72

Gencay Dergisi - Sayı 43 - Ağustos 2015

Embed Size (px)

DESCRIPTION

Gencay Dergisi - Sayı 43 - Ağustos 2015 http://www.gencaydergisi.com

Citation preview

Page 1: Gencay Dergisi - Sayı 43 - Ağustos 2015
Page 2: Gencay Dergisi - Sayı 43 - Ağustos 2015

www.millidusunce.org

Adres: GMK Bulvarı, Özveren Sokağı Nu: 2/2 Demirtepe Metro Durağı

Kızılay/ANKARA

Telefon: 0 (312) 231 31 94

Belgeç: 0 (312) 231 31 22

Page 3: Gencay Dergisi - Sayı 43 - Ağustos 2015

GENCAY

GENCAY Aylık Fikir - Kültür ve Gençlik Dergisi

Yıl 4 Sayı 43 - Ağustos 2015

Ücretsiz e-dergi

www.gencaydergisi.com

[email protected]

EDEBİ AÇIDAN TÜRK BENGÜ TAŞLARI ÜZERİNE / Aslıhan KAYA

PROF. DR. ALİ AKAR İLE SÖYLEŞİ / Mustafa ORAL

ANTİK DÖ. TÜRK TAR. AÇISINDAN S. SOMUNCUOĞLU ÇALIŞMALARI / Yaşar KESKİN

AZİZ YUSUF YILMAZ ARAÇ İLE SÖYLEŞİ / Banu KAPKINER

ANADOLUNUN TAM ORTASINDA BİR SERVET: Güdül Kaya Resimleri / Emre SEVİNÇ

CENGİZ SALTAOĞLU İLE SÖYLEŞİ / Yaşar KESKİN

ONUR YILMAZ İLE SÖYLEŞİ-Gallemit ve Matbuat Yayın Grubu/ Batuhan SEVİN

FISILTILARI HAYKIRIŞA ÇEVİREN KİTAP: GALLEMİT / Ömer ÜNAL

İKİ YIL / Adil YILMAZ

TÜRK DAMGALARI / Sefa Miraç DEMİRCİ ve Aslıhan KAYA

GALLEMİT’TEN SEÇMELER

ERZİNCAN-TERCAN MAMA HATUN KÜMBETİ (ALBÜM)

ERZİNCAN-TERCAN ARAŞTIRMA GEZİSİ / Sefa Miraç DEMİRCİ

DAMGALARIN MASALI (ALBÜM) / Emre SEVİNÇ

Page 4: Gencay Dergisi - Sayı 43 - Ağustos 2015

GENCAY

1

Page 5: Gencay Dergisi - Sayı 43 - Ağustos 2015

GENCAY

2

Page 6: Gencay Dergisi - Sayı 43 - Ağustos 2015

GENCAY

3

EDEBİ AÇIDAN TÜRK BENGÜ TAŞLARI

ÜZERİNE

Aslıhan KAYA

Bugüne ulaşmış olan Türk yazıtları; Türk

milletinin dilini, dinini, kültürünü, sosyal

hayatını bugünlere taşırken aynı zamanda

duygu ve düşüncelerine tercüman

olmuştur. Türkler tarafından kutsallık

atfedilen bu taşlara yazılmış iyi-kötü

yaşam tecrübeleri; her yüzyıl içerisinde

değişikliklere uğramış, kimi zaman

yeniden şekillenmiş gerek kulaktan kulağa

gerekse edebi eserler vasıtasıyla bugüne

ulaşmıştır. Nasıl ki tiyatroda insanlar,

müzikte notalar, resimde boyalar

sergileniyorsa edebi eserlerde sergilenen

de kelimelerdir. Yazıtlarda; işlenmiş bir

edebiyat dili olarak karşımıza çıkan Eski

Türk dilinin zaman içinde bir milletin milli

lisanı olmuş olması, eserin edebi

değerinden hiçbir şey eksiltmez. Belli

zamanlarda ortaya çıkıp yazıtların edebi

eser olarak ele alınamayacağı fikrini öne

süren Türkologların aksine, Türk yazıtları

edebi eser olarak kabul edilmiş ve

edilmeye devam edecektir. Bu metinlerde

kullanılan şairane üslup, sanatsal ve

stilistik ögeler, uygulanan tekrarlar ve

cümle içi aliterasyonları gibi edebi

metinlere has unsurlar yazıtlarda apaçık

görülür. Lakin yazıtların hangi edebi tür

içine girdiği hala anlaşılamamış bir

mevzudur. Örneğin; Köktürk yazıtlarının

Söylev türünde olduğu söyleniyorsa da bu

tamamen konusu ve içeriğiyle alakadır.

Yapı olarak söylev türünden ayrıldığından,

bu değerli yazıtlara vurulan “anı-söylev”

etiketi çok doğru sayılmamaktadır.

Bilindiği gibi Türklere ait tek bir yazıt

olmadığı için ‘Türk yazıtlarının özellikleri’

şeklinde genellenmiş bir açıklama da

yapılamaz. Tarihin belirli zamanlarında

Türkler farklı alfabeler kullanmışlar, kimi

zaman coğrafyalarını kimi zaman ise

dinlerini değiştirmişlerdir. Elbette ki bu

değişiklikler edebi eserlerinin ve

yazıtlarının da üzerinde etki etmiştir. Bu

nedenle yazıtlar arasında kimi zaman ciddi

değişmeler olduğu görülür. En bilinen

birkaç yazıtı dönemlerine göre ele alıp,

kullanıldığı alfabeye ve mevcut dilin

özelliklerine göre incelemek daha doğru

olacaktır.

Köktürklerin ikinci döneminden kalmış

olan Köktürkçe Bengü taş ve yazıtlarından

bugüne ulaşmış, bilinen 10 yazıtı varsa da

en önemlileri kuşkusuz, umumiyetle “

Orhun Abideleri” olarak bilinen Tonyukuk

(Bayın Çokto), Köl Tigin (Birinci Orhun) ve

Bilge Kağan (İkinci Orhun) bengü

taşlarıdır. Bunlar Köktürk Edebiyatının en

uzun ve en mükemmel örneklerini

oluşturur. Kuşkusuz ki edebi üslubun en

güzel örneği de yine Orhun kitabelerinde

görülecektir.

Lakin öncelikle şunun tekrar üzerinden

geçilmelidir ki Orhun yazıtları

ilkokullardan bu yana öğretildiği gibi Türk

dilinin yazılı ilk örnekleri değildir. Servet

Somuncuoğlu bu durumu “Orhun Anıtları

önsöz değil, Türklerin taşlar üzerindeki

Page 7: Gencay Dergisi - Sayı 43 - Ağustos 2015

GENCAY

4

son sözüdür.” Diyerek ifade etmiştir.

Orhun yazıtları büyük bir birikimin ürünü

ve son halidir. Göktürk alfabesi oluşana

kadar her damganın arkasında binlerce

yıllık geçmişi vardır. Orhun Anıtlarının

şahane üslubunu gören müthiş derinliğini

hisseden her Türkolog bu anıtların ilk

örnek olamayacak kadar kusursuz

olduğunu belirtir

Yazıtlardan ilki olan Bayın Çokto’yu

diktiren doğrudan Bilge Tonyukuk

olmuştur. Metinde Türk milletinin Çin

tutsaklığından kurtuluşu ve İlteriş Kağan

devrini daha sonra Kapgan Kağan’ın

hakanlığının ilk yıllarında Köktürklerin

Kırgızlarla, Türgişlerle ve Çinlilerle girdiği

çatışmaları anlatılmakta ve bu olaylarda

Tonyukuk’un rolü belirtilmektedir. Bilge

Tonyukuk yazıtta kendisinden

bahsederken Türk hatıra edebiyatının ilk

temsilcisi durumuna gelmiştir.

“Bilge Tonyukuk ben kendim Çin ilinde

kılındım. TÜRK milleti Çin’e tâbi idi. TÜRK

milleti hanını bulmayıp Çin’den ayrıldı,

hanlandı. Hanını bırakıp Çin’e tekrar teslim

oldu. TANRI şöyle demiştir: Han verdim,

hanını bırakıp teslim oldun. Teslim olduğun

için TANRI öldürmüştür. TÜRK milleti öldü,

mahvoldu, yok oldu. TÜRK Sir milletinin

yerinde boy kalmadı. Ormanda taşta kalmış

olanı toplanıp yedi yüz oldu. İki kısmı atlı

idi, bir kısmı yaya idi. Yed iyüz kişiyi sevk

eden büyükleri şad idi. Katıl, dedi. Katılanı

ben idim, Bilge Tonyukuk. Kagan mı

kılayım, dedim. Düşündüm. Zayıf boğa ve

semiz boğa arkada tekme atsa; semiz boğa,

zayıf boğa olduğu bilmezmiş derler deyip,

öyle düşündüm. Ondan sonra TANRI bilgi

vermediği için kendim bizzat kagan kıldım.

Bilge Tonyukuk Boyla Baga Tarkan ile

beraber İltiriş Kagan olunca güneyde Çinli,

doğuda Kıtay’ı, kuzeyde Oğuz’u pek çok

öldürdü. Bilicisi, yardımcısı bizzat bendim.

Cogay’ın kuzey yamaçları ile Kara Kumda

oturuyorduk.” (Tonyukuk Anıtı 1. Taş Batı

Yüzü)

Tonyukuk, 62 satırdan oluşan ve iki

parçaya ayrılmış bu bengü taşında tanık

olduğu olayları gayet sade, sanatsız bir

şekilde halk diliyle anlatmıştır. Zaman

zaman ayrıntıları tasvir etmişse de genel

olarak kısa ve açık cümleler kullanmış,

vakıaları ana çizgileriyle sözü uzatmadan

vermiştir. Bunların yanında yukarıda da

görüldüğü gibi atasözleri ve deyimlere

zaman zaman yer vermişse de edebi

değeri diğer iki yazıtla kıyaslandığında

daha aşağıda kalacaktır.

İkinci bengü taş olan Köl Tigin yazıtında

ise; Yollug Tigin yazmış Bilge Kağan

kardeşi Köl Tigin’i söylemiştir.

Köktürklerin birinci dönemindeki yükseliş

zamanı, daha sonra zayıflayıp Çin’e tutsak

olan Türk milletinin bu tutsaklıktan nasıl

kurtulduğunu ve Köl Tigin’in

kahramanlıklarını anlatan bengü taş Türk

edebiyatının sanatkârane bir üslupla

yazılmış ilk yazıtı olarak kabul edilir.

Muharrem Ergin bu durumu “yalın ve

keskin üslup, hükümdarane ve ihtişamlı

hitap tarzı” olarak yorumlar. Bengü taş

Page 8: Gencay Dergisi - Sayı 43 - Ağustos 2015

GENCAY

5

daha ilk satırında “ Tengri teg tengride

bolmuş Türk Bilge Kağan” seslenişiyle

başlayarak hitabet sanatının derinliğiyle

kişiyi etkiler. Herkesçe bilinen “Üze Kök

tengri asra yagız yir kılındukda ikin ara

kişi oglı kılınmış” cümlesi ise

çocukluğumuzdan beri ezberimizde olan

ve bizde yer etmiş bir cümledir.

Köl Tigin yazıtında Köl Tigin’in ölümü

üzerine Bilge Kağan’ın söyledikleri ise

kardeş acısının içler acıtacak halinin ve

Bilge Kağan’ın çaresizlik durumunun

yazıya dökülmüş halidir: “Görür gözüm

görmez gibi, bilir aklım bilmez gibi oldu.

Gözden yaş gelse önleyerek, gönülden

feryat gelse bastırarak düşünceye daldım.

İki şad ve kardeşlerimin, oğullarım,

beylerim ve milletimin gözü kaşı perişan

olacak diye düşündüm…” ifadelerinde lirik

anlatımla şahane bir üslup birleşmiştir.

Kahraman Köl Tigin Türk milleti için de,

Bilge Kağan için de çok büyük anlam ifade

etmiştir. Onun ölümü hem milletini hem

ağabeyini yasa boğmuştur. Bilge kağan bu

yüzden haykırmak günlerce ağlamak

istemiş fakat kağanlık görevinin ona

verdiği yükümlülükler, milletine karşı

sorumlulukları buna engel olmuştur.

Böylesi büyük bir acının sadece birkaç

cümle ile bu denli derinden anlatılması

edebiyatımızın ilk örneklerinden sayılan

bu metinlerin yüksek edebi değerini

gösterir. “(Ben) Tanrı gibi (ve) Tanrıdan

olmuş Bilge Kağan, bu devirde tahta

oturdum. Sözlerimi baştan sona işitin, önce

(siz) erkek kardeşlerim (ve) oğullarım,

birleşik boyum ve (halkım…)…ileride gün

doğusuna güneyde gün batısına, geride gün

batısına, kuzeyde gece ortasına kadar… Bu

sınırlar içerisindeki (bütün) halklar hep

bana tabiidir. (Bunca halkı hep düzene

soktum) Onlar şimdi (Hiç de ) kötü

durumda değiller. Türk hakanı Ötüken

dağlarında oturur (ve oradan hükmeder)

ise ilde sıkıntı yoktur. Doğuda Şantung

ovasına kadar ordu sevk ettim, denize az

kala durdum; Güneyde Dokuz Ersine kadar

ordu sevk ettim, Tibet’e az kala durdum;

Batıda İnci nehrini geçerek Demir Kapıya

kadar ordu sevk ettim. Kuzeyde Yir Bayırku

yerine kadar ordu sevk ettim. Bunca yere

kadar yürüttüm ) ve anladım ki)Ötüken

dağlarından iyisi hiç yokmuş. İl tutacak yer

Ötüken ormanı imiş. Bu yerde oturup Çin

milleti ile anlaştım. Altını, gümüşü, ipeği,

ipekliyi sıkıntısız öylece veriyorlar.

(Çinlilerin) tatlı sözlerine ve (ve) yumuşak

ipekli kumaşlarına aldanıp (ey) Türk halkı

çok sayıda öldün! (Ey) Türk halkı (sen)

mutlak öleceksin! Güneyde Çuğay dağlarına

ve Tüğültün ovasına yerleşeyim dersen Türk

halkı mutlak öleceksin! Ötüken ülkesinde

oturup (buradan) kervanlar gönderirsen

(hiçbir) derdin olmaz. Ötüken dağlarında

oturursan sonsuza kadar devlet sahibi olup

hükmedersin. Tanrı lütufkâr olduğu için,

kendimin (de) talihim olduğu için (hakan

olarak) tahta oturdum. Tahta oturup

yoksul (ve) fakir halkı hep derleyip

topladım. Fakir halkı zengin yaptım, az

halkı çok yaptım…” (Kül Tigin anıtı Güney

Yüzü) (1)

Yukarıda görüldüğü gibi Türk yazıtlarının

anlatım şekli çok sağlamdır. Mantığa, belli

Page 9: Gencay Dergisi - Sayı 43 - Ağustos 2015

GENCAY

6

bir anlatım biçim ve şekline dayanan bu

eserin türüne Tofik Melikli “epitafik

hikaye”(2) demiştir. Metinlerde önemli

olan tasvirler ve söz zenginliğidir. Böyle

bir dilin birden ortaya çıkmış olması

mümkün değildir.

Fuat köprülü Yazıtın edebi dilini “…Bazı

parçalarda eda o kadar canlı ve ahenkli, o

kadar samimi ve derin tahassüslere

makestir ki (duyguları yansıtır ki) işte

buralarda çok kuvvetli ‘maşeri bir lirizm’

‘destani bir ruh’ kendini kuvvetle

hissettiriyor; buralarda hatta alelade nakil

ve hikâyenin fevkinde ‘Bedii bir gaye’ takip

edilmektedir. Kısa lakin kati ve vazıh

cümleler, tasvirlerinde sahtelikten

tamamen uzak sade ve kuvvetli bir ifade

birbiriyle ahenktar bir surette telif edilmiş

fiiller, arada ifadeyi yeknesaklıktan

kurtarmak için fiillerin değiştirilmesi,

tekrarlar, hülasa bütün bu gibi beyan

incelikleri, bu kitabeleri alelade bir lisan ve

tarih vesikası şeklinden kurtarıyor. Kök

Türkçe’nin bu kadar muntazam ve güzel,

imlası mazbut bir nesir lisanı olabilmesi

için, herhalde uzun tekâmül devirleri

geçirdiği muhakkaktır.” şeklinde

değerlendirir. (3)

Nihal Atsız, Köl Tigin Bengü taşını

“Cümlelerin bazan kısa, bazan uzun oluşu;

manaya kuvvet vermek için bazan aynı

kelimelerin tekrarlanması yani bir nevi

tekrir sanatı yapılması; bazan bir aksine

olarak manası birbirine yakın kelimelerin

aynı cümlede veya birbiri ardınca gelen

cümlelerde kullanılması bu yazıta oldukça

yüksek bir edebi değer vermektedir. Yullug

Tigin bu yazıtta Bilge Kağan ağzından Türk

milletine hitap ederken ne kadar lirik ve

romantik ise tarihi vakaları anlatmakta da

o kadar realisttir. Bu yazılarda yalan,

mübalağa, boşuna övünme yoktur. Türk

milletinin bütün ahlaki safiyeti, bütün

değerleri ve kusurları apaçık göze

çarpmaktadır.” ifadeleriyle yorumlamıştır.

(4)

Üçüncü Bengü Taş ise Bilge Kağan’ın

ölümünden bir yıl sonra oğlu tarafından

dikilmiştir. Bu yazıtta da yine Bilge Kağan

konuşmaktadır. Bu yazıtın büyük

çoğunluğu, Kül Tigin Yazıtıyla aynıdır.

Yalnızca Kül Tigin’in olmadığı zamanlarda

geçen olaylar farklıdır.

“Tanrı gibi Tanrı yaratmış Türk Bilge

Kağanı, sözüm: Babam Türk Bilge Kağanı…

Sir, Dokuz Oğuz, İki Ediz çadırlı beyleri,

milleti… Türk tanrısı üzerinde kağan

oturdum. Oturduğumda ölecek gibi

düşünen Türk beyleri, milleti memnun olup

sevinip, yere dikilmiş gözü yukarı baktı. Bu

zamanda kendim oturup bunca ağır töreyi

dört taraftaki… Üstte mavi gök, altta yağız

yer kılındukta, ikisi arasında insanoğlu

kılınmış. İnsanoğlunun üzerine ecdadım

Bumın Kağan, İstemi Kağan oturmuş.

Oturarak Türk milletinin ilini, töresini tutu

vermiş, düzene sokuvermiş. Dört taraf hep

düşman imiş… Ordu sevk ederek dört

taraftaki milleti hep almış, hep tabi kılmış.

Page 10: Gencay Dergisi - Sayı 43 - Ağustos 2015

GENCAY

7

Başlıya baş eğdirmiş, dizliye dik çöktürmüş.

Doğuda Kadırkan ormanına kadar, batıda

Demir Kapıya kadar kondurmuş. İkisi

arasında pek teşkilatsız Kök Türk’ü düzene

sokarak öylece oturuyormuş. Bilgili kağan

imiş, cesur kağan imiş. Buyruku bilgili imiş

tabiî, Cesur imiş tabiî. Beyleri de milleti de

doğru imiş. Onun için ili öylece tutmuş tabiî.

İl tutup töreyi düzenlemiş. Kendisi öylece

vefat etmiş… “ (Bilge Kağan Yazıtı Doğu

yüzünden) (5)

Muharrem Ergin kitabının önsözünde

“Taşlar üzerine yazılmış tarih. Türk devlet

adamlarının millete hesap vermesi, milletle

hesaplaşması. Devlet ve milletin karşılıklı

vazifeleri. Türk nizamının, Türk töresinin,

Türk medeniyetinin, yüksek Türk

kültürünün büyük vesikası. Türk askeri

dehasının, Türk askerlik sanatının esasları.

Türk gururun ilahî yüksekliği… Türk

feragat ve faziletinin büyük örneği... Türk

içtimai hayatının ulvi tablosu. Türk hitabet

sanatının erişilmez şaheseri…

Hükümdarâne eda ve ihtişamlı hitap tarzı.

Yalın ve keskin üslûbun şaşırtıcı numunesi.

Türk milliyetçiliğinin temel kitabı. Bir

kavmi bir millet yapabilecek eser. Asırlar

içinden millî istikameti aydınlatan ışık.

Türk dilinin mübarek kaynağı. Türk yazı

dilinin harikulade işlek örneği. Türklüğün

en büyük iftihar vesilesi olan eser. İnsanlık

âleminin sosyal muhteva bakımından en

manalı mezar taşları. Dünyanın bugün belki

de en büyük meselesi olan Çin hakkında

1250 sene evvelki Türk ikazı…” olarak

mükemmel şekilde değerlendirmede

bulunmuştur.(6)

Alanın en saygı değer hocalarından biri

olan Talat Tekin için ise Orhun kitabeleri

“… Yalnızca siyasi ve askeri olayların oluş

sırasıyla hikâye edildiği kuru bir harp tarihi

değildir. Tam tersine bu yazıtların, özellikle

Bilge Kağan’ın beylerine ve halkına

seslendiği ve onları Çinlilerin entrikalarına

ve anayurdu bırakıp uzak diyarlara

gitmelerinin doğuracağı felaketlere karşı

uyardığı bölümleri son derece etkili bir

anlatım gücüne ve güzelliğe sahiptir…”(7)

Son olarak değinilmesi gereken bir nokta

da metinlerin manzum mu yoksa mensur

mu olduğudur. Orhun Kitabelerini içinde

Talat Tekin’in de olduğu bir grup mensur

olarak ele almış, bir başka grup ise

metinlerin barındırdığı yüksek üsluba,

dilin edebi sanatlar açısından gelişmiş

olmasına, tasvirlere, bol bol kullanılan

tekrarlara dayanarak metinlerin manzum

eser olduğu görüşünü savunmuşlardır.(8)

Lakin ikinci tezin bir sorunu vardır:

Metinler dizelere ayrılamaz. Metinlerin

manzum olduğunu ileri süren Steblava bu

sorunu komik bir yöntemle ortadan

kaldırmaya çalışmıştır. Orhon-Yenisey

metinlerinin strüktürünü değiştirerek

dizelere, mısralara bölmüş ve kıtalar

oluşturmuştur. Çünkü; Steblava için

yazıtın bir satırı tek bir cümle değildir. Bu

fikir doğrultusunda yazıtları manzum hale

getirerek incelemiştir. Lakin bilinir ki Türk

şiirinin temel özelliği ritmik olmasıdır.

