Upload
gencay-dergisi
View
241
Download
7
Embed Size (px)
DESCRIPTION
Gencay Dergisi - Sayı 43 - Ağustos 2015 http://www.gencaydergisi.com
Citation preview
www.millidusunce.org
Adres: GMK Bulvarı, Özveren Sokağı Nu: 2/2 Demirtepe Metro Durağı
Kızılay/ANKARA
Telefon: 0 (312) 231 31 94
Belgeç: 0 (312) 231 31 22
GENCAY
GENCAY Aylık Fikir - Kültür ve Gençlik Dergisi
Yıl 4 Sayı 43 - Ağustos 2015
Ücretsiz e-dergi
www.gencaydergisi.com
EDEBİ AÇIDAN TÜRK BENGÜ TAŞLARI ÜZERİNE / Aslıhan KAYA
PROF. DR. ALİ AKAR İLE SÖYLEŞİ / Mustafa ORAL
ANTİK DÖ. TÜRK TAR. AÇISINDAN S. SOMUNCUOĞLU ÇALIŞMALARI / Yaşar KESKİN
AZİZ YUSUF YILMAZ ARAÇ İLE SÖYLEŞİ / Banu KAPKINER
ANADOLUNUN TAM ORTASINDA BİR SERVET: Güdül Kaya Resimleri / Emre SEVİNÇ
CENGİZ SALTAOĞLU İLE SÖYLEŞİ / Yaşar KESKİN
ONUR YILMAZ İLE SÖYLEŞİ-Gallemit ve Matbuat Yayın Grubu/ Batuhan SEVİN
FISILTILARI HAYKIRIŞA ÇEVİREN KİTAP: GALLEMİT / Ömer ÜNAL
İKİ YIL / Adil YILMAZ
TÜRK DAMGALARI / Sefa Miraç DEMİRCİ ve Aslıhan KAYA
GALLEMİT’TEN SEÇMELER
ERZİNCAN-TERCAN MAMA HATUN KÜMBETİ (ALBÜM)
ERZİNCAN-TERCAN ARAŞTIRMA GEZİSİ / Sefa Miraç DEMİRCİ
DAMGALARIN MASALI (ALBÜM) / Emre SEVİNÇ
GENCAY
1
GENCAY
2
GENCAY
3
EDEBİ AÇIDAN TÜRK BENGÜ TAŞLARI
ÜZERİNE
Aslıhan KAYA
Bugüne ulaşmış olan Türk yazıtları; Türk
milletinin dilini, dinini, kültürünü, sosyal
hayatını bugünlere taşırken aynı zamanda
duygu ve düşüncelerine tercüman
olmuştur. Türkler tarafından kutsallık
atfedilen bu taşlara yazılmış iyi-kötü
yaşam tecrübeleri; her yüzyıl içerisinde
değişikliklere uğramış, kimi zaman
yeniden şekillenmiş gerek kulaktan kulağa
gerekse edebi eserler vasıtasıyla bugüne
ulaşmıştır. Nasıl ki tiyatroda insanlar,
müzikte notalar, resimde boyalar
sergileniyorsa edebi eserlerde sergilenen
de kelimelerdir. Yazıtlarda; işlenmiş bir
edebiyat dili olarak karşımıza çıkan Eski
Türk dilinin zaman içinde bir milletin milli
lisanı olmuş olması, eserin edebi
değerinden hiçbir şey eksiltmez. Belli
zamanlarda ortaya çıkıp yazıtların edebi
eser olarak ele alınamayacağı fikrini öne
süren Türkologların aksine, Türk yazıtları
edebi eser olarak kabul edilmiş ve
edilmeye devam edecektir. Bu metinlerde
kullanılan şairane üslup, sanatsal ve
stilistik ögeler, uygulanan tekrarlar ve
cümle içi aliterasyonları gibi edebi
metinlere has unsurlar yazıtlarda apaçık
görülür. Lakin yazıtların hangi edebi tür
içine girdiği hala anlaşılamamış bir
mevzudur. Örneğin; Köktürk yazıtlarının
Söylev türünde olduğu söyleniyorsa da bu
tamamen konusu ve içeriğiyle alakadır.
Yapı olarak söylev türünden ayrıldığından,
bu değerli yazıtlara vurulan “anı-söylev”
etiketi çok doğru sayılmamaktadır.
Bilindiği gibi Türklere ait tek bir yazıt
olmadığı için ‘Türk yazıtlarının özellikleri’
şeklinde genellenmiş bir açıklama da
yapılamaz. Tarihin belirli zamanlarında
Türkler farklı alfabeler kullanmışlar, kimi
zaman coğrafyalarını kimi zaman ise
dinlerini değiştirmişlerdir. Elbette ki bu
değişiklikler edebi eserlerinin ve
yazıtlarının da üzerinde etki etmiştir. Bu
nedenle yazıtlar arasında kimi zaman ciddi
değişmeler olduğu görülür. En bilinen
birkaç yazıtı dönemlerine göre ele alıp,
kullanıldığı alfabeye ve mevcut dilin
özelliklerine göre incelemek daha doğru
olacaktır.
Köktürklerin ikinci döneminden kalmış
olan Köktürkçe Bengü taş ve yazıtlarından
bugüne ulaşmış, bilinen 10 yazıtı varsa da
en önemlileri kuşkusuz, umumiyetle “
Orhun Abideleri” olarak bilinen Tonyukuk
(Bayın Çokto), Köl Tigin (Birinci Orhun) ve
Bilge Kağan (İkinci Orhun) bengü
taşlarıdır. Bunlar Köktürk Edebiyatının en
uzun ve en mükemmel örneklerini
oluşturur. Kuşkusuz ki edebi üslubun en
güzel örneği de yine Orhun kitabelerinde
görülecektir.
Lakin öncelikle şunun tekrar üzerinden
geçilmelidir ki Orhun yazıtları
ilkokullardan bu yana öğretildiği gibi Türk
dilinin yazılı ilk örnekleri değildir. Servet
Somuncuoğlu bu durumu “Orhun Anıtları
önsöz değil, Türklerin taşlar üzerindeki
GENCAY
4
son sözüdür.” Diyerek ifade etmiştir.
Orhun yazıtları büyük bir birikimin ürünü
ve son halidir. Göktürk alfabesi oluşana
kadar her damganın arkasında binlerce
yıllık geçmişi vardır. Orhun Anıtlarının
şahane üslubunu gören müthiş derinliğini
hisseden her Türkolog bu anıtların ilk
örnek olamayacak kadar kusursuz
olduğunu belirtir
Yazıtlardan ilki olan Bayın Çokto’yu
diktiren doğrudan Bilge Tonyukuk
olmuştur. Metinde Türk milletinin Çin
tutsaklığından kurtuluşu ve İlteriş Kağan
devrini daha sonra Kapgan Kağan’ın
hakanlığının ilk yıllarında Köktürklerin
Kırgızlarla, Türgişlerle ve Çinlilerle girdiği
çatışmaları anlatılmakta ve bu olaylarda
Tonyukuk’un rolü belirtilmektedir. Bilge
Tonyukuk yazıtta kendisinden
bahsederken Türk hatıra edebiyatının ilk
temsilcisi durumuna gelmiştir.
“Bilge Tonyukuk ben kendim Çin ilinde
kılındım. TÜRK milleti Çin’e tâbi idi. TÜRK
milleti hanını bulmayıp Çin’den ayrıldı,
hanlandı. Hanını bırakıp Çin’e tekrar teslim
oldu. TANRI şöyle demiştir: Han verdim,
hanını bırakıp teslim oldun. Teslim olduğun
için TANRI öldürmüştür. TÜRK milleti öldü,
mahvoldu, yok oldu. TÜRK Sir milletinin
yerinde boy kalmadı. Ormanda taşta kalmış
olanı toplanıp yedi yüz oldu. İki kısmı atlı
idi, bir kısmı yaya idi. Yed iyüz kişiyi sevk
eden büyükleri şad idi. Katıl, dedi. Katılanı
ben idim, Bilge Tonyukuk. Kagan mı
kılayım, dedim. Düşündüm. Zayıf boğa ve
semiz boğa arkada tekme atsa; semiz boğa,
zayıf boğa olduğu bilmezmiş derler deyip,
öyle düşündüm. Ondan sonra TANRI bilgi
vermediği için kendim bizzat kagan kıldım.
Bilge Tonyukuk Boyla Baga Tarkan ile
beraber İltiriş Kagan olunca güneyde Çinli,
doğuda Kıtay’ı, kuzeyde Oğuz’u pek çok
öldürdü. Bilicisi, yardımcısı bizzat bendim.
Cogay’ın kuzey yamaçları ile Kara Kumda
oturuyorduk.” (Tonyukuk Anıtı 1. Taş Batı
Yüzü)
Tonyukuk, 62 satırdan oluşan ve iki
parçaya ayrılmış bu bengü taşında tanık
olduğu olayları gayet sade, sanatsız bir
şekilde halk diliyle anlatmıştır. Zaman
zaman ayrıntıları tasvir etmişse de genel
olarak kısa ve açık cümleler kullanmış,
vakıaları ana çizgileriyle sözü uzatmadan
vermiştir. Bunların yanında yukarıda da
görüldüğü gibi atasözleri ve deyimlere
zaman zaman yer vermişse de edebi
değeri diğer iki yazıtla kıyaslandığında
daha aşağıda kalacaktır.
İkinci bengü taş olan Köl Tigin yazıtında
ise; Yollug Tigin yazmış Bilge Kağan
kardeşi Köl Tigin’i söylemiştir.
Köktürklerin birinci dönemindeki yükseliş
zamanı, daha sonra zayıflayıp Çin’e tutsak
olan Türk milletinin bu tutsaklıktan nasıl
kurtulduğunu ve Köl Tigin’in
kahramanlıklarını anlatan bengü taş Türk
edebiyatının sanatkârane bir üslupla
yazılmış ilk yazıtı olarak kabul edilir.
Muharrem Ergin bu durumu “yalın ve
keskin üslup, hükümdarane ve ihtişamlı
hitap tarzı” olarak yorumlar. Bengü taş
GENCAY
5
daha ilk satırında “ Tengri teg tengride
bolmuş Türk Bilge Kağan” seslenişiyle
başlayarak hitabet sanatının derinliğiyle
kişiyi etkiler. Herkesçe bilinen “Üze Kök
tengri asra yagız yir kılındukda ikin ara
kişi oglı kılınmış” cümlesi ise
çocukluğumuzdan beri ezberimizde olan
ve bizde yer etmiş bir cümledir.
Köl Tigin yazıtında Köl Tigin’in ölümü
üzerine Bilge Kağan’ın söyledikleri ise
kardeş acısının içler acıtacak halinin ve
Bilge Kağan’ın çaresizlik durumunun
yazıya dökülmüş halidir: “Görür gözüm
görmez gibi, bilir aklım bilmez gibi oldu.
Gözden yaş gelse önleyerek, gönülden
feryat gelse bastırarak düşünceye daldım.
İki şad ve kardeşlerimin, oğullarım,
beylerim ve milletimin gözü kaşı perişan
olacak diye düşündüm…” ifadelerinde lirik
anlatımla şahane bir üslup birleşmiştir.
Kahraman Köl Tigin Türk milleti için de,
Bilge Kağan için de çok büyük anlam ifade
etmiştir. Onun ölümü hem milletini hem
ağabeyini yasa boğmuştur. Bilge kağan bu
yüzden haykırmak günlerce ağlamak
istemiş fakat kağanlık görevinin ona
verdiği yükümlülükler, milletine karşı
sorumlulukları buna engel olmuştur.
Böylesi büyük bir acının sadece birkaç
cümle ile bu denli derinden anlatılması
edebiyatımızın ilk örneklerinden sayılan
bu metinlerin yüksek edebi değerini
gösterir. “(Ben) Tanrı gibi (ve) Tanrıdan
olmuş Bilge Kağan, bu devirde tahta
oturdum. Sözlerimi baştan sona işitin, önce
(siz) erkek kardeşlerim (ve) oğullarım,
birleşik boyum ve (halkım…)…ileride gün
doğusuna güneyde gün batısına, geride gün
batısına, kuzeyde gece ortasına kadar… Bu
sınırlar içerisindeki (bütün) halklar hep
bana tabiidir. (Bunca halkı hep düzene
soktum) Onlar şimdi (Hiç de ) kötü
durumda değiller. Türk hakanı Ötüken
dağlarında oturur (ve oradan hükmeder)
ise ilde sıkıntı yoktur. Doğuda Şantung
ovasına kadar ordu sevk ettim, denize az
kala durdum; Güneyde Dokuz Ersine kadar
ordu sevk ettim, Tibet’e az kala durdum;
Batıda İnci nehrini geçerek Demir Kapıya
kadar ordu sevk ettim. Kuzeyde Yir Bayırku
yerine kadar ordu sevk ettim. Bunca yere
kadar yürüttüm ) ve anladım ki)Ötüken
dağlarından iyisi hiç yokmuş. İl tutacak yer
Ötüken ormanı imiş. Bu yerde oturup Çin
milleti ile anlaştım. Altını, gümüşü, ipeği,
ipekliyi sıkıntısız öylece veriyorlar.
(Çinlilerin) tatlı sözlerine ve (ve) yumuşak
ipekli kumaşlarına aldanıp (ey) Türk halkı
çok sayıda öldün! (Ey) Türk halkı (sen)
mutlak öleceksin! Güneyde Çuğay dağlarına
ve Tüğültün ovasına yerleşeyim dersen Türk
halkı mutlak öleceksin! Ötüken ülkesinde
oturup (buradan) kervanlar gönderirsen
(hiçbir) derdin olmaz. Ötüken dağlarında
oturursan sonsuza kadar devlet sahibi olup
hükmedersin. Tanrı lütufkâr olduğu için,
kendimin (de) talihim olduğu için (hakan
olarak) tahta oturdum. Tahta oturup
yoksul (ve) fakir halkı hep derleyip
topladım. Fakir halkı zengin yaptım, az
halkı çok yaptım…” (Kül Tigin anıtı Güney
Yüzü) (1)
Yukarıda görüldüğü gibi Türk yazıtlarının
anlatım şekli çok sağlamdır. Mantığa, belli
GENCAY
6
bir anlatım biçim ve şekline dayanan bu
eserin türüne Tofik Melikli “epitafik
hikaye”(2) demiştir. Metinlerde önemli
olan tasvirler ve söz zenginliğidir. Böyle
bir dilin birden ortaya çıkmış olması
mümkün değildir.
Fuat köprülü Yazıtın edebi dilini “…Bazı
parçalarda eda o kadar canlı ve ahenkli, o
kadar samimi ve derin tahassüslere
makestir ki (duyguları yansıtır ki) işte
buralarda çok kuvvetli ‘maşeri bir lirizm’
‘destani bir ruh’ kendini kuvvetle
hissettiriyor; buralarda hatta alelade nakil
ve hikâyenin fevkinde ‘Bedii bir gaye’ takip
edilmektedir. Kısa lakin kati ve vazıh
cümleler, tasvirlerinde sahtelikten
tamamen uzak sade ve kuvvetli bir ifade
birbiriyle ahenktar bir surette telif edilmiş
fiiller, arada ifadeyi yeknesaklıktan
kurtarmak için fiillerin değiştirilmesi,
tekrarlar, hülasa bütün bu gibi beyan
incelikleri, bu kitabeleri alelade bir lisan ve
tarih vesikası şeklinden kurtarıyor. Kök
Türkçe’nin bu kadar muntazam ve güzel,
imlası mazbut bir nesir lisanı olabilmesi
için, herhalde uzun tekâmül devirleri
geçirdiği muhakkaktır.” şeklinde
değerlendirir. (3)
Nihal Atsız, Köl Tigin Bengü taşını
“Cümlelerin bazan kısa, bazan uzun oluşu;
manaya kuvvet vermek için bazan aynı
kelimelerin tekrarlanması yani bir nevi
tekrir sanatı yapılması; bazan bir aksine
olarak manası birbirine yakın kelimelerin
aynı cümlede veya birbiri ardınca gelen
cümlelerde kullanılması bu yazıta oldukça
yüksek bir edebi değer vermektedir. Yullug
Tigin bu yazıtta Bilge Kağan ağzından Türk
milletine hitap ederken ne kadar lirik ve
romantik ise tarihi vakaları anlatmakta da
o kadar realisttir. Bu yazılarda yalan,
mübalağa, boşuna övünme yoktur. Türk
milletinin bütün ahlaki safiyeti, bütün
değerleri ve kusurları apaçık göze
çarpmaktadır.” ifadeleriyle yorumlamıştır.
(4)
Üçüncü Bengü Taş ise Bilge Kağan’ın
ölümünden bir yıl sonra oğlu tarafından
dikilmiştir. Bu yazıtta da yine Bilge Kağan
konuşmaktadır. Bu yazıtın büyük
çoğunluğu, Kül Tigin Yazıtıyla aynıdır.
Yalnızca Kül Tigin’in olmadığı zamanlarda
geçen olaylar farklıdır.
“Tanrı gibi Tanrı yaratmış Türk Bilge
Kağanı, sözüm: Babam Türk Bilge Kağanı…
Sir, Dokuz Oğuz, İki Ediz çadırlı beyleri,
milleti… Türk tanrısı üzerinde kağan
oturdum. Oturduğumda ölecek gibi
düşünen Türk beyleri, milleti memnun olup
sevinip, yere dikilmiş gözü yukarı baktı. Bu
zamanda kendim oturup bunca ağır töreyi
dört taraftaki… Üstte mavi gök, altta yağız
yer kılındukta, ikisi arasında insanoğlu
kılınmış. İnsanoğlunun üzerine ecdadım
Bumın Kağan, İstemi Kağan oturmuş.
Oturarak Türk milletinin ilini, töresini tutu
vermiş, düzene sokuvermiş. Dört taraf hep
düşman imiş… Ordu sevk ederek dört
taraftaki milleti hep almış, hep tabi kılmış.
GENCAY
7
Başlıya baş eğdirmiş, dizliye dik çöktürmüş.
Doğuda Kadırkan ormanına kadar, batıda
Demir Kapıya kadar kondurmuş. İkisi
arasında pek teşkilatsız Kök Türk’ü düzene
sokarak öylece oturuyormuş. Bilgili kağan
imiş, cesur kağan imiş. Buyruku bilgili imiş
tabiî, Cesur imiş tabiî. Beyleri de milleti de
doğru imiş. Onun için ili öylece tutmuş tabiî.
İl tutup töreyi düzenlemiş. Kendisi öylece
vefat etmiş… “ (Bilge Kağan Yazıtı Doğu
yüzünden) (5)
Muharrem Ergin kitabının önsözünde
“Taşlar üzerine yazılmış tarih. Türk devlet
adamlarının millete hesap vermesi, milletle
hesaplaşması. Devlet ve milletin karşılıklı
vazifeleri. Türk nizamının, Türk töresinin,
Türk medeniyetinin, yüksek Türk
kültürünün büyük vesikası. Türk askeri
dehasının, Türk askerlik sanatının esasları.
Türk gururun ilahî yüksekliği… Türk
feragat ve faziletinin büyük örneği... Türk
içtimai hayatının ulvi tablosu. Türk hitabet
sanatının erişilmez şaheseri…
Hükümdarâne eda ve ihtişamlı hitap tarzı.
Yalın ve keskin üslûbun şaşırtıcı numunesi.
Türk milliyetçiliğinin temel kitabı. Bir
kavmi bir millet yapabilecek eser. Asırlar
içinden millî istikameti aydınlatan ışık.
Türk dilinin mübarek kaynağı. Türk yazı
dilinin harikulade işlek örneği. Türklüğün
en büyük iftihar vesilesi olan eser. İnsanlık
âleminin sosyal muhteva bakımından en
manalı mezar taşları. Dünyanın bugün belki
de en büyük meselesi olan Çin hakkında
1250 sene evvelki Türk ikazı…” olarak
mükemmel şekilde değerlendirmede
bulunmuştur.(6)
Alanın en saygı değer hocalarından biri
olan Talat Tekin için ise Orhun kitabeleri
“… Yalnızca siyasi ve askeri olayların oluş
sırasıyla hikâye edildiği kuru bir harp tarihi
değildir. Tam tersine bu yazıtların, özellikle
Bilge Kağan’ın beylerine ve halkına
seslendiği ve onları Çinlilerin entrikalarına
ve anayurdu bırakıp uzak diyarlara
gitmelerinin doğuracağı felaketlere karşı
uyardığı bölümleri son derece etkili bir
anlatım gücüne ve güzelliğe sahiptir…”(7)
Son olarak değinilmesi gereken bir nokta
da metinlerin manzum mu yoksa mensur
mu olduğudur. Orhun Kitabelerini içinde
Talat Tekin’in de olduğu bir grup mensur
olarak ele almış, bir başka grup ise
metinlerin barındırdığı yüksek üsluba,
dilin edebi sanatlar açısından gelişmiş
olmasına, tasvirlere, bol bol kullanılan
tekrarlara dayanarak metinlerin manzum
eser olduğu görüşünü savunmuşlardır.(8)
Lakin ikinci tezin bir sorunu vardır:
Metinler dizelere ayrılamaz. Metinlerin
manzum olduğunu ileri süren Steblava bu
sorunu komik bir yöntemle ortadan
kaldırmaya çalışmıştır. Orhon-Yenisey
metinlerinin strüktürünü değiştirerek
dizelere, mısralara bölmüş ve kıtalar
oluşturmuştur. Çünkü; Steblava için
yazıtın bir satırı tek bir cümle değildir. Bu
fikir doğrultusunda yazıtları manzum hale
getirerek incelemiştir. Lakin bilinir ki Türk
şiirinin temel özelliği ritmik olmasıdır.
