Upload
vutuong
View
246
Download
1
Embed Size (px)
Citation preview
T.C.
Dr. Siyami Ersek
Göğüs Kalp ve Damar Cerrahisi Merkezi
İstanbul
Koroner Yavaş Akım İle Lipoprotein (a) Düzeyi
Arasındaki İlişkinin Araştırılması
Kardiyoloji Uzmanlık Tezi
Tez Yöneticisi Doç. Dr. İzzet Erdinler
Dr. Özgür Ordu
İSTANBUL 2009
2
Teşekkür
Türkiye’de Göğüs Kalp Damar Cerrahisinin kurulması ve geliştirilmesinde büyük
emeği olan, hastanemizin kurucusu, merhum Prof. Dr. Siyami Ersek’i saygıyla
anıyorum.
Sayın başhekim Prof. Dr.İbrahim Yekeler’e;
Uzmanlık eğitimim ve tez çalışmalarım boyunca bilgi ve desteğini esirgemeyen, birlikte
çalısmaktan onur duyduğum hocam Doç. Dr. Kadir Gürkan’a, ayrıca değerli
Kardiyoloji Klinik Şeflerimiz, Doç. Dr. Ahmet Narin, Dr.Tuna Tezel , Doç. Dr. Kemal
Yeşilçimen, Doç. Dr. Neşe Çam, Doç.Dr. Kadir Gürkan, Doç. Dr. Mehmet Eren, Doç.
Dr. Gülşah Tayyareci, Doç. Dr. Osman Bolca, Doç. Dr. Abdurrahman Eksik’e,
Kardiyoloji Şef yardımcılarımız Dr. Hasan Refi Sunay, Dr. Mehmet Öner Engin,
Dr.Recep Öztürk, Doç. Dr. İzzet Celal Erdinler, Doç. Dr. Hülya Kaşıkçıoğlu, Doç. Dr.
Şennur Ünal, Doç. Dr. Nevzat Uslu’ya;
Kardiyovasküler Cerrahi, Anestezi ve Reanimasyon, Radyoloji ve Pediatrik Kardiyoloji
şef ve şef yardımcılarına;
Aynı ekibin parçası olmaktan mutluluk duyduğum, eğitimim ve tez çalışmalarımda
yardımlarını esirgemeyen Doç. Dr. Ahmet Akyol, Doç. Dr. Nazmiye Çakmak, Doç. Dr.
Ahmet Taha Alper, Dr. Hakan Hasdemir, Dr. Mehmet Ergelen, Dr. Barış Yaylak, Dr.
Abdullah Orçun Öner, Dr. Güney Erdoğan, Dr. Mustafa Azmi Sungur, Dr. Nuri
Cömert’e;
Uzmanlık eğitimimde ve bu tezde büyük katkıları bulunan ve birlikte çalışmaktan onur
duyduğum Uzm. Dr. Özer Soylu ve Doç. Dr. Mustafa Özcan Soylu’ya;
Diğer tüm başasistan, uzman ve asistan arkadaşlarıma;
Hastanemiz hemşireleri, sağlık personeli, diğer tüm çalışanlarına;
Teşekkürlerimi sunarım.
Dr.Özgür Ordu
3
İÇİNDEKİLER
Sayfa
1.GİRİŞ ................................................................................................ 4
2.GENEL BİLGİLER......................................................................... 6
1.BÖLÜM- Koroner Kalp Hastalığı Riski Ve Dislipidemiler… 6
2.TEKHARF Çalışmasına Göre Ülkemizdeki Lipid Profili…… 21
3.BÖLÜM- Koroner Yavaş Akım Fenomeni …………………... 25
3.MATERYAL ve METOD................................................................ 34
4.BULGULAR..................................................................................... 37
5.TARTIŞMA VE SONUÇ.................................................................. 41
6.KAYNAKLAR................................................................................. 44
4
GİRİŞ
Kesitsel ve retrospektif vaka kontrollü birçok çalışmada Koroner Arter Hastalığında
(KAH) Lipoprotein (a) yüksekliğinin rolü olduğu saptanmıştır. Birçok prospektif
çalışmada bazal Lipoprotein (a) düzeyleri ile genel olarak vasküler hastalık arasında
korelasyon saptanmıştır(3). Metabolik sendrom ve endotel disfonksiyonunda bir
belirteç olarak diger risk faktörleri ile birlikte kullanılabilmektedir.
Lipoprotein (a); LDL’ye yapıca benzer bir lipoprotein olup aralarındaki fark yüksek
oranda glikolize bir protein olan apolipoprotein A (apo A) içermesindendir. Bir çeşit
lipit olmasına rağmen, lipoprotein (a) genellikle bir tromboz belirleyicisi olarak kabul
edilmektedir(1). Apo A ve plazminojenin aminoasit sekansı arasında oldukça fazla
oranda homoloji mevcut olup, bu ateroskleroz ve tromboz bağlantısı açısından önemli
bir role sahiptir. Lipoprotein (a) aterojenik olabilir, çünkü aterosklerotik lezyonlarda
akümüle olur, Apo B içeren lipoproteinler ve proteoglikanlara bağlanır ve köpük hücre
prekürsörlerince fagosite edilir. Yine aynı zamanda fibrine bağlanarak plazminin
fibrinolitik etkisini bloke temesiyle trombozu tetikleyebilir(1,2). Yapısal özelliklerinden
dolayı Lipoprotein (a) lipid metabolizması ile fibrinoliz arasında bir köprü oluşturan
aterojen bir lipoproteindir.
Koroner yavaş akım; epikardiyal koroner arterlerin normal morfolojide olmasına
rağmen koroner anjiografide kontrast maddenin koroner damarların distal bölgesine
dolma ve boşalma hızlarının azalmasıyla karakterize bir fenomendir. Endotel
disfoksiyonuna sekonder geliştiği dşünülmektedir. Endotel disfonksiyonuna ve
sonucunda Koroner Yavaş Akıma katkıda bulunabilecek faktörler olarak yaş,
hiperlipidemi, hipertansiyon, diyabetes mellitus, obezite, sistemik inflamatuar olaylar
ile metabolik sendrom sayılabilir. Koroner Yavaş Akım saptanan hastalarda yapılan
IVUS (İntravascular Ultrasonography) çalışmalarında epikardiyal koroner arterlerde,
boylu boyunca, lümeni daraltmayan yaygın kalsifikasyon, diffüz intimal kalınlaşma ve
damar duvarında aterom plakları olduğu saptanmıştır.
5
Sonuçta, bu çalışmalar ile, KYA’nın küçük veya büyük damarları tutan,
mikrovasküler dirençte artışa yol açan aterosklerotik endotel disfonksiyonuna neden
olan bir süreç olduğu konusunda uzlaşıya varılmıştır.78 Bu sonuçlar bize ateromatöz
olarak bilinen Lipoprotein (a) düzeyleriyle ilişkili olabileceği fikrini vermiştir.
Çalışmamızda bu verilerden yola çıkarak Metabolik sendrom ve endotel
disfonksiyonu ile ilişkili olduğu bilinen koroner yavaş akım fenomeni ile aterojen
olarak kabul edilen ve endotel disfonksiyona neden olabilen plazma lipoprotein (a)
düzeyleri arasındaki ilişkiyi ele aldık.
6
GENEL BİLGİLER
Koroner Kalp Hastalığı Riski ve Değerlendirilmesi
Koroner kalp hastalığından korunma stratejilerinin temeli, hastalığa yol açan yaşam
tarzını ve çevresel faktörleri değiştirmek ve yüksek riskli bireyleri belirleyip bu
bireylerde özel önlemler almaktır. Koroner kalp hastalığı çok faktörlü olduğundan
bireyin bütün risk faktörlerinin birlikte değerlendirilmesi önem taşır. Bu şekilde,
kümelenmiş risk faktörlerinin katlamalı etkisi göz önüne alınmış ve bireyin gerçek riski
belirlenmiş olur. Tedavi planlanırken de amaç bütün risk faktörlerini birlikte
düzeltmeye çalışmak olmalıdır.
Koroner kalp hastalığının günümüzde kabul edilen önemli risk faktörleri
şunlardır:
1. Yaş (erkeklerde ≥45, kadınlarda ≥55 veya erken menopoz)
2. Aile öyküsü (birinci derece akrabalardan erkekte 55, kadında 65 yaşından önce
koroner arter hastalığı bulunması)
3. Sigara içiyor olmak
4. Hipertansiyon (kan basıncı ≥140/90 mmHg veya antihipertansif tedavi görüyor
olmak)
5. Hiperkolesterolemi (total kolesterol ≥200 mg/dl, LDL-kolesterol ≥130 mg/dl)
6. Düşük HDL-kolesterol değeri (<40 mg/dl)
7. Diabetes mellitus (diyabet bir risk faktörü olmanın yanısıra, koroner kalp
hastalığı varlığına eşdeğer bir risk taşıdığından risk değerlendirmesinde ayrı bir
yeri vardır)
7
HDL-kolesterolün 60 mg/dl üzerinde olması hastalık riskini azaltmakta ve risk
hesaplamalarında bir risk faktörünün düşülmesini sağlamaktadır(7). HDL-kolesterol
düşüklüğü bulunan bireylerde, özellikle aterojen artık lipoproteinleri yansıtabilen ılımlı
trigliserid yüksekliği (150-200 mg/dl) eşlik ediyorsa, total kolesterolün hedeflenen
seviyesi 200 mg/dl'nin hayli altında olmalıdır (7,8). Metabolik sendromun koroner
hastaları arasındaki sıklığı gözönünde tutulursa, bir kişide total kolesterol düzeyi
normal (<200 mg/dl) bile olsa, trigliseridlerin ılımlı yüksek olması durumu, bu
sendromu belirlemek üzere uyarıcı olmalıdır (9,10,11).
Yukarıda sıralanan majör ve bağımsız risk faktörlerinin yanısıra bazı diğer etkenler
ve yeni tanımlanan risk faktörleri de kişinin riskini etkiler. Bu etkenler arasında obezite,
fizik aktivite azlığı, aterojenik diyet, subklinik aterosklerotik hastalık, lipoprotein(a)
yüksekliği, hiperhomosisteinemi, protrombotik ve proinflamatuar risk faktörleri
sayılabilir. Henüz bu faktörler risk kategorisini belirlemekte kullanılmamaktadır. Ancak
bireysel tedavi yaklaşımında bu faktörlerin de bulunması, hekime daha yoğun bir tedavi
yapması için yol gösterici olabilir. Ateroskleroz günümüzde kısmen kronik bir düşük-
düzeyli inflamasyonun sonucu olduğu düşünülmektedir ve inflamasyon plak başlaması,
ilerlemesi ve trombozunun önemli bir unsurudur. Bu hipotez deneysel ve
epidemiyolojik çalışmalarla desteklenmiştir. Düşük düzeyli inflamasyonun biyolojik
göstergeleri arasında CRP klinik açıdan en yararlı olanıdır (Yüksek duyarlılıklı C-
reaktif protein (hs-CRP) mevcut inflamatuvar göstergeler arasında en güçlüsüdür)
(12,13). C-reaktif protein yüksekliğinin kararsız plakların varlığını yansıttığı da
bildirilmektedir. Yakın zamandaki gözlemler özellikle metabolik sendromun C-reaktif
protein yüksekliği ile ilişkili olduğunu göstermiştir. Bununla beraber primer korunmada
C-reaktif proteinin inflamatuvar gösterge olarak rutinde araştırılması
önerilmemektedir(14,15).
8
Dislipidemiler
Hiperkolesterolemi
Kanda total kolesterol ve LDL-K düzeyleri yükseldikçe kardiyovasküler risk artar.
Trigliserid ile birlikte bu iki değişkenin normal ve diğer dilim sınırları Tablo 1'de
özetlenmiştir (16).
Tablo 1. Lipid düzeylerinin sınıflandırılması
Total
kolesterol
(mg/dL)
LDL-kolesterol
(mg/dL)
Trigliserid
(mg/dL)
Optimal <100
<200 Normal 100-129 < 150
200-239 Sınırda yüksek 130-159 150-199
≥240 Yüksek 160-189 200-500
Çok yüksek ≥190 >500
Kişinin kendi risk faktörlerini bilme eğiliminin yerleşmesinin, koruyucu hekimlik
açısından büyük önemi vardır. Bu amaçla 20 yaş üzerindeki erişkinlerde total kolesterol
beş yılda bir kontrol edilmelidir; yüksek (>200 mg/dL) bulunanlarda açlık lipoprotein
profili, (HDL-K, LDL-K ve trigliserid) değerlendirilmelidir.
Hipertrigliseridemi
İleriye dönük çalışmaların son meta-analizleri trigliserid yüksekliğinin koroner kalp
hastalığı için bir risk faktörü olduğunu ortaya koymuştur. Obezite ve kilo fazlalığı, fizik
aktivite azlığı, aşırı alkol alımı, aşırı karbonhidratlı beslenme (toplam enerji tüketiminin
%60'ından fazlası), diyabet, kronik böbrek yetersizliği, nefrotik sendrom gibi
hastalıklar, kortikosteroidler, östrojenler, retinoidler, yüksek doz beta-bloker gibi ilaçlar
9
ve ailevi kombine hiperlipidemi, ailevi hipertrigliseridemi, ailevi disbetalipoproteinemi
gibi genetik bozukluklar trigliserid yüksekliğine neden olurlar. Trigliserid yüksekliği
sıklıkla metabolik sendromun bir öğesi olarak karşımıza çıkar(10). Trigliserid
yüksekliği Tablo 1'deki biçimde sınıflandırılır.