Steblava’nın oluşturduğu suni metinlerde

ritmik olmaktan eser yoktur. Cümleler

fazla kurallıdır, devrik cümle yoktur. Bu

nedenlerle Talat Tekin Steblava’ya

tamamen karşı çıkmıştır.(9)

Ne yazık ki bu büyük yazıtlar dışındaki

Yenisey yazıtları, Moğolistan’da bulunan

yazıtlar, Dağlık Altay bölgesindeki

yazıtlar, Kırgızistan’da, Türkistan’da,

Kuzey Kafkasya’da, Kırım Balkan

Page 11: Gencay Dergisi - Sayı 43 - Ağustos 2015

GENCAY

8

Macaristan’da bulunan yazıtların Türk

Edebiyat tarihi açısından yeterli

incelenmesi yapılmamıştır. Bu yazıtlar

hakkında bilgi sahibi olmak için

ulaşabileceğimiz kaynak sayısı çok az. Bir

zamanlar özellikle genç Türkologların

içinde bulunduğu umutsuzluk hali artık

silinmeye başladı. Her şeyin daha yeni

başladığını, Türk tarihinin derinliğini,

bilinen yanlışları gün yüzüne çıkaran

Servet Somuncuoğlu gençlere daha

araştırılacak bir tarih, ortaya çıkarılacak

gerçekler olduğu umudunu miras bıraktı.

Umudumuz büyük…

Servet Hoca’nın bıraktığı yerden…

Kaynakça:

1. Tekin,Talat;”Orhon Yazıtları”;TDK,

s.21,2010, Ankara

2. Melikli,Tofik Davudoğlu; “Edebiyat Anıtları

Olarak Eski Türk Yazıtları”; TTK, s.263-265,

2001, Ankara

3. Ercilasun, Ahmet Bİcan; “Türk Dili Tarihi”;

Akçağ yayınevi,s. 132, 2008, Ankara

4. Ercilasun, Ahmet Bİcan; “Türk Dili Tarihi”;

Akçağ yayınevi,s. 133, 2008, Ankara

5. Tekin,Talat;”Orhon Yazıtları”;TDK,

s.51,2010, Ankara

6. Ercilasun, Ahmet Bİcan; “Türk Dili Tarihi”;

Akçağ yayınevi,s. 133, 2008, Ankara

7. Ercilasun, Ahmet Bİcan; “Türk Dili Tarihi”;

Akçağ yayınevi,s. 134, 2008, Ankara

8. Türk Dili, 409, Ocak 1986, s.5

9. İ.V. Steblava;”Poeziya Tyurkov Y1-Y111

vekov”, s.79, 1965, Moskova

Page 12: Gencay Dergisi - Sayı 43 - Ağustos 2015

GENCAY

9

TÜRKOLOG PROF. DR. ALİ AKAR İLE

SÖYLEŞİ Mustafa ORAL

Değerli hocam öncelikle sizle

başlayalım... Ali AKAR kimdir?

1965 yılında Sivas'a bağlı Yıldız beldesinde

doğdum. 1988 yılında KTÜ Fatih Eğitim

Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı

Bölümü'nden mezun oldum. Kısa bir süre

orta öğretimde öğretmenlik yaptıktan

sonra 1990'da Fatih Eğitim Fakültesi Türk

Dili ve Edebiyatı Öğretmenliği Bölümü’nde

açılan araştırma görevliliği sınavını

kazanarak üniversiteye geçiş yaptım.

Yüksek lisans çalışmamı, 1992 yılında

Cumhuriyet Üniversitesi Sosyal Bilimler

Enstitüsü'nde Eski Anadolu Türkçesi

alanında hazırladım. Doktoramı İstanbul

Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Eski

Türk Dili Ana Bilim Dalı'nda "Mirkâtü'l-

cihâd (Dil Özellikleri-Metin-Dizin)" adlı tez

çalışması ile 1997 yılında tamamladım.

Askerlik görevimi, Kara Harp Okulu'nda

yedek subay öğretim elemanı olarak

yaptım (1999-2000). 2006’da doçent,

2011 yılında profesör oldum. Çalışma

alanım yoğunlukla Türk dili tarihi, tarihî

Türk lehçeleri, Oğuz grubu lehçeleri, Eski

Anadolu Türkçesi ve Türkiye

diyalektolojisidir. Ulusal ve uluslararası

dergilerde çok sayıda makalemiz

yayımlandı. Rusya, Ukrayna, Hollanda,

Romanya, Kazakistan, Azerbaycan, Mısır

ve Suriye'de çeşitli bilimsel toplantılarda

bulundum. Erasmus öğretim elemanı

hareketliliği çerçevesinde İsveç'in Uppsala

Üniversitesinde Türkiye'de diyalektoloji

çalışmaları ve son dönem Türkoloji eğitimi

konularında seminerler verdim. Halen

Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi'nde görev

yapmaktayım.

Türkoloji'nin önemli bilim

adamlarından birisiniz. Sizce Türkoloji

nedir, neyi kapsar?

Teşekkür ederim. Türkoloji yahut Türklük

bilimi, Türklük bilgisi adıyla tanınan bilim

alanı, kısaca Türkleri tanıma, onların

kültürlerini, tarihlerini, dillerini,

edebiyatlarını, mutfak kültürlerini, hayata

bakış açılarını kısaca, biyolojik varlıkları

dışında kendilerini var eden bütün

kültürel özelliklerini tanıma bilgisidir

Türkoloji. Bu bakımdan kapsamı geniş bir

bilgi alanıdır. Fakat Türkiye’de daha çok

Türk dili ve edebiyatı alanındaki

çalışmalar “Türkoloji” diye tanımlanıyor.

Oysa terimin kapsamı daha geniş...

Kelimenin sonundaki –loji eki Eski

Yunancada “logos”tan geliyor. Bu kelime,

bilgiyi akılla, mantıkla, usla kavrama

anlamına geliyor. Türkoloji de Türklerle

ilgili bilimsel bilgi edinme bilimidir. Bu

yüzden Türk cumhuriyetlerinde

Türkolojiye “Türkîtanuv” deniyor. Yani

Türkleri tanıma bilgisi. Doğru ve kapsayıcı

bir kullanım bence...

Page 13: Gencay Dergisi - Sayı 43 - Ağustos 2015

GENCAY

10

Özel çalışmalarınızdan da bahsedebilir

misiniz hocam?

Çalışma alanım Türk dili. Tabii Türk dili

deyince iş büyüyor. 20 milyon km2 de

konuşulan ve onlarca yazı dili, yüzlerce

diyalekti olan bir dil. Bunun bir de tarihî

dönemleri var. Bu yüzden bilimsel

çalışmalarda alan sınırlamaları yapılır.

Türk dili çalışmaları genellikle Tarihî

Lehçeler ve Çağdaş Lehçeler olarak ikiye

ayrılır. Bunlar da kendi aralarında

uzmanlık alanlarına göre tekrar

bölümleniyor. Orhun Türkçesi, Eski Uygur

Türkçesi, Karahanlı Türkçesi yahut Kazak

Türkçesi, Özbek Türkçesi gibi. Benim

çalışma alanım yoğunluklu olarak Oğuz

grubu lehçeleri. Eski Anadolu Türkçesi,

günümüzdeki Oğuz yazı dilleri ve ağızları

üzerinde çalışıyorum. Son on beş yıldır da

özellikle Muğla bölgesi diyalektoloji

çalışmaları yapıyorum/yaptırıyorum. Bu

arada ağızlarla ilgili teorik yazılarımız var.

Eskiden beri üzerinde kafa yorduğumuz

konulardan biri de Türk dili tarihi.

Bununla ilgili bir kitabımız da

bulunmaktadır.

Türkiye'de ve yurtdışındaki kayaresim

çalışmaları üzerine düşünceleriniz

nelerdir? Ülkemizde bu açıdan neler

yapılmalı, gençler neler yapmalı?

Kaya resimleri (petroglif), yazı öncesi

insanlığın kültür tarihini aydınlatmak

bakımından arkeolojinin uğraştığı önemli

çalışma alanlarından biri. İspanya ve

Fransa’da M.Ö. 12.000 ila 8.000 arasında

tarihlenen petroglifler bulundu. Bunlar

Avrupa’nın yazı öncesi tarihini

aydınlatmada önemli bir ip uçları

sayılmaktadır.

Kaya resimleri, insanların yaşadıkları

bütün bölgelerde bulunabilecek önemli

kültürel ayak izleridir. Bu bağlamda,

Asya’da özellikle Altay dağları yöresinde

birçok kaya resmine rastlanmıştır.

Bölgedeki Kazaklar ve Kırgızların

Saymalıtaş yahut Tamgalısay adını

verdikleri kayalarda yüzlerce kaya

resmine rastlanmıştır. Bunların nitelikli

fotoğraflarını Rahmetli Servet

Somuncoğlu’nun oralarda çektiği

resimlerde gördük. Bu resimlerde, o çağda

yaşayan Asya göçebelerinin (bunların

içinde Türkler başat unsur olsa gerek!) av

merasimleri, inanışları, gündelik

yaşayışları, av hayvanları, inanmalara

dayalı ritüeller gibi insan hayatındaki

bütün evreleri görmekteyiz. Tabii bu

resimlerin çözümlenebilmesi için bu

konuda uzman olmak lazımdır. Çünkü

resimlerin büyük bölümü soyut nitelikler

taşımaktadır. Örneğin bazı resimlerde

güneşin kendisi çizilmişken bazılarında

yalnızca bir daire ile gösterilmiştir. Aynı

şekilde insan organları da bu sembolik bir

dilin araçları olarak karşımıza çıkar.

Bu alandaki Türkiye’de maalesef uzman

yoktur. Bunları değerlendirenler

genellikle, tarihçi, dilci yahut

folklorculardır. Petroglifler üzerinde

uzmanlaşmış bilim adamı şimdilik yok.

Bunun için arkeoloji yahut sanat tarihi

bölümlerinde bu konuda lisansüstü

programlara ihtiyaç var. Bu alanda

uzmanlaşacak kişilerin, öncelikle sembol

Page 14: Gencay Dergisi - Sayı 43 - Ağustos 2015

GENCAY

11

dilini, dilin gelişme evlerini, Türk ve dünya

mitolojisini çok iyi bilmesi gerekir. Bizler

meseleye yalnızca dilin tarih içinde

geçirdiği resim-ses-yazı gelişimi

çerçevesinde bakabiliyoruz. Oysa sembol

dilinin çözümü için yukarıda belirttiğim

daha farklı bilgi alanlarına ihtiyaç duyulur.

Bu konuda öncelik devlete ve

üniversitelerde düşmekte… Arkeoloji

bölümlerinin müfredatı genişletilerek

petroglifler konusunda dersler ve

lisansüstü programları açılmalıdır.

Türkiye’de arkeoloji ne yazık ki Önasya ve

Antik Anadolu ile sınırlı kalmış

durumdadır. Bu bölümlerde mutlaka

Uzakdoğu, Yenidünya, Sahraaltı Afrika ve

en önemlisi de Ortaasya arkeolojileri

öğretilmelidir.

Servet SOMUNCUOĞLU'nun Ankara-

Güdül'de keşfettiği önemli bir

kayaresim bölgesi var. Anadolu'daki

kaya resimleri üzerine ne

düşünüyorsunuz?

Anadolu kaya resimlerini çevre

kültürlerinden kopuk veya ayrı olarak

değerlendirmek mümkün değil. Burada

bulunan kaya resimlerinin üç kaynağı

vardır: a) Antik Anadolu b) Önasya c)

Ortaasya. Bunlar içinde üçüncüsü

Türklerle ilgili olmalıdır. Bilindiği gibi

Türklerin Anadolu’ya gelişleri 1071’den

çok öncelere dayanmaktadır. 4. yüzyılın

sonlarında (M. 395) Hunların

Kafkaslardan bölgeye geldiklerini

dönemin kronikleri ayrıntılı biçimde

yazar. 4.-5. Yüzyıllardaki Gürcistan

kroniklerinde Türklerle kültürel

ilişkilerden uzun uzun söz edilir. Hatta bu

konuda Giuli Alasania tarafından yazılan

“”Gürcistan ve İslam Öncesi Türkler” adlı

önemli bir kitap geçen yıl Trabzon’da

yayımlandı. Kafkasya’da diğer

uygarlıklardan olan Gürcülerle Kıpçakların

Kraliçe Tamara döneminde (1160-1213)

döneminde önemli kültürel ve askeri

ilişkileri olmuştur. Güneydoğu Anadolu ve

özellikle Hakkâri bölgesinde Hurri

egemenliği var. Hurriler, bilindiği gibi

eklemeli, Sümerceye benzer bir dil

konuşuyorlardı. Bunların Altay kavmi

olduklarına dair kuvvetli dil delilleri

vardır. Bu bölgede bulunan kaya

resimlerinin de Ortaasya kaynaklı olduğu

kanıtlanmıştır. Güdül’deki kaya

resimlerinde de Ortaasya kaya resimleri

üslubu görülmektedir. Bu konuda Servet

Somuncuoğlu’na danışmalık yapan

dilbilimciler ve sanat tarihçileri bunu açık

olarak ifade etmişlerdir.

Anadolu’daki kaya resimleri yukarıda

çizdiğimiz perspektifle incelenmelidir.

Bunların içinde birbirine benzer şekiller,

semboller vardır. Bunların birbirinden

ayırt edilmesi için mutlaka bu konuda

uzmanlaşmış kişilere başvurulmalıdır.

Bilindiği gibi kültürün özelliklerinden biri

de taşınabilirliği, kopyalanabilirliğidir. Bir

kültürel öge, sembol başka bir halk

tarafından kolaylıkla kopyalanabilir.

Burada önemli olan kimin kimden

kopyaladığıdır. Bu bakımdan, eğer

Kırgızistan’daki bir motifin aynısı

Ankara’da yahut Iğdır’da bulursanız,

bunun kopya olduğuna hükmedersiniz…

Peki hangisi asıl hangisi kopyadır? Bunun

yanıtı zordur. Fakat bu seferde tarihî

dönemlerde yapılmış göçlere bakacağız.

Anadolu’dan Ortaasya’ya, Ortaasya’dan

Anadolu’ya olan göçler. İnsanlığın göçleri

tarihine baktığımızda Anadolu’dan

Kırgızistan’a kitlesel göçlere

Page 15: Gencay Dergisi - Sayı 43 - Ağustos 2015

GENCAY

12

rastlayamazsınız. Oysa Asya’dan

Ortadoğu’ya, Anadolu’ya, Kuzey Karadeniz

steplerine yüzyıllarca büyük göçler

olmuştur. Demek ki damgalar, kaya

resimleri de oradan taşınmış olmalıdır. Bu

sorunların çözümünü mutlaka disiplinler

arası bilimsel yöntemlerle, duygulara

kapılmadan, soğukkanlı ve nesnel bakış

açılarıyla incelememiz gerekir.

Servet SOMUNCUOĞLU... Onunla nasıl

tanıştınız?

Servet Somuncuoğlu’yla “Karlı Dağlardaki

Sır” belgeselinin TRT’de gösterilmeye

başladığı dönemde mektuplaşarak

tanıştık. Daha sonra defalarca yüzyüze

görüşmelerimiz oldu. Servet Bey, bana

geldiğinde “Hocam, ben lisans düzeyinde

Türkoloji bilgisine sahibim, fakat

profesyonel bir belgeselciyim. Ben

malzemeyi ortaya çıkarırım, sizin önünüze

koyarım, onu sizler değerlendireceksiniz”

dedi. Bu bağlamda, ben de kendisine

petroglifi uzmanı olmadığımı, yalnızca

Eski Türk yazısını, kültürünü, inanç

sistemini bildiğimi, kendisine ancak kaya

resimlerindeki “yazı” sonrası süreç ile ilgili

noktalarda yardımcı olacağımı belirttim.

Bundan sonra dostluğumuz pekişti.

Hemen her hafta mutlaka görüşürdük.

Ortak çalışmalarınız oldu mu?

Ortak çalışmalarımız oldu tabii.

“Tamgaların Göçü-Kurgan” kitabında

metin danışmanlığı yaptım. IV. Dünya Dili

Türkçe Sempozyumu’da kaya

resimlerinden oluşan geniş bir sergi açtık.

Burada dünyanın çeşitli ülkelerinden gelen

bilim adamlarıyla bu meselelerin

konuşulmasını sağladık. Daha sonra

“Tamgalar Dengizli” belgeselini yaptık.

Denizli’deki Türk dönemi yüzey

kültürünün tespitini yaptık. Projelerimiz

arasında Muğla da vardı, ömrü vefa

etmedi. Servet Beyle çalışma

arkadaşlığımız dostluğa dönüşmüştü. Onu

zamansız kaybetmemize fevkalade

üzüldüm.

Servet SOMUNCUOĞLU ülkemizde

Türkoloji'ye ne kattı?

Servet Bey, Türkologlara, Altay dağlarının

sarp kayalıklarında Türklerin atalarından

kalan binlerce yıllık kaya resimleri olduğu

haberini verdi. Bunların fotoğraflarını

çekti. O fotoğrafları kitaplaştırdı. O bu

yönüyle önemli bir görev yaptı. Türk kaya

resimlerinin malzemesini bilim dünyasının

emrine sundu. Şimdi bunları bilimsel yol

ve yöntemlerle inceleme görevi

Türkologları bekliyor.

Türkoloji ile ilgilenen gençlere

tavsiyeleriniz nelerdir?

Türkoloji ile ilgilenen gençlere en önemli

tavsiyem, çok çalışmaları olacaktır.

Türkoloji büyük bir bilim alanıdır. Yaklaşık

250 milyon insan Türkçe konuşuyor.

Avrasya’nın önemli bir bölümüne hâkim

olan bir nüfusumuz var. Tabii bunlara

koşut olarak bir o kadar da sorunlarımız.

Bunların çözümü için dünyayı iyi okumak,

iyi anlamak, iyi algılamak ve ona göre

hazırlanmak lazımdır.

Page 16: Gencay Dergisi - Sayı 43 - Ağustos 2015

GENCAY

13

ANTİK DÖNEM TÜRK TARİHİ AÇISINDAN SERVET

SOMUNCUOĞLU ÇALIŞMALARININ ÖNEMİ Yaşar KESKİN

“İnsan inanç adına ilk çizgiyi kayalara

çizmiştir.” Servet SOMUNCUOĞU

Daha yazının bilinmediği dönemlerde

insanlar birbirleriyle kaya resimleri

aracılığıyla iletişim kuruyorlardı. Kaya

resmi yapmalarındaki amaç gelecek

kuşaklara bilgi birikimlerini aktarma

kaygısı ve bireysellikten çıkıp birlikte

hareket etmeye başladıkları dönemlerde

Atalarımızın bizlere kaya resimlerine

yazdıkları Taş Mektupları armağan

etmişlerdir. Şunu da belirtmek gerekir ki;

dünyanın çeşitli bölgelerinde,

coğrafyalarında kaya resimleri

bulunmaktadır. Kaya resimleri insanlığın

ilk entelektüel arayışıdır ve bu entelektüel

birikim dünyanın birçok bölgesinde aynı

anda yükselmektedir. Biz bu noktada

Atalarımızın yani Türklere ait kaya

resimlerini Servet SOMUNCUOĞLU’nun

çalışmalarını takip ederek belirleyeceğiz.

Bu bölgeler; Sibirya, Orta Asya, Kafkaslar,

Anadolu ve Balkanlar’da kültürel süreklilik

içerisinde bu izleri takip edebiliyoruz.

Binlerce yıl önce insanlığın gelişmesi ve

ilerlemesi adına kayalara resimler çizen

Atalarımız, bugün ulaştığımız uygarlık

adına ilk ve en önemli adımları

atmışlardır. Bugün kullandığımız yazı

sistemleri olan her harfin oluşumunun

arkasında binlerce kaya resimleri vardır.

Bunlardan bir tanesi de ‘’Tarihi Türk

Abecesi’’dir. Atalarımız kendi inanç ve

bilgi dünyaları adına dağların

doruklarında yaptıkları resimlerle dünya

uygarlığı ve aydınlanma sürecine çok

büyük katkılar sağlamıştır. Ancak daha

Türk tarihinin ana dayanak noktası henüz

çözülebilmiş değildir.

Antik Dönem de yayılmış bir Türk kültür

coğrafyası vardır ve bu Antik Dönem Türk

Kültürü verileri toplanamamış ve sistemli

bir biçimde bir araya getirilemediği için

biz kendi tarihimizi net bir şekilde

okuyamıyoruz. Bugüne kadar yapılan

çalışmaların büyük bir çoğunluğunda

temel olarak yabancıların derlediği

kaynaklar dayanak noktası olarak

alınmıştır. Tarih öncesi dönemde Sibirya

bozkırlarından Macaristan ovalarına kadar

geniş bir alana yayılan kazıbilim

(arkelojik) verilerin bulunması,

toplanması ve karşılaştırmaların yapılması

var olan tarih kavramlarını sorgulayıp

altüst edecek nitelikte ve tarihi yeniden

yazdıracak varsıllıktadır. Avrasya

Page 17: Gencay Dergisi - Sayı 43 - Ağustos 2015

GENCAY

14

coğrafyasında, Türk tarihinin genel olarak

oluştuğu kısımda üç büyük duvar vardır;

Tanrı Dağları, Altay Dağları ve Ural

Dağları. Türk kültürünün tarih öncesine ait

Antik Dönem verileri bu dağlarda ve

dağların kuytularındaki vadilerde saklıdır.

Antik Dönem Türk Tarihi ve Kültürü

açısından Kaya Resimleri neden önemli?

