40

Ekim Gençliği 134

Embed Size (px)

DESCRIPTION

Ekim Gençliği 134 - Kasım

Citation preview

Page 1: Ekim Gençliği 134
Page 2: Ekim Gençliği 134
Page 3: Ekim Gençliği 134

Bir 6 Kasım dönemi daha geride kaldı. Bu yıl hafta içine yayılan vebir dizi üniversitede gerçekleştirilen YÖK karşıtı eylemler gençlikhareketinin verili durumunu ve ihtiyaçlarını bir kez daha ortaya koydu.Eylemlerin ortaya çıkardığı tablo üzerinden özelde 6 Kasım sürecini,genelde de hareketi değerlendirmek, hareketin ihtiyaçlarını tespit etmekve buna uygun müdahale yöntemleri saptamak oldukça önemli bir yerdeduruyor.

Kampüslerde 6 Kasım havası oluşturulamadı

İlk olarak 6 Kasım'ı önceleyen süreci değerlendirmek gerekiyor.YÖK'ün, kayıtlar başlamadan önce harçlara zam yapmayacağına dairaçıklama yapmasına rağmen tekrar alınan dersler üzerinden harçlara gizlizam yapması, ilk tepkileri açığa çıkarmıştı. Bir dizi üniversitede gizlizamma karşı eylemler yapılmıştı. Tepkilerin artacağından endişelenenYÖK de zammı ertelediğini açıklamış, böylelikle de tepkileri dindirmeyibaşarmıştı.

Dönem başındaki bu ilk canlanmanın ardından ise hareket adına kocabir boşluk yaşandı. Taşralar da dahil olmak üzere, sınırlı sayıdakiüniversitede yaşanan yerel süreçler dışta tutulursa, gençlik hareketinintüm dinamiklerini harekete geçiren, üniversiteleri ve hareketi ülkeningündemine sokan gelişmeler ya da eylemli süreçler yaşanmadı. 6Kasım'ın gündeme girmeye başladığı süreç gençlik hareketi için bir"sessizlik" dönemi oldu.

Bu tablo 6 Kasım vesilesiyle de ciddi bir değişime uğrayamadı neyazık ki. Elbette ki 6 Kasım eylemlerini önceleyen süreçte bir takımadımlar atıldı. Ama bunlar yaşanan süreci tersine çevirebilecek türdenadımlar olamadı. Daha açık ifade edilecek olursa, bu yılki 6 Kasımsürecinde üniversitelerde özel bir hava yaratılamamış, 6 Kasımeylemlerinin önemine denk düşen bir ön hazırlık süreci işletilememiştir.Eylemlerin yaklaştığı günlerde dahi üniversitelere 6 Kasım'ın politikatmosferi egemen kılınamadı, gençlik kitleleri üzerinde 6 Kasım'a dönükbir ilgi ve merak yaratılamadı.

Oysa ortada bu olumsuz durumu değişmesine engel olacak düzeydenesnel nedenler/engeller de yoktu. Açık ki bu durum gençlik hareketiiçerisindeki siyasal öznelerin tutumlarından kaynaklandı. 6 Kasım'ıngündeme geç alınmasının yanı sıra güçlü bir hazırlık süreci işletilememişolması, siyasal gençlik öznelerinin bakış ve eylemiyle doğrudanbağıntılıydı elbette.

Bunun en belirgin nedeni 6 Kasım'ın sıradan bir takvimsel eylemgünü olarak algılanıyor olmasıdır kuşkusuz. Bu algının 6 Kasımeylemlerinin kitlelere taşınmasında ve hazırlık sürecinde geniş bir kitleçalışması yürütülmesinde nasıl bir engele dönüştüğü de bugün daha iyigörülebilir. Öyle ki birçok özne, 6 Kasım eylemlerine var olan kitleleriile çıkmaya önden şartlanmış, eylemlerin kitlesel geçebilmesi açısındanönemli bir yerde duran kitle çalışmasından kendilerini muaf saymışlardır.

Anlamlı bir deneyim: "6 Kasım hazırlık komiteleri"

Hazırlık sürecindeki tüm bu zayıflığa rağmen, belli üniversitelerlesınırlı kalmış olsa da, anlamlı ve önemli adımlar atılmadı değil elbette.Bunların en belirgini ise ortak örgütlenecek eylemlerin hazırlıkları içinoluşturulmaya çalışılan "6 Kasım hazırlık komiteleri" oldu.

"6 Kasım hazırlık komiteleri" YÖK karşıtı eylemleri kitleinisiyatifine dayanarak örgütlemek noktasında anlamlı bir yerdeduruyordu. Siyasal gençlik öznelerinin önderliği altında, fakat kendisinionlara da sıkıştırmayan bir çalışma tarzı yaratabilmenin ve kitleyi dahahazırlık sürecinde etkin hale getirmenin imkânını sunuyorlardı. Bunedenle de, sonucu ne olursa olsun, komiteleri gündeme almak ve hayata

geçirmeye çalışmış olmak önümüzdeki dönemler için anlamlı birdeneyim bırakmış oldu.

Komitelerin verimli bir biçimle hayata geçirilmesinde yaşanansorunları tespit etmek ve bu deneyimin önümüzdeki dönemler içinbıraktığı dersleri çıkarmak da ayrı bir yerde duruyor kuşkusuz. Bukonuda söylenebilecek ilk söz de illerde ortak çalışmalar yürütenöznelere yönelik olmalıdır. Çünkü bu komitelerin kurulması konusundahemfikir olunan öznelerin önemli bir bölümü komitelere yeterince önemvermemişlerdir. Öyle ki, üniversitede "6 Kasım hazırlık komitesi"kurulması kararına imza atan siyasal gençlik öznelerinden bir bölümü,komite toplantılarına insanlarını katmamış, doğal olarak da katılmamıştır.

Diğer yandan, buna rağmen örgütlenen komite toplantılarının genişduyurusunun yapılamaması ve gençlik kitlelerinin buraya katılımıyönünde yoğun bir çaba harcanamaması, komitenin gerçek işleviniyerine getirmesinin önünde bir engele dönüşmüştür. Mantığı dolayısıylakomitelerin kitlelere yaslanması gerekiyordu. Elbette ki gençlikkitlelerinin nesnel durumu bu konuda başlı başına bir engel teşkil ediyor.Ancak komitelerle hazırlanmak, her şeyden önce bu nesnelliğe yapılmışiradi bir müdahaleydi. Eğer bu irade asgari düzeyde gösterilmiş olsaydı 6Kasım eylemlerinde ortaya çıkan tabloda ciddi bir değişiklik deyaşanabilirdi.

Bir kez daha parçalı YÖK eylemleri

Hafta içine yayılan YÖK karşıtı eylemler, gençlik hareketindekiparçalı tablonun bir kez daha gün yüzüne çıkmasına vesile oldu. Belliyerlerde küçümsenmeyecek önemde birliktelikler sağlanmış olsa dagenel olarak birleşik bir mücadele/eylem hattının örülememiş olduğugörüldü. Bir dizi üniversitede farklı bileşenler tarafından yapılan birdenfazla eyleme tanık olundu. Bu eylemler de gençlik hareketinin kendiiçinde yaşadığı dağınıklığa ve parçalılığa dair en somut gösterge oldu.

Yekpare bir bütünlük olmasa da, birleşik bir mücadele/eylem hattıörülebilmesi, gençlik hareketi adına umut ve coşku verici bir dayanağadönüşebilirdi kuşkusuz. Yanı sıra, böylesine dağınık ve parçalı birhareketle bunun üzerinden yansıyan eylemlerin sermayeninüniversitelere dönük saldırıları karşısında yeterli etkiyi gösteremeyeceğide açıktır. Sürecin dersleri ışığında önümüzdeki döneme yüklenelim

YÖK karşıtı eylemler ve hazırlık çalışmaları bir dizi eksikliği veihtiyacı gün yüzüne çıkarmış oldu. Fakat ortaya çıkan bir başka gerçekde, her şeye rağmen üniversite gençliği içerisinde hareketindinamiklerinin korunduğudur. Öyle ki, bahsettiğimiz gibi, böylesinesınırlı bir kitle çalışmasıyla ve üniversitelerde 6 Kasım üzerinden politikbir atmosfer yaratılamamış olmasına rağmen üniversite öğrencilerikampüslerden YÖK’e karşı ses verdiler.

Bu demektir ki, üniversitelerde daha güçlü bir kitle çalışmasıyürütülebilinirse verimli sonuçlar alınması da pekâlâ mümkündür. Ohalde yapılması gereken şey, kampüslerde, sürekliliği sağlanmış ve bellibir sistematiğe oturtulmuş etkili bir kitle çalışmasını örgütleyebilmektir.Bu başarılabildiği takdirde gençlik hareketinin bugünkü verilidurumunun değişmesinin önünde hiçbir engel bulunmamaktadır.

Tüm bunların ışığında, gençlik hareketinin bugünkü acilihtiyaçlarının başına birleşik, kitlesel ve devrimci bir gençlik mücadelesikoyulabilir. Gençliğin devrime kazanılması, hareketindevrimcileştirilmesi ve devrimci önderlik boşluğunundoldurulması önümüzde duran sorumluluklardır.

6 Kasım'ın ardından...

Birleşik, kitlesel ve devrimci bir

gençlik hareketi yaratalım!

3

Page 4: Ekim Gençliği 134

Yüksek Öğretim Kurulu (YÖK) Ulusal Öğrenci Konseyi 2011-2012 Olağan Genel Kurulu 14-15-16 Ekim tarihlerinde yapıldı.“Özgün ve Özgür Üniversitelere Doğru” başlığı taşıyan genel kurulaAkdeniz Üniversitesi ev sahipliği yaptı.

YÖK başkanının katılımı dışında, genel kurula ve başlıklara dairherhangi bir haber ya da açıklama yapılmadığı için, kendilerini“öğrenci temsilcisi” sanan bu çanak yalayıcılarının ne konuştuğunu yada hangi kararlar aldığını bilmiyoruz. Fakat genel kurulun ismindenanladığımıza göre, üniversitelerin sermayenin ihtiyaçlarıdoğrultusunda yaşadığı dönüşüme nasıl “katkı sunacaklarını” tartışmışolmalılar. Zira öne çıkarılan bu başlık, sermayenin ve YÖK’ünBologna sürecini makyajlamak için kullandıkları temel argümanlardanbiri. Anlaşılan o ki, Ulusal Öğrenci Konsey’i, önümüzdeki dönemde“YÖK’ün Truva atı” olduğu gerçeğini yeni somut örneklerlegösterecek.

YÖK başkanından piyadelerine övgü

Genel kurul bünyesinde düzenlenen ''Üniversitelerin DevletHayatındaki Rolü ve Akdeniz Üniversitesi'' başlıklı panele YÖKbaşkanı Yusuf Ziya Özcan da katıldı. Özcan, panel konusundan çokpiyadelerinin, yani konsey başkanlarının, geçen dönemki “başarıları”üzerinde durdu.

Ulusal Öğrenci Konseyi’nin “Dumansız kampus” gibi projeleriniöven Özcan, Konsey’i üniversitelerde barış ortamı sağlamakla(!)kutladı. ''Geçen yıl akademik yılından bu yana üniversitelerimizdebarış ortamını sağladığınız için ve bunun için gerçektençalıştığınızdan dolayı sizlere çok çok teşekkür ediyorum. Sayenizdehuzurlu bir akademik yıl geçirdik, bu çok önemliydi. Çünkü sizinrolünüzü üstlenmek isteyen, medyada marjinal gruplar olarak tabiredilen başka gruplara karşı bu asli görevinizi gerçekten çok iyiyaptınız, bunun için size minnettarım'' diyen Özcan, konuşmasındaaçıkça devrimci-ilerici gençlik örgütlerini hedef aldı.

Özcan’ın “barış ortamını sağlamak ve bunun için çalışmak” dediğişey, gerçekte, üniversitelere ve öğrencilere yönelik saldırıların hiçbirtepki ile karşılaşmaksızın hayata geçirilmesi için çabalamak demektir.Elbette Ulusal Öğrenci Konsey’i bu konuda “övgüyü” hak etmektedir.Devrimci-ilerici gençlik örgütleri tüm üniversite gençliği adınasaldırıları püskürtmeye çalışırken, Konsey YÖK ile masaya oturaraktepkilerin nasıl dindirileceği ve öğrencilerin bu duruma nasıl iknaedileceği konusunda epey kafa patlatmıştı. YÖK’le masaya oturansözde “öğrenci temsilcilerinin” temsil durumu burjuva medyanınmagazin haberlerine dahi konu olmuştu. Bu sözde “temsilcilerin”kullandıkları arabaların markaları bile temsiliyetlerinin gerçek yüzünüortaya koymuştu.

Özcan’ın konuşması, Konsey’in gerçek amacını bir kez dahahatırlatmış oldu. Özcan’ın “marjinal gruplara karşı asli görevleriniyerine getirdikleri için minnettar olduğu” Konsey’in amacıüniversitelerde sermayenin ve YÖK’ün “Truva atı” olabilmektir. Bu“Truva atı” sayesinde öğrenci gençliğin devrimci potansiyeliçürütülmeye, kendiliğinden oluşan tepkiler de devrimci önderliktenyoksun bırakılarak YÖK’ün ve düzenin denetimine sokulmayaçalışılmaktadır.

Marjinal olan devrimci-ilerici örgütler değil

YÖK’ün Konseyi’dir

YÖK ve Ulusal Öğrenci Konseyi tarafından “marjinal”olmakla suçlanan devrimci-ilerici gençlik örgütleri, geçen yıl

sıklıkla gündeme getirilen saldırılara karşı sokağı boşbırakmamışlardı. Üniversitelerin sermaye baronlarının talanınaaçılmasına karşı, üniversitelerdeki yönetim ve denetimin yine bubaronlara bırakılmasına karşı, eğitimin tümden paralı halegetirilmesine karşı sokaklara çıkmış, üniversite öğrencileri adınageleceklerine ve özgürlüklerine sahip çıkmışlardı. Bunun karşısınaçıkarılan polis terörü ile ülke gündeminde ciddi bir yer tutmuşlardı.

Bunun dışında, devrimci-ilerici gençlik örgütleri her zaman öğrencigençliğin karşısına çıkabilmektedir. Bugün özellikle çalışma açısındangeri bir düzeyde de olsa, saldırılar karşısında üniversitelerinisavunabilmişlerdir. Şu veya bu düzeyde de olsa öğrenci gençliğigeleceğine ve özgürlüğüne sahip çıkmaya çağırmaktadırlar.

Tam da burada asıl marjinal olanın Ulusal Öğrenci Konseyiolduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Zira marjinallik denen şey nicelolarak fazla ya da az olmakla değil, kitlelerin ve yaşamın içerisindeolup olmamakla ifade edilebilecek bir kavramdır. Üniversitelere dönüpbakıldığında Ulusal Öğrenci Konseyi’nin herhangi bir yerde herhangibir etkinlik ya da çalışma yaptığı görülmemektedir. Konseybaşkanlarının kim olduğu, hatta temsilcilerin neye göre belirlendikleri,seçimlerin nerede, ne zaman ve nasıl yapıldığı dahi bilinmemektedir.Yani Ulusal Öğrenci Konsey’i öğrenci gençlik kitleleri içinde varolmamaktadır. Bu da onun marjinalliğinin en dolaysız göstergesidir.

Devrimci-ilerici öğrenciler

marjinal olmaya(!) devam edecek

Tüm bunlara rağmen, bir an için YÖK başkanının yaptığı“marjinal” sıfatını kabul edelim. Bundan zerrece rahatsızlıkduymadığımızı da belirtelim. YÖK’e ve başkanına göre bizler,devrimci ve ileri öğrenciler marjinaliz; çünkü eğitiminticarileştirilmesine, üniversitelerin ticarethane, öğrencilerin de müşterihaline getirilmesine karşı mücadele ediyoruz.

Bizler marjinaliz; çünkü elemeci sınav sistemine karşı çıkarakherkesin eğitim alabilmesini istiyoruz.

Bizler marjinaliz; çünkü herkese her düzeyde parasız eğitimistiyoruz.

Bizler marjinaliz; çünkü bilimsel ve anadilde bir eğitim sistemiistiyoruz.

Bizler marjinaliz; çünkü özerk-demokratik üniversite istiyoruz.Bizler marjinaliz; çünkü diplomalı işsiz olmak değil, geleceğimizi

istiyoruz.Bizler marjinaliz; çünkü üniversitelerin polis karakolu olmasını

değil, düşünce ve ifade özgürlüğünün egemenliğini istiyoruz.Bizler marjinaliz; çünkü eğitim hayatımızı sermayenin kollarına

atmak yerine üniversitelerimizde söz yetki ve karar hakkı istiyoruz.Bizler marjinaliz; çünkü üniversitelerimizin kardeş halkların

tepesine yağan bombaların yapımına ortak olmasını istemiyoruz.Bizler marjinaliz; çünkü emperyalist kapitalist sistemin

üniversitelerine karşı sosyalizmin özgür üniversitelerini istiyoruz.Eğer YÖK başkanının kastettiği marjinallik buysa, biz marjinal

olmaya devam edeceğiz. Çünkü gelecek ve özgürlük mücadelemizden,bu mücadele içinde şekillenen taleplerimizden vazgeçmeyeceğiz.Bunlara inatla sahip çıkacak, ısrarla da anlatacağız.

YÖK ve Ulusal Öğrenci Konseyi devrimci-ilerici

öğrencilere saldırıyor…

Üniversiteler

devrimci-ilerici öğrencilerindir!

4

Page 5: Ekim Gençliği 134

2011-2012 öğretim yılında üniversiteharçlarına zam yapılmayacağı açıklanmıştı. Ancakbu açıklamanın aksine pek çok öğrenci har(a)cınızamlı olarak yatırmak zorunda kaldı. Kısazamanda bu uygulamanın 26 Ağustos tarihli birBakanlar Kurulu Kararı'na dayandırıldığıanlaşıldı. Bu kararla birlikte bir dersi üç keredenfazla alan öğrenciler için kredi başına ek ücretödeme zorunluluğu getirilmişti. Bu uygulamanınkarşısında üniversite öğrencilerinin ortayakoyduğu tepki ile birlikte YÖK yeni bir genelgeyayınlayarak kararı durdurdu. Zamlı har(a)çuygulamasını şimdilik ertelediğini açıkladı. Ancakhalen zamlı alınan harçlar geri ödenmiş değil.

Üniversite harçlarına yapılmaya çalışılan gizlizam uygulaması ile paralı eğitim uygulamasınıngeldiği boyut bir kez daha gündeme gelmiş oldu.Düzen temsilcileri tarafından her fırsatta paralıeğitim uygulamalarını meşrulaştırmak için yeniformüller bulunmaya çalışıldığı, üniversitekapılarının ise her geçen gün işçi ve emekçiçocuklarına kapatıldığı ortadadır.

Kredi başına ücret alımı ile üniversiteharçlarının katlanarak arttırılması bir kenardadursun harç ücretleri ikinci öğretimlerde 4000TL'yi bulan rakamlara çıkabilmektedir. Öğrencilerharçlarını dördüncü yıldan sonra %50, beşinciyıldan sonra ise %100 zamlı yatırmaktadır.Yükseköğrenim kredisi alan öğrencilerin kredisidört yıldan sonra kesilmektedir. Bununla birliktebarınma, ulaşım, yemek gibi temel masraflarlabirlikte özellikle şehir dışından üniversite okumakiçin gelen öğrenciler için öğrenimlerini sürdürmekher geçen gün zorlaşmaktadır. Bunun karşısındaüniversitelerin sorunlarını çözeceklerini iddiaeden, başta YÖK olmak üzere düzenin tümkurumları ve temsilcileri üniversiteler adınayaptıkları her çalışmada, her toplantıda eğitiminasıl daha çok ticarileştirmenin yollarınıaramaktadır. Öğrenciler harç parası biriktirmekiçin çalıştıkları inşaatlarda canından olurken,antibilimsel eğitim müfredatları ile üniversiteöğreniminin normal süresinde bitirilmesineredeyse imkansızlaşırken, tembel (!)öğrencilerin bu sorumsuzlukları karşısında dahafazla harç ödemesi gerektiği vb. masallarıanlatmaktadırlar.

1981 yılında üniversitelerin neo-liberalpolitikalar doğrultusunda yeniden yapılandırılmasıamacıyla askeri darbenin çocuğu olarak kurulanYÖK'ün, kuruluş amacına uygun olarak 1983yılında yapılan yasal düzenlemelerle harçuygulaması başlatılmıştır. 1991 yılından beri deüniversite “har(a)ç”ları “öğrenci katkı payı” adıaltında toplanmaktadır. İlk başta harç ücretleri herne kadar cüzi rakamlarla başlasa da neoliberalpolitikalar doğrultusunda dizginsizleşen sömürü

politikaları ile birlikte giderek fahiş rakamlaraulaşmıştır. Sadece ücretini ödeyebilenin değilherkesin ulaşması gereken kamusal bir hizmetolması gereken üniversite eğitimi devletinsırtından alınması gereken bir yük olaraktanımlanmaktadır. Bu süreç son dönemde BolognaSüreci gibi uluslararası anlaşmalarla dadesteklenmektedir. Avrupa standartlarına uyum vbsöylemlerle hayata geçirilen uygulamalara meşrubir zemin yaratılmaya çalışılmaktadır.

Açıktır ki uygulamaların gerçek yüzü her yılartan harç zamları ile birlikte, ücretli ders notuşifrelerinden, paralı transkriptlere, yemekhane,kantin zamlarıyla astronomik rakamlara varanyemek ücretlerine eğitimin her adımınınticarileştirilmesidir. Üniversitelerin, bir yandansermayenin talanına açılırken bir yandan da hergeçen gün ticarileştirilmesi kuşkusuz bütünlüklübir tablonun üniversitelerdeki yansımasıdır.Örneğin torba yasa işçilere, emekçilere yönelikazgın sömürü, sağlık hizmetinde yıkım politikalarıanlamına gelirken üniversite öğrencilerinin payınada gizli harç zammı düşmüştür.

Üniversitelerde hayata geçirilen tüm bu paralıeğitim uygulamaları karşısında bizlere düşengörev öncelikle bu uygulamanın toplumsalboyutunun teşhirinin yapılmasıdır. Kapitalistsistemde tüm işçilere ve emekçilere dayatılangeleceksizlik ve sosyal yıkım politikaları, işçi veemekçi çocuklarına üniversite yıllarındadayatılmaktadır. Bu tabloda başta har(a)çlarolmak üzere üniversiteleri sermayenin talanındankurtarıp, paralı eğitim politikalarınıpüskürtebilmek ancak üniversite gençliğininkaderinin işçi ve emekçilerle ortak olduğunukavraması ile gerçekleşecektir. Özellikle harçzamlarının gerçekleştiği dönemlerde paralı eğitimuygulamalarının teşhirini yapmak ve bu konudakamuoyu oluşturmanın olanakları artmaktadır. Budönemlerde başta belirtilen sınıf perspektifi ilebirlikte harçlara yapılan zam uygulamasının geriçekilmesi talebi işlenmelidir. Ancak bu istemmutlaka üniversitelilerin gerçek talebi olan parasızeğitim talebi ile birleştirilmeli, “Harçlarkaldırılsın, herkese parasız eğitim” talebi öneçıkartılmalıdır.

2011-2012 öğretim yılının başında gerçekleşengizli harç zammı uygulaması üniversite gençliğiaçısından püskürtülememiştir. Bu konununkamuoyunun gündeminden çıkmış olmasısebebiyle üzerinden atlamak doğru değildir. Busebeple bu uygulama ile birlikte paralı eğitimuygulamalarının üniversite öğrencileriningündeminde kalmasını sağlamak ve bu saldırılarınpüskürtülmesinin uzun erimli bir süreç olacağınınbilincinde olarak davranmak gerekmektedir.

Harçlar kaldırılsın,

herkese parasız eğitim!

5

Üniversitelerin, bir

yandan sermayenin

talanına açılırken bir

yandan da her geçen gün

ticarileştirilmesi

kuşkusuz bütünlüklü bir

tablonun

üniversitelerdeki

yansımasıdır. Örneğin

torba yasa işçilere,

emekçilere yönelik azgın

sömürü, sağlık

hizmetinde yıkım

politikaları anlamına

gelirken üniversite

öğrencilerinin payına da

gizli harç zammı

düşmektedir.

Page 6: Ekim Gençliği 134

Egemenlerin “demokratikleşme” adı altındaoynadıkları bir orta oyunu üniversitelerdeyaşanıyor. 2011 yılının başından itibaren start alanrektörlük seçimlerinin önümüzdeki aylardatamamlanması amaçlanıyor. Bu sürecin demokratikolup olmadığı sorusurun yanıtlamak için öncelikleişe, üniversitelerdeki yönetim mekanizmasının nemenem bir şey olduğunu inceleyerek başlayalım.

Öncelikle rektörlük makamının yetkilerinedeğinelim. 1981’de kurulan YÖK’ün belirlediğiesaslara göre rektör, üniversitenin yönetimindensorumlu kişidir. Yönetmeliğegöre yürütmeve denetimyetkilerirektörünelindedir.YÖK’ünbelirlediği seçimsistemi ise şöyle:Rektör aday adayıolabilmek içinProfesör akademikunvanını taşımak,657 sayılı devletmemurları yasasınınhükümlerine göreistihdam edilebilmekiçin bir engel taşımamak ve son olarak 67 yaşınıgeçmemek gerekiyor. Bu kriterlere uygun olanaday adayları üniversite öğretim üyelerininkatıldığı seçimlerle belirleniyor. Ancakdemokrasinin sınırlarının zorlandığı anlar birsonraki aşamada gerçekleşiyor. YÖK ilk altıyagiren aday adaylarından 3 tanesini herhangi birsınava, mülakata vs. tabi tutmadan belirliyor. Bubelirleme neye göre oluyor dersiniz? Üstelik ilk 3için en fazla oyu almış olmak yetmiyor. En sonolarak ise YÖK’ün belirlediği 3 adayCumhurbaşkanı’nın önüne konuluyor. Cumhurunbaşkanı ise bu 3 adaydan 1 tanesini üniversiteyerektör olarak atıyor. Daha geçtiğimiz haftalardaGiresun Üniversitesi’nin başına sadece 2 oy olanrektör adayının atanması bu seçim sisteminin nekadar çarpık ve anti-demokratik olduğunukanıtlıyor.

Üniversitelerin “rektörü” olabilmek içincanhıraç bir yarış sürüyor. Dinci-gerici iktidarpartisi AKP’nin kadrolaşma yarışı bu düzlemde dehissediliyor. ODTÜ’de Sosyoloji Bölüm Başkanıiken YÖK başkanı yapılan Yusuf Ziya Özcan, en azoyu aldığı halde Cumhurbaşkanı tarafından rektöryapılan iktidar yandaşları bu savımızı dadoğruluyor. Y. Ziya Özcan’ın “üniversitede türbankarşıtı 30-35 hocanın kaldığı, yakında bumeselenin de çözüleceği” mealindeki sözleri, dincigerici parti AKP’nin üniversitelerdeki egemenkonumuna işaret ediyor. Ancak AKP ve rektör

adaylarının sadece amaçları dinci-gerici partinin vecemaatlerin üniversitelerde etki alanını genişletmekdeğildir. Onlar aynı zamanda üniversitelerinsermayenin hizmetine sunulması için etkin biçimdeçalışıyorlar.

Birer ticarethane gibi işleyen üniversitelerindöner sermayesinden en büyük payı ise rektörleralıyor. ODTÜ rektörünün döner sermayeden % 20pay aldığını açıklaması, Hacettepe Üniversitesirektörünün üniversite

ihalelerini kendikurduğu şirketlerevermesi bambaşkabir tartışmanınkapılarını aralıyor.Zira bilim insanıolduklarıiddiasıyla atananbu kişilerinpatron mantığıylaişlettiğiüniversitelerdebilimin kime veneye hizmetedeceğini de

kestirmek zorolmuyor. Üniversite kampüslerine kurulan

Tekno-kentler veya Ar-Ge binaları bilim veteknolojinin sermayenin hizmetinde olduğunudoğruluyor.

Ayrıca seçim dönemine giren üniversitelerdekirli pazarlıklar da eksik olmuyor. Yine bir örneklezenginleştirecek olursak, HacettepeÜniversitesi’nde daha kayıt döneminde stant yasağıolduğu açıklamasını yapan rektörlük, 24 Kasım’dayapılacak olan seçimlerin etkisiyle “öğrencilerekimse dokunmayacak” talimatını vermekten degeri durmuyor.

Öğrenci temsiliyeti ve ÖTK’lar

Üniversiteleri ilgilendiren hiçbir sorundaolduğu gibi rektörlük seçiminde de öğrencilerin sözhakkı bulunmuyor. 12 Eylül askeri faşist darbesininardından üniversiteler bir tehdit olarak algılandığıiçindir ki 12 Eylül anayasasıyla birlikte tüm birseçim sistemi değiştirilmiş ve askeri okullarıaratmayan disiplin yönetmelikleriyle üniversitelerkışla haline getirilmiştir. Rektörler ise üniformasızgeneraller olarak görev başı yapmışlardır. Ogünden bugüne değişen tek şey ise rektörlerinisimleri olmuştur. Bugün gündemde olan rektörlükseçimleri ise yine faşist darbenin ardındanbelirlenen esaslara uygun olarak yapılacaktır. Vekim seçilirse seçilsin sermaye düzenininüniversitelerdeki temsilcisi olmaktan geridurmayacaktır.

Tüm bunların yanında anti-demokratik baskıcı

Rektörlük seçimleri ve öğrenci temsiliyeti…

Söz, yetki, karar hakkı istiyoruz!

Üniversiteleri ilgilendiren

hiçbir sorunda olduğu

gibi rektörlük seçiminde

de öğrencilerin söz hakkı

bulunmuyor. 12 Eylül

askeri faşist darbesinin

ardından üniversiteler bir

tehdit olarak algılandığı

içindir ki 12 Eylül

anayasasıyla birlikte tüm

bir seçim sistemi

değiştirilmiş ve askeri

okulları aratmayan

disiplin yönetmelikleriyle

üniversiteler kışla haline

getirilmiştir.

