktır. Aynın açılacak, nasibin bol ola-caktır. Yeter ki cesaret et ve iste!...

Sofraya el sürme Pir’in vereceği desturla olur. Dağıtım tamam lan-dıktan sonra Meydancı hazır canlara sorar; “Elimizde yok altın tera-zi! Her can oldu mu hakkına razı?” der. Herhangi bir aksaklık yoksa Meydan canları; “Gerçeğe Hü!” der ve rızalık verir. Bu erkân, üç kez tekrarlanır. Sonuçta Pir daha önceki erkândan önüne konmuş hazır lok-malardan birer lokma alır ve Hakk’a yürüyen canın Musahibine, eşine ve anasına sunar. Niyazlaşırlar. Sonra Pir “Yürüye Şah Yürüye” der ve yemek için destur verir.

“Bismişah” diyen önündeki lokmasını yemeye koyulur. Mümkün ol-duğunca sessiz olunmaya gayret gösterilir. Hakk’a yürüyen cana ve o Meydana saygının gereğidir bu.

Yemekler yendikten sonra sofra toplanır. Meydancı “Gerçeğe Hü” diyerek canları Rızalık Gülbankı için edep ve erkâna davet eder. Zâkir meydan alır. Zâkir güne uygun bir mersiye okur. Bir örnek olsun:

Gerçeğe Hü!...Seyran edip bu âlemi geçerkenUğradım gördüm bir bölük canları Cümlesinin erkânı bir yolu birGüruhu Naci derler sevmişiz biz anlarıDurakları irfan bağıyla bostanSilinmiş kalpleri gümandan pastanCümlenin muradı lokmadır dosttanArı petek baldır sadalaşır ünleriSıratı mizanı anlar geçmişlerSenlik benlik davasını yıkmışlarAl giymişler yas donundan çıkmışlarŞol Hüseyin aşkına aktı gözyaşları(…)Kul Himmet’im gerçeklerin bu meydanÖzün yumuşlar kirden kubardanErimişler Kırkların içtiği tastanEl ele El Hakk’a bağlanmış canları.

Zâkir nefesini bitirip sazına niyazda bulunurken Pir nefeslenir:

“Tende ve Canda kendini vareden Hakk’ın adıyla Bismişah Allah Al-lah!... Değerli canlar, Hakk’a yürüyen Canımız Zeynep Kızı Aslı, be-den evini bu gün terk etmektedir. Can bedeni bugün terk etmektedir inanışımıza göre. Verilen Rızalık Lokması bu yolculuk hakkı içindir aynı zamanda. Canımızın aramızdan ayrılan bedenidir. O ise her za-man bizimle olacaktır. Hakk’a yürüyen Canımız ve Meydanımız için her canı bir dakikalık susmaya ve içe kapanmaya davet ediyorum.”

20 Sayı 24

KIZILBAŞ ALEVİLİKTE BEDEN (DON) DEĞİŞİMİ: HAKK’A YÜRÜME

Hakk’a Yürüyen Can için Erkân – Bölüm: VHaşim Kutlu

SERÇEÞME

Page 21: Serşeçme Sayı 24 Ekim-Kasım 2006

Cümle Meydan canları ayaklanır ve o anda dâr olurlar. Eller boyunda kement olur sağ ayak baş parmağı sol ayak baş parmağı üzerine konu-larak vücut “Saf”lıkta ve “Pak”lıkta Bir’lenir. Bir dakikalık bir sükut tan sonra Pir, dâr Bir’liğini hiç bozmadan devam eder. “Bismişah Allah Al-lah!.. El ele El Hakk’a Canlar!” der. Canlar, El ele vererek secde eder ler. Secde safl arı bozmadan hafi f öne eğilmelidir. Pir devam eder:

“Ya Hızır!...

Akşamlar hayır ola! Hayırlar feth ola. Günahlar af ola. El ele, el Hakk’a yete. Dâr’lık, Rızalık, Bir’lik Menzile yete. Cemi canlar bir-birinden razı ola. Gam kasavat, adavet Meydanımızdan ve haneleri-mizden uzak dura. Verdiğimiz ikrar bizimle ola. Durduğumuz dâr, bizi hiçbir mecliste zora düşürmeye. İkrar ve iman her cana nasip ola. İkrarsız ve imansız hiçbir can Hakk’a yürümeye. Rızasız lokma yedirmeye. Her hizmetlinin hizmetini Hakk’a yetire. Hanelerimiz-den yürek ferahlığı, yüreklerimizde dostun sıcaklığı eksik olmaya. Acısı olanın acısı dine. Her canın mutluluğu, dirliği ve birliği daim ola. Gözlerinizden yaş hanelerinizden taş dökülmeye. Hakk’a yürü-yen canımızdan biz razı olduk, Hak da ondan razı ola. Yolunu açık mekanını nur eyleye. Dâr ola. Yar ola. Deliller sır ola! Ağızlar, gözler, tenler ve canlar mühürlene. Dil bizden ola; kerem Bozatlı Hızır’dan ola. Gerçeğe Hü!”

Gülbank bittikten sonra canlar sırayla, Pir ile niyazlaşırlar. Pirin ya-nında duran Hakk’a yürüyen canın yakınlarıyla niyazlaşır. “Yolu açık, mekânı nur olsun” diyerek tazimde bulunurlar. Deliller Sır’lanır. Mey-dan Sır’lanarak bitirilmiş olur. Dileyen canlar, orada kalırlar ve Hakk’a yürüyen can ile ilgili sohbet eder, ayrılık acısı çeken ailesi ve yakınları-nın yüklerini paylaşmaya çalışırlar.

Rızalık Lokması Yerine Kanlı Kurban Tığlamışlar İçin

Lokma Gülbankı“Tende ve Canda kendini vareden, doğan ve doğuran, esirgeyen ve bağışlayan Hakkın adıyla!

Senden geldim sana giderim. Ya Hak ben ispatsızlardan değilim! Ya Hak sen bende varolansın ben sende yok olanım!...Demine, devranı-na, gerçekler aşkına Hü!...

Bismişah Halla Halla! Ferman-ı Celil, Kurban-ı Halil, Delil-i Cebra-il, Tercüman-ı İsmail ola!

Yüzümüz yerde ola! Özümüz dâr’da, Dâr-ı Mansur’da ola!... Tenimiz tercüman canımız kurban ola!... Kurbanlar mübarek ola!...

Binlerce eskiye armağan ola. Ruhları şad ola. Mekânları Nur ola. Binlerce yeniye karşı gele. Yollarına ışık özlerine terazi ola. Hak na-sip eyleye. Hızır kerem eyleye. Bu son incinen can ola. Son dökülen kan ola. Nefs için olmaya Hak için ola. Hak katında makbul ola.

Üçler şahit ola. Beşler menzil vere. Yediler Hak katına götüre. On-ikiler Meydanında dâr ola. Kırklar katarından ayrılmaya. Hak Mey-danı her cana nasip ola. Hiçbir can ikrarsız imansız Hakk’a yürü-meye. Kurbanımız cümle günahlara, kusurlara bedel ola. Hak mey-danına niyaz ola. Her haneye nasip gide. Bin belaya karşı gele. Bin kötülüğü hanemizden vücud şehrimizden defheyleye.

Ya Hızır, Ya Şah-ı Merdan. Kurban ettiğimiz bu can, son kez in ci-nen can olsun! Döktüğümüz kan, son dökülen kan olsun! Du var-larımızdan taş, gözümüzden yaş dökülmesin. Aç görürsek do yu ra-lım. Çıplak görürsek giydirelim. Varlıkta övünmeyelim. Yok lukta yerinmeyelim. Soframız bereketli olsun, ocağımız gür, hane miz şen olsun. Kazanana, pişirene, hazır edip getirene Bozatlı Hızır yardımcı olsun. Acıları olan canlarımızın acılarını dindirsin. Yüklerini hafi f-letsin. Yüreklerine ferahlık gelsin.

Dil bizden kerem hazreti Pirden olsun! Gerçeğe Hü!...”

Bu Gülbank, erkek çocukların bir erginleme töreni olan sünnet er-kânında da aynı şekilde okunur. Sünnet, Yol-Erkân-Meydan’a girmez. O bir gelenek olarak vardır. Erkek çocuğun bir halden bir başka hale ge-çişini simgeler. Kızılbaşlar Sünnete bundan başka bir anlam vermezler. Hele, İslam’daki erkeği yücelten, onun önünde secdeyi zorunlu kılan bir anlamı ise hiçbir şekilde vermezler. Verme eğiliminde olanlar ise Yol-Erkân-Meydan ile alakaları kalmamış olanlardır.

Postmodern yaklaşımlar, ona yüklenilen anlam bakımından İslam’daki Sünnet ile Kızılbaştaki sünneti aynılaştırıyorlar, ama, “Sağ-

lıkla ilgili olarak bu kural konmuş” gibi bir usavurma yapıyorlar. Müs-lüman Peygamberini kendilerinde güzelleştirelim derken, onun kendi çağında, onun kendinde de olmayan bir anlamı ona yüklemiş oluyorlar. Kuşkusuz bu doğru değil. Sünnet Erkânını biz Yol-Erkân-Meydan ile ilgili bir başka broşür çalışmamızda vereceğiz. Burada değinip geçiyo-ruz.

Hakk’a Yürüyen Canın Kırk Gün ErkânıHakk’a yürüyen bir Can için “Kırk Gün” ne demektir, Kızılbaşlık açı-sından bu erkâna nasıl yaklaşılmaktır? Onun yaratılış felsefesinde bu belirleme nereye oturmaktadır, özetle bu çalışmanın başında ifade ettik. Burada tekrarlama gereği duymuyoruz.

Kırkıncı Gün Meydanının açılması ve erkânının yürütülmesine ge-lince, gerek Meydanın açılma usulü, gerekse erkânlarının yürütülmesi ve hizmetler, Rızalık Lokması Meydanında olduğu gibidir. Bu yönden o erkânlara ilave edilebilecek herhangi bir farklılık bulunmamaktadır.

Buna karşın belirtebileceğimiz bir tek farklılık bulunmaktadır. Bu farklılık da Kırk Lokması’yla ilgili olanıdır. Kırk Lokması’nı, var ise Hakk’a yürüyen canın Musahibi, eşi, anne ve babası ya da kardeşleri üstlenir. Bunlardan yoksun bir Can ise ifade ettiklerimiz dışında kalan yakın akrabaları üstlenir. Hiç kimsesi yoksa, onu da Yol Kardeşliği hak-kına, Kızılbaş Meydanı üstlenir.

EKLER:

Üç Ayrı Erkân Üç Ayrı Belge

İslam Şeriatına Göre Ölü(Orhan Hançerlioğlu, İslam İnançları Sözlüğü,

s. 455-457. Özetle alındı.)

YAŞAMI sona erip cansız kalan…İslam şeriatında ölü, hastalığın-dan gömülmesine kadar bütün ayrıntılarıyla saptanmış hükümleri

bulunan başlı başına bir konudur. Ölmek üzere bulunan hastanın başı-nı Kıble’ye doğru sağ yanına çevirmek sünnettir. Hem başının hem de ayaklarının Kıble’ye karşı gelmesi için sırtına bir yastık konarak hafi fçe doğrultulur. Başına yakınlarından biri oturup ona hatırlatmak için bir-kaç kez kelime-i şehadet (bkz. Kelime-i şehadet) getirir. Ama hastaya bunu söylemesini asla ihtar etmez, çünkü ölecek olanın bunu kendili-ğinden söylemesi gerekir. Sadece kelime-i tevhid de söylenebilir. Bunu bir kez söyleyerek ölen insan cennete gider. Ölmek üzere olan hastanın yanında Yasin Suresinin okunması onun günahlarını bağışlatabilir. Ra’d suresinin okunması da sünnettir. Ölünün yıkanmasından gömül me sine kadar yapılan tüm hazırlıklara techiz denir. Techiz ve gömme (defi n) iş-lemlerinin acele yapılması müstehabtır (yapılması her zaman gerekme-yen-HK) Şeriat (kokmaması, mikrop saçmaması, ağlayıp hay kır maları gerektirmemesi gibi bir çok nedenlerle) ölünün bir an önce gömülmesini buyurmuştur. Ölenin çirkin görünmemesi için de ölür ölmez çenesi bir tülbentle çekilerek başının üstünden bağlanır. Gözkapakları kapatılır ve elleri yanına konur. (Ellerin göğsüne konul ması ya da kavuşturulması yasaktır)

Ayaklar uzatılır, elbiseleri çıkartılar (soyulur) ve üstü örtülür. Tütsü yakılır ve odasında güzel kokular bulundurulur. Şişmemesi için karnının üstüne herhangi bir ağırlık konulur. Öldükten sonra yıkanıncaya kadar ölünün yanında Kur’an okunması mekruhtur. (Arapça iğrenç anlamına gelir. Yapılması çok kötü olan.) Sadece şu dua okunur:

“Biismillahi ve ala milleti resulullah, Allahümme yessir aleyhi emre-hu ve sehhil Aleyhi mabadehu ve es’ idhü bilikaaike vec’al ma harace ileyhi hayran mimma harace anhu.”

Ölü, teneşir adı verilen bir tahta üstüne arka üstü yatırılarak yıkanır. Önce önü ve avret yeri yıkanır ve abdest aldırılır. Bir bezle ya da elle yı-kanabilir. Yüzü, kolları, elleri ve ayakları yıkanır. Başı meshedilir. Isla-tılmış bir bezle dudaklarının içi, burun delikleri ve göbek çukuru silinir. Abdest aldırma böylelikle bitirilince üstüne ılık su dökülür. Başı ve varsa sakalı ve bıyığı sabunlanır. Sonra önce sol ta ra fa çevrilerek sağ tarafı üç kez yıkanır. Sağ tarafa döndürülerek sol tarafı da üç kez yıkanır ve su dökülür. Oturtularak karnına bastırılır, bir şey çıkarsa sadece o yıkanır. (Yeniden abdest aldırılması ve yıkanması gerekmez) Her organın en az üç kez yıkanması sünnettir. Ölü şişmişse ve dokunulamıyorsa, üstüne sadece su dökmekle yetinilir. Sonra kurulanıp kefenlenir…

Ölü yıkanıp kefenlendikten sonra musalla taşına konur ve cenaze namazı kılınır. Cenaze namazına şöyle niyet edilir: Allah için namaza,

SERÇESME

Ekim-Kasım 2006 21

(Devamı 22. Sayfada)

SERÇEÞME

Page 22: Serşeçme Sayı 24 Ekim-Kasım 2006

meyit için duaya (ölü kadınsa Meyyide için demek gerekir) ve hazır olan imama uymaya niyet ettim. Niyetten sonra Allahu Ekber denir ve şu dua okunur…

Ölü mezara Kıble’ye doğru konur ve sağ yanına yatırılır. Ölüyü me-zara indirenler bu işi yaparken Bismillahi ve billahi ve ala milleti resu-lullahi derler… Bundan sonra becerebilen bir kişi, mezar başında Kur’an okur. (Şu sureler okunur: Bk. Yasin, Tebareke, İhlas, Muavvizeteyen, Fatiha)

“Ölüm ve Ölüm Halinde Erkân”(Doç.Dr. Bedri Noyan, Bektaşilik Alevilik Nedir, s. 298, 300)

“Gerçeğin birleştirildiğini ölüm ayırmaz”

Vitrus junxit mors separabit

HAKK’A YÜRÜYEN bir muhib, derviş baba ve Dedebaba için ya-pı lan bir merasimdir. Buna “Dâr’dan indirme Erkânı”, “Lokma Er-

kâ nı” da derler. Göçen zat dost ve tanıdıklarıyla görüşüp helalaşmadan ayrılmışcasına, ailesinden ona en yakın olan bir kimse tarafından yerine getirilen bir erkândır. Hakk’a yürüyenin ruhu sükun ve istirahata girer amaç ve düşüncesiyle yapılır. Yaşadığı zaman o Bektaşı nasıl her yıl baş okutuyor, yani hizmet görerek tezkiye-i nefs ediyorsa, yine öyle tezkiye edilmiş olur.

Bu erkân aynen ikrar verme, nasib alma ve baş okutma erkânlarında olduğu gibi açılır. Çerağlar usulüyle uyarılır. Meydana usulüyle girilir. Mürşit ve diğerleri yerli yerlerine oturduktan sonra Hakk’a yürüyen kar-deşin en yakını olan kimse dar’a çıkar ve rahmetli adına baş okutma erkânı gibi önce (Rabbena zalem ma…) ayetini okur, arkasından: “Yü-züm yerde, özüm darda, Hak Muhammed Ali divanında, erenlerin Dâr-ı Mansur’unda, canım kurban tenim tercüman, bu fakirden ağrınmış in-cinmiş can kardeş var ise dile gelsün bile gelsün. Hakkıma, yoluma kai-lim. Allah Eyvallah!” tercümanını okur.