M.Ö.’ki dönemlerde Türk Kaya

Resimlerinde kendisine ait uygarlık

anlayışı, ekonomisi, dili, inancı, evren

anlayışı, bilinçaltını ve kozmolojisini

görmekteyiz. Türk Kaya Resimlerini takip

ettiğimizde, Türk tarihi ve kültürünü,

damgalaşma dönemini, Türk yazı

sisteminin oluşum sürecini ve Türk resim

sanatının kökenini rahatça

belirtebileceğiz. Mısırlıların papirüse,

Çinlilerin ipeğe, Sümer, Asur vs.

toplulukların kil tabletler üzerine

yaptıklarını, Atalarımız kayalar üzerine

yapıyorlardı. Bu şekilde bizlere yani

gelecek kuşaklara miras bırakıyorlardı.

İşte bu eşsiz hazineye sahip çıktığımız

sürece biz var olmaya devam edeceğiz ve

tarihsel öncelik haklarımızı ortaya koymuş

olacağız.

Servet SOMUNCUOĞLU’nun binlerce

km.lik yol kat edip 12 ülke, 260 kaya resmi

alanında yaptığı çalışmalar sayesinde Türk

Tarihinin Antik Dönem verileri olan kaya

resimlerinin büyük bir bölümü toplanmış

bulunmaktadır. Antik Dönem açısından

eserleri;

BETİKLER:

Sibirya’dan Anadolu’ya TAŞTAKİ

TÜRKLER (From Siberia To Anatolia THE

TURKS ON THE ROCK)

SAYMALITAŞ – Gökyüzü Atları

(SAIMALUU-TASH – Sky Horses)

DAMGALARIN GÖÇÜ – KURGAN /

Ankara Güdül Kaya Resimleri (THE

MIGRATION OF TAMGA / STAMPS-

KURGAN, Ankara Güdül Rock Engravings

BELGESELLER:

Karlı Dağlardaki Sır (5 Bölüm)

Damgaların Göçü (3 Bölüm)

Altın Elbiseli Adam

Antik Dönem Türk Kültür Tarihinin

günümüzdeki yansımalarını anlatan

Folklor ve Etnografik belgeselleri;

Tamgalar Dengizli (3 Bölüm)

Zamana Karşı (3 Bölüm)

Türkistan’da Bir Gün

Yine Servet SOMUNCUOĞLU’nun dediği

gibi daha gidilemeyen birçok kaya resmi

alanı vardır. Belirttiği bu alanlar Türk kaya

resimlerinin izi olduğu ve araştırılmayı

bekleyen ülkeler arasında Çin,

Türkmenistan, Özbekistan, Afganistan,

İran ve Irak’taki kaya resimleri ve

Türkiye’de yeni bulunan kaya resimlerinin

Page 18: Gencay Dergisi - Sayı 43 - Ağustos 2015

GENCAY

15

derlenip, Güney Sibirya, Moğolistan,

Kırgızistan, Kazakistan’daki ulaşılamayan

yerlere de ulaşılmalı, ‘’Taştaki Türkler’’

betiğinin devamı niteliğinde bir eser

sunulması gerekmektedir.

Kaya resimleri dışında, Türklerin kültür

birikimi olan bu eserlerin bir bütünlük

içinde toplanılması Türk bilim dünyasına

ve konuya meraklı insanlarımıza sunmak

boynumuzun borcu olduğuna

inanmaktayım. Tabi ki bu saydıklarımı bir

kişinin yapması asla mümkün değildir

ancak birlik olunması sonucunda

bunlarında üstesinden gelineceğine

güvenim tamdır. Bu konularla ilgili içinde

bulunduğum ‘’Genç Araştırmacılar’’

topluluğu olarak bir yerden başladığımızı

da belirtmek isterim.

Burada Servet SOMUNCUOĞLU’nun

belirlediğim yarım kalan çalışmalarını ve

yapılmasını dilediğim önerileri yazacağım.

1. Servet SOMUNCUOĞLU’nun bıraktığı

eserleri Türk bilim adamları farklı

disiplinler arası araştırmayla genel

hatlarını ortaya koymaları gerekmektedir.

2. Damgaların Göçü – Kurgan / Ankara

Güdül Kaya Resimleri betiğinde belirttiği

‘’Karşılaştırmalı Anadolu Kaya Resimleri’’

adlı betik çalışmasının tamamlanması.

3. Yine aynı betikte belirttiği ‘’Tarihi Türk

Alfabesinin Oluşumsal Süreci Üzerine Bir

Deneme’’ adlı yazısını ‘’Göktürkler ve

Orhun Anıtları’’ adlı eserinde

yayınlayacağını da belirtmiş ve bu da

yarım kalan eserler arasında kalmıştır.

4. Sürekli dile getirdiği ve Türk tarihi

açısından önemini vurguladığı ‘’Türk

Damgalar Sistemi’’nin oluşturulması.

5. Anadolu’da yeni bulunan ‘’Tarihi Türk

Abecesi’’yle yazılmış Türk yazıtlarının bir

betikte toplanması ve Türk bilim

dünyasına sunulup, okuma önerilerinin

yapılması.

6. Türklere ait bir mezar geleneği olan

Kurganların yerlerinin tespit edilmesi ve ‘’

Türk Kurganlar Atlası’’ yapılması ilerideki

yapılacak kazı çalışmaları açısından

yerlerinin bulunmasına kolaylık

sağlayacaktır.

7. Türklere ait mezar yapılarının

belirlenmesi ve Mezar Taşlarının

sınıflandırılması. Kurgan, Balbal, Bengü

Taşlar vb…

8. Etnografya eserlerinin bu bağlamlar

içerisinde incelenmesi…

Servet SOMUNCUOĞLU, TRT’deki

Türkistan Gündemi programında kaya

resimlerinin yorumlanmasında öncelikle

şu konuya dikkat çekmektedir. ‘’Bugüne

kadar kaya resimli alanlarda hep mistik

yorumlarla geçiştirilmeye çalışıldı. Biz

konuya nesnel ve somut olarak yaklaştık,

yani o mistik yorumları efendim, yok

göklere çıktı, yok uzaya kaçtı, yok bilmem

ışık indi, bunlardan uzaklaştık ve alanları

birbirleriyle karşılaştırırsak nereye

varacağız dediğimizde, nesnel kriterlerle

hiçbir şekilde duygusal davranmadan

ortaya koyduğumuzda ne çıktı karşımıza;

Page 19: Gencay Dergisi - Sayı 43 - Ağustos 2015

GENCAY

16

Baykal Gölü kıyılarından, Ankara Güdül’e

kadar tanımlanmış tescillenmiş bir Türk

kimliği ortaya çıkıyor.’’

Burada yazdıklarım kimilerince imkânsız

olarak görülebilir ya da kim uğraşacak bu

kadar işle de diyebilir. Ancak Servet

SOMUNCUOĞLU inanmıştı ve işin büyük

bir bölümünü yaparak bizlere kalıcı

eserler bıraktı. Geçmişteki Atalarımızın

kayalara inanç adına çizmeye başladıkları

ilk çizgi gibi bizde bu eksik kalan

alanlarımızı tamamlamak için inançla

çabalarsak büyük bir boşluğu doldurmuş

olacağımızın inancındayım.

Türkler dünyanın birçok kıtasında tarihin

en eski çağlarından itibaren hep var

olmuşlardır. Bu gerçeği belgeleriyle ortaya

koymak özellikle içinde bulunduğumuz şu

günlerde yakın ve uzak geleceğimiz

açısından büyük önem taşımaktadır.

Burada bize düşen görev ‘’elimizi taşın

altına koymaktır…’’

Page 20: Gencay Dergisi - Sayı 43 - Ağustos 2015

GENCAY

17

Page 21: Gencay Dergisi - Sayı 43 - Ağustos 2015

GENCAY

18

AZİZ YUSUF YILMAZ ARAÇ İLE

SÖYLEŞİ

Banu KAPKINER

Merhaba Yusuf Bey! Yusuf Yılmaz Araç

kimdir? Servet SOMUNCUOĞLU ile olan

dostluğunuz hakkında neler söylemek

istersiniz?

Teşekkür ediyorum. Öncelikle siz

gençlerin Servet Somuncuoğlu’na teveccüh

ve alakasının çok takdire şayan olduğunu

belirtmek isterim.

İsmim Yusuf Yılmaz Araç. Servet

Somuncuoğlu ile 1975 yılında Sakarya

Arifiye Öğretmen Okulu’nda tanışmıştık.

Kırk yıla yaklaşan sarsılmaz dostluğumuz

vardı. Şu an hayatta olsaydı dostluğumuz

kırk yıla ulaşacaktı. Fakat takdir-i ilahi,

kader böyleymiş, aramızdan erken ayrıldı.

Onunla öğretmen lisesinde 1975 yılında

başlayan dostluğumuz kesintisiz son

nefesine kadar devam etti. Erzurum’daki

yükseköğrenimi haricinde hep aynı

şehirde bulunduk. Hemen hemen inkıtasız

sürekli görüştük ve dolu dolu bir dostluk

yaşadık. Onunla dost olmaktan çok

mutluyum. Benim için çok büyük bir

kazançtı. Aynı şekilde kaybı da çok büyük

bir eksikliktir.

Servet SOMUNCUOĞLU’nu iki kelime ile

anlatsanız?

İki kelime: Zekâ ve azim…

Size Gallemit adlı eserinde de ‘Aziz’

unvanı ile hitap ediyor. Eserinde sık sık

sizden bahsediyor ve bahsettiği üzere

sizinle paylaşabileceği her şeyi

paylaştığını söylüyor. Acaba bu kaya

resmi alanlarıyla olan ilgisinden size ilk

olarak hangi dönemde bahsetti ve nasıl

söz açtı. O konuda neler diyebilirsiniz?

Aslında Aziz’in özel bir anlamı yok.

Okuduğumuz, hoşlandığımız bir hikâyede

geçen bir hitaptı. Tekrar tekrar okuduk,

pek hoşumuza gitti. Ben ona Aziz diyorum

o da bana Aziz diyordu, öylece kaldı. Başka

bir manası yok. Gallemit kitabının

girişinde; İstanbul gibi büyük, insanı yoran

bir şehirde iş saatleri dışında buluşup

günlük hayatın küçük keyifli yanlarını

yakalamak için nefes aldığımız anlarda,

çarşıda pazarda sağa sola bakınarak diğer

insanlara normal geldiği halde bizim farklı

yönlerini görebildiğimiz ve aynı bakış

açısıyla bakabildiğimiz noktaları güzelce

özetlemiş.

Taşlara ilgisi, böyle gaipten gelen bir sese

binaen veyahut rüyasında görerek doğmuş

değil. Ama sanki çocukluğundan beri, belki

doğduğunda, belki de yaratıldığı anda ona

verilen kutlu bir görevdi.

2004 yılıydı sanırım, bir konferansa

katılmıştı, Eski Türkler ile alakalı. Konu o

günlerde bazı çevrelerde yeni yeni popüler

hale geliyordu. Biraz ilim disiplini

Page 22: Gencay Dergisi - Sayı 43 - Ağustos 2015

GENCAY

19

dâhilinde, biraz ilim dışına taşarak, bazen

de sulandırılarak gündeme getiriliyordu.

Toplantıdan çıktıktan sonra Üsküdar’daki

Yalı Kahvesi’nin önünde buluştuğumuzda;

'’Bir başladılar Azizciğim. Bin yıl, iki bin yıl,

üç bin yıl derken, her beş dakikada bir beş

bin yıl gerilere gidiyor. Ben çıktığımda on

beş bin yıl filandı. Herhalde şu an otuz bin

yıla gelmişlerdir’’ diye espriyle karışık

söyledi.

Espriyle karışık eleştirmekle beraber,

toplantıda tanıştığı bir takım kişiler

Kazakistan seyahati planlanmışlar ve bu

seyahate Servet’in de katılmasını arzu

etmişler. İlk, 2004 senesindeki o seyahat

esnasında Türk Kaya Resimleri ve eski

Türk Yazıtlarına ilgi duymaya başladı ve

konunun el değmemiş bakir bir saha

olduğunu fark etti. Bu alanda büyük bir

boşluk olduğunu, Hüseyin Namık

Orkun’un dev eseri Eski Türk Yazıtları

haricinde kaynak bulunmadığını ve onun

üzerine bir şey konulmadığını tespit etti.

Bundan sonra hayatının tek gayesinin bu

olması gerektiğine karar verdi ve

kazandığı bütün tecrübenin, birikimin, bu

odada gördüğünüz binlerce kitabın, almış

olduğu eğitimin, malum iki üniversite

bitirmiştir, sanki bunun için bir ön hazırlık

olduğuna inandı.

Şartlarını zorlayarak, Allah’ın yardımı ve

ailesinin desteğiyle çok büyük işler

başardı. Yaptığı işler ortada, biliniyor.

Yarım kalan işleri de var, bunlara ailesi

sahip çıkıyor, siz gençler takip

ediyorsunuz, İnşallah onlar da kısa

zamanda gün yüzüne çıkacaktır.

Konumuzu Türkiye sınırları içerisine

çekmek istiyorum. Dünyanın çeşitli

yerlerine yaptığı bu araştırma

gezilerinden sonra, bu damgaların

Anadolu coğrafyasında, özellikle

Güdül’de olduğunu nasıl haber aldı?

Güdül orijinal bir Servet Somuncuoğlu

keşfidir. Kendisi de ifade ediyor. Bildiğim

kadarıyla TRT Belgesel kanalında ‘Karlı

Dağlardaki Sır’ belgeseli yayınlandıktan

sonra internette bir yorum görüyor.

Ankara’nın Güdül İlçesi Salihler Köyü’nden

Cemil Söylemezoğlu adlı arkadaşımız

yazmış. “Ey millet, bu resimlerden bizim

köyde de var, haberiniz olsun.”

O yorumu görünce Servet hemen oraya

gitti. Zaten Servet’e bir ipucu yeter,

kalanını kendisi çözer. Başta demiştim ya,

azim ve zekâ. Cemil Beyle temasa geçiyor.

Yine aynı konularla ilgili bir yurt seyahati

dönüşünde köyü tekrar ziyaret ediyor ve

buluşup birlikte kaya resmi alanlarına

gidiyorlar. Cemil Beyin gösterdiği yer

birinci alan. Daha sonra Cemil Beyin de

önceden bilmediği ve daha sonraki

araştırmalarda yine Cemil Bey tarafından

ortaya çıkarılan birçok alana erişildi.

Bu seyahatlerin üçüne katıldım, yol

arkadaşı olarak. Çok keyifli yolculuklardı.

Çok yorucuydu, fakat ondaki azim

yorgunluğun üstesinden geliyordu. Ben üç

saat yürüyünce yoruluyorsam, o dokuz

saat yürüyordu ve yorulmuyordu. Sanırım

on üç kere Güdül e gitti.

Güdül Türk Kaya Resimleri Sahası çok

orijinal ve çok mühim bir Servet

Somuncuoğlu keşfidir. Dünya literatürüne

bu şekilde geçmesi gerekir. Bundan sonra

elbette gündeme gelecek, üzerine kitaplar

yazılacak, araştırmalar yapılacaktır.

Temelini Servet Somuncuoğlu ve tabi ki

Cemil Söylemezoğlu atmıştır. Namuslu ilim

Page 23: Gencay Dergisi - Sayı 43 - Ağustos 2015

GENCAY

20

camiası bu hakkı teslim edecektir. Bazen

Güdül’den bahsedilip Servet

Somuncuoğlu’nun zikredilmediğine, ihmal

edildiğine şahit oluyoruz. Sanki önceden

keşfedilmiş gibi davranılıyor. Bu

haksızlıktır, en basitiyle ayıptır. Servet’in

böyle bir iddiası, oralara adının yazılması

gibi bir dileği olmadı ama sonuç olarak

ortaya çıkarttığı eserler var. Damgaların

Göçü belgeseli var. Bunları görmezden

gelmek insafsızlıktır.

‘’Sen beklesen de zaman beklemez.’’

Sürekli bunu kendine hedef alıyor.

Gündüz oturmamak, gece uyumamak

gibi bir kaygısı var kaya resimleri için.

Güdül’ü duyduğunda, Tanrı Dağları’na

gitme fikrini duyduğunda nasıl bir

heyecan içerisindeydi, anlatabilir

misiniz?

İnsan hasretini çektiği sevgilisine

kavuşmak için nasıl heyecan duyarsa, o da

dağlara kavuşmak için aynı heyecanı

duyardı. Güdül olsun, Tanrı Dağları olsun,

Aladağlar olsun onun sevgilisi

mesabesindeydi. Hakikaten büyük bir aşk

ve şevkle bu heyecanı duyardı ve

çevresine de duyururdu. Ben üç kere

Güdül’e gittim. Normalde kendince keyif

sahibi, hafta sonu kahvaltısını yapan,

ayaklarını uzatıp televizyon seyreden, çok

hızlı hareket etmeyen, kendi dünyamda

yaşamayı seven biriyim. Beni üç kez

Güdül’e götürebilmiş olması bunu nasıl bir

aşk ve şevkle çevresine aşıladığını

gösterir. Yine öğretmen okulundan

arkadaşımız Cengiz Albayrak da vardı

seyahatlerin birinde.

Orası çok da cazip bir coğrafya değil

açıkçası. Hani gittiğiniz yer orman olur

ağaç görürsünüz, dere olur serinlersiniz,

çimen olur, kuş olur, güzel bir yer olur.

Orada tam manasıyla bozkır

görüyorsunuz. Taş ve dikenden başka bir

şey yok. Buna rağmen önce bizi, sonra

konu ile alakalı birçok insanı oraya

götürdü. İnandığı şeye tam manasıyla

inanmak ve dolayısıyla muhatabını ikna

edebilmek özellikleriyle bunları

kamuoyuna tanıttı.

Servet SOMUNCUOĞLU, kendisine nasıl

bir yöntem seçmişti araştırmalarında?

Servet Somuncuoğlu yedisinde cesurdu,

ömrü vefa etseydi yetmişinde de cesur

kalacaktı. Bu işler için zekâ ve azmin

yanında cesaret de şart. Şöyle bir yöntem

seçmişti; Türklüğün Türk olmayan bir şeyi

Türk yapmak gibi bir şeye ihtiyacı yok.

Zorla Türk yapamazsınız ama Türk ise de

ona Türk demek lazımdır.

Bizim sıkıntımız, günümüzde zaten

insanlar Türkiye’de Türk'üm demeye

korkar hale geldi. Herhalde araştırmacılar

akademide göğsünü gere gere Türk

kelimesini dile getiremiyor. Yabancılardan

Türk demesini beklemek zaten beyhude...

Onlar Türk kelimesini özellikle

kullanmıyor, Ortadoğulu, Orta Asya halkı,

Bozkır halkları diyorlar... Dolayısıyla,

Türklerin bunları bulup ortaya koyması

lazım…

Page 24: Gencay Dergisi - Sayı 43 - Ağustos 2015

GENCAY

21

Son olarak neler demek istersiniz? Hem

bize öğüt, hem Servet Somuncuoğlu’nu

tanımak isteyenlere?

O korkusuz bir kahraman, tam manasıyla

bir yiğitti. Günümüz kahramanları eline

kılıç alıp Kürşad gibi kırk yiğitle Çin

sarayını basamayabilir. Seyyid Ahmet

Arvasî hocamız böyle söyler. Günümüzün

kahramanları, inançlarını ve ideallerini

son nefesine kadar yaşayabilen

insanlardır.

Servet Somuncuoğlu da inançları uğruna

bir ömür harcamıştır. Kendini yıpratarak

genç yaşında aramızdan ayrılmış, bu

uğurda kendini feda etmiştir. Türklük

yoluna baş koymuştur.

Böyle kahraman bir arkadaşım olduğu için

çok bahtiyarım, çok mutluyum. Sizlerle

tanışmaktan, onun yolunda yürüyen, onun

hatırasına sahip çıkan, ona vefa gösteren

genç arkadaşlarla tanışmaktan çok çok

mutluyum. Çok teşekkür ederim.

Page 25: Gencay Dergisi - Sayı 43 - Ağustos 2015

GENCAY

22

ANADOLUNUN TAM ORTASINDA BİR

SERVET GÜDÜL KAYARESİMLERİ Emre SEVİNÇ

Taştaki Türk’ü bizlere tanıtan Servet

SOMUNCUOĞLU’na özlemle…

Türk kayaresimleri… Türk tarihinin

bilinmeyen dönemlerine ışık tutacak bu

belgeler Türk milletinin adımını attığı her

coğrafyada karşımıza çıkmaktadır.

Kırgızistan’daki Saymalıtaş’tan

Azerbaycan’daki Gobustan’a, Kazakistan

Tamgalısay’dan Rusya’daki Lena

Kayaresimleri’ne. Türk milletinin ayağını

bastığı hemen her yerde karşımızdalar.

Hepsi bulundukları bölgelerin en yüksek

yerlerinde. Hepsi dua-dilek, şükür, yuğ,

kurban alanı. Çoğunun çevresinde

kurganlar var. Hepsinde Türklere ait

kayaresim motiflerini, yazıtları

görebiliyoruz.

Sözkonusu kayaresimlerinin Anadolu

coğrafyasında da birçok örneği vardır.

Kars Kağızman Camuşlu Köyü, Erzurum

Karayazı Cunni Mağarası, Ordu Mesudiye

Esatlı Köyü’nde bulunanlar ve daha

niceleri…

Türk kayaresimlerinin Anadolu

coğrafyasındaki en önemli temsilcisi ise

Ankara’nın Güdül ilçesine bağlı Salihler

Köyü kırsalında olanlarıdır.

Türk Tarihinin Bilinmeyenlerini

Aydınlatacak Keşif Güdül Kaya

Resimleri

Kamuoyu ilk olarak 2011‘de bu

kayaresimlerinin keşfedildiğinden

haberdar oluyordu. Bölgenin kaşifi ise

ömrünü Türk kayaresimlerine adamış

cennetmekan Servet SOMUNCUOĞLU idi.

Türk coğrafyalarında kayaresimlerinin

peşine düşen ve bizlere sunan Servet

SOMUNCUOĞLU bu defa Anadolu’nun tam

ortasında çıkartıyordu kayaresimlerini

karşımıza. Ortaya da ‘’Damgaların Göçü’’

adlı bir belgesel ve ‘’Damgaların Göçü –

Kurgan’’ adlı bir albüm-kitap koyuyordu.