6

Page 7: Ekim Gençliği 134

yönetim mekanizmaların rağmen öğrenci gençliğinsöz hakkını militan mücadele yoluylakullabileceğini, dahası kendi alternatifimekanizmalarını da yaratabileceği biliyoruz. 12Eylül askeri faşist darbesini önceleyen süreçteoldukça kitlesel ve militan bir gençlik hareketivarken, bu hareket buradan aldığı güçle sermayedüzenine geri adımlar attırabilmiştir. ODTÜ-ÖTKise işte bu sürecin ürünüdür:

“ODTÜ ÖTK deneyimini tartışmak, önceleyensüreçteki birleşik kitlesel gençlik mücadelesinitanımlamayı gerektiriyor. Zira ÖTK dönemingençlik mücadelesinin önemli bir kazanımıdır.ODTÜ-Der tarafından 1974 yılında örgütlenenboykotun 16. gününde, üniversite geçici sürekapatılır. Bunun üzerine 15 Mayıs 74'de boykotsüresiz boykota dönüşür ve geniş bir katılımlasürdürülür. Üniversitelerdeki faşist saldırılar veanti demokratik uygulamalara karşı gençliğintaleplerinin haykırıldığı ve öğrencilerinörgütlenmesinin önündeki engellerinkaldırılmasının talep edildiği boykot 6 ay sonrabaşarı ile sonuçlanır. Yönetim öğrencilerintaleplerini kabul etmek zorunda kalır. Butaleplerden birisi olan öğrenci temsiliyeti böyleceortaya çıkar. ODTÜ-Der kendini feshederekÖTK'ya dönüşür. ODTÜ ÖTK'yı ODTÜöğrencilerinin bir özörgütü haline getiren onunyasal yapısı değildi. ÖTK, her sınıftan bir kişininseçilmesiyle oluşturulan temsilciliklere ve bunlararasından seçilen 9 kişilik bir yönetimedayanmaktadır. Fakat ona asıl gücünü veren,birimlere dayanması ve birimlerin kitleselkatılımına dayalı karar alma sürecidir. Birimleredayalı işleyiş ODTÜ ÖTK'nin sonrasındayaşayacağı saldırılara karşı da temel bir dayanakolmuştur. ÖTK'nın yöneticilerin tutuklanmasına veÖTK’nın yasadışı ilan edilmesine karşın kitleylekurduğu güçlü bağ ve bu bağın oluşturduğutemsiliyet ÖTK'nın işleyişinin sürekliliğinisağlamıştır.” (Ekim, Sayı: 239, Ekim 2004,Başyazı)

Önemli bir deneyim olan ODTÜ ÖTK, birkazanımdır. Bunun içindir ki, bu ve benzeriörneklerin de parçası olduğu yükselen devrimcigençlik hareketi karşısında, darbenin hemenardından üniversitelere kışla düzeni getirilmiştir veo dönemde yaratılan birikimler yok edilmeyeçalışılmıştır. Yukarıda da belirtildiği gibi yasadışıilan edilen ÖTK’lar kitlelerle kurduğu güçlü bağlarsayesinde varlığını devam ettirebilmiştir. BugünÖTK’ların durumuna baktığımızda iseiçlerinin nasıl boşaltıldığını ve öğrencitemsiliyetinden ne kadar uzakolduklarını görmemiz mümkündür.Öyle ki kendi üniversitelerimizdekiÖğrenci Temsilciler Konseyibaşkanlarını tanımak bir yana onlarınnasıl seçildiğini, kimler tarafındanseçildiğini bile bilmiyoruz. BugünÖTK’lar gençlik hareketiniyatıştırmak ve taleplerinigeçersizleştirmek için egemenlerinelinde bir kozdur. “Demokratiküniversite, öğrencilerin, öğretimgörevlilerinin ve üniversiteçalışanlarının yönetimindekiüniversite anlamına gelir. Yaniburadan bakıldığında rektörlerin saltöğretim görevlileri tarafından

seçilmesi üniversiteleri demokratik yapmaz. Aksinerektörün öğretim görevlileri üzerindeki etkisiniarttıracak bir durum yaratmaktadır. Öğrencilerpenceresinden bakıldığında bu kapsamda ilk gözeçarpan Öğrenci Temsilci Konseyleri’dir. ÖTK’larındurumu ise gülünçtür. Sözde söz ve kararmekanizması olarak görülen ÖTK’lar üniversiteidaresinin bir eklentisidir. Göstermelik seçimlerlebelirlenen ÖTK üyelerini ne temsil ettikleriöğrenciler tanımakta ne de temsil görevine talipadaylar öğrenci sorunlarını bilmektedirler.Üniversite yönetimi kendi deyimleri ile başağrıtmayacak, sorun çıkarmayacak birkaç kişiyiyanlarına alıp öğrencilere temsil hakkı verdiklerinisöylemektedir”. (Ekim Gençliği / Sayı: 129 - Ocak2011)

Söz, yetki, karar öğrencilere,

özerk-demokratik üniversite istiyoruz!

Egemenlerin özerklikten anladığı maliözerkliktir. Bunun için çalışmalarını hızlandıransermaye sözcüleri bu yönde adımlar atmaya başladıbile. Geçtiğimiz dönemin sonunda toplananUluslararası Yükseköğrenim Kongresi’nde alınankararlar mali özerkliğin önünün açılması anlamınageliyor. Mali özerklikle yapılmak istenen kısmi deolsa devlet bütçesini zorlayan üniversiteleri “kendiyağında kavrulan kurumlar” haline getirmektir.Böylece öğrencileri daha fazla sömürmektir.Üniversiteleri kendi reklamını yapmaya zorlayacakve üniversite kapılarını sermayeye daha fazlaaçacak bir projedir bu. Ancak bizlerin özerkliktenanladığı bu değildir. Siyasal ve idari bir özerkliktalebidir dillendirdiğimiz. Yönetimindeüniversitenin tüm bileşenlerinin söz sahibi olduğuve ucube seçim sistemlerinin değil demokratik birsistemin hüküm sürdüğü üniversitelerdir bizimistediğimiz.

Geçmiş yazılarımızda da ortaya koyulan ve söz,yetki ve karar hakkının ancak ve ancaküniversitenin tüm bileşenlerinin söz sahibi olduğubir yönetim sistemiyle mümkün olabileceğidir.Mevcut iktidar bu talebi karşılayacak durumdadeğildir. Belki mücadele kitlesel bir güçkazandığında bu yönde bir geri adım atabilir ancakODTÜ ÖTK deneyimi de gösteriyor ki bukokuşmuş düzen tüm kurumlarıyla birlikte yerle birolmadıkça hiçbir kazanım kalıcı değildir. Amabizler biliyoruz ki, özerk-demokratik üniversitemücadelesini yükselttiğimiz zaman yeni bir dünyamücadelesine güç katmış olacağız.

Geçmiş yazılarımızda

da ortaya koyulan ve söz,

yetki ve karar hakkının

ancak ve ancak

üniversitenin tüm

bileşenlerinin söz sahibi

olduğu bir yönetim

sistemiyle mümkün

olabileceğidir. Mevcut

iktidar bu talebi

karşılayacak durumda

değildir.

7

Page 8: Ekim Gençliği 134

Soruşturma-ceza terörü, sermayeninüniversitelerde uyguladığı ve uygulamakta ısrarettiği bir saldırı biçimi olarak sürüyor. Siyasethakkının kullanılmasının karşısına eğitim hakkınıngaspını çıkaran sermaye, yeni yıla girerkenAnadolu Üniversitesi ve İstanbul Üniversitesi gibibirçok üniversitede öğrencilere soruşturmalar açtı,cezalar verdi.

Sermayenin üniversiteyi piyasalaştırmasıdevam ederken baskı süreci ise ona paralel olarakgelişiyor. Öğrencilerin eşit, parasız, bilimsel,anadilde eğitim hakkını gasp edenler buhakları savunanlarıokuldanuzaklaştırıyor.İlerici, devrimcigüçleri genelöğrenci kitlesindenuzak tutmayaçalışarak marjinalizeetmeye çalışıyor.Başta devrimciöğrencilercezalandırılmayaçalışılıyorsa da esassaldırı gençliğintaleplerinedir. Bugününiversitelerde “Yaşasınhalkların kardeşliği”demek, parasız ve anadilde eğitim istemek,sermaye temsilcilerini protesto etmek, ÖGB’nin vepolisin saldırganlığına karşı direnmek suçsayılıyor. Düzen üniversiteleri kendisi için dikensizgül bahçesine çevirmek için siyaseti tamamenüniversitelerden uzaklaştırmaya çalışıyor.

Bu saldırıya karşı izlenecek tek yol isedireniştir. Saldırılara karşı yılmamak, gençliğinmücadelesini büyütmek için soruşturma ve cezaterörüne karşı duracak bir mücadele hattı izlemekhayati önem taşımaktadır. Kapı önü direnişleri bubağlamda izlenecek yolların başında geliyor.Okuldan uzaklaştırma saldırısına sebep olandevrimci siyasal faaliyetin kapı önünde devametmesi anlamına gelen kapı önü direnişlerisermayenin soruşturma-ceza terörüne karşı verilenen iyi cevaplardan biridir. Bu direnişlerin neanlama geldiğine dair açıklamalar yayınlarımızdayıllardan beri işleniyor. Bizim üzerinde durmakistediğimiz şey izlenecek mücadele yönteminin(kapı önü direnişinin) doğru ve zengin araçlarlaişlevine uygun bir biçimde yapılmasıdır.

Öncelikle şu hiç unutulmamalıdır ki, kapı önüdirenişi kapı önünde bekleyiş değildir. Buradakitemel hedef devrimci politikayı gençliğegötürmektir. Direnişin sesi okulun içinde mutlakagündemleştirilmelidir. Bu, çalışmanın içeride debelli bir enerji harcamasını gerektirir. Direniş

okulun içinde ve özellikle de kapı önünde zenginaraçlarla öğrencilere seslenmeyi başarmalıdır.Masa açılması, imza kampanyası düzenlenmesi,müzik ve tiyatro gösterilerinin yapılması vb.çalışmalar bu işlevi görecektir. Direniş alanının ilgiodağı haline gelmesi eylemli süreçle beraberişlemelidir. Genel öğrenci kitlesinin ileri kesimindeen azından bu konuda duyarlılık yaratılmalıdır.Ayrıca cezalar sonlanırken soruşturma karşıtıfaaliyet sonlanmamalıdır. Yer yer bu gündem

üzerinden süreçilerletilse de (bu herzaman mümkünolamayacağı için)gençliğin diğergündemleri işlenirkenbu konu daunutulmamalıdır.Çünkü saldırısermaye açısındanstratejiktir veyakıcılığını herzamanhissettirmektedir.

Söylenmesigereken bir diğer

söz ise kendidışımızdaki gençlik örgütlerinedir. Kimi

gençlik örgütleri yukarıda çizdiğimiz tabloyugörmemekte, görenler ise bu konuda bir mücadelehattı çizmeyerek sürece kayıtsız kalmaktadırlar.Beraber soruşturma-ceza karşıtı faaliyet örmetalebimize 'başka gündemlerimizin yoğunluğu var','bu saldırı sadece devrimci öğrencileriilgilendiriyor', 'bizim böyle gündemimiz yok'denebiliyor. Bu cevaplar okulda siyaseti tamamenbitirmeye çalışan bir saldırıya karşı söyleniyor. Buda bu gençlik örgütlerinin kendileri hakkındasöylediği koca koca lafların bomboş olduğunugösteriyor. Bu misyonsuzluktan, iddiasızlıktan vesorumluluklarını yerine getirmemelerindenkaynaklanıyor. Ya da bazı dar grupçu çıkarlardan...

Başkalarının atıllığı asla iş yapmamıza engelolmayacaktır. Tek başına kaldığımız yerlerde bilemücadele hattımızı uygulamaya sokmaktançekinilmeyecektir.

Genç-Sen ise bu süreçte etkin bir biçimdekullanılmalıdır. Soruşturma ve ceza karşıtı faaliyetkapsamında Genç-Sen’in kapatılması süreci deişlenerek aralarındaki bağ kurulmalıdır.Soruşturma-ceza terörü Genç-Sen’in kapatılmasıüzerinden işlenecek bir süreç üzerinden de elealınabilir. Yeter ki aradaki bağ doğru biçimdekurulsun.

Sermayenin soruşturma-ceza saldırısı da dahiltüm alanlarındaki saldırılarına en iyi cevapmücadeleyi yükseltmek olacaktır.8

Baskı ve zulüm varsa direniş de vardır…

Soruşturma ve cezalara karşı

mücadele bayrağını yükseltelim!

Saldırılara karşı

yılmamak, gençliğin

mücadelesini büyütmek

için soruşturma ve ceza

terörüne karşı duracak

bir mücadele hattı

izlemek hayati önem

taşımaktadır. Kapı önü

direnişleri bu bağlamda

izlenecek yolların başında

geliyor.

Page 9: Ekim Gençliği 134

Soruşturma ve ceza terörünün yoğunlaştığıalanlardan biri de Anadolu Üniversitesi’dir. DavutAydın’ın rektörlüğe gelmesiyle yoğunlaşansoruşturma-ceza teröründen politik faaliyetleilgilenen herkes nasibini alıyor. Geçen sene 2 EylülKampüsü’nde çalışma yürüttüğümüz için bizlereÖGB ve çevik kuvvet polisi saldırıda bulunmuş,birçok arkadaşımız bu saldırıda yaralanmıştı. Fakatsaldırının ertesi günü yapılan eylemin güçlülüğüsaldırıyı boşa çıkarmıştı. Buna hazmedemeyenrektörlük 45 öğrenciye soruşturma açmıştı. Yaztatilinin araya girmesiyle 8 öğrenciye 1 haftalıkuzaklaştırma cezası, 37arkadaşımıza isekınama cezalarıverildi.

Ekim Gençliğiolarak süreceGenç-Senüzerindenmüdahale etmekararı aldık. ÖnceGenç-Sen’decezalara karşı diğersiyasetlerle birliktebir kapı önü direnişiplanladık. Bunun içindiğer siyasetlere kapıönü direnişi içintoplantı çağrısıyaptık.Toplantıda bu direnişi beraber örgütlemekistediğimizi ve bunda tüm örgütlere sorumlulukdüştüğünü ve soruşturma ceza terörünün gençliğintaleplerini hedeflediğini(sadece devrimciöğrencileri değil) belirtmemize rağmen toplantıyakatılan kurumlar(DGH,Gençlik Muhalefeti,ÖğrenciKolektifleri,EHP Gençliği,TKP’li Öğrenciler) busüreci örgütlemeyeceklerini belirttiler.

Bu tablo soruşturma ve ceza saldırısınınboyutlarının anlaşılamadığını bir kere dahagöstermiş oldu. Fakat mücadele iredesi gösterenlerde oldu ve toplantıdan uzaklaştırmanın başlayacağıhaftanın ilk günü ortak bir eylem gerçekleştirmekararı çıktı. Bir haftalık uzaklaştırma cezasınındiğer günlerinde ise Genç-Sen kapının önündedireniş gerçekleştirme kararı aldı.Toplantınınardından alınan il genel meclisinde direnişin Genç-Sen içindeki tüm güçlerin ortak bir sorumluluğuolduğunu ve beraber göğüslemek gerektiğiniözellikle vurguladık. SGD, ÖGD, SDP bu direnişegüçleriyle destek vereceğini belirttiler.

Haftanın ilk günü üniversite içindeki tümsiyasal güçlerle İİBF kantininden Yunus EmreKampüsü giriş kapısına bir yürüyüşgerçekleştirerek bir eylem gerçekleştirildi ve kısabir forum yapıldı. Ertesi gün ise Genç-Sen olarakerken saatlerden itibaren ‘Soruşturmalar-cezalar

geri çekilsin’, ’Eğitim hakkımız engellenemez’ ve‘YÖK’e karşı oldukları için 8 arkadaşımız AÜyönetimi tarafından okuldan uzaklaştırıldı’pankartlarını asarak olayı teşhir eden bildirilerimizidağıttık. Ayrıca ‘Genç-Sen kapatılamaz’ pankartıda okulun girişine asıldı.

Gün içinde yapılan ajitasyonlarda üniversiteiçinde yapılan baskılar teşhir edildi. Diğer 3 gün desabah okul girişlerinde ve öğrencilerin yoğungeçtiği saatlerde bildiri dağıtımları ve ajitasyon

konuşmaları yapıldı.Okulun içindesoruşturma cezakarşıtı afişler asıldı,öğrenciler kapı önüdirenişiyledayanışmayaçağrıldı. Direnişinson günü deOsmangaziGenç-Senşubesininyaptığıdestekziyaretiyledirenişsonlandırıldı.Fakat Genç-Sen içinde

ÖGD hariç diğer güçler direnişegerekli desteği vermediler. SGD direniş alanınasadece OGÜ Genç-Sen’in eylem yaptığı sırasındasınırlı katılım göstermiş, çalışmalara ise hiçkatılmamıştır. SDP ise çalışmalara sınırlı katılımgöstermiştir. EHP Gençliği ise süreci izlemekdışında hiçbir şey yapmamıştır.

Direniş sürecinin genel bir değerlendirmesiniyaparsak yaptığımız kapı önü direnişinin AnadoluÜniversitesi’nin baskıcı tutumuna iyi bir cevapolduğu açıkça görülecektir. Sol hareketin genel biratalet içinde kaldığı bir dönemde Genç-Sen’in budirenişi gerçekleştirmesi anlamlı bir deneyim oldu.Fakat bu direniş boyunca bizim de eksikbıraktığımız yönler oldu. Direnişin kısa süreceğigerçeği bizde de yankısını buldu. Direniş sırasındakitleye ulaşma konusunda gerekli çabayı ve uygunaraçları seçme becerisini gerçekleştirememişolduk. Kapı önü direnişimiz daha çok materyalkullanımına sıkıştı. Direnişten önce kapı önündepaneller yapma kararımıza rağmen panelistlere geçhaber vermemiz yüzünden bu da iptal oldu.

Son olarak belirtelim ki, sermayeninsoruşturma-ceza terörü bizleri aslayıldıramayacaktır. Devrimci-siyasal faaliyetimizkesintisiz olarak sürecektir

Ekim Gençliği / Eskişehir 9

AÜ’deki kapı önü direnişi deneyimi

Direniş sürecinin genel

bir değerlendirmesini

yaparsak yaptığımız kapı

önü direnişinin Anadolu

Üniversitesi’nin baskıcı

tutumuna iyi bir cevap

olduğu açıkça

görülecektir. Sol

hareketin genel bir atalet

içinde kaldığı bir

dönemde Genç-Sen’in bu

direnişi gerçekleştirmesi

anlamlı bir deneyim oldu.

Page 10: Ekim Gençliği 134

Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi’nde 2011-2012 öğretimyılının başlamasıyla yemek ücretleri de zamlandı. İlk öğün yemeğinücreti 2,25 TL, ikinci öğün de 4,50 TL oldu. Böylelikle öğrencilerinilk öğün yemek ücretine 50 kuruşluk, ikinci öğün yemek ücretine ise1,70 TL’lik zam uygulanmış oldu.

ÇOMÜ'lü öğrenciler, bu fahiş zammın geri çekilmesi gerektiğikonusunda hemfikirdi. Zaten ev-özel yurt kıskacına sıkışmışbütçeleriyle, sağlıksız barınma koşullarıyla boğuşmak zorunda kalanöğrencileri bir de yemekhane zammıyla karşı karşıya bırakmak,öğrencilerin eğitim hakkını tehlikeye sokacak bir tutumdu.

Yemekhane zammının gerekçeleri

Öğrencilerden gelen tepkilerüzerine ÇOMÜ Sağlık KültürSpor Daire Başkanlığı zammınnedenine dair bir açıklama yaptı.Açıklamada yemekhanelerdekihizmet kalitesinin arttırıldığı ilerisürülürken, bir diğer gerekçeolarak da yemekhanenin “boğazmanzaralı” olması gösterildi.

29 Eylül tarihinde ise RektörProf. Dr. Sedat Laçiner, Rektöryardımcıları, ÖTK Başkanı veÖTK Fakülte Temsilcileri’ninbulunduğu bir kapalı toplantıdüzenlendi. Rektörlük burada dazamlara gerekçe olarak, yemekbursu verilen öğrenici sayısının300 kişiden 700 kişiyeçıkarılmasını gösterdi. “Fiyat artışıgeri alınabilir. Fakat eski fiyatlara dönüldüğünde yemek bursu alacaköğrenci kontenjanı da geçen sene ile aynı kalır” dedi. Bu zamlı fiyatlarile yemek yemeye devam edilirse, bu sene 700’e çıkarılan yemekbursu kontenjanına ÖTK tarafından belirlenecek 100 kişi dahaekleneceğini söyledi.

Müşterileştirilmeye karşı mücadele

Yemekhane zammını kabul etmeyen öğrenciler, “müşteri değilöğrenciyiz” başlıklı bildiri dağıtımı yaparak zamlara karşı mücadeleçağrısı yaptı. Rektörlüğün yaptığı kapalı toplantının da teşhirigerçekleştirildi ve yemek bursu alan 700 kişinin sürece katılımınıengelleme çabasına karşı mücadelenin taleplerinin genişletilmesikararı alındı. Bu çalışmanın ardından rektörlük, 3 Ekim Pazartesigününe öğrencilere açık toplantı çağrısında bulundu.

3 Ekim Pazartesi günü Troya Kültür Merkezi’nde yapılantoplantıda, ticaret- tüccar ilişkisini gözler önüne seren cümleler, rektörtarafından toplantı boyu tekrarlandı. ÖTK’nın da rektöre yaptığıteşekkür konuşmaları eşliğinde bu toplantının gerçekten öğrencileredanışma toplantısı değil, ÖTK’lar ile rektörün demagoji toplantısıolduğu kanıtlanmış oldu. Bağımsız öğrencileri bilgilendirme amacı ileyapılan geniş bildiri dağıtımına rağmen toplantıya katılımın bir haylidüşük olması, rektörün tehdit politikasının yerini bulduğunu gösterdi.

ÇOMÜ’lü öğrenciler, “Yemekhane zammı geri çekilsin”, “İkinciöğündeki fiyat farkı kaldırılsın”, “Yemek bursu alan öğrenci sayısı

arttırılsın” talepleri doğrultusunda, 4 Ekim Salı günündenitibaren yemek saatlerinde, ÖSEM (Öğrenci Sosyal

Etkinlik Merkezi) önünde yemekhane boykotu ve oturma eylemlerigerçekleştirildi. Geniş bildiri dağıtımları ile öğrencilere duyurusuyapılan eylemler 10 Ekim Pazartesi tarihine kadar sürdürüldü. Oturmaeylemleri sırasında alkışlar, sloganlar ve konuşmalarla yemekboykotuna çağrılar yükseltildi. Tiyatro gösterimi ve müzik dinletilerigerçekleştirildi.

Yemek boykotuna ve oturma eylemine katılımda her geçen günazalma yaşandı. Rektörlüğün, sene başında “devamsızlığa sıfırtolerans” başlığıyla sunduğu uygulama sonucu devam zorunluluğununbüyük bir sorun haline geldiği ÇOMÜ’de, öğrencilerin derslerindendaha fazla uzak kalmaması nedeniyle boykotta varılan noktayı da

gözönüne alarak teşhirçalışmalarına yoğunlaşma veeylem biçiminde değişikliğegitme kararı alındı.

Öğrencilerin sürece ve eylembiçimlerine dair düşünceleriniöğrenmek amacıyla ÖSEM binasıiçindeki yemekhanedeöğrencilerle bir anketuygulanmasına başlandı. Alınancevapların biraraya getirilmesiyleyeni eylem biçimlerininoluşturulacağı, öğrencilerinkendilerini sürecin aktif biröznesi olarak ortaya koyacağıanket çalışmaları yapılırken,öğrencilerin etrafını saran onlarcaÖGB ortamı terörize etmeyeçalıştı. Anketin yapılamayacağınısöyleyen ÖGB’lerin müdahalesi

sonucu bağımsız öğrencilerde görülen isteksizlik ve korku anketçalışmalarını uygulanamaz hale getirdi.

Anketlerin uygulanamaması üzerine, sendikaların katılımı ile birbasın açıklaması yapılarak süreç sonlandırıldı. 16 Ekim tarihindeyapılan açıklamada rektörün öğrencilerin en temel haklarındanbeslenme hakkını pazarlık konusu haline getirdiği, üniversiteninticarethaneye dönüştürüldüğü dile getirildi.

Sürecin gösterdikleri

Yemekhane zamlarına karşı başlatılan süreç, içinde birçok eksiğive yanlışı da barındırdı. ÖSEM önünde yapılan oturma eyleminin güngeçtikçe nicel olarak daha güçsüz olmasının, bağımsız kitlelerinkonuya ilgisinin gittikçe azalmasının en büyük sebeplerinden biri, buöğrencileri sürecin birer öznesi haline getirmekte yaşanılan sıkıntıdır.Elbette oturma eyleminin ilk gününden sonra yapılanbilgilendirmelerin daha dar kapsamlı olması, bu eylem biçimininöğrencilerin ders saatleri içinde yapılması zorunluluğu gibi faktörlerde etkilidir. Fakat genel olarak sorun, kitlelerle bütünleşilememesi verektör ile yönetimin tavrının açık teşhiri noktasında yetersizkalınmasıdır. Geniş gençlik yığınının katılacağı eylemlerin 6 Kasım’adoğru evrileceği bir çalışma planı ile yola çıkan yemekhane zammısüreci pratikte bir kazanım elde edememiştir. Elbette bireylerleyapılan diyaloglar ve fikir alışverişleri büyük bir kazanımdır amazaten tepkili olan öğrenciler hak alma eksenli bir eylem planıylaharekete geçirilememiştir.

Ekim Gençliği / Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi10

ÇOMÜ'de yemekhane zammı

süreci üzerine…

Page 11: Ekim Gençliği 134

11

Sermayenin üniversitelere yönelik kapsamlısaldırılarının içeriği geçtiğimiz dönemin sonlarınadoğru iyice açığa çıkmıştı. Mayıs ayının sonundayapılan Uluslararası Yükseköğretim Kongresi’nde(UYK) “Bologna Süreci” olarak ifade edilensaldırıların özü daha açık bir dille ifade edilmiş oldu.Buna göre parça parça hayata geçirilen üniversitelerinyeniden yapılandırılmasına önümüzdeki dönemde hızverilecek. Özellikle mali özerklik ve mütevelli heyetleriile somutlanan idari yapılanmadaki değişikliklerle yenidönem içerisinde daha ileri adımların atılmasıplanlanmaktadır.

Bilindiği gibi bir süre önce üniversitelerden atılmakalkmıştı. Son bir defaya mahsus olmak üzere ‘genelaf’ çıkartılmış, bundan sonrası için üniversiteye dönüşyolunun önü kesilmiştir. Ancak ODTÜ'nün buna karşıolduğu biliniyordu. Ayrıca ODTÜ Senatosu’nundillendirdiği talep ise “illa bir uygulama yapılacak iseharç bedellerinin caydırıcı oranda arttırılsın”biçimindedir. Bizler bu caydırıcılığın ne olduğunugayet iyi şekilde anlamaktayız. Buradaki ‘caydırıcılık’vurgusu aslında sermaye düzeninin üniversite kapılarınıtopyekûn olarak emekçi çocuklarına kapatmasıanlamına gelmektedir. Mevcut koşullar içerisindeharçların zaten çok pahalı olduğu ve emekçilertarafından ödenmesinin zorluğu bilinmektedir. Nitekim,sadece harç ücretlerini ödeyebilmek için canı pahasınakölece çalıştırılan ve sözde iş kazası adı altında ölenöğrenciler hala aklımızdadır.

Ancak ODTÜ Senatosu “af” yasasına karşıçıkmasına rağmen, onu yorumlayarak en ağırlaştırmışhaliyle “reset” uygulamasını hayata geçirmeyiplanlamaktadır. Yukarıda sözünü ettiğimiz ilgili kanunşu şekildedir: 25 Şubat 2011 tarih ve 27857 (mükerrer)sayılı Resmi Gazetede yayınlanarak yürürlüğe giren6111 Sayılı Kanunun 173. Maddesi ile 2547 SayılıKanuna eklenen Geçici 58. Madde kapsamında,Kanunun yürürlüğe girdiği tarihe kadar her ne sebepleolursa olsun azami süre sonunda lisans, çift anadalveya yandal programından mezun olamayanöğrencilere bir yıl (iki dönem) ek süre verilir. Ek süresonunda mezun olamayan öğrencilerin ilgili programaintibakları yeniden yapılır. Bu aşamada öğrencininazami süresi yeniden başlatılır. Geçerli sayılan derssayısına göre ilgili programın her bir dönemlik normalders yüküne karşılık, öğrencinin azami süresinden birdönem düşülür. Buna ilaveten, azami süreler içindemezun olamayan öğrencilerin intibak işlemlerisırasında müfredat değişikliği veya isimlerideğişmemekle birlikte ders içeriğinin değişmesi ya daders içeriği değişmemekle birlikte aradan uzun birsürenin geçmesi gibi 6111 Sayılı Kanunun 171.Maddesinin b fıkrasında belirtilen nedenler ve önkoşuldersler gibi ilgili programın müfredatı dikkate alınarak,öğrencilerin daha önce alıp başarılı olduğu (CC ve

üzeri not aldığı) derslerden hangilerini yenidenalmaları gerektiği ilgili Bölüm/Anabilim DalıBaşkanlığı tarafından belirlenerek ilgili YönetimKurulu tarafından karara bağlanır. DC ve 4 altında notalınan ve başarısız olunan tüm derslerin tekrarlanmasıgerekir. Tekrar alınması gereken dersler programdankaldırıldıysa, bunların yerine belirlenen eşdeğeridersler alınır.

Aslında bu kanuna bakıldığında gayet açık birşekilde belirtilmektedir ki; lisans için azami süre olan 7senenin ardından öğrencilere bitirmek için 1 sene eksüre verilecek, bu süre zarfında mezun olamayanlarınODTÜ'ye intibakı yeniden yapılacak. Yani sankiüniversiteden atılıp LYS ile bölümünüzü yenidenkazanmışsınız gibi muamele edilecek. Bu durumdageçmişte DC ve altında notlarla geçilen derslersayılmadan, yeniden alınmaları gerekecek. Hatta CC veyukarısında not alınan bazı derslerin de fakülte yönetimkurulları tarafından yeniden alınması talep edebilecek.Şimdi bu duruma kendilerince bir çözüm getirmek içinadım atmış durumdalar.

Bakıldığında bize dayatılmaya çalışılan bu tabloYÖK düzeninin bugün özerk-özgür üniversitesöylemlerinin yansımasıdır. Hatırlanacağı üzere bundansonraki dönemler için YÖK üniversiteleri ticarethane,öğrencileri ise müşteri olarak gördüğünden, sözde‘üniversiteler arası rekabeti artırmak’ ve de‘üniversitelerin kendi kendine yetebildiği şirketlerhaline getirmek’ için yönetimin kendisini üniversiterektörlerine bırakmak istemektedir. Yani bu şekilde herbirimiz kendi üniversitelerimizde farklı birtakımsaldırılara yoğun bir şekilde maruz kalacağız. Bugünzaten halihazırda üniversite yönetimleri üzerlerinedüşenleri bir hayli yerine getirmektedir. Şöyle ki,üniversitelerde düşüncelerini ifade etmek, hakkınıaramak, tartışan, sorgulayan bir insan olmak hatta vehatta farklı bir görünüşe sahip olmak bile saldırılarınveya sindirme politikalarının odağı olmanın nedeniolabiliyor.

Yukarıda belirtildiği üzere bu saldırıların biryansımasıdır düşünülen “reset” uygulaması. Sözdeözerk ODTÜ yönetimi tarafından bizim için düşünülenbudur. Bizler bugünden örgütlenip karşı çıkmazsak,yarın çok daha ciddi saldırılar bizleri beklemektedir.Bizlere düşen sermayenin üniversitelerdekitemsilcilerinin bu oyunlarını birleşik-örgütlü-kitlesel birmücadele yoluyla boşa düşürmektedir. Bunun için dahafazla zamanımız bulunmamaktadır. Bu çağrı tümyakıcılığı ile biz devrimci öğrencilerin karşısındadurmaktadır.

Bu yüzden gün, saldırıları püskürtme, başkaldırıgünüdür.

ODTÜ’den bir Ekim Gençliği okuru

ODTÜ Rektörlüğü’nden

“Reset” projesi!

Bizler bugünden

örgütlenip karşı

çıkmazsak, yarın çok

daha ciddi saldırılar

bizleri beklemektedir.

Bizlere düşen

sermayenin

üniversitelerdeki

temsilcilerinin bu

oyunlarını birleşik-

örgütlü-kitlesel bir

mücadele yoluyla boşa

düşürmektedir. Bunun

için daha fazla

zamanımız

bulunmamaktadır.