Trigliserid yüksekliğinde tedavi stratejisi yüksekliğin sebeplerine ve derecesine göre
değişir. Trigliserid düzeyleri sınırda yüksek olgularda, kilonun normale getirilmesi ve
fizik aktivitenin artırılması hedeflenir, ilaç tedavisine başvurulmaz. Yüksek trigliserid
düzeyli ve yüksek riskli hastalarda öncelikli olarak LDL-K düzeylerinin istenen
değerlere getirilmesi amaçlanır. İlaçlarla LDL-K istenen düzeylere düşürüldükten sonra,
trigliserid düzeyleri yüksek kalmışsa, tedaviye trigliserid düşürücü ilaç eklenerek
trigliserid düzeyleri istenen değerlere getirilir. Trigliserid düzeylerinin çok yüksek
olduğu (>500 mg/dL) olgularda ise, akut pankreatit riskinin önlenmesi amacıyla,
trigliserid düşürücü tedaviye öncelik verilir.
HDL-kolesterol düşüklüğü
Düşük HDL-K koroner kalp hastalığı riskinin güçlü bir göstergesidir. Önceki
kılavuzda 35 mg/dl üzeri normal kabul edilmişken, bu kılavuzda normal HDL-K'nın alt
sınırı 40 mg/dl'ye yükseltilmiştir.
HDL-K düşüklüğü ülkemiz için çok önemli bir risk faktörüdür(17,18). HDL-K
düşüklüğünün -çoğu insülin direnciyle ilgili- trigliserid yüksekliği, şişmanlık, fizik
aktivite azlığı, tip 2 diyabet, sigara kullanımı, aşırı karbonhidrat alımı ve bazı ilaçlar
gibi sebepleri vardır (19,20,21).
HDL-K yükseltici tedavinin koroner riski azaltacağını gösteren çalışmalar olmasına
rağmen, belli bir düzeyin hedeflenmesi için yeterli kanıt yoktur. Bu nedenle HDL-K
düşüklüğü olanlarda tedavide öncelik yaşam tarzı değişikliğine ve LDL-K düşürücü
tedaviye verilmelidir. LDL-K istenen değerlere düşürüldükten sonra yüksek trigliserid
düzeyleri varlığında trigliserid düşürücü tedavi eklenir.
10
Lipoprotein(a)
Lipoprotein (a) apo B-100 parçası, uzunluğu degişen, dizimi plazminojen ile
homolog bir protein olan apo(a) ya bir disülfid bağı ile bağlı bir LDL parçacığıdır.
Lipoprotein(a) nın apo A bileşeni büyük heterojenliğe sahip olan çeşitli sayıda
sisteinden zengin kringle IV tekrarlarından oluşan karmaşık bir moleküldür. Plazma
lipoprotein (a) konsantrasyonları apo A izoform büyüklüğü ile tersinir bir korelasyon
göstermektedir. Üretimin farklı düzeylerine dayalı olarak izoform büyüklüğü içinde bile
değişebilir. Molekül karmaşıklığının altını çizercesine 25’ten fazla kalıtılan lipoprotein
(a) tipinin olması plazma düzeylerinin belirlenmesinde genomun önemini
göstermektedir. Farklı popülasyon gruplarında riskin öngörülmesinde önemli bir
konudur.
LDL’ye yapıca benzer bir lipoprotein olup aralarındaki fark yüksek oranda glikolize
bir protein olan apolipoprotein A(apo A) içermesindendir. Bir çeşit lipit olmasına
rağmen, lipoprotein (a) genellikle bir tromboz belirleyicisi olarak kabul edilmektedir.
Apo A ve plazminojenin aminoasit sekansı arasında oldukça fazla oranda homoloji
mevcut olup, bu ateroskleroz ve tromboz bağlantısı açısından önemli bir role sahiptir.
Lp (a) aterojenik olabilir, çünkü aterosklerotik lezyonlarda akümüle olur, Apo B içeren
lipoproteinler ve proteoglikanlara bağlanır ve köpük hücre prekürsörlerince fagosite
edilir. Yine aynı zamanda fibrine bağlanarak plazminin fibrinolitik etkisini bloke
etmesiyle trombozu tetikleyebilir.
Riskin Hesaplanması
Koroner kalp hastalığından korunmada tedavi hedeflerini belirlerken, kişinin mutlak
riskinin değerlendirilmesi gerekmektedir (Tablo 2). Bu değerlendirme, maliyet
yararlanım oranını da olumlu yönde etkileyecektir.
11
Tablo 2. Risk grupları
Yüksek risk : Aterosklerotik damar hastalığı (ASDH) veya Diabetes mellitus
(DM) veya Metabolik sendrom + ≥50 yaş (kadında ek olarak
TK/HDL-K ≥5 bulunması) *
Orta risk : ≥3 risk faktörü varlığı (ASDH veya DM yok) veya Metabolik
sendrom <50 yaş
Düşük risk : En fazla 2 risk faktörü varlığı (ASDH, DM, metabolik sendrom
yok)
• Yurt dışında yayınlanan kılavuzlarda bu grup yüksek risk altında olarak
tanımlanmaz ancak TEKHARF çalışması bize ülkemize özgü bu veriyi ortaya
koymuştur.
1-Yüksek riskli grup
Bu gruptaki bireylerde on yılda koroner kalp hastalığı gelişme riski %20'nin
üzerinde beklendiğinden, risk faktörleri ile mücadelenin en yoğun şekilde yapılması
gerekmektedir. Bu grup aşağıdaki klinik durumları içerir:
- Koroner kalp hastalığı veya diğer bir aterosklerotik damar hastalığının bulunması
(periferik damar hastalığı, abdominal aort anevrizması, karotis arter hastalığı)
- Diabetes mellitusun bulunması (diyabet'te on yılda koroner kalp hastalığı gelişme riski
ve birden fazla risk faktörünü barındırma olasılığı yüksektir(22). Bu nedenlerle
diyabetik hastalar daha önceki kılavuzdan farklı olarak, bu kılavuzda en yüksek riskli
gruba alınmıştır).
- Metabolik sendromu olup erkekte yaşın ≥50 olması, kadında ise yaşın ≥50 ve
TK/HDL-K oranının ≥5 olması(23). (Yurt dışında yayınlanan kılavuzlarda bu grup
yüksek risk altında olarak tanımlanmaz ancak TEKHARF çalışması bize ülkemize özgü
bu veriyi ortaya koymuştur.)
12
2-Orta derecede riskli grup
Bu gruptaki hastalarda on yılda koroner kalp hastalığı gelişme riski yaklaşık %10-20
arasındadır. Bu grubu, henüz koroner kalp hastalığı gelişmemiş ve iki veya daha fazla
risk faktörüne sahip bireyler oluşturur. Tedavi hedefi LDL-K olacağından, hastada
hiperkolesterolemiye ilave olarak iki majör risk faktörü olmalıdır. Metabolik sendromu
olup da yüksek risk grubuna girmeyen hastalar da bu grupta yer alır.
3-Düşük risk grubu
Bu gruba giren bireylerde on yılda koroner kalp hastalığı gelişme olasılığı genelde
%10'un altındadır. Risk faktörü olmayan veya hiperkolesterolemiye ek olarak tek risk
faktörü olan bireyler bu grupta yer alır.
LDL-K düşürücü tedavinin yanında diğer risk faktörlerinin değiştirilmesiyle de risk
azalması sağlanabileceği yönünde kanıtlar artmıştır. Metabolik kaynaklı lipid ve lipid
dışı risk faktörlerinin birlikte bulunduğu metabolik sendrom ikincil bir hedeftir. Bu
sendrom insülin direnci olarak tanımlanan metabolik bozuklukla yakından ilişkilidir.
Kalıtsal eğilimin yanısıra özellikle abdominal obezite ve fiziksel inaktivite insülin
direncinin gelişmesine yol açan faktörlerdir. Metabolik sendrom LDL-K değerinden
bağımsız olarak koroner kalp hastalığı riskini yükseltir(23). Türk Kardiyoloji Derneği
kılavuzu metabolik sendrom tanımında NCEP yaklaşımını benimsemiştir. Amerikan
Ulusal Kolesterol Eğitim Programı Üçüncü Erişkin Tedavi Paneli (NCEP-ATP III)
kılavuzunda belirtilen tanımlama kriterleri(24).
13
NCEP-ATP III 2001 kriterlerine göre metabolik sendrom(tablo 3)
Üç veya daha fazla kriterin birlikte olması “metabolik sendrom” olarak kabul edilir.
1. Açlık plazma glukozu ≥110 mg/dl
2. Trigliserid ≥150 mg/dl
3. HDL kolesterol < 40 mg/dl (erkek), < 50 mg/dl (kadın)
4. Kan basıncı ≥ 130/≥85 mmHg
5. Abdominal obezite; bel çevresi > 102 cm (erkek), >88 cm (kadın)
Metabolik sendroma halkımızda erkeklerin %31'inde, kadınların %43'ünde
rastlandığı tahmin edilmiştir; bu da 30 yaş ve üzerindeki halkımızda metabolik
sendromun, 5.3 milyonu kadın olmak üzere, yaklaşık 9.2 milyon yetişkinde bulunduğu
anlamını taşır. Standart öğelerinden hipertansiyon ve HDL-K düşüklüğü ve kadınlarda
abdominal obezite metabolik sendromluların büyük çoğunluğunda kaydedilir (23).
Risk Grubuna Göre Lipid Düşürücü Tedavi Yaklaşımının Belirlenmesi
Bütün risk gruplarında sağlıklı yaşam alışkanlıklarının yerleştirilmesi temel hedeftir.
Yine bireye yaklaşırken risk faktörlerinin bütünü ele alınarak değiştirilebilir risk
faktörlerinin tümünü düzeltmek gereklidir.
Risk gruplarına göre lipid düşürücü tedavi hedefleri (Tablo 4)
Tablo 4. Koroner kalp hastalığından korunmada lipid hedefleri
Yüksek risk :
Orta risk :
Düşük risk :
(TK <200 veya LDL-K <100 mg/dL) ve TK/HDL-K <5
(TK <200 veya LDL-K <130 mg/dL) ve TK/HDL-K <5
(TK <200 veya LDL-K <160 mg/dL) ve TK/HDL-K <6
14
1-Yüksek risk grubu
Yapılan çalışmalarda, bu grup hastalarda riski anlamlı olarak azaltabilmek için total
kolesterol değerlerinin 200 mg/dl altında tutulmasının yanısıra, LDL kolesterolün de
100 mg/dl altında tutulmasının gerektiği gösterilmiştir (25). Ülkemizde, HDL
kolesterolün yaygın olarak düşük seviyelerde bulunması, koroner riski belirleyen
önemli etmenlerdendir. Yüksek riskli grupta tedavi hedeflerinden biri de total
kolesterol/HDL oranını 5'in altına çekmek olmalıdır. Bu hedeflere ulaşmada koroner
kalp hastalığı eşdeğerlerinde ve diabetiklerde yaşam tarzı değişikliğinin yetersiz
kalması halinde, ilaveten farmakolojik tedavi de uygulanabilir. Bu gruba dahil olanlar,
ilaç tedavisinden en fazla yarar gören ve maliyet yararlanım oranı en yüksek olan
bireylerdir. (Bu grup hastalarda LDL-K'nın 130 mg/dL üzerinde olması halinde, yaşam
tarzı değişikliği ile eşzamanlı olarak farmakolojik tedavi başlanabilir). Yüksek riskli
metabolik sendromlu hastalarda ise hedefler aynı olmakla birlikte yaşam tarzı
değişikliği ön planda tutulmalıdır. Hedefe ulaşmada yaşam tarzı değişikliği yetersiz
kalırsa farmakolojik tedavi de uygulanabilir. Bu grupta farmakolojik tedavinin maliyet
yararlanımı ile ilgili çalışma yoktur.
2-Orta riskli grup
Bu hasta grubunda hedef total kolesterol değerleri 200 mg/dL altında, LDL
kolesterol 130 mg/dL altında, total kolesterol/HDL oranı ise 5'in altında olmalıdır. Bu
hedeflere ulaşmada yine temel uygulama yaşam tarzı değişikliği olmalıdır. Buna
rağmen LDL-K'nın 160 mg/dL üzerinde kalması halinde, farmakolojik tedaviye
başlanması uygundur. Bu grupta maliyet-yararlanım oranı yüksek riskli gruptaki kadar
fazla değildir.
15
3-Düşük risk grubu
Bu grup bireylerde temel amaç uzun vadeli riski azaltmaktır. Bu amaçla hedeflenen
total kolesterol değerleri 200 mg/dl altı, LDL-K değerleri ise 160 mg/dL altıdır. Bu
gruptaki bireylerde en önemli yaklaşım yaşam tarzı değişikliğidir. Uzunca bir süre
yalnız yoğun yaşam tarzı değişikliği sonuca götürür. Bu denemeye rağmen LDL-K hala
190 mg/dL üzerinde ise ilaç başlama seçimi yine hekimin değerlendirmesine
bırakılmıştır. Bu bireylerde eğer yukarıda belirtilen majör faktörler dışındaki risk
faktörleri varsa veya olan tek klasik risk faktörü çok yoğunsa (çok kuvvetli aile öyküsü,
TK/HDL-K oranının 7 üzerinde olması, kontrolsüz hipertansiyon, aşırı sigara kullanımı
gibi) ilaçla tedavi eklenebilir (25,26).