Page 26: Gencay Dergisi - Sayı 43 - Ağustos 2015

GENCAY

23

Salihler’deki Türk kayaresimlerini Servet

SOMUNCUOĞLU’na haber eden Cemil

SÖYLEMEZOĞLU şöyle anlatıyor bu keşif

sürecini ‘’Damgaların Göçü’’ adlı

belgeselde:

”Ben dağlarda çok gezerim. Bu kaya

resimlerini gördüm fakat ne işe yaradığını,

kime ait olduğunu bilmiyordum. Bir gün

köyümüzde televizyon seyrederken Karlı

Dağlardaki Sır programını… Baktım ki bu,

buna benzer resimlerin bizim köydeki

resimlerin aynısı olduğunu -aşağı yukarı-

farkettim. Daha sonra bu programın

yapımcısı ve yönetmeni Servet

Somuncuoğlu’nu haber verdim.

İrtibatlaştık, köyümüze geldi. Bu resimleri

inceledi. Baktı ki bu resimlerin Orta

Asya’daki resimlerin aynısı olduğunu

söyledi.”

Neler yoktu ki Güdül’de?

Türk tarihinin en eski çağlarına ışık

tutacak dövme yöntemi ile kazınmış

resimler… Bunlar gerek Orta Asya’daki

gerekse Anadolu’daki örnekleri ile

mukayese edildiğinde Güdül’deki Türk

kayaresimlerini milattan önce 3000

yıllarına kadar geri götürebiliyordu.

Çeşitli Türk boylarına ait damgalar… Bu

damgalar bize bu coğrafyada bir kültürel

sürekliliğin olduğunu gösteriyordu.

Türkler tarihin en eski çağlarından beri

bölgedeydiler ve günümüzden 1000 yıl

öncesine kadar hayatlarını, inançlarını,

varlıklarını kayalara kazımışlardı.

Türk Yazısı ile kazınmış eski Türkçe

yazıtlar… Tarih kitaplarında ilk Türkçe

yazılı belgeler 8. yüzyıl’daki Orhun

Abideleri olarak gösterilir. Ancak Türk

coğrafyaları Türkçe ve Türk Yazısı ile

kazınmış küçük yazıtlarla doludur. Bu

yazıtların örneklerini biz Güdül’de de

görebiliyoruz. Bu buluntu bize Türk

Yazısı’nın Orhun’dan çok ayrı bir

coğrafyada ve Göktürk Devleti’nden

yüzlerce yıl önce bile kullanıldığını

gösteriyor.

Türk tipi mezar alanları da var Güdül’de.

Biz kurgan diyoruz bu mezarlara. Bu

mezarlar hemen kayaresimlerinin yanı

başındalar. Güdül Kayaresimleri’nin

anahtarı durumundalar. Bu kurganlar

arkeologlar tarafından açıldığında

bölgenin kesin yaşı, kime ait olduğu, bu

resimleri kimlerin-niye kazıdığı kesin bir

şekilde ortaya çıkacak ve bilimadamlarının

önüne koyulabilecek.

Page 27: Gencay Dergisi - Sayı 43 - Ağustos 2015

GENCAY

24

Eski Türk inancına ait motifler. Burası aynı

zamanda bir dua alanı, ibadet, şükür,

kurban alanı. Bölgede bu etkinliklerde

bulunan halk inancını taşlara kazımayı da

unutmamış.

Türk dünyası Servet’ini kaybetti…

6 Ağustos 2013 günü acı bir sabaha

uyanıyorduk. Ömrünü Taştaki Türkler’e

adamış, bu konuda kitaplar yayınlayıp TRT

ekranlarında önemli belgesellere imza

atmış bir değer, Servet SOMUNCUOĞLU’nu

kaybettiğimizin haberiydi bu.

Güdül Kayaresimleri’nin de kaşifi olan

Servet SOMUNCUOĞLU’nun kaybı başta

Türkoloji dünyası olmak üzere toplumun

her kademesinde büyük üzüntüye yol

açmıştı. Ömrünü Türk’lüğe adayan Servet

SOMUNCUOĞLU’nu Türk milleti

unutmamış ve ardından ağıtlar yakmış,

şiirler yazmış, çeşitli etkinlikler

düzenlemişti.

Bu etkinliklerden biri de Avrasya Yazarlar

Birliği’nin Ankara’da düzenlediği Servet

SOMUNCUOĞLU’nu anma programı idi. Bu

programda Servet SOMUNCUOĞLU’nun

dostları ve çalışma arkadaşları söz alıyor,

onu anlatıyorlardı. Söz alanlardan birisi de

Güdül Kayaresimleri’ni Servet

SOMUNCUOĞLU’na haber eden Cemil

SÖYLEMEZOĞLU idi.

Cemil ağabey konuşmasında genel olarak

Güdül Kayaresimleri’nin keşif sürecini

anlatıyor ve Servet hocamız ile olan güzel

anılarından bahsediyordu. Son olarak da

müjdeli bir haber veriyor, Güdül

Kayaresimleri’nin olduğu bölgede

kayaresimleri ile dolu 2 kayalık daha

bulduğunu söylüyor ve araştırmacıları

Güdül’e davet ediyordu.

Bölgeyi Tanıyalım

Güdül, Ankara’nın 80 kilometre batısında

komşu ilçeleri Ayaş ve Beypazarı gibi şehir

ile iç içe bir ilçesi. Kirmir Çayı’nın beslediği

bölge tarihte değişik medeniyetlerin uğrak

yeri olmuştur. Tarih öncesi çağlardan bu

yana yerleşim alan bölge Selçuklular’ın

Anadolu’ya girmesi ile bu ismi almıştır.

Salihler Köyü’ndeki Türk medeniyeti

ürünlerinin varlığı ise Selçuklular’ın

atalarının da burada at koşturduğunu

göstermektedir.

Salihler ise bu ilçenin yaklaşık 210 hanelik

bir köyü. Köyün içinde ve yakınında çeşitli

medeniyetlere ait yerleşim kalıntıları

bulunmaktadır. Köy halkının bizlere olan

Page 28: Gencay Dergisi - Sayı 43 - Ağustos 2015

GENCAY

25

ilgisine de burada teşekkür etmeden

geçemeyeceğim.

Cemil SÖYLEMEZOĞLU, Ankara

Üniversitesi Veterinelik Fakültesi’nde

memur olarak görev yapıyor. Haftasonları

ise soluğu köyünde alıyor. Güdül

Kayaresimleri’nin keşfinden sonra

kendisini bu resimlere adamış durumda.

Sürekli bölgede alan araştırmaları yapıyor

ve yeni kayaresimleri bulmaya çalışıyor.

Güdül Kayaresimleri tarihin

derinliklerinden Türklere bir ışık olarak

karşımızda. İçerisinde bulundurduğu

kurganlar, yazıtlar, dini motifler ile Orta

Asya Türk kültürünün Anadolu’da büyük

bir örneği. Üzerinde geniş çaplı bir

araştırma yapıldığında bilimsel kabul

edilmiş ve Türk medeniyetinin değerlerini

yok sayan bir sürü bilgiyi çürütecek bir

alan.

Düştük Güdül Yoluna

Cemil SÖYLEMEZOĞLU’nun davetine

yaklaşık 1 sene sonra Melike HİSAR,

Sercan GÜVENÇ ve Hüseyin İSKENDER

gibi genç araştırmacı arkadaşlarımızla

karşılık verdik ve düştük Güdül yoluna.

Cemil SÖYLEMEZOĞLU daha önceden

bölgeleri taramış ve bulduğu alanlara bazı

işaret taşları koymuş, bize

fotoğraflamamız için hazırlamıştı. ‘’Servet

SOMUNCUOĞLU’nun bıraktığı yerden’’

sloganı ile çıktığımız bu yol 3 adet yeni

kayaresim alanı bulmamızı sağlayacaktı.

Biz bu alanlardan ilkine cennetmekan

hocamızı da hatırlayarak Servetin Kaya,

ikincisine Karkın Yatağı, üçüncüsüne de

Çığlıktepe adını verdik.

Bulduğumuz bu alanlar özellikle yazıtlar

ve küçük panoları içermesi nedeniyle

önemli alanlardı. Ayrıca bu gezi küçük de

olsa Servet hocamızın çalışmalarının

devamı niteliğinde bir geziydi ve bu bize

gurur veriyordu.

Şimdi, binlerce yıl önce atalarımızca

kayalara kazınmış resimlere, yazıtlara,

damgalara ilk defa dokunmanın hissini,

heyecanını sizlere aktarmaya çalışacağız.

Servet SOMUNCUOĞLU’nun bıraktığı

yerden…

8 Ağustos günü sabahı Ankara’dan Güdül’e

yolculuğumuzla başlıyor araştırma

gezimiz. Cemil SÖYLEMEZOĞLU karşılıyor

bizleri güler yüzü ile.

Hedefimiz Güdül’deki tüm alanları

görmek. Bu, 3 gün hiç durmadan

Page 29: Gencay Dergisi - Sayı 43 - Ağustos 2015

GENCAY

26

yürümemize neden olacak. Ancak

karşılığında aldığımız haz tüm

yorgunlukları unutturacak türden.

Başlıyoruz serüvenimize…

İçimizde atalarımızın bize bıraktığı mirasa,

kayaresimlerine ulaşacak olmanın

heyecanı var. Salihler Köyü halkı oldukça

misafirperver. Cemil ağabey yolda

tarlalarda durup bize taze kavun, karpuz

ikram ediyor. Böylece devam ediyoruz

yolumuza.

İlk durağımız Yandaklıdere Alanı. Burada

Oğuz boylarına ait damgalar da var en eski

dönem Türk kayaresimleri de. Bu bize

bölgedeki kültürel sürekliliğin ne denli

geniş olduğunu gösteriyor.

Yandaklıdere’den sonra yolculuk

Deliklikaya’ya. Bu tarih abidesi de oldukça

zengin bir alan. Hemen karşısında, vadide

bulunan kurganlar burayı daha da değerli

kılıyor. Birçok da yazıt var burada.

Antalya’da tıp doktoru olan ve Türk

yazıtları üzerine derin araştırmaları

bulunan Cengiz SALTAOĞLU’nun buradaki

‘’Ançı’nın Yazıtı’’ hakkındaki okuma

önerisi şöyle:

Ses karşılığı: Seş, ançı i, al enç enci bugug!

Günümüz Türkçesiyle: Kurtar Avcı’yı ey,

kabul et huzur mülkü geyiği

Servetinkaya’nın Keşfi

Deliklikaya’dan sonra bilinmez bir yola

giriyor serüvenimiz. Cemil ağabey yeni

kayaresimleri keşfedebileceğimizi

söyleyerek ayrı bir yere götürüyor bizleri.

Sözleşiyoruz Cemil ağabey ile, eğer önemli

bir kayaresim alanı bulursak Servet

hocanın adını vereceğiz. Bu şevkle

aşıyoruz tepeleri.

Cemil SÖYLEMEZOĞLU daha önce bölgeyi

karış karış gezmiş ve bulduğu yerlere

işaret taşları koymuştu. Bu taşlar işimizi

kolaylaştırıyordu. Bir-iki hayal kırıklığının

ardından hedefimiz ulaşıyoruz. İlk

gördüğümüz resim boynuzları hayat

ağacına benzetilmiş güzel bir geyik çizimi.

Kayalık sıra sıra resimlerle dolu. Ben,

Cemil ağabey ve Hüseyin İSKENDER

resimleri tespit ederken Melike HİSAR ve

Sercan GÜVENÇ hemen ardımızdan

fotoğraflıyor.

Page 30: Gencay Dergisi - Sayı 43 - Ağustos 2015

GENCAY

27

El değmemiş bir hazineye ulaşıyorduk.

Onlar bizi kaç bin yıldır bekliyordu, bizi

görünce ne kadar sevindiler, kim bilir?

Cemil ağabey ‘’işte Servetinkaya’yı

bulduk’’ diye naralar atıyor. Belki binlerce

yıl önce atalarımızca çizilmiş

kayaresimlerine bilinçlice ilk defa bizler

dokunuyoruz. Bunun sevinci ve gururu

paha biçilemez.

Servet hocamız anısına bir de anıt taş

dikiyoruz hemen Servetinkaya’nın üst

yanına. Mekanı cennet olsun duaları ile

beraber.

Kayalığın adını tam olarak vermemiz uzun

sürüyor. Ortaya Servet Kaya, Servet Taş,

Servetin Kaya gibi isimler atılıyor. Ad için

son kararı köyde vermek için düşüyoruz

dönüş yoluna.

Köyde, Salihler Köyü halkının hoş sohbeti

ile karşılaşıyoruz yine. Köy kahvesinde

sıcak çaylarımızı yudumlarken sohbet

Servet hocamıza geliyor. Salihler halkı hala

dualarla, tebessümlerle anıyor onu.

Yapılan konuşmalar sonucu köy halkı

kayalığa ‘’Servetinkaya’’ adını veriyor.

Artık içim rahat. Servet

SOMUNCUOĞLU’nun adı keşfettiği bölgede

bir kayalığa verilmişti. Onlar sohbetlerine

devam ederken ben hayallere dalıyorum.

Gözlerimi gökyüzüne diktiğimde hilal ile

yıldızın rüzgarın fısıltısında dansını

farkediyorum. Ve şu dizeler geliyor

hatırıma.

-Ay’lı gecelerin şavkı vurduğunda dağlara,

-Yakarırlardı, yalvarırlardı inançları adına.

-Onlar Güneş’e yürüyen Gök Tanrı’nın

çocuklarıydı,

-Ve taşlara kazıdılar inançlarını.

Ata ruhların huzuruna yolculuk…

Araştırma gezimizin ikinci günü… Çan

seslerinin eşliğinde çobanların sesiyle

uyanıyorum yeni bir Güdül sabahına.

Bugün buradaki kayaresimlerinin asıl

kaynağına gideceğiz.

Yolculuğumuz Salihler Köyü ve Adalıkuzu

Köyü arasında kalan Düdük Dağı’na.

Burası bölgenin en zengin alanı. Salihler

Köyü’nden yaklaşık 45 dakikalık traktör

yolculuğunun ardından ulaşıyoruz.

Bölgenin kâşifi Servet SOMUNCUOĞLU…

İki lafımızdan biri ona geliyor burada.

Güdül Kayaresimleri’nin her karışında

hocamızın payı var. Kağan Kurganı’nda

onu yad ederek başlıyor yolculuğumuz.

Page 31: Gencay Dergisi - Sayı 43 - Ağustos 2015

GENCAY

28

Bu kurganı ben hep Güdül

Kayaresimleri’nin anahtarı olarak

değerlendirmişimdir. Buradan çıkacak

buluntular bize büyük olasılık bölge

hakkında net bir tarihlendirme sağlayacak.

Bu da Anadolu tarihinin Türk milleti

merkezli olarak değişmesi anlamında.

Görev arkeologlara düşüyor tabi… Bazı

çalışmalar yapılmamış değil ama henüz bir

sonuç alınamamış durumda. Büyük bir

ekip hazırlanıp kurganlar merkezli bütün

bölgeyi kapsayan bir çalışma gerekiyor. Bu

tarihimize ve atalarımıza borcumuz. Hem

de hemen ödememiz gereken bir borç.

Kurgan’dan sonra yaklaşık 2 km’lik bir

yürüyüşten sonra Asmalıyatak’ta meşhur

Kayı Boyu Damgası’na ulaşıyoruz.

Haşmetli Osmanlı’nın damgası bizlere hoş

geldiniz diyor.

Kayı Damgası’nın ardından yol bizi hep

kayaresimlerine götürüyor. İnci gibi

sıralanıyor kayaresimleri önümüzde.

Kağan Panosu’nda eşyalarımızı koyup

soluklanıyoruz. Kağan Panosu buradaki en

değerli kaya. Bu kayanın üzerindeki

resimlerin çoğu birbiri ile ilintili. Yani

hepsi aynı şeyi anlatıyor gibi. Tam bunları

düşünürken vadinin diğer yamacındaki

Kağan Kurganı’na ilişiyor gözlerim. Bu

kaya ile kurganın büyük olasılık birbiri ile

ilişkisi var…

Misafirlerimiz de var burada. Çoban

Dursun ağabey eşeğinin üzerinde, keçi

sürüsü ile geliyor yanıbaşımıza. Bir anda

her yeri dolduruyor güzel oğlaklar. Dursun

ağabey bir yandan yaramaz oğlaklarla

uğraşırken bir yandan da kara demliği ile

çay demliyor bizlere. Dağda içtiğimiz bu

çayın keyfi bir ayrı oluyor bizler için.

Orhun Yazıtları’na ilk ne zaman

dokunacağımı düşünür dururum hep.

Dokunduğumda ne denli heyecanlı

olacağım kim bilir? Kağan Panosu’nda,

‘’İşte diyorum, işte o heyecan, bu heyecan

gibi olmalı’’. Bu kayaresimlerine

dokununca insan ata ruhlarımızı yanında

hissediyor. Türklük’ün binlerce yıllık

heyecanını vücudunda hissediyor. İçinde

çığlıklar atıp, dışında sessiz kalmaktan

başka bir şey yapamıyor. Dünya duruyor

sanki..! İsteksizce veda ediyorum Kağan

Panosu’na.

Kağan Panosu’ndan sonra da yol

kayaresimleri ile dolu yine. Burada

kayaresimlerine doyuyoruz diyebilirim.

Page 32: Gencay Dergisi - Sayı 43 - Ağustos 2015

GENCAY

29

Düdük Dağı’ndaki kayaresimlerini Satoğlu

adlı bölgeye bağlayan tarihi surların

kıyısından geçiyoruz. Burada bazı

kurganlar var. Kültürel soykırıma uğramış

kurganlar. Definecilerin uğrak yolu olmuş

burası. Yetkililerin acil önlem alması

gerekiyor.

Burada fazla kalamıyoruz. Gün bitmek

üzere. Satoğlu Kayası’na yöneliyoruz.

Satoğlu’nda diğer alanlara göre çok farklı

çizimler var. Burada kam çizimleri en çok

göze çarpan motifler. Özellikle ‘’Ata Binen

Kam’’ motifi çok ilgimizi çekiyor.

Satoğlu’ndan sonra yolculuğumuz

Yıkılankaya’ya. Buraya ulaşmak için derin

bir vadiyi aşmak ve karşımıza çıkan

tepenin zirvesine ulaşmamız gerekiyor. Bu

uğurda Oduncu Geçidi imdadımıza

yetişiyor. Tepeye çıkmamız bu geçit

sayesinde oldukça kolaylaşıyor.

Ve bugünkü son durağımız

Yıkılankaya’dayız. Yıkılankaya’da bilinen

doğruları değiştirecek tipten

kayaresimleri var. Servet SOMUNCUOĞLU

buradaki resimlerin yapılma tarzı olarak

en eski resimlerden olduğunu vurguluyor.

Ayrıca genel olarak kayaresimleri doğu

yönüne bakarken buradakilerin çoğu

güney ve batı tarafına bakıyor. Bu gizemin

çözülmesi için bilimadamlarımızın

üzerinde düşünmesi gerekiyor.

Yıkılankaya bu günün son durağı. Zaten

gün de batmak üzere. Geri dönüş yolu bizi

bekliyor. Traktöre ulaşana kadar hava

kararıyor.

Yolda Cemil ağabey bize şarkı söylerken

biz de sadece Ay’ın ışıttığı aracımızda

ertesi günün hayallerini kurmaya

başlıyoruz.

Kadim geçmişimize -geri dönüş sözü

vererek- veda…

Bugün Güdül’deki son günümüz. Biraz da

erken uyanıyoruz bu sabah. Köy halkı ile

sohbet etme fırsatı veriyor bu bizlere.

Onların bize, kayaresimlerine ve Servet

hocamıza olan ilgileri hoşnut ediyor bizi.

Köy meydanında edilen kahvaltıdan sonra

Cemil ağabeyin evine geçiyoruz. Burada da

bir kahvaltı bekliyor bizleri. Salihler

Köyü’nde misafir olmak oldukça güzel.

Düşüyoruz yollara. Bugün işimiz biraz

daha az olsa da yolumuz oldukça çetin.

Önce traktörümüz zorlanıyor taşlık yolda.

Sonra bizim zorlu yolculuğumuz başlıyor

dağların yamaçlarında.

Cemil ağabeyin daha önceden koyduğu

işaret taşları yine yolumuzu belirliyor.

Zorlu bir yolculuk ve köşe bucak

Page 33: Gencay Dergisi - Sayı 43 - Ağustos 2015

GENCAY

30

denetlenen taşlar… Amacımıza da

ulaşıyoruz. İlk bulduğumuz alan

Çığlıktepe. Burada güzel kayaresimlerinin

yanında bir çember içerisine dizilmiş Türk

harfleri ile karşılaşıyoruz. Bu oldukça

heyecanlandırıyor beni…

Hızla devam ediyoruz yolumuza. Kargın

Yatağı adlı bölgeye yolculuğumuz. Ancak

geçtiğimiz yol oldukça taşlık ve tehlikeli.

Buradaki resimleri fotoğraflamak da

oldukça zor.

Kargın Yatağı, Güdül’ün en zengin 2-3

alanından biri. Dağ keçilerinden geyiklere,

Türk-Oğuz damgalarından dini motiflere…

Kayaresim alanlarımızda bulunan birçok

öğeyi burada bulabiliyoruz.

Çok önemli bir de yazıt var burada. Onun

da fotoğraflanması oldukça zor oluyor

bizim için. Tehlikeli de olsa başarıyoruz

bunu.

Güdül’deki yazıtlar meselesine ayrı bir

parantez açmak yararlı olacaktır. Burada

Türk Yazısı ile kazınmış onlarca yazıt

mevcut. Yazı, kayalara duyguların işlenme

sürecinin son aşaması. Gezimiz sürecinde

bulduğumuz yazıtların, teker teker

fotoğraflarına ve Cengiz SALTAOĞLU

tarafından yapılan okuma önerilerine,

Atokyay Yayınlarının desteği ile çıkan

Yazıtlar Dergisi’nde ulaşabileceksiniz.