Rahmetlinin alacağı, borcu varsa varisleri bunları kabul eder, öder-ler. Böyle bir şey yoksa, hazır bulunanlar: Öz gönül birliği ile, cümlemiz hakkımızı helal eyledik. (Nusha: suçlarından vazgeçtik) Allah erenler de affetsin. Ruh-u revanı şad ve hurrem olsun. Hak erenler yardımcısı olsun… diyerek hep birden oldukları yerde niyaz eder, yer öperler.

Bu törenlerden sonra, baş okutmak erkânında olduğu gibi niyazlar ya-pılır, Mürşit bir gülbank çeker. Bunun içinde Hakk’a yürüyen canın adı-nı anarak onun için tığlanan kurbanın, okunan Kur’an’ın kabul olunması ruhunun şad olması için de cümleler söyler. Usulü ile meydandan çıkılır. Sofralar kurulur, yemekler yenir, nefesler okunur. Tığlanan kurban ve yemek masrafl arını Hakk’a yürüyen canın varisleri üstlenir.

Lokma sırasında, sofraya başkanlık eden Baba efendi bir tabak içe-risindeki pilavdan hazır bulunanlara, sıra ile bir kaşık pilavı kendi eliyle yedirir ve bu esnada, her kaşık verişte: “Hakk’a yürüyen kardeşimiz …’ın ruh-u revanı şad ve hurrem olsun!” diye söyler.

(Not: Bu pilav yeme işinde, sıra ile mürşide her gelen kendi kaşığı ile gelir. Ayakta niyaz ile kaşığı mürşide sunar. Mürşit, pilavı onun ağzına uzatırken önce onun elini öper, sonra pilavı ağzına alır, yer. Yine niyaz ile kaşığını alıp yerine döner.)

Bu lokma töreni sırasında Nefes ve Düvaz’lar okunur, demiştim ki bu günlerde okunacak, konu ile ilgili nefesler de vardır.

Lokma Töreni de denilen bu ölüm erkânı, Hakk’a yürüyenin göçü şü-nün yedinci veya Kırkıncı günü içinde yapılır. Üçüncü günü de yapı la-bilir. (…)

Bektaşilerde “insan aslına dönecektir” inanışına uygun olarak, bede-nin toprağa karışıp erimesi istenir: (Topraktan hasıl, toprağa vasıl) Ruh da yücelmiş, olgunlaşmış olarak “asli Ruh”a, Tanrı ruhuna, Gerçeğe dönmelidir. Bu nedenle Hakk’a yürüyenin tabutla gömülmesi, kabir için-de çimento ve tuğladan lahit yapılması sonradan edinilmiş âdetlerdir.

Bektaşi, ancak Peygamber soyundan gelen ve ma’sum sayılan kimse arkasında namaz kılar; bütün Ca’feri mezhepliler böyle yapar. Ma’aşlı cami hocası imam sayılmaz. Aslolan ma’nevi İmamettir. Ma’aşla memu-riyetle olanı değil.

İşte bu durumda kimselere Hakk’a yürüyenlerin cenazesini yıkatmak değil, cesedini bile göstermezler. Bektaşilerde Hakk’a yürüyeni Baba veya onun yerine bu işe eli yatkın bir Derviş veya Can yıkar. Eğer buna da imkan yoksa Ca’feri mezhebine bağlı diğer mistik yol erbabından bir derviş veya muhip kimseye yaptırılır.

Bektaşi’nin cesedi “zâhir”lere gösterilmez. Sağ iken bile vücudu mah rem sayılır ve şehir hamamlarına gitmeyenler vardır. Dergâhın ha-mamında veya evlerindeki banyo yerlerinde yıkanırlar.

Cenaze yıkandıktan sonra tennuresi giydirilir veya üzerine sarılır. Kefeni bunun üzerine sarılır. Fahir, tac, kemer, kanberiyye, teslim taşı, Hakk’a yürüyenin beraberine konulmaz. Yola ilk girişindeki giydiği arakkiyyesi başına, Baba erenler veya görevlendirdiği kimse tarafından, giydirilir. Tığ-bendi boynuna dolanıp iki uçları göğsünden aşağı indi-rilerek sağ eline verilir. Tariykat-ı aliyyede (Gidiş Çeyizi) denir. Bazı yerlerde Tığbendin sağ ucu sağ ele, sol ucu da sol ele veriliyor.

Hakk’a yürüyen zat Mürşit ise, tabutuna konulmadan önce, isteyenler ona niyaza gelirler. Hayatta olduğu zamanki gibi saygı gösterirler. Vasi-yeti varsa bir gece (dinlendirirler), yani dergâhta Meydan odasında bıra-kır lardı. O zaman çevresine on iki şamdan çerağ konur, mumları bitesiye kadar uyanık kalırlardı. Cenaze başında hiçbir şey okunmaz ve kimse bulunmazdı. Çerağlar sır olunca kapıyı kilitleyip dışarı çıkarlardı.

Hakk’a yürüyenin sırlandığı (toprağa verildiği) günün akşamı kendi dergâhında göçtüğü yerde evindeki odasında çerağlar uyarılıp hayrına kurban tığlayıp helva yaparlar ve akşam lokma edildikten sonra meydan açılır, Ayn-ü Cem yapılırdı. Bektaşilerde üçüncü, yedinci veya kırkıncı gününe kadar herhangi bir günde ayrıca lokma töreni yapılır. (…)

Bektaşilerde, ıskat gibi, İslam’ın aslında bulunmayan uydurma adet-ler asla yoktur. Keza (Ölüye Telkin) konusu da uydurma sayılır. Bekta-şiler: (Biz telkini diriye yapıyoruz…Yola girdiği zaman…) derler. Yani telkin diriye olur, ölüye değil…

Alevilikte Ölüm Halinde Erkân Hakk’a Yürüyen Bir Can İçin

Yapılacak İşlemler(Dedeler Y.K. Adına Bşk. Derviş Tur İmzalı Broşürden.

Yazıma hiç dokunulmadı. Cümle yapıları, sözcüklerin kullanımı, nok-talama işaretleri tümüyle Derviş Tur Dedeye özgüdür.)

ALEVİ TOPLUMU bütün dini vecibelerini dedelerin öncülüğünde yapar. Çünkü, manevi imamlık ancak o soya aittir. Bu güne kadar

böyle devam etmiştir ve böyle biliniyor. Okumuş camii hocasını imam kabul etmezler. Onun için Alevi cenazelerinde de mümkün olduğu kadar bu görevi Dedelere yaptırırlar. Dedenin bulunmadığı yerde, yol ehli olan bir talip ve muhip bu görevi yapabilir.

Hakk’a yürüyen can hastanede ise yıkanma erkânına kadar hiçbir iş-lem olmaz. Evinde ruhunu Hakk’a teslim ediyor veya etmiş ise, sırasıyla yazdığımız erkânı yerine getirmek, her Alevi dedesinin veya hocasının görevidir.

Bir can, er kişi veya bacı kişi evinde ruhunu Hakk’a teslim ettiği zaman, yanında bulunan yaşlı biri, “Bismillah ala hümmeti Resülullah Ali’yel Veliyullah; Şefaat kıl ya Resulullah.” diyerek gözlerini kapatır. Bir temiz bez ile çenesini bağlar. “Hak la ilahe illallah Muhammeden Resulullah, Ali’yün Veliyullah. Ehlibeyti keremullah. Mürşid’i Kamilul-lah.” Bu duaları okuyarak elbiselerini çıkarır. Ayakları düzeltilir. Baş parmakları bağlanır. Elleri yanlarına düzgünce konur. Başını ve ayakla-rını kapatacak şekilde üzerine bir örtü örtülür ve üzerine güzel kokular serpilir.

1 Numaralı DuaBu aşamadan sonra o bölgede bu hizmeti yapan, dede veya hocaya haber verilir. Görevi üstlenmiş er içeriye girer girmez, Hakk’a yürüyen mefta-nın üzerine gider. Tam göğüs hizasında durur, şu Dua’yı okur:

“Bismi Şah Allah Allah. Bağışlayan ve yargılayan yüce Allah’ın ismi ile başlıyorum.”

“Allahu ekber, Allahu ekber, Allahu ekber. La ilahe illallahu vallahu ekber. Allahu ekber Velillahi hamd. Allahümme salli ala seyyiddine Muhammed. Ve Ala Ali seyyidine Muhammed.”

Bundan sonra şu Gülbengi okur:

“Ey gökleri ve yerleri yaratan kadir-i mutlak tanrım, bu gün, bu sa-atte … den doğma bacımız veya kardeşimiz Hakk’a yürüdü. Bir eşi ve benzeri olmayan Allah’ım. Rahman ve rahim olan sensin. Yargıla-yan ve bağışlayan da sensin. Bu kardeşimizi veya bacımızı Dünya’da bilerek, bilmeyerek yapmış olduğu günahlarını, Adem’i Safi yullah, Nuh’u Naciyullah, İbrahim’i Halil’ullah, İsmail’i Teslimmullah, Musa’yı Kelamullah, İsa’yı Ruhullah, Muhammed’i Habibullah, Ali’ye Veli’yullah, Ehli Beyti Rusullullah hakkı için bağışla. Hati-cetül Kübra, Fati ma’tül Zöre yüzü suyu hürmetine cehen nem narına, kabir azabına uğratma ya rab… Üçlerin, beşlerin, yedilerin, oniki imam la rın, ondört masumi pakların, onyedi kemeri bestlerin, kırk-ların, yüzüsuyu hürmetine, Hz. Muhammed’in şefaatinden mahrum ey le me ya rab. Ruhunu şad, mekanını cennet eyle ya rab.

22 Sayı 24

(Baştarafı 21. Sayfada)

SERÇEÞME

Page 23: Serşeçme Sayı 24 Ekim-Kasım 2006

Subhane rabbike rabbil izzeti ama yesifun, vessalamun alel mürselin, Elhamdülüllahi rabbil alemin. Hakk’a yürüyen ruhumuzun ruhuna fatiha.

Türkçesi: senin tanrın kudret ve izzet tan -rısıdır./ 2. Onların bütün isnatlarında mü nez-zeh tir. Peygamberlerine selamlar ol sun. Âlem-leri yaratan Tanrıya hamdolsun. Mer hu mun ruhu için El-Fatiha.

“Elhemdü lillahi rabbil’alemin, errah man-ır ahiym, maliki yevmiddin, iyyake nağ-bu du ve iyyake nesteiyn, ihdinas sıratal mus takıym, sıratellezine en’amte aleyhim, gayrilmağbudi aleyhim veleddalliyn”

Bu Fatiha Duasının Türkçe anlamı şöyle-dir.

Hamdi sena o Allah’a mahsusutur ki o alemlerin Rab’bidir, esirgeyendir, bağışlayan-dır, hesap gününün malikidir. Kulluğu yalnız sana ederiz, yardımı da ancak senden dileriz. Bizleri doğru yola, gazaba uğrayanların, sapık-ların yoluna değil, sana iman edenlerin yoluna götür.

Dedeler kurulu olarak, Kur’an ayetleri-nin, Fatiha da dahil hepsinin Türkçe tercüme edilip, gülbank tipinde okunmasını arzu ede-riz. Ne yazık ki Osmanlı’nın içimize soktuğu Arapça, halk’dan bir alışkanlık halini almış. Şimdilik söküp atmamız mümkün değil. bü-tün ümidimiz kurulacak olan Bilim Araştırma Enstitüsü kadrolarının, araştırarak Aleviliğin özüne uygun bir sistemi getirmeleri, ancak bu karmaşalığı ortadan kaldırır. Yoksa fert olarak hiç kimsenin buna gücü yetmez. Düşünebili-yor musunuz Aleviler inanç ve felsefelerine gö re bütün ibadetlerini Türkçe yaparken, ba zı yerlerde sanki Arapça’yı içerisine sokma yınca, dualar doğru olmuyormuş gibi halktan yan-lış bir izlenim var. Ben gücüm yettiği yer lere kadar, duaları öztürkçe yazmaya çalı şı yoruz. Mecburiyet karşısında içine Arapça koyduğu-muz dua’larda bizi af edin. Konumuz Hakk’a yürüyenin erkânı, bu açıklamayla konu dan dı-şarı çıktık. Kusura bakmayın. Fatihanın arka-sında yine sırayla devam edelim.

Hakk’a yürüyen Meftaya yapılan bu ilk hiz-metten sonra başına 3 veya 12 mumu yakarlar. Artık yıkanıncaya kadar, sadece üzerinde ila hi-ler, bağışlamalar, tövbe estağfurullah, içerikli duazdeler okunur.

DAYLEMİ

At sırtından yükün meğer ki gevher isenOn sekiz bin âlem cana geldi bu günÜryan büryan gir o meydana can isenÜç Anadan yedi Âlem rağma geldi bugün

Cem oldu âlemler çark-ı pervaz içindeYar ile ağyar dâr’dadır cem-i sema içindeYer gök canlı cansız dem-i devran içindeVücudun şehrinde mihmana geldi bugün

Ateş hava su ve topraktır cümle vücutİlla mekândan gelmeyene etmezler sücutDaylemi hakkım bende mevcutFaşettik sırrı meydana mey sunuldu bugün

SERÇESME

Ekim-Kasım 2006 23

Ara sıra da olsa, kendi kendimi sor gu luyorum: “Ne yapıyorsun?. O kadar mı önem li? Hep

aynı şeyleri söyleyip yazmaktan usan madın mı?” diye Her dönemde Hacı Bek taş Veli adına düzen-lenen etkinliklerin dü zenleniş biçi mini eleştiri-yorum ya, kendi ken di me ettiğim sitem hep bu-nun için…

Katıldığım her toplantıda, yaptığım her söy-le şi de, etkinlikler konusunu dile getirdiğim doğ-ru. Katılım rekorları kırılarak görkemli dü zen le-melerin yapıldığı yıllarda bile, tepki göreceğimi göze alıp, eleştiri hakkımı hep kullandım. O gü-zel görüntüler gözlerimi ka maş tırmadı. Et kinliklerle ilgili çalışmalara ka tılmadığım doğru. Yanlış bulduğum bir ça lışmanın içerisinde görev üslenemezdim. Bu, söylemimin inkârı anlamına gelirdi, üs te lik yakışık da almazdı… Hacı Bektaş Veli Et kinlikleri’nin düzenleniş biçimi ile ilgili düşün-celerimi sürekli bir şekilde kamuoyu ile paylaştığım bilinir. Bugün yaptığım eleş ti rilerin daha çarpıcı olanlarını dün de [Eski Belediye Başkanı Mustafa] Özcivan için yap tı ğı mı söylemeliyim.

Bugüne dek hiç kimse ile kişisel bir sorunum olmadı. Belediye Başkanı Selmanpakoğlu ile de bir sorunum yok. Niye olsun ki?. İlçenin ya rarını düşünerek yaptığım eleştirileri, so run varmış gibi görenler, yanılıyor. Hacı Bek taş Veli Etkinliklerini yanlış bir uygula ma dan arın dırmadığı için eleştiriyorum Selman pak oğlu’nu. Yanlışta direnmesini kabullenmek iste miyorum! O’nun daha başarılı ve zor işlerin üs te sinden gelmesi gerektiğine inanıyorum! Sa hip olduğu avantajları doğru ve yerinde kul lan masını bekliyorum. Hacı Bektaş Veli Kül tür Derneğini hasım olarak görmesini ya dır gıyorum. Birlikte daha büyük bir güç ola ca ğı mızı bilmeli. Hepimizin amacı Hacı Bek taş Veli’ye yakışır, görkemli ve daha an lamlı et kinlikler düzenleyebilme. Başka ne ola bilir ki?

Yıllardır yapılan etkinliklerle ilgili yap tığım eleştirilerin bir yararı oldu mu? San mı yorum. Sürekli güncelliğini sürdüren bir konuda, somut sonuçlara ulaşılması ko lay olmuyor. Nasıl ol-sun ki? Hacı Bektaş Ve li adına düzenlenen etkinliklerle ilgili konuş tu ğum çoğu kişi, etkinlikle-rin dü zen leniş biçi mini doğru bulmadıklarını, bu işin böyle sür dü rülemeyeceğini, etkinliklerin kurum sallaşması gerektiği yönündeki düşüncemi tü müyle paylaştıklarını söyledikleri halde, bu söy lemlerini yüksek sesle dile getirmeden, dün de, bugün de kaçındılar. Üstelik düzenleniş biçi-mini eleştirdikleri etkinliklerde görev alıp, başarısı için çaba harcadılar…

Bir gerçeği hepimizin bilmesi gerek. Hacı Bektaş Veli Etkinliklerini kurum olarak Bele diye yapmıyor. Bugüne kadar da Belediye yapmadı. Belediye yapıyormuş gibi gösterildi. Bu aldatmaca günümüzde de sürdürülmekte! Oysa, etkinlikler, hiçbir sorumluluğu olmayan, denetimi yapı la-mayan bir kurul aracılığı ile düzenleniyor. Üstelik oluşturuluş biçimi hiçbir esasa ve kurala bağlı olmayan bir kurul! Kişiye endeksli bir yapı. Böyle bir yapıyla, ülkenin en büyük etkinliğini düzen-leme ne ölçüde doğru? Tüm demokratik hakların askıya alındığı, sıkıyönetim yasalarının uygulan-dığı dönemlerde başvurulan böyle bir uygulama, haklı görülebilir mi?.