Metabolik sendromda tedavi
Risk grubuna göre önlemler ve tedavi
Metabolik sendromun tedavisinde öncelik kilonun normal sınırlara getirilmesi ve
fizik aktivitenin artırılmasına verilir. Daha sonra hastanın yaşı dikkate alınarak ait
olduğu risk grubuna göre hedeflenen LDL-K, trigliserid düzeyleri ve TK/HDL-K
oranlarına, gerekirse ilaç tedavisiyle ulaşılır. Ülkemizde orta riskli 5 milyon metabolik
sendromluda (ki bunların arasında 350 bin koroner hastası bulunmaktadır)
hekimlerimizin şişmanlığı düzeltme, sağlıklı beslenmeyi önererek kanda trigliseridleri
azaltma, fizik aktiviteyi artırma, sigaranın bıraktırılması gibi yaşam tarzı
değişikliklerini hasta ve yakınlarına benimsetmesi hayati önemdedir (15). Yüksek riskli
gruba yaklaşık 4 milyon Türk yetişkini dahildir. Bu kesimdeki koroner hastaları 850
bindir; diğer bir deyişle, 6 erişkinimizden biri yüksek riskli metabolik sendromlular
arasında bulunmakta, bunlarda her 8 koroner hastamızın 3'ü yer almaktadır. Bu
kişilerde ilaç tedavisinin maliyet-etkili olacağı makul görünmektedir .
16
Metabolik sendromda ilaç tedavisi
Metabolik sendromu bulunan 50 yaşın üzerindeki erkekler ve 50 yaşın üzerinde olan
ve total-kolesterol/HDL-kolesterol oranı ≥5 olan kadınlar yüksek risk grubunu girerler.
Bu grupta öncelikli hedef LDL-K'nın 100 mg/dL altına düşürülmesidir. Yaşam tarzı
değişikliğine rağmen LDL-K'sı >130 mg/dL olanlarda ilaç tedavisi gerekir. Tedavide
öncelikle statinler tercih edilir. Statin tedavisiyle LDL-K'sı 100 mg/dL altına düşürülen,
ancak trigliserid düzeyleri 200 mg/dL üzerinde kalan olgularda tedaviye fibrat grubu bir
ilaç eklenebilir (27). Kombine tedavide miyopati gibi yan etkiler daha sık
görüldüğünden, statin dozu maksimum dozun %25'inin üzerine çıkarılmamalı,
yaşlılarda ve çok sayıda ilaç kullananlarda kombine tedaviden kaçınılmalıdır.
Aterosklerotik damar hastalığı gelişmiş olup LDL-K'sı 100-130 mg/dL arasında
olanlarda uzmanlar çoğunlukla ilaç tedavisi önermektedir. Bu grupta ilk seçilecek ilaç
statin veya fibrat grubundan biri olabilir. Metabolik sendromlu kişilerde LDL-K'nın
hedef düzeye düşürülmesi yanında TK/HDL-K oranının da <4.5 olması hedeflenir ve
ilaç dozları bu hedefe ulaşıncaya kadar artırılır.
Metabolik sendromu olan, ancak orta ve düşük risk grubunda bulunanlarda LDL-K
hedef düzeyleri sırasıyla <130 ve <160 mg olup, orta risklilerde >160 mg/dL, düşük
risklilerde ise >190 mg/dL üzerindeki LDL-K düzeylerinde ilaç başlanır. Hedef
trigliserid düzeyi bütün gruplar için <150 mg/dL olmalıdır. Trigliserid düzeyi yüksek
(>200 mg/dL) kişilerde yaşam tarzı değişikliği yeterli olmazsa, ilaç tedavisi
eklenebilir(28).
Hiperlipidemilerin tedavisinde kullanılan ilaçlar;
Kolesterol düşürücü tedavinin gerek koroner kalp hastalığı bulunanlarda, gerekse
bulunmayanlarda mortaliteyi ve koroner olay gelişimini azalttığı çok sayıda klinik
araştırma ve meta-analizde ortaya konmuştur (29). Tedavide kullanılan başlıca ilaçlar
aşağıda belirtilmiştir.
17
Statinler
Kolesterol yüksekliğinde veya kolesterol yüksekliğinin ön planda olduğu kombine
hiperlipidemilerde kullanılırlar. Kontrollü ileriye dönük çalışmalarda statinlerin koroner
olayları, inmeyi ve mortaliteyi azalttığı kesin olarak gösterilmiştir(30,31). Miyopati ve
karaciğer enzimlerinde yükselme seyrek görülen yan etkilerdir. Miyopati kreatin
fosfokinaz düzeylerinde normalin üst sınırından 10 kat fazla yükselmeyle birlikte kas
ağrısı veya güçsüzlüğü olarak tanımlanır. Statinle birlikte fibrat kullanan, böbrek
fonksiyonları bozulmuş hastalarda miyopati riski yüksektir. Genel olarak fibrat kullanan
hastalara yüksek doz statin kullanmaları önerilmez. Hastaların %2-3'ünde kullanılan
dozla ilişkili olarak serum transaminaz değerlerinde hafif asemptomatik artışlar görülür.
Artış ilaç kesildikten sonra normale döner, kalıcı karaciğer hastalığı bugüne kadar
bildirilmemiştir. Normalin üst sınırının 3 katına kadar olan aminotransferaz düzeyleri,
semptomlar eşlik etmiyorsa, ilacın kesilmesini gerektirmez. Obeziteye bağlı karaciğer
yağlanmasında kullanılmalarının zararı olduğunu gösteren kanıt yoktur.
Lipid değerlerindeki değişikliği saptamanın yanında tedavi öncesi ve sonrasında
serum transaminaz değerleri izlenmelidir. Bu izlemenin ilk üç ayda 6 haftada bir, ilk
yılda 3 ayda bir, daha sonra 6 ayda bir ve doz artışlarında yapılması önerilir. Serum
transaminaz değerleri yüksek veya alkol kullanan hastalarda bu izleme özellikle
önemlidir. Tedavi başlangıcında kreatin fosfokinaz tayini yararlı olabilir, rutin kreatin
fosfokinaz kontrolüne gerek yoktur, hastalara kas ağrısı, güçsüzlük veya aşırı halsizlik
gibi yakınmalarında başvurmaları gerektiğini söylemek yeterlidir.
Statinler gebelikte, aktif veya kronik karaciğer hastalığı, açıklanamayan, sürekli
transaminaz yüksekliği olanlarda ve sepsis, major cerrahi, ağır travma, ağır metabolik,
endokrin veya elektrolit bozukluklarında kullanılmamalıdır(32).
Safra asidi bağlayıcı reçineler
Safra asidi bağlayıcı reçineler yalnız hiperkolesterolemide kullanılır. Açlık trigliserid
düzeyleri 200 mg/dl üzerinde olanlarda kullanımları önerilmez, 400 mg/dl üzerindeki
trigliserid düzeyleri olanlarda kesin olarak kullanılmamalıdırlar. Reçineler statinlerle
18
birlikte kullanılmaya çok elverişlidir. Statinlerin kolesterol sentezini inhibe etmesi
reçinelerin etkisini arttırır.
Safra asidi reçineleri yıllardan beri kullanılmakta olan güvenli ilaçlardır.
Gastrointestinal emilimleri olmadığından sistemik toksisiteleri yoktur. Ancak hastalarca
iyi tolere edilmemeleri ve ilaç etkileşimleri nedeniyle kullanımları sınırlı kalmaktadır.
Konstipasyon, bulantı, hazımsızlık gibi gastrointestinal yan etkileri sıktır(34).
Fibrik asit türevleri
Fibratların başlıca etkileri plazma trigliserid düzeyini düşürme ve HDL-K düzeyini
yükseltmedir. Fibratlar özellikle kombine hiperlipidemisi veya trigliserid yüksekliği
olan hastalarda yararlıdır(33). Kolesterol yüksekliği ile birlikte trigliserid yüksekliği
olan ve LDL-K'sı statin tedavisiyle hedeflenen düzeye düşürülen, ancak trigliserid
yüksekliği süren hastalarda fibratların tedaviye eklenmesi önerilmektedir. Bu tür
hastalarda kombine tedavinin mortalite ve morbiditeyi azalttığını gösteren bir çalışma
olmamasına karşın, her iki ilaç grubuyla tek başına olumlu etkilerin görülmüş olması
uzmanların bu tedaviyi önermesinin nedenidir (33).
Fibratlar genellikle iyi tolere edilen ilaçlardır, yan etkileri sık değildir.
Gastrointesinal bozukluklar, başağrısı, anksiyete, yorgunluk, baş dönmesi, uyku
bozuklukları, miyalji, libido kaybı, saç dökülmesi bildirilen yan etkiler arasındadır.
Kreatin kinaz yüksekliği ile birlikte gözlenen miyopati seyrek olarak ağır rabdomiyolize
yol açabilir. Miyopati sıklıkla ilk iki ay içinde oluşur, ancak tedavinin 2. yılında da
gelişebildiği bildirilmiştir. Renal yetersizliği, hipoalbüminemisi olan veya statinlerle
birlikte kullanıldığı hastalarda oluşma sıklığı daha yüksektir. Fibratlar karaciğer veya
böbrek yetersizliği olanlarda, safra kesesi taşı olanlarda, diyabetik nöropatide,
gebelerde, emzirme döneminde kullanılmamalıdır(34).
Genel kanı statin-fibrat kombinasyonundan 70 yaşın üstündeki kişilerde, böbrek
yetersizliği olanlarda, çok sayıda ilaç kullananlarda kaçınılması yönündedir.
19
Nikotinik asit
Nikotinik asit bitkisel ve hayvansal kökenli gıdalarda bulunan, suda eriyen bir B
vitaminidir. Yüksek dozlarda verildiğinde lipid düşürücü özelliği ortaya çıkar(35).
Nikotinik asit lipid düşürücü ilaçlar içinde tüm lipid parametreleri üzerine
etkisi olan tek ilaçtır. Günlük 2-3 gr dozlarda LDL-K'yı %20-30, trigliseridi %35-
55 düşürür, HDL-K'yı %35-55 yükseltir (20). Bunun yanında lipoprotein (a)'yı,
küçük yoğun LDL'yi ve fibrinojeni de azaltır.
Nikotinik asit iyi tolere edilen bir ilaç değildir. Sıcak basması, kaşıntı,
gastrointestinal yan etkiler, serum transaminazlarında yükselme, hiperglisemi,
hiperürisemi sık görülen ve ilacın kesilmesiyle geçen yan etkilerdir. Başlangıçta her
dozdan bir saat önce aspirin (300 mg) verilmesi, yemek sonunda alınması, sıcak
sıvılarla alınmaması sıcak basmasını azaltır. Daha ağır karaciğer toksisitesi, hatta
fulminan karaciğer yetersizliği seyrek olarak bildirilmiştir (34). Miyopati, kistik
makülopati, akantozis nigrikans çok daha seyrek görülen ama ciddi yan etkilerdir.
Hipersensitivite, karaciğer hastalığı, peptik ülser, diyabet veya glukoz intoleransı,
safra kesesi hastalıkları ve hiperürisemide kullanılmamalıdır.
Nikotinik asidin HDL-K yükseltici etkisi düşük dozlarda (<1.5 gr), LDL-K düşürücü
etkisi ise daha yüksek (>1.5 gr) dozlarda görülür. Nikotinik asidin LDL-K düşürücü
etkisi dozla doğrusal orantılıdır. HDL-K ve trigliserid üzerine olan etkisi ise, dozla
katlanarak artmaz. Bu nedenle özellikle statinlerle kombine edildiğinde yan etkilerin
artmaması için HDL ve trigliserid üzerine yeterli etkinin sağlandığı günlük 1,5-2 gr'lık
dozlarda kalınması uygundur (34). Tedaviye günde üç kere 100 mg gibi küçük dozlarda
başlanmalı, günlük 1.5 gr doza 4-6 haftada çıkılmalıdır.
Nikotinik asit kullanan hastaların iyi bilgilendirilmesi ve izlenmesi gerekir. Plazma
glukoz, serum ürik asit, transaminaz ve alkalen fosfataz değerleri başlangıçta, doz
artışlarında, daha sonra da 6 aylık aralarla izlenmelidir. Düşük riskli hastalarda uzun
süre kullanımıyla ilgili kanıt olmadığından bu grup hastada kullanımından
kaçınılmalıdır (36).
20
Balık yağı
Deniz ürünleri omega-3 çoklu doymamış yağ asidleri olan eicasopentanoic asit ve
docosahexaenoic asitten zengindir; 4gr'ın üzerindeki günlük dozlarda, özellikle
trigliserid düzeyi belirgin yüksek olanlarda trigliserid düşürücü etkileri vardır.
Trigliserid düşürücü etki bitki kaynaklı omega-3 yağ asitleri ile görülmez. Balık yağı
özellikle diğer tedavilere refrakter ağır hipertrigliseridemisi olan hastalarda kullanılır.
Orta derecede trigliserid yüksekliği olanlarda balık yağı LDL-K'da artışa neden olabilir.
Diyabetik hastalarda balık yağı kullanımı henüz yeterince araştırılmamıştır. Balık
yağının genel olarak kullanımı önerilmemektedir, uzun süreli kullanımın etkileri
bilinmemektedir. Balık yağının ilaç olarak kullanımı ile balık tüketiminin yararlı
etkileri karıştırılmamalıdır. Balık tüketiminin koagülasyon profilinde olumlu
değişikliklere yol açtığı, antiaritmik etkileri olduğu son yıllarda yapılan çalışmalarda
bildirilmektedir.
Hormon replasman tedavisi
Kadınlarda koroner kalp hastalığı gelişimi erkeklere göre 10-15 yıl sonra olur.
Riskteki bu faklılığın östrojenin koruyucu etkisine bağlı olduğu düşünülmüştür, ancak
koroner kalp hastalığı bulunanlarda son yıllarda yapılan kontrollü çalışmalarda
menopoz sonrasında uygulanan hormon replasman tedavisinin yararı gösterilememiştir
(37), hatta zararlı olabileceği konusunda yeni bilgiler edinilmiştir.
LDL aferezi
Deneyimler kandan apo-B içeren lipoproteinlerin ayrılması işlemi olan LDL
aferezinin ağır hiperlipidemisi olan hastalarda güvenli ve yararlı bir yöntem olduğunu
ortaya koymuştur. LDL aferezi tedavisi 1996 yılında Amerika Birleşik Devletleri'nde
Federal Drug Administration (FDA) tarafından onaylanmış ve diyet ve ilaç tedavisine
rağmen LDL-K düzeyi, koroner arter hastalığı bulunlanlarda >200 mg/dL, hastalığı
bulunmayanlarda >300 mg/dL olanlarda kullanılması gerektiği bildirilmiştir.