Cengiz SALTAOĞLU Antalya’da bir tıp

doktoru. Ancak yaşamını Türk yazıtlarına

adamış durumda. Yazıtlar Dergisi’nin ilk

iki sayısında, Türkiye’nin belli başlı

şehirlerindeki, özellikle de Güdül’deki

Türk yazıtlarını okuyucunun önüne

sermişti. Yazıtlar konusunu daha detaylı

anlatmak üzere, kalemi Cengiz hocaya

bırakıyorum:

Ankara Güdül Salihler Köyü çevresi kaya

resimleri ve yazıtlar alanı Türklüğün bir

düş ülkesi. Değerini bilip anlayabilecek her

Türk için Anadolu’nun orta yerinde ikinci

bir Ötüken. “Ne mutlu Türküm diyene!”

Böyle haykırmak geliyor kişinin içinden,

Page 34: Gencay Dergisi - Sayı 43 - Ağustos 2015

GENCAY

31

alanı gezip Türk’ün bu eşsiz tarih ve kültür

hazinesine yüz sürünce. Selçuklu’dan

yüzyıllar önce girip oturarak Anadolu’nun

yerlisi durumuna gelmiş ataların eski

gelenek ve inanışlarından bizlere bırakmış

oldukları arı duru ve övünç verici bir miras.

Kaya resimleri ve her birisi birer dil anıtı

onlarca oyma yazılı (runik) yazıt.

Üzerlerine damgaları vurulmuş, Türk’ün

açık imzası atılmış. Günümüz dünyası için

şaşırtıcı bir gerçeklik.

Özellikle yazıtlar dikkat çekici. Türk oyma

yazısının her iki ana değişkesi, Doğu ve Batı

Türk oyma yazısı için hemen hemen eşit ve

çok sayıda örnek var alanda; tam bir konu

ve içerik birliği içinde. Hemen hepsi adak

yazıtları; hastalıktan kurtarması ve

iyileştirmesi için veya av uzatıp doyurması

ve başarılı bir av için Tanrı’ya arı dilli

yakarışlar. Yazıtlarda geçen adak

hayvanları keçi ve at. Avcılarsa, keçi veya

geyik göndermesini istiyor Tanrı’dan.

İslamlık öncesi Eski Türk inanışları

çerçevesinde insanların gidip adak

adayarak Tanrı’ya yakardıkları, dilekleri

için ona armağan sundukları kutsal bir

ziyaret alanı burası.

Bizim yazıtlar üzerindeki çalışmalarımız

sürüyor. Daha önce, Türk Dünyası

Araştırmaları Vakfı’nın Türk Dünyası Tarih

Kültür Dergisi’nde, 2012 yılı boyunca her

ay, “Anadolu Türk Oyma (Runik) Yazıtları”

üstbaşlıklı bir makale dizisiyle kamuoyuna

sunmuştuk bu yazıtların bir bölümünü.

Şimdiyse, Atokyay Yayınları’ndan, kendi

çıkarmakta olduğumuz, dil, tarih, kültür

araştırmaları dergisi YAZITLAR ile, Selçuklu

öncesi Anadolu Türk varlığının belgeleri

olan bu yazıtları kamuoyuyla paylaşmayı

sürdürüyoruz. (…)

Ve her güzel şey gibi bu yolculuk da sona

eriyor. Hiç mütevazi olmayacağım. Ben ve

arkadaşlarım Servet hocadan sonra

araştırmacıların pek de ilgi duymadığı bu

bölgede yeni alanlar bulmanın, araştırma

yapmanın gururunu yaşıyoruz ve önemli

bir çalışmaya imza atıyoruz. Övüncümüz

bol, Tanrı’ya şükrediyoruz…

Dönüş yolu oldukça zor oluyor bizim için.

Heyecanla başladığımız bu bilinmez yolun

isteksizce sonuna geliyoruz. Tamamen

gönüllü ve öğrenci harçlıkları ile

yaptığımız bu çalışmayı tabi ki Güdül

Kayaresimleri’nin kaşifi Servet hocamıza

adıyoruz ve onu yad ederek Güdül’e veda

ediyoruz.

Şubat Ayı Araştırma Gezimiz

Ağustos’ta yaptığımız ve yukarıda

anlattığım araştırma gezimizden yaklaşık

1 ay sonra Cemil ağabeyin telefonla

aramasından sonra Genç Araştırmacılar’a

Güdül yolu tekrar göründü. Çünkü

telefonda Cemil SÖYLEMEZOĞLU, yeni 3

alan daha keşfettiğini söylüyordu.

İçimize düşmüştü bir kere ateş. Gitmeden

yapamazdık. Arkadaşlarımızla yaptığımız

kararlaştırmalardan sonra 7 Şubat 2015’te

Page 35: Gencay Dergisi - Sayı 43 - Ağustos 2015

GENCAY

32

karar kıldık ve bu tarihi beklemeye

başladık.

7 Şubat’ta arkadaşlarımızla Ankara’da

buluştuktan sonra düştük Güdül yoluna…

Arkeoloji öğrencisi arkadaşlarımız Sefa

Miraç DEMİRCİ ve Hakkı YILDIRIM, Türk

Dili ve Edebiyatı öğrencileri Banu

KAPKINER ve Yaşar KESKİN, Sanat Tarihi

öğrencisi Birce YAZICI ve fotoğrafçı

arkadaşımız Sercan GÜVENÇ ile Cemil

SÖYLEMEZOĞLU’nun rehberliğinde

çıkıyoruz dağların doruklarına.

Bu gezimizde fotoğraflayacağımız alanlar

zor coğrafyalarda olmamasına rağmen

Şubat ayının verdiği soğuk şartlar bizi

oldukça zorluyor. Ancak günün sonunda

fotoğrafladığımız 3 adet yeni alan her türlü

zorluğu geride bırakmamızı sağlıyor.

Araştırma gezimizde belgelediğimiz

alanlar Kartalkaya A, Kartalkaya B ve

Yanlızkaya. Daha önce Servet

SOMUNCUOĞLU tarafından bazı kısımları

keşfedilmiş olan Düdük Dağı üzerindeki

alanların devamı niteliğinde.

Alanlara yönelmeden önce hem bir

soluklanmak hem de manzaranın keyfini

çıkarmak amacıyla Kirmir Çayı’nı da gören

bir tepede duraklıyoruz.

Görülecek ilk alan Kartalkaya-A alanı.

Kartalkaya-A alanında bizi bir yazıt

karşılıyor. Bunun heyecanı ile

şevkleniyoruz ve devam ediyoruz

yolumuza.

Her alanda olduğu gibi burada da bizleri

keçi, hayat ağacı, atlı savaşçı motifleri

selamlıyor. Biz önden kayaresimlerini

tespit edip hemen arkamızda onları

fotoğraflayan Sercan GÜVENÇ

arkadaşımıza gösteriyoruz. Böylece daha

bir hızlı hareket ediyoruz.

Kartalkaya-B ise en güzel örneğini

Asmalıyatak’ta Kağan Panosu olarak

gördüğümüz birbirinin tamamlayıcısı

nitelikte kayaresimlerinden oluşan

panolar var.

Son alan ise Yalnızkaya... Bu alan Düdük

Dağı boyunca sıralanan kayaresim

alanlarının belki de en sonunda.

Page 36: Gencay Dergisi - Sayı 43 - Ağustos 2015

GENCAY

33

Düdük Dağı'nda meşhur Kayı Damgası ile

başlayan kayaresimleri sırası Asmalıyatak,

Kabaoyuk, Satoğlu, Kartalkaya-A ve

Kartalkaya-B'ye uğradıktan sonra

Yalnızkaya'da son buluyor. Yıkılan Kaya

ise, Kartalkaya A ve B'nin hemen karşı

yamacında bulunuyor.

Yalnızkaya’daki fotoğraflamızı da

bitirdikten sonra her araştırmamızda

olduğu gibi burada da Servet hoca

anısınabir anıt taş dikiyoruz... Dualarımızı

ona yöneltiyoruz.

Dönüş yolu için traktöre bindiğimizde bir

şeyler yapmış olmanın hazzı

yorgunluğumuzu unutturdu. Hava

kararmış ve gökyüzünde yıldızlar bize göz

kırpıyordu. Onları izleyerek yeni hayallere

daldık.

Yeni çalışmalarda buluşmak umuduyla...

GÜDÜL KAYARESİM BÖLGESİ’NDEKİ

KAYARESİM ALANLARI:

Asmalıyatak

Kabaoyuk

Satoğlu

Kartalkaya-A

Kartalkaya-B

Yalnızkaya

Yıkılankaya

Gölgelidere

Deliklikaya

Servetinkaya

Yandaklıdere

Karkınyatağı

Çığlıktepe

Gabatepe

Karacaören

Page 37: Gencay Dergisi - Sayı 43 - Ağustos 2015

GENCAY

34

CENGİZ SALTAOĞLU İLE SÖYLEŞİ-GÜDÜL

KAYA RESİM BÖLGESİ TÜRKÇE YAZITLAR Yaşar KESKİN

Sevgili Cengiz SALTAOĞLU öncelikle

söyleşi önerimizi kabul ettiğiniz ve

Ankara-Güdül Kaya Resimleri alanındaki

yazıtlar üzerine yaptığınız çalışmalar için

Genç Araştırmacılar adına saygılarımızı

sunarım.

Söyleşimize başlamadan önce

okuyucularımız için bize kısaca

kendinizi tanıtabilir misiniz?

1965, Amasya doğumluyum. Antalya

Kemer Devlet Hastanesi Acil Polikliniğinde

doktor olarak çalışıyorum.

Ankara-Güdül Kaya Resimleri,

Yazıtları ve Servet SOMUNCUOĞLU ile

ilk tanışmanızla başlayabilir miyiz?

Servet Bey’le ilk tanışmamız 2006 yılında

bir rastlantı sonucu oldu. Bu tarihten önce

de Eski Türkçe ve Eski Türk oyma (runik)

yazıtları üzerinde kendi kendime öğrenim

çalışmalarım vardı. Konuyla ilgili önde

gelen yerli, yabancı bilimsel kaynakların

çoğunu edinmiştim. Eski ve Orta

Türkçenin sözvarlığını araştırıyordum.

Asya’daki bilinen yazıtlarımızın bir

bölümünü incelemiştim. Okuma kuralları

ve yöntemlerini belli bir ölçüde

biliyordum. Bir gün Yeniçağ gazetesinde,

Aslan Bulut’un bir köşe yazısında, TRT

televizyonunda yapımcı-yönetmen ve

araştırmacı Servet Somuncuoğlu’nun,

Türkiye’deki bir araştırmasında Ordu’nun

Mesudiye ilçesi Esatlı köyündeki bir kaya

resimleri alanında Göktük harfleriyle yazılı

kısa bir yazıt bulmuş olduğunu ve bir

akademisyenin yazıt üzerinde çalışmakta

olduğunu ancak henüz okunamamış

bulunduğunu okudum. Daha öncesinde

Somuncuoğlu’nun adını hiç duymamıştım.

Alışılmadık bir haberdi, çok şaşırmış ve

heyecanlanmıştım. Acaba yazıtla ilgili ek

bilgi ya da belki bir fotoğraf bulur muyum

umuduyla hemen Genelağı taradım.

Şansımdan, Servet Bey, yazıtın fotoğrafını

kendisinin başka birçok fotoğrafçılık

çalışmalarıyla birlikte bir ağyerine

koymuş. Oradan hemen satın alıp

indirdim. İnanılır gibi değildi, gerçekten de

Eski Türk oyma yazısıyla yazılmıştı.

Hemen bir okuma denemesi yaptım. Acaba

bunu Servet Bey’e nasıl göstersem diye

düşünürken, aklıma, yazıtla ilgili bir ağyeri

yapıp adresini de ona göndermek geldi.

Öyle yaptım ve böylece tanışmış olduk.

Okuma önerisine çok sevindi. Yazıtı

bulduğundan beri neredeyse bir yıldır

okunmasını beklediğini ama o ana dek

henüz başka bir okuma önerisi gelmemiş

olduğunu söyledi. Servet Bey’le

tanışıncaya dek kaya resimleri

konusundan pek bir haberim ve bilgim

yoktu. Daha doğrusu, ilgi alanımda değildi.

Onunla birlikte, Eski Türklerin bir kaya

resimleri geleneği olduğunu ve kaya resmi

alanlarının çoğunda da oyma yazıtlar

bulunduğunu öğrenmiş oldum. Asya’daki

araştırma gezilerinde birçok kaya resmi

alanında çalışmış ve oyma yazıtlar

fotoğraflamıştı. Daha da ilginci ve

önemlisi, benzerlerini Anadolu’da da

Page 38: Gencay Dergisi - Sayı 43 - Ağustos 2015

GENCAY

35

bulmuştu. Onunla tanışmamızdan bir yıl

denli sonra bana Ankara Güdül Salihler

köyü çevresindeki bir kaya resmi alanında

bulmuş olduğu iki oyma (runik) yazıtın

fotoğraflarını gönderip bir bakmamı rica

etti. Şaşkınlığım ve heyecanım sürüyordu.

Okuma önerilerimi kendisine ilettim. Bana,

iki yazıtı da altı ay önce yurtiçi ve

yurtdışında birkaç uzmana göndermiş

olduğunu ama bir sonuç gelmemiş

olduğunu anlattı. Söylediğine göre,

Rusya’dan, alanın önde gelen

uzmanlarından biri olan Dmitri Vasilyev

yazıtların Türk oyma yazısıyla yazılı

olduğunu doğrulamış fakat bir okuma

önerisinde bulunmamış. Servet Bey

Ankara Güdül’deki kaya resmi alanlarıyla

ilgili bir belgesel hazırlığı içindeydi ve

oradaki Eski Türk oyma yazıtlarından hiç

olmazsa bir iki tanesini okuma önerileriyle

birlikte belgeselde vermek istiyordu.

Böylece, görüş ve savlarının daha somut

bir temele oturacağını düşünüyordu.

Başvurmuş olduğu çevrelerden

benimkilerden başka okuma önerisi yoktu,

ayrıca, benim okuma önerilerime bir

karşıçıkış da yoktu. O yüzden, Ankara

Güdül’de çekeceği “Damgaların Göçü”

belgeseline yazıtlar konusunda danışman

olarak katılmamı istedi.

Yazıtlarla ilgili söyleşimize

başlamadan önce Yazıt nedir?

Bu zorunlu değil ama “yazıt” deyince, akla

ilk önce “eskilik” geliyor. Bu bağlamda

genellikle, çoktan unutulmuş ya da artık

kullanılmayan, belki bilinen, belki de

bilin(e)meyen bir yazıyla, abeceyle

çoğunlukla taş, kaya gibi zamanın

aşındırmasına dayanıklı gereçler ya da

anıtsal yapı ve nesneler üzerine yazılmış,

kazınmış, çiziktirilmiş, herhangi bir

içerikteki her türlü yazı. Tek tek harfler ya

da yazı imleri olabileceği gibi, çok kısa ya

da uzun satırlar, hatta büyük oylumlu

metinler de olabilir. Tek bir kişi adı ya da

“Ben falanca, bunu ben yazdım.” gibi pek

bir anlam taşımayan metinlerden, Orhun

Yazıtları gibi, tarihin belli bir dönemine

ışık tutabilen, bir ulusun en değerli

tarihsel-kültürel varlıklarından biri

olabilecek görkemli metinlere dek, her

türlü içerikte olabilir. İçeriği ne olursa

olsun, en anlamsız yazıtlar bile, hele de çok

eskiyseler ve hatta henüz okunamamış

dahi olsalar, birer belgedir. “Önemsiz” bir

yazıt yoktur diye düşünüyorum.

Yazıt okuma ilginiz, onlarla olan

bağınız nasıl başladı?

Eski Türkçe ve Eski Türk yazısı, yazıtları

orta öğrenim dönemimden beri hep ilgimi

çeken ve ilgilendiğim bir konu olmuştur.

Ciddi olarak ilgilenmeye ve üzerinde

çalışmaya ise, hekimlik mesleğine

girdikten sonraki yıllarda çok sevdiğim bir

yan uğraşı alanı olarak başladım. Zamanla

bilgi birikimim artınca, konuya daha

derinlemesine girmeye karar verdim.

Sonra karşıma Servet Somuncuoğlu ve

Anadolu Eski Türk oyma yazıtları çıktı ve

bu uğraşı bugün de süregiden

çalışmalarıma dek geldi.

Page 39: Gencay Dergisi - Sayı 43 - Ağustos 2015

GENCAY

36

2014 yılının Ağustos ayında Genç

Araştırmacılar tarafından yeni bulunan

Karkın Yatağı, Çığlık Tepe ve

Servetinkaya alanları söz konusu, siz de

buralarda araştırma yaptınız. Yazıtlar

açısından bu bölgeler hakkındaki

durum nedir?

Ankara Güdül Salihler köyünden Cemil

Söylemezoğlu’nun göstermesiyle Genç

Araştırmacılar topluluğunun yeni

tanımlamış olduğu bu üç alanda da kaya

resimleriyle birlikte, çoğunluğu

Servetinkaya’da olmak üzere, oyma

yazıtlar var. Bunların bir bölümü Orhun-

Yenisey öznitelikliyken, bir bölümü de Batı

Türk oyma yazısıyla yazılı, çoğunluğu kısa

olan yazıtlar. Bir bölümüne Oğuz

damgaları da eşlik ediyor. Buralarda Türk

oyma yazısının her iki ana değişkesinin bir

arada bulunuyor olması önemli. Bu durum

hem Batı Türk oyma yazısının daha iyi

anlaşılabilmesi hem de onunla ilgili kuşku

ve belirsizlik duygularının giderilebilmesi

bakımından yararlı ve etkili olacaktır.

Ankara-Güdül Kaya Resimleri

alanında sizin tespit ettiğiniz kaç yazıt

var?

Ellinin üzerinde olduğunu söyleyebilirim.

Ankara-Güdül Kaya Resimleri

alanındaki yazıtlarda neler yazıyor, bu

yazıtlar bize neler anlatmak istiyor?

Yazıtların konu bakımından genel

özellikleri nelerdir, anlatabilir misiniz?

Ankara Güdül kaya resimleri alanındaki

yazıtlar, yine öteki Türk kaya resmi

alanlarının hepsinde de olduğu gibi, genel

olarak adak-dilek yazıtları ve av

yakarışları. Türk kaya resmi alanları

geçmişte Türk Tengri dinince kutsal

ziyaret yerleri olmuş olduğundan,

buralardaki yazıtlar da genel olarak

yakarış metinleri. Bunu, günümüzde

insanların benzer amaçlarla türbe vb.

kutsal sayılan yerleri ziyaret edişleri gibi

düşünebiliriz. Gelenek aynı gelenek,

yalnızca zaman içerisinde, bağlı olunan din

değiştirilmiş. Fakat eskilerin kültürel

açıdan daha ileri oldukları bir nokta var ki

o da geriye yazıtlar bırakmışlar.

Buradaki yazıtlar, kaya resimleri

gibi birkaç ayrı biçimde kazınmış. Bu

konuda neler söylemek istersiniz?

Yukarıda söylediğim gibi, Türk oyma

yazısının birkaç ayrı değişkesi sözkonusu.

Yani, ayrı Türk toplulukları ve onların

biraz ayrı yazı gelenekleri.

Siz okuma çalışmalarınızı nasıl

yapıyorsunuz, nasıl bir süreç

sonucunda çıkıyor okuma önerileri?

Yazıt okumanın temel kurallarından

anlatabilir misiniz?

Page 40: Gencay Dergisi - Sayı 43 - Ağustos 2015

GENCAY

37

Türk yazıtlarını okumak isteyen genç

arkadaşlarımıza bu konu üzerindeki

önerileriniz neler olabilir?

Öncelikle, olanaklıysa, yazıtı yerinde görüp

inceleyip ayrıntılı fotoğraflarını

çekiyorum. İlke olarak hiçbir zaman başka

kişilerin yazıt çizimlerini okuma çalışması

için temel almam. Genç araştırmacılara en

başta gelen önerim budur. Bir yazıtı

kesinlikle önce kendi gözünüzle görün,

dokunun, el sürün, taşı okşayın. (Çok) iyi

bir fotoğraf makinesiyle ve “iyi ışık

altında”, çok seçik bir biçimde ve

ayrıntısıyla fotoğraflamaya çalışın. Daha

sonra bilgisayar başında yapılacak okuma

ve çözümleme çalışmasında bu çok önemli

olacaktır. Uzman olsun ya da olmasın,

başkalarının çalışmalarından yararlanın

ancak bilimsel kabul edilebilirlik dışında,

bütünüyle onlara bağlı kalmayın, kendi

görüşünüzü ve ürününüzü oluşturun. Bu,

bir yazıtın her kişiye göre ayrı bir

okunuşunun olacağı anlamına gelmez.

Tam tersine, bir yazıtın bir okunuşu

vardır. Yoksa onu yazmış olan, kimseye

hiçbir şey anlatamamış olurdu ki böyle bir

şeyi amaçlamış olacağını hiç sanmam.

Köküne bakarsanız, bir yazıt eğer çok ayrı

biçimlerde “okunuyorsa”, gerçekte o

okunamamış demektir. “Kendi görüşünüz”

derken, “doğruya en yakın olmaktan” söz

ediyorum.

Türk oyma yazısı birebir Eski Türkçe ve

onun ses yapısı için özel olarak

tasarlanmış özgün-ulusal bir yazıdır.

(Dinsel nedenlerle ne yazık ki) Orta

Türkçe döneminin hemen başlarında

kullanımı bütünüyle bırakılmış

olduğundan, dilin sonraki dönemlerine

göre bir uyarlanma da geçirmemiştir. Bu

nedenle, Türk oyma yazıtlarını çalışmak ve

okumak isteyen genç arkadaşlar öncelikle

Eski Türkçeyi, dilbilgisi ve sözvarlığı

olarak iyi bilmek zorundadırlar. Sözvarlığı

konusu özellikle önemli. İki ana kaynak,

Orhun Yazıtları ve Yenisey mezartaşı

yazıtları doğal olarak Eski Türkçenin

bütün sözvarlığını içeremez. Kaya resmi

alanlarındaki oyma yazıtlar konu ve içerik

açısından daha ayırtlı olduklarından daha

geniş bir sözvarlığı araştırması

gerektiriyor. Eski Türkçenin ulaşılabilecek

bütün sözvarlığı henüz tek bir temel

sözlükte toplanabilmiş değil. Var olan

birkaç ana kaynak da bu açıdan yeterli

değil. Yani, gereç henüz bir hayli dağınık.