Steblava’nın oluşturduğu suni metinlerde
ritmik olmaktan eser yoktur. Cümleler
fazla kurallıdır, devrik cümle yoktur. Bu
nedenlerle Talat Tekin Steblava’ya
tamamen karşı çıkmıştır.(9)
Ne yazık ki bu büyük yazıtlar dışındaki
Yenisey yazıtları, Moğolistan’da bulunan
yazıtlar, Dağlık Altay bölgesindeki
yazıtlar, Kırgızistan’da, Türkistan’da,
Kuzey Kafkasya’da, Kırım Balkan
GENCAY
8
Macaristan’da bulunan yazıtların Türk
Edebiyat tarihi açısından yeterli
incelenmesi yapılmamıştır. Bu yazıtlar
hakkında bilgi sahibi olmak için
ulaşabileceğimiz kaynak sayısı çok az. Bir
zamanlar özellikle genç Türkologların
içinde bulunduğu umutsuzluk hali artık
silinmeye başladı. Her şeyin daha yeni
başladığını, Türk tarihinin derinliğini,
bilinen yanlışları gün yüzüne çıkaran
Servet Somuncuoğlu gençlere daha
araştırılacak bir tarih, ortaya çıkarılacak
gerçekler olduğu umudunu miras bıraktı.
Umudumuz büyük…
Servet Hoca’nın bıraktığı yerden…
Kaynakça:
1. Tekin,Talat;”Orhon Yazıtları”;TDK,
s.21,2010, Ankara
2. Melikli,Tofik Davudoğlu; “Edebiyat Anıtları
Olarak Eski Türk Yazıtları”; TTK, s.263-265,
2001, Ankara
3. Ercilasun, Ahmet Bİcan; “Türk Dili Tarihi”;
Akçağ yayınevi,s. 132, 2008, Ankara
4. Ercilasun, Ahmet Bİcan; “Türk Dili Tarihi”;
Akçağ yayınevi,s. 133, 2008, Ankara
5. Tekin,Talat;”Orhon Yazıtları”;TDK,
s.51,2010, Ankara
6. Ercilasun, Ahmet Bİcan; “Türk Dili Tarihi”;
Akçağ yayınevi,s. 133, 2008, Ankara
7. Ercilasun, Ahmet Bİcan; “Türk Dili Tarihi”;
Akçağ yayınevi,s. 134, 2008, Ankara
8. Türk Dili, 409, Ocak 1986, s.5
9. İ.V. Steblava;”Poeziya Tyurkov Y1-Y111
vekov”, s.79, 1965, Moskova
GENCAY
9
TÜRKOLOG PROF. DR. ALİ AKAR İLE
SÖYLEŞİ Mustafa ORAL
Değerli hocam öncelikle sizle
başlayalım... Ali AKAR kimdir?
1965 yılında Sivas'a bağlı Yıldız beldesinde
doğdum. 1988 yılında KTÜ Fatih Eğitim
Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı
Bölümü'nden mezun oldum. Kısa bir süre
orta öğretimde öğretmenlik yaptıktan
sonra 1990'da Fatih Eğitim Fakültesi Türk
Dili ve Edebiyatı Öğretmenliği Bölümü’nde
açılan araştırma görevliliği sınavını
kazanarak üniversiteye geçiş yaptım.
Yüksek lisans çalışmamı, 1992 yılında
Cumhuriyet Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü'nde Eski Anadolu Türkçesi
alanında hazırladım. Doktoramı İstanbul
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Eski
Türk Dili Ana Bilim Dalı'nda "Mirkâtü'l-
cihâd (Dil Özellikleri-Metin-Dizin)" adlı tez
çalışması ile 1997 yılında tamamladım.
Askerlik görevimi, Kara Harp Okulu'nda
yedek subay öğretim elemanı olarak
yaptım (1999-2000). 2006’da doçent,
2011 yılında profesör oldum. Çalışma
alanım yoğunlukla Türk dili tarihi, tarihî
Türk lehçeleri, Oğuz grubu lehçeleri, Eski
Anadolu Türkçesi ve Türkiye
diyalektolojisidir. Ulusal ve uluslararası
dergilerde çok sayıda makalemiz
yayımlandı. Rusya, Ukrayna, Hollanda,
Romanya, Kazakistan, Azerbaycan, Mısır
ve Suriye'de çeşitli bilimsel toplantılarda
bulundum. Erasmus öğretim elemanı
hareketliliği çerçevesinde İsveç'in Uppsala
Üniversitesinde Türkiye'de diyalektoloji
çalışmaları ve son dönem Türkoloji eğitimi
konularında seminerler verdim. Halen
Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi'nde görev
yapmaktayım.
Türkoloji'nin önemli bilim
adamlarından birisiniz. Sizce Türkoloji
nedir, neyi kapsar?
Teşekkür ederim. Türkoloji yahut Türklük
bilimi, Türklük bilgisi adıyla tanınan bilim
alanı, kısaca Türkleri tanıma, onların
kültürlerini, tarihlerini, dillerini,
edebiyatlarını, mutfak kültürlerini, hayata
bakış açılarını kısaca, biyolojik varlıkları
dışında kendilerini var eden bütün
kültürel özelliklerini tanıma bilgisidir
Türkoloji. Bu bakımdan kapsamı geniş bir
bilgi alanıdır. Fakat Türkiye’de daha çok
Türk dili ve edebiyatı alanındaki
çalışmalar “Türkoloji” diye tanımlanıyor.
Oysa terimin kapsamı daha geniş...
Kelimenin sonundaki –loji eki Eski
Yunancada “logos”tan geliyor. Bu kelime,
bilgiyi akılla, mantıkla, usla kavrama
anlamına geliyor. Türkoloji de Türklerle
ilgili bilimsel bilgi edinme bilimidir. Bu
yüzden Türk cumhuriyetlerinde
Türkolojiye “Türkîtanuv” deniyor. Yani
Türkleri tanıma bilgisi. Doğru ve kapsayıcı
bir kullanım bence...
GENCAY
10
Özel çalışmalarınızdan da bahsedebilir
misiniz hocam?
Çalışma alanım Türk dili. Tabii Türk dili
deyince iş büyüyor. 20 milyon km2 de
konuşulan ve onlarca yazı dili, yüzlerce
diyalekti olan bir dil. Bunun bir de tarihî
dönemleri var. Bu yüzden bilimsel
çalışmalarda alan sınırlamaları yapılır.
Türk dili çalışmaları genellikle Tarihî
Lehçeler ve Çağdaş Lehçeler olarak ikiye
ayrılır. Bunlar da kendi aralarında
uzmanlık alanlarına göre tekrar
bölümleniyor. Orhun Türkçesi, Eski Uygur
Türkçesi, Karahanlı Türkçesi yahut Kazak
Türkçesi, Özbek Türkçesi gibi. Benim
çalışma alanım yoğunluklu olarak Oğuz
grubu lehçeleri. Eski Anadolu Türkçesi,
günümüzdeki Oğuz yazı dilleri ve ağızları
üzerinde çalışıyorum. Son on beş yıldır da
özellikle Muğla bölgesi diyalektoloji
çalışmaları yapıyorum/yaptırıyorum. Bu
arada ağızlarla ilgili teorik yazılarımız var.
Eskiden beri üzerinde kafa yorduğumuz
konulardan biri de Türk dili tarihi.
Bununla ilgili bir kitabımız da
bulunmaktadır.
Türkiye'de ve yurtdışındaki kayaresim
çalışmaları üzerine düşünceleriniz
nelerdir? Ülkemizde bu açıdan neler
yapılmalı, gençler neler yapmalı?
Kaya resimleri (petroglif), yazı öncesi
insanlığın kültür tarihini aydınlatmak
bakımından arkeolojinin uğraştığı önemli
çalışma alanlarından biri. İspanya ve
Fransa’da M.Ö. 12.000 ila 8.000 arasında
tarihlenen petroglifler bulundu. Bunlar
Avrupa’nın yazı öncesi tarihini
aydınlatmada önemli bir ip uçları
sayılmaktadır.
Kaya resimleri, insanların yaşadıkları
bütün bölgelerde bulunabilecek önemli
kültürel ayak izleridir. Bu bağlamda,
Asya’da özellikle Altay dağları yöresinde
birçok kaya resmine rastlanmıştır.
Bölgedeki Kazaklar ve Kırgızların
Saymalıtaş yahut Tamgalısay adını
verdikleri kayalarda yüzlerce kaya
resmine rastlanmıştır. Bunların nitelikli
fotoğraflarını Rahmetli Servet
Somuncoğlu’nun oralarda çektiği
resimlerde gördük. Bu resimlerde, o çağda
yaşayan Asya göçebelerinin (bunların
içinde Türkler başat unsur olsa gerek!) av
merasimleri, inanışları, gündelik
yaşayışları, av hayvanları, inanmalara
dayalı ritüeller gibi insan hayatındaki
bütün evreleri görmekteyiz. Tabii bu
resimlerin çözümlenebilmesi için bu
konuda uzman olmak lazımdır. Çünkü
resimlerin büyük bölümü soyut nitelikler
taşımaktadır. Örneğin bazı resimlerde
güneşin kendisi çizilmişken bazılarında
yalnızca bir daire ile gösterilmiştir. Aynı
şekilde insan organları da bu sembolik bir
dilin araçları olarak karşımıza çıkar.
Bu alandaki Türkiye’de maalesef uzman
yoktur. Bunları değerlendirenler
genellikle, tarihçi, dilci yahut
folklorculardır. Petroglifler üzerinde
uzmanlaşmış bilim adamı şimdilik yok.
Bunun için arkeoloji yahut sanat tarihi
bölümlerinde bu konuda lisansüstü
programlara ihtiyaç var. Bu alanda
uzmanlaşacak kişilerin, öncelikle sembol
GENCAY
11
dilini, dilin gelişme evlerini, Türk ve dünya
mitolojisini çok iyi bilmesi gerekir. Bizler
meseleye yalnızca dilin tarih içinde
geçirdiği resim-ses-yazı gelişimi
çerçevesinde bakabiliyoruz. Oysa sembol
dilinin çözümü için yukarıda belirttiğim
daha farklı bilgi alanlarına ihtiyaç duyulur.
Bu konuda öncelik devlete ve
üniversitelerde düşmekte… Arkeoloji
bölümlerinin müfredatı genişletilerek
petroglifler konusunda dersler ve
lisansüstü programları açılmalıdır.
Türkiye’de arkeoloji ne yazık ki Önasya ve
Antik Anadolu ile sınırlı kalmış
durumdadır. Bu bölümlerde mutlaka
Uzakdoğu, Yenidünya, Sahraaltı Afrika ve
en önemlisi de Ortaasya arkeolojileri
öğretilmelidir.
Servet SOMUNCUOĞLU'nun Ankara-
Güdül'de keşfettiği önemli bir
kayaresim bölgesi var. Anadolu'daki
kaya resimleri üzerine ne
düşünüyorsunuz?
Anadolu kaya resimlerini çevre
kültürlerinden kopuk veya ayrı olarak
değerlendirmek mümkün değil. Burada
bulunan kaya resimlerinin üç kaynağı
vardır: a) Antik Anadolu b) Önasya c)
Ortaasya. Bunlar içinde üçüncüsü
Türklerle ilgili olmalıdır. Bilindiği gibi
Türklerin Anadolu’ya gelişleri 1071’den
çok öncelere dayanmaktadır. 4. yüzyılın
sonlarında (M. 395) Hunların
Kafkaslardan bölgeye geldiklerini
dönemin kronikleri ayrıntılı biçimde
yazar. 4.-5. Yüzyıllardaki Gürcistan
kroniklerinde Türklerle kültürel
ilişkilerden uzun uzun söz edilir. Hatta bu
konuda Giuli Alasania tarafından yazılan
“”Gürcistan ve İslam Öncesi Türkler” adlı
önemli bir kitap geçen yıl Trabzon’da
yayımlandı. Kafkasya’da diğer
uygarlıklardan olan Gürcülerle Kıpçakların
Kraliçe Tamara döneminde (1160-1213)
döneminde önemli kültürel ve askeri
ilişkileri olmuştur. Güneydoğu Anadolu ve
özellikle Hakkâri bölgesinde Hurri
egemenliği var. Hurriler, bilindiği gibi
eklemeli, Sümerceye benzer bir dil
konuşuyorlardı. Bunların Altay kavmi
olduklarına dair kuvvetli dil delilleri
vardır. Bu bölgede bulunan kaya
resimlerinin de Ortaasya kaynaklı olduğu
kanıtlanmıştır. Güdül’deki kaya
resimlerinde de Ortaasya kaya resimleri
üslubu görülmektedir. Bu konuda Servet
Somuncuoğlu’na danışmalık yapan
dilbilimciler ve sanat tarihçileri bunu açık
olarak ifade etmişlerdir.
Anadolu’daki kaya resimleri yukarıda
çizdiğimiz perspektifle incelenmelidir.
Bunların içinde birbirine benzer şekiller,
semboller vardır. Bunların birbirinden
ayırt edilmesi için mutlaka bu konuda
uzmanlaşmış kişilere başvurulmalıdır.
Bilindiği gibi kültürün özelliklerinden biri
de taşınabilirliği, kopyalanabilirliğidir. Bir
kültürel öge, sembol başka bir halk
tarafından kolaylıkla kopyalanabilir.
Burada önemli olan kimin kimden
kopyaladığıdır. Bu bakımdan, eğer
Kırgızistan’daki bir motifin aynısı
Ankara’da yahut Iğdır’da bulursanız,
bunun kopya olduğuna hükmedersiniz…
Peki hangisi asıl hangisi kopyadır? Bunun
yanıtı zordur. Fakat bu seferde tarihî
dönemlerde yapılmış göçlere bakacağız.
Anadolu’dan Ortaasya’ya, Ortaasya’dan
Anadolu’ya olan göçler. İnsanlığın göçleri
tarihine baktığımızda Anadolu’dan
Kırgızistan’a kitlesel göçlere
GENCAY
12
rastlayamazsınız. Oysa Asya’dan
Ortadoğu’ya, Anadolu’ya, Kuzey Karadeniz
steplerine yüzyıllarca büyük göçler
olmuştur. Demek ki damgalar, kaya
resimleri de oradan taşınmış olmalıdır. Bu
sorunların çözümünü mutlaka disiplinler
arası bilimsel yöntemlerle, duygulara
kapılmadan, soğukkanlı ve nesnel bakış
açılarıyla incelememiz gerekir.
Servet SOMUNCUOĞLU... Onunla nasıl
tanıştınız?
Servet Somuncuoğlu’yla “Karlı Dağlardaki
Sır” belgeselinin TRT’de gösterilmeye
başladığı dönemde mektuplaşarak
tanıştık. Daha sonra defalarca yüzyüze
görüşmelerimiz oldu. Servet Bey, bana
geldiğinde “Hocam, ben lisans düzeyinde
Türkoloji bilgisine sahibim, fakat
profesyonel bir belgeselciyim. Ben
malzemeyi ortaya çıkarırım, sizin önünüze
koyarım, onu sizler değerlendireceksiniz”
dedi. Bu bağlamda, ben de kendisine
petroglifi uzmanı olmadığımı, yalnızca
Eski Türk yazısını, kültürünü, inanç
sistemini bildiğimi, kendisine ancak kaya
resimlerindeki “yazı” sonrası süreç ile ilgili
noktalarda yardımcı olacağımı belirttim.
Bundan sonra dostluğumuz pekişti.
Hemen her hafta mutlaka görüşürdük.
Ortak çalışmalarınız oldu mu?
Ortak çalışmalarımız oldu tabii.
“Tamgaların Göçü-Kurgan” kitabında
metin danışmanlığı yaptım. IV. Dünya Dili
Türkçe Sempozyumu’da kaya
resimlerinden oluşan geniş bir sergi açtık.
Burada dünyanın çeşitli ülkelerinden gelen
bilim adamlarıyla bu meselelerin
konuşulmasını sağladık. Daha sonra
“Tamgalar Dengizli” belgeselini yaptık.
Denizli’deki Türk dönemi yüzey
kültürünün tespitini yaptık. Projelerimiz
arasında Muğla da vardı, ömrü vefa
etmedi. Servet Beyle çalışma
arkadaşlığımız dostluğa dönüşmüştü. Onu
zamansız kaybetmemize fevkalade
üzüldüm.
Servet SOMUNCUOĞLU ülkemizde
Türkoloji'ye ne kattı?
Servet Bey, Türkologlara, Altay dağlarının
sarp kayalıklarında Türklerin atalarından
kalan binlerce yıllık kaya resimleri olduğu
haberini verdi. Bunların fotoğraflarını
çekti. O fotoğrafları kitaplaştırdı. O bu
yönüyle önemli bir görev yaptı. Türk kaya
resimlerinin malzemesini bilim dünyasının
emrine sundu. Şimdi bunları bilimsel yol
ve yöntemlerle inceleme görevi
Türkologları bekliyor.
Türkoloji ile ilgilenen gençlere
tavsiyeleriniz nelerdir?
Türkoloji ile ilgilenen gençlere en önemli
tavsiyem, çok çalışmaları olacaktır.
Türkoloji büyük bir bilim alanıdır. Yaklaşık
250 milyon insan Türkçe konuşuyor.
Avrasya’nın önemli bir bölümüne hâkim
olan bir nüfusumuz var. Tabii bunlara
koşut olarak bir o kadar da sorunlarımız.
Bunların çözümü için dünyayı iyi okumak,
iyi anlamak, iyi algılamak ve ona göre
hazırlanmak lazımdır.
GENCAY
13
ANTİK DÖNEM TÜRK TARİHİ AÇISINDAN SERVET
SOMUNCUOĞLU ÇALIŞMALARININ ÖNEMİ Yaşar KESKİN
“İnsan inanç adına ilk çizgiyi kayalara
çizmiştir.” Servet SOMUNCUOĞU
Daha yazının bilinmediği dönemlerde
insanlar birbirleriyle kaya resimleri
aracılığıyla iletişim kuruyorlardı. Kaya
resmi yapmalarındaki amaç gelecek
kuşaklara bilgi birikimlerini aktarma
kaygısı ve bireysellikten çıkıp birlikte
hareket etmeye başladıkları dönemlerde
Atalarımızın bizlere kaya resimlerine
yazdıkları Taş Mektupları armağan
etmişlerdir. Şunu da belirtmek gerekir ki;
dünyanın çeşitli bölgelerinde,
coğrafyalarında kaya resimleri
bulunmaktadır. Kaya resimleri insanlığın
ilk entelektüel arayışıdır ve bu entelektüel
birikim dünyanın birçok bölgesinde aynı
anda yükselmektedir. Biz bu noktada
Atalarımızın yani Türklere ait kaya
resimlerini Servet SOMUNCUOĞLU’nun
çalışmalarını takip ederek belirleyeceğiz.
Bu bölgeler; Sibirya, Orta Asya, Kafkaslar,
Anadolu ve Balkanlar’da kültürel süreklilik
içerisinde bu izleri takip edebiliyoruz.
Binlerce yıl önce insanlığın gelişmesi ve
ilerlemesi adına kayalara resimler çizen
Atalarımız, bugün ulaştığımız uygarlık
adına ilk ve en önemli adımları
atmışlardır. Bugün kullandığımız yazı
sistemleri olan her harfin oluşumunun
arkasında binlerce kaya resimleri vardır.
Bunlardan bir tanesi de ‘’Tarihi Türk
Abecesi’’dir. Atalarımız kendi inanç ve
bilgi dünyaları adına dağların
doruklarında yaptıkları resimlerle dünya
uygarlığı ve aydınlanma sürecine çok
büyük katkılar sağlamıştır. Ancak daha
Türk tarihinin ana dayanak noktası henüz
çözülebilmiş değildir.
Antik Dönem de yayılmış bir Türk kültür
coğrafyası vardır ve bu Antik Dönem Türk
Kültürü verileri toplanamamış ve sistemli
bir biçimde bir araya getirilemediği için
biz kendi tarihimizi net bir şekilde
okuyamıyoruz. Bugüne kadar yapılan
çalışmaların büyük bir çoğunluğunda
temel olarak yabancıların derlediği
kaynaklar dayanak noktası olarak
alınmıştır. Tarih öncesi dönemde Sibirya
bozkırlarından Macaristan ovalarına kadar
geniş bir alana yayılan kazıbilim
(arkelojik) verilerin bulunması,
toplanması ve karşılaştırmaların yapılması
var olan tarih kavramlarını sorgulayıp
altüst edecek nitelikte ve tarihi yeniden
yazdıracak varsıllıktadır. Avrasya
GENCAY
14
coğrafyasında, Türk tarihinin genel olarak
oluştuğu kısımda üç büyük duvar vardır;
Tanrı Dağları, Altay Dağları ve Ural
Dağları. Türk kültürünün tarih öncesine ait
Antik Dönem verileri bu dağlarda ve
dağların kuytularındaki vadilerde saklıdır.
Antik Dönem Türk Tarihi ve Kültürü
açısından Kaya Resimleri neden önemli?