Page 12: Ekim Gençliği 134

12

“Dini her yurttaşın özel sorunu kabul eden TKİP,dinsel önyargılara karşı mücadeleyi geniş kitlelerin

devrimci kültürel dönüşümü ve özgürleşmesinin zorunlubir gereği olarak ele alır. Bu mücadelede büyük bir

kararlılık, fakat aynı zamanda sabır ve dikkat gösterir.Baskı ve sömürüye dayalı eski düzenin kalıntılarının

tasfiyesi ile kitleler arasında kök salmış dinselönyargıların kökünün kazınması arasındaki kopmaz bağı

görerek ve gözeterek hareket eder.”(TKİP Programı)Üniversitelerde yeni eğitim ve öğrenim döneminin

başlamasıyla birlikte kendilerini bir hayli hissettirentarikatlar ve cemaatler bu yazıyı kaleme almamızınbaşlıca nedenidir. Kayıt dönemleri boyunca kampüslerdeyatıp kalkan, otogarlara kamp kurup öğrencileri şehregelene kadar telefonlarla taciz eden bu gruplar, yardımadı altında öğrencileri ağlarına düşürmeyeçalışmaktadırlar. Ücretsiz yurt veya abi-abla evleriyle,yine karşılıksız burslarıyla yoksul çocuklarını kuşatan bugüruhlar oldukça örgütlü ve organizedirler. Bu kadarpervasız ve rahat olabilmelerinin nedeni ise açık biriktidar desteğidir.

Nasıl örgütleniyorlar?

Bir şekilde kazandıkları gençleri (burs, ev vs.aracılığıyla) kelimenin tam anlamıyla bir kuşatma altındatutuyorlar. Öğrencilerin yirmi dört saatini programlıyorve onları sürekli olarak kontrol altına alabilmek amacıyladini sohbet, okumalar vs. düzenliyorlar. Kendilerine biatetmeyen öğrencileri ise kapıyı göstererek tehdit ediyorlar.Devletin ise bu durumu görmezden gelmesi hatta bukonuda onlara açık bir destek sunması cemaat vetarikatların üniversitelerde küçümsenmeyecek etkisininve örgütlenmesinin önünü açmıştır. Üniversitelerdeözellikle gizli bir örgütlenme biçimini benimseyencemaatler planlı ve programlı hareket ediyorlar. Yakın birdönemde ortaya çıkan ”Bilkent Tahşidat Planı” adlıdosyada cemaatin Ankara’daki üniversitelerde nasılörgütlendiği ve hangi kodlarla cemaat üyelerinişifreledikleri açıkça görülüyor. Bu planda cemaatyurtlarında kalan öğrencilerin tam bir yılı programlanıyorve bir yılın sonunda öğrencilerin abi-abla evineçıkarılması amaçlanıyor.

TC tarihinde cemaat ve tarikatlar

Aslında bu durum yeni değildir. Her ne kadar dinci-gerici iktidar gücü AKP döneminde kayda değer bir artışgösterseler de cemaat ve tarikatlar tüm bir cumhuriyettarihi boyunca devlet eliyle desteklenmiş ve toplumsalmücadelelerinin geliştiği dönemlerde meydanlarasalınmışlardır. Özellikle 1980 askeri faşist darbesininardından ideolojik savaşın bir boyutu olarak din derslerizorunlu hale getirilmiş, imam hatipler yaygınlaştırılmıştır.Toplumun gericilikle kuşatılması ve alevi-sünniçatışmasının körüklenmesi yine aynı döneme denk gelir.

“1960’lı yıllarda yükselen toplumsal mücadele vebununla birlikte güçlenen sol harekete karşı kullanmaküzere dinci gericilere “Komünizmle MücadeleDernekleri”ni kurdurtan Amerikancı rejim, o dönemonları tetikçi olarak da öne sürmüştür. Suç dosyalarında

Kanlı Pazar olayının yer aldığı dinci gericiler, odönemden beri Amerikancı/NATO’cu zihniyetintemsilcileri arasındadır. 1970’li yıllarda faşist parti MHPtetikçilikte dinci gerici güçleri gölgede bıraksa da,“statükocu” rejim onları kullanmaktan geri durmamıştır.ABD emperyalizminin Ortadoğu’da uyguladığı “YeşilKuşak” projesinin Türkiye’deki icraatçısı olan 12 Eylülfaşist cuntası ise, dinci gericiliğin yaygınlaşması için özelbir çaba sarf etmiştir. Sol parti, sendika ve derneklerinyanı sıra düzen partilerini de bir dönem kapatan faşistcunta, cemaat ve tarikatlara ise geniş bir çalışma alanıaçmıştır. Nitekim dinci gericiliğin etkin isimleri cuntayatam destek sunmuşlardır.” (Türban sömürü ve köleliğiörten bir şal olarak kullanılıyor / KB)

Dün olduğu gibi bugün de devlet eliyle desteklenengerici güçler üniversitelerde ilerici ve devrimciöğrencilere yönelik saldırganlıktan geri durmuyorlar.Özellikte İstanbul Üniversitesi’nde yaşanan çatışmalarbuna örnektir. Ayrıca üniversitelerde türban üzerindenyürüyen tartışmalar ve kavgalar da buna örnek olarakverilebilir. Türbanı, işçi ve emekçi çocuklarınınsorunlarının üzerini örten bir şal olarak kullanan dincigericilik, hem topluma hem gençliğe türban tartışmasınıdayatarak birçok icraatını gizleyebilmiştir.

Dinci gericiliğin etkisini dağıtabilmek için

devrimci gençlik mücadelesini yükseltelim!

“Dinci gericilik, dün olduğu gibi bugün de işçisınıfının, emekçilerin ve tüm ezilenlerin karşısındamevzilenmiştir. Sermaye ve emperyalizmin tamhizmetindedir. Geçmişte tetikçilik yapıyorlardı, şimdirejimin efendisi konumuna yükseldiler. Esas misyonlarıilk günden bu yana değişmemiştir. Bu misyonun tümgereklerini yerine getirmekte, hak ve özgürlüklerinboğulması, işçi sınıfı ve emekçilere sömürü ve köleliktenbaşka bir şey sunmayan kapitalist düzenin tahkimedilmesi için çaba harcamaktadırlar.” (Türban sömürüve köleliği örten bir şal olarak kullanılıyor / KB)

Yukarıda da belirtildiği gibi dinci-gericilik tarihininher döneminde kapitalist sistemin bekasına ve işçi-emekçi ve gençlik hareketinin boğulmasına hizmetetmiştir. Ve şunu unutmamak gerekir ki sermaye düzeninitüm kurumlarıyla birlikte hedef almayan hiçbir mücadeledinci gericiliği yok edemez. Çünkü onu her defasındapalazlandıracak ve daima bir silah olarak kullanacak olanbizzat kapitalizmin kendisidir.

Gençlik hareketi için de durum değişmemektedir.Üniversitelerde bu türden örgütlenmeleri yokedebilmenin tek yolu devrim kavgasına omuz vermektir.Zira temelde sınıfsal bir karakter taşıyan dinci gericilikişçi ve emekçi çocuklarını hedeflemektedir. Bizlere düşenise ısrarla üniversitelerde işçi sınıfının sesi soluğu olmakve yoksul çocuklarını bu mücadeleye kazanabilmekolmalıdır. Bu temelde kavranmayan bir mücadele tarzıcemaat ve tarikatları yok etmek bir yana onların ömrünüuzatacaktır. Marx’ın da söylediği gibi bir afyon olan dininetkisi ancak bir devrimle kırılabilir.

Z. Eylül

Üniversitelerde cemaatleşme ve

dinci gericiliğin etkisi

Ücretsiz yurt veya

abi-abla evleriyle,

yine karşılıksız

burslarıyla yoksul

çocuklarını kuşatan

bu güruhlar oldukça

örgütlü ve

organizedirler. Bu

kadar pervasız ve

rahat olabilmelerinin

nedeni ise açık bir

iktidar desteğidir.

Page 13: Ekim Gençliği 134

Faşist çeteler Ekim ayında gerçekleşen Çukurca baskını sonucunda 24askerin yaşamını yitirmesini fırsat bilip harekete geçti. Bir kez daha ırkçı-şoven söylemlere sarılarak, halklar arasına kin ve düşmanlık tohumlarıekmeye koyuldular. Ülkenin birçok köşesinde Kürt halkını ve ilerici-devrimci güçleri hedef alan saldırılar ve linç girişimlerinde bulundular.Bu arada kimi üniversiteler de benzeri faşist saldırılara sahne oldu.

Bu yazıda üniversitelerdeki saldırıların hangi amaca yönelikolduğunu irdelemeye ve faşist saldırılara karşı doğru ve devrimci bir tavırve bakış açısı sunmaya çalışacağız.

Saldırıların temel amacı

Faşist saldırıların fiziksel tahribat yaratmanın ötesinde hedefleriolduğu açıktır. Saldırılar temelde iki amaca yöneliyor:

Faşistler saldırarak devrimci öğrenciler marjinalleştirmeye veöğrenci kitlesinden yalıtmaya çalışıyorlar. Yaşanan saldırılar sağ-solçatışması olarak yansıtılıyor. Eğer devrimci gençlik saldırının politikhedeflerini anlatamazsa, dışardan bakan bir göz doğal olarak bunu böylebenimsiyor.

Saldırıların diğer bir amacı gençlik örgütlerini ve sola yakınlık duyankesimleri devrimci siyasal faaliyetten ve örgütlenmeden alıkoymaktır.Solun ilgisini, enerjisini ve yoğunlaşmasını siyasal çalışma yerine, kısırbir düello ve çatışma ortamına çekmektir.

Bu iki temel amacın yanısıra saldırılar, özellikle mücadele ile yenitanışan ve bilinci oturmamış olan unsurları, daha çok bileyipradikalleştirebildiği gibi, mücadeleden soğutabilmektedir de. Ayrıcaüniversite yönetimleri için yeni soruşturma ve cezalara bahane olarak dakullanılabilmektedir.

Yaygın yanlışlarımız…

Ne yazık ki biz her defasında, bu iki tuzağa düşüyoruz. Örneğin, buelikanlı katil sürüsü ellerinde satırlarla, sopalarla üniversiteyi basıyor yada 1 Mayıs Şenliği’nde okula girip güvenlik görevlilerinin nezaretindebıçak çekip ortamı terörize etmeye çalışıyor. Biz ise bu sırada vesonrasında öğrencileri durum hakkında bilgilendirme ihtiyacı dahiduymayabiliyoruz. Bu durum, saldırıları en başta kafamızdaolağanlaştırmaktan başka bir anlama gelmiyor.

Halbuki saldırıları etkin bir teşhire konu edebilmemiz gerekiyor.Olaydan haberi olmayan ya da sebebini anlayamayan öğrenciarkadaşlarımıza faşist saldırıların solu, devrimi sindirme amacıylayapıldığını, taleplerimizin meşruiyetine dayanarak yaratıcı biçimlerdeanlatabilmeli, bu amaçla sıradan öğrencileri, eğitim emekçilerini tarafhaline getirmeyi hedeflemeliyiz. İnsanların haberdar olmadıkları ya dakulaktan dolma yalan yanlış şeyler duydukları bir tablo bize yarar değilzarar getirir.

Bu anlamda, İstanbul Üniversitesi’nde yakın dönemde yaşananlaribret verici. Geçtiğimiz yarıyılda faşistlerin üniversite önünde elikanlı birkatil olan Alparslan Türkeş ile ilgili bildiri dağıtmaları üzerine bunailerici ve devrimci öğrenciler tarafından müdahale edilmiş, sloganlarıduymalarıyla faşistlerin ortadan kaybolmaları bir olmuştu. Fakat boşluğudolduran polis ilerici-devrimci öğrencilere saldırmıştı. Olayın ardındanfısıltı gazetesi ve medya yoluyla “Öcalan'ın doğum günü ile ilgili bildiridağıtan terör örgütü yandaşlarına ülkücü öğrenciler müdahale etti” gibiuydurma haberler yayılmıştı.

Yine Ekim ayındaki faşist saldırı sonrasında Edebiyat Fakültesi’nde“Kürdistan özgürdür!” pankartının açılması üzerine saldırınıngerçekleştiği gibi bir dedikodu yayıldı etrafa. Şu açık ki biz meseleningerçek yüzünü öğrencilere anlatmayı ihmal edince, benzeri yalan ve

aldatma girişimleriyle faşistlerin ve sistemin ekmeğine yağ sürmüşoluyoruz.

***Faşistlerin azıttıkları dönemlerde, genelde devrimci öğrencilerin

dikkati ve yoğunlaşması hep buraya kayar. Öyle ki faşistler de genelliklebunun için kullanılırlar.

2009 yılında DİSK’in çağrısıyla Cumartesi günü, şu merkezi Ankaramitinglerinden biri gerçekleşecekti. Miting krizle ilgiliydi. İşte mitinginöncesi, Cuma günü üniversitede hemen hemen bütün sol gruplar bununhazırlıkları ile meşgul. Ne hikmetse eş zamanlı iki faşist saldırıgerçekleşti. Biri İstanbul Üniversitesi Beyazıt Kampüsü’nde, diğeriMarmara Üniversitesi Nişantaşı Kampüsü’nde... Ve doğal olarak herkestoparlandı, sloganlar vs. O andan itibaren herkes bir gün sonra eylemolduğunu ve örgütlenmesi gerektiğini unuttu ve akşama kadar toplucagergin bir bekleyiş başladı.

Anlatılmak istenen tam da bu. Faşist saldırılar sırasında biz kendi esaskimliğimizi, amaçlarımızı bazen ikinci plana itiyoruz ve kendimizifaşizm karşıtlığı üzerine tanımlı bir pozisyona hapsediyoruz. Gerçektesivil faşistlerin bağımsız bir ideolojisi, bir “ülküsü” ve gayesi (mevcutbozuk düzenin bekâsını sağlamayı dışta tutarsak tabi) yoktur. Tekmaksatları devrimin önüne taş koymaktır.

2006’daki yemekhanenin özelleştirme sürecinde solcuların çoğuatılmış ya da uzaklaştırma almış. 2007 senesinde Dağlıca olaylarınınhemen sonrası, ulaşım zamları ile ilgili Kolektif tarafından bir kampanyayapılıyor. İÜ’de bunla ilgili bir otobüs maketi konulmuş Hukuk Fakültesigirişine. Faşistler solun güçsüzlüğünden de yararlanarak gelip “bunukaldıracaksınız” diyor, olumsuz cevap alınca da otobüs maketine veöğrencilere saldırıyorlar. Faşistlerin kim olduğunu anlatmak, gerçekyüzlerini teşhir etmek için bundan iyi olanak olur mu? Bu, bu teşhirkonusunu değerlendirip değerlendirmeme meselesidir…

Sivil faşistler ile mücadele temelde askerî değil, siyasaldır. Faşistleribesleyen ve yeniden üreten bu düzenin kendisidir. Bir odağı darmadağınetsek de sistem ihtiyacı olunca bir diğerini piyasaya sürmektezorlanmayacaktır (MHP değilse ulusalcı çeteler, dinci gericiler ya da birbaşkası). Üstelik bunların aralarında belli kemik tipler vardır. Diğerlerinide organize eden bunlardır. Bunlar hiç de öyle aldandıklarından ya da“milliyetçi hislere” kapıldıklarından saldırmaz. Bu tipler on kere kafasınıkır, 11. defa yine ayak altında dolaşıp saldırırlar. Çünkü altındakiarabasından, evinin kirasına kadar hayat standartları devletçe finanseediliyordur. Geçmiş deneyimlerde birçok örneği var, bunları öyledüellocu bir mantıkla, cezalandırarak bitirmek olanaklı değildir. Bunlarolmazsa bir başkası yine çıkar. Çünkü sistem objektif olarak solun,devrimcilerin önünü kesme ihtiyacı hissediyorsa bu tarz maşaları mutlakbulur ya da yaratır.

Mesele faşistleri “indirmek” değil –gerektiğinde bu yönlü bircevaptan geri durmaktan bahsetmiyoruz elbette- öğrenci yığınlarıiçerisinde marjinalleştirmek ve mahkum etmektir. Sorun onlara çalışmayaptırmamak ya da okula sokmamak değil. Bu zihniyeti okuldansilmektir. Bunun için onların etki alanının kırmalı, kendi politik etkimizigenişletmeliyiz. Bu sadece ırkçı-faşist zihniyet için de değil, esas olaraköğrenci kitlesinin çoğunu tesiri altında tutan burjuva-liberal ideolojiaçısından da geçerli. Bunu yapamadığımızda istediğimiz kadar“üniversitelerimizi faşistlere bırakmayacağız”, “üniversiteler bizimdir”diye bas bas bağıralım. Gençliği kim kazanıyorsa kavganın galibi de oolacak. At binenin kılıç kuşananın!

Ayhan Z. Tozkoparan

Yoğunlaşan faşist saldırılar ve

devrimci tutum

13

Page 14: Ekim Gençliği 134

Merhaba arkadaşlar,Bir eğitim-öğretim dönemi daha baskı ve yasaklarla açıldı. Birçok

üniversite yönetimi adeta birbiriyle yarışırcasına öğrencilerinesoruşturma ve cezalar yağdırdı. Oysa açılış törenlerinde en iyi, endemokratik üniversite olmakla övünüyordu hepsi de. Kendisine “Enileriye, en iyiye…” sloganını uygun gören Hacettepe Üniversitesi dedaha okulun ilk gününde onlarca öğrencisi hakkında soruşturmabaşlattı.

Peki, bu soruşturmaların nedenleri ne? Hemen söyleyelim: BeytepeKampüsü sınırları içinde müzik ve şiir dinletisi yapmak, belgeselgösterimi yapmak, stant açmak, yüksek sesle müzik dinlemek vs… Bulistenin sayfalarca uzatılması mümkün. Ama kayıt döneminde (okulsessiz sakin iken) stant açma yasağını devam ettireceğini söyleyenüniversite yönetimi şimdilerde bu tavrından vazgeçti. Nedeni mi?Kasım’da yapılacak olan rektörlük seçimleri… Ondan sonrası mevla

kerim! Yaz dönemi boyunca hakkında çıkan yolsuzlukhaberlerini üniversite sitesinde yaptığı bir açıklama ileyalanlayan Rektör Uğur Erdener nedense sahibi olduğu

şirketten de istifa etmiş. Rektörümüzün üniversite ihalelerini kendişirketine vererek yolsuzluk yaptığı iddia ediliyordu.

ODTÜ ormanlarını yağmalama planları yapan Melih Gökçek’tendaha hızlı davranan Hacettepe Üniversitesi yönetimi Beytepeormanlarına bir de havuz inşa ediyor. Havuz inşaatı öğrencileringirmesi yasak(!) olan Beyaz Ev civarında devam ediyor. Ancakyönetimin bu inşaatla ilgili Çankaya Belediyesi ile gerginlik yaşadığıbiliniyor. Orman arazisine böyle bir yapı kurmanın yasak olduğubiliniyor olmasına rağmen yasakları delen yönetimimiz bizöğrencilerine ise yasak koymakta sınır tanımıyor. Ancaküniversitemizde tüm bunları da aşan bir yasak var: DÜŞÜNMEK!

O halde eğitimin ticarileştirilmesinde, baskı ve yasaklarınartırılmasında, soruşturma ve ceza teröründe, bitmek bilmeyen ulaşımçilesinde “en ileriye, en iyiye” giden üniversite yönetimine buradansesleniyoruz: BİZ DÜŞÜNÜYORUZ!

Hacettepe Üniversitesi’nden bir Ekim Gençliği okuru14

Üniversiteler bugüne kadar egemen sınıfların çıkarlarıdoğrultusunda çalışan kurumlar olmuştur. Bugün de üniversitelerdesermayenin çıkarlarına uygun, düşünmeyen, sorgulamayan,eleştirmeyen tek tip bireyler yetiştirilmektedir. Öğrencisi (müşterisi)olduğum Ankara Üniversitesi DTCF’de de bunlar olmaktadır.

Bugün bizim okulumuzda kalabalık amfilerde dersleregirdiğimizde dersi dinlemede zorlanan öğrenciler olduğu haldeamfilere bir ses sistemi dahi konulmazken, milyarlarca lira harcanarakokulumuza kameralar hatta mobeseler takılmaktadır. 7000 öğrencisiolan fakültede öğrenciler oturacak yer bulamazken mevcut olanbanklar da ÖGB'ler tarafından işgal edilmekte, sivil polislere odatahsis edilmekte, bu şekilde de öğrencilerin yaşam alanlarınamüdahale edilmektedir.

Fakültenin hemen hemen her yerine takılı olan kameralar,öğrencilerin yaşam alanı olan kampuste sürekli dolaşan ÖGB'ler,öğrenciler üzerinde psikolojik baskı kurmakta, düşünen sorgulayanöğrencilerin pratiğe geçmesinin önünde engel oluşturmaktadır. Tümbu baskılara rağmen pratiğin içerisinde olan öğrencilerin isefişlenmesinde rol oynamaktadır. Bunlar yukarıda bahsettiğimiz gibipsikolojik baskı şeklinde olduğu gibi özellikle devrimci öğrencilersözkonusu olduğu zaman fiziki boyuta da ulaşabilmektedir. Geçen

sene bunun örneklerini fazlasıyla yaşadık.Afiş asan, bildiri dağıtan, pankart asan öğrencilere ilk müdahale

ÖGB’lerden gelmektedir. Asansöre binmenin suç olduğu, jeneratörüngözaltına alındığı bu fakültede stant açmak, afiş-pankart asmak, bildiridağıtmak ‘soruşturma’ gerekçeleridir. ÖGB'lerin, kameraların vearamızda öğrenci gibi dolaşan sivil polislerin yardımı ile fişlenenöğrenciler kınama, okuldan uzaklaştırma gibi cezalarla susturulmayave sindirilmeye çalışılmaktadır.

DTCF’de satırlarla okula girip devrimci ve ilerici öğrencileriyaralayan eli kanlı faşistlere hiçbir yaptırım uygulanmazken gençliğinsorunlarını dile getirenlere ise cezalar yağmaktadır.

Dil-Tarih’te de gençliğin öfkesinden korkan sistem ve bununokuldaki uygulayıcıları okulun etrafını demir parmaklıklarla ve telörgülerle çevirerek hem gençliği potansiyel suçlu ilan etmekte hem degençliğin düşüncelerini bu tel örgülerle sınırlayabileceğinizannetmektedir. Bilmelidirler ki demir parmaklıkları da kameraları dadüzenleri gibi çürümüştür ve yıkılmaya mahkumdurlar.

Tüm bu saldırılara karşı artık DTCF’de sorunlarımıza sahip çıkmavaktidir. Tüm öğrencileri de sorunlarına sahip çıkmaya çağırıyorum.

DTCF’den bir Ekim Gençliği okuru

Baskılarınız gençliğin devrimci

mücadelesini engelleyemez!

“Biz düşünüyoruz!”

Page 15: Ekim Gençliği 134

Kürt halkının eşitlik ve özgürlük mücadelesi devam ederken,sermaye devleti de topyekün saldırılarını, arttırmaktadır. Kirli savaşınderinleştiği, inkar ve imha politikalarının devam ettiği, Kürt halkınınher yönüyle teslim alınılmaya çalışıldığı bu dönemde fabrikalarda,üniversitelerde,liselerde yaşadığımız toplumsal sorunlarımızın yerinekardeş halkın nasıl katledileceği dillerde dolaşıyor. İşçiler yemekaralarında esnek, güvencesiz, sigortasız kölece yaşam koşullarını,kıdem tazminatının gaspını sorgulamak yerine birlikte çalıştığı Kürtarkadaşlarına düşman kesiliyor. Saldırıların Kürt halkına değil işçi veemekçilere de yönelik olduğu ortadadır.

Yakın zamanda Adana Ceyhan Meslek Yüksek Okulu’nda yapılansözde konferansta öğrencilere , ‘ Zılgıt çekenlere karşı muhbir olun!Adınızı saklı tutarız kimsenin haberi olmaz, kimse size dönüp bir şeydiyemez’ gibi söylemlerde bulunuldu. Bu faşizan söylemlere karşısalonda uğultular meydana geldi. Kimileri alkışlarla desteklerken birkesim aralarında söylenmeye başladı. Okul müdürünün ardındankendisini ‘68 kuşağından gelen ‘eski sosyalist’ diye tanıtan düzeninuşaklığını yapan dönek bir adam, sözde eğitim amaçlı olankonferansta asıl aşılanmak istenin Kürt halkına düşman olmanın yanı

sıra devrimci, örgütlenme mücadelesini de engellemek olduğunuverdiği örneklerle apaçık ortaya sermiştir.

Derslere öğrenci gibi sokulan sivil polislerin, öğrenci yurtlarındave okulda polisle işbirliği içinde bulunan gizli ajanlar gençliğindevrimci dinamizminden korktuklarını göstermektedir. Söndürmeyeçalıştıkları ateşteki kıvılcımın her zaman var olacağını ve o ateşinhiçbir zaman sönmeyeceğini unutmasınlar.

Biz gençler üniversitede oluşan polis idare baskısına, YÖKdüzenine, anti bilimsel ve anadilde verilmeyen eğitime, aşılanmakistenilen şovenizme karşı örgütlü mücadele yürütmeye, tek kurtuluş veçözüm yolunun devrimci parti öncülüğünde devrimle olacağına olaninancımızla mücadelemize devam edeceğiz. Kapitalist sistemle bizedayatılan baskılara ve bu çürümüş düzen içerisinde çürüyerek yeralmaya verilecek en iyi ve en anlamlı cevabın örgütlü mücadeledengeçtiğini alanlarda yerlerimizi alarak kafalarına vura vura belirteceğiz.

K.İmge15

Sermaye devleti baskı ve polis terörünü her geçen gün Kürt halkıile işçi-emekçiler üzerinde yoğunlaştırırken, haklarını arayan ilerici vedevrimci öğrencileri de es geçmiyor.

Ne zaman üniversitelerimizde parasız ve bilimsel eğitim istesek,üniversitelerin ticarileştirilmesine, geleceksizleştirme-güvencesizleştirmeye, har(a)ç zamlarına, YÖK'e ve YÖK düzeninekarşı çıksak, karşımıza sayımızın onlarca katı polis yığılmakta,soruşturma ve ceza terörü, okuldan atılma ve tutuklamalarla gözümüzkorkutulmaya çalışılmaktadır.

Geçtiğimiz günlerde kimi demokratik kitle örgütlerinin yaptıklarıaçıklamalara da yansıdığı gibi, cezaevlerinde 500 civarında siyasitutuklu öğrenci bulunmaktadır. Toplumsal muhalefetin en dirikesimlerinden birini oluşturan gençliğin mücadelesini yasaklarla,soruşturmalarla, cezalarla engelleyemeyen egemenler, öğrencileretutuklama terörünü uygulamakta ve devrimci gençliği sindirmeyiamaçlamaktadırlar.

Parasız eğitim vb. demokratik talepleri “ifade özgürlüğü” kapsamıiçerisinde olmasına rağmen, açılan pankartlar ve atılan sloganlarındandolayı özel yetkili mahkemelerce yargılanmakta, hapis cezalarına

çarptırılmaktadır.İşte tablonun anlaşılması için birkaç örneği sıralayalım:ODTÜ "Başkaldırıyoruz" eyleminden 117 öğrenciye, 1 yıl 9 aydan

10 yıl 6 aya kadar hapis cezası istemiyle dava açılmış, parasız eğitimistediği için gözaltına alınan Eser Morsümbül'e "Amcan gibi seni dekaybederiz!" denilmiş, Ankara'dai Hopa’daki devlet terörünü protestomitingine katıldığı gerekçesiyle tutuklanan iki üniversite öğrencisi"yasadışı örgüt üyesi" olmakla suçlanıp tutuklanmış, “Nitelikli sağlıkhizmeti için çok ses tek yürek Ankara Mitingi”nde SıhhiyeKöprüsü’ne astıkları pankart sebebiyle Bahadır Söylemez ve ÖzgürAlkan "yasadışı örgüt üyeliği" suçlamasıyla 25 yıl hapis cezasıistemiyle tutuklanmıştır.

Sermaye sömürü koşullarını katmer katmer arttırmaktayken buörnekleri çoğaltmak elbette ki güç değil. Dediğimiz gibi bizler yeni birdünya yaratmak için yürümekteyiz. Ne baskılar, soruşturmalar,uzaklaştırmalar, ne de polis terörü, tutuklamalar bizi yıldırmadı!Yıldıramaz!

Ankara Üniversite’nden bir Ekim Gençliği okuru

Devlet terörüne son,

tutuklu öğrencilere özgürlük!

Ceyhan MYO’da öğrencilere

muhbirlik dayatması!

Page 16: Ekim Gençliği 134

16

Sermaye sınıfının öğrenci gençlik üzerindebaskı politikalarını yoğunlaştırdığı, üniversitelerintamamen ticarethaneye çevrilmeye çalışıldığı birdönemin içerisindeyiz. Bu süreci ise birleşik vegüçlü bir şekilde karşılamaktan başka biralternatifimiz yok. Fakat bu seneki 6 Kasımeylemleri dahi parçalı bir şekilde gerçekleşti. Tümsaldırılara karşı bu yıl 6 Kasım’a güçlü bir şekildehazırlanılması gerekirken cılız bir ön çalışması ilealanlara çıkılmış oldu.

Ankara’da ilerici ve devrimci güçleringerçekleştirdiği 6 Kasım eylemi için hazırlıklarhaftalar öncesinden başlamasına rağmen güçsüz birön çalışma gerçekleştirildi. Tablo, özellikle solhareket bünyesindeki ciddiyetsizliği bizlere bir kezdaha göstermiş oldu. Toplantılarda kararlaralınmasına rağmen alınan kararlar hayatageçirilmeye gelince ciddi tıkanıklıklar yaşandı.Tüm işler az sayıdaki yapının omuzlarına kaldı. 6Kasım toplantılarında, 6 Kasım çağrısınıüniversitelere taşıyabilmek için her okulda,yapıların bir araya geleceği zaman dilimleribelirlenmesine rağmen bu planlamaya büyükoranda uyulmadı. Materyallerin gençlik kitlelerineulaştırılması dahi son birkaç gün, birkaç yapıtarafından gerçekleştirilmiş oldu.

Tüm bunların yanı sıra çalışmalarınüniversitelerdeki ayağı çok sınırlı kalmıştır.Üniversitelerde 6 Kasım söyleşileri yapılamamış,forumlar örgütlenmemiş sadece afiş ve bildiriyesıkışan bir çalışma örülmüştür. (Tabii ki bunu dasınırlı olduğunu belirtmemiz gerekir) Genel olarakokullarda 6 Kasım havası estirilememiştir. Tümbunlara rağmen çok da azımsanamayacak bir kitleile eylem gerçekleşmiştir. Kuşkusuz ki, katılımın

kendisi eylemin ön çalışmasındaki zayıflığın vetüm hazırlık sürecinde sergilenen ciddiyetsizliğinüzerini kapatmıyor.