Bakıyorsunuz, (diyelim ki) Almanlar,

derlemlerindeki daha önce bilinmeyen

yeni bir Eski Uygur metnini, yazmasını,

arkasında sözvarlığıyla birlikte

yayımlıyorlar. Sözlükçesinde, başka hiçbir

yerde bulamayacağınız yeni birkaç Eski

Türkçe sözcük. Yani, çok geniş bir kaynak

taraması zorunlu. Macarcaya geçmiş Batı

Eski Türkçesi sözcüklerin bir dizininden

tutun da Tuna Bulgar yazıtlarının çok dar

sözvarlığına ve karşılaştırmalı olarak Orta

Türkçe dönemi kaynaklarına dek (örn.

Divânü Lügâti’t Türk, İdil Bulgar mezartaşı

yazıtları, vb.). Yine karşılaştırmalı olarak,

günümüz Türk dillerinin sözvarlığını da

unutmamak gerek. Özellikle de, Tuvaca,

Hakasça, Halaçça, Çuvaşça, Yakutça,

Dolganca, vb. gibi, sözlüklerinde, hiçbir

eski kaynakta bulunamayabilecek en eski

ve unutulmuş Türkçe sözcükleri hala

saklayan Türk dillerini. Son olarak, Altay

dillerinin karşılaştırmalı sözvarlığını

ortaya koyan araştırma ve yayımların da

bir başka ve çok önemli kaynak olarak

dikkatle incelenmesi ve bunlardan

Page 41: Gencay Dergisi - Sayı 43 - Ağustos 2015

GENCAY

38

kesinlikle yararlanılması gerektiğini de

ayrıca belirtmek isterim.

Ankara-Güdül Kaya Resimleri

alanında oldukça karışık yazıtlar da

var. Peki, bu yazıtların okumasını ve

çözümünü nasıl yapıyorsunuz?

Bu tür karışık yazıtlar üzerinde çalışma

yapmak isteyenlere önerileriniz nelerdir?

Karışık, daha doğrusu, karmaşık yazıtlar

temel olarak “birleşik yazım”

uygulayımının kullanılmış olduğu oyma

yazıtlar. Bunların, Türklerce oyma yazının

bırakılmasıyla birlikte unutulmuş, daha

doğrusu, dinsel nedenlerle “çöpe atılmış”,

gelişik bir yazı sanatının ürünleri

olduğunu düşünüyorum. Çok üzücü ama

dedelerinin yüzlerce yılda işleyip

geliştirmiş ve kanımca daha çok Tanrı’ya

yönelik dilekçelerinde kullanmış oldukları

eşsiz bir yazı sanatını sonraki Türkler, din

değiştirince, unutulmanın karanlığına

umursamazca fırlatıp atmışlar. Onların

torunlarından biri olarak bu vefasızlıktan

yakınıcıyım.

Sözkonusu karmaşık yazıtların okunması,

kökünde yalın yazıtlarınkinden pek de

ayırtlı değil. Bu daha çok, zamanla oluşan

bir birikim gerektiriyor. Türk oyma

yazısının yazım ve okuma kurallarını (ve

Eski Türkçeyi) iyi bilen herkes, üzerinde

çalışarak zamanla kendini bu konuda

geliştirebilir diye düşünüyorum.

Bir de yazıtlara eşlik eden Kaya

Resimleri ve Damgalar var. Bu Kaya

Resimleri ve Damgalar yazıtların

okunmasıyla ilgili bize bir ipucu

veriyor mu?

Yazıtlara eşlik eden kaya resimleri onların

içeriğiyle ilgili ipuçları verebilir elbette.

Örneğin, yazıta eşlik eden bir av sahnesi

yazıtın büyük olasılıkla bir av yakarışı

olduğunu düşündürebilir. Fakat geyik,

keçi, at gibi hayvan çizimleri adak

hayvanlarının resimleri de olabilir.

İçeriğin ne olduğu ancak yazıtın

okunmasıyla anlaşılabilir elbette. Eşlik

eden damgalar doğal olarak yazıtların

olası dil özellikleriyle ilgili ipuçları sağlar.

Örneğin, eşlik eden bir Oğuz damgası

uğraşılan yazıtın dilinin “Eski” Oğuz

Türkçesi olduğu yönünde açık bir ipucu

olabilir. Bu durumda, örn. Kâşgarlı

Mahmûd’un Divânü Lugâti’t-Türk’teki,

(her ne denli “Orta Türkçe” dönemine ait

olsalar da,) Oğuz lehçesine ilişkin gözlem

ve saptamaları anlamlı olmaya

başlayabilir.

Ankara-Güdül Kaya Resimleri

alanlarında bulunan yazıtların

benzerlerine denk gelmek mümkün

mü? Mümkünse yine bu alanlarla

nerelerde karşılaşıyoruz?

Ankara Güdül yazıtlarının benzerleri

Anadolu’nun başka yerlerinde de var. En

Page 42: Gencay Dergisi - Sayı 43 - Ağustos 2015

GENCAY

39

yoğun olarak Ordu’nun Mesudiye ilçesi

Esatlı köyündeki kaya resimleri alanında

bulunuyor (ellinin üzerinde, çok büyük

bölümü Batı Türk oyma yazısıyla, Oğuz-

Kıpçak dilli), Kars’da, Erzincan’da,

Erzurum Karayazı Cunni mağarasında,

Artvin’de, Denizli’de, Isparta’da

Kastamonu’da, Hakkâri’de, Mersin’de.

Büyük olasılıkla, önümüzdeki zamanda

araştırmalarla başka birçok yerde daha

bulunacaktır. Rahmetli Servet

Somuncuoğlu daha çoğunu biliyordu fakat

ne yazık ki bir kalp krizi sonucu zamansız

ölümüyle bu bilginin bir bölümünü de

birlikte götürdü.

Peki bu yazıtların hepsinde okuma

önerileri yapıldı mı? Özellikle Ankara-

Güdül'deki yazıtlar için Türklük bilimi

alanında ya da bilimyurtlarındaki

(üniversitelerdeki) öğretim

görevlilerinin de çalışmaları, okuma

önerileri var mı? Yaptığınız

çalışmalarla ilgili size geri dönüş

yapan, düşüncelerini paylaşan oldu

mu?

Yukarıda söylediğim gibi, yalnız Ankara

Güdül’de değil, Türkiye’de başka birkaç

yerde daha Eski Türk oyma yazıtları var

(benim kendi görüp bildiklerim 150’nin

üzerinde ve önümüzdeki yıllarda

Anadolu’da bulunacak yeni yazıtlarla

birlikte, yazıt sayısının bugün için tüm

Asya’da bilinen Eski Türk oyma

yazıtlarının sayısını geçeceğini iddia

ediyorum ve tahminen bunların çoğusu

Oğuz-Kıpçak yazıtları olacak). Bildiğim

denlisiyle, bunlarla ilgili olarak henüz

üniversite çevrelerinden herhangi bir

okuma önerisi ya da yayım yok. Fakat

geçtiğimiz birkaç yıl içinde Ankara

Güdül’deki yazıtları ziyaret edip yerinde

gören akademisyenler olduğunu

biliyorum. Ama şu an bu konuda bir

çalışmaları var mı ya da yakın zamanda

yayımları, yazıtlarla ilgili okuma önerileri

olacak mı, bilemiyorum. Olacağını ve

yurtiçi, yurtdışı geniş bir bilimsel katılımla

bu konunun ilerletileceğini umuyorum.

Özellikle genç araştırmacıların kendilerini

yetiştirip bu alana girmeleri gelecek için

güçlü bir bilimsel yatırım olacaktır.

Çalışmalarımla ilgili bir iki geri dönüş

oldu. Örneğin, yayımlamakta olduğumuz

“Yazıtlar” dergisinin ilk iki sayısını

inceledikten sonra görüş ve eleştirilerini

ileten sayın Prof. Dr. Osman Fikri

Sertkaya’yı burada anabilirim (kendisine

ilgisi için teşekkür ediyorum).

Hangi döneme tarihlendirebiliriz

Ankara Güdül yazıtlarını? Yazıtların

tarihlendirilmesinde ne tarz teknikler

kullanabiliriz? Siz hangi teknikleri

kullanıyorsunuz?

Kaya yazıtlarının tarihlendirilmesinde

karbon-14 tarihlemesi gibi teknik

yöntemler ne yazık ki hemen hiç işe

yaramıyor. Bunların işe koyulması ancak

yazıtların içinde bulunduğu ortamda

yapılacak kazıbilim çalışmalarında ortaya

çıkması olası, yani, dönem olarak yazıtlara

eşlik ediyor olabilecek kazıbilimsel (ve

bunun yanında, organik kökenli)

buluntuların incelenmesinde söz konusu

olabilir. Ancak Türkiye’deki kazıbilim ve

eskiçağ araştırmaları çevrelerinde Grek,

Roma, Bizans, vb. dışında bir “Türk” kazı-

ve eskiçağbilimi kavramı ve uğraşı alanı

henüz zihinlerde ve gönüllerde pek yer

bulamıyor ya da henüz yeterince

oluşmamış olduğundan, aydınlarımız ve

Page 43: Gencay Dergisi - Sayı 43 - Ağustos 2015

GENCAY

40

bilimcilerimizin bu konuya uyanabilmeleri

için bir süre daha beklememiz

gerekeceğini sanıyorum. Bizim yapmakta

olduğumuz çalışmalar ve konuyla ilgilenen

genç araştırmacıların önümüzdeki

zamanda yapacakları yeni ve daha ileri

çalışmalar bu uyanışa bir katkıda bulunur

hatta bunu hızlandırabilirse, ne mutlu

bizlere.

Yazıtların tarihlendirilmesi konusunda şu

an için elimizde, dilbilimsel değerlendirme

ve olay bilgisi olmak üzere iki olanak

bulunuyor. Oyma yazının kullanımının

Türklerce dinsel nedenlerle (Eski

Bulgarlar gibi bir bölüm Türk

topluluklarının Hıristiyanlığa, Uygurların

Manicilik ve Budacılığa, sonrasında

Türklerin genel olarak İslamlığa

geçişleriyle) en geç Orta Türkçe

döneminin hemen başlarında bütünüyle

bırakılmış olduğunu yukarıda söylemiştim.

Dil özellikleri açısından bakıldığında,

Ankara Güdül oyma yazıtları Türk dilinin

Eski Türkçe dönemine (MS. 6-9/10. yy.)

ait. Bu bakımdan, güvenilir ölçüde bir

dilbilimsel tarihlendirme önerilebilir. Bir

de, eğer herhangi bir yazıtta başka

kaynaklardan da doğrulanabilecek bir olay

bilgisi geçiyorsa (adı bilinen tarihsel bir

kişilik, kayıtlara geçmiş herhangi bir

tarihsel olay, vb.), yine güvenilir bir

tarihlendirme yapılabilir.

Bu tarihlendirmelerin Türk tarihi,

dili ve Anadolu'daki Türk varlığı

açısından önemi nedir?

Ankara Güdül yazıtlarının (ve Anadolu’nun

başka yerlerindeki benzer yazıtların) dil

özellikleri bakımından Eski Türkçe

dönemine, yani, MS. 6.-9/10. yüzyıllar

arasına ait olmasının kaçınılmaz olarak

Anadolu Türk tarihinin erken

dönemlerinin yeniden yazılmasını

gerektireceği açık. Bunlar Türklerin

Selçuklu’dan çok daha önceki yüzyıllarda

da Anadolu’ya yerleşip (herhalde o

dönemlerde Doğu Roma-Bizans uyruğu

olarak) Anadolu’nun yerlisi durumuna

gelmiş olduklarının somut belge ve

kanıtlarını oluşturuyorlar.

Ankara-Güdül yazıtlarının sözvarlığı

ve dilbilgisi özellikleri nelerdir? Türk

Diline yeni bir katkı sağlıyor mu?

Ankara Güdül yazıtları, yukarıda

söylediğim gibi, Türk dilinin “Eski Türkçe”

dönemine ait. Dolayısıyla, yine Eski Türkçe

dönemine ait olan Orhun-Yenisey

yazıtlarından dilbilgisi açısından pek bir

ayırdı yok. Ancak söz varlığı bakımından

ayırtlar bulunuyor. Divânü Lügâti’t Türk’te

Kâşgarlı Mahmûd’un “Oğuz

lehçesindendir” diye not düştüğü

sözcüklerin bir bölümünü Ankara Güdül

yazıtlarında bulabiliyoruz örneğin. Ayrıca,

Orhun-Yenisey yazıtlarında geçmeyen

fakat öteki Eski ve Orta Dönem

kaynaklarında dağınık biçimde ve seyrek

olarak bulunan kimi Türkçe sözcükler de

görülebiliyor. Ankara Güdül yazıtlarının

Türk Diline en büyük katkısı

çoğunluğunun “Eski Oğuz Türkçesine” ait

olması. “Eski” Oğuz Türkçesinden

günümüze kalmış, bilinen başka metinler

olmadığı göz önüne alınırsa, bunun eşsiz

tarihsel ve dilbilimsel önemi kolayca

anlaşılabilir.

Ankara-Güdül yazıtlarının, Orhun

yazıtlarıyla arasındaki farklar nelerdir?

Dilbilgisi açısından pek bir ayırt yok

demiştim. Başlıca ayırt, içerik ve sözvarlığı

Page 44: Gencay Dergisi - Sayı 43 - Ağustos 2015

GENCAY

41

bakımından. Orhun Yazıtları İkinci

Göktürk Kağanlığının daha çok tarihsel

içerikli, resmi devlet belgeleri

konumundayken, Ankara Güdül yazıtları,

daha çok doğrudan halka yani “kara

buduna” ait, Tengri dini içerikli, inançsal,

doğaçlama metinler. Sözvarlığı

bakımından kök ayırdı yaratan da bu.

Ankara-Güdül yazıtlarını Türk

yazıtları arasında sözvarlığı

bakımından kaçıncı sıraya koyabiliriz?

Yalnızca oyma (runik) yazıtlar bağlamında

konuşursam, Orhun-Yenisey yazıtlarını

birinci, Talas, Hoytı-Tamir, vb. yazıtlarını

da ikinci sıraya koyarsak, Ankara-Güdül

yazıtlarını (öbür Anadolu Eski Türk oyma

yazıtlarıyla birlikte) şimdilik üçüncü

sıraya koyabiliriz diye düşünüyorum.

Fakat olasıkla önümüzdeki zamanda

araştırmalarla Anadolu’da bulunacak çok

sayıdaki yeni yazıtlarla birlikte bu

sıralamanın değişeceği kanısındayım.

Yazıtlardan yaptığınız

çözümlemelerden bu yazıtların dil

özellikleri hangi Türk Dili Ailesine bağlı

diyebiliriz?

Benim şu ana dek incelemiş olduğum

Anadolu Türk oyma yazıtları Türk dilinin

Doğu Eski Türkçesi (Ş-Z Türkçesi) ana

koluna ait. Belki Mersin’den bir tanesi Batı

Eski Türkçesi (Eski Bulgar Türkçesi)

olabilir. Ama yazıtı yerinde inceleyip

kesinleştirmek gerekiyor.

Yazıtlarda geçen kişi adları var mı?

Varsa, bu kişilerin o dönemde toplum

içindeki yerleri nelerdir?

Anadolu Türk oyma yazıtları içinde kişi adı

geçmeyen yazıt yok gibi. Çok azı adsız.

Aban, Abı, Abınç, Agınçuk, Anaz, Ban Baş

(büyük, ulu baş), Çıla, Çiy Epe (kadın adı;

çiy: akbaba türünden bir kuş), Ėge (sahip,

efendi, bey), Ėnçkü, Er Kök, Erat, Eren,

Erdem, Erşek (ayıyla pars karışımı

mitolojik hayvan), Esper (ispir, av şahini >

Eski Bulgar Esperük/Asparuk), Esri

(kaplan), Inan, Inanç, Inak, İsig, Kar Bay

(kadın adı, “kar gibi beyaz ve zengin”),

Kınık, Kıyık, Ėlbeg, Unç Sant Beg, Tegiş,

Yegir (ceylan), vb. Çoğusu halktan

(sıradan) kadın ve erkeklerin yazdığı

yazıtlar. Avcılar, kocasının hastalığı

nedeniyle adak adayan kadınlar...

Anlaşıldığı denlisiyle bir bölümü de, yazıyı

iyi bilen kamlar ya da benzeri dinsel-

toplumsal konuma sahip kişilerce yine

halktan, soylulardan dertliler için yazılmış.

Birkaç tanesi de (adak ya da av yazıtı)

beyler için (Ankara Güdül’den birisi,

üzerindeki damgaya bakılırsa, Yaparlı beyi

için).

Gelecekte Ankara-Güdül yazıtlarıyla

ilgili düşünceleriniz, tasarılarınız

nedir?

Öncelikle, çıkarmakta olduğumuz

“Yazıtlar” dergisinde, seçilmiş örnek

yazıtları yayımlamayı sürdürmek

düşüncesindeyiz. Bundaki kök amacımız

konuya dikkat çekip ilgi uyandırabilmek.

Bunun için dergiyi yurtiçi ve yurtdışında

belli başlı Türklükbilim, tarih, sanat tarihi,

halkbilim, vb. çevreleri ve uzmanlarına,

ilgililere gönderiyoruz. Daha sonra, zaman,

enerji ve ekonomi sınırları el verirse,

Ankara Güdül yazıtlarının toplu bir

yayımını yapmayı da istiyorum elbette.

Son olarak sizin de eklemek

istediğiniz bir konu var mı?

Page 45: Gencay Dergisi - Sayı 43 - Ağustos 2015

GENCAY

42

Bugün için özellikle Türkiye ve Anadolu

bağlamında olsa da, genel olarak dünya

Türklüğü, Türk tarihi ve kültürü araştırma

ve çalışmalarına gençlerin, daha doğrusu

ve iyisini söylersem, “genç ve zeki

Türklerin” el atıp geleceğe dönük olarak

sahip çıkmaları bugün benim olduğu gibi,

sevgili Servet Somuncuoğlu’nun da

sağlığında en büyük dileklerinden biriydi.

“Eskiler” ya da “yer tutanlar” ne düşünür

ve yapar bilemiyorum, bu onların bileceği

bir şey ama Türk varlığının geleceğe

taşınması ve varsıllaştırılıp

derinleştirilerek yaşatılmasının

anahtarının kendini yetiştirmiş “genç

Türklerin” ellerinde olduğu ve olacağı açık.

Bu bağlamda, genç araştırmacılarımıza

yollarında direnç ve başarılar diliyorum.

Genç Araştırmacılar olarak Ankara-Güdül

Kaya Resimleri alanında bulunan yazıtlarla

ilgili bize zaman ayırıp aydınlattığınız için

saygılarımızı sunar, gelecek

çalışmalarınızda başarılar dileriz...

Page 46: Gencay Dergisi - Sayı 43 - Ağustos 2015

GENCAY

43

ONUR YILMAZ İLE SÖYLEŞİ-GALLEMİT’İN

YENİ BASKISI VE MATBUAT YAYIN GRUBU Batuhan SEVİN

Bize biraz kendinizden bahsedebilir

misiniz?

Yaklaşık bir yıldır Matbuat Yayın

Grubu’nun Genel Yayın Yönetmenliğini

yürütüyorum. Bundan önce yirmi yıl kadar

finans sektöründe çalışmışlığım var.

İşletme lisansı ve Ortadoğu Siyasi Tarihi

ve Uluslararası İlişkileri yüksek lisansı

okudum.

Servet Somuncuoğlu ile nasıl

tanıştınız, o günden bugüne nasıl bir

dostluk süreci?

Merhum Servet Somuncuoğlu, sayısız

seveni, çok sayıda yakın arkadaşı ve pek

çok ahbabı olan biri olsa da, hayatının en

anlamlı arkadaşlığı Yusuf Yılmaz Araç ile

olanıdır. Arifiye Öğretmen Lisesi’nde

başlayan yatılı okul arkadaşlığı olabilecek

en derin bağlığa dönüşmüş ve merhum

toprağa verilene kadar da devam etmiştir.

Bizim kendisi ile tanışmamıza vesile olan

da Yusuf Yılmaz Araç’tır. Ne mutlu ki,

onunla aynı işyerine çalışmayı lütfeden

Allah, bize Servet Somuncuoğlu’nu

tanımayı da nasip etti.

Sizin betimlemenizle, kimdir Servet

hoca?

Servet Somuncuoğlu, tek kelime ile sıradışı

bir insandır. İki kelime ile olağandışı bir

servet’tir. Bir gaye, bir kültür, bir hizmet

insanıdır. Kendisine fani dünyaya iz

bırakmak bahş edilmiş bir talihli beşerdir.

Matbuat Yayın Grubu’nu kurma

düşüncesi nasıl gelişti peki? Bu

düşüncede Servet Somuncuoğlu’nun

kitaplarının korunması ve

geliştirilmesi amacının payı ne

derecededir?

Matbuat Yayın Grubunu kuranlar, beni

daha ziyade Ortadoğu konusundaki

çalışmalarımla tanıdıkları için özellikle

kurgu dışı kitapların editörlüğünü

yapabileceğimi düşündüler ve bu teklifte

bulundular. Aynı zamanda Servet

Somuncuoğlu’nu tanıyan ortaklardan biri,

merhumun eserlerinin bir çatı altında

toplanmasını, bunların dağıtımını veya

yeni baskılarını yapmayı da yayınevinin

planları arasına dahil etmek şeklindeki

düşüncesini de paylaştı. Ortak bir

dostumuzun geride bıraktığı bu eşsiz

eserlere sahip çıkmak, adını yaşatmak,

anısına sahip çıkmak hem ona hem de

geride bıraktığı ailesine karşı sorumluluk

kabul ettiğimiz bir ortak paydaydı.

Page 47: Gencay Dergisi - Sayı 43 - Ağustos 2015

GENCAY

44

Gallemit’in tekrar basım kararı nasıl

çıktı?