Ağır refrakter hiperkolesterolemide diğer tedavi seçenekleri karaciğer
transplantasyonu, portakaval şant, parsiyel ileum baypas cerrahisi ve gen tedavisidir.
21
TEKHARF ÇALIŞMASINA GÖRE ÜLKEMİZDEKİ LİPİD PROFİLİ
Hiperkolesterolemi
Türk halkında 35-64 yaşları arasındaki ortalama total kolesterol erkeklerde 185
mg/dl, kadınlarda 192 mg/dl’dir. Otuzlu yaş dilimlerine kadar düşük seyreden
kolesterol düzeyi 40 yaş ve üstünde erkeklerde 188 mg/dl, kadınlarda 204mg/dl olmakta
ve yaklaşık eski değerlerine kıyasla % 25 oranında artmaktadır. Bu artış oranı
çarpıcıdır. Aslında Türkiye’de ortalama total kolesterol düzeyi Kuzey Avrupa Ülkeleri
ve hatta Akdeniz Ülkeleri ortalama kolesterol düzeyinin 40-50 mg/dl altındadır. 40 yaş
ve üstünde kadın kolesterol düzeyi erkek kolesterol düzeyinin üstüne çıkmakta ve
farklılık kentsel kesimde alanda 9,6 mg/dl iken, kırsal kesimde 14,4 mg/dl’ye
ulaşmaktadır. Kentsel kesim ve kırsal kesim farklılıklarına gelince ortalama total
kolesterol 40 yaş ve üstünde kentsel kesimde erkeklerde 13,5 mg/dl, kadınlarda ise 8,4
mg/dl daha fazladır.
1990’da erişkinlerin ¼’ünde, yaklaşık 7.5 milyon kişide hiperkolesterolemi (≥200
mg/dl) . Ailesel hiperkolesterolemi ise (≥300 mg/dl) 7/1000 oranında, yaklaşık 200.000
kişide bulunmuştur. 2000 yılında bu oranlar hiperkolesterolemi için 30 yaş ve üstü,
erkeklerde % 28, kadınlarda ise % 35’e ulaşmıştır. Artmış olmakla birlikte, Amerika
Birleşik Devletleri’nde 20-75 yaş aralığnda erkeklerde % 48, kadınlarda % 35 olan
hiperkolesterolemi oranlarına göre daha iyi bir görünüm vermektedir. Zaman içindeki
değişime bakınca 30-79 yaş aralığında 10 yıl öncesinde total kolesterol erkeklerde
180,2 mg/dl, kadınlarda 186,8 mg/dl bulunurken; 2002’de bu düzeyler sırası ile 186 ve
195 mg/dl bulunmuştur. Diğer bir çarpıcı konu, batılı ülkelerde sosyo-ekonomik düzeyi
yüksek ailelerde kolesterol düzeyi düşük iken, ülkemizde bu kesimde kolesterol
düzeyinin yüksek olmasıdır.
22
Hipertrigliseridemi
Trigliserid düzeyi ≥ 150 mg/dl ise, hipertrigliseridemiden sözedilir. 30 yaş ve üstü
erişkin erkeklerin % 39,6’sı, kadınların ise % 29,2’sinde hipertrigliseridemi vardır. Bu
da yaklaşık erkeklerde 6,7 milyon, kadınlarda ise 4,9 milyon, toplam 11,6 milyon kişide
hipertrigliseridemi olduğunu ortaya koymaktadır. Ülkemiz için büyüyen bir sorun olan
metabolik sendromdaki yeri göz önünde bulundurulduğunda, hipertrigliserideminin
önemi daha da belirginleşmektedir. Trigliserid düzeylerinde 1990-2000 yılları arasında
erkeklerde 147,7 mg/dl’den 151,7 mg/dl’ye, kadınlarda 122,6 mg/dl’den 135,4
mg/dl’ye yükselmiştir. Bu durum erişkin popülasyonda yaklaşık olarak her sene için
trigliseridemi düzeyinde 1 mg/dl’lik artış anlamını taşımaktadır.
HDL kolesterol düşüklüğü
Türk erişkinlerinde ortalama HDL-kolesterol düzeyi erkeklerde 37,2 mg/dl,
kadınlarda ise 44.9 mg/dl’dir. HDL-K düzeylerinin batı toplumlarına göre Türk
toplumunda daha düşük olduğu bildirilmektedir. HDL-K’ün 40 mg/dl’nin altında
olması düşük HDL-K olarak kabul edilmektedir. Türk Kalp Çalışması’nda erkeklerde
%74, kadınlarda %53 oranında; TEKHARF’te ise erkeklerde % 64, kadınlarda % 35,5
oranında düşük HDL-K saptanmştır. Bu da yaklaşık olarak 23 milyon kişide düşük
HDLK olduğunu göstermektedir. HDL-K’ün 12 mg/dl azalması koroner riski % 36
oranında artırmaktadır.
HDL-K düşüklüğünü etkileyen faktörler arasında yaş, sigara kullanımı,
hipertrigliseridemi, bel çevresi, fiziksel inaktivite, serum açlık insülini ve C-Reaktif
protein düzeyi sayılabilir. İnsülin düzeyinin iki kat artması HDL-K’ü % 20 oranında
düşürmektedir. Trigliseridlerde 80 mg’lık artış 1.6 mg, bel çevresinde 12 cm’lik artış
1.33 mg, aktif sigara kullanımı 3.16 mg’lık HDL-K düşüşüne neden olmaktadır. HDL-
K düşüklüğünün % 40-80 olguda nedeni genetik faktörlere bağlanmakta olup, Türk
Toplumunda %25-30 yüksek olan hepatik lipaz düzeyinin de burada etkin olduğu
düşünülmektedir.
23
LDL kolesterol yüksekliği
Türk Kalp Çalışmasında ortalama LDL-K düzeyleri erkeklerde 136 kadınlarda 111
mg/dl bulunmuştur. 40 yaş ve üstü bireylerde bu değerler sırası ile 148 ve 142
mg/dl’dir. TEKHARF Çalışması 2002 yılında ortalama LDL-K değerlerini erkeklerde
114.6, kadınlarda 122.4 mg/dl olarak bulmuştur. Yine aynı çalışmaya göre 30 yaş ve
üstü ortalama LDL-K seviyeleri kadınlarda erkeklere kıyasla daha fazladır. Yüksek
LDL-K düzeyi (>130 mg/dl) 2001 yılında erkeklerde % 31, kadınlarda % 38 oranında
bulunmuştur. Koroner kalp hastalığı olanlarda toplumumuzda kadınların yarısı,
erkeklerin % 60’ında LDL-K normal değerlerdedir. Bu da Türkiye’de normal LDL-K
düzeyinde koroner kalp hastalığı sıklığının hiç de az olmadığını göstermektedir.
Aterojenik LDL-K, kolesterolden fakir, daha küçük çaplı olan küçük yoğun LDL-
K’dür; hipertrigliseridemi ve HDL-K düşüklüğü küçük yoğun LDL düzeyini
arttırmaktadır. Bu da hipertrigliseridemi ve HDL-K düşüklüğü ile birlikte metabolik
sendromda görülen aterojenik triadın önemli bir komponentini oluşturmaktadır.
Total kolesterol/HDL-K Oranı
LDL-K ve HDL-K düzeylerinin mutlak değerlerinden çok TK/HDL-K oranının
koroner kalp hastalığı gelişimi için daha güçlü bir öngördürücü olduğu bildirilmiştir. Bu
oran kadın ve erkekler için Almanlarda 4.6 ve 3.5; Amerikalılarda 4.5 ve 3.8 iken; Türk
toplumunda 5.18 ve 4.25’tir. Koroner kalp hastalarında TK/HDL-K oranı erkeklerde
5.17 , kadınlarda 5.05’tir.
Abdominal obezite
Abdominal obezite giderek önem kazanan bir risk göstergesidir. Metabolik
sendromun bu önemli komponenti toplumumuzda da giderek artmaktadır. Bu yönü ile
kolay ve pratik bir ölçü yöntemi olan bel çevresi ölçümünün fizik muayenenin bir
parçası olarak yaygınlaştırılması gerekmektedir. Erkeklerde 102 cm, kadınlarda da 88
cm ve üstü bel çevresi abdominal obeziteyi tanımlamaktadır. Bunun histopatolojik
tanımı ise viseral yağlanmadır.
24
Metabolik sendrom
Metabolik sendrom halkımızda erkeklerin % 31’inde, kadınların % 43’ünde
görülmektedir. Bu da 30 yaş ve üzerinde 5.3 milyonu kadın olmak üzere halkımızda
yaklaşık 9.2 milyon yetişkinde metabolik sendrom olduğu anlamını taşır. Standart
öğelerinden hipertansiyon ve HDL-K düşüklüğü ve kadınlarda abdominal obezite
metabolik sendromluların büyük çoğunluğunda vardır. Toplumumuzda giderek artan
metabolik sendrom Türk Kardiyoloji Derneği 2002 Korunma ve Tedavi Kılavuzunda
koroner arter hastalığı risk sınıflamasında 50 yaşın altı bireylerde orta derecede risk
grubunu (10 yıllık KKH riski %10-20 arası); 50 yaşın üstü bireylerde ise (kadınlarda ek
olarak TK/HDL-K≥5 bulunması) yüksek risk grubunu (10 yıllık KKH riski >%20)
oluşturmaktadır.
Apolipoprotein A-I ve B
Lipoproteinlerin yüzeyindeki protein kısımlarının lipid metabolizması, trigliserid
klirensi, kolesterol esterleşmesi, enzimlere bağlanma gibi süreçlerde önemli rolleri
bulunmaktadır. HDL-K yapısındaki apo A-I antiaterogenik, LDL-K yapısındaki apo B
ise aterogeniktir. Apo B yaşla artma eğilimindedir, Apo A-I’de ise benzer değişiklik
olmaz. Apo B düzeyinin 120 mg/dl üzerinde olması vasküler risk faktörüdür. Erişkin
popülasyonumuzda erkeklerde % 34, kadınlarda % 33 oranında bulunur. Apo B’nin 40
mg/dl artması TEKHARF verilerine göre koroner kalp hastalığı riskini % 32 oranında
arttırmaktadır. Apo A-I düzeyinin 100 mg/dl’nin altında olması da benzer şekilde KKH
risk faktörüdür. Bu da erkeklerde % 30, kadınlarda % 18 oranında
bulunur.Apolipoproteinlerle ilgili diğer bir risk faktörü de apo A-I/apo B oranıdır ki,
bunun da 1.2’den düşük olması risk faktörüdür; erkeklerde % 54, kadınlarda % 40
oranında bulunmaktadır.
Lipoprotein (a)
TEKHARF Çalışmasında Lp (a) erkeklerde 9.6±2.8 mg/dl, kadınlarda 12.1±3 mg/dl
bulunmuştur. Lp (a)’nın tek başına öngördürücü özelliği zayıf olup, diğer risk faktörleri
ile birlikte değerlendirilmesi gerekmektedir.
25
Dislipideminin KKH riskini öngördürmedeki rolü
TEKHARF Çalışmasının verilerine göre BKİ’nin 4 kg/ m2 artması ile, koroner
mortalite % 40 artmaktadır. Erişkinlerde sistolik kan basıncının 20 mm Hg artması
koroner riskli % 52, total kolesterol/HDL-kolesterol oranının 2 birim artması yine
koroner riski % 68 oranında artıracaktır. Sistolik kan basıncı artışı daha çok erkeklerde
belirgin bir risk faktörü iken, total kolesterol/HDL-kolesterol oranının artması
kadınlarda daha önemlidir.
TEKHARF verilerinde metabolik sendromun 30 yaş üzerindeki 9,2 milyon
yetişkinimizde (5,3 milyonu kadın) olduğu belirtilmiştir. Metabolik sendrom Türk
erkeklerinde 40–49 yaş grubunda zirveye ulaşarak % 44’e ulaşmaktadır.
Kadınlarımızda ise 30–39 yaş grubunda görülen % 24’lük prevalans, 60–69 yaş
grubunda % 56’ya ulaşmaktadır. Metabolik sendrom prevalansı 1990 yılında % 24,4
iken, 10 yıl sonra 2000 yılında % 36,2’ye yükselmiştir. Artış her iki cinsiyette ve her
yaş grubunda belirgindir. Bu 10 yıllık artış yılda % 3 ile % 3,5’e karşı gelmektedir.
KORONER YAVAŞ AKIM FENOMENİ
Koroner yavaş akım(KYA) epikardiyal koroner arterlerin normal morfolojide
olmasına rağmen koroner anjiografide kontrast maddenin koroner damarların distal
bölgesine dolma ve boşalma hızlarının azalmasıyla karakterize bir fenomendir. Koroner
yavaş akım fenomenini daha iyi anlamak için koroner akım fizyolojisi ve endotel
fonksiyonlarını anlamak gerekir.
Kan Damarlarının Endotelyal Kontrolü
Endotel, arteryel ve arterioler tonusun modülasyonunda aktif bir rol oynar. NO,
siklik GMP (cGMP) aracılığı ile hücre içi serbest kalsiyumu (Ca++) azaltarak
vazodilatasyona neden olur (42). NO, Ach, AMP, ADP, ATP (adenozin mono-di-tri
fosfat), Substans P, histamin, bradikinin ve seratonin gibi birçok vazoaktif maddeye
26
olan lokal vasküler cevabın önemli bir modülatörüdür. Çoğu damar yatağında artmış
akımla oluşan sıyrılma (shear) stresine cevap olarak endotelden NO salınır ve
vazodilasyona sebep olur.