Hacı Bektaş Veli adına düzenlenen bu etkinliklerin sahibi de var artık Yeni bir yapılanma ile oluşturulan Hacı Bektaş Veli Kültür Derneği bu etkinliklere sahip çıkıyor. Yıllar önce bir olup bittiyle elinden alınan etkinlikleri düzenleme görevinin kendilerine ait olduğunu söyleyen dernek yetkilileri, yoğun bir çaba harcıyor, gasp edilen haklarını almanın uğraşısı içerisinde.

Hacı Bektaş Veli Kültür Derneği sıradan bir kuruluş değil. Ağırlığı olan, belli hedefl eri bulu-nan, sağlıklı yapısı ile Alevi Bektaşi düşüncesinin ilçedeki tek temsilcisi. Bu kuruluşun serpilip büyümesi, güç kazanması, Alevi Bektaşi hareketine renk katacak, ilçemizi yeniden çekim merkezi konumuna taşıyarak, bilim ve kültürün başkenti yapacak. Böylesi vizyonu olan bir kuruluşa, başta Belediye Başkanımız olmak üzere tüm Hacıbektaş’ın destek vermesi gerekmez mi?

Hacı Bektaş Veli Kültür Derneğini, eş dost ya da, hısım akraba tarafından kurulmuş, ahbap çavuş ilişkileri içerisinde çalışmalarını sürdüren sıradan bir kuruluş olarak görmek haksızlık. Bu oluşum, ayrı görüş, ayrı yapı ve ayrı yaşamları olan kişilerin bir araya gelerek oluşturdukları say-gın bir sivil toplum örgütü. Bu yapı içerisinde görev alanlar, yeri ve zamanı geldiğinde, üslendik-leri görevleri, gönül rahatlığı ile başkalarına devredebilecek siyasi kültüre sahip. Bu son derece önemli bir olgu. Koltuk heveslisi olmadığımızın göstergesi, iyi niyetliliğimizin de kanıtı.

Hacı Bektaş Veli Kültür Derneğini çok önemli ve de zor günler bekliyor. Bunun bilincindeyiz. Bu kuruluş, demokratik kuralların tümüyle işletildiği ve tüm Hacıbektaş’ı kucaklayan sağlıklı bir yapıya kavuşturulmalı. Etkin bir kampanya ile üye sayısının çoğaltılması sağlanmalı. Ankara Ha-cıbektaş Derneği Başkanı olarak başarılı bir çalışma örneği veren, Alevi Bektaşi hareketi içindeki gelişmeleri yakından izlediğini bildiğim Mustafa Selmanpakoğlu; Hacı Bektaş Veli düşüncesine çağdaş bir yorum getiren Ümit Sarıaslan; inandığı doğrulardan ödün vermeyen Caner Sümen gibi değerlerin bu çatı altında çalışabilmeleri için uygun ortam yaratılmalı.

Hacı Bektaş Veli Kültür Derneği yöneticileri olarak, bu söylemlerimizi hayata dönüştürme yö-nünde çaba harcıyoruz. Kimse kuşku duymasın, Hacı Bektaş Veli Kültür Derneği çok kısa bir süre içerisinde, Alevi Bektaşi hareketi içerisinde hakkı olan onurlu yerini alarak, başarılı çalışmalara imza atacak…

Hacıbektaş güzel günlere koşuyor, bu görülüyor. Milyonlarca insanımızın gönül bağı ile bağlı olduğu bu güzel ilçeyi, daha ileri noktalara taşımayı düşünüyorsak konuşmaktan, tartışmaktan, korkmayalım; eleştirilmekten çekinmeyelim. İnandığımız doğruları ne pahasına olursa olsun söy-leyebilme yürekliliğini gösterebilelim. “Doğruları konuşmaktan korkmayın” diyen Kemal Ata-türk, ne güzel söylemiş.

Bildiğini SöyleyebilmeNafi z Ünlüyurt

24 Eylül 2006, Hacıbektaşnafi [email protected]

Hacı Bektaş Veli Etkinliklerini yanlış bir uygulamadan arındırmadığı için eleştiriyorum Selmanpakoğlu’nu.

Bir gerçeği hepimizin bilmesi gerek. Hacı Bektaş Veli etkinliklerini

kurum olarak Bele diye yapmıyor. Bugüne kadar da Belediye yapmadı. Belediye yapıyormuş gibi gösterildi.

Etkinlikler, hiçbir sorumluluğu olmayan, denetimi yapı la mayan

bir kurul aracılığı ile düzenleniyor. Üstelik oluşturuluş biçimi hiçbir esasa

ve kurala bağlı olmayan bir kurul!

SERÇEÞMESERÇEÞME

Page 24: Serşeçme Sayı 24 Ekim-Kasım 2006

b) Hacım Sultan Hakkındaki Yeni GörüşleriKonusunda uzman bir tarihçi olan Ahmet Yaşar Ocak, Diyanet Vakfı’nın çıkardığı İslâm Ansiklopedisi’ne yazdığı bir yazıda, Hacım Sultan Velâ-yet nâmesi’nin eleştirisini yaparak, vilâyetnâmede anlatılanlardan bir ço-ğunun XIV. ve XV. yüzyıllara ait olduğunu öne sürmüştür. Onun Bekta-şi tarikatı geleneğine göre Hacı Bektaş Veli’nin önde gelen halifelerinden biri olduğunu; Hacı Bektaş Veli Vilâyetnâmesi ile kendi adına düzenle-nen Vilâyetnâme’de belirtildiği gibi “Koluaçık (Kolaçık) Hacım Sultan” diye anıldığını; Batı Anadolu’daki konar-göçer Türkmen oymakları için-de Hacı Bektaş Veli inanç ve kültünün yayılmasında çok önemli rolünün bu lun duğunu açıklar. Buna karşın, hakkında bilinenlerin, Hacım Sultan Vilâyetnâmesi ile Hacı Bektaş Veli Vilâyetnâmesi’nde kendisine ayrılan ve birincisinin bir tür özeti olan bölüme dayandığını belirterek elde baş-ka belge ve bilgi olmadığını açıklar. Ancak biz, bazı yönlerden aynı gö-rüş ve düşünceleri paylaşamıyoruz.1

Sayın Ocak anılan yazısında, Hacım Sultan Vilâyetnâmesi’nin büyük bir olasılıkla baş halifelerinden Derviş Burhan (Burhan Abdal) tarafın-dan, Hacı Bektaş Veli Vilâyetnâmesi’nde de belirtildiği gibi, o vilâyet-nâmeden yaklaşık yirmi otuz yıl önce ya da bir başka söyleyişle en geç XV. yüz yıl ortalarında yazılmış olabileceğine değinir. Gerçek yazarının kim ol du ğunun kesin olarak bilinemediğini, ancak bu menâkıbnâmenin Hacı Bektâş Veli ile ilgili sözlü geleneklerin –kendi menâkıpnâmesinden de önce– Alevi/Bektaşî yazınında yazıya dökülen ilk metin olduğunu be lirtir. Onun bu görüşü doğrudur, katılıyoruz.

Yazar, “bu metin günümüze ulaşmasaydı, Hacım Sultan’ın hayalî bir şahsiyet olduğu düşünülebilirdi.” diyor ve ekliyor:

“Çünkü konar-göçer Türkmen oymakları içinde faaliyet gösteren sûfî-lerin, önemli hadiselere karışmadıkları sürece de genellikle dönemin şehirlerde yazılan eserlerinde yer almaları zordu. Bu bakımdan eser onun hakkında başvurulacak yegâne kaynak durumundadır.”

Böylece onun hakkında kaynak yokluğunu vurgulayarak eserin kısa bir özetlemesini yapıyor. Ona göre Hacım Sultan, Vilâyetnâme’de “za-man zaman namaz kılan, hacca giden, Kuran okuyan, zikirle meşgul olan bir derviş” olarak gösterilir. Hacım Sultan, Ahmed Yesevî’nin em-riyle Germiyan iline geldiğinde önce Üveyik köyünde sığır çobanı olur, ardından Sandıklı’ya gider. Uğradığı her yerde tuhaf kılık ve kıyafetin-den dolayı halk onu barındırmak istemez, çünkü Hacım Sultan da tıpkı şeyhi Hacı Bektaş Veli gibi saçı sakalı, kaşı kirpiği kazınmış, belden yu-karısı çıplak bir “ışık”tır.” Sayın Ocak’a göre, eserde Hacım Sultan, XIV. yüz yılda Kalenderî ve Haydarî dervişleri için kullanılan “ışık” terimiyle nite lendirilmektedir.

“Gittiği her yerde kabul görmeyen Hacım Sultan, bir gün rüyasın-da Hazreti Muhammed’i görür, onun irşadıyla, o sıralar Akkoyunlu yörük le rinden bir grubun yaylağı olan Susuz’a gelir. Burada âsitâne-sini inşa eder ve gösterdiği kerametleri sayesinde şöhreti kısa zaman-da etrafa yayılır. Pek çok kimse kendisine mürit olur. Muhtemelen Hacım Sultan Velâyet nâmesi’ni yazan Derviş Burhan da bu sıralar gelip kendisine intisap eder. Burhan Abdal, Hacım Sultan’ın yanında uzun süre hizmet eder ve halifeliği kadar yükselir.” (Aynı yazı).

c) Açıklama ve EleştiriAhmet Yaşar Ocak şöyle diyor:

“Vilâyetnâme’nin Orhan Gazi zamanında yaşamış olan Geyik-li Baba’ya bağlı dervişlerin (Geyikliler cemaatının) zaman zaman Hacım Sultan’ın ziyaretine geldiklerini kaydetmesi ve Fatih Sul-tan Mehmet devrinde yaşamış Kalenderî şeyhi Otman Baba’yı da (Osman Baba) Hacım Sultan’ın himmetiyle yaşlı bir kadından olma nefes evlâdı olarak göstermesi, çözümü güç bir takım problemlerin ortaya çıkmasına yol açmıştır.”

Ne var ki Velâyetnâme’de geçen nefes evlâdı, önceleri harami, hara-mi başı bir asi, sonunda tekkede isimsiz bir derviş olarak kalan Osman’ın (Otman); bir başka velâyetnâmeye göre Ümman’ın çok ünlü, tarih say-falarında yer alan, Fatih Sultan Mehmet ile görüşüp bir süre onun hima-yesinde ve sarayında kalan, vilâyetnâme sahibi Otman Baba olduğuna ilişkin hiçbir iddia, iz, telmih, yazılı ve sözlü kanıt, yakıştırma söz ko-nusu değildir.

Geyikli topluluğunun (Geyikli cemaati bir grubun) Orhan Gazi zama-nında, Bursa’nın alınışı sırasında bir geyiğe binerek elinde tahta kılıçla savaşta büyük yararlılıklar göstermiş, Bursa ve dolaylarında, özellikle de Ulu Dağ’da yaşamış, Bağdatlı Şeyh Ebü’l-Vefâ hazretlerinden feyz al-mış ünlü Geyikli Baba’ya (M: 1275–1350 / H: 675–750) bağlı bir topluluk ol duğu da doğru olabilir.

Ne yazık ki, bize göre, Ahmet Yaşar Ocak, anılan yazısında bazı konu lar da yanılmakta, yanlış ve yüzeysel yorumlar yapmaktadır. Onun bu tür görüş ve eleştirilerine katılmak mümkün değildir diye düşünüyo-ruz. Şöyle ki;

1. Işık tabiri, daha sonraları, XIX. yüzyıldan itibaren Alevi adını ala-cak olan Kalenderî, Haydarî, Torlak, Harbendelu, Hüseynî, Kızılbaş ve Bek taşî inancına katılacak topluluklar için o dönemlerde hem Mevlânâ, hem de Hacı Bektâş Veli ile çağdaşı bir çok tarihçinin yapıtlarında geçen ve kullanılan genel bir addır. Hatta o dönemde Şems-i Tebrizî için de bu tabir kullanılmıştır. Demek ki Işık, o çağlarda, şimdiki Alevi/Bektaşilere verilen genel bir addır. Ahmet Yaşar Ocak’ın “Kalenderîler” adlı yapı-tında bu terim hakkında daha geniş bilgiler verilmiştir. (s. 101)

Biz, onun Diyanet Vakfı’nın İslâm Ansiklopedisi’ne yazdığı yazıda yer alan varsayımlarına katılamıyoruz. Sayın Ocak, yanlış ve hatalı yak-la şımlar sonunda Hacım Sultan’ın, Hünkâr Hacı Bektaş Veli’nin çağdaşı olamayacağını; arada önemli bir zaman farkı bulunduğu; Hacım Sultan gerçekten Hacı Bektâş’ın halifesi ise ne Geyikliler cemaatini, ne de Ot-man Baba’yı tanımasının mümkün olmadığını, zira Geyikli Baba’nın XIV. yüzyılda, Osman (Otman) Baba’nın ise Germiyan’da doğup bir müddet orada hayatını geçirmiş olmakla birlikte, XV. yüzyılda yaşadı-ğını belirtmektedir. Şu sonuca varmaktadır:

“Ayrıca eserde bahsedilen köy ve kasabalar da Hacı Bektâş zamanın-da henüz Türk hakimiyetine girmiş değildi … bütün bunların, Hacım Sul tan’ın Hacı Bektâş zamanında değil de, muhtemelen XIV. yüz-yılda yaşamış Hacı Bektâş kültüne bağlı bir Kalenderî veya Haydarî şeyhi olduğu anlaşılmaktadır. Nitekim eserde geçen ‘ışık’ teriminin XIV. yüz yıldan önce kullanılmadığı bilinmektedir. Hacım Sultan’ın Hacı Bektâş’ın çağdaşı ve halifesi olmadığını ve Bektâşi gelenekleri-ne tıpkı Abdal Musa, Kaygusuz Abdal gibi Kalenderî-Haydarî şeyhi hü vi yetiyle intikal ettiğini kabul etmek daha doğru görünmektedir”

Biz bu görüşlerin hiçbirine katılamıyoruz, çünkü iddiaların sonuncu-sundan başlarsak, o dönemlerde Alevi/Bektâşiler, yani Haydarî, Kalen-derî ve benzeri gruplar için “ışık” teriminin kullanıldığı, hatta bu sözün kay nağının Hacı Bektâş’ın yapıtları olduğu, sözün onun eserlerinde geç-tiği, o dönemlerde o cemaatler için kullanılan bir ad olduğu bilinen bir gerçektir, bu yadsınamaz.

2. Yine yukarıda da belirttiğimiz gibi, Vilâyetnâmede adı geçen ön ce-leri haramî, hatta haramî başı olup daha sonra derviş olan, nefes evlâ dı “Osman”ın (Otman-Ümman) ünlü Otman Baba olduğuna dair vilâ yet-nâmede ne bir iz, ne de bir iddia mevcuttur. Öyleyse Sayın Ocak’ın yazı-sında sözünü ettiği iddialar, bir ad benzerliğinden kaynaklanan yü zey sel bir yakıştırma ve tahminden ileri gitmeyen, nesnel dayanaktan yoksun, yanılgısal bir durumdur.

3. Hacım Sultan Velâyetnâmesi’nde geçen yer adlarının Germiyan Bey-liği sınırları içinde kalan yerler olduğu bilinmektedir. Büyük tarihçi rah-metli İsmail Hakkı Uzunçarşılı’nın Anadolu’da Türk Beylikleri yapıtı ile yine bu konunun dirayetli uzmanlarından olan rahmetli Osman Turan’ın Selçuklular Zamanında Türkiye, C. Cahen’in Anadolu’da Türkler, Bil-ge Umar’ın Türkiye Halkının Ortaçağ Tarihi adlı yapıtlarında verdikleri eski harita örneklerinde Türklerin Hacım Sultan’ın yaşadığı bu yerlere daha önceden geldikleri, oraları yurt edinip Türkleştirerek, yer adlarını Türkçe saptadıkları açıktır. Onun bu yerlerde bulunan Müslüman olma-yan bir kısım halkı aydınlatıp Müslüman yapmak üzere gönderilen bir “misyoner veli” olduğu da yine yadsınamaz bir gerçektir.Bunun yanı sıra, başka kanıtların olduğu da aşağıda gösterilecektir.