Bildiğiniz gibi bu konuda blog sayfamızda

epey bilgi paylaştık. Hülasası şudur:

Merhum bu kitabın tekrar baskısı teklifini

aldığında Türkiye’nin içinde bulunduğu

siyasi ve toplumsal atmosfer fevkalade

hassas ve karmaşıktı; bu karmaşada, evlat

acısı çeken bir babanın acısını tazelemek

pahasına popülist ve ticari bir tasarrufta

bulunmak, merhumun üstün ahlaki

vasıflarına uygun bir davranış

olmayacaktı. Aradan geçen iki sene

boyunca yaşanan normalleşme, yeni baskı

taleplerinin konjoktürel olmaktan çıkıp

reel bir temele oturmasını sağladığından

ve kitabı istismar edilmeye müsait

olmaktan çıkaran bir döneme

geçildiğinden, ailesinin uygun görmesi ile

anısını yaşatmaya Gallemit ile başlamayı

uygun bulduk. Yine de, aynı hassasiyeti

muhafaza ile kitabın konusu kişinin adını

tanıtım bültenlerimizde kullanmadık.

Taştaki Türkler, Saymalı Taş ve

Damgaların Göçü adlı kitaplar Servet

SOMUNCUOĞLU’nun Türk

kayaresimlerini bizlere taşıdığı üç

önemli eser. İlerde bu eserler ile alakalı

çalışmalarınız olacak mı?

Bu üç kitap, zengin bir kaya resmi

koleksiyonu olmaktan öte, birer tarihi eser

adeta. Her üç kitabın da baskısı zaten

mevcut, biz merhumun varisleri ile

yaptığımız anlaşma gereği bu kitapların

dağıtım ve satışını üstlendik. Mevcut

baskıların tükenmesi halinde yeni

baskıları Matbuat tarafından yapılacak.

Servet SOMUNCUOĞLU’nun

kitaplaştırmak istediği taslaklar ile

alakalı yeni projeler olacak mı?

Servet Somuncuoğlu kitaplaştırma fırsatı

bulamadığı pek çok resim bıraktı

arkasında. O erişilemez üretkenlikle

bıraktığı mirasın çok büyük olduğunu

tahmin etmek güç değil. Matbuat, Servet

Somuncuoğlu anısına dördüncü bir resim

koleksiyonu kitabını yayın programına

almış durumda. Daha önceki kitaplarda

yer almamış yüksek kalitedeki

çekimlerden oluşan bu kitabın hazırlığı

yine Ahmet Taşağıl hocanın

koordinatörlüğünde, merhumun

asistanları, ailesi ve yakın çalışma

arkadaşları tarafından yapılıyor.

Servet Somuncuoğlu’nun hatırasına

yönelik çalışmalarınız olacak mı?

Düşündüğümüz bir başka proje de bu

zaten: Bir Servet Somuncuoğlu anı kitabı

yayınlamak. Orta vadeli planlarımız

içindeki bu çalışma ile kalıcı bir hatıra

kitabı bırakmak hedefindeyiz. Öte yandan

Page 48: Gencay Dergisi - Sayı 43 - Ağustos 2015

GENCAY

45

merhumun başka bazı kitaplarının yeni

baskılarını da hedefliyoruz, Don Kazakları

gibi.

Matbuatın diğer çalışmaları

hakkında da bilgiler verebilir misiniz?

Matbuatın yayınlarını kabaca kurgu ve

kurgu dışı olarak sınıflandırabiliriz. Kurgu

tarafında yerli ve yabancı alt başlıklar var.

Yerli tarafta 40İkindi dizisi altında Türk

edebiyatının örneklerini vermeye genç

yazar Ali Güner Temelli’nin Vatra kitabıyla

başladık. Dünya edebiyatının örneklerine

ise Paspartu dizisi altında yer veriyoruz,

paspartu bildiğiniz gibi hem iç çerçeve

hem de herşeye temas eden şeklinde iki

anlama sahip, bunu temsilen bir çerçeve

içindeki dünya ile dünya edebiyatının her

örneğine temas eden, ona pencere açan bir

logo ile başta Amerika, İngiliz edebiyatı

olmak üzere, Arap, Rus, Fars ve Türki

devletler edebiyatının örneklerine de yer

vermeye çalışacağız. Kurgu dışı tarafta ise

İyi düşün serisi altında tarih, siyaset,

sinema, dış politika, istihbarat, ekonomi ve

güncel olaylar gibi alt başlıklar altında

kitaplara yer veriyoruz. Bu seriden çıkan

son kitabımız tüm dünyada epey ses

getiren Wikileaks ile ilgili yargı sürecinin

resimli hikayesi olan Wikileaks Davası

kitabı.

Page 49: Gencay Dergisi - Sayı 43 - Ağustos 2015

GENCAY

46

FISILTILARI HAYKIRIŞA ÇEVİREN

KİTAP: GALLEMİT Ömer ÜNAL

Bu kitapta anlattıklarım, bütün çağlardan

daha çok yaşadığımız yüzyıla ağıttır

diyerek başlıyordu eser. Her insan bir

başkasında yol arar kendine ve o kendi

aradığı yolunu Ulu Kam’ da bulacaktı belki

de. Yolların sonunda mıydı beklenen yoksa

o yolda olmak mıydı hayatın gayesi zaten.

Aziz, meraklı gözlerle bir kez daha baktı ve

yine o aynı soruyu sordu, bu adam kim?

Servet SOMUNCUOĞLU’nun, asker

arkadaşı Muzaffer SARISÜLÜK ile olan

anılarının, sohbetlerinin ve edebiyatın,

felsefenin doruk noktasına çıkan

mektuplarının derlendiği muazzam bir

eser ile karşı karşıyayız. Eserin büyüsü adı

ile başlıyor ve o büyü okuyan kişiyi nefes

aldığı havadan, ayaklarını bastığı

topraktan, içtiği sudan ve yiyeceğini

hamdan pişmişe çeviren ateşten alıyor,

tüm kâinatı dolaştırıp bambaşka bir

mekâna sürüklüyor. Artık sen o kitabı

okumayan senden sıyrılıp Ulu Kam’ a

kulak veren, göğe dönüp de o bitti sanılan

göksel yolculuğa çıkmak için uğraşan birisi

oluyorsun.

Gallemit adını kitaba veren kişi kitabın

çıkacağını yıllar öncesinden ön gören Ulu

Kam’ ın ta kendisidir ve Gallemit adının

anlamını açıklamadığı gibi bu adın

anlamının sorulmasına da izin

vermemiştir. Servet SOMUNCUOĞLU ile

Aydın’ da askerlikleri sırasında tanış olan

Ulu Kam, askerlik sonrasında da Servet

SOMUNCUOĞLU’ nun dostu, sırdaşı,

gönüldaşı olmaya devam eder.

Günümüzün insanı evlerinde, iş yerlerinde

hatta tatil günlerinde kutsal bir tapınağa

gider gibi koşuşa koşuşa gittikleri alış

veriş merkezlerinde dört duvar

arasındadır. Kalabalıklar içerisinde

yalnızdır da, bunun farkına varamaz;

çünkü bağlı olduğu bu yaşam şekli onu

esareti altına almıştır. Bu esareti fark

etmek her âdemoğluna nasip olmaz.

Zincirlerin farkına vardıktan sonra, bu

zincirleri kıracak cesareti göstermek ise

oldukça zordur. Ulu Kam, nerede ne kadar

yaşayacağına kendisinin karar verdiği,

toprağın kokusu, suların akışı ve rüzgârın

sesine göre yaşayan birisidir.

Page 50: Gencay Dergisi - Sayı 43 - Ağustos 2015

GENCAY

47

Ulu Kam bizlere şu öğüdü vermektedir :

“Bir mekâna bağlanıp yaşamanın bedeli

vardır. İnsan mekâna ünsiyet sağlar ve

zanneder ki bütün yaşadığı mekân onun

olmuştur. Yanılır aslında, insan yaşadığı

mekânın esiri olmaya başlamıştır. Göç

etmek gerekir, göç enerjizm ve

dinamizm demektir… Yaradılışın özünde

hareket vardır, bu öze aykırı

davrananın yok olması tabii sonuçtur.”

İnsana, doğaya ve kâinata dokunan ne

varsa orada olmalıyız. Topraktan gelen

bedenlerin topraktan ayrı yaşaması ve

modern köleliklere boyun eğmesi;

günümüzün, ülkemizin ve topyekûn dünya

milletlerinin asli sorunudur. Topraktan

gayrı yaşayan bir çiçeğe, bahçıvan aramak,

su, gübre vermek beyhudedir. Yapılması

gereken bir an önce saksılarda yetişen

çiçekleri özgürleştirmek ve toprağa

salmaktır. Özünden ayrı düşenin yok

olacağı, günübirlik inanış ve görüşlerin

köreleceği dünyamızda bizleri aynaya

bakmaya çağıran gizemli ve büyüleyici bir

kitap var karşımızda. Her eser bir şeyler

fısıldar, önemli olan o fısıltıları haykırışa

çevirebilmektir.

Her an emekleri ve sözleriyle usumuzda ve

yüreğimizde en önemli yerde duran

değerli hocam, ona yaşamın anlamını

veren, bu süreçte oğlu Ethem’ i kör bir

kurşunla kaybeden Ulu Kam ve tüm bu

gizemin içerisinde yer alan Aziz.

Ayrılık gününün kör dereleri / Savrulup

gidiyor ömür dediğin…

Ayrılıklardan önceki son köprülerde

savrulmadan tutunabilmek için Gallemit’ i

başucu kitabı yapmalı…

Page 51: Gencay Dergisi - Sayı 43 - Ağustos 2015

GENCAY

48

İKİ YIL Adil YILMAZ

Servet ağabey’in bizleri bırakıp gitmesinin

ardından iki yıl geçmiş. Yokluğunda ilginç

işler oldu buralarda. Her gün, Servet

ağabeyin adını kullanarak ya da tam tersi

onu yok sayarak bazı “şeyler”in yazıldığına

şahit oluyoruz. Bu uydurmalarda Servet

ağabeyin adını gördükçe içimiz acıyor.

Adını kullanıyorlar çünkü kendi

muhayyilelerinden uydurdukları incileri

insanlara kabul ettirebilmek için Servet

Somuncuoğlu ismine ihtiyaçları var. Servet

ağabey’in hiçbir kitabında yazmadığı,

hiçbir çalışmasında söylemediği sözler,

farazi ve uçuk-kaçık tarihler ona isnat

edilmekte. Bizzat şahit olduğumuz

durumlar vardı; Güdül Kaya Resmi

alanının ilk ziyareti sonrası kendisiyle

yaptığım ilk görüşmede bazı verilerden

yola çıkarak “şu tarih ve şu guruba ait

olabilir” dediğimde beni susturmuş ve

“bunlar iyice incelenip araştırılmadan

hiçbir şekilde tarihlendirme yapmamak

gerekir” demişti. Buna rağmen ortalıkta

Server ağabeyin adını kullanarak tamamen

uydurma ve gerçekle uzak-yakın ilişkisi

olmayan tarihler dolanıyor. İlginçtir, bu

uçuk “şeyler”i ileri sürenlerin hiçbirisi

bahsi geçen alanları görmüş değillerdir.

Tabii daha ilginci hiçbirisinin arkeolog ya

da tarihçi olmaması, bu alanlarda eğitim

almamış olmasıdır. İşin bu kısmı yakın

zamanda daha geniş bir çalışma konusu

olacaktır.

Olayın bir diğer boyutu da Servet

Somuncuoğlu’nun adının anılmamaya

çalışılmasıdır. Özellikle akademik

çevrelerde, akademik bir kıskançlık ürünü

olduğu belli olan bazı yeni çalışmalarda

Servet Somuncuoğlu adı geçmemekte,

sanki 10 yıl boyunca Lena’dan Kosova’ya

kadar uzanan Türk Dünyasındaki kaya

resmi alanlarını o fotoğraflamamış,

belgesel ve kitap haline getirip insanlara

“kaya resmi”ni öğretmemiş, sanki hiç

olmamış gibi! Ancak ne kadar görmezden

gelmeye, ismini saklamaya, unutturmaya

çalışırlarsa çalışsınlar Servet Somuncuoğlu

adı Türk Tarihine altın harflerle

yazdırılmıştır. Türk tarihi “Servet”inin

farkındadır. Ve o “Servet”e en azından

bundan sonra sahip çıkacaktır!

Page 52: Gencay Dergisi - Sayı 43 - Ağustos 2015

GENCAY

49

TÜRK DAMGALARI Sefa Miraç DEMİRCİ - Aslıhan KAYA

İnsanların bir arada ortak mülkiyetle

yaşadığı dönemler son bulup, bireysel

mülkiyet önem kazandığı zamanlarda;

Türkler için ve Türk Tarihi için önemli bir

adım atılmıştı. Bu önemli adım sayesinde

bireysel mülkiyet zihniyeti gelişmiş ve bir

anlamda da hukukun temelleri atılmıştır.

Bireysel mülkiyetin olduğu yerde hak-

hukuk kavramları oluşmuştur. Daha sonra

bu adım gelişmeye devam edip harflere

dönüşmüş ve bir medeniyeti

güçlendirmiştir. Evet, bu adım Orta

Asya'dan, Macaristan'a, Sibirya'dan,

Anadolu'ya Avrasya'nın büyük bir

kısmında karşımıza çıkan Türk

damgalarıdır. Bilinmelidir ki; kaya

resimleri yapabilmiş, bunları yazılar,

damgalar olarak geliştirmiş bir toplum

medenileşmiş, hukuk düzeni ve ekonomi

sistemi oluşmuş bir toplumdur.

Bir diğer yandan “Biz kimiz?”, “Nereden

geldik?” gibi önemli soruların cevapları da

damgalarda gizlidir. Yazılı kültür öncesi

dönemde insanların kayalara, mağara

duvarlarına çizdikleri resimler, semboller;

insanların hayatının, duygularının,

ruhundaki çalkalanışların beyanı

olmuştur. İnsanın kendini ifade etme

ihtiyacı en basit çizimlerle başlamış, daha

sonra bu çizimler birçok farklı aşamadan

geçmiş ve bir milletin dili olmuştur.

Türk dilinin ortaya çıkışıyla ilgili birçok

tez ortaya atılmıştır. Kimi kaynaklara göre:

Runik yazı köken olarak İskandinav

runiğinden, Finike alfabesinden, Arami

yazısından, Hint menşeili Horoşti’den tüm

bunların ve hatta daha fazlasının

birleşmesinden oluşmuştur. Çünkü yapılan

araştırmalar sonucu tüm dillerinin

atasının Fenike dili olduğu ileri

sürülmüştür. Lakin Türklük düşmanı

araştırmacıların bu tezleri tarih karmaşası

yaratmak, yapay tarih bilgilerini dayatmak

ve Türkleri kültürlerinden uzaklaştırmak

gibi çirkin emellerden başka bir durum

ifade etmemektedir.

Bugün Türkologlar tarafından kabul gören

kuram; Kayalara çizilen resimlerin

zamanla soyutlaşarak farklı boyut ve

anlamlar kazanması üzerine kurulmuştur.

Türk dilinin yapay bir dil olduğu, başka

dillerden türediği tezi asla kabul edilemez.

Eski Türk Runik yazısı binlerce yıl gelişme

göstermiş, resimlerden pigtografa,

Page 53: Gencay Dergisi - Sayı 43 - Ağustos 2015

GENCAY

50

pigtograma, ideograma evirilmiş ve birkaç

devreden daha sonra Türklere özgü bir dil

haline gelmiştir.

Servet Somuncuoğlu’na göre damgaların

oluşması MÖ 10.000 ile MÖ 5000 arasında

devam etmiştir. Kayalara çizilen resimler

zamanla soyutlaşarak farklı boyut ve

anlamlar kazanmıştır. Öyle ki resmedilen

geyik veya dağ keçisi zamanla

soyutlaşarak ebedi hayatı simgelemiştir.

Zamanla soyutlaşan ve anlam kazanan

damgalar uzun bir süre sonra ses

değerlerine yani harflere dönüşmeye

başlamıştır. Asılsız tahminlerle asimile

edilmeye çalışılan Türk kültürünün soylu

alfabesi bu şekilde meydana gelmiştir.

Türkler, yazıyı kullanmaları ve yerleşik

hayata geçmeleriyle başlayan

medeniyetlerini yaptıkları göçler ile

Avrupa’ya, Afrika’ya, Mezopotamya’ya,

Mısıra, Çine ve dünyanın dört bir köşesine

taşımışlardır. Lakin yazının geliştiği

bölgenin Tamgalı Say- Altın Elbiseli

adamın bulunduğu bölge- Talas yazıtları

üçgeninde olduğu düşünülmektedir. “Issık

Göl” civarındaki bu üç önemli tarihi

buluntu Türk tarihi açısından büyük önem

arz eder.

Bir diğer yandan Servet Somuncuoğlu

sayesinde gündeme oturan “Saymalı Taş

Mabedi” ise koca bir Türk hatta Dünya

tarihinin yeniden yazılmasını gerektirecek

sırlar barındırmaktadır. Somuncuoğlu

Saymalı Taş araştırmalarını büyük bir

titizlikle tamamladıktan sonra kesin olarak

anlaşılmıştır ki Türkler kesinlikle

kendilerine ait alfabesi olan entelektüel

milletlerdendir.

Damgalar gösteriyor ki herkes tarafından

bilinen, Orhun Abidelerinde kullanılan

yazı bir gecede icat edilmemiştir. Bu

abidelerdeki şahane üslup, yerleşmiş ve

anlam kazanmış unvanlar, deyimler;

Tamgalı Say ve Saymalı Taş

araştırmalarıyla birleşince alfabenin ve

Türk Medeniyetinin oluşumunu çok daha

eskilere götürüyor. Bunu kaya resmi

alanlarında rahatlıkla görebilmekteyiz.

Türk boylarına ait damgalar ise bizlere bu

eski medeniyetin nerelere uğradığı ve

göçleri hakkında bilgi veriyor. Böylece

Türk Tarihi için de kanıt ve belge görevi

görüyor. Yine Servet Somuncuoğlu’nun

ortaya çıkardığı Ankara’ya 80 km

uzaklıktaki Güdül-Salihler köyünde

Türklerin Anadolu’daki mazilerini çok

daha geriye çekecek damgalar görüldü. Bu

kayalarda insan figürleri, süvariler, at

üzerinde avlanma, hükümdarlık alâmetleri

yer almaktadır. Bunların benzer örnekleri

Asya’da Tuva’da, Yakutistan’da ve

Sibirya’da da görülmektedir ve oradaki

kaya resimleriyle kıyaslanabilecek

niteliktedir.

Altay’ın eteklerinde oluşan bu Türk

damgalarının binlerce kilometre uzaktaki

Anadolu’da görülmesi, özellikle de

buluntuların MÖ 3000’leri işaret etmesi

her şeyi değiştirmiştir.. 1071 yalanı

Page 54: Gencay Dergisi - Sayı 43 - Ağustos 2015

GENCAY

51

yabancı araştırmacılar tarafından yıllarca

Türklere dayatıldı, ne hikmetse Türk

araştırmacılar da bunları kabul etti.

Yıllarca okullarda öğretilen uydurma

tarihten Servet Somuncuoğlu sayesinde

bir kez daha uyandık. Türkler Anadolu’ya

çok daha önceleri gelmişti. 1071

Müslüman Türklerin Anadolu’ya ilk değil

son gelme zamanıydı, akrabalarının yanına

gelmişlerdi. Elde edilen bu veriler

Atatürk’ün tarih tezini doğrular

niteliktedir.

Bir diğer yandan Eski Türklerde keşif

amacıyla giden öncü birlikler yol

üzerindeki bir kayayı kendi boy

damgalarıyla damgalarlardı. Bu geriden

gelenler için bilgi olurdu. Öncülerin yola

devam ettikleri ya da bölgedeki tehlikeler

hakkında uyarı niteliği görürdü.

Günümüzde de mezar taşlarında,

hayvanların üzerinde, evlerde damgaların

kullanılması ise toplumun bilinçaltında

devam eden kültürün göstergesidir. Yüz

yıllar önce atalarımız tarafından

oluşturulan kültür ve damga geleneği hala

korunmaktadır.

Damgaları yazıyorken şu konuya

değinmeden geçmenin doğru olmayacağı

kanaatindeyim. Asya’dan Anadolu’ya,

Anadolu’dan Avrupa’ya uzanan oz

damgası... Bir güneş sembolü olan Oz

Damgası’nın yani Svastika’nın sözcük

anlamı “kendi kendine var olan”dır.

Türklerde Oz’laşarak Tanrıya erişmeyi

temsil eden bu damga, dört yöne bakan

kollarıyla Dış Oğuz tarafından dünyanın

dört bir yanına yayıldığını belirtir ve tüm

evreni simgeler.

Atalarımız 4 adet “ÖG” damgasını

uçlarından bir haç şekli oluşturacak

şekilde birleştirmişlerdir. 4 sayısı, Dört

cihan demektir ki, bu şekil 4 cihanda

Tanrıya erişme düşüncesine sahip olma

demektir. Mevlevilerde ise inananların

grup halinde, eksenleri etrafında dönerek

“göğe” yükselme inancı yaygındır. Bir

diğer yandan ise saz şairleri de sazları ile

dinleyeni “Ozlaş” tırır. Tanrıya eriştirirler.

Bu nedenle saz şairlerine “OZ-AN”

denilmiştir.

Son yıllara kadar Oz damgasının kökeninin

Arilere dayandığı düşüncesi hakimdi.

Fakat sonraları yapılan bilimsel çalışmalar,

kökeninin “Ön-Türk” kültürüne

dayandığını ve onlar vasıtası ile dünyanın

değişik yörelerine yayıldığı yönünde

önemli bilgi ve belgeler ortaya koymuştur.

Araştırmalar gösteriyor ki daha sonraları

oz damgası, gamalı haç, svastika, adlarıyla

anılan bu sembol Ön-Türk göçleriyle

Hindistan’ a gitmiş, Nazilerin Hint-Cermen

ırkı teorilerinin amblemi halinde ortaya

çıkmıştır.