Endotel, prostasiklin (PGI2) oluşturarak da vazodilatasyona ve aynı zamanda
trombosit adhezyonunun inhibisyonuna neden olur. Nitratlar, sodyum nitroprussid,
hidrojen iyonları, adenozin, CO2 ve K+ damar düz kaslarına direkt etki ederler; etkileri
endotel aracılı değildir.
Endotel aynı zamanda vazokonstriksiyona neden olan endotelin ve endotel kaynaklı
kasıcı faktör (endothelium derived constricting factor) (EDCF) salgılar. Anjiotensin II
(Ag II), epinefrin, antidiüretik hormon (ADH), trombin gibi koagulasyon ürünleri,
sitokinler, serbest oksijen (O2) radikalleri ve dönüştürücü büyüme faktörü-beta
(transformig growth factor-beta) (TGF-β) gibi aktive trombosit ürünleri ile endotelin
salınımı artar.55
Koroner dolaşımın fizyolojisi
Normal koroner dolaşım, kalbe O2 sağlamakla görevlidir ve akımını ihtiyaç halinde
5-6 kat artırabilir.56 Koroner dolaşımın miyokarda ek oksijenli kan sağlama kapasitesine
koroner vasküler rezerv denir. Koroner kan akımı (KKA) (Coronary Blood Flow)
(CBF) 70-90 ml/100 gr/dk, O2 tüketimi 8-10 ml/100 g/dk’dır. Koroner sinüs O2 içeriği
5 ml/100 ml kan, %O2 satürasyonu %30, pO2 18-20 mmHg’dır. O2 isteğindeki artış
KKA artışıyla karşılanır.57
Koroner Kan Akımını Etkileyen Fiziksel Faktörler
KKA’nın major belirleyicileri arteryel basınç gradyenti (aortik-sol ventrikül
dialostik basınç farkı) ve diyastol süresidir. Bununla birlikte aşırı yüksek diyalostik
basınç, otoregülasyondan dolayı gereksiz perfüzyona neden olmaz. Diğer bir deyişle,
perfüzyon basıncı çok düşük olduğu zaman koroner dolaşım maksimal dilatedir ve
KKA lineer olarak perfüzyon basıncı ile ilişkilidir.58
27
KKA, miyojenik değişikliklerle sağlanan otoregülasyon ile oldukça geniş bir
perfüzyon basıncı aralığında devam eder. KKA, ateroskleroz, konjenital anomaliler,
tromboz ve vazokonstriksiyon gibi efektif perfüzyon basıncını azaltan bazı faktörlerle
azalabilir.59
Ventrikül sistolü sırasında, sol ventrikül (LV) intramiyokardiyal basıncı, LV kavite
basıncını veya sistolik aort basıncını aşar ve miyokard içine penetre olan damarlar
belirg akım oluşur.60 Sistol sırasında koroner damarların kıvrılma hareketi yapması
(twisting) ile oluşan sıyrılma (shear) stresinin artışı ile de KKA engellenir.61 Bunların
sonucunda LV, kan akımının çoğunluğunu diyastolde alır; oysa sağ ventrikül (RV)
sistol ve diyastolde hemen hemen eşit derecede kanlanır.(Şekil 3)
Şekil 3: Sağ ve sol koroner arterlerdeki fazik koroner kan akımının karşılaştırılması
28
Koroner yavaş akım fenomeni tanımı ve tarihçesi
Miyokard iskemisini düşündüren anjinal yakınmaları olan ve anjiografide koroner
arteri normal saptanan hastalarda göğüs ağrısının nedenini açıklamak klinikte sık
karşılaşılan bir sorundur. Göğüs ağrısı olan ve myokard iskemisinin efor testi ya da
myokard perfüzyon sintigrafisi (MPS) ile ortaya konduğu, ancak normal koroner
anatomiye sahip hasta grubu ilk kez Kemp tarafından Sendrom X olarak
tanımlanmıştır.62 Bu hastalarda anjina nedeni olarak koroner yatağın vazodilatör
reservinin azalması sonucu gelişen miyokard iskemisi gösterilmiştir.63,64
İlk kez 1972’de Tambe ve arkadaşları tarafından bu durumdan farklı olarak normal
koroner anatomiye rağmen kontrast maddenin koroner arterler içinde yavaş ilerlediği
fark edilmiş ve bu durum koroner yavaş akım (KYA) olarak adlandırılmış ve bu
durumun koroner mikrosirkülasyondaki anormalliklere bağlı olabileceği öne
sürülmüştür.65 Küçük damarları tutan, skleroderması olan hastalarda koroner yavaş
akım görülmesi bu durumun bir kanıtı sayılabilir.66
Koroner dolaşımın birinci bölümünü kan akımına karşı direnç göstermeksizin
iletmekle görevli epikardiyal damarlar oluşturur.İkinci bölümü ise epikardiyal
damarların normal olduğu durumlarda miyokardiyal kan akımını düzenleyen 400
mikrometreden küçük damarlar oluşturur.67KYA hastalarının ventriküler biyopsi
örneklerinin histopatolojik incelenmesinde;küçük damarların tutulumunun
gösterilmesinden dolayı KYA’dan küçük damar ve endotel fonksiyon bozukluğu
sorumlu tutulmaktadır.68,69
Mangieri ve arkadaşları kardiyak ve sitemik hastalığı olmayan KYA’lı 10 hastanın
sol ventriküler endomiyokardiyal biyopsi örneklerinin histopatolojik
değerlendirilmesinde küçük damarların lümen çaplarında azalma,kapiller hasar ve hücre
ödemine bağlı endotelde kalınlaşma belirlemişlerdir.Elektron mikroskobunda anormal
nükleus morfolojisi ve piknoz gibi küçük damar hastalığının bulguları gösterilmiştir.68
29
Yaymacı ve arkadaşları KYA’lı hastalarda stresin indüklediği miyokardiyal iskemi
varlığını iskeminin metabolik belirteçlerinden olan koroner arteriyo-venöz oksijen farkı
ve laktat üretimini ölçerek araştırmışlardır.KYA’lı hastaların çoğunda angina pektorisin
miyokardiyal iskemiden kaynaklanmadığı sonucuna varmışlardır.70
Koroner dolaşımın düzenlenmesinde, daha çok küçük arter ve arteriyoller düzeyinde
olan, endotel aracılı metabolik otoregülasyon çok önemlidir ve bu regülasyonun en
önemli aracıları NO ve endotelindir.71,72,73,74 Sezgin ve arkadaşları KYA’nın
patogenezinde endotel disfonksiyonunun varlığını brakiyal arterin akım bağımlı
dilatasyonu’nu (FMD) ölçerek değerlendirmişlerdir. Bu hastalarda TIMI kare sayısı ve
FMD arasında sıkı ve ters bir ilişki saptanmış bundan da endotelden salınan NO
azalması sorumlu tutulmuştur.75
Tebbe ve arkadaşları , transseptal sol atrium kateterizasyonu esnasında anjina ve ST
elevasyonu gelişen bir hastaya yaptıkları anjiografide KYA tespit etmişler ve bu
durumu refleks arterioler resistans artışına bağlamışlardır.76
Anjiografik olarak normal görünen damarlarda yaygın ateroskleroz olabileceği iyi
bilinmektedir.77 KYA’lı hastalarda intravasküler ultrason(IVUS) kullanılarak koroner
anatomiyi inceleyen ve fraksiyonel akım rezervi (FFR) kullanılarak epikardiyal
rezistansı değerlendiren bir çalışmada epikardiyal damar etkileniminin önemi
araştırılmıştır. Maksimum hiperemide FFR mikrovasküler yataktan bağımsızdır.
KYA’lı hastalarda şaşırtıcı olarak distal koroner basınçtaki azalma önemli derecede
düşük FFR değerlerine neden olmaktadır. Düzeltilmiş TIMI kare sayısı ile FFR arasında
güçlü bir negatif korelasyon bulunmaktadır. IVUS ile difuz aterosklerotik ve endotel
disfonksiyonu buna neden olarak gösterilmiştir.78KYA’sı olan hastalarda yapılan bu
araştırmalarda epikardiyal koroner arterlerde, boylu boyunca, lümeni daraltmayan
yaygın kalsifikasyon, diffüz intimal kalınlaşma ve damar duvarında aterom plakları
olduğu saptanmıştır. Sonuçta, bu çalışmalar ile, KYA’nın küçük veya büyük damarları
tutan, mikrovasküler dirençte artışa yol açan aterosklerotik endotel disfonksiyonuna
neden olan bir süreç olduğu konusunda uzlaşıya varılmıştır.78
30
İstirahatta ve gerek atrial “pacing” gerekse egzersiz ile oluşturulan stres sonrasında,
periferik kan ve koroner sinüste endotelin-1 (ET-1) konsantrasyonlarını yüksek, NO
konsantrasyonlarını düşük bulmuşlar ve endotel fonksiyonlarının bozulduğunu
desteklemişlerdir.79,80,81
Binak ve arkadaşları KYA ile bozulmuş glikoz toleransı arasındaki ilişkiyi
araştırmışlardır. Sonuçta anlamlı ilişki bulunmuş ve sebep endotel disfonksiyonu
anafikrinde uzlaşıya varılmıştır.82
Klinik Bulgular ve demografi
Akut koroner sendrom nedeniyle koroner anjiografi yapılan özellikle de kararsız
angina pektorisi bulunan hastaların yaklaşık % 1’inde KYA görülmektedir.TIMI III A
çalışmasında kararsız angina ile başvuran fakat normal veya önemsiz epikardiyal
koroner arter hastalığı saptanan hastaların % 4’ünde KYA görülmüştür.83Bazen de bu
fenomen kateterizasyon işlemi esnasında refleks yollarla oluşabilir. Bu hastalar,
genelde, verilen antiiskemik tedaviye iyi yanıt verirler. 84
KYA hastalarında QT dispersiyonu anlamlı olarak yüksek bulunmasına rağmen
kardiyak mortalitenin düşük olduğu görülmüştür.85
KYA farklı patofizyolojik mekanizmalar nedeni ile anjioplasti veya trombolizis gibi
koroner reperfüzyon tedavisi sonucu meydana gelen koroner yavaş akımdan ayırt
edilmelidir.Benzer olarak koroner yavaş akım; koroner arter spazmı,koroner arter
ektazisi,myokard disfonksiyonu, kalp kapak hastalıkları ve koroner mikrosirkülasyonu
tutan bazı konnektif doku hastalıklarında görülebilmekle birlikte ara sıra koroner
anjiografi esnasında hava embolisi veya gözden kaçan ostiyum lezyonuna bağlı olarakta
gelişebilir.86,87
KYA daha çok sigara içen erkeklerde görülür.Hastaların tekrarlayan istirahat
anginaları vardır.Normal koroner akımı olan hastalara göre anormal egzersiz EKG’si ve
anormal egzersiz EKG testi daha sık saptanır.86,88 KYA mevcut hastaların %30-75’inin
myokard perfüzyon sintigrafisinde geçici beslenme bozukluğu vardır.89,90 Hastaların
31
%80’den fazlasında tekrarlayan angina atakları olup 1/3’ü acil servise başvurma
gereksinimi duyar.86,91,92
Tanı
Anjiografik olarak koroner akımın değerlendirilmesi, önceleri, koroner arterlerin
tamamen dolması için geçen sürenin kaç kalp atımı kadar olduğuna bakılarak yapılırdı.
1985’te TIMI çalışma grubunun oluşturduğu TIMI akım derecelendirilmesi (TIMI flow
grading (TFG)), trombolitik yapılan hastalarda sorumlu arterdeki akımı değerlendirmek
için kullanılmaya başlanmıştır.93 (Tablo 2)
Trombolitik ajanın etkinliği ve kötü sonuçlar açısından yüksek riskli olan hastaları
seçmek için bu derecelendirme kullanılmıştır.94,95 Ancak, visüel değerlendirme
yapılması nedeniyle kişilerarası değişkenlik fazlaca olabilmektedir. Bu nedenle, koroner
akımı standardize etmek için TIMI-4 çalışmasında, TIMI kare sayısı (The TIMI frame
count (TFC)) kavramı geliştirilmiştir.96
Sonrasında, Gibson ve arkadaşları, objektif ya da kantitatif olarak değerlendirilecek
şekilde bunu düzenlemişlerdir.97 Bir koroner arterin, kontrastla dolmaya başlamasından
distalde belirlenmiş bir noktaya ulaşması için gereken zaman sine-kare sayısı (cine-
frame) olarak hesaplanmıştır.97
Şekil-7’de görüldüğü gibi, ilk kare, arter orijinini tamamıyla doldurup her iki
kenarına dokunması ve ilerlemeye başlaması olarak; son kare ise, her bir koroner için
belirleyici bir distal damara ulaşması olarak belirlenmiştir. Sol ön inen arter (LAD) için
bıyık “moustache” olarak adlandırılan distal bifurkasyon, sirkumfleks arter (Cx) için
sorumlu lezyonu kapsayan en uzun dalın distal bifurkasyonu, sağ koroner arter (RCA)
için posterolateral arterin (PL) ilk yan dalının çıktığı an son nokta olarak
belirlenmiştir.97
Yapılan ölçümlerde LAD’nin RCA ve Cx’e göre ortalama 1.7 kat daha uzun olduğu
görülmüş ve hesaplanan LAD kare sayısı 1.7’ye bölünerek düzeltilmiş LAD TIMI kare
sayısı (corrected LAD (cLAD)) elde edilmiştir. Hiç infarktüs geçirmemiş epicardial
32
koroner arter darlığı saptanmayan 78 hastadan elde edilen verilere göre, LAD 36.2±2.6,
Cx 22.2±4.1, RCA 20.4±3.0 kare uzunluğunda saptanmıştır.