Belirttiğimiz temel eksiklik alanlarının birparçası olarak, eylemin programının da zayıfgeçtiğini söyleyebiliriz. Ses sisteminin dahiayarlanamadığı eylemde yürüyüş sonrası mitingalanına gelindiğinde programda basın açıklaması,Mamak İşçi Kültür Evi şiir topluluğu ve halaylarındışında bir şey yapılamadı. Eylem alanına gelinceortak sloganların dışına çıkılmış ve toplam iradeçiğnenmiştir. Kaos GL’nin attırdığı ‘Homofobiküniversite istemiyoruz’ sloganı ortak sloganlarınarasında olmamasına rağmen, diğer yapılartarafından da desteklenmiştir. Kaos GL ise bununüzerine değerlendirme toplantısında bununherkesin sorunu olduğu ve herkesin bu sloganıatması gerektiği dayatmasına gitmiştir. Bu tutumeleştirilmesi gerekirken, birkaç siyaset dışındakimse bir şey söylememiştir. Tüm sürecinciddiyetsizliği eylemin toplam havasına dayansımıştır. Öyle ki, eylem alanında eylemkomitesinin bir çağrısı ve açıklaması olmadankendiliğinden dağılma başlamıştır.

Genç komünistler olarak, kendi payımızayaşanan kimi eksikliklere rağmen, üzerimize düşenbütün görevleri yerine getirmek için azami birçalışma yürüttük. Ancak 6 Kasım bileşenlerinintoplamı üzerinden ifade edecek olursak, gereklisorumluluğun bütün olarak taşınmaması, YÖK’eve YÖK düzenine karşı gerçekleşen eylemingerekli ciddiyetten yoksun ve güçsüz geçmesineyol açmıştır.

Ankara Ekim Gençliği

Ankara 6 Kasım’ı üzerine

Ön hazırlıkları zayıf 6 Kasım

Ankara’da ilerici ve

devrimci güçlerin

gerçekleştirdiği 6 Kasım

eylemi için hazırlıklar

haftalar öncesinden

başlamasına rağmen

güçsüz bir ön çalışma

gerçekleştirildi. Tablo,

özellikle sol hareket

bünyesindeki

ciddiyetsizliği bizlere bir

kez daha göstermiş oldu.

Toplantılarda kararlar

alınmasına rağmen

alınan kararlar hayata

geçirilmeye gelince ciddi

tıkanıklıklar yaşandı. Tüm

işler az sayıdaki yapının

omuzlarına kaldı.

Page 17: Ekim Gençliği 134

Dünyada yeni dönem ve gençlik hareketleri

Dünya ölçüsünde gelişen yeni kitle hareketlerinde gençlik temel birdinamik olarak önemli bir rol oynuyor. Tunus ve Mısır’daki büyükpatlamalarda gençliğin oynadığı rol daha başından tartışmasız birolguydu. Bu sarsıcı çıkışlardan ilham alan diğer halkların gençliği degelişen hareketliliklerde etkin bir şekilde yer aldı, yer almayısürdürüyor.

Gençliğin kitlesel olarak mücadele sahnesine çıkışı Ortadoğu’dagelişen halk hareketleriyle sınırlı değil. İspanya, İngiltere, Fransa,İtalya gibi emperyalist metropoller başta olmak üzere Şili, Arjantin,Yunanistan vb. gibi dünyanın bir diziülkesi günleri/haftaları bulan gençlikeylemlerine sahne oldu. Dönemselduraklamalar yaşasalar da, buhareketliliklerin anlık olarak parlayangelip geçici çıkışlar olmadığınıgeçtiğimiz bir-iki yılın eylembilançosu yeterli açıklıktayansıtmaktadır. Aynı zamanda buhareketlerin, dünyadaki genel kitlemücadelesinin etkisine açık olduğunu,dolayısıyla yayılarak süreceğini degöstermektedir.

Böyle olması bir dizi etkendenkaynaklanmakla birlikte, burada öneçıkan iki temel nedenin altınıçizebiliriz. Birincisi, emperyalistkapitalizmin dünya ölçeğinde yaşadığı çok boyutlu krizle ilgilidir.Kapitalist sistemin '70’lerden bugüne sürüp gelen çok yönlübunalımının, 2000’lerin sonlarında şiddetli bir finansal-mali çöküşolarak dışa vurduğu biliniyor. Bunun kısa dönemli bir dalgalanmaolmadığı, giderek derinleşen bir hegemonya krizi eşliğinde yaşananiktisadi, sosyal, siyasal boyutlarıyla bütünsel bir sistem krizi olduğugitgide daha açık bir biçimde görülmektedir.

2000’lerin sonlarına kadar bunalımın yükünü fazlasıyla sırtlamışolan işçi ve emekçilerin önüne bu kez emperyalist ülkelerdeki emekçikitleleri de kapsayacak şekilde daha kabarık bir fatura konuldu. Bununanlamı daha çok yoksullaşma, daha fazla işsizlik, daha katlanılmazyaşam ve çalışma koşullarıdır. Zira burjuvazinin, kamu kaynaklarınıeğitim, sağlık, sosyal ihtiyaçlar, belediye hizmetleri, çevre vb. gibialanlardan çekerek tekellerin ve devlet maliyelerinin kurtarılmasınaaktarmasından, kamusal hizmet alanlarının sürekli özelleştirilmesindenbaşka bir reçetesi yoktur. Dahası giderek şiddetlenen emperyalistsaldırganlık, militarizm, baskı-terör aygıtları olarak devletlerin tahkimive savaş ihtiyaçları faturayı sürekli şişirmektedir.

Bu tablodan en çok etkilenen kesimlerin başında işçi ve emekçisınıfların gençliği gelmektedir. İşsizlik en çok onları vurmakta,gelecek güvensizliğini en çok onlar yaşamaktadır. Dünya çapındayaşanan bu durum gençlik hareketlerinin mayalanmasını, etkileşiminive yayılmasını koşullayan temel neden durumundadır.

Öne çıkan ikinci etkense, gençliğin doğası itibariyle taşıdığıdinamizm, toplumun en atak, en gözüpek, en cüretkar kesimiolmasıdır. Bu onu çeşitli sorunlar karşısında hızla tepki veren, yer yerdünyada yaşanan gelişmeler karşısında daha duyarlı davranan birkesim haline getirmektedir. Bu olguyu günümüz dünyasının iletişim

bakımından "küresel köy"e dönüşmesi olgusuyla birlikte ele almakgerekir. Zira internet başta olmak üzere iletişim kanallarından en ileridüzeyde yararlanan kesim doğal olarak gençlik kitleleri olmaktadır.Bu, gençliğe dünyanın en uzak noktalarındaki hareketlenmelerdendahi esinlenme olanağı sunmakta, onu yakıcı sorunları üzerindenharekete geçmeye teşvik etmektedir.

Türkiye’de gençliğin karşı karşıya bulunduğu

sorun ve gündemler

Yaşanan sorunlar itibariyle Türkiye’deki gençlik açısından dadurum farklı değildir. Hatta bir dizibakımdan daha ağır bir tablo sözkonusudur. Eğitim olanakları hergeçen gün daralmakta, eğitiminniteliğinde sürekli bir düşüşyaşanmaktadır. Benzer düzeydekiülkelerde olduğu gibi işsizlik oranınınen yüksek olduğu kesim gençliktir. Enağır çalışma koşulları bu kesimedayatılmaktadır. Çocuk işçilik olağanbir uygulama durumundadır. Gelecekkaramsarlığı en çok gençler içindeyaygındır. Toplumu çürütmeninaraçları özellikle gençliğe yönelikkullanılmaktadır, vb...

Eğitim alanındaki gençliği elealdığımızda, alana özgü sorunların daağırlaşarak sürdüğünü görüyoruz.

Eğitimde özelleştirmeler ve bu alanın tümüyle paralı hale getirilmesiadımları hızlandırılıyor. Neo-liberal saldırı dalgasının bir ayağı olarakgündeme gelen Bologna süreci, Uluslararası YükseköğrenimKongresi'nde daha somut bir çerçeveye kavuşturulmuş durumda.Burada gençliğe yönelik saldırıların politik çerçevesi oluşturulmuş,saldırılar topyekun karaktere büründürülmüştür. Geçtiğimiz dönemeylemlerle püskürtülen harç zamlarının bu kez “Torba Yasa” içindegizli olarak arttırılması girişimi, rektörlere harçları belirleme yetkisiveren düzenleme vb., de bu sürecin bir ürünüdür.

Öte yandan, bu saldırılara paralel olarak öğrenci gençlik yoğun birbaskı ve devlet terörü ile karşı karşıyadır. Bunun en temel boyutusoruşturma-uzaklaştırma uygulamasıdır. 2000’lerin başlarındanitibaren tırmandırılan bu saldırı, lise ve üniversitelerde siyasal faaliyetialabildiğine daraltmış bulunuyor. Yalnızca öğrencileri değil, öğretmenve akademisyenleri de kapsıyor. Başta devrimci özneler olmak üzerehareketli ileri kesim bir yandan okullardan atılırken, diğer yandanolduğu kadarıyla gençlik yığınlarından yalıtılıyor. Son 10 yıllıkdeneyim bu etkili saldırının salt gençliğin kendi dinamikleri üzerindenpüskürtülemediğini, halihazırda gençlik içinde bunun potansiyelleriolsa bile hareketin genel durumundan kaynaklı bunun kısa vadedemümkün olmadığını tescil etmiş bulunuyor. Mesele toplumsalmücadeleyi doğrudan ilgilendirmekte, dolayısıyla toplumsal mücadeledinamiklerine maledilmesini gerektirmektedir. Elbette bunungerçekleşmesi en başta gençlik hareketinin soruna yaklaşımıyla, kendiözgücü üzerinden bir direnç örgütlemesiyle ve sorunu diğer kesimleringündemine taşıma başarısı göstermesiyle mümkündür.

Soruşturma-uzaklaştırma saldırısı lise veüniversitelerde polis ve ÖGB terörünün olağan bir 17

Yeni bir dönemin başında gençlik çalışması...

Olanaklar, sorunlar ve sorumluluklar

Page 18: Ekim Gençliği 134

uygulama olarak sürmesiyle, okul yönetimlerinin kışlacıdayatmalarıyla, yargı ve medya başta olmak üzere diğer düzenaygıtlarının bu konudaki aktif katkılarıyla paralel yürütülmektedir.Okullarında yaşamları ve gelecekleri üzerine söz söyleyen öğrenciler,polisin ve ÖGB’nin şiddetiyle, yönetimlerin soruşturma saldırılarıyla,düzen medyasının karalama kampanyalarıyla ve burjuvamahkemelerin terörüyle karşı karşıya kalıyorlar. Sırf pankart-afişasmak, gösteri yapmak vb.'nden yola çıkılarak öğrencilere "terörörgütü üyesi" muamelesi yapılıyor. Duyarlı politik kesimlersoruşturmaya uğramakla kalmıyor, mahkemelere gönderiliyor,okuldan uzaklaştırılıyor. Yer yer tutuklamalar ve okuldan atılmalaryaşanıyor.

Bu saldırıların son halkalarından biri, reformistlerin denetimindebürokratik bir örgütlenme olmanın ötesine pek geçemeyen Genç-Sen’in dahi kapatılması olmuştur. Amaç üniversitelerin en ufak birmuhalefetin dahi olmadığı kışlalara dönüştürülmesidir. Zira eğitimalanına yönelik iktisadi-sosyal saldırıların kapsamı bunugerektirmektedir.

Düzenin gençliği zapturapt altında tutma çabası bunlarla da sınırlıdeğil. Geçmişten bugüne kullanılagelen sivil görünümlü faşistsaldırılar, yeni dönemde de gerektiği ölçüde gündemde olacaktır. Fakatbundan daha etkili olanı, dinsel gericiliğin etki alanının giderekyayılması ve yarattığı basınçtır. AKP’nin son seçim başarısı, değişikkılıklardaki dinci faşist yapılanmaların etkinliğine büyük bir yoğunlukkazandırmış bulunuyor. Açıktır ki gençlik bu gerici yapılanma vefaaliyetlerin başlıca hedeflerinden biridir. Hatta dinci akımın bugünkübaşarısının gerisinde, bir dizi etkenin yanısıra, geçmişten bugüneözellikle eğitim alanındaki gençliğe yönelik çok yönlü kuşatmasıyatmaktadır. Okulların açılış evresi bunun yoğunlaşarak süreceğinigöstermekle kalmıyor, “imamın gençliği”nin milliyetçi-ırkçı faşistleriaratmayacak bir pervasızlıkla hareket edeceğinin işaretlerini deveriyor.

Gençlik hareketinin genel durumu

Gençliğin karşı karşıya bulunduğu sayısız soruna rağmen gençlikhareketindeki parçalı ve dağınık tablo sürüyor. Yazık ki girişteörneklediğimiz ülkelerdeki türden bir kitlesel hareketlenmeninbelirtileri henüz ortaya çıkmış değil. Dolayısıyla gençlik hareketiningenel durumundan söz ederken dar bir politik kesimi temel almışoluyoruz.

Hareketin taşıyıcısı olan bu kesimin son iki-üç yıldaki nispihareketliliği/dönemsel eylemli çıkışları bu tabloyu değiştirmektenuzak kaldı. Dolayısıyla partimizin gençlik hareketinin durumuyla ilgilitemel değerlendirmeleri güncelliğini korumaktadır. Örneğin hareketintemel dinamiği olan politik kesimler ile geniş gençlik yığınlarıarasındaki kopukluğun bir parça giderilebildiğini gösteren hiçbir veriyoktur. Geçtiğimiz eğitim yılının başlıca eylem gündemleri (6 Kasım,4 Aralık Dolmabahçe, 5 Ocak ODTÜ, Mart gündemleri vb.) politiköznelerin gençlik yığınlarından kopukluğunu ve yaşadığı dağınıklığıyeniden teyit etmiştir.

Geçtiğimiz dönem aynı zamanda gençlik hareketinin ileri kitlesiiçinde tasfiyeci reformizmin yozlaştırıcı etkinliğinin iyiden iyiyebelirginleştiğine de tanıklık etmiştir. İleri kesimler içinde tuttukları yerbakımından öne çıkan ve blok halinde davranan Öğrenci Kolektifleri,TKP'li Öğrenciler, Gençlik Muhalefeti, Emek Gençliği gibi reformistsol çevreler gelinen yerde birleşik-devrimci bir gençlik hareketiningelişmesinin karşısına birleşik reformist bir odak olarak dikilmişbulunuyorlar. Böylece gençlik içinde devrimci özlem ve duyarlılığınistismarı üzerinden militan devrimci mücadelenin, devrimci kimliğin,devrimci ilke ve değerlerin erozyonu ivme kazanmış durumda.

Buna set çekebilecek bir devrimci odaklaşmanın güç ve olanaklarıise giderek eriyor. Elbette bu yalnızca gençlik içinde devrimci faaliyetalanının daralmasından kaynaklanmıyor. Geleneksel devrimci-demokrat harekette 2000’lerin başından bu yana yaşanan tasfiyecisürüklenme ve dağılma, özellikle son yıllardaki belli siyasalgelişmeler üzerinden kuyrukçuluğu, iddiasızlığı, devrimci araç, yol ve

yöntemleri bir yana itmeyi giderek netleşen bir kimlikhaline getirdi. Bütün bunların tasfiyeci reformist

atmosferin fazlasıyla etkilediği gençliğe yansıması ise yazık ki dahada ağır oluyor.

Gençlik alanında potansiyeller, birikimler...

Tüm sorunlarına rağmen burada tartışma konusu olan, canlı,değişken, sürekli sirkülasyon yaşayan, bünyesinde harekete geçmedinamizmini barındıran bir toplumsal kesimdir. Kendine özgü bir alanolmakla birlikte liseli gençlikte süregiden canlanma ayrıca yenibirikimler üretmektedir. Liseli gençlik çalışmasına yüklenmeyi hergeçen yıl daha da önemli hale getiren bu olgu, genelde gençlikhareketinin gidişatını da değiştirebilecek önemli bir olanaktır.

Türkiye’nin genel hatlarıyla değindiğimiz çözümsüz sorunlaryumağı ileri kitlesi üzerinden gençliği dönemsel de olsa eylemeitmektedir. Yanısıra ileri gençlik kitlesinin politik sorunlara ilgisi degözönünde bulundurulmalıdır. AKP iktidarının bölgede saldırgan biruşaklık misyonunu yüklendiği, Kürt halkına karşı topyekun bir saldırıyürüttüğü koşullarda bu ilginin ister istemez pratik yansımalarıolacaktır.

Burada ileri kitlenin özellikle Kürt sorunundaki gelişmelere,örneğin anadilde eğitim, Kürt hareketine yönelik artan saldırı ve şovenkudurganlık vb. gibi yakıcı sorunlara dair tutumu başka açıdan daönemlidir. Bilindiği gibi, gençlik hareketinin çıkışı açısından önemlibir olanak olan politize Kürt gençliği, geçmişten bugüne ulusal soruneksenli gelişmeler dışında genelde edilgen bir tavır içindedir. Ancak,bir yanıyla Kürt hareketindeki gidişata bağlı olsa da, Kürt gençliğinindünyadaki ve ülkedeki siyasal süreçlerden etkilenmeyeceğinidüşünmek için bir neden yoktur. Gençlik hareketimizdeki devrimci bircanlanmanın Kürt gençliğinin ufkunu genişleterek militan sıçramalarındinamiğini büyütmesi, en azından potansiyel olarak ortadadurmaktadır.

Öte yandan dünyada ve yerel ölçekte yaşanan/yaşanacakgelişmelerden bağımsız düşünülmemesi kaydıyla, onyılların saldırıbirikimlerinin kitlesel bir gençlik hareketini mayaladığından kuşkuduymuyoruz. Zira artık dünya burjuvazisi dahi denizin bittiğini itirafetmektedir. Egemenlerin ellerinde gençliği dizginleyebilecek hiçbirolanak kalmamıştır. Bu da gençlik hareketinin gelişmesinin nesnelkoşullarını olgunlaştırmaktadır.

Komünist gençliğin misyonu

Bu koşullarda gençlik hareketi tablosundaki devrimci önderlikboşluğu hayati bir soruna dönüşüyor. Zira, yukarıda da işaret ettiğimizgibi, gençlik içindeki güç ve imkanları devrimci militan bir çıkışakanalize edebilecek politik öznelerden söz edebilecek durumdadeğiliz. Reformist blok olarak hareket edenlerin oynadığı rol yeterinceaçık. Karşılarında devrimci bir odak olmadığı ve kendilerini güçolarak gördükleri yerlerde ayrışmayı, dolayısıyla birleşik eylemolanağını sekteye uğratmayı çizgi haline getirmiş olan bu çevreler,gençliği medya oyuncağına çevirmeyi marifet sayıyorlar. Etkilerialtına alabildikleri ileri gençlik kitlesindeki devrimci duyarlılığınmilitan bir devrim iradesine dönüşmesi daha baştan tahrip ediliyor.Son bir yılda solun bir kesimi daha bu odağın kuyruğuna takılmışbulunuyor. Bu sonuncular içinde “Bağımsız siyasal varoluşlarını birkitle örgütü olma iddiasıyla ortaya çıkmış Genç-Sen’de varolmayatahvil eden grup ve çevreler ise, gençlik hareketi açısından belirleyiciüniversiteler de dahil çoğu alanda zaten ciddiye alınabilir olmaktançıkmış durumdadır.”(Ekim, sayı: 268, Ekim 2010)

Gençlik içinde devrimci muhatap kabul edebileceğimiz çevrelerindurumunda da esasa ilişkin bir değişim yoktur. Geçmişdeğerlendirmelerimizde de vurgulandığı gibi; “gençlik hareketinindevrimci politik güçleri alana özgün müdahale planında her geçen yıldaha derin bir iddiasızlığa sürükleniyorlar. Kendi tarzlarında birmilitan çalışmayı örgütsel bir liberalizmle bütünleyen bir-iki reformistçevrenin faaliyetleri dışında, sistemli ve sürekli faaliyet ancak gençkomünistlerin bulundukları alanlarda onlar tarafından yürütülüyor.”(Ekim, sayı: 259, Ekim 2009). Söz konusu gruplar gençlik çalışmasınıartık kampüs ve okullardan çok etkin olabildikleri semtlerdesürdürebiliyorlar. Üniversitelerde ise saflarındaki güçleri gençliğinsomut gündemlerinden uzak tutan, sistemli ve sürekli bir faaliyetten18

Page 19: Ekim Gençliği 134

alıkoyan bir iradeci apolitizmin temsilciliğini yapıyorlar. Dolayısıyla, halihazırda reformist odaklaşmanın karşısına

dikilebilecek, devrimci odak boşluğunu doldurabilecek koşullar yazıkki yoktur. Bir kez daha vurgulamak istiyoruz ki; “Bu tablo içindepartimizin gençlik çalışması özel bir önem kazanıyor. Çünkü tasfiyecireformizm karşısında devrimci örgüt iddia ve iradesini komünistgençlik temsil ediyor. Gençliğin devrimci enerjisinin işçi sınıfı veemekçi kitle hareketiyle devrimci temellerde birleşmesini de yalnızcakomünistlerin gençlik çalışması sağlayabilir. Ne kadar kitleselgörünürse görünsünler, devrimci iktidar perspektifleri, bunu yaşamageçirecek devrimci bir örgütsel varlıkları olmayanların, gençliğindinamizmini devrim mecrasına akıtmak gibi bir niyetleri ve sorunlarıyoktur. Tüm tarihsel deneyime ve günümüz dünyasının açıkgerçeklerine rağmen devrimci örgüt/parti fikrine dudak bükerek,geçici olmaya mahkum eylemsellik üzerinden ‘pekala partisiz deolabiliyor’ diyenlerin, devrimle tek alakaları düzen bataklığındaoyalanarak devrimi istismar etmek olabilir. Gençliğin devrimcidinamizmi ise devrimci mücadele için paha biçilmezdir. Bu enerjininkabul edilemez bir ikiyüzlülükle düzeniçi saflarda heba olup gitmesiniönleyecek yegane güç, gençlik alanında işçi sınıfının devrimci iktidarperspektifini temsil edenlerin yürütecekleri siyasal faaliyet ve devrimciörgütlenmedir.” (Ekim, sayı: 268, Ekim 2010)

Elbette bu, yine aynı değerlendirmede işaret edildiği gibi, hiçbirşekilde “ilkesel yaklaşımlar ve mücadele birliği temelinde en genişeylem birliklerini oluşturmak çabasını” sürdürmeyi dışlamıyor.Tersine, ortaya koyduğumuz iddia, bu alandaki sorumluluğumuzuarttırıyor. Zira, hem gençlik hareketindeki parçalı yapı “sola eğilimlikitlede sürekli bir kırılma, umutsuzluk ve inançsızlık kaynağı” olmayısürdürüyor, hem de “birleşik-kitlesel-devrimci bir gençlik hareketiningeliştirilebilmesi, büyük ölçüde alandaki ileri kitleninin eylem birliğinigerektiriyor.”

Yeni dönemde gençlik çalışmamızın yüklenme alanları

Gerek dünyada yaşanan süreçler, gerek gençliğin karşı karşıyabulunduğu sorun ve gündemler, gerekse gençlik hareketi ile özeldegençlik içinde solun durumu, komünist gençliğin sorumluluklarınınçerçevesini yeterli açıklıkta çiziyor. Omuzlarına yüklenensorumluluklar gençlik çalışmasına her zamankinden daha güçlü birdevrimci irade ve ısrarla yüklenmemizi zorunlu kılıyor. Buyüklenmenin güncel plandaki esasları Ekim’in aktarmalar yaptığımızyakın dönem değerlendirmelerinde mevcuttur. Zira çalışmamızınsorunları sözkonusu olduğunda temelli bir ilerleme kaydedilebilmişdeğildir.

Bu sorunların ve dolayısıyla sorumlulukların güncel olarak öneçıkanlarını şöyle sıralayabiliriz:

1) Kadro niteliği ve niceliği planında yaşanan zayıflık nedeniyleörgütsel yapımız hala ciddi bir darlık içindedir. Partimizin genelplanda da karşı karşıya bulunduğu bu sorun, parti kongrelerinde vetemel örgütsel değerlendirmelerde ifade edildiği üzere kadrolaşmayı,saflarımızdaki insanlarla çok yönlü olarak ilgilenmeyi, ideolojik-politik donanım başta olmak üzere onları her yönüyle eğitmeyi özel biruğraş haline getirmeyi gerektirmektedir. Partimiz bu alanda esaslı biryüklenme içindedir. Genç komünistlerin izleyeceği yol, bunu gençlikçalışmasına taşımak olmalıdır.

2) Mevcut koşullarda özellikle liseli gençlik çalışmamız büyük birönem taşımaktadır. Liseli gençlik çalışması bir dönemdir doğrudanparti yerel örgütleri üzerinden yürütülmektedir. Fakat partinin bu alanayönelik çubuk bükmelerine (bkz. III. Kongre tutanakları, Ekim’in 264ve 269. sayılarındaki değerlendirmeler, parti organlarında yürütülentartışmalar) rağmen çalışmamız hala istenen düzeyin oldukçagerisindedir.

Oysa, gerek siyasal sınıf çalışmamız gerekse gençlik hareketi veörgütlenmesi açısından liseli gençlik alanı muazzam potansiyellertaşıyor. Son bir yılın verileri, özellikle 1 Mayıs gibi eylemler, liseligençliğin devrimci duyarlılığının reformist odaklar ve şekilsizçevrelerce ikiyüzlü bir devrimci söylemle istismar edildiğini ve bununsonuç verdiğini gösteriyor. Bunun gerisinde liseli gençliğin devrimciajitasyon ve propagandaya açıklığı var. Sorun, sayısız kez yinelendiği

üzere, yerel örgütlerimizin partinin perspektiflerine uygun bir pratikyoğunlaşma sergileyememesinde düğümleniyor. Yeni dönemde bunugeride bırakmak, gençlik alanında örgüt ve kadro yapımızı daha ileridüzeyde tartışabilmemizi sağlayacaktır.

3) Örgüt ve kadro yapımızdaki darlıkla da bağlantılı olarak kitleilişki ağımız mevcut sınırlarını aşabilmiş değil. Bunun kitle çalışmasıpratiğinden ayrı tartışılamayacağı açık. Özelde gençlik açısındanvurgulanabilecek zayıflıklardan biri, güçlerimizin yer yer siyasalçalışmayı ajitasyon-propaganda materyallerinin kullanımınaindirgemesidir. Bir diğeri ise politik faaliyet hattı çerçevesindegündeme getirilen eylem, etkinlik vb.'ni örgütlerken, mevcut ilişkiağının ötesine sıçratma bakışıyla hareket edilmemesidir. Oysa siyasalfaaliyet hattı kitlelerle gündelik olarak somut bağlar kurmayı, ilişkilerigeliştirmeyi sağlayan araç, yol ve yöntemleri içermiyorsa daha baştantemelli bir zaaf taşıyor demektir. Özünde kitle çalışması, dolayısıylakitle ilişkileri alanını geliştirmek, insanlarla her türlü sorun ve gelişmeüzerinden birebir bağ kurabilmek sorunudur. Bu isealışkanlıklıklarımızı kırmayı, gençliğin nefes aldığı her alana,yaşadıkları yerlere, sosyal çevrelerine vb.’ne uzanmayı gerektirir.

4) Bütün bunları dolaysız bir şekilde kesen bir sorumuz da gençlikyığınlarının örgütlenmesinde temel bir yer tutan esnek araç vebiçimlere yaklaşımdır. Bu konuda kalıplara takılmak için hiçbir sebepbulunmuyor. Eğer kitle örgütleri parti ile kitleler arasındaki volankayışları ise, kitleleri devrime kanalize etmeyi ivmelendirecek şekildeele almak kaydıyla, her tür esnek araç ve örgütlenme (örneğin eğitimgrupları, ilgi alanlarına göre tanımlanabilecek tartışma çevreleri,platformlar, kulüpler, kollar, inisiyatifler, kültür-sanat kurumları,öğrenci gençlik sendikası vb.) kitle çalışmasının temel alanlarıdır. Hepbelirtildiği üzere bu tür araçlar, genel olarak etkin bir siyasal çalışmaiçin olduğu kadar, çevre-çeper güçlerimizi aktifleştirip kazanmak içinde benzersiz önemdedir.

Yeri gelmişken, Genç-Sen konusunda yeni bir değerlendirmeyeihtiyaç duymadığımızı, konunun gençlik değerlendirmelerindefazlasıyla irdelendiğini ve güncelliğini koruduğunu belirtelim. Genç-Sen’den öteye bu tür araçları devrimin ihtiyaçları temelindedeğerlendirebilmek tümüyle bir bakış ve somut deneyim sorunudur.Gerek devrimci mücadelenin evrensel deneyimi, gerek partimizin 23yılı aşan pratiği yeterli birikimi sunmaktadır. Devrimci bakışınkazanılması ve gerekli pratiğin örgütlenmesi bu birikimin döne döneincelenmesini, zenginleştirilmesini, kolektife maledilmesinigerektirmektedir.

5) Son olarak gençliğin yayınlar alanındaki sorumluluklarınadeğinmek istiyoruz. Merkezi gençlik yayınlarımız kendi alanlarındadüzenli çıkarılabilen belli başlı örnekler durumundadır. Tümüylegençlik güçlerimize yaslanmaları, her şeye karşın gençlikçalışmamızın iddia ve düzeyine önemli bir göstergedir. Elbette yerelkatkıların çoğaltılması, niteliğinin güçlendirilmesi ve yaygın kullanımıaçısından yaşanabilen yetersizliklerin giderilmesi gerekiyor. Yenidönemde özellikle liseli gençlik yayının yerellerden beslenebilmesi veetkin kullanımı çalışmamızın alacağı mesafeyi doğrudanbelirleyecektir. Yanısıra hayli işlevsel oldukları sayısız deneyimle sabitolan yerel yayınlar/bültenler konusundaki zayıflamanın aşılmasıgerekmektedir. Öte yandan uzun bir süredir gündemde olduğu haldehayata geçirilemeyen site adımı da artık bir çözümekavuşturulabilmelidir. Bu vesileyle bir kez daha MYO’ya kendialanları ve sorunları üzerinden düzenli katkının bir diğer sorumlulukolarak gençlik güçlerimizin karşısında durmaya devam ettiğini devurgulamak istiyoruz.

Gerek içinden geçmekte olduğumuz dönem, gerek gençlikalanındaki sorun ve sorumluluklar genç komünistleri çok daha güçlübir devrimci irade, ısrar, moral ve özgüveni kuşanmaya çağırıyor.Genç komünistler mevcut sınırlara takılmaksızın partinin dönemkavrayışıyla donandıklarında, güne yüklenerek geleceğin devrimcipatlamalarına gereğince hazırlanmalarının önünde bir engelkalmayacaktır.

(Ekim, Sayı: 276, Kasım 2011, www.tkip.org sitesinden alınmıştır) 19

Page 20: Ekim Gençliği 134

Ümit Altıntaş yoldaş, gençlik içerisinden

çıkan ve ihtilalci bir partinin önderliğine

kadar uzanan bir partili kimliğin en

anlamlı örneğidir. Partinin özü ve

özeti olan bu “düşünen ve savaşan

militan”ın adını ve anısını her

alana taşıyabilmek genç

komünistler için özel bir

sorumluluktur aynı

zamanda. Kampımız, genç

komünistlerin, partili

kimlikle bütünleşmek,

gençliğe komünist

dünya görüşünü

taşımak için

eksikliklerini ve

zaaflarını aşma

çabasına

yoğunlaştığı bir

etkinlik oldu.

III. Ümit Altıntaş Gençlik Kampı başarıyla gerçekleştirildi. Kampımızçeşitli yerellerden gelen genç komünistlerin katılımı ile toplandı. Kamp

süreci önden belirlenen çalışma programına uygun olarak tamamlandı.Katılan tüm yoldaşlar, sunumların ve tartışmaların getirdiği politik açıklıkla,

devrimci iç yaşamın kuşandırdığı bilinçle ve büyük bir moral güç ve çalışmaazmiyle kamptan ayrıldılar.