M.Ö.’ki dönemlerde Türk Kaya
Resimlerinde kendisine ait uygarlık
anlayışı, ekonomisi, dili, inancı, evren
anlayışı, bilinçaltını ve kozmolojisini
görmekteyiz. Türk Kaya Resimlerini takip
ettiğimizde, Türk tarihi ve kültürünü,
damgalaşma dönemini, Türk yazı
sisteminin oluşum sürecini ve Türk resim
sanatının kökenini rahatça
belirtebileceğiz. Mısırlıların papirüse,
Çinlilerin ipeğe, Sümer, Asur vs.
toplulukların kil tabletler üzerine
yaptıklarını, Atalarımız kayalar üzerine
yapıyorlardı. Bu şekilde bizlere yani
gelecek kuşaklara miras bırakıyorlardı.
İşte bu eşsiz hazineye sahip çıktığımız
sürece biz var olmaya devam edeceğiz ve
tarihsel öncelik haklarımızı ortaya koymuş
olacağız.
Servet SOMUNCUOĞLU’nun binlerce
km.lik yol kat edip 12 ülke, 260 kaya resmi
alanında yaptığı çalışmalar sayesinde Türk
Tarihinin Antik Dönem verileri olan kaya
resimlerinin büyük bir bölümü toplanmış
bulunmaktadır. Antik Dönem açısından
eserleri;
BETİKLER:
Sibirya’dan Anadolu’ya TAŞTAKİ
TÜRKLER (From Siberia To Anatolia THE
TURKS ON THE ROCK)
SAYMALITAŞ – Gökyüzü Atları
(SAIMALUU-TASH – Sky Horses)
DAMGALARIN GÖÇÜ – KURGAN /
Ankara Güdül Kaya Resimleri (THE
MIGRATION OF TAMGA / STAMPS-
KURGAN, Ankara Güdül Rock Engravings
BELGESELLER:
Karlı Dağlardaki Sır (5 Bölüm)
Damgaların Göçü (3 Bölüm)
Altın Elbiseli Adam
Antik Dönem Türk Kültür Tarihinin
günümüzdeki yansımalarını anlatan
Folklor ve Etnografik belgeselleri;
Tamgalar Dengizli (3 Bölüm)
Zamana Karşı (3 Bölüm)
Türkistan’da Bir Gün
Yine Servet SOMUNCUOĞLU’nun dediği
gibi daha gidilemeyen birçok kaya resmi
alanı vardır. Belirttiği bu alanlar Türk kaya
resimlerinin izi olduğu ve araştırılmayı
bekleyen ülkeler arasında Çin,
Türkmenistan, Özbekistan, Afganistan,
İran ve Irak’taki kaya resimleri ve
Türkiye’de yeni bulunan kaya resimlerinin
GENCAY
15
derlenip, Güney Sibirya, Moğolistan,
Kırgızistan, Kazakistan’daki ulaşılamayan
yerlere de ulaşılmalı, ‘’Taştaki Türkler’’
betiğinin devamı niteliğinde bir eser
sunulması gerekmektedir.
Kaya resimleri dışında, Türklerin kültür
birikimi olan bu eserlerin bir bütünlük
içinde toplanılması Türk bilim dünyasına
ve konuya meraklı insanlarımıza sunmak
boynumuzun borcu olduğuna
inanmaktayım. Tabi ki bu saydıklarımı bir
kişinin yapması asla mümkün değildir
ancak birlik olunması sonucunda
bunlarında üstesinden gelineceğine
güvenim tamdır. Bu konularla ilgili içinde
bulunduğum ‘’Genç Araştırmacılar’’
topluluğu olarak bir yerden başladığımızı
da belirtmek isterim.
Burada Servet SOMUNCUOĞLU’nun
belirlediğim yarım kalan çalışmalarını ve
yapılmasını dilediğim önerileri yazacağım.
1. Servet SOMUNCUOĞLU’nun bıraktığı
eserleri Türk bilim adamları farklı
disiplinler arası araştırmayla genel
hatlarını ortaya koymaları gerekmektedir.
2. Damgaların Göçü – Kurgan / Ankara
Güdül Kaya Resimleri betiğinde belirttiği
‘’Karşılaştırmalı Anadolu Kaya Resimleri’’
adlı betik çalışmasının tamamlanması.
3. Yine aynı betikte belirttiği ‘’Tarihi Türk
Alfabesinin Oluşumsal Süreci Üzerine Bir
Deneme’’ adlı yazısını ‘’Göktürkler ve
Orhun Anıtları’’ adlı eserinde
yayınlayacağını da belirtmiş ve bu da
yarım kalan eserler arasında kalmıştır.
4. Sürekli dile getirdiği ve Türk tarihi
açısından önemini vurguladığı ‘’Türk
Damgalar Sistemi’’nin oluşturulması.
5. Anadolu’da yeni bulunan ‘’Tarihi Türk
Abecesi’’yle yazılmış Türk yazıtlarının bir
betikte toplanması ve Türk bilim
dünyasına sunulup, okuma önerilerinin
yapılması.
6. Türklere ait bir mezar geleneği olan
Kurganların yerlerinin tespit edilmesi ve ‘’
Türk Kurganlar Atlası’’ yapılması ilerideki
yapılacak kazı çalışmaları açısından
yerlerinin bulunmasına kolaylık
sağlayacaktır.
7. Türklere ait mezar yapılarının
belirlenmesi ve Mezar Taşlarının
sınıflandırılması. Kurgan, Balbal, Bengü
Taşlar vb…
8. Etnografya eserlerinin bu bağlamlar
içerisinde incelenmesi…
Servet SOMUNCUOĞLU, TRT’deki
Türkistan Gündemi programında kaya
resimlerinin yorumlanmasında öncelikle
şu konuya dikkat çekmektedir. ‘’Bugüne
kadar kaya resimli alanlarda hep mistik
yorumlarla geçiştirilmeye çalışıldı. Biz
konuya nesnel ve somut olarak yaklaştık,
yani o mistik yorumları efendim, yok
göklere çıktı, yok uzaya kaçtı, yok bilmem
ışık indi, bunlardan uzaklaştık ve alanları
birbirleriyle karşılaştırırsak nereye
varacağız dediğimizde, nesnel kriterlerle
hiçbir şekilde duygusal davranmadan
ortaya koyduğumuzda ne çıktı karşımıza;
GENCAY
16
Baykal Gölü kıyılarından, Ankara Güdül’e
kadar tanımlanmış tescillenmiş bir Türk
kimliği ortaya çıkıyor.’’
Burada yazdıklarım kimilerince imkânsız
olarak görülebilir ya da kim uğraşacak bu
kadar işle de diyebilir. Ancak Servet
SOMUNCUOĞLU inanmıştı ve işin büyük
bir bölümünü yaparak bizlere kalıcı
eserler bıraktı. Geçmişteki Atalarımızın
kayalara inanç adına çizmeye başladıkları
ilk çizgi gibi bizde bu eksik kalan
alanlarımızı tamamlamak için inançla
çabalarsak büyük bir boşluğu doldurmuş
olacağımızın inancındayım.
Türkler dünyanın birçok kıtasında tarihin
en eski çağlarından itibaren hep var
olmuşlardır. Bu gerçeği belgeleriyle ortaya
koymak özellikle içinde bulunduğumuz şu
günlerde yakın ve uzak geleceğimiz
açısından büyük önem taşımaktadır.
Burada bize düşen görev ‘’elimizi taşın
altına koymaktır…’’
GENCAY
17
GENCAY
18
AZİZ YUSUF YILMAZ ARAÇ İLE
SÖYLEŞİ
Banu KAPKINER
Merhaba Yusuf Bey! Yusuf Yılmaz Araç
kimdir? Servet SOMUNCUOĞLU ile olan
dostluğunuz hakkında neler söylemek
istersiniz?
Teşekkür ediyorum. Öncelikle siz
gençlerin Servet Somuncuoğlu’na teveccüh
ve alakasının çok takdire şayan olduğunu
belirtmek isterim.
İsmim Yusuf Yılmaz Araç. Servet
Somuncuoğlu ile 1975 yılında Sakarya
Arifiye Öğretmen Okulu’nda tanışmıştık.
Kırk yıla yaklaşan sarsılmaz dostluğumuz
vardı. Şu an hayatta olsaydı dostluğumuz
kırk yıla ulaşacaktı. Fakat takdir-i ilahi,
kader böyleymiş, aramızdan erken ayrıldı.
Onunla öğretmen lisesinde 1975 yılında
başlayan dostluğumuz kesintisiz son
nefesine kadar devam etti. Erzurum’daki
yükseköğrenimi haricinde hep aynı
şehirde bulunduk. Hemen hemen inkıtasız
sürekli görüştük ve dolu dolu bir dostluk
yaşadık. Onunla dost olmaktan çok
mutluyum. Benim için çok büyük bir
kazançtı. Aynı şekilde kaybı da çok büyük
bir eksikliktir.
Servet SOMUNCUOĞLU’nu iki kelime ile
anlatsanız?
İki kelime: Zekâ ve azim…
Size Gallemit adlı eserinde de ‘Aziz’
unvanı ile hitap ediyor. Eserinde sık sık
sizden bahsediyor ve bahsettiği üzere
sizinle paylaşabileceği her şeyi
paylaştığını söylüyor. Acaba bu kaya
resmi alanlarıyla olan ilgisinden size ilk
olarak hangi dönemde bahsetti ve nasıl
söz açtı. O konuda neler diyebilirsiniz?
Aslında Aziz’in özel bir anlamı yok.
Okuduğumuz, hoşlandığımız bir hikâyede
geçen bir hitaptı. Tekrar tekrar okuduk,
pek hoşumuza gitti. Ben ona Aziz diyorum
o da bana Aziz diyordu, öylece kaldı. Başka
bir manası yok. Gallemit kitabının
girişinde; İstanbul gibi büyük, insanı yoran
bir şehirde iş saatleri dışında buluşup
günlük hayatın küçük keyifli yanlarını
yakalamak için nefes aldığımız anlarda,
çarşıda pazarda sağa sola bakınarak diğer
insanlara normal geldiği halde bizim farklı
yönlerini görebildiğimiz ve aynı bakış
açısıyla bakabildiğimiz noktaları güzelce
özetlemiş.
Taşlara ilgisi, böyle gaipten gelen bir sese
binaen veyahut rüyasında görerek doğmuş
değil. Ama sanki çocukluğundan beri, belki
doğduğunda, belki de yaratıldığı anda ona
verilen kutlu bir görevdi.
2004 yılıydı sanırım, bir konferansa
katılmıştı, Eski Türkler ile alakalı. Konu o
günlerde bazı çevrelerde yeni yeni popüler
hale geliyordu. Biraz ilim disiplini
GENCAY
19
dâhilinde, biraz ilim dışına taşarak, bazen
de sulandırılarak gündeme getiriliyordu.
Toplantıdan çıktıktan sonra Üsküdar’daki
Yalı Kahvesi’nin önünde buluştuğumuzda;
'’Bir başladılar Azizciğim. Bin yıl, iki bin yıl,
üç bin yıl derken, her beş dakikada bir beş
bin yıl gerilere gidiyor. Ben çıktığımda on
beş bin yıl filandı. Herhalde şu an otuz bin
yıla gelmişlerdir’’ diye espriyle karışık
söyledi.
Espriyle karışık eleştirmekle beraber,
toplantıda tanıştığı bir takım kişiler
Kazakistan seyahati planlanmışlar ve bu
seyahate Servet’in de katılmasını arzu
etmişler. İlk, 2004 senesindeki o seyahat
esnasında Türk Kaya Resimleri ve eski
Türk Yazıtlarına ilgi duymaya başladı ve
konunun el değmemiş bakir bir saha
olduğunu fark etti. Bu alanda büyük bir
boşluk olduğunu, Hüseyin Namık
Orkun’un dev eseri Eski Türk Yazıtları
haricinde kaynak bulunmadığını ve onun
üzerine bir şey konulmadığını tespit etti.
Bundan sonra hayatının tek gayesinin bu
olması gerektiğine karar verdi ve
kazandığı bütün tecrübenin, birikimin, bu
odada gördüğünüz binlerce kitabın, almış
olduğu eğitimin, malum iki üniversite
bitirmiştir, sanki bunun için bir ön hazırlık
olduğuna inandı.
Şartlarını zorlayarak, Allah’ın yardımı ve
ailesinin desteğiyle çok büyük işler
başardı. Yaptığı işler ortada, biliniyor.
Yarım kalan işleri de var, bunlara ailesi
sahip çıkıyor, siz gençler takip
ediyorsunuz, İnşallah onlar da kısa
zamanda gün yüzüne çıkacaktır.
Konumuzu Türkiye sınırları içerisine
çekmek istiyorum. Dünyanın çeşitli
yerlerine yaptığı bu araştırma
gezilerinden sonra, bu damgaların
Anadolu coğrafyasında, özellikle
Güdül’de olduğunu nasıl haber aldı?
Güdül orijinal bir Servet Somuncuoğlu
keşfidir. Kendisi de ifade ediyor. Bildiğim
kadarıyla TRT Belgesel kanalında ‘Karlı
Dağlardaki Sır’ belgeseli yayınlandıktan
sonra internette bir yorum görüyor.
Ankara’nın Güdül İlçesi Salihler Köyü’nden
Cemil Söylemezoğlu adlı arkadaşımız
yazmış. “Ey millet, bu resimlerden bizim
köyde de var, haberiniz olsun.”
O yorumu görünce Servet hemen oraya
gitti. Zaten Servet’e bir ipucu yeter,
kalanını kendisi çözer. Başta demiştim ya,
azim ve zekâ. Cemil Beyle temasa geçiyor.
Yine aynı konularla ilgili bir yurt seyahati
dönüşünde köyü tekrar ziyaret ediyor ve
buluşup birlikte kaya resmi alanlarına
gidiyorlar. Cemil Beyin gösterdiği yer
birinci alan. Daha sonra Cemil Beyin de
önceden bilmediği ve daha sonraki
araştırmalarda yine Cemil Bey tarafından
ortaya çıkarılan birçok alana erişildi.
Bu seyahatlerin üçüne katıldım, yol
arkadaşı olarak. Çok keyifli yolculuklardı.
Çok yorucuydu, fakat ondaki azim
yorgunluğun üstesinden geliyordu. Ben üç
saat yürüyünce yoruluyorsam, o dokuz
saat yürüyordu ve yorulmuyordu. Sanırım
on üç kere Güdül e gitti.
Güdül Türk Kaya Resimleri Sahası çok
orijinal ve çok mühim bir Servet
Somuncuoğlu keşfidir. Dünya literatürüne
bu şekilde geçmesi gerekir. Bundan sonra
elbette gündeme gelecek, üzerine kitaplar
yazılacak, araştırmalar yapılacaktır.
Temelini Servet Somuncuoğlu ve tabi ki
Cemil Söylemezoğlu atmıştır. Namuslu ilim
GENCAY
20
camiası bu hakkı teslim edecektir. Bazen
Güdül’den bahsedilip Servet
Somuncuoğlu’nun zikredilmediğine, ihmal
edildiğine şahit oluyoruz. Sanki önceden
keşfedilmiş gibi davranılıyor. Bu
haksızlıktır, en basitiyle ayıptır. Servet’in
böyle bir iddiası, oralara adının yazılması
gibi bir dileği olmadı ama sonuç olarak
ortaya çıkarttığı eserler var. Damgaların
Göçü belgeseli var. Bunları görmezden
gelmek insafsızlıktır.
‘’Sen beklesen de zaman beklemez.’’
Sürekli bunu kendine hedef alıyor.
Gündüz oturmamak, gece uyumamak
gibi bir kaygısı var kaya resimleri için.
Güdül’ü duyduğunda, Tanrı Dağları’na
gitme fikrini duyduğunda nasıl bir
heyecan içerisindeydi, anlatabilir
misiniz?
İnsan hasretini çektiği sevgilisine
kavuşmak için nasıl heyecan duyarsa, o da
dağlara kavuşmak için aynı heyecanı
duyardı. Güdül olsun, Tanrı Dağları olsun,
Aladağlar olsun onun sevgilisi
mesabesindeydi. Hakikaten büyük bir aşk
ve şevkle bu heyecanı duyardı ve
çevresine de duyururdu. Ben üç kere
Güdül’e gittim. Normalde kendince keyif
sahibi, hafta sonu kahvaltısını yapan,
ayaklarını uzatıp televizyon seyreden, çok
hızlı hareket etmeyen, kendi dünyamda
yaşamayı seven biriyim. Beni üç kez
Güdül’e götürebilmiş olması bunu nasıl bir
aşk ve şevkle çevresine aşıladığını
gösterir. Yine öğretmen okulundan
arkadaşımız Cengiz Albayrak da vardı
seyahatlerin birinde.
Orası çok da cazip bir coğrafya değil
açıkçası. Hani gittiğiniz yer orman olur
ağaç görürsünüz, dere olur serinlersiniz,
çimen olur, kuş olur, güzel bir yer olur.
Orada tam manasıyla bozkır
görüyorsunuz. Taş ve dikenden başka bir
şey yok. Buna rağmen önce bizi, sonra
konu ile alakalı birçok insanı oraya
götürdü. İnandığı şeye tam manasıyla
inanmak ve dolayısıyla muhatabını ikna
edebilmek özellikleriyle bunları
kamuoyuna tanıttı.
Servet SOMUNCUOĞLU, kendisine nasıl
bir yöntem seçmişti araştırmalarında?
Servet Somuncuoğlu yedisinde cesurdu,
ömrü vefa etseydi yetmişinde de cesur
kalacaktı. Bu işler için zekâ ve azmin
yanında cesaret de şart. Şöyle bir yöntem
seçmişti; Türklüğün Türk olmayan bir şeyi
Türk yapmak gibi bir şeye ihtiyacı yok.
Zorla Türk yapamazsınız ama Türk ise de
ona Türk demek lazımdır.
Bizim sıkıntımız, günümüzde zaten
insanlar Türkiye’de Türk'üm demeye
korkar hale geldi. Herhalde araştırmacılar
akademide göğsünü gere gere Türk
kelimesini dile getiremiyor. Yabancılardan
Türk demesini beklemek zaten beyhude...
Onlar Türk kelimesini özellikle
kullanmıyor, Ortadoğulu, Orta Asya halkı,
Bozkır halkları diyorlar... Dolayısıyla,
Türklerin bunları bulup ortaya koyması
lazım…
GENCAY
21
Son olarak neler demek istersiniz? Hem
bize öğüt, hem Servet Somuncuoğlu’nu
tanımak isteyenlere?
O korkusuz bir kahraman, tam manasıyla
bir yiğitti. Günümüz kahramanları eline
kılıç alıp Kürşad gibi kırk yiğitle Çin
sarayını basamayabilir. Seyyid Ahmet
Arvasî hocamız böyle söyler. Günümüzün
kahramanları, inançlarını ve ideallerini
son nefesine kadar yaşayabilen
insanlardır.
Servet Somuncuoğlu da inançları uğruna
bir ömür harcamıştır. Kendini yıpratarak
genç yaşında aramızdan ayrılmış, bu
uğurda kendini feda etmiştir. Türklük
yoluna baş koymuştur.
Böyle kahraman bir arkadaşım olduğu için
çok bahtiyarım, çok mutluyum. Sizlerle
tanışmaktan, onun yolunda yürüyen, onun
hatırasına sahip çıkan, ona vefa gösteren
genç arkadaşlarla tanışmaktan çok çok
mutluyum. Çok teşekkür ederim.
GENCAY
22
ANADOLUNUN TAM ORTASINDA BİR
SERVET GÜDÜL KAYARESİMLERİ Emre SEVİNÇ
Taştaki Türk’ü bizlere tanıtan Servet
SOMUNCUOĞLU’na özlemle…
Türk kayaresimleri… Türk tarihinin
bilinmeyen dönemlerine ışık tutacak bu
belgeler Türk milletinin adımını attığı her
coğrafyada karşımıza çıkmaktadır.
Kırgızistan’daki Saymalıtaş’tan
Azerbaycan’daki Gobustan’a, Kazakistan
Tamgalısay’dan Rusya’daki Lena
Kayaresimleri’ne. Türk milletinin ayağını
bastığı hemen her yerde karşımızdalar.
Hepsi bulundukları bölgelerin en yüksek
yerlerinde. Hepsi dua-dilek, şükür, yuğ,
kurban alanı. Çoğunun çevresinde
kurganlar var. Hepsinde Türklere ait
kayaresim motiflerini, yazıtları
görebiliyoruz.
Sözkonusu kayaresimlerinin Anadolu
coğrafyasında da birçok örneği vardır.
Kars Kağızman Camuşlu Köyü, Erzurum
Karayazı Cunni Mağarası, Ordu Mesudiye
Esatlı Köyü’nde bulunanlar ve daha
niceleri…
Türk kayaresimlerinin Anadolu
coğrafyasındaki en önemli temsilcisi ise
Ankara’nın Güdül ilçesine bağlı Salihler
Köyü kırsalında olanlarıdır.
Türk Tarihinin Bilinmeyenlerini
Aydınlatacak Keşif Güdül Kaya
Resimleri
Kamuoyu ilk olarak 2011‘de bu
kayaresimlerinin keşfedildiğinden
haberdar oluyordu. Bölgenin kaşifi ise
ömrünü Türk kayaresimlerine adamış
cennetmekan Servet SOMUNCUOĞLU idi.
Türk coğrafyalarında kayaresimlerinin
peşine düşen ve bizlere sunan Servet
SOMUNCUOĞLU bu defa Anadolu’nun tam
ortasında çıkartıyordu kayaresimlerini
karşımıza. Ortaya da ‘’Damgaların Göçü’’
adlı bir belgesel ve ‘’Damgaların Göçü –
Kurgan’’ adlı bir albüm-kitap koyuyordu.