Adolf Hitler, üstün ırk düşüncesiyle

dünyaya egemen olmak üzere bir kaynak

arıyordu. O zamanlar ortaya atılmış olan

Hint-Avrupa uygarlığı ise bu fikirler için

Page 55: Gencay Dergisi - Sayı 43 - Ağustos 2015

GENCAY

52

çok uygundu ve “HİNT-CERMEN

İmparatorluğu” kurmak istedi. Bu arada

Hindistan ve Tibet’te görülmüş olan ve

bilinçsizce “Gamalı Haç” benzetmesiyle

anılan Türklerin “Oz Damgası” bilerek

yahut bilmeyerek Naziler ile anılan bir

faşizm sembolü haline getirdi.

Üzerinde ciddi çalışmalar yapılması

gereken “Tamgalar” mevzusu eminiz ki

ileride bir gün çözülecek ve Türk Tarihinin

kilidi açılmış olacak. Buna bağlı olarak da

muhteşem bir Türk uygarlığı tarihin

derinliklerinden günümüze ışık tutacak.

Son olarak yıllarca bizlere dayatılmış olan,

Batı merkezli uydurma tarihi reddeden,

Tarihimizi yeniden araştırıp kendimiz

yazmalıyız düşüncesini savunan,

savunmakla kalmayıp hayatları boyunca

bunun için çalışan Ahmet Bican Ercilasun,

Servet Somuncuoğlu gibi değerli

hocalarımız başta olmak üzere tüm

Türkologlara teşekkür etmek istiyoruz.

“Geçmişini bilmeyen geleceğini kuramaz.”

Uydurma tarih bilgileriyle büyütülmeye

çalışıldığımızdan, geleceğimizi yanlış

kuralım isteniyor. Batı merkezli tarihi

öğrenelim, Yunan Mitolojisiyle büyüyelim

ki; Türkçü değil Batıcı olalım isteniyor. İşin

kötüsü Türklüğe, Türk kültürüne yönelik

saman altından su yürütür gibi devam

ettirilen asimile çabaları ne yazık ki meyve

veriyor.

Bugün fakültelerde öğretilen bilgiler “Rus

araştırmacı der ki”, “Alman araştırmacı

der ki” den öteye gidemiyor. Türk Tarihi’ni

yazması gereken bizzat Türk

araştırmacılarıdır. Hocalarımızın izinde,

Türk Tarihi ve Türk Kültürünü

yalanlardan arındırmak ve hak ettiği

değere kavuşturmak için daha fazla

beklemeyeceğimize, bu yolun sonuna dek

azim ve şuurla yürüyeceğimize söz

veriyoruz.

Page 56: Gencay Dergisi - Sayı 43 - Ağustos 2015

GENCAY

53

GALLEMİT’TEN SEÇMELER

Yaşadığımız Çağa Bin Türlü İsimler Verdik, Hiçbiri Tutmadı; Çünkü Bu Çağın Adı Bin Yıl

Sonra Kara Çağ Olarak Anılacak.

Bey Oğlu Bey, Köle Oğlu Köle Olmak Rızasındadır…

Bilgi Oluştukça Bilgisizlik Arttı.

Ayrılık Gününün Kör Dereleri

Savrulup Gidiyor Ömür Dediğin

…Yeniye Kapalı Olmadım Ancak Eskimeyen Yenileri Daha Çok Tuttum Hep.

....Ulu Kam'a Gitmeli, Sırları Onun Dilinden Çözmeli. Dağlarda Yaşadığım Gizemli

Gecelerin Sırrını O Bilir Ancak. Başka Dünyaya Açılan Kapılardan Biri Oradaydı. Masmavi

Geceyi Yaşadım Orada.

Parça Parçayım. Bir Yanım Dağlarda Kaldı, Bir Yanım Düze Düştü. Kuzeyden Güneye

İnen, Doğudan Batıya Giden Eski Çağ Yolcularının Yanından Geçtim Kaç Kere. Göçmenler

Ve Göç Edenleri Gördüm, Bin Yıllardır Dünyanın Bitmeyen Kederi Göçü Yaşayanlarla

Yürüdüm.

Page 57: Gencay Dergisi - Sayı 43 - Ağustos 2015

GENCAY

54

ERZİNCAN-TERCAN MAMA HATUN

KÜMBETİ Fotoğraflar: Genç Araştırmacılar

Page 58: Gencay Dergisi - Sayı 43 - Ağustos 2015

GENCAY

55

Page 59: Gencay Dergisi - Sayı 43 - Ağustos 2015

GENCAY

56

Page 60: Gencay Dergisi - Sayı 43 - Ağustos 2015

GENCAY

57

Page 61: Gencay Dergisi - Sayı 43 - Ağustos 2015

GENCAY

58

Page 62: Gencay Dergisi - Sayı 43 - Ağustos 2015

GENCAY

59

Page 63: Gencay Dergisi - Sayı 43 - Ağustos 2015

GENCAY

60

ERZİNCAN-TERCAN ARAŞTIRMA

GEZİSİ Sefa Miraç DEMİRCİ

Bizlere taşların dilini öğreten, içimizdeki

Türklük ateşini körükleyen ve sessizce

ataların yanına, uçmağa varan Servet

Somuncuoğlu’nu rahmetle anarak

başlamak isterim, ruhu şad olsun.

Mama Hatun Külliyesi’nde "bilinçsizce" bir

yenileme çalışması başladığını duymuştuk.

“Genç Araştırmacılar Grubu” olarak

harekete geçip Tercan merkezli bir gezi

planladık. Elimizi çabuk tutmalıydık ve 6

günlük unutulmayacak bir gezi yaptık.

1. Gün

Erzincan'ın Tercan ilçesinin merkezinde

bulunan Mama Hatun Külliyesine ait

kervansarayda restorasyon devam

ediyordu. Bu sebeple işçiler içeriye

almadılar bizi. Hatta “burada damga veya

yazı yok” dediler... Damgaların

silineceğinden endişeleniyorduk ve içeriye

girmeliydik. Sağ olsun Belediye Başkanı

bizleri kırmadı, iki zabıta göndererek içeri

girmemizi sağladı. Fakat bu seferde işçiler

fotoğraf çekmemize izin vermediler.

İçeride gördüklerimizi

belgeleyemeyecektik. Bazı damgalar ve

yazılar yerlerinde dururken

endişelenmekte haklı olduğumuzu hüzün

dolu bakışlarla gördük. Yerlerinden

çıkarılan, üzerlerinde damga ve yazılar

olan duvar taşları üst üste, gelişi güzel

atılmıştı. Bunlara ne olacağını

sorduğumuzda; yeni taşların yerleştirilip,

bu yazı ve damgaların yeni taşlara

işleneceğini öğrendik. Bu resmen tarihi

katletmektir!

İçeride pek çok Türk yazısı ve boy

damgalarının yanı sıra genelde kaya

resimleri ve mezar taşlarında karşımıza

çıkan çizimler de vardı. İnsan, hayat ağacı,

at vb... Kervansarayın dış duvarlarında ise

24 Oğuz boyunun damgalarında hemen

hemen hepsi vardı.

Kervansaraydan çıkıp kümbete girdik.

Burada fotoğraf çekmemize izin verdiler.

Damgalar, yazılar ve çizilen resimleri

gördüğümüzde hayran kalmıştık. Kümbet

girişinde Kayı, Salur, Avşar boy damgaları

başta olmak üzere tüm damgalar karşıladı

bizi.

Kümbetin iç kısmında Türk yazısı,

damgalar ve çizimler doğu ve güney

yönlerine bakan duvarlarda gittikçe

yoğunlaşıyordu. Yazılarda kullanılan Türk

alfabesinin yanı sıra, Gürcü, Ermeni, Kiril

ve Arap alfabeleriyle yazılmış yazılara da

rastladık.

Page 64: Gencay Dergisi - Sayı 43 - Ağustos 2015

GENCAY

61

Duvarların dış kısımlarında delikler vardı.

Bölge insanı bu deliklere dilek dileyip taş

sıkıştırmış. Bu da atalar kültünün

günümüze yansımış şekillerinden biri.

Yine burada da kaya resimlerinde

gördüğümüz dağ keçisi, at, dua eden insan,

kuş ve lale çizimleri bulunmaktaydı. Bir

kez daha gördük ki atalardan kalan izler

her yanımızda.

Restorasyon kümbette henüz başlamamış,

eğer başlarsa telafisi olmayan tahribata

sebep olma ihtimali çok yüksek.

Sonuç olarak; Mama Hatun külliyesinin

Türk tarihi açısından önemini iyi

kavramak gerek. Göç yolları üzerinde

bulunmasından dolayı zengin veriler bu

yapıda oldukça yoğun. Görüp

belgelediklerimizden yola çıkarak

Türklerin 12. ve 13. yüzyıllarda hala

Göktürk harflerini kullandıkları, kaya

resmi yapma geleneğini devam ettirdikleri

ve atalar kültünün hala canlı olduğu

sonucuna varmaktayız. Bu verilerin yok

olması, Türk tarihinin muazzam

parçalarından birinin yok olması demektir.

Zincirde bir halkanın kopması demektir.

Ayrılık vakti gelmişti; ne kadar ayrılmak

istemesek de. Kümbetten ayrıldıktan

sonra kaymakamlıktan ve jandarmadan

diğer gezi alanlarımız için gerekli izinleri

alıp konaklayacağımız “Küllüce Köyü” ne

doğru yola çıktık.

2. Gün

Sabah erkenden kalkıp hazırlanmıştık, zira

işimiz çoktu. Köyün imamı bizi ilk

durağımız olan “Oğulveren Köyü” ne

bırakmıştı. Burası Alevi inancına sahip bir

köydü. Bizi derinden üzen bir durumla

karşılaşmıştık burada. Köy halkı kendi

arasında Zaza’ca konuşuyordu, çevredeki

Sünni köyler ve kendileri Kürt olduklarını

düşünüyorlardı. Bunun kaynağında bizce

mezhepsel dışlama vardı ve onlar öz be öz

Türklerdi.

Ahır kapısına asılan Teke boynuzu

dikkatimizi çektiğinde ise tüm grup

heyecanlanmıştı. Köylüler Türk kültürünü

yaşatmaya devam ediyorlardı; ama

habersizce...

Köy merkezine bulunan eski, yuvarlak

biçimli bir yapıya götürdüler bizi. Kimi

buranın türbe olduğunu kimi kilise

olduğunu söyledi. Bizce türbe olma

ihtimali daha yüksekti.

Page 65: Gencay Dergisi - Sayı 43 - Ağustos 2015

GENCAY

62

Yapının kulaktan kulağa anlatılan bir de

hikâyesi vardı: “İnci adında İranlı bir kız

ile Gever adında Ermeni bir genç

birbirlerini çok severler, fakat kızın babası

birleşmelerine izin vermez. Kız öldüğünde

Gever burayı İnci için bir anıt mezar olarak

yaptırır, köyün eski adı olan "Gevrenci" ise

bu iki gencin isimlerinden gelir: Gever-

İnci.”

Yapının üstü açık, zamana ve insanlara

yenik düşüp, yıkılmıştı. Doğuya bakan

kısmındaki pencere üzerinde; kollarını iki

yana açmış bir insan motifinin kolları

altına sığınan iki aslan kabartması

dikkatimizi çekti.

Buradan ayrılarak köy mezarlığına geçtik.

Mezarlığa girer girmez gerdanlık

kabartmalı bir mezar taşı karşıladı bizleri.

Süslü sandukalı ve yüz hatları belli

edilmemiş bir balbalı da selamladıktan

sonra köye hâkim tepede bulunan, eren

mezarına doğru yola koyulduk.

Buranın adı “Oğulveren” tepesi… Köyün

yeni adı işte bu tepeden geliyordu.

Anlatılanlara göre: “Bu tepede eski

zamanların bir savaşında şehit düşen bir

zat yatmaktadır. Köyde oğlan çocuğu

olmayan biri, bu tepeye çıkarak dua ve

dilekte bulunur ve kısa bir süre sonra oğlu

olur. O gün bu gündür bu tepeye

Oğulveren tepesi derlermiş zamanla köyün

ismi de Oğulveren olmuş.”

Alevi inancına sahip insanlar bu alanda

buluşuyor, adak adayıp dua ve dileklerde

bulunuyorlardı. Tepeye çıkarken yolda

bizi dilek ağaçları karşılıyordu,

dileklerimizi dileyip yolumuza devam

ediyoruz. Zorlu bir tırmanıştan sonra

zirveye varıyoruz. Etrafı taşlarla

çevrelenmiş geniş bir düzlükte bir kaç tane

dilek ağacı, mezar ve tam merkezde etrafı

örülmüş alanda iki mezar bulunmaktaydı.

Giriş metalden yapılmış, kapısına çaputlar

bağlanmıştı. Mezarlar yenilenmiş ve tarihi

değerini yitirmişti. Mezarların içlerine ve

yanlarına yiyecekler bırakılmış, mumlar

yakılmış, taşlar dizilmiş ve mezar taşlarına

bezler bağlanmıştı. Çevresindeki bir kaç

mezarın yönü ise kıbleye doğru değil

doğuya bakıyordu. Taşlarla çevrelenmiş

alanın iç kısmına doğru yine taşlarla

örülmüş, üstü açık odacıklar vardı;

buraların ne için kullanıldığını bilmiyoruz

ama belli bir ritüel için kullanıldığı çok

belli.

Page 66: Gencay Dergisi - Sayı 43 - Ağustos 2015

GENCAY

63

Buradan da ayrılarak “Başbudak Köyü” ne

bağlı Kilise komuna gidiyoruz. Burada eski

zamanlardan kalan ve defineciler

tarafından tahrip edilmiş bir kilise vardı.

Burada acı bir durumla karşılaştık; kilise

duvarlarından sökülmüş süslü taşlar,

evlerin duvarlarında ve bahçelerde masa

olarak kullanılıyordu. Süslü taşlarda

“Gregoryen” mezhebinin haçı

bulunmaktaydı.

Buradan sonra “Kökpınar Köyü” ne

geçiyoruz. Burada insan boyundan yüksek

mezar taşları vardı. Üzerlerinde damga,

yazı ve kabartmalar bulunmaktaydı:

Güneş, kılıç, insan, silah, çadır (otağ)...

3. Gün

Yine sabahın erken saatlerinde uyanıp

hazırlandık. Bir araç sayesinde “Elaldı

Köyü ”ne kadar gittik.

Elaldı Köyü yine Alevi inancına sahip bir

köydü. Çevrede koçbaşlı mezar taşlarının

olduğunu duymuştuk. Köy asıl yerinden

yaklaşık 200 metre uzaklığa taşınmıştı,

eski köyün yakının da ise mezarlık

bulunuyordu. Mezarlığa girdiğimizde eski

mezar taşlarıyla karşılaştık. Sandukalı,

işlemeli mezarlar vardı fakat koçbaşlı

mezar taşı göremiyorduk. Tam ortada

çevrelenmiş bir eren mezarı vardı. Bu

mezara mum yakıp çaput bağlamışlardı.

İçeride ise yerlerinden sökülmüş eski

mezar taşları bulunuyordu. Biraz daha

ilerlediğimizde yan yatmış ve toprağa

gömülmüş bir koç mezar taşı gördük. Çok

eski ve çok tahrip olmuştu, sadece taşın

yontulup koç haline gelmiş şekli kalmıştı.

Üzerindeki işlemelerden eser kalmamıştı.

Ayağa kaldırıp fotoğrafını çektik. Diğer koç

mezar taşlarının ise defineciler tarafından

kırılmış ve kaçırılmış olduğunu öğrendik.

Bu alandan da ayrılarak bir başka Alevi

inancına sahip olan “Darıtepe Köyü” ne

doğru yaklaşık 4 km yürüdük. Bu alanda

üzerinde damgalar bulunan eski mezar

taşları ve üzerinde yazılar bulunan

sandukalı mezarları vardı.

Bu alandan da ayrıldıktan sonra aracımız

da olmadığından umutsuzca yollara

düşmüştük ki “Fındıklı Köyü” Muhtarı

Hızır gibi yetişti. Bizi arabasına aldı ve

kendi köyüne götürerek eski mezar

taşlarını göstermek istedi.

Bu köyde Alevi inancına sahip bir köydü.

Konuşmalarından anladık ki insanların

çoğu tarih meraklısıydı.

“Fındıklı köyü Mezarlığı” na geldiğimizde

şaşkınlığımızı gizleyemedik. Burası

şimdiye kadar gördüklerimiz arasındaki

en iyi mezarlıktı. Sandukalı, yazılı, damgalı,

çizimli mezar taşları... Kılıç, güneş, insan,

silah, at, yıldız gibi çoğu bölgeden zaten

tanıdığımız kabartmalar ve çizimler vardı.

Fakat diğer alanlardan farklı olarak sadece

buraya has kabartma ve çizimler de vardı.

At üstünde ellerini gökyüzüne açmış bir

insan, kadın mezar taşlarında uzun saç

çizimleri, hayat ağacı ve kadının

Page 67: Gencay Dergisi - Sayı 43 - Ağustos 2015

GENCAY

64

birleştirilmiş algısını uyandıran muhteşem

kabartma ve çizimler bizi çok etkilemişti.

Ama en dikkat çeken; 2011 yılında

yapılmış, bir mezar taşına işlenmiş insan

yüzü oldu. Bizi en çok heyecanlandıran

şeylerden biri bu idi. En yakın tarihli

balbal diyebiliriz buna. Fındıklı köyünde

Türk töresi hala yaşıyor.

Bu muhteşem alana veda ederek

ayrılıyoruz ve bugünlük de gezinin sonuna

geliyoruz.

4. Gün

Bu gün konakladığımız köy olan “Küllüce

köyü” nü ve komşu köy olan “Kalecik

köyü” nü gezeceğiz.

Küllüce’de işlemeli duvar taşları hem

evlerin içinde hem de evlerin dışında

bulunmaktadır. Dikkatimizi çeken tek

sembol güneş motifleri oldu. Köyde her

yerde karşımıza çıkıyor. Terk edilmiş eski

bir evin duvarlarında; dağ keçisi, hayat

ağacı, güneş motifi çizimleri ile “Çavındır

ve Karaevli Boyu” damgaları bulunuyordu.

Mezarlıkta ise kimlere ait olduğu

bilinmeyen eski mezarlar vardı. Kime ait

olduğu bilinen mezar taşlarının

bazılarında ise “Bayat Boyu” damgasının

kabartmaları bulunmaktadır.

Buradan da ayrılarak 3 km uzaklıktaki

“Kalecik Köyü” ne doğru yola çıktık. Köye

vardığımızda bir ahır kapısının girişinde

yine teke boynuzu dikkatimizi çekti.

Mezarlığa vardığımızda diğer

bölgedekilerden pek farkı olmayan mezar

taşlarıyla karşılaştık. Sadece bir Mezar

taşında buğday tanesinin büyük bir

kabartması mevcuttu.

5. Gün

Küllüce köyünden sabah erkenden

uyanarak atlar ile yola çıktık. Bu sefer ki

yolculuğumuz “Sos Köyü” idi. 1 saat süren

zorlu yolculuğun sonunda köye vardık.

Köyün hemen yakınında iki kayalıklı dağ

arasında bir dere akıyordu ve bölge

“Ankara – Güdül – Salihler köyü” kaya

resmi alanıyla birçok benzerlik

taşımaktaydı. Köyden 3 çocuk ile beraber,

bu bölgede bulunan bir kaya üzerine

çizilmiş resimleri görmek için yola çıktık.

Zorlu bir yolculuk sonunda bulduk alanı.

Bölge köye fazla yakın olduğundan çok

tahrip edilmişti. Tanıdık gelen birkaç

damga dışında daha önce görmediğimiz

kaya resimleri vardı. Belgeledikten sonra

bu alan ile de vedalaşarak ayrıldık.

Page 68: Gencay Dergisi - Sayı 43 - Ağustos 2015

GENCAY

65

6. Gün

Sabah erkenden kalkıp Tercan'ın “Üçpınar

köyü” yakınlarındaki “Vank Kilisesi” ne

gidiyoruz. Burada Manastır, şapel ve dikili

taşlar bir arada bulunuyordu. Manastır

kapısının sağ tarafındaki duvarda Ermeni

harfleriyle yazılmış yazılar vardı.

Manastır ve Şapel arasında biri yere

yıkılmış olmak üzere 3 tane yan yana dikili

taş olduğunu gördük. Bu dikili taşlar

mimarisi ve bezemesiyle dikkat çekiyor ve

bize “Ahlat mezar taşları” nı

anımsatıyorlardı. “Gregoryen haçı”

manastır ve şapelde olduğu gibi dikili

taşlarda da vardı. Bunun yanında üzüm,

güneş ve ağaç motifleriyle “Davut yıldızı

motifi” dikkatimizi çekti.

Alt kısımlarda ise Ermeni harfleriyle

yazılmış kitabeler bulunuyordu. Birinin

sağ tarafında, aynı döneme ait kabartma

olarak Arap harfleriyle bir kaç satırlık yazı

bulunuyor ve “Selçuklu Meliki Nasurettin”

ismi geçiyordu. Dikili taşlarda ve şapelin

giriş bölümünde bazı çizimler dikkatimizi

çekmişti ve bize bir yerlerden tanıdıktı.

Şapelin önünde ise bir dikili taş daha

gördük. Burada iki kuş, ağaç, üzüm ve yine

“Gregoryen haçı” süslemeleri fark ettik.

Bizleri en çok üzen ise, definecilerin bu

alanı tahrip etmesi ve Kültür Bakanlığı’nın

hiçbir önlem almamış olması. Bu alandan

da ayrılarak Tercan'a tekrar geleceğiz sözü

vererek veda ediyoruz.

Page 69: Gencay Dergisi - Sayı 43 - Ağustos 2015

GENCAY

66

DAMGALARIN MASALI Çizim: Emre SEVİNÇ

Page 70: Gencay Dergisi - Sayı 43 - Ağustos 2015

GENCAY

67

Page 71: Gencay Dergisi - Sayı 43 - Ağustos 2015

GENCAY

68

millikanal.com

Page 72: Gencay Dergisi - Sayı 43 - Ağustos 2015

GENCAY

MİLLİ DÜŞÜNCE MERKEZİ KİTAPLARINI

MERKEZİMİZDEN TEMİN EDEBİLİRSİNİZ.