Kampımız tümüyle kolektif emeğin ürünü oldu. Ön eğitim çalışmalarınınbirikimiyle gelinmesi açısından hazırlık sürecinin zayıf kaldığını belirtmek

gerekiyor. Ama ihtiyacı karşılayacak bir kolektif tarzla sunumlar ve tartışmalargerçekleştirildi. Sunumlar hemen tüm yoldaşlarımızın katıldığı verimli tartışmalara

konu edildi. Bu sayede tartışma gündemleri anlatılıp geçilen aktarımlar olmaktançıktı, gelecek dönem için aydınlatıcı sonuçlar doğuran canlı tartışmalar biçimini aldı.

Gündelik işler de dahil olmak üzere yapılması gereken her türlü işin ve yüklenilmesigereken tüm sorumlulukların altından gönüllülüğe dayanan işbölümü sayesinde

kalkıldı. Kampımız, hazırlık sürecinden sonlandırılıncaya kadar kurallara dayalı devrimci

yaşamın somut bir örneği oldu. Ön sürecinden alanlara dönüşe kadar geçen zamanboyunca güvenlik ve iç illegalite kuralları konusunda büyük bir titizlik gösterildi. Bu

açıdan ortaya çıkan kimi küçük sorunlar kolektif müdahalelerle çözüldü. Öte yandan kampyaşamı, devrimci değerlere ve bunun gerektirdiği devrimci disipline uygun olarak şekillendi.

İhtiyaçlar doğrultusunda ortak bir planlama ile yürütüldü. Parti şehitleri yol gösteriyor, kavgamızda yaşıyor!

I. ve II. Ümit Altıntaş Gençlik Kampları o döneminin ihtiyaçları üzerinden örgütlenmiş veisimlendirilmişti. Bu sene gerçekleştirilen kampımız da gençlik çalışması içerisinden kazanılan

Ümit yoldaşa adanarak “III. Ümit Altıntaş Gençlik Kampı” olarak belirlendi. Ümit Altıntaş yoldaş, gençlik içerisinden çıkan ve ihtilalci bir partinin önderliğine kadar uzanan

bir partili kimliğin en anlamlı örneğidir. Partinin özü ve özeti olan bu “düşünen ve savaşan militan”ınadını ve anısını her alana taşıyabilmek genç komünistler için özel bir sorumluluktur aynı zamanda.

Kampımız, genç komünistlerin, partili kimlikle bütünleşmek, gençliğe komünist dünya görüşünü taşımakiçin eksikliklerini ve zaaflarını aşma çabasına yoğunlaştığı bir etkinlik oldu.

Çok yönlü eğitim ile yeni döneme güçlü bir hazırlık!

III. Ümit Altıntaş Gençlik Kampı esas olarak iki yönlü bir eğitim sürecini ifade etmekteydi. Bu çerçevedegençlik hareketinin durumu, sorunları, ihtiyaçları, harekete müdahale yöntemleri ile birlikte çalışmamızın güncel

durumu, yaşadığı sorunlar ve bu sorunları aşmanın yol ve yöntemleri üzerine tartışıldı. Kampımız gençlik hareketinde çok yönlü sorunların biriktiği, aynı zamanda çıkış olanaklarının da belirdiği bir

dönemde gerçekleştirildi. Böyle bir dönemde devrimci bir gençlik hareketi geliştirebilmek için, mevcut durumu çok yönlübir değerlendirmeye tabi tutmak, sorunları aşarak gençliği devrime kazanabilecek araç, yol ve yöntemleri geliştirebilmek

yakıcı bir ihtiyaçtır. Bu nedenle, geçmiş yıllardan farklı olarak, bu yıl gerçekleştirilen kampta tartışmaların ana eksenini buoluşturdu.

Daha önceki kamplarda, marksist-leninist teori, dünya devrim tarihi, Türkiye’de sınıf hareketi tarihi ve Türkiye devrimininkarakteri gibi daha kapsamlı başlıklar ele alınıyordu. Geçmiş kamplar bu açıdan oldukça anlamlı, öğretici ve geliştiriciydi. Fakat buyıl kamp çalışmasının kapsamı belirlenirken, gençlik hareketinin değerlendirilmesi ve gençlik çalışmamızın sorunlarınıntartışılması yakıcı ihtiyacı gözönüne alındı.

Kamp çalışmamız, gençlik hareketinin yakın döneminin değerlendirilmesi, yeni dönemin mücadele başlıklarının tartışılması,gençliğin tarihsel kitle örgütlenmelerinin ve bugünkü örgütlülüklerin irdelenmesi, yanı sıra çalışmamızın ileriye taşınabilmesi içinkitle çalışması alanında yaşadığımız sorunların ve çözüm yollarının tanımlanması, siyasal gençlik örgütü ve gençlik yayınının20

Genç komünistler III. Ümit Altıntaş Gençlik Kampı’nda buluştu...

Örgütü güçlendirmek,

gençliği devrime kazanmak için ileri!

Page 21: Ekim Gençliği 134

21

tartışılması üzerinden şekillendi. Eğitimin diğer bir yönü ise gençliği devrime

kazanabilmenin, devrimci bir gençlik hareketigeliştirebilmenin de yegane garantisi olankomünist gençliğin örgütsel ve kadrosal düzeyinemüdahaleydi.“Devrimci örgütyaşamsaldır!” şiarınınzorunluluğunukavrayabilmek, buşiara uygun bir yaşamıyerleştirebilmek vepartili kimliği bueksendegeliştirebilmekaçısından kampımızönemli bir olanak oldu.Kampımızın örgütlenişbiçimi devrimciyaşam, güvenlik, içillegalite konularındada bir eğitimdi.Gençlik hareketinindevrimci önderlikihtiyacına yanıtvermek iddiası ile yolyürümeye çalışankomünist gençlikaçısından iddiasınauygun deneyim ve birikime sahip olmasının, partiile arasındaki açı farkını kapatmasının gerekliliğinibilince çıkartmasının kaldıracı oldu.

Kampın yarattığı siyasal ve örgütsel açıklıklarile kolektif devrimci ruh ve moral değerlerikuşanarak önümüzdeki dönemi kazanma, partinin,devrimin ve gençlik hareketinin ihtiyaçlarınıkarşılayacak kadrolara dönüşebilme gençkomünistlerin omuzlarındaki sorumluluklardır.

Kampın ışığında iddiayı büyütmeye,

iradeyi güçlendirmeye!

III. Ümit Altıntaş Gençlik Kampı’nda yapılankapsamlı tartışmaların ortaya çıkardığı bazısonuçları en genel noktalarıyla şöyleözetleyebiliriz:

- Gençlik hareketinin yakın döneminideğerlendiren kampımız, dönem içerisinde yapılandeğerlendirmelerimizin geçerliliğini bir kez dahateyit etmiştir. 2000’li yılların başında bir çıkışyaşayan gençlik hareketi, 2000’li yılların

ortalarında durağanlığa mahkum olmuştur. 2009'dahar(a)çlara uygulanmaya çalışılan zam, 27 Kasımve 4 Aralık tarihlerindeki başbakan-rektörlertoplantılarının ardından gelişen eylemsel süreç, 27-29 Mayıs’ta gerçekleşen UYK protestoları tepkisel

çıkışları ortayakoymuştur. Bugünsermaye cephesindenyoğunlaşan saldırılar,artan baskı ve yasaklarüniversitelerdemücadelepotansiyellerininbiriktiğinigöstermektedir.

Tüm bu olanaklararağmen gençlikhareketi dağınık veparçalı tablosunuaşabilmiş değildir.Gençlik hareketinin enönemli sorunudevrimci önderlikboşluğudur. Buboşluğundoldurulamamasınedeniyle ortaya çıkanimkanlardeğerlendirilememekte,

reformizmin hareketi güdükleştiren ve imkanlarıkendi kanalına taşıyarak kötürümleştiren pratiğietkili olabilmektedir. Bugünün öncelikli görevidevrimci temellere dayalı bir gençlik hareketigelişiminin önünü açmak ve devrimci önderlikboşluğunu doldurabilecek bir kapasite ortayakoyabilmektir.

- Kitle çalışması alanında yaşadığımıztıkanıklığı aşabilmek, gençlik çalışmamızınsorunlarının çözülebilmesi açısından en can alıcıhalkadır. Bu nedenle, kampımız kitle çalışmamızınsorunlarını çeşitli başlıklar altında ele almış, bunlarüzerinden kapsamlı tartışmalar yürütmüştür.Ajitasyon-propaganda, taktik eylem ve örgütlenmealanında bütünlüklü bir çalışma tarzınınoturtulması üzerinde durulmuştur. Bu kapsamdadaha özelde topluluklarda, kulüplerde, derneklerdeçalışma yürütmek, yerel yayınlar çıkartmak,öğrenci yurtlarında yaşamak, taşra üniversitelerineve MYO’lara faaliyet taşımak gibi birçok başlık elealınmıştır.

Kitle çalışmasında yaşanan sorunlar, gençlik

Genç komünistler III. Ümit Altıntaş Gençlik Kampı’nda buluştu...

Örgütü güçlendirmek,

gençliği devrime kazanmak için ileri!

Kampın yarattığı

siyasal ve örgütsel

açıklıklar ile kolektif

devrimci ruh ve moral

değerleri kuşanarak

önümüzdeki dönemi

kazanma, partinin,

devrimin ve gençlik

hareketinin ihtiyaçlarını

karşılayacak kadrolara

dönüşebilme genç

komünistlerin

omuzlarındaki

sorumluluklardır.

Page 22: Ekim Gençliği 134

22

örgütümüzün ve yoldaşlarımızın deneyim vebirikim eksikliği ve bulunduğu yereli tanımanoktasında yaşadığı zayıflıklarla birlikte elealınmıştır. Çalışma tarzındaki alışkanlıklarınkırılarak, alanın ihtiyacına yanıtlar üretilerekçözüme ulaşılabilineceğinin altı çizilmiştir. Tüm butartışmaların ana vurgusu olarak devrimci örgüteişaret edilmiş, fakat devrimci örgütün de ancakbaşarılı bir kitle çalışması içerisindeoturtulabileceği belirtilmiştir.

- Türkiye gençlik hareketi tarihi, hareketlilikiçerisinde kurulan kitle örgütleri açısından önemlibir birikime sahiptir. Bugünün gençlik hareketinindevrimci ve birleşik bir karakter kazabilmesininyolları tartışılırken bu deneyimlerden tekrar tekraröğrenebilmek önemli bir yerde durmaktadır.Kampımız bu bilinçle, gençliğin tarihsel kitleörgütlenmelerine özel bir başlık ayırmıştır. FKF,Dev-Genç, ODTÜ ÖTK gibi örneklerirdelenmiştir.

- Kampımızın bir başka başlığı Genç-Senolmuş, Genç-Sen’in güncel durumu ve gençkomünistlerin tutumu tartışılmıştır. Yapılantartışmalar sonucunda Genç-Sen’e dair öncekideğerlendirmelerde ortaya konulanlar onaylamıştır.Buna göre, halihazırda büyük bir darlık yaşansa da,Genç-Sen kitle çalışması yürütmek açısından esnekbir araç olma imkanlarını korumaktadır. Devrimcibir inisiyatif ve kitle çalışması pratiği ile Genç-Seniçindeki reformist etkinin kırılması ve Genç-Sen’de taban iradesinin hakim kılınmasıhedeflenmelidir. Bugüne kadar yapılmaya çalışılanmüdahalenin istenilen sonuçları yaratamaması,genç komünistlerin dönem dönem ısrarlı biryönelim sergileyememeleri ile ilgilidir. Kampımızbu sorunu yeniden tartışmış ve önümüzdekidönemde izlenebilecek hat konusunda açıklığakavuşmuştur.

- Gençliğe yönelik kapsamlı saldırılartartışılmış, bu tartışmalar üzerinden yeni döneminmücadele başlıkları belirlemiştir. Bunlardan ilki“Bologna Süreci” adı altında hayata geçirilensaldırılar ve buna karşı örgütlenmesi gerekeneylemli tepkidir. Çünkü bu süreç üniversitelerdekisermaye egemenliğinin perçinlenmesi anlamınagelmektedir. Bunun kaçınılmaz sonucu, eğitimintümüyle ticarileşmesi ve gençliğingeleceksizleştirilmesidir.

Yeni dönemde emperyalistlerle derinleştirilenkölelik ilişkileri ve Kürt halkına yönelikyoğunlaşan saldırılar da gençliğin temel mücadelegündemleri olmak durumundadır. Öte yandan, kriziçerisinde debelenen emperyalist-kapitalist sistemyeni bir dönüşüm süreci yaşamakta, bu süreçkendisini emperyalist savaşlar, Ortadoğu halklarınadönük saldırganlık olarak ortaya koymaktadır.Üniversitelere yönelik saldırıların da bu genelsaldırılardan ayrı ele alınamayacağı ortadadır. Bunedenlerle gençlik bir bütün olarak emperyalistkapitalist sistemin karşısına dikilebilmeli, içerideKürt halkına, dışarıda bölge halklarına yönelensavaş ve saldırganlığa karşı sesiniyükseltebilmelidir. Bu, gençlik hareketinindevrimcileşebilmesi için de bir zorunluluktur.

- Yeni döneme hazırlık açısından tartışılan birbaşka başlık da gençlik yayınımız olmuştur.Kampımız gençlik yayınımızın misyonu, içeriği vebiçimi ile ilgili anlamlı sonuçlar ortaya koymuştur.

Yayın tartışması ekseninde yapılan diğer bir vurguda, kolektif emek ve disiplinin yayın için taşıdığıhayati önem olmuştur. Yayının hazırlanmasındandağıtılmasına kadar geçen sürede sergilenecekkolektif emeğin yayının gerçek amacına ulaşmasınısağlayacağı belirtilmiştir. Tüm yoldaşlarımızın veyerellerimizin yayını beslemesi gerektiğikonusunda açıklık yaratılmıştır.

- Kampımız komünist gençliğin gençlikhareketi içerisindeki misyonu, gençlikçalışmamızın durumu üzerine anlamlı bir tartışmayürütmüştür. Gençlik örgütünün merkezi ve yereldüzlemde güçlendirilmesi gerekliliğivurgulanmıştır.

Gençlik çalışmamızdaki her bir yoldaş partininkadro ihtiyacını karşılama sorumluluğu ileeksiklerinin üzerine gitmelidir. Her bir yoldaşınalacağı mesafe gençlik hareketine müdahalede veörgütün güçlenmesinde de mesafe alınmasınısağlayacaktır. Bu tartışmalar ışığındadeğerlendirmeler yapan kampımız, gençkomünistlerin bugünkü öncelikli görevini politik-örgütsel düzeyin yükseltilmesine bağlamıştır. Bubaşlık kapsamında komünist gençlik örgütününanlamı ve misyonu üzerine tartışmalaryürütülmüştür.

- Kampımız partimizin tarihine özel bir başlıkayırmıştır. Devrimci hareketin gelişim süreciiçerisinde hareketimizin çıkışı ve bu çıkışın anlamıifade edilmiş, parti öncesi ve sonraki süreç temelyönleriyle ele alınmıştır. Partimizin kuruluşununTürkiye devrim tarihinde bir kilometre taşıolduğunu hatırlatan kampımız, partinin çizgisineuyum sağlamak, çağrısına yanıt vermek için gençkomünistlerin görevlerine çubuk bükmüştür.

- Kampımız son bir başlık olarak dünyadayaşanan gelişmeleri ele almıştır. Kapitalizminmetropollerinde yaşanan öfke patlamalarının yanısıra özellikle Ortadoğu’daki ve Kuzey Afrika’dakihalk ayaklanmalarını tartışmıştır. Mısır ve Tunus’tadiktatörlerin devrilmesine varan süreçten çıkandersler üzerine konuşulmuştur.

Tüm dünyada yaşanan bu gelişmelerdegençliğin rolünü özel olarak ele alan kampımız, bugelişmelerin Türkiye’deki devrimci sınıfmücadelesi için de anlamlı örnekler olduğunu ifadeetmiştir. Bu tarihsel dönem içerisinde devrimcimisyon bilincini yüklenmenin öneminin altıçizilmiştir.

Tüm bu başlıkların tartışılması ile çalışmalarınıbaşarıyla tamamlayan III. Ümit Altıntaş GençlikKampı, genç komünistler için gençliği devrimekazanmanın, parti ve devrim davasınıyükseltmenin iddiası olmuştur. Kamptan alınangüçle gençlik örgütümüz merkezi ve yereldüzlemde alınan kararları hayata geçirerek yolyürüdüğünde, kamp gerçek anlamına kavuşacak,iddiamız somutlanacaktır.

Örgütü güçlendirmek, gençliği devrimekazanmak için ileri!

Gençlik partiye, devrime, sosyalizme! Gençlik gelecek, gelecek sosyalizm!

Genç Komünistler, 5 Ekim 2011(Ekim, Sayı: 276, Kasım 2011,

www.tkip.org sitesinden alınmıştır)

Gençlik çalışmamızdaki

her bir yoldaş partinin

kadro ihtiyacını

karşılama sorumluluğu

ile eksiklerinin üzerine

gitmelidir. Her bir

yoldaşın alacağı mesafe

gençlik hareketine

müdahalede ve örgütün

güçlenmesinde de

mesafe alınmasını

sağlayacaktır. Bu

tartışmalar ışığında

değerlendirmeler yapan

kampımız, genç

komünistlerin bugünkü

öncelikli görevini politik-

örgütsel düzeyin

yükseltilmesine

bağlamıştır.

Page 23: Ekim Gençliği 134

Genç-Sen'i başından itibaren birleşik bir gençlik hareketioluşturmanın olanağı olarak değerlendirdik ve bu bakışla müdahaleetmeye çalıştık. Halen tüm bürokratik yapısı ve sendikaya hakim olanliberal-reformist bloğa rağmen güncel gelişmeler nedeniyle belliimkanlara sahip olduğu Genç-Sen'e müdahale tarzımızı yenidendeğerlendirmek faydalı olacaktır.

Genç-Sen geldiği aşamada hedef kitlesini örgütleyebilmektenuzaktır. Bunun temel sebebi Genç-Sen'in atalet düzeyinde birpolitikasızlıkla malül bırakılması ile birlikte temel varlık alanı olmasıgereken hemen hiçbir üniversitede çalışma yürütmemesidir. Genç-Sen'in faaliyet yürütme kapasitesi 6 Kasım, 1 Mayıs gibi takvimgündemlerini ve Uluslararası YükseköğretimKongresi protestosu, harç zamları protestosugibi sürekliliği olmayan merkezi süreçleriaşamamaktadır. Genç-Sen'in ufku“kamuoyunun gündeminde olan konu”yamüdahale etme bakış açısını aşamamakta,gençliğin gündemleri çerçevesinde kesintisizve sistematik bir mücadele yürütmek iddiasısözde kalmaktadır.

Genç-Sen'in demokratik bir işleyişe sahipolması için temel zeminlerden biri olan şubemeclisleri hiçbir üniversitedeişletilmemektedir. 2009 harç zamlarısürecinin ardından İstanbul gibi belliyerellerde bir sistematiğe oturtulan ilmeclisleri ise gelinen noktada büyük orandaişlerliğini kaybetmiştir. Ayrıca Genç-Sendemokratik bir işleyiş oturtmak için çabagöstermemekle birlikte son genel kuruldademokratik işleyişi iyice zedeleyecek kararlaralmıştır. Son genel kurulda alınan nispiseçime geçiş ve genel kurulların bundan sonradelege usulü ile gerçekleştirilmesi kararlarıbunlara örnek olarak gösterilebilir.

Sendikaya hakim liberal-reformist bloğunalgısı ve dayatması ile birlikte MYK, temsilci gibi seçilmiş(!) kişilerüzerinden sendikayı işletme mantığının dayattığı kısırlık bugüngelinen noktada açık bir şekilde görülebilmektedir. 2009 yılında harçzamları sürecinde, yaz dönemine denk gelmesine rağmen gündemebelli bir etkinlikle müdahale edilip ve bundan sonraki süreçte ilmeclislerinin düzenli bir şekilde toplanması ve üniversitelerdesistematik faaliyet yürütülmesi noktasında belli bir disiplinsergilenirken, son dönemdeki harçlara yapılan gizli zam uygulamasıİstanbul ve belli başlı birkaç ilde daha okullar açılmadan yapılaneylemlerle sınırlı kalmıştır. Okulların açılması ile bu eylemli sürecinyerellere taşınması gerekirken bu konuda adım atılamamış, yerellerdeherhangi bir çalışma yürütülmemiştir. Bu sürecin üzerine gelen 29Eylül tarihli kapatma saldırısı da henüz Genç-Sen adına kararlı birduruşla karşılanamamıştır.

Söylemlerinde kapatma kararını sokakta püskürtme iddiasında olanGenç-Sen’in gerçekleştirdiği eylemlilikler ve süreci ele alış biçimi,sendikanın kendi dar sınırını aşamadığını göstermektedir. Yenidönemde, çalışmaya konu edilecek tüm gündemlerin kapatma kararıile birlikte işlenerek bu saldırının püskürtülmesi, Genç-Sen adına entemelli gündem olarak durmaktadır.

Genç-Sen'in güncel tablosu bize kuruluşundan bu yana en geritablolarından birini göstermektedir. Mevcut duruma bakılırsa, kapatmakararı gibi önemli bir saldırıyla karşılaşmış olan Genç-Sen'in ne busaldırıyı ne de gizli harç zammı uygulaması gibi öğrenci gençliğeyönelik saldırıları göğüsleyebilmesi mümkün gözükmemektedir.Genç-Sen'in hem bu saldırıları püskürtebilmesi hem de gerçek birtaban örgütlenmesi yaratabilmesi planındaki sorunlara bir yanıtoluşturması bakımından, Ekim Gençliği'nin 106. Sayısında, Genç-Sen'in kuruluş aşamasında yapılan şu değerlendirme halen güncelliğinikorumaktadır:

“Hiç şüphe yok ki, hareketlilik-örgüt diyalektiği tanımlanırken,hareketin kendiliğinden ortaya çıkmasınıbeklemek, deneyimler ışığında yönelinecekörgütsel müdahaleleri dıştalamak, sığ ve darbir bakışın ifadesi olacaktır. Burada dikkatçekilmeye çalışılan sorun, sendika veya diğerörgütlenme modellerinin gençliğin örgütlenmesorununa, asli bir öz örgütlülük yaratmasorununa kendi başına bir çözüm olaraksunulmasıdır. Bugün için Genç-Sen, doğru birbakış açısıyla yaklaşıldığında, gençliğinmücadelesinin örgütlenmesinde belli bir roloynayabilir, ifade edilen ihtiyaçlara yanıtverecek bir örgütlenme haline getirilebilir.Fakat bunun bir sendikanın kurulmasıylagerçekleşmeyeceği açıktır. Ancak gençlikhareketinin ihtiyaçlarına yanıt verebildiği, butemelde etkin bir kitle çalışmasınayönelebildiği, geniş gençlik kitleleri ile güçlüilişkiler kurmayı başarabildiği, yoğun biremek harcamayı gerektiren zorlu birçalışmanın gereklerini yerine getirebildiğiölçüde ve böyle bir sürecin sonunda, birgençlik örgütlenmesi olarak oynaması gerekenrolü oynayabilecektir.” (Öğrenci SendikasıDeneyimlerine Genel Bir Bakış, EkimGençliği, Sayı:106 )

Genç komünistler açısından halen Genç-Sen'e müdahaleolanaklarını zorlamak bir sorumluluk olarak durmaktadır. Bumüdahale yöntemini örneklemek adına, yeni dönemin açılışındaAnadolu Üniversitesi'nde yaşanan olumlu pratik gösterilebilir.Anadolu Üniversitesi'nde yaşanan uzaklaştırma cezası karşısındabaşlatılan kapı önü direnişini Genç-Sen'in sahiplenmesi sağlanmış vesüreç soruşturma-ceza terörünün teşhiri ile birlikte Genç-Sen'inkapatma kararının ve harç zamlarının protestosu şeklinde bütünlüklübir şekilde işletilmiştir. Anadolu Üniversitesi'nde yaşanan örneğebenzer örnekler yaratmak ve Genç-Sen'i sistematik bir mücadelepratiğinin içerisine çekmek tüm genç komünistlerin görevi olarakdurmaktadır.

Kısacası Genç-Sen'in bürokratik yapısını iyice perçinlediği,sistematik ve tutarlı bir politik hatla gündemlere müdahale etmektenuzak olduğu açıktır. Ancak genç komünistlerin, özellikle de sendikanınkapatma kararı gibi bir saldırıyla karşı karşıya kaldığı bir süreçte,Genç-Sen'e dışarıdan gözlemci kalması sözkonusu değildir. Gençkomünistler güçleri ve etkileri doğrultusunda Genç-Sen'emüdahale etmenin, ilkeli ve doğru bir hatta pratiksergilemesinin yollarını zorlamalıdırlar. 23

Yeni dönemde Genç-Sen ve

müdahale tarzımız üzerine

B. Bahar

Page 24: Ekim Gençliği 134

Geçtiğimiz dönem gerçekleşen Yüksek Öğrenim Kongresi’ndeolgunlaştırılan öğrenci gençliğe yönelik saldırı planları, bu denlikapsamlı ve yıkıcı iken ve adım adım uygulanmaya başlamışken,gençlik hareketi gerekli mücadele olgunluğuna ulaşamamıştır.Gençlik hareketi geri, parçalı yapısının yanı sıra aynı zamanda ataletiçinde de bulunmaktadır. Bu tablo, gençlik hareketinin bileşenlerisiyasal gençlik örgütleri kadar, Öğrenci Gençlik Sendikası için degeçerlidir. Senenin başında sermaye sınıfının gündeme getirdiği“gizli” harç zammına sınırlı bir tepki gösterilmiş, dahası Genç Sen’in

kapatılması kararı karşısında ise birkaç ilde cılız tepkilersergilenmiş, kapatma kararı da neredeyse sessizlikle

karşılanmıştır. Birkaç yıl önce, binbeşyüz üyeye ulaştığı ifade edilenbir örgüt, bugün temel organlarını toplayamamakta, yalnızca birkaçilde toplanabilen temsilciler meclisinde alınan kararları hayatageçirecek bir irade neredeyse ortaya konulamamaktadır. ÖğrenciGençlik Sendikası, yaşadığı iç sorunların yanı sıra, aynı zamanda ciddianlamda daralmayı da yaşamaktadır.

Genç Sen’e yönelik ifade ettiklerimiz kuşkusuz ki yeni değil.Kuruluşundan itibaren sözkonusu olan yapısal sorunlarının bugünulaştığı sonuçlarıdır bunlar. Genç Sen’de etkin olan reformist yapılaraçısından ‘el değişikliği’ yaşansa bile, özünde aynı bakış ve anlayışdevam etmektedir. Tabana yönelik sistemli bir çalışmadan uzak24

İstanbul Valiliği'nin başvurusu üzerine Genç-Sen'e açılan ve üçyıldır devam eden kapatma davası 29 Eylül tarihinde sonuçlandı.İstanbul 3. Asliye Hukuk Mahkemesi'nden Genç-Sen’in kapatılmasıkararı çıktı. Karara gerekçe olarak 2821 sayılı sendikalar yasasıgösterilirken, öğrencilerin üretim süreci içerisinde yer almamasısebebiyle bu yasanın öğrencilerin sendika kurmasına izin vermediğiiddia ediliyor. Ancak 1980 askeri darbesinin ürünü olan bu yasanınbaraj, noter şartı gibi çeşitli kısıtlamalarla işçilerin, emekçilerin dahisendika kurmasının önünde engel teşkil ettiği açıktır. Ayrıcaanayasanın 90. maddesi kapsamında Türkiye'nin de imzacısı olduğuİnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin 24. Maddesi'nde ifade edilen“Herkesin çıkarını korumak için sendika kurma veya sendikaya üyeolma hakkı vardır” tanımlaması kabul edilmiştir. Kısacası verilenmahkeme kararının mevcut yasal düzenlemeler çerçevesinde dahikabul edilecek bir tarafı yoktur.

Swissotel gibi lüks otellerde gerçekleştirilen UluslararasıYükseköğretim Kongresi vb. toplantılarda Bologna Süreci'ningereklerinin nasıl hayata geçirileceği tartışılıp üniversitelerde paralıeğitim uygulamaları tırmandırılmaktadır. Bu kapsamda üniversitelerdeverilen eğitim her geçen gün bilimin değil sermayenin ihtiyaçlarıdoğrultusunda yeniden düzenlenmektedir. Üniversitelerindeki anti-demokratik uygulamalar ve toplumsal gelişmeler karşısında sessizkalmayan, “eşit, parasız, bilimsel, anadilde eğitim” talebini yükseltenöğrencilerin sesi ise soruşturma, ceza, tutuklamalar, polis-ÖGBsaldırıları ile kesilmek istenmektedir. Tüm bu saldırılar karşısındaöğrencilerin sendika kurmaları ve sendikalı olmaları en doğalhaklarıdır. Ancak işçilerin, emekçilerin sendikalı olmasını yasaldüzenlemelerle, işten çıkarmalarla ve gerektiğinde zor kullanarakengelleyen bu düzen benzer bir şekilde öğrencilerin de sendikalıolmasını istememektedir.

Düzenin “ileri demokrasi” anlayışı ve

Genç-Sen'e kapatma kararı

İleri demokrasi ve özgürlükten bahsedenlerin gerçek yüzü sondönemde yaşananlarla iyice afişe olmuştur. İçeride ve dışarıda savaşpolitikaları hayata geçirilirken, kıdem tazminatı hakkının gaspı gibiişçi ve emekçilere yönelik saldırılar ve hak gaspları artmaktadır. Butablonun üniversitelere yansımasının en güncel örneği üniversiteharçlarına yapılan gizli zamda kendisini göstermiştir. Bir yandan daüniversite öğrencilerine yönelik baskı ve zor uygulamaları hızkesmeden devam etmektedir. Bunun güncel örnekleri olarak dageçtiğimiz sene yürüttükleri 6 Kasım çalışması kapsamında polis veÖGB terörüne maruz kalan Anadolu Üniversitesi öğrencilerinden 8öğrenciye 1 hafta uzaklaştırma cezası, 30'u aşkın öğrenciye ise kınamacezasının verilmesi ile yeni eğitim-öğretim yılının başlaması, RomanÇalıştayı'nda parasız eğitim talep eden pankart açan üniversiteöğrencileri Berna Yılmaz ve Ferhat Tüzer'in 19 ay tutuklu kalması veson olarak da Genç-Sen'e verilen kapatma kararı gösterilebilir.

Kapatma kararıyla ilgili Genç-Sen hukuki yollardan hakkınıaramaya devam edecektir. Öncelikle karar temyiz edilecek, bu süreçtede benzer bir sonuç çıkarsa AİHM'e başvurulacaktır. Elbette hukukisürecin sürdürülmesi önemlidir. Ancak Genç-Sen'e verilen kapatmakararını gerçekten bozacak olan Genç-Sen'in üniversitelerde vesokakta verdiği mücadeleyi büyütmesi olacaktır. Genç-Sen bu saldırıyıüzerindeki ataleti atıp kararlı ve sabırlı bir şekilde üniversiteöğrencilerinin talepleri ve sorunları çerçevesinde örgütlenme çalışmasıyürüttüğü ölçüde püskürtebilecektir. Masa başında DİSK yöneticilerive siyasetlerin ortaklaşması zemininde kurulmuş bir sendika olanGenç-Sen'in hem bu kapatma saldırısını püskürtmesi hem de gerçekbir kitle örgütü haline gelmesi ancak bu yolla mümkün olacaktır.