GENCAY
23
Salihler’deki Türk kayaresimlerini Servet
SOMUNCUOĞLU’na haber eden Cemil
SÖYLEMEZOĞLU şöyle anlatıyor bu keşif
sürecini ‘’Damgaların Göçü’’ adlı
belgeselde:
”Ben dağlarda çok gezerim. Bu kaya
resimlerini gördüm fakat ne işe yaradığını,
kime ait olduğunu bilmiyordum. Bir gün
köyümüzde televizyon seyrederken Karlı
Dağlardaki Sır programını… Baktım ki bu,
buna benzer resimlerin bizim köydeki
resimlerin aynısı olduğunu -aşağı yukarı-
farkettim. Daha sonra bu programın
yapımcısı ve yönetmeni Servet
Somuncuoğlu’nu haber verdim.
İrtibatlaştık, köyümüze geldi. Bu resimleri
inceledi. Baktı ki bu resimlerin Orta
Asya’daki resimlerin aynısı olduğunu
söyledi.”
Neler yoktu ki Güdül’de?
Türk tarihinin en eski çağlarına ışık
tutacak dövme yöntemi ile kazınmış
resimler… Bunlar gerek Orta Asya’daki
gerekse Anadolu’daki örnekleri ile
mukayese edildiğinde Güdül’deki Türk
kayaresimlerini milattan önce 3000
yıllarına kadar geri götürebiliyordu.
Çeşitli Türk boylarına ait damgalar… Bu
damgalar bize bu coğrafyada bir kültürel
sürekliliğin olduğunu gösteriyordu.
Türkler tarihin en eski çağlarından beri
bölgedeydiler ve günümüzden 1000 yıl
öncesine kadar hayatlarını, inançlarını,
varlıklarını kayalara kazımışlardı.
Türk Yazısı ile kazınmış eski Türkçe
yazıtlar… Tarih kitaplarında ilk Türkçe
yazılı belgeler 8. yüzyıl’daki Orhun
Abideleri olarak gösterilir. Ancak Türk
coğrafyaları Türkçe ve Türk Yazısı ile
kazınmış küçük yazıtlarla doludur. Bu
yazıtların örneklerini biz Güdül’de de
görebiliyoruz. Bu buluntu bize Türk
Yazısı’nın Orhun’dan çok ayrı bir
coğrafyada ve Göktürk Devleti’nden
yüzlerce yıl önce bile kullanıldığını
gösteriyor.
Türk tipi mezar alanları da var Güdül’de.
Biz kurgan diyoruz bu mezarlara. Bu
mezarlar hemen kayaresimlerinin yanı
başındalar. Güdül Kayaresimleri’nin
anahtarı durumundalar. Bu kurganlar
arkeologlar tarafından açıldığında
bölgenin kesin yaşı, kime ait olduğu, bu
resimleri kimlerin-niye kazıdığı kesin bir
şekilde ortaya çıkacak ve bilimadamlarının
önüne koyulabilecek.
GENCAY
24
Eski Türk inancına ait motifler. Burası aynı
zamanda bir dua alanı, ibadet, şükür,
kurban alanı. Bölgede bu etkinliklerde
bulunan halk inancını taşlara kazımayı da
unutmamış.
Türk dünyası Servet’ini kaybetti…
6 Ağustos 2013 günü acı bir sabaha
uyanıyorduk. Ömrünü Taştaki Türkler’e
adamış, bu konuda kitaplar yayınlayıp TRT
ekranlarında önemli belgesellere imza
atmış bir değer, Servet SOMUNCUOĞLU’nu
kaybettiğimizin haberiydi bu.
Güdül Kayaresimleri’nin de kaşifi olan
Servet SOMUNCUOĞLU’nun kaybı başta
Türkoloji dünyası olmak üzere toplumun
her kademesinde büyük üzüntüye yol
açmıştı. Ömrünü Türk’lüğe adayan Servet
SOMUNCUOĞLU’nu Türk milleti
unutmamış ve ardından ağıtlar yakmış,
şiirler yazmış, çeşitli etkinlikler
düzenlemişti.
Bu etkinliklerden biri de Avrasya Yazarlar
Birliği’nin Ankara’da düzenlediği Servet
SOMUNCUOĞLU’nu anma programı idi. Bu
programda Servet SOMUNCUOĞLU’nun
dostları ve çalışma arkadaşları söz alıyor,
onu anlatıyorlardı. Söz alanlardan birisi de
Güdül Kayaresimleri’ni Servet
SOMUNCUOĞLU’na haber eden Cemil
SÖYLEMEZOĞLU idi.
Cemil ağabey konuşmasında genel olarak
Güdül Kayaresimleri’nin keşif sürecini
anlatıyor ve Servet hocamız ile olan güzel
anılarından bahsediyordu. Son olarak da
müjdeli bir haber veriyor, Güdül
Kayaresimleri’nin olduğu bölgede
kayaresimleri ile dolu 2 kayalık daha
bulduğunu söylüyor ve araştırmacıları
Güdül’e davet ediyordu.
Bölgeyi Tanıyalım
Güdül, Ankara’nın 80 kilometre batısında
komşu ilçeleri Ayaş ve Beypazarı gibi şehir
ile iç içe bir ilçesi. Kirmir Çayı’nın beslediği
bölge tarihte değişik medeniyetlerin uğrak
yeri olmuştur. Tarih öncesi çağlardan bu
yana yerleşim alan bölge Selçuklular’ın
Anadolu’ya girmesi ile bu ismi almıştır.
Salihler Köyü’ndeki Türk medeniyeti
ürünlerinin varlığı ise Selçuklular’ın
atalarının da burada at koşturduğunu
göstermektedir.
Salihler ise bu ilçenin yaklaşık 210 hanelik
bir köyü. Köyün içinde ve yakınında çeşitli
medeniyetlere ait yerleşim kalıntıları
bulunmaktadır. Köy halkının bizlere olan
GENCAY
25
ilgisine de burada teşekkür etmeden
geçemeyeceğim.
Cemil SÖYLEMEZOĞLU, Ankara
Üniversitesi Veterinelik Fakültesi’nde
memur olarak görev yapıyor. Haftasonları
ise soluğu köyünde alıyor. Güdül
Kayaresimleri’nin keşfinden sonra
kendisini bu resimlere adamış durumda.
Sürekli bölgede alan araştırmaları yapıyor
ve yeni kayaresimleri bulmaya çalışıyor.
Güdül Kayaresimleri tarihin
derinliklerinden Türklere bir ışık olarak
karşımızda. İçerisinde bulundurduğu
kurganlar, yazıtlar, dini motifler ile Orta
Asya Türk kültürünün Anadolu’da büyük
bir örneği. Üzerinde geniş çaplı bir
araştırma yapıldığında bilimsel kabul
edilmiş ve Türk medeniyetinin değerlerini
yok sayan bir sürü bilgiyi çürütecek bir
alan.
Düştük Güdül Yoluna
Cemil SÖYLEMEZOĞLU’nun davetine
yaklaşık 1 sene sonra Melike HİSAR,
Sercan GÜVENÇ ve Hüseyin İSKENDER
gibi genç araştırmacı arkadaşlarımızla
karşılık verdik ve düştük Güdül yoluna.
Cemil SÖYLEMEZOĞLU daha önceden
bölgeleri taramış ve bulduğu alanlara bazı
işaret taşları koymuş, bize
fotoğraflamamız için hazırlamıştı. ‘’Servet
SOMUNCUOĞLU’nun bıraktığı yerden’’
sloganı ile çıktığımız bu yol 3 adet yeni
kayaresim alanı bulmamızı sağlayacaktı.
Biz bu alanlardan ilkine cennetmekan
hocamızı da hatırlayarak Servetin Kaya,
ikincisine Karkın Yatağı, üçüncüsüne de
Çığlıktepe adını verdik.
Bulduğumuz bu alanlar özellikle yazıtlar
ve küçük panoları içermesi nedeniyle
önemli alanlardı. Ayrıca bu gezi küçük de
olsa Servet hocamızın çalışmalarının
devamı niteliğinde bir geziydi ve bu bize
gurur veriyordu.
Şimdi, binlerce yıl önce atalarımızca
kayalara kazınmış resimlere, yazıtlara,
damgalara ilk defa dokunmanın hissini,
heyecanını sizlere aktarmaya çalışacağız.
Servet SOMUNCUOĞLU’nun bıraktığı
yerden…
8 Ağustos günü sabahı Ankara’dan Güdül’e
yolculuğumuzla başlıyor araştırma
gezimiz. Cemil SÖYLEMEZOĞLU karşılıyor
bizleri güler yüzü ile.
Hedefimiz Güdül’deki tüm alanları
görmek. Bu, 3 gün hiç durmadan
GENCAY
26
yürümemize neden olacak. Ancak
karşılığında aldığımız haz tüm
yorgunlukları unutturacak türden.
Başlıyoruz serüvenimize…
İçimizde atalarımızın bize bıraktığı mirasa,
kayaresimlerine ulaşacak olmanın
heyecanı var. Salihler Köyü halkı oldukça
misafirperver. Cemil ağabey yolda
tarlalarda durup bize taze kavun, karpuz
ikram ediyor. Böylece devam ediyoruz
yolumuza.
İlk durağımız Yandaklıdere Alanı. Burada
Oğuz boylarına ait damgalar da var en eski
dönem Türk kayaresimleri de. Bu bize
bölgedeki kültürel sürekliliğin ne denli
geniş olduğunu gösteriyor.
Yandaklıdere’den sonra yolculuk
Deliklikaya’ya. Bu tarih abidesi de oldukça
zengin bir alan. Hemen karşısında, vadide
bulunan kurganlar burayı daha da değerli
kılıyor. Birçok da yazıt var burada.
Antalya’da tıp doktoru olan ve Türk
yazıtları üzerine derin araştırmaları
bulunan Cengiz SALTAOĞLU’nun buradaki
‘’Ançı’nın Yazıtı’’ hakkındaki okuma
önerisi şöyle:
Ses karşılığı: Seş, ançı i, al enç enci bugug!
Günümüz Türkçesiyle: Kurtar Avcı’yı ey,
kabul et huzur mülkü geyiği
Servetinkaya’nın Keşfi
Deliklikaya’dan sonra bilinmez bir yola
giriyor serüvenimiz. Cemil ağabey yeni
kayaresimleri keşfedebileceğimizi
söyleyerek ayrı bir yere götürüyor bizleri.
Sözleşiyoruz Cemil ağabey ile, eğer önemli
bir kayaresim alanı bulursak Servet
hocanın adını vereceğiz. Bu şevkle
aşıyoruz tepeleri.
Cemil SÖYLEMEZOĞLU daha önce bölgeyi
karış karış gezmiş ve bulduğu yerlere
işaret taşları koymuştu. Bu taşlar işimizi
kolaylaştırıyordu. Bir-iki hayal kırıklığının
ardından hedefimiz ulaşıyoruz. İlk
gördüğümüz resim boynuzları hayat
ağacına benzetilmiş güzel bir geyik çizimi.
Kayalık sıra sıra resimlerle dolu. Ben,
Cemil ağabey ve Hüseyin İSKENDER
resimleri tespit ederken Melike HİSAR ve
Sercan GÜVENÇ hemen ardımızdan
fotoğraflıyor.
GENCAY
27
El değmemiş bir hazineye ulaşıyorduk.
Onlar bizi kaç bin yıldır bekliyordu, bizi
görünce ne kadar sevindiler, kim bilir?
Cemil ağabey ‘’işte Servetinkaya’yı
bulduk’’ diye naralar atıyor. Belki binlerce
yıl önce atalarımızca çizilmiş
kayaresimlerine bilinçlice ilk defa bizler
dokunuyoruz. Bunun sevinci ve gururu
paha biçilemez.
Servet hocamız anısına bir de anıt taş
dikiyoruz hemen Servetinkaya’nın üst
yanına. Mekanı cennet olsun duaları ile
beraber.
Kayalığın adını tam olarak vermemiz uzun
sürüyor. Ortaya Servet Kaya, Servet Taş,
Servetin Kaya gibi isimler atılıyor. Ad için
son kararı köyde vermek için düşüyoruz
dönüş yoluna.
Köyde, Salihler Köyü halkının hoş sohbeti
ile karşılaşıyoruz yine. Köy kahvesinde
sıcak çaylarımızı yudumlarken sohbet
Servet hocamıza geliyor. Salihler halkı hala
dualarla, tebessümlerle anıyor onu.
Yapılan konuşmalar sonucu köy halkı
kayalığa ‘’Servetinkaya’’ adını veriyor.
Artık içim rahat. Servet
SOMUNCUOĞLU’nun adı keşfettiği bölgede
bir kayalığa verilmişti. Onlar sohbetlerine
devam ederken ben hayallere dalıyorum.
Gözlerimi gökyüzüne diktiğimde hilal ile
yıldızın rüzgarın fısıltısında dansını
farkediyorum. Ve şu dizeler geliyor
hatırıma.
-Ay’lı gecelerin şavkı vurduğunda dağlara,
-Yakarırlardı, yalvarırlardı inançları adına.
-Onlar Güneş’e yürüyen Gök Tanrı’nın
çocuklarıydı,
-Ve taşlara kazıdılar inançlarını.
…
Ata ruhların huzuruna yolculuk…
Araştırma gezimizin ikinci günü… Çan
seslerinin eşliğinde çobanların sesiyle
uyanıyorum yeni bir Güdül sabahına.
Bugün buradaki kayaresimlerinin asıl
kaynağına gideceğiz.
Yolculuğumuz Salihler Köyü ve Adalıkuzu
Köyü arasında kalan Düdük Dağı’na.
Burası bölgenin en zengin alanı. Salihler
Köyü’nden yaklaşık 45 dakikalık traktör
yolculuğunun ardından ulaşıyoruz.
Bölgenin kâşifi Servet SOMUNCUOĞLU…
İki lafımızdan biri ona geliyor burada.
Güdül Kayaresimleri’nin her karışında
hocamızın payı var. Kağan Kurganı’nda
onu yad ederek başlıyor yolculuğumuz.
GENCAY
28
Bu kurganı ben hep Güdül
Kayaresimleri’nin anahtarı olarak
değerlendirmişimdir. Buradan çıkacak
buluntular bize büyük olasılık bölge
hakkında net bir tarihlendirme sağlayacak.
Bu da Anadolu tarihinin Türk milleti
merkezli olarak değişmesi anlamında.
Görev arkeologlara düşüyor tabi… Bazı
çalışmalar yapılmamış değil ama henüz bir
sonuç alınamamış durumda. Büyük bir
ekip hazırlanıp kurganlar merkezli bütün
bölgeyi kapsayan bir çalışma gerekiyor. Bu
tarihimize ve atalarımıza borcumuz. Hem
de hemen ödememiz gereken bir borç.
Kurgan’dan sonra yaklaşık 2 km’lik bir
yürüyüşten sonra Asmalıyatak’ta meşhur
Kayı Boyu Damgası’na ulaşıyoruz.
Haşmetli Osmanlı’nın damgası bizlere hoş
geldiniz diyor.
Kayı Damgası’nın ardından yol bizi hep
kayaresimlerine götürüyor. İnci gibi
sıralanıyor kayaresimleri önümüzde.
Kağan Panosu’nda eşyalarımızı koyup
soluklanıyoruz. Kağan Panosu buradaki en
değerli kaya. Bu kayanın üzerindeki
resimlerin çoğu birbiri ile ilintili. Yani
hepsi aynı şeyi anlatıyor gibi. Tam bunları
düşünürken vadinin diğer yamacındaki
Kağan Kurganı’na ilişiyor gözlerim. Bu
kaya ile kurganın büyük olasılık birbiri ile
ilişkisi var…
Misafirlerimiz de var burada. Çoban
Dursun ağabey eşeğinin üzerinde, keçi
sürüsü ile geliyor yanıbaşımıza. Bir anda
her yeri dolduruyor güzel oğlaklar. Dursun
ağabey bir yandan yaramaz oğlaklarla
uğraşırken bir yandan da kara demliği ile
çay demliyor bizlere. Dağda içtiğimiz bu
çayın keyfi bir ayrı oluyor bizler için.
Orhun Yazıtları’na ilk ne zaman
dokunacağımı düşünür dururum hep.
Dokunduğumda ne denli heyecanlı
olacağım kim bilir? Kağan Panosu’nda,
‘’İşte diyorum, işte o heyecan, bu heyecan
gibi olmalı’’. Bu kayaresimlerine
dokununca insan ata ruhlarımızı yanında
hissediyor. Türklük’ün binlerce yıllık
heyecanını vücudunda hissediyor. İçinde
çığlıklar atıp, dışında sessiz kalmaktan
başka bir şey yapamıyor. Dünya duruyor
sanki..! İsteksizce veda ediyorum Kağan
Panosu’na.
Kağan Panosu’ndan sonra da yol
kayaresimleri ile dolu yine. Burada
kayaresimlerine doyuyoruz diyebilirim.
GENCAY
29
Düdük Dağı’ndaki kayaresimlerini Satoğlu
adlı bölgeye bağlayan tarihi surların
kıyısından geçiyoruz. Burada bazı
kurganlar var. Kültürel soykırıma uğramış
kurganlar. Definecilerin uğrak yolu olmuş
burası. Yetkililerin acil önlem alması
gerekiyor.
Burada fazla kalamıyoruz. Gün bitmek
üzere. Satoğlu Kayası’na yöneliyoruz.
Satoğlu’nda diğer alanlara göre çok farklı
çizimler var. Burada kam çizimleri en çok
göze çarpan motifler. Özellikle ‘’Ata Binen
Kam’’ motifi çok ilgimizi çekiyor.
Satoğlu’ndan sonra yolculuğumuz
Yıkılankaya’ya. Buraya ulaşmak için derin
bir vadiyi aşmak ve karşımıza çıkan
tepenin zirvesine ulaşmamız gerekiyor. Bu
uğurda Oduncu Geçidi imdadımıza
yetişiyor. Tepeye çıkmamız bu geçit
sayesinde oldukça kolaylaşıyor.
Ve bugünkü son durağımız
Yıkılankaya’dayız. Yıkılankaya’da bilinen
doğruları değiştirecek tipten
kayaresimleri var. Servet SOMUNCUOĞLU
buradaki resimlerin yapılma tarzı olarak
en eski resimlerden olduğunu vurguluyor.
Ayrıca genel olarak kayaresimleri doğu
yönüne bakarken buradakilerin çoğu
güney ve batı tarafına bakıyor. Bu gizemin
çözülmesi için bilimadamlarımızın
üzerinde düşünmesi gerekiyor.
Yıkılankaya bu günün son durağı. Zaten
gün de batmak üzere. Geri dönüş yolu bizi
bekliyor. Traktöre ulaşana kadar hava
kararıyor.
Yolda Cemil ağabey bize şarkı söylerken
biz de sadece Ay’ın ışıttığı aracımızda
ertesi günün hayallerini kurmaya
başlıyoruz.
Kadim geçmişimize -geri dönüş sözü
vererek- veda…
Bugün Güdül’deki son günümüz. Biraz da
erken uyanıyoruz bu sabah. Köy halkı ile
sohbet etme fırsatı veriyor bu bizlere.
Onların bize, kayaresimlerine ve Servet
hocamıza olan ilgileri hoşnut ediyor bizi.
Köy meydanında edilen kahvaltıdan sonra
Cemil ağabeyin evine geçiyoruz. Burada da
bir kahvaltı bekliyor bizleri. Salihler
Köyü’nde misafir olmak oldukça güzel.
Düşüyoruz yollara. Bugün işimiz biraz
daha az olsa da yolumuz oldukça çetin.
Önce traktörümüz zorlanıyor taşlık yolda.
Sonra bizim zorlu yolculuğumuz başlıyor
dağların yamaçlarında.
Cemil ağabeyin daha önceden koyduğu
işaret taşları yine yolumuzu belirliyor.
Zorlu bir yolculuk ve köşe bucak
GENCAY
30
denetlenen taşlar… Amacımıza da
ulaşıyoruz. İlk bulduğumuz alan
Çığlıktepe. Burada güzel kayaresimlerinin
yanında bir çember içerisine dizilmiş Türk
harfleri ile karşılaşıyoruz. Bu oldukça
heyecanlandırıyor beni…
Hızla devam ediyoruz yolumuza. Kargın
Yatağı adlı bölgeye yolculuğumuz. Ancak
geçtiğimiz yol oldukça taşlık ve tehlikeli.
Buradaki resimleri fotoğraflamak da
oldukça zor.
Kargın Yatağı, Güdül’ün en zengin 2-3
alanından biri. Dağ keçilerinden geyiklere,
Türk-Oğuz damgalarından dini motiflere…
Kayaresim alanlarımızda bulunan birçok
öğeyi burada bulabiliyoruz.
Çok önemli bir de yazıt var burada. Onun
da fotoğraflanması oldukça zor oluyor
bizim için. Tehlikeli de olsa başarıyoruz
bunu.
Güdül’deki yazıtlar meselesine ayrı bir
parantez açmak yararlı olacaktır. Burada
Türk Yazısı ile kazınmış onlarca yazıt
mevcut. Yazı, kayalara duyguların işlenme
sürecinin son aşaması. Gezimiz sürecinde
bulduğumuz yazıtların, teker teker
fotoğraflarına ve Cengiz SALTAOĞLU
tarafından yapılan okuma önerilerine,
Atokyay Yayınlarının desteği ile çıkan
Yazıtlar Dergisi’nde ulaşabileceksiniz.