Bu verilere göre, yapılan araştırmalarda bu değerlerin belirlenmiş 2 standart sapma
üzerinde olan TIMI kare sayısına sahip olan ve akımda yavaşlamaya neden olabilecek
gözle görülebilen epikardiyal koroner arter darlığına sahip olmayanlar
(ortalama+(standart sapma)x2) KYA hastaları olarak adlandırılmıştır.97
Şekil : TIMI kare sayısı metodu. İlk ve son kare tanımlaması ve distal belirleyici noktalar
görülmektedir.
33
Tablo2 - TIMI Akım Derecelendirilmesi
TIMI 0
Perfüzyon yok; oklüzyon noktasının ötesinde antegrad akım
yok.
TIMI 1
Perfüzyon olmadan penetrasyon kontrast madde
obstrüksiyonun ötesine geçer, fakat sine çekimi esnasında
obstüksiyona distal tüm koroner yatağa ulaşamaz.
TIMI 2
Parsiyel perfüzyon kontrast madde obstrüksiyona geçer,
koroner yatak distaline ulaşır. Bununla birlikte, obstrüksiyona
distal damara kontrast maddenin girişi, ilerlemesi ve/veya
distal yataktan temizlenme hızı diğer koronerlere kıyasla daha
yavaştır.
TIMI 3
Komplet perfüzyon obstrüksiyona distal antegrad akım ve
temizlenme hızı, proksimal akım ve diğer koronerler kadar
çabuk olur.
Tedavi
KYA’lı hastalarda tatmin edici bir tedavi seçeneği yoktur.Konvansiyonel antianginal
tedavinin kronik tedavideki değeri sınırlıdır.98Nitratların koroner mikrovasküler
dolaşımda aktif metabolitlerine dönüşmesi için gerekli enzimlerin yetersiz olmasından
dolayı etkisi sınırlıdır.99,100Nitratların epikardiyal büyük damarlara olan etkisi
belirginken dipiridamol tersine küçük damarlarda daha etkindir.Dipiridamol adenozinin
hem damar endotelinden hem de eritrositler tarafından alınımı engeller ve inaktif
metabolitine dönüşümünü önler.99,100
Mangieri ve arkadaşları dipiridamolün koroner anjiografi esnasında etkisini
göstermişlerdir. Dipiridamolün intrakoroner verilmesi ile mikrovasküler tonus
34
rahatlamış ve opak maddenin geçiş hızı koroner arter çapı değişmeksizin hızlanmıştır.68
Kurtoğlu ve arkadaşları uzun dönem oral dipiridamol tedavisini değerlendirmişlerdir.Bu
hastaların yavaş akım gösteren damarları normal düzeye gelmiş ve çoğunda anginal
semptomlar kaybolmuştur.101
Verapamil ve diltiazem gibi L tipi kalsiyum kanal blokerlerinin mikrovasküler
dolaşımda voltaj aracılı L tipi kalsiyum kanalı bulunmamasına bağlı olarak etkisi
sınırlıdır. Mibefradil hipertansiyon ve kronik kararlı angina pektoris tedavisinde
kullanılan uzun etkisi T tipi kalsiyum kanal blokeridir. Beltrame ve arkadaşları
mibefradilin KYA üzerine kısa ve uzun dönem etkilerini araştırmışlardır.Mibefradil ile
koroner akım indekslerinde akut anjiografik düzelme gözlemlenmiştir.Hastaların
¾’ünde ilaç alımını takiben 30 dakika içerisinde koroner damar çapında değişme
olmaksızın koroner yavaş akım düzelmiştir.98İlacın uzun dönem etkileride olumlu
bulunmuş,tekrarlayan angina sıklığını azaltmış ve yaşam kalitesini yükseltmiştir.98
Genel anlamda KYAF’yi ayrı bir klinik ve patolojik durum olarak mı, yoksa
aterosklerotik sürecin ve mikrovasküler metabolik regülasyonun bir sonucu olarak mı
değerlendirmenin doğru olduğu tam olarak açıklığa kavuşmamıştır.
Materyal ve Metod
Çalışma popülasyonu
1. Çalışmaya Ekim 2008-Mart 2009 tarihleri arasında koroner anjiografileri yapılan 60
hasta alınmıştır. Bu hastaların 30 tanesinde koroner yavaş akım tespit edildi. Diğer 30
hasta ise normal koroner arterlere sahipti. Her iki hasta grubunda da yüksek riskli hasta
grubu çalışmaya dahil edildi, düşük riskli hastalar örneklemde daha az yer aldı. Yapılan
koroner anjiografisinde sol ana koroner arter , diğer üç major koroner arter ve bunların
2.0 mm üzerindeki yan dallarında lezyon saptanmayan hastalar alındı. Daha önce
anjiografik olarak saptanmış koroner arter hatalığı olanlar ve bu nedenle cerrahi veya
mekanik revaskülarizasyon uygulanmış olan,ciddi sol ventrikül işlev bozukluğu olan
(ejeksiyon fraksiyonu <%40 ) olan, kronik karaciğer ve böbrek yetmezliği olan,kronik
35
obstrüktif akciğer hastalığı gibi sitemik hastalığı olanlar,periferik arter hatalığı
olanlar,konjenital kalp hastalığı olanlar çalışma dışı bırakıldı.
2. Anti hipertansif kullanan veya üç farklı zamanda ölçülen sistolik kan basıncı 140 mm
hg, diyastolik kan basıncı 90 mm hg üzerinde olanlar hipertansif,LDL-C düzeyi 130
mg/dl’nin üzerinde olanlar hiperlipidemik, trigliserid seviyesi 150 mg/dl üzerinde
olanlar hipertrigliseridemik kabul edildi. Son üç yıl içerisinde sigara içenler sigara
içicisi olarak kabul edildi.
3. ATP III kılavuzuna göre aşağıda belirtilen beş kriterden üçünün varlığında metabolik
sendrom tanısı konuldu.
Metabolik sendrom kriterleri:
1. Hipertansiyon(sistolik kan basıncı ≥130 mmHg, diyastolik kan basıncı ≥85
mmHg veya antihipertansif tedavi alması
2. Trigliserid ≥150 mg/dl
3. HDL-C erkekler için <40 mg/dl, kadınlar için <50 mg/dl
4. Açlık kan glukoz seviyesi ≥110 mg/dl
5. Abdominal obezite (bel çevresi erkekler için >102 cm ve kadınlar için >88
cm).
4. Hastalarda metabolik sendrom kriterleri (TG, HDL, Açlık kan şekeri, kğ ve bel
çevresi), LDL ve Lipoprotein (a) seviyeleri bakıldı.
Laboratuvar incelemeleri: On iki saatlik açlık sonrası alınan kanlardan, glükoz, total
kolesterol, trigliserid, yüksek dansiteli lipoprotein (HDL), düşük dansiteli lipoprotein
(LDL), Lipoprotein (a) seviyeleri ölçüldü. Ölçümler Venöz kan örneklerinden
HITACHI Modular DP cihazında Roche Diagnostics kitleri kullanılarak çalışıldı.
Koroner anjiografik inceleme
Koroner anjiografi ve perkutan girişim deneyimli (yılda >75 vaka) bir girişimsel
kardiyoloji uzmanı tarafından femoral perkutan yolla Judkins tekniği ile SIEMENS
anjiografi cihazında gerçekleştirildi. Koroner akım hızları TIMI frame count yöntemiyle
belirlendi.Koroner anjiografi sonuçları iki gözlemci tarafından değerlendirildi.Opak
madde olarak iopromide (Ultravist-370) kullanıldı. Dijital ortamda DICOMR
standardında CD’lere kaydedildi ve izlenerek akım hızları hesaplandı.
36
TIMI kare sayısı: Opak maddenin ölçümü ve KYA örneğinin saptanması için Gibson
ve ark.nın “TIMI frame count” yöntemi kullanıldı. Opak maddenin koroner arter
ostiyumuna verildiği ve koroner arterin görüldüğü kare ilk, opak maddenin distal
noktayı ilk görüntülemesi için gerekli kare ise son kare olarak kabul edildi. Sol ön inen
arter (LAD) için distal bifurkasyon, sirkumfleks (Cx) için distal bifurkasyon sonu ve
sağ koroner arter (RCA) için posterolateral arterin ilk yan dalı distal nokta olarak alındı.
ilk ve son kare arasındaki fark kare sayısı olarak değerlendirildi. Sol ön inen arterde
proksimalden distal çatala olan mesafe diğer koroner arterlere göre daha uzun
olduğundan LAD TIMI kare sayısı RCA ve Cx’in TIMI kare sayısından anlamlı şekilde
yüksek çıkmıştır. Bu nedenle diğer koroner arterlerle birlikte standardize edilebilmesi
için bir sabitle düzeltilmesi gereği üzerine Gibson, LAD kare say›ısını Cx ve RCA den
elde edilen kare sayılarının ortalamasına bölmüş ve 1,7 sabit katsayısını bulmuştur.
Koroner arterlerin dolması için gereken ve koroner arter uzunluğuna göre düzeltilmiş
normal kare sayıları olarak, LAD için 36±1, Cx için 22.2±4, ve RCA için 20.4±3
ortalama referans değerlerini elde etmiştir. Çalışmamızda, bu referans ortalama
değerlerin standart 2 üzeri alındı ve LAD için 38, Cx için 30 ve RCA için 26
değerlerinin üzeri YKA olarak kabul edildi.
İstatistiksel İncelemeler
Çalışmada elde edilen bulgular değerlendirilirken, istatistiksel analizler için SPSS
16.0 programı kullanıldı. Çalışma verileri değerlendirilirken tanımlayıcı istatistiksel
metodların (Ortalama, Standart sapma) yanısıra normal dağılım gösteren niceliksel
verilerin karşılaştırılmasında student t test, korelasyon analizinde spearman rho
korelasyon testi kullanıldı. Sonuçlar % 95’lik güven aralığında, anlamlılık p<0.05
düzeyinde değerlendirildi.
37
BULGULAR
Çalışma Dr. Siyami Ersek Göğüs-Kalp ve Damar Cerrahisi Eğitim ve Araştırma
Hastanesi Kardiyoloji Bölümünde toplam 60 olgu üzerinde yapılmıştır. Olguların
yaşları 39 ile 64 arasında değişmekte olup ortalama yaş 49,28±5,79’dur.
Tablo 1: Olguların tanımlayıcı özelliklerinin dağılımı
Min – Max Ort±SD
Yaş 39-64 49.28 ±5.79
Kilogram () 54-120 82.16±14.41
Bel (cm) 71-130 97,55±14,48
Boy (cm) 143-183 163±0,10
n %
Cinsiyet Kadın 26 43.0
Erkek 34 57.0
BMI
(kg/m2)(29,54±4,48)
≤ 25 ve
altı 24 40,0
> 25
üzeri 36 60,0
Çalışmaya alınan olguların % 43’i kadın; % 57’i erkektir. BMI düzeyleri 19,20kg/m2
ile 41 kg/m2 arasında değişmekte olup ortalama 29,54±4,30kg/m2’dir. BMI düzeyi 25
kg/m2 ve altında 27 (%40) olgu; 25 kg/m2 üzerinde ise 73 (%60) olgu vardır.
38
Tablo 2: Normal Koroner Arter ve Yavaş Koroner Arterli Hastaların Metabolik sendromla İlişkisi NKA n:30 KYA n:30 p Yaş(yıl) 49±5.8 48±5,7 0,52 Hipertansiyon(%) 14(30) 15(30) 0,79 Cinsiyet(K/E) 14(30)/16(30) 12(30)/18(30) 0,60 Met.send(%) 11(30) %36 21(30) %70 0,01** Metabolik sendrom Yavaş koroner akım’a sahip hastaların % 70 inde saptanmış olup, p değeri 0,01 ile anlamlı fark gözlenmiştir. Tablo 3; Metabolik sendrom kriterlerinin Lipoprotein (a) ve LDL düzeyiyle karşılaştırılması NCA n:30 KYA n:30 p
Bel çevresi 94,7±13,7 100,4±14,9 0,12
HDL 50,2±10,11 48,36±12,47 0,53
Trigliserid
148±57,6
170±59,7
0,23
AKŞ 99,9±11,4 101±11,1 0,59
Hipertansiyon(%) 14(30) %46 15(30) %50 0,79
LDL 112±38,4 143±44,4 0,006**
Lipoprotein (a) 20±7,05 24,9±8,17 0,01**
HDL; yüksek dansiteli lipoprotein, LDL; düşük dansiteli lipoprotein, AKŞ; açlık kan şekeri Koroner Yavaş Akımı mevcut olan hasta grubunda LDL ve Lipoprotein (a) düzeyleri sırasıyla 0,006 ve 0,01 değerleriyle anlamlı olarak yüksek bulunmuştur. İki grup arasında HDL, TG, AKŞ, HT, Bel çevresi açısından anlamlı fark bulunmamıştır.
39
Tablo 5; Diger verilerden bağımsız olarak hastalarda saptanan Lipoprotein (a) düzey dağılımı
kya
kya varkya yok
lpa
40
35
30
25
20
15
10
Her iki gruptada Lipoprotein (a) düzeyleri üst sınır olarak kabul edilen 30 mg/dl’nin altında bulunmuştur. KYA’lı hasta grubunda ise diger risk faktörleride göz önünde bulundurulup incelendiğinde NKA’lere göre lipoprotein (a) anlamlı olarak yüksek bulunmuştur.