Devrimci Genç-Senliler

Genç-Sen mahkeme kararı ile kapatıldı...

Sokakta savunulacak!

Genç Sen ve öğrenciden yana anayasa talebi…

Anayasal hayaller değil,

fiili, meşru mücadele…

Page 25: Ekim Gençliği 134

durulmakta, tabanın söz ve karar ilkesini hayata geçirecek bir çabasergilenmemektedir. Tüm darlığa rağmen, bürokratik işleyiş vemekanizma devam etmekte, asıl önemlisi bu olağanlaştırılmaktadır.Tüm bu tablonun gerisinde kuşkusuz ki, gençlik hareketininihtiyaçlarını kavramak ve müdahale etmekten uzak, dar grupçu bakışve anlayış yatmaktadır.

“… Bu politik bakışın sahipleri tarafından fiili-meşru mücadele veörgütlenme süreci tercihen reddedilmiş, örgüt iddiası daha baştan“yasal-icazetçi” bir çerçeveyle sınırlandırılmıştır. Bugün yalnızca bir“bürokratik normlar yığını” olan mevcut tüzük, hem hareketingelişmesinin önünde bir engel olmuş hem de iş yapmamanın dayanağıhaline getirilmiştir.” (Ekim Gençliği’nin Aralık 2008 tarihli 113.sayısından...)

Her ne kadar geçtiğimiz yıl gerçekleşen kimi eylemsel süreçlerdeGenç Sen aktif bir tutum sergilese, tüzük dayatmalarında yer yeresnemeler yaşansa dahi, senenin başında Genç Sen’e hakim reformistanlayışlar tarafından alınan “öğrenciden yana anayasa istiyoruz”çalışması kararı, 3 yıl önce yapılan değerlendirmenin geçerliliğinikoruduğunu bir kez daha göstermektedir.

“Öğrenciden yana anayasa” talebi üzerine…

6 Kasım’ın öngünlerinde gerçekleşen Genç Sen Ekim ayı MerkezTemsilciler Kurulu’na hazıröneri olarak getirilen“öğrenciden yana anayasaistiyoruz” gündemli çalışma,temsilciler toplantısında 6Kasım’ın sonrasının temelgündemlerinden biri olarakkarar altına alındı. 6 Kasım’ada aynı taleplerdehazırlanmayı gündeme alanGenç Sen, 6 Kasım çağrıafişlerini de bu şiarekseninde hazırladı.

“Öğrenciden yanaanayasa” talebi ve bueksende yürütülecekçalışmanın içeriği vekapsamı konusunda ne GençSen’den yapılan biraçıklamayı, ne de önerininsahibi ve destekleyicisi GençSen bileşenlerinin konuylailgili bir açıklamasını henüz görebilmiş değiliz. Öğrenciden yana nasılbir “anayasa” istendiği konusunda herhangi bir fikre sahip değiliz.Merkez Temsilciler Kurulu ve ardından kimi illerde gerçekleşen ilmeclislerinde öğrenebildiğimiz kadarıyla, “öğrenciden yana anayasa”talebi, Genç Sen’in kapatılması kararıyla gerekçelendiriliyor ve GençSen’in kapatılmasında Anayasa engeli öne sürülerek, Genç Sen’in“yasal” bir zemine kavuşabilmesi için de Anayasa değişikliği ihtiyacıdile getiriliyor.

Boylu boyunca reformizmin dipsiz kuyusuna saplanmak anlamınagelen bu kararın her şeyden önce alınış sürecine bakmak gerekiyor.Her fırsatta bürokratik işleyişin gereği tüzüğe sarılanlar, yeri gelincetüzük hükümlerini yok sayacak şekilde davranmaktan da geridurmuyorlar. Ne tabanın, ne de temsilciler kurulu bileşenlerinin ve nede temsil etme yetkisine sahip oldukları şubelerin böylesi birgündemin varlığı bir yana, tartışıldğından dahi haberleri yoktur. ZatenGenç Sen’in dağınık ve atalet içinde tablosunun bir sonucu olarak birdizi şubeden temsilci, temsilciler kuruluna katılmamıştır bile.

Bu karar, Genç Sen yönetiminde etkin söz sahibi olan gruplartarafından “üstten” alınmış bir karardır. Karar, anti-demokratik birişleyişle alındığı gibi, asıl olarak kuruluşundan itibaren Genç Sen’ehakim olan dar grupçu anlayışın yaklaşımlarının ürünü birdayatmacılık örneğidir. Genç Sen yönetiminde olan grupların parçasıoldukları siyasal anlayışların “demokratik anayasa” çizgilerinin üsttenGenç Sen’e oturtulmasından başka bir şey değildir.

Bugüne kadar öğrenci gençliğin talep ve ihtiyaçlarını gözetmeyen,gençlik hareketinin ihtiyaçlarını karşılamaktan uzak dar-grupçuanlayış, bir öğrenci gençlik örgütünü oynaması gereken misyondanuzaklaştırdığı gibi, bugün de iyiden iyiye onu kötürümleştiren birsürece doğru yol almaktadır.

Anayasa talebi ne anlama gelmektedir?

Kuşkusuz ki, öne sürülen “öğrenciden yana anayasa” talebi, GençSen’in bileşenlerin ağırlığının içinde yer aldığı Halkların DemokratikKongresi’nin “demokratik anayasa” talebinden bağımsız değildir.Yarının çatı partisinin ön evresi olan Kongre, “demokrasininkazanılması” adı altında devrim ufku ve hedefinin alaşağı edildiği,demokratik taleplerin elde edilmesinin yasal sınırlara hapsedildiği bir“reform” projesinden başka bir şey değildir. “Demokratik anayasa”talebine bu politik zeminde yerini bulmaktadır.

(…) Öte yandan, burjuva düzende tüm demokratik hak veözgürlükler, burjuvazinin bahşetmesiyle değil, işçi ve emekçilerin dişediş mücadeleleriyle kazanılmış, bu hakların ne düzeydekullanılabileceğini de esas olarak mücadelenin düzeyi belirlemiştir.Özellikle de devrimci çizgide gelişen mücadelelerin basıncıylaburjuvazi batıda işçi ve emekçi sınıflara pek çok taviz vermekdurumunda kalmıştır. Bu koşullarda bile “eşitlikçi, özgürlükçü” bir

anayasadan söz etmekmümkün değilken,kapitalizmin derin bir kriziçinde debelendiği,burjuvazinin bu tür tavizleriverme olanaklarını yitirdiğibugünkü koşullarda, budüzen aşılmadan, “eşitlikçi,özgürlükçü, demokratikanayasa”nın eldeedilebileceği hayalleriniyaymak, işçi ve emekçikitleleri aldatmaktan başkabir şey değildir.” (Burjuvamuhalefetin kuyruğunatakılanlar... / KB(Sosyalizmİçin Kızıl Bayrak, Sayı:2010/29, 23 Temmuz 2010)

Bir dizi demokratik talepgibi öğrenci gençliğinakademik-demokratiktalepleri için kararlı bir

mücadelenin yürütülmesi önemlidir. Ancak gidip bu taleplerininkazanılmasını anayasal değişikliklere bağlamak, anayasa iledeğişeceği yönünde propaganda yapmak, gençliğin mücadele ufkunudüzen içine hapsetmek, gençlik kitlelerinin dikkatini ve ilgisini siyasalhedeflerden hukuksal biçimlere, devrimci çözümlerden anayasalhayallere çekmek anlamına gelmektedir. Bu da açıkça devrimci değil,reformist bir zemin ifade etmektedir. Hele ki, Türkiye’deparlamenterizmi reddederek ortaya çıkan bir geleneğe sahip gençlikhareketini bu noktaya taşımak, tutup anayasal talep sınırlarınahapsetmek, kötürümleştirmek ve düzene kan taşımak anlamınagelecektir.

Çok açık bir gerçeği tekrar hatırlatacak olursak, kapitalizmkoşullarında şu ya da bu demokratik istemleri kazanabilmek biledevrimci, fiili ve meşru bir mücadele ile olanaklı olur. Şu ya da budemokratik kazanım da, ancak devrimci bir iktidar mücadelesiperspektifiyle elde edilebilir. Bu güne kadar yaşanan deneyimler de bugerçeği somut olarak kanıtlamıştır.

Bugün, “öğrenciden yana anayasa” ve benzeri politikalar da GençSen’in geleceğini doğrudan belirleyecektir. Genç Komünistler, öğrencigençliğin devrimci dinamizmini düzen içine hapsetmeye çalışan hertürlü girişimin karşısında durdukları gibi, bundan sonra da kararlılıklamücadele edeceklerdir.

Devrimci Genç-Senliler2525

Page 26: Ekim Gençliği 134

Kürt halkına yönelik saldırılar yoğunlaşırkenimha-inkar-asimilasyon politikaları ileri birdüzeye ulaştı. Çukurca’da ölen 24 askerinölümünün ardından yaratılan şoven ortam, 36gerillanın kimyasal silahlarla katledilmesi, KCKtutuklamalarının yasal alanda insanbırakmayacak bir hale ulaşması, bu olaylaratepki gösterenlerin Tayyip Erdoğan tarafındantehdit edilmesi olayların ulaştığı boyutugösteriyor. Devlet cephesinden gittikçepervasızlaşan açıklamalar peş peşe gelirken ordukara operasyonunun ilk adımını gerçekleştirdi.Toplumun önemli bir kesiminin bu şovenhisteriye kapılması bu kara tabloyu tamamlayanne yazık ki en kötü parça oldu.

Olaylara daha yakından bakmakta fayda var.Önce Çukurca’da 24 asker öldürüldü. Düzeninmedyası hemen devreye girdi tabi. Derhalgerillaya yönelik kara operasyonu gündemetaşındı, ardından Kürt hareketinin temsilcilerihedefe çakıldı. Ardından da sokaklara çıkıp Kürtavına çıkmış linç güruhlarını meşrulaştırmayaçalıştı. Bu şoven-ırkçı saldırganlık öyle birnoktaya vardı ki, bir süre sonra kontrol edilemezoldu. Müge Anlı ve Habertürk spikeri DuyguCanbaş’ın yaptığı nefret, kin ve ayrımcılık doluaçıklamalar, sokaklardaki linçler ve bunlarıninternet medyasındaki yansımaları öyle bir halaldı ki birçok insan “bu ülkede insanlık kaldımı” diye sorgulamaya başladı. Türk devleti öylebir devlet ki Kürt halkının yaptığı en küçük bireyleme dahi anında müdahale ederken, insanlargöçük altında kaldığında ilk 12 saat kılını bilekıpırdatmadı. Daha sonra yardım isteyenlerinüzerine gaz bombası attı. Bazı soysuz insanlarVan’da yardıma muhtaç insanlara taş ve bayrakgönderecek kadar küçüldüler. Asker ölümlerininkarşısına depremde ölen insanlar konularak ilahiadalet denildi. Yaşananlar ne yazık ki bu ülkedebazı insani değerlerin yitirildiğini gösteriyor.Devrimin temel gücü olan işçilerin, emekçilerinve gençliğin (özellikle liseli gençliğin) Türkdevletinin bu düşmanlaştırma ve nefretsöylemine gelmesi ise endişe vericidir.

Sermaye devleti yarattığı şoven ortamdaimha operasyonunu daha güçlü bir biçimdesürdürdü. Abdullah Gül’ün intikam çağrılarıylaharekete geçirilenTürk ordusu yeni bir vahşeteimza attı. 36 gerilla kimyasal silahlarla vahşicekatledildi. 24 asker öldüğünde ortalığı ayağakaldıranlar (özellikle düzen medyası) 36 tanegerillanın vahşice katledilmesini ağzına bilealmadılar. Şimdi düzen sözcülerinin hepsi buolayın üzerini kapamanın peşinde.

Kürt halkının ve hareketinin iradesinikırmayı başaramayanlar gözaltılarla,tutuklamalarla onu yalnızlaştırmaya soyundular.

Aralarında BDP PM ve Anayasa Komisyonuüyesi Prof. Dr. Büşra Ersanlı ile yazar ve yayıncıRagıp Zarakolu’nun bulunduğu 44 kişitutuklandı. Kürt hareketine yakın insanlarıntutuklanması devletin amacının Kürt halkınıyalnızlaştırmak olduğunu gösteriyor. Devletintahammülsüzlüğü Tayyip Erdoğan’ın KCKtutuklamalarına gösterilen tepkiye verdiğicevapta kendisini ortaya konuluyor. TayyipErdoğan “KCK’ya sahip çıkan arkadaşlarınkendilerini gözden geçirmeleri lazım” diyerektutuklamaya tepki gösterenleri alanen tehdit etti.

Emperyalizme ve siyonizme kalkan olanlar,icraatlarını ABD’den izin alarak yapanlar,içeride Kürt halkına ve toplumun ilerikesimlerine azgınca saldırıyorlar. Bir halkınözgürlük ve eşitlik talebi yanı başımızda vahşicesaldırılara maruz kalıyor. Dili inkar ediliyor,temsilcileri hapse tıkılıyor, özgürlüğü içindağlarda mücadele edenler kimyasal silahlarlakatlediliyor. Böyle bir ortamda bu vahşete karşıkayıtsız kalmak onaylamaktır.

Komünistler ve devrimciler ise bu tabloyuizlemeyeceklerdir. Halkların kardeşliğinisağlamak, kitleleri gerçek çelişki olan sınıfsavaşımına çağırmak bizlerin görevidir. Bununyolu bir yandan Kürt ulusunun meşru haklarınasahip çıkmaktan, ‘ulusların kendi kaderini tayinetme hakkı’nı savunmaktan, diğer bir yandan daTürk işçi ve emekçilerle Kürt emekçileri “sınıfakarşı sınıf” çizgisinde birleştirmekten geçiyor.Bugün Kürt halkını ezen sınıfla işçi emekçileriezen sınıf aynıdır. İkisinin ortak düşmanıburjuvazidir. Ortak düşman karşı mücadeleetmek bu anlamda bir zorunluluktur. Çünküsermaye devletinin Kürt halkına verebilecekhiçbir şeyi yoktur. O Kürt halkına ve toplumunmuhalif kesimlerine baskı ve terörden başka birşey veremez. Dolayısıyla ona karşı bu ülkede birzafer elde edilmeden Kürt halkının eşitlik veözgürlük talebi hiçbir zamangerçekleşmeyecektir.

Saldırılar AKP iktidarının ne kadarpervasızlaştığını da gösterdi. Emperyalizmdenaldığı güçle Kürt halkına saldıran AKP toplumuntüm ileri kesimine yönelik saldırganlıkta yeni birboyuta ulaştı. Bugün kim toplumsal mücadelededevlet karşıtı bir seçenekse onun üzerine baskıkuruluyor, etkisiz hale getirilmeye çalışılıyor.Dolayısıyla Kürt halkına yönelik saldırılarınsadece ona değil, aynı zamanda ilerici vedevrimci kurumlara yöneldiği açıkça görülüyor.

Geriye acil olarak ise Kürt halkıyladayanışmak ve birleşik mücadeleyi yükseltmekgörevi kalıyor. Şovenizmin zehrinin panzehiriolarak halkların kardeşliğini büyütmeliyiz.

Halkların kardeşliğini için

mücadeleyi büyütelim!

26

Halkların kardeşliğini

sağlamak, kitleleri gerçek

çelişki olan sınıf

savaşımına çağırmak

bizlerin görevidir. Bunun

yolu bir yandan Kürt

ulusunun meşru

haklarına sahip

çıkmaktan, ‘ulusların

kendi kaderini tayin etme

hakkı’nı savunmaktan,

diğer bir yandan da Türk

işçi ve emekçilerle Kürt

emekçileri “sınıfa karşı

sınıf” çizgisinde

birleştirmekten geçiyor.

Page 27: Ekim Gençliği 134

2727

Van'da meydana gelen 7.2'lik deprem büyük biryıkıma sebep olurken, 600'ün üzerinde kişi hayatınıkaybetti, 4000'in üzerinde kişi ise yaralandı. Van'dada bir kez daha deprem değil kapitalizm öldürdü,çürümüş burjuva düzen gerçeği bir kez daha günyüzüne çıktı. Meydana gelen büyük ölçekte can vemal kaybı bizlere 1999 Marmara depremlerindeyaşananları hatırlatırken, Kürt halkına yönelikşoven saldırılar ve ayrımcılık Van'da felaketinsonuçlarını daha da boyutlandırdı.

Düzen temsilcileripişkinlikte sınırtanımayarak yaşanan herdoğal afet sonrasındatekrarladıkları “kader”söylemi ile birlikte“milli birlik, bütünlük”teması çerçevesindedevletin bölge halkınınelinden tuttuğudemogojisinebaşvurmaktadır.Düzenin gerçek sahibiişçi ve emekçi kanı ilebeslenen patronlar ise“Van için tek yürek” gibişova dönüşen yardım kampanyalarına bağışyapmak için sıraya girmiş durumda. Ancakoynanan bu ortaoyunları depremin Kürt halkını çifttaraflı olarak vurduğu gerçeğinideğiştirmemektedir.

Depremde sağlam binalarla iskambil kağıdı gibiçöken binaların yan yana olması, özellikle de okul,hastane, yurt binası gibi kamu binalarının en çokhasar alan binalar olması dikkat çekicidir. Sermayehükümeti AKP'nin şefi Erdoğan ise ulusa seslenişkonuşmasında “Yapılan onca uyarıya, yaşananonca acı tecrübeye, ödenen onca ağır bedelerağmen, tedbirin elden bırakıldığına, çürükbinaların inşa edildiğine, nerede yapılacak neredeyapılmayacak buna dikkat edilmeden binalarıninşa edildiğine, çürük binalarda yaşandığına şahitolduk, hala da oluyoruz” diyerek yaşananlarıdevletin sorumluluğundan soyutlayıp “cahil” halkayüklemeye çalışmaktadır.

Depreme karşı önlem alınarak yapılmasıgereken kent planlaması, binaların projelendirmesi,uygulaması ve denetimi kısacası devletinsorumluluğu görmezden gelinmektedir. Depremsonrasında kamuoyunun gündemine gelen depremvergileri ile ilgili Maliye Bakanı Mehmet Şimşek'inyaptığı açıklama ise trajikomiktir. Şimşek toplananvergilerin “sağlık, eğitim, duble yollar gibi 74milyonun ihtiyacını karşılamak için” kullanıldığınıiddia etmiştir. Deprem vergisinin sağlık, eğitim,duble yollar gibi ihtiyaçlara gittiği varsayılırsa buihtiyaçlar için toplanan vergilerin nereye gittiği ise

son derece açıktır. Çürük malzemeler Van'a...

Yapı Denetim Kuruluşları Birliği İstanbul ŞubeBaşkanı Tekin Saraçoğlu'nun, "19 ilde yapıdenetimi başladığı zaman biz malzemeleri delaboratuvarlarda kontrol ediyoruz. 19 ilde yapıdenetim olan yerlerde vasıfsız malzemelerkullanılmadı. Önceleri çok rastladık ancaksonradan böyle malzemeler görülmedi. Bumalzemeler nerelere gitti? Yapı denetimi olmayan

illere gitti. Bakın, buyıkılan binalarınmalzemesinin de testedilmesi lazım"açıklamasıyla işaretettiği nokta ise Kürthalkına yönelikayrımcılığın ve kirlipolitikaların depreminsonuçlarını nasılkatmerlediğini kanıtlarniteliktedir. Depremyönetmeliğine uygunolmayan malzemelerindeprem bölgesi olan

Van'da kullanımına göz yumulmuştur.Deprem sonrasında da

faşist kudurganlık

Kürt halkına yönelik kirli savaş politikaları ilebirlikte tırmandırılan şoven dalga Van depremiardından da hız kesmemiştir. Faşist çevrelerden“Allah belalarını verdi” tepkileri yükselmeyebaşlamıştır. Sermaye devletinin sözcüleri ise her nekadar “milli birlik, bütünlük” temasını öneçıkartarak bunu dillendirmeseler de depremdensaatler sonra Van'a gidebilmiş(!), çalışmalarınyetersiz olmasına tepki gösteren halka, polisterörünü devreye sokarak gaz bombaları ilesaldırmıştır. Emperyalizme uşaklıkta sınırtanımayanlar konu deprem felaketini yaşayan Kürthalkı olunca kendi potansiyelini görmek istemiştir.Uluslararası yardımları geciktiren sermayedevletinin tutumunu Başbakan yardımcısı BeşirAtalay “öncelikle kendi potansiyelimizi görmekamacıyla arama kurtarma yardım ekipleribekletildi” diyerek açıklamıştır.

Van depreminin ardından depremin değilkapitalizmin öldürdüğü gerçeği bir kez daha çıplakbir şekilde görülmüştür. Rant hırsıyla insanhayatını hiçe sayan kapitalist düzenin barbarlığıdepremin bir Kürt ilinde gerçekleşmesiyle daha daçarpıcı bir halde teşhir olmaktadır. Tüm buyaşananlar karşısında “insanca ve onurlu biryaşam”ın ancak sosyalizmde olduğu vurgulanmalı,yaşanan felaket sonrasında yaralarını sarması içinKürt halkıyla dayanışma büyütülmelidir.

Van depreminde de sorumlu sermaye devletidir...

Halkların kardeşliğini büyütelim!

Meydana gelen büyük

ölçekte can ve mal kaybı

bizlere 1999 Marmara

depremlerinde

yaşananları hatırlatırken,

Kürt halkına yönelik

şoven saldırılar ve

ayrımcılık Van'da

felaketin sonuçlarını

daha da boyutlandırdı.

Page 28: Ekim Gençliği 134

28

Son dönemde halk hareketleriyle sarsılanOrtadoğu’nun hâkimiyetini ellerinde bulundurmakisteyen emperyalistler bu amaç doğrultusunda birdizi projenin yanında füze kalkanı projesini dehayata geçirmeye hazırlanıyorlar. Kuruluşundanbugüne emperyalizme göbekten bağımlı olan Türkdevleti ise füze kalkanının kurulması içintopraklarını açmış durumda. Füze kalkanı ilebirlikte ABD, Ortadoğu ve doğal kaynaklarüzerindeki egemenliğini sağlamlaştırırken Türksermaye devletine de bekçilik görevi düştü.

Hiçbir gözyaşı emperyalistlerle

işbirliğini saklayamaz

Suriye’de yaşananlar üzerine her konuşmasındasivil halkın zarar gördüğünden, hiçbir yönetimininsanların kanı üzerine basarak duramayacağındanve er ya da geç bu kanda boğulacaklarındansözeden sermayenin sözcüleri diğer taraftansa Kürthalkına karşı baskının dozunu iyice arttırmaktadır.Bölgede “dikensiz gül bahçesi” oluşturmayaçalışan sermaye devleti her gün yenioperasyonlarla binlerce Kürt’ü gözaltına almaktave tutuklamaktadır. Onlarcasını da sokak ortasındakatletmektedir. Ancak tüm bu baskı politikasınaKürt halkının karşılığı bir kez daha direnişolmuştur.

Ortadoğu’da bir model olmaya çalışan Türkdevleti, yaptığı açıklamalarla İsrail’e karşıymış veArap halklarının yanındaymış imajı yaratmayaçalışmaktadır. Oysa bizler biliyoruz ki, yıllardırFilistin halkının üzerine bomba yağdıran İsrailuçakları eğitimlerini Konya’da yapmaktadır.Bugün hala İsrail ile askeri anlaşmalar devametmektedir. Sermayenin sözcüleri halkların gözünüboyamaya çalışırken aynı zaman da halklarüzerinde uygulanan baskı ve imha politikalarındabizzat rol almaktadır. Bugün de füze kalkanıylaİsrail ile birlikteyeni katliamlarınortaklığınasoyunulmaktadır.

Füze kalkanıprojesiylecoğrafyamızemperyalistilerinsınırsız kullanımınaaçılırken, radarın buyılın sonuna kadarMalatya Kürecik’tekurulmasıplanlanmaktadır.Bununla beraberimha edici füzeleritaşıyan Amerikansavaş gemileri deTürkiye’de görev

yapmak için hazırlanmaktadır.Emperyalist işbirliğinin faturası

işçi emekçilere ödetiliyor

Kardeş halkların üzerine yağdırılan bombalarınve füze kalkanının faturası ise yine işçi veemekçilerin cebinden çıkıyor. Kalkanın ardında enaz 100 milyar dolarlık silahlanma bütçesi durduğusöylenirken bunun faturası vergilerle ve ödenenfaturalarla emekçilere ödetilmektedir. Şimdidenelektriğe ve doğalgaza yapılan zamlarla sinyalleriniveren bu süreç aynı zamanda işçi ve emekçileri debu kirli savaşın ortağı haline getirmektedir. Kardeşhalkların başına yağacak tüm bombaların parasıişçi ve emekçilerin cebinden alınmış olacak.

‘68 gençlik hareketi yol gösteriyor

Bugün eğitime yeteri kadar bütçe ayrılmazkenve üniversiteler tamamen ticarethaneye çevrilirken,içerisinden çıkılamayan yeni harç zamları gündemegetirilirken savaşa bu kadar bütçe ayrılmasınagençliğin ses çıkarması gerekmektedir.

Daha önce de bu topraklara 6. filo ile çıkarmayapan emperyalistlere gereken yanıt nasıl verilmişise, halkların katili olarak bilinen Komer ODTÜ’yegeldiğinde emperyalizme duyulan öfke nasılKomer’in arabasında harlanmışsa, yine öyle birmücadele verilmelidir. Bu kez de füze kalkanı ileemperyalistler bu topraklarda yeni üsler kurmayahazırlanılıyor. ‘68 gençlik hareketi bugün de bizgençliğe yürünmesi gereken yolu gösteriyor. Günanti-emperyalist mücadeleyi büyütme günüdür.Bunun için daha fazla cüret kuşanmalı ve bir adımdaha öne çıkmalıyız. Emperyalizme karşı halklarınmücadele kalkanı olmak için bir adım daha ileriçıkmalıyız!

A. Akın

Emperyalizme kalkan olmayacağız!

İki Amerikancı rejim

arasında yaşanan

gerilimler yapay

olmamakla birlikte,

Tayyip Erdoğan başta

olmak üzere AKP

şeflerinin İsrail’e “efelik”

taslaması, kaba bir

sahtekarlıktan başka bir

şey değildir. Zira ortada

dinci şefler adına ciddi

bir duruş olsaydı, aynı

mizansen defalarca

tekrar edilmezdi.

Page 29: Ekim Gençliği 134

29

Araçlar gereksinmelerden doğar ve buihtiyaçlara yanıt verebildiği ölçüde anlamlıdır.Siyasal çalışmada ve örgütlenme çabasında ne

kadar farklı araçları devreye sokabildiğimiz ise biryerde faaliyette ustalaşmanın bir göstergesidir.

Bugüne dek deneyimlediğimiz esnek araçlardanbiri de yerel yayınlardır.

Yerel yayının içeriği ve biçimi

Aslına bakarsak ülke ve dünya gündemindenfakülte ve bölümler özelindeki yazılara, kültür-sanat köşesinden çeşitli konularda röportajlara,karikatür ve bulmacaya kadarhemen her konu yerelyayınlarda yeralabilir. Üniversiteningündemine ilişkinveya mesleki yazılaryayının “yerli/buralı”olma özelliğini arttırır.Bu özellik tam da yerelyayın gibi bir esnekaracın taşıması gerekenbir özelliktir. Bunundışında her sayının birteması olabilir(geleceksizlik, kadınsorunu, anayasa, har(a)çlarve paralı eğitim,tersanelerdeki iş cinayetleriya da Ortadoğu'dakitoplumsal hareketliliklergibi).

Bu genel formatın dışındabelli bir konu veya alanaodaklanmış esnek araçlar dakullanılabilir. Örneğin birdönem İstanbul'da dönemin devrimci bir çevresi ileortaklaşa şiir fanzini çıkartıldı. Oldukça etkili olanaraç etrafında belli sayıda insan toparladı. Üsteliksadece şiir ile sınırlı kalmayıp her iki siyasal yapıda o dönem çalışmanın çevresinde tanışılaninsanları devrimcileştirmeyi başarabildi.

İçerik konusuna dönecek olursak, kendimiziyayımlanacak yazıların kapsamını sınırlandırmakveya politik içeriğini daraltmak gibi bir düşünceninbasıncı altında hissetmeyelim. Pekala düzen karşıtı,radikal içerikli yazılar yerel yayında yer alacaktır.Burada gözden kaçırılmaması gereken iki noktavar: Öncelikle, içeriğinden taviz verilmeden, biçimolarak (dili ve üslubu bakımından) uygun dilyakalanmalı. Söyleneceklerin mümkün olduğuncaanlaşılır ve duru şekilde anlatılması iyi olur.İkincisi, işlenecek konulardan ifade ediliş tarzınakadar hedef öğrenci kitlesini ve çalışma alanınınözgünlüklerini gözetmekte büyük fayda var. Doğalolarak bu siyasal bir gençlik dergisinden ayrı birişlev göreceğine göre biçim, içerik ve tarz

bakımından belli farkları olmak durumunda. Öbürtürlü, böyle ayrı bir araca gerek kalmazdı.

Esnek aracın, mekanik biçimde devrimci birörgütlenme olarak algılanmamasına dikkatetmeliyiz. Sorulduğunda elbette ki çalışmasınıyapan insanlar siyasal kimliklerini dürüstçeaçıklamalı. Bununla beraber zaten öğrenci kitlesitarafından ilerici, solcu, toplumsal içerikli bir yayınve çevre olarak bilinip tanınması amaca dahauygun olacaktır.

Görsel olarak da zengin,bol resimli, okunaklı, hemiçerik hem biçim olarak“kendini okutan” bir yayınher zaman dahakullanışlıdır.

Yerel yayın

faaliyetinin işlevi

Yerel yayınlar, yeniinsanlarla onların ilerici“duyarlılıkları”üzerinden tanışmak içinoldukça elverişliaraçlardır. EkimGençliği ileulaşabildiğimizinsayıca belki on katı veoldukça farklıkesimden insanlaböylelikle temasedebiliyoruz.

Faaliyetin birdiğer işlevi;

kültürel, düşünsel ve sanatsal bir üretimalanı oluşturulması. Özellikle birçok üniversitekampüsü bu konuda fazlasıyla yetersiz ve sığ.Birçoğunda, kariyer kulüplerini dışta tutarsak,doğru düzgün öğrenci kulübü bile olmayabiliyor.Ve doğallığında üniversitede okuyan öğrenciler butürden etkinliklere açlık duyuyorlar.

Esnek araçlar, kendi esnek örgütlenmesini deyaratabilmektedir. Belli amaçlarla biraraya gelen,belli düşünsel, yaklaşımsal ve hatta amaçsalortaklıklar taşıyan insanlar bu araç etrafındaöbeklenebiliyor ve belli periyotlarda biraraya gelipbelli etkinliklerde bulunabiliyorlar. Bu da bir çeşitörgütlenmedir. İster yoğun bir uğraş sonucundabüyük ölçüde bizim çabalarımızla bir araya gelsin,ister bir ölçüde kendiliğinden oluşsun, elimizinyetmediği yerlere ulaşmamızı, dokunmamızısağlayacaktır. Üstelik böylelikle tamamen bizimdışımızda oluşmuş benzeri öğrenci topluluklarınada daha “meşru” bir müdahale zemini ve onlarlatanışma olanağı oluşturacaktır.