Cengiz SALTAOĞLU Antalya’da bir tıp
doktoru. Ancak yaşamını Türk yazıtlarına
adamış durumda. Yazıtlar Dergisi’nin ilk
iki sayısında, Türkiye’nin belli başlı
şehirlerindeki, özellikle de Güdül’deki
Türk yazıtlarını okuyucunun önüne
sermişti. Yazıtlar konusunu daha detaylı
anlatmak üzere, kalemi Cengiz hocaya
bırakıyorum:
Ankara Güdül Salihler Köyü çevresi kaya
resimleri ve yazıtlar alanı Türklüğün bir
düş ülkesi. Değerini bilip anlayabilecek her
Türk için Anadolu’nun orta yerinde ikinci
bir Ötüken. “Ne mutlu Türküm diyene!”
Böyle haykırmak geliyor kişinin içinden,
GENCAY
31
alanı gezip Türk’ün bu eşsiz tarih ve kültür
hazinesine yüz sürünce. Selçuklu’dan
yüzyıllar önce girip oturarak Anadolu’nun
yerlisi durumuna gelmiş ataların eski
gelenek ve inanışlarından bizlere bırakmış
oldukları arı duru ve övünç verici bir miras.
Kaya resimleri ve her birisi birer dil anıtı
onlarca oyma yazılı (runik) yazıt.
Üzerlerine damgaları vurulmuş, Türk’ün
açık imzası atılmış. Günümüz dünyası için
şaşırtıcı bir gerçeklik.
Özellikle yazıtlar dikkat çekici. Türk oyma
yazısının her iki ana değişkesi, Doğu ve Batı
Türk oyma yazısı için hemen hemen eşit ve
çok sayıda örnek var alanda; tam bir konu
ve içerik birliği içinde. Hemen hepsi adak
yazıtları; hastalıktan kurtarması ve
iyileştirmesi için veya av uzatıp doyurması
ve başarılı bir av için Tanrı’ya arı dilli
yakarışlar. Yazıtlarda geçen adak
hayvanları keçi ve at. Avcılarsa, keçi veya
geyik göndermesini istiyor Tanrı’dan.
İslamlık öncesi Eski Türk inanışları
çerçevesinde insanların gidip adak
adayarak Tanrı’ya yakardıkları, dilekleri
için ona armağan sundukları kutsal bir
ziyaret alanı burası.
Bizim yazıtlar üzerindeki çalışmalarımız
sürüyor. Daha önce, Türk Dünyası
Araştırmaları Vakfı’nın Türk Dünyası Tarih
Kültür Dergisi’nde, 2012 yılı boyunca her
ay, “Anadolu Türk Oyma (Runik) Yazıtları”
üstbaşlıklı bir makale dizisiyle kamuoyuna
sunmuştuk bu yazıtların bir bölümünü.
Şimdiyse, Atokyay Yayınları’ndan, kendi
çıkarmakta olduğumuz, dil, tarih, kültür
araştırmaları dergisi YAZITLAR ile, Selçuklu
öncesi Anadolu Türk varlığının belgeleri
olan bu yazıtları kamuoyuyla paylaşmayı
sürdürüyoruz. (…)
Ve her güzel şey gibi bu yolculuk da sona
eriyor. Hiç mütevazi olmayacağım. Ben ve
arkadaşlarım Servet hocadan sonra
araştırmacıların pek de ilgi duymadığı bu
bölgede yeni alanlar bulmanın, araştırma
yapmanın gururunu yaşıyoruz ve önemli
bir çalışmaya imza atıyoruz. Övüncümüz
bol, Tanrı’ya şükrediyoruz…
Dönüş yolu oldukça zor oluyor bizim için.
Heyecanla başladığımız bu bilinmez yolun
isteksizce sonuna geliyoruz. Tamamen
gönüllü ve öğrenci harçlıkları ile
yaptığımız bu çalışmayı tabi ki Güdül
Kayaresimleri’nin kaşifi Servet hocamıza
adıyoruz ve onu yad ederek Güdül’e veda
ediyoruz.
Şubat Ayı Araştırma Gezimiz
Ağustos’ta yaptığımız ve yukarıda
anlattığım araştırma gezimizden yaklaşık
1 ay sonra Cemil ağabeyin telefonla
aramasından sonra Genç Araştırmacılar’a
Güdül yolu tekrar göründü. Çünkü
telefonda Cemil SÖYLEMEZOĞLU, yeni 3
alan daha keşfettiğini söylüyordu.
İçimize düşmüştü bir kere ateş. Gitmeden
yapamazdık. Arkadaşlarımızla yaptığımız
kararlaştırmalardan sonra 7 Şubat 2015’te
GENCAY
32
karar kıldık ve bu tarihi beklemeye
başladık.
7 Şubat’ta arkadaşlarımızla Ankara’da
buluştuktan sonra düştük Güdül yoluna…
Arkeoloji öğrencisi arkadaşlarımız Sefa
Miraç DEMİRCİ ve Hakkı YILDIRIM, Türk
Dili ve Edebiyatı öğrencileri Banu
KAPKINER ve Yaşar KESKİN, Sanat Tarihi
öğrencisi Birce YAZICI ve fotoğrafçı
arkadaşımız Sercan GÜVENÇ ile Cemil
SÖYLEMEZOĞLU’nun rehberliğinde
çıkıyoruz dağların doruklarına.
Bu gezimizde fotoğraflayacağımız alanlar
zor coğrafyalarda olmamasına rağmen
Şubat ayının verdiği soğuk şartlar bizi
oldukça zorluyor. Ancak günün sonunda
fotoğrafladığımız 3 adet yeni alan her türlü
zorluğu geride bırakmamızı sağlıyor.
Araştırma gezimizde belgelediğimiz
alanlar Kartalkaya A, Kartalkaya B ve
Yanlızkaya. Daha önce Servet
SOMUNCUOĞLU tarafından bazı kısımları
keşfedilmiş olan Düdük Dağı üzerindeki
alanların devamı niteliğinde.
Alanlara yönelmeden önce hem bir
soluklanmak hem de manzaranın keyfini
çıkarmak amacıyla Kirmir Çayı’nı da gören
bir tepede duraklıyoruz.
Görülecek ilk alan Kartalkaya-A alanı.
Kartalkaya-A alanında bizi bir yazıt
karşılıyor. Bunun heyecanı ile
şevkleniyoruz ve devam ediyoruz
yolumuza.
Her alanda olduğu gibi burada da bizleri
keçi, hayat ağacı, atlı savaşçı motifleri
selamlıyor. Biz önden kayaresimlerini
tespit edip hemen arkamızda onları
fotoğraflayan Sercan GÜVENÇ
arkadaşımıza gösteriyoruz. Böylece daha
bir hızlı hareket ediyoruz.
Kartalkaya-B ise en güzel örneğini
Asmalıyatak’ta Kağan Panosu olarak
gördüğümüz birbirinin tamamlayıcısı
nitelikte kayaresimlerinden oluşan
panolar var.
Son alan ise Yalnızkaya... Bu alan Düdük
Dağı boyunca sıralanan kayaresim
alanlarının belki de en sonunda.
GENCAY
33
Düdük Dağı'nda meşhur Kayı Damgası ile
başlayan kayaresimleri sırası Asmalıyatak,
Kabaoyuk, Satoğlu, Kartalkaya-A ve
Kartalkaya-B'ye uğradıktan sonra
Yalnızkaya'da son buluyor. Yıkılan Kaya
ise, Kartalkaya A ve B'nin hemen karşı
yamacında bulunuyor.
Yalnızkaya’daki fotoğraflamızı da
bitirdikten sonra her araştırmamızda
olduğu gibi burada da Servet hoca
anısınabir anıt taş dikiyoruz... Dualarımızı
ona yöneltiyoruz.
Dönüş yolu için traktöre bindiğimizde bir
şeyler yapmış olmanın hazzı
yorgunluğumuzu unutturdu. Hava
kararmış ve gökyüzünde yıldızlar bize göz
kırpıyordu. Onları izleyerek yeni hayallere
daldık.
Yeni çalışmalarda buluşmak umuduyla...
GÜDÜL KAYARESİM BÖLGESİ’NDEKİ
KAYARESİM ALANLARI:
Asmalıyatak
Kabaoyuk
Satoğlu
Kartalkaya-A
Kartalkaya-B
Yalnızkaya
Yıkılankaya
Gölgelidere
Deliklikaya
Servetinkaya
Yandaklıdere
Karkınyatağı
Çığlıktepe
Gabatepe
Karacaören
GENCAY
34
CENGİZ SALTAOĞLU İLE SÖYLEŞİ-GÜDÜL
KAYA RESİM BÖLGESİ TÜRKÇE YAZITLAR Yaşar KESKİN
Sevgili Cengiz SALTAOĞLU öncelikle
söyleşi önerimizi kabul ettiğiniz ve
Ankara-Güdül Kaya Resimleri alanındaki
yazıtlar üzerine yaptığınız çalışmalar için
Genç Araştırmacılar adına saygılarımızı
sunarım.
Söyleşimize başlamadan önce
okuyucularımız için bize kısaca
kendinizi tanıtabilir misiniz?
1965, Amasya doğumluyum. Antalya
Kemer Devlet Hastanesi Acil Polikliniğinde
doktor olarak çalışıyorum.
Ankara-Güdül Kaya Resimleri,
Yazıtları ve Servet SOMUNCUOĞLU ile
ilk tanışmanızla başlayabilir miyiz?
Servet Bey’le ilk tanışmamız 2006 yılında
bir rastlantı sonucu oldu. Bu tarihten önce
de Eski Türkçe ve Eski Türk oyma (runik)
yazıtları üzerinde kendi kendime öğrenim
çalışmalarım vardı. Konuyla ilgili önde
gelen yerli, yabancı bilimsel kaynakların
çoğunu edinmiştim. Eski ve Orta
Türkçenin sözvarlığını araştırıyordum.
Asya’daki bilinen yazıtlarımızın bir
bölümünü incelemiştim. Okuma kuralları
ve yöntemlerini belli bir ölçüde
biliyordum. Bir gün Yeniçağ gazetesinde,
Aslan Bulut’un bir köşe yazısında, TRT
televizyonunda yapımcı-yönetmen ve
araştırmacı Servet Somuncuoğlu’nun,
Türkiye’deki bir araştırmasında Ordu’nun
Mesudiye ilçesi Esatlı köyündeki bir kaya
resimleri alanında Göktük harfleriyle yazılı
kısa bir yazıt bulmuş olduğunu ve bir
akademisyenin yazıt üzerinde çalışmakta
olduğunu ancak henüz okunamamış
bulunduğunu okudum. Daha öncesinde
Somuncuoğlu’nun adını hiç duymamıştım.
Alışılmadık bir haberdi, çok şaşırmış ve
heyecanlanmıştım. Acaba yazıtla ilgili ek
bilgi ya da belki bir fotoğraf bulur muyum
umuduyla hemen Genelağı taradım.
Şansımdan, Servet Bey, yazıtın fotoğrafını
kendisinin başka birçok fotoğrafçılık
çalışmalarıyla birlikte bir ağyerine
koymuş. Oradan hemen satın alıp
indirdim. İnanılır gibi değildi, gerçekten de
Eski Türk oyma yazısıyla yazılmıştı.
Hemen bir okuma denemesi yaptım. Acaba
bunu Servet Bey’e nasıl göstersem diye
düşünürken, aklıma, yazıtla ilgili bir ağyeri
yapıp adresini de ona göndermek geldi.
Öyle yaptım ve böylece tanışmış olduk.
Okuma önerisine çok sevindi. Yazıtı
bulduğundan beri neredeyse bir yıldır
okunmasını beklediğini ama o ana dek
henüz başka bir okuma önerisi gelmemiş
olduğunu söyledi. Servet Bey’le
tanışıncaya dek kaya resimleri
konusundan pek bir haberim ve bilgim
yoktu. Daha doğrusu, ilgi alanımda değildi.
Onunla birlikte, Eski Türklerin bir kaya
resimleri geleneği olduğunu ve kaya resmi
alanlarının çoğunda da oyma yazıtlar
bulunduğunu öğrenmiş oldum. Asya’daki
araştırma gezilerinde birçok kaya resmi
alanında çalışmış ve oyma yazıtlar
fotoğraflamıştı. Daha da ilginci ve
önemlisi, benzerlerini Anadolu’da da
GENCAY
35
bulmuştu. Onunla tanışmamızdan bir yıl
denli sonra bana Ankara Güdül Salihler
köyü çevresindeki bir kaya resmi alanında
bulmuş olduğu iki oyma (runik) yazıtın
fotoğraflarını gönderip bir bakmamı rica
etti. Şaşkınlığım ve heyecanım sürüyordu.
Okuma önerilerimi kendisine ilettim. Bana,
iki yazıtı da altı ay önce yurtiçi ve
yurtdışında birkaç uzmana göndermiş
olduğunu ama bir sonuç gelmemiş
olduğunu anlattı. Söylediğine göre,
Rusya’dan, alanın önde gelen
uzmanlarından biri olan Dmitri Vasilyev
yazıtların Türk oyma yazısıyla yazılı
olduğunu doğrulamış fakat bir okuma
önerisinde bulunmamış. Servet Bey
Ankara Güdül’deki kaya resmi alanlarıyla
ilgili bir belgesel hazırlığı içindeydi ve
oradaki Eski Türk oyma yazıtlarından hiç
olmazsa bir iki tanesini okuma önerileriyle
birlikte belgeselde vermek istiyordu.
Böylece, görüş ve savlarının daha somut
bir temele oturacağını düşünüyordu.
Başvurmuş olduğu çevrelerden
benimkilerden başka okuma önerisi yoktu,
ayrıca, benim okuma önerilerime bir
karşıçıkış da yoktu. O yüzden, Ankara
Güdül’de çekeceği “Damgaların Göçü”
belgeseline yazıtlar konusunda danışman
olarak katılmamı istedi.
Yazıtlarla ilgili söyleşimize
başlamadan önce Yazıt nedir?
Bu zorunlu değil ama “yazıt” deyince, akla
ilk önce “eskilik” geliyor. Bu bağlamda
genellikle, çoktan unutulmuş ya da artık
kullanılmayan, belki bilinen, belki de
bilin(e)meyen bir yazıyla, abeceyle
çoğunlukla taş, kaya gibi zamanın
aşındırmasına dayanıklı gereçler ya da
anıtsal yapı ve nesneler üzerine yazılmış,
kazınmış, çiziktirilmiş, herhangi bir
içerikteki her türlü yazı. Tek tek harfler ya
da yazı imleri olabileceği gibi, çok kısa ya
da uzun satırlar, hatta büyük oylumlu
metinler de olabilir. Tek bir kişi adı ya da
“Ben falanca, bunu ben yazdım.” gibi pek
bir anlam taşımayan metinlerden, Orhun
Yazıtları gibi, tarihin belli bir dönemine
ışık tutabilen, bir ulusun en değerli
tarihsel-kültürel varlıklarından biri
olabilecek görkemli metinlere dek, her
türlü içerikte olabilir. İçeriği ne olursa
olsun, en anlamsız yazıtlar bile, hele de çok
eskiyseler ve hatta henüz okunamamış
dahi olsalar, birer belgedir. “Önemsiz” bir
yazıt yoktur diye düşünüyorum.
Yazıt okuma ilginiz, onlarla olan
bağınız nasıl başladı?
Eski Türkçe ve Eski Türk yazısı, yazıtları
orta öğrenim dönemimden beri hep ilgimi
çeken ve ilgilendiğim bir konu olmuştur.
Ciddi olarak ilgilenmeye ve üzerinde
çalışmaya ise, hekimlik mesleğine
girdikten sonraki yıllarda çok sevdiğim bir
yan uğraşı alanı olarak başladım. Zamanla
bilgi birikimim artınca, konuya daha
derinlemesine girmeye karar verdim.
Sonra karşıma Servet Somuncuoğlu ve
Anadolu Eski Türk oyma yazıtları çıktı ve
bu uğraşı bugün de süregiden
çalışmalarıma dek geldi.
GENCAY
36
2014 yılının Ağustos ayında Genç
Araştırmacılar tarafından yeni bulunan
Karkın Yatağı, Çığlık Tepe ve
Servetinkaya alanları söz konusu, siz de
buralarda araştırma yaptınız. Yazıtlar
açısından bu bölgeler hakkındaki
durum nedir?
Ankara Güdül Salihler köyünden Cemil
Söylemezoğlu’nun göstermesiyle Genç
Araştırmacılar topluluğunun yeni
tanımlamış olduğu bu üç alanda da kaya
resimleriyle birlikte, çoğunluğu
Servetinkaya’da olmak üzere, oyma
yazıtlar var. Bunların bir bölümü Orhun-
Yenisey öznitelikliyken, bir bölümü de Batı
Türk oyma yazısıyla yazılı, çoğunluğu kısa
olan yazıtlar. Bir bölümüne Oğuz
damgaları da eşlik ediyor. Buralarda Türk
oyma yazısının her iki ana değişkesinin bir
arada bulunuyor olması önemli. Bu durum
hem Batı Türk oyma yazısının daha iyi
anlaşılabilmesi hem de onunla ilgili kuşku
ve belirsizlik duygularının giderilebilmesi
bakımından yararlı ve etkili olacaktır.
Ankara-Güdül Kaya Resimleri
alanında sizin tespit ettiğiniz kaç yazıt
var?
Ellinin üzerinde olduğunu söyleyebilirim.
Ankara-Güdül Kaya Resimleri
alanındaki yazıtlarda neler yazıyor, bu
yazıtlar bize neler anlatmak istiyor?
Yazıtların konu bakımından genel
özellikleri nelerdir, anlatabilir misiniz?
Ankara Güdül kaya resimleri alanındaki
yazıtlar, yine öteki Türk kaya resmi
alanlarının hepsinde de olduğu gibi, genel
olarak adak-dilek yazıtları ve av
yakarışları. Türk kaya resmi alanları
geçmişte Türk Tengri dinince kutsal
ziyaret yerleri olmuş olduğundan,
buralardaki yazıtlar da genel olarak
yakarış metinleri. Bunu, günümüzde
insanların benzer amaçlarla türbe vb.
kutsal sayılan yerleri ziyaret edişleri gibi
düşünebiliriz. Gelenek aynı gelenek,
yalnızca zaman içerisinde, bağlı olunan din
değiştirilmiş. Fakat eskilerin kültürel
açıdan daha ileri oldukları bir nokta var ki
o da geriye yazıtlar bırakmışlar.
Buradaki yazıtlar, kaya resimleri
gibi birkaç ayrı biçimde kazınmış. Bu
konuda neler söylemek istersiniz?
Yukarıda söylediğim gibi, Türk oyma
yazısının birkaç ayrı değişkesi sözkonusu.
Yani, ayrı Türk toplulukları ve onların
biraz ayrı yazı gelenekleri.
Siz okuma çalışmalarınızı nasıl
yapıyorsunuz, nasıl bir süreç
sonucunda çıkıyor okuma önerileri?
Yazıt okumanın temel kurallarından
anlatabilir misiniz?
GENCAY
37
Türk yazıtlarını okumak isteyen genç
arkadaşlarımıza bu konu üzerindeki
önerileriniz neler olabilir?
Öncelikle, olanaklıysa, yazıtı yerinde görüp
inceleyip ayrıntılı fotoğraflarını
çekiyorum. İlke olarak hiçbir zaman başka
kişilerin yazıt çizimlerini okuma çalışması
için temel almam. Genç araştırmacılara en
başta gelen önerim budur. Bir yazıtı
kesinlikle önce kendi gözünüzle görün,
dokunun, el sürün, taşı okşayın. (Çok) iyi
bir fotoğraf makinesiyle ve “iyi ışık
altında”, çok seçik bir biçimde ve
ayrıntısıyla fotoğraflamaya çalışın. Daha
sonra bilgisayar başında yapılacak okuma
ve çözümleme çalışmasında bu çok önemli
olacaktır. Uzman olsun ya da olmasın,
başkalarının çalışmalarından yararlanın
ancak bilimsel kabul edilebilirlik dışında,
bütünüyle onlara bağlı kalmayın, kendi
görüşünüzü ve ürününüzü oluşturun. Bu,
bir yazıtın her kişiye göre ayrı bir
okunuşunun olacağı anlamına gelmez.
Tam tersine, bir yazıtın bir okunuşu
vardır. Yoksa onu yazmış olan, kimseye
hiçbir şey anlatamamış olurdu ki böyle bir
şeyi amaçlamış olacağını hiç sanmam.
Köküne bakarsanız, bir yazıt eğer çok ayrı
biçimlerde “okunuyorsa”, gerçekte o
okunamamış demektir. “Kendi görüşünüz”
derken, “doğruya en yakın olmaktan” söz
ediyorum.
Türk oyma yazısı birebir Eski Türkçe ve
onun ses yapısı için özel olarak
tasarlanmış özgün-ulusal bir yazıdır.
(Dinsel nedenlerle ne yazık ki) Orta
Türkçe döneminin hemen başlarında
kullanımı bütünüyle bırakılmış
olduğundan, dilin sonraki dönemlerine
göre bir uyarlanma da geçirmemiştir. Bu
nedenle, Türk oyma yazıtlarını çalışmak ve
okumak isteyen genç arkadaşlar öncelikle
Eski Türkçeyi, dilbilgisi ve sözvarlığı
olarak iyi bilmek zorundadırlar. Sözvarlığı
konusu özellikle önemli. İki ana kaynak,
Orhun Yazıtları ve Yenisey mezartaşı
yazıtları doğal olarak Eski Türkçenin
bütün sözvarlığını içeremez. Kaya resmi
alanlarındaki oyma yazıtlar konu ve içerik
açısından daha ayırtlı olduklarından daha
geniş bir sözvarlığı araştırması
gerektiriyor. Eski Türkçenin ulaşılabilecek
bütün sözvarlığı henüz tek bir temel
sözlükte toplanabilmiş değil. Var olan
birkaç ana kaynak da bu açıdan yeterli
değil. Yani, gereç henüz bir hayli dağınık.