40
Tablo 4; Metabolik sendromlu hastalarda LDL ve Lipoprotein (a) düzeyleri Metabolik sendrom
olan hastalar Metabolik sendrom olmayan hastalar
p
LDL 162±23,1 15,8±4,85 0,0001**
Lipoprotein (a) 28,25±5,13 15,85±4,85 0,001**
Metabolik Sendromlu hasta grubunda LDL ve Lipoprotein (a) düzeyleri 0,0001 ve 0,001 değerleriyle anlamlı olarak farklı bulunmuştur. Tablo 4;Koroner yavaş akımı öngörmede parametrelerin korelasyonu, spearman rho korelasyon katsayısı (r) ve p değerleri ( tek yönlü varyasyon analizi kullanılmıştır.) r p
Yaş -0,9 0,52
Cinsiyet 0,07 0,61
HDL -0,09 0,54
TG 0,15 0,23
HT 0,03 0,89
LDL 0,35 0,06**
Lipoprotein (a) 0,31 0,02**
HDL; yüksek dansiteli lipoprotein, TG; trigliserid, HT; hipertansiyon, LDL; düşük dansiteli lipoprotein Diger değişkenlerden ( yaş, cinsiyet, HDL, TG, HT, LDL ) farklı olarak LDL ve Lipoprotein (a) düzeyleri Koroner Yavaş Akımlı hastalarda birlikte anlamlı korelasyon göstermişlerdir.
41
Tartışma
Lipoprotein (a) nın biyolojik fonksiyonu halen kesin degilse de lipoprotein (a) ve
plazminojen arasındaki yakın homologluk bu lipoproteinin endotel üzerinde
plazminojen bağlanması ile yarışarak endojen fibrinolizi engelleyebiceğini akla
getirmiştir. Daha yakın zamandaki veriler lipoprotein (a) nın doku faktör yolu
inhibitörüne bağlanıp inaktive ettiğini, lipoproteinler ve trombozla bağlantı kurarak
plazminojen aktivatör inhibitörünün sayısını arttırabileceğini ileri sürmektedir.(82)
Lipoprotein (a) aterosklerotik lezyonlar içinde eş zamanlı yerleşir ve o bölgede etkileri
olabilir. Lipoprotein (a) nın aterotrombozdaki rolüne çok sayıda mekanizma katılabilir.
Lipoprotein (a) değerlendirilmesinin birincil korumada toplam risk açısından prognoz
bilgilerine ilavede bulunup bulunmadığı halen kesin değildir. Çalışmaların çoğunda
lipoprotein (a) sadece yüksek riskli olduğu bilinen hasta grubunda öngörücü olmuştur.
İtalya Yaşlanma Üzerine Bir Zamana Yayılı Çalışma (Italian Longitudinal Study On
Aging), Prospektif Kardiyovasküler Munster Çalışması ( the Prospective
Cardiovascular Munster Study ), Bruneck Kalp Çalışması ( Bruneck Heart Study ) ve
PRIME çalışmasından son veriler serum Lipoprotein (a) düzeylerinin yüksek olmasının
esas olarak tip 2 diyabet veya aşikar hiperlipidemisi olanlarda önemli bir risk faktörü
olduğunu ileri sürmektedirler.(83-84) Çok sayıda prospektif degerlendirme lipoprotein
(a) nın riski lineer olmayan şekilde önceden haber verdiğini göstermişlerdir.
Lipoprotein (a) düzeyleri tepedeki % 5-10 ‘a ulaşıncaya kadar risk artışları küçük
olmaktadır.(85-86-) Büyük ölçekli prospektif çalışmalar bu ilişkileri
doğrulamaktaysalar da Lipoprotein(a)’nın diger yeni risk faktörleri ile
karşılaştırıldığında mütevazi bir öngörüsel değeri olduğunu bulmaktadırlar(88)
Kadınlarda Lp(a)’nın etkilerini araştıran az sayıda çalışma vardır. Bu çalışmalarda
kardiyovasküler risk, Lp(a) düzeyinin 30 mg/dl üstündeki değerler ile artış eğilimi
göstermektedir(4,5).
42
Lp(a)’nın aterojenik etkisi LDL-K düzeylerindeki azalma ile modifiye edilebilir.
Kanıtlara göre niasin ve postmenapozal östrojen replasmanı tedavileri Lp(a) düzeylerini
azaltmaktadır. Lp(a), kardiyovasküler hastalık progresyonu ve hastalık ciddiyetine dair
kötü sonlanım riski olan olgularda bir çeşit belirteç olarak görülmektedir(6).
Görüldüğü gibi günümüzde, Lipoprotein (a) düzeyinin biyokimyasal lokal ve
sistemik etkileri ile kardiyovasküler ve metabolik komplikasyonlar arasındaki ilişki
araştırılmıştır. Bununla birlikte Lipoprotein (a) düzeyinin tedaviye katkısıyla birlikte,
belirli kardiyovasküler ve metabolik komplikasyonların bir prediktörü olup
olamayacağı kanıtlanmaya çalışılmıştır. Biz de çalışmamızda temelde endotel
disfonksiyonu patogenezine sahip olan ve koroner arter hastalığı öncüsü sayılabilecek
olan koroner yavaş akım fenomeninin, bu fonksiyona katkıda bulunan Metabolik
Sendrom, LDL düzeyi artışı ile korelasyonunu ve Lipoprotein (a) düzeyi yüksekliğinin
bu antitelere ek olarak endotel disfonksiyonunu erken evrede tespit etmemize yarayacak
bir prediktör olup olamayacağını araştırdık.
Çalışmamıza başlarken amacımız; metabolik sendrom ile birlikteliği bilinen
Lipoprotein (a) düzeyi ölçümünün, koroner arter hastalığı öncü lezyonu olan endotel
disfonksiyonu öngörebilirliği ve aralarındaki ilişkiyi araştırmaktı. Koroner yavaş
akımın temelde endotel disfonksiyonuna sahip olması kan Lipoprotein (a) düzeyi
yüksekliğinden etkilenebileceği mantığını desteklemekteydi.
Endotel disfonksiyonuna katkıda bulunan faktörler olarak yaş, hiperlipidemi,
hipertansiyon, diyabetes mellitus, obezite, sistemik inflamatuar olaylar ile Lipoprotein
(a) düzeyi, metabolik sendrom ve iskemik kalp hastalığında oluşturduğu lokal
inflamatuar yanıt ve bu sürece olan katkısı ile ilişkili olarak ortak risk faktörleri
bulunmaktadır ve bu bize Lipoprotein (a) düzeyinin koroner yavaş akım oluşumunda
ortak risk faktörlerinden dolayı, ortak bir süreçte birbirlerinin belirleyicileri olabileceği
düşüncesini aklımıza getirmiştir.
43
Çalışmamızda ele aldığımız hastaların büyük çoğunluğu Framingham Risk
Sınıflamasına göre yüksek riskli hasta grubunda yer almaktadırlar. Yüksek risk olarak
Metabolik Sendroma ek olarak LDL ve Lipoprotein (a) düzeyi yüksekliği açısından
değerlendirilmiş olup yüksek riskli hasta profilinde Metabolik sendromla birlikte LDL
düzeyi yüksek saptanan hastalarda Lipoprotein (a) düzeyi yüksekliği açısından anlamlı
sonuçlar elde edilmiştir.
Bizim çalışma popülasyonumuzda, koroner yavaş akım görülen hasta grubunda
lipoprotein (a) düzeyleri normalin üst sınırlarına yakın olmakla birlikte kontrol grubuna
göre anlamlı düzeyde yüksek olarak saptanmıştır . Ortak risk faktörlerinin koroner
yavaş akım oluşumuna katkıları gözönünde bulundurularak; özellikle metabolik
sendrom ve yüksek LDL düzeylerine sahip hasta grubunda Lipoprotein (a) düzeyleri
yüksek olarak saptanmıştır. Koroner Yavaş Akımda Lipoprotein (a) nın LDL ile birlikte
bu sürece istatiktiksel olarak anlamlı bir katkısı olduğu görünmektedir.
SONUÇ
Bu çalışma verilerine göre; Koroner Yavaş Akımda yüksek Lipoprotein (a) düzeyleri
özellikle metabolik sendrom kriterlerini karşılayan yüksek riskli hasta grubunda artmış
olarak bulunmuştur. Bizim çalışmamızda bu artış LDL yüksekliği ile birlikte
görünmektedir. Bu sonuçlara göre diyebiliriz ki; Lipoprotein (a) düzeyi yüksekliği diger
koroner arter hastalığı risk faktörleri ile birlikte ele alınırsa fikir verebilir. Koroner
Yavaş Akımda yüksek riskli hasta grubunda Lipoprotein (a) ve LDL düzeyleri
yüksekliği arasında paralellik saptanmış ancak lipoprotein (a) yüksekliğinin diger
parametrelerden bağımsız olarak koroner yavaş akımı ve endotel disfonksiyonunu tek
başına öngörebilecek bir parametre olup olmadığı veya koroner yavaş akımda bağımsız
bir risk faktörü olup olmadığıyla ilgili geniş hasta populasonunu içeren daha fazla klinik
çalışmaya gereksinim duyulmaktadır.
44
Kaynakça 1. Cantin B, Despres JP, Lamarche B, et al: Association of fibrinogen and lipoprotein(a)
as a coronary heart disease risk factor in men (the Quebec Cardiovascular Study). Am J
Cardiol 2002; 89:662.
2. Danesh J, Collins R, Peto R: Lipoprotein(a) and coronary heart disease. Meta-
analysis of prospective studies. Circulation 2000; 102:1082.
3. Ariyo AA, Thach C, Tracy R: Lp(a) lipoprotein, vascular disease, and mortality in the elderly. N Engl
J Med 2003; 349:2108./ Albers JJ, Adolphson JL, Hazzard WR: Radioimmunoassay of
Human Plasma Lp(a) Lipoprotein. J Lipid Res 1977; 18: 331-8
4. Tsimikas S, Brilakis ES, Miller ER, et al: Oxidized phospholipids, Lp(a) lipoprotein,
and coronary artery disease. N Engl J Med 2005; 353:46.
5. Suk Danik J, Rifai N, Buring JE, Ridker PM: Lipoprotein(a), measured with an assay
independent of apolipoprotein(a) isoform size, and risk of future cardiovascular events
among initially healthy women. JAMA 2006; 296:1363.
6. Rifai N, Ma J, Sacks FM, et al: Apolipoprotein(a) size and lipoprotein(a)
concentration and future risk of angina pectoris with evidence of severe coronary
atherosclerosis in men: The Physicians' Health Study. Clin Chem 2004; 50:1364.
7. Brewer Jr HB: Increasing HDL cholesterol levels. N Engl J Med 2004; 350:1491.
8. Forrester JS, Makkar R, Shah PK: Increasing high-density lipoprotein cholesterol in
dyslipidemia by cholesteryl ester transfer protein inhibition: An update for clinicians.
Circulation 2005; 111:1847.
9. Patel A, Barzi F, Jamrozik K, et al: Serum triglycerides as a risk factor for
cardiovascular diseases in the Asia-Pacific region. Circulation 2004; 110:2678.
10. Ninomiya JK, L'Italien G, Criqui MH, et al: Association of the metabolic syndrome
with history of myocardial infarction and stroke in the Third National Health and
Nutrition Examination Survey. Circulation 2004; 109:42.
11. Abdel-Maksoud MF, Hokanson JE: The complex role of triglycerides in
cardiovascular disease. Semin Vasc Med 2002; 2:325.
12. Ridker PM: Clinical application of C-reactive protein for cardiovascular disease
detection and prevention. Circulation 2003; 107:363.
13. Danenberg HD, Szalai AJ, Swaminathan RV, et al: Increased thrombosis after
arterial injury in human C-reactive protein-transgenic mice.
Circulation 2003; 108:512.
45
14. Boekholdt SM, Hack CE, Sandhu MS, et al: C-reactive protein levels and coronary
artery disease incidence and mortality in apparently healthy men and women: The
EPIC-Norfolk prospective population study 1993-2003.
Atherosclerosis 2006; 187:415.
15. Danesh J, Wheeler JG, Hirschfield GM, et al: C-reactive protein and other
circulating markers of inflammation in the prediction of coronary heart disease. N Engl
J Med 2004; 350:1387.
16. Nissen SE, Tuzcu EM, Schoenhagen P, et al: Effect of intensive compared with
moderate lipid-lowering therapy on progression of coronary atherosclerosis: A
randomized controlled trial. JAMA 2004; 291:1071.
17. Pischon T, Girman CJ, Sacks FM, et al: Non-high-density lipoprotein cholesterol
and apolipoprotein B in the prediction of coronary heart disease in men.
Circulation 2005; 112:3375.
18. Ridker PM, Rifai N, Cook NR, et al: Non-HDL cholesterol, apolipoproteins A-I and
B100, standard lipid measures, lipid ratios, and CRP as risk factors for cardiovascular
disease in women. JAMA 2005; 294:326.
19. Lakka HM, Laaksonen DE, Lakka TA, et al: The metabolic syndrome and total and
cardiovascular disease mortality in middle-aged men. JAMA 2002; 288:2709.
20. Sjoholm A, Nystrom T: Endothelial inflammation in insulin resistance.
Lancet 2005; 365:610.
21. Grundy SM, Brewer Jr HB, Cleeman JI, et al: Definition of metabolic syndrome:
Report of the National Heart, Lung, and Blood Institute/American Heart Association
conference on scientific issues related to definition. Circulation 2004; 109:433.
22. Hu FB, Stampfer MJ, Haffner SM, et al: Elevated risk of cardiovascular disease
prior to clinical diagnosis of type 2 diabetes. Diabetes Care 2002; 25:1129.
23. Eckel RH, Grundy SM, Zimmet PZ: The metabolic syndrome.
Lancet 2005; 365:1415.
24. Expert Panel on Detection, Evaluation, and Treatment of High Blood Cholesterol in
Adults: Executive Summary of The Third Report of The National Cholesterol
Education Program (NCEP) Expert Panel on Detection, Evaluation, And Treatment of
High Blood Cholesterol In Adults (Adult Treatment Panel III). JAMA 2001; 285:2486.