Faaliyeti yayını çıkartıp dağıtımını

Yerel yayın çalışması deneyimleri

Esnek aracın, mekanik

biçimde devrimci bir

örgütlenme olarak

algılanmamasına dikkat

etmeliyiz. Sorulduğunda

elbette ki çalışmasını

yapan insanlar siyasal

kimliklerini dürüstçe

açıklamalı. Bununla

beraber zaten öğrenci

kitlesi tarafından ilerici,

solcu, toplumsal içerikli

bir yayın ve çevre olarak

bilinip tanınması amaca

daha uygun olacaktır.

Page 30: Ekim Gençliği 134

30

gerçekleştirmekle sınırlandırmaya gerek yok. Filmgösterimlerinden, tiyatro, fotoğrafçılık, sinema,felsefe, edebiyat, bilim, şiir atölyelerine, hukukmühendislik gibi bölümlere has topluluklara kadaralt işleyiş ve birimler oluşturmak mümkün. Buradaelbette belirleyici olan olanaklar ve ihtiyaçlarolacaktır.

Tüm bunların yanı sıra, siyasal etkimizingenişleyip yaygınlaşmasına da büyük katkıdabulunacaktır. En basitinden, yüzlerce satılan buyayın çeşitli olayları büyük ölçüde bizimpenceremizden insanlara aktaracaktır. Buçalışmanın çıkartacağı olası bir tiyatro ekibindenfotoğraf sergisine kadar tüm ürünleri soldan vedevrimden yana bir esinti yaratacaktır.

Çalışma tarzı

Çalışmaözelliklebaşlangıçsüreçlerindeneredeyse bir tekkendi güçlerimizesıkışan bir halalabiliyor ya dabirçok işi üstümüzealmamızgerekebiliyor.Yapılacaklarınmümkün olduğuncakolektif şekilde veinsanlarıninisiyatiflerinigeliştirecek tarzdayürütülmesi en sağlıklısıolacaktır. Böylece çevresindekümelenen insanların yayını veçalışmayı sahiplenme düzeyi deartacaktır. Böyle bir işleyiş, önsüreçlerinde kendi emekleriolduğu için arkadaşlarımızınyerel yayının dağıtımından,tanıtılmasına birçok iştegönüllü ve enerjik olmalarınıkolaylaştıracaktır.

Yerel yayın çalışmasınınve ilişkili atölyelerin hertürlü faaliyet planlanmasıdışa açık toplantılarda kararlaştırılmalı. Örneğinhaftalık düzenli toplantılarla, alanda o hafta neyapılabileceğine kafa yorulup şekillendirilebilir.Yayının gündemlerinin belirlenmesi, yazı ve diğeriçeriğin paylaşımında da benzer bir yöntemizlemelidir.

Yazılar taslak halde hazırlandıktan sonrayazıların yayınlanmadan önce ortak bir platformdatartışılması iyi bir yöntem olabilir. Adı üstünde biresnek araçtan söz ettiğimize göre, genel olarakyazıların içeriği konusunda katı bir müdahalecilikdoğru olmaz. Yine de düpedüz gerici bir pozisyonusavunan bir yazının (paralı eğitimi savunan liberalbir yazı, Kürt düşmanı milliyetçi bir yazı vb.)yayınlanmasına rıza gösterecek değiliz. Ancakpolitik içerik bakımından daha “az sorunlu” birnoktadaysa, yazan arkadaş ikna olmamışsa ya daiçine sinmemişse, tercihen yazının olduğu gibiyayınlanması ve yanına da daha devrimci birpencereden bakan ikinci bir yazının konulması iyibir yöntem olabilir.

Birkaç önemli nokta daha

Son olarak, birkaç noktaya daha değinip yazıyısonlandıralım. İlkin; yayını çıkartmak da, kültür,sanat vb. alanlarda işletilecek atölye ve etkinliklerde kendi içinde bir amaç değildir elbette. Tümbunları devrimci mücadeleye sağladığı katkılarçerçevesinde ele almak durumundayız. Örneğin ilkelden tanıştığımız insanlarla -politik anlamda da-ilgilenmek, güç ve enerjimiz itibariyleilgilenemeyeceğimiz onlarca insanla tanışmaktanyeğdir.

Yerel yayın deneyimlerimizdeki bir başka ortaksorun, yayın faaliyetini kalıcılaştırıpkurumsallaştırmakta

yaşıyoruz ki bu elbettegüç ve enerjimizdekisınırlılıkla doğrudanalakalı. Çalışmayabaşlıyoruz.Etrafımızda çeşit çeşitözellikleri olan, bellisayıda insantoparlanıyor. Bir sürebirlikte yürütüyoruzişi. Sonrasında yabizden uzaklaşıyorya arkadaşlıkilişkimiz devamediyor ancakkültür-sanat vb.

alanındaki eskihevesi kalmıyor. Ya

da kimiarkadaşlarımızda örgütlenipdevrimcileşiyorki o zaman da -hele biraz da sığbakıyorsak-esnek araca“gerek kalmıyor”veya başkayoğunluklardan

olanak olmuyor.Sonuç olarak

bütün bir dönemsürdürüyoruz yerel

yayın faaliyetini. Belki bir kişiyi örgütlümücadeleye yahut birkaç kişiyi çevremizekazanıyoruz. Belki yaygın ve tempolu bir çalışmasürdürmüş, sesimizi duyurmuş oluyoruz. Gelgelelim sonraki seneye yerel yayına ilişkinneredeyse hiç kalıcı bir mekanizma bırakamıyoruzve hemen hemen sıfırdan başlıyoruz.

Peki bunları nasıl aşarız? Siyasal örgütlülükdüzeyleri, kişisel sınırlılıkları ne olursa olsun buişle gönüllü şekilde ilgilenecek ve kafa yoracakinsanlardan oluşan, hiç değilse birkaç kişilik, kalıcıbir işleyiş (toplamın denetimindeki bir yazı kurulugibi), esnek aracın sürekliliğinin sağlanmasınıkolaylaştıracaktır belki de.

Önceki deneyimlerimizden bu tür bir aracınolumlu olanaklar sunabildiğini biliyoruz. Bu neöyle kolay ne de zor bir iş. Sonuç eldeedebilmemiz ise eninde sonunda ne kadar emek vezaman harcadığımızla, aracın kullanımını ne kadaramaca ve ihtiyaca uygun uyarlayabildiğimizleyakından ilgili.

Yerel yayın çalışmasının

ve ilişkili atölyelerin her

türlü faaliyet planlanması

dışa açık toplantılarda

kararlaştırılmalı. Örneğin

haftalık düzenli

toplantılarla, alanda o

hafta ne yapılabileceğine

kafa yorulup

şekillendirilebilir. Yayının

gündemlerinin

belirlenmesi, yazı ve

diğer içeriğin

paylaşımında da benzer

bir yöntem izlemelidir.

Page 31: Ekim Gençliği 134

31

“Durup bakan mısın? Yoksa işe koyulan mı? Yada yere bakıp sırtını dönen?” Bir yazıyaNietzche’nin alıntısı ile başlamak bizler için biraztehlikeli. Tehlike ise alıntı yaptığınız insanıntoplumcu olmaması. Ama yine de dediği doğrudur.Bizler durup bakan mı olacağız? İşe koyulan mı?Yoksa hiç aldırmayıp, gözümüzü yere dikip,sırtımızı dönüp hiçbir şey olmamış gibi hayatımızadevam mı edeceğiz?

Bizler kendimizi bugün için önemsiz görebiliriz.Kocaman dünyada sadece bir nokta olduğumuzudüşünebiliriz. Büyüklerimizin dediklerinden,onların bizim için “en iyisini” düşündükleriçemberden dışarı adım atamazken, nasıl olur datümden sorunları kucaklayabiliriz? İskender,ordularındaki pek önemsiz insanlar olmadan fetihyapabilir miydi Asya’ya kadar? Gemilerde forsalarolmasaydı gidebilir miydi Vespucci Amerika’yakadar? O ‘ayak takımı’ denilen işçiler olmasaydıgöbeğini büyütebilir miydi patronlar? Demek kibizler o kadar da önemsiz insanlar değilmişiz.Tarihin asıl öznesi insandır. Onu değiştirmeye kadirtek canlı da insan. Görmedik mi bunu Rusyatopraklarında, yüzü gözü kir içinde, aç, çelimsiz,zincirlerinden başka kaybedecek hiçbir şeyleriolmayanlar nasıl da egemenlerin kalesine diktibayrağı, sömürücülerden iktidarı koparıp, nasıl daemeği başa getirdi. İnsanlık tarihi bu ve buna benzerbir sürü olay gördü. Peki, biz nedenbaşaramayalım?

Arkadaşlar! DTCF öğrencileri!

Bu satırları okuduğunuz sırada küllerinden birAnka yeniden doğdu. Evet, yeniden diyoruz.Bundan önce ismi Anka olmasa da birçok Ankadoğdu üniversitelerde. Kimi zaman çetin rüzgarlara,deli dalgalara karşı Karadeniz de “Martı” oldular,kimi zaman hiçbir otun dahi çıkmadığı yerde inatçıbir “Pıtrak” oldular, kimi zaman da profesyonel birdünya yaratmak için “Amatör” oldular. Varoluşnedenleri sistemin onlara dayattığı kalıplarıparçalamaktı. Tek düzeliğe karşı oyunbozanolmaktı. Tek bir amaçları vardı:“Dünyayıyorumlamanın yanı sıra onu değiştirmek.”

Her şeyin kendi içinde bir mantığı, bir amacıvardır. Peki, bizim bu fanzini çıkartma amacımızneydi? Neydi bizi rahatsız eden, bizi bu fanziniçıkartmaya iten? En başta ve ilk rahatsız olduğumuzgerçeklik, bizim de içinde bulunduğumuz gençliğindünyada olanlara, sanata, kısaca her şeye ve enönemlisi kendi hayatına ilgisiz kalmasıydı. Eğerkendi hayatımıza ilgisiz kalıyorsak, demek kibaşkalarının bize biçtiği hayatı yaşıyoruz. Demek kibizler sistem tarafından tam otomatik makinelerhaline getirilmeye çalışıyoruz.

Evden okula giden, okuldan eve dönen, hep aynışeyleri konuşan, hep aynı şeyleri yapan, hayatını,

durduğu noktayı sorgulamayan, düşünmeyen,çevresine ilgisiz kalan makineler. YineNietzche’den bir alıntı yaparsak; “Gerçek misin? Yada sadece bir oyuncu? Bir yansıtıcı mı? Yoksayansıtılan mı?” Bizler sistemin bize biçtiğioyunların içinde oyuncular değiliz. Bizler tarihideğiştirmekteki rolü oynayanlarız. Biz tam vegerçek anlamıyla gerçeğiz, böyle olmakdurumundayız. Biz Anka’ya emek verenler, gençliğikendi sorunlarına sahip çıkan, çevresine duyarlı vekendinde değiştirme gücü bulan bir çizgiyeçekmeye çalışıyoruz. Biz Ankalar, sisteminmakinesi değil, bölüşen, paylaşan, kendini çokyönlü geliştiren, yanlış olanı değiştiren ‘yeni insan’olacağız! Ve diyoruz ki biz bu yaratılmaya çalışılanmakinenin çarklarını paramparça edeceğiz.

Bugün gençlik kendini önemli meselelerdenuzak tutuyor. Özellikle politikadan… Peki yapolitika sadece bir ilgi alanı mıdır? Belli kişilerilgilense yeterli midir? Kararları bizden olmayanaklı da göbeği gibi yağ bağlamış, bizlerin vebizlerin anne babalarının emekleri üzerindengeçinen bir avuç asalak alıyor. Bizler kendikararımızı alamayacak kadar akıl yoksunu değilizelbette. Eğer kararlarımızı kendimiz alırsak,sorunlarımıza kendimiz çözüm bulursak, eğitimticarileşemez, harç parası olmaz, yemekhanedenzehirlenmeyiz, amfilere yüzlerce kişi doldurularakhiçbir şey anlamadan bir saat uzaklardaki bir sesianlamaya çalışmak zorunda kalmayız. Parasız,bilimsel eğitim olur. Fakat bunların olmasıkapitalizmin, paradan beslenenlerin hoşuna hiç amahiç gitmez. Çünkü bu durumda ceplerini para iledolduramazlar.

Bizler bu haklı taleplerimizi istediğimizde ise,kafamızda cop kırılır, soluğumuzu biber gazlarıkeser, kelepçeler ellerimiz morarana kadar sıkılır.Bu asalaklar bizleri yoz kültürü ile ekrana, şovenistzehiriyle silaha, apolitikleştirerek fabrikadaçalıştığımız tezgâha mahkûm etmek istiyorlar. Fakatbizler bu sistemin köleleri olmayacağız. Onuparamparça edeceğiz. Tek bir artığını bilebırakmayacağız. Tabi Marks’ın da dediği gibi“Hayvan olmak istiyorsan olabilirsin elbette.Bunun için insanlığın acılarına sırt çevirmen veyalnızca kendi postuna özen göstermen yeterlidir.”

Bizler bugün her konuya ilgi duyan, çok yönlükişiler yaratmaya çalışıyoruz. Sanatla ilgilenirken,politikayla da ilgilenen, çevredeki sorunlarıdüşünürken bu sorunların düzenden bağımsızolmadığını göstermek için Yeni insan olma yolundaAnka’nın DTCF için önemli bir yerde durduğunuvurguluyoruz.

DTCF Anka(Ankara Üniversitesi DTCF'de yayın hayatına

başlayan ANKA'nın sesleniş metnidir…)

Yeni insan olma yolunda

ANKA…

Biz Ankalar, sistemin

makinesi değil, bölüşen,

paylaşan, kendini çok

yönlü geliştiren, yanlış

olanı değiştiren ‘yeni

insan’ olacağız! Ve

diyoruz ki biz bu

yaratılmaya çalışılan

makinenin çarklarını

paramparça edeceğiz.

Page 32: Ekim Gençliği 134

32

Türkiye’de komünist hareket bundan tam 24 yılöncesinde ortaya çıkmıştır. ‘87 kopuşuyla birlikteEkim Hareketi TDKP’den ayrılarak ideolojidebilimsel sosyalizm bayrağına sarılarak yolyürümeye başlamıştır. Komünist hareket nicelikselolarak çok sınırlı güçleri olmasına rağmen, Türkiyedevrim tarihinde niteliksel bir sıçrama yapmıştır.Devrimci ideolojiyi, Marksizm’i doğru kavrayarakonun maddi zemini olan devrimci sınıf içerisindevar olma, güç olma ve kadrolaşma, bununla birlikteillegal-ihtilalci partiyi bir an önce inşa etme,yaratma noktasında tam bir bilinç açıklığıylahareket etmiştir. ‘87’de sadece TDKP’denkopulmamış, TDKP şahsında Türkiye’yedamgasını vurmuş 30 yıllık halkçı, popülistdevrimcilik anlayışından kopmuştur.

Ancak tüm bunlarla birlikte elbette EkimHareketi’nin de sahiplendiği hem bu coğrafyadahem de uluslararası ölçekte bir tarih, birikim vedeneyimler yığını vardır. Hiçbir şeyin yoktan varolmadığı bilinmektedir ve “geçmişi olmayanıngeleceği de olamaz” denilerek sahiplenilen tarihParti’nin 10. yılı vesilesiyle gerçekleştirilen gecedeşöyle açıklanmıştır:

“TKİP’nin dayandığı tarih, KomünistManifesto’nun ilanıyla bilimsel pusulasını bulan,1848 Devrimleri ile ilk devrimci itilimini kazanan,Paris Komünü ile yeni bir safhaya ulaşan venihayet Ekim Devrimi’nin büyük devrimci fırtınasıile bütün bir 20. yüzyıla damgasını vuran zengin,dopdolu, onur ve gururla anılan bir tarihtir. TKİPişte bu tarihten geliyor, buradan kök alıyor, bukaynaktan besleniyor, bu birikime dayanıyor.

TKİP, yalnızca bu zengin uluslararası tarihimirasa dayanmıyor. O, Türkiye’nin kendi öz ilerici-devrimci birikiminin de en dolaysız bir ürünüdür.Mustafa Suphiler’in inanç dolu ilk adımları, NazımHikmetler’in ve Doktor Hikmetler’in en zorkoşullardaki direnci ve davaya bağlılığı, ‘60’lıyılların topluma soluk aldıran taze sol rüzgarı, 71Devrimcileri’nin, Denizler’in, Mahirler’in,İbrahimler’in devrimci çıkışı ve boyun eğmezliği,‘70’li yılların coşku dolu devrimciliği, 12 Eylül’ünkaranlık yıllarının umut dolu devrimci direnci,devrimci tarihimizin tüm bu birikimi, TKİP’yidolaysız olarak besleyen kaynaklarıoluşturmaktadır. TKİP bu mirasa dayanıyor, bukaynaklardan besleniyor, bu birikimin üzerindeyükseliyor. Bugünün Türkiye’sinde bu birikimi işçisınıfı devrimciliği üzerinden yaşatıyor ve geleceğetaşıyor. TKİP’nin gerçek yaşına, mücadelegeçmişine, devrimci deneyimine ve birikimineburadan bakmak gerekir. Biz her zaman buradanbaktık, buradan bakıyoruz.”

Komünist hareket böylesine büyük bir mirasısahiplenerek ortaya çıkmıştır. Geçmiştekisahiplenilen tüm deneyimleri doğruları ve

eksiklikleriyle birlikte Marksist bir tahlilleeleştiriye tabi tutmuştur.

Yenilginin adı 12 Eylül:

Öncesi ve sonrası

Türkiye sol hareketi 60’lardaki hızla gelişenkapitalistleşmeyle birlikte gelişip serpilmiştir. ‘80öncesine gelindiğinde ise Türkiye tam anlamıylakaynayan bir kazan durumundadır. Her anlamdadevrimci koşullar oluşmuş, devrimci örgütlerkitlelerle buluşarak onbinleri, yüzbinleri yürütecekbir duruma gelmiştir.

Devrimci mücadelenin bu kadar güçlü olmasınakarşın 12 Eylül 1980 darbesi Türkiye devrimcihareketi için tam bir yenilgi, demoralizasyon vetasfiye süreci olmuştur. Kitlelerin düzene karşı olanöfkeleri devrim kanalına akıtılamadığı gibi, birkaçistisna dışında, kitlelere önderlik eden devrimcipartiler ve önderler darbeyle birlikte devrimdavasına sahip çıkmamışlarıdır. Devrimci örgütlerbu süreçten sonra tasfiye olmuş ve düzen içi yasalkanalların kullanılması amaçlaştırılmaya veyaöncelik haline getirilmeye başlanmıştır. Böylecedevrimci ufuk kaybolmuş yerine reformist ufukgelmiştir. Dünya genelinde yaşanan ‘89 çöküşü busürece ayrı bir ivme kazandırmıştır.

Tüm bu olumsuz tablo içinde Ekim Hareketigeçmişin geleneksel halkçı hareketlerindenkoparak, yüzünü işçi sınıfına dönerek, buradan güçalarak önüne ilk hedef olarak partileşmeyikoymuştur. Sosyalizmin ve işçi sınıfının bittiğininsafsatalarının ilan edildiği, Sovyetler’in dağıldığı,dünyada ve Türkiye’de her anlamıyla birgericiliğin yaşandığı bir dönemde tarihin gördüğüen ileri devrim olan Ekim Devrimi’ni rehber alarak“Yeni Ekimler için ileri!” şiarı yükseltilmiştir.Elbette bu Marksizm’e, işçi sınıfına ve devrimciörgüte sarsılmaz inancın bir ürünü olabilir ancak.

“Biz siyasal mücadele sahnesine çıktığımızdönemde, Ekim Devrimi’nin ürünü hemen tümmevziler ve kazanımlar yitirilmişti. Bu, ‘89yıkılışının hemen öncesi idi. Ama biz, tam da böylebir dönemde, Ekim Devrimi’ni ışık seçtikkendimize. Ekim Devrimi’nden geriye kalan veartık içi boşalmış olanın da yıkılıp gideceği birsırada, “Yeni Ekimler için ileri!” şiarı ile ortayaçıktık. Tüm dünyaya egemen bu siyasal gericilikdöneminde, anlamlı bir tercihle EKİM isminibenimsedik. Çünkü kapananın yalnızca kendineözgü bir dönem olduğunun bilincindeydik. Tarihinçarkı dönüyordu ve kapitalist dünyanın onulmazçelişkileri, çok geçmeden yeni Ekimler’i insanlıkiçin bir ihtiyaç haline getirecekti”. (“10. Yılvesilesiyle Parti, Sınıf, Devrim, SosyalizmGecesi”nde yapılan “ Türkiye’nin devrimcigeleceğine hazırlanıyoruz!”başlıklı konuşma...)

Devrimin ve sosyalizmin partisi

TKİP 13. yılında!

Devrimci ideolojiyi,

Marksizm’i doğru

kavrayarak onun maddi

zemini olan devrimci sınıf

içerisinde var olma, güç

olma ve kadrolaşma,

bununla birlikte illegal-

ihtilalci partiyi bir an

önce inşa etme, yaratma

noktasında tam bir bilinç

açıklığıyla hareket

etmiştir. ‘87’de sadece

TDKP’den kopulmamış,

TDKP şahsında

Türkiye’ye damgasını

vurmuş 30 yıllık halkçı,

popülist devrimcilik

anlayışından kopmuştur.

Page 33: Ekim Gençliği 134

Ortaya çıkmasıyla birlikte dünyada veTürkiye’de geçmiş mücadelelerin tümdeneyimlerini sınıfsal temelde Marksist bireleştiriye tabi tutmuştur. Türkiye’de yıllardırdevrimci örgütlerin işçi sınıfı deyip nasıl onunlasadece gönül bağının ötesine gidemediğini gözlerönüne sermiştir. Dünya genelinde yaşanan modernrevizyonizm ile sosyalizm deneyimlerini devrimcieleştirisini yapmıştır. Bunlar kaba bir inkarcılığadüşülmeden, tartışılmaz dogmalar tartışılarak yıkıcıbir eleştiri ve daha ilerisini yaratma inancı veamacıyla yapılmıştır. Aslında bir bakıma yıkma veyapma diyalektiği işletilmiştir.

Ekim Hareketi yüzünü hep işçi sınıfınadönmüştür. Küçük burjuva devrimciliğindenkoparak sınıf devrimciliğini tercih etmiştir. Sınıfiçerisinde hayat bulmaya çalışmış, kadroları veillegal-ihtilalci örgütü buradan var etmeyeçalışmıştır. ‘80’lerin sonuna doğru yükselen sınıfhareketi , ‘90’ların başında tekrardan gerilemişbuna rağmen kararlı ve inatçı bir şekilde sınıfiçerisinde güç olmaya çalışmıştır. Mücadelesahnesinde yer aldığı ilk andan itibarenpartileşmeyi, devrimin ve sosyalizmin partisini inşaetmeyi görev bilmiştir.

TKİP 13. mücadele yılında

Türkiye’de devrimin ve sosyalizmin partisi olanTKİP kurulalı 13 sene oldu. Komünistlerin ortayaçıktıkları ilk andan itibaren öncelikli hedefi olandevrimci partiyi inşa etme süreci 1998 Kasım’da“Devrim tarihimizde bir kilometre taşı: TKİPkuruldu!” diyerek gerçekleştirilmiştir. İşçi veemekçileri sömürerek kendisini var eden bu düzeniyıkarak gerçek eşitliğe ve özgürlüğekavuşulacağının bilincine varan Ekimciler buaygıtı yaratabilmek için tüm güçlerini bu uğurdaseferber etmesini bilmiş, uzun soluklu birmücadeleyle sosyalizmi kuracak aracıyaratmışlardır. Bundan sonrası artık devrimci sınıfıörgütlemek, sınıfın kin ve öfkesini devrimmücadelesine akıtmaktır. Partinin ilanı burjuvaziyekarşı açılan savaşın çağrısıdır. Bu savaş başta işçive emekçiler olmak üzere tüm ezilenlerin savaşıdır.Kızıl bayrak gönlere çekilerek devrim iradesinin veinancının dosta düşmana karşıgösterilmesidir TKİP.

Partinin ilanıyla birlikte sermaye devletidevrirmek için saldırmış ancak gerekenyanıt o derece açık ve net olmuştur. Ölümoruçlarında ve Ulucanlar’da Parti heranlamıyla alnının akıyla çıkmasını bilmiştir.Yıkamayan darbe güçlendirmiştir.

TKİP 3. Kongresi:

Partileşme süreci devam ediyor!

Gerçekleştirilen 3. kongreyle birlikteTKİP hala inşa sürecinin devam ettiğinibelirterek, işçi sınıfının ve devrimin partisiolmak için tüm güçlerini sınıfla etle tırnakgibi olmaya çağırmış, soldaki tasfiyecicereyana karşı bir kez daha “Devrimciörgüt yaşamsaldır!” sözünü kendisinepusula edinmiştir.

“Biz hala partileşme sürecinin ilkaşamasındayız ve doğrusunu söylemekgerekirse, bu ilk aşamanın da henüz ilkadımlarındayız. Hatırlayacağınız gibi bu,

kongre gündemi metninde de tam da aynı açıklıktavurgulanıyor. Biz hala ideolojik ve örgütselkimliğini geliştirme çabası içinde olan, sınıfın enileri unsurlarıyla birleşmeye çalışan,örgütlenmesini sınıf zeminine oturtmaya vekadrosunun esas ağırlığını sınıf bilinçliproleterlerden oluşturmaya çalışan bir partiyiz. Buanlamda, partinin gerçek bir kuruluşu anlamında,hala da bir parti inşa süreci içindeyiz. İnşasürecini yeni bir düzeyde geliştirip sürdüren, bunaihtiyacı olan bir partiyiz…”

“Devrimci illegal örgütsel temel ve faaliyet,devrimci bir legal çalışmanın da temel koşulu vegerçek güvencesidir. Partimizin konuya ilişkindeğerlendirmelerinde her zaman vurgulandığı gibi,devrimci illegalite ile devrimci legalite birbirinikoşullayarak diyalektik bir bütünlük oluşturur.Bunları birbirinden kopardınız mı ikisini dasakatlamış, devrimci işlevi yönünden boşa çıkarmışolursunuz. Devrimci illegalitesi olmayan, bustratejik temele dayanmayan bir legalite, düzeninicazet alanına girmek ve oportünist bir siyasalakım olarak bozulup yozlaşmak anlamına geliryalnızca. Ama tersinden, devrimci legaliteyikullanamayan bir illegalite de yaşam gücü, hele degelişip serpilme olanağı bulamaz. Bir çeşitkomplocu bir yapılanma olarak geçici bir dönemiçin belki var olabilir, ama hiçbir zaman uzunvadeli bir yapılanma olmayı başaramaz ve birörgütsel kalıcılık sağlayamaz...” (TKİP III.Kongresi Açılış Konuşması’ndan vetutanaklarından)

“Parti, sınıf, devrim!”

Bu üçleme Ekimciler’in özü ve özetidir.Marksizm bu topraklarda gerçek anlamda EkimHareketi ile birlikte asıl anlamına ve öneminekavuşmuştur. Marksizm’in özü olan “Parti, sınıf,devrim” şiarı TKİP ile birlikte somutlanmıştır.Kurulduğu günden itibaren devrimci partide,devrimci sınıfta ve devrimde ısrarın adıdır TKİP.Bolşeviklerin gerçekleştirdiği Ekim devrimiyleaçılan proleter devrimler çağına, TKİP bir yenisinidaha eklemek iddiasındadır.

Marksizm bu

topraklarda gerçek

anlamda Ekim Hareketi

ile birlikte asıl anlamına

ve önemine

kavuşmuştur.

Marksizm’in özü olan

“Parti, sınıf, devrim” şiarı

TKİP ile birlikte

somutlanmıştır.

Kurulduğu günden

itibaren devrimci partide,

devrimci sınıfta ve

devrimde ısrarın adıdır

TKİP.

33

Page 34: Ekim Gençliği 134

34

Tarihsel olay ve olgulara objektif yaklaşabilenher kişi onaylayacaktır: Sosyalist Ekim Devrimi,20. yüzyılın en önemli toplumsal olayıdır.Gerçekleşmesiyle dünya işçi sınıfına ve insanlığabüyük bir umut ve eşsiz bir ilham kaynağı oldu.Yaşanılan yenilgi ise dünya çapında, buna eşdeğerölçüde bir karamsarlık ve siyasal gericilik ortamıyaratmıştır.

Her şeye rağmen marksist öğretinin pratikteuygulanması anlamında, çok boyutlu bir toplumsallaboratuar işlevi gördü. “Geçmişi aşarak geleceğikazanma” kararlılığında olan bizler EkimDevrimi'ni öncesi ve sonrasıyla iyi kavramakdurumundayız. Okuduğumuz yazı ise bu zengindeneyimi yalnızca belli yönleriyle ve sınırlıbiçimde işleyecek.

1905 Devrimi'nin deneyimi

1905 Devrimi, 1871'deki Paris Komünü'ndensonra Avrupa'da işçi sınıfı önderliğindegerçekleşmiş ilk devrimdi. Bolşevikler, 1917sonrasında bunu Ekim Devrimi'nin bir “genelprovası” olarak nitelemişlerdir. Basit ve tekilgrevlerin nasıl bir çığ gibi genel greve dönüştüğü,nasıl olup da bir silahlı işçi ayaklanmasınavardığını anlamak için bu deneyimi iyi irdelemekgerekir.

1905, işçi yığınlarının öncesinde görülmemişşekilde yaygınlaşan siyasal grevlerine sahne oldu.İşte Bolşevik Parti'nin boy verdiği bu aynıtoplumsal kaynaşma ortamıdır. 1905 Devrimi, “...Çarlığın baskı rejimi altında yeraltına itilmiş işçihareketinin, buradan fışkırmasıyla açığa çıkmasınısağladı. ... Orada görünen 'siyasal gericilik'koşullarıydı; sendikal mücadelenin denetimli veplanlı bir aracı olan grev silahının siyasal kitlegrevi olarak bambaşka bir kimliğe bürünüşüydü;aniden patlak veren kitle hareketlerinin mevcutörgütlenmeleri aşarak yeni örgütsel biçimleryaratışıydı; sınıf mücadelesinin keskinleşmesi ilebu örgütlenmelerin alternatif iktidar organlarınadönüşme eğiliminde oluşuydu; ve nihayet bütün bukoşullara ayak uydurabilecek, bunlar içinhazırlanmış yeni tipte bir devrimci işçi partisineduyulan ihtiyaçtı.” [1]

Rosa Luxemburg “Kitle Grevleri, Sendikalar,Partiler” adlı eserinde 1905 Devrimi'nin “işçihareketinin gelişmesinde yeni bir çağ açtığını”belirtiyor. 1905 Devrimi, gerek gelişim seyri içindefiili önderliğini ve başlıca gücünü işçi sınıfındabularak gerekse istemleri açısından, her bakımdanburjuva devrimin sınırlarını zorladı. Dünyaölçeğinde proleter devrimlerin yeniden güncel halegeldiğine işaret ediyordu. Bunu isabetle gören vegereğini yerine getiren Lenin ve Bolşevikler aynızamanda “uzunca bir zamandır, bütün Avrupa'dabir düzen içi hareket haline gelmiş olan

sosyalizme, devrimci içeriğini de iade etmişoldular.” [2]

Yenilgi yılları ve akıntıya karşı yürüyüş

Yenilgiye uğrayan ve geri çekilen devrim,Rusya'daki devrimci harekette tasfiyeci bircereyana yol açtı. Örneğin, devrim sırasındamangalda kül bırakmayan Plehanov, ayaklanmanıntüm Çarlık'ta kanla bastırılmasının ardından“silahlara sarılmamalıydık!” diyecekti.