4. Afyon Kocatepe Üniversitesi’nde Araştırma Görevlisi olan Musta-fa Murat Öntuğ, bu Üniversitenin çıkardığı Sosyal Bilimler Dergisi’nde yayınlanan, Uşak’ta Hacım Sultan Zâviyesi ve Vakfi yesi başlıklı yazısın-da zâviye hakkında doyurucu bilgiler verdikten sonra, Hacım Sultan’ın Vilâyetnâme’de geçen “ışık” teriminden hareketle onun Hacı Bektaş

24 Sayı 24

Hacım Sultan Vilâyetnamesi Bölüm: II

İsmail Özmen, Yargıtay Üyesi

SERÇEÞME

Page 25: Serşeçme Sayı 24 Ekim-Kasım 2006

Veli’den sonra XIV. yüzyılda yaşadığını söy-ler. Ahmet Yaşar Ocak’ın bu konudaki görüşü-nü dile getirerek devamla şöyle der:

“Bununla birlikte değerlendirmeye esas alı-nan vakfi yenin tarihi H.721/M.1321 olup, bu sırada Uşak’ta Hacım Köyü mevcuttur. Burada Germiyanoğlu I. Yakup Bey bir zâvi ye binâ ettirmiş, zengin vakıfl ar tesis ederek Dede Bâli’yi Şeyh olarak atamıştır. Şu halde Hacım Sultan, Hacı Bektâş-ı Veli gibi XIII. yüzyılda yaşamış, vakfi yenin ta-rihi olan 1321’den çok önce vefat etmiştir. Dolayısıyla Vilâyetnâme’deki Anadolu’ya Hacı Bektâş-ı Veli’yle birlikte geldiğine dair anlatılanları doğru kabul etmek ge-rekir. Böyle olunca Hacım Sultan, Hoca Ahmet Yesevî’nin müridlerinden ve Hacı Bektâş-ı Veli çağdaşı olup, onunla da yakın ilgisi bulun maktadır.” 2

Sayın Öntuğ ayni yazıda şunu da belirt-mektedir:

“XVIII. yüzyılda zâviyede görev alan şeyh-lerin Hacı Bektâş Dergâhı şeyhi tarafından atanması ve XIX. yüzyılın ilk yarısında tür-be ye atanan türbedarlarında Hacım Sultan için ‘Bektaşi büyüklerinden’ ibaresini kul-lan maları da bu iki zat arasındaki ilgi ve ilişkiyi göstermektedir.”

5. Hacım Sultan Vilâyetnâmesi’nde Hacım Sultan da tıpkı Hacı Bektaş-ı Velî gibi on iki imam soyundan gelen bir seyyid veli olarak gösterilir. Çocukluğu, ailesi, tahsili hakkında bilgi verilmez ise de anılan yapıtta belirtildi-ği gibi Hacım Sultan, onuncu İmam Ali en-Naki’nin torunu Şâhzâde Hüseyin’in oğludur. Doğum ve ölüm yılları hakkında elimizde ye-terli bilgi yok ise de, yaklaşık olarak onun da Hacı Bektaş Veli ile akran ve akraba olduğunu söyleyebiliriz.

NOTLAR1 Ahmet Yaşar Ocak, Hacım Sultan, Türkiye Diyanet

Vakfı İslâm Ansiklopedisi, c: XIV. s. 505-5062 Mustafa Murat Öntuğ, Afyon Kocatepe Üniversitesi

Sosyal Bilimler Dergisi sy.: 1, 1998, s. 107-122

SERÇESME

Ekim-Kasım 2006 25

Kamuoyuna ÇağrıDEMOKRATİK ALEVİ HAREKETİ (DAH); “yol bir sürek binbir” anlayışından hareketle de-mokratik köklerinden beslenerek gelişip büyüdü; mücadeleyle geçen yılların ortaya çıkardığı bi-rikiminin sonucu olarak Alevi Bektaşi Federasyonu’nu oluşturdu. Bu hareketin göz bebeği olan Alevi Bektaşi Federasyonu’ndaki (ABF), olağanüstü kongre talebi ve sonrasında yapılan görev de-ğişimi ile bu sürecinin ardından Hacı Bektaş Veli Kültür ve Tanıtma Derneği’nde (HBVD) yapılan görev değişiminin yarattığı ve yaratacağı sarsıntılar bizleri kaygılandırmakta, örgütlenmemizdeki dinamizmin temeli olan çoksesliliğin boğulmak istendiği endişesini vermektedir.

Alevi örgütlenmesinde canlılık ve diriliği oluşturan çoksesliliğin, farlılıkları bir arada yaşat ma anlayışının terk edilmesi, mevcut yarışın dostlar arasındaki yarış niteliğinden çıkarılması ve kutup-lar oluşturması bizleri derinden üzmektedir. Hatta ülkede estirilen rüzgâra kapılarak fark lı lık ların “öteki”leş tirilmesi, birarada bulunmama eğiliminin belirmesi, farklılıkların yok edilerek tekdüze in-dirilmeye çalışılması ve buna yönelik pratiklerin sergilenmesi bizleri hayal kırıklığına uğratmıştır.

Demokratik Alevi Hareketi’ndeki kadroların, yıllardır süre gelen demokratik işleyiş anla yı şı nı gelinen aşamada hazmedememeleri, gelecek ile ilgili beklenti ve umutlarımızı hızla karart maktadır.

Örgüt içinde mevcut kırılmaların gelecekte bir arada bulunma ve bir arada yaşama ortamını yok ettiğini ve hızla gelişen bu sürecin geriye dönülmez bir hal aldığını üzülerek izlemekteyiz.

“Ağaca kurt düşmeye görsün”. Kurt düştükten sonra o ağacı işleyen heykeltıraşın ustalığının bir noktadan sonra anlamını yitireceği ve bir sanatçı elinden çıktığını göstermeyecek kadar özün-den uzaklaşacağı açıktır.

Bu bağlamda biz aşağıda imzaları bulunanlar; Demokratik Alevi Hareketi’nin demokratik işle-yi şinin ve farklılıkların birarada yaşama arzusunun yeniden canlı tutulmasını ve hoşgörünün esas alınarak, kişisel hırs ve beklentilerin bir kenara bırakılarak örgütlülüğün esas alınması gerektiğini her şeyden elzem görmekteyiz.

Bu amaçla farlılıklarımızı bir zenginlik olarak görüyor; tek sesliliğe, tasfi yeciliğe ve des po tiz-me gidecek eğilimlere karşı kamuoyunun dikkatini çekmeyi önemsiyoruz. Hiç kimsenin yarın la-rımızı, belirsiz ve ham hayaller peşinden sürüklemeye hakkı yoktur. Hele hele Alevi öğretisinin ve örgütlenmesinin yükseliş trendini yakaladığı ve kitleselleştiği şu dönemde bu süreci kesintiye uğratmaya yönelik her türden tavır ve davranışın hiç kimseye ama hiç kimseye yarar sağlamaya-cağı bilakis hepimizi güçsüzleştireceği herkesçe bilinip özümsenmelidir.

Bu vesileyle kadroları sağduyuya davet ediyor, tüm canları bu sürece aktif olarak müdahalede bu-lunmaya çağırıyoruz. Ve bu çağrıda bulunmayı tarihsel sorumluluğumuzun gereği olarak görü yo ruz.

İMZACILAR:Kemal Derin ..............................................(PSAKD Genel Merkez Eski GYK Üyesi)Metin Çelik ...................................................... (PSAKD Genel Merkez GYK Üyesi)Rıza Aydın ................................................... (PSAKD Adana Şubesi Eski YK Üyesi)Kemal Çelik .......................................... (Adana Tunceliler Kültür Derneği Başkanı)Mürşit Pur .................................................................. (PSAKD Adana Şube Başkanı)Haydar Çağlar ......................................... (PSAKD Genel Merkez Eski GYK Üyesi)Cemal Karasu ................................ (Adana Tunceliler Kültür Derneği Eski Başkanı)İbrahim Çarman ............................................... (HBVD Adana Şubesi Eski Başkanı)Murat Üstün ................................................(HBVAKV Adana Şubesi Eski Başkanı)Hıdır Canoğlu ................................ (Adana Tunceliler Kültür Derneği Eski Başkanı)Erdal Yıldırım ......................................................(HBVD Adana Şubesi II. Başkanı)Sadık Boral ..................................................... (PSAKD Adana Şubesi Eski Başkanı)Hasan Şahin .................................................(HBVAKV Adana Şubesi Eski Başkanı)Hasan Mansuroğlu ................................................ (HBVD Adana Şubesi YK Üyesi)Veysel Açıkalın ...................................................... (HBVD Adana Şubesi YK Üyesi)Yusuf Budak ................................................ (PSAKD Adana Şubesi Eski YK Üyesi)Kazım Kayakıran ........................................(HBVAKV Adana Şubesi Eski Başkanı)Hayri Yılmaz ....................................................... (PSAKD Adana Şubesi YK Üyesi)Sahra Yeteroğlu ........................................................ (PSAKD Adana Şube Saymanı)Ruşen Çelik ...................................................(HBVD Adana Şubesi Eski YK Üyesi)Fatma Kaya ...................................................(HBVD Adana Şubesi Eski YK Üyesi)Baki Çelik .................................................... (PSAKD Adana Şubesi Eski YK Üyesi)Bektaş Suman ...................................................... (PSAKD Adana Şubesi YK Üyesi)Ali Koç ..........................................................(HBVD Adana Şubesi Eski YK Üyesi)Halil Ayhan ....................................................(HBVD Adana Şubesi Eski YK Üyesi)Hasan Kömürcü .............................................(HBVD Adana Şubesi Eski YK Üyesi)Yüksel Karaaslan ................................................... (PSAKD Adana Şube YK Üyesi)Hikmet Akkaya ..............................................(HBVD Adana Şubesi Eski YK Üyesi)Mustafa Kalkan ............................................ (PSAKD Adana Şubesi Eski YK Üyesi)Ayhan Özdemir ........................................... (PSAKD Adana Şubesi Eski YK Üyesi)İsmail Batar ................................................. (PSAKD Adana Şubesi Eski YK Üyesi)Vedat Kızılok ............................................... (PSAKD Adana Şubesi Eski YK Üyesi)Hakan Düzgün ............................................. (PSAKD Adana Şubesi Eski YK Üyesi)Mehtap Kurt ................................................ (PSAKD Adana Şubesi Eski YK Üyesi)Hasan Aktaş ................................................. (PSAKD Adana Şubesi Eski YK Üyesi)Hüseyin Arı ................................................. (PSAKD Adana Şubesi Eski DK Üyesi)Ali Duman .......................................... (Adana Tunceliler Kültür Derneği YK Üyesi)İbrahim Erkan ...................................................... (PSAKD Adana Şubesi YK Üyesi)Cafer Poyraz .......................................................... (HBVD Adana Şubesi YK Üyesi)Halil Yiğit ......................................................(HBVD Adana Şubesi Eski DK Üyesi)Haydar Aksoy .................................. (HBVD Adana Şubesi Disiplin Kurulu Üyesi)Kadir Şimşek ............................................. (PSAKD Adana Şubesi Eski YK Üyesi)

SERÇEÞME

Adana Alevi Birliği’nin düzenlediği 29 Ekim kutlamalarından

Page 26: Serşeçme Sayı 24 Ekim-Kasım 2006

ÜNLÜ İslâm fi lozofl arından Muhammed el-Gazzali’ye (1058-1111) nis pet edilen ve Hz. Ali’nin (600-661) iki orijinal şiirini içermesi

ba kı mından da çok önemli olan risâlenin tespit edebildiğimiz tek nüsha sı Süleymaniye Kütüphanesi, Şehid Ali 2799 numarada kayıtlı bir mecmua-nın içinde bulunmaktadır.1

Gazzali, Bağdat’taki Nizâmiye Medresesi’nde ders verdiği sıralarda, bir gün dönemin halifesi onu sarayına davet etmiş ve Harun Reşid’den kal ma çelikten yapılmış bir sandık bulunduğunu; bu sandıkta Hz. Ali’nin el yazısıyla yazılmış bazı kağıtlar olduğunu; bunların içeriğini merak et-tiklerini ancak yazısını çözemedikleri için kendilerine yardım etmesini istemiştir.

Gazzali, çelikten yapılan sandığın içinden abanoz ağacından yapıl-mış, altınla kaplı ve mücevherlerle süslü bir sandık çıktığını, bu san dığın içinden de güzel kokular sürülmüş bir parça beyaz brokar ku ma şa sarılı kâğıtlar çıktığını; bu kâğıtlarda Hz. Ali’ye ait şiirlerin bulunduğunu söy-lemektedir. Şiirlerde, ölüm ve kıyamet günü konusunda insanlara yöne-lik çeşitli öğüt ve uyarılar bulunduğunu anlatmaktadır.

Gazzali’nin belirttiğine göre bu sandıkta Hz. Ali’ye ait Recez vezni ile söylenmiş bir beyit, ayrıca birisi Basit diğeri Remel vezni ile söy-lenmiş iki uzun şiir bulunmaktadır. Yine Hz. Ali’ye ait bir daire şekli bulunmaktadır. Hz. Ali, bu dairede yüce Tanrı’nın adının simgeli bir şe-kilde yer aldığını söylemektedir.

Gazzali, bu sandıkta ayrıca Kûfe ileri gelenlerinden İbn el-Munzir la-kabıyla bilinen Abdullah bin Hassân’a ait olduğu tahmin edilen bazı not-lar bulunduğunu söylemektedir. Bu notlardan anlaşıldığına göre Hz. Ali veya önceki halifelerin döneminde Kûfe ve Basra’da, çok sayıda insanın ölümüne neden olan şiddetli bir veba salgını olmuştur. İbn el-Mun zir, bu salgından korunmak için ne yapılması gerektiği konusunda Hz. Ali’den yardım istemiş; o da durumu bir daire ve iki şiir halinde açıklamıştır.

Gazzali, veba salgınının hangi halifenin döneminde olduğunu bil me-diğini, ancak tarih kitaplarında Hz. Ömer’in halifeliği sıra sın da şiddetli bir veba salgınının ortaya çıktığının anlatıldığını belirt mek tedir.

Hz. Ali, birinci şiirde, peygambere övgülerde bulunduktan sonra, Ce-hennemin bekçisi olan meleklerin alınlarında on dokuz harfi n yazılı ol-duğunu söylemekte ve içinde Tanrı’nın adının gizli olduğu bu on dokuz harfi nasıl bir daire şeklinde yazacağını İbn el-Munzir’e anlatmaktadır.

“Tanrı’nın adıyla başlıyorum,En güzel övgüler, Tanrı’yadır.Tanrı’nın bütün dualarını peygambere ediyorum,Çünkü doğru yollar, onunla açılmıştır.Tanrı’nın yarattıklarının en iyisi ve efendisi Muhammed’dir,Kıyamet günü bütün insanlar ona doğru yönelecektir…”

Şeklinde başlayan şiirde, bütün canlılar için ölümün bir gerçek ol-duğu; ölümden sonra da Tanrı’ya kavuşulacağı anlatılmaktadır:

“Benim nefsim, yaşamı aşırı sevse de, ölümü kabullenmiştir,Çünkü onun ölümünde sana kavuşma mutluluğu vardır. Yokluk denizi, bütün yaratıkları kapsamaktadır,Yüzme bilseler dahi hepsi bu denizde batacaklardır.”Daha sonra İbn el-Munzir’e Tanrı’nın bazı isimlerini söyleyerek on-

ları yazmasını, simgeli harfl eri de bir daire şekline getirmesini söyle mek-tedir:

“Simgeli harfl eri yerleştir, bunların benzeri yoktur,Nasıl yerleştirilecekleri, daha sonra anlatılacaktır.Sayıları tam olarak on ve dokuzdur,İsimler dairesi, bu harfl erden oluşmaktadır.”

Sonraki beyitlerde, yazının suda çözülerek hastaya içirilmesi, sağ lı-ğına kavuşanların birer koç kurban ederek yoksullara dağıtmaları gerek-tiği anlatılmaktadır.

İkinci şiirde Hz. Ali, İbn el-Munzir’e, daireyi nasıl çizeceğini, harf-leri ve Tanrı’nın adlarını nasıl yerleştireceğini anlatmakta ve Kuran’daki En’âm suresinin altıncı ayetinin on dokuz harften oluşan “ölü iken dirilt-tiğimiz” anlamındaki bölümünü de daireye yerleştirmesini söylemekte-dir.