25. Collins R, Armitage J, Parish S, et al: Effects of cholesterol-lowering with
simvastatin on stroke and other major vascular events in 20536 people with
cerebrovascular disease or other high-risk conditions. Lancet 2004; 363:757.
46
26. Chobanian AV, Bakris GL, Black HR, et al: The Seventh Report of the Joint
National Committee on Prevention, Detection, Evaluation, and Treatment of High
Blood Pressure: The JNC 7 report. JAMA 2003; 289:2560.
27. Keech A, Simes RJ, Barter P, et al: Effects of long-term fenofibrate therapy on
cardiovascular events in 9795 people with type 2 diabetes mellitus (the FIELD study):
Randomised controlled trial. Lancet 2005; 366:1849.
28. Kahn R, Buse J, Ferrannini E, et al: The metabolic syndrome: Time for a critical
appraisal: Joint statement from the American Diabetes Association and the European
Association for the Study of Diabetes. Diabetes Care 2005; 28:2289.
29. de Backer G, Ambrosioni E, Borch-Johnsen K, et al: European guidelines on
cardiovascular disease prevention in clinical practice—Third Joint Task Force of
European and Other Societies on Cardiovascular Disease Prevention in Clinical Practice
(constituted by representatives of eight societies and by invited experts).
Atherosclerosis 2003; 171:145.
30. Collins R, Armitage J, Parish S, et al: Effects of cholesterol-lowering with
simvastatin on stroke and other major vascular events in 20536 people with
cerebrovascular disease or other high-risk conditions. Lancet 2004; 363:757.
31. Nissen SE, Tuzcu EM, Schoenhagen P, et al: Effect of intensive compared with
moderate lipid-lowering therapy on progression of coronary atherosclerosis: A
randomized controlled trial. JAMA 2004; 291:1071.
32. Baigent C, Keech A, Kearney PM, et al: Efficacy and safety of cholesterol-lowering
treatment: Prospective meta-analysis of data from 90,056 participants in 14 randomised
trials of statins. Lancet 2005; 366:1267.
33. Keech A, Simes RJ, Barter P, et al: Effects of long-term fenofibrate therapy on
cardiovascular events in 9795 people with type 2 diabetes mellitus (the FIELD study):
Randomised controlled trial. Lancet 2005; 366:1849.
34.Braunwald,a textbook of cardıovaskuler medıcıne;7.edition part 39 lipid disorders
and treatment.
35. Wise A, Foord SM, Fraser NJ, et al: Molecular identification of high and low
affinity receptors for nicotinic acid. J Biol Chem 2003; 278:9869.
36. Brown BG, Zhao XQ, Chait A, et al: Simvastatin and niacin, antioxidant vitamins,
or the combination for the prevention of coronary disease. N Engl J
Med 2001; 345:1583.
47
37. Daviglus ML, Stamler J, Pirzada A, et al: Favorable cardiovascular risk profile in
young women and long-term risk of cardiovascular and all-cause mortality.
JAMA 2004; 292:1588.
38. Lüscher TF, Boulanger CM, Dohi Y, Yang Z.(1992) Endothelium-derived
conracting factors. Hypertension. 19: 117-130.
39. Bassenge E, Heush G. Endothelial and neuro-humoral control of coronary blood
flow in health and disease. Rev Physiol Biochem Pharmacol 1990; 116: 77-165.
40. Marcus ML. The Coronary Circulation in Health and Disease, New York: McGraw-
Hill; 1983.
41. Hanley FL; Messina LM, Grattan MT, Hoffman IE. The effect of coronary inflow
pressure on coronary vascular resistance in the isolated dog heart. Circ Res 1984; 54:
760-772.
42. Bevan JA. Vascular myogenic or stretch-dependent tone. J Cardiovasc Pharmacol
1985; 7 (suppl 3): S 129- S 136.
43. Franco-Cereceda A, Bengtsson L, Lundberg JM. Inotropic effects of calcitonine
gene-related peptide, vasoactive intestinal peptide and somatostatin on the human right
atrium in vitro. Eur J Pharmacol 1987; 134: 69-76.
44. Bache RJ, Dymek D. Local and regional regulation of coronary vascular tone. Prog
Cardiovasc Dis. 1981; 24: 191-212.
45. Kemp HG, Vokoanas PS, Cohn PF, Gorlin R. The anginal syndrome associated
with normal coronary arteriograms. Report of a six year experience. Am J Med
1973;54: 735-42.
46. Cannon RO 3rd, Watson RM, Rosing DR, Epstein SE. Angina caused by reduced
vasodilatör reserve of the small coronary arteries. JACC 1983; 1: 1359-73.
47. Holdright DR, Lindsay DC, Clarke D, Fox K, Poole-Wilson RA, Collins P.
Coronary flow reserve in patients with chest pain and normal coronary arteries. Br
Heart J 1993; 70: 513-9.
48
48. Tambe AA, Demany MA, Zimmerman HA, Mascarenhas E. Angina pectories and
slow flow velocity of dye in coronary arteries-A new angiografic finding. Am Heart J
1972; 84: 66-71.
49. Gupta MP, Zoneraich S, Zeitlin W, Zoneraich O, D’Angelo W. Scleroderma heart
disease with slow flow velocity in coronary arteries. Chest 1975; 67 (1): 116-9.
50. De Bruyne B,Herbasch F,Pijls NH,Bartunek J,Bech JW,Heyndrickx GR,et al.(2001)
Abnormal epicardial coronary resistance in patients with diffuse atherosclerosis but
‘Normal’ coronary angiography. Circulation 104: 2401-6.
51. Mangieri E,Marcchiarelli G,Ciavolella M,Bariila F,Avella A,Martinotti A,et
al.(1996) Slow coronary flow:clinical and histopathological features in patients with
otherwise normal epicardial coronary arteries. Cathet Cardiovasculer diagn 37:375-81
52. Mosseri M,Yarom R,Gostman MS,Hasin Y. (1986) Histological evidence for small-
vessel coronary arter disease in patients with angina pectoris and patent large coronary
arteries.Circulation 74:964-72
53. Yaymaci B,Dagdelen S,Bozbuga N,Demirkol O,Say B,Guzelmeric F,et al (2001)
The response of the myocardial metabolism to atrial pacing in patient with coronary
slow flow. Int J Cardiol 78:151-6
54. Bassenge E, Ruuse R. Endothelial modulation of coronary tone. Prog Cardiovasc
Dis. 198, 30: 349-38
55. Marcus ML. The Coronary Circulation in Health and Disease, New York: McGraw-
Hill; 1983.
56. Olsson RA, Bunger R, Spaan JAE. Coronary Circulation. In: Fozzard HA, Haber H,
Jennings RB, Katz AM, Morgan he, EDS. The heart and cardiovascular system, 2nd ed.
New York: Raven; 1991: 1393-1425.
57. Dzau VJ. Cardiac renin-angiotensin system: Moleculer and functional aspects. Am J
med 1988; 84: 22-27.
58. Sezgin AT,Sigirci A,Barutcu I,Topal E,Sezgin N,Ozdemir R,et al.(2003) Vasculer
endothelial function in patients with slow coronary flow. Coron Artery Dis 14:155-61
49
59. Tebbe U, Neuhaus KL, Kreuzer H. Slow flow in the coronary artery system and ST
elevation in the ECG in the left atrium catheterization. Z Kardiol 1984; 73 (12): 789-91.
60. Nissen SE,Gurley JC,Grines CL,Booth DC,McClure R,Berk M,et al. (1991)
Intravasculer ultrasound assessment of lumen size and wall morphology in normal
subjects and patients with coronary arter disease. Circulation 84:1087-99
61. Pekdemir H,Cin VG,Cicek D,Camsari A,Akkus N,Doven O,et al (2004) Slow
coronary flow may be sign of diffuse atherosclerosis.Contribotion of FFR and IVUS.
Acta Cardiol 59:127-33
62. Camsari A, Pekdemir H, Cicek D, et al. (2003) Endothelin-1 and nitric oxide
concentrations and their response to exercise in patients with slow coronary flow.
Circulation 67: 1022-28.
63. Pekdemir H, Cicek D, Camsari A, et al.(2004) The relationship between plasma
endothelin-1, nitric oxide leveles, and heart rate variability in patients with coronary
slow flow. Ann Noninvasive Electrocardiol 9 (1): 24-33
64. Pekdemir H, Polat G, Cin VG, et al.(2004) Elevated plasma endothelin-1 levels in
coronary sinus during rapid rate atrial pacing in patients with slow coronary flow. Int J
Cardiol 97 (1): 35-41.
65. Binak E,Gunduz H,Sahin M,Kurtoglu N,Dindar I. (2005) The relation between
impaired glucose tolerance and coronary slow flow. Int J Cardiol 15
66. Diver DJ,Bier JD,Ferreira PE,Sharaf BL,McCabe C,Thompson B,et al. (1994)
Clinical and arteriographic characterization of patients with unstable angina without
critical coronary arterial narraowing(from TIMI-IIIA Trial). Am J Cardiol 74:531-7
67. Tebbe U, Neuhaus KL, Kreuzer H. Slow flow in the coronary system and ST
elevation in the ECG in left atrium catheterization. Z Kardiol. 1998; 73 (13): 789-91.
68. Atak R, Turhan H, Sezgin AT, et al. Effects of slow coronary artery flow on QT
interval duration and dispersion. Ann Noninvasive Electrocardiol. 2003; 8 (2): 107-11.
69. Beltrame JF,Limaye SB,Horowitz JD.(2002) The coronary slow flow phenomenon-
a new coronary microvasculer disorder. Cardiology 97:197-202
50
70. Kelly RF,Sompalli V,Sattar P,Khankari K. (2003) Increased TIMI frame counts in
cocaine users:acase for increased microvasculer resistance in the absence of epicardial
coronary disease or spasm Clin Cardiol 26:319-22.
71. Machado Cesar LA. (2003) Coronary slow flow phenomenon:revisiting a concept
not so new Cardiology 100:47
72. Demirkol MO,Yaymaci B,Mutlu B.(2003) Dipyridamole myocardial perfusion
single photon emission computed tomography in patients with slow coronary flow
Coron Artery Dis. 13:223-9
73. Cesar LA,Ramires JA,Serrano junior CV,Meneghetti JC,Antonelli RH,et al.(1996)
Slow coronary run-off in patients with angina pectoris:clinical significance and
thallium-201 scintigraphic study. Braz J Med Biol Res 29:605-13
74. Beltrame JF,Limaye SB,Wuttke RD,Horowitz JD. (2003) Coronary hemodynamic
and metabolic studies of the coronary slow flow phenomenon. Am Heart J 146:84-90
75. Kapoor A,Goel PK,Gupta S. (1998) Slow coronary flow-a cause for angina with ST
segment elevation and normal coronary arteries:a case report Int J Cardiol 31;67:257-61
76. The TIMI Study Group. The Thrombolysis in Myocardial Infarction Trial. N Eng J
Med. 1985; 312: 932-36.
77. The GUSTO Investigators. An international randomized trial comparing four
thrombolytic strategies for acute myocardial infarction. N Eng J Med. 1993; 329: 673-
82
78. The GUSTO Angiographic Invetigators. The effects of tPA, streptokinase, or both
on coronary artery patency, ventricular function and survival after myocardial
infarction. N Eng J Med. 1993; 329: 1615-1622.
79. Cannon CP, McCabe CH, et al and the TIMI-4 Investigators. Comparison of ront
loaded recom. tPa, anistreplase and combination thrombolytic therapy for acute
myocardial infarction: results of TIMI-4 trial. J Am Coll Cardiol 1994; 24: 1602-10.
51
80. Gibson CM, Cannon CP; Daley WL, Dodge JT; Alexander B Jr, Marble SJ; et al.
TIMI frame count: A quantitative method of assesing coronary artery flow. Circulation.
1996; 93: 879-88.
81. Beltrame JF,Turner SP,Leslie SL,Solomon P,Freedman SB,Horowitz JD. (2004)
The angiographic and clinical benefits of mibefrandil in the coronary slow flow
phenomenon. J Am Coll Cardiol. 44:57-62
82. Tsimikas S, Brilakis ES, Miller ER, et al: Oxidized phospholipids, Lp(a)
lipoprotein, and coronary artery disease. N Engl J Med 2005; 353:46.
170. Danesh J, Collins R, Peto R: Lipoprotein(a) and coronary heart disease. Meta-
analysis of prospective studies. Circulation 2000; 102:1082.
83. Solfrizzi V, Panza F, Colacicco AM, et al: Relation of lipoprotein(a) as coronary
risk factor to type 2 diabetes mellitus and low-density lipoprotein cholesterol in patients
> or = 65 years of age (the Italian Longitudinal Study on Aging). Am J
Cardiol 2002; 89:825.
84. Koschinsky ML, Marcovina SM: The relationship between lipoprotein(a) and the
complications of diabetes mellitus. Acta Diabetol 2003; 40:65.
85. Cantin B, Despres JP, Lamarche B, et al: Association of fibrinogen and
lipoprotein(a) as a coronary heart disease risk factor in men (the Quebec Cardiovascular
Study). Am J Cardiol 2002; 89:662.
86. Ariyo AA, Thach C, Tracy R: Lp(a) lipoprotein, vascular disease, and mortality in
the elderly. N Engl J Med 2003; 349:2108.
87. Rifai N, Ma J, Sacks FM, et al: Apolipoprotein(a) size and lipoprotein(a)
concentration and future risk of angina pectoris with evidence of severe coronary
atherosclerosis in men: The Physicians' Health Study. Clin Chem 2004; 50:1364.
88. Ridker PM, Buring JE, Rifai N, Cook NR: Development and validation of
improved algorithms for the assessment of global cardiovascular risk in women: The
Reynolds Risk Score. JAMA 2007; 297:611-619.