Lenin ise olayların fitilini ateşleyen Kanlı Pazarolaylarını değerlendirirken “9 Ocak 1905proletaryanın devrimci enerji deposunu ve sosyaldemokrat örgütün tüm yetersizliğini açığa çıkardı”ifadesini kullanıyor. [3]

Devrimin geri çekilmesinin yarattığı fiziksel vemoral tahribat, Bolşevikleri dışta tutarsak tümRusya “marksist” hareketinde ideoloji ve örgütalanında yasalcı eğilimleri besledi. Komünistler isesiyasal gericilik yıllarında ayakta kalmasınıbildiler. Yaşanan görkemli başkaldırının ne ilk nede son olduğunun bilinciyle fabrika temelindedevrimci sınıf çalışmalarını kesintisiz sürdürdüler.Dahası aynı dönemden örgütsel zaaflarını aşarak vegüçlenerek çıktılar.

Sovyetlerin doğuşu ve

devrimci parti ile ilişkisi

İşçi temsilcileri sovyeti 1905 yılında St.Petersburg'da grevdeki işçilerin geçinebilmesi içinbaşlatılan dayanışma ağı ile oluşturuldu. İlk baştailgili sektörden daha sonra St. Petersburg'un çoğufabrikasından işçi temsilcileri biraraya geldi. Buamaçla doğan birliktelik devrimin yürütülmesindebir karargâh işlevi görebildi, hızla diğer kentlerdede çoğaldı.

Rusçada “meclis” anlamını taşıyan sovyetlerönceden herhangi bir siyasal odak tarafındantasarlanmış değil, devrimin ve mücadeleninihtiyaçlarından doğmuş bir örgütsel şekillenişti.1917'ye gelindiğinde işçilerin zihninde 1905'indeneyimi devrimci anıları canlandı ve mücadeleninbu aynı ihtiyaçları onları bir kez daha sovyetlerioluşturmaya yönlendirdi.

Lenin bu kitle örgütlerine bakış açısının nasılolması gerektiğini söyle anlatıyor: “İşçi vekillerisovyeti mi, parti mi? Sorunun böyle konulmamasıgerektiğini düşünüyorum, yine de mutlaka şucevaba varılmalı: hem işçi vekilleri sovyeti hemparti. Esas önemli soru sovyetin görevleri ileRSDİP'ninkilerin nasıl paylaştırılacağı ve nasılkoordine edileceğinden ibarettir. Sovyetin herhangibir partiye kayıtsız biçimde katılması hatalı olurgibi geliyor bana...” [4]

Açık bir iktidar perspektifi, davaya olan inanç

Ekim Devrimi:

İşçi sınıfının zaferi

Ayhan Z. Tozkoparan

1905 Devrimi, 1871'deki

Paris Komünü'nden

sonra Avrupa'da işçi sınıfı

önderliğinde

gerçekleşmiş ilk

devrimdi. Bolşevikler,

1917 sonrasında bunu

Ekim Devrimi'nin bir

“genel provası” olarak

nitelemişlerdir. Basit ve

tekil grevlerin nasıl bir çığ

gibi genel greve

dönüştüğü, nasıl olup da

bir silahlı işçi

ayaklanmasına vardığını

anlamak için bu deneyimi

iyi irdelemek gerekir.

Page 35: Ekim Gençliği 134

35

ve bağlılık, kendi üzerlerine düşen sorumluluk vekonumlanışları konusunda açık bir misyonduygusu... Tüm “bu bakış açısıyla Bolşevikler1905 Devrimi sırasında olduğu gibi onu izleyengericilik döneminde de faaliyetini sürdürebilen vedeneyimin taşıyıcısı olan bir devrimciler örgütünüayakta tutmayı başardılar.

Bu nedenle ki 1917'ye gelindiğinde BolşevikPartisi sovyet içinde en hızlı büyüyen ve önderliğiele geçirebilen tek örgütlü güç olarak belirdi. 1905ile 1917 arasında birçoklarından farklı olarakBolşevikler 1905'in derslerini çıkarmaklakalmadılar. Bunu bir örgütsel süreklilik içinde1917'ye kadar taşıyan da onlardı.” [5]

“1917 Ekimi”ne giden süreç

Emperyalist Paylaşım Savaşı hem Bolşeviklerhem de devrime giden sürecin seyri açısından birdönüm noktası oluyor. 1911'de işçi sınıfındakicanlılık 1914'te savaşın başlaması ile yerinimücadelede müthiş bir durgunluğa bırakıyor.Sosyal demokrasinin ihaneti ve savaşta kendi ülkeburjuvazisini destekleyen yurtseverlik politikalarıile II. Enternasyonal’i iflasa sürüklüyor.

Komünistler “savaşa karşı iç savaş” belgisi ileemperyalist paylaşım kavgasını, içerdeburjuvazinin iktidarını yıkmanın, proletaryayıiktidara taşımanın bir olanağı olarakdeğerlendiriyorlar. İlk başta kendi burjuvazisinevuran bu “devrimci yenilgicilik” politikası sınıfiçerisinde bir hoşnutsuzluk yaratıyor. Ancak1917'ye yaklaştıkça toplum savaşın yarattığı yıkımile birlikte komünistlerin izlediği çizgininhaklılığını kavrıyor. Ve Dünya Savaşı sosyalistdevrime giden yolda kritik bir dönüm noktasıoluyor.

***1917 Şubatı'nda gerçekleşen burjuva

demokratik devrim sonrasında çarlık otokrasisidevriliyor ve “geçici hükümet” kuruluyor.Menşevikler ve Sosyalist-Devrimciler; Kadetler vetüm diğer burjuva parti ve fraksiyonlarla berabergeçici hükümette yer alıyor. Sonraki süreçtesosyalist devrim karşısında açık şekilde karşı-devrimci bir rol üstleniyorlar.

Bolşevik Parti ise 1905 ve 1917 Şubat Devrimiokullarında okumuş proletaryaya iktidarı işaretediyor ve “Tüm iktidar sovyetlere!” belgisinibenimsiyor. Ekime kadarki süre geçici hükümet ilesovyetler arasındaki bir ikili iktidar durumu olarakyaşanıyor. “Bolşevik Partisi 28 Ağustos'ta işçisemtlerinde giriştiği kampanyayla en az 40.000yeni işçiyi silahlandırarak Kızıl Muhafız birliklerikurdu.” [6] Bolşevik Parti'nin sözü geçen silahlıkanadı devrimden sadece 2 ay gibi kısa bir süreönce oluşturulmasına rağmen, devrimci çalışmanıno güne kadarki birikimi ve yığınlar üzerindekietkisi, silahlı işçi ayaklanmasının başarıya ulaşmasıiçin yeterli oldu.

Yeni Ekimler için...

1917 Ekim'inde gerçekleşen sosyalist devrim,insanlığa kapitalizmden başka bir dünyanınmümkün olduğunu, bu dünyanın işçi veemekçilerinin ellerinin üzerinde yükseldiğinigöstermiştir. Merkez Komite'nin kongreye sunulan27 Mart 1922 tarihli siyasi raporunda Lenin şuifadeleri kullanıyor: “... ve onu kurtuluşa ulaştıran

Ekim Devrimidir. Bu devrimle kazanılmış olanlargeri alınamaz. Dünyadaki hiçbir güç ne bunu ne deSovyet Devleti'nin yaratmış olduğu etkiyisilebilecek. Bu tarihsel bir zaferdir. Yüzyıllardırdevletler burjuva modellere göre inşa edildi ve ilkkez burjuva olmayan bir devlet biçimi keşfediliyor.Bizim devlet aygıtımız hatalı olabilir ancak icatedilen ilk buharlı makinenin de kusurlu olduğusöyleniyor. Kimse onun çalışıp çalışmadığını bilebilmiyor ancak önemli olan bu değil. Asıl meseleonun icat edilmiş olmasıdır. İlk buharlı makineninhiçbir işe yaramadığını varsaysak bile bugünbuharlı makinelere sahibiz. Farz edelim bizimhükümet aygıtımız da fazlasıyla kusurlu, yine de buonun kurulduğu gerçeğini değiştirmez. Tarihteki enönemli buluş yapılmıştır; proleter tipte bir devletyaratılmıştır.” [7]

Lenin Ekim Devrimi'nin 4. yıldönümü üzerineyaptığı konuşmada ise şöyle sesleniyor: “Bizbaşlangıcı yaptık. Tam olarak ne zaman ve hangiülkenin proleterleri tarafından bu süreçtamamlanacak, bunun bir önemi yok. Önemli olanşu, (artık) buz kırılmış, yol açılmıştır, (yürünmesigereken -yazar) yol gösterilmiştir.” [8]

94 yıl önce kapitalist karanlığı yaran SosyalistEkim Devrimi, tüm insanlığa umut olmuştu.İnsanların kölelik zincirlerine mahkum, patronlaramecbur olmadıklarını göstermiştir. Ve EkimDevrimi tüm güncelliğini koruyarak işçi sınıfına veezilen halklara yol göstermeye devam ediyor.

1)1905 Rus Devrimi, Sosyalizm ve ToplumsalMücadeleler Ansiklopedisi, bölüm 17, s. 522

2)1905 Rus Devrimi, a.g.e. , s. 5103)Lenin, Devrimi örgütlemeli miyiz?, Bütün

Eserler, c.8, s. 1634)Lenin, Görevlerimiz ve İşçi Vekilleri Sovyeti,

a.g.e. , c.10, s.125)1917 Ekim Devrimi, Sosyalizm ve Toplumsal

Mücadeleler Ansiklopedisi, bölüm 18, s. 5236)1917 Ekim Devrimi, a.g.e. , s. 5397)Eleventh Congress of the RCP (B), Lenin's

Collected Works, volume 33, p. 241, 27 March1922

8)Fourth Anniversary of the OctoberRevolution, a.g.e. , p.58, 14 October 1921

1917 Ekim'inde

gerçekleşen sosyalist

devrim, insanlığa

kapitalizmden başka bir

dünyanın mümkün

olduğunu, bu dünyanın

işçi ve emekçilerinin

ellerinin üzerinde

yükseldiğini göstermiştir

Page 36: Ekim Gençliği 134

“Berlin’de düzen sürüyor!.. Sizi budala zaptiyeler! Kum üzerinekurulu sizin düzeniniz. Devrim daha yarın olmadan, zincirşakırtıları içinde yine doğrulacaktır! Ve sizleri dehşet içinde bırakıp,trampet sesleri arasında şunu bildirecektir: ‘Vardım, varım,varolacağım!’”Rosa Luxemburg

“Sıkı durun! Kaçmadık. Yenilmedik... Çünkü Spartaküs ateş veruh demektir, yürek ve can demektir, proleter devrimin iradesi veeylemi demektir. Çünkü Spartaküs zafer özlemini, sınıf bilinçliproletaryanın mücadele azmini temsil etmektedir... Bunlar eldeedildiği zaman, biz ister yaşayalım, ister yaşamayalım, programımızyaşayacaktır ve kurtulan halkların dünyasına egemen olacaktır. Herşeye rağmen.” Karl Liebknecht

1890'lı yılların sonlarına doğru Almanya’da, gelişen sanayiylebirlikte güçlü bir işçi sınıfı oluşmuştu. Ülkedeki Marksist birikiminde etkisiyle Alman işçi sınıfı, örgütlülüğünü diğer ülkelere oranlaçok daha geniş kitlelere maletmişti. Öyle ki işçi sınıfını temsil edenAlman Sosyal Demokrat Partisi (SPD), I. Dünya Savaşı’ndan önce 1milyon üyesiyle, 90 yayınıyla ve binlerce yerel örgütüyle dünyanınen büyük ve en etkili sol partisi haline gelmiş, II. Enternasyonalsiyasetinin belirlenmesinde önemli bir rol oynamıştı. Fakat SPD,1891'deki Erfurt Kongresi'nde işçi sınıfının devrimci mücadelesinibir kenara bırakarak, sistemle girdiği uzlaşı içinde parlamenterist birçizgiye oturdu. Varlığını ve gücünü oluşturan işçi sınıfına reformistbir program dayatarak devrime sırt çevirdi.

Partinin bu tutumuna muhalif olan ve devrimci mücadelegerekliliğini savunan bir sol kanat vardı. Rosa Luxemburg vearkadaşlarının oluşturduğu sol kanat yeterince güçlü olmadığı gibi,işçi sınıfından bağlarını koparmamak için bir ayrılık politikası dayürütmüyordu.

II. Enternasyonal’in 1907’deki Stuttgart Kongresi, savaşınyaklaşması durumunu görüşerek bazı kararlar aldı. Bu kararlarınözünü en etkin araçları kullanarak savaşın başlamasını engellemek,başladığı durumda ise bir an önce bitirilmesine dair faaliyetyürütmek ve sonucunda doğacak olan ekonomik ve politikdurumdan faydalanarak kapitalist sınıfın yönetimini devirmeyeçalışmak oluşturuyordu. Buna rağmen SPD, 4 Ağustos 1914'tetarihsel bir ihanete imza atarak, Alman parlamentosunda savaşkredileri lehinde oy kullandı. İşçi sınıfını vatan savunmasınayöneltme politikasını, her türden politik örgütlenme aracını(sendikalar vs.) kullanarak, kitleleri etkilemeye çalışarak devamettirdi. Parti içindeki sol grup ise bir yandan savaş karşıtı muhalefetiörgütlerken, bir yandan da partili işçileri emperyalist kapitalizmekarşı devrimci bir temelde mücadeleye çekmeye çalışmıştı.Komünist önderlerden Rosa Luxemburg ve Karl Liebknecht’inbaşını çektiği bu grup, çok geçmeden partiden ayrılarakSpartakistler Birliğini kurdu.

1917 baharında Almanya'da 200.000 işçi greve çıkmış ve bugrevle birlikte ilk işçi konseyi kurulmuştu. Fabrikalarda işçilerinseçim yoluyla kurdukları Konseyler, sadece ekonomik talepler değil,savaşa karşı, siyasi tutukluların serbest bırakılması, sansüründurdurulması gibi siyasi talepler ileri sürüyorlardı. İşçiler siyasalörgütlenme ve mücadeleyi Devrimci İşçi Temsilcileri (DİT) olarakgerçekleştiriyorlardı.

Alman işçi sınıfı, Rusya'da işçi sınıfının EkimDevrimiyle iktidarı ele geçirmesinden etkilenerek devrimcimücadeleye hız verdi. 1918 yılında greve çıkan işçi sayısı

milyonları buldu. Hareket o denli gelişmişti ki, hükümetin hertürden baskısına ortak olmasına rağmen SPD bile Büyük Berlin İşçiKonseyi içinde yer almak ihtiyacı duydu. İşçi sınıfı yaşanan ihanetekarşın yine de SPD’yi kendi partisi olarak görüyordu.

Ordunun ve hükümetin savaşı sürdürmeme kararına karşın, 27Ekim 1918 günü Deniz Kuvvetleri Komutanlığı, donanmaya,İngilizlere karşı yeni bir saldırı emri verdi. Daha önce savaşa karşı1917 Ağustos’unda ayaklanmış Kiel denizcilerinin bu emre karşıçıkması sonucu yeni ayaklanma patlak verdi. Kasım ayının başındanitibaren asker konseyleri kurulmaya başlandı. Birçok yerde işçikonseyleri kuruluşu da sürüyordu.

Aynı günlerde Bağımsız Alman Sosyal Demokrat Partisi (USPD;SPD’den 1917’de ayrılan savaş karşıtlarının kurduğu parti) Berlintemsilcileri, DİT ve Spartakistler bir ayaklanma planı hazırladılar vetarih olarak 11 Kasım’ı belirlediler. 9 Kasım'da Berlin’de genelgreve gidildi ve sokakları silahlı işçi ve askerler doldurdu.Hükümetle pazarlığını imparatorun çekilmesi üzerine yapan SPD,gelişmeler karşısında hareketi destekliyor gibi görünmek içinhükümetten çekildi.

Ardından imparator’u ikna eden SPD, Cumhuriyet’i ilan ederkenUSPD’yi de hükümete katarak tarafına çekmeyi başardı. Bugelişmelerden iki saat sonra Karl Liebknecht sarayın balkonundan“Sosyalist Cumhuriyet” in kurulduğunu açıkladı. Bu haliyle ikili biriktidar ortamı oluştu: Bir yanda USPD ve SPD’nin kurduğu “HalkTemsilcileri Konseyi”, diğer tarafta İşçi ve Asker Konseyleri. Ancakbu süreçte karşı devrimin güçlenmesine engel olacak devrimcidönüşümler sağlanamadı.

1918 yılının son aylarında Berlin İşçi ve Asker Konseyleriüyeleri hakkında tutuklama kararı çıkması ayaklanmalara nedenoldu. Spartakistlerin başını çektiği olaylara müdahale eden SPD’liOtto Wels, kitlenin üstüne ateş emri vererek 14 kişinin ölümüne yolaçtı. Ardından USPD konseyden çekildiğinde Halk Temsilcilerikonseyi de, İşçi ve Asker Konseyleri de yalnızca SPD'denoluşuyordu. Bu dönemde işçi sınıfının devrimci mücadelesiniyükseltmek için Spartakistler Birliği diğer sol gruplarla birlikteKPD’yi (Alman Komünist Partisi) kurdu.

4 Ocak günü USDP'li Berlin polis şefinin görevden alınması yenibir ayaklanmanın alevlenmesine neden oldu. Hükümetin tutumunuprotesto etme kararı USPD, KPD ve Devrimci İşçi Temsilcileritarafından hükümeti devirmek için genel grev ve gösteriyedönüştürüldü. Devlet aygıtlarının bir kısmının ele geçirildiği budönemde Devrimci Komite, hükümetin devrilmesi konusundatereddüt yaşamaktaydı. SPD ise karşıdevrim saldırısında gecikmedive 13 Ocak günü askerleri ve Freikorps (Gönüllü Birlikleri)'nigöndererek devrimcileri katletti. Alman Devrimi'nde öncü rolü olaniki komünist önder Rosa Luxemburg ve Karl Liebknecht ise 15Ocak'ta öldürüldü.

Onların katledilmesi, sosyal demokrasi tarafından işçi sınıfınakarşı işlenen en büyük ihanetlerden birinin son halkasıdır. Komünistönder Rosa Luxemburg'un da söylediği gibi, işçi sınıfının nihaiamacına ulaşması için bir devrim olacaksa, bu, kapitalizme karşıgöğüs göğüse verilecek olan bir sosyalizm mücadelesiyle olacaktır.

Y. ToprakEkim Gençliği / Sayı: 121, Kasım 2009

Alman Kasım Devrimi…

“Vardım, Varım, Varolacağım!”

36

Page 37: Ekim Gençliği 134

Latin Amerika ülkelerinden Dominik’te 1930’larda yönetimi elegeçiren Rafael Trujillo, 1960’lara gelindiğinde diktatörlük rejiminidevam ettirmekteydi. Mirabel Kardeşler olarak tanınan üç kız kardeş,Patria, Minerva, Maria Teresa kurdukları Clandestine Hareketi’yleTrujillo diktatörlüğüne karşı mücadele yürütüyorlardı. Sergiledikleriinançlı ve kararlı mücadele ile emekçilerin sembolü haline gelen buhareket, diktatörlük için büyük bir tehlike olarak görülüyordu. Devlettarafından çok kez ağır baskılara maruz kalan, hapis cezalarınaçarptırılan bu üç kız kardeş, tarihler 25 Kasım’ı gösterdiğinde yinedevlet güçleri tarafından tecavüz edilerek katledildi.

1981’de Kolombiya’da toplanan Latin Amerika KadınKurultayı’nda 25 Kasım “Kadına Yönelik Şiddete Karşı MücadeleGünü” olarak kabul edildi.

Kapitalizm şiddet üzerine kuruludur!

Latin Amerika Kadın Kurultayı’nda 25 Kasım’ın mücadelegünü olarak ilan edilmesindeki asıl hedef, MirabelKardeşler’in katledilmesinde simgeleşen sisteminşiddetine karşı çıkmaktır.

İnsanın insanı sömürmesine dayalı kapitalistsistem, ayakta kalabilmek için işçi emekçi kitlelerisindirmek ve susturmak, sınıfa boyun eğdirmekzorunluluğunu hissetmekte, bunun için de şiddetinher türlüsüne başvurmaktadır. Sermaye devletininneoliberal saldırıları, beraberinde işsizliği veyoksulluğu derinleştirmektedir. İşçi emekçileregüvencesiz, sigortasız, esnek çalışma koşullarıdayatılmış, bu da bu sınıfın kadınlarını daha çoketkilemiştir. Çalışma hayatında, kadın emeği ucuzemek olarak görülmekte, bazı sektörlerde sırf bunedenle tercih edilmektedir. Pek çok fabrikada işçilerkayıt dışı çalıştırılmakta, bu nedenle herhangi bir sosyalgüvenceden yoksun bulunmaktadır. Bu kayıt dşıişçilerin de büyük bir bölümünü yine kadın işçileroluşturmaktadır.

Kapitalist sömürü düzeninin yarattığı işsizlik, bazı dönemlerdeazalırken, bazı dönemlerde artış gösterebilir. Ekonomik büyümeninfazla olduğu dönemlerde işgücü açığını kapatmak için kapitalistlerinişe alacağı ilk yığınlar ucuz işgücü oldukları ölçüde kadınlarolmaktadır. Kriz dönemlerinde de ilk olarak onlar iştençıkarılmaktadır. Patronun ücretli kölesi durumunda olan işçi kadınlar,işten arta kalan zamanlarında ev içinde de kocasıyla, çocuklarıylailgilenmek, ev işlerini (yemek, temizlik vb.) yapmak üzere“görevlendirilmişlerdir”.

Kadını cinsel meta olarak gören burjuva ideolojisinin yoksulluğu,işsizliği derinleştirdiği bir dönemde, kadın bedeni de metalaştırılmış,sermayenin pazarlama aracı halini almıştır. Burjuvazinin her şeye karmantığıyla yaklaştığı günümüzde, fuhuş özendirilmekte, genelevlerdevlet izniyle açılmakta, genelev ve eğlence sektörü, vergirekortmenliğinde ilk sıralarda yer alabilmektedir.

Taciz, tecavüz, ölüm…

Kapitalizmin erkek egemen doğasından kaynaklı olarak kuşkusuzki kadınlar daha fazla sömürüye, şiddete maruz kalmaktadır.

Her ay basına yandığı kadarıyla onlarca kadın, tacize, tecavüzeuğramaktadır. Kadını cinsel meta olarak gören ve bunu topluma bütün

araçlarıyla enjekte eden sermaye devleti, kadınları korumak bir yana,yasalarıyla da tecavüzü, tacizi adeta teşvik etmektedir. Son dönemdeYargıtay’ın 13 yaşındayken içlerinde devlet memurlarının da yeraldığı26 kişinin tecavüzüne uğrayan N.Ç. hakkında “26 kişiyle kendi isteğiile birlikte olduğu” kararı bunun en somut göstergelerinden yalnızcabiridir. N.Ç. davası, özünde sistemin tüm kurumlarıyla kadına vekadına yönelik şiddete bakışının özü ve özetidir.

Kadınlar, evde aile içi şiddete maruz kalırken, bugün hala başlıkparasına satılabilmekte, bazıları töre-namus adı altında öldürülmekte,sokak ortasında kurşunlanmaktadır. 13-15 yaşındaki kız çocukları biletaciz edilmekte, tecavüze uğramaktadır.

Ezilen bir halk olarak Kürt halkının ve özelde Kürt kadınlarınınyaşadıkları sömürü ve şiddet kuşkusuz ki çok daha ağırdır. Kürtkadınları, fiziksel, cinsel, ekonomik, psikolojik şiddetin tümüne maruz

kaldıkları gibi, devlet şiddetini de doğrudanyaşamaktadırlar. Ulusal kimliği yok sayılan,evlerini terk etmek zorunda kalan, göçezorlanan, gözaltına alınan, gözaltında vehapishanede tacize, tecavüze uğrayan Kürtkadını ayrımcılığa, sömürüye ve şiddete maruzkalmaktadırlar.

Kadına yönelik şiddet, yalnızca ülkemizdeyaşanmıyor. Bazıları İran’da recm cezasınaçarptırılıp taşlanarak öldürülürken ya daAfganistan’da, Irak’ta, emperyalizmin elattığı her yerde, işgalci ordunun askerleritarafından tecavüze uğrarken, bazılarıaçlıktan ölmemek için kendi bedenleriniBM askerlerine satmak zorundabırakılabiliyor. Sözde “modern” batıülkelerinde bile şiddetin her türlüsü ilekarşı karşıya geliyorlar.

Sınıfsız, sömürüsüz, sınırsız, eşit ve özgür bir dünyaiçin mücadele eden kadınlar da sermaye devletinin şiddetine maruzkalmaktadır. Gözaltında tacize uğramakta, kaçırılıp tehdit edilmekte,hapishanelerde cinsel şiddeti yaşamaktadır.

Şiddetin kaynağı kapitalizme karşı mücadeleye!

Tüm bu örnekler gösteriyor ki, şiddetin kaynağı asıl olarak,emperyalist-kapitalist sömürü düzenidir. Genel olarak şiddete, özelolarak kadına yönelik şiddete karşı mücadele bu nedenle düzeneyönelmek zorundadır.

Kadın üzerindeki her türlü sömürünün, ayrımcılığın, şiddetinortadan kalkması, kadınların örgütlü mücadele içinde daha fazla yeralmasıyla ve sınıf mücadelesinin yükseltilmesiyle doğrudan ilişkilidir.Kadın hareketlerinin en yoğun olduğu dönemler, işçi sınıfının enhareketli olduğu dönemlerdir. Bu nedenle, küçük burjuva feministörgütlenmelerin, kadın sorununu sınıfsal niteliğinden bağımsızdeğerlendirmelerinin herhangi bir tarihsel gerçekliğibulunmamaktadır.

Başta komünistler olmak üzere, ilerici ve devrimci güçlerin önündeduran en önemli görevlerden biri, emekçi kadının toplumdaki sınıfsalkonumunun farkına vardırarak bilinçlenmesini sağlamak, işçi veemekçi kadınlarla sınıf mücadelesini büyütmektir.

D.Kaya 37

25 Kasım Dünya Kadına Yönelik Şiddete Karşı

Mücadele Günü…

Kadına yönelik şiddete “Razı değiliz!”

Page 38: Ekim Gençliği 134

38

Türkiye Komünist İşçi Partisi (TKİP) militanıAlaattin Karadağ 19 Kasım 2009'da bir cinayetşebekesi gibi çalışan Avcılar-Esenyurt polisitarafından katledildi. Alaattin yoldaş partiafişlerini astığı sırada polislerle girdiğiçatışmada yaralı olarak ele geçirilmiş, ardındanda katledilmiştir. Sermaye devletinin eli kanlıpolis şebekesi yargısız infaz yaparken, aynıdüzenin mahkemeleri de bu eli kanlı katilleriaklamaya çalışmaktadır. Açıktır ki sorumlu polisive yargısıyla katil devlettir. Hesabını daverecektir.

Komünist birişçi olan veörgütlümücadeleyürüten Alaattinyoldaşınkatledilmesininarkasında,kuşkusuz kiçürümüş burjuvadüzeninin bukimliktenduyduğu korkuyatmaktadır.Partinin seçkinbir üyesi olanAlaattinyoldaşın yaşamı,düzen güçlerinin duydukları korkuda ne kadarhaklı olduklarını göstermektedir.

Sınıf bilinçli bir işçi...

1978 Antakya doğumlu Alaattin yoldaş Arap-Alevi kökenli yoksul bir ailenin çocuğudur.İlkokulu bitirdikten sonra eğitimine devamedememiş, işçi olarak çalışmaya başlamıştır.1996 yılından beri parti saflarında örgütlümücadele yürüten Alaattin yoldaş, 1999Mart'ından beri de parti üyesi olarak mücadeleyisürdürmüştür.

2001'de İzmir'de fabrikada örgütlü bir işçiolarak çalışma yürüttüğü dönemde, bir işçimitinginde gözaltına alınmış ve tutuklanmıştır.Tutukluluğu sırasında sürmekte olan ÖlümOrucu eylemine katılmıştır. Zindandan çıktıktansonra örgütlü mücadelesine İstanbul'da devametmiştir. Bu dönemde fabrika çalışmalarınınbirinde sağ elinin dört parmağını bir iş kazasındakaybetmiştir. Bu kaza Alaattin yoldaşınkavgadan geri durmasına değil tersine sınıfkininin daha çok bilenmesine sebep olmuştur.

Partinin Alaattin yoldaşı genellikle parti üstdüzey yöneticileri için kullanılan “seçkin üye”

olarak nitelendirmesi boşuna değildir. Alaattinyoldaş mücadeleye bakışı, kavrayışı ve pratiğiile bu tanımlamayı hak etmektedir. İstanbul’dabir alt bölge komitesi üyesi iken bir ile ilkomitesi üyesi olarak atandığı dönemde yenigörevine gitmek üzereyken afişleme çalışmasıyürütmesi ve bu faaliyet esnasında katledilmesibile bunu kanıtlar niteliktedir. Katledildiği sıradakendisinden daha genç olan yoldaşını canıpahasına koruması ise bunun başka bir örneğidir.

Alaattinyoldaş ölümüylepartiyionurlandırmıştır.Ancak yaşamınayukarıdaanlatılan kısaözetçerçevesindebile bakmakonun yaşamıylada partiyionurlandıran birkomünistolduğunugöstermektedir.Alaattin yoldaşHabib, Ümit veHatice yoldaşlargibi yaşamıyla

da ölümüyle de biz genç komünistlere yolumuzaışık tutmaktadır.

Alaattin yoldaşın yolundan

partiye, devrime, sosyalizme!

Alaattin yoldaş, III. Parti Kongresinde “Şu anpartinin en büyük ihtiyacı yeterli sayıda eğitimlive donanımlı insandır, yani kadrodur. Partimizingeleceği ne kadar kadrolaşacağına da sıkı sıkıyabağlıdır” denilerek özetlenen ve son dönemdedöne döne altı çizilen kadro ihtiyacının tamanlamıyla karşılığı olan isimlerden birisidir.Alaattin yoldaş, kendisini geliştirme azmi,kararlılığı, direnişçi kimliği ile bu çağrıya yanıtvermiştir.

Genç komünistler Alaattin yoldaşın gittiğiyolda, onun bilinci ve azmi ile mücadeleyibüyütme sorumluluğu ile karşı karşıyadırlar.Alaattin yoldaşı gerçekten sahiplenmek veyaşatmak ancak bu bakış açısı ilegerçekleşecektir. Bu bilinçle devrimin vepartinin ihtiyaçlarını karşılayan kadrolarolabilmeli ve Alaattin yoldaşı kavgamızdayaşatabilmeliyiz.

B. Bahar

Genç komünistler

Alaattin’in izinde!

Komünist bir işçi olan ve

örgütlü mücadele

yürüten Alaattin yoldaşın

katledilmesinin

arkasında, kuşkusuz ki

çürümüş burjuva

düzeninin bu kimlikten

duyduğu korku

yatmaktadır. Partinin

seçkin bir üyesi olan

Alaattin yoldaşın yaşamı,

düzen güçlerinin

duydukları korkuda ne

kadar haklı olduklarını

göstermektedir.

Page 39: Ekim Gençliği 134
Page 40: Ekim Gençliği 134