Bakıyorsunuz, (diyelim ki) Almanlar,
derlemlerindeki daha önce bilinmeyen
yeni bir Eski Uygur metnini, yazmasını,
arkasında sözvarlığıyla birlikte
yayımlıyorlar. Sözlükçesinde, başka hiçbir
yerde bulamayacağınız yeni birkaç Eski
Türkçe sözcük. Yani, çok geniş bir kaynak
taraması zorunlu. Macarcaya geçmiş Batı
Eski Türkçesi sözcüklerin bir dizininden
tutun da Tuna Bulgar yazıtlarının çok dar
sözvarlığına ve karşılaştırmalı olarak Orta
Türkçe dönemi kaynaklarına dek (örn.
Divânü Lügâti’t Türk, İdil Bulgar mezartaşı
yazıtları, vb.). Yine karşılaştırmalı olarak,
günümüz Türk dillerinin sözvarlığını da
unutmamak gerek. Özellikle de, Tuvaca,
Hakasça, Halaçça, Çuvaşça, Yakutça,
Dolganca, vb. gibi, sözlüklerinde, hiçbir
eski kaynakta bulunamayabilecek en eski
ve unutulmuş Türkçe sözcükleri hala
saklayan Türk dillerini. Son olarak, Altay
dillerinin karşılaştırmalı sözvarlığını
ortaya koyan araştırma ve yayımların da
bir başka ve çok önemli kaynak olarak
dikkatle incelenmesi ve bunlardan
GENCAY
38
kesinlikle yararlanılması gerektiğini de
ayrıca belirtmek isterim.
Ankara-Güdül Kaya Resimleri
alanında oldukça karışık yazıtlar da
var. Peki, bu yazıtların okumasını ve
çözümünü nasıl yapıyorsunuz?
Bu tür karışık yazıtlar üzerinde çalışma
yapmak isteyenlere önerileriniz nelerdir?
Karışık, daha doğrusu, karmaşık yazıtlar
temel olarak “birleşik yazım”
uygulayımının kullanılmış olduğu oyma
yazıtlar. Bunların, Türklerce oyma yazının
bırakılmasıyla birlikte unutulmuş, daha
doğrusu, dinsel nedenlerle “çöpe atılmış”,
gelişik bir yazı sanatının ürünleri
olduğunu düşünüyorum. Çok üzücü ama
dedelerinin yüzlerce yılda işleyip
geliştirmiş ve kanımca daha çok Tanrı’ya
yönelik dilekçelerinde kullanmış oldukları
eşsiz bir yazı sanatını sonraki Türkler, din
değiştirince, unutulmanın karanlığına
umursamazca fırlatıp atmışlar. Onların
torunlarından biri olarak bu vefasızlıktan
yakınıcıyım.
Sözkonusu karmaşık yazıtların okunması,
kökünde yalın yazıtlarınkinden pek de
ayırtlı değil. Bu daha çok, zamanla oluşan
bir birikim gerektiriyor. Türk oyma
yazısının yazım ve okuma kurallarını (ve
Eski Türkçeyi) iyi bilen herkes, üzerinde
çalışarak zamanla kendini bu konuda
geliştirebilir diye düşünüyorum.
Bir de yazıtlara eşlik eden Kaya
Resimleri ve Damgalar var. Bu Kaya
Resimleri ve Damgalar yazıtların
okunmasıyla ilgili bize bir ipucu
veriyor mu?
Yazıtlara eşlik eden kaya resimleri onların
içeriğiyle ilgili ipuçları verebilir elbette.
Örneğin, yazıta eşlik eden bir av sahnesi
yazıtın büyük olasılıkla bir av yakarışı
olduğunu düşündürebilir. Fakat geyik,
keçi, at gibi hayvan çizimleri adak
hayvanlarının resimleri de olabilir.
İçeriğin ne olduğu ancak yazıtın
okunmasıyla anlaşılabilir elbette. Eşlik
eden damgalar doğal olarak yazıtların
olası dil özellikleriyle ilgili ipuçları sağlar.
Örneğin, eşlik eden bir Oğuz damgası
uğraşılan yazıtın dilinin “Eski” Oğuz
Türkçesi olduğu yönünde açık bir ipucu
olabilir. Bu durumda, örn. Kâşgarlı
Mahmûd’un Divânü Lugâti’t-Türk’teki,
(her ne denli “Orta Türkçe” dönemine ait
olsalar da,) Oğuz lehçesine ilişkin gözlem
ve saptamaları anlamlı olmaya
başlayabilir.
Ankara-Güdül Kaya Resimleri
alanlarında bulunan yazıtların
benzerlerine denk gelmek mümkün
mü? Mümkünse yine bu alanlarla
nerelerde karşılaşıyoruz?
Ankara Güdül yazıtlarının benzerleri
Anadolu’nun başka yerlerinde de var. En
GENCAY
39
yoğun olarak Ordu’nun Mesudiye ilçesi
Esatlı köyündeki kaya resimleri alanında
bulunuyor (ellinin üzerinde, çok büyük
bölümü Batı Türk oyma yazısıyla, Oğuz-
Kıpçak dilli), Kars’da, Erzincan’da,
Erzurum Karayazı Cunni mağarasında,
Artvin’de, Denizli’de, Isparta’da
Kastamonu’da, Hakkâri’de, Mersin’de.
Büyük olasılıkla, önümüzdeki zamanda
araştırmalarla başka birçok yerde daha
bulunacaktır. Rahmetli Servet
Somuncuoğlu daha çoğunu biliyordu fakat
ne yazık ki bir kalp krizi sonucu zamansız
ölümüyle bu bilginin bir bölümünü de
birlikte götürdü.
Peki bu yazıtların hepsinde okuma
önerileri yapıldı mı? Özellikle Ankara-
Güdül'deki yazıtlar için Türklük bilimi
alanında ya da bilimyurtlarındaki
(üniversitelerdeki) öğretim
görevlilerinin de çalışmaları, okuma
önerileri var mı? Yaptığınız
çalışmalarla ilgili size geri dönüş
yapan, düşüncelerini paylaşan oldu
mu?
Yukarıda söylediğim gibi, yalnız Ankara
Güdül’de değil, Türkiye’de başka birkaç
yerde daha Eski Türk oyma yazıtları var
(benim kendi görüp bildiklerim 150’nin
üzerinde ve önümüzdeki yıllarda
Anadolu’da bulunacak yeni yazıtlarla
birlikte, yazıt sayısının bugün için tüm
Asya’da bilinen Eski Türk oyma
yazıtlarının sayısını geçeceğini iddia
ediyorum ve tahminen bunların çoğusu
Oğuz-Kıpçak yazıtları olacak). Bildiğim
denlisiyle, bunlarla ilgili olarak henüz
üniversite çevrelerinden herhangi bir
okuma önerisi ya da yayım yok. Fakat
geçtiğimiz birkaç yıl içinde Ankara
Güdül’deki yazıtları ziyaret edip yerinde
gören akademisyenler olduğunu
biliyorum. Ama şu an bu konuda bir
çalışmaları var mı ya da yakın zamanda
yayımları, yazıtlarla ilgili okuma önerileri
olacak mı, bilemiyorum. Olacağını ve
yurtiçi, yurtdışı geniş bir bilimsel katılımla
bu konunun ilerletileceğini umuyorum.
Özellikle genç araştırmacıların kendilerini
yetiştirip bu alana girmeleri gelecek için
güçlü bir bilimsel yatırım olacaktır.
Çalışmalarımla ilgili bir iki geri dönüş
oldu. Örneğin, yayımlamakta olduğumuz
“Yazıtlar” dergisinin ilk iki sayısını
inceledikten sonra görüş ve eleştirilerini
ileten sayın Prof. Dr. Osman Fikri
Sertkaya’yı burada anabilirim (kendisine
ilgisi için teşekkür ediyorum).
Hangi döneme tarihlendirebiliriz
Ankara Güdül yazıtlarını? Yazıtların
tarihlendirilmesinde ne tarz teknikler
kullanabiliriz? Siz hangi teknikleri
kullanıyorsunuz?
Kaya yazıtlarının tarihlendirilmesinde
karbon-14 tarihlemesi gibi teknik
yöntemler ne yazık ki hemen hiç işe
yaramıyor. Bunların işe koyulması ancak
yazıtların içinde bulunduğu ortamda
yapılacak kazıbilim çalışmalarında ortaya
çıkması olası, yani, dönem olarak yazıtlara
eşlik ediyor olabilecek kazıbilimsel (ve
bunun yanında, organik kökenli)
buluntuların incelenmesinde söz konusu
olabilir. Ancak Türkiye’deki kazıbilim ve
eskiçağ araştırmaları çevrelerinde Grek,
Roma, Bizans, vb. dışında bir “Türk” kazı-
ve eskiçağbilimi kavramı ve uğraşı alanı
henüz zihinlerde ve gönüllerde pek yer
bulamıyor ya da henüz yeterince
oluşmamış olduğundan, aydınlarımız ve
GENCAY
40
bilimcilerimizin bu konuya uyanabilmeleri
için bir süre daha beklememiz
gerekeceğini sanıyorum. Bizim yapmakta
olduğumuz çalışmalar ve konuyla ilgilenen
genç araştırmacıların önümüzdeki
zamanda yapacakları yeni ve daha ileri
çalışmalar bu uyanışa bir katkıda bulunur
hatta bunu hızlandırabilirse, ne mutlu
bizlere.
Yazıtların tarihlendirilmesi konusunda şu
an için elimizde, dilbilimsel değerlendirme
ve olay bilgisi olmak üzere iki olanak
bulunuyor. Oyma yazının kullanımının
Türklerce dinsel nedenlerle (Eski
Bulgarlar gibi bir bölüm Türk
topluluklarının Hıristiyanlığa, Uygurların
Manicilik ve Budacılığa, sonrasında
Türklerin genel olarak İslamlığa
geçişleriyle) en geç Orta Türkçe
döneminin hemen başlarında bütünüyle
bırakılmış olduğunu yukarıda söylemiştim.
Dil özellikleri açısından bakıldığında,
Ankara Güdül oyma yazıtları Türk dilinin
Eski Türkçe dönemine (MS. 6-9/10. yy.)
ait. Bu bakımdan, güvenilir ölçüde bir
dilbilimsel tarihlendirme önerilebilir. Bir
de, eğer herhangi bir yazıtta başka
kaynaklardan da doğrulanabilecek bir olay
bilgisi geçiyorsa (adı bilinen tarihsel bir
kişilik, kayıtlara geçmiş herhangi bir
tarihsel olay, vb.), yine güvenilir bir
tarihlendirme yapılabilir.
Bu tarihlendirmelerin Türk tarihi,
dili ve Anadolu'daki Türk varlığı
açısından önemi nedir?
Ankara Güdül yazıtlarının (ve Anadolu’nun
başka yerlerindeki benzer yazıtların) dil
özellikleri bakımından Eski Türkçe
dönemine, yani, MS. 6.-9/10. yüzyıllar
arasına ait olmasının kaçınılmaz olarak
Anadolu Türk tarihinin erken
dönemlerinin yeniden yazılmasını
gerektireceği açık. Bunlar Türklerin
Selçuklu’dan çok daha önceki yüzyıllarda
da Anadolu’ya yerleşip (herhalde o
dönemlerde Doğu Roma-Bizans uyruğu
olarak) Anadolu’nun yerlisi durumuna
gelmiş olduklarının somut belge ve
kanıtlarını oluşturuyorlar.
Ankara-Güdül yazıtlarının sözvarlığı
ve dilbilgisi özellikleri nelerdir? Türk
Diline yeni bir katkı sağlıyor mu?
Ankara Güdül yazıtları, yukarıda
söylediğim gibi, Türk dilinin “Eski Türkçe”
dönemine ait. Dolayısıyla, yine Eski Türkçe
dönemine ait olan Orhun-Yenisey
yazıtlarından dilbilgisi açısından pek bir
ayırdı yok. Ancak söz varlığı bakımından
ayırtlar bulunuyor. Divânü Lügâti’t Türk’te
Kâşgarlı Mahmûd’un “Oğuz
lehçesindendir” diye not düştüğü
sözcüklerin bir bölümünü Ankara Güdül
yazıtlarında bulabiliyoruz örneğin. Ayrıca,
Orhun-Yenisey yazıtlarında geçmeyen
fakat öteki Eski ve Orta Dönem
kaynaklarında dağınık biçimde ve seyrek
olarak bulunan kimi Türkçe sözcükler de
görülebiliyor. Ankara Güdül yazıtlarının
Türk Diline en büyük katkısı
çoğunluğunun “Eski Oğuz Türkçesine” ait
olması. “Eski” Oğuz Türkçesinden
günümüze kalmış, bilinen başka metinler
olmadığı göz önüne alınırsa, bunun eşsiz
tarihsel ve dilbilimsel önemi kolayca
anlaşılabilir.
Ankara-Güdül yazıtlarının, Orhun
yazıtlarıyla arasındaki farklar nelerdir?
Dilbilgisi açısından pek bir ayırt yok
demiştim. Başlıca ayırt, içerik ve sözvarlığı
GENCAY
41
bakımından. Orhun Yazıtları İkinci
Göktürk Kağanlığının daha çok tarihsel
içerikli, resmi devlet belgeleri
konumundayken, Ankara Güdül yazıtları,
daha çok doğrudan halka yani “kara
buduna” ait, Tengri dini içerikli, inançsal,
doğaçlama metinler. Sözvarlığı
bakımından kök ayırdı yaratan da bu.
Ankara-Güdül yazıtlarını Türk
yazıtları arasında sözvarlığı
bakımından kaçıncı sıraya koyabiliriz?
Yalnızca oyma (runik) yazıtlar bağlamında
konuşursam, Orhun-Yenisey yazıtlarını
birinci, Talas, Hoytı-Tamir, vb. yazıtlarını
da ikinci sıraya koyarsak, Ankara-Güdül
yazıtlarını (öbür Anadolu Eski Türk oyma
yazıtlarıyla birlikte) şimdilik üçüncü
sıraya koyabiliriz diye düşünüyorum.
Fakat olasıkla önümüzdeki zamanda
araştırmalarla Anadolu’da bulunacak çok
sayıdaki yeni yazıtlarla birlikte bu
sıralamanın değişeceği kanısındayım.
Yazıtlardan yaptığınız
çözümlemelerden bu yazıtların dil
özellikleri hangi Türk Dili Ailesine bağlı
diyebiliriz?
Benim şu ana dek incelemiş olduğum
Anadolu Türk oyma yazıtları Türk dilinin
Doğu Eski Türkçesi (Ş-Z Türkçesi) ana
koluna ait. Belki Mersin’den bir tanesi Batı
Eski Türkçesi (Eski Bulgar Türkçesi)
olabilir. Ama yazıtı yerinde inceleyip
kesinleştirmek gerekiyor.
Yazıtlarda geçen kişi adları var mı?
Varsa, bu kişilerin o dönemde toplum
içindeki yerleri nelerdir?
Anadolu Türk oyma yazıtları içinde kişi adı
geçmeyen yazıt yok gibi. Çok azı adsız.
Aban, Abı, Abınç, Agınçuk, Anaz, Ban Baş
(büyük, ulu baş), Çıla, Çiy Epe (kadın adı;
çiy: akbaba türünden bir kuş), Ėge (sahip,
efendi, bey), Ėnçkü, Er Kök, Erat, Eren,
Erdem, Erşek (ayıyla pars karışımı
mitolojik hayvan), Esper (ispir, av şahini >
Eski Bulgar Esperük/Asparuk), Esri
(kaplan), Inan, Inanç, Inak, İsig, Kar Bay
(kadın adı, “kar gibi beyaz ve zengin”),
Kınık, Kıyık, Ėlbeg, Unç Sant Beg, Tegiş,
Yegir (ceylan), vb. Çoğusu halktan
(sıradan) kadın ve erkeklerin yazdığı
yazıtlar. Avcılar, kocasının hastalığı
nedeniyle adak adayan kadınlar...
Anlaşıldığı denlisiyle bir bölümü de, yazıyı
iyi bilen kamlar ya da benzeri dinsel-
toplumsal konuma sahip kişilerce yine
halktan, soylulardan dertliler için yazılmış.
Birkaç tanesi de (adak ya da av yazıtı)
beyler için (Ankara Güdül’den birisi,
üzerindeki damgaya bakılırsa, Yaparlı beyi
için).
Gelecekte Ankara-Güdül yazıtlarıyla
ilgili düşünceleriniz, tasarılarınız
nedir?
Öncelikle, çıkarmakta olduğumuz
“Yazıtlar” dergisinde, seçilmiş örnek
yazıtları yayımlamayı sürdürmek
düşüncesindeyiz. Bundaki kök amacımız
konuya dikkat çekip ilgi uyandırabilmek.
Bunun için dergiyi yurtiçi ve yurtdışında
belli başlı Türklükbilim, tarih, sanat tarihi,
halkbilim, vb. çevreleri ve uzmanlarına,
ilgililere gönderiyoruz. Daha sonra, zaman,
enerji ve ekonomi sınırları el verirse,
Ankara Güdül yazıtlarının toplu bir
yayımını yapmayı da istiyorum elbette.
Son olarak sizin de eklemek
istediğiniz bir konu var mı?
GENCAY
42
Bugün için özellikle Türkiye ve Anadolu
bağlamında olsa da, genel olarak dünya
Türklüğü, Türk tarihi ve kültürü araştırma
ve çalışmalarına gençlerin, daha doğrusu
ve iyisini söylersem, “genç ve zeki
Türklerin” el atıp geleceğe dönük olarak
sahip çıkmaları bugün benim olduğu gibi,
sevgili Servet Somuncuoğlu’nun da
sağlığında en büyük dileklerinden biriydi.
“Eskiler” ya da “yer tutanlar” ne düşünür
ve yapar bilemiyorum, bu onların bileceği
bir şey ama Türk varlığının geleceğe
taşınması ve varsıllaştırılıp
derinleştirilerek yaşatılmasının
anahtarının kendini yetiştirmiş “genç
Türklerin” ellerinde olduğu ve olacağı açık.
Bu bağlamda, genç araştırmacılarımıza
yollarında direnç ve başarılar diliyorum.
Genç Araştırmacılar olarak Ankara-Güdül
Kaya Resimleri alanında bulunan yazıtlarla
ilgili bize zaman ayırıp aydınlattığınız için
saygılarımızı sunar, gelecek
çalışmalarınızda başarılar dileriz...
GENCAY
43
ONUR YILMAZ İLE SÖYLEŞİ-GALLEMİT’İN
YENİ BASKISI VE MATBUAT YAYIN GRUBU Batuhan SEVİN
Bize biraz kendinizden bahsedebilir
misiniz?
Yaklaşık bir yıldır Matbuat Yayın
Grubu’nun Genel Yayın Yönetmenliğini
yürütüyorum. Bundan önce yirmi yıl kadar
finans sektöründe çalışmışlığım var.
İşletme lisansı ve Ortadoğu Siyasi Tarihi
ve Uluslararası İlişkileri yüksek lisansı
okudum.
Servet Somuncuoğlu ile nasıl
tanıştınız, o günden bugüne nasıl bir
dostluk süreci?
Merhum Servet Somuncuoğlu, sayısız
seveni, çok sayıda yakın arkadaşı ve pek
çok ahbabı olan biri olsa da, hayatının en
anlamlı arkadaşlığı Yusuf Yılmaz Araç ile
olanıdır. Arifiye Öğretmen Lisesi’nde
başlayan yatılı okul arkadaşlığı olabilecek
en derin bağlığa dönüşmüş ve merhum
toprağa verilene kadar da devam etmiştir.
Bizim kendisi ile tanışmamıza vesile olan
da Yusuf Yılmaz Araç’tır. Ne mutlu ki,
onunla aynı işyerine çalışmayı lütfeden
Allah, bize Servet Somuncuoğlu’nu
tanımayı da nasip etti.
Sizin betimlemenizle, kimdir Servet
hoca?
Servet Somuncuoğlu, tek kelime ile sıradışı
bir insandır. İki kelime ile olağandışı bir
servet’tir. Bir gaye, bir kültür, bir hizmet
insanıdır. Kendisine fani dünyaya iz
bırakmak bahş edilmiş bir talihli beşerdir.
Matbuat Yayın Grubu’nu kurma
düşüncesi nasıl gelişti peki? Bu
düşüncede Servet Somuncuoğlu’nun
kitaplarının korunması ve
geliştirilmesi amacının payı ne
derecededir?
Matbuat Yayın Grubunu kuranlar, beni
daha ziyade Ortadoğu konusundaki
çalışmalarımla tanıdıkları için özellikle
kurgu dışı kitapların editörlüğünü
yapabileceğimi düşündüler ve bu teklifte
bulundular. Aynı zamanda Servet
Somuncuoğlu’nu tanıyan ortaklardan biri,
merhumun eserlerinin bir çatı altında
toplanmasını, bunların dağıtımını veya
yeni baskılarını yapmayı da yayınevinin
planları arasına dahil etmek şeklindeki
düşüncesini de paylaştı. Ortak bir
dostumuzun geride bıraktığı bu eşsiz
eserlere sahip çıkmak, adını yaşatmak,
anısına sahip çıkmak hem ona hem de
geride bıraktığı ailesine karşı sorumluluk
kabul ettiğimiz bir ortak paydaydı.
GENCAY
44
Gallemit’in tekrar basım kararı nasıl
çıktı?
Bildiğiniz gibi bu konuda blog sayfamızda
epey bilgi paylaştık. Hülasası şudur:
Merhum bu kitabın tekrar baskısı teklifini
aldığında Türkiye’nin içinde bulunduğu
siyasi ve toplumsal atmosfer fevkalade
hassas ve karmaşıktı; bu karmaşada, evlat
acısı çeken bir babanın acısını tazelemek
pahasına popülist ve ticari bir tasarrufta
bulunmak, merhumun üstün ahlaki
vasıflarına uygun bir davranış
olmayacaktı. Aradan geçen iki sene
boyunca yaşanan normalleşme, yeni baskı
taleplerinin konjoktürel olmaktan çıkıp
reel bir temele oturmasını sağladığından
ve kitabı istismar edilmeye müsait
olmaktan çıkaran bir döneme
geçildiğinden, ailesinin uygun görmesi ile
anısını yaşatmaya Gallemit ile başlamayı
uygun bulduk. Yine de, aynı hassasiyeti
muhafaza ile kitabın konusu kişinin adını
tanıtım bültenlerimizde kullanmadık.
Taştaki Türkler, Saymalı Taş ve
Damgaların Göçü adlı kitaplar Servet
SOMUNCUOĞLU’nun Türk
kayaresimlerini bizlere taşıdığı üç
önemli eser. İlerde bu eserler ile alakalı
çalışmalarınız olacak mı?
Bu üç kitap, zengin bir kaya resmi
koleksiyonu olmaktan öte, birer tarihi eser
adeta. Her üç kitabın da baskısı zaten
mevcut, biz merhumun varisleri ile
yaptığımız anlaşma gereği bu kitapların
dağıtım ve satışını üstlendik. Mevcut
baskıların tükenmesi halinde yeni
baskıları Matbuat tarafından yapılacak.
Servet SOMUNCUOĞLU’nun
kitaplaştırmak istediği taslaklar ile
alakalı yeni projeler olacak mı?
Servet Somuncuoğlu kitaplaştırma fırsatı
bulamadığı pek çok resim bıraktı
arkasında. O erişilemez üretkenlikle
bıraktığı mirasın çok büyük olduğunu
tahmin etmek güç değil. Matbuat, Servet
Somuncuoğlu anısına dördüncü bir resim
koleksiyonu kitabını yayın programına
almış durumda. Daha önceki kitaplarda
yer almamış yüksek kalitedeki
çekimlerden oluşan bu kitabın hazırlığı
yine Ahmet Taşağıl hocanın
koordinatörlüğünde, merhumun
asistanları, ailesi ve yakın çalışma
arkadaşları tarafından yapılıyor.
Servet Somuncuoğlu’nun hatırasına
yönelik çalışmalarınız olacak mı?
Düşündüğümüz bir başka proje de bu
zaten: Bir Servet Somuncuoğlu anı kitabı
yayınlamak. Orta vadeli planlarımız
içindeki bu çalışma ile kalıcı bir hatıra
kitabı bırakmak hedefindeyiz. Öte yandan
GENCAY
45
merhumun başka bazı kitaplarının yeni
baskılarını da hedefliyoruz, Don Kazakları
gibi.
Matbuatın diğer çalışmaları
hakkında da bilgiler verebilir misiniz?
Matbuatın yayınlarını kabaca kurgu ve
kurgu dışı olarak sınıflandırabiliriz. Kurgu
tarafında yerli ve yabancı alt başlıklar var.
Yerli tarafta 40İkindi dizisi altında Türk
edebiyatının örneklerini vermeye genç
yazar Ali Güner Temelli’nin Vatra kitabıyla
başladık. Dünya edebiyatının örneklerine
ise Paspartu dizisi altında yer veriyoruz,
paspartu bildiğiniz gibi hem iç çerçeve
hem de herşeye temas eden şeklinde iki
anlama sahip, bunu temsilen bir çerçeve
içindeki dünya ile dünya edebiyatının her
örneğine temas eden, ona pencere açan bir
logo ile başta Amerika, İngiliz edebiyatı
olmak üzere, Arap, Rus, Fars ve Türki
devletler edebiyatının örneklerine de yer
vermeye çalışacağız. Kurgu dışı tarafta ise
İyi düşün serisi altında tarih, siyaset,
sinema, dış politika, istihbarat, ekonomi ve
güncel olaylar gibi alt başlıklar altında
kitaplara yer veriyoruz. Bu seriden çıkan
son kitabımız tüm dünyada epey ses
getiren Wikileaks ile ilgili yargı sürecinin
resimli hikayesi olan Wikileaks Davası
kitabı.
GENCAY
46
FISILTILARI HAYKIRIŞA ÇEVİREN
KİTAP: GALLEMİT Ömer ÜNAL
Bu kitapta anlattıklarım, bütün çağlardan
daha çok yaşadığımız yüzyıla ağıttır
diyerek başlıyordu eser. Her insan bir
başkasında yol arar kendine ve o kendi
aradığı yolunu Ulu Kam’ da bulacaktı belki
de. Yolların sonunda mıydı beklenen yoksa
o yolda olmak mıydı hayatın gayesi zaten.
Aziz, meraklı gözlerle bir kez daha baktı ve
yine o aynı soruyu sordu, bu adam kim?
Servet SOMUNCUOĞLU’nun, asker
arkadaşı Muzaffer SARISÜLÜK ile olan
anılarının, sohbetlerinin ve edebiyatın,
felsefenin doruk noktasına çıkan
mektuplarının derlendiği muazzam bir
eser ile karşı karşıyayız. Eserin büyüsü adı
ile başlıyor ve o büyü okuyan kişiyi nefes
aldığı havadan, ayaklarını bastığı
topraktan, içtiği sudan ve yiyeceğini
hamdan pişmişe çeviren ateşten alıyor,
tüm kâinatı dolaştırıp bambaşka bir
mekâna sürüklüyor. Artık sen o kitabı
okumayan senden sıyrılıp Ulu Kam’ a
kulak veren, göğe dönüp de o bitti sanılan
göksel yolculuğa çıkmak için uğraşan birisi
oluyorsun.
Gallemit adını kitaba veren kişi kitabın
çıkacağını yıllar öncesinden ön gören Ulu
Kam’ ın ta kendisidir ve Gallemit adının
anlamını açıklamadığı gibi bu adın
anlamının sorulmasına da izin
vermemiştir. Servet SOMUNCUOĞLU ile
Aydın’ da askerlikleri sırasında tanış olan
Ulu Kam, askerlik sonrasında da Servet
SOMUNCUOĞLU’ nun dostu, sırdaşı,
gönüldaşı olmaya devam eder.
Günümüzün insanı evlerinde, iş yerlerinde
hatta tatil günlerinde kutsal bir tapınağa
gider gibi koşuşa koşuşa gittikleri alış
veriş merkezlerinde dört duvar
arasındadır. Kalabalıklar içerisinde
yalnızdır da, bunun farkına varamaz;
çünkü bağlı olduğu bu yaşam şekli onu
esareti altına almıştır. Bu esareti fark
etmek her âdemoğluna nasip olmaz.
Zincirlerin farkına vardıktan sonra, bu
zincirleri kıracak cesareti göstermek ise
oldukça zordur. Ulu Kam, nerede ne kadar
yaşayacağına kendisinin karar verdiği,
toprağın kokusu, suların akışı ve rüzgârın
sesine göre yaşayan birisidir.
GENCAY
47
Ulu Kam bizlere şu öğüdü vermektedir :
“Bir mekâna bağlanıp yaşamanın bedeli
vardır. İnsan mekâna ünsiyet sağlar ve
zanneder ki bütün yaşadığı mekân onun
olmuştur. Yanılır aslında, insan yaşadığı
mekânın esiri olmaya başlamıştır. Göç
etmek gerekir, göç enerjizm ve
dinamizm demektir… Yaradılışın özünde
hareket vardır, bu öze aykırı
davrananın yok olması tabii sonuçtur.”
İnsana, doğaya ve kâinata dokunan ne
varsa orada olmalıyız. Topraktan gelen
bedenlerin topraktan ayrı yaşaması ve
modern köleliklere boyun eğmesi;
günümüzün, ülkemizin ve topyekûn dünya
milletlerinin asli sorunudur. Topraktan
gayrı yaşayan bir çiçeğe, bahçıvan aramak,
su, gübre vermek beyhudedir. Yapılması
gereken bir an önce saksılarda yetişen
çiçekleri özgürleştirmek ve toprağa
salmaktır. Özünden ayrı düşenin yok
olacağı, günübirlik inanış ve görüşlerin
köreleceği dünyamızda bizleri aynaya
bakmaya çağıran gizemli ve büyüleyici bir
kitap var karşımızda. Her eser bir şeyler
fısıldar, önemli olan o fısıltıları haykırışa
çevirebilmektir.
Her an emekleri ve sözleriyle usumuzda ve
yüreğimizde en önemli yerde duran
değerli hocam, ona yaşamın anlamını
veren, bu süreçte oğlu Ethem’ i kör bir
kurşunla kaybeden Ulu Kam ve tüm bu
gizemin içerisinde yer alan Aziz.
Ayrılık gününün kör dereleri / Savrulup
gidiyor ömür dediğin…
Ayrılıklardan önceki son köprülerde
savrulmadan tutunabilmek için Gallemit’ i
başucu kitabı yapmalı…
GENCAY
48
İKİ YIL Adil YILMAZ
Servet ağabey’in bizleri bırakıp gitmesinin
ardından iki yıl geçmiş. Yokluğunda ilginç
işler oldu buralarda. Her gün, Servet
ağabeyin adını kullanarak ya da tam tersi
onu yok sayarak bazı “şeyler”in yazıldığına
şahit oluyoruz. Bu uydurmalarda Servet
ağabeyin adını gördükçe içimiz acıyor.
Adını kullanıyorlar çünkü kendi
muhayyilelerinden uydurdukları incileri
insanlara kabul ettirebilmek için Servet
Somuncuoğlu ismine ihtiyaçları var. Servet
ağabey’in hiçbir kitabında yazmadığı,
hiçbir çalışmasında söylemediği sözler,
farazi ve uçuk-kaçık tarihler ona isnat
edilmekte. Bizzat şahit olduğumuz
durumlar vardı; Güdül Kaya Resmi
alanının ilk ziyareti sonrası kendisiyle
yaptığım ilk görüşmede bazı verilerden
yola çıkarak “şu tarih ve şu guruba ait
olabilir” dediğimde beni susturmuş ve
“bunlar iyice incelenip araştırılmadan
hiçbir şekilde tarihlendirme yapmamak
gerekir” demişti. Buna rağmen ortalıkta
Server ağabeyin adını kullanarak tamamen
uydurma ve gerçekle uzak-yakın ilişkisi
olmayan tarihler dolanıyor. İlginçtir, bu
uçuk “şeyler”i ileri sürenlerin hiçbirisi
bahsi geçen alanları görmüş değillerdir.
Tabii daha ilginci hiçbirisinin arkeolog ya
da tarihçi olmaması, bu alanlarda eğitim
almamış olmasıdır. İşin bu kısmı yakın
zamanda daha geniş bir çalışma konusu
olacaktır.
Olayın bir diğer boyutu da Servet
Somuncuoğlu’nun adının anılmamaya
çalışılmasıdır. Özellikle akademik
çevrelerde, akademik bir kıskançlık ürünü
olduğu belli olan bazı yeni çalışmalarda
Servet Somuncuoğlu adı geçmemekte,
sanki 10 yıl boyunca Lena’dan Kosova’ya
kadar uzanan Türk Dünyasındaki kaya
resmi alanlarını o fotoğraflamamış,
belgesel ve kitap haline getirip insanlara
“kaya resmi”ni öğretmemiş, sanki hiç
olmamış gibi! Ancak ne kadar görmezden
gelmeye, ismini saklamaya, unutturmaya
çalışırlarsa çalışsınlar Servet Somuncuoğlu
adı Türk Tarihine altın harflerle
yazdırılmıştır. Türk tarihi “Servet”inin
farkındadır. Ve o “Servet”e en azından
bundan sonra sahip çıkacaktır!
GENCAY
49
TÜRK DAMGALARI Sefa Miraç DEMİRCİ - Aslıhan KAYA
İnsanların bir arada ortak mülkiyetle
yaşadığı dönemler son bulup, bireysel
mülkiyet önem kazandığı zamanlarda;
Türkler için ve Türk Tarihi için önemli bir
adım atılmıştı. Bu önemli adım sayesinde
bireysel mülkiyet zihniyeti gelişmiş ve bir
anlamda da hukukun temelleri atılmıştır.
Bireysel mülkiyetin olduğu yerde hak-
hukuk kavramları oluşmuştur. Daha sonra
bu adım gelişmeye devam edip harflere
dönüşmüş ve bir medeniyeti
güçlendirmiştir. Evet, bu adım Orta
Asya'dan, Macaristan'a, Sibirya'dan,
Anadolu'ya Avrasya'nın büyük bir
kısmında karşımıza çıkan Türk
damgalarıdır. Bilinmelidir ki; kaya
resimleri yapabilmiş, bunları yazılar,
damgalar olarak geliştirmiş bir toplum
medenileşmiş, hukuk düzeni ve ekonomi
sistemi oluşmuş bir toplumdur.
Bir diğer yandan “Biz kimiz?”, “Nereden
geldik?” gibi önemli soruların cevapları da
damgalarda gizlidir. Yazılı kültür öncesi
dönemde insanların kayalara, mağara
duvarlarına çizdikleri resimler, semboller;
insanların hayatının, duygularının,
ruhundaki çalkalanışların beyanı
olmuştur. İnsanın kendini ifade etme
ihtiyacı en basit çizimlerle başlamış, daha
sonra bu çizimler birçok farklı aşamadan
geçmiş ve bir milletin dili olmuştur.
Türk dilinin ortaya çıkışıyla ilgili birçok
tez ortaya atılmıştır. Kimi kaynaklara göre:
Runik yazı köken olarak İskandinav
runiğinden, Finike alfabesinden, Arami
yazısından, Hint menşeili Horoşti’den tüm
bunların ve hatta daha fazlasının
birleşmesinden oluşmuştur. Çünkü yapılan
araştırmalar sonucu tüm dillerinin
atasının Fenike dili olduğu ileri
sürülmüştür. Lakin Türklük düşmanı
araştırmacıların bu tezleri tarih karmaşası
yaratmak, yapay tarih bilgilerini dayatmak
ve Türkleri kültürlerinden uzaklaştırmak
gibi çirkin emellerden başka bir durum
ifade etmemektedir.
Bugün Türkologlar tarafından kabul gören
kuram; Kayalara çizilen resimlerin
zamanla soyutlaşarak farklı boyut ve
anlamlar kazanması üzerine kurulmuştur.
Türk dilinin yapay bir dil olduğu, başka
dillerden türediği tezi asla kabul edilemez.
Eski Türk Runik yazısı binlerce yıl gelişme
göstermiş, resimlerden pigtografa,
GENCAY
50
pigtograma, ideograma evirilmiş ve birkaç
devreden daha sonra Türklere özgü bir dil
haline gelmiştir.
Servet Somuncuoğlu’na göre damgaların
oluşması MÖ 10.000 ile MÖ 5000 arasında
devam etmiştir. Kayalara çizilen resimler
zamanla soyutlaşarak farklı boyut ve
anlamlar kazanmıştır. Öyle ki resmedilen
geyik veya dağ keçisi zamanla
soyutlaşarak ebedi hayatı simgelemiştir.
Zamanla soyutlaşan ve anlam kazanan
damgalar uzun bir süre sonra ses
değerlerine yani harflere dönüşmeye
başlamıştır. Asılsız tahminlerle asimile
edilmeye çalışılan Türk kültürünün soylu
alfabesi bu şekilde meydana gelmiştir.
Türkler, yazıyı kullanmaları ve yerleşik
hayata geçmeleriyle başlayan
medeniyetlerini yaptıkları göçler ile
Avrupa’ya, Afrika’ya, Mezopotamya’ya,
Mısıra, Çine ve dünyanın dört bir köşesine
taşımışlardır. Lakin yazının geliştiği
bölgenin Tamgalı Say- Altın Elbiseli
adamın bulunduğu bölge- Talas yazıtları
üçgeninde olduğu düşünülmektedir. “Issık
Göl” civarındaki bu üç önemli tarihi
buluntu Türk tarihi açısından büyük önem
arz eder.
Bir diğer yandan Servet Somuncuoğlu
sayesinde gündeme oturan “Saymalı Taş
Mabedi” ise koca bir Türk hatta Dünya
tarihinin yeniden yazılmasını gerektirecek
sırlar barındırmaktadır. Somuncuoğlu
Saymalı Taş araştırmalarını büyük bir
titizlikle tamamladıktan sonra kesin olarak
anlaşılmıştır ki Türkler kesinlikle
kendilerine ait alfabesi olan entelektüel
milletlerdendir.
Damgalar gösteriyor ki herkes tarafından
bilinen, Orhun Abidelerinde kullanılan
yazı bir gecede icat edilmemiştir. Bu
abidelerdeki şahane üslup, yerleşmiş ve
anlam kazanmış unvanlar, deyimler;
Tamgalı Say ve Saymalı Taş
araştırmalarıyla birleşince alfabenin ve
Türk Medeniyetinin oluşumunu çok daha
eskilere götürüyor. Bunu kaya resmi
alanlarında rahatlıkla görebilmekteyiz.
Türk boylarına ait damgalar ise bizlere bu
eski medeniyetin nerelere uğradığı ve
göçleri hakkında bilgi veriyor. Böylece
Türk Tarihi için de kanıt ve belge görevi
görüyor. Yine Servet Somuncuoğlu’nun
ortaya çıkardığı Ankara’ya 80 km
uzaklıktaki Güdül-Salihler köyünde
Türklerin Anadolu’daki mazilerini çok
daha geriye çekecek damgalar görüldü. Bu
kayalarda insan figürleri, süvariler, at
üzerinde avlanma, hükümdarlık alâmetleri
yer almaktadır. Bunların benzer örnekleri
Asya’da Tuva’da, Yakutistan’da ve
Sibirya’da da görülmektedir ve oradaki
kaya resimleriyle kıyaslanabilecek
niteliktedir.
Altay’ın eteklerinde oluşan bu Türk
damgalarının binlerce kilometre uzaktaki
Anadolu’da görülmesi, özellikle de
buluntuların MÖ 3000’leri işaret etmesi
her şeyi değiştirmiştir.. 1071 yalanı
GENCAY
51
yabancı araştırmacılar tarafından yıllarca
Türklere dayatıldı, ne hikmetse Türk
araştırmacılar da bunları kabul etti.
Yıllarca okullarda öğretilen uydurma
tarihten Servet Somuncuoğlu sayesinde
bir kez daha uyandık. Türkler Anadolu’ya
çok daha önceleri gelmişti. 1071
Müslüman Türklerin Anadolu’ya ilk değil
son gelme zamanıydı, akrabalarının yanına
gelmişlerdi. Elde edilen bu veriler
Atatürk’ün tarih tezini doğrular
niteliktedir.
Bir diğer yandan Eski Türklerde keşif
amacıyla giden öncü birlikler yol
üzerindeki bir kayayı kendi boy
damgalarıyla damgalarlardı. Bu geriden
gelenler için bilgi olurdu. Öncülerin yola
devam ettikleri ya da bölgedeki tehlikeler
hakkında uyarı niteliği görürdü.
Günümüzde de mezar taşlarında,
hayvanların üzerinde, evlerde damgaların
kullanılması ise toplumun bilinçaltında
devam eden kültürün göstergesidir. Yüz
yıllar önce atalarımız tarafından
oluşturulan kültür ve damga geleneği hala
korunmaktadır.
Damgaları yazıyorken şu konuya
değinmeden geçmenin doğru olmayacağı
kanaatindeyim. Asya’dan Anadolu’ya,
Anadolu’dan Avrupa’ya uzanan oz
damgası... Bir güneş sembolü olan Oz
Damgası’nın yani Svastika’nın sözcük
anlamı “kendi kendine var olan”dır.
Türklerde Oz’laşarak Tanrıya erişmeyi
temsil eden bu damga, dört yöne bakan
kollarıyla Dış Oğuz tarafından dünyanın
dört bir yanına yayıldığını belirtir ve tüm
evreni simgeler.
Atalarımız 4 adet “ÖG” damgasını
uçlarından bir haç şekli oluşturacak
şekilde birleştirmişlerdir. 4 sayısı, Dört
cihan demektir ki, bu şekil 4 cihanda
Tanrıya erişme düşüncesine sahip olma
demektir. Mevlevilerde ise inananların
grup halinde, eksenleri etrafında dönerek
“göğe” yükselme inancı yaygındır. Bir
diğer yandan ise saz şairleri de sazları ile
dinleyeni “Ozlaş” tırır. Tanrıya eriştirirler.
Bu nedenle saz şairlerine “OZ-AN”
denilmiştir.
Son yıllara kadar Oz damgasının kökeninin
Arilere dayandığı düşüncesi hakimdi.
Fakat sonraları yapılan bilimsel çalışmalar,
kökeninin “Ön-Türk” kültürüne
dayandığını ve onlar vasıtası ile dünyanın
değişik yörelerine yayıldığı yönünde
önemli bilgi ve belgeler ortaya koymuştur.
Araştırmalar gösteriyor ki daha sonraları
oz damgası, gamalı haç, svastika, adlarıyla
anılan bu sembol Ön-Türk göçleriyle
Hindistan’ a gitmiş, Nazilerin Hint-Cermen
ırkı teorilerinin amblemi halinde ortaya
çıkmıştır.
Adolf Hitler, üstün ırk düşüncesiyle
dünyaya egemen olmak üzere bir kaynak
arıyordu. O zamanlar ortaya atılmış olan
Hint-Avrupa uygarlığı ise bu fikirler için
GENCAY
52
çok uygundu ve “HİNT-CERMEN
İmparatorluğu” kurmak istedi. Bu arada
Hindistan ve Tibet’te görülmüş olan ve
bilinçsizce “Gamalı Haç” benzetmesiyle
anılan Türklerin “Oz Damgası” bilerek
yahut bilmeyerek Naziler ile anılan bir
faşizm sembolü haline getirdi.
Üzerinde ciddi çalışmalar yapılması
gereken “Tamgalar” mevzusu eminiz ki
ileride bir gün çözülecek ve Türk Tarihinin
kilidi açılmış olacak. Buna bağlı olarak da
muhteşem bir Türk uygarlığı tarihin
derinliklerinden günümüze ışık tutacak.
Son olarak yıllarca bizlere dayatılmış olan,
Batı merkezli uydurma tarihi reddeden,
Tarihimizi yeniden araştırıp kendimiz
yazmalıyız düşüncesini savunan,
savunmakla kalmayıp hayatları boyunca
bunun için çalışan Ahmet Bican Ercilasun,
Servet Somuncuoğlu gibi değerli
hocalarımız başta olmak üzere tüm
Türkologlara teşekkür etmek istiyoruz.
“Geçmişini bilmeyen geleceğini kuramaz.”
Uydurma tarih bilgileriyle büyütülmeye
çalışıldığımızdan, geleceğimizi yanlış
kuralım isteniyor. Batı merkezli tarihi
öğrenelim, Yunan Mitolojisiyle büyüyelim
ki; Türkçü değil Batıcı olalım isteniyor. İşin
kötüsü Türklüğe, Türk kültürüne yönelik
saman altından su yürütür gibi devam
ettirilen asimile çabaları ne yazık ki meyve
veriyor.
Bugün fakültelerde öğretilen bilgiler “Rus
araştırmacı der ki”, “Alman araştırmacı
der ki” den öteye gidemiyor. Türk Tarihi’ni
yazması gereken bizzat Türk
araştırmacılarıdır. Hocalarımızın izinde,
Türk Tarihi ve Türk Kültürünü
yalanlardan arındırmak ve hak ettiği
değere kavuşturmak için daha fazla
beklemeyeceğimize, bu yolun sonuna dek
azim ve şuurla yürüyeceğimize söz
veriyoruz.
GENCAY
53
GALLEMİT’TEN SEÇMELER
Yaşadığımız Çağa Bin Türlü İsimler Verdik, Hiçbiri Tutmadı; Çünkü Bu Çağın Adı Bin Yıl
Sonra Kara Çağ Olarak Anılacak.
Bey Oğlu Bey, Köle Oğlu Köle Olmak Rızasındadır…
Bilgi Oluştukça Bilgisizlik Arttı.
Ayrılık Gününün Kör Dereleri
Savrulup Gidiyor Ömür Dediğin
…Yeniye Kapalı Olmadım Ancak Eskimeyen Yenileri Daha Çok Tuttum Hep.
....Ulu Kam'a Gitmeli, Sırları Onun Dilinden Çözmeli. Dağlarda Yaşadığım Gizemli
Gecelerin Sırrını O Bilir Ancak. Başka Dünyaya Açılan Kapılardan Biri Oradaydı. Masmavi
Geceyi Yaşadım Orada.
Parça Parçayım. Bir Yanım Dağlarda Kaldı, Bir Yanım Düze Düştü. Kuzeyden Güneye
İnen, Doğudan Batıya Giden Eski Çağ Yolcularının Yanından Geçtim Kaç Kere. Göçmenler
Ve Göç Edenleri Gördüm, Bin Yıllardır Dünyanın Bitmeyen Kederi Göçü Yaşayanlarla
Yürüdüm.
GENCAY
54
ERZİNCAN-TERCAN MAMA HATUN
KÜMBETİ Fotoğraflar: Genç Araştırmacılar
GENCAY
55
GENCAY
56
GENCAY
57
GENCAY
58
GENCAY
59
GENCAY
60
ERZİNCAN-TERCAN ARAŞTIRMA
GEZİSİ Sefa Miraç DEMİRCİ
Bizlere taşların dilini öğreten, içimizdeki
Türklük ateşini körükleyen ve sessizce
ataların yanına, uçmağa varan Servet
Somuncuoğlu’nu rahmetle anarak
başlamak isterim, ruhu şad olsun.
Mama Hatun Külliyesi’nde "bilinçsizce" bir
yenileme çalışması başladığını duymuştuk.
“Genç Araştırmacılar Grubu” olarak
harekete geçip Tercan merkezli bir gezi
planladık. Elimizi çabuk tutmalıydık ve 6
günlük unutulmayacak bir gezi yaptık.
1. Gün
Erzincan'ın Tercan ilçesinin merkezinde
bulunan Mama Hatun Külliyesine ait
kervansarayda restorasyon devam
ediyordu. Bu sebeple işçiler içeriye
almadılar bizi. Hatta “burada damga veya
yazı yok” dediler... Damgaların
silineceğinden endişeleniyorduk ve içeriye
girmeliydik. Sağ olsun Belediye Başkanı
bizleri kırmadı, iki zabıta göndererek içeri
girmemizi sağladı. Fakat bu seferde işçiler
fotoğraf çekmemize izin vermediler.
İçeride gördüklerimizi
belgeleyemeyecektik. Bazı damgalar ve
yazılar yerlerinde dururken
endişelenmekte haklı olduğumuzu hüzün
dolu bakışlarla gördük. Yerlerinden
çıkarılan, üzerlerinde damga ve yazılar
olan duvar taşları üst üste, gelişi güzel
atılmıştı. Bunlara ne olacağını
sorduğumuzda; yeni taşların yerleştirilip,
bu yazı ve damgaların yeni taşlara
işleneceğini öğrendik. Bu resmen tarihi
katletmektir!
İçeride pek çok Türk yazısı ve boy
damgalarının yanı sıra genelde kaya
resimleri ve mezar taşlarında karşımıza
çıkan çizimler de vardı. İnsan, hayat ağacı,
at vb... Kervansarayın dış duvarlarında ise
24 Oğuz boyunun damgalarında hemen
hemen hepsi vardı.
Kervansaraydan çıkıp kümbete girdik.
Burada fotoğraf çekmemize izin verdiler.
Damgalar, yazılar ve çizilen resimleri
gördüğümüzde hayran kalmıştık. Kümbet
girişinde Kayı, Salur, Avşar boy damgaları
başta olmak üzere tüm damgalar karşıladı
bizi.
Kümbetin iç kısmında Türk yazısı,
damgalar ve çizimler doğu ve güney
yönlerine bakan duvarlarda gittikçe
yoğunlaşıyordu. Yazılarda kullanılan Türk
alfabesinin yanı sıra, Gürcü, Ermeni, Kiril
ve Arap alfabeleriyle yazılmış yazılara da
rastladık.
GENCAY
61
Duvarların dış kısımlarında delikler vardı.
Bölge insanı bu deliklere dilek dileyip taş
sıkıştırmış. Bu da atalar kültünün
günümüze yansımış şekillerinden biri.
Yine burada da kaya resimlerinde
gördüğümüz dağ keçisi, at, dua eden insan,
kuş ve lale çizimleri bulunmaktaydı. Bir
kez daha gördük ki atalardan kalan izler
her yanımızda.
Restorasyon kümbette henüz başlamamış,
eğer başlarsa telafisi olmayan tahribata
sebep olma ihtimali çok yüksek.
Sonuç olarak; Mama Hatun külliyesinin
Türk tarihi açısından önemini iyi
kavramak gerek. Göç yolları üzerinde
bulunmasından dolayı zengin veriler bu
yapıda oldukça yoğun. Görüp
belgelediklerimizden yola çıkarak
Türklerin 12. ve 13. yüzyıllarda hala
Göktürk harflerini kullandıkları, kaya
resmi yapma geleneğini devam ettirdikleri
ve atalar kültünün hala canlı olduğu
sonucuna varmaktayız. Bu verilerin yok
olması, Türk tarihinin muazzam
parçalarından birinin yok olması demektir.
Zincirde bir halkanın kopması demektir.
Ayrılık vakti gelmişti; ne kadar ayrılmak
istemesek de. Kümbetten ayrıldıktan
sonra kaymakamlıktan ve jandarmadan
diğer gezi alanlarımız için gerekli izinleri
alıp konaklayacağımız “Küllüce Köyü” ne
doğru yola çıktık.
2. Gün
Sabah erkenden kalkıp hazırlanmıştık, zira
işimiz çoktu. Köyün imamı bizi ilk
durağımız olan “Oğulveren Köyü” ne
bırakmıştı. Burası Alevi inancına sahip bir
köydü. Bizi derinden üzen bir durumla
karşılaşmıştık burada. Köy halkı kendi
arasında Zaza’ca konuşuyordu, çevredeki
Sünni köyler ve kendileri Kürt olduklarını
düşünüyorlardı. Bunun kaynağında bizce
mezhepsel dışlama vardı ve onlar öz be öz
Türklerdi.
Ahır kapısına asılan Teke boynuzu
dikkatimizi çektiğinde ise tüm grup
heyecanlanmıştı. Köylüler Türk kültürünü
yaşatmaya devam ediyorlardı; ama
habersizce...
Köy merkezine bulunan eski, yuvarlak
biçimli bir yapıya götürdüler bizi. Kimi
buranın türbe olduğunu kimi kilise
olduğunu söyledi. Bizce türbe olma
ihtimali daha yüksekti.
GENCAY
62
Yapının kulaktan kulağa anlatılan bir de
hikâyesi vardı: “İnci adında İranlı bir kız
ile Gever adında Ermeni bir genç
birbirlerini çok severler, fakat kızın babası
birleşmelerine izin vermez. Kız öldüğünde
Gever burayı İnci için bir anıt mezar olarak
yaptırır, köyün eski adı olan "Gevrenci" ise
bu iki gencin isimlerinden gelir: Gever-
İnci.”
Yapının üstü açık, zamana ve insanlara
yenik düşüp, yıkılmıştı. Doğuya bakan
kısmındaki pencere üzerinde; kollarını iki
yana açmış bir insan motifinin kolları
altına sığınan iki aslan kabartması
dikkatimizi çekti.
Buradan ayrılarak köy mezarlığına geçtik.
Mezarlığa girer girmez gerdanlık
kabartmalı bir mezar taşı karşıladı bizleri.
Süslü sandukalı ve yüz hatları belli
edilmemiş bir balbalı da selamladıktan
sonra köye hâkim tepede bulunan, eren
mezarına doğru yola koyulduk.
Buranın adı “Oğulveren” tepesi… Köyün
yeni adı işte bu tepeden geliyordu.
Anlatılanlara göre: “Bu tepede eski
zamanların bir savaşında şehit düşen bir
zat yatmaktadır. Köyde oğlan çocuğu
olmayan biri, bu tepeye çıkarak dua ve
dilekte bulunur ve kısa bir süre sonra oğlu
olur. O gün bu gündür bu tepeye
Oğulveren tepesi derlermiş zamanla köyün
ismi de Oğulveren olmuş.”
Alevi inancına sahip insanlar bu alanda
buluşuyor, adak adayıp dua ve dileklerde
bulunuyorlardı. Tepeye çıkarken yolda
bizi dilek ağaçları karşılıyordu,
dileklerimizi dileyip yolumuza devam
ediyoruz. Zorlu bir tırmanıştan sonra
zirveye varıyoruz. Etrafı taşlarla
çevrelenmiş geniş bir düzlükte bir kaç tane
dilek ağacı, mezar ve tam merkezde etrafı
örülmüş alanda iki mezar bulunmaktaydı.
Giriş metalden yapılmış, kapısına çaputlar
bağlanmıştı. Mezarlar yenilenmiş ve tarihi
değerini yitirmişti. Mezarların içlerine ve
yanlarına yiyecekler bırakılmış, mumlar
yakılmış, taşlar dizilmiş ve mezar taşlarına
bezler bağlanmıştı. Çevresindeki bir kaç
mezarın yönü ise kıbleye doğru değil
doğuya bakıyordu. Taşlarla çevrelenmiş
alanın iç kısmına doğru yine taşlarla
örülmüş, üstü açık odacıklar vardı;
buraların ne için kullanıldığını bilmiyoruz
ama belli bir ritüel için kullanıldığı çok
belli.
GENCAY
63
Buradan da ayrılarak “Başbudak Köyü” ne
bağlı Kilise komuna gidiyoruz. Burada eski
zamanlardan kalan ve defineciler
tarafından tahrip edilmiş bir kilise vardı.
Burada acı bir durumla karşılaştık; kilise
duvarlarından sökülmüş süslü taşlar,
evlerin duvarlarında ve bahçelerde masa
olarak kullanılıyordu. Süslü taşlarda
“Gregoryen” mezhebinin haçı
bulunmaktaydı.
Buradan sonra “Kökpınar Köyü” ne
geçiyoruz. Burada insan boyundan yüksek
mezar taşları vardı. Üzerlerinde damga,
yazı ve kabartmalar bulunmaktaydı:
Güneş, kılıç, insan, silah, çadır (otağ)...
3. Gün
Yine sabahın erken saatlerinde uyanıp
hazırlandık. Bir araç sayesinde “Elaldı
Köyü ”ne kadar gittik.
Elaldı Köyü yine Alevi inancına sahip bir
köydü. Çevrede koçbaşlı mezar taşlarının
olduğunu duymuştuk. Köy asıl yerinden
yaklaşık 200 metre uzaklığa taşınmıştı,
eski köyün yakının da ise mezarlık
bulunuyordu. Mezarlığa girdiğimizde eski
mezar taşlarıyla karşılaştık. Sandukalı,
işlemeli mezarlar vardı fakat koçbaşlı
mezar taşı göremiyorduk. Tam ortada
çevrelenmiş bir eren mezarı vardı. Bu
mezara mum yakıp çaput bağlamışlardı.
İçeride ise yerlerinden sökülmüş eski
mezar taşları bulunuyordu. Biraz daha
ilerlediğimizde yan yatmış ve toprağa
gömülmüş bir koç mezar taşı gördük. Çok
eski ve çok tahrip olmuştu, sadece taşın
yontulup koç haline gelmiş şekli kalmıştı.
Üzerindeki işlemelerden eser kalmamıştı.
Ayağa kaldırıp fotoğrafını çektik. Diğer koç
mezar taşlarının ise defineciler tarafından
kırılmış ve kaçırılmış olduğunu öğrendik.
Bu alandan da ayrılarak bir başka Alevi
inancına sahip olan “Darıtepe Köyü” ne
doğru yaklaşık 4 km yürüdük. Bu alanda
üzerinde damgalar bulunan eski mezar
taşları ve üzerinde yazılar bulunan
sandukalı mezarları vardı.
Bu alandan da ayrıldıktan sonra aracımız
da olmadığından umutsuzca yollara
düşmüştük ki “Fındıklı Köyü” Muhtarı
Hızır gibi yetişti. Bizi arabasına aldı ve
kendi köyüne götürerek eski mezar
taşlarını göstermek istedi.
Bu köyde Alevi inancına sahip bir köydü.
Konuşmalarından anladık ki insanların
çoğu tarih meraklısıydı.
“Fındıklı köyü Mezarlığı” na geldiğimizde
şaşkınlığımızı gizleyemedik. Burası
şimdiye kadar gördüklerimiz arasındaki
en iyi mezarlıktı. Sandukalı, yazılı, damgalı,
çizimli mezar taşları... Kılıç, güneş, insan,
silah, at, yıldız gibi çoğu bölgeden zaten
tanıdığımız kabartmalar ve çizimler vardı.
Fakat diğer alanlardan farklı olarak sadece
buraya has kabartma ve çizimler de vardı.
At üstünde ellerini gökyüzüne açmış bir
insan, kadın mezar taşlarında uzun saç
çizimleri, hayat ağacı ve kadının
GENCAY
64
birleştirilmiş algısını uyandıran muhteşem
kabartma ve çizimler bizi çok etkilemişti.
Ama en dikkat çeken; 2011 yılında
yapılmış, bir mezar taşına işlenmiş insan
yüzü oldu. Bizi en çok heyecanlandıran
şeylerden biri bu idi. En yakın tarihli
balbal diyebiliriz buna. Fındıklı köyünde
Türk töresi hala yaşıyor.
Bu muhteşem alana veda ederek
ayrılıyoruz ve bugünlük de gezinin sonuna
geliyoruz.
4. Gün
Bu gün konakladığımız köy olan “Küllüce
köyü” nü ve komşu köy olan “Kalecik
köyü” nü gezeceğiz.
Küllüce’de işlemeli duvar taşları hem
evlerin içinde hem de evlerin dışında
bulunmaktadır. Dikkatimizi çeken tek
sembol güneş motifleri oldu. Köyde her
yerde karşımıza çıkıyor. Terk edilmiş eski
bir evin duvarlarında; dağ keçisi, hayat
ağacı, güneş motifi çizimleri ile “Çavındır
ve Karaevli Boyu” damgaları bulunuyordu.
Mezarlıkta ise kimlere ait olduğu
bilinmeyen eski mezarlar vardı. Kime ait
olduğu bilinen mezar taşlarının
bazılarında ise “Bayat Boyu” damgasının
kabartmaları bulunmaktadır.
Buradan da ayrılarak 3 km uzaklıktaki
“Kalecik Köyü” ne doğru yola çıktık. Köye
vardığımızda bir ahır kapısının girişinde
yine teke boynuzu dikkatimizi çekti.
Mezarlığa vardığımızda diğer
bölgedekilerden pek farkı olmayan mezar
taşlarıyla karşılaştık. Sadece bir Mezar
taşında buğday tanesinin büyük bir
kabartması mevcuttu.
5. Gün
Küllüce köyünden sabah erkenden
uyanarak atlar ile yola çıktık. Bu sefer ki
yolculuğumuz “Sos Köyü” idi. 1 saat süren
zorlu yolculuğun sonunda köye vardık.
Köyün hemen yakınında iki kayalıklı dağ
arasında bir dere akıyordu ve bölge
“Ankara – Güdül – Salihler köyü” kaya
resmi alanıyla birçok benzerlik
taşımaktaydı. Köyden 3 çocuk ile beraber,
bu bölgede bulunan bir kaya üzerine
çizilmiş resimleri görmek için yola çıktık.
Zorlu bir yolculuk sonunda bulduk alanı.
Bölge köye fazla yakın olduğundan çok
tahrip edilmişti. Tanıdık gelen birkaç
damga dışında daha önce görmediğimiz
kaya resimleri vardı. Belgeledikten sonra
bu alan ile de vedalaşarak ayrıldık.
GENCAY
65
6. Gün
Sabah erkenden kalkıp Tercan'ın “Üçpınar
köyü” yakınlarındaki “Vank Kilisesi” ne
gidiyoruz. Burada Manastır, şapel ve dikili
taşlar bir arada bulunuyordu. Manastır
kapısının sağ tarafındaki duvarda Ermeni
harfleriyle yazılmış yazılar vardı.
Manastır ve Şapel arasında biri yere
yıkılmış olmak üzere 3 tane yan yana dikili
taş olduğunu gördük. Bu dikili taşlar
mimarisi ve bezemesiyle dikkat çekiyor ve
bize “Ahlat mezar taşları” nı
anımsatıyorlardı. “Gregoryen haçı”
manastır ve şapelde olduğu gibi dikili
taşlarda da vardı. Bunun yanında üzüm,
güneş ve ağaç motifleriyle “Davut yıldızı
motifi” dikkatimizi çekti.
Alt kısımlarda ise Ermeni harfleriyle
yazılmış kitabeler bulunuyordu. Birinin
sağ tarafında, aynı döneme ait kabartma
olarak Arap harfleriyle bir kaç satırlık yazı
bulunuyor ve “Selçuklu Meliki Nasurettin”
ismi geçiyordu. Dikili taşlarda ve şapelin
giriş bölümünde bazı çizimler dikkatimizi
çekmişti ve bize bir yerlerden tanıdıktı.
Şapelin önünde ise bir dikili taş daha
gördük. Burada iki kuş, ağaç, üzüm ve yine
“Gregoryen haçı” süslemeleri fark ettik.
Bizleri en çok üzen ise, definecilerin bu
alanı tahrip etmesi ve Kültür Bakanlığı’nın
hiçbir önlem almamış olması. Bu alandan
da ayrılarak Tercan'a tekrar geleceğiz sözü
vererek veda ediyoruz.
GENCAY
66
DAMGALARIN MASALI Çizim: Emre SEVİNÇ
GENCAY
67
GENCAY
68
millikanal.com
GENCAY
MİLLİ DÜŞÜNCE MERKEZİ KİTAPLARINI
MERKEZİMİZDEN TEMİN EDEBİLİRSİNİZ.