Gazzali, bu ayette “yaşam” ve “ölüm” sözcüklerinin bulun-duğunu ve bunlarda bir sır giz-len diğini belirtmektedir. Ay rı ca Hz. Ali’nin sözünü etti ği altı is min toplam on dokuz harften oluş tuğunu, besmelenin harf sa-yı sının da on dokuz oldu ğu nu söylemektedir. Cehen ne mi ko ru-yan meleklerin alın la rın da yazılı olan on do kuz har fi n, Tanrı’nın yüce ad la rı nı sim ge le diğini, bu harfl erin Ce hen nem’in ate şi ni sön dür dü ğü nü, bu yüz den ve ba ateşini de kolay lıkla söndü re bi-leceğini an lat mak tadır.

Hz. Ali daha sonra, bu isimleri gizli tutması ve bilgisiz kişilere anlat-maması için İbn el-Munzir’i sert bir şekilde uyarmakta ve bunları çeşit-li hastalıklara yakalanmış kişilere sadece sevap karşılığında yazmasını söylemektedir.

Diğer kâğıtlarda ise, Gazzali’nin belirttiğine göre, İbn el-Munzir bu daire ve şiirlerin kendisine nasıl ulaştığını şöyle anlatmaktadır:

“Harun Reşid’in Mâride el-Kûfi ye adıyla bilinen bir eşi vardı. Bu eşinden, Muhammed adında, Ebû İshâk künyesi ve el-Mu’tasım Bil-lah lakabıyla tanınan bir de oğlu vardı. Mâride, Ebu el-Munzir’in so-yundan geliyordu. Ebu el-Munzir, onun babasının dedesiydi. Harun Reşid onunla evlenince, çeyizi onun yanına getirdiler. Anlatıldığına göre Kûfe ileri gelenlerinin çoğu, Mâride’ye saygılarından dolayı çe-yizle birlikte yürüyordu. O daire ve kâğıtlardan ise haberleri yoktu.”

Gazzali, sandıktaki kâğıtların birinde Harun Reşid’in şöyle anlat tığı-nı söylemektedir:

“Mâride ile nişanlandığım sırada ona baktığımda, başının üzerinde bu daire vardı. Onu gördüğümde, güzelliği karşısında hayrete düş-tüm. Ona karşı sabırsızlandım, hemen ailesine haber gönderip onun-la nişanlandım ve evlendim. Evlendikten sonra ona nişan sırasında başına ne koyduğunu sordum. Dedesi Ebu el-Munzir’den babasına geçen daire ve kâğıtlardan bana söz etti.”Gazzali, şiirlerin ve diğer kâğıtların içeriğini halifeye anlatınca, hali-

fenin çok sevindiğini ve Hz. Ali’nin daire ve şiirlerinden ona bir nüsha kopyalamasını istediğini belirtmektedir. Gazzali, halife ile birlik te kendi-si için de bir kopya çıkarmak için izin istediğini, evraklar kop ya landıktan sonra tekrar sandığa konularak kilitlendiğini ve başka kimsenin açma-ması için anahtar deliğinin kurşunla kapatıldığını söyle mektedir.

Risalenin sonunda bulunan nottan anlaşıldığına göre bu nüsha, Gaz-zali’nin asıl nüshasından sekizinci silsile ile Taşköprüzade tarafından kopyalanmıştır.

NOTLAR:

1 Tarafımdan eleştirili yayım (edition critique) çalışması yapılan bu risâle, An Unknown Letter of Gazzali, Includes Two Original Poems from Ali ibn Abi Talib, adıyla 2004 yılında Suriye’de basılmıştır.

26 Sayı 24

Gazzali’nin Bilinmeyen Bir Risalesinde Hz. Ali’ye Ait İki Orijinal ŞiirDoç. Dr. Ali Güzelyüz

Hz. Ali’nin şiir-lerinin başladığı

sayfa

Bir ayet, Tanrı’nın altı ismi, besmelenin on dokuz harfi

ve on dokuz simgeli harften oluşan dairenin resmi

SERÇEÞME

Page 27: Serşeçme Sayı 24 Ekim-Kasım 2006

SERÇESME

Ekim-Kasım 2006 27

SERÇEÞMESERÇEÞMESERÇEÞME

Anadolu insanının “yaşadıkları”, türkülere doğal ve duru bir biçimde yansır. Dürüst, içten bir dille öyküler anlatılır: Bu öyküler aracılı-

ğıyla Anadolu insanı acısını, sevincini, isyanını ve özlemini türkülere işler.

“Türkü” denen seslerle gönüllere aktarılırken bu öyküler; söyleyenin bıraktığı “etki” oranında yaygınlaşmış, yeri gelmiş söyleyenin dilinde “değişikliklere” uğramış kimi kez de söyleyen kendinden “bir şeyler” katmıştır. Kuşaktan kuşağa söylenerek geçmişimizi bugüne taşıyan “türküler”, bizi anamıza-babamıza, sevgilimize, dağa-taşa bağlayan en sağlam araçlarımızdır.

Türkülerin büyük bir bölümü “anonim”dir; yani kim tarafından söy-lendiği belli değildir. Artık o halkındır. Burada bu toprak insanının bü-tünleşmesini, beraberliğini görürüz; tam bir “kendini verişe” tanık olu-ruz. Anadolu insanı savaşın, yoksulluğun, doğal afetlerin, hastalıkların, isyanların, kıtlıkların acılarına, bir “derviş sabrıyla” katlanmasını bil-miş, bunu türkülerine “umutsuzluk” olarak yansıtmamış, yaşamın getir-diği sonuca “katlanma ve direnme” olarak algılamıştır. Acıları, bekleyiş-leri, serzenişleri, umutları, türkünün kendine “has” diliyle anlatmıştır. Denilebilir ki bunlar tüm bir halkın duygusudur, isteğidir, özlemidir.

Ağıtlara bakıldığında, ölen kişinin ardından söylenen her sözde, ona duyulan bağlılık göze çarpar. Evlilik yolundaki Anadolu kızının, baba ocağından ayrılışında hissettikleri, bunu türkülere aktarışındaki duygu-ları, aileye bağlılığının açık bir göstergesidir.

Çaresiz kalındığında kadere “isyan” eder; sanki “kader” hakkını ara-yan, onuruyla yaşayan herkese “aynı oyunu oynamaktadır”: Kader or-tak, türküler ortak, isyan ortaktır.

Türkülerin bu denli geniş kitlelere yayılmasındaki temel etken, içle-rinde barındırdıkları “temizlik”tir. Temizlik türkülere masum, mağrur ve yalın bir “hava” verir.

Türkülerde Anadolu insanının kendine has kimliği hemen kendini belli eder: Yaşam görüşlerini, ideallerini hiç çekinmeksizin, ama diğer taraftan ancak “halk katı”nda tanık olabileceğimiz bir “safl ık ve doğal-lık” içinde dile getirirler. Yeri gelir bu dile getiriş “türkü” olur; yeri gelir “masal” olur, “efsane” olur ve böylece “kültürel mirasa” dönüşür.

Dinlediğimiz türküde, bahsedilen yörelerin özelliklerini öğrendi-ğimiz gibi, o yörelerde gezinen kişilerle, konuşulan şiveyle de tanışmış oluruz; bu “bambaşka” bir tattır; yeni bir ses ve tınıyla önümüzde “yeni bir öykü” beliriverir. Örneğin Sivas Şarkışlalı Âşık Veysel toprağa bü-yük bir tutkuyla bağlıdır. Bu özelliğini şiirlerinde sık sık dile getirir. Sivrialan’da ilk meyve bahçesini o “kurmuş”tur. Hem öyle bir bahçe ki içinde elmadan kayısıya, kirazdan cevize kadar türlü türlü meyve ağacı vardır. Veysel, kardeşlerinin yardımıyla bu bahçeyi yapmaya başladığı zaman köylüler, “Atalarımız bunca yıl böyle bir iş yapmamışlar, şu kör adam onlardan iyi mi bilecek ki böyle ise kalkıştı?”, demişler. Birkaç yıl sonra ağaçlar yetişmiş, meyve vermiş. Köylüler önceki dediklerini hatır-layıp utanmışlar ve bu defa, “O kör değilmiş, meğer kör olan bizmişiz”, diyerek Âşık Veysel’i kutlamışlar…(1)

Halk ozanlarımız, türkülerin oluşması ve bu geleneğin yaşatılmasın-da temel taşlar durumundadır. Halk onların sazına, sözüne “tutku” dere-cesinde bağlıdır. Bu bağlılık ozanın kişiliğine de yansır. Anadolu kültür mozaiğinde özgün bir yeri olan Pir Sultan’ın eserlerini İlhan Başgöz şu şekilde yorumlar:

“Pir Sultan’ın eserini en güzel açıklayacak sözcük imece’dir. Onun şiiri, insanlarımızın el ele verip de çektiği halay gibi, bulgur gibi, ektiği ekin gibi, biçtiği ekin gibi imece ile dokunmuş bir halk kuma-şıdır. İncelikleri, yoğunlukları ile bu şiirin tümünü, Pir Sultan Abdal düzüp koşmuş, dokuyup yaratmış olamaz. Pir Sultan’ın bize kadar gelmiş şiirlerinden hiçbiri, eksiksiz artıksız onun dilinden çıkmış de-ğildir. Günümüze bunlar, halkımızın dilinde ve telinde evrile çevrile, eksile arta, bozula düzele ulaşmışlardır…”

Pir Sultan Abdal, köylüleri ile el ele, omuz omuza bir kavgaya ka-tılınca, onun şiiri “tekke edebiyatı”nın dar kalıplarının “dışına” çıkar, bütün insanlığa seslenen bir çizgiye ulaşır. Gelenek, güçlü bir şiir akı-mına dönüşür. Burada, bir ölüm kalım savaşına giren insanının ülkücü-lüğü, umudu, kararsızlıkları, yiğitliği, korkaklığı, yıkılmışlığı, edebiyat oyunlarından kurtulmuş, yalın bir insan sesi olarak duyulur. Bu ses, aynı kavga imecesinde el ve gönül birliği eden öteki insanların davranışı ile birleşir, böylece ortaya güçlü bir koronun sesi çıkar.(2)

Köroğlu ve Karacaoğlan’da da benzer durumlar görülür. Bu şe-kilde pek çok şairin adıyla “anonimleşmiş” türküler ortaya çıkmıştır. Karacaoğlan’a baktığımızda; göçebe yaşamının vazgeçilmez bir parçası

olan doğa, onun şiirinin başlıca temalarından biridir. Şiirlerinde; yaşa-dığı, gezip gördüğü yörelerin doğasını görkemli bir biçimde dile geti-rir. Dost, kardeş bildiği, sevgilisiyle eş gördüğü, iç içe yaşadığı bu doğa, onun için sadece bir mekân olmaktan ötedir. Şiirinin başka önemli bir teması olan aşkın varoluşu, doğadaki benzetmelerle güzelleşir. Yaşanan sevinç, hayal kırıklığı, özlem, ayrılık, acı doğa ile paylaşılır. Sevgili, şi-irinde doğanın ayrılmaz bir parçasıdır. Şiirlerinde yer yer sıla özlemi ve ölüm temasına da rastlanır. Sevdiğinden, ilinden, obasından ayrı düşü-şünü özlemle dile getirir, yakınır. Ölüm de, ayrılık ve yoksullukla eş tuttuğu bir derttir. Doğa temasının yanı sıra şirinin asıl odak noktası-nı oluşturan aşk/sevgili kavramını, “âşık şiiri”nin geleneksel kalıpları dışında bir söyleyişle ele alır. Onun için sevgili, düşlenen, binbir hayal ile var edilen, ulaşılmazlığın umutsuzluğuyla adına türküler yakılan bir varlık değildir; doğa ve insan ilişkileri içindedir. Onu, yaşamdan ve bu ilişkilerden soyutlamadan verir.(3)

Ruhi Su’nun diliyle Köroğlu şöyle anlatılır: “Halkımıza göre Köroğlu, zalime başkaldıran, yaşlılara zayıfl ara dokunmamayı, tamahkâr zenginlerle uğraşmayı, dertlilerin derdine bakmayı öğütleyen yiğit bir kişi. Bir destan kahramanı. Kavuşturan, kurtaran esirgeyen Kırat motifi ile kökleri çok daha gerilere giden bazı efsanelerle, ‘‘Celali Köroğlu Ruşen’’ ve ‘‘Celali Kiziroğlu Mus-tafa Bey’’ gibi bazı gerçeklerin, daha da Allah bilir nelerin, ne öz-lemlerin karışarak oluşturduğu bir destan. Bütün destanlarda olduğu gibi de, her şey olumlu ya da olumsuz yönde abartmalı. Halk bu Kö-roğlu türkülerini, Köroğlu hikâyelerini dinlerken yürekleniyor. Bir kurtarıcı bulmuşçasına rahatlıyor. Düğünlerde derneklerde Köroğlu havaları, marşların gördüğü işi görüyor. Köroğlu’nun kimliğinden de, kişiliğinden de ben bu toplum olayını anlıyorum. Asıl Köroğlu gerçeği bu bence. Yunus Beyin ya da Seyis Yusuf’un oğlu Ruşen Ali’nin bireysel kişiliği de, bireysel kimliği de beni ilgilendirmiyor. Halk gibi, hikayeci halk ozanları gibi, Köroğlu’na ben de kendimi, kendi özlemlerimi katarak söyledim. Yiğit, duyarlı insan bir Köroğlu düşündüm”.(4)

Dadaloğlu, Erzurumlu Emrah, Âşık Daimi, Âşık Ali Özkan, Âşık Hüdai, Nesimi, Muhlis Akarsu, Mahzuni Şerif vb. değerlerimizle, hal-kın sesine her zaman “tercüman” olunacaktır.

KAYNAKÇA:(1) Oğuzcan, Ümit Yaşar; Âşık Veysel’in Yaşam Öyküsü; http://www.sivrialan.

com/asik_veysel_yasami.html(2) Başgöz, İlhan- Melikoff, Irene- Birdoğan, Nejat- Bozkurt, Fuat- Korkmaz,

Esat- Yıldırım, Ali; Anadolu Aleviliği ve Pir Sultan Abdal/ Fransa Alevi Birilikleri Federasyonu Yayını/ Paris-1998/ Sayfa: 19-65

(3) http://www.turkuler.com/ozan/karaca.asp(4) Su, Ruhi; Ezgili Yürek/ Şiirler-Yazılar-Konuşmalar/ Everest Yayınları/

İstanbul-2006

Türkülerde Anadolu İnsanıSeda Coşkun

Aşık

Vey

sel v

e eş

i

Page 28: Serşeçme Sayı 24 Ekim-Kasım 2006

Sayın Başkan, önce sizi tanıyalım?

İsmim Kalender Karpuz. 1954 Elbistan, Kahramanmaraş, Beştepe köyü nüfusuna kayıtlıyım. Öğretmen okulu mezunuyum. Üç sene öğret-men lik yaptım. Sonra kendi isteğimle görevi bıraktım. Şu anda tekstil sektöründe ticaretle uğraşıyorum.

Bu dernek kaç yılında kuruldu? Buraya bağlı kaç şube var?

1989 yılında kuruldu. 1989 yılından bugüne kadar aktif olarak çalışma-larına devam ediyor. Dört tane şubesi var: Bahçelievler, Kağıthane, Be-yoğlu ve Erzincan Çayırlı Şubesi.

ABF ile bağlantınız var mı?

Hayır. Hiçbir federasyonla bağlantımız yok.Cem Vakfı ile geçmişte yakın ilişkileriniz vardı diye biliyorum. Bugün ilişkileriniz nasıl?

Cem Vakfı’yla, onların düşünceleriyle herhangi bir bağlantımız yok. Sadece onlar herhangi bir konuda bize ihtiyaç duyduklarında sadece fi kir alışverişi yapıyoruz. Onun dışında herhangi bir ilişki yok. Ama biliyor-sunuz, günümüzde çektiğimiz dede sıkıntısı nedeniyle biz oradan dede talebinde bulunmuşuz. Sadece oranın yönetiminde olan dedeler burada cem ayinlerini yürütüyorlar. Ama bu demek değildir ki Cem Vakfı’nın güdümü altındayız, onlarla organik bir bağımız yok

Bağcılar Hacı Bektaş Veli Derneğinde ne zaman yönetime geldiniz?

Ben Bahçelievler şubesinde iki senedir başkan yardımcılığını yapı-yordum. O süre içinde oradaki arkadaşlarda, Genel Merkezde, buradaki oluşumdan rahatsız olduğumuzu gördük. Bundan dolayı burada, bu top-lumun içersinde, derneğin içerisinde olmamız gerektiğini düşündük. Ve bu yıl yapılan kongrede seçilen yönetimin içerisinde bulundum.

Yönetime gelmeden önce burada ne gibi sorunlar tespit etmiştiniz? Burada çalışmayı engelleyen sorunlar nelerdi? O sorunları çözmek için siz hangi projelerle geldiniz?

Bir dernek birçok toplumdan insanı bünyesinde bulundurduğunda, kültürel bir zenginlik kazanır. Burada, Bağcılar’da birçok bölgenin in-sanları yaşamakta. Burada bu konuda bir eksiklik olduğunu gördüm. Ne var ki yönetime gelen kişiler, illa kendi bölgelerindeki arkadaşların üye olması veya yönetime gelmesinden yana. Bizce, Bağcılar’da yaşayan farklı bölgeden göçmüş insanlarının da buraya üye olması ve bu derne-ğin yönetiminde olması gerekmektedir. Yöneticiler bu bilinçte olmalı. Farklı bölgelerin insanlarının bir dernekte bulunmasının bir zenginlik olduğunu düşünmek en doğrusu.

Elbistan, Maraş, Adıyaman, Malatya bölgesindeki insanların cemev-lerine bakışları biraz daha farklıdır. İzzettin Doğan’a karşı tepkilerinden dolayı, İzzettin Doğan’ın Aleviliği yanlış yönlendirmesinden dolayı, bu kuruluşlara gelip gitmediklerini görüyorum. Bu ayrı bir konudur.

Bağcılar bölgesi ve dernek hakikaten problemli. Dernek problemli ve bu güne kadar problemlerle gelmiş. Nedir bu problemler. Buraya emeği geçen tüm dostlara, tüm arkadaşlara, hepsine teşekkür ediyorum. Buraya

eliyle, emeğiyle, beyniyle, gücüyle yardım etmişler, bir mekânı, çok gü-zel bir mekânı da bu güne kadar getirmişler. Ancak bugüne kadar dernek yöneticiliği yapan arkadaşlarımız, biraz da bilgi eksikliğiyle bir yanlış, daha doğrusu bir yöneticilik eksikliği yapmışlar. Burada ahbap-çavuş ilişkileri veya aşiretçilik temelinde derneği yönetmeye çalışmışlar.

Biz gençlik faaliyetlerinin başlaması amacı ile yeni bir gençlik komis-yonu oluşturduk. Gençlik tarafından bilgisayar kursları, ÖSS kursları, folklor ve semah kursları faaliyetleri yürütülmeye başladı. Bu bir düşün-cenin gençliğidir. Nedir bu düşünce? Alevi toplumuna, Alevi felsefesine inanan gençler. Onları, Alevilerin içinde yaşadığımız toplumunda ileri gitmesi için uğraş veren bir gençlik haline getirdiğimize inanıyorum. Bu konuda gerçekten arkadaşlarıma ve gençlere müteşekkirim. Gençlerimiz özverili bir şekilde davranıyorlar.

Süreç bize müsaade ederse, canla başla, fedakârlıkla, anlayışla, bir-birimize kenetlenerek, burada sorunların üstesinden geleceğimize kesin-likle inanıyorum.

Gördüğümüz önemli sorunlarda biri de koltukların altındaki Kuran kitaplarıyla elli altmış tane kadının burayı bir tarikat gibi kullanmasıdır. Aynen Sünni tarikatların yaptığı gibi. Bunu görünce hakikaten çok ga-ribime gitti.

Alevilerin, “Kuran’a başımız bağlıdır” söylemini biliyorum, ama Kur an’ı böyle öğretisel olarak gördüklerini ben görmedim. Kendi köyü-müze bakarak bir değerlendirme yaparsam, köylere dedeler gelirdi, gi-derdi. Senenin bir gününde Aleviliğin ibadeti olan cemi yaparlardı. Ama hiçbir bölgede koltuklarının altına Kuran’ı alarak, bir nevi okul haline getirilmiş bir yerde bu medrese kültürünü almazlardı. Tabii bu benim çok garibime gitti.

Bu konu üzerinde kafa yorduk. Yönetim içerisinde arkadaşlarla, “Bu konuda neler yapılabilir” diye konuştuk. Bunun hakikaten bizim kültü-rümüze, inançlarımıza ve felsefemize ters olduğunu; hele aydınlanma çağında, bilim çağında bu tür şeylerin yanlış olduğunu arkadaşlar da gördüler.

Kuran’ın okutulmasını tekrar gündeme getirdik, ama Kuran’ın insan-ların anlayacağı dilde öğretilmesinde taraf olduk. Kuran’ın Türkçe öğre-tilmesi konusunda bir çalışma başlattık.

Benim soracaklarım bunlar. Benim eksik bıraktığım, sizin anlatmak, eklemek istediğiniz başka şeyler var mı?

Cemevi, sadece ibadet yeri değildir. Bunu görmek lazım. Benim baş-kan olmamla birlikte bir ilkeyi uygulamaya koyduk. Nedir bu ilke? Bağ-cılar bölgesinde bize yakın olan her kişi ve kuruluşla işbirliğidir. Kim var, dedik, işte, SHP, CHP, Emek Partisi… Onları yerlerinde ziyaret et-tik. Bu dernek ile o kuruluşlar Bağcılar için ne yapabilir, bunun arayışı içerisinde olduk. Arkasından, gençlerin içinde çalıştığı yöre dernekle-riyle paneller yaptık. Bu belli başlı oluşumlarla Bağcılar halkına birlikte neler verebiliriz konusunu görüştük.

Biz buranın sadece insanların cenaze kaldırdığı, yemek yediği bir mekân görüntüsünden çıkarılması gerektiği düşüncesindeyiz. ÖSS kurs-larının açılması, öbür kursların açılmasıyla burası hakikaten bir kültür merkezi olabilmeli. Bugüne kadar yapılmayan eksik olarak gördüğümüz şeylerden biri de kütüphane. Kütüphane gerçekten çok önemlidir. İnsan-larımız Alevilik konusunda, kafasından geçen herhangi bir konuda ara-mak istediği, sormak istediği şeyleri burada bulabilmeli.

Bu tür derneklerin ve kuruluşların bazı şeyleri yapabilmesi için mad-di güçlerinin olması gerekiyor. Bu da bir bağış kutusuyla ya da bir ar-kadaşın, bir dostun yemek vermesiyle bugüne kadar gelmiş. Ama biz bunu da buradan çıkarmaya çalışıyoruz. Bu kuruluşun birtakım şeyler yaparak ayakta tutulması ve bunların gücüyle de insanlara bir şey ver-mesi lazım. Bunun için şimdi bir konferans salonu, bir tiyatro salonu düzenlemeye çalışıyoruz. Bunların adımlarını attık. Önümüzdeki bir ay veya iki ay içerisinde bunlarında burada gerçekleştiğini göreceksiniz. Bunlar da bir gelir getirecek. İnsanlar buranın tam bir kültür merkezi haline geldiğini görecekler.

18 Kasım’da Bağcılar Olim-pik Spor Salonu’nda yöre der-neklerinin katılımıyla ortak bir şölen yapacağız. Bu etkinlikte-ki amaç; hem Alevi le rin Bağ-cılarda bir potansiyel olduğu-nu, hem dayanışmanın, hem de üye lerimiz arasında kaynaşma-nın canlanmasını sağlamaktır. Bu konuda genç lerimiz bütün enerjilerini harcamaktadırlar. İnşallah başarılı çıkacağız.

Başarılı çıkacağımıza ben inanıyorum.

28 Sayı 24

SERÇEÞME

Bağcılar Hacı Bektaş Veli Derneği Başkanı ve Gençlik Komisyonu Başkanı ile SöyleştikAhmet Koçak

Page 29: Serşeçme Sayı 24 Ekim-Kasım 2006

Teşekkürler Sayın Başkan. Derneğiniz bünyesinde oluşan Gençlik Komisyonunun başlattığı çalışmaları da Gençlik Komisyonu Başkanı arkadaşa sormak istiyorum. Önce sizi tanıyalım?

İsmim Celal Şen. 1974 Sivas, İmranlı doğumluyum. İlk ve orta öğrenimimi Bağcılar’da ta-mamladım. Liseyi Kadırga Teknik Lisesi’nde, Üniversiteyi Boğaziçi Üniversitesi’nde okudum. Bilgisayar mühendisiyim. Şu anda bir bilgisayar şirketinde, yazılım müdürlüğü görevine devam ediyorum.

Gençlik komisyonunun ‘Demokratik Toplumsal Güç Oluşumu’ adında bir çalışması var. Bu projeyi bize kısaca anlatır mısınız?

1980’lerden sonra, özellikle Türkiye’de ve bütün dünyada küresel söylemler hız kazandı. Toplu-mun içerisinde varolan dinamikler her geçen gün azalıyor. Şu anda toplum her şeye duyarsız, ses-siz bir şekilde hayatını sürdürmeye çalışıyor. Fakat bir gerçek var. Bu toplumun içersinden geldiği-niz zaman, bu toplumun içerisinde büyüdüğünüz zaman görüyorsunuz ki aslında toplum içindeki dinamikleri hayata geçiremiyor. Seçim dönemlerinde hep gördüğüm şey şuydu: Belli çalışmalarla oy avcılığı yapılmaya çalışılıyor. Bu oy avcılığına çıkan arkadaşların genelinin gerçek anlamda insanların sorunlarına çözüm bulmak amaçlı yola çıktığını düşünmüyoruz biz.

Demokratik Toplumsal Güç Oluşumunun temel amacı şudur: Biz top lum da başlayan, toplumun gerçekten, kendi ihtiyaçlarını dile getirebileceği, mahalle komiteleriyle, yöre ve köy dernekleriy-le, demokratik kitle örgütleriyle bütünleşip, insanların, toplumun birbirlerini iyi tanıması yo luyla birlikte hareket edebileceğini görmesini istiyoruz. Yani bu suskun luğun artık, yavaş yavaş bozul-masını ve toplumun içinde yaşattığı dinamiklerini ortaya çıkarmasını istiyoruz. Bunun insanlara daha iyi bir yaşam için gerekliliğine inanıyoruz. Tepeden inme kararların önüne geçerek, tabandan gelen sese kulak verilmesi gerektiğini düşünüyoruz.

Bu proje siyasal güç oluşturma amaçlı mı?

Projenin temel aşamalarını şöyle sıralayabiliriz: Öncelikle bu dinamikleri bir araya getireceğiz. Bu derneklerin, kendi küçük birimlerine kadar ineceğiz ve onlara işlev kazandırmaya, kahve kül-türünden kurtar maya çalışacağız. Bunları aktif hale getirdikten sonra, burada platformun kendi çalışmalarını yürütebilir hale geldikten sonra, platformun kendi hareketini kendisinin yönlendir-mesine çalışacağız. Bu oluşum siyasi bir güç olur mu? İleride, seçimlerde kendi adaylarını kendi-leri çıkarırlar mı? Biz çıkarmaları ve tek vücut olarak hareket etmesini istiyoruz. Ama bu tamamen platformun alacağı kararlarla şekillenecek.

Biz sadece toplumsal bir girişim istiyoruz. Alevisiyle, Sünnisiyle demokrat düşünen herkesi insanların gerçekten yerel, Bağcılar’da var olan sorunlarını çözebileceği bir toplumsal hareketin yaratılmasını istiyoruz. Bizim projemizin temel kaynağı bu.

Bu hareket yaratılıp, platform oluştuktan sonra, platform kendi kendini yönetebilir duruma geldikten sonra, içerisinde oluşacak komitenin bağımsız şekilde çalışmasını sağlamaya çabalaya-cağız. Bu bir süre bizlerin katkıları ile şekillenen bir hareket olacak. Biz o platformu, her geçen gün biraz daha genişletmeye, biraz daha büyütmeye çalışacağız. 18 Kasım’da, platform üyelerinin hepsinin desteğini alarak büyük bir şölen düzenleyeceğiz Bağcılar Olimpik Kompleksi tesislerin-de. Bu aslında Hacı Bektaş Veli Kültür ve Tanıtım Derneği Genel Merkezi olması aşamasında çok önemli. Bizim başkanlığımız da bu oluşumun bir şöleni olacak, bunu planlıyoruz. Tek isteğimiz bu günümüzde.

Bu proje dışında gençlik komisyonu olarak sizin önünüzde ne gibi hedefl eriniz var?

Biz platformdan bağımsız olarak şu anda gençlik komisyonu olarak başkanlarımızın da bü-yük yardımları vasıtasıyla burada eğitim çalışmaları başlattık. Kültürel yozlaşma her geçen gün gençlerimizi Amerikanlaşmaya doğru götürüyor. Bunu hepimiz görüyoruz. Burada insanları hem kültürel, hem de eğitsel yönlerde hazırlamak için kurslar başlattık. Kahve köşelerinden kurta-rıp, insanları bilgisayar öğrenmeye, semah dönmeye, folklor öğrenmeye, bunun yanı sıra ihtiyacı olanlara üniversiteye hazırlık kursları vermeye kadar kurslar açıldı. Bunlar, çok cüzi bedellerle, tamamen gönüllü hocaların katılımıyla yapılan kurslar. O cüzi bedelin alınmasının tek sebebi de belgelerin gerektiği şekilde profesyonelce hazırlanabilmesi.

Yapılacak etkinliklerin takvimini hazırlayarak, platformun içerisindeki diğer kuruluşlara yay-ma düşüncesindeyiz. Bu nasıl olabilir? Mesela biz 1 Eylül Dünya Barış Günü’nü Hacı Bektaş Veli genel merkezi olarak, burada kendi bünyemizde kutladık. Birçok oluşumdan arkadaşlar katıldılar. Ama bundan sonra bu tür etkinlikleri yaparken, o kültürel faaliyet için bir derneği görevlendirmek istiyoruz. Yer, mekân önemli değil. Yer, Hacı Bektaş Veli Genel Merkezi olabilir veya yöre derne-ğinin kendi yeri de olabilir. Görevli dernek tüm hazırlıkları yaparken diğerleri onu desteklemeli, Platformdaki diğer kuruluşlar ve üyeler o faaliyet günü, belirlenen saatte, belirlenen mekânda etkinliğe katılması ve gerekli desteği vermesini amaçlıyoruz.

Başka söylemek istediğiniz bir şey var mı?

Bugüne kadar toplumun isteklerine ve sorunlarına ideolojik düşüncelerden yola çıkıp çözüm bulmaya çalıştık. Fakat vardığımız nokta düşündürücü. Her ne kadar da demokratik bir ortamda yaşıyorsak da, şu anda meclise bakarsanız; toplumun yarısının hiçbir fi kri orada savunulmuyor. Bu durumda da yaşadığımız süreçte insanlar birçok sorun ve sıkıntı ile başbaşa kalıyor. Toplumun artık önüne konan engelleri aşması gerektiğine ve bunun ideolojik düşüncelerin üstünde toplumsal dayanışmayla sağlanabileceğine inanıyoruz. Bu hareketimizin temel amacı da bu zaten. Bu nok-tada bu hareketle yola çıktık.

Bunun yanı sıra, Hacı Bektaş Veli Kültür ve Tanıtma Derneği Genel Merkezi’nin gerçek bir kültür merkezi haline gelmesi gerektiğini düşünüyoruz. Bir takım faaliyetler başlattık. Bize yar-dımcı olacak bütün arkadaşları da aramıza bekliyoruz.

Teşekkür ediyorum.

SERÇESME

Ekim-Kasım 2006 29

SERÇEŞMEOKUYUCULARININ KATKISIYLA

ÇIKIYOR VE DAĞITILIYOR

Serçeşme’nin gerçek sahibi Serçeşme’den niyaz alan okuyucularıdır.

Serçeşme’yi çıkaranlar ve dağıtanlar yurt içinde ve dışında çalışan, emeğiyle geçinen insanlardır.

Serçeşme canların özverisine, paylaşımcılığına, çalışkanlığına güvenir ve zorlukları birlikte aşma gücüne dayanır.

Serçeşme eli kalem tutan tüm canlardan yazı, haber, fotoğraf, yorum, nefes, deyiş bekliyor.

Serçeşme tüm canları temsilci olmaya, canları abone yapmaya, yörelerine derginin toplu getirtilmesine ve elden dağıtılmasına katılmaya çağırıyor.

TEMSİLCİ CANLAR

YURTDIŞI

Almanya: Berlin Zeki Konuk ...............+49.172.305 92 29 Darmstad Hüseyin Akın .................+49.179.107 88 56 Frankfurt Sedat Bican ...................+49.170.751 25 35 Gladbach Behçet Soğuksu ...........+49.173.510 03 54 Hamburg A. Varol ..........................+49.172.453 14 62 Hanau Kemal Nayman ...................+49.173.667 72 91 Kassel Hüseyin Öztürk ..................+49.162.153 33 20 Kiel Erdoğan Aslan ........................+49 174.484 18 34 Oberhausen Mehmet Kaz .............+49.173.612 01 95 Stuttgart Kılavuz Bakır ..................+49.162.909 70 70Avusturya: Tirol Hüseyin Polat ..........+43.650 841 55 99Belçika: Brüksel Kazım Bakırdan ........+32.473 49 37 12Fransa: Paris Ahmet Kesik ..................+33.6.82 07 67 16Hollanda: Schieadam Halil Cimtay ......+31.619 92 22 84 Gelderland Ali Rıza Ağören .............+31.651 25 63 19İngiltere: Londra İsmail Büyükakan ....+44.77.9643 5276İsviçre: Basel İbrahim Bakır ................+41.78. 808 40 07Kanada: Toronto Ahmet Akkuş .............+1.416.652 98 54

YURTİÇİ

Adıyaman: Merkez Serdar Bektaş .........0538.457 34 14 Gölbaşı Kenan Tezerdi .......................0535.949 43 13Amasya: Merzifon Ali Kiziroğlu ...............0535.644 27 25Ankara: Merkez İsmail Metin ..................0532.644 95 37 Sıhhiye Av. Timurtaş Özmen ..............0532.313 87 78Antalya: Merkez Gülçin Akça ..................0532.283 72 80Burdur: Merkez Mehmet Turan ..............0248.234 37 17Denizli: Merkez Eyüp Ceylan ..................0536.739 28 42Diyarbakır: Merkez Mehtap Ürer ............0535.872 63 03Eskişehir: Merkez Bekir Güven ..............0222.233 06 90Gaziantep: Merkez Haydar Dede ...........0342.250 64 77Hatay: İskenderun Haydar Kalkan ..........0326.614 26 50İstanbul: Alibeyköy Veysel Köse .............0544.305 39 23 4. Levent Hüseyin Düzenli .................0555.204 73 79 Avcılar Mustafa Kılçık ........................0536.552 68 75 Beyazıt Rukiye Güven .......................0212.516 23 14 Çağlayan Ali Ulvi Öztürk ....................0212.224 22 42 İçerenköy Yılmaz Gürbüz ...................0535.524 49 12 Kadıköy Kazım Erol ...........................0533.553 33 86 Kayışdağ Veli Göynüsü ......................0532.687 31 09 Sarıgazi-Taşdelen Ergül Şanlı ...........0532.410 51 79 Soğanlık Hasan Harabati ...................0532.787 70 98 Sultanbeyli Sadegül Çavuş ................0535.491 07 58 Yenidoğan Salih Arslan ......................0535.941 15 09İzmir: Merkez Hüseyin İlbey ....................0536.203 64 82 Bornova Hüsniye Çınar .......................0532.512 59 62Kocaeli: İzmit Ali Buğdacı .......................0532.252 12 06Konya: Beyşehir Selman Zebil ................0542.431 56 91Manisa: Salihli Muhammet Petekkaya .....0538.218 90 52Maraş: Elbistan Derviş Şahin ..................0544.217 98 05 Nurhak Hasan Çadır .......................... 0535.511 12 99Samsun: Terme Emrah Çolak .................0542.341 33 03Tekirdağ: Merkez Hasan Arslan ..............0282.263 05 79Tokat: Merkez Ali Rıza Yıldız ...................0536.212 49 54 Zile Aslı Çıkrıkçıoğlu............................0543.682 38 99Urfa: Merkez Hakan Güleç ....................... 0542.569 11 26 Akpınar Cafer Özel .............................0543.949 84 07 Kısas Ahmet Aykut .............................0536.777 63 47 Sırrın Sadık Besuf ..............................0537.392 63 75Zonguldak: Merkez Bahattin Arı ..............0544.246 09 17 Karadeniz-Ereğli Cemal Kenanoğlu ..0532.740 42 50

BİLİMLE GİDİLMEYEN YOLUN SONU KARANLIKTIR

Page 30: Serşeçme Sayı 24 Ekim-Kasım 2006

30 Sayı 24

SERÇEÞME

KAYGUSUZ ABDAL halk edebiyatı-mızın önde gelen isimlerinden biri. “Tasavvuf edebiyatı” veya “tekke ede-

biyatı” şairlerinden. Alevi-Bektaşi edebiyatı-nın kurucusu sayılır. Tekkeye intisab etmesi bir efsaneye dayanmaktadır. Asıl adı Alâeddin Gaybi’dir. Alâiye (Alanya) beyinin oğludur. 1341- 1444 arasında yaşadığı rivayet edilir.

Alageyiğe Saplanan OkBütün bey oğulları gibi, çok iyi eğitim görmüş-tür, zamanın gereği olan ata binmek, yay kul-lan mak, avlanmak gibi hüner veya zevkleri var dır.

Ben de gittim alageyik avına,Çekti geyik beni kendi dağına,Tövbeler tövbesi geyik avına,Siz gidin kardaşlar kaldım kayada.

Bir gün Toros’larda avlanırken bir geyi-ği böğründen vurur, yaralı geyik kaçar, bey oğlu kovalar,.. en sonunda geyik, dağlarda bir eve girer. Gaybi kapıyı çalar, dervişler açar-lar. Ev meğerse Abdal Musa adlı bir Bektaşi pîri nin dergâhıymış. Genç adam “geyiğimi is te rim” diye tutturur, içeriden gelen yaşlıca bir adam, koltuğunun altına saplanmış oku çıkarır, “Oğul, aradığın ok bu mudur?” diye sorar. Bu şahıs Abdal Musa’dır. Bey oğlu Gay-bi, ermiş kişinin ayağına kapanır ve tekkesine derviş girmek istediğini söyler. (Abdal Musa Velayetnâmesi’nde Bey oğlu Gaybi’nin bu der-gâha kapılanmasına ait kayıtlar vardır.)

Gaybi, serveti ve iktidarı bırakıp, (Âşık Yunus’un Tabtuk Emre dergâhına 40 yıl odun taşıması gibi) o da Abdal Musa’nın tekkesine hizmet eder. Zamanla abdallık payesine erişir ve Kaygusuz adını alır. Yaşı ve ilmi kemale erince, Şeyhi ona Mısır’a gidip, ocak açma-sını söyler. Nil kıyılarına varır, dergâh kurar, derviş yetiştirir. Hicaz’a gider, hacı olur, dinsel törelerde kutsal yerler olan Necef’i, Kûfe’yi zi-yaret eder. Sonra tekrar Pîr’inin yanına döner. Oradan, Ege’ye, Trakya’ya geçer, Edirne, Yan-bolu, Manastır, Filibe’de kalır. Nerelere gittiği şiir ve yazılarında geçen şehir adlarından an-laşılmaktadır. Mısır’a geri gelir, öldüğünde bir mağaraya gömülür. Mezarının yeri nedeniyle orada Abdüllah-ül Magarevi (Allah’ın Mağa-ralı Kulu) diye de bilinir. Mısır’daki dergâhı halife makamı olarak sayılan en kutsal dört yerden birisidir.

Kaygusuz Abdal; Bektaşi’ler için en önemli ermişlerdendir, ona Kaygusuz Sultan da derler, Bektaşi meydanına serilen 12 posttan birisi Abdal Musa, diğeri ise onun talebesi Kaygusuz

Sultan adınadır. Hayatının büyük bir bölümü-nü gurbette geçiren Kaygusuz, eskiden içinde yaşadığı ve Urum (Anadolu)’dan, Hindistan’a kadar yakın-ırak yerlerden dertlilerin, dertsiz-lerin, beylerin, yoksulların, tüccarların, erlerin, hastaların, sağlamların, Gayrı Müslimlerin, Müslimlerin geldiği, konuk olduğu, barındığı, karnını doyurduğu Abdal Musa dergâhını öz-lemle anıyordu:

Beylerimiz elvan gülün üstüne, Ağlar gelir, şâhım Abdal Musa’ya.Urum abdalları postun eğnine Bağlar gelir şâhım Abdal Musa’ya.

Urum abdalları gelir dost deyi,Eğnimizde aba hırka post deyi,Hasteleri gelir derman isteyi,Sağlar gelir şâhım Abdal Musa’ya.

Hintten bezirgânlar gelir yayınır,Pişer lokmaları açlar doyunur,Bunda gelir âşıkları soyunur,Erler gelir şâhım Abdal Musa’ya.

Her mâtem ayında kanlar saçarlar,Uyandırıp Hak çerağın yakarlar,Demine “hu!” deyip gülbeng çekerler,Nûrlar gelir şâhım Abdal Musa’ya.

Benim bir isteğim vardır Kerîm’den,Münkir bilmez evliyânın hâlinden,Kaygusuz’am ayrı düştüm pîrimden,Ağlar gelir şâhım Abdal Musa’ya.

(Soyunmak: Dervişliğe karar verip, o esvapları giy mek, Gülbang: bülbül sesi, Bektaşi derviş le-ri nin sesli duası, Uyandırmak: matem ayında (Hic ri yılın ilk ayı olan Muharrem’de) çırağı yak mak, Demine hu: her anın Tanrıyla olsun, Ke rîm: İslamiyette “Esma-yı Hüsnâ” (Güzel İsim ler) denilen Allah’ın 99 adından birisi.)

Bilge Kişinin Dünyaya BakışıYukarıda andığımız tekke şairleri gibi Kaygu-suz Sultan’ın da şiirlerinin temeli tasavvuftur. Ve tüm tasavvufçular gibi, o da hurafelerin, din adına tehdit ve korkutmaların, biçimsel dindarlığın, yavan ibadetçiliğin sadece dışında değil, karşısındadır. Dinin özünü o şekiller ve kurallar olarak değil, insana değer vermek diye algılar, din söylemindeki şeytan kavramını ve kullanılmasını istemez, onun bunun şeytanla korkutulmasını ya da şeytanlıkla itham edil-mesini yadsır, yeryüzündeki hilekârdan daha şeytan kimsenin olamayacağını söyler, kendi-sini ise “ben özümü Güzel Şah’ın aşkına ada-mışım, makam, mevkide (ekâbir arasına katılıp cübbe ve kaftan giymekte) gözüm yoktur” diye tanımlar” (onun giysisi aba-hırkadır, cübbe ve kaftan giymesi ise sınıf atlamaktır):

Dost senin yüzünden özge, ben Kıble’yi can bilmezem,Pîrin hüsnünü severim, ben gayri imân bilmezem,Bana derler ki, şeytan senin yolun azdırır,Ben şu hileci kişiden gayri bir şeytan bilmezem.

Ol Şâh-ı hüsnün aşkına özümü viran kılmışım,Kaygusuz Abdal’dır adım, cübbe ü kaftan bilmezem.

Bu sözleri söyleyen kişi bey oğlu olmayı, babasının yerini alıp insanlara hükmetmeyi reddetmiş, sarayı, serveti, refahı terketmiş, Şey-hin Dergâhında bir lokma-bir hırka yaşamaya ve hizmet etmeye girmiş bir insandır. Halkın içinden yetişmiş birisi olarak da bunları söyle-seydi, sözleri değerinden bir şey kaybetmezdi, ama sınıfını terketmiş birisi böyle konuşunca o sözlerin değeri artmaz fakat o kişinin erdemli-liğini bir emsal olarak göstermek gerekir. Bey oğlu genç Gaybi sınıfını bırakıp Hak yoluna girmişti, günümüzde ise sınıfını bırakıp Halk yoluna giren gençler var, her zaman da oldu.

Bektaşi ozan insana tepeden bakmaz, ken-dinden yola çıkarak sevginin içselleştirilmesini ister, yüzeysel bir inançlılığı aldırmaz, insana ve onun iç güzelliklerine, ruhsal zenginlikleri-ne vurgu yapar.

“Karıncayı fi lle karıştırma, lâl taşının de-ğerinin hâreli renginden ileri geldiğini san-ma, Hacca gittim diye kendine pay çıkar-ma, Hacca giden kişinin gönülleri kazan-ması gerekir, gerçek gönül Tanrı’yı içinde bulunduran yerdir, bu nedenle benliğini iyi tanı, Tanrı senin içinde, sen Tanrının için-desin, üstünlük taslama, insanlara söyle-yeceklerini sevimlice söyle, onları kırma, benim aklım herkesten üstündür, sözüm herkese yol gösterir, deme, öyle yapmaya başlarsan sonra kibirden, böbürlenmekten kurtulamazsın, diyeceğin bir lafı çocuk gibi dambur dumbur söyleme, usül, erkân bilmezsen kaba saba birisi olursun”

gibi öğütler verdikten ve bu şiirlerden ders çıkar dedikten sonra, “sözlerime bakıp böbür-lendiğimi zannetme, ben de senin gibi birisi-yim, helvayla püryan kebabı yemekten başka bir hünerim yoktur” diyerek, o sözleri dinleye-nin gönlünü alır.

Fil yükün karıncaya yükletme, çekebilmez, Lâl ü gevher kıymetin umma reng-i hâreden, Hacca vardım der isen, kanda vardın hacca sen,Kılavuzsuz kuş uçmaz bunca dağ ü dereden.

Hacca varan kişinin gönül yapmak işidir, Gönül Hak’kın beytidir key sakın emmâreden.Sen özünü bil, nesin, Hak sende, sen kandasın,Eğer aklın varısa, anla bu eş’âreden.

Aklına akıl deme, sözüne delil deme,Çünkü kurtaramazsın, nefsini emmâreden.Tıfıllayın dem be dem dambur dumbur söyleme,Mansurlayın olursun, bilmezsen müdâreden.Kaygusuz’un hüneri helva ü biryan yemek, Bundan özge hüneri, umma bu bîçâreden.

Kim Demiş ‘Gerçeküstücülük’ Batı’da Doğdu Diye?

Halk edebiyatında, darbımesellerde, dilden di le geçen, zaman içinde çeşitlenen tekerlemelerde, meddahların hitaplarındaki uzayıp giden söz-lerde gerçeküstücü öğeler vardır. Eskiden an-

‘Kaygusuz Abdal’ ya da Ramazan’da Dindar Bir Bilgeyi Anımsamak... Yalçın Yusufoğlu Bu yazı Sesonline sitesinden alınmıştır: www.sesonline.net

Yaygın medya, Ramazan’da hemen başka bir kisveye bürünerek, diğer maskesini takıp dini yayınlar yapmaya başlar. Biz tabii ki böyle bir şey yapmayacağız elbette. Ama, Ramazanı fırsat bilerek, vesile ederek ‘dindar’ şairlerden birisini Kaygusuz Abdal’ı anacağız. Okuyacağınız dizeler bir tasavvuf ozanının gerçekte bütün bildik dindarlardan daha dindar bir dervişin, dinsel tutuculuğa, biçimsel dindarlığa seslenişidir. O çağların bilim ve bilgi yoksunluğu içinde bile bilgelerin hoş görmediği bağnazlığın, yüzyıllarca sonra hâlâ pek çoklarınca benimsenmesi, teşvik edilmesi ne kadar üzüntü verici geliyor değil mi?!.

Page 31: Serşeçme Sayı 24 Ekim-Kasım 2006

nelerin-büyükannelerin diline yerleşmiş olan, masal girişindeki, “Evvel zaman içinde, kal-bur zaman içinde, deve tellâk iken, pire berber iken, ben dedemin beşiğini tıngır mıngır sallar iken” gibi sözler, veya bağlamayla söylenen türkülerde, hatta bazan âşıkların atışmaların-da ozanın yaratıcılığında çoğalan deyişler,.. doğaya, topluma şakayla veya ironiyle bakışı sergiler. Bunlar günümüzde genellikle halk ozanlarında görülmektedir, radyo televizyon türkü programlarında daha seyrektir. Benim çocukluğumda Kırşehirli halk türküleri sa-natçısı Şemsi Yastıman’ın ünlü ettiği öyle bir türkü bu tür yapıtların en çok popüler olanıydı: “Manda yuva yapmış söğüt dalına / Yavrusunu sinek kapmış gördün mü?” diye başlayan ve o minval üzerine giden Tosya türküsü ve bugün ancak yöresel olarak bilinen benzerleri, ya da âşık atışmalarında ozanın ağzından doğaçlama olarak çıkan benzerleri folklorumuzun önemli öğeleri arasındadır.

Kaplu kaplu bağalar kanatlanmış uçmaya,Kertenkele derilmiş kırım suyun içmeye,Kelebek ok yay almış, ava şikâra çıkmış,Domuzları korkutur ayuları kaçmaya.

Ergene’nin köprüsü susuzluktan bunalmış,Edirne minaresi eğilmiş su içmeye.Bir sinek bir devenin, tepmiş oyluğun ezmiş,Bir budunu götürmüş, dönüp ister kaçmaya.

Leylek koduk doğurmuş, ovada zurna çalar,Balık kavağa çıkmış, söğüt dalın biçmeye.Bir pire bir mut tuzu yüklemiş gider yolaGeh at olup yolgalar, geh kuş olur uçmağa.[*]

Domuz düğün eğlemiş ayıya kızın vermiş, Maymun sındı getirmiş, kaftan gömlek biçmeye.Deve hamama girmiş, dana tellâklık eder,Su sığırı natır olmuş, nöbet ister çıkmaya.

Kelebek buğday ekmiş Manisa ovasına,Sivrisinek derilmiş, ırgat olup biçmeye.Kaygusuz’un sözleri, Hindistan’ın kozlarıBunca yalan söyledin, girer misin uçmaya?

[*] Günümüze ulaşmış bir başka versiyona göre:

Bir aksacık karınca kırk batman tuz yüklemiş,Gâh yolgalar gâh çeker, şehre gider satmaya...

Okuduğunuz bu kısa değinme, medyanın monokültür bombardımanı altında yaşadığı-mız bir devirde, 600 yıl öncesinden kalmış bil-geliği, insan sevgisini, geniş görüşlülüğü, aynı zamanda, Bektaşi kültüründeki o özü süsleyen yergi, taşlama ve mizah öğelerini anımsatmak ve burada da gördüğümüz gibi, merkezinde in-san olan kültürel zenginliklerimize sahip çık-manın değerini vurgulamak için yazıldı.

Dinde Tehdit ve Tecziyeye Red Tasavvuf insanı sevmek demektir, onun din an layışında korkutmak, cezalandırmak, “yok-sa fena yaparım” demek yoktur, tehdidin aracı olan cehennem de yoktur, ateşi de. (Ve Yunus’ta gör düğümüz gibi, cennete varmak için üzerin-den geçilmesi zorunlu olan sırat köprüsünden ge çemeyip kızgın alevlere düşme tehlikesine de aldırmaz: varıp onun üstünde evler yapası gelir.)

Bugün karşı karşıya bulunduğumuz İslami yobazlığa, örümcek kafalılığa bir din adamın-dan, bir dervişten, bir ermişten gelen bir red-diye olarak Kaygusuz’un şu sözlerine kulak verelim:

Âdemi balçıktan yuğurdun yaptın,Yapıp da neylersin, bundan sana ne?Halkettin insanı cihana saldın,Salıp da neylersin, bundan sana ne?

Bakkal mısın, teraziyi neylersin,İşin gücün yoktur, gönül eylersin,Kulun günahını tartıp neylersin,Geçiver suçundan bundan sana ne?

Katran kazanını döküver gitsin,Mümin olan kullar dîdâra yetsin,Emreyle yılana Tamuyu yutsun,Söndürsun Tamuyu bundan sana ne?

Kaygusuz Abdal’ım sözümüz budur,Her nerde çağırsan Hak onda hazır,Hep düzâha bastırırsın, kim ne der,Yakma kullarını bundan sana ne?

[Tamu: cehennem ateşi ]Bu mübarek Ramazan gününde, tövbe töv-

be,.. insanı günaha sokacak şu şuera bozuntu-su, değil mi? Ne de olsa alt tarafı bir Batıni. Siz ise sünnisiniz, bilmem nesiniz. Peki ama sorarım size, mürşidinizden parti başkanınıza, milyarder müminizden tarikat müridine kadar hanginiz Kaygusuz’dan daha dindarsınız?

Dinin Ciddiyeti Asık Surat, Çatık Kaş Değil; Neşe ve Nükte

Bazı şiirlerinde “Sarayî” mahlasını da kullan-mış olan Kaygusuz Abdal, hem aruz, hem hece vezniyle yazmıştır, nazım yazdığı gibi, düz yazı eserleri de vardır. Manzum yapıtları Divan’ında ve Gülistan, Gevhernâme, Yasnâ-me, Minbernâme’de topladığı mesnevilerin-dedir. Nesir yazıları ise Budalanâme, Kitab-ı Mugalâta, Vücudnâme, Dilgüşa, Saraynâme gibi kitaplarında yer alır.

Kısa tanıtma yazısını, gerçeküstücü üslu-bun yerini nükte ve hicve bırakırtığı ve halk diline tekerleme olmuş ünlü dizeleriyle bağla-yalım:

Bir kaz aldım ben karıdanBoynu da uzun borudanKırk abdal kanın kurudan Kırk gün oldu, kaynatırım kaynamaz.

Sekizimiz odun çekerDokuzumuz ateş yakar,Kaz kaldırmış başın bakarKırk gün oldu kaynatırım kaynamaz.

Kaza verdik bir çok akçeEti kemiğinden pekçeNe kazan kaldı ne kepçeKırk gün oldu kaynatırım kaynamaz.

Kaz değilmiş be bu, azmış!Kırk yıl Kaf Dağını gezmişKanadın kuyruğun düzmüşKırk gün oldu kaynatırım, kaynamaz.

Kazımın kanadı selkiDişi koyun emmiş tilkiNuh Nebi’den kalmış belkiKırk gün oldu kaynatırım kaynamaz.

Suyuna biz saldık bulgurBulgur “Allah” deyû kalkur.Be yârenler bu ne haldir!Kırk gün oldu kaynatırım kaynamaz.

[Selki: Hafi f]

SERÇESME

Ekim-Kasım 2006 31

SERÇEÞMESERÇEÞMESERÇEÞMESERÇEÞME

SERÇEŞMEAçıklık, Kendi Açtığı Yarayı

İyileştiren KılıçtırSerçeşme, Alevi-Bektaşi toplumunu

ilgilendiren tüm fi kirlere açıktır.Serçeşme, Alevi-Bektaşi hareketinin farklı

kesimlerini, görüşlerini, örgütlerini temsil eden yazarlara açıktır.

Serçeşme, farklı görüşlerin yan yana yer aldığı, hoşgörü, tartışma ve eleştiri platformu olacaktır.

Serçeşme, imzasız yazılara, kişisel ve örgütsel çekişmelere yer vermez.

Serçeşme’de yayımlanan yazıların içerdiği fi kirler yalnız yazarlarını bağlar.

Serçeşme, yollanan yazıları içerdiği fi kirler nedeniyle sansür etmez.

Serçeşme, bilimsel çalışmaya, araştırmaya dayalı nitelikli yazılara ağırlık verir.

Serçeşme, tartışmalı konuları gündeme getirmekten kaçınmaz.

Serçeşme, kısa ve özlü söze öncelik verir, boş sözlerden ve bilinenlerin tekrarından kaçınır.

Serçeşme, olanakları sınırlı bir dergidir. Yollanan yazıları yayımlamamak, kısaltarak ya da bölerek yayımlamak ve düzeltmek hakkını saklı tutar.

Ancak fi kirleri değiştirmemeye ve yazarın onayını almaya özen gösterir.

Serçeşme’ye gönderilen yazılar yayımlansın, yayımlanmasın iade edilmez

YILLIK ABONE BEDELITürkiye YTL40 - Avrupa Birliği €50

İngiltere £40

Türkiye’den abone olmak isteyen canlarlütfen abone bedelini bir postaneden

Genel Ajans Basım DağıtımOrganizasyon Ltd Şti

Posta Çeki Hesabına (No 1629127)yollayın.

Adınızı, Soyadınızı ya da Kuruluşun Unvanını; İş, Ev ya da Cep Telefonunuzu,

varsa Faks Numaranızı ve E-posta adresinizi, ayrıca mahalle, cadde/sokak,

kapı no, daire no, ilçe, il ve posta kodunuzu içeren posta adresinizi okunaklı olarak yazın

ve ödeme dekontunuz ile birlikte büromuza fakslayın: +90.(0)212.519 5635

Avrupa’dan abone olmak isteyen canlar, abone bedelini aşağıdaki

adrese yollayabilir:Avrupa Baş TemsilciliğiTel: +49.179.107 88 56

Hüseyin AkınPostbank

Kontonummer: 826 857 303Bankleitzahl: 25 01 00 30

BİLİMLE GİDİLMEYEN YOLUN SONU KARANLIKTIR

Page 32: Serşeçme Sayı 24 Ekim-Kasım 2006

SERÇEÞMEBİLİMLE GİDİLMEYEN YOLUN SONU KARANLIKTIR

Maksat Aleviliği Değil, Alevileri Siyasallaştırmakmış!Esen Uslu

Yazdan beri Alevi-Bektaşi kuruluşlarında bir alt-üstlük yaşandı. Bir-likte göreve seçilmiş canlar, birbirlerini görevden aldı. ABF ola-

ğanüstü bir kongreye zorlandı ve seçim için tarafl ar kıyasıya kırıcı bir kampanya sürdürdü. Karşılıklı ağır atışmaların yaşandığı bir ABF genel kurulu yapıldı. Çalkantı hâlâ durmadı.

Bu alt-üstlükle, aynı günlerde duyulmaya başlayan “Aleviliği Siya-sallaştırma” söylemi, tartışmanın ana nedenlerinden biri olarak ortaya çıktı. Ama örgütsel tartışmaların bu söylemin yol açtığı tartışmanın öne-minin unutulması ve yapılan kongre ile bu söylemin “benimsenmiş bir görüş” oldu-bittisine getirilme tehlikesi belirdi.

Bu ortamda Turan Eser canın e-posta yolu ile dergimize yolladığı önemli bir yazı örgütsel tartışmalar arasında kaybolma eğilimi gösterdi. Yazı, “Aleviliğin siyasallaştırılması” söylemine eleştirilerime bir yanıttı ve konuya açıklık ve netlik getirmek istediğini öne sürüyordu.

Ne var ki Turan Eser’i kendi yazarları arasında sayan ve yazılarını düzenli olarak yayınlayan internet siteleri bu yazıya yer vermedi. Böyle-ce, hem “Aleviliği siyasallaştırma” söylemini eleştirenlere bir yanıt veril-miş oluyordu; hem de bu konuda bir tartışma olmamış görüntüsü yara-tılıyordu. Umarım, Eser canın yazısının tamamını yayınlayarak, “olanı, olmamış gibi gösterme” türü bir şark kurnazlığının önüne geçeriz.

Kendinden Menkul Keramet

Eser canın yazısı ne yazık ki daha önce sorduğum sorulara yanıt ver-miyor ve konuya netlik getirmek yerine kafa karıştırıyor. Siyaset ise

kafa karışıklığını hiç kaldırmaz.Eser canın öne sürdüğü önemli nokta, “dernek çalışmalarından elde

edilen düşünsel, örgütsel gücün siyasi alanlara taşınmalıdır” tezidir.Üslubundan anlaşıldığı kadarıyla bu o kadar açık bir “gerçek” ki, bu

tezi sorgulamaya cesaret dahi etmemeliyiz! Örgütsel güç bir yana. “Der-nek çalışmalarından elde edilen düşünsel güç” her ne ise Eser canın onu önce bir tanımlaması gerekirdi. Bu yapılmamış, ama var sayılmış!

Kurumlarımızın çoğunda yönetime gelen ekiplerin hâlâ basit bir ça-lışma programı bile yokken; böyle bir programı seçimler öncesinde üye tabanında tartışmaya açmazken; seçildikten sonra da aklına geleni önü-nü-sonunu düşünmeden söylemeyi marifet bilirken, derneklerde birik-miş böyle bir düşünsel gücümüz olduğuna nasıl vehmedilebilir?

Ne yazık ki bu, Alevi-Bektaşi tabanda rastlanan, yalnız söylencede değil, gerçek yaşamda da keramet, mucize arayan en geri görüşlerle ben-zerlik taşıyor. Ancak modern toplumda, “kerameti kendinden menkul” kişi ya da kurumlar ya da düşünceler eliyle siyaset olanaklı değildir.

Açıktır ki, “derneklerde biriken düşünsel güç” Türkiye çapında siya-set yapmak için gerekli programı ve siyasi platformu sağlamaya yeterli değildir. “Siyasete girmek için bize bir program gerekmez, doğaçlama söyleyen âşık gibi siyaset içinde programımızı yazarız” denilebilir mi?

Düşünsel hazırlık, program gerekmez ya da bunlar bizim cebimizde hazırdır yaklaşımı, siyasi parti olmadan siyasete müdahale fi kri ile de kendini göstermektedir. “Siyasete müdahale” diyor Eser can, ama he-men ekliyor, “bir parti kurmak hiç değildir.” Ya nedir? Eser canın yanıtı hazır: “Sola ve sosyal demokratlara … Türkiye’nin müşterek sorunlarına asgari siyasi çözüm programlarda birleşin mesajını vermektir.”

Yani, Alevi dernekleri, sola ve de sosyal demokratlara uzaktan danış-manlık ya da daha doğru deyimi ile akıldanelik yaparak siyasete müda-hale edecekmiş. Kadîm bir yoldaşın sözüyle, “buna eşekler bile güler.”

Sosyal Demokrasicilik

Eser can, yanlış anlamayın, “Aleviliğin değil, Alevi yurttaşının si ya sal-laşması”nı savunuyoruz diyor. Bu ayrım gerçekten önemlidir. Eser

can açıkça söylemese de bu yaklaşımıyla, daha önce kullanılan “Aleviliği siyasallaştırmak” söyleminin yanlışlığını kabul etmiş oluyor. Yani yü-rüttüğümüz tartışma en azından bu anlamda yararlı olmuştur.

Ancak sorun bununla bitmemektedir. Eser canın sosyal-demokrat diye nitelediği ve seçimlerde oylarının azalmasını, tüm yazısının ana fi kri yaptığı siyasi eğilim, günümüzde hepimizin gözü önünde milliyet-çilik-devletçilik kırması gerici görüşleriyle cuntacılık batağında debe-lenmektedir. Onlara akıldanelik yapmak Alevilere mi düştü?

Eser can, “Toplumun siyasallaşmasını … etnik milliyetçiliğin hege-monyasından kurtarmak” diye bir de mesaj yolluyor. Milliyetçi-devlet-çi-cuntacı sosyal demokratlar eliyle etkili ve yetkili çevrelere yollanan bu mesajla, Alevi-Bektaşiler ile Kürt halkı arasına nasıl bir toplumsal dinamit döşendiğinin farkında değil mi? Bu yaklaşım kimlere akıldane-lik oluyor?

IMF karşıtı söylemi ağzından düşürmeyen, ama IMF’nin programı-nın gerçekte Türkiye fi nans-kapitalinin arzuladığı program olduğunu görmezden gelen; kendi yerli-milli fi nans kapitalinin emperyalist yayıl-macılığına karşı çıkmak bir yana buna şak-şak çeken, namuslu emperya-lizm karşıtlığının değil, karşıtlık gösterişinin ağır bastığı milliyetçi sol açısında da durum farklı değildir.

Eser can, sömürüsünü dünyanın dört bucağına yayan Türki ye’nin yer-li-milli fi nans kapitaline karşı siyaset geliştirmeden anti-emperyalistlik yapmanın, aslında Türkiye’nin emperyalistleşme çabalarına akıldanelik yapmak olduğunu anlamıyor mu? Yoksa kendisi de emperyalist sömürü yoluyla ülkemize akacak süper kârlarla kalkınacağımızı ve demokrasi-mizin gelişeceğini mi düşünüyor?

“Siyasete müdahalenin bilinçli oy kullanmakla sağlanacağı tezini be-nimsiyor isek, önümüzdeki görevinde adını koymuş oluyoruz” diyor Eser can. Kendisine daha önce sorduğumuz sorulardan birini böylece yanıt-lamış oluyor. Tüm söyleminin altında demokrasiyi seçimlerle sınırlayan yaklaşımın yattığı sırıtıyor.

Eşeklerle Gülünçlüğü Paylaşmamak

Bu siyasi yaklaşım, yalnız kendini bir kez daha yerlerde süründürecek bir geriliği yansıtsa çok ciddiye alınmazdı. Türkiye solunda şu ya da

bu yoldan gelip gerici, milliyetçi, devletçi, cuntacı sosyal demokratları-mızla aynı yatağa girme fi kri eskiden beri çok taraftar bulmuştur. Bu canlar da sonu baştan bilineni bir kez daha denerler, burunlarını sürter, derslerini alırlar denilip geçilebilirdi.

Ancak bugün Alevi-Bektaşi hareketinin vardığı düzeyde tehlike ciddi dir. Demokratik Alevi-Bektaşi kuruluşları eliyle başlatılacık böyle bir girişim, solu ve sosyal demokratları birleştirmek bir yana, yeni yeni to par lanmaya başlamış Alevi-Bektaşiliğin sağlanabilmiş yetersiz birli-ğini bile dağıtıverir. Alevi-Bektaşi felsefesinin keskin eleştiri silahının Türkiye’nin bunalmış işçi, emekçileri arasında yeni bir açılımın yayı olma olanağının ortaya çıktığı bir dönemde, böyle önü-sonu düşünülme-miş hovardaca girişimlerin bedeli ağır olur. Bugünkü ortamda, eşeklerin bile güldüğü konular ciddi sonuçlar verebilir. Bu nedenle herkesin ağzın-dan çıkanı kulağı duymalıdır, herkes adımını iki kez tartarak atmalıdır..