377
T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ VE KAMU YÖNETİMİ (YÖNETİM BİLİMLERİ) ANABİLİM DALI TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİ Planlamanın Siyasal İktisadı ve Yönetsel Kuruluşu Doktora Tezi ASLI YILMAZ Ankara-2012

TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

  • Upload
    others

  • View
    12

  • Download
    0

Embed Size (px)

Citation preview

Page 1: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

T.C.

ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

SİYASET BİLİMİ VE KAMU YÖNETİMİ (YÖNETİM BİLİMLERİ) ANABİLİM DALI

TÜRKİYE’DE

PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİ

Planlamanın Siyasal İktisadı ve

Yönetsel Kuruluşu

Doktora Tezi

ASLI YILMAZ

Ankara-2012

Page 2: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ

SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ VE KAMU YÖNETİMİ (YÖNETİM BİLİMLERİ)

ANABİLİM DALI

TÜRKİYE’DE

PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİ

Planlamanın Siyasal İktisadı ve

Yönetsel Kuruluşu

Doktora Tezi

ASLI YILMAZ

Tez Danışmanı

Prof. Dr. Erinç YELDAN

Ankara-2012

Page 3: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

I

Page 4: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

II

Page 5: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

I

TEŞEKKÜR

Tez bencil ve kıskanç bir süreç, kendisinden başka hiçbir uğraşa, hiçbir kimseye

alan tanımıyor. Böyle olunca, tez süreci hayatınızı ve sevdiklerinizi ertelediğiniz bir

döneme dönüşüyor. Üstelik tez yalnız yazarının üretim sürecinde geliş(e)miyor;

sevdiklerinizin desteği ve meslektaşlarınızın katkıları ile örülüyor.

Bu sürecin en büyük desteği, ailemdi. Tanıdığım en onurlu, ilkeli, sevecen ve

çalışkan insanlar, annem ve babam ilk sırada geliyor. Mücadeleci ruhu, pratik

çözümleri ve her daim kahrımı seve seve çeken tavrı ile annem hep desteğimdi.

Akılcı, özgür duruşu ve emeğe saygısı ile babam, tez sürecinin sıkışık zamanlarında

hep kılavuzum oldu. En önemlisi, Onlar’ın “okul”a saygıları ve bu yöndeki teşvikleri

ile cesaretlendim. Ahmet ağabeyimin, hayatımdaki samimi, sıcak yeri ve Altan

ağabeyimin hem mesleki hem gündelik yaşama dair “koç”luğu çok değerliydi.

Nurten, Birsen ve yeğenlerim Burak ve Yusuf’un varlıkları hepimize birer hediye…

Destek ve katkı ile sınırlandırılamayacak kadar çok şey borçlu olduğum bir kişi

daha var: Mehmet Mustafa Uçar. Cesaretimi, huzurumu, mutluluğumu O’na

borçluyum ve hep yanımda olduğu için ne kadar teşekkür etsem de az, biliyorum.

Diğer taraftan, O’ndan öğrendiklerime atıf veremedim ama bilinmesini isterim ki

tezde çok büyük emeği var. Fatma Uçar, Mehmet Uçar ve Berivan M. Uçar ise

destekten öte dostlukları ile beni şımartıyorlar.

Bir de bu dönemde beni en çok anlayan, ev ile birlikte tez sürecinin acı ve

sevinçlerini paylaştığım Tuğba Keskin teşekkürü fazlasıyla hak ediyor.

Akademik katkıların en büyüğü bilgisi, yaratıcılığı, çalışkanlığı, samimiyeti,

emeğe ve bilgiye saygısıyla hayranlık uyandıran Prof. Dr. Birgül Ayman Güler’e ait.

Öncelikle, özgüveni aşınmış, aklında sorularından başka birşey olmayan tezin

yazarına güvenerek akademiyi sevdirdi. Dahası tez konusu da tez süreci de O’nunla

şekillendi. Yalnız akademik danışmanlık anlamında değil, görüş, düşünce ve tavrı ile

hayatıma kılavuzluk eden diğer bir isim: Prof. Dr. Bilsay Kuruç. Bilsay Hoca’nın zor

beğenisi, tezin ilerlemesinde başat rolü oynadı. Tez danışmanım Prof. Dr. Erinç

Yeldan dostane, sıcak teması ile sürecin tedirginliğini üzerimden aldı. Prof. Dr.

Ahmet Alpay Dikmen’in cesaret verici ve dost varlığı sadece tez sürecinde değil, tüm

akademik yaşamımda hissettiğim desteklerden. Tez jürisinde bulunarak yapıcı

Page 6: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

II

katkılarını koyan Prof. Dr. Seriye Sezen ve Y. Doç. Dr. Barış Övgün’ü de anmadan

geçemem.

Çalışma disiplini ve hiç kaybetmediği sakinliği ve samimiyeti ile ODTÜ Rektör

Danışmanı, Prof. Dr. İrem Dikmen Toker’e tez sürecindeki anlayışı için teşekkür

borçluyum. ODTÜ Rektörlük 6. Kat çalışanlarının dayanışması olmasaydı, tez

yazacak zamanı bulamazdım. Şölen Serap Uçak’ın tüm sorumluluklarımı

yüklenmeye hazır tavrı ve dürüst, masum dostluğu benim için büyük bir şanstı. Tezi

somut katkılarıyla kalkındıran, direnişi ve sevecenliği ile Çağlar Dölek’i de

anmamam olanaksız. Dahası, Rektörlük 6. Kat’a sıcak ruhunu veren herkese

birşeyler borçluyum.

Ankara’nın puslu gecelerinde olduğu kadar ve kütüphanede de yoldaşlarımdan

Esra Dik, Burcu Bayrak, Recep Aydın, F. Eda Çelik ve Ali Somel’e hem neşe hem

bilgi kaynaklarım olarak ayrı ayrı teşekkürlerimi iletmeliyim. Ayrıca, akademik

çalışmanın paylaşım heyecanını tattıran, Memleket SiyasetYönetim (MSY) Dergisi

ile Türk İdare Tarihi (TİDATA) araştırma ekibi birer okul oldu ve tezi dolaylı olarak

besledi. Sonay Bayramoğlu Özuğurlu ve Nuray Ertürk Keskin ise her tedirginliğimde

ve her karmaşamda güleryüzleri ile bana yol gösteren birer hoca, birer dost…

Varlığınız, katkılarınız ve tüm desteğiniz için teşekkür ederim.

Page 7: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

III

İÇİNDEKİLER

TEŞEKKÜR ................................................................................................................ I

İÇİNDEKİLER ........................................................................................................ III

KISALTMALAR .................................................................................................. VIII

TABLOLAR VE ŞEKİLLER ............................................................................... XII

GİRİŞ .......................................................................................................................... 1

BİRİNCİ BÖLÜM

PLANLAMA ÜZERİNE KURAMSAL VE KAVRAMSAL ÇERÇEVE

ÖNERİSİ ..................................................................................................................................... 9

I. İNCELEME NESNESİ: YÖNETSEL BİR SÜREÇ OLARAK

PLANLAMA .................................................................................................. 10

II. SOSYALİZMDE PLANLAMA GERÇEKLİĞİ VE KAVRAMI:

SİSTEM OLARAK PLANLAMA .................................................................. 13

III. KAPİTALİZM VE SİYASET – EKONOMİ İKİLİĞİNİN PLANLAMA –

PİYASA İKİLİĞİ BAĞLAMINDA YENİDEN ÜRETİLMESİ SORUNU ..... 22

IV. İKİLİKLERİ AŞMAK: TARİHSEL MADDECİLİK, SİYASAL

İKTİSAT VE MARKSİST DEVLET KURAMLARI .................................... 25

V. KAPİTALİZMDE PLANLAMA: POLİTİKA OLARAK PLANLAMA ....... 29

A. KAPİTALİZMDE PLANLAMA GERÇEKLİĞİ: TARİHSEL

GELİŞME SEYRİ ..................................................................................... 30

1. Klasik Planlama Yaklaşımının Doğuşu: Kapitalizmde Planlama

Piyasadan Doğar ................................................................................ 31

ABD’de New Deal Devletçiliği ve Planlama:

Kapitalizmde Planlamanın Ortaya Çıkış Öyküsü ................. 35

2. Klasik Planlama Yaklaşımının Yeniden Üretilmesi: Politika

Planlaması ve Kalkınma Planlaması ................................................ 41

ABD’de Savaş Sonrası Dünya Egemenliği: Politika

Planlaması ............................................................................. 46

Page 8: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

IV

Fransa’da Geç Kapitalistleşme, Geç Planlama:

Economié Concérte ............................................................... 48

3. Klasik Planlama Yaklaşımının Yıkılışı ve Stratejik

Planlamanın Doğuşu: Planlama Politikasından Politikanın

Planlamasına ..................................................................................... 52

B. KAPİTALİZMDE PLANLAMA KAVRAMI: POLİTİKA OLARAK

PLANLAMA ............................................................................................. 56

VI. KAVRAM KATEGORİSİ ÖNERİSİ: PLANLAMA SİSTEMİ VE

PLANLAMA POLİTİKASI ........................................................................... 60

VII. DEĞERLENDİRME ...................................................................................... 65

İKİNCİ BÖLÜM

TÜRKİYE’NİN PLANLAMA DENEYİMİ PLANLAMA POLİTİKASI VE

YÖNETİMİ .............................................................................................................................. 69

I. DEVLETÇİLİĞİN YÖNETİM BİÇİMİ OLARAK BİRİNCİ BEŞ

YILLIK SANAYİ PLANI (BBYSP): BAĞIMSIZ TÜRKİYE İÇİN İLK

ÇATIŞMA (1932-1934) ................................................................................. 72

A. KORUMACILIKTAN DEVLETÇİLİĞE: PLANLAMANIN MADDİ

TEMELLERİ ............................................................................................ 74

1. Sermaye Birikiminin Devletçe Kurulması ve Korunması:

Korumacılık, Teşvik Politikaları ve Kredi Temini ............................ 75

a) Türkiye İktisat Kongresi: Sermayenin Korunma ve Teşvik

Talebi .......................................................................................... 77

b) Sanayi Maadin Bankası: Devlet – Özel Sektör İşbirliğinde

Geçici Devlet İşletmeciliği Modeli ............................................ 79

c) Devlet İşletmeciliği, Tekel Hakları, Teşvik Politikası ile

Tekelleşmenin Hızlandırılması ................................................... 83

2. Ekonomi Politikasında Planlamaya Hazırlık: Âli İktisat Meclisi ..... 89

B. DEVLETÇİLİĞİN İLKESEL OLARAK KABULÜ: PLANLAMAYA

İDEOLOJİK HAZIRLIK .......................................................................... 91

Page 9: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

V

Korumacı Liberalizm Statükoculuğu: Serbest

Cumhuriyet Fırkası (SCF) ..................................................... 99

İktisadi Devletçilik ve Planlama: Ahmet Hamdi

Başar’ın Ekonomi Politikası ............................................... 101

Kadrocu Kalkınma ve Planlama: Kadro Hareketi ve

Kadro Dergisi ...................................................................... 102

C. UYGULAMADA MUTEDİLLEŞTİRİLEN DEVLETÇİLİK VE

PLANLAMA ........................................................................................... 106

1. Kırılma Noktası: Devletçilikte Tasarruf – Yatırım Döngüsü .......... 116

2. Örgütlenme Biçiminde Değişiklik: Örgütlenme Tipleri olarak

Devlet Sanayi Ofisi (DSO) ve Sanayi Kredi Bankası (SKB) ile

Sümerbank ....................................................................................... 122

a) DSO ve SKB Modeli: Devlet Merkezli Devletçilik ................. 122

b) Sümerbank: Özel – Devlet İşbirliğinde Geçici Devletçilik ...... 125

D. DEĞERLENDİRME .............................................................................. 132

II. KLASİK PLANLAMA YAKLAŞIMININ ASKIYA ALINMASI: YENİ

DÜNYA DÜZENİ İLE BÜTÜNLEŞEN TÜRKİYE’YE DOĞRU (1945-

1947) ............................................................................................................. 135

A. SAVAŞ SONRASI YENİ DÜNYA DÜZENİ: KAPİTALİZMDE

PLANLI DEMOKRASİ........................................................................... 136

B. SAVAŞ SONRASINDA TÜRKİYE’DE DEMOKRASİ SORUNU ........... 141

C. TÜRKİYE’NİN DÜNYAYLA BÜTÜNLEŞMESİ: NİYET VE

GERÇEKLERE DAİR ............................................................................ 146

1. Demokrasi Yolunda Planlama Gündemi: Savaş Sonrası Sanayi

Planı ve Programı’ndan (İvedili Sanayi Planı) Türkiye İktisadi

Kalkınma Planı’na (Vaner Planı) .................................................... 146

2. Kırılma Noktası: Bağımsızlıkçı-Plana Karşı Bütünleşmeci-

Planın Zaferi .................................................................................... 165

3. Örgütlenmede Değişiklik: Liberalizm ve Kamu İşletmeciliği ........ 171

D. DEĞERLENDİRME .............................................................................. 172

Page 10: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

VI

III. DEMOKRATİK PLANLAMA” VE DPT’NİN KURULUŞU: İKİNCİ

CUMHURİYET İLE BİRİNCİ PLANCILARIN KAVGASI (1960 –

1962) ............................................................................................................. 175

A. SOĞUK SAVAŞ VE “PLANLAMA” PAROLASI ................................... 176

B. TÜRKİYE’DE PLANLI EKONOMİ GÜNDEMİNİN OLUŞUMU:

DIŞ YARDIMIN KOŞULU OLARAK PLANLAMA ............................... 178

C. İKİNCİ CUMHURİYET VE “DEMOKRATİK PLANLAMA”NIN

KURULUŞU .......................................................................................... 187

1. Planlamanın Yönetimi: Bir Yönetsel Biçim Olarak DPT ............... 191

2. Planlamanın Hukuku: İkinci Cumhuriyet’in Anayasasında Bir

Statü ya da Hükümet Programı Olarak Planlama ............................ 200

D. UYGULAMADA PLANLAMA: SINIFSAL ÇATIŞMA VE BİRİNCİ

PLANCILARIN İSTİFASI ...................................................................... 203

1. Ekonomi Politikasında Kırılma: Rasyonel Kapitalizmden

Sentez Planlamaya ........................................................................... 214

2. Kalkınma Ekonomisi ve İktisadi Devlet Teşekküllerinin

Yeniden Yapılandırılması: Kamu İktisadi Teşebbüsleri (KİT)

Modeli ............................................................................................. 218

E. DEĞERLENDİRME .............................................................................. 223

IV. KLASİK PLANLAMA YAKLAŞIMININ SONU VE PLANLAMADA

“YAPISAL UYARLAMA”: DÖRDÜNCÜ BEŞ YILLIK KALKINMA

PLANI (DBYKP) VE SON SAVAŞ (1978-1980) ........................................ 226

A. 1970’LERDEN 1980’LERE GEÇİŞ VE PLANLAMAYA VEDA ............ 227

B. TÜRKİYE’DE PLANLAMAYA DAİR: FİNANSMAN SORUNU,

SİYASAL İSTİKRARSIZLIK VE SINIF SAVAŞIMI ................................ 231

C. “PLANLAMADA YENİ DÖNEM”E DOĞRU: DBYKP’NİN

ÖYKÜSÜ ................................................................................................ 237

1. Planlama Gündemi: Eskiye Karşı Yeni DBYKP Mücadelesi ve

Uyarlamacı-Plancılığın Zaferi ......................................................... 238

2. Kırılma Noktası: 1978-1979 Direnç Yılları mı Kayıp Yıllar mı? ... 258

a) “Yapısal Değişme”den “Yapısal Uyarlama”ya Planlama:

Toplumcu-Plancılığa Karşı Uyarlamacı-Plancılık ................... 260

Page 11: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

VII

b) DPT’nin Yapısal Uyarlama Karargahı Olarak

Kurgulanması ........................................................................... 268

D. DEĞERLENDİRME .............................................................................. 278

V. “GOOD BYE DPT!” STRATEJİK PLANLAMANIN DOĞUŞU MU? ....... 281

A. KLASİK PLANLAMA YAKLAŞIMININ MADDİ VE İDEOLOJİK

TEMELLERİNİN TÜKENİŞİ: DEVLETÇİLİĞİN TASFİYESİ .............. 283

B. TÜRKİYE’DE GERİLEME, ARAYIŞ VE ÇÖKÜŞ EVRELERİ YA

DA YENİ BİR BAŞLANGIÇ? ................................................................. 287

1. Gerileme Evresi: Planlamadan Uzaklaşarak Ağırlaşan DPT ve

BYKP’larının Dışına Çıkan Planlama Süreci ................................. 288

2. Arayış Evresi: Yine Yeni Yeniden Planlama Gündemi .................. 297

3. Çöküş ya da Yeni Bir Başlangıç Evresi: Planlama Politikasının

Çöküşü ve Politika Planlamasının Doğuşu ..................................... 308

a) Kurumsal Yapıda Değişiklik: DPT’den Kalkınma

Bakanlığı’na .............................................................................. 309

b) Planlama Biçimi ve İçeriğinde Değişiklik: Ulusal Mal ve

Hizmetlerin Planlanmasından Ulusütü Politika

Planlamasına ............................................................................. 319

C. DEĞERLENDİRME .............................................................................. 325

SONUÇ .................................................................................................................... 328

KAYNAKÇA .......................................................................................................... 339

ÖZET....................................................................................................................... 360

ABSTRACT ............................................................................................................ 361

Page 12: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

VIII

KISALTMALAR

AB : Avrupa Birliği

ABYKP : Altıncı Beş Yıllık Kalkınma Planı

AP : Adalet Partisi

BBYKP : Birinci Beş Yıllık Kalkınma Planı

BBYSP : Birinci Beş Yıllık Sanayi Planı

BK : Bakanlar Kurulu

BM : Birleşmiş Milletler (UN)

BşBYKP : Beşinci Beş Yıllık Kalkınma Planı

CEEC : Avrupa İktisadi İşbirliği Komitesi

(Conference on European Economic Cooperation)

DB : Dünya Bankası (World Bank)

DBYKP : Dördüncü Beş Yıllık Kalkınma Planı

DİSK : Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu

DKP : Dokuzuncu Kalkınma Planı

DP : Demokrat Parti

DPT : Devlet Planlama Teşkilatı

DSO : Devlet Sanayi Ofisi

EBSO : Ege Bölgesi Sanayi Odası

EİEİ : Elektrik İşleri Etüd İdaresi

EİYKK : Ekonomik İşler Yüksek Koordinasyon Kurulu

ESK : Ekonomik ve Sosyal Konsey

GM : Genel Müdürlük

GSMH : Gayri Safi Milli Hasıla

GVK : Gelir Vergisi Kanunu

Page 13: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

IX

HDTM : Hazine ve Dış Ticaret Müsteşarlığı

IBRD : Uluslararası Yeniden Yapılanma ve Kalkınma Bankası

IDA : Uluslararası Kalkınma Ajansını

IMF : Uluslararası Para Fonu (International Monetary Fund)

IPA : Katılım Öncesi Mali Yardım Aracı

(Instrument for Pre-Accession Assistance)

İBYKP : İkinci Beş Yıllık Kalkınma Planı

İBYSP : İkinci Beş Yıllık Sanayi Planı

FAO : Gıda ve Tarım Örgütü (Food and Agriculture Organization)

KA : Kalkınma Ajansları

KHK : Kanun Hükmünde Kararname

KİT : Kamu İktisadi Teşebbüsleri

KK : Koordinasyon Kurulu

KOB : Katılım Ortaklığı Belgesi

KYTK : Kamu Yönetimi Temel Kanunu

MB : Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası

MBK : Milli Birlik Komitesi

MC : Milliyetçi Cephe

MGK : Milli Güvenlik Kurulu

MESS : Türkiye Madeni Eşya Sanayicileri Sendikası

MHP : Milliyetçi Hareket Partisi

MM : Millet Meclisi

MSP : Milli Selamet Partisi

NATO : Kuzey Atlantik Anlaşması Örgütü

(North Atlantic Treaty Organization)

Page 14: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

X

NEP : Yeni Ekonomi Politikası (Novoya Ekonomiçeskaya Politika)

OECD : Avrupa İktisadi İşbirliği ve Kalkınma Teşkilatı

(Organization for Economic Cooperation and Development)

OEEC : Avrupa İktisadi İşbirliği Teşkilatı

(Organization for European Economic Cooperation)

PKKK : Para Kredi Koordinasyon Kurulu

RG : Resmi Gazete

SAL : Structural Adjustment Loan (Yapısal Uyum Kredileri)

SAP : Structural Adjustment Program (Yapısal Uyum Programı)

SAPK : Stratejik Araştırma ve Planlama Kurumu

SBYKP : Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma Planı

SKB : Sanayi Kredi Bankası

SSCB : Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği

TBMM : Türkiye Büyük Millet Meclisi

TİP : Türkiye İşçi Partisi

TİSK : Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu

TM : Temsilciler Meclisi

TOBB : Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği

TODAİE : Türkiye ve Ortadoğu Amme İdaresi Enstitüsü

TÜRK-İŞ : Türkiye İşçi Sendikaları Konfederasyonu

TÜSİAD : Türk Sanayicileri ve İşadamları Derneği

UKPK : Ulusal Kaynakları Planlama Kurulu

(National Resources Planning Council)

ÜBYKP : Üçüncü Beş Yıllık Kalkınma Planı

YBYKP : Yedinci Beş Yıllık Kalkınma Planı

Page 15: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

XI

YDK : Yüksek Danışma Kurulu

YK : Yönetim Kurulu

YPK : Yüksek Planlama Kurulu

ZC : Zabıt Ceridesi

Page 16: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

XII

TABLOLAR VE ŞEKİLLER

ŞEKİL 1: SSCB'DE PLANLAMA YÖNETİMİ ................................................... 19

ŞEKİL 2: DEVLET TEŞKİLATI İÇİNDE İKTİSADİ DEVLET

TEŞEKKÜLLERİ (3460 SAYILI KANUN) ...................................... 129

ŞEKİL 3: DEVLET TEŞKİLATI İÇİNDE İKTİSADİ DEVLET

TEŞEKKÜLLERİ (440 SAYILI KANUN) ........................................ 222

ŞEKİL 4: DEVLET TEŞKİLATI İÇİNDE KAMU İKTİSADİ

TEŞEBBÜSLERİ (233 SAYILI KANUN) ......................................... 277

TABLO 1: DIŞ TİCARET AÇIKLARI (MİLYON LİRA) .................................... 93

Page 17: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

GİRİŞ

Planlama kavramı, çok şey anlatan ancak hiçbir şeyi açıklama gücü olmayan bir

kavram, bugün. Birçok disiplin tarafından çekiştirilmiş (şehir ve bölge planlama,

siyaset bilimi, kamu yönetimi, ekonomi), yüzlerce yıla uzanan birçok deneyimi

içinde barındırmaktan deforme olmuş bir hali var. Durumu daha da

karmaşıklaştırmamak adına, ilk yapılması gereken inceleme nesnemiz olarak

planlamayı tariflemek olmalı.

Tez çalışmasında planlama, toplumsal ve ekonomik alanın yönetiminin (kamu

yönetimi) uzun vadeli bütüncül (yatay ve dikey olarak) bir yaklaşımla ele alınarak

belirlendiği süreç olarak ele alınmıştır. Çalışmanın inceleme nesnesi, devletin

toplumsal ve ekonomik alanı yönlendirme işlevinin oluşturulması sürecidir. Bu

süreçte, öğrencisi olduğum yönetim biliminin çalışma alanı, planlamanın siyasal

sürecini ve yönetsel kuruluşunu odağına oturtmaktadır. Farklı disiplinlerin çalışma

alanına giren kentsel planlama, iktisadi planlama tez çalışmasının çevrelediği alanın

dışında kalmaktadır. Bunun dışında, planlama sürecinde seçilen hedeflerin, amaç ve

araçların içeriğinin çözümlenmesi de ayrı uzmanlık alanlarının (iktisat, sosyal

politika, maliye) işidir. Ayrıca, ortaya çıkarılan plan metinlerinin hukuki incelemesi,

uygulamaya konulması süreci, toplumsal ve ekonomik alana etkileri, vb. de tezin

kapsamı dışında kalmaktadır.

Planlama kavramının “toplumsal ve ekonomik alanın yönetimi süreci” (yukarıda

çizdiğimiz, “uzun vadeli bütüncül yaklaşım” kısıtı her zaman akılda tutulmalı) olarak

daraltılması ile karmaşanın önemli bir bölümünden uzaklaşılmış sayılabilir ve

disipliner tartışmalara giden yola girilebilir.

Tez çalışması, “Türkiye’de toplumsal ve ekonomik alanı kim planlar?” sorusu ile

başlamıştır.1 Bu temel soru, hangi aktörlerin hangi mekanizmalarla, hangi amaçlar

için, hangi kurumlarla sorularına açılarak “toplumsal ve ekonomik alanın

yönetiminin planlanması” sorunsalına (sarmalına) dönüşmüştür.

1 Bu sorunun ilham kaynağı, Robert Dahl’ın Who Governs? (1961) başlıklı çalışmasıdır.

Page 18: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

2

Sorunsal çerçevesinde alanyazın tarandığında, planlama çalışmalarının iki ana

koldan ilerlediği görülmüştür. İlki, Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin

(SSCB) 1920’lerde başlayan planlama deneyimini “Marksist yöntem”le inceleyen

araştırmalardır. Bunların başında Pravda, Kommunist gibi SSCB kaynaklı ya da

Soviet Studies gibi Batı kaynaklı süreli yayınlar çevresinde toplanan ve özellikle

Bettleheim, Ellman, Lange, vb. yazarlar gelir. İkinci kolda ise kapitalist sistemlerde

planlamayı inceleyen “liberal siyaset kuramcıları”nın araştırmaları yer alır. Hayek,

Mises, Friedman bu alanda başı çekmektedir.

Bu doğrultuda, Türkiye gibi kapitalist bir ülkede planlama sürecini araştırmak

üzere yol çıkan tez çalışması, ilk aşamada liberal siyaset kuramının olgunlaşmış

kavramları, soruları ve diğer epistemolojik araçlarının istilasına uğramıştır. Liberal

siyaset kuramına göre toplumsal ve ekonomik alanın kurucusu piyasa kendiliğinden

bir işleyiş içerisindedir, siyasal alan ise planlanan bilinçli kararların merkezi olarak

piyasaya müdahale etmektedir. Bu bağlamda, planlama süreci, devlet adamları

tarafından, devlet gibi toplumdan (piyasadan olarak anlaşılmalı) yalıtılmış, ayrılmış

ve toplumdan bağışık bir süreç içerisinde kendinden menkul bir takım değerler

çerçevesinde toplumsal ve ekonomik alanın kaderinin belirlenmesine dönüşür. Diğer

bir deyişle kapitalizmde planlama, “pazarın gayrişahsi ve anonim mekanizması”

karşısında “bütün içtimai kuvvetleri, düşünerek kararlaştırılmış belli gayelere doğru

kollektif ve ‘şuurlu’” akılla yönlendirmedir (Hayek, 2004:26). İçtimai kuvvetleri

düşünerek karar alan kollektif akıl, bürokrasidir (Mises, 2000).

Liberal siyaset kuramında siyasal alan (devlet ile geçişli olarak kullanılmakta),

ekonomik alandan (toplumdan) ayrı ve bağımsız bir gerçeklik olarak ele

alınmaktadır. 2

Bu yaklaşım çerçevesinde devlet gibi planlama süreci de, toplumsal

üretim ilişkilerinden ve sınıfsal çatışmadan (toplumdan) bağışık bir alan olarak

kurulmaktadır. Söz konusu araçlarla, toplumsal ve ekonomik alanın yönetiminin

planlama süreci planlama örgütünün hesaplama işlerine sıkışır, toplumsal ve

ekonomik alanın geleceğinin nasıl ve ne yönde yön-lendirileceği(edimi)nin bilgisini

saklayan plan metinleri teknik ve dayatmacı bir karakter kazanır.

2 Liberal ideolojinin ekonomik alan – siyasal alan ayrılığına ilişkin kapsamlı bir çalışma için bkz:

Akbulut, 2005.

Page 19: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

3

İlk aşamada alanyazın taramasının tamamlanması ve Türkiye deneyiminin

incelenmesine geçilmesi ile tüm kuramsal temeli yerinden oynatacak bir süreç

başlamıştır. Diğer bir deyişle, kuram somutla sınandığında ne toplumsal ve

ekonomik alanı yönlendirecek hedeflerin bir yerlerde hazırlanarak planlama sürecine

a priori değerler olarak girmediği, ne de amaç ve araçların belirlenmesinin teknik

hesaplamalarla sınırlı, kapalı kapılar ardında planlama örgütünce hazırlanan

(olgusal) süreçler olmadığı açıklıkla görülmüştür. Bu aşama, tezin gerçek başlangıcı

sayılabilir.

Tez çalışmasında, liberal siyaset kuramının somut karşısındaki sınırları görülerek;

Türkiye deneyimini açıklayacak araçları sunacak planlamaya dair yeni bir yöntemsel

bakış açısı (ve kavram seti) geliştirmek suretiyle alanyazına katkı sağlamak tercih

edilmiştir. Bu doğrultuda, tez çalışması planlamanın iktisat, siyaset bilimi ve yönetim

bilimi disiplinlerince çevrelenen alanyazını ve bu alanyazına egemen olan anaakım

(mainstream)3 algılarla hesaplaşmayla başlar.

Öncelikle, liberal siyaset kuramının egemenliğindeki “kapitalizmde planlama”

alanyazınının çözümlemesi yapılmıştır. Çözümleme sonucunda, liberal siyaset

kuramının dayandığı ekonomi–siyaset ikiliğinin, 20. Yüzyılda planlama ve piyasa

kavramları üzerinden yeniden üretildiği (Hayek, 1935; Hayek, 2004; Mises, 2000)

görülmüştür. Planlama – piyasa ikiliğinin başlıca önermeleri arasında planlama ile

piyasanın özsel bir çatışma içerisinde olduğu, planlamanın devletin piyasa karşısında

aldığı önlemler bütünü olarak piyasa dışında yapay bir alan olduğu, söz konusu

yapay alanın teknik bir takım hesaplamalardan oluştuğu sayılabilir. Liberal siyaset

kuramının önermeleri doğrultusunda, planlama evrensel bir takım özellikler

kazanmakta ve teknik bir sürece indirgenmektedir. Bu noktada, liberal siyaset

kuramının gerçekliği açıklamadaki yetersizlikleri ve sınırlılıkları ortaya çıkmaktadır,

çünkü evrensellik iddiasının aksine, planlama yönetim sürecine ilk kez 1920’lerde

SSCB’de girmiştir. Diğer taraftan, tekniklik iddiasının aksine, planlama olgu ve

değeri birarada barındıran bir işlevdir; farklı tarihsel uğraklarda farklı toplumlarda

özgün biçimler almıştır.

3 İngilizcede mainstream sözcüğünün karşılığı olan ana akım çoğunluk tarafından paylaşılan ve

normal karşılanan fikir, davranış ya da eylemlerdir (Oxford Dictionaries Online).

Page 20: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

4

İkinci olarak, tez çalışmasında geliştirilen planlamanın yeni bir yöntemsel bakış

açısı ve kavram seti ile ele alınmasını sağlayacak araçlar geliştirilmiştir. Tez

çalışmasının amacı, alanyazına egemen olan liberal siyaset kuramınca

evrenselleştirilen ve teknikleştirilen planlama sürecini ve örgütünü, ait oldukları

doğuş ve gelişme nedensellikleri takip edilerek tarihsel ve toplumsal konumuna

oturtmaktır. Ancak bu şekilde, liberal siyaset kuramına içsel planlamanın piyasadan

ayrılığı savının biçimselliği-kurumsallığı aşılabilir. Bu bağlamda, tez çalışması

kapitalizmde planlama olgusunu tarihsel maddeci bir bakış açısı ve siyasal iktisadi

çözümleme ile ele alarak yeni kuramsal çerçeve ve kavram seti geliştirmiştir.

Tarihsel maddeci bakış açısı çerçevesinde, planlama süreci devlet yönetiminin bir

unsuru olarak, üstyapısal bir öge olarak ele alınır. Bu bağlamda, planlama sürecinin

doğuş ve hareket yasalarını üretim tarzı temelinde açıklamak gereklidir. Ne var ki,

altyapı (üretim tarzı) ile üstyapı (siyasi) arasındaki ilişki basit ve tek yönlü bir ilişki

değildir. Tez çalışmasında inceleme nesnesi olarak alınan planlama süreci, devleti

“toplumsal üretim ilişkilerinin tarihsel biçimi” olarak gören ilişkisel devlet kuramının

kavramsal araçları kullanılarak çözümlenmiştir. Bu bağlamda, devlet kendinden

menkul değerlere sahip bir yapı olarak görülmediği gibi, egemen sınıfların aracı

konumuna da indirgenmemiştir. Devletin altyapı ile kurduğu yapısal ilişkiler göz ardı

edilmemeli fakat aynı zamanda toplumsal üretim ilişkilerinin yansıması siyasal alana

hak ettiği rol biçilmelidir. İlişkisel devlet kuramıyla, planlamanın bir yönetsel süreç

olarak kapitalist gelişme sürecinde doğuşu ve aldığı biçimler üretim tarzının

belirleyiciliğinde ancak toplumsal üretim ilişkileri ve toplumsal üretim ilişkilerinin

çatışmalı doğası içerisinde incelenmiştir.

İnceleme nesnesinin yukarıda tanımlanan yöntemsel tercihle çözümlenmesi,

indirgemeci bir tarzla, planlamanın üretim tarzı temelinde biçimlenen bir yönetsel

süreç olarak kapitalist ve sosyalist ekonomik sistemlerde özsel olarak farklılaştığını

gösterir. Diğer bir deyişle, liberal siyaset kuramınca iddia edilen özsel farklılık

piyasa ile planlama arasında değil; kapitalist ve sosyalist sistemlerde niteliksel olarak

değişen planlama arasındadır. Bu nedenle, liberal siyaset kuramının kavramsal

araçlarından kurtularak, çalışmayı disipline edecek yeni kavram kategorilerine

gereksinim duyulmuştur. Bu doğrultuda, özsel farklılık, planlamanın işlevi üzerinden

soyutlanarak iki kategori kurulmuştur: sosyalist sistemde kurucu bir işlev olarak

Page 21: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

5

planlama sistemi ve kapitalizmde düzenleyici bir işlev olarak planlama politikası.

Yönetsel bir biçim olarak planlama, SSCB’de 1920’lerde geri kapitalist bir ülkede

sosyalizmden kapitalizme geçişi sağlayacak bir ekonomik sistem olarak kurulmuştur.

Sosyalist üretim ilişkileri bağlamında, planlama sosyalist sistemi (üretimin maddi

koşulları ile toplumsal üretim ilişkilerini) kurucu bir işlev üstlenmiştir. Kapitalist

sistemlerde ise toplumsal ve ekonomik alanın kuruluşu piyasa temelinde

gerçekleşirken, yönlendirilmesi edimi (yönetimi) devletin (siyasal iktidarın)

görevidir. Kapitalizmde planlama, düzenleyici bir işlevdir. Bu düzenleyici işlev,

tepeden inme bir yönetsel biçim olmanın aksine kapitalizmin (piyasanın) belli bir

aşamasının ürünü olarak doğmuş ve kapitalist gelişme ve tarihsel-toplumsal ilişkiler

içerisinde biçimlenmiştir.

Yukarıda kurulan kavram kategorileri çerçevesinde, tez çalışmasında Türkiye

deneyimine altlık oluşturmak üzere planlama politikasının doğuş ve hareket

yasalarına erişilmeye çalışılmıştır. Tarihsel maddeci bakış açısı ile planlamanın

kapitalizm için de evrensel ve teknik bir süreç olmadığı hatırlatılmalıdır.

Kapitalizmde planlama, kapitalist gelişme sürecinin tarihsel bir aşamasının özgün

yönetsel biçimi olarak doğmasına ve yönetsel olarak kurulmasına karşın durağan bir

yapı değildir. Kapitalist gelişme sürecinde birikim rejiminin yapısal dürtüleri

çerçevesinde ve fakat toplumsal üretim ilişkileriyle yeniden üretilmektedir.

Kapitalizmde planlama, kapitalist gelişme sürecinde tekelci kapitalizm

aşamasında devletçiliğin yönetsel biçimi olarak doğmuştur. Bu bağlamda planlama,

“kapitalist üretimi düzenleyen mekanizmayı ortadan kaldırmamakta, dolayısıyla

iktisadî kalkınmayı ve gelişmeyi büyük ölçüde piyasadaki dalgalanmaların etkisi

altında bırakmaktadır” (vurgu bana ait, Çelebican 1974:591). Dahası, piyasanın söz

konusu toplumsal üretim ilişkilerinde kapitalist sistemin bireysel mülkiyet ilişkileri

devam etmektedir. Kapitalizmde planlamanın doğuş nedenselliklerini taşıyan

planlama, klasik planlama yaklaşımı olarak adlandırılmıştır. Bu doğrultuda, ana akım

tanıma karşılık kapitalizmde klasik planlama yaklaşımı piyasaya karşın değil,

piyasanın gelişme sürecinin doğal bir sonucu olarak doğmuştur. Tarihsel maddeci

bakış açısıyla planlamayı, “kapitalist gelişme sürecinde tekelci kapitalizme özgü

devletçiliğin yönetim biçimi” olarak tanımlamak doğru olur. 1930’larda kurulan

klasik planlama yaklaşımı, 1950’lerde tekelci kapitalizmin emperyalist ilişkilerinin

Page 22: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

6

yoğunlaşması ile birlikte iki farklı biçime bürünmüştür: emperyalist ülkelerin politika

planlaması ve azgelişmiş ülkelere özgü kalkınma planlaması.

1930’larda kurulan klasik planlama yaklaşımının kırılma noktası ise 1980’lere

rastlar. 1980 sonrasında küreselleşme ve finansallaşma dinamikleri ile yeniden

üretilen birikim rejiminde yönetsel süreç de yeniden şekillenmiştir. 1980 sonrası

yönetsel süreçteki planlama, 1930’lardaki doğuş nedenselliklerinden uzaklaşmıştır.

Bu dönem, toplumsal-ekonomik yapının tamamen biçim değiştirdiği bir evredir.

Keynesyen Devletin doğrudan yatırımcı ve üretici etkinliklere girdiği devletçi

dönemden, Düzenleyici Devlet’in üretici etkinlikten çekilerek yasama faaliyetlerine

odaklandığı monetarist döneme geçilmiştir. Bu temelde, klasik planlama yaklaşımı

devletçilikle birlikte tasfiye edilmiş, rekabetçi piyasanın düzenleyici devleti

temelinde yönetim biçimi yeniden üretilmiştir. Düzenleyici devletin, kural koyma

kapasitesine dayanan yeni-planlama yaklaşımı, politika planlaması olarak yeni biçim

altında yeniden doğmuştur. Politika planlaması, stratejik planlama adı ile eskiden

koparak kurulmuştur.

Kurulan kavramsal-kuramsal çerçevenin araçları, Türkiye somut olayını

çözümlemek üzere kullanılmıştır. Çözümlemenin sonuçlarına geçmeden evvel,

Türkiye deneyiminin planlama sürecine evrensel ve teknik bir karakter atfetmenin

mümkün olmadığını gösterdiği not edilmelidir. Aksine, Türkiye deneyimi planlama

sürecinin çatışmalı siyasal bir süreç olduğunu vurgulamış, bu sürecin zeminini

planlama örgütünün oluşturduğunu göstermiştir.

Türkiye’de planlama incelemesinin kurgusu, alanyazında takip edilegelen beş

yıllık plan dönemleri, hukuki düzenleme dönemlerine göre yapılan dönemlendirme

yerine planlama süreçlerinde yaşanan toplumsal çatışma dönemlerine göre

örülmüştür. Türkiye’de beş temel tarihsel uğrak, klasik planlama yaklaşımının

kuruluş, dönüşüm ve kopuş dönemlerini temsil etmek üzere saptanmıştır. 1930’larda

(1932-1934) klasik planlama yaklaşımı, sektörel (ilkel) planlama olarak kurulmuş,

bu yaklaşımın son kalıntıları İkinci Dünya Savaşı sonrası dönemde (1945-1947)

askıya alınmıştır. 1960’larda ise klasik planlama yaklaşımı (ulusal) kalkınma

plancılığı olarak yeniden üretilmiş, 1978-1980 döneminde tasfiye edilene kadar

uygulamada kalmıştır. 1978-1980 dönemi, klasik planlama yaklaşımının tasfiyesinin

Page 23: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

7

başlangıcıdır. 1980 yılı ve sonraki dönem, tasfiye süreci ile birlikte yeni bir planlama

yaklaşımı olarak stratejik planlamanın da doğuşu dönemidir.

Söz konusu tarihsel uğraklarda, Türkiye’nin siyasal - ekonomik anlamda derin

çatışmaların görülmesi tesadüf değildir. Aksine, planlama yaklaşımının dönüm

noktaları, siyasal - ekonomik kriz dönemlerini işaret etmektedir. Söz konusu kriz

dönemlerinde, planlama süreci siyasal çatışmalarla şekillenmiştir. İncelemede,

çatışmalar tarihsel perspektifte ve toplumsal dayanakları ile aktarılmıştır.

Türkiye’de planlı yönetimin doğuşu, 1930’larda, gelişmiş ülkelerle aynı zaman

diliminde fakat gelişmiş ülkelerin aksine tekelci karakter kazanmamış bir

ekonomide, kapitalist gelişmenin devletçi aşamasının ürünü olarak doğmuştur.

Devletçiliğin yönetim biçimi olarak planlamanın doğuş sürecinde çatışma, ekonomi

politikasının merkezi olan İktisat Vekaleti’nde gerçekleşmiştir. 1932-1934 yılları

arasında İktisat Vekaleti’nin Mustafa Şeref Özkan’dan Celal Bayar’a devriyle

sonuçlanan çatışma, Birinci Beş Yıllık Sanayi Planının (BBYSP) niteliğini

şekillendirmiş ve Celal Bayar tipi devletçiliğin örgütü olarak Sümerbank ve devlet

işletmeciliği özgün bir model olarak hayata geçmiştir.

1930’ların devletçiliği ve planlaması, uluslararası üretim sürecindeki konuma

başkaldırma, bağımsızlığın elde edilmesi temelinde kurulmuştur. İkinci Dünya

Savaşı sonrasında ise uluslararası üretim süreciyle azgelişmişlik temelinde

bütünleşmenin yönetim biçimi olarak klasik planlama yaklaşımı yeniden üretilmiştir.

1945-1947’de yaşanan siyasal çatışmalar sonucunda, 1930’ların mirası Savaş Sonrası

Kalkınma Plan ve Programı’ndan (İvedili Sanayi Planı) 1960’lara açılacak Türkiye

İktisadi Kalkınma Planı’na (Vaner Planı) geçilmiştir.

1960’larda ise uluslararası sermaye ile işbirliğinde yerli sanayi sermayesinin

tekelleşme sürecinde, klasik planlama yaklaşımının kalkınma planlaması biçiminde

kurumsallaşmasına şahit olunmuştur. Artık planlamanın bir örgütü, içsel bağıntılara

sahip bir kurgusu vardır. Bu dönem itibariyle çatışma Devlet Planlama Teşkilatı

(DPT) ve Yüksek Planlama Kurulu (YPK) üzerinden yaşanacaktır. 1960 öncesinde

başlayan ancak 27 Mayıs sonrasında kurulan DPT’de Birinci Plancıların istifası ve

Plan Taslağı’nda yapılan değişikliklerle planlama politikası ve yönetimi

kurumsallaşacaktır.

Page 24: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

8

Bir sonraki siyasal çatışma, toplumsal ve ekonomik yapıda köklü bir dönüşümün

izlerini taşımaktadır. 1978’de Dördüncü Beş Yıllık Kalkınma Planı (DBYKP)

üzerine yaşanan çatışma yeni bir dönemin habercisidir. Devletle birlikte, yönetsel

süreç ve planlama da yeniden yapılanma sürecine girmiş, 1990’larda çabaların

yoğunlaşması ile yeni yapıya dair işaretler belirginleşmiştir. Yeni yapı, finans

sermayenin politika planlaması olarak yeni bir yönetsel biçime evrilme çabasıdır. Bu

çaba 2000’li yıllara kadar devam etmiş, 2000’li yıllarda kuruluş çabaları 2011 yılında

Kalkınma Bakanlığı’nın kurulması ile somutlaşmıştır.

***

Tez çalışması, tarihsel – toplumsal çözümlemeyle “kapitalizmde planlama”yı

açıklama ve bu bağlamda bir yönetsel süreç olarak planlamanın doğuş ve gelişme

yasalarına erişme çabası olarak görülebilir. Çalışmada, kapitalizmde planlamaya dair

alanyazında egemenliğini ilan eden liberal siyaset kuramının sınırlılıklarını ortaya

koyulur ve tarihsel – toplumsal çözümleme temelinde yeni bir kuramsal çerçeve ve

kavram seti oluşturulmaya çalışılır. Tez çalışması, giriştiği çaba itibariyle alanyazına

katkı sağlamayı amaçlar.

Çalışma kapsamında örnek olay olarak Türkiye planlama deneyimi, yukarıda

betimlenen kuramsal çerçeve ve kavram setlerinin teorik birer araç olarak

sunulmaktan öte somuta uygulanabilirliğini göstermeyi amaçlar. Bu kapsamda,

Türkiye planlama deneyimi tarihsel özgünlüğü ve toplumsal çatışması içerisinde

aktarılmıştır. Türkiye deneyimiyle, bir taraftan kuramsal çerçeve ve kavram setleri

sınanırken, bir taraftan da Türkiye’de planlamanın doğuş ve gelişme eğilimlerinin

özgünlüğü ortaya koyulmaktadır.

Page 25: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

9

BİRİNCİ BÖLÜM

PLANLAMA ÜZERİNE

KURAMSAL VE KAVRAMSAL ÇERÇEVE ÖNERİSİ4

Planlama, yönetsel sürecin ilk ve en önemli işlevi olarak yönetim bilimi disiplini

için temel bir kavram(olmalı)dır. Saf yönetsel değil, “toplumsal ve ekonomik alanın

yönetiminin belirlenmesi süreci” olarak siyaset-yönetim alanlarını kesen ve siyaset-

yönetim bilimi disiplinlerinin nesnelerini barındıran bir çalışma alanıdır. Oysa ne

siyaset bilimi ne yönetim bilimi disiplininde planlamanın inceleme nesnesi olarak ele

alındığı araştırmaların derinlik kazandığı söylenemez.5

Özellikle 1980 sonrası

dönemde, planlamanın bilimsel incelemesi uğraşı / çabası gündemden düşmüş ve

günümüzde ilgili inceleme - araştırma eserleri raflardan kaldırılmıştır -kelimenin

sözlük anlamı ile-.6

Buna karşın, yönetsel bir süreç olarak planlama çözülmemiş ve güncel bir takım

soru ve sorunlar barındırmaktadır. Çalışmaların derinlik kazanmaması, sorulardan

çok kabullerle hareket eden liberal siyaset kuramının bu alanda da egemenliğini ilan

edebilmesinin nedenidir. Liberal siyaset kuramının egemenliğinde, planlamanın (1)

piyasanın biçimsel - kurumsal karşıtı (bilinç ve kendiliğindenlik karşıtlığı) ve (2)

devletin ortak çıkarlara yönelik toplumu yönlendirme sürecinin teknik aracı (siyaset -

yönetim ayrılığı / olgu - değer ayrılığı) olarak görülmesi yaygınlaşır.

4 Bu Bölüm’de aktarılacak “Kuramsal ve Kavramsal Çerçeve ve Kavram Kategorileri” çalışmanın

ham metni, tez çalışmasının devam ettiği süreçte “Yeni Bir Kavram Kategorisi Önerisi: Planlama

Sistemi ve Planlama Politikası” başlığı ile “Planlamanın Dili” temalı 8 Kasım Dünya Şehircilik

Günü Kolokyumu’nda (Kayseri Erciyes Üniversitesi, 8-10 Kasım 2010) sunulmuştur.

5 Yönetim bilimi disiplini içerisinde planlamanın kapsamlı olarak incelendiği çalışmaların sayısı bir

elin parmaklarını geçmez. Seriye Sezen’in 1999 tarihli “Devletçilikten Özelleştirmeye Türkiye’de

Planlama” başlıklı çalışması alanyazında temel kaynak haline gelmiştir. Çok yakın tarihli bir

çalışma ise Barış Övgün tarafından kaleme alınmıştır: Barış Övgün, 2010.

6 Tez çalışması sürecinde, kaynakçayı oluşturan kütüphaneden talep edilen kaynakların çoğunluğunun

arşivden çıkması bunun bir göstergesi sayılmalıdır. Kütüphaneden aldığım bilgiye göre, kullanımı

sıfıra yakın olan kitaplar kütüphanede yaşanan yer sıkıntısı nedeniyle arşive indirilmekteydi.

Page 26: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

10

Liberal siyaset kuramının algısı, ancak tarihsel – toplumsal çözümleme ve bu

yöntemin araçlarıyla sınararak kırılabilir ve aşılabilir. Türkiye örnek olayı üzerinden

planlama çözümlemesi, ikinci bölümde aktarılacaktır; ancak çözümlemenin

kavramsal ve kuramsal çerçevesi bu bölümün konusudur.

Kavramsal ve kuramsal çerçeve, inceleme nesnesinin okuyucuyla paylaşılması ve

tanımlanması ile başlayacaktır (I. İnceleme Nesnesi). İnceleme nesnemizin olgusal

olarak ortaya çıktığı sosyalist sistem, planlamanın tarihsel kökeni ve işlevini

açıklamak üzere incelenecektir (II. Sosyalizmde Planlama). Ardından, 20. Yüzyılda

liberal siyaset kuramlarınca planlama – piyasa bağlamında yeniden üretilen ekonomi

– siyaset alanlarının ikiliği tartışılacaktır (III. Planlama Piyasa Ayrılığı). Bu ayrılığı

aşmak üzere yöntemsel tercih olarak tarihsel maddeci bakış açısı, siyasal iktisadi

çözümleme ile ilişkisel devlet kuramının sunduğu araçlara değinilecektir (IV.

Tarihsel Maddecilik, Siyasal İktisat ve Marksist Devlet Kuramları). Planlama ve

piyasaya dair liberal siyaset kuramında biçimsel – kurumsal ayrılığın, tarihsel –

toplumsal çözümlemesi “Kapitalizmde Planlama” başlıklı bölümde (V) ele alınmış,

başlık sonunda kapitalizmde planlama tanımlanmaya çalışılmıştır.

Sosyalizmde ve kapitalizmde planlamanın çözümlenmesi, iki farklı gerçekliği

ortaya çıkarmıştır. Bu gerçekliğin liberal siyaset kuramının karşısına çıkarılmak

üzere kavramlara yansıtılması bir gerekliliktir. Bu doğrultuda, tez çalışması

kapsamında kavram kategorileri kurulmuştur. Gerekliliği ve gerekçeleri ile kavram

kategorileri önerisinin sunulması (VI). başlığın içeriğini oluşturmuştur. Yukarıda ele

alınan, liberal siyaset kuramının planlama ve piyasa ayrılığına dair tarihsel maddeci

çözümlemenin değerlendirmesi ile değerlendirme sonucunda erişilen kavramsal ve

kuramsal çerçeve sunularak Birinci Bölüm tamamlanacaktır.

I. İNCELEME NESNESİ: YÖNETSEL BİR SÜREÇ OLARAK

PLANLAMA

Türkiye’de planlama üzerine yapılan araştırma - incelemelerin, alana katkı

sağlayıcı özelliğini zedeleyen en önemli eksikliği, inceleme nesnelerini

Page 27: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

11

tanımlamaktan uzak durmalarıdır.7

Bu nedenle, öncelikle inceleme nesnesinin

tanımlanmasına çalışılacaktır.

Tezin inceleme nesnesi, “devletin toplumsal ve ekonomik alanı yönetme

sürecinin bir işlevi” olarak planlamadır. Bu işlev, “toplumsal ve ekonomik alanın

yönetiminin bütüncül (yatay ve dikey olarak) bir yaklaşımla uzun vadede ele alınarak

hedef, amaç ve araçlarının belirlenmesi süreci”ni işaret etmektedir. Tez çalışması

kapsamında inceleme nesnesi, planlama denilince akla gelen tüm olasılıklardan üç

kısıt ile ayrılmaktadır: (1) planlamanın oluştuğu düzlem olarak siyasal düzlemin

seçilmesi, (2) siyasal alanın bütüncül, uzun vadeli yönlendirici etkinliğini ve bu

etkinliğin planlanmasını konu edinmesi ve (3) planlama sürecinin kendisini

çözümlemesi.

Öncelikle, planlama devletin (siyasal iktidarın) toplumsal ve ekonomik alanı

yönetimi düzleminde incelenmektedir. Bu bağlamda, üretim planlaması, bölgesel

planlama, şirket planlaması, günlük planlama gibi düzlemler değil ulusal siyasal

düzlemde planlama tezin konusunu oluşturmaktadır. Devletin toplumu ve ekonomiyi

yönlendirici etkinliğinin planlanması olarak merkezi planlama çözümlenmektedir.

Ancak, siyasal alan statik belirleyen bir yapı olarak değil, toplumsal üretim

ilişkilerinin tarihsel bir biçimi olarak ele alınmaktadır. İlişkisel devlet kuramına

dayanan bu bakış açışı çerçevesinde, inceleme nesnesi olarak devletin planlama

etkinliği, siyasal çatışma ve siyasal çatışmanın yansıttığı toplumsal üretim ilişkileri

içerisinde ele alınmaktadır.

Siyasal alan, piyasanın kuruculuğunda kendiliğinden bir işleyiş içerisinde olduğu

varsayılan toplumsal ve ekonomik alanı bilinçli kararlar ile yönetmektedir. Yönetsel

etkinlik modern devletin evrensel bir özelliğidir. Peki, söz konusu yönetsel etkinliğin

planlanması evrensel midir?

ABD yönetim bilimince, yönetsel etkinliğin planlama ile başlaması gerektiği

evrensel olarak kabul edilmiştir. Yönetime dair bilgiyi tarihselliğinden kopararak ve

evrensel süreç ve ilkelere oturtarak bilimselleştirme çabasıyla bilinen ABD yönetim

bilimi, Bilimsel Yönetim (Scientific Management) kuramı ile planlamayı yönetsel

sürecin evrensel bir işlevi haline getirmiştir. ABD yönetim biliminin atalarından

7 Bu konudaki eksikliğin alanyazına nasıl yansıdığı Esra Kilim’in çalışmasından görülebilmektedir:

Kilim, 2011.

Page 28: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

12

Henri Fayol kamu yönetimcisinin bilimsel incelemeye konu olabilecek belli evrensel

işlevleri olduğunu iddia etmekte ve söz konusu temel işlevlerini şöyle sıralamaktadır:

planlama ve örgütleme, yönlendirme ve emir ve kontrol (Fayol, 1937:103). Fayol’un

Amerikan takipçisi Luther Gulick tarafından, yöneticinin işleri olarak sıralanan ve

POSDCORB (Planning, Organizing, Staffing, Directing, Co-ordinating, Reporting,

Budgeting) olarak formülleştirilen evrensel yönetsel işlevlerin ilk sırasına da

planlama yerleşmiştir (Gulick, 1937).

Buna karşın, devletin yönlendirici etkinliğinin planlanması tarihsel bir kavram ve

20. Yüzyıla özgü bir olgudur. 20. Yüzyıl olgusu, toplumsal ve ekonomik alanın

bütüncül (yatay ve dikey olarak) bir yaklaşımla uzun vadede ele alınarak nasıl

yönlendirileceğinin belirlenmesi süreci olarak kurumsallaşmıştır. Bu anlamda

yönetsel bir süreç olarak planlama, 1920’li yıllarda SSCB’de dünyaya geçmiş,

ardından farklı içerik ve biçimle 1930’larda ABD’de doğmuştur. Bu doğrultuda, tez

çalışması herhangi bir dönemde yönetsel bir süreç olarak planlamayı değil, 20.

Yüzyıl bütüncül merkezi planlama olgusunu ele almaktadır.

20. yüzyıl planlama olgusu coğrafi olarak giderek yaygınlık kazanmıştır. Tez

çalışmasında tüm planlama deneyimlerinin incelenmesi olanaklı olmadığından,

Türkiye deneyimine bağlanan ve kurucu özelliği ağır basan deneyimler ele alınmıştır.

Kuzey Amerika, Avrupa ve Rusya coğrafyaları temel alınmıştır. Bu nedenle,

çalışma, Uzakdoğu Asya ile Rusya dışındaki Orta Asya’ya, Güney Amerika,

Avustralya, Afrika coğrafyalarında yaşama geçen planlama deneyimlerinin bilgisini

içermemektedir.

Yönetsel süreç içerisinde planlamanın, statik bir işlev olarak görülmediği de

hatırlatılmalıdır. Yönetsel süreç içerisinde planlama da kendi içerisinde bir süreç

olarak incelemeye tabi tutulmuştur. Bu nedenle, planlama sürecinin çıktısı (belki bir

plan metni) ve bu çıktının sonucu, etkisi, değerlendirilmesi değil, sürecin kendisi

çözümlenmektedir.

Bu süreç odaklı bakış açısı, planlama etkinliğinin siyasal ve yönetsel ögelerini bir

arada görmeyi gerektirir. Bu doğrultuda, sosyal bilimlerde egemen olan pozitivist

araştırma yönteminin biçimci - kurumcu ayrımları pekiştiren bakış açısına karşılık;

tez çalışmasında ekonomi – siyaset – yönetim bütünlüğü içerisinde somutun

çözümlenmesine çalışılacaktır.

Page 29: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

13

II. SOSYALİZMDE PLANLAMA GERÇEKLİĞİ ve KAVRAMI:

SİSTEM OLARAK PLANLAMA

Kavramlar, nesnel gerçekliğin zihindeki yansımasıdır. Bu doğrultuda, inceleme

nesnemiz olarak tariflenen planlama kavramı da bir gerçekliğe işaret etmektedir. Bu

gerçeklik, köken itibariyle ilk kez toplumsal ve ekonomik alanın yönetiminin

bütüncül ve uzun vadede ele alınarak planlandığı SSCB’yi işaret etmektedir.

Planlama kavramı da tarihsel kökeni olarak SSCB’de planlama olgusunun “doğuş

nedenlerinin, varoluş yasalarının, içinde barındırdığı iç çelişkilerin[in] ve gelişme

eğilimlerinin ve o nesneye özgü belirleyici özelliklerin[in]” (Malinin 1979, 161)

belirleyiciliğinde gelişmiştir. Bu nedenle, öncelikle planlamanın sosyalizmde doğuş

nedenselliğinin incelenmesi gerekmektedir.

SSCB’de planlama, pratiğin doğurduğu üstyapısal bir işlevdir. Şöyle ki,

sosyalizmin kuramsal dayanağı “Karl Marx’ın düşünce sistematiğinde, tam

anlamında komünist toplum kurulduğu zaman devlet ortadan kalkacaktır” (Yenal

2010:512). Ne var ki, komünist topluma nasıl geçilecektir?

Lenin, Ekim Devrimi’nin dördüncü yıl kutlamasında (1921) yaptığı konuşmada,

komünist topluma geçiş için ekonominin yeniden örgütlenmesi sorunu üzerinde

durmaktadır (vurgular bana ait, V.I.Lenin’den akt. Yenal, 2010:513):

“Bizim son, fakat en önemli ve en güç işimiz, en az mesafe aldığımız alan iktisadi

gelişme, yani yıkılmış feodal bina ve yarı yıkılmış kapitalist bina üzerine yeni,

sosyalist bir yapının iktisadi temellerini atma alanlarında olmuştur. Bu çok önemli ve

çok güç icraatta en fazla tökezledik ve en çok hataları yaptık. ...Halkın önce siyasal,

sonra askeri coşkusunu uyandırmanın heyecanı ile, halkın coşkusuna dayanarak

iktisadi alanda da aynı başarıyı gösterebileceğimizi sandık. Küçük çiftçilerden oluşan

bir ülkede kamu mal üretiminin ve dağıtımının proleter devlet emirleri ile komünizme

uygun bir şekilde düzenlenebileceğini bekledik –daha doğrusu yeterli biçimde

incelemeden bunu var saydık. Olaylar yanıldığımızı gösteriyor. Öyle görünüyor ki,

komünizme geçmeyi hazırlamak – yıllarca sürecek bir çaba ile hazırlamak- için bir

dizi ara safhalar – devlet kapitalizmi ve sosyalizm gibi- gerekli imiş. Sadece coşkuya

dayanmayan, fakat büyük devrimin doğurduğu heveslerin yardımı ile ve kişisel çıkar,

kişisel teşvik ve işletme prensiplerine dayanarak, bu küçük-çiftçi ülkesinde, devlet

kapitalizmi yoluyla sosyalizm yolunu açmalıyız. Yoksa hiçbir zaman komünizme

Page 30: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

14

varamıyacağız, milyonlarca halkımızı komünizme kavuşturamayacağız.

Deneyimlerimizin, devrimin objektif gelişme sürecinin bize öğrettiği budur.”

Lenin’in üzerinde durduğu gibi, siyasal devrim ekonomik bir soru(n) ile karşı

karşıya kalmıştır. Proleter Devrim sonrasında piyasanın ortadan kaldırılması ile

komünizm kendiliğinden kurulamayacaktır.

Marksist klasik metinlere dönülürse, SSCB gibi küçük-çiftçiliğe dayanan

kapitalist bir tarım ülkesinde komünizme geçişin prospektüsünü içeren bir kurama

rastlanmaz. Ancak, piyasanın alternatifi ya da geçiş dönemi ekonomik sisteme dair

sınırlı kavramsallaştırmalardan birine Friedrich Engels’in 1884 tarihli Ailenin Özel

Mülkiyetin ve Devletin Kökeni’nde rastlanır. Engels, meta üretiminin ekonomik

yasaları gereğince “günümüzde de, ürün[ün], üreticiye egemen [olduğunu];

günümüzde toplam üretim[in], ortaklaşa hazırlanan bir plana göre değil, kendini, en

sonunda devirli ticari bunalımların, fırtınaları içinde doğal bir yıkım şiddetiyle kabul

ettiren yasalar tarafından düzenlen[diğini]” belirtir. Engels’in eleştirisi, ortaklaşa

hazırlanan bir plana vurgu niteliğindedir (vurgular bana ait, Engels, 2010:205).

Marksist yöntemin işaret ettiği gibi SSCB’de de “her toplumsal altyapı, kendi

kurumlarını ve üstyapısını biçimlendirecektir” (Yenal, 2010:513). Gerçekten,

planlama, sosyalizmden komünizme geçişi sağlayacak ekonomik yapının kurucusu

olarak bu dönemde ortaya çıkmıştır. Planlama ile kapitalist üretim ilişkileri

kaldırılacak ve sosyalist üretim ilişkileri kurulacak ve komünizme geçilecektir (Bor,

1965’den akt. Çelebican, 1974:595-596).

İnceleme nesnesi olarak aldığımız planlama, tarih sahnesine ilk olarak Rusya’da

çıkarken kuramdan yoksun olmasına rağmen, sosyalist sistem gibi planlamanın da,

uygulamaya dönük olarak içi, SSCB’de Bolşevikler tarafından doldurulmuştur. Bu

nedenle, planlama, Bolşevik Rusya ile özdeştir, çünkü sosyalist planlama olgusu,

Marksist komünist teorinin devrimden sonra SSCB’de Bolşevik yorumu olarak

doğmuştur (Sandle, 2006:63).

1917 Devrimi sonrasında, “1919 Parti Programı ekonomi için ‘genel bir devlet

planı’ talep etmiş, o günden sonra da ekonomik konularla ilgili tüm Sovyet ve parti

kararları düzenli olarak “tek ekonomik plan” çağrısında bulunmuşlardı[r]” (Carr,

2011:171). Bunun üzerine, NEP’in (Novoya Ekonomiçeskaya Politika / Yeni

Ekonomi Politikası) uygulanmaya konmasından hemen önce “Devlet Genel

Page 31: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

15

Planlama Komisyonu” (Gosplan) kurma kararı alınmıştır (Carr, 2011:171). Diğer

taraftan, sektörel bir plan yapmak üzere 1920 Şubat ayında Rusya’nın

elektrifikasyonu (Gaelro) çalışması başlamıştır. “1927 yılı boyunca parti görüşü hızla

sanayileşme ve planlama doğrultusunda değişim göster[miş]” (Carr, 2011:199), bu

değişim, 1929 yılı Mayısında Birinci Beş Yıllık Plan’ın kabul edilmesiyle

kurumsallaşmıştır (Carr, 2011:211).

Planlama, pratiğin doğurduğu üstyapısal bir kurumdur. Planlama, sosyalizmden

komünizme geçişi sağlayacaktır. Çünkü sosyalizmden kapitalizme geçiş, sosyalist

devletin başlıca işlevlerindendir ve bu geçiş kendiliğinden bir geçiş değildir; aksine

“devletin yönlendiriciliğini gerektiren hızlandırılmış bir sınai ve tarımsal bir

kalkınma”dır (Churchward, 1961:413). Bunu ve daha fazlasını yani komünist üretim

biçimini kuracak olan da planlamadır.

Planlama, sosyalizmin doğa – insan ilişkilerini kuran aracıdır. İnsanın doğa

üzerindeki savaşında en güçlü silahı, bilinçli iradesidir. Bilinçli iradesi ile doğaya

egemenlik sağlamaktadır. Bu iradi silah yani planlama ile sosyalist üretim ilişkileri

kurulacaktır. Amaç, “kapitalist üretim ilişkilerinin sona erdirilmesi ve ekonominin

sosyalist olmayan kesimlerinin denetim altına alınmasıdır” (vurgular bana ait,

Çelebican, 1974:594):

“Ulusal iktisadî plânlama, toplumun ihtiyaçlarını mümkün olduğu kadar iyi

karşılayabilmek amacıyla, sosyalizmin nesnel iktisadî kanunlarından bilinçli biçimde

yararlanma ilkesine dayanan ve ülke ekonomisi ile kültürünün gelişmesine yön veren

bir sistemdir. Ulusal iktisadî planlamanın iktisadî temeli, üretim araçları üzerindeki

kamusal mülkiyettir. Kapitalizmden komünizme geçiş döneminde ulusal iktisadî

planlama, sosyalist devletin iktisadî örgütlenme alanındaki fonksiyonlarının en

önemli görünümlerinden bir tanesidir. Ulusal iktisadî planlama, ülke ekonomisinin

kesintisiz ve yüksek hızla, sistemli olarak gelişmesini sağlar. Bu, sosyalizmin

kapitalizme oranla sahip olduğu en önemli ve temelli üstünlüklerden biridir… Ülke

ekonomisini plânlama, üretimde kargaşayı ortadan kaldırarak, iktisadî bunalımlara

son vererek, tam çalışmayı gerçekleştirip işsizliği yok ederek tüm toplumun

çıkarlarına uygun biçimde üretimi arttırmak demektir.”

Sosyalist sistemde planlama, piyasanın tasfiyesi sonrasında ekonominin çarkını

döndüren kolun kendisidir. Tekil birimlerde üretim merkezi direktiflerle

Page 32: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

16

yönlendirilmekte (Pokrovski, 1969:475), merkezi direktifler planlamayı

oluşturmaktadır. Bu nedenle, kapitalist üretim biçiminin kurucu unsuru olan

piyasanın, fiyat mekanizmasının yerine sosyalist sistemde planlama geçmektedir.

Kaynak tahsisi ve bölüşüm ilişkileri iradi etkinliklerle, planlama ile

yönlendirilmektedir.

Planlamanın sosyalizmde kuruculuğu uzun yıllar tartışma konusu olmuştur.

Piyasa kaldırılmış mıdır? Planlama kantitatif büyüklükleri belirleyebilmekte midir?

(Yenal, 2010:513).

1920’lerin sonlarında Ludwig von Mises fiyat mekanizmasının yerine merkezi bir

iradenin geçmesinin imkanı olmadığını iddia etmiştir (1935). Ardından H.D. Dickson

(1933) ile Oscar Lange (1936) sosyalizmde merkezi otoritenin, kuramsal olarak özel

mülkiyet olmadan da, fiyat, piyasa ve rekabet mekanizmalarının yerine

geçebileceğini savunarak, Mises’e karşı çıkmışlardır. Bunun üzerine, Friedrich

Hayek (1935), kuramsal olarak mümkün olsa dahi gerçek dünyada planlı ekonominin

mümkün olmadığını iddia etmiştir (Yenal, 2010). Lev Trotsky de 1932’de kaleme

aldığı makalesinde şunları söylemektedir (Trostky, 1933’den akt. Yenal, 2010:514):

“Eğer Laplace’ın bilimsel hayallerindeki kadar evrensel bir akıl olabilseydi –öyle bir

akıl ki doğanın ve toplumun bütün süreçlerini bir anda kaydedebilsin, bunların

değişmelerindeki dinamizmi ölçebilsin ve karşılıklı tepkilerinin sonuçlarını tahmin

edebilsin- böyle bir akıl, elbette, a priori olarak buğday ekim alanının dönümünden

başlayıp bir yeleğin son düğmesine kadar yanlışsız ve tamam bir iktisadi plan

çizebilirdi. Gerçekten, bürokrasi emrinde böyle bir aklın var olduğunu sanmaktadır.

Kendisini piyasanın ve Sovyet demokrasisinin denetimi dışında sayması bu

yüzdendir.”

Ele alınan eleştiriler, planlamanın bir sistem olarak fiyat mekanizmasının yerine

geçtiğini ve sosyalist topluma özgü bir mekanizma üzerine kurulduğunu göz ardı

etmektedir. Hatta planlamayı “merkezdeki örgüt tarafından toplum üzerine dikte

edilen dayatma aracı olarak” algılayan burjuva devlet ideolojisini temel almaktadır.

Oysa planlamanın, sosyalizmin kurucu işlevi olarak sistemleşmesi sosyalist

üretim ilişkilerine dayanmaktadır.

Sosyalist üretim tarzının temelinde toplumsal mülkiyet ilişkisi, mülkiyetin

toplumsallaştırılması yatmaktadır. Kaldı ki “gerçek bir ekonomik planlama için

Page 33: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

17

üretim araçlarının mülkiyetinin sosyalizasyonu gereklidir” (Bettelheim, 1967:vii).

Çünkü, “sosyalist ülkelerde uygulanan iktisadî plânlama tipi, …Devlet plânı ile tekil

teşebbüslerin üretim fonksiyonları arasında dolaysız bir ilişki kuran ve onları iktisadî

gelişmenin bütün gereklerini karşılayacak yolda yönelten, ulusal ekonomiyi idare

etme yöntemidir” (Pokrovski, 1969’dan akt. Çelebican, 1974:595). Bu nedenle,

SSCB’de planlamanın uygulanabilmesi, öncelikle “maddi üretim araçlarının

mülkiyeti[nin] tümüyle ya da büyük ölçüde topluma geç[mesi]” ile olanaklıdır,

“ancak maddi üretim araçları üzerinde toplum mülkiyetini kurarak plânlı, uyumlu ve

iktisadi kesimler arasında orantılı ilişkiler yaratan bir kalkınma gerçekleştirilebilir”

(Çelebican, 1974:596-597). Üretim araçlarının ortak mülkiyeti sayesinde,

ekonominin tümü, ya da temel bölümü devletin mülkiyetindedir, her birimin üretimi

plan çerçevesinde yönetilmektedir (Pokrovski, 1969:475-476). “Sosyalist plânlama,

ulusal ekonominin tümünü kapsar ve Devlet plânı ile bir yandan kesimsel ve bölgesel

plânlar, öte yandan ülkedeki bütün kamusal teşebbüslerin mikro plânları arasında

organik bir bağıntı kurar” (Avsénev’den akt. Çelebican, 1974:591-592).

Sosyalist planlamanın hedefi, ‘ülke ekonomisinin gelişmesi için gerekli oranları’

oluşturmak, halkın yaşama düzeyini yükseltmek üzere üretimde en yüksek etkinliği

sağlamaktır” (Çelebican, 1974:593). En yüksek etkinlik sağlanırken ise dengeli bir

büyüme gözetilmektedir (Koldomasov, 1966’dan akt. Çelebican, 1974:595):

“Ulusal ekonominin gelişmesini plânlamanın özü, her şeyden önce, genişleyen

sosyalist üretimi bütün yönleriyle dengeleme, halkın yaşama düzeyinde sürekli bir

artışla birlikte olmak üzere, ekonominin uyumlu gelişimini yüksek oranlarda ve

üretimi gittikçe artacak biçimde sağlamadır.”

Görüldüğü gibi, sosyalist planlamada, ekonominin tüm sektörleri, birimleri

arasındaki ilişki gözetilerek dengeli bir büyüme hedeflenir (Pokrovski, 1969:476).

Söz konusu dengeli büyüme SSCB’de planlı orantılı kalkınma (planned proportional

development) kavramı altında, planlamanın temelini oluşturmaktadır (Tretyakova,

vd. 1976). Bu orantısallık, sektörler arasındaki dengeye bağlıdır, SSCB’de TsSU

(Central Statistical Administration) tarafından geliştirilen matematiksel

hesaplamalarla sağlanmaktadır. Söz konusu hesaplama teknikleri, Wassily Leontief

tarafından input-output analizinin geliştirilmesinde kullanılmıştır; kapitalizmde

planlamanın makro hedeflerinin tespit edilmesinin ardından, “[s]ektör analizleri

Page 34: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

18

aşamasında hangi malların ne miktarlarda üretileceği, yani sektörel üretim

düzeylerinin ne olacağını saptamak ve buna göre yatırımların sektörel dağılımını

belirlemek” için input-output analizi kabul edilmiştir (Öney, 1980:98).

Büyüme ile ekonomideki yapısal değişim gerçekleştirilecektir. Bu değişim,

azgelişmiş ya da gelişmiş kapitalist üretim biçiminin sosyalist üretim biçimine

dönüştürülmesi ve aynı zamanda sosyalist üretim ilişkilerinin de komünizme

devredilmesini kapsar (Bor, 1965’den akt. Çelebican, 1974:595-596). Bu anlamda,

planlama sosyalist sistemi (üretimin maddi koşulları ile toplumsal üretim ilişkilerini)

kurucu bir işlev üstlenmiştir.

Kurucu bir işlev olarak planlama kanun geçerliliğine sahiptir. “Plânın emirlerine

uymama, meydana gelen zararı ödemekten ceza sorumluluğunun doğmasına kadar

uzayan sonuçlar ortaya çıkarabilmektedir.” (Hazar, 1969’dan akt. Çelebican,

1974:597). Planlar, kanun geçerliliği taşıdığı gibi, kanun değişikliği şeklinde

değişikliklere maruz kalabilmektedir. Gerektiği durumlarda, planlar

değiştirilebilmektedir.8

Bu nedenle, planlama, sosyalist yönetim uygulamasının kendisidir (Güler,

2010b). Hatta Sovyet Rusya’da “plânlamanın kapsamı, iktisadî faaliyetler alanını

aşmakta ve ulusal yaşamın tümünü kavramaktadır” (P. George, 1968’den akt.

Çelebican, 1974:600). Planlama kültürel ve sosyal hayatı da düzenlemektedir

(Çelebican, 1974:600).

Sosyalizmde planlamanın niteliği ve işlevi, yönetimini de belirlemektedir.

Planlama sistemi merkeziyetçi bir sistemdir. Bu iki anlama gelmektedir:

1) Planın temel amaçları ile uygulama araçları merkez tarafından belirlenir,

2) Hedef ve araçlar, her birim için emredici ve bağlayıcıdır (Pokrovski, 1969:478).

8 Örnekler için bkz: Çelebican, 1974:597.

Page 35: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

19

Ne var ki, söz konusu merkeziyetçilik, tek taraflı yönetsel bir süreç değildir.

Aksine demokratik merkeziyetçilik terimi ile ifade edilen yönetim sürecinde, yerel

birimlerin planların ayrıntılarını oluşturmada ve Merkez’i etkilemede doğrudan

yetkileri vardır. Yerel birimlerden gelen girdiler çerçevesinde plan merkezde

oluşturulmaktadır. Planlama süreci, sosyalist üretim sürecine dayanmaktadır (Bkz.

Şekil 1).

ŞE

KİL

1 S

SC

B'D

E P

LA

NL

AM

A Y

ÖN

ET

İMİ

Page 36: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

20

Planlama, Komünist Parti tarafından “Genel Direktif”in belirlenmesi ile

başlamaktadır. Genel Direktif çerçevesinde Bakanlar Kurulu “sınaî ve tarımsal artış

hızı, yeni yapılacak yatırımların hacmi, özel tüketim harcamaları gibi iktisadî

büyüklükleri kapsayan genel plân hedefleri”ni belirlemektedir. Bu hedefler, Merkezi

Planlama Örgütü’ne iletilmekte ve burada makro ile sektörel denge kurulmaktadır.

Bu denge üzerine kurulu plan, alt kademelere iletilerek, ayrıntılandırılmaktadır. Her

bir teşebbüs, “kendisine ulaşan üretim, işgücü, yatırım, hammadde gibi konulara

ilişkin hedefleri ve tahsisleri ele almakta ve kendi ayrıntılı plânını buna göre

hazırlamakta” ya da ilgili itirazlarını bir üst kuruma ileterek, planın değiştirilmesini

sağlamaktadır (Campbell, 1966’dan akt. Çelebican, 1974:599). Demokratik

merkeziyetçilik ilkesi üzerine kurulu bu sistemde, üretici birimlerin planın

oluşturulması, yürürlüğe girmesi ve denetlenmesi sürecini birebir belirlemesi

sağlanmaktadır. Bu nedenle, demokratik merkeziyetçilikte üretim etkinliğinin siyasal

düzlemde, ekonomiden kopuk yönetsel birimlerce hazırlanması söz konusu değildir.

Aksine, planlama yereli merkeze taşıyan bir mekanizma ile üretim sürecini ve

üretimin toplumsal ilişkilerini belirlemektedir. Bu mekanizma, yasal yaptırımlarla

koruma altına alınmaktadır.

Özetle, sosyalizmde planlamanın belirleyici özelliği, üretimin maddi ve toplumsal

ilişkilerini kurucu bir işlev üstlenmesi ve bir sistem meydana getirmesidir.

Bu sonuç, sosyalizme özgüdür, “piyasa sosyalizmi” ve “Liberman reformları

sonrası SSCB”yi yansıtmamaktadır. Şöyle ki, 1950 sonrasında başlayan Liberman

reformları çerçevesinde birçok piyasa ekonomisi ögesi sosyalist ekonomiye yayılarak

(Wilczynski, 1987:51) planlamanın varlığı sorgulanır hale gelmiştir. Özellikle 1965

yılı sonrasında yapılan yönetsel reformun ana öğesi operasyonel özerklik’dir

(operational autonomy) (Pokrovski, 1969:478). Operasyonel özerklik, demokratik

merkeziyetçilikten kopuşu getirmekte, merkeziyetçilik ile teşvik arasındaki dengenin,

teşvik lehine yeniden kurulmasını amaçlamaktadır. Önceden yalnızca maddi

özencelere dair bir anlam ifade eden kar, reform sonrası dönemde girişimcinin ana

teşviği haline gelmiştir (Wilczynski, 1987:66).

Reformcuların gerekçesinde, merkezin yalnızca genel hedefleri belirlemesi

[tüketim seviyesi, birikim seviyesi, gayri safi milli hasıla ve gelir (product and

income)], yerele ulusal gelirden daha büyük bir pay üzerinde söz hakkı tanınması

Page 37: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

21

gerektiği savunusu ön plana çıkmaktadır (Pokrovski, 1969:480). Bunun için

“ekonomik teşvik”lerin artırılması ve aynı zamanda finansal araçlar üzerindeki

merkezi kontrolün artırılmasına karar verilmiştir (Pokrovski, 1969:480). Yeniden

yapılanma yanlıları, planlamanın maliyetinin getirilerini aştığını iddia ederek,

planlamanın tasfiyesini savunmuşlardır (Wilczynski, 1987). Maliyet – fayda (getiri)

üzerinden bir sistemin kurucu ögesinin kaldırılıp kaldırılmamasının tartışılması akla

yatkın değildir. Çünkü tartışma planlama sistemi mi piyasa sistemi mi tartışmasına

açılmaktadır. Bu nedenle, planlama ile yapılan matematiksel çözümlemelerin,

piyasanın getirilerinden daha fazla olacağını iddia ederek tartışmaya yanıt vermenin

mantıksal bir sonucu olmayacaktır.

Sorun, planlamanın kaldırılması değil, yerine getirilmek istenenin ne olduğudur.

Yeniden yapılanma savunucularına göre, özellikle ekonominin belli bir aşamaya /

gelişkinliğe gelene kadar yönetimde merkeziyetçiliğin gerekliliği açıktır, ekonominin

sosyalist bir ekonomi haline gelmesi sonrasında ise teşvik sisteminin daha fazla

kullanılması ile ekonominin kendi kendine işlerliğinin sağlanması gereklidir

(Pokrovski, 1969:477). Bu yaklaşımın temsilcilerinden Wilczynski de en azından

kuruluş döneminde planlamanın gerekli olduğunu ancak, ileri aşamada planlamanın

daha ademi-merkezi bir nitelik kazanması gerektiğini ve piyasa araçlarının planlı

ekonomiye entegre edilmesinin gerekliliğini savunmaktadır (Wilczynski, 1987).

Diğer bir deyişle, planlamanın tasfiyesi pazar araçlarının kuruluşu ile elele

gitmektedir.

Bölüm içerisinde ele alındığı şekliyle çıkan sonuç, sosyalizmden komünizme

geçişi sağlayacak ekonomik sistemin kurucu işlevi olarak planlamanın, sosyalist

yönetimin kendisi olduğu, bu nedenle komünizme geçiş ile ortadan kalkacağı

olabilir.

Bu noktada iki soru ortaya çıkar: Yeniden yapılanma sürecinde sosyalist sistemin

üretim tarzı ve üretimin toplumsal ilişkileri kurulmuş mudur (planlama özgörevini

tamamlamış mıdır)? Kapitalizmin kurucu işlevi olan piyasanın araçlarının sosyalist

sisteme uyarlanması mümkün müdür (kapitalizme geçiş demek değil midir)?

Peki soruları tersine çevirmek mümkün müdür? Sosyalist üretim tarzına özgü ve

özgün üstyapısal bir kuruluş olarak doğan planlama sisteminin (ya da araçlarının),

Page 38: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

22

piyasa sistemi üzerine kurulu kapitalist üretim tarzına uyarlanması, entegrasyonu

mümkündür?

III. KAPİTALİZM VE SİYASET – EKONOMİ İKİLİĞİNİN

PLANLAMA – PİYASA İKİLİĞİ BAĞLAMINDA YENİDEN

ÜRETİLMESİ SORUNU9

Bir önceki bölüm sonunda sorulan soruya bir sonraki bölümde tarihsel -

toplumsal çözümleme ışığında yanıt vermek üzere, öncelikle kapitalizmde planlama

kuramına değinilmelidir. Liberal siyaset kuramının ekonomi ve siyaset alanlarının

özsel olarak ayrı olduğuna dair kabulü, planlama bağlamında piyasa karşıtlığı

üzerinden yeniden üretilmiştir. Bu ayrılık tezi, siyaseti ve alanyazını egemenliği

altına almış durumdadır.

Bu kuramın temel çıkarımı, Ludwig von Mises, Friedrich Hayek başta olmak

üzere liberal ideologların planlamayı “bireyin bir merkez tarafından yönlendirilmesi”

olarak tanımlamasına dayanan savdır (Hayek, 1935; F. A. Hayek, 2004). Örneğin,

Kapp’a göre, 1930’lu yıllardan önce de ekonomiye devlet müdahaleleri vardır, oysa

1930’lu yıllarla birlikte devletin ekonomik alana müdahaleleri kantitatifleşmiş -

piyasa göstergelerine dayanmayan, kota, kontrol gibi müdahaleler çoğalmış-, serbest

piyasa ekonomisini kaldıran ve yerine geçen bir biçim almıştır. Müdahaleler devam

ettiği takdirde üretim araçları üzerindeki bireysel mülkiyetin, üretim faktörlerinin

tamamen devlet mülkiyeti ile değiştirilmesi olasıdır (Kapp, 1939:769). Mises de

1920’li yılların sonlarından itibaren, devlet müdahaleciliğine dair eleştirilerini dile

getirmektedir. 1944 yılında yazdığı Bürokrasi adlı kitabında, Mises bürokrasi ile

sosyalizmi eşitlemekte ve serbest piyasa sisteminin karşısında konumlandırmaktadır

(Mises, 2000). Sorun “hükûmetin iktisadî faaliyete ve vatandaşın hususî hayatına

daha geniş ölçüde müdahaleye başlamasıdır. Bu müdahale, kâr zihniyeti ile

işletmeciliğin yerini tedricen bürokratik idare tarzına bırakması ile

9 Ekonomik ve siyaset ayrılığının bir türevi olarak siyaset – yönetim ikiliğini inceleyen Örsan

Akbulut’un çalışması (Akbulut, 2005) tez çalışmasının kuramsal çerçevesinin oluşturulmasında esin

kaynağı olmuştur.

Page 39: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

23

neticelenmektedir” (Mises, 2000:41). Bürokratik idare tarzının temeli “piyasa fiyatı

ile ölçülebilecek mahiyet taşımayan idarî hizmetleri görmek”tir (Mises, 2000:43).

Diğer bir deyişle, bürokrasi “iktisadî hesap” doğrultusunda değerlendirilemeyecek

bir idare sistemidir (Mises, 2000:44). Ki, “sosyalist cemiyet nizamı, iktisadî plan ve

programların mutlak surette ihtiyaç gösterdikleri entelektüel unsurdan, “iktisadî

hesap”dan mahrumdur” (Mises, 2000:53). Bu nedenle, bürokrasi sosyalizmdir, ve

kapitalist sisteme alternatif bir rejimdir ve sorun “bürokrasinin kontrolünün mü,

yoksa serbest ekonomi sisteminin mi daha faideli olabileceğini tayin edebilmektedir”

(Mises, 2000:100).

Liberaller için sorun yönetsel etkinliğin genişlemesi ve planlanması ile devletin

niteliksel bir dönüşüme uğrayarak, piyasa sisteminin yerini alabilecek bir iradi otorite

haline gelmesi olasılığıdır. Yönetimin planlı etkinliği arttıkça komünizme

geçilecektir. Liberal siyaset kuramına göre, piyasa ve planlama ayrı birer alandır ve

planlama kapitalist üretimin eşgüdümleyici mekanizması olan piyasadan rol çalarak

kurumsallaşır ve gelişir.

Peki, kapitalist sistemde doğan planlamanın piyasadan özsel olarak ayrı olduğu

söylenebilir mi?

Öncelikle, piyasa kapitalist ekonominin kurucu unsurudur. Şöyle ki, kapitalizm

temel olarak meta üretimidir.10

Meta, “üreticinin doğrudan doğruya kendi

gereksinimleri için değil, herhangi bir piyasada, değişim için ürettiği nesneler”dir

(Dobb, 1981:10). Tarihin belli aşamalarında, meta üretimine rastlanmakla beraber,

kapitalizm hem meta üretiminin genişlediği hem de “işgücünün kendisinin bir mal

10 Kapitalizm, “toplumun bir kutbunda emek koşullarının sermaye şeklinde kütleleşip yoğunlaşması,

öteki kutbunda ise emek güçlerinden başka satacak şeyleri olmayan insanların toplanmış” olmasıdır

(Marks, 2003:633). Diğer bir ifadeyle, kapitalizm, “..bir uçta mal – mülk sahipleri sınıfı diğer uçta

malsız – mülksüzler sınıfı olmak üzere, toplumun ‘kutuplaşması’ sonucunu doğuran bir sermaye

mülkiyeti toplanımı (temerküzü)”dır (Dobb, 1981:6). Bu sonucu “üretime koşulan araç, alet, yapı ve

mal stoklarının – bir kelime ile sermayenin- esas itibariyle özel ya da bireysel mülkiyet konusu”

olması doğurur (Dobb, 1981:2). Bu nedenle, kapitalizm sermayenin belli bir sınıf elinde

toplanmasıdır ve temeli sermaye birikimidir, sermaye birikiminin sürekliliğidir. Söz konusu

sermayenin birikim sürecinde zenginlik “meta birikimi”dir (Marks, 2003:45). Bu anlamda,

kapitalizm meta kavramında soyutlanabilir.

Page 40: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

24

[meta] haline geldiği, gelişmenin en yüksek aşamasındaki mal-üretimidir”

(Lenin’den akt. Dobb, 1981:11).

Meta üretim sürecinde, kapitalist sistemin “eş-güdümleyici mekanizması piyasa

ve piyasalardaki fiyat hareketleridir. Her iş adamı ne kadar üreteceğine ve ne

üreteceğine, parasını nereye yatıracağına, ne kadar işçi çalıştıracağına ve ne

büyüklükte bir hammadde v.b. stoku bulunduracağına, kullandığı her türlü mal ve

hizmetlerin fiyatlarına dayanarak karar verir” (vurgular bana ait, Dobb, 1981:9-10).

Fiyatların değişmesine göre piyasa dengesini bulacaktır. Bu nedenle, kapitalizmde

“herhangi bir bireyin ya da bireyler grubunun keyif ve iradesine bağlanmış ya da ona

göre düzenlenmiş bir şey olmaz; ortaya çıkan şey, piyasadaki eğilimlerin işleyişi

sonucudur; bu anlamda olmak üzere, sistemin ‘insan iradesinden bağımsız olarak’

işleyen ‘objektif güçler’ ya da ‘değer kanunu’ ile yönetildiği söylenir” (Dobb,

1981:10). Kapitalist sistemde, teorik olarak tam rekabet koşullarında piyasa

düzenleyici işlevlerini gereğince yerine getirebildiği için başka bir düzenleyiciye

gereksinim duyulmayacaktır (Kapp, 1939:766). “Kapitalist bireyler ya da firmalar

(belli sınırlar içinde) istediklerini yapmakta serbesttirler. Ne isterlerse onu üretirler,

sermayelerini nerede ve nasıl isterlerse orada ve öyle yatırırlar. Bu demektir ki

kapitalizm plânsız bir sistemdir. Kapitalizm için ‘üretim keşmekeşi’ (anarşisi) sözü

kullanıldığı zaman, anlatılmak istenen budur; bu mutlaka sistemin tüm keyfe bağlı ve

bir kaos halinde işlediği anlamına değil, fakat merkezi bir yönetim olmaksızın

yürüyüp gittiği anlamına gelir” (Dobb, 1981:9).

Teorik olarak kapitalizm fiyat mekanizması üzerinde serbest piyasa ekonomisinin

eşgüdümünde kendiliğinden işlemektedir. Bu nedenle, kapitalizmde piyasa dışı iradi

müdahaleler dışlanmıştır.

Piyasa dışı iradi müdahalenin kurumsallaşmış biçimi olan devletin varlığı da

“toplumsal sözleşme” kuramları çerçevesinde anlamlandırılmaya çalışılmıştır.

Devlet, liberal siyaset kuramına göre, kapitalist sistemde negatif rol üstlenmektedir.

Diğer bir deyişle, “devletin tamamen sosyoekonomik yaşam alanı dışında tutulması,

bu alanın pazar mekanizması ile ilişkilerine bırakılması gerekmektedir” (Şaylan,

2003:61). Bu bağlamda, devlet ve toplum (siyaset ve ekonomi) farklı

mekanizmalarla çalışan birbirine dışsal iki ayrı alan olarak kabul edilir.

Page 41: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

25

Siyaset ve ekonomi alanlarına ait bu ikilik savı çerçevesinde, devletin yönetsel

etkinliğinin bütüncül hale gelmesi ve uzun vadeye yayılması demek olan planlama,

devletin toplum (piyasa) üzerinde dayatma kurmasının sürekli ve kurumsallaşmış

aracı haline gelir. Planlama, piyasanın kendiliğinden işleyen alanını daraltan

piyasadan rol çalarak genişleyen bir devlet işlevidir. Planlama, devlet memurları

tarafından toplumu baskılamak üzere geliştirilmiş bir araçtır ve bu nedenle baskıcı

bir karakter taşır.

Söz konusu liberal siyaset kuramı, devlete ve planlamaya evrensel ve teknik bir

karakter atfetmektedir. Bu bağlamda, siyaset – yönetim ayrılığı gibi planlama –

piyasa ayrılığı yeniden üretilmektedir.

IV. İKİLİKLERİ AŞMAK: TARİHSEL MADDECİLİK, SİYASAL

İKTİSAT VE MARKSİST DEVLET KURAMLARI11

Bir önceki başlıkta ele alınan planlama – piyasa ikiliklerinin özsel olup

olmadığına dair soruya bir sonraki başlıkta somutun somut analizi ile yanıt

verilecektir. Yanıt kısaca, planlama – piyasa ikiliklerinin kapitalist gerçekliği örten

ve fakat kapitalist gelişme sürecinin biçimsel – kurumsal bir sonucu olduğudur. Tez

çalışmasında kurulan kavramsal çerçeve ve kavramsal sete geçmeden önce, planlama

– piyasa arasındaki biçimsel - kurumsal ikilikleri aşmak üzere benimsenen yöntemsel

çıkış noktalarına değinilecektir.

Liberal siyaset kuramınca sürekli yedeklenen planlama – piyasa arasında özsel bir

farklılık olduğuna dair sav, planlamanın doğuş ve gelişme yasalarına ulaşmak üzere

tarihsel-maddeci yöntemin araçlarının kullanıma geçirilmesi ile kırılabilir, aşılabilir.

Tarihsel maddecilikte, Hegelci idealizme karşılık “tarihsel olayların ya da eşdeyişle

toplumsal gelişmenin nedeni özdeksel [maddesel] bir nedendir”; tarihsel ve

toplumsal olayların arkasında devindirici etken olarak üretim güçleri vardır. Tarihi

tanrı ya da üstün insan değil, toplum(sal bilinç) yapar. “Üretim ilişkileri altyapıdır;

üstyapıyı meydana getiren siyasal, dinsel, kültürel bütün değerler altyapıca

11 Bu bölüm, Çağlar Dölek’in tez çalışmama dair kaleme aldığı notlardan oluşturulmuştur. Katkısı için

minnettarlığımı iletmeyi bir borç bilirim.

Page 42: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

26

belirlenir.” Bu nedenle “toplumsal bilinç biçimleri üretim ilişkilerine bağlıdırlar ama

br yandan da o üretim ilişkilerini etkilemekte ve değiştirmektedirler” (Hançerlioğlu,

2006:399). Diyalektik - tarihsel bakış açısıyla, planlama bir üstyapısal (siyasal)

kurum olduğu kabulü ile ele alınır; planlama maddi üretim ilişkileri ile toplumsal

üretim ilişkilerinin tarihselliği ve gelişkinliği içerisinde çözümlemeye çalışılır.

Yöntemsel araçlarla, kapitalizmde planlamanın doğuşunun ve gelişiminin

dinamiklerine dair yasaların (maddi nedenlerinin) bulgulaması ve teorize edilmesi

hedeflenmektir. Bu anlamda, tez çalışmasında kuramsal çerçeve ve kavram setinin

oluşturulmasında indirgemeci çıkarsamalardan kaçınılmamıştır.

Öte yandan, Türkiye deneyiminin incelemesinde olduğu gibi, tarihsel uğraklarda

planlamanın doğuş ve gelişme nedensellikleri tartışmalarında, toplumsal üretim

ilişkileri öne çıkmaktadır. Bu doğrultuda, planlama bütünselliği içinde üretim,

dolaşım ve bölüşüm gibi toplumsal üretim ilişkileri içerisinde incelenmeye

çalışılmış; planlamanın tarihsel-özgül aşamaları siyasal iktisadi çözümlemeye tabi

tutulmuştur.

Tez çalışmasında kullanılan yöntemsel çıkış noktalarından bir diğeri de devleti

“toplumsal üretim ilişkilerinin tarihsel bir biçimi” olarak gören ilişkisel devlet

kuramıdır. Planlama süreci, toplumsal ve ekonomik alanın yönetimi süreci olarak

devletin bir işlevidir; devlet ise altyapı – üstyapı ilişkileri bağlamında toplumsal

üretim ilişkilerinin aldığı biçimdir.

Devletin ilişkiselliği bağlamında ele alınması ile devlet gibi planlama süreci de

araçsallaştırılmadan ya da yapı olarak dondurulmadan ele alınabilecektir. Bu

doğrultuda, klasik metinlerden yol açıkan iki ana devlet kuramının sınırlılıkları

aşılmaya çalışacaktır.

Karl Marks’ın tek başına ve Friedrich Engels ile birlikte yazdığı klasik metinlere

bakıldığında, kapitalist devlete ilişkin tutarlı ve bütünsel bir analizin var olmadığı

sıkça dile getirilir. Örneğin, işçi sınıfının mücadelesine dair politik bir strateji olarak

tasarlanan Komunist Manifesto, devletin “bütün burjuvazinin ortak işlerini yöneten

bir komiteden başka birşey” olmadığı iddiası üzerinden araçsalcı bir devlet

anlayışının benimsendiği izlenimini verir (Marx-Engels, 1997). Öte yandan, 1848

devrimleri sürecinde ve sonrasında Fransa’nın somut tarihsel koşullarında

sınıflararası ve sınıf içi mücadelelerin analizini yapan Louis Bonaparte’ın 18

Page 43: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

27

Brumaire, hakim sınıf fraksiyonlarının kendi iç çelişkilerini çözemediği koşullarda,

devletin ne şekilde özerk bir aktör olarak kendini konumlandırdığının tartışmasını

yapar (Marx, 2007). Bu tartışma, araçsalcı devlet anlayışının ötesinde devletin göreli

özerkliği sorunsalını gündeme getirir. Bu iki yaklaşımın yanında, Marks’ın Ekonomi

Politiğin Eleştirisi’ne Katkı’ya Önsöz’de, kapitalist toplumsal üretim ilişkilerini

analiz ederken kullandığı kavramların, yapısalcı bir başka yaklaşımın da kapısını

araladığı ileri sürülür. Burada, maddi üretim ilişkilerinin beşiği olarak tanımlanan

ekonomik alanın, siyasal ve ideolojik alanlarla doğrudan bir belirlenim ilişkisinde

olduğu ileri sürülür. Böylece, altyapı - üstyapı ikiliği çerçevesinde, devletin doğrudan

ekonomik alan tarafından belirlenen bir üstyapı kurumu olduğu ileri sürülür.

Kapitalist devlete ilişkin, erken Marksist metinlerde bulunan bu çeşitliliğin

Marksizm içinde yapılan devlet tartışmalarına da yansır. Bu bağlamda, Marks ve

Engels’in Komunist Manifesto’da önerdikleri siyasal stratejide temellenen araçsalcı

görüş, devleti burjuvazinin sınıf iktidarını kurmak ve yeniden üretmek amacıyla

kullandığı bir araca indirger. Araçsalcılık bağlamında, devletin bir işlevi olarak

planlama da, sermayenin doğrudan hazırladığı, kullandığı bir araç olarak

görülmelidir.

Savaş sonrası dönemde, kapitalist devlete ilişkin tartışmaların dünya-tarihsel

dönüşümler ışığında daha ciddi bir şekilde gündeme geldiği gözlemlenmektedir. Bir

yanda sosyalist toplum tasarımının SSCB’de somut bir tarihsel alternatif olarak

belirmesi, diğer yanda gelişmiş kapitalist toplumlarda emek-sermaye çelişkisinin

Keynesçi refah politikalarıyla yeniden biçimlenmesi, devlete ilişkin araçsalcı

görüşün sorgulanmasına neden olmuştur. Devleti burjvazinin elinde basit bir araç

olarak kavramsallaştırmanın, ABD’de uygulanan New Deal programından Batı

Avrupa ülkelerindeki refah rejimi politikalarına kadar bir dizi tarihsel - toplumsal

dönüşümü açıklamakta yetersiz kaldığının altı çizilmiştir. Bu bağlamda ortaya çıkan

en önemli kuramsal ve siyasal sorun, kitlesel istihdamı ve sosyal refahı ön plana alan

Keynesçi politikaların işçi sınıfının radikalizmini törpülemesidir. Bunun hangi

süreçlerle ve biçimlerde şekillendiği sorunu, kapitalist toplumsal üretim ilişkilerinde

devlet ve ideoloji gibi üstyapısal unsurların rolünü tartışmaya açar. Kapitalist

toplumsal üretim ilişkilerinin yeniden üretilmesi sorunsalı etrafında yapısalcı bir

devlet anlayışının yükselişi bu bağlamda gerçekleşir. En açık ifadesini Louis

Page 44: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

28

Althusser’in çalışmalarında ve Nicos Poulantzas’ın ilk dönem yazılarında bulan bu

bakış açısı, kapitalizmin “son kertede” ekonomik alan tarafından belirlenen bir

üretim tarzı olduğunu iddia eder. Ancak, kapitalist toplumsal formasyonların yeniden

üretilmesinde siyasal ve ideolojik kertelerin de indirgenemez bir öneminin olduğu

vurgulanır. Yapısalcı devlet anlayışının, kapitalist toplumsal gerçekliğin

bölünmüşlüğünden hareketle yaptığı kerteler analizi, bu gerçekliğin tarihsel olarak

nasıl kurulduğu ve sınıf mücadelelerinin bu sürece ne şekilde dahil olduğu gibi

önemli soruları cevapsız bırakır. Marksizmin kadim konusu olan özne-yapı gerilimi

bağlamında, yapısalcılık tarihsel sürecin dinamik içeriğini göz ardı etmiştir

denilebilir.

İlişkisel devlet anlayışı 1970’lerde birlikte Marksizm için devlet tartışmalarının

son halkasını oluşturur. Birçok farklı kaynaktan beslenerek gelişen ve temelde

araçsalcı ve yapısalcı devlet kuramlarının eleştirisi üzerinde yükselen bu bakış açısı,

ekonomi - siyaset, devlet - toplum, altyapı - üstyapı gibi ikiliklerin ancak tarihsel bir

çerçeve içinde ve biçim tartışması bağlamında anlamlandırılabileceğinin altını çizer.

Devlet türetme geleneği ve düzenleme okulu etrafında dönen tartışmalarla, kapitalist

devlete ilişkin daha tutarlı ve bütünsel bir kuramsal-tarihsel çerçeve geliştirilmesi

çabaları artar. 1978 yılında yayınladığı State, Power, Socialism adlı eserinde

Poulantzas, kendisinin de daha önce dahil olduğu yapısalcı geleneğin önemli bir

eleştirisini yapar ve kapitalist toplumsal gerçekliğin kerteler düzleminde

açıklanamayacağını ileri sürer. Poulantzas’a göre, ekonomi - siyaset ayrımının

kendisi, kapitalizmin tarihsel özgüllüğü temelinde açıklanmalıdır (Poulantzas, 1978).

Tez çalışmasında da liberal siyaset kuramının kplanlama-piyasa ikiliği, tarihsel -

toplumsal çözümleme olarak özetlenebilecek yöntemsel bir bakışla planlamanın

incelenmesi ile aşılmaya çalışılmıştır. Söz konusu yöntemsel tercihle yola çıkılarak

gerçeklik açıklanmaya çalışılacaktır. Bu açıdan planlama ne araçsal ne de yapısal

epistemoloji ile ele alınabilir. Aksine planlama, bir süreç olarak içinde barındırdığı

çatışmaları ile tarihselliği ve toplumsallığı bağlamında ele alınmalıdır.

Bu doğrultuda, ilişkisel devlet kuramının bir sonraki adımında açıldığı

kuramlardan, bu bölümde bahsetmekle yetinilecektir. Örneğin, Poulantzas’tan çokça

beslenen ve analizine ayrıca Antonio Gramsci’nin kuramsal analizlerini dahil eden

Page 45: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

29

Bob Jessop, stratejik-ilişkisel bir devlet analizinin önemli örneklerinden birini

sunmuştur. Öte yandan, Simon Clarke, Sol Picciotto, Werner Bonefeld gibi

kuramcıların tartışmaları Açık Marksizm olarak adlandırılan bir geleneğin

oluşturulmasını sağlamıştır. Devlet-piyasa ikiliğinin kapitalizme içkin olan, özsel bir

ayrım olmadığının altını çizen bu gelenek, kapitalizmin tarihselliğine vurgu yaparak

sermaye-emek çelişkisinin tarihsel mücadeleler dolayımıyla böyle bir biçim aldığını

savlar. Kapitalist devletin sermaye birikim süreçleri disiplinine para ve hukuk

yoluyla çekildiğinin ve sınıf tahakkümünün bu dolayımla yeniden üretildiğinin altı

çizilir (Bonefeld, 1992; Carnoy, 1984; Clarke, 1991a; 1991b; Corrigan 1980; Jessop,

2008; Poulantzas, 1978; Wood, 1995).

V. KAPİTALİZMDE PLANLAMA: POLİTİKA12

OLARAK

PLANLAMA

Planlama ve piyasa ayrılığı savı, planlamaya sosyalizmi piyasaya kapitalizmi

yükleyerek tartışmayı açmaktadır. Sav, bu anlamda iki soru(nu) barındırmaktadır: (1)

Marksist epistemoloji ile üretilen bir kavramı (bir sistem olarak planlama), başka bir

sorunsal bağlamında (burjuva devlet ideolojisi) tartışmakta ve gerçekliğin karşısına

çıkarmamakta (kavramın gerçekliği yansıtmaması),13

(2) burjuva devlet ideolojisinin

12 Politics, “bir ülke ya da toplumda güç kullanma ya da gerçekleştirme ile ilgili eylem ve etkinlikler”

olarak kullanılmakta, güç ilişkileri üzerinden tanımlanmaktadır. Policy kavramı ise “özellikle

ekonomi, siyaset ya da işlerde karar alma için temel alınan fikirler ve planlar seti” olarak

tanımlanmaktadır (Collins Cobuild Learner's Dictionary, 1996). Bu bağlamda, policy kavramı

politika, politics kavramı siyaset olarak tercüme edilmiştir. Siyasetin daha geniş güç ilişkileri,

politikanın ise siyasal iktidarın karar verme mekanizması olarak kullanılması tercih edilmiştir.

13 Söz konusu yöntem, Poulantzas tarafından Miliband eleştirisinde kullanılmaktadır, ancak çalışma

kapsamında bu yöntem tersyüz edilerek kullanılmıştır. Poulantzas’a göre, “[e]pistemolojik alanı

değiştirecek ve bu ideolojilerin gerçek karşısındaki yetersizliklerini sergileyerek –Marx’ın özellikle

Theories of Surplus Value’da (Artı Değer Teorileri) yaptığı gibi- Marksist bilimin eleştirisine

sunacak yerde, Miliband bu ilk adımı atlamış görünmektedir.” Bunun nedeni, Miliband’ın “çoğul

seçkinler” kavramını Marksist epistemolojinin kavramları ışığında “ideolojik seçkin kavramının

gerekli eleştirisi”ni yaparak, gerçeklikle yüzleştirmekten çok, “ideolojik işlevi yönetici sınıfın

varlığını yadsımak olan yaygın ‘çoğul seçkinler’ kavramına karşı… seçkinlerin çoğulluğunun

Page 46: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

30

epistemolojik kavramları ile hareket ederek siyaset - ekonomi / devlet – toplum

ikiliğini planlama – piyasa bağlamında yeniden üretmektedir.

İlk soruna verilebilecek yanıt, planlamanın sosyalist üretim tarzına özgü bir

kavram olduğu ve kapitalist üretim tarzında planlamanın bir sistem olarak

varolamayacağı olmalıdır. Bu doğrultuda, kapitalizmde planlama (bir sistem olarak)

yoktur, “onun yerine başka bir şey vardır.”14

A. KAPİTALİZMDE PLANLAMA GERÇEKLİĞİ: TARİHSEL

GELİŞME SEYRİ

Kapitalizmde, planlama sisteminin muadili piyasa sistemidir. Peki, kapitalizmde

planlama, bu “başka şey” nedir?

Kapitalizmde planlama, burjuva devlet ideolojisinin gerçekliği örten biçimsel-

kurumsal ikiliklerini reddederek ve kapitalizmde planlamanın tarihsel-toplumsal

çözümlemesi ile açıklanabilir. Bu çözümleme, planlamanın kapitalizmde kendi

doğuş nedensellikleri ile ve kapitalist gelişme seyri içerisinde geliştiğini göstermiştir.

Diğer bir deyişle, planlama ve piyasa özsel olarak ayrı akıl ve alan değildir. Yönetsel

etkinliğin planlanması, kapitalizmin (piyasanın) tarihsel bir aşamasının özgün

üstyapısal ürünü olarak doğmuş ve kapitalist gelişme ve tarihsel - toplumsal ilişkiler

içerisinde biçimlenmiştir.

yönetici sınıfın varlığını ortadan kaldırmadığı, aslında bu seçkinlerin yönetici sınıfı oluşturduğu”nu

söylemesidir (Poulantzas, 1990:16-19).

14 Yalçın Küçük, üretimin sosyalize olması ve üretim araçları mülkiyetinin toplumun kontrolüne

geçmesinin planlamanın ön-koşulu olduğunu belirtir. Kapitalizmde ise özel mülkiyet temeldir ve

özel mülkiyetin temel olması nedeniyle “değişim için üretim ve dolayısiyle de kâr motifine göre

karar vermek” kaçınılmazdır. “Kâr motifi olduğu sürece” anarşi ve rekabet vardır. “Rekabet olduğu

sürece kapitalistler arası çatışma söz konusudur. Bütün bunlar oldukça da planlama yoktur, onun

yerine başka bir şey vardır” (Küçük, Ekim 1975:15-27).

Page 47: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

31

1. Klasik Planlama Yaklaşımının Doğuşu: Kapitalizmde Planlama

Piyasadan Doğar

Klasik sömürgecilik (1870-1930) dönemi iktisatçıları doğal bir düzenin varlığına

inanmaktadırlar. Bu doğal düzenin kişinin kendi çıkarlarını koruyarak gerçekleşeceği

varsayılmaktadır (Demir, 1996:11). Bu yaklaşımda, piyasa temeldir ve düzenleyici

kurumlara yer yoktur.

Gerçekten, modern devletin ortaya çıktığı rekabetçi birikim rejiminde, devletin

rolü sınırlı kalmıştır. Sanayi devrimi sonrasında ise devletin toplumsal - ekonomik

alana müdahalesi artmış; 19. Yüzyıl boyunca, devlet özellikle dış ticaret, para ve

kredi ve sosyal düzenleme alanlarında serbest piyasa ekonomisine müdahale alanını

korumuş ve hatta giderek genişletmiştir (Kapp, 1939:766).

19. yüzyıl toplumsal - ekonomik yapısının belirleyici özelliği, kapitalist

gelişmenin içsel dinamiği eşitsiz gelişmedir. Sanayi Devriminin hemen sonrasında,

İngiltere ve Fransa’nın egemenliğindeki ekonomik sistem yapısal değişikliklere

(1870’lerde) uğramıştır. “1870 – 1900 yılları arasında Birleşik Devletler, Almanya

ve Fransa’da göz kamaştırıcı ilerlemeler kaydedil[miştir]. Tek bir örnek yeterli[dir].

1870 yılında Birleşik Krallık’ta kömür üretimi 110 milyon ton, Birleşik Devletler’de

30 milyon, Almanya’da 26 milyon, Fransa’da 13 milyon idi, 1900 yılı için rakamlar

Birleşik Krallık’ta 225, A.B. Devletleri’nde 241, Almanya’da 108 ve Fransa’da 32

ol[muştur]” (Beales’den akt. Küçük, 1981b:31).

Bu süreçte, Fransa ve İngiltere’de liberalizm kabul görmekteyken, “Almanya ve

Avusturya’da ve kısmen Amerika gibi ülkelerde özellikle ekonomi kuramına ilişkin

olarak farklı yaklaşım ve çözümler ortaya çıkmıştır. Bunu, ulusal toplumun ve ulusal

devletin kendini koruma ve geri kaldığı yarışta rakiplerini yakalama uğraşı biçiminde

de tanımlamak mümkün gözükmektedir” (Şaylan, 2003:64). Çözüm dünya yarışında

ayakta kalabilmenin yollarını bulmaktır.

Kapitalist gelişmenin dinamiği olan eşitsiz gelişme koşulları, devletlerin ayakta

kalabilmesi için büyüme hızını uzun dönemde istenen seviyelerde tutmasını

gerektirmektedir. Bu nedenle, kapitalizmin eşitsiz gelişimine karşı meta üretiminin

ve sermaye birikiminin sürekliliği için piyasaya müdahale zorunludur. “Büyüme-

hızını uygun bir düzeye yükseltmek ve bunun on ya da yirmi yıllık bir süre için bir

Page 48: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

32

duraklamaya saplanmadan orada tutabilmek hemen hemen kesinlikle plânlamayı

gerektirir (bununla sadece kâğıt-üzerinde kalan bir plânlamayı söylemek

istemiyorum); bu iş, özellikle ‘atılım’ın ilk yıllarında, insandaki yaratıcılığı

uyandırma ve iktisadî kaynakları ulaşılmak istenen hedefler yönünde harekete

getirme yeteneği olan tipte siyasal ve toplumsal örgütlenmeyi zorunlu kılar” (Dobb,

1981:143).

Sanayi Devrimi sonrasında Batı ülkelerinde ortaya çıkan Frederich List’in

öncülleri arasında yer aldığı yeni korumacı ekonomi politikası kuramı ile “eşitsiz

gelişme sürecine karşı, onun etkisini azaltan ya da sıfırlatan bir politika önerisi”

geliştirilmektedir (Şaylan, 2003:67). Diğer bir deyişle, korumacı müdahalelerin

gerekçesi, kapitalist gelişmenin içsel dinamiği (Küçük, 1981b, 23) olan eşitsiz

gelişme karakterinde yatmaktadır.

Marks’a göre “...koruyucu düzen [uluslararası rekabete kapanmak], bir ülkede

büyük-ölçekli endüstriyi kurmanın bir aracından başka bir şey değildir. Başka bir

deyişle, (koruyucu politika bir ülkeyi) dünya pazarına dayanır yapmanın (aracıdır)...”

(Marks’dan akt. Küçük, 1972, 82-83).

Marks’dan alıntılanan metin yukarıda ele alınan tarihsel süreci içiçe geçmiş iki

özellikle açıklamaktadır: (1) eşitsiz gelişme dinamiği nedeniyle koruyucu

politikaların ortaya çıkması ve (2) koruyucu politikalar ile tekelleşmenin hızlanması.

Büyük ölçekli işletmeler verimliliğin temelidir, çünkü büyük sermaye,

uzmanlaşma ve emek verimliliğinin artması demektedir. Büyük sermayelerde

teknoloji yoğunlaşır, teknolojinin yoğunlaşması ile verimlilik artışı sağlanır (Küçük,

1972). Bu nedenle, teknolojik ilerleme ve yatırım döngüsü açısından ekonomilerin

lokomotifi tekelci işletmelerdir. Bu doğrultuda, rekabet tekelleşmeyi içermekte,15

tekelleşme piyasa başarısızlığı olarak değil; piyasanın ilerlemesi için gerekli ve

zorunlu koşul haline gelmektedir.

1930’lar “sanayinin olağanüstü gelişmesi ve üretimin gitgide daha büyük

işletmeler içinde son derece hızlı yoğunlaşma süreci”nin, kapitalizmin en belirgin

özelliklerinden biri olmaya başladığı dönemdir (Lenin, Mart 1998:23). “[S]erbest

15 Rekabet ve tekelleşmenin kapitalist gelişme içerisinde birlikteliği Cengiz Ekiz’in çalışmasında

tartışılmaktadır: Ekiz, 2010.

Page 49: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

33

rekabetin üretimin yoğunlaşmasına yol açtığını, üretimin yoğunlaşmasının da,

gelişmesinin bir aşamasında tekele götürdüğü” Marks tarafından ortaya konmuş,

dahası gerçeklik teorinin ortaya koyduğu şekilde ilerlemiştir (Lenin, Mart 1998:27).

“Tekelci sermayenin gelişimine ilişkin son aşama, bilinçli bir şekilde rekabetin

kontrol altında tutulmasını amaçlayan birleşmelerin oluşturulmasıdır. Bu aşamaya,

rekabeti ayakta kalanlar için giderek ciddi ve tehlikeli bir hale getiren nispi olarak

yüksek bir merkezileşme ortaya çıktığında ulaşıl[mıştır]” (Sweezy, 2007). Tekelci

dönemin bir diğer özelliği de sermayenin merkezileşme ve yoğunlaşması sürecinde

kredi kurumunun rolüne bağlı olarak, mali sermayenin merkezileşmesi ve

yoğunlaşması ve sanayi sermayesini bir çeşit egemenliği altına almasıdır.

Hilferding’in tabiri ile “Finans Kapital” biçiminde sermayenin en olgun ve soyut

görünüme bürünmesidir (Hilferding, 1995:47).

Bu doğrultuda, “1930’larda ekonomik yasalar uyarınca, tutarlı olarak kendi

ekonomik çıkarlarını izleyen insan anlamında “ekonomik insanın sonu”ndan söz

edilmeye başlan(mıştır.)” Tarihçi Carr’a göre bu değişim, “esas olarak bireysel

kapitalizmden büyük çaplı kapitalizme geçişin ürünüdür.” Bireysel kapitalizmde

olduğu gibi bireysel girişimci ve tüccar ağır bastığı sürece hiç kimse ekonomiyi

denetim altında tutma ya da onu anlamlı bir biçimde etkileme imkanına sahip

görünmemekte; böylelikle de, kişilik dışı yasalar ve süreçler imgesi korunmaktadır.

“İngiltere Bankası bile, gücünün doruğunda olduğu günlerde, hünerli bir işletici ya

da yöneltici olarak değil, ekonomik eğilimlerin nesnel ve yarı-kendiliğinden bir

kaydedicisi diye düşünülmekte[dir]” (Carr, 1996:165). Oysa tekelci kapitalist dönem

ile birlikte Hilferding’in örgütlü kapitalizm olarak adlandırdığı “ulusal düzlemde

büyük şirketlerin ve bankaların ekonomide ağırlığı”nın ve “burjuvazi ile devlet

ilişkisi[nin] değiştiği ve devlet müdahalesinin art[tığı]” dönem belirginleşmektedir

(Tom Bottomore, Önsöz, Hilferding içinde, 1995:15-47).

Planlı kapitalist ekonomilerin doğuşu da tekelci sermaye birikim rejiminde

devletçiliğin egemen olduğu döneme rastlar. Aslında, bunun bir rastlantı olmadığı

rahatlıkla söylenebilir. Engels Erfurt Programı’nın (Sosyal Demokrat Program

Tasarısı) eleştirisinde, kapitalist üretimde özel kapitalist üretimin yavaş yavaş

ortadan kalktığı ve tröstleşme ile birlikte üretimin kendisinde varolan plansızlığın

bittiğini vurgulamaktadır: “Ve eğer anonim şirketlerden koca sanayi kollarını

Page 50: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

34

boyundurukları altına alan ve tekeller kuran tröstlere geçersek, o zaman bu,

yalnız özel üretimin sonu demek değildir, aynı zamanda plansızlığın da sona ermesi

demektir” (Engels, 2002:82).16

Engels’in 1875’lerde dile getirdiği söz konusu

dönüşüm, ekonomik yapıda 20. Yüzyıl başında izlenebilirken; 1929 Krizi ile birlikte

üstyapıda da dönüşüm tamamlanmıştır. Tekelci yoğunlaşma, planlamanın önkoşulu

olan üretimin ve mülkiyetin sosyalizasyonunu sağlamıştır (Küçük, Ekim 1975).

Üretimde plansızlığın bitmesi ile tekelci sermaye ile devlet işbirliğinin

kurumsallaşması, toplumsal üretim ilişkilerinin tarihsel biçimini oluşturmaktadır.

Diğer bir deyişle, planlama, kapitalizmin tekelci aşamasının (devletçi) toplumsal

üretim ilişkilerinin aldığı yönetim biçiminin işlevidir.

Kapitalizmde planlama, devlet gibi, kapitalist gelişmenin zorunlu bir sonucudur.

Devlet gibi tarihseldir ve sınıfsaldır (Engels, 2010:199):

“[d]evlet, … toplumun, gelişmesinin belirli bir aşamasındaki bir ürünüdür; bu,

toplumun, önlemekte yetersiz bulunduğu uzlaşmaz karşıtlıklar biçiminde

bölündüğünden, kendi kendisiyle çözülmez bir çelişki içine girdiğinin itirafıdır. Ama,

karşıtların, karşıt iktisadi çıkarlara sahip sınıfların, kendilerini ve toplumu kısır bir

savaşın içinde eritip bitirmemeleri için, görünüşte toplumun üstünde yer alan

çatışmayı hafifletmesi, ‘düzen’ sınırları içinde tutması gereken bir güç gereksinmesi

kendini kabul ettirir; işte toplumdan doğan, ama onun üstünde yer alan ve ona gitgide

ona yabancılaşan bu güç, devlettir.”

Devlet yönetiminin bir işlevi olarak planlama da piyasadan bağışık, piyasanın

üstünde bir akıl olarak ithal edilmemiştir. Aksine, kapitalizmde planlama piyasanın

(kapitalizmin) tarihsel gelişmesinin özgül ve özgün devlet biçiminin işlevi olarak

doğmuştur. Planlama, rekabetin yerini tekelleşmeye bıraktığı piyasa ilişkileri

içerisinde devletin aldığı müdahaleci biçimin bir işlevidir.

Kapitalizmin ürünü olan “modern devlet” gibi kapitalist planlama da “toplumsal

düzeni” ve dolayım aracı olarak yönetimi yeniden üretmeyi doğal olarak içerir.

Aslında, liberal siyaset teorisinin dahi Devletin pozitif rolleri olarak kabul ettiği

mülkiyetin ve vatandaşların haklarının korunması (Kapp, 1939:766), devletin

“otoritesi altında bulundurduğu toplumsal sistemi yeniden üretmek” olarak

tanımlanabilecek ana işlevini oluşturur (Şaylan, 2003:31). Bu doğrultuda devlet,

16 Dikkatime sunan Ali Somel’e teşekkürlerimi iletmeliyim.

Page 51: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

35

kapitalist üretim sürecinin temelinde mülkiyet ilişkileri ve bu mülkiyet ilişkilerini

doğuran “sermayenin bir sınıf elinde toplanımı”nı (Dobb, 1981:6) yani sermayenin

birikim sürecini yeniden üretmektedir. Bu işlevi ile “kural olarak en güçlü sınıfın,

iktisadi bakımdan egemen olan, ve bunun sayesinde, siyasal bakımdan da egemen

sınıf durumuna gelen ve böylece ezilen sınıfı boyunduruk altında tutmak ve

sömürmek için yeni araçlar kazanan sınıfın devleti” haline gelmektedir (Engels,

2010:201).

Yukarıda sözü edilen tarihsel ve toplumsal doğuş özelliklerini içeren

kapitalizmde planlama yaklaşımı, klasik planlama yaklaşımı olarak ele alınacaktır.

Özetle, devletin yönetsel etkinliğinin toplumsal ve ekonomik alanı planlaması da

kapitalizmin tekelci sermaye birikimini ve müdahaleci devlet biçimini yeniden üreten

bir işleve sahiptir. Planlama sistemi tarihsel ve kuramsal olarak SSCB Bolşevik

Rejimine içsel olduğu gibi kapitalizmde planlama ABD New Deal Rejimine içseldir.

Kapitalist planlama, New Deal Rejiminde, devlet ile tekellerin “birlikte yönetimi”nin

aracı olarak, tekelci sermaye birikiminin sürekliliğini sağlamak üzere doğmuştur.

New Deal Rejimi’nin ve planlamanın, demokrasi ile verimliliği eşitleyen bir ideoloji

içerisinden doğan tarihsel ve toplumsal karakterine karşın, planlama kavramına mal

olan liberal algının kaynağı da ABD New Deal Rejimi olmuştur. Planlama, “amacın

gerçekleştirilmesi için yapılması gerekenlerin ve bunlar için yöntemlerin

belirlenmesi” (Gulick, 1937:13) gibi evrenselleştirilmiş ve teknikleştirilmiş bir

kavramsallaştırma ile doğmuştur.

ABD’de New Deal Devletçiliği ve Planlama: Kapitalizmde Planlamanın

Ortaya Çıkış Öyküsü

20.yüzyıl başında, Amerika kıtasında, sanayileşme ve sanayileşme ile birlikte

gelen göç, büyük ve hızlı bir toplumsal dönüşümü başlatmıştır. Sanayileşme ve göç

sonrasında doğacak toplum ve devlet nasıl olacaktır?

Söz konusu toplumsal dönüşüm, piyasanın kendiliğinden işleyişine bırakılmamış,

dönüşümün yönetimine dair geliştirilen önlemler New Deal’i doğurmuştur. New

Deal’in yeni bir başlangıç değil, “İlerlemeci Dönem”in (Progressive Era) devamı

olduğu; ABD’de özel sektör – devlet işbirliği ile New Deal planlamasını yönlendiren

Page 52: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

36

“Ulusal Kaynakları Planlama Kurulu”nun (National Resources Planning Board,

UKPK) yeni bir örgütsel model olarak, 1917-1918’de Hoover ile ortaya çıkan

örgütsel modelin mirasçısı olduğu iddia edilmektedir (Reagon, 1999:10).

Hoover, Ticaret Bakanı (Secretary of Commerce) olarak yeni dönemde, savaş

döneminin aktörlerini, yani devlet ile özel sektörü, bir araya getirmek üzere bu

örgütlerin kurulmasına öncülük etmiştir (Reagon, 1999:12), bu nedenle, örgütsel

tipler, Hoover’ci model olarak adlandırılmaktadır. Gerçekten, 1901 ile 1918 arasında

savaş durumu, savaş sırasında üretimi yönetmek üzere sermaye ile devlet

temsilcilerini bir araya getiren kurullarda olduğu gibi yeni örgütsel tipler ortaya

çıkarmıştır (Herberg, 1981:507). Bu dönemde, büyük şirketlerin egemenliğinde

büyük örgütlü ekonomi gelişmiştir. Bu ekonomi, özel ve kamu sektörleri ayrımını

kaldıran anonim şirket modelini (corporate model) temel almaktadır. Bu

kurumlardan bazıları şunlardır: Savaş Sanayisi Kurulu (War Industries Board),

Ulusal Savaş İşgücü Kurulu (National War Labor Board), Gıda Yönetimi (Food

Administration Board), vb (Reagon, 1999:11). Daha sonra, 1930 seçimlerinde başkan

olan Demokratların adayı Franklin Hoover’in yöntemini terk etmemiş, takipçisi

olmuştur.17

New Deal Planlaması, üçlü kurumsal yapı üzerine oturmaktadır: Merkezde,

planlama politikasının oluşturulmasından sorumlu UKPK ile hükümet dışı toplumsal

araştırma örgütleri; politikanın yürütme yetki ve sorumluluğuna sahip Hükümet ve

özel olarak finansmanı ve yürütülmesinden sorumlu Hazine.

Ulusal Planlama Kurulu (National Planning Board), 1933’de Roosevelt’in

girişimleri ile kurulmuştur. 1933 yılında İçişleri Bakanlığı’na (Department of

Interior) bağlı Devlet İşleri İdaresi (Public Works Administration) altında kurulan

Kurul, 1934 yılında Başkanlık Ofisi (Executive Office) olarak yeniden

yapılandırılmıştır. 1933 yılında Kurul Başkanı Frederick A. Delano’dur, Wesley C.

17 Hoover’in savaş kurullarında yer alan isimlerin birçoğu daha sonra planlama kurullarında yer

almışlardır: Frederick Delano, Charles Merriam, Wesley Clair Mitchell, Henry Dennison, Beardsley

Ruml (Reagon, 1999). Hoover ile Roosevelt arasında kişiler bazında bir süreklilik olduğu nettir ve

savaş zamanından kalma ilişkiler, farklı şekillerde kurulmaya devam etmiştir. Bir diğer dikkat

çekici nokta da, söz konusu isimlerin Kamu Yönetimi disiplinin gelişmesinde anahtar aktörler

olarak öne çıkmasıdır.

Page 53: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

37

Mitchell ve Charles E. Merriam ise üyedir. 1934’de Başkanlık Ofisi olarak

düzenlenen Kurul’da aynı üyeler kalmakla beraber, Başkanlığa İçişleri Bakanı

(Secretary of Interior) getirilmiş, üyeliklere de Tarım, Ticaret ve Çalışma Bakanı

(Labor Secretary) ile Acil Yardım İdaresi (Federal Emergency Relief Administrator)

katılmıştır. 1939 yılında, Senato’da kabul edilen “Reorganization Act of 1939” ile

Başkanlık yeniden yapılandırılmış; Kurul, Başkanlık Ofisi (Executive Office) halini

almıştır. Kurul’da Delano ve Merriam kalmış, Mitchell’in yerine Yantis Başkan

tarafından getirilmiştir (Merriam, 1944:1075).

Kurul’un, Recent Social Trends’in 1933 tarihli raporunda dile getirilen öneri ile

kurulduğu iddia edilmektedir. Söz konusu raporda, “modern bilimin ışığında, sosyal,

ekonomik ve Hükümet sistemi ile ilgili sorunları ve birbiriyle ilişkilerini araştırmak

üzere ‘National Advisory Council’in kurulması” önerilmiştir (A Plan for Planning,

1934’den akt. Merriam, 1944:1075).18

1943’de Kongre’de bütçe görüşmeleri

sırasında yürütme gücünün çok fazla genişlediği gerekçesiyle Kurul suçlanmış ve

bütçesi kesilmiştir (Reagon, 1999:2). Resmi olarak Kurul’un kapanma tarihi ise 1

Ocak 1944’tür.

Kurul, planın hazırlaması ile görevlidir. Bu süreçte, Başkan tarafından ya da diğer

Federal Kurumlardan gelen ya da bizzat Kurul tarafından geliştirilen öneriler

doğrultusunda politikalar oluşturulmaktadır. Kurul, kendiliğinden bir yetkiye sahip

değildir. Hatta oluşturulacak politikanın, yürütmenin başı Başkan tarafından

onaylanması gereklidir, çünkü Kurul istişari niteliktedir (Merriam, 1941:120). Planın

oluşturulmasında, Kurul, ilgili verileri toplamak, verileri analiz etmek, verilerin

birbiriyle çelişkilerini gidermek, geçmişe dair genel gidişatı görmek ve geleceğe dair

öngörüde (projeksiyon) bulunmak gibi görevleri yerine getirmektedir (Merriam,

1941:116). Bu görevleri yerine getirirken, Kurul, teknik komisyonlardan ve diğer

kurumların ilgili birimlerinden ve araştırma birimlerinden yararlanmaktadır. Teknik

komisyonlar, Hükümet temsilcileri ile Hükümet ile bağı olmayan uzmanlardan

oluşmaktadır. Planlama sürecinin tüm işi teknik komisyonlarda yürütülmektedir.

Teknik komisyonlar dışında, danışmanlık komisyonları kurulabilmekte ya da

18 Kurul, 1934-1935 yılları arasında Ulusal Kaynaklar Kurulu (National Resources Board); 1935-1939

arasında ise Ulusal Kaynaklar Komitesi (National Resources Committee) ve 1939-1943 arasında

Ulusal Kaynakları Planlama Kurulu (National Resources Planning Board) adını almıştır.

Page 54: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

38

doğrudan danışmanlarla çalışılabilmektedir (Merriam, 1941:116-117). Hükümet –

dışı örgütlerden ise en çok Araştırma Komitesi ile yakın temas içerisindedir. Bu

komitede, Ulusal Araştırma Akademisi (National Academy of Science), Sosyal

Bilimler Araştırma Konseyi (The Social Science Research Council), Ulusal Ekonomi

Araştırmaları Bürosu (National Bureau of Economic Research), 20. Yüzyıl Fonu

(20th Century Fund), Robert Brooking Hükümet Araştırmaları Enstitüsü (Robert

Brooking’s Institute for Government Research), Amerikan Eğitim Konseyi

(American Council on Education) ve diğer ilgili kuruluşlar bulunmaktadır (Merriam,

1941:120; Reagon, 1999:22).

Planın oluşturulması sürecinde, Kurul en çok Bütçe Ofisi (Bureau of Budget) ile

yakın çalışmaktadır. Kurul, ayrıca, eyalet planlama ofisleri, yerel planlama ofisleri ve

bölge planlama ofisleri ile ve diğer Bakanlıklar altında kurulan – adı planlama

olmasa da aynı işleve sahip – Kurul ve Ofisler ile birlikte çalışmaktadır (Merriam,

1941:118-120). Kurul’un Bütçe Ofisi ile birlikte çalışması zorunludur, çünkü

planlama politikasının kabul edilmesi, hem yürütme hem yasama organının onayı ile

gerçekleşmekte ve planın uygulaması, seçimle işbaşına gelen Hükümet’e

verilmektedir (Merriam, 1941:116, 117).

Devlet – sermaye işbirliğinin kurumsallaştığı Planlama Kurulu, sanayinin

sermaye birikiminin artırılarak, kar etmesini sağlamak ve ekonomik büyümeyi teşvik

etmekle görevlidir. Bunun için, emeğin disiplinini (kısa dönemde değişken üretim

faktörü emektir) (Herberg, 1981:512, 513, 516); hammaddenin daha ucuza

üretilmesini; eğitim, sağlık masraflarının sosyalleştirilmesini (refah devleti) ve

finansmanın kolaylaşmasını sağlamaktadır (Fransa’da savaş sonrasında bankaların

devletleştirilmesi gibi) (Herberg, 1981:513).

New Deal dönemi, Amerikan ekonomisinin tekelci yapının doruğuna ulaştığı ve

tekelci yapıya karşı önlemlerin (Anti-tröst) hayata geçirildiği bir dönemi takip

etmektedir (Sweezy ve Baran, 2007). Ne var ki, Savaş ve New Deal döneminde

kurulan devlet ve özel sektör birlikteliği her zaman tekelleşmeyi teşvik etmektedir.

Tekelleşme üretimin verimliliğini artırdığı gibi özel sektör ile devlet işbirliğinde de

kolaylık sağlamaktadır (Herberg, 1981:512).

New Deal, yukarıda ele alınan ekonomik temel ve örgütsel tipler açısından

İlerlemeci Dönemin takipçisi olsa da, New Deal ile İlerlemeci Dönem farklıdır.

Page 55: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

39

İlerlemeciler, geleceğe dönük kapsamlı reformları hayata geçirmeye çalışırken, New

Deal sadece yürütme ile sınırlı reformlara girişmiştir. New Deal ile Amerikan

Başkanı, planlı toplum için politika üreten tek merkez olarak güçlendirilmiştir

(vurgular bana ait, Lepawsky, 1971:301). New Deal’in sonunu hazırlayan

dinamiklerin kökeni, söz konusu gelişmede aranır.

1935 yılında Yüksek Mahkeme’nin (Supreme Court), hasta tavuk (sick chicken)

davası olarak adlandırılan davada, New Deal’in bir parçası olarak yürürlüğe konulan

Ulusal Sınai Kalkınma Kanunu’nu (National Industrial Recovery Act) Anayasa’ya

aykırı bulması ile New Deal karşıtlığının yükseldiği net olarak görülmektedir. Ulusal

Sınai Kalkınma Kanunu, yasama yetkilerinin yürütme tarafından kullanıldığı

gerekçesiyle iptal edilmiştir. Yüksek Mahkeme kararında, şu hüküm dikkat çekicidir:

“Genel olarak plancılar, birçok New Deal düzenlemesini kabaca yetersiz kabul

etmektedirler, fakat plancıların çoğu genel kabul edilen anlamda sosyalist değillerdir.

İktisadi ve siyasi ideolojileri Thorstein Veblen, Simon Patten, ve Herbert Croly gibi

adamlardan gelmektedir, Karl Marx’dan değil. Kahramanları, mühendis, teknisyen,

ve tüketicidir, fabrika işçisi değil. Merkez kavramları iktisadi denge ve birleşik

işbirliğine vurgu yapar, sınıf çatışmasına ya da proleter diktatöryasına değil”

(Reagon, 1999:16).

Roosevelt’in gücünü kaybettiği döneme rastlayan 1940’lı yıllarda, Roosevelt,

Kurul’un ve planlama politikasının suçlanmasına karşı dik duramamıştır. Reagon,

New Deal üzerinden yaşanan çatışmanın, planlamayı doğrudan hedef almadığını, asıl

sorunun Planlama Kurulu’nun yürütmenin altında örgütlenmiş olması olduğunu iddia

etmiştir (Reagon, 1999:232). Diğer bir deyişle, planlama örgütü yürütme dışında ya

da doğrusu yasamaya bağlı olarak örgütlendiği takdirde sorunun ortadan kalkacağı

varsayılmıştır.19

Oysa sorun örgütsel bir bağlılık sorunu değildir; eleştiriler doğrudan

planlamaya yöneltilmektedir. New Deal sürecinin sonuna gelinen, UKPK’nın

bütçesinin kesildiği 1943 yılı bütçe görüşmelerinde, New Deal planlamasının amacı

net olarak plancıların kendileri tarafından ortaya konmuştur.

19 Buna karşın, 1937 yılında Amerika’da yönetimin bilimsel bir uğraş olarak kurulması çalışmalarında

başı çeken L. Gulick, planlamayı yönetsel işlevlerin ilk sırasına yerleştirmekte ve bu işlevlerin

yürütmenin işlevleri olması dolayısıyla yürütmenin altında birer ayrı bölüm olarak örgütlenmesi

gerektiğini savunmaktadır (Gulick, 1937:14).

Page 56: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

40

Bütçe görüşmelerinde, New Deal ile serbest piyasanın yok edildiğinden bahisle

planlama komünist bir hareket olmakla suçlanmıştır (Reagon, 1999:226, 229, 227).

Bu nedenle, Amerika’nın devlet – karşıtı (anti-statist) geleneğine karşı çıkan bir

uygulama olarak görülen planlama çalışmalarının, daha gönüllü (voluntarist) bir

seyre geçmesi gereği savunulmuştur. Kongre’deki tartışma sırasında, plancılar,

yargıçları, New Deal’in komünist bir hareket değil, aksine özel sermayeyi koruyan

bir yaklaşımı benimsediğine inandırmaya çalışmışlardır (Reagon, 1999:231). Hatta

plancılara göre, Amerika’nın serbest piyasa sisteminin savaş sonrasında ayakta

kalabilmesi, devletin ve diğer gönüllü hareketlerin tamamlayıcı etkinliği sayesindedir

(Reagon, 1999:238). Yine Plancılara göre, New Deal, Amerikan demokrasisinin

üzerinde işlediği dengeyi korumak üzere merkezi bir gözlem ve yönlendirmenin

gerekli olduğundan yola çıkılarak savunulmaktadır (Merriam, 1941:116). Aksi

takdirde, bu denge bozulabilecektir.

Gerçekten, 1940’lı yıllarla birlikte, Ludwig von Mises’in serbest piyasa yolu

olarak gösterdiği Amerika’da planlı demokrasilerden bahsedilmektedir. 1940 yılında

Public Administration Review’in ilk sayısında yayınlanan yazılardan Person’un,

“Research and Planning as Functions of Administration and Management” başlıklı

makalesi (Person, 1940) şöyle tamamlanmaktadır:

“Kayıtsızca çok uzun zaman beklememek şartıyla planlamanın demokrasinin

kurtuluşu için hayati faktörlerden biri olacağına ikna oldum. Toplumlarımız giderek

karmaşıklaşmakta ki plansız bireyselliğin devamı öldürücü olabilir, üstünkörü

planlama da yetersiz olması nedeniyle tehlikeli olabilir. Toplum için planlanmak ve

aynı zamanda demokratik kalmak mümkün; asıl karışık ve ekonomik olarak

istikrarsız bir toplumun demokratik kalmasının olanaklı olduğunu düşünmüyorum.

İnsanlar herhangi bir politik sistemde istikrarsızlık yerine totaliteryanizmin istikrarını

seçecektir. Bu nedenle, koşullar üzerimize tarihi bir mücadele yüklenmiştir –

demokrasimizi planlanmaya ikna etmek, ve nasıl planlanacağını göstermek

mücadelesi.”

Person’un savunusu, demokratik düzen içerisinde verimliliği sağlamak ve

verimlilik için planlı bir ekonomik yapının kurulabilmesidir (Person, 1940:72). 1937

yılında Luther Gulick de verimliliğin, demokrasinin temeli olduğunu çünkü

verimliliğin hayatı daha zengin ve daha güvenli yaptığını belirtmektedir (Gulick,

1937:11). Gulick de bu temeli Henri Fayol’da bulur. Henri Fayol ve takipçisi L.

Page 57: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

41

Gulick ve L. Urwick ve diğer Amerikan yönetim bilimcilerin temel derdi,

verimliliğin sağlanmasıdır. Fayol’un 1920’lerde yazdığı metinlerde de açıkça

görüldüğü gibi “uzun dönemli plan” gereksinimi, ekonomik verimlilik için temel

sayılmaktadır (Fayol, 1937:113).

Buna rağmen, yasama – yürütme arasında planlama politikası üzerinden yaşanan

tartışma, 1943 yılında Kurul’un bütçesinin kesilmesi ve 1944 yılında kapatılması ile

sonlanmış gözükmektedir. Kurul, 1944 yılı sonrasında çeşitli biçimler almış ve

1946’da Ekonomik Danışma Konseyi’ne (Council of Economic Advisers)

dönüşmüştür (Lepawsky, 1971:298). Ne var ki, Planlama Kurulu’nun görevleri

Konsey’e aktarılmamıştır.

Lepawsky’ye göre, New Deal aslında planlama, politika-oluşturma, politik

doğaçlama ve yönetsel programlama karışımı bir sistemdir. Yönetsel bir süreç olarak

planlama, yürütmenin politika oluşturma uzmanlığını yansıtmaktadır. Politik olarak

ise, federal-yerel birimlerin ortak emeklerinin bir araya getirilmesi ve halkın

planlama ve politika oluşturma sürecine katılımı için katılımcı mekanizmaların

oluşturulduğu sistemdir (vurgular bana ait, Lepawsky, 1971:299).

Lepawsky, New Deal ve planlamanın bir yönetsel biçim olduğunu belirtmekle

haklıdır, ancak devletin tekelci sermayenin çıkarları doğrultusunda toplumsal ve

ekonomik alanın planlandığı bir yönetsel biçim olduğunu gizlemektedir.

2. Klasik Planlama Yaklaşımının Yeniden Üretilmesi: Politika Planlaması

ve Kalkınma Planlaması

Planlama, kapitalist gelişme sürecinin tarihsel bir aşamasının özgün yönetsel

biçimi olarak statik bir yapı değildir, kapitalist gelişme sürecinde üretimin maddi

ilişkileri gibi toplumsal üretim ilişkilerinin belirleyiciliğinde farklı biçimlerde

yeniden üretilmektedir. Kapitalist zenginliğin temeli olan “sermaye birikiminin hızı

ve biçimi toplumsal yapıyı ve bu yapıya özgü siyasal örgütlenmeyi belirleyen ana

parametre olarak kabul edilebilir” (Şaylan, 2003:36). Planlama da, söz konusu

siyasal örgütlenme sürecinin bir işlevi olarak kapitalist gelişme sürecinde farklı

biçimler almaktadır. Bu bağlamda, 1930’larda kapitalizmin tekelci aşamasında

Page 58: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

42

kurulan klasik planlama yaklaşımı, 1945 sonrası dönemde tekelci sermayenin

emperyalist ilişkilerinin yagınlaşması ile yeniden şekillenmiştir.

Tekelleşme süreci, 1962 yılında dünya üretiminin %23,4’ünün 500 sanayi

işletmesi tarafından gerçekleştirildiği bir aşamaya varmıştır (Serge Latouche’den akt.

Başkaya, 2005:38). Bu dönemin özellikleri, “üretimin ve sermayenin, iktisadi

yaşamda kesin bir rol oynayan tekellere yol açacak kadar yüksek bir gelişme

derecesine ulaşan yoğunlaşması; banka sermayesi ve sınai sermayenin kaynaşması ve

bu ‘mali sermaye’ temelinde bir mali oligarşinin oluşması; sermaye ihracının, emtia

ihracatı tersine, özel bir önem kazanması; dünyayı kendi aralarında paylaşan

uluslararası tekelci kapitalist birliklerin kurulması; dünya topraklarının en büyük

kapitalist devletler arasındaki paylaşılmasının tamamlanması[dır]” (Lenin, Mart

1998:94).

Lenin, söz konusu aşamaya 20. Yüzyıl başında geçildiğini söylemesine rağmen,

“yeniden paylaşım” (Lenin, Mart 1998:102) savaşlarının tamamlanması 1945 yılını

bulacaktır. Bu dönemde, “gelişmiş ülkelerde çok büyük bir ‘sermaye fazlası’

oluşmuştur” (Lenin, Mart 1998:67). Söz konusu sermaye fazlasının yeniden

değerlendirilmesi gereklidir.

İkinci Dünya Savaşı sonrasında, emperyalist ülkelerdeki sermaye fazlasının

değersizleşmesinin önlenmesi için ithalat talebinin artırılması ve yeni yatırım

alanlarının bulunması arayışı artmaktadır (Kaynak, 2009:33-34). Bu arayışta ilk akla

gelen, ithalata dayanan ve yatırım açığı ile karakterize ekonomileri ile azgelişmiş

ülkelerdir.20

20 1950 sonrasında ortaya çıkan azgelişmişlik kavramı, “sanayileşmiş ülkelerin aksine, tarımsal

faaliyetlerin hakim olduğu ekonomilere sahip, işsizlik sorunu ile boğuşan, iş sahibi olanların da

korunaksız istihdamda yer aldığı ve çalışan yoksulluğu çekilen ve kişi başına reel gelirin düşük

olduğu ve gelir dağılımı eşitsizliğinin hüküm sürdüğü ülkeler” olarak kategorize edilmiştir.

“Azgelişmiş ülkelerde, dış ticarette birincil ürün satışı ve mamul mal alımı yapılmakta, ihracat

kalemlerinin bir üründe yoğunlaştığı ve dış ticaretin gelir içerisindeki payının çok düşük olduğu ve

dış ticaret dengesinin açık” vermekte ve bu ülkelerde sermaye piyasası gelişmemekte, girişimci ve

üretim organizasyonu zayıf kalmaktadır (Kaynak, 2009:11-27).

Page 59: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

43

1950’lerde azgelişmişlik kategorisine alınan ülkeler, genellikle eski kolonyal –

sömürge ülkelerdir. Bu dönemde, doğrudan sömürgecilik biçimsel olarak kalkmış

(Başkaya, 2005:29), “[s]ömürgeciliğin bıraktığı yerden kalkınma nöbeti

devral[mıştır]” (vurgu bana ait, Kothari’den akt. Başkaya, 2005:27). Önceden

kalkınma gelişmiş Batılı ülkelerin sorunlarını ele alan bir çalışma alanı iken, 1950

sonrasında azgelişmişlikle bir arada ele alınmaya başlanmıştır (Kaynak, 2009:30-32).

Bu alan için bilgi üretimi de ayrı bir disiplini ortaya çıkarmıştır: kalkınma ekonomisi

(iktisadı). Bu alanda, azgelişmiş ülkelerin kalkınması üzerine geniş bir kalkınma

literatürü doğmuştur.21

Kalkınma ekonomisi, azgelişmiş ülkelerde sermaye yetersizliği nedeniyle

sanayileşme ve kalkınmanın sağlanamadığı, bu nedenle yabancı sermayenin itici

gücüne gereksinim duyulduğu savı üzerine kuruludur. Bu nedenle, gelişmiş

(emperyalist) ülkelerden azgelişmiş ülkelere dış yardım ve yabancı sermaye ihracı

gereklidir, hatta zorunludur. Serbest rekabetin hüküm sürdüğü eski kapitalizmin

belirgin niteliği “emtia ihracı” olmasına karşın, tekellerin hüküm sürdüğü güncel

kapitalizmin belirgin niteliği “sermaye ihracı” haline gelmiştir (Lenin, Mart

1998:66).

Kalkınma ekonomisi, bütünleşmiş bir uluslararası sermaye hareketliliğini

gerektirmektedir. Bu doğrultuda, “ulusal düzeyde birikim sürecinde devletin yerine

getirdiği işlevi, uluslararası düzeyde yerine getirecek kurumsallaşmaların

gerçekleştirilmesi bir zorunluluk olarak belirmiştir. Bu zorunluluk II Dünya

Savaşının bitmesiyle yerine getirilmiş ve birikimin dünya genelinde sürekliliğini

sağlayacak IBDR, IMF, GATT, BM, NATO gibi uluslararası kurumlar

oluşturulmuştur” (Türkay, 2003’den akt. Tuncay, 2004:10).

Uluslararası Para Fonu (IMF), DB, BM gibi uluslararası kuruluşlar İkinci Dünya

Savaşı sonrası kurulan mali sermayenin uluslararasılaşmasının, Bretton Woods

düzeninin üstyapısal kuruluşlarıdır. Bretton Woods düzeni olarak anılan bu yapı,

sermaye hareketlerinin başlatılabilmesi / hızlandırılması için gerekli sabit döviz

kurunu kurmuş, bu amaçla, 1944 yılında ABD’nin New Hamsphire Eyaleti’nin

Bretton Woods kasabasında bir araya gelen 45 ülke temsilcisi, dolara rezerv para

21 Bu alanda, Nurkse, Hirschman ve Myrdall öne çıkan iktisatçılardır (Kaynak, 2009:34).

Page 60: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

44

niteliği kazandırmak üzere anlaşmaya varmıştır (http://worldbank.org/). Aynı

zamanda, bu yapı Avrupa’da savaş sonrası meydana gelen tahribatı gidermek için

gereksinim duyulan uzun vadeli finansmanı ve bu finansmanın sağlanması için temel

olan uluslararası kambiyo rejiminin düzenlenmesini de amaçlamıştır. Bu doğrultuda,

Dünya Bankası (DB) (bu tarihte sadece IBRD) savaşın yarattığı tahribatı gidermek

amaçlı uzun vadeli finansman gereksinimine yanıt verecektir. Uluslararası

ödemelerdeki kısa vadeli darboğazları finanse etmek ve kambiyo kurlarının

istikrarını sağlamak görevi ise Uluslararası Para Fonu’na (IMF) verilmiştir (Tuncay,

2004:12).

Bu kuruluşlar, aynı zamanda birer kredi kuruluşu olarak, kalkınma planlamasının

kredi, hibe koşulu olarak azgelişmiş ülkelerde kurulmasını sağlamıştır. Kredi

ilişkileri içerisinde sermaye ihracı (dış yardım ve yabancı sermaye) gerekliliği

azgelişmiş ülkelere benimsetildiği takdirde, belli koşullar dile getirilmeye

başlanmaktadır (Aydın, 2002). Kalkınma planlaması, hibe, yardım, yatırım

koşullarının ilk ve öncelikli maddesi olarak bu dönemde ve bu şekilde gündeme

gelmiştir. “Daha ikinci dünya savaşı yıllarında İngiltere’nin Afrika’daki ve

Karaipler’deki sömürgelerinde İngiliz yardımı alabilmek için bir çeşit planlama şart

koşulmuştu[r]. Savaştan sonra geri kalmış ülkelerdeki planlama ile ilgili olarak bu

yılların belki de en önemli gelişmesi, zengin ülkelerin azgelişmiş ekonomilere

yapacakları yardımın iyi kullanılması için plan istemeleri dolayısıyla ortaya

çık[mıştır] (vurgular bana ait, Yenal, 2010:516).

Örneğin, BM’nin kredi koşulları arasında da kalkınma planlaması vardır. 1951’de

BM’nin bir araya topladığı uzmanlar kurulu tarafından hazırlanan Rapor’da şöyle

denmektedir (United Nations, 1951’den akt. Yenal, 2010:515):

“Gelişmemiş bir ülkenin hükümeti, ekonomiyi incelemek, kalkınma programları

hazırlamak, bu programların uygulanması için gereken önlemler hakkında

tavsiyelerde bulunmak ve belli aralıklarla bu konularda raporlar hazırlamak

görevlerini üstlenecek merkezi bir iktisat birimi kurmalıdır. Kalkınma programları,

sermaye gereksinimlerini, bunların ne kadarının iç, ne kadarının dış kaynaklardan

karşılanacağını gösteren bir sermaye bütçesi içermelidir.”

DB de bu dönemde verdiği kredilerin koşulu olarak kalkınma planlaması

istemektedir (örneğin Barker Raporu). Bu dönemde, azgelişmiş ülkelerden birçoğu

Page 61: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

45

kalkınma planlamasına geçmiştir; Hindistan, Pakistan, Seylan, Filipin, Endonezya,

İran ve Irak başta olmak üzere 13 ülkede planlama yapılmaktadır (Hürriyet Partisi,

1957:5).

Yukarıda ele alındığı şekliyle, mali sermayenin uluslararasılaşması sürecinde

emperyalist ülkelerin azgelişmiş ülkelere sermaye ihracı kalkınma planlaması

aracılığıyla takip edilmeye başlanmıştır. Bu nedenle, kalkınma planlaması,

uluslararası sermaye birikim sürecinin yönetsel biçimi olarak yeniden üretilmiş

biçimidir. Bu yönetsel biçim, kalkınma ekonomisinin “kalkınma için dış yardımın

zorunluluğu” savını içsel olarak taşımaktadır.

Kalkınma ekonomisi, en basitinden dış yardım ve yabancı sermaye yatırımları ile

azgelişmiş ülkelere sermaye ihracı ile gelişmiş ülkelerde biriken sermaye fazlası için

yeni mahreçlerin bulunmuş, değerlendirilmiş olması demektir. Ne var ki, dönem

itibariyle kalkınma ekonomisi ve yönetsel aracı kalkınma planlaması bundan

fazlasını başarmıştır.

Öncelikle, kalkınma planlaması özü itibariyle azgelişmiş ülkelerin kapitalist

sistemle bütünleşmesidir. Bu doğrultuda, dünyanın 2/3’ünü kaplayan azgelişmiş

ülkelerin pazarları ile bütünleşme sağlanmıştır. Azgelişmiş ülkelerin kapitalizmle

bütünleşmesi, Soğuk Savaş döneminde komünizmle mücadeleyi de içermektedir.

Diğer bir deyişle, kalkınma planlaması sosyalist kalkınma ideolojisine, planlama

sistemine karşı kapitalist bir seçenek olarak geliştirilmiştir. Bu anlamda, ABD’nin

demokrasi ve verimlilik ilkeleri çerçevesinde kapitalizme özgü bir parola haline

gelmiştir.

Azgelişmiş ülkeler, kalkınma planlaması ile kapitalist sistemle bütünleşirken,

emperyalist ülkelerin yönetsel süreçlerinde emperyalist ilişkilerin yönetimi ve

planlanması öne çıkmıştır. Bu süreçte, emperyalist ülkelerde planlama, politikaların

planlamasına doğru evrilmekteyken, azgelişmiş ülkelerde planlama sürecine

uluslararası kuruluşlar dahil olmakta ve planlama süreci dış yardımların bağımlılığı

kısıtı altında gelişmektedir. Bu doğrultuda, kalkınma planlaması özsel olarak

kalkınma için dış yardımların zorunluluğu üzerinden (kalkınma ekonomisi) dünya ile

bütünleşme ideolojisinin taşıyıcılığını yapmaktadır.

Page 62: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

46

Kalkınma planlaması, çalışmanın olay incelemesi olarak ele aldığı Türkiye

üzerinden İkinci Bölüm’de ayrıntılı olarak ele alınacağından, bu bölüm devamında

ABD’nin planlama politikasındaki dönüşüm ile Fransa üzerinden geç kapitalistleşme

sürecinde klasik planlama yaklaşımının kuruluşu aktarılacaktır.

ABD’de Savaş Sonrası Dünya Egemenliği: Politika Planlaması

New Deal sonrası dönem, ABD’de yönetsel etkinliğinin tekelci emperyalizm

aşamasına özgü politikanın planlanması olarak biçimlendirildiği yeni bir döneme

açılmıştır. Bu değişim, UKPK’nın görev ve sorumluluklarının Ekonomik Danışma

Konseyi’ne aktarılmaması; 1947 yılında Devlet Bakanlığı (Secretary of State) altında

kurulan Politika Planlama Birimi’nin (Policy Planning Department) planlama

sürecine egemen olması ile görülebilmektedir.

Politika Planlama Birimi, dış ilişkilere yoğunlaşmakta, dış ilişkilerde politikaların

belirlenmesiyle ilgilenmektedir. Bu kurumsal yapı, kapitalist gelişme aşamasının bir

ürünü olmasına karşın, yöntemsel olarak SSCB’den esinlenmişe benzemektedir.22

Moskova’da “Dışişleri Bakanları Konferansı”na katılan ABD’li Bakan Marshall,

28 Nisan 1947’de yurda dönmüştür. Yurda dönüşünde, Marshall, Rusya’nın uzun-

erimli bir plan dahilinde hareket ettiğini, Amerika’nın ise günlük el yordamı (ad hoc)

politikalarla yönetildiğini dile getirmiştir. Marshall’a göre, Rusya’nın bir planı

vardır, ama ABD’nin yoktur. ABD de, dış politikasında uzun erimli politikalara

odaklanabilmelidir (Pugliaresi and Berliner, 1989).

22 Bahsedilen, Wilsoncu bir yöntemsel aktarmacılıktır. 1887 tarihli makalesi (The Study of

Administration) ile Amerikan kamu yönetimi disiplininin kurucusu kabul edilen Woodrow Wilson,

Fransa ve Almanya’da yönetime dair bulduğu bilgiyi “Anayasaları[nın] filtresinden geçirip,

tenkitçiliğin kısılmış ateşine oturtup, yabancı gazların tesirinden ayıklamak ile” kendi topraklarında

işe yarayacak biçimde kullanmaya soyunmuştur (Wilson, 1887). Wilson’un aldığı bilgi değil,

tekniktir; çünkü Wilson “[b]ıçağını akıllıca bileyen bir katil görürse”, katilden “o bıçakla işleyeceği

sonraki olası cinayetleriyle ilgili niyetlerine ortak olmadan, bıçağını bileme tekniklerini”

öğrenebilecektir (Wilson, 1887). Söz konusu yöntem transferi planlama anlayışında da etkili olmuş

gözükmektedir. Planlama, SSCB planlama sisteminden ilham alarak ancak “planlama sistemi”nin

yöntemsel ve ideolojik olarak Amerika’ya uyarlanması ile uygulamaya girmiştir.

Page 63: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

47

Bunun üzerine, Amerika’nın dış politikasında “politika birleştirme (integration),

politika yönetimi (management), politika izleme (monitoring), ileriye dönük

planlama (forward planning), kaynak tahsisi (resource allocation), söylev hazırlama

(speech writing), Kongre’de konsensüs sağlama (Congressional consensus

building)” gibi görevlerle (Pugliaresi and Berliner, 1989:382) donatılan Politika

Planlama Birimi kurulmuştur. Birim’in ilk direktörü, 5 Mayıs 1947’de göreve atanan

George Kenan olmuştur (Pugliaresi and Berliner, 1989:382-383).

George Kennan, bir Sovyet uzmanıdır; uzun yıllar Rusya’da ikamet etmiş ve

öğrenim görmüştür. Stalin’in savaş ve sonrasındaki politikalarına ilgi duyan Kennan,

Moskova’da dışişleri mensubu olarak görev yapmış ve çeşitli raporlar hazırlamıştır.

En önemli ve bilinen raporu ise “Russia Seven Years Later”dır (1944 yılında

ABD’nin Rusya Büyükelçisi Averell Harriman’a sunulmuştur).

Kennan’a verilen ilk görev, Avrupa’nın geleceğine dair bir rapor oluşturması ve

önerilerde bulunması olmuştur (Pugliaresi and Berliner, 1989:383). Birim’in ilk ve

en önemli katkısı hazırladığı “Avrupa’nın Yeniden Yapılanması için Kalkınma

Planı”dır (Marshall Plan). Kalkınma Planı, ülkelerin planlarının birleştirilmesi

şeklinde değil, Amerikan Yardımının kullanımına yönelik bölgesel programlama

şeklinde olacaktır. Avrupa Kalkınma Planı, Avrupa ülkelerinin delegelerinden oluşan

bir komite tarafından hazırlanarak, Başkan Truman tarafından Aralık 1947’de

Kongre’ye sunulacak ve bir sonraki yıl kabul edilecektir (Erhan, 1996).

Görüldüğü gibi, İkinci Dünya Savaşı sonrası Soğuk Savaş döneminde ABD’de

“kapitalist dünyanın egemenliği” misyonu ön plana çıkmaktadır. SSCB ile soğuk

savaşın kızıştığı dönemde, siyasal iktidarın vurgusu demokrasi kavramı üzerinedir ve

demokrasi planlama kavramı ile birlikte egemen söylem olarak yeniden

üretilmektedir. Özellikle, demokrasi ve planlama yanyana getirilmeye çalışılmakta;

yönetim bilimlerinden gelen destek ile planlamada ağırlık karar vermeye

kaymaktadır.23

23 Simon’un başını çektiği örgüt bilimciler, Henri ve Fayol ekolüne eleştirel bir yaklaşımla, örgüt

biliminde araştırma nesnesini insan ve insan ilişkilerine çevirmişlerdir. Sosyo-psikolojik yaklaşımla,

çevre ve insan incelenmekte ve çevrenin insan üzerinde, davranış ve kararları üzerindeki etkisi

inceleme nesnesi olarak seçilmektedir (Simon, 1958).

Page 64: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

48

Kısaca, ABD yönetsel etkinliği tekelci emperyalizm döneminde emperyalist

politikaların planlanması olarak yeniden üretilmiştir. Emperyalist ilişkilerin,

doğrudan dayatılabilir özellik taşımaması, birçok farklı karar vericiden oluşan bir

alanı yönetmeyi amaçlaması nedeniyle, uluslararası ilişkilerin planlanması

politikanın planlanmasına, politikaların belirlenmesine odaklanmıştır.

Planlamada görülen söz konusu dönüşüm, yalnızca dış ilişkilerle sınırlı olmamak

üzere 1980 sonrasında stratejik planlamanın yapılandırılmasına temel olacaktır.

Nitekim 1980 sonrasında tekelci ve devletçi birikimin terk edilmesi ve küreselleşme-

finansallaşma bağlamında düzenleyici devletin yükselişi ile planlama işlevi de

politikanın planlanması olarak yaygınlaşacaktır (Bkz. Birinci Bölüm, V.A.3).

Fransa’da Geç Kapitalistleşme, Geç Planlama: Economié Concérte

Savaş sonrasında, ABD’nin egemenliğinde bir uluslararası işbölümü ortaya

çıkmıştır. “Tekelci aşamanın eşitsiz gelişme yasasının daha kolaylıkla kavranmasına

imkân hazırladığı” (Küçük, 1981b, 35) bu dönemde, Fransa diğer ülkelerin

gelişimine ayak uyduramamış, “sanayi gücü 4. veya 5. dereceye düşmüştür”

(Lomonthe, 1961:19). Bu durumda, Fransa önünde duran “modernleşme yahut

gerileme” şıklarından birini seçmek durumundadır (Lemerle ve Cazes, 1962:20).

Planlama, modernleşme yolunda eldeki kaynakları birleştirerek yüksek performanslı

bir ekonomiye geçiş tercihinin sonucudur (S. Cohen, 1969).

Fransa’da planlama, Marshall Kalkınma Planı’nı (1947) öncelemekte ancak eş

zamanlı bir süreç haline bürünmektedir. Planlama çalışmaları, 1945 yılında Planlama

Genel Komiserliği’nin kurulması ile başlamıştır ve 1946 yılında dört yıllık

Modernleşme ve Malzeme Planı (1946-1951) hazırlanmıştır (S. Cohen, 1969:81).

Planlamanın mimarı Jean Monnet’tir (Lemerle ve Cazes, 1962:12). Monnet,

SSCB’nin ikinci beş yıllık çalışmalarında bulunmuş, “sınaî teşebbüsleri ve hemen

hemen bütün dünyada yatırım yapmış olan büyük bir Amerikan Bankasını idare

etmişti[r]” (Lomonthe, 1961:8). Bu bağlamda, Monnet karakterinde SSCB ile ABD

planlama deneyimi sentezlenmektedir. Savaş sonrası Fransa’da planlama

çalışmalarına altyapı hazırlayan ekonomik yapı, bankacılığın büyük ve gaz, elektrik,

kömür ve ağır sanayinin ise bir bölümünün devletleştirilmesi ile gelmiştir

Page 65: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

49

(Lomonthe, 1961:10). Bu doğrultuda, Fransa’da planlama devletçilikle kamu

mülkiyetinin yaygınlaştırılması sürecinde ortaya çıkmıştır; diğer bir deyişle üretimde

sosyalizasyon devletçilikle sağlanmıştır. Söz konusu özellik, Fransa’nın geç

kapitalistleşme süreci ile yakından ilgilidir. Öte yandan, devletleştirmelerin

yaygınlaşması özel sektörün ikame edildiği anlamına gelmemektedir. Aksine, özel

sektör vergi muafiyeti ve kredi kolaylıkları ile teşvik edilerek, yönlendirilmektedir

(Lomonthe, 1961:15). Bu anlamda, Fransa’nın planlama deneyiminin temel özelliği

devlet ile özel sektör arasındaki işbirliğinde yatmaktadır.

Fransız planlaması, 1960’lı yıllarda kapitalist planlamanın prototipi olarak

(Cohen, 1970:180) kabul görmekte ve ihraç edilebilen bir ürüne dönüştürülmektedir

(Cohen, 1969:1). Fransız deneyiminin başarısı ve deneyimi prototip yapan özelliği,

devlet-sermaye işbirliğini kuran ve geliştiren süreci ve örgütsel yapısıdır. Bu

doğrultuda, Monnet’nin asıl başarısının eline aldığı güç değil, ekonomik gücü ve

amaçlara egemen olan iki büyük gücü, bürokratik mekanizma ile dinamik ve

gelişmeci sermaye elitini bir araya getirmek olduğu belirtilmektedir (Herberg,

1981:505). Buna göre, talebi yüksek tutmak ve maliyeti yaygınlaştırmak isteyen

büyük sermaye devlet ile işbirliğine girmiştir (Cohen, 1970:181).

Fransız planlamasının bu özelliği, planlamanın “temsilciler veya onu ilerde tatbik

edecek kimseler tarafından hazırlan[ması]” ve “plânlama işinde profesyonel idarî

ortamı[n] iptal e[dilmesi]” olarak anılmaktadır (Lomonthe, 1961:8, 23). Bu ilkeler,

Fransız planlamasının yönetsel süreci ve örgütsel yapısında yatmaktadır.

Fransız planlamasının yönetsel süreci, yakınsayıcı (convergence) özelliği ile

özgündür. Yakınsayıcı özellik, planlama süreci içerisinde üretici güçlerin çıkarlarının

uzlaştırılması ve plana sızmasını sağlamaktadır. Üretici güçlerin tercihlerinin plana

sızdırılması, Fransız planlamasının yinelenen süreçlerinde (iteration) sağlanmaktadır.

Planlama, yalnızca merkezi tercihlerle değil, planlamanın nesnesi konumundakilerin

de tepkilerine açık bırakılmaktadır. Hükümetin baştan belirlediği tercihler /

öncelikler, istişari örgütlerdeki temsilciler aracılığıyla tekrar şekillendirilmektedir.

Bu nedenle, bir ayrışma (divergence) değil, yakınsama sağlanmaktadır (Dolan,

1966:9). Bu özellik çerçevesinde, gruplar ve kesimler arasındaki işbirliği özel olarak

korunmaktadır (Cohen, 1970:181). İşbirliğinin önemsenmesi nedeniyle, gruplar ve

kesimler arasındaki ayrışmadan özellikle kaçınılmaktadır (Cohen, 1970:181).

Page 66: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

50

Fransa’ya özgü yönetsel süreç, temel olarak dört kurum üzerinde yükselmektedir:

Yüksek Planlama Konseyi, Ekonomik ve Sosyal Konsey, Planlama Genel

Komiserliği ve Modernizasyon Komisyonları.

Yüksek Planlama Konseyi (High Planning Council), Başbakanlığa bağlıdır ve

Konsey’in başkanlığını Başbakan yapmaktadır. Başkan yardımcıları ise Maliye

Bakanı (Minister of Finance) ile Ekonomik ve Sosyal Konsey’in başkanıdır

(President of Economic and Social Council). Konsey üyeleri, sermaye ve işçi sınıfı

temsilcileri ile devlet görevlileri arasından seçilmektedir; Konsey, danışma birimidir.

Ekonomik ve Sosyal Konsey (The Economic and Social Council) ise hükümet

tarafından seçilen temsilcilerden oluşan 178 üyeye sahip danışma birimidir.

Konsey’de, işçiler ile sanayi, tarım, ticaret sermayesi temsil edilmektedir.

Planlama Genel Komiserliği (General Planning Commission) ise planın

hazırlanmasında merkez birimdir. Komiserlik, 20-30 arasında planlama

komisyonunu (sektörel–dikey, işlevsel–yatay) koordine etmektir; bu komisyonlar,

sürekli komisyonlar değildir. Yatay (işlevsel) komisyonlar (Genel Ekonomi ve

Finans, İşgücü, Milli Prodüktivite, Bölgesel Planlama, Bilimsel ve Teknik Araştırma)

işverenler, sendikacılar, çiftçiler, memurlar ve bağımsız uzmanlardan oluşmaktadır.

Bu komisyonlar, sektörlerarası çalışmakta, sektörel komisyonları da koordine

etmektedir (Dolan, 1966:8). Komiserliğin kendisine ait memuriyet kadrosu yoktur,

komiserlikte çalışanlara ücret ödenmemektedir (Lemerle ve Cazes, 1962; Lomonthe,

1961). Komiserlik, “kavramsallaştırma, öneri geliştirme, değerlendirme aşamasında

görev almakta”dır (Cohen, 1969:30).

Planlama Genel Komiserliği’nin idari ve mali bir özerkliği ya da karar alma

yetkisi yoktur (Lemerle ve Cazes, 1962:16). Bu nedenle, ekonomiye tek başına

hükmetme gibi bir yetkiyi elinde bulundurmamakta, diğer bakanlıklarla ortak

çalışmakta; bakanlıklar aracılığıyla güç kullanmaktadır. Fransa’da Monnet, bu

yönetsel özelliği, Planlama Genel Komiserliğinin örgütsel yapısını, bir süper

bakanlık olarak kurgulamaktan çok; var olan bürokratik işleyiş ve güç yapısına göre

şekillendirilmesinin sonucu olduğunu belirtmektedir (Cohen, 1969:29).

Planlama Genel Komiseri ise “hususi veya hükmî şahıslara ait büyük çaptaki

ekonomik işler idaresinde çok geniş tecrübe kazanmış olan” kişiler arasından

seçilmektedir (Lomonthe, 1961:8). Komiserlerden, J. Monnet Amerikan bir banka

Page 67: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

51

tröstünün yöneticiliğinden, Hirsch Fransız maden sanayi kollarından birinde yüksek

idarecilikten ve Masset Fransız Elektrik İdaresi yüksek idarecilikten Planlama

Komiserliğine gelmişlerdir (Lomonthe, 1961:8).

Modernizasyon Komisyonları (Commissions du Modernisation) işçi, işveren ve

memurları bir araya getiren yapıdır. Modernizasyon Komisyonları, korporatist bir

yapı olarak görülmesine rağmen, Komisyon’da devlet ve sermaye temsilcilerinin

egemenliği söz konusudur (Herberg, 1981:508). Örneğin 3.Plan için Modernizasyon

Komisyonlarında 615 kişi yer almaktadır: 113 idareci, 234 teknisyen, 206 müstahsil

şefi, 82 sendikacı, 23 Danıştay, Sayıştay ve Üniversite temsilcisi, 62 banka ve kredi

sektörü temsilcisi (Lomonthe, 1961).

Planın hazırlanması, toplumsal güçlerin temsilcilerinin bulunduğu yukarıda

sayılan örgütler zemininde tamamlanmaktadır. Planlamanın yürütülmesinde ise,

Maliye Bakanlığı ile Hazine en önemli aktörlerdir. Çünkü planın finansmanını

sağlayacak Modernizasyon ve Ekipman Fonu (Modernization and Equipment Fund)

Hazine’nin yönetimindedir.

Yukarıda aktarılan Fransa’ya özgü planlama süreç ve yapılarının katılımcı

karakteri doğrultusunda, toplumsal sınıfların tercih ve önceliklerinin birebir planlama

sürecine dahil edilmekte olduğu sanılmamalıdır. Özellikle, karar verme sürecini

halka açmamak için “keeping politics out of politics” (siyaseti siyasetten uzak

tutmak) yöntemi ile planlamayı iktisadi-teknik bir konu gibi göstererek tepkilerden

ve müdahalelerden uzak tutmaktadır (Cohen, 1970:181). Bu doğrultuda, işçi sınıfının

planlama sürecinde çoğu zaman etkisiz kalması tesadüf değildir.

Bu doğrultuda, Fransa’da planlama, en büyük tepkiyi 1968’de Sol kesimden

almıştır. 1968’de başlayan genel grev ve öğrenci direnişi ile dile getirilen bu karşı

duruş, planlamanın anti-demokratik karakteri üzerine yoğunlaşmış, ulusun kendi

kalkınmasının yönünü kendi belirleyebileceği üzerinden yürümüştür (Cohen,

1969:237-238). 1950’lerde demokratik planlama sloganı ile hayata geçirilen

planlama 1968 sonrası dönemde, devlet - sermaye işbirliğinin simgesi haline gelmiş;

demokrasi sendikal sol hareket tarafından sahiplenilmiştir.

Page 68: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

52

3. Klasik Planlama Yaklaşımının Yıkılışı ve Stratejik Planlamanın Doğuşu:

Planlama Politikasından Politikanın Planlamasına

1970’lerin ortalarında, Savaş sonrası genişleme dönemi son bulmuş, kapitalizm

yapısal krize girmiştir (Başkaya, 2005:10). Kriz enflasyonist etki yarattığı iddia

edilen Keynesyen dönemin kamu yatırımları ile hesaplaşma üzerinden yükselmişse

de asıl olarak 1970’lerin sonunda yoğun birikim sürecinin büyüme sınırlarına

gelinmesiyle “kar oranlarında düşme eğilimi” ile ortaya çıkmıştır (Shaikh, 1985’den

akt. Akçay, 2007:33).

Krize yanıt olarak ikinci küreselleşme dönemi açılmıştır. Yeni birikim rejimi,

ticaretin ve sermaye akımlarının serbestleştirilmesi ve “...piyasa mantığını engelleyen

her türlü kollektif yapının yok edilmesini gerektir[ir] (Bourdie, 1998’den akt.

Yeldan, 2002). Serbestleşme süreci, finansal sermayenin sanayi sermayesi aleyhine

yükselmesiyle birlikte gelişmiştir (Yeldan, 2002).

1980 sonrasında kapitalizmin finansal küreselleşme aşamasına geçilmesi ile

ekonomilerin başat gayesi enflasyon ve faiz haddi gibi para politikası araçları ile

gerçekleştirilecek dengeli büyüme olmuştur. Dengeli büyüme, piyasanın

egemenliğinde sağlanacaktır. Fiyat mekanizmasının tüm iktisadi etkinlikleri yönettiği

bu egemen ideolojide, özelleştirme, deregülasyon, serbestleşme, küreselleşme ana

kavramlar olmuştur (Kaynak, 2009:46). Piyasa, “bütün günahların kaynağı olarak

görülen devlete” karşı, “toplumsal günahlardan yalıtılmış ve arındırılmış...

demokratik toplumu temsil e[tmektedir]” (Keskinok, 2005:24). Bu bağlamda,

Keynesyen refah devletinin aşamalı olarak ekonomideki rolünün en aza indirilmesi

temel politika halini almıştır.

Yeni birikim rejiminin kuruluşu, kuramsal kurgu ve politik propagandalarda

“piyasacılık” ve “rekabetçilik” ve “küçük devlet” kavramlarıyla yürümüş olsa da,

uygulamada devlet müdahaleciliği tasfiye edilmemiş, aksine biçim değiştirerek

artmaya devam etmiştir. Neoliberal ideoloji Keynesyen ekonomi ve devlet formunu

alaşağı ederek demokratikleşme fırtınası koparmakta, bu karmaşa içerisinde kurulan

yeni birikim rejiminde devletin ekonomi alanına müdahalesi farklı biçim ve içerikle

devam etmektedir. Bu nedenle, neoliberal ideolojinin egemenliğindeki ikinci

küreselleşme sürecinde eleştirilerin kaynağı devletin varlığı değil, devlet

müdahalesinin bir biçimidir (Akçay, 2007:40).

Page 69: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

53

Küreselleşme sürecinin 1980’lerle başlayan ve yaklaşık 10 yıl süren “Birinci

Kuşak Yapısal Reformları” temel olarak istikrar önlemlerinden oluşmaktadır.

İstikrar, kamu sektörünün küçültülmesi ve uluslararası ticari ve mali serbestleşmenin

sağlanması ile gelecektir. Bu doğrultuda, ilk evre sermayenin dolaşımı önündeki

yasal ve kurumsal engellerin kaldırılması dönemidir. Her kapısı küçük / minimal

devlet kurgusuna açılan reformların sınırlarına, 1980’lerin sonunda gelinecektir.

Birinci kuşak yapısal reformlar doğrultusunda her türlü önlemle birlikte devlet

küçültülmekte ancak enflasyon, işsizlik gibi yapısal sorunlar devam etmektedir. İşte

birinci kuşak yapısal reformlarda bir geri dönüş özelliği taşıyan adımlar, 1990’ların

başında Post-Washington Uzlaşısı olarak anılan süreçle atılmaya başlanmıştır.

“İkinci Kuşak Yapısal Reformlar”, serbestleşen ticari ve mali etkinliklerin

sürdürülebilmesi için gerekli yasal ve kurumsal altyapının devlet tarafından temin

edilmesini temel almaktadır. Yeni Kurumcu İktisat’ın kuramsal altyapısından

ilerleyen ikinci kuşak yapısal reformlarda devletin küçültülmesi değil,

etkinleştirilmesi gereklidir (Bayramoğlu, 2005a). 1997 yılında DB başkanı

Wolfensohn Dünya Kalkınma Raporu’na yazdığı önsözde “[minimal devlet] zarar

vermez ama daha iyisini de yapamaz” demekte ve etkin devleti işaret etmektedir:

“kalkınma, etkin devleti gerektirir, etkin devlet katalizör, teşvik edici role sahip,

destekleyici ve özel sektör ve bireyin etkinliklerini tamamlayıcı olandır” (World

Bank, 1997:iii). Bu tespit, devletin küçültülmesi değil, yeni dönemde yeni rolü ile

konumlanmasına dair bir çağrıdır.

Devlet biçimi açısından, Birinci Kuşak Yapısal Reformlar Keynesyen devletin

tüm zihniyeti ile birlikte somut olarak tasfiyesini; İkinci Kuşak Yapısal Reformlar ise

devletin dönüşümünü ya da yeniden kuruluşunu sağlamıştır. Bu bağlamda, toplumsal

ve ekonomik alanın yönetiminin biçimi de devletin dönüşümü ile paralel bir evreden

geçmektedir. Keynesyen Devletin tasfiyesi ile klasik planlama politikasının ideolojik

(tekelci - devletçi) ve maddi (KİT’ler, kotalar, fiyatlama politikası, vb.) koşulları

ortadan kalkmıştır. Klasik planlama politikasının kavram seti ve örgütsel yapısı da

birikim rejimi, düzenleme tarzının tasfiyesi ile birlikte yürürlükten kaldırılmıştır.24

24 Birikim rejimi, “uzun bir süre boyunca, maddi üretim koşulları, bunların gelişme (yani yatırılan

sermayenin büyüklüğü, üretim aygıtının sektöre dayalı yapısı ve üretim normları) ve toplumsal

tüketim (ücretlilerin ve diğer sınıfların tüketim giderleri, toplumsal tüketim, yani sosyal devlet

Page 70: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

54

Bu bağlamda, 1930’larda kurulan ve 1945-1960 döneminde yeniden üretilen

klasik planlama yaklaşımı döneminin, 1980 ile birlikte kapandığı açıktır. Ardından

gelecek dönemin, yeni dönemin post-modern kuramlarının da katkısı ile “[d]evlet

düzenlemelerini ve ekonomiye ve toplumsal yaşama yapılan müdahaleleri

reddederek… planlamayı tümüyle tasfiye etmeyi” önermesiyle (Keskinok, 2005:24),

yeni dönemin post-planlama dönemi olduğu algısı yaratılmıştır. Oysa 1990’larla

birlikte planlama kavramının toplumsal ve ekonomik gelişme dinamikleri ile yeniden

gündeme getirildiği görülmektedir. Dror’un, 1970’lerde yönelttiği “bu toplumsal

dönüşüm sürecinde planlama nasıl olmalıdır?” sorusuna geri dönülmektedir (Dror,

1971).

Dror, 1970’lerde bu soruya “[h]ızlı dönüşüm sürecinde işlevlerini yerine

getirebilmek için planlamanın kendisinin dönüştürülmesi[nin] gerekli” olduğunu

belirterek yanıt vermiştir. Diğer bir deyişle, yeni dönem post-planlama değil, neo-

planlama dönemi olmalıdır.25

Dror’un önerisi, “[p]lanlama disiplininin politika bilimlerine, planlama

mesleğinin politika mesleğine dönüşümü”nü işaret etmiştir (Dror, 1971:403).

Dror’un öngörüsüne katılmamak mümkün değildir, dahası uygulama bu dönüşümü

teyit etmiştir. Yeni dönemle birlikte “[u]lusal plânlama düzeyindeki analitik

çalışmaların ağırlık noktalarının politika plânlamasına” kaymasında yarar

görülmüştür (vurgu bana ait, Celasun, 1984). Çünkü “[p]iyasa düzeninin işlerliğini

ve genel politika araçlarının etkinliğini arttırıcı kurumsal ortamın oluşturulması ve

korunması gelişmiş piyasa ekonomilerinde önem kazanmaktadır” (Celasun, 1984).

imkanlarıyla sağlanan tüketim) arasında uygun bir orantı meydana getiren” belirli bir üretim biçimi

olarak tanımlanmaktadır. Düzenleme tarzı ise Lipietz tarafından “bir birikim rejiminin uyum

koşullarını hem toplumsal koşulların durumuna göre, hem de bunların çatışmacı özelliklerinin

ötesinde teminat altına alan kurumsal biçim, ağ, üstü açık ve üstü kapalı kuralların toplamı” olarak

tanımlanır. Birikim rejimleri ve düzenleme tarzları “bir nedensel veya işlevsel ilişki içerisinde değil,

birbiri ile bağlantılılık veya birbiri üzerinden ifadelendirilme ilişkisi içerisindedir” (Hirsch,

2011:93-94).

25 Sadık Ünay, neo-planlama kavramını, stratejik-etkin devletin küresel ekonomik güçlere karşı kamu-

özel sinerjisi yaratmak üzere kurması gereken planlama yaklaşımını işaret etmek için

kullanmaktadır (Ünay, 2006:172).

Page 71: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

55

1980 sonrasında Keynesyen devletin müdahale araçları tasfiye edilirken, İkinci

Kuşak Yapısal Reformlarla kurulan etkin devletin müdahale aracı olarak düzenleyici

etkinliği geliştirilmektedir. Piyasa ekonomisinin işlerliği için yasal ve kurumsal

kapasitenin geliştirilmesi devletin düzenleyici etkinliğinin geliştirilmesine bağlıdır.

Bu bağlamda, ekonomi ile siyaset arasındaki en temel bağ piyasaların düzenlenmesi

etkinliğidir. Düzenleyici devlet vergi toplama ve harcama faaliyetleri yerine piyasa

aksaklarının düzeltilmesi, eksik bilgi ve kamu hizmeti açığı, vb.’ye yönelik kural

koyma faaliyetlerine yoğunlaşmaktadır (Majone, 1997). Yeni Kamu İşletmeciliği ile

Kamu Tercihi kuramlarından beslenen düzenleyici devlet, idari ademi-merkezileşme

ve bölgeselleşme, mali özerkleşme, özelleştirme, düzenleyici kurullara yetki devri

üzerinden ilerlemekte, devlet yönetim ve örgütünü baştan aşağı değiştirmektedir

(Majone, 1997). Düzenleyici devlet, hem polisi ve hem cezaevlerini özelleştiren

devletin düzenleyici etkinliğidir (Braithwaite, 1999).

Bu doğrultuda, devlet düzenleyici etkinlikleriyle piyasaya müdahale etmekte, bu

müdahalelerin belirsizlikleri önleyici bir şekle bürünmesi ise düzenleyici etkinliğin

planlanmasını gerektirmektedir. Savaş sonrası dönemde ABD’de ortaya çıkan

politika planlaması, 1990’larda kurumsallaşmaktadır.26

Örneğin, Reagon döneminde

çıkarılan 12498 ve 12291 sayılı KHK (Executive Order) ile yıllık düzenleme planı

(annual regulatory plan) yürürlüğe girmiş, Clinton da Reagon’ı takip ederek bir

sonraki yıl planı hazırlamıştır (Pildes ve Sunstein, 1995).

Yeni dönemde, bütünleşen finansal piyasaları ulusal ölçekte yönetebilecek

araçlara sahip bir planlama ancak biçim, ölçek, içerik olarak yönetsel biçimin

yeniden yapılandırılması ile mümkündür. Bu yeni yapı, kuram ve uygulamada ortak

bir takım ilke ve özellikler taşımaktadır:

Piyasanın etkinliğini sağlayıcı düzenlemeleri merkeze alarak politikayı

planlaması gerekmekte ve yönlendiriciliğin içeriği öngörülebilirliğe ve

risk yönetimine odaklanmaktadır;

Planlama süreci ekonomik etkinliğin küresel bütünleşmesine paralel

olarak ulusüstü karakter kazanmakta sektörel bağıntılar bölgesel ölçekte

ele alınmaktadır;

26 Bkz. Dror, 1971; Celasun, 1984.

Page 72: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

56

Yeni bir iktidar tarzı ile toplumsal ve ekonomik alanı planlamaktadır:

yönetişim.

Çözümlenmesi çalışmanın kapsamını aşan neo-planlama, 1990’lar ile stratejik

planlama olarak gündeme gelmiş ve tedricen uygulamaya girmiştir. Stratejik

planlama, “1993 yılında ABD’de bütün kamu kurum ve kuruluşlarında stratejik

planların ve performans planlarının hazırlanmasının zorunlu tutulduğu Hükümet

Performansı Sonuç Kanunu (Government Performance Results Act)” ile

kurumsallaşmıştır (Övgün, 2009b). Uygulamaya giriş süreci, Türkiye’nin klasik

planlama politikasının tasfiyesinin aktarıldığı son bölüm’den (İkinci Bölüm,

V.başlık) izlenebilir.

B. KAPİTALİZMDE PLANLAMA KAVRAMI: POLİTİKA OLARAK

PLANLAMA

Bölüm başında sorduğumuz, kapitalizmde planlama, bir sistem olarak planlama

değilse, nedir (başka bir şeydir ama nedir)? sorusuna yanıt bu başlık altında

gerekçelendirilerek sunulacaktır.

Kapitalizmde planlama, kapitalist gelişme sürecinde tekelci sermaye birikiminin

üstyapısal bir ürünüdür. Bu nedenle, piyasa ekonomisinin işlerliğini kaybettiği bir

tekelci ekonomik yapı üzerinde, piyasanın gelişme koşulları içerisinden doğmuştur.

Tekelci kapitalizm aşamasının yönetsel biçimi olarak planlama, “kapitalist üretimi

düzenleyen mekanizmayı ortadan kaldırmamakta, dolayısıyla iktisadî kalkınmayı ve

gelişmeyi büyük ölçüde piyasadaki dalgalanmaların etkisi altında bırakmaktadır”

(vurgu bana ait, Çelebican 1974, 591). Aynı zamanda, serbest piyasanın söz konusu

toplumsal üretim ilişkilerinde kapitalist sistemin bireysel mülkiyet ilişkileri devam

etmektedir.

Bu nedenle, planlama piyasa mekanizmasının yerine ve karşısına

konumlanmamakta; hiçbir zaman piyasayı kaldırarak tüm ekonomiyi kapsama

iddiası taşımamaktadır.27

Aksine, planlamaya karşın piyasa ekonomilerinde üretici

27 Kapitalizmde planlama, kamu kesimini düzenlemekte, özel sektöre ise teşvik ile yön vermektedir.

Ayrıca, azgelişmiş ülkelere özgün olarak, Gürgan Çelebican, dual ekonomik yapı dolayısıyla,

Page 73: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

57

birimler, üretime dair kararlarını piyasa mekanizmasının temelinde, kendileri

almaktadır, ekonomik karar verme mekanizması, mülkiyet ilişkileri doğrultusunda

halen ademi-merkezi birimlerdedir. Bu nedenle, kapitalist sistemde, planlama ile “tek

tek teşebbüslerin faaliyetleri arasında idarî – iktisadî ilişkiler yoktur” (Çelebican

1974:593). Bu bağlamda, planlamanın kapitalizmde gücü ya da uygulanabilirliği,

üretici birimlerin, destek ve işbirliğine sıkı sıkıya bağlıdır. Tersinden okunursa da

“özel teşebbüse dayanan ve gelişmiş ekonomilerde planlama, iktisadi kararların

büyük çoğunluğunun özel kişiler ya da teşebbüslerce alındığı ve bu kararlar üzerinde

ancak maliye ve para siyaseti yoluyla dolaylı biçimde etkili olunabileceği” bir

koşulda varolmaktadır (United Nations, 1963’den akt. Çelebican, 1974).

Yukarıda incelenen deneyimlerde de görüldüğü gibi kapitalizmde planlama,

özellikle savaş dönemlerinde kurulan devlet – büyük sermaye birlikte yönetme

pratiğinin devamı niteliğindedir. Herberg, 1945 sonrası planlama deneyiminin,

Japonya, Batı Almanya ve Fransa’da görüldüğü gibi devlet – özel sektör işbirliğine

dayandığını iddia etmektedir (Herberg, 1981:499). Somut deneyimler, söz konusu

işbirliğini teyit etmektedir. Ne var ki, işbirliğinin tarihsel kökeni konusunda

Herberg’e katılmak mümkün değildir. Çünkü 1945’den önce 1930’larda ve hatta

öncesinden başlamak üzere ABD’de devlet ile özel sektör birlikte yönetmeye

başlamıştır (Reagon, 1999:10-11).

Kapitalist mülkiyet ilişkileri devam ettiği için yönetsel etkinlik, özel sektörü

ancak ve ancak teşvik politikaları ile yönlendirici bir şekilde planlayabilir.

Pokrovski, bu nedenle, planlamayı kapitalist sistemde, makro-ekonomik düzeyde

ekonominin belli sektörlerine koordine edilmiş teşvik sistemini kapsayan bir politika

olarak görmektedir (Pokrovski, 1969:475). Vergi muafiyetleri, cazip kredi koşulları,

devlet tarafından üretilen mallar üzerinde seçimli vergi uygulamaları gibi devlet

teşvikleri önem kazanmaktadır (Pokrovski, 1969:483). Söz konusu özellik,

kapitalizmde planlamanın kapsayıcılığının sınırlarını belirlemektedir.

planlamanın ancak ekonominin belli bir kesimini kapsayacağını belirtmektedir: “azgelişmiş

ekonomilerin birçoğunda yarı feodal, başka bir deyişle yarı-kapalı kesimlerin yanı başında oldukça

iyi örgütlenmiş piyasalar, özel kesimin yanı sıra kamusal kesim görülmektedir” (Çelebican,

1974:588).

Page 74: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

58

En önemlisi, kapitalizmde planlama kamu sektörüne yöneliktir. “Devlet

sektörünün faaliyeti, kararlaştırılan gelişme hızını gerçekleştirecek ve stratejinin

gerektirdiği yönde dengeli bir kalkınma sağlıyacak şekilde planlanacaktır” (Küçük,

Ekim 1975:277). Aslında, kapitalizmde planlama ekonominin tüm sektörlerinin

dengeli büyümesi gibi bir amaç da taşımamaktadır (Pokrovski, 1969:475).

Kapitalizm, doğası gereği eşitsiz büyüyecektir (Küçük, 1981b). Bu koşullarda,

merkez, yalnızca planlamada, ekonomik büyümenin genel yönünü tayin edebilecektir

(Pokrovski, 1969:478, 479).

Özel sektör, planlama kapsamında değildir; tüm etkinliklerinde fiyat

mekanizmasına göre hareket etmekte serbesttir. Bu nedenle, kapitalizmde

planlamanın yol gösterici bir karakteri olduğu genel olarak kabul edilir. Liberal

kuramcılar tarafından planlama ‘yol gösterici’ (indicative) ve ‘emredici’ (imperative)

olmak üzere ikiye ayrılmaktadır. “Birinci çeşit planlamada, önceden saptanan

amaçlara piyasa güçlerini etkilemek yoluyla ulaşılmak istendiği halde ikincisinde,

planlamadan sorumlu olan kamusal örgütün ya da örgütlerin kararları, büyük ölçüde,

piyasa mekanizmasının yerini alır” (Çelebican, 1974:589). İkinci planlama ise

kapitalizme özgü yol gösterici, özendirici planlamadır (Sezen, Mayıs 1999:33). Yol

gösterici planlama, piyasa aleyhine ilerlememekte, tamamlayıcı bir işlev kazanarak,

kamu için emredici, özel sektör için yol gösterici karakter taşımaktadır.

Kapitalist maddi üretim koşullarının özel sektörün egemenliğine dayanması ve bu

üretim tarzının toplumsal üretim ilişkileri çerçevesinde, “[k]apitalistlerin devleti

ancak bütün kapitalistlerin anlaştığı ölçüde katkıda bulunmak durumunda[dır]. Bu iç

çatışmaya karışmadan, ekonominin genel gidişini etkilemek ve kapitalist mantığın

zorunlu sonuçlarını –sistemin bütününü tehlikeye düşürdüğü için- düzeltmeye

çalışmak kapitalist devletin ve dolayısıyla planlamanın görevi”dir (vurgular bana ait,

Küçük, Ekim 1975:95). Tinbergen’e göre de kapitalizmde planlamadan beklenen

amaç, kurumsal çerçeveyi çizmek ve düzeltme yapmaktır (vurgular bana ait,

Tinbergen’den akt. Küçük, Ekim 1975:96).

Yukarıda belirtilen özelliklerinden de anlaşıldığı gibi, kapitalist sistemde üretim

piyasanın eşgüdümünde bireysel mülkiyet temelinde devam etmektedir. Planlama

etkinliği, kapitalist sistemi düzenleyici bir işlev taşımakta; kurucu özellik

göstermemektedir. Bu düzenleyici işlev, siyasal iktidarın “amaca yönelik karar veya

Page 75: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

59

kararlardan oluşan” eylemleridir (Dror, 1968:12). Planlama, siyasal iktidarın görev

ve sorumluluk alanında üretilen bir politikadır. Ancak, her politikanın bir planlama

olmadığına dair bir şerh koymak zorunludur. Siyasal iktidarın ekonomik ve

toplumsal alanın bütüncül olarak uzun vadeli neyle, nasıl, ne amaçla, vb.

yönlendireceğini gösteren, koordine edilmiş ve (maliyeti) hesaplanmış politikalardan

oluşmaktadır.28

Bu doğrultuda, kapitalist sistemdeki planlama olgusunu planlama sisteminden

ayırmak üzere planlama politikası olarak adlandırmak doğru olacaktır. Kapitalist

sistemde, planlama sisteminden değil, planlama politikasından bahsedilebilir.

Yönetsel etkinliğin planlanması, kapitalist toplumsal formasyonda genellikle

yürütme erkinin (siyasal iktidarın) görev ve sorumluluğundadır. Başbakanlığa bağlı

ya da Hazine’nin (Maliye Bakanlığı) sorumluluğunda olan merkezi örgüt,

yürütmenin sorumluluğu altında planlama örgütü olarak çalışmaktadır. Diğer

taraftan, planlama politikasında, politika süreçleri paralelinde29

politikanın

oluşturulması, yürütülmesi ve değerlendirmesinde yetki ve sorumluluk, biçimsel -

kurumsal olarak birbinden ayrılmaktadır. Liberal siyaset kuramının, ekonomi–siyaset

ayrılığı, siyaset–yönetim bağlamında yeniden türetilmekte (Akbulut, 2005) ve

planlamanın hedeflerinin oluşturulması siyasal alana, hedeflere ulaşmak üzere

araçların tayin edilmesi ile teknik kadrolara havale edilmektedir.

Planlama politikasında genel olarak politika oluşturma görevi kurul tipi

örgütlenen yürütmenin içerisindeki merkezi örgüte verilmekte; planlamanın

yürürlüğe girmesi ise yasamanın yetki ve sorumluluğuna bırakılmaktadır;

yürütülmesi ise yürütmenin yetki ve sorumluluğunda gerçekleşmektedir.

Planlamanın oluşturulmasında, merkezi kurula ek olarak, hükümet içerisinde

örgütlenen Bakanlıklararası komisyonlar ya da planlama komisyonları ile hükümet

dışından uzman ve temsilcilerden oluşan özel ihtisas komisyonları rol almaktadır. Bu

28 Diğer bir deyişle, planlama özel tekellerin bulunduğu yapı üzerine, egemen grupların karşılaştığı

sorunları çözmek üzere Devletin politika uygulamasından ibarettir (Pokrovski, 1969: 475).

29 Kamu politikası süreçleri, politikanın oluşturulması, politikanın yürütülmesi, politikanın

değerlendirilmesinden oluşmaktadır. Ne var ki, söz konusu süreçler, yeniden formüle

edilebilmektedir. Bkz. Hill, 2005.

Page 76: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

60

komisyonlar, planlama politikasında devlet – büyük sermaye işbirliğini

kurumsallaştıran yapılardır.

VI. KAVRAM KATEGORİSİ ÖNERİSİ: PLANLAMA SİSTEMİ VE

PLANLAMA POLİTİKASI

Planlama olgusunun SSCB ve ABD örneklerinde olduğu gibi birbirlerine

yaklaşmayacak derecede farklı özellik ve biçim taşıdıkları, bazı örneklerde ise büyük

benzer özellikler taşıdıkları ve tarihsel uğraklarda kırılma ve değişime uğradığı

açıktır. Bu nedenle, planlama kavramının tüm tarihsel deneyimleri karşılaması

düşünülemez. Kavramlar, nesnel gerçekliğin zihindeki yansımasıdır. Bu nedenle,

nesnel gerçeklik gibi kavramlar da gelişip değişmelidir. Nesnel gerçeklikteki gelişim,

değişim ve kırılmalar, kavramlarda karşılık bulamadığı takdirde ise bir kavram

karmaşasına sürüklenilecektir.

Planlama da kökeni çok eskilere dayanan bir gerçeklik ve kavramdır. Bu

doğrultuda, tarihsel deneyimlerin tümünü karşılama iddiasındadır. Yalnızca tarihsel

değil, farklı düzeylerdeki planlama deneyimlerini de içerir. Bir yandan askeri,

ekonomik, siyasal, sosyal, yönetsel, kentsel, vb. alanlardaki deneyimleri bir yandan

“Antik Çin, Columbus öncesi Amerika ve modern Kameralist Avrupa’daki”

planlama (Lepawsky, 1971:297) olgularını yansıtmak üzere kullanılmaktadır. Ne var

ki, sayılan tarihsel olgular ve planlama düzlem/alanları tek bir kavramda toplanarak

birbirlerine indirgenemeyecek farklı genel ve temel özelliklere sahiptir. Söz konusu

tarihsel olguların, “doğuş nedenleri, varoluş yasaları, içinde barındırdığı iç çelişkiler

ve gelişme eğilimleri ve o nesneye özgü belirleyici özellikler” yani “[b]elli bir

nesneler sınıfının özünü oluşturan şey, [ki] aynı zamanda o nesnelerde genel olan

yandır” (Malinin, 1979:161), farklıdır.

Nesnel gerçekliğin en genel ve temel özellikleri, yani özü kavram kategorileri ile

dile getirilir (Hançerlioğlu, 2006:424). Kavram kategorilerinin oluşturulması,

bilimsel araştırma için zorunludur çünkü “kategoriler, düşüncenin düzenleyici

ilkeleri, nesnelerin ve fenomenlerin tüm zenginliğini sınıflandırmamızı sağlayan,

özne ile nesne arasındaki bağıntının düğüm noktalarıdır” (Malinin, 1979:137). Bu

nedenle, planlama gerçekliğine özgü zenginliğin tek bir kavramda toplanarak

Page 77: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

61

karmaşaya sürüklenilmesi yerine söz konusu zenginliğin sınıflandırılması gereklidir.

Bu sınıflandırma ile 1930’lu yıllar SSCB plancılığı ile 1960’lı yıllar kalkınma

plancılığının, “ekonomik sistemin serbest işleyişine yönelen devlet müdahalesi”nin

(Kapp, 1939:761) farklı ölçekleri olmadığı görülecek; söz konusu tarihsel olguların

genel ve temel özelliklerinin belirlenerek sınıflandırılması ile gerçekliğin özünün

kavranması sağlanacaktır.

Bu amaçla, somut tarihselliği içerisinde ele alınarak “doğuş nedenlerinin, varoluş

yasalarının, içinde barındırdığı iç çelişkilerin ve gelişme eğilimlerinin ve o nesneye

özgü belirleyici özelliklerin” (Malinin, 1979:161) kavranmasına çalışılmıştır. Bir

sonraki aşamada ise, nesnel gerçekliğin söz konusu parçaları, bütünden koparılmadan

ayrıntılardan temizlenip genel ve temel özelliklerinde soyutlanarak30

kategorize

edilmiştir. Bu çabayla inceleme nesnesi olarak planlamayı bilimsel olarak cazip

kılarak bilimsel çalışmaların derinleşmesine ön ayak olmak amaçlanmıştır.

Çalışmada kurulan kategorizasyona geçmeden önce, alanyazındaki birikime

değinmekte fayda vardır.

Alanyazında genel eğilim, planlamanın ABD yönetim bilimi disiplininin

popülarize ettiği gibi evrensel olduğuna dayanır. Özellikle kamu yönetimi

kitaplarında, planlama çeşitleri uzun ve kısa dönemli, emredici ve yönlendirici, vb.

gibi sınıflandırmalara tabi tutulmaktadır.31

Bu sınıflandırmalar, sosyalist ve kapitalist

özü göz ardı ederek, farklı sistemlerde planlamayı ölçek, kapsam sorununa

indirgemektedir.

Buna karşın, planlamayı toplumsal ve ekonomik yönetim süreci olarak yönetsel

eylem ve yapı gibi toplumsal – ekonomik sistem tarafından belirlenmesinden yola

çıkılarak sosyalist ve kapitalist sistemlerde niteliksel olarak farklılaştığı kabulü ile

başlayan birçok çalışma da vardır:

Sosyalist sistemlerde planlama

Kapitalist sistemlerde planlama

30 Soyutlama, temelli ögeleri, ikinci üçüncü derecedeki ögelerden arındırmak, can alıcı ögeleri,

ilişkileri, diğerlerinden ayırmaktır (Küçük, Planlama, Kalkınma ve Türkiye Ekim 1975, 103).

31 Bu kanıya dair Esra Kilim’in çalışmasına mutlaka göz atılmalıdır (Kilim, 2011). Planlama

konusunda temel kitaplardan Seriye Sezen’in eserinde de aynı sınıflandırmalara yer verilmiştir

(Sezen, Mayıs 1999).

Page 78: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

62

Alanyazında birçok çalışma söz konusu sınıflandırmayı temel almaktadır.

F. Pollock’e göre, sosyalist ve kapitalist planlama olarak iki kategori vardır, diğer

planlama alternatifleri bu iki planlama arasında bir yerde durmaktadır. Bu iki

kategorinin kurulmasındaki ölçüt ise üretim araçları üzerindeki mülkiyetin biçimidir:

özel mülkiyet ile kolektif mülkiyet (F. Pollock, 1932’den akt. Kapp, 1939:762).

Kapp ise devlet müdahalesinin piyasa ile uyumlu olup olmadığına bakarak bir

sınıflandırma yapmaktadır. Devletin doğrudan kantitatif kontrolleri32

arttıkça, piyasa

çalışamaz hale gelmektedir. Hatta, bu kantitatif düzenlemeler özel mülkiyeti

zayıflatabilecek bir ölçeğe gelebilecektir (Kapp, 1939:769). Bu, serbest piyasanın

düzenleyici etkisinin tasfiyesi anlamına gelir çünkü kantitatif kontrol ile üretim

devlet ya da plan tarafından belirlenmektedir, fiyat mekanizması ile değil (Kapp,

1939:767-768). Buna göre, Kapp şu ayrımı yapmaktadır:

Serbest Piyasa Ekonomisi (Free market economy)

Güdümlü Ekonomi (Regulated economy): Piyasa mekanizmasının kalkmadığı

ama belli sektörlerde doğrudan kantitatif düzenlemeler hüküm sürdüğü

ekonomi (Kapp, 1939:770).

Planlı Ekonomi (Planned economy): Tüm ekonomik süreçlerin plana tabi

olduğu ekonomi (Kapp, 1939:770-771).

1989 tarihli kitabında Ellman ise, devletin ekonomiye müdahalesi ölçütü

üzerinden iki kategori ortaya koymaktadır: liberal ve Marksist. Bu iki kategori,

ademi merkezi piyasa ekonomisi ile güdümlü ekonomi olarak tanımlanmakta ve

verimlilik açısından karşılaştırılmaktadır (Ellman, 1989:12-17).

Türkçe alanyazında da genel olarak söz konusu kategoriler benimsenmiştir.

Boratav, Küçük’ün33

başını çektiği yazarlar, sosyalist planlama kavramını

kullanmaktadır (Boratav, 1973).

32 Kantitatif müdahaleler, üretim sürecinin doğrudan devlet tarafından belirlendiği önlemlerdir.

Örneğin, gümrük vergilerinin artırılması piyasanın işleyişine müdahale etmezken; “ihracat

kotaları”nda üretim miktarının piyasa tarafından değil plan tarafından belirlenmesi kantitatif bir

müdahaleyi işaret etmektedir (Kapp, 1939:767-768).

33 Yalçın Küçük de “Kalkınma, Planlama ve Türkiye” başlıklı kitabında sosyalizmde planlamadan

hareket etmekte, kapitalizmde bu anlamda bir planlama olamayacağını iddia etmektedir (Küçük,

Ekim 1975).

Page 79: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

63

Yukarıda aktarılan kavramlarda, planlamanın üzerinde yükseldiği ekonomik

sistemler işaret edilmektedir. Bunların dışında, planlama kavramının kapitalizmde

olmayacağını savunan bir yaklaşım da bulunmaktadır. Kapitalizmde planlamanın

sosyalist bir karakter taşımaması nedeniyle, kapitalizmde planlama alanyazında farklı

kavramlarla yansıtılmaya çalışılmıştır. Örneğin, Pokrovski, kapitalist sistemlerde

ekonomik etkinliklerin planlanmadığını ancak programlanabileceğini belirtir ve

programlamayı, “planlamadan farklı olarak, … egemen grupların karşılaştığı belli

başlı sorunları çözmek amacıyla tekelci özel üretim sistemine uygulanan ve

ekonominin belirli kesimlerinin makro-ekonomik düzeyde uyumlu olarak uyarılması

için hükümetçe izlenen bir siyaset biçimde tanımlanabil[eceğini]” belirtmektedir

(Pokrovski, 1969:476; Çelebican, 1974:589). Kapitalist sistemlerde planlama yerine

ekonomik programlama olduğunu savunan diğer bir yazar da M. Bor’dur. Bor’a

göre, “iktisadi programlama, temelinde özel – kapitalist ilişkiler yatan ve egemen

kapitalist grupların karşılaştığı öncelik sıraları sorununun çözümüne yardım etmek

üzere ulusal üretimin bazı kesimlerinin, -genel bir çerçeve içinde uyumlulaştırılmış

olarak,- devlet eliyle uyarılması siyaseti”dir (Bor, 1967’den akt. Çelebican,

1974:589).

Tez çalışmasında da benzeri bir yaklaşım benimsenmiştir, ancak yönetsel süreç

içerisinde planlamayı merkeze alan ve işlevi üzerinden soyutlayan bir

kategorizasyona gidilmesi tercih edilmiştir: kurucu bir işlev olarak ve düzenleyici bir

işlev olarak planlama.

Planlamanın kurucu bir işlev gördüğü SSCB planlama deneyimi planlama sistemi

olarak kavramsallaştırılmışken; planlama politikası kapitalist sistemde planlamanın

genelleştirilmiş ve soyutlanmış özelliklerini işaret etmektedir.

Sosyalist sistemlerde, toplumsal ve ekonomik alanın yönetimi, planlama biçimini

alır, çünkü planlama, hem ekonomik ve hem toplumsal etkinliğin temelidir.

Ekonomik etkinlik, kaynak tahsisi ve bölüşüm ilişkilerini kapsar. Geleneksel

sosyalist model, tüketim ve istihdamda piyasa kategorilerini tamamen reddeder.

Burada, yapılan kaynak tahsisi para akımını doğurmaz ve bölüşüme temel

oluşturmaz. Kaynak tahsisi işletmeler arasında kalır (Boratav, 1973:330). Tekil

işletmelerin üretim fonksiyonları doğrudan plan tarafından belirlenir (Pokrovski,

1969:475). Bu doğrultuda, sosyalist sistem, gerçek bir piyasada arz-talep dengesi

Page 80: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

64

sonucunda oluştuğu varsayılan fiyatlar üzerinden değil, yakıştırma piyasada

oluşturulan hesabi fiyat üzerinden hareket eder. Bu nedenle, sistem, kaynak tahsisi

ile bölüşümü ayırır. Planlama ile işleyen üretim sürecinde oluşan toplumsal ilişkiler

de, bu doğrultuda planlama ile kurulmaktadır. Bu nedenle, toplumsal ve ekonomik

alan planlama sistemi içerisinde birbirine bağlanır.

Buna ek olarak, sosyalist sistem, komünist topluma geçiş amacını içsel olarak

barındırır. Komünist toplumun üretim biçimi, sosyalist sistem içerisinde planlama ile

kurulacaktır. Planlama, sosyalizmden komünizme geçişi sağlayacaktır. Sosyalizmden

komünizme geçiş, sosyalist devletin başlıca işlevlerindendir ve bu geçiş

kendiliğinden bir geçiş değildir aksine “devletin yönlendiriciliğini gerektiren

hızlandırılmış bir sınai ve tarımsal bir kalkınma”dır (Churchward, 1961:413). Bunun

da ötesinde, planlama kapitalist üretim biçimi ve ilişkilerinin tasfiyesi ve komünist

üretim biçimi ve ilişkilerini kurmayı amaçlar. Bu doğrultuda, sosyalist sistemlerde

planlama, üretim biçimini kurucudur, sosyalist yönetim uygulamasının kendisidir

(Güler, 2010b). Sosyalist sistem planlı ekonomi ya da planlı toplum olarak

adlandırılır.

Kapitalist sistemlerde ise, piyasa temel kurucu öğedir. Diğer bir deyişle,

plansızlık, kendiliğindenlik olarak anılan piyasa, toplumsal – ekonomik etkinliğin

temelidir.

Kapitalist üretim biçiminde, kaynak tahsisi ile bölüşüm birbirinden ayrılamaz.

Gerçek piyasada, kaynak tahsisi ile başlayan istihdam ve tüketimin gerçekleştiği

parasal akım, bölüşümü gerçekleştirir. Gerçek piyasada oluşan fiyat üzerinden üretim

etkinliği gerçekleşmektedir. Söz konusu, üretim sürecini yönlendiren piyasa,

üretimin toplumsal (mülkiyet) ilişkilerini de kurucudur. Piyasa sisteminde, yönetsel

etkinliğin planlanması, düzenleyici bir işlev üstlenmektedir. Bu nedenle, kapitalist

planlama, “kapitalist üretimi düzenleyen mekanizmayı ortadan kaldırmamakta,

dolayısıyla iktisadî kalkınmayı ve gelişmeyi büyük ölçüde piyasadaki

dalgalanmaların etkisi altında bırakmaktadır” (Çelebican, 1974:591).

Özet olarak,

“Kapitalist sistemler içinde rasyonel hesaplama ve kontrol sürecinin piyasa

mekanizması (fiyat sistemi) tarafından yerine getirildiği varsayılır. Sosyalist

sistemlerde ise rasyonel hesaplama ve kontrol sürecinin sağlanmasında piyasa

Page 81: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

65

mekanizmasının yerini, planlama bir müessese olarak almıştır. Sosyalist planlama

sürecinde de bir kısım ihtiyaçların öneminin değerlendirilmesi mekanizmasına

bırakılabilir fakat bu da planlanmıştır” (Bettleheim, 1965’den akt. Tekeli, 2009:35).

Görüldüğü gibi, piyasa ve planlama kavramları, toplumsal ve ekonomik

sistemleri temsil etme gücüne sahiptir ve bu nedenle karşılıklı ilişkileri bağlamında

anlam kazanmaktadır. Gerçekten “[ö]zel bir kategori, yalnızca kendi başına analiz

edilerek, yani diğer kategorilerden yalıtılarak doğru bir şekilde kavranılamaz. Nesnel

gerçekte her şey karşılıklı bağıntı ve etkileşim halindedir” (Malinin, 1979:137).

Bu doğrultuda, sosyalist ve kapitalist sistemlerde, yönetsel sürecin bir işlevi

olarak planlamanın niteliksel farklılaşmasının düzenleyici ve kurucu işlevler

üzerinden soyutlanabileceği saptanmıştır. Kurucu bir işlev olarak planlama, yönetsel

sürecin ve sistemin kendisidir, planlama sistemi kategorisini oluşturmaktadır. Piyasa

sisteminde düzenleyici bir işlev üstlenen planlama ise siyasal iktidarın düzenleyici

etkinliği olarak bir politikadır.

VII. DEĞERLENDİRME

“Planlama[nın], belirli bir amacı gerçekleştirmek için düzenlenen önlemler

bütünü” (Küçük, Ekim 1975) olarak tanımlanması, kavramın doğuş zaman ve

mekanında üstlendiği liberal yaklaşımın teknikleştirme ve evrenselleştirme

çabalarının sonucudur. Tanım, kavramın tarihselliğini örten ve evrenselliğini

yeniden üreten bir işlev ile günümüze kadar gelmiştir. Birçok bilimsel çalışma, bu

tanım üzerinden (bilerek ya da bilmeden) kavramın teknik ve evrensel karakterini

veri kabul ederek ilerlemekte; birçok siyasal çıkarsama da tanımı temel almaktadır.

Toplumsal ve ekonomik alanın yönetimi sürecinde planlama, tarihsel - toplumsal

bir kavramdır. Toplumsal ve ekonomik alanın yönetimi sürecinde bir işlev olarak

planlamanın, kapitalist gelişme sürecinde tekelci kapitalizm döneminde devletçiliğin

yönetim biçimi olarak doğduğu görülmektedir. Bu doğrultuda, planlama piyasa

sistemine bir seçenek olarak değil, aksine sermaye birikim sürecinin yeniden

üretilmesini sağlayan yönetsel etkinliğin tarihsel bir biçimi olarak doğmuştur.

Planlamanın kapitalist gelişme sürecinde devletçiliğin yönetim biçimi olarak

doğması, liberal siyaset teorisinin siyaset - ekonomi alanlarının biçimsel – kurumsal

Page 82: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

66

ayrılığını planlama – piyasa karşıtlığı üzerinden yeniden üreten savını yok hükmüne

getirmektedir. Savın çürütülmesi, alanyazının büyük bir bölümünü değersizleştiren

bir sonuç doğurur, çünkü alanyazın, liberal siyaset kuramının egemenliği altındadır.

Örneğin, ikiliklerin aşılması kapitalizmde planlamanın komünizme geçiş süreci

olarak görülmesinin mantıksal dayanaklarını yokeder (Mises ve Hayek başta olmak

üzere).

Liberal siyaset kuramının epistemolojik araçlarıyla varılan bir diğer sonuç,

sosyalizmin planlı bir ekonomi (yönetim) olması nedeniyle anti-demokratik baskıcı

bir rejim olduğudur. Oysa liberal siyaset teorisinin siyaset - ekonomi ayrılığı,

kapitalizm için olduğu kadar sosyalizm için de açıklayıcı değildir. Açıklama yetisi

yoktur, çünkü sosyalist toplum ve ekonomi piyasanın eşgüdümünde değildir, piyasa

– planlama karşıtlığı kurulamaz; çünkü sosyalizmde toplumsal mülkiyet ilişkileri

temeldir ve kapitalizmin aksine tüm üretici güçler yönetsel süreçte planlamanın hem

nesnesi hem öznesidir.

Tam bu noktada, tarihsel ve toplumsal çözümlemenin gösterdiği şekilde,

sosyalizmde ve kapitalizmde planlı yönetim biçiminin farklı doğuş nedensellikleri ve

iç çelişkilere sahip olduğu unutulmamalıdır. Liberal siyaset kuramının planlama –

piyasa ikilikleri yerine, özsel farklılık planlama sürecinin sistem (üretim tarzı)

temelinde yüklendiği işlev üzerinden soyutlanabilmektedir: kurucu ve düzenleyici

işlev.

Sosyalizmde planlama, piyasanın tasfiye edildiği (ya da edileceği) ekonomik

yapıda, kurucu bir işleve sahiptir. Kurucu işlev olarak, sosyalist sistemin maddi

üretim koşullarını olduğu gibi toplumsal üretim ilişkilerinin de belirleyicisidir. Bu

nedenle, sosyalist sistemde planlama etkinliği, sistemin kendisi haline gelmektedir.

Planlama sistemi, sosyalizmde kurucu işleve sahip planlama kavram ve olgusunu

işaret etmektedir.

Kapitalizmde yönetsel etkinliğin planlaması ise düzenleyici bir işleve sahiptir.

Söz konusu düzenleyici işlev, siyasal iktidarın toplumsal ve ekonomik alanı

düzenleyici etkinliği olarak, bir (bütüncül, uzun dönemde, koordineli ve

hesaplanabilir sonuçlara sahip) politika olarak görülebilir. Bu doğrultuda,

kapitalizmde planlama, planlama politikası olarak kavramsallaştırılarak, sosyalizmde

planlama kavram ve olgusundan ayrılmıştır.

Page 83: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

67

Söz konusu kavramsal kategorizasyon (ve yansıttığı gerçekliğin) tarihsel –

toplumsal temellerinden koparılarak, karşılaştırmasına meydan vermeyecektir. Bu

doğrultuda, planlamanın sosyalizmden kapitalizme aktarılan bir teknik olduğu

savunusu mantıksal temelden yoksun kalmaktadır. Bu noktada, planlama

politikasının, planlama sisteminin input-output analizleri gibi birçok teknik aracını

adapte ederek ve planlama sistemiyle diyalektik ilişkisi içerisinde doğup, geliştiğini

hatırlatmak gerekir.

Planlamanın tarihselliğine geri dönerek, planlamanın içerik ve biçiminin de

kapitalizmin gelişme seyri içerisinde, birikim rejimi ve süreçlerinde yeniden

üretildiği söylenmelidir. 1930’larda hüküm süren tekelci kapitalizm - müdahaleci

devlette, yönetimin devlet – tekelci sermaye birlikte yönetiminin kurumsallaşmış

biçimi olarak doğan klasik planlama politikası, 1945 sonrasında tekelci

emperyalizmce, emperyalist ilişkiler içerisinde gelişmiş ve yeniden üretilmiştir.

1960’lar ile klasik planlama yaklaşımı iki yüze sahiptir: Bir tarafta emperyalist

ilişkilerin merkezindeki ülkelerin emperyalist müdahalelerinin planlandığı politika

planlaması ve diğer tarafta azgelişmiş ülkelerin sistemle dış borçlanma mekanizması

üzerinden bütünleşmesini amaçlayan kalkınma planlaması.

1930’larda kurulan, Savaş sonrasında yeniden üretilen ve yaygınlaşan

kapitalizmde planlama etkinliğinin ortak noktası devletçi ekonomi politikası ve

müdahaleci devlet biçimine dayanmasıdır. Bu anlamda, 1930’lardan 1960’lara

yönetim biçimi olarak planlamada bir kırılma değil, süreklilik vardır. Ne var ki,

küreselleşme-finansallaşma dönemini açan 1970’ler sonrasında devletçi ekonomi

politikalarının tasfiye edilerek piyasa ekonomisinin üstünlüğünün tanınması ve

müdahaleci devletin devletçi kolları kesilerek düzenleyici devlete geçişi, planlama

yaklaşımında bir kopuş yaratacaktır. Yeni dönemle birlikte klasik planlama politikası

(tekelci – devletçi) terkedilecektir. Ne var ki, terkedilen müdahaleci devlet ve klasik

planlama politikasıdır. Yeni dönem çok geçmeden kendi yönetim biçimini yeniden

kurmuştur. Yeni dönemde, düzenleyici devletin bir işlevi olarak planlamanın

konusunu, düzenleyici etkinliklerin oluşturduğu iddia edilebilir. Stratejik planlama

olarak gündeme gelen yeni planlama biçimi, politikanın planlaması dönemine

açılmaktadır. Bu bağlamda, 1980’lerle birlikte önce klasik planlama anlayışının

Page 84: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

68

terkedilmesi, ardından neo-planlama döneminin kurgulanması ve kurumsallaşması

dönemi gelecektir.

Kuramsal olarak, planlama statikleştirilmemeli, yönetsel biçimler kapitalizmin

gelişme aşamalarına özgülenmelidir. Kalkınma planlaması bu duruma iyi bir

örnektir. Soğuk Savaş döneminde tekelci sermayenin uluslararasılaşma sürecinde,

azgelişmiş ülkelerin kapitalist sistemle bütünleşmesinin aracı olarak kalkınma

planlamasına, 1980 sonrası dönemde nostalji beslemenin siyasal ve bilimsel bir

kazanımı olmayacaktır. Özgülenme ve tarihselleştirme, planlamanın siyasal

sınırlarını da göstermektedir. Planlama, toplumsal üretim ilişkilerinin bir biçimiyse,

planlamanın kendiliğinden bir değer taşıması söz konusu değildir. Şöyle ki, planlama

kendiliğinden farklı bir sistem ya da dönemin taşıyıcısı olamayacak, toplumsal

üretim ilişkileri içerisinde belirlenecektir.

Page 85: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

69

İKİNCİ BÖLÜM

TÜRKİYE’NİN PLANLAMA DENEYİMİ:

PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİ

Türkiye’de planlama deyince akla kalkınma planlaması gelir,34

“kalkınma

plânlaması efsanesi” yaratılır.35

Askeri rejimin “gelecekteki ‘kişisel çıkarı için her an

toplumsal çıkarı feda etmeye hazır’ siyasetçi ordusunun tahribatından uzak

tut[arak]” kurduğu kalkınma plancılığı, Anayasal statüye sahip kılınarak güvence

altına alınmıştır (vurgular bana ait, Sezen, Mayıs 2009:177). Siyasetten uzaklaştırılan

kalkınma planlaması, “iyi insanlar”ın (bürokratlar)36

toplumsal iyiyi sağlamak üzere

çalışması ile kurulacaktır. Bu doğrultuda, Birinci Beş Yıllık Kalkınma Planı’nda

(BBYKP) (1963-1967) olduğu gibi, planlama örgütü “[i]nsan hak ve hürriyetlerini,

milli dayanışmayı, sosyal adaleti, ferdin ve toplumun huzur ve refahını

gerçekleştirmeyi ve teminat altına almayı mümkün kılacak bir demokratik düzeni

kesin olarak seçmiş olan Türk Milletinin, Anayasamızda açık ifadesini bulan iktisadi

ve sosyal hayatı, keyfi ve plansız davranış tecrübelerine son verip adalete, tam

çalışma esasına ve herkesin insan haysiyetine yaraşır bir yaşayış seviyesi sağlanması

amacına göre düzenleme arzu ve azmine uygun olarak”, “[m]illi tasarrufu artırmak,

yatırımları toplum yararına, gerektirdiği önceliklerle yöneltmek ve iktisadi, sosyal ve

kültürel kalkınmayı demokratik yollarla gerçekleştirmek üzere” planlar hazırlamıştır

(DPT, 1963).

34 Planlama üzerine araştırma ve incelemelerinin birçoğu Türkiye’de planlamayı 1960 yılından

itibaren başlatır. Gerçekten, 1960’larda planlama kendinden önceki deneyimin reddi üzerine

kurulmuştur. 1930’larda başlayan deneyimin planlama olup olmadığına dair tartışmalar yapılır ve

planlamanın bir yönetim biçimi olarak kurumsallaşması itibariyle 1960’dan itibaren inceleme

başlatılır.

35 “Türkiye’de Kalkınma Plânlaması Efsanesi” Ali Somel’in çalışmasının başlığıdır (Somel, 2009).

36 Yaşar Kemal’in “Demirciler Çarşısı Cinayeti” başlıklı eserinde bahsi geçen “o güzel insanları”

hatırlatır (Kemal, 2011).

Page 86: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

70

Dönemin planlama örgütü kadrosu da benzer bir algı ile işe başlamıştır. Planlama

örgütünün kuruluşunda emeği geçen Ali Nejat Ölçen siyasetten arındırılmış bilimsel

bir yöntemle hareket ettiklerini belirtmektedir:

“Tutuculuğun ve tüm kötülüklerin çelik tellerini kırdığımızı zannediyorduk. Ülkemiz

yükselecek, yoksulluk ortadan kalkacaktı. Bunun sırrını bulmuştuk bile: Politikacı

yatırım ve üretim kararlarına burnunu sokmayacaktı artık. Örgütümüz bu amaçla

kurulmuştu. Bir kale gibi. Burçlarında bilimin çelik mızrakları yükseliyordu.”37

Bu yaklaşım, liberal siyaset kuramının devlet – toplum / ekonomi - siyaset

ayrılığını devlet-merkezli yaklaşım içerisinden planlama - piyasa bağlamında

yeniden üreten örneklerden biridir: planlama toplumsal adaleti sağlar, planlamayı

siyasetten uzak bilim adamları, uzmanlar yapar, vb.

Bu yaklaşımın bilimsel-siyasal çıkarımlarını her dönemde bulmak mümkündür:

1930’larda yürürlüğe giren devletçilik sosyalizan fantezi olmakla suçlanır,38

1960’larda planlama sürecinde yaşanan çatışmalar siyasetçi – bürokrat çatışması

olarak sunulur,39

1970’li yıllarda kalkınma planlaması yapılırsa her şeyin

düzeleceğine inanılır…

Oysa kuramsal ve kavramsal çerçevede açıklandığı gibi, planlama bir yönetim

biçimi olarak, kapitalist gelişme seyrinde doğuş nedenselliklerini içsel olarak taşır ve

plan toplumsal üretim ilişkilerinin tarihsel biçimince belirlenir. Bu nedenle,

planlamaya kendinden menkul değerler yüklenemez (kimin için toplumsal iyi),

planlama bir yönetsel biçim olarak sistemi kurucu değil, düzenleyicidir (komünizme

geçişi sağlamayı amaçlamaz), planlama devletin planlama örgütü tarafından

hazırlanan teknik bir belge değildir (toplumsal üretim ilişkilerinin çatışmalı doğası

içerisinde belirlenir)...

37 Ölçen, 1996’dan akt. Somel, 2009. Ali Somel planlama efsanesi olarak adlandırdığı “plânlama

ideolojisi”ni, “siyasetten bağışık bir bilimcilik, bilimden bağışık bir toplumculuk, toplumdan bağışık

bir devletçilik sacayaklarının üstünde yüksel”diğini belirtmektedir.

38 1930’lu yıllarda incelenecek devletçiliğe dair sıkça tekrarlanagelen bir tezdir: Bkz. Tezel, Kasım

1993.

39 Seriye Sezen (Sezen, Mayıs 1999), Ümit Akçay (Akçay, 2007), Bilsay Kuruç’un (Kuruç, Mayıs

2010) eserlerinde siyasetçi - bürokrat çatışması farklı boyutlarıyla yer almaktadır.

Page 87: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

71

Kapitalizmde planlama, toplumsal üretim ilişkilerinin biçimsel görünüşüdür. Bu

doğrultuda Türkiye’de planlama deneyimi düzenleyici bir işlev üstlenmiş, planlama

politikası kategorisi dışına çıkmamıştır. Ancak, bir politika olarak planlama deneyimi

tek bir doğru boyunca ilerlememiş, seksen yıllık süreçte kırılma ve kopuşlar

yaşamıştır. Kırılma ve kopuşlar, ilk bölümde ele alınan tarihsel uğraklara denk düşen

planlama biçimlerinin kuruluş ve dönüşüm dönemlerini işaret etmektedir.

Türkiye’de beş temel tarihsel uğrak, planlamada kuruluş, dönüşüm ve kırılma

dönemlerini temsil etmek üzere saptanmıştır. Türkiye’de klasik planlama yaklaşımı,

1930’larda (1930-1932) devletçiliğin yönetim biçimi olarak kurulmuş, Savaş sonrası

dönemde ise (1945-1947) klasik planlama yaklaşımı liberalizm bağlamında askıya

alınmıştır. Klasik planlama yaklaşımı, 1960’larda (ulusal) kalkınma plancılığı

biçiminde yeniden üretilmiş ve 1978-1980 döneminde tasfiye edilene kadar

uygulamada kalmıştır. 1980 yılı ve sonraki dönemde ise önce klasik planlama

yaklaşımı tasfiye edilmiş ardından stratejik planlama adım adım yerleşmiştir.

Her tarihsel uğrak, yönetsel biçimlerin yerleşmesi sancısını siyasal bir çatışma

olarak ağırlamış, çatışmada siyasal tarafların (ve toplumsal tabanlarının) geleceğe

dair kurguları çatışmıştır. 1932-1934 yıllarında yaşanan siyasal çatışma Mustafa

Şeref Özkan’ın İktisat Vekaleti’nden alınarak Celal Bayar’ın getirilmesi ile

kapanmış; 1945-1947 arasında ise Savaş Sonrası Kalkınma Plan ve Programı’nın

(İvedili Plan olarak anılır) rafa kaldırılarak Türkiye İktisadi Kalkınma Planı’nın

(Vaner Planı olarak anılır) kabul edilmesi ile yeni dönem açılmış; 1960-1962

arasında İkinci Cumhuriyet’in planlama süreci ve planı uygulamaya geçerken,

Birinci Plancıların istifası sonrasında süreç yeniden yapılandırılmıştır; 1978-1980’de

ise çatışma DBYKP’nın yerine 24 Ocak Kararları’nın alınması ile sonuçlanmıştır.

1990 sonrasında stratejik planlamanın kurumsallaşması ise çatışmasız bir zeminde

gerçekleşmektedir.

Tez çalışmasında, Türkiye’de bu tarihsel uğraklarda yaşanan planlama sürecine

dair tarihsel inceleme ile siyasal çatışma ve tarafları aktarılmaya çalışılmıştır.

Tarihsel inceleme,

“bir yandan kuramın üretildiği tarihsel çerçeveyi canlandırmakta, kuramın

sorunsalını somutlaştırmakta, önceki ve sonraki sorunsallarla bağlantı kurulmasını

Page 88: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

72

olanaklı kılmakta ve böylelikle anlam derinliği sağlamaktadır. Öte yandan, belirli bir

tarihsel gelişme süreci sırasında oluşan ve sonraki kuşaklara devredilen gelenekler

bağlamında da, tarih bilimi, güncel toplumsal yaşamdaki çeşitli düşünüş ve davranış

kalıplarının nedenlerinin anlaşılmasına ışık tutmaktadır. Bu çerçevede olarak, tarih,

geleceğe yönelik olası gelişmelere ilişkin olarak, ancak, yalnızca çeşitli eğilimlerin

belirlenebilmesi anlamında, önemli ipuçları sağlamaktadır.” (Saybaşılı, 1992:8).

Çalışmanın akışında, her tarihsel uğrağın çözümlemesi, dünya ve yerel planlama

gündeminin ekonomik - siyasal tartışmaları ile birlikte aktarılması ile başlamaktadır.

Gündem incelemesi, uluslararası ve yerel aktörlerin planlama kurgusunu ortaya

koymayı amaçlamaktadır. Ardından, Türkiye’de planlama süreci, planın

hazırlanması ve uygulanması süreci içerisinde tarihsel incelemeye tabi tutulmaktadır.

Planlama süreci, planlama politikasının kuruluş ve dönüşümünü çatışmalı karakteri

ile çözümleyebilmeyi sağlamaktadır. Nitekim plan hazırlık ve uygulamaya girme

süreçleri, yaşanan sınıflar arası ve sınıf-içi çatışmayı gözler önüne sermektedir. Bir

sonraki aşama ise, tarihsel süreç içerisinde patlak veren siyasal çatışmanın (siyasal

krize dönüşen ya da dönüşmeyen), tarafları ve içeriği ile çözümlenmesidir. Söz

konusu akış, kurgudan uygulamaya planlama sürecinin kim / kimler tarafından nasıl

yönlendirildiğini açıklamaya yöneliktir. Bu doğrultuda, birinci bölümde temeli atılan

kuramsal çerçeve içerisinde, yönetsel bir süreç olarak planlamanın çözümlenmesi

yapılabilecektir.

I. DEVLETÇİLİĞİN YÖNETİM BİÇİMİ OLARAK BİRİNCİ BEŞ

YILLIK SANAYİ PLANI (BBYSP): BAĞIMSIZ TÜRKİYE İÇİN İLK

ÇATIŞMA (1932-1934)

“Özelleştirmede satıyorsun, satıyorsun bitmiyor.

Bu kadar komünist bir ülkeymişiz. Komünizmin ağdalısıymışız!”40

Türkiye’de devletin toplumsal ve ekonomik alanı yönetiminde planlamanın

yönetsel bir biçim olarak yerleşmesi; devlet yatırımlarının hangi ilkelerle, hangi

40 Maliye Bakanı Kemal Unakıtan’ın demecidir (2007).

Page 89: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

73

sektörlere, hangi bölgeye ve ne zaman yapılacağını göstermekle sınırlı bir içeriğe

sahip “icraat programı”na41

benzeyen Birinci Beş Yıllık Sanayi Planı (BBYSP) ile

başlar. “Birinci Beş Yıllık Sanayi Planı’nın, [bütünsellikten ve içsel bağıntılardan

yoksun olması nedeniyle] bugünkü anlamda bir <<plan>> olarak tanımlanması olası

değilse de, kavramsal tartışmaları somutlaştıran bir deneyim olduğuna kuşku yoktur”

(Tayanç 1980:100).

Türkiye’de planlama, devletçiliğin yönetim biçimi olarak uygulamaya girmiştir.

Bu nedenle, 1930’lu yıllar, Türkiye’de ekonomik alanda devletçiliğin ve yönetsel

alanda planlamanın kuruluşu dönemidir.

1930’lu yıllarda kurulan devletçilik ve bu ekonomi politikasının toplumsal ve

ekonomik alana uzantıları olan kamu iktisadi teşebbüslerinin (KİT)42

“özel sektör

üzerine” (Okyar, 1965:102) “az ya da çok yukardan dayatılmış” (Okyar, 1965:106)

bir sistem olduğu savına sıkça rastlanır. Bu yaklaşıma göre, piyasaya müdahale

etmemesi gereken devlet, devletçilik politikası ile piyasayı tasfiye ederek, özel

sektöre yukardan dayatılmış bir sistemdir. Bu sistemin ayakları olan KİT’ler de

planlama sürecinde bürokratlar tarafından kurulmuştur. Bu doğrultuda, BBYSP

devlet tarafından hazırlanıp köşeye konulan ve devletçiliği kuran bir metne dönüşür.

Peki, 1930’lu yıllarda kurumsallaşan devletçilik politikası, gerçekten özel

girişimciliği dışlayan ona alternatif bir düşünün ürünü müdür? Devlet memurları

devletçiliği kuran planlama sürecinde bir yerlerde oturup çalışıp planı hazırlamışlar

ve özel sektörü de bu doğrultuda dayatma ile tasfiye etmeye mi çalışmıştır?

Bu soruların yanıtı, devletçilik ve planlamanın tarihsel - toplumsal çözümlenmesi

ile doğuş nedenselliklerinin tarihselliği içinde açıklanmasıyla mümkündür. Bu

doğrultuda, 1920’li yıllardaki sermaye birikim rejimi ile 1930’lar sonrasında

devletçiliğin ilkesel olarak kabul edilmesi ve uygulamada kuruluş süreci

incelenmiştir.

41 Plan, Giriş bölümünde icraat programı olarak anılmaktadır (Afetinan, 1972).

42 Çalışmada, sermayesinin ne kadarının Devlete ait olup olmadığı ya da üretilen mal ve ya hizmetin

tekel niteliğinde olup olmadığına bakılmaksızın Devletin ekonomik alandaki teşebbüsleri “kamu

iktisadi teşebbüsü” olarak anılmıştır. Tanımlarda, 233 sayılı KHK baz alınmıştır (RG:

18.4.1984/18435 (Mük.)).

Page 90: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

74

A. KORUMACILIKTAN DEVLETÇİLİĞE: PLANLAMANIN MADDİ

TEMELLERİ

Birinci Dünya Savaşı ve Kurtuluş Savaşı sonrasında, Türkiye’de üretim süreci

durmaya yaklaşmıştır. Bir tarım ülkesi olan Türkiye’de, “bilhassa ticaret, sanayi ve

ziraatle faal olan anasırdan 1,5 milyon [nüfus savaşa] gitmiş, buna mukabil ise yalnız

yarım milyonluk Türk köylüsü gelebilmiştir” (Müller, 2009:585). Nüfus yanında,

işgal sırasında zarar gören üretim araçları nedeniyle, tarımsal üretim düşmüştür.

Osmanlı’dan devralınan birkaç sanayi işletmesi de Savaş sonrasında toparlanmaya

çalışmaktadır. Bunun yanında Savaş koşullarında sermayesini artıran, kazanç

sağlayan bir kesim de yok değildir. Savaşın kıtlık koşullarında kar marjını tahmin

edilemez boyutlara çıkaran tüccar sermaye ile savaşa giden nüfusun topraklarına el

koyan ya da Savaş sonrasında borç ilişkileri ile toprakların mülkiyetini ele geçiren

büyük toprak sahipleri bu kesimlerin başında gelmektedir.43

Savaş sonrasında ise üretim etkinliklerinde hareketlenme başlamıştır. Bu dönem

(1923-1929) Boratav tarafından “sınırlı iktisadi koşullar44

altında liberal dönem”

olarak adlandırılmaktadır (Boratav, 2008). Liberal olarak adlandırılan dönem,

“Cumhuriyeti kuran kadroların da, bir yerli burjuvazi hedefi yaratmayı

benimsemekle birlikte, dünya ekonomisine açık pazar koşullarında eklemlenmeyi

temel yönelim olarak benimse[meleri]” (Yaşlı, 2011:151) olarak kullanıldığı takdirde

43 Talip Apaydın’ın Köylüler Romanı, 1922 yılı Uşak ilinde geçmektedir. Kurtuluş Savaşı’ndan

köyüne dönen Mamıt ile Haceli’nin yaşama tutunma süreci, arka planda Savaş döneminin siyasal-

iktisadi çözümlemesi eşliğinde anlatılmaktadır. Mamıt ile Haceli’nin ne öküzü, ne tarlası kalmış ne

de ellerinde sermaye vardır. Zorunlu olarak başka bölgelere mevsimlik işçi olarak çalışmaya

giderler; tefeciden borç alarak çift-öküz alırlar. Köylülerin durumu da aynıdır. Tarlalar savaş

döneminde köyde kalan tek erkekli aileye, Hacı Nuri’nin eline geçmiştir ve Hacı Nuri varlığını gün

geçtikçe büyütmektedir. Savaşa gitmeyen köyden bazıları ise İzmir’e giderek, mübadele edilen

Rumların mallarına el koyup ticarete başlamıştır. Savaştan dönen köylülerin tek beklentisi, devletin

toprakları yeniden köylülere dağıtması ve savaş vurgunlarını tutuklaması… Ama köyün bahtının

hemen değişmeyeceği görülmektedir (Apaydın, 1991).

44 Lozan Anlaşması’na ek olarak imzalanan Ticaret Anlaşması ile Türkiye’nin gümrük politikasında

yedi yıl değişiklik yapamaması kabul edilmiştir. Bu doğrultuda, 1923 – 1929 yılları arasında

Türkiye’de gümrük politikalarında yabancı şirketler ile yerli şirketler arasında farklılık yaratacak bir

vergi politikası uygulamak yetkisi bulunmamaktadır.

Page 91: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

75

kabul edilebilirdir. Ancak, dönem uygulamada fiyat mekanizmasının

eşgüdümleyiciliğini öngören liberal görüşün aksine devletin ekonomik alana dair

düzenlemelerinin ve ekonomik alandaki etkinliğinin gün geçtikçe arttığı bir

dönemdir.

Devletin ekonomik etkinliklerinin boyutu, 1923-1930 döneminde, devlet

yatırımlarının özel sektör ile başat gitmesinden görülebilmektedir. 1928 yılı itibari ile

GSMH içinde devlet kesimine ait gayri safi sermaye birikim oranı %6.13 iken, aynı

dönemde özel kesime ait gayrisafi sermaye birikimi %5.87 oranında seyretmektedir

(Tezel, 1993).45

Ne var ki, 1930 öncesindeki devletin düzenleyici ve işletmeci

etkinliklerinin devletçilik olarak adlandırılması da yanlıştır. Devletçilik, “devletin

doğrudan işletme kurma yetkisi” (Sağlam, 1981:76-77) olarak, 1930 yılından sonra

kabul edilecek ve kurumsallaşacaktır. Bu doğrultuda, devlet işletmeciliği ve devletin

koruma ve teşvik politikaları gibi düzenleyici etkinliklerinin toplamı devletçilik

değildir. Dönemin düzenleyici ve işletmeci etkinlikleri (kapitalizmi) kurucu –

korumacı ekonomi politikaları olarak adlandırmak uygun olacaktır.

Devletçiliğin kuruluşuna geçmeden, 1930 öncesindeki sermaye birikiminin

temelini oluşturan korumacı politikanın incelenmesi gereklidir. Öyle ki, devletçi

ekonomi politikasına geçiş, korumacı dönemin maddi ekonomik temeline oturacak ve

zihinsel olarak korumacı politikanın devlete ve yönetsel sürece biçtiği rolü

sahiplenecektir.

1. Sermaye Birikiminin Devletçe Kurulması ve Korunması: Korumacılık,

Teşvik Politikaları ve Kredi Temini

Türkiye’de emperyalizme karşı sıcak savaşın bitmesinden sonra devrimin siyasal-

yönetsel kuruluş süreci başlamıştır. Devrim, dört ana ilkede (halkçılık, milliyetçilik,

cumhuriyetçilik, laiklik) toplanmıştır. Söz konusu dört ana ilke, modernizm,

pozitivizm felsefesinin toplumsal alanın düzenlenmesinde temel alınmasına

dayanmaktadır. Cumhuriyetçilik ve halkçılık ile toplumsal ve ekonomik alanın

45 Özel sermaye yatırımlarının sektörel dağılımına bakıldığında ise, 1921 ile 1930 arasında

%16,2’sinin tarıma, %64,9’unun sanayi sektörüne, %18,7’sinin mali hizmetler sektörüne yöneldiği

görülmektedir (Altıparmak, 2002:45).

Page 92: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

76

yönetiminde egemenlik metafiziksel öğelerden arındırılarak, dünyevileştirilmiştir.

Halkçılık ve milliyetçilik ilkeleri ise egemenliğin kaynağını belirleyerek, yönetsel

işlevin içeriğini tanımlamıştır. Bu anlamda, devrim tarihin akışına iradi ve bilinçli bir

müdahale, kendiliğindenliğe karşı bir irade beyanıdır.

Bu irade beyanı ile siyasal kuruluş, yetkenin ulusal sınırlar içerisinde merkezde

toplanması ve uluslararası alanda tanınma ile büyük ölçüde sağlanmıştır. Ne var ki,

“Hakimiyet-i Millîye, hakimiyet-i iktisadîye ile tarsin [sağlamlaştırma]” edilmedikçe

kırılgan kalacaktır,46

çünkü “Garp kültürünün, yâni tekniğin ve büyük sanayiin,

sahası Avrupanın bütün garbî kısımlarını ve şimalî Amerikanın da şark sahillerini de

ihata ediyordu (kuşatıyordu). Dünyanın <<Tezgâh>>ı haline girmiş olan bu sahalar,

sanayileşmemiş milletlere mamulât gönderiyor, bu suretle büyük sanayiin tufanı

altındaki dünya pazarlarında mevcut istihsal (üretim) cihazları inhilal ediyor

(dağılıyor) ve daha dün müstakil vahdetler halindeki camialar büyük sanayiin

hegemonyası altına girerek hukukan müstakil, fakat iktisaden tâbi birer varlık haline

düşüyordu” (BBYSP, Afetinan, 1972). Diğer bir deyişle, kapitalizmin gelişme seyri,

eşitsiz gelişmesini ve emperyalist ilişkileri tanıtlıyordu.47

Bu doğrultuda, genç

Türkiye Cumhuriyeti için var olan sistemle bütünleşme tâbiyetin kabulü demekti.

Bu durum, “siyasî ve iktisadî istiklâline kıskanç olan milletlere ihtiyaçlarını

bizzat imâl ve temin edememek vaziyetinin ne kadar telâfisiz akıbetler tevlit

edebilmek istidadında (doğurma eğiliminde) bir zaaf olduğunu göstermiştir”

(BBYSP, Afetinan, 1972). Bu vaziyetin kaynağı olan “Avrupa medeniyeti ile

aramızda [açılan] büyük mesafeler[i] hürriyet yolu ile ve fertçilik rejimi ile

doldurmak imkânı yoktu[r]” (Başar, 1945:4). Bu uluslararası düzen içerisinde

bağımsızlığı korumak, “muasır medeniyetleri iktisap ile onun seviyesinin üstüne

çıkmayı” gerektirir. Kapitalizmin eşitsiz gelişme koşullarında Türkiye gibi bir

azgelişmiş ülkenin çağdaş ülkelerin seviyesini yakalaması korumacı önlemleri

gerektirir. Devrimci dönemin ekonomi politikasının vurgusu bağımsızlık ve

bağımsızlık için korumacılık yaklaşımına işaret etmektedir.

46 Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın 17 Şubat 1923’de İzmir’de Türkiye İktisat Kongresini açış

konuşmasından alınmıştır. Bkz. Afetinan, 1982, 64.

47 Kapitalizmin eşitsiz gelişiminin sonuçları, Birinci Bölüm’de “Tekelci Kapitalizm ve Planlamanın

Doğuşu” başlığı altında ele alınmıştır.

Page 93: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

77

a) Türkiye İktisat Kongresi: Sermayenin Korunma ve Teşvik Talebi

Devletin alacağı önlemlerin şekillendirileceği bir Kongre toplanması, ekonomi

politikası tayininde ilk girişimdir. 1930’lara kadar sürdürülecek ekonomi

politikalarına dair işaretleri, Türkiye İktisat Kongresi’nden (17 Şubat – Mart 1923,

İzmir) almak mümkündür. Türkiye İktisat Kongresi’nin önemi ise, devletin sermaye

üzerine tahakkümü olarak değerlendirilen devletin ekonomiye müdahalesinin,

sermayenin talepleri doğrultusunda ve sermaye sınıfı ile işbirliği içinde ilerlediğini

göstermesinde yatmaktadır.

Öncelikle, Kongre’nin temsiliyet gücünden toplumdaki sınıfsal ve sınıf kesimleri

arasındaki dengeye dair fikir edinmek mümkündür. 1135 delege ile yapılan

Kongre’de, talimatname gereğince “Kongre’ye her kazadan sekiz kişinin

gönderil[mesi] kabul edilmiştir”; sekiz kişiden “birisi tüccar, birisi sanatkâr, birisi

amele, birisi şirket, birisi banka, üçü çiftçi mümessili olacaktır” (Ökçün, 1997:284).

Bu çerçevede temsiliyeti yüksek görünen Kongre’nin sınıfsal yapısına ilişkin Ökçün,

“tarım işçisinin ve özellikle toprağa sahip olmadan çalışan ortakçı ve yarıcının”

temsil edilmediğini tespit etmektedir (Ökçün, 1997:285). Diğer taraftan, kabul edilen

grup kararlarının sayısına ve niteliğine bakılması ile dahi anlaşıldığına göre,

sanayicilerin hazırlıkları (örgütlenmesi ve ortak hareketi olarak okunabilir) azdır ve

baskısı diğer gruplara oranla hissedilmemektedir. Buna karşın, tüccar sermayenin

taleplerinin sayıca fazlalığı dikkat çekmektedir.

Kongre sonunda, “Misak-ı İktisadi” olarak anılan 12 maddeden oluşan genel

ilkeler kabul edilmiştir. Söz konusu genel ilkelerden ilki ara verilen Lozan

Anlaşması’na ulaşmak üzere verilmiş “siyasi ve iktisadi bağımsızlık konusunda

kıskançlığa” (BBYSP, Afetinan, 1972) dair bir mesajdır: “Türkiye, millî hudutları

dahilinde, lekesiz bir istiklâl ile, dünyanın sulh ve terakki unsurlarından biridir.”

İzleyen maddelerde ise Türkiye’de izlenecek ekonomi politikasının çerçevesi

çizilmektedir. Kanımızca ekonomi politikasını belirleyici olanlar “Türkiye halkı,

sarfettiği eşyayı mümkün mertebe kendi yetiştirir” (md.4), “madenlerini kendi millî

istihsali için işletir ve servetlerini herkesten fazla tanımağa çalışır” (md.5), “Türk

açık alın ile serbestçe çalışmayı sever; işlerde inhisar istemez” (md.10) ile “ecnebi

sermayesine aleyhtar değildir” (md.9) ilkeleridir (Ökçün, 1997:289 - 290). Tüm

Page 94: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

78

ilkelerin toplamı, liberal bir politikanın izleneceğini ancak yurtiçinde üretime ağırlık

verileceğini işaret etmektedir.

Genel ilkeler haricinde “her grubun hazırladığı mukarrerat lâyihaları (karar

taslakları) Kongre Genel Kurulu tarafından 24 Şubat – 4 Mart tarihleri arasında sekiz

toplantıda ayrıntılı bir şekilde görüşülmüştür” (Ökçün, 1997:285). Kabul edilen söz

konusu kararlar, her kesimin çıkarları ile kesimler arası çıkar çatışmalarını açıklıkla

göstermektedir.

Altı çizilmesi gereken nokta, hem tüccar, hem sanayi ve hem de tarım

sermayesinin devletten destek beklemesidir. Örneğin, sanayi grubunun iktisat

esaslarından “müttefikan (oybirliği) kabul edilen” bir madde (I-A) “memleketimizde

ihtiyaçlarımıza kâfi bir derecede imâl olunan hariçten ithaline ağır gümrükler vaz’ı

suretiyle mümanaat olunması (önlenmesi)”; ya da yine “müttefikan kabul” edilen

ikinci madde ile “memleketimizde mevcut ve ihtiyacata kâfi olan mevadd-ı

intidâîyenin ağır gümrük resimleri vaz’iyle hariçten ithalinin men’i ve bilakis

memleketimizde mevcut olmayıp sanayimize lâzım olan mevadd-ı ibtidâîyenin

gümrük resminden muaf olarak ithalinin temini”dir (Afetinan, 1982:48). Özetle,

yurtta yetişen hammaddelerin ithalinin yasaklanması ve yurtiçinden temin

edilemeyen hammaddenin gümrük vergisinden muaf tutulması istenmektedir.

Diğer taraftan, kredi olanaklarının artırılması konusunda devletin geçici bir

süreliğine göreve çağrıldığı da görülmektedir. Tüccar Grubu’nun ekonomik

esaslarından ticaret ana bankası kurulması konusunda “Hükûmetin dahi bankaya bir

sermaye koyarak hissedarlığa iştirâki ve ancak hükümet aldığı bu hisseleri talep

vuku’unda föy ihraciyle halka satarak yavaş yavaş alâkasının kat’ı” talebi dikkat

çekicidir. Bu talep, tüccar ve sanayi temsilcileri tarafından “müttefikan kabul”

edilmiş, ziraatçiler tarafından reddedilmiştir (işçiler ise çekimser kalmıştır)

(Afetinan, 1982:33).

Görüldüğü gibi, devlet korumacılığı ve işletmeciliği bu Kongre’nin temel

çağrısıdır. Bu bağlamda bir ekonomi politikası, bizzat sermaye tarafından talep

edilmektedir. Hükümetin temsilcileri de aynı görüştedir. Kongre’nin açış

konuşmasını yapan İktisat Vekili Mahmut Esat Bozkurt, “ne ‘komünist’ ne ‘bırakınız

geçsinler’ciyiz” diyerek herhangi bir ideoloji ile bağları olmadığını belirtme gereği

duyarak başladığı konuşmasında (Afetinan, 1982:76), Bozkurt’un tamlamasıyla

Page 95: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

79

“Yeni Türkiye İktisat Mektebi”ni açıklar. Ekonomideki temel politika, devletçilik ile

serbest teşebbüsün birlikteliğinden oluşacaktır. Bu politika, “meslek teşkilâtı, kredi

müessesatı, makine devri, iktisat cidaline toplu çıkmak, kendi kendimize yetmek,

istihsâlimizi tezyid ve tanzim ithalat ve ihracatımız arasında tevazûn husule

getirmek”ten oluşmaktadır (vurgular bana ait, Afetinan 1982:78). Teşkilat ile mesleki

çıkarların temsili sağlanacak, kredi örgütleri ile yatırım ve üretime destek olunacak,

nüfus açığını kapatmak üzere makine devrine girilecek, yabancı karşısında

ezilmemek üzere rekabete karşı kooperatif gibi örgütler kurulacak, ithal ikamecilik

ve denk dış ticaret bütçesi benimsenecektir (Afetinan, 1982:78-79).

Söz konusu sermaye talepleri ve Hükümet’in ekonomi politikası kurgusu, Teşvik-

i Sanayi Kanunu, korumacı önlemler ve devlet işletmeciliği ile uygulamaya

geçecektir. Oysa, bu süreçte, devletin işletmeciliğinin nasıl tanımlanacağı, devlet

işletmeciliğinde bir yönetsel tip olarak Sanayi ve Maadin Bankası ile

belirginleştirilecektir.

b) Sanayi Maadin Bankası: Devlet – Özel Sektör İşbirliğinde Geçici Devlet

İşletmeciliği Modeli48

Sanayi Maadin Bankası, “devletin özel sektörle işbirliği içinde geçici bir

süreliğine ekonomiye müdahalesi”nin somutlaştığı yönetsel tiptir. Diğer bir deyişle,

devlet işletmeciliğinin özel sektöre rakip bir sistem olarak değil, geçici bir süreliğine

etkinlikte bulunarak zamanı geldiğinde özele devredileceği, Sanayi Maadin

Bankası’nın yönetsel tipinde somutlaşmaktadır. Bu yönetsel tip, 1930’lardan sonra

kurulacak devletçiliğe (1) devlet müdahalesinin niteliğini, (2) üstyapısal özelliklerini

miras bırakacaktır.

Sanayi ve Maadin Bankası’nın kuruluş gerekçesi, Avrupa ve Amerika’da sürekli

gelişen sanayinin seviyesine erişmek için gerekli tedbirleri almaktır. Öncelikle,

Türkiye Cumhuriyeti’nde sanayinin neden gelişmediği tespiti yapılmaktadır:

48 Bu bölüm, tez çalışması sürecinde araştırmacı olarak yer aldığım Ankara Üniversitesi BAP destekli

09B5260001 kodlu “Açıklamalı Yönetim Zamandizini 1919-1928” başlıklı çalışma kapsamında

hazırlanmıştır. Söz konusu çalışmanın tümü baskı aşamasındadır: Yılmaz, 2012.

Page 96: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

80

“Memleketimizde sanayinin inkişaf ve terakkisi için tevessül edilecek tedabirin en

mühimi mütemerkiz sermayeler vücuda getirmek ve halkı teşebbüsatı iktisadiyeye

hazırlamak meselesidir… Fakat memlekette mütemerkiz sermayelerin ademi

mevcudiyeti ve efradın teşebbüsatı iktisadiyeye müçtemian tevessül etmesine müsait

bir ananeye terbiyeye malik bulunmayışları eşhası hususiyenin sanayi cesime

teşebbüslerinden uzak kalmasına sebep olmuştur” (vurgular bana ait, Kanun

Gerekçesi).

Kanun Gerekçesi’nden anlaşıldığına göre, Banka’nın amacı sermayenin

yoğunlaşmasına destek olmaktır. Söz konusu sorun, diğer ülke deneyimlerinde nasıl

çözülmüştür?

“Elyevm yüksek bir inkişafı sınaiye vasıl olmuş hükümetler tarafından sırf

müessasatı sınaiye ve madeniye tesis ve idare ve memleketin sınai faaliyetini takviye

etmek için ayrıca resmi bankalar vücuda getirilmesine memaliki müterakkıyei

garbiyede tesadüf edilmemekte ve bu gibi hususat tamamiyle hususi müessasatı

itibariyle tarafından ifa olunmakta ise de onsekizinci asırda Büyük Fredrik

zamanında Prusya’da ve Katerina zamanında Rusya’da hükümetçe böyle bankalar

teşkil edildi ve elyevm dahi imparatorluk zamanında tesis edilip harbı umuminin

nihayetine kadar idarei askeriye tarafından idare olunan levazım ve mühimmat imal

eden onsekiz adet muazzam müessasatı sınaiyesini Almanya Devleti badelharp

(savaş sonrasında) sermaye eshama münkasem olmakla (hisselere sahip olmak)

beraber kâffe hisseleri (bütün hisseleri) hükümetin yedinde bulunmak ve hissedaran

Heyeti Umumiyesi makamına milletin bilcümle emvalinin idaresinden mesul olan

Maliye nazırı kaim olmak ve erbabı ihtisastan mürekkep mansup bir heyeti idare ile

bir murahhas bir müdür tarafından tedviri muamelat etmek üzere (Doyçevorke) namı

altında bir anonim idareye tevdi edilmiş olduğu anlaşılmış olduğundan bizde de pek

ziyade muhtaç olduğumuz inkişafı sınaiyei istihdaf eden böyle bir bankanın teşkili

vücuhu adide ile münasip olduğu teemmül edilmiştir (etraflıca düşünülmüştür)”

(vurgular bana ait, TBMM ZC C.18 İ.106 s.3).

Kurulması uygun görülen Sanayi ve Maadin Bankası’nın Bulgaristan, İsveç ve

eski Rusya’nın deneyimi ışığında yapılandırıldığı belirtilmektedir:

“Bulgaristan, İsveç ve eski Rusya’da muhtelif makasit ve bilhassa muamelâtı

itibariyeyi ifa etmek üzere sermayesi hükümet tarafından vaz edilen ve gene hükümet

tarafından mansup müdür ve heyeti idareler ile tedviri umur eden ve ayrıca bir

şahsiyeti hükmiyeyi haiz olan bu gibi müessesata tesadüf edilmekte olduğu ve gerçi

Page 97: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

81

bu bankalar hükümetin siyaseti maliye ve itibariyesi noktai nazarından tesis edilmiş

ise de sermayenin sureti teşkili ve usulü idaresi itibariyle” Sanayi ve Maadin

Bankasına benzerdir.

Sanayi ve Maadin Bankası,49

sermayesi ve sanayileşmenin öncüsü olacak

araçlardan mahrum Türk ekonomisini canlandıracaktır çünkü “[b]izde… müessese

vücuda getirmek isteyenlere muavenet (yardım) ve müzaheret (destek) için

hükümetten başka bir babı müracaat yoktur” (TBMM ZC C.18 İ.106 s.1). Bu

doğrultuda, liberal ekonomi ilkesinden vazgeçmeden devletin piyasaya müdahalesi

kabul edilmektedir.

Kanunun 2. maddesine göre;

“Türkiye Sanayii ve Maadin Bankası âtiyüzzikir muamelât ile iştigal eder:

Bankaya devredilmiş olan müessasatı sınaiyeyi, teşekkül edecek şirketlere

devredinceye kadar, bizzat idare etmek;

İştirâk suretiyle tesisatı sınaiyede bulunmak ve işletmek,

Bizzat veya iştirâk suretiyle maden imtiyazı ve bil- iştirâk maden işletmek,

Türk sanayi ve maadin ashabına ve maden mültezim ve âmillerine ikrazatta

bulunmak,

Maksadı teşekkülüne muvafık olmak üzere her türlü banka muamelesi

yapmak.”

Banka, devlete Osmanlı’dan devredilen fabrikaları özele devredinceye kadar

işletecek,50

yalnızca maden işletme konusunda doğrudan teşebbüs olarak harekete

49 Sanayi Maadin Bankası, Ticaret Bakanlığı’na bağlı tüzel kişiliğe sahip bir kuruluştur. Bir genel

müdür ile bir yardımcı ve bankacılık ile sanayi ve maden konusunda uzman beş üyeden oluşan yedi

kişilik bir idare meclisi tarafından idare olunur. Mebuslardan ve maden ve fabrika sahiplerinden aza

intihap olunamaz (Madde 5). Genel Müdür ile yardımcısı ve diğer üyeler, Ticaret Bakanlığının

göstereceği adaylar arasından Bakanlar Kurulu Kararı ve Cumhurbaşkanının onayı ile seçilmektedir.

50 1928 yılında Sanayi ve Maadin Bankası’nın ortak olduğu fabrikalar şunlardır: Feshane Mensucat

T.A.Ş, Uşak Terakki-i Ziraat T.A.Ş, Kayseri Bünyan İplik Fabrikası T.A.Ş, Isparta İplik Fabrikası

T.A.Ş, Maraş Çeltik Fabrikası T.A.Ş, Tosya Çeltik Fabrikası T.A.Ş, Yalvaç Sanayi ve Ticaret

T.A.Ş, Trabzon Liman İnhisarı T.A.Ş, Malatya Teşebbüsat-ı Sınaiyye T.A.Ş, Aksaray Azm-i Milli

T.A.Ş, Ergani Bakır Madeni T.A.Ş, Trabzon Elektrik T.A.Ş, Kilimli Kömür Madenleri T.A.Ş.

Page 98: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

82

geçebilecektir. Ayrıca, Bankacılık işlemlerini yapacak ve sanayi ve maden

işletmelerine kredi temin edecektir.

Ne var ki, Sanayi ve Maadin Bankası Kanunu görüşmelerinde, Banka’nın

işletmeleri özele devredip devretmeyeceği diğer bir ifadeyle devletçiliğin geçiciliği

konusu uzun tartışmalara konu olmuştur.

Akçoraoğlu Yusuf Bey, Hükümetin verdiği tasarıda 2. maddenin a fıkrasının

“bizzat, yahut iştirak suretiyle tesisatı sınaiyede bulunmak ve müessasatı sınaiyeyi

işletmek” olarak Encümene gönderildiğini Muvazenei Maliye Encümeni’nin

maddeyi “Bankaya devredilmiş olan müessasatı sınaiyeyi, teşekkül edecek şirketlere

devredinceye kadar, bizzat idare etmek” olarak değiştirdiklerini, iktisadın esas

meselelerinden birine dair olan bu değişikliğin büyük bir değişikliğe işaret ettiğini

belirterek bunun açıklanmasını ister: “Bu hususta, hükümet kendi doktrinini

Muvazenei Maliye Encümenine mi feda etmiştir?” (TBMM ZC C. 18 İ. 106 s.139).

Muvazenei Maliye Encümeni (Bütçe) mazbata katibi Şekir Bey (Çatalca)

açıklama yapma gereksinimi duyar: “Ancak kabul edebildiğimiz miktarı Ticaret

Vekâletine devretmiş olduğumuz fabrikalardan, teşekkül edecek şirketlere devri

zamanına kadar muattal (terkedilmiş) durmaması için geçici bir devre ait muvakkat

işletme hususunda salâhiyet vermektir. Prensip olarak Encümenimiz devlete ait bir

müessesenin doğrudan doğruya fabrikacılık yapmamasını iltizam etmektedir. (Bravo

sesleri).” (TBMM ZC C.18 İ.106 s.139).

Ticaret Vekili Ali Cenani Bey (Gaziantep) durumu şu şekilde açıklamıştır:

“Bizim teklif ettiğimiz, hükümetten bankaya devredilen askeri fabrikaların idaresi

meselesidir. Yeniden yapılan fabrikaların kendilerini idare etmek hususunda

müşkülat çekeceğini takdir ederek Muvazenei Maliye Encümeninin bu tashihini

kabul ettik. (Bravo sesleri). Bunda doktrinimizden satmış gibi bir vaziyet yoktur”

(vurgu bana ait, TBMM ZC C.18 İ.106 s.139).

Sonuç olarak, Sanayi Maadin Bankası’na yeni tesis kurma yetkisi verilmemiştir.

Yalçın Küçük, Sanayi Maadin Bankası’nın devletin ekonomi alanına ilk müdahalesi

olduğunu iddia etmektedir (Küçük, Planlama, Kalkınma ve Türkiye Ekim 1975, 225-

227). Devletin doğrudan işletmeciliğe geçişi anlamında ilk sayılabilecek bu

müdahale, Meclis’de durdurulmuştur. Bunun yerine, Banka’ya (devlete) yalnızca

Page 99: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

83

özel sektöre iştirak etmekle sınırlı görevlerin verilmesi uygun görülmüştür. Bu

durum, Cumhuriyet’in kuruluş döneminde sınıf yapısına ve devletin ekonomiye

müdahalesinin niteliğinde dair önemli ipuçları vermektedir. Özel sektörün, devletin

işbirliğinde çalışma talebi ve devlet işletmeciliğinin geçiciliği vurgusu, Kanun

metnine yansımıştır.

c) Devlet İşletmeciliği, Tekel Hakları, Teşvik Politikası ile Tekelleşmenin

Hızlandırılması

1920’lerde önce korumacılık ve teşvik politikaları ile dış ve iç pazarda yerli

sermayenin büyük sanayiye dönüştürülmesine (tekelleşme) ve “devletin katılması ile

kapitalistleşme sürecini hızlandırmağa çalış[ılacaktır]” (Küçük, Ekim 1975:240). Bu

doğrultuda, 1920’li yıllar, ulusal sınırlar içerisinde kapitalist pazarın oluşturulması51

ve aynı zamanda sermayenin büyümesi için devlet tarafından alınan önlemler süreci

olarak görülebilir. Bu önlemler “[d]evlet[in] iktisadi hayata bir anlamda geleneksel

Liberal Ekonomi modelinin çalışmasına gerekli ön koşulları sağlamak için

müdahale[si]”dir (Tekeli ve İlkin, 1983’den akt. Yaşlı, 2011:152).

Kapitalistleşmenin hızlandırılmasına yönelik önlemlerin başında devletçiliğin

ilkel biçiminin sektörel olarak ortaya çıktığı demiryolları politikası gelir. Devletin

doğrudan sermayesi ile teşebbüste bulunduğu ilk alan demiryollarıdır. 1925 yılından

itibaren, devletleştirme ve millileştirme araçları ile demiryollarında devlet

yatırımcılığı artmıştır. “1925-1933 sonuna kadar 2048 kilometre demiryolu

yapılmış”tır (Afetinan, 1972:12). Demiryolları politikası ile ulusal iç pazarın

kurulması, birleştirilmesi sağlanmakta ve tarımsal etkinliğin piyasaya açılmasına

olanak sağlanmaktadır.

51 Devralınan Osmanlı’da 19. Yüzyılın ikinci yarısı ve 20. Yüzyılın ilk yirmi yılı Avrupa

ekonomilerine açıklık sonrasında “Osmanlı tarımı ile hammadde kesiminin güdük kalan Osmanlı

sanayi ile değil de, Avrupa sanayileri ile bütünleşmesidir. Böylece, Osmanlı ekonomisinin iç

dinamizmi kurulamamış, tarım, hammadde ve sanayi kesimlerinin ülke içinde birbirilerini

tamamlayarak sağlıklı bir biçimde gelişmeleri olanağı ortadan kalkmıştır” (Ökçün, 1909-1930

Yılları Arasında Anonim Şirket Olarak Kurulan Bankalar 1997, 218).

Page 100: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

84

Devletin ekonomiye müdahalesi araçlarından diğeri, ithal edilen temel tüketim

maddelerinin tekel haklarının (inhisar) devletçe alınmasıdır. Tekel hakkı ile Lozan

Anlaşmasına ekli Ticaret Protokolünün sınırlarından kurtularak fiyat belirlemek

yetkisi kazanmak söz konusu olduğu gibi, pazarın tekelci yapı kazanmasıyla da

fiyatlar ve ücretler kontrol edilebilmektedir. Tekel hakkı, devletin tekel hakkını satışı

ile ya da tekelin doğrudan şirket tarafından işletilmesi ile ya da ithalat, ihracat tekeli

gibi sadece aracı olmak ile de yapılabilmektedir. Fakat sonuç itibariyle piyasada

tekel kurulan alanlarda artı-değer tek bir elde toplanabilmekte ve piyasada fiyat

belirlenmemekte, iradi müdahalelerle fiyatlar artırılıp azaltılabilmektedir. Bu

doğrultuda da, belli sektörler arasında kaynak tahsisi yapılabilmekte ve sınıflar

arasında bölüşüm ilişkilerine müdahale edilebilmektedir. Söz konusu tekel hakları

“ekseriya, dahilde istihsali himaye eden, mümkün ve lâzım bazı sanayii tesis eyleyen

ve filî inhisarların pahalılığa karşı vatandaşı müdafaa eden birer iktisadî cihaz gibi

çalışmak imkânına sahiptir” (CHF, 2009:565). Asıl olarak, tekel hakları sermayeye

kaynak yaratma, aktarma aracı olarak kurulmuştur (Boratav, 2008). Tekel haklarının

devredilmesi ya da tekel hakları ile fiyatları belirlenen alanlardaki fiyat politikası ile

özel sektöre kar marjını yükseltme olanakları sunulmaktadır.

Devlet tekelinin kurulduğu bazı alanlar şunlardır: Şeker (25 Ocak 1926 tarih ve

724 sayılı Kanun), petrol ve benzin (25 Ocak 1926 tarih ve 725 sayılı), tütün ve

sigara kağıdı (8 Şubat 1926 tarih ve 734 sayılı Kanun), liman (14 Nisan 1925 tarih ve

618 sayılı Kanun), kibrit, ispirto ve alkollü içkiler (meşrubatı kuüliye) (22 Mart 1926

tarih ve 790 sayılı Kanun), patlayıcı maddeler, fişek ve karabarut, vb.

Tekel hakları dışında, teşvik politikası dönem boyunca devam etmiştir. 28 Ekim

1927 tarihli Teşvik-i Sanayi Kanunu ile özel sektöre vergi muafiyeti, arazi temini (10

hektar toprak), gümrüksüz mal ithalatı, taşıma iskontosu, ucuza mal satışı, yerli malı

teşviki gibi başlıklar altında destek verilmekte ve koruma politikası hayata

geçirilmektedir (Yeşilay, 2005:120).

Koruma, teşvik politikaları ve altyapıda devlet işletmeciliği, kapitalistleşme ile

birlikte sermayenin merkezileşme ve yoğunlaşma sürecini de hızlandırmaktadır.

Ziya Gökalp, 1923 yılında kaleme aldığı “Türkçülüğün Esasları” başlıklı

eserinde, kapitalizmin eşitsiz gelişme dinamiği çerçevesinde ekonomik gelişmenin

gerekliliği, ekonomik gelişme için büyük sanayinin ve büyük sanayi için de

Page 101: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

85

korumacılığın gerekliliği savlarını içiçeliği içerisinde aşağıdaki uzun alıntıda şu

şekilde belirtmektedir (Gökalp, 1990’dan akt. Türkeş Aralık 1999, 37-38):

“Türkler, mazide nail oldukları bu iktisadi refaha istikbalde de mazhar olmalıdırlar.

Hem de kazanılacak servetler, Salur Kazan’ın zenginliği gibi umuma ait olmalıdır.

Türkler hürriyet ve istiklali sevdikleri için, iştirakçi olamazlar. Fakat, müsavatperver

olduklarından dolayı, fertçi de kalamazlar. Türk harsına en uygun sistem (solidarizm)

yani tesanütçülüktür. Ferdi mülkiyeti içtimai tesanütte hadim bulunmak şartıyla

meşrudur. Sosyalistlerin ve komünistlerin ferdi mülkiyeti ilgaya teşebbüs etmeleri

doğru değildir. Yalnız içtimai tesanütte hadim olmayan ferdi mülkiyetler varsa,

bunlar meşru sayılamaz. Bundan başka, mülkiyet yalnız ferdi olmak lazım gelmez.

Ferdi mülkiyet gibi, içtimai mülkiyet de olmalıdır. Demek ki Türklerin içtimai

mefkuresi, ferdi mülkiyeti kaldırmaksızın, içtimai servetleri fertlere gasbettirmemek,

umumun menfaatine sarfetmek üzere, muhafaza ve tenmiyesine çalışmaktır.

Türklerin, bundan başka bir de iktisadi mefküresi vardır ki, memleketi büyük sanayie

mazhar etmektedir. Bazıları ‘memleketimiz bir ziraat yurdudur, biz ziraatçi bir millet

kalmalıyız’ diyorlar ki asla doğru değildir. Filhakika, çiftçiliği hiçbir zaman elden

bırakacak değiliz, fakat, asri bir millet olmak istiyorsak, mutlaka büyük sanayie

malik olmamız lazımdır. Avrupa inkılâplarının en ehemmiyetlisi iktisadi inkılâptır.

İktisadi inkılâp ise nahiye iktisadı yerine millet iktisadının ve küçük hırfetler yerine

büyük sınayiin ikame edilmesinden ibarettir. Millet iktisadı ve büyük sanayi ise

ancak himaye usulünün tatbikiyle husule gelebilir. Bu hususta, bize rehber olacak

(milli iktisat) nazariyeleridir. Amerika’da (John Ray) ve Almanya’da (Friedrich

List), İngiltere’de Manchesterienlerin tesis ettikleri iktisadiyat ilminin umumi ve

beynelmilel bir ilim olmayıp yalnız İngiltere’ye mahsus bir (milli iktisat) sisteminden

ibaret olduğunu meydana koydular. İngiltere büyük sanayi memleketi olduğu için,

mamulatını harice göndermeğe ve hariçten ibtidai maddeler getirmeğe muhtaçtır. Bu

sebeple, İngiltere için fayda olan yegane usul, gümrüklerin serbest olması kaidesi,

yani (açık kapı) siyasetidir. Bu kaidenin İngiltere gibi büyük sanayie malik olmamış

olan milletler tarafından kabul edilmesi, ilelebet İngiltere gibi sınai memleketlere

iktisaden esir kalmasını intaç edecektir. İşte, bu iki müceddid kendi memleketleri

için, birer hususi (milli iktisat) sistemi vücuda getirerek, memleketlerinin büyük

sanayie malik olması için çalıştılar ve muvaffak oldular. Bugün, Amerika ile

Almanya büyük sanayi hususunda İngiltere ile boy ölçüşecek bir mertebeye

yükselmişlerdir ve şimdi, onlar da İngiltere’nin açık kapı siyasetini takip ediyorlar.

Fakat, bu devre gelebilmeleri, senelerce milli iktisadın himaye usullerini tatbik

Page 102: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

86

sayesinde olduğunu da pek ala biliyorlar. İşte Türk iktisatçılarının da ilk işi, evvela

Türkiye’nin iktisadi şe’niyetini tedkik ve saniyen, bu objektif tedkiklerden milli

iktisadımız için ilmi ve esaslı bir program vücuda getirmektir. Bu program vücuda

geldikten sonra, memleketimizde büyük sanayi vücuda getirmek için her fert bu

program dairesinde çalışmalı ve İktisat Vekaleti de bu ferdi faaliyetlerin başında

umumi bir nazım vazifesini ifa etmelidir.”

Ziya Gökalp’in devrim kadrosu içerisinde olup olmadığı ya da devrimin

ekonomik altyapısının kuruluşunda söz sahibi olup olmadığı tartışmalıdır ancak

kuruluş döneminde eşitsiz gelişme, korumacılık, tekelleşme kavramlarına dair

zihinsel pratiklerin gündemde olduğu görülmektedir. Aynı zamanda, kuruluş

döneminde uygulamaya sokulan ekonomi politikaları, Gökalp’in işaret ettiği kurguyu

doğrulayıcı bir yönde gelişecektir.

Sermayenin merkezileşmesi ve yoğunlaşması ile sağlanacak tekelleşme, arzu

edilmektedir, çünkü eşitsiz gelişme koşullarında “iktisat cidaline (savaş) toplu

çıkmak” gereklidir:52

“Asrımızın iktisat cidaline girerken münferid değil, fakat toplu bulunmak

mecburiyetindeyiz. Çünkü asr-ı hazır iktisadiyatı bunu istilzâm ediyor (gerektiriyor).

Ferdî teşebbüsler, toplu yabancı iktisat dünyası karşısında ezilmeğe akim kalmağa

mahkûmdur. Binâenaleyh her türlü şirketler vücude getirilmeli ki ve bilhassa

memleketimizin ihtiyacatını tamamen ifade eden (Kooperatif) şirketlere fazla

ehemmiyet verilmelidir.”

Örneğin Hükümet’in Seyrisefain (denizyolları) işletmesi dolayısıyla zarar gören

ve şikayetlerini dile getiren küçük vapur işletmelerine tavsiyesi, birleşerek milli bir

şirketin kurulmasına öncülük etmeleridir. Küçük işletmelerin başarılı olamayacağının

görüldüğü sektörde, devlet işletmeleri ile rekabet yerine itilafname imzalanması da

yararlı olacaktır (Ticaret Vekili Ali Cenani Bey, TBMM ZC D.2 C.17 s.21):

“Birleşerek milli şirketler kurmalılar çünkü hepsinin birer vapuru var. Ayrıca

seyrisefain ile rekabet etmek yerine itilafname imzalanmalı ve iki taraf da bu

itilafnamenin şartlarına uymalı.”

52 Mahmut Esat Bozkurt’un Türkiye İktisat Kongresi’nde (17 Şubat) açış konuşmasından akt.

Afetinan 1982, 79.

Page 103: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

87

Sermayenin toplulaştırılmasının en büyük aracı ise kooperatiflerdir. 1931 yılında

kooperatiflerin sayısı 350’yi geçmiştir (Son Posta, 4 Şubat 1931’den akt. Duru

2007).

Bunların dışında, anonim şirketlerin artışı da sermayenin toplulaşmasının bir

işaretidir. 1923 – 1926 yılları arası, Türkiye’de anonim şirketlerin kuruluşunun en

yoğun olduğu yıllardır. 1926 yılında kurulan anonim şirketlerin hem sayısı ve hem de

sermayesi, en yüksek düzeye ulaşmıştır (Tekeli ve İlkin, 1983:41). Tekeli ve İlkin,

anonim şirketleşmenin “hem Türkiye dışındaki iş çevreleri ile hem de Türkiye içinde

devlet kesimi ile ilişki kurmayı kolaylaştırdığı” için tercih edildiğini belirtmektedir

(41). Bu doğrultuda, özellikle bankacılık sektöründe dönem içerisinde belirgin bir

şekilde (1923-1930) anonim şirketlerin sayısı artmıştır. Söz konusu anonim

şirketlerin de “yabancı ve / veya azınlıkların iktisadî tahakkümünden kurtulmak

amacıyla” örgütlenen kurucu tüccar ve toprak sahipleri yanında küçük üreticiye

kadar indiği görülmektedir (Ökçün, 1997:a266). Ökçün’e göre, bankacılık alanında

kurulan ulusal anonim şirketler, yabancı bankaların tahakkümünde olan üreticileri de

bu bağımlılıktan kurtaracak ve bağımsız üreticiler kendi aralarında kurdukları

kooperatifler ile hareket edecektir. Milli Aydın Bankası’nın kuruluşu aşamasında bu

süreç kurucusu tarafından açıklıkla dile getirilmektedir: “Millî Aydın Bankası

Türkiye’de Akşehir Bankasından sonra milli sermaye ve milli unsurlarla idare

edilmek üzere tesis edilmiş ikinci Türk bankasıdır. Tesisinde istihdaf olunan gaye

bankacılıktan ziyade o güne kadar incir mahsulünü, Yemiş Çarşısı komisyoncularıyla

Aydın tefecilerinin parasıyla istihsale çalışan müstahsili kurtarmak ve serbest eline

geçecek mahsül üzerine bir kooperatif tesis etmek idi” (Ökçün, 1997a:266). Bu

amaçla, öncelikle üretici Fig Packers’den (incir ihracatçılarının örgütü olarak incir

fiyatını düzenlemektedir) ve Fig Packers’in belirlediği fiyat üzerinden ürünü satışa

çıkaran Yemiş Çarşısı’ndan kurtulacak, “müstahsilin istihsâl kredisini temin eylemek

ve bu suretle serbestçe mahsulünü satmak imkânını elde etmiş müstahsiller

meydana” getirmek mümkün olacaktır (Ökçün, 1997a:266).

Bu süreçte devreye, tüccar ve toprak sahipleri ile siyasal temsilciler girmektedir.

1923-1930 döneminde kurulan ulusal bankalar, öncelikle “siyasal iktidar tarafından

ya da gözetimi altında Ankara’da kurulan” (Türkiye İş Bankası, Emlak ve Eytam

Bankası, Sanayi ve Maadin Bankası, Ziraat Bankası’nın yeniden yapılandırılması,

Page 104: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

88

Merkez Bankası, vb.) bankalar ile taşrada siyasal iktidar tarafından ya da teşviki ile

kurulan bankalardan oluşmaktadır. Taşradaki bankalar “[b]elirli bir şehir veya

kasabada bulunan tüccar ve toprak sahiplerinin veya yalnız tüccarın bir veya birkaç

milletvekilinin öncülüğünde” birleşmesi ile meydana gelmiştir (Ökçün, 1997a:270).

Özel bankaların “1909 – 1930 arasında, ‘ticaret sermayesi’ (Merchant capital)

aşaması”nda olmasından dolayı daha çok ‘ticarî kredi, esnaf kredisi, tarımsal kredi,

emlâk kredisi ve tüketim için kredi’ sorununu çözmek amacını gütmüş, yatırımların

özellikle sınaî yatırımların finansmanına yöneleme[diği]” görülmüştür (Ökçün,

1997a:274). Özel sektörün sağlayamadığı sanayinin finansmanına dair açık

giderilmelidir, çünkü sanayileşme temel hedeftir. Sanayileşme, “[m]emleketin hayatî

bir davası halini almış”tır (BBYSP, Afetinan, 1972) ve ne yazık ki “[s]ermaye

civadan cevvâl ve havadan kaçkın bir şeydir” (Besim Atalay, TBMM ZC C.20 İ.21

s.65). Bu nedenle sanayi sermayesi devlet tarafından korunmalıdır (himaye

edilmelidir). Kredi, devletin kendisi ile rekabet edebilecek ve geçici olarak devletin

işlettiği şirketleri devredebileceği sermayedarları yetiştirmeyi amaçlamalıdır

(TBMM ZC C.20 İ.21 s.69):

“Ticaret Encümenimiz de himaye taraftarıdır. Fakat himayeden maksat, himaye

edilecek olan sanayin bir gün gelip de rekabete karşı koyabilmesi meselesidir…

…himaye, esasen yürüyemeyen bir sanayi vergi ile idame ettirmek demektir. Bu da o

vergi miktarı kadar sermayenin tahribi demektir. Binaenaleyh tahrip edilen bu

sermaye bir gün bu sanayi serbest yaşatabilmeye hâdim olmalıdır ki mazur

görülsün.”

Bu süreçte, devlet ile özel sektör arasında bir işbirliği kurulmalıdır. Devlet

işletmeciliği ve korumacılık politikasında işbirliği sermaye tarafından çağrılan bir

politikadır. Bu çağrı, 1923 yılında toplanan Türkiye İktisat Kongresi’nde Hükümete

iletilmiştir. 1923 yılında dile getirilen talebin içeriği ise Sanayi Maadin Bankası’nın

örgütsel yapısı ve amaçlarında olduğu kadar teşvik, tekel politikaları ve devlet

işletmeciliğinde somutlaşmıştır. Bu doğrultuda, 1930 öncesi ekonomi politikasının,

bürokrat egemenliğinde kurulduğu tezi dayanaktan yoksun kalmaktadır (Küçük,

1975, 227-228).

Page 105: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

89

2. Ekonomi Politikasında Planlamaya Hazırlık: Âli İktisat Meclisi

1920’li yıllarda planlama değil ama programlamaya dair düşünsel bir takım

temellerin hazır olduğu görülmektedir. Mustafa Kemal, 1 Mart 1922’de Meclis’in

üçüncü yasama yılının açışı dolayısıyla yaptığı konuşmada, ekonomi politikasının

artık bir plan çerçevesinde hazırlanacağını belirtmiştir (TBMM ZC D.2 C.18 İ.1 s.6):

“Bundan sonra da umum faaliyeti iktisadiyemizin siyaseti iktisadiyemizi izahan

teşrih ve tesbit etmiş olduğum bu nikatı nazar dairesinde, bir plân dahilinde,

muntazaman tevcihine Heyeti Vekilemizin hasrı himmet (ciddi çaba) eylemesine

intizar olunur (ümit edilir).”

Beyan edilmek istenen Savaş sonrasında ekonomik ve siyasi hayata dair bir

programlama yapılmasının gerekliliği olsa gerektir. Dönem içerisinde, çeşitli

nedenlerle programlamaya gereksinim duyulduğu da belirtilmiştir. Örneğin, 13

Mayıs 1926’da mebus Doktor Mazhar Müfit Bey’in Ziraat Yüksek Kurulu (Ziraat

Meclis-i Âlisi) kurulması ile ilgili kanun tasarısı görüşmesinde yaptığı konuşmada,

uzun dönemli bir programın gerekliliğine vurgu yapılmaktadır (TBMM ZC D.2 C.25

İ.114 s.101):

“Yalnız filan vekâlet veya filan daire için değil, heyeti umumiyesi ile memlekette

nelerin ne şekilde yapılacağını tayin ve tespit eden proğramlara ihtiyacımız

muhakkaktır. Bugün Ziraat Vekaleti, geçen sene bütçesinden aldığı ilham üzerine, şu

veya bu kısımlarda fazla mesai sarfetmek için 6-7 milyonluk bir bütçe yapar. Ertesi

günkü hadise birden bire işi değiştirir. Tüm emek yok olur gider.”

Mardin mebusu Ali Rıza Bey de “Ziraat Müdiri Umumisi değişmekle ziraatin

tarzı idaresi de değişecektir" (TBMM ZC D.2 C.25 İ.114 s.98) diyerek programın

siyaseti ve idareyi bağlaması gerektiğini vurgulamaktadır.

Daha anlamlısı, Türkiye İktisat Kongresi’nde açış konuşmasında ilke ve temelleri

açıklanan ekonomi politikası ile Türkiye’nin siyasi ve ekonomik egemenliğini

kazanacağını, “[b]unda muvafık olabilmek için hakikaten memleketin ve milletin

ihtiyacına mutabık esaslı program üzerinde bütün milletin müttehit ve hemahenk

olarak çalışması”nın gerekli olduğuna vurgu yapılmasıdır.53

Mustafa Kemal’in açış

53 Vurgu bana ait. Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın Türkiye İktisat Kongresi’ni açış konuşmasından akt.

Afetinan, 1982:68.

Page 106: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

90

konuşmasına istinaden programlı bir gelişme pratikte 1920’lerde kurulmaya başlansa

da (Afetinan, 1982:14) asıl olarak 1930 sonrasında planlı döneme devletçilik ile

geçilmiştir.

1920’li yıllardaki en önemli ayaklardan biri ise Âli İktisat Meclisi’nin, 25

Haziran 1927 tarihinde Meclis’de kabul edilen 1170 sayılı Kanun ile kurulmasıdır.

Genel Gerekçe’de belirtildiğine göre; İtalya, Rusya, Almanya, Bulgaristan gibi

Birinci Dünya Savaşı’na katılmış ülkeler “bu badirenin hitamından sonra azalmış

olan istihsali (üretim) kuvvet ve membalarını (kaynak) ve vasıtalarını ve duçar

oldukları kredi ve para buhranı gibi iktisadi vaziyetlerini yeni ihtiyaçların ve yeni

hadiselerin istilzam ettiği (gerektirdiği) esasat dairesinde tanzim ve tensik ve bu

sahada tesadüf eyledikleri müşkülâtın hal ve izalesi esbabını tehiye ve sırf bu nevi

hususatı iktisadiye ile iştigal etmek üzere İktisat şuraları vücude getirmeğe mecbur

olmuşlardır” (Genel Gerekçe, TBMM ZC D.2 C.33 İ.82 s.777). Türkiye de aynı

sorunlarla başa çıkmaya çalışmaktadır. Türkiye’nin de “mümkün olduğu kadar seri

surette iktisadî bir inkişafa mazhariyetini temin etmek”, bu alanda karşılaşılacak

sorunları çözmenin yollarını araştırmak ve ekonomik durumu incelemek ve

geliştirmek üzere örgütlenmeye gereksinimi vardır (Genel Gerekçe, TBMM ZC D.2

C.33 İ.82 s.777).

Meclis, Başbakanlık’a bağlı olarak kurulmuş (md.19) danışma kuruludur (md.6).

Meclis’in görevleri (md.4), Hükümet tarafından iletilecek kanun ve yönetmeliklerle

ekonomik sorunlar hakkında görüş bildirmek, varolan ekonomi ile ilgili kanun ve

yönetmelikler arasındaki uyumu incelemek ve gerekirse gerekçeli görüş ile birlikte

Hükümete değişiklik talebinde bulunmak, ekonomik gereksinimler doğrultusunda

yöntem ve sistemler hakkında inceleme yapmak, genel ekonomi cereyanlarını takip

ve memlekete etkilerini araştırmak ve sonucu Hükümete belirtmektir. Meclis,

yarısının doğrudan Hükümet tarafından seçilmiş; diğer yarısı da mesleki ve kurumsal

temsiliyet doğrultusunda oluşturulacak yirmi dört üyeden oluşmaktadır (md.1, 59).

Bu doğrultuda, toplumsal ve ekonomik alanın yönetimine dair danışma işlevi

üstlenen Meclis, özel sektör temsilcilerine de yer verecektir. Gerçekten, 1930

sonrasında özel sektörün çıkarlarının temsil edildiği hazırlanan görüş ve

değerlendirmelerden takip edilebilecektir.

Page 107: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

91

Âli İktisat Meclisi’nin önemi, program ve plan düşüncesinin kurumsallaşmasında

yatmaktadır. Şöyle ki, Bütçe Encümeni Mazbatası’nda da belirtildiği gibi “memleket

iktisadiyatının esaslı surette ıslah ve tanzimi için iktisadi cereyanların tetkik ve takibi

ile vazıh ve muayyen bir proğram tespit olunması” gereklidir (TBMM ZC D.2 C.33

İ.82 s.778). Ayrıca, Meclis ile “gerek daireler arasında ahenk ve irtibatı tayin, gerek

coğrafi ve içtimai muhtelif menafi” bir araya getirilecektir (TBMM ZC D.2 C.33 İ.82

s.778).

Gümrük politikası ile ilgili 1928 yılında hazırlanan Âli İktisat Meclisi

Raporları’na göre “bir taraftan sistematik bir gümrük politikası diğer taraftan gayeyi

müdrik bir istihsal siyaseti, bilhassa iyi düşünülmüş bir sanayi programı ile

müteharrik olmak lazımdır. Filhakika gümrük siyaseti daima muayyen bir hedef

dahilinde çizilmesi icap eden sanayi siyasetinin kuvveden fiile ihraç vasıtası

olmaktan başka bir şey değildir” denilmektedir (akt. Tekeli ve İlkin, Ocak 2009, 71).

Nitekim, Türkiye’nin sanayi planına ön hazırlık niteliğindeki “İktisadi

Vaziyetimize Dair Rapor” da Şakir Kesebir başkanlığında Âli İktisat Meclisi

tarafından hazırlanacaktır (Kesebir 2009).

Görüldüğü gibi, 1920’lerin sonuna gelindiğinde, devletin ekonomiye müdahale

alanı giderek artmış, eş zamanlı olarak ekonomi politikalarına dair ilgi ve tartışmalar

yoğunlaşmıştır. Bu çabanın kurumsallaşması yönünde, SSCB, Almanya, İtalya,

Bulgaristan örnek alınarak bir ekonomi kurulu kurulmuştur. Ekonomi kurulunun

kurulması, planlama fikriyle temasta ve ekonomiyi bütüncül olarak görüp

değerlendirerek harekete geçebilmenin zihinsel temeli de atılmıştır.

B. DEVLETÇİLİĞİN İLKESEL OLARAK KABULÜ: PLANLAMAYA

İDEOLOJİK HAZIRLIK

1930 yılı, bir yandan 1920’li yıllardan devralınan yurtiçi kaynaklı

spekülasyonların bir yandan da dünya çapındaki Büyük Buhran’ın yıkıcılığının

birleşik etkisi altında girilen bir Kriz yılıdır.

Spekülasyonlar, Lozan Ticaret Anlaşması ile kabul edilen dış ticaret ve gümrük

politikalarında hükümetin düzenleme yapmasına engel olan hükümlerin, 1929 yılında

yürürlükten kalkması ile hükümetin gümrüklerde ve dış ticarette korumacı bir takım

Page 108: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

92

önlemler alacağına dairdir. Bu spekülasyonlar, yurtiçinde ithal stoklarının

artırılmasına ve döviz stoku yapılmasına neden olmuştur. İsmet İnönü’nün 12 Aralık

1929’da verdiği beyana göre, “[y]eni gümrük tarifesinin tatbiki vesilesile bazı

tüccarın isabetsiz telâşı… yüzünden az zamanda memlekete yığılmış olan malların

tesiri son haftalarda menfi [olumsuz] olarak pek ziyade göze çarpmıştır” (TBMM ZC

D.3 C.40 İ.13 s.31). Ayrıca, söz konusu “emniyetsizlik ve buhran duygusu” nedeni

ile Türk parasından kaçarak elindeki paralarla döviz almakta olanların da ekonomiye

etkisi büyüktür (TBMM ZC D.3 C.40 İ.13 s.31). Bu süreçte, dövizin fiyatı artmaya

ve Türk Lirası değer kaybetmeye devam etmiştir. TL’nin değer kaybı 1927’de %1.6

ve 1928’de %0.5 iken 1929’da %5.5 oranına kadar tırmanmıştır (Tezel Kasım 1993).

TL’nin değer kaybı ile ithalat pahalanmış, dış ticaretteki denge ithalat lehine

bozulmaya başlamıştır. 1930’lu yıllara doğru tarımda yaşanan kuraklık ve

verimsizlik nedeniyle üretim düşüşünden kaynaklı bütçe açıkları ve dış ticaret

dengesinin yükü bir derece daha artmıştır (TBMM ZC D.3 C.40 İ.13 s.31).

Hükümetin hedefi “milli paranın altına nazaran sabit bir kıymet alması”dır

(TBMM ZC D.3 C.40 İ.13 s.32). Ne var ki, spekülasyondan kaynaklanan krizin

üstesinden gelinmeye çalışılırken, 1929 Krizi patlak vermiştir. 1929 yılı Ekim

ayında, ABD Borsaları’nda çöküş ile başlayarak tüm Avrupa’ya yayılan kriz dünya

ekonomisinde tarihi bir çöküşe neden olmuştur. Türkiye de bu çöküşün doğrudan

etkisi altına girmiştir. Kriz, iki açıdan Türkiye gibi azgelişmiş ülkelere taşınmıştır:

Uluslararası ticaret hacminin daralması: Klasik sömürgecilik ya da birinci

küreselleşme sürecinin egemeni İngiltere, 1931 yılında sistemin taşıyıcılığı ve

kreditörlüğü konumundan istifa etmiştir. Bu istifa ile, uluslararası alanda mal

ve sermaye hareketinin en çok gereksinim duyduğu güven ortamı yok

olmuştur. Güven ortamının yok olması, altına endekslenen sterlinin yani

altın-para standardının bozulması ve bu standart üzerinden yükselen

uluslararası ticaretin daralması demektir (Kuruç, 2008).

Dış borç olanaklarının kısıtlanması (özellikle uzun vadeli): Savaş sonrası

yeniden yapılandırma için ABD’den ve İngiltere’den kredi beklentisi

içerisindeki Avrupa devletleri, dış yardımdan mahrum kalmıştır. Sömürgeci

devletlerin kredi açığı, sömürge devletlerinin de aynı sorunla yüzyüze

kalmasına neden olmuş, tüm azgelişmiş ülkelere yayılmıştır.

Page 109: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

93

Kriz sonrasında, gelişmiş ülkeler gümrük vergisi oranlarını yükseltmiş ve ithalata

kontenjan getirmişlerdir. Kriz sonrasında daralan uluslararası ticaret hacmi, Türkiye

gibi hammadde ve tüketim eşyası üreten ve ihraç eden bir ülkede (Kesebir,

2009:233), en büyük tahribatı tarım sektöründe göstermiştir.

Özellikle buğday ve tarım sektörü, Türkiye'nin bu dönemdeki sosyo-ekonomik

yapısını belirlemektedir. Türkiye’de 1927 yılı genel nüfus sayımına göre, ülkenin

toplam nüfusu 13 milyon 646 bin 270’dir. İşgücüne katılma oranı %36’dır (4 milyon

912 bin 657). Bu çalışan kesimin %81.63’ünün tarımda, %5.59’unun (274 bin 617)

sanayi sektöründe çalıştığı görülmektedir (Makal, Aralık 1999:213).54

Aynı yıl,

tarımın gayrisafi milli hasılaya (GSMH) katkısı %41, sanayi sektörünün katkısı ise

%13 civarındadır (Makal, Aralık 1999:245). Görüldüğü gibi, 1930 yılı öncesi

dönemde, istihdamda ve GSMH’ye katkı açısından tarım sektörü belirleyicidir.

Ayrıca, Türkiye’de ihraç mallarının %90’ını zirai ürünler oluşturmaktadır (Müller,

2009:596). Kriz sonrasında buğday fiyatlarında yaşanan önemli düşüşler (Makal,

Aralık 1999:224) bütçeyi ve dış ticaret dengesini tahrip edici hale gelmiştir.

Paranın değerindeki düşüşün devam etmesi, ithalatın pahalanması temel tüketim

malları talebinin karşılanamaması ile sonuçlanmıştır. İhracatın (değer olarak)

azalması ve ithalat talebinin artması, dış ticaret açıklarındaki artış olarak

yansımaktadır. Tablo 1’de görüldüğü gibi, dış ticaret açıkları 1931’de 1929’a göre,

%15 dolayında artmıştır:

TABLO 2 DIŞ TİCARET AÇIKLARI (MİLYON LİRA)55

1924 1925 1926 1927 1928 1929 1930 1931

35.7 49.1 48.2 52.9 49.9 100.7 2.5+ 15.8

Krizin bütçe ve dış ticarette yarattığı sorunlar, gündelik yaşamda hayat pahalılığı

ile hissedilmektedir. İstanbul’da bir kişinin mütevazi gereksinimlerini için bir aylık

54 Aynı döneme ait farklı istatistiklerde işgücü oranında ve istihdamın sektörel dağılımında

farklılıklar yer almaktadır. Bkz. Makal, Aralık, 1999: 226, 246.

55 Şu kaynaktan alınmıştır: İsmail Hüsrev Tökin, “Ham madde memleketlerindeki para buhranının

karakteri”, Kadro, 9 Ocak 1932; C.1, S.1, 9.

Page 110: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

94

masrafı, Temmuz 1914 rakamları 100 olarak alındığı takdirde, 1923’de 1211 ise

1928 Nisan’da 1580’e ve 1929 Nisan’da 1745 TL’ye çıkmıştır (Müller, 2009:611).

Bu kötüye gidişe karşı, 25 Şubat 1930’da 1567 sayılı Türk Parasını Koruma

Kanunu kabul edilmiştir. Ancak dış ticaret açıkları, yalnızca para politikaları ile ele

alınacak bir sorun olarak değil; ithalata bağımlı ve hammadde ihracatçısı ülke

olmanın sonucu olarak görülmektedir. Yalnızca “dışarıya para çıkarmak” suretiyle

tedbir almak tercih edilmeyecektir. Aksine, “bir liranın harice çıkarılması için İcra

Vekilleri Heyetinden müsaade almak” gerekecektir (TBMM ZC D.3 C.40 İ.13 s.32).

Krizin etkilerinin uzun sürmesi tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de yapısal

bir takım değişikliklere gidilmesini gerektirmiştir. Öncelikle, kredi hacminin

daralması ve döviz sıkıntısı nedeniyle yurtiçinde tasarruf oranlarının artırılması

hedeflenmiştir. Buna göre, ilk alınan tedbir, tasarruf ve yerli malı propagandasının

başlatılmasıdır (Cumhuriyet, 1 Ocak 1930’dan akt. Keskin, 2007:110). Hükümet

“hususî ve resmî hayatta tasarruf takip edece[ktir]” (İsmet İnönü, 17 Haziran 1930,

TBMM ZC D.3 C.20 B.80 İ.88 s.272-273). Diğer taraftan, krizi aşmak için, “harice

mal ve sây satmak yani istihsal etmek” gereklidir (TBMM ZC D.3 C.40 İ.13 s.32).

İhracatın artırılması için örneğin “hububat, halı vb. muamele vergilerindeki

kolaylıklar” hayata geçirilmiştir (İsmet İnönü, TBMM 17.6.1930, ZC D.3 C.20 B.80

İ.88 s.272). Ayrıca, tarımda pulluk dağıtımı, tohum ıslahı ve vergi muafiyeti ya da

Ziraat Bankası aracılığı ile ikraz ve istikrazdaki kolaylıklar ile üretim artırılmaya

çalışılmıştır (İsmet İnönü, TBMM 17.6.1930, ZC D.3 C.20 B.80 İ.88 s.272-273).

Özellikle savaş sırasında “ihtiyaçlarını bizzat imâl ve temin edememek

vaziyetinin ne kadar telâfisiz akıbetler” (BBYSP, Afetinan, 1972) doğurduğu

görülmüştür. Kriz sonrasında da ithalata bağımlı ekonomik yapının sonuçları

görülmüş, ithalatın azaltılması ve tüketim mallarının yurtiçinde üretilmesi, ithal

ikameci bir gelişme stratejisinin gerekliliği kabul görmüştür. Bu doğrultuda, özellikle

azgelişmiş, ithalata bağımlı ülkelerde zaten az olan yurt içi tasarrufların

sanayileşmeye yönlendirilmesi gerekmektedir (Özelmas, 1963:29). Nitekim, Krizin

uzun süren etkileri nedeniyle “istihsal vaziyetimizde daimi tahavvüller vücuda

gelmektedir ki, bunların en mühimi dahili sanayiin doğmasıdır” (Önay, 2009:E50).

Bu doğrultuda, “milli iktisat muvazenesinin (denge) samimî arzularından ihtikârları

(vurgunculuk) ve dahilde fiat muvazenesinin lehlerine ihlâli için ümit çıkarmak

Page 111: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

95

isteyecekleri umduklarından mahrum etmeye çalışmak mühim bir meşgale

ol[maktadır]” (TBMM ZC D.3 C.40 İ.13 s.33).

Bu meşgalenin tam yeri ve zamanıdır, çünkü 1929 Krizi, yeni bağımsızlığını

kazanmış azgelişmiş ülkelerin bağımsız kalkınması için bir fırsat tanımıştır (Boratav,

2008). Gerçekten, 1929 Krizi, İngiltere’nin dünya liderliğinden çekilmesi ile

sömürgeci devletlerin azgelişmiş / sömürge devletler üzerindeki ekonomik ve siyasal

baskısını zayıflatmıştır. Türkiye’de de bu dönemde, hem ekonomi politikaları ile

ilgili teorik üretim içerisinde olunduğu hem de pratikte ekonomi politikasının

şekillendiği görülmektedir.

Yeni dönemde, korumacılık ve teşvik politikalarının bir adım ötesine geçilerek,

yapısal ve devresel bir dürtü (Küçük, 1981, 91) olarak devletçiliğin ortaya çıkması

hızlanacaktır. Dönem içerisinde hazırlanan raporlarda, devletçilik ve planlama

birlikte gündeme gelmiştir.

Kriz sonrasında alınacak tedbirleri kaleme alan İktisat Vekili Şakir Kesebir’in adı

ile anılan İktisadi Vaziyetimize Dair Rapor, Mart 1930’da Başbakanlığa sunulmuştur.

Rapor’da, dış ticaret dengesi konu edinilmekte ve dengenin temini için ithal ikameci

bir strateji önerilmekte, ithal ikameci strateji doğrultusunda tüm sektör ve mallar

özelinde durum ve yapılması gerekenler ayrıntılı olarak analiz edilmektedir.

Rapor’da “yüksek sermaye, teşkilât ve teknik kuvvetine malik olan ecnebi sanayinin

himayeden müstağni kalamadığı bir sırada, milli sanayimiz kendi haline

terkedilemez” (İktisadi Vaziyetimize Dair Rapor, Tekeli ve İlkin (içinde), 1983:511)

vurgusuyla, ithalatı azaltmak işinde tüketicilere, üreticilere, tacirlere de hem de

devlete görevler verilmektedir. Devlete düşen “tanzim, teşvik, himaye ve murakabe

tedbirleri almaktır” (İktisadi Vaziyetimize Dair Rapor, Tekeli ve İlkin (içinde),

1983:507). Diğer taraftan, yurtiçinde üretimi artırmak ise Devlete daha büyük bir

sorumluluk yüklemektedir (Kesebir, 2009:513):

“Millî sermaye henüz sanayi ihtiyacını tatmin edecek derecede değildir. Bilhassa

tahlikesi nispeten fazla olan ve makul bir temettü temin etmesi zamana mütevakkıf

bulunan yeni sanayi aksamı, sermaye tedarikinde çok müşkülâta maruzdur.

Bunlardan dokuma, demir, kömür, şeker, ispirto, kimyevî gübre sanayii gibi millî

ehemmmiyeti haiz olanlara tesis için bidayeten Devletçe iştirak ve yardım edilmek,

diğer sanayide de ecnebi sermayenin iştirâkini ve rağbetini teşvik edecek kolaylıklar

gösterilmek lâzımdır.”

Page 112: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

96

Bu ekonomik gelişme yıllara yayılan bir emeğin sonucu olacağından

“memleketimiz için muayyen bir iktisadî siyaset tesisi ile bu siyasetin tatbikatını

tayin edecek etraflı bir program ihzarı esas olmak gerekir” (vurgular bana ait,

İktisadi Vaziyetimize Dair Rapor, Tekeli ve İlkin (içinde), 1983:565).

Hemen ardından hazırlanan, İktisadi Program (1930) ise, plan stratejisine

benzeyen bir metindir (Tayanç, 1980). Program, Şakir Kesebir tarafından hazırlanan

Raporun sadeleştirilerek strateji haline getirilmiştir. Strateji, “halkın maişetini

(yaşama) kolaylaştırma, refahını temin etmeğe çalışmak, devletin başlıca

vazifelerinden olmuştur. Bunun için zamanımızda, millet iktisadiyatını tanzim

esasına istinat ve bu gayeye teveccüh etmek, hükümetlerin birinci derecede

ehemmiyet verdikleri meselelerdendir” diyerek devletin görevlerini geniş bir şekilde

tanımlamaktadır. Ayrıca, demiryollarında olduğu gibi “milli iktisat vasıtaları”nda

(liman, seyrüsefer, posta, telgraf ve telefon, turizm, vb.) “hususî kâr

mûlahazası[nın]… talî bir ehemmiyeti haiz olma[sı gerektiğini]… [b]u şerait

ancak… [bu vasıtaların] bir devletin umumî hizmetlerinden sayılması esası ile temin

olunabil[eceğini]” belirtir (Kesebir, 2009:563). Ne var ki, devlet işletmesi bütçeye

bağlıdır. Bütçe de tasarruf ile dengelenmelidir, çünkü “istikraz ile başka

memleketlerden alınan paralar, o memleketin kendilerini doyurmaktan sonra harica

taşan vatandaş tasarruflarıdır.” Bu nedenle, milli tasarruf, “millî iktisadın her şubede

tesis, tevsi, inkişafına lâzım olan sermayenin en kudretli, en beceriklisi[dir]” (İktisadi

Program, Tekeli ve İlkin (içinde), 1983:572).

Dönem içerisinde, sanayileşme hedefi benimsenmiş, devletin kalkınmada

merkezi rolü ve planlamanın gerekliliği kabul edilmiş gözükmektedir. Nisan

1930’da, Milli İktisat ve Tasarruf Cemiyeti tarafından düzenlenen Sanayi

Kongresi’nde hazırlanan Umumi Encümen Raporu’nda, “Türkiye’de hangi

sanayilerin daha gelişmeye uygun olduğu, Türkiye’nin öncelikle hangilerine

gereksinmesi bulunduğu ve hangi sanayilerin nerede, ne ölçekte kurulması gerektiği

sorularının yanıtlanması ve elde edilecek sonuçlara dayanılarak en az on yıllık bir

sanayi programının belirlenmesi isteği de yer almaktadır” (Milli İktisat ve Tasarruf

Cemiyeti, 1930’dan akt. Tayanç, 1980).

Rapor ve programda hedefler açıktır, ancak tüm kamuoyunun söz konusu

hedefleri paylaşmadığı da görülmektedir. Örneğin, 1930 yılında Merkez Bankası

Page 113: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

97

kurulması çalışmalarında danışmanlık yapmak için Türkiye’ye davet edilen yabancı

uzman ve heyetlerin değerlendirmelerinde sanayileşme ve devletin rolü

sorgulanmakta, öte yandan plan vurgusu öne çıkmaktadır. Bunların başında, Schacht-

Müller ile Charles Rist’in Raporları gelmektedir. Raporların Meclis’deki

görüşmelerinden raporların halkla paylaşılıp paylaşılmadığının tartışmalı olduğu

anlaşılmaktadır (TBMM 25.9.1930, ZC D.3 C.4 İ.82).

Müller-Schacht tarafından hazırlanan Türkiye’de Nakit İstikrarı ve Bir Merkez

İhraç Bankasının Tesisi Hakkında Müteleaname adlı Rapor’da (15 Ekim 1929),

Türkiye’de Merkez Bankası kurulması için şartların hazır olmadığı sonucuna

varılmaktadır. Türkiye’nin koşullarını hazırlaması için bazı tedbirler alması

gereklidir. Öncelikle, yatırım ve üretimin devam edebilmesi için dış borçlanma

şarttır. Diğer taraftan, “Devletin faaliyeti yahut teşkilâtlanmış faaliyetler ancak

istihsali teşvik eden şartları ihdas etmekten ve ekseriya malî saha haricinde tedbirler

almaktan ibarettir” (Brüksel’de 1920 yılında toplanan Uluslararası Konferans’tan akt.

Müller, 2009:619). Ayrıca, Türkiye “kendi şartlarının mülhem olmadığı sahada

üretim yapmamalıdır. Daha uygun, daha kârlı, daha ucuz alanda” üretim yapmalıdır.

Diğer bir deyişle zirai üretimden vazgeçmemelidir ve zirai ürünlerin ihracatının

artırılması için ihracat ve ithalat engellerini kaldırmalıdır (Müller, 2009). Alınan

önlemlerin “iktisadi ve mali bir plan” çerçevesinde yapılması zorunludur. Bu

nedenle, “[i]lk vazife, beşer senelik malî ve iktisadî birer plân tanzim ve

tatbikatından ibarettir.” Mali plan, Merkez Bankasının kurulması için gerekli olan

dövizin sağlanmasını; bu mali plana bağlı olarak hazırlanması gereken iktisat planı

ise beş yıl içerisinde dış ticaret açığının giderilmesini amaçlayacaktır (Rapor,

1930’dan akt. Tayanç, 1980).

Charles Rist’in 31 Mayıs – 1 Temmuz 1930 arasında yaptığı araştırmalara

dayanan Malî Durum ve Ödemeler Dengesi Üzerine Türkiye Cumhuriyetine Rapor

başlıklı değerlendirmesi de 15 Eylül 1930 tarihinde yayınlanmıştır. Raporda,

ödemeler dengesinin nasıl sağlanacağına dair bir kalkınma stratejisi sunulmaktadır.

Ödemeler dengesi, (a) bütçenin dengelenmesi, (b) ödemeler dengesinde ihracatın

artırılması, dış yükümlülüklerin azaltılması ve bayındırlık işlerinin yavaşlatılarak, dış

finansmanla karşılanması, (c) paranın dış borçlanma ile ödenebilir hale getirilmesi ve

para dolaşımının esnek olması ile sağlanabilecektir. Bu öneriler birbirini tamamlayıcı

Page 114: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

98

özellik taşımakta; önlemler bir bütün oluşturmaktadır. “Türkiye Cumhuriyeti

Hükümetinin akılcı bir politikayla parasını istikrarlandırma yönündeki çalışmalarını

belirgin bir şekilde ortaya koyacak bir toplu planı gerçekleştirme aşamasına” girmesi

gereklidir. Kalkınma stratejisinde önemi belirtilen yabancı sermayenin ülkeye

gelmesi ya da ülkeden çıkmaması için “hiçbir şeyin, ülkenin içinde ve dışında kesin

bir kararlılık ve açıklıkla anlaşılabilir bir plan kadar etkileyici olması

beklen[memelidir]” (Rist, 2009:672).

Görüldüğü gibi yabancı uzmanların kalkınma stratejisinde devletin rolü

sınırlandırılmış, planlama süreci dış borç için izleme işlevi ile donatılmıştır.

Yurtiçinde ise 11 Haziran 1930 tarihinde yürürlüğe girecek olan Merkez

Bankası56

kurulması çalışmaları 1930’lu yılların başında gündeme gelmiş ve Türkiye

İş Bankası grubu ile Hükümet arasında çelişkilerin başlangıcı olmuştur (Boratav,

1974:20). Tartışmanın temel nedeni, Türkiye İş Bankası’nın bankacılık sektöründeki

öncü konumunu korumak istemesidir. Merkez Bankasının kurulması ise bu öncü

rolün törpülenmesi demektir. Türkiye İş Bankası salt Merkez Bankası konusunda bir

taraf değil, dönemin etkili siyasal bir kanadı olarak rol oynayacaktır. İş Bankası’nın

siyasi açıdan rolü, bölüm içerisinde incelenecek olan Mustafa Şeref Özkan’ın istifası

ardından İş Bankası Genel Müdürü Celal Bayar’ın İktisat Vekaleti’ne atanması ile

sonuçlanan siyasal çatışmada ayrıntılı olarak ele alınacaktır.

Bundan önce ise 1930 yılında devletçiliği karşısına alan siyasal muhalefete

değinmek gerekir. Toplumsal muhalefet yabancı uzman raporlarında savunulan,

ziraatle kalkınma, dış borcun gerekliliği, devletçilik karşıtlığı tezlerini

benimsemektedir. Örneğin, 8 Ağustos tarihli Son Posta Gazetesi’ne göre, “şekerin

pahalı olmasının nedeni memlekette yaşaması mümkün olmayan şeker sanayiinin

himayesine önem verilmesi ve bu fabrikaları besleyip büyütmek arzusudur” (akt.

Keskin, 2007:190). Toplumsal muhalefet, 1930 yılında üç aylık bir dönemde faaliyet

gösteren SCF’de toplanmıştır. SCF’nin korumacı liberalizm statükoculuğunun

karşısında ise Ahmet Hamdi Başarı’ın iktisadi devletçiliği ile Kadro Hareketi

gelişmektedir. Planlamanın kuruluşuna giden yolu hazırlayan ideolojik dünyayı

göstermesi açısından söz konusu siyasal-kuramsal taraflara yer verilecektir.

56 1715 sayılı Kanun, RG: 30.6.1930/1533.

Page 115: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

99

Korumacı Liberalizm Statükoculuğu: Serbest Cumhuriyet Fırkası (SCF)

Ağustos 1930’da Mustafa Kemal Paşa yakın arkadaşı ve Paris büyükelçisi Fethi

Okyar’a bir muhalefet partisi kurmasını telkin etmiş, Fethi Okyar ile Mustafa Kemal

Paşa arasında Fırka’nın kurulmasına dair mektuplaşma yaşanmıştır (Keskin, 2007).

Anlaşma sağlandıktan sonra, Serbest Cumhuriyet Fırkası (SCF) muhalefet partisi

olarak 12 Ağustos 1930’da kurulmuştur.

Mustafa Kemal Paşa’nın muhalefet partisi kurdurmak istemesinin nedeni,

1920’lerin sonlarında başlayan ve 1929 Krizi ile ayyuka çıkan toplumsal sıkıntıların

derecesini ve yönünü ölçmektir. Toplumsal muhalefet, yeni kurulan muhalefet

partisinde emin ellerde57

olacaktır. Ne var ki, toplumsal muhalefetin yönü ve

derecesi, hesaplanandan çok daha büyüktür. 5 Eylül 1930’da Fethi Bey’in İzmir

seyahatinde büyük bir kitle tarafından büyük bir coşku ile karşılanması ve Fethi

Bey’in seyahat boyunca büyük kitlelerle temas etmesi, Parti’nin CHF karşısında

giderek tehdit oluşturmasına neden olmuştur. “5 Eylül’de yapılan gösteride

Cumhuriyet Halk Fırkası binası ile Anadolu Gazetesi idarehanesi taşlan[mış],

[g]üvenlik güçlerinin açtığı ateşte 14 yaşındaki bir öğrenci hayatını kaybet[miştir]”

(Keskin, 2007:196).

SCF’nin, CHF ve devletçilik karşıtlığının odağı haline gelmesi üzerine Mustafa

Kemal, iki partiye aynı uzaklıkta durma politikasından vazgeçerek, CHF’nin yanında

yer almıştır. Bunun üzerine, 16 Kasım 1930’da SCF kendi kendisini ilga etmiştir

(Türkeş, 1999:20). SCF’nin büyük kitleleri kendi merkezinde bu kadar kısa bir süre

içerisinde toplaması, CHF’nin ekonomi politikasına karşı toplumsal muhalefetin

büyüdüğünün kanıtıdır. Çünkü SCF’nın programı öncelikle özel teşebbüsün

girişimciliğine verilen önem ile yabancı sermayenin teşvik edilmesidir.

SCF’nin parti programı, “şimendifer politikasında somutlaşan aşırı devlet

harcamaları, tekelleri, vergileri ve devlet ihalelerini hedef almaktadır” (Keskin,

2007:108). SCF, ideolojik olarak liberal bir partidir, fakat Teşviki Sanayi Kanunu ile

düzenlenen vergi muafiyetleri ile teşvik, korumacılığın artırılmasını istemektedir. Bu

57 Parti lider kadrosunda bulunan Fethi Bey, Nuri Bey ile diğer parti kurucuları Mustafa Kemal’in en

güvendiği arkadaşlarından oluşuyordu.

Page 116: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

100

nedenle, SCF aslında korumacılığı içeren bir liberal ekonomiyi savunmaktadır

(vurgular bana ait, Türkeş, 1999:22).

Parti programını kaleme alan SCF üyelerinden Ahmet Ağaoğlu’na göre, devlet

baskıcı karakteri ile burjuvazinin gelişmesinin önünde engel olmuştur (Türkeş,

1999:164). Oysa “Kemalist devletin birinci hedefi ferdi himaye ve teşvik ve ferdin

inkişaf ve yükselmesini temin etmektir. Bunun yanıbaşında ferdin yetişemediği ve

yapamadığı mübrem ve lüzumlu işleri devletin üzerine alması” gereklidir

(Ağaoğlu’ndan akt. Türkeş, 1999:163). Ağaoğlu’na göre, milli burjuvaziyi yaratmak

için özel girişimcinin korunması ve teşvik edilmesini gerekmektedir, henüz burjuvazi

gelişmediği için devlet geçici bir süre işletmeciliğe girmelidir (Türkeş, 1999:163).

***

SCF’nin demiryollarını hedef alan siyasal muhalefetine yanıt, Sivas

demiryollarının açılışında Başbakan İnönü’den gelir. 1930 yılı Ağustos ayında

Başbakan İnönü, Türkiye’de mutedil devletçi (ılımlı) ekonomi politikasına

geçildiğini beyan etmiştir (Türkeş, 1999:22).

Toplumsal ve ekonomik sıkıntıların çaresi, devletçiliktir. Bu sıkıntıların tespiti,

bizzat Mustafa Kemal Paşa tarafından Kasım 1930’da başlayan üç aylık yurt

gezisinde yapılmıştır. Bu gezisi sırasında Mustafa Kemal'in CHF grubu başkanlığına

gönderdiği mektupta “gezide geniş halk yığınlarının yaşam koşullarındaki sefaletin

ekonomik kriz ortamında daha da arttığının görülmesi, ekonomik gelişmeyi

hızlandıracak bir şeyler yapılmazsa, sadece halkın değil, rejimin siyasal güvenliğinin

de tehlikeye düşebileceği tespitiyle sonuçlandı” denilmektedir (Tezel, Kasım 1993).

İşte bu hızlandırmayı sağlayacak olan devletin bizzat ekonomik etkinliklere dahil

olmasıdır. Gezi sırasında Yunus Nadi'nin yazısı daha dikkat çekicidir: “yeni bir

sanayi programı ile ilgili olarak... üç senelik-beş senelik programlarla tahakkuk

ettirilmesine çalışılır… böylece memleketin iktisadi teceddüt ve terakki merhalelerini

kat etmesi mümkün olunur.” (Tezel, Kasım 1993).

1930 yılında açıklanan devletçilik politikası, 10-18 Mayıs 1931’de CHP 3. Büyük

Kurultayı'nda ideolojik olarak kabul edilmiştir (Tekeli ve İlkin, 1982, 1). Devletçilik,

“ferdi mesai ve faaliyeti esas tutmakla beraber mümkün olduğu kadar az zaman

içinde milleti refah ve memleketi mamuriyete eriştirmek için, milletin umumi ve

yüksek menfaatinin icap ettirdiği işlerde, bilhassa iktisadi sahada devleti fiilen

Page 117: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

101

alakadar etmek mühim esaslarımızdandır” (Kocabaşoğlu, Aralık 2001:243) şeklinde

tanımlanmıştır. Bu tanım, devletin kısa zamanda milletin refahının yükseltilmesi için

özel çıkardan üstün tutulan genel çıkarı ilgilendiren konularda özellikle de ekonomi

alanında fiilen girişimde bulunacağına işaret eder. Özel sektör bu alan dışında

hareket serbestisine sahip olacaktır.

CHP’nin 1931 yılında devletçilik ilkesini resmi olarak kabulü ertesinde,

devletçiliğe dair düşünsel çabalar yoğunlaşmıştır. Bu çabalardan ikisi, uygulamaya

girecek devletçiliği olduğu kadar, İkinci Dünya Savaşı sonrası dönemi dahi

etkileyecek açılımlardır. İki çabanın da ortak özelliği devletçiliği sürekli bir

ekonomik sistem olarak ele almaları ve devletçiliğin yönetim biçimi olarak

planlamayı öngörmeleridir. Bu çabalardan ilki, Ahmet Hamdi Başar’ın iktisadi

devletçilik-planlama modelidir. Ahmet Hamdi Başar, liberalizmle harmanladığı

devletçilik yaklaşımında, yepyeni bir örgüt modeli sunarak, devleti ekonomi

etkinliklerine indirgemektedir. Diğer çaba ise Kadro Dergisi’nde savunulan Kadrocu

kalkınma-planlama modelidir. Kadrocular, Marksist yöntemle başladıkları

çözümlemelerinde, devlet-merkezli bir yaklaşımla sınıfsız bir toplum kurmak üzere,

kapitalizm ve sosyalizm harici bir üçüncü sistem olarak devletçiliği ve planlamayı

savunmaktadır. Söz konusu çabalar, uygulamaya giremese de siyasal çatışmanın

taraflarını etkilemiş, özellikle Kadro Türkiye’de uzun soluklu bir siyasal akım

başlatmıştır.

İktisadi Devletçilik ve Planlama: Ahmet Hamdi Başar’ın Ekonomi

Politikası

Kasım 1930’da başlayan yurt gezisi sırasında, Mustafa Kemal Paşa’ya danışman

olarak eşlik etmek üzere İstanbul Liman Şirketi müdürü Ahmet Hamdi Başar da

davet edilmiştir. Ahmet Hamdi Başar, dönem içerisinde devletçilik ve planlamaya

dair kuramsal ve siyasal olarak üretken ve etkili isimlerden bir tanesidir.

Ahmet Hamdi Başar, ilk olarak 5 Temmuz 1928’de Salih Bey’e yazdığı

mektupta, ekonomi politikalarına dair bir muhtıra kaleme almıştır. Muhtıra’da daha

sonra “İktisadi Devletçilik” yaklaşımının temel ilkeleri oluşturulmaktadır. Bu

yaklaşım “Türkiye’nin kurtulması çaresi”ni “kanatkâr ve küçük istihsâl tarzından

büyük istihsal tarzına geçmek”te görmektedir. Türkiye ancak “devlet kuvvetile

Page 118: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

102

direnebilir.” Büyük üretim tarzı gereklidir ve üretim “program ve plânla çalışan” bir

Türkiye ile mümkündür (Başar, 1945). “Devletçilik, müdahalenin nerelere ve

zamanlarda ve ne şekiller altında olacağını tayin etmekle başlar. Onun için

devletçiliğin ilk işi <<plân>>dır. Devlet, hattâ kendisinin karışmayacağı sahaları

tayin için dahi, bir plâna muhtaçtır… Şu halde devletçiliğin ilk şartı plancılıktır;

bütünlüktür” (Başar, 1945:59).

Başar’a göre, devletçilik iktisadi devletçiliktir. Devlet, “büyük istihsalci ve büyük

ihracatçı mevkiine geçmelidir” (Başar, 1945:95), çünkü “zararlı olan şey büyük

çiftlik, fabrika ve tröst değil, fakat bunların işçiyi, ameleyi ve müstehliki istismar

eden sermayedarlar elinde oluşudur” (123). Devletin üretici olduğu sistemde fiyat

cemiyete değil, cemiyet fiyata egemen olacaktır. Bu doğrultuda, devletçilik geçici bir

ekonomi politikası değil, sistemin kurucu ögesidir. Sistem, planlama üzerinden

yürüyecektir.

“İktisadi devleti meydana getirmek ve idari devleti, elindeki nüfuzu ve işleri de

alarak, tamamen tasfiye etmek imkânı olacaktır” (Başar, 1945:58), “artık devletin bir

akıl merkezi meydana gelmiştir; vekâletler sadece icra vazifesi gören işletmeler

halini” alacaktır (60). Başar’ın devletçiliği, “vekaletlerin üstünde, onların bütün

ihtisas elemanlarını bir araya toplamış, gerek yerli ve gerekse ecnebi

mütehassıslardan kurulmuş, başında da inkılâbı ve davâyı kavrayan enerjik ve zeki

bir adamın bulunduğu bir plân dairesi” ile yürütmeyi düşünmektedir (59-60).

Ahmet Hamdi Başar’ın devletçiliği sürekliliği sağlanmış bir devletçiliktir.

Devletin piyasadan bağışık bir şekilde, piyasayı yönetmesini kurgulamaktadır. Bu

nedenle, kapitalizme alternatif bir sistem önerisi niteliği taşımaktadır. Bu doğrultuda,

planlama da merkezi bir konuma oturmakta ve kurucu öge haline gelmektedir. Bu

teklif, 1930’lu yıllarda değerli görülmüşse de, daha sonraki yıllarda Ahmet Hamdi

Başar’ın düşüncelerine (ve kendisine) rağbet edilmeyecektir.

Kadrocu Kalkınma ve Planlama: Kadro Hareketi ve Kadro Dergisi

Dönemin en önemli ideolojik üretim platformlarından biri de Kadro Hareketi ve

Kadro Dergisi’dir. Kadro hareketinin bir ürünü olan Kadro Dergisinin Ocak 1932 ile

başlayan yayın hayatı, Aralık-Ocak 1934/ 1935 tarihli 35-36. sayı ile son bulmuştur.

Page 119: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

103

Dergi’nin ideoloğu Şevket Süreyya Aydemir, İmtiyaz sahibi Yakup Kadri

Karaosmanoğlu, Yayın Müdürü Vedat Nedim Tör, kurucu yazarlar İsmail Hüsrev

Tökin ve Burhan Asaf Belge’dir (Türkeş, 1999:47).58

Kadro hareketi amacını, faşizm ve komünizmden farklı bir üçüncü yolun

ideolojisini üretmek olarak belirtmektedir. Kurucu yazarlardan Tökin’in yazısında

amaç net bir şekilde açıklanmaktadır (Tökin, 1934:24).

“Milli kurtuluş hareketlerinin milli bütüncülük davasına ne sosyalizmin ne de

faşizmin göz aldatan tecrübeleri esas olamaz… Gerek sosyalizm, gerek faşizm,

şiddetli bir amele ve patron mücadelesinin muhtelif istikametlerde verdiği

meyvalardır… Bizim millet bütünlüğü davamızın hareket noktası ve menşeini, gün

geçtikçe müteaddi bir mahiyet alan emperyalizme karşı milli kurtuluş istiklalini

kurmak maksadıyle millet içinde organik bir kaynaşma temin etmektir. Aksi takdirde

muhtelif zümrelerde makesini bulacak olan harici tesirler, daima milli istiklali tehdit

edebilir. Bu nevi harici tesirler, mesela Avrupa sermayesile her vakit bir menfaat

iştiraki temin edebilecek olan bir finans zümresinde yahut ta reaksiyoner muhitlerde

(Şarkta derebeylik gibi) her zaman akis bulabilir. Bundan maada millet içinde liberal

ve ferdiyetçi inkişafın neticesi olarak milletin ekseriyeti zararına mahdut bir

zümrenin zenginleşmesi, doğuracağı aksülamellerle milletin sükununu her zaman

ihlal edebilir.”

Kadro Hareketi’ne göre, “Türkiye bir inkılâp içindedir. Bu inkılâp kendine

prensip ve onu yaşatacaklara şuur olabilecek bütün nazarî ve fikrî unsurlara maliktir.

Ancak bu nazarî ve fikrî unsurlar inkılâba İDEOLOJİ olabilecek bir fikriyat sistemi

içinde terkip ve tedvin edilmiş değildir” (Kadro,1932:1). Kadro, Türkiye’ye ve diğer

azgelişmiş ve sömürge ülkelere özgü ideolojiyi yaratmaya taliptir ve bu ideolojiyi,

üçüncü bir yolu “Milli Kurtuluş Hareketi”ni kurmaktadır.

Milli Kurtuluş Hareketi ile yapılacak anti-emperyalist savaş ile siyasi bağımsızlık

sağlanacaktır. Siyasal bağımsızlığın ardından iktisadi bağımsızlık planlı sanayileşme

58 Dergiye yazı yazan bürokrat-aydınlar: Ahmet Hamdi Başar, Falih Rıfkı Atay, Behçet Kemal Çağlar,

Eflatun Cem Güney, Muhlis Etem Ete, İbrahim Necmi Dilmen, Abdurrahman Şefik, Münir İriboz,

Mümtaz Ziya, Şakir Hazım, Neşet Halil Atay, Hakkı Mahir, Mehmet İlhan, Tahir Hayrettin ve

Mansur Tekin ve İsmet İnönü (başbakan). Mehmet Şevki Yazman 13. sayıdan itibaren dergide

düzenli olarak yazmaya başlamıştır (Türkeş, 1999:47-48).

Page 120: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

104

ile mümkün olacaktır. Planlı sanayileşme sürecinde ortaya çıkacak sınıfsal

çatışmanın engellenmesi için devletçi planlı sanayileşme tercih edilmelidir.

Kadro’da devletçilik, sömürüsüzlük ve planlama üzerine kurulur: Devletçilik,

“milleti sınıflara bölmeden, bir zümrenin diğer zümre hesabına istismarına meydan

vermeden, bütün milli kuvvetlerin bir plan dairesinde iktisadi istiklale doğru en kısa

ve en kolay yoldan sevk ve idaresidir” (Tör, 1933:17). Kadrocular’a göre, sanayi ve

sermaye birikimi her yerde aynı değildir. Bu nedenle, bağımlı ekonomilerde sınıf

çatışması olmaz, evrenselleşmez. Gelişmemiş ülkelerde ulusal kurtuluş savaşları

olur. Bunu da devletçilik izler. Bu nedenle sınıf çatışması çıkmaz. Devletçilikle,

toplumun çıkarlarına yönelmiş, kurucu işletici ve ürünleri toplum adına toplayan

devlet iktisadiyatı benimsenir. Devlet bütünlük demektir, dışta sömürüye karşı

bütünlük, içte sınıflararası bütünlük demektir (Tekeli ve Selim, 1982:82-84). Devrim

belli bir sınıf yararına yapılmamıştır, “devrimin amacı uluslaşma, milletleşme[dir]…

bir sınıfın egemenliği değil[dir]” (Sezen, Mayıs 1999:152). Kadrocular, kapitalizmin

eşitsiz gelişmesi sonucu çevre ülkelerde sınıfsal çatışmanın devletçilik sonrasında

ortaya çıkmayacağını savunmuşlardır.

Milli Kurtuluş Hareketi sonrasında azgelişmiş ülkelerden beslenen metropol

kapitalizmi temel dayanağından yoksun kalacaktır ve bu sayede sistem olarak

emperyalizm çökecektir (Türkeş, 1999:139). Tökin, Kadrocu ideolojiyi Türkiye’de

üç politikada toplamaktadır (Tökin, 1934:26):

Toprak reformu,

Devlet eliyle ve devlet mülkiyetinde planlı sanayileşme,

Dış ticaretin devlet kontrolü altına alınması.

Kadro hareketi, toplumsal ve ekonomik çözümlemelerinde tarihsel maddecilik ve

sınıf analizi yöntemini kullanmışlardır. Ne var ki, tarihsel maddeciliği yeniden

yorumladıkları gibi dönem için sınıfsal çatışmadan çok azgelişmiş ülkeler ile

gelişmiş metropoller arası çatışmanın önem kazandığını savunmuşlardır. Aynı

zamanda, Marksizmin öngördüğü proleterya diktatöryası ile değil, sınıfsız bir toplum

kurma hayali ile yola çıkmışlardır.

Kadro hareketinin üretmeyi amaçladığı ideolojinin ilkeleri, iki genel akımdan

etkilenmektedir: Sovyetler halkçılık ve planlama ile Alman himayeci iktisat

politikası.

Page 121: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

105

Özellikle, Sombart’dan planlamaya dair etkilendikleri açıktır. Vedat Nedim

Tör’ün, 1932’de Kadro’da “Kronikler: Kadro’yu teyit eden bir eser: die Zukunft des

Kapitalismus, Werner Sombart” başlığı ile yayınladığı yazıda Sombart’ı referans

göstererek iyi bir planın özelliklerini aktarmaktadır (Tör, 1932:32): “Plan kapsamlı

olmalı, merkezi bir otorite tarafından hazırlanmalı, uygulanmalı ve ulusal ekonomi

ile uyum içinde olmalıdır.” Şevket Süreyya Aydemir de “Sosyal Milliyetçiliğin

Zaferi” başlıklı makalesinde planlamanın sosyalizme özgü olmasının Milli Kurtuluş

Hareketi’nde de bulunamayacağı anlamına gelmediğini belirtmektedir (Aydemir,

1934):

“… bugün bir takım hazır kelimeler vardır ki, Türk münevverlerini ve umumiyetle

Türk inkılapçısını hükümlerinde ve hareketlerinde bağlıyor. Mesela milli iktisadiyatı

kurarken ve işletirken nizamlılık, yahut plan, birçokları için sosyalizme mahsus bir

şeydir. Ve öyle sanılıyor ki, eğer bir rejim milli olursa, orada plansızlık, sınıf kavgası

ve serbest istismar zaruridir… Buna mukabil planlı iktisat sosyalizm ile bir milli

kurtuluş hareketinde pekala müşterek bir kategori olabilir. Fakat, bu tedahül bu

nizamların kendi hususi mahiyetlerini inkar etmeleri demek değildir… Milli sanayin

devlet eliyle ve bir milli plan dahilinde kurulması zarureti kendini hissettirince, bu

zarurete evvela, muhtelit sanayi teşebbüslerine iştirak etmek şeklinde tatbiki hareket

olundu.”

Yalçın Küçük, Kadro’yu Sovyetler Birliği’ndeki planlama düşüncesini Türkiye

şartlarına uyarlamaya çalışırken bu kavramın sosyalist içeriğini ve sınıfsal özelliğini

ortadan kaldırmak için epey gayret ettiklerini belirterek eleştirmektedir (Küçük,

1981a). “Küçük daha da ileri giderek, Kemalist anlamdaki sınıfsız toplum yaratma

düşüncesini, yani sınıf analizini göz ardı etmeyi, Türk aydınının kafasına çekiçle

çivileyenlerin Kadrocular olduğunu ileri sürmektedir.” (Yalçın Küçük, 1983’den akt.

Türkeş, 1999:64).

Niteliği bir yana, Kadrocular’ın dönem içerisinde planlı sanayileşmenin kuramsal

kabulünde etkili olduğu açıktır. Elektrifikasyon ve büyük sanayinin kurulması ve

merkezi planlama konusunda Kadrocuların desteği önemlidir (Türkeş, 1999:116).

Kadro ile iktidar partisi CHF arasında resmi bir ilişki olmamasına rağmen ve Kadro

her ne kadar kendi inisiyatifi ile ideoloji üretme işine başlamış olsa da (Aydemir’in

Kadro ve İnkılap kitabını Atatürk’e sunması, 1932) Kadro’nun iktidarın dolaylı

desteği ile hareket ettiği söylenebilir. Başbakan İsmet İnönü’nün Kadro’da yazı

Page 122: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

106

yazması, CHF milletvekili Yakup Karaosmanoğlu’nun Dergi’nin imtiyaz sahibi

olması ve devlet memur ve bürokratların Dergi’ye yazı yazmaları CHF ile Kadro

arasında örtük bir ilişki olduğunun belirtileri sayılabilir. Ne var ki, Kadrocuların

planlama anlayışının hayata geçtiğini belirtmek de yanlıştır. Aksine, Kadrocular’un

savunduğu sınıf çatışmalarından bağışık bir sistemin kurulmasının sınırları,

devletçilik ve planlamanın uygulamaya geçmesinde yaşanan toplumsal çatışmada

görülmektedir.

C. UYGULAMADA MUTEDİLLEŞTİRİLEN DEVLETÇİLİK VE

PLANLAMA59

Mutedil devletçilik beyan edildikten sonra, 27 Eylül 1930’da Hükümetin

tazelenmesi için Başbakan İsmet İnönü istifa etmiş, fakat görevi yeniden almıştır

(Keskin, 2007). Yeni kabinede İktisat Vekâleti’ne (İktisat Bakanlığı) Mustafa Şeref

(Özkan) Bey getirilmiştir. Mustafa Şeref Bey Vekalet’e getirilmeden önce, Hükümet

içerisinde çeşitli görevlerde yer almıştır.60

Mustafa Şeref Bey’in bakanlığa gelmesi

sonrasında benimsenen devletçilik çerçevesinde plan hazırlığı Mustafa Şeref Bey ve

Sanayi Genel Müdürü Ahmet Şerif (Önay) Bey tarafından başlatılmıştır.

Mustafa Şeref, 28 Kasım 1931’de Meclis’de “Hükûmetin iktisadî ve malî vaziyet

ve ona karşı alınan tedbirler hakkında beyanı”na, Krizin “iktisadî hayatın evvelden

derpiş edilmiş bir plân ve nizam dahilinde olmaması[ndan] ileri geldiğine dair artık

bütün bu mesele üzerinde düşünenler[in] arasında bir nevi ittifak hasıl ol[duğunu]”

belirterek başlamıştır. Bu düzensizlik içinde fiyatlar düşmüş, mallar bollaşmış,

işsizlik artmış, vb… ve ticaret dengesi bozulmuştur. Bu durumda “müdahale

etmeksizin beynelmilel mübadelenin nazımlığına işi terketmek fikri” değerini

kaybetmiştir. “Eğer bir millet istihsal hususunda geri ise, teknik âmiller hususunda

ilerlememiş ise o memleketin muvazenesini vücuda getirmeyi beynelmilel

59 Bu bölüm, tez sürecinde sadeleştirilerek “Tasfiye Edilen Devletçilik ve Örgütlenme: Piyasacı

Devletçilikten Piyasaya” başlığı ile MEMLEKET SiyasetYönetim Dergisi’nin 3. Cilt, 8. Sayısında

(2008/8) yayınlanmıştır. Bkz. Yılmaz, 2008.

60 Mustafa Şeref Özkan’ın hayatı ve aldığı görevler hakkında ayrıntılı bilgi için bkz: Yıldırım, Aralık

2008 ve Şabudak, Temmuz 2009.

Page 123: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

107

mübadelenin nazımlığına terketmek o memleketin harâbisine göz yummak olur”,

çünkü gelişmiş ülkelerde teknik ilerleme üretim maliyetlerinin çok düşük olmasını

sağlamaktadır. Bu nedenle, işi oluruna bırakmaktansa, “devletin esaslı bir surette

iktisadî hayata müdahalesini zorunlu” kılmak gerekir (TBMM ZC D.4 C.10 İ.2).

Uygulamada da bu temelden hareket edilmiş, ithalat kontenjan listesi hazırlanmış,

devlet ihalelerinde yurtdışı alımlarına şartlar getirilmiş, ticaret anlaşması yapılmamış

devletlerle ticaret ilişkilerine yükümlülükler getirilmiştir (1873 sayılı Kanun)

(TBMM ZC D.4 C.10 İ.2 s.37). İthalata bir takım sınırlamalar koyan bu

düzenlemeler, esnaflar tarafından mutlulukla karşılanmıştır. Bursa mebusu Reşit

Bey, Bursa’da sanatkârların bayram ilan ettiğini, bu düzenlemeleri kurtuluş günü

olarak kutladıklarını belirtmektedir. Bursa’da birçok fabrika, ürettikleri ipekleri

satamadıkları için kapanmıştır. Avrupa’dan gelen sun’i ipekler Teşviki Sanayi

Kanunu ile muafiyet kapsamında alınmakta ve daha ucuza satılmaktadır. Bu nedenle,

Bursa’daki fabrikalar kapanmaktadır. Söz konusu olan yalnızca ipek de değildir,

devlet işletmeleri de İtalya’dan halat satın almaktadır, oysa “Biz bekleyeceğiz, bizim

halatlarımız da İtalya halatı kadar yumuşak bir halde imal edilecek, ondan sonra

kullanacağız fakat kimse almadıktan sonra halatlarımız nasıl tekâmül edecektir?

Elbette bir himayeye muhtaçtır.” (TBMM ZC D.4 C.10 İ.7 s.63). Diğer bir deyişle,

korumacılığın, teşviğin gerekliliğine en çok yerli sermaye taraftardır.

Dahası, 20 Aralık 1931 tarihinde İstanbul Ticaret ve Sanayi Odası Genel

Sekreteri Vehbi Sarıdal tarafından kaleme alınan kriz değerlendirmesi ve çıkış

yollarına dair görüş yazısında, Türkiye’de başlatılmış olan devletçilik ve planlama

çalışmalarına tam destek verilmektedir. “Türkiyenin (yeni iktisat plânı, yeni iktisat

usul ve sistemleri) kısa bir ifade ile (Türkiyenin iktisat tekniki) biz fertler için mes’ut

ve refih bir hayat temin etmek üzre Türk devletinin iktisadî vakit ve faaliyetlerimizde

alâkası ve müdahalesi esasına istinat edecektir” (Sarıdal, 2009:E31). “Yeni iktisat

usul ve sistemleri ile yeni iktisat plânı” sermaye birikimi krizine verilen bir yanıttır

ve isabetlidir çünkü eski metot, sistem ve teknik “bugünkü cemiyet için kifayetsiz

olmasından tevellüt olan marazî haldir.” (Sarıdal, 2009:E16). Bu hal, krizin nedenidir

ve bugünkü metot, sistem ve teknik “birçok milletlerin liberal iktisat nizamının bir

ifadesi”dir (Sarıdal, 2009:E18). Bu nedenle, kriz sadece bir para sorunu değildir, “bu

buhran, tam manasile (içtimai ve iktisadi bir buhrandır) insan enerjisinin tabiatle olan

Page 124: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

108

temas ve münasebetindeki usul[un] bozul[masıdır].” Liberal sistemin esasları, özel

mülkiyete dayanması ve üretimin özel çıkarların egemenliğinde yürümesidir. “Ve

umumiyetle bütün ziraî ve sınaî istihsal teşebbüslerinde memleketi ve milletlerin

hakikî ihtiyaçlarına tevafuk eden ve hakiki tetkike müstenit olan bir (plânlı istihsal)

mevcut değildir” (Sarıdal, 2009:E18-E19). Diğer bir deyişle, “halihazır ticaretin en

büyük vasfı plânsız ve gayesiz bir atılganlıktır” (Sarıdal, 2009:E22). Ayrıca bu

sistem, “[h]alihazır istihsal tekniğinde istihsal faaliyeti teşebbüsten daha ziyade nakdî

sermayenin tâbii ve mahkûmu [olduğu]… [b]u itibarla… hem tarla hem fabrika

doğrudan doğruya banka ve borsa müesseseleri tarafından sevk ve idare olunan gayri

müstakil istihsal sahalar[ından]” oluşmaktadır (Sarıdal, 2009:E20). Tespit edilen

sorun, devletin daha refah ve mutlu bir toplum için müdahale etmesini gerektiren

yeni bir sermaye birikimi tarzıdır. Devletin etkinlikleri öncelikle liberal düzenin

plansızlığına son vermelidir.

Ticaret ve Sanayi Odası’nca kaleme alınan bu akademik değerlendirmede,

devletçiliğin ve planlamanın ticaret ve sanayi kesimlerince de desteklendiğini

göstermektedir. Bu görüş yazısı aynı zamanda, devletçilik ve planlamanın çeşitli

platformlarda tartışmaya açıldığının da belirtisidir.

TBMM Riyaseti Katibi Umumi Hikmet Bayur tarafından, elçiliklerden, Şükrü

Saracoğlu’ndan, basında çıkan haberlerden ve birçok kişiden alınan kriz ve bunun

içinde Türkiye konusunda fikir ve değerlendirmelerin derlenerek hazırlanan bir rapor

Mustafa Kemal Paşa’ya sunulmuştur (8 Mayıs 1932). Bayur’un raporunun krizin

olağanüstü koşullarının kabulü ile başlaması ve “fevkalade ve ihtilalkârî çareler

aranılmalıdır, normal çarelerle iki senedir görülen ve devamı herkes tarafından tabiî

addolunan tedricî sukut durdurulamaz ve esasen durdurulabileceği kimse tarafından

iddia edilmemiş ve böyle bir şey ispata çalışmamıştır” şeklindeki değerlendirmesi,

dönem içerisinde devletçilik üzerinde bir mutabakata varıldığını göstermektedir

(Bayur, 2009:E35).

Yukarıda ele alınan raporlardan görülen mutabakat doğrultusunda kurulacak yeni

birikim rejiminin nüveleri Sanayi Genel Müdürü Ahmet Şerif (Önay)’ın 16 Kasım

1931’de Recep Peker tarafından talep edilmesi üzerine hazırlanan Türkiye Milli

İktisadi ve Sanayi Meselesi Hakkında Bir Mütalaa başlıklı değerlendirmesinde

mevcuttur. Devletçiliğin niteliği, içeriği, devletçiliğin hayata geçirilmesi için gerekli

Page 125: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

109

örgütlenme (ilke ve yapı) ve planlamanın içeriği bu değerlendirme yazısında ortaya

konulmuştur (Önay, 2009). Mustafa Şeref Özkan tarafından uygulamaya geçirilecek

olan bu model, bir sonraki başlık altında incelenmektedir. Kısaca Önay, devletin

sanayi alanındaki yatırımlarında mevcut takip edilen modelin (Sanayi ve Maadin

Bankası) eleştirisi üzerinden, devletin bir program dahilinde, iştirak modelinden

vazgeçip, devlet işletmeciliğinde sanayi ve banka sermayesini iki ayrı örgüt altında

örgütleyip verimin artırılmasından yana olduğunu belirtmektedir. Önay’ın teklifi,

1932 yılında kabul edilecek Temmuz Kararları olarak anılan kanunlarla hayata

geçirilecektir.

Temmuz Kararları alınmadan önce, Sovyetlerden alınan 8 milyon dolarlık kredi

1932 yılı itibariyle uygulamaya girmiştir. “Sınai yatırımlar için kullanılmak üzere

Sovyetler Birliği’nce açılacak 8 milyon dolarlık bir kredi anlaşması Moskova’da

imzalanmıştır” (Akşam, 8 Mayıs 1932’den akt. Çınar, 2007:354). Kredi, pamuklu

mensucat makinelerinin alımı için kullanılacaktır (Kuruç, 1963:18). Ayrıca,

Sovyetler Birliği Türkiye’den mal alımı yapacak ve “taksitle yapılacak geri

ödemelerden faiz istemeyecektir” (Akşam, 8 Mayıs 1932’den akt. Çınar, 2007:354).

1934 yılında başlamak üzere beş yıl süreyle yıllık 6 milyon TL borcun ödenmesi için

Sümerbank’a tahsis edilecektir (BBYSP, Afetinan, 1972).61

Birkaç ay sonrasında ise, Prof. Orlof başkanlığında bir Sovyet Heyeti ülkeye

davet edilmiş (13 Temmuz 1932), Sovyet Heyeti 13 Ağustos’da Dolmabahçe

Sarayı’nda İsmet Paşa ile görüştükten sonra Anadolu’nun çeşitli illerine seyahate

çıkmıştır. Heyet, incelemelerden sonra BBYSP’nin temelini oluşturacak Sınai

Tesisat ve İşletme Raporunu oluşturmuştur (Çınar, 2007:386).62

Bu seyahat sırasında Sovyet Heyeti’ne sunulan Kütahya yerel temsilcilerinin

raporunda da yine devlet işletmelerinin gerekliliğine vurgu yapılmaktadır. Kütahya

CHF teşkilatının temsilcileri, Kütahya Ticaret ve Sanayi Odası Başkanı, Ziraat Odası

Başkanı, Halkevi Başkan Vekili ve Milli İktisat ve Tasarruf Cemiyeti Başkanı’nın

61 Ayrıca 1932 yılında Türkiye’den SSCB’ye iki ziyaretin gerçekleştirildiği belirtilmektedir. İlki

Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras ile Falih Rıfkı Atay’ın da içinde olduğu bir heyet, ikincisi ise

Başbakan İsmet İnönü’nün bizzat bulunduğu milletvekilleri ve mühendislerden oluşan bir heyet

tarafından gerçekleştirilmiştir (Yeşilay, 2005:123).

62 Rapor metnine şu kaynaktan ulaşılabilir: Tekeli ve İlkin, 2009c, E91-E300.

Page 126: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

110

imzası bulunan yazıda, “şahsi teşebbüslerin muvaffakiyet ve sûratle inkişaf

ettiremediği, sanayii devlet elile kurmak yolundaki cezrî ve isabetli kararı” takdir

edilmekte ve pamuklu dokuma alanında yapılacak yatırımlardan en azından birinin

Kütahya’da yapılması talep edilmektedir (Kütahya Sanayi ve Ticaret Odası Raporu

2009).

Sonuç olarak, devletçilik-planlama, ilkesel olarak kabul edilmesinin ardından,

1932 Temmuz’unda Mustafa Şeref öncülüğünde hazırlanan yasa taslakları ile

TBMM’ne sunulmuş ve kabul görmüştür. Tarihe Temmuz Kararları olarak geçen bu

kararlarla Devlet Sanayi Ofisi (DSO) ile Sanayi Kredi Bankası (SKB) adlı iki kurum,

devletçiliğin planlı yönetiminin örgütleri olarak doğmuştur.

Temmuz Kararları olarak anılan Kanunlar şunlardır:

2054 sayılı Çay, Kahve ve Şeker İthalinin Bir Elden İdaresi Hakkında

Kanun

2056 sayılı Hükümetçe Ziraat Bankasına Mübayaa Ettirilecek Buğday

Hakkında Kanun (Bağdayı Koruma Kanunu)

2059 sayılı Menkul Kıymetler ve Kambiyo Hakkındaki Kanuna Müzeyyel

Kanun

2058 sayılı Devlet Sanayi Ofisi Teşkili Hakkında Kanun

2064 sayılı Türkiye Sanayi Kredi Bankası Teşkili Hakkında Kanun

2068 sayılı Türkiye İskele ve Limanları Arasında Posta Seferleri

Hizmetinin Devlet İdaresine Alınmasına Dair Kanun

Bu Kanunlara ek olarak yıl içerisinde kabul edilen 1913 sayılı Kanun ile 1995

sayılı Muamele Vergisi’nde Değişiklik Kanunu, sanayi sermayesini rahatsız eden

birtakım düzenlemelere imza atmıştır.

Teşviki Sanayi Kanunu’nun 15 yıllık süreyle hammadde ithalatında tanıdığı

makine malzeme hammadde ithalinde gümrük muafiyetlerinin, SKB Kanunu’nun bir

maddesi ve Bütçe Kanunu ile kaldırılması büyük huzursuzluğun başlıca nedenidir

(Tezel, Kasım 1993). Aynı zamanda, Türk limanları arasındaki işletmecilik hakları

ile buğday fiyatlarını düzenleme yetkisinin Hükümete verilmesi ve çay, kahve ve

şekerin bir elden devlet tarafından ithali (Eroğlu, 1981:46-47) özel girişimcilerin

tedirginliğini artırmaktadır.

Page 127: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

111

1932 yılındaki düzenlemelerin özel sektörü ne kadar huzursuz ettiği Meclis’de

özel sektör temsilcilerinin konuşmalarında açıkça görülmektedir. Özel sektör

temsilcilerinden Halil Menteşe konuşmasında 1932 yılı devletçilik politikasının

yarattığı endişeyi dile getirmektedir (vurgular bana ait, Kuruç, Aralık 1987:101):

“İktisadi sahada ben de etatistim. Fakat görülüyor ki sizler prensibinizin hududunu

aşarak, iktisadi zorunluluk olmaksızın müdahaleye gidiyorsunuz. Bendeniz bunda

tehlike görüyorum. İstihsale, servet dağılımına devlet müdahalesine gelince iş

kollektivizasyona gider.”

İşletmeciler devletçilik sonrasında ne yapacaklarını ve bu işin kollektivizme

gideceğinden yakınmaktadırlar (Kuruç, Aralık 1987:168-170). Özel sektörün içine

sindiremediği nokta, devletin yatırım yapması değil fakat özel sektörün

etkinliklerinin sınırlayıcısı konumuna gelmesidir. Bu görüşün karşısında, özel sektör,

bireysel teşebbüsün önceliğini korumaya çalışmakta; devletçiliğin tahakküm

aşamasına geldiğinden şikayet etmektedir. Kocaeli mebusu Sırrı Bey de, 1932

Haziran’da bu durumun halkçılık ilkesine karşıt bir durum olduğunu söyleyerek karşı

çıkmaktadır (Makal, Aralık 1999:122):

“hükümetimizin vasıf ve şiarı halkçılıktır... Halbuki gittikçe hakkından ve

inisiyatifinden mahrum edilmekte olan fert, hükümetin halkçılık vasfıile telif

olamiyacak bir vaziyete düşmektedir. Hükümetin kendi kudretini her gün ticari ve

iktisadi muamelatta devletin müdahalesi çoğalmaktadır. Halk hükümeti bu şekilde

devletçi olamaz.”

Görüldüğü gibi eleştiriler özellikle Mustafa Şeref dönemi devletçiliğinin

sosyalizm ya da kolektivizme gittiğine dair vurgularda toplanır. Özellikle, “Devlet

Sanayi Ofisi’nin kurulması sanayi sektörünü esas olarak özel firmalara dayanan bir

sektör olmaktan büyük ölçüde çıkarmaya yönelmiş sosyalizan bir fantezi” olarak

görülmüştür (Tezel, Kasım 1993).

Sorunun aslı, sanayileşmenin “devletin ekonomideki payını büyütecek fakat özel

sektörü küçültecek bir hareket haline gelmesi”ni engelleyememektir (Altıparmak,

2002:43). Özellikle DSO’nun kuruluş yapısı itibariyle planlama sürecini piyasadan

biçimsel olarak bağışık bir düzleme çekmesi ve dönem öncesindeki Sanayi Maadin

Bankası’nın iştirak yapısını kaldırması nedeniyle piyasa üzerine getirilmiş bir otorite

olarak görülmesine neden olmuştur.

Page 128: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

112

Meclis dışında bizzat sermayedarlar tarafından da tepki verildiği tahmin

edilmektedir. Örneğin fabrikatörlerin, Ağustos ayında Yalova’da bulunan Mustafa

Şeref Özkan’ı ziyareti önemlidir. Fabrikatörlerin ziyaret konusu dışarıdan getirilen

hammaddelerin kontenjana bağlı olması talebi olarak (Akşam, 27-28 Ağustos

1932’den akt. Çınar 2007:387) verilse de ziyaretten on gün sonra Mustafa Şeref

Bey’in istifasının gelmesi dikkat çekicidir.

Bu ziyaretin ardından bir gerginliğin daha yaşandığı anlaşılmaktadır. Yalova’da

İplik Fabrikası’nın kurulması işlemleri sırasında Türkiye İş Bankası’nın verdiği

teklifin, İktisat Vekâleti bünyesindeki Sanayi Genel Müdürlüğü tarafından kabul

edilmemesinin de istifa sürecinde etkili olduğu belirtilmektedir (Tekeli ve İlkin,

2009c). Bu olayın, Mehmet Ali Kağıtçı’nın Celal Bayar’ın teşvikiyle kağıt fabrikası

kurmak için, DSO Kanunu 6. Maddesi doğrultusunda gerekli onayı almak için

başvurduğunda, talebin kabul edilmemesi üzerinde çıktığı belirtilmektedir. Bu

başvuru, yeni örgütlenmenin ilk icraatlarındandır ve talebe olumsuz yanıt verilmesi,

örgütlenmesinin niyetine dair çıkarım yapılmasına neden olmuştur.

Mustafa Şeref Özkan, 8 Eylül 1932’de Mustafa Kemal Paşa’nın isteği ile

bakanlıktan istifa etmiştir (Cumhuriyet, 10 Eylül 1932’den akt. Çınar, 2007:389).

Mustafa Şeref’in yerine İktisat Vekilliği’ne İş Bankası Genel Müdürü Celal Bayar

getirilmiştir. Mustafa Şeref Bey ve normalden fazla görülen devletçiliği İktisat

Vekâleti’nden uzaklaştırılırken, iş çevrelerinin –finans sektörü- içinden gelen Celal

Bayar kumanda merkezine oturmaktadır. Bu nedenle, 1933 yılı Türkiye İş

Bankası’nın iktidarı ele alması, İktisat Vekâleti’nin muhalefete düşmesinin yılıdır

(Boratav, 1974:149).

İktisat Vekâleti’ne Celal Bayar getirilmiştir. Özel sektörün istekleri, Celal

Bayar’ın göreve gelmesi ile birlikte hızla yerine getirilmiştir. Göreve geldiğinde

Bayar özel kesimi rahatlatmak için gecikmeden bir genelge yayınlar. Bu genelge ile

Celal Bayar, Temmuz Kararları’nda somutlaşan devletçiliğin karşıtlığı üzerinden

yeni bir devletçilik tanımlamaktadır. Celal Bayar’ın devletçiliğinde, “devletin bütün

istihsal membaları ve vasıtalarını devletleştiren, serbest ticareti, mülkiyet haklarını

tanımayan, serbest sermayenin çalışmasına müsaade etmeyen ve bütün iktisadi

faaliyetleri benimseyen aşırı devletçilik fikrine yol açmayacak bir vuzuh vardır....”

(Kuruç, Aralık 1987:39).

Page 129: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

113

Celal Bayar iş başına gelince, sermaye çevresi temsilcileri huzura ermiş

gözükmektedir. Mustafa Şeref’in devletçiliğinin kollektivizme gideceğini söyleyen

Halil Bey, Celal Bayar’a teşekkürlerini sunmuştur. Sümerbank Kanunu ile ilgili

görüşmelerde, Celal Bayar ile ilgili olarak şunları söylemiştir (vurgular bana ait,

Kuruç, Aralık 1987:175-176):

“ferdi teşebbüsleri yavaş yavaş iktisadi sahadan kovarak bütün memleketin faaliyeti

iktisadiyesinde devletçiliğe giden aşırı devletçilikle münasebetimiz yoktur

buyurdular. Sanayi ve ticaret erbabı ile temas ettiler... Nazilli’de fabrika kurulacak...

sizin sermayeniz yeterli olmadığı için bunu devlet yapacak. Sizin sermayeniz devletin

müzahareti ile büyüdükten sonra devletin bu sahadaki işlerini yavaş yavaş sizlere

bırakacağız. Bu kanun layihasında da devlet sanayiin yavaş yavaş Türk şahıslarına

terkedileceğine dair hüküm vardır.”

Celal Bayar’ın piyasacı-devletçiliği, bireyin teşebbüsü üzerinden ilerlemektedir.

Bayar, 1937’de, “fert yapabiliyorsa fert yapacak, yapamayacağı yerde devlet

himayesi ve teşviki gelecek” diyerek devlet faaliyetlerinin sınırlarını çizmiştir

(Kuruç, 1963:52). Celal Bayar, özel sektörü kararverici konuma getirmektedir.

Devlet ise özeli, sermayeyi koruyan, gözeten ve zamanı geldiğinde kolundan tutup

kaldıran bir araç olmalıdır.

1932 yılında artık sınıfsız bir toplumdan bahsetmenin komik kaçacağı bir

toplumsal-ekonomik yapı oluşmuştur. Ahmet Hamdi Başar’a göre, “[1932 yılında]

açık olarak iki cephe teşekkül etmiş ve çarpışmağa başlamıştır; himayeler sayesinde

canlanan yeni sanayiciler ve yeni burjuvazi bir tarafta; devletin kuvvetlenmesi

nispetinde kuvvetlenen memur sınıfı diğer tarafta” (Başar, 1945:161). Başar’ın yeni

burjuvazinin oluşumuna dair sonucuna tamamen katılmakla birlikte, memurların bir

sınıf olarak ortaya çıkmasına katılmıyoruz. Burjuvazinin ortaya çıkışı, açık bir takım

gelişmelerden gözlenebilmektedir.

Örneğin, sanayi sermayesinin örgütü, Milli Sanayi Birliği 10 Aralık 1932 tarih ve

1957 sayılı tezkere ile Âli İktisat Meclisi tarafından talep edilen değerlendirme

üzerine kaleme aldığı raporda birçok sorunu dile getirmektedir. Dikkat çekici olan,

Milli Sanayi Birliği’nin sanayi kesimi çıkarlarını netlikle dile getiriyor olmasıdır,

öyle ki “fabrikacılık gibi ticaretten tamamen ayrı bir iktisadî şube” olarak hareket

etmektedir (Milli Sanayi Birliği, 2009:E313). Sanayi kesimini temsilen Milli Sanayi

Page 130: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

114

Birliği adına genel sekreter Nazmi Nuri Bey, 10 Ekim 1932’de İstanbul Sanayi ve

Ticaret Odası’nda sanayicilerin ayrı bir sanayi odası kurulması talebini dile

getirecektir (Son Posta, 11 Ekim 1932’den akt. Çınar, 2007:394).

Sanayiciler öncelikle, 1055 sayılı ve 28 Mayıs 1927 tarihli Teşviki Sanayi

Kanunu ile sanayicilere tanınan muafiyetlerin 1 Haziran 1942 tarihine kadar devam

etmesi Kanun ile emniyet altına alınmışken, 2054 sayılı SKB Kanunu ile bazı

muafiyetlerin kaldırılmasının “seneden seneye artan ve memlekette artık belli başlı

bir varlık halini bulan türk sinaiyatının inkişafına değil, ayakta durabilmesine de

mani ol[duğunu]” belirtmektedir (Milli Sanayi Birliği, 2009). Milli Sanayi Birliği’nin

görüşü, SKB Kanunu ile kaldırılan makine, alet, malzeme ile yedek parça

muafiyetlerinin yeniden verilmesi, muamele vergisinin artırılmasından geri

dönülmesi (çift ödeme yapıldığı iddia edilmekte), tarife kanunun yeniden

düzenlenmesine dairdir. Teşviki Sanayi Kanunu ile tanınan muafiyetler, sanayi

sermayesinin hızla gelişmesine yardımcı olmuştur, ki “uzun ve asırlık bir mazide 400

yüzü bulmayan sınaî müessese adedinin beş senelik kısa bir müddette birdenbire

fırlayarak ikibin rakkamını geçmesi keyfiyetini tetkik etmek faideli olur” (Milli

Sanayi Birliği, 2009:E311). Bundan geri dönüş ise sanayi sermayesinin yokolmasına

neden olacaktır.

Birkaç ay sonra 5-19 Ocak 1933 tarihinde Âli İktisat Meclisi Türkiye’de Sanayi

Nasıl Teessüs ve İnkişaf Edebilir? konusunda kaleme aldığı raporda aynı fikri

paylaşmaktadır. Rapor’a göre, 1927 tarihli Teşviki Sanayi Kanunu ve 1929 Gümrük

Tarife Kanunları ile “müteşebbislerin tereddütlerini izaleye çalışmak ve ilk

teessüsleri zarardan korumak” yolunda adımlar atılmış ve başarılı olmuştur (Âli

İktisat Meclisi, 2009). Bu noktada önemli olan “bu faaliyet ve inkişafı esaslı tetkike

müstenit bir programa tâbi tutmak ve Devlete taallûk eden teşvik ve himaye

vazifelerinde sıksık noktai nazar tebeddüllerine meydan bırakmamaktadır” (E328).

Bu, Temmuz Kararları ile değiştirilen muafiyetler hakkında bir şikayettir. Teşviki

Sanayi Kanunu ile onbeş yıl süreyle tanınması gereken “makine ve yedek aksam

gümrük muafiyeti” kaldırılmış; kazanç vergileri muafiyetinde sınırlamalara gidilmiş,

hammadde muafiyetleri asgari düzeye indirilmiş, esas olarak bina ve arazi vergileri

muafiyetinden başka bir hüküm ortada kalmamıştır (E332). Meclis’e göre bu

sanayinin gelişmesi önünde en büyük engeldir, kaldırılmalıdır. Ayrıca, DSO ve SKB

Page 131: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

115

yapısında somutlaşan devletçilik ve yönetim terkedilerek Sanayi Maadin Bankası

yapısına geri dönülmesi gereklidir. Sermaye açısından henüz yeterli olunmaması

nedeniyle, sanayinin “Devlet teşebbüs ve sermayesile ve iştirakile vücuda getirmekte

zaruret vardır.” Tersinden söylersek “Devletin burada bizzat sanayiciliğe tevessül

etmesi zaruret neticesi ve muvakkattir, ve Devlet büyük sanayi işlerinde sermayeyi

ve tekniği bidayeten birleştirmek hususunda mutavassıt bir rol sahibidir.” (E334). Bu

nedenle, devletin teşebbüslerine iştirak sistemi ile halkın (sermayenin) katılımı

sağlanmalıdır. Sanayi Maadin Bankası Kanunu, “Devlet fabrikalarını teşekkül

edecek şirketlere devredinceye kadar bizzat idare etmek esasını vazeylediği halde

Sanayi Ofisi Kanunu bu prensibi ortadan kaldırmakta ve teşekkül etmiş ve edecek

Devlet sermayesile alâkadar fabrikaları daimî olarak resmî ve muhtar ve Umum

Müdürlük halinde idare eylemeği” amaçlamaktadır (E334). Bu nedenle, DSO ticari

ve iktisadi şartlara uygun bir yapı değildir, derhal ilgası yoluna gidilmelidir.

1932 sonlarında sermayenin talepleri doğrultusunda, DSO ve SKB ilga edilerek,

Sümerbank kurulmuştur. Bu Kanun ile devletçilik geçici niteliği ve özel sektörle

işbirliğine açık karakteri ile ön plana çıkmaya başlamıştır. Planlama ve devletçiliğin

Mustafa Şeref dönemi özel sermaye kesiminde huzursuzluk yaratmışken, Celal

Bayar’ın göreve gelmesi ile birlikte ardı ardına kurulan KİT’ler bu kesimi huzursuz

etmemiştir. Oysa devlet yatırımlarında eksilme olmadığı gibi büyük bir artış

yaşanmıştır, diğer bir deyişle kamu hizmet alanları artmıştır. Oysa özel sektör

huzursuz değildir, çünkü Celal Bayar’ın ya da Sanayi Maadin Bankası ve Sümerbank

modeliyle özel sektörün istekleri yerine getirilmiştir: (1) ekonomik ve mali

ayrıcalıklarından vazgeçmemek ve olabildiğince yenilerini almak, (2) ekonominin

önemli iş ve karar noktalarını elde bulundurmak. Bu iki istek, özel kesimdeki

sermaye birikimi için ilk ve son çarelerdir; ana güvencelerdir (Kuruç, Aralık

1987:62). Bu ana güvenceler, sanayi ve finans sermayesini bir araya getiren ve

iştirak yöntemi ile devlet-özel birlikte yönetimini sağlayan Sümerbank yapısı ile

kurumsallaşmaktadır. Bu yapısal zıtlık ayrıntılı olarak bir sonraki bölümde ele

alınacaktır. Öncelikle, bu yapıların taşıyıcısı politikayı çözümlemek gereklidir. Bu

çözümleme sonucunda, bu yapıların farklı sistemlere denk düşmediği, ancak

kapitalizmin devletçi aşamasında tasarrufların yatırımlara dönüştürülmesi sürecinde

iki farklı mekanizmayı benimsediği görülmüştür.

Page 132: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

116

1. Kırılma Noktası: Devletçilikte Tasarruf – Yatırım Döngüsü

Devletçilik tek değildir, devletçilik sosyalizme giden bir yol, kapitalizm ve

sosyalizm arasında üçüncü bir yol, planlama hareketi, bir ideoloji ya da devlet

sosyalizmi, batı karşıtı hislerin canlanışı ya da azgelişmiş ülke kalkınması için

zorunluluk.... (Altıparmak, 2002:38) gibi çok farklı içeriklerle tanımlanagelmiştir.

Tezel’in deyimiyle “sadece iktisadi hayatımızda değil, siyasi hayatımızda, hatta,

birbirimizle ve devletle olan ilişkilerimizin ethosunda kültürümüzde derin izler

bırak(mış)” (Tezel, Kasım 1993) olsa da 1930'lar devletçilik politikası hala

bulanıktır. Açık olan şudur ki, 1930’lu yıllarda liberalizm terk edilmiştir, kapitalizm

değil. Bu nedenle, devletçilik, “liberal bir dünyanın çelişkilerini bertaraf edecek, hem

de onun gelişimini teşvik edecek daha tatminkar, daha rasyonel bir ekonomi sistemi

mümkün mü?” (Vedel, 1966:405) sorusuna kapitalizmin içinden verilen bir yanıttır.

Kapitalist rasyonelite sermaye birikiminin sürekliliğinde yatar. Sermaye birikimi

için ise tasarruf gereklidir. Bu nedenle, kapitalist sermaye birikiminin sağlanması

için tasarrufların yönlendirilmesi önem kazanır. Yukarıda tartışıldığı gibi, 1920’lerin

sonu, 1930’ların başında anahtar kelime tasarruf’tur (Çınar, 2007). Tasarruflar vergi,

devlet bankaları ve iç istikraz63

aracılığıyla kamu otoritesi kullanılarak toplanacaktır.

Bireysel tasarrufların bırakınız yapsınlar dendiğinde yapabilecek düzeyde olmadığı

(Sezen, Mayıs 1999) bu dönemde, tasarrufların kamu tarafından çekilmesi gereklidir.

Peki kamu otoritesi ile toplanan tasarruflar kim tarafından ve nasıl

yönlendirilecektir?

Devletçiliğe dair çatışma da kamusal tasarrufların yönlendirilmesi konusunda

patlak verir. İki devletçilik modeli arasındaki temel fark, tasarrufların

yönetimindedir. 1930’larda iktisadın karargahına yerleşen kamucu-devletçilik

(Mustafa Şeref), kamusal tasarrufların devlet tarafından sanayiye yatırım olarak

aktarılmasını işaret etmekte iken, piyasacı-devletçilikte (Celal Bayar) tasarruflar

finans sektöründe yedeklenmekte ve özel sektöre aktarılmaktadır.64

Hükümet

içerisinde çıkan huzursuzluk kamucu-devletçiliğin alaşağı edilmesine ve yerine

63 Eroğlu, planın finansmanında kullanılan araçlar olarak vergi, devlet bankaları ve iç istikrazları

gösterir. Eroğlu, 1981:48.

64 Devletçilik modellerine ilişkin ayrım ve adlandırmada kamucu-devletçilik kategorisi yazar

tarafından geliştirilmişken, piyasacı-devletçilik kategorisi şu kaynaktan alınmıştır: Güler, 2007b.

Page 133: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

117

huzursuz kesimin sözcüsü İş Bankası’nın temsilcisi ile birlikte piyasacı-devletçiliğin

gelmesine yol açmıştır.

Kamucu-devletçilikte, devlet faaliyetlerinin çerçevesi kamu çıkarı ve kamu

hizmeti (Boratav, 1974:84) anlayışıdır çünkü “belli alanlarda devletin üretici olarak

kalması zaruridir, bu alanlarda devlet yatırımları özele devredilemez. Bu alanlar,

kamu çıkarı olan alanlardır ve bu alanlarda kamu hizmeti korunmalıdır” (Boratav,

1974:84). .Devlet, bu faaliyetleri yerine getirirken fayda-maliyet analizi üzerinden

maddi getiriye değil, genel çıkara katkısını dikkate alır. Kamucu-devletçilikte asıl

hedef, genel çıkarlardır. Mustafa Şeref Bey’in görüşüne göre (Ekim 1930),

“devletçilik, liberalizmin ferdin çıkarların kaosu yerine, umumi müşterek menfaatin

onurlu, masum yoluna yöneltmektir” (Kuruç, 1963:11). Bu onurlu ve masum yolun

sınırlarını belirleyen halkın gereksinimidir. Bu nedenle, devletçilik kamucu-

devletçiliktir: “..bir işin efrada veya devlete ait olması o işin talep ettiği vesaitle

ölçülmez. Meselenin bütün memlekete alakası, veya hususi menfaatlere terk

edilebilmesi ihtimalidir ki, bu hususta karar vermeye esas olacaktır.” (İsmet

İnönü’nün 1933’de Kadro Dergisi’ne verdiği röportajdan akt. Kuruç, 1963:23).

Amaç milli çıkarın gerçekleştirilmesidir, bu nedenle “devletçilik sadece ferdi ya da

tüzel kişilerin yapamayacağı işlerin devletçe yapılması değil, aynı zamanda halkın

menfaatine olan işlerin de devletçe yapılmasını gerekli kılar” (Recep Peker’in 1932

yılında yaptığı bir Meclis konuşmasından akt. Kuruç, 1963:18). Bu yaklaşım, devlet

üzerinden özel sektörün faaliyet alanını belirlemekte, devleti tasarruflar üzerinde tek-

ilk yetkili merci konumuna sokmaktadır.

Piyasacı-devletçiliğin aksine kamucu-devletçilikte, genel çıkarın hakim olduğu

hizmet alanlarında, devletçilik geçici değil, sürekli kimliği ile ortaya çıkmaktadır.

Kamucu-devletçilikte, belli noktalarda devlet işletmeciliği zorunludur, çünkü bu

noktaları ele geçirenler kendi özel çıkarları doğrultusunda ekonomik hayatı

yönetmek yetkisini eline geçirmekte, diğer unsurların tahakküm altına alınması ve

sömürülmesine neden olabilecek durumları yaratmaktadır. Mustafa Şeref Özkan’ın

deyimi ile “bütün işletmeler, bankalar, şimendiferler ecnebilerin elinde idi. Şimdi

devlette, çünkü bu noktaları ele geçirenler diğerlerinin özgürlüğünü engeller... Bu

nedenle bu muayyen iktisadi noktalar devletçe tutulmalıdır” (Kuruç, 1963:11-12).

Page 134: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

118

Bu sınırlandırılacak noktalardan bir tanesi de yukarıda belirtildiği gibi, birey

faaliyetlerinden sömürü düzenine yol açabilecek olanlardır. Devlet, bu noktalarda her

ne olursa olsun sürekli bulunmalıdır. Kısacası, halkın sömürülmesine karşı kamu

hizmeti alanları bireyin bencilliğine bırakılmayacak, bırakılmış olanlara ise devlet

tarafından el konulabilecektir. Mustafa Şeref Bey’in kelimeleri ile devletin olmazsa

olmaz faaliyet alanları ve bu doğrultuda bireyciliğin kısıtlamaya tabi olabilecek

alanları ve nedenleri şöyledir (TBMM ZC C.21 İ.84 s.46):

“İktisadiyatta muayyen hâkim noktalar vardır. O hâkim noktalara iktisadiyattan

çıkmış olanlar, herhalde o memleketin efradını menfaatlerine alet olarak

kullanabilirler (Explotation de l’homme pour l’homme)- insanın insan tarafından

explüvate edilmesi, budur. Hükümet hiçbir vakit iktisadiyatın hâkim noktalarile ferdî

menfaatlerin hotkâmlığından kuvvet alan, hotgâmlığı tatbik etmek için faaliyet

sarfeden ve en connesan, en açık evantajine, faidesine neticeler veren menfaatler, ana

hâkim noktaları bırakmayacaktır. O hâkim noktaları daima ve tamamen kendisi işgal

edecek ve bu sayede memleketin efradı tarafından yapılan hususî faaliyetleri himaye

edebilmiş olacaktır. Eğer o hâkim noktaları liberalizmin anarşik vaziyetine

terkedecek olursak, efendiler, on seneden beri istihsal edilmiş olan neticelerin hepsi

de bir senede bertaraf edilmiş olacaktır. (Bravo sesleri)”

Devletin belli noktalarda üretimi eline alması yanında, fertlerin de ortak çıkarlara

yönlendirilmesinin esas olduğu kamucu-devletçiliğin bölüşüme ağırlık verdiği de

söylenebilir. Ahmet Şerif Bey’e göre, gelir emeğe dağıtılmalıdır. Üretim, emek ve

sermayenin birlikteliği ile gerçekleşir. Türkiye’de sermayenin büyük bir bölümünün

yabancı olması, buna karşın emeğin tümüne yakını millidir. “Bu vaziyete nazaran

sermayeye verilen payın mühim bir kısmı harice ödenir. Saye (emeğe) ayrılan pay ise

hemen temamen millet elinde olur. Bunun için usul ve müessirlerimizi öyle tanzim

etmeliyiz ki, saye isabet eden hisse sermaye hissesine nazaran mümkün olduğu kadar

çok olsun” (Önay, 2009:E70). Diğer bir deyişle, bölüşüm ilişkilerinde emekçi sınıf,

sermaye sınıfına göre kayrılacaktır. Zannedersek, özel sektörün asıl rahatsızlığı bu

noktada toplanmıştır. Söz konusu servet dağılımı olunca, özel sektör devletçiliğin

karşısına sınıfsal refleksle çıkmıştır.

Özel sektör, “kayıtsız şartsız destek istemektedir... ekonominin yüksek ve

egemen noktalarından çekilmek değil, bunları daha da çoğaltmak istemektedir”

(Kuruç, Aralık 1987:54). Özel sektör devletçiliği isterken, yönetilmek değil, sadece

Page 135: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

119

gerekli alanlarda yardım istemiştir. Bu görüş Kocaeli mebusu Sırrı Bey tarafından

belirtilir (Kuruç, Aralık 1987:63):

“hükümet müstesna ahvalde kudretini iktisat sahasında tecelli ettirebilir. O da ferdin

kendi şahsi teşebbüsleriyle başaramayacağı işlerdir. Yani onların koltuklarından

tutup himaye edilmesi iktiza eden hallerde. O vakit devletçi kendisinden maksut olan

mana ile vazifesini yapmış olur. ...hükümetimiz dediğim şekilde devletçilik vasfına

rücu edecektir.”

Sırrı Bey’in dileği Celal Bayar’ın yani İş Bankası’nın iktidara gelmesi ile yerine

gelmiştir. Piyasacı-devletçilikte, “koşullar ne olursa olsun, devletin kaynakları özel

kesimin gelişmesini hep garantilemelidir. Bu destek, dış bağlantıların yerli

sermayeye sağlayabileceğinden hem daha güçlü hem daha garantili görünür” (Kuruç,

Aralık 1987:51). Bu nedenle sermaye kesimi piyasacı-devletçiliği alkışlamıştır.

Piyasacı-devletçilikte “hürriyet ve demokrasi yegane temel, ilerletici konulardır.

Ne zaman hür fert yaratılır, o zaman ilerleme olur.” Bu nedenle, milletin çıkarı, özel

teşebbüsün serbestisinden ve hatta desteklenmesinden geçmektedir. Piyasacı-

devletçilik taraftarları, Ulusal Kurtuluş Savaşı’nın ve Teşkilatı Esasiye’nin de

derdinin “ferdi her türlü tahakkümden kurtarmak” olduğunu savunur (Tekeli ve

Selim, 1982:99). Bireyciliğin sınırları, devlete biçilen rol için de tanımlayıcıdır.

Piyasacı-devletçilikte “itici güç, ferdin yaratıcı gücüdür. Devlet ahengi sağlar, ama

nüfus büyüdükçe üretim artıkça görev alanı artar” (Tekeli ve Selim, 1982:100). Bu

nedenle, esas olan özel sektördür, ne pahasına olursa olsun desteklenmelidir. Çünkü

piyasacı-devletçiliğe göre, milli ekonominin temelinde özel yerli sermayenin

korunması vardır: “Yerli ellerde sermaye birikimi işin özüdür. Bunu öncelikle özel

kesim sanayinin hızlı gelişmesiyle oluşacak bir kapitalist ekonomi olarak

düşünebiliriz” (Kuruç, Aralık 1987:48). Bu nedenle, “çocuk ana babasının koruması

ile bir fert haline geliyorsa, devlet himayesi isteyen sanayi de bir gün dünya

rekabetine atılmak için himaye edildiklerini bilmeliler”dir (İzmir mebusu Rahmi

Bey’den akt. Kuruç, 1963:9). Bu yaklaşım, daha sonra değinileceği gibi 1930’lar

öncesinde benimsenen ve terkedildiği düşünülen model ile çok yakın benzerlikler

taşımaktadır.

Piyasacı-devletçilik, suçlanan 1930 öncesi sistemin sorunlarını içerisinde taşıyan

bir geri dönüştür. Piyasacı-devletçilik gücünü sermayeden almaktadır. Sermaye

Page 136: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

120

sınıfının isteği ise gereken sermaye birikiminin sağlanmasıdır. Devlet bu eksikliği

giderecek araçtır. Devlet özeli belli alanlarda güdecektir. Mustafa Şeref Bey’e göre

ise “

devletçilik eğer özel sektöre kaynak aktarmak olarak algılanırsa, sermaye

birikimi sağlanamaz. Sermaye birikimi için yatırım yapılması gerekmektedir. Bunun

için de faaliyetlerin büyütülmesi gerekmektedir.” Mustafa Şeref Özkan, “devletçilik

karşıtı sesler de bu iyi gidişatın etkisi ile devletçiliği benimsemiş görünür ve sesleri

çıkmaz” (Kuruç, Aralık 1987:151) diyerek bu gidişattan özel sektörün de memnun

kalacağını belirtmekteyse de, özel sektör, 1930 öncesinde varolan devletten özele

kaynak aktarımının devamını istemekte, 1930 sonrası iktidara gelen kamucu-

devletçiliğin tasfiyesini zorunlu görmektedir. Kamucu-devletçilik bu özellikleri ile

liberalizmin dışlanırken, kapitalizmin korunduğu (Kuruç, 1963:134) 1930’lar sonrası

devletçiliğinde istisnai bir döneme dönüşmüştür. Kamucu-devletçilik, Türkiye’ye

özgü görülmüş, kapitalizm ve sosyalizm arasında bir üçüncü yol yakıştırması

yapılmıştır.

İktisat Vekaleti, planlamayı ve devletçiliği uygulamaya koyan, teorize eden

merkez, iki ayrı devletçilik modelinin çatışmasına evsahipliği yapmıştır. 1930-1932

yılında ekonominin dümenine yerleşen Mustafa Şeref, tasarrufların plan çerçevesinde

devlet tarafından sınai yatırıma dönüştürülmesini hedeflemektedir. 1932-1934 yılları

arasında kurulan devletçilik ise, hür teşebbüsçülüğü esas almaktadır, devletçiliğin

geçici karakterine vurgu yapmaktadır. Piyasacı-devletçilikte tasarrufların toplanması

ve yatırım çevriminde devletin işlevi, bizzat özel kesim ile yan yana durmak ve özel

sektörü daima desteklemek olarak görünür. Söz konusu devletçilik modelleri,

devletçiliğin yönetim biçimi olarak planlamanın da niteliğini belirleyicidir.

Gerçekten, Mustafa Şeref Özkan ile Serif Önay’ın koordinatörlüğü’nde

hazırlanan BBYSP, 1934'de kabul edilerek uygulamaya konulmuştur. Ne var ki,

1930-1932 dönemindeki plan metniyle 1934 yılında kabul edilen plan metnini içerik

aynı olsa dahi aynı plan olarak görmek güçtür. Öyle ki, planın kabulü sırasında

Bayar yönetimi Sovyet Heyeti raporunu ABD’den yeni bir heyeti davet ederek tekrar

inceletmiştir. Ayrıca, Celal Bayar’ın göreve geldiği günlerde önce ABD’den Mac

Arthur ardından Roosevelt’in Türkiye’ye ziyaretleri gerçekleştirilmektedir (Çınar,

2007:392, 401).

Page 137: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

121

Ne var ki 1934 yılında yürürlüğe girecek BBYSP’nin,65

söz konusu dönüşümü

yansıtan değişiklikler geçirdiğini söylemek zordur. BBYSP, bütünsellikten ve içsel

bağıntılardan yoksun bir metindir (Tayanç 1980:85-86), GSMH’nin %40’ını

oluşturan tarım sektörünü ele almamakta, milli gelire sadece %15’lik katkısı olan

sanayi sektörünü (Tayanç 1980, 85-86) bir icraat programı içerisinde sergilemektedir

(Afetinan, 1972).

BBYSP’nin amacı, ilkel bir şekilde çalışan, hammaddesi yurtiçinde bulunan

sanayinin geliştirilmesi, sanayi merkezlerinin stratejik ve iktisadi düşüncelere göre

dağıtımı, bazı kimyasal branşların ve tüketim mallarının üretimine önem verilmesi

etrafında toplanır (Kuruç, 1963:V). Söz konusu öncelikli alanlar, Sümerbank’ın

Kanunu gereğince (md. 2/C), “teessüsleri ve tevsileri [kurulması ve genişletilmesi]

memleket için iktisaden verimli olan sanayi işleri” olarak sıralanmıştır. BBSYP’nın

esaslarını oluşturan sanayi işleri ve öncelik sıralaması şu şekildedir:

“1) Ana iptidaî [ham] maddeleri memlekette yetişen ve henüz istihsal miktarı

istihlâki karşılamayan [üretimi tüketimi karşılamayan] sanayi,

2) Ham ihracat mallarını mamul veya kısmen mamul hale koyarak kıymetlendiren ve

sürümünü kolaylaştıran sanayi,

3) Mamulâtı memleket dahilinde büyük mikyasta istihlâk olunan ve ham iptidaî

maddeleri henüz memlekette yetiştirilmemekle beraber teessüsleri halinde iptidaî

maddelerinin de memlekette yetiştirilmesi mümkün olan sanayi,

4) Ham iptidaî maddeleri memlekette bulunmadığı gibi yetiştirilmesi de kabil

olmıyan fakat imal safhalarının memlekete temin edeceği faydalar ehemmiyetli

miktara baliğ olan sanayi.”

Görüldüğü gibi, sanayileşmede öncelik tüketim malları sanayi ile hammaddesi

ülke içerisinde bulunan ya da bulunabilecek ve iç tüketimi karşılayacak sektörlere

verilmiştir. BBYSP’nin temel hattı “anasanayiimizi dahilî pazarlarımızın ihtiyacı ile

mütenasip bir mikyasta kurmaktadır” (Afetinan, 1972). Bu doğrultuda, dokuma,

madencilik, selüloz, seramik ve kimya sanayi planda yer almıştır.66

Bu sektörler,

“hususî teşebbüs ve sermaye erbabına da daha çok geniş ve faideli <<Industrie>>

65 Birinci Beş Yıllık Sanayi Planı hakkında ayrıntılı bilgi için bkz. Afetinan, 1972:17-19.

66 Birinci ve İkinci Sanayi Planları hakkında bir inceleme için bkz. Ölçen, 1982.

Page 138: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

122

imkânları bahşedecektir. Devlet teşebbüsü ile kurulacak Ana demir sanayii, hususî

müteşebbislerin yeniden tesis edecekleri makine, tel, çivi, döküm, boru, cıvata, vida

ve saire fabrikalarına ve sanayie ucuz ve kolay tedarik edilir yarı mamul emtia

verecektir” (Afetinan, 1972).

Sanayi sektöründe de yalnızca devlet yatırımları yönlendirilmiştir. Özel sektörün

plan doğrultusunda yatırımı ise, Sümerbank’ın kredi öncelikleri, Teşviki Sanayi

Kanunu ile verilen muafiyet ve teşvik ile sağlanmaktadır. Bir önceki bölümde ele

alındığı gibi, Temmuz Kararları ile değiştirilen söz konusu teşvik, koruma önlemleri,

1933 yılı itibariyle yeniden düzenlenmiştir. Bu nedenle, devletçilik-planlama

değiştirilirken, plan metni değiştirilmemiş ancak planın hayata geçirilmesini

sağlayacak mekanizmalarda önemli değişiklikler yapılmıştır. Bunların başında da

devletçiliğin örgütlenme biçimindeki değişiklik gelmektedir.

2. Örgütlenme Biçiminde Değişiklik: Örgütlenme Tipleri olarak Devlet

Sanayi Ofisi (DSO) ve Sanayi Kredi Bankası (SKB) ile Sümerbank

Devletçilik modelleri arasındaki çatışma, uygulamada örgütsel biçimler arasında

yapılan devir teslimde somutlanmıştır. 1930’lu yıllarda, 1960 sonrasında başlayacak

türden bir planlama örgütü bulunmamaktadır. Genel olarak İktisat Vekaleti, planlama

politikası merkezi olarak görev yapmaktadır. Buna karşın, planlama politikası

çerçevesinde kurulacak işletmelerin yönetimi için bir örgüt yapılandırması çabaları

görülmektedir.

Mustafa Şeref Bey döneminde, sanayileşmenin taşıyıcısı olarak kurulan Ofis ile

Banka, DSO’ya verilen denetleme yetkilerinin İstanbul sermayesinde huzursuzluk

yaratması ve Türkiye İş Bankası’nın muhalefeti nedeniyle özel sektörün hedefi

haline gelmiştir. Bu nedenle, SKB ve DSO’nın ömrü altı ay ile sınırlı kalmış, Celal

Bayar’ın göreve gelmesi ile sanayi ve bankacılık sektörünü tek çatı altında bir araya

getiren Sümerbank kurulmuştur.

a) DSO ve SKB Modeli: Devlet Merkezli Devletçilik

1930’dan önce de devlet ekonomik hayata müdahalede bulunmaktadır. Ne var ki

bu müdahalenin içeriği ve biçimi farklıdır. 1925 yılında devlet sermayesi ile kurulan

Page 139: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

123

Sanayi ve Maadin Bankası da devletin müdahalesinin ve özel sektöre desteğinin

1920’lerdeki politikasının somutlaştığı kurumdur. Sanayi ve Maadin Bankası

yatırımların hem finans hem yatırım kısmı ile ilgilenmektedir. Sanayi ve Maadin

Bankası Kanunu gerekçesinde “sanayiinin kurulması için gerekli ilk unsur olan

sermayenin birikmemiş olduğu ve fertlerde de sermayelerin birleştirilmesi eğiliminin

mevcut olmadığını, bu bakımdan müteşebbislere yol gösterecek bilgi ve sermaye(yi)

sağlayacak örgütün ancak hükümet” olduğu belirtilmiştir (Eroğlu, 1981:32). Fakat

Banka görevi sürekli tanımlanmış bir kurum değildir. Sanayi ve Maadin Bankası,

devlet işletmelerini, özele devredene kadar idare etmekle görevlendirilmiştir ve

bizzat sanayi işletmesi kurması yasaklanmıştır. Devlet desteği ile sermaye birikimini

hızlandırmayı amaçlayan bu yapı 1930’lu yıllara kadar varlığını korumuştur.

Sanayi ve Maadin Bankası yerine, 1932 yılında Temmuz Kararları adı ile anılan

sekiz kanunun ikisi ile Devlet Sanayi Ofisi (DSO) ve Sınai Kalkınma Bankası (SKB)

kurulmuştur. Sanayi ve Maadin Bankası’nın o güne taşıdığı sanayi ve bankacılık

sektörlerini bir arada tutan yönetim modelinin reddine dayanan DSO ve SKB’ni

hayata geçiren ikili yapı 1932 yılında kurulmuştur. Bu uygulamanın düşünsel

temelleri ise daha önce atılmıştır. Banka ve sanayi sermayesinin ayrı örgütlenmesi

gerekliliği tezi ilk olarak 1931 yılında, CHF programının sanayi bölümü için görüş

yazan Sanayi Umum Müdürü (Sanayi Genel Müdürü) Şerif Önay’ın tespitleri

arasında yer almaktadır. Şerif Önay, raporda, hammadde devleti olmanın ötesine

geçilmesi ve ithal ikameci modelin geliştirilmesi gerekliliğinden, bu doğrultuda

korumacı ekonomi politikasının izlenmesi, gümrük duvarlarının örülmesinden

bahsetmekte ve eklemektedir: “Sanayi Maadin Bankasının başarısızlığı nedeni ile

banka ve sanayi ofisleri ayrılmalıdır” (Tekeli ve Selim, 1982:146-147).

Sanayi Maadin Bankası yapısında, hem sınai amaç hem kredi amacı

işlememektedir, çünkü Banka’da bulunan sermaye tek tek sanayi tesislerine

ayrılmamıştır. Buna karşın, Banka “Devlet fabrikalarının iradını yemekten ibaret

kalmıştır.” “Devletin arzusuna ve siyasetine göre çalışmak mecburiyetinde” olan

Banka ve fabrikalar (Önay, 2009:E62), iştirak sistemi ile “hususi menfaat sahi[bi]”,

“gayri mes’ul hususi şahıslara temsil ettirilmekte”dir (Önay, 2009:E61).

Ayrıca, Sanayi Maadin Bankası fabrikaların yönetimini fabrika idarelerine

bırakmış, her biri farklı yönetim tarzlarına göre örgütlenmiş ve farklı amaçlara

Page 140: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

124

hizmet etmiştir. Bu doğrultuda, her bir fabrika kendi çıkarları için hareket etmiş ve

diğerleri ile rekabete girişmiştir (Önay, 2009:E63).

Kredi konusuna gelince, Sanayi Maadin Bankası son yıllara kadar kredi konusuna

ağırlık vermemiş, bankacılık kurallarına göre “kuvvetli bulduğu müşteriye ehven

şerait ve zayıf bulduğu müşteriye ağır şerait” ilkesini takip ederek, sanayiye zarar

vermiştir, çünkü zayıf müşteriler Türk müteşebbisleri ve kuvvetli müşteriler yabancı

sermayedarlardır. Oysa SKB’nin bir banka ya da kar kurumu gibi hareket etmemesi,

amacına hizmet etmesi gereklidir (Önay, 2009:E65).

Mustafa Şeref Bey de bankacılık ve sanayi sermayesinin birlikteliğinden yana

değildir. Daha genel bir değerlendirme içinde, Mustafa Şeref Bey sanayi ve finans

sermayesinin birlikteliğinin tekelleşmeye yol açtığını ve sanayi sermayesinin

bankacılık sermayesini tahakkümü altına aldığını savunmaktadır (Mustafa Şeref

Özkan’dan akt. Kuruç, Aralık 1987:91):

“Özel çıkar dediğimiz şeyler devam ettikçe sahaları genişliyor. Kütleleri kapsayan ve

onların arasında ortak çıkar haline dönüşüyorlar. Bu müşterek menfaatlerin çoğu

ferdi menfaatlerin idaresine mahsus teşekkül eden anonim şirketlerin eline

düşmüştür. Sanayi kapitali de banka kapitallerinin zorlu egemenliği altına girmiştir.

Bunlar iktisadiyatta sahası genişleyen müşterek menfaatleri, ferdin bencilliğinden

esinlenerek idare etmek vaziyetini yaratmışlardır. İşte, [1929] buhranın esası buradan

çıkmıştır.”

Mustafa Şeref Bey’in kişiliğinde somutlaşan kamucu-devletçilik, sanayi ve

bankacılık sektörünün tek çatı altında ve birlikte hareket etmesine dayanan bir

düzenin yaratılmasını, sömürü ilişkilerinin doğması ve bunun sonucunda sınıf

çatışmalarının alevlenmesi endişesi ile reddetmektedir. Çünkü banka ve sanayi

sektörünün birlikte hareketi sanayinin bankacılığın tahakkümü altına girmesine

neden olacaktır, bu nedenle hem sanayileşme hamlesi istenen şekilde

gerçekleştirilemeyecek, hem de ortaya çıkacak anonim şirketler aracılığı ile sömürü

düzeni gelişme imkanı bulacaktır.67

Hızlı sanayileşme hedefine kilitlenen Türkiye, bu

67 Bankaların sanayi üzerinde kuracağı denetim ya da tahakküm çeşitli yollarla mümkün olmaktadır,

bunların başında da, bilgi ve kaynağın kontrol edilmesi ile gelen denetiminden söz edilebilir: “banka

işlemleri sayesinde, cari hesaplar ve öteki mali işlemler sayesinde bir avuç tekelci, ilkin şu ya da bu

kapitalistin durumunu tam tamına bilmek, ardından onları denetlemek, ardından krediyi genişleterek

Page 141: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

125

nedenle sanayi sermayesinin banka sermayesinin tahakkümü altına girmesini mazur

göremeyecektir. Mustafa Şeref Bey, Merkez Bankası’nın kurulması sırasındaki

Türkiye İş Bankası-Hükümet arası tartışmaları işaret ederken de, piyasacı-

devletçiliğin bankacılık sektörünü besleyici karakterine vurgu yaparak, “bu

anlayış(ın), devleti, ekonomideki kaynakları toplayarak özel sermayeye aktaran bir

merkez olarak görme anlayışından” (Kuruç, Aralık 1987:144) doğduğunu

savunmaktadır.

Bu yaklaşım doğrultusunda, 1932 yılında banka ve sanayi sermayesini ayıran

DSO ve SKB kurulmuştur. Ne var ki, DSO ve SKB yapısı özel sermayenin tepkisi

nedeni ile uzun ömürlü olamamıştır. SKB’nin kurulması devasa boyutlardaki

yatırımların finansmanının tek elde toplanması, Türkiye İş Bankası’nın geri plana

itilmesinin ve finans sektörünün devlet kontrolü altına girmesinin altyapısını

hazırlayacak bir mekanizma olduğu için baştan sert tartışmalara neden olmuştur.

Diğer taraftan, DSO’nun kurulması ile sanayi yatırım ve fabrikalarını denetlemek ve

izin almak yetkisi DSO’nde toplanacaktı (Tezel, Kasım 1993). Bu nedenle de “sanayi

sektörünü esas olarak özel firmalara dayanan bir sektör olmaktan çıkarmaya

yönelmiş, sosyalizan bir fantezi” olarak eleştirilere maruz kalmıştır.

b) Sümerbank: Özel – Devlet İşbirliğinde Geçici Devletçilik

Celal Bayar, bankacılık sektörünün en önemli kurumunun Genel

Müdürlüğü’nden ekonomi politikasının karar merciine getirilmiştir. Bu nedenle,

bankacılık sektörünün Celal Bayar modelinde öncü olması tesadüf değildir. Bu

doğrultuda, 1933 yılında devletçilik kendi yönünü belirlemiştir, bu yeni yönde

“birikim, (1) bankalarda, (2) bankaların söz sahibi olacağı bir biçimde devlet sanayi

kuruluşlarında gerçekleşecektir. Birikimin can damarı devlet sanayidir. Fakat sanayi

bunu bankalarla paylaşacaktır” (vurgular bana ait, Kuruç, Aralık 1987:144). Bu yeni

ya da kısarak, kolaylaştırarak ya da güçleştirerek onlar üzerinde etkili olmak ve sonunda kaderlerini

bütünüyle belirlemek, işletmelerinin gelirlerini saptamak, onları sermayeden yoksun bırakmak ya da

hızla ve büyük ölçüde artmasını sağlamak vb.” (vurgular bana ait, Lenin, Mart 1998:41). Bankacılık

hem üretimi pompalamakta, hem de birikimin özü olan sanayi sermayesini yedeğine almaktadır

(Lenin, Mart 1998:91).

Page 142: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

126

yön, DSO ve SKB’nin tasfiyesinin ardından yerine kurulan Sümerbank Kanunu’nda

kendini göstermiştir. Sümerbank, planlamanın hem finansman hem yatırımlarının

merkezi konumuna getirilmiştir.

Sümerbank adında somutlaşan yeni yapı aslında pek de yeni değildir. 24 Ocak

1933’de Cumhuriyet’te yayınlanan bir haber piyasacı-devletçiliğin ürünü

Sümerbank’ın, 1930 yılı öncesinde uygulanan serbest piyasacı politikanın ürünü olan

Sanayi ve Maadin Bankası’na denk düştüğüne işaret etmektedir: “meclise göre devlet

sanayinin tesis ve idaresinde ticari teşebbüslerde gözetilen esaslara riayet edilmesi

lüzumuna işaret ederek devletin rolünü sermaye ve tekniği sanayin tesisinde

mutavassıtlık rolü olarak muvakkat bir zaruret diye ifade etmektedir. Meclisin bu

noktai nazarı devlet sanayiciliğini daimi bir devlet vazifesi olarak kabul eden Sanayi

Ofisi Kanunundan ziyade Sanayi ve Maadin Bankası Kanununun istinat ettiği ana

prensibe müstenittir” (Kuruç, 1963:20-21). Piyasacı-devletçilik, kamucu-

devletçilikten uzaklaşmayı hedef olarak benimsemekte; devletin, sermaye yokluğu

nedeni ile milli tasarrufun toplanması ve sanayinin ve tekniğin gelişmesinde

(Boratav, 1974:173) yardımcı olacak yegane araç olduğuna vurgu yapmaktadır. Bu

nedenle, devlet işletmeciliği geçicidir, ya işletmeler özele devredilecek, ya da

teşvikler ile tasarruflar özele aktarılacaktır.

Mustafa Şeref Bey döneminde endişe nedeni olan devlet müdahalelerinin

genişlemesine asıl olarak Celal Bayar döneminde rastlanmakta, 2262 sayılı

Sümerbank Kanunu kuruluşa bütün sanayi hayatına fiilen müdahale edebilmek

olanağını vermektedir. “Sümerbank’ın kuruluşundan pek az sonra beş senelik sanayi

planının en mühim işleri bu bankaya tevdi edilmiştir ve takriben 44 milyonluk bir

kıymet ifade eden tesislerin kurulması, yönetimi Sümerbank’a verilmiştir” (Ete

Kasım 1948:158). Fakat buna rağmen neden özel sektörde hiçbir memnuniyetsizlik

görülmemektedir?

Yukarıda da değinildiği gibi, Sümerbank’ta benimsenen iştirak sistemi ile devlet

– özel sektör ile birlikte sınai etkinliklere girecektir. Sümerbank modelinde, devletin

bizzat yatırım yapmasına izin verilmemesi ve özel sektör ile birlikte hareket etmesi,

devletin etkinliklerini sınırlayıcı bir karakter taşımaktadır. Devlet sermayesi, özel

çıkarlarca kullanılmaktadır (Önay, 2009).

Page 143: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

127

Ayrıca, Sümerbank Kanunu’na68

(md.12) göre Banka “kendi idare ve iştirak ettiği

müesseselerden gayrisi için sanayi kredisine tahsis edeceği mebaliğ elinde bulunan

krediye tahsisi kabil mebaliğin yarısından az olmamak üzere” İktisat Bakanlığı

tarafından belirlenecektir. Sade bir dille, Banka kredi vereceği tutarın yarısından

fazlasını sanayiye kredi olarak vermek zorundadır. Gerekçe’de ise “Bankanın kredi

işlerine tahsis olunan likit sermayesinin bu mevzua tahsis edilen kısmını başka

işlerde kullanmaması İktisat Vekaletince büyük bir hassasiyetle yakından mürakabe

edilecektir” denilmektedir (Ete, Kasım 1948:158). Bu nedenle, Sümerbank Kanunu

ile önerilen model de “özel kesimden kaynak çekmeyen fakat özel kesime kaynak

yaratan, destek ve ortak olan bir örgütlenmedir.” (Sezen, Mayıs 1999:151).

Sümerbank Kanunu’nun Gerekçesinde “milli sanayiin inkişafına amil olmaktan

ziyade, sanayi erbabımızı endişeye düşüren bir müessese tesiri” (Boratav, 1974, 217)

yaptığı söylenen DSO’nun tersine, Sümerbank geçici bir devletçiliğin aracıdır.

Günümüze ışık tutan Sümerbank’ın özelleştirilmesinin önünü açan kanuni

düzenlemeler ile Sümerbank’ın sahibi bulunacağı fabrikaların hisselerinden bir

kısmının Türklerin ve Türk teşekküllerinin eline geçmesi uygun görülmüştür (Kuruç,

Aralık 1987:107):

"Sümerbank, devralacağı ve sermayesi tamamen devlete ait fabrikaları devir

tarihinden itibaren bir sene zarfında mütehassıs heyetler marifeti ile takdir ettirilecek

son haldeki hakiki kıymetleri ile mahdut mesuliyetli ve kendisine bağlı şirketler

haline koymaya mecburdur.Hükümetin teklifi üzerine umumi heyetçe verilecek

karara göre bu hisse senetlerinin kısmen veya tamamen Türk eshas (şahısları) ve

müesseselerine satılması caizdir.." (2262/md. 11).

Sümerbank, yukarıda sayılan özellikleriyle 1930’lar sonrasında kurulan devlet

işletmeciliğinin modeli sayılabilir. DSO ile SKB yapısında, devlet işletmecileri

Devlet’in idari mekanizması içerisindeki birimlere iktisadi devlet teşekküllerini

bağlaması dolayısıyla işletmeleri piyasa ilişkilerinden uzaklaştırarak devlet

kurumsallığı içerisine çekmektedir. Oysa Sümerbank ile işletmeler piyasa alanında

faaliyet gösteren, ticaret kanunlarına göre etkinliklerde bulunan bir kuruluş

68 2262 Sayılı Sümerbank Kanunu RG: 11.06.1933/2424.

Page 144: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

128

bünyesinde hareket etmektedir. Sümerbank, Türkiye’de kamu teşebbüs modelleri

arasında devlet mekanizmasından özerkliğini en fazla sağlamış modeldir.

Sümerbank, devletin sermayesinin tamamı kendisine ait olmak üzere sanayi

alanında yapacağı tüm yatırımları üstlenecektir. Sümerbank’ın yatırımlarında

tanımlanan önceliklerle, yatırımların Sanayi Planı doğrultusunda yapılması

sağlanacaktır.

Page 145: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

129

Sanayi alanındaki yatırımları Sümerbank’ın üstlenmesi gibi madencilik alanında

ŞEKİL 2 DEVLET TEŞKİLATI İÇİNDE İKTİSADİ DEVLET

TEŞEKKÜLLERİ (3460 SAYILI KANUN)

Başvekalet İktisat Vekaleti

İktisadi Devlet Teşekkülleri

Müesseseler

İcra Vekilleri Heyeti

Umumi Murakabe Heyeti*

Umumi Heyet:

Bakanlar, Meclis

Encümenleri reis

ve vekilleri ile

mazbata

muharrirleri ve

katibleri ve Kanuna

tabi milli

bankaların idare

meclisi başkanları

ve genel müdürleri

TBMM

* 1960 sonrasında Yüksek Denetleme Kurulu adını almıştır.

(1) Umumi Heyet, İDT’lerin genel etkinliklerini düzenlemek, tanzim etmek; Umumi

Murakabe Heyeti’nin çalışmalarını tetkik etmek, Hükümetin teklifiyle müesseselerin

şirket haline getirilmesine karar vermekle görevlidir.

(2) Umumi Murakabe Heyeti, İDT’lerin idare şekil ve tarzlarına ve amaçlarına ve iktisadi,

ticari ve sınai esas ve icaplarına uygun, verimli ve rasyonel çalışıp çalışmadığını tetkik ve

maliyet hesaplarını tetkik, tahlil ve murakabe ederek ve raporlarını İktisat Vekaleti ile

ilgili bakanlıklara vermekle görevlidir.

(3) İktisat Vekaleti veya diğer ilgili bakanlıklar, (a) Umumi Murakabe Heyeti’nin belli

konularda değerlendirmesini ya da İDT’lerin denetlenmesini isteyebilir, (b) doğrudan

İDT’leri tetkik, teftiş ve murakabe edebilir.

(4) İDT’lerin bütçeleri Genel Müdürlük tarafından hazırlanır, işletme masraflarına ait bütçe

İdare Meclisi tarafından onanarak kabul edilir, idare masrafları ve kadrolara ilişkin bütçe

ise İktisat Vekaleti tarafından kabul edilir. Bilanço ve kar zarar hesabı Genel Müdürlük

tarafından Umumi Murakabe Heyeti’ne sunulur, Umumi Murakabe Heyeti gerekçeli

raporu İktisat Vekaleti’ne gönderir. İktisat Vekaleti görüşleriyle raporu Umumi Heyet’e

gönderilmek üzere Başvekalete gönderir. Umumi Heyet tarafından kabul edilen bilanço

ve kar zarar hesapları yayımlanır ve ilan edilir.

(1) (2)

(3)

(4)

Page 146: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

130

1930’lu yıllarda, sanayi alanındaki yatırımları Sümerbank’ın üstlenmesi gibi

madencilik alanında Etibank (2805 sayılı Kanun), tarımsal alanda Ziraat Bankası

(yeniden yapılandırılma ile) ve Devlet Ziraat İşletmeleri (3308 sayılı Kanun) ile

denizcilik alanında Denizbank sektörel kamu teşebbüsleri olarak kurulmaya devam

etmiştir. Sümerbank ve ardından kurulan Etibank ve “bunlar tarafından kurulan

birçok işletme, daha sonra kurulan bazı KİT’lerin çekirdeğini oluşturmuştur”

(Sayıştay, 2010:8). Söz konusu işletmelerin sayısının artması ile birlikte Devletin

iktisadi işletmelerinin yönetimi ve denetiminde yaşanan çatışmaların giderilmesi

amacıyla yasal düzenlemelerle tektipleştirmeye gereksinim duyulmaya başlanmıştır.

Bu doğrultuda 1938 yılında kabul edilen 3460 sayılı Kanun ile kamu teşebbüsleri

ortak bir mevzuat altında toplanmıştır.

3460 sayılı Kanun (RG: 4.7.1938/3950) ile “sermayesinin tamamı Devlet

tarafından verilmek suretile kurulan ve bu kanun hükümlerine tâbi tutulması kendi

kanunlarında yazılı bulunan iktisadî devlet teşekküllerinin teşkilâtile idare ve

murakabeleri” düzenlenmiştir. Sermayesinin tamamı devlete ait teşekküllerle bu

teşekküllerin sermayesinin en az yarısına sahip olduğu şirketlerin bilançoların

hazırlanması ve denetimi de Kanuna göre yapılacaktır (md.41).

Kanun ile iktisadi devlet teşekkülleri (İDT) kavramı kurularak, Kanun’un daha

önceden kurulan ve kurulacak tüm devlet işletmelerini kapsaması sağlanmıştır.

Ayrıca devlet işletmelerinin genel bir mevzuata kavuşturulması, devlet

işletmeciliğinin giderek genişleyeceğini ima etmektedir (Tuna, 2009:95).

3460 sayılı Kanun’a göre devlet işletmeleri, tüzel kişiliğe sahiptir ve idari ve mali

olarak özerkliğe sahiptir. İDT, hizmet yerinden yönetim kuruluşları olarak

kurulmuştur (Onar, 1941). Devlet işletmeleri sermayeleriyle sınırlı sorumluluğa

sahiptir ve özel hukuk hükümlerine tabi olarak çalışmaktadır. Buna karşın, İDT’lerin

özel hukuk mu kamu hukuku tüzel kişisi mi olduğuna dair tartışma sonuçlanmış

değildir (Onar, 1941). Tartışma devam etmekle birlikte, İDT’lerin ekonomi alanında

piyasa kurallarına göre hareket edeceği, özel hukuk hükümlerine göre çalışacağı

açıktır.

3460 sayılı Kanun gereğince İDT’nin yönetimi Umumi Heyet, İdare Meclisi ve

Umum Müdürlük’ten oluşmaktadır. İDT’ler ile merkezi yönetim arasındaki vesayet

Page 147: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

131

ilişkisi, yönetim açısından Umumi Heyet aracılığı ile kurulmakta, denetim açısından

ise Başbakanlığa bağlı Umumi Murakabe Heyeti tarafından kullanılmaktadır. Umumi

Heyet, Başbakan ya da Başbakanın seçeceği bir bakan başkanlığında Maliye, İktisat

ve Ziraat Vekilleri ile Meclis Bütçe, Adliye, Divanı Muhasebat, Maliye, Ziraat,

İktisat Encümen reis ve vekilleri ile mazbata muharrirleri ve kâtiblerinden ve bu

encümenlerin her teşriî yıl için kendi üyeleri arasından seçecekleri beşer üyeden ve

Divanı Muhasebat birinci reisi, Umumi Murakabe Heyeti reisi ile milli Bankaların

idare meclisi reis ve umum müdürlerinden oluşmaktadır (md.5). Bu yapısıyla Umumi

Heyet, “bir taraftan bir devlet uzvu, diğer taraftan da hususî bir müessesenin, bir

şirketinin en büyük uzvu gibi bir takım vazife ve selâhiyetlere sahiptir” (Onar,

1941:759). Umumi Murakabe Heyeti ise Başbakanlığa bağlı devamlı bir denetim

mekanizmasıdır ve “şirketlerdeki murakıplar gibi… müesseseler üzerinde umumî

heyeti tenvir etmek üzere bir mürakabe icra eden, diğer taraftan da devlet namına ve

millî iktisat bakımından bu teşekküllerin faaliyetlerini tanzim ve mürakabe eden ve

daha ziyade teknik ihtisas ve salâhiyetlere sahip”tir (Onar, 1941:760).

3460 sayılı Kanun ile Sümerbank ve diğer kamu teşebbüslerinin kanunlarında

düzenlenen konularda tektipleştirme sağlanmaktadır. Örneğin, özelleştirme

konusunda farklı düzenlemelere sahip Sümerbank ve Etibank Kanunları, 3460 sayılı

Kanun ile devre dışı bırakılmıştır. 3460 sayılı Kanun ile özelleştirmenin iki aşamalı

olarak yapılması kabul edilmiştir. İlk aşamada devlet işletmelerinin “elindeki

kuruluşları, kendilerine bağlı ve özel hukuk hükümlerine göre idare edilecek, tüzel

kişiliği bulunacak ve sınırlı sorumluluk taşıyacak müesseselere devretmesi zorunlu”

tutulmuş (md.26); müessese haline getirilmiş işletmelerin “hükümetin teklifi ve

Umumi Heyetin kararı ile hissedarın Türk olması ve hisse senetlerinin nama

muharrer (isme yazılı) bulunması şartıyla limited veya anonim şirket haline

konulması” sağlanmıştır (md.39) (Tuna, 2009:90-91).

Görüldüğü gibi, kamucu-devletçiliğin 1929 öncesi ekonomi politikasından

devletçiliğin sürekli karakterine vurgu yaparak bir kopuşu temsil ettiği iddia

edilebilecekken, piyasacı-devletçilik 1920’li yılların korumacılık anlayışının

devletçilik alanında genişleyerek yeniden kabul edilmiş halidir. 1929 dönemi öncesi

teşvik ve himayeye yaslanan yerli sermaye, bu teşvik ve kaynak aktarımının son

Page 148: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

132

bulmasının işaretlerini gördüğü kamucu-devletçiliğin karar merkezinden

indirilmesini ve yerine kendi temsilcilerinin yerleştirilmesini görev bilmiştir.

D. DEĞERLENDİRME

Türkiye’de toplumsal ve ekonomik alanın yönetiminde planlama, devletçiliğin

yönetim biçimi olarak doğmuştur. Devletçi ekonomik yapının üstyapısal kuruluşu

olarak planlama, Sümerbank ve KİT modelinde somutlanmıştır.

Sümerbank modelinde somutlaşan devletçiliğin ve yönetim biçimi olarak

planlamanın içeriği, devletçilik karşıtlığı ve diğer devletçilik modelleriyle çatışma

içerisinde şekillenmiştir. Bu çatışma, devletin kendisinin özel sektör önünde bir

engel duruma geldiğini69

savunan liberal siyasal kanatla gerek Ahmet Hamdi

Başar’ın iktisadi devletçilik yaklaşımında gerek Kadro Hareketi’nin devletçiliğinde

somutlaşan ekonomik sistemi kurucu bir sistem olarak gören devlet-merkezli siyasal

kanatlarda cepheleşmiştir.

Devletçilik ve planlama, planlama örgütünü piyasadan bağışık bir karakter

kazandırarak biçimsel olarak dahi piyasanın üzerine çıkarmayı kurgulayan DSO-

SKB ve KİT modelinden uzaklaştırılarak kurulmuştur. DSO ve SKB’yi

uzaklaştırarak gelen Sümerbank modeli, piyasaya geçici bir süreliğine müdahale

etmesi zorunlu görülen Devletin nereye, nasıl, ne zaman yatırımları

yönlendireceğinin özel sektör ile işbirliği (iştirak) içerisinde belirlendiği devletçiliğin

yönetiminde merkez örgüttür. Sümerbank, iştirak sistemi temelinde özel sektör ile

birlikte büyük sanayi yatırımlarını yapacak ve karlı hale getirince özele

devredecektir. Bu süreçte devletin etkinlikleri özel sektör ile birlikte belirlenmiş

olacaktır.

Bu ekonomik model 1932-1938 yılları arasında uygulanmış ve ardından gelen

dönemi de şekillendirmiştir. Bu model, Mustafa Aysan tarafından 1980’lere gelirken

yeniden örnek gösterilmektedir:

“Ekonomik kalkınma, özel girişim işletmelerinin pazar ekonomisi kurallarına

uydukları ‘bir dışa açık model’ içinde gerçekleştirilecek; daha çok ulusal kaynaklara

dayanacak, devlet kendi işletmeleriyle doğrudan kalkınma çabalarına katılacak, ama

69 Bu görüşleri bir araya getiren bir kaynak için bkz: Hale, 1980.

Page 149: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

133

bu, katılma geçici olacak, devletin işletmeleri de özel hukuk hükümlerine ve pazar

ekonomisi kurallarına uyacaklar, devletin işletme kurduğu alanlarda, önemli kârlar

ortaya çıkmaya başladığı anda bu işletmelerdeki devlet hisseleri, halka devredilerek,

devlet ekonominin başka gelişme alanlarında yeniden yatırımlarla kalkınmayı

hızlandıracaktır” (Mustafa Aysan, “Ekonomik Model, Kamu ve Özel Kesim

Dengesi”, Milliyet, 14 Nisan 1979).

Celal Bayar’ın piyasacı-devletçiliği olarak sınıflanan bu model, finans

sermayesinin öncülüğünü kabul eden bir modeldir.70

Celal Bayar’ın göreve geldikten

sonra da İş Bankası temsilciğini bırakmadığı açıktır. Hatta bu noktada Celal Bayar’ın

İş Bankasından ayrılırken, “Sizden ayrılmak olur mu? Bundan böyle de hep beraber

çalışacağız. Gayelerimiz müşterek değil mi? Resmi vaziyetim ne olursa olsun, İş

Bankasını asla ihmal edemem. Şimdiye kadar olduğu gibi o müesseseye maddeten ve

manen daima bağlı kalacağım” mesajı hatırlanmalıdır (Akşam, 9 Eylül 1932’den akt.

Tekeli ve İlkin, 2009c:171).

Bu doğrultuda, 1980’li yıllardan sonra devletçiliği tasfiye etmeye yönelen

neoliberal ideolojinin iddiasının aksine, 1930’lu yıllarda kurulan devletçiliğin

tasfiyesi sosyalizan fantezinin yenilgisi değil, piyasacı-devletçiliğin kuruluşunda

öngörüldüğü gibi kurumlarının gerçek sahiplerine yani özel sektöre devrinin bir

aşaması olarak görülebilir. Ne de olsa, piyasacı-devletçilik, devletin geçici bir

süreliğine ekonomiye müdahale ederek, sermaye birikimini sağlaması ve kar edince

işletmeleri özel sektöre devretmesini amaçlamaktadır. Her ne kadar, 1930’lardan

70 Dünya çapında da bu dönemde finans sermayenin öncülüğünde kapitalizmin en yüksek aşaması

olarak emperyalizme (V. Lenin Mart 1998) geçilmektedir. Burhan Asaf Belge, bu süreci liberal

emperyalizmden dirije emperyalizme geçiş olarak adlandırmaktadır (Belge 1933): “Finansın idare

ettiği emperyalizm demek, liberal cihan iktisadiyatında, sermaye hegemonyasının hakim olması

demektir. Mesela, emperyalizmin bu safhasında, emperyalist İngiltere’yi, şu yahut bu büyük sanayi,

şu yahut bu zengin sanayici değil, doğrudan doğruya CITY yani İngiltere’nin banka sermayeleri

idare etmiştir. Amerika’yı Wall Street, Fransa’yı Banque de France mahafili, Almanya’yı Die vier

D’s…. Finans merkezinin telakkisi, hem liberal hem beynelmilelci olmak ıstırarındadır… fakat, işte

sadece İngiltere’nin değil cihan finans merkezi olan City, 1931’den beri İngiliz milli hükümetinin

murakabe ve emri altına girmiştir. Wall Street ise, 5 Mart 1933’ten itibaren tacını ve tahtını

kaptırmış bir finans hanedanlığıdır…. Fakat mahiyet itibarı ile İngiliz milli hükümeti, Roosevelt

demokrasisi, İtalyan faşizmi, ve Alman ırkçılığı, hep aynı şeylerdir: Liberalizmin tasfiyesi ve finans

hegemonyasının kurulması.”

Page 150: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

134

2000’lere kadar devletçilik birçok aşamadan geçerek yeniden üretilmişse de “2000’li

yıllarda neden en çok kar eden KİT’ler özelleştirilmektedir?” sorusunu açıklayıcı

argümanların en güçlüsü, 1930’lu yıllarda kurulan devletçiliğin geçici niteliğinde

yatmaktadır. Kamu işletmeleri piyasadaki geçici varlığını kendi rasyonelitesi

içerisinde sonlandırmakta, özgörevini tamamlamaktadır.

Öyleyse, tasfiye edilen devletçilik ve yönetsel yapısı, piyasa karşıtlığında

kurulmuş değildir. Aksine, Türkiye’de 1932 yılı sonrasında başlayıp farklı

aşamalardan geçerek 1980’lere kadar hüküm süren devletçilik, kapitalizme alternatif

bir ideolojinin ürünü olmadığı gibi, kapitalizmin özgül bir aşamasının ürünüdür.

Dünya Krizi sonrasında, 1920’lerin maddi ve zihinsel hazırlıkları üzerine inşa edilen

devletçilik, yapısal koşulların bir dürtüsü olarak görülmelidir. Buna karşın,

devletçiliğin içeriği, siyasal çatışma içerisinde şekillenmiştir.

Bu siyasal çatışmada, 1920’lerin başından itibaren hissedilen tüccar ve toprak

ağalarının gücü (bkz. Türkiye İktisat Kongresi), 1920’lerde uygulanan teşvik,

koruma, tekelcilik, devlet işletmeciliği ile gelişmiş, 1930’ların ekonomi

politikalarında temsiliyetini artırmıştır. Türkiye’de işçi sınıfının örgütlenmesinin

henüz yolun başında olması nedeniyle çıkar savunusunda yer alamaması toplumsal

üretim ilişkilerinde sermaye sınıfının egemenliğini pekiştirmiştir. Diğer taraftan,

1929 Krizi sonrasında uluslararası ekonomik düzenin parçalı yapısı nedeniyle

uluslararası sermayenin belirleyiciliğinden de bahsedilememektedir. Hatta “yalnızca

1929 Krizi sonrasında Türkiye kendi geliştirdiği ekonomi politikalarını” hayata

geçirecek, “ondan sonraki tüm dönemlerde uluslararası sermayenin başat rolü”

hissedilecektir (Önder, 2003:284). Diğer bir deyişle, gelecek dönemlerde Türkiye’de

toplumsal üretim ilişkilerinde uluslararası sermayenin üstün konumu siyasal

çatışmada hissedilecektir.

Döneme dair tartışmaların vazgeçemediği başlıklardan bir tanesi devletçiliğin ve

planlamanın doktriner mi pragmatist mi olduğuna dairdir. Öncelikle, BBYSP hazırlık

sürecinde yapılan SSCB ziyaretleri, BBYSP’nin Sovyet Kredisi ile uygulanması ve

hatta SSCB’den makine hibesiyle hayata geçirilecek olması, devletçilik ve

planlamada SSCB etkisini tartışmasız bir şekilde göstermektedir. Fakat, Türkiye’de

bu dönemde, SSCB ve sosyalist ideolojiye yakın sayılabilecek ideolojik-siyasal

hareket olan Kadro Hareketi dahi doktrinin çarpık bir halidir. Üstelik, Celal Bayar’ın

Page 151: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

135

dümene geçtiği ekonomide Kadro Hareketi’nin herhangi bir izini bulmak mümkün

değildir. Kadro ya da birebir ilişkilerle gelebilecek doktriner içerik ve araçların da –

eğer varsa- çatışma içerisinde geriye düştüğü, silindiği de açıktır. Devletçilik –

planlamanın, siyasal çatışma içerisinde belirlenmiş olması, devletçiliğin pragmatist

bir seçimden ibaret olduğu yönündeki savı71

belirsiz kılmaktadır: hangi devletçilik

pragmatisttir? Mustafa Şeref Özkan’ın devletçiliği mi, Celal Bayar’ın devletçiliği

mi? Yoksa Kadro ya da Ahmet Hamdi Başar’ın mı? Ya da SCF anti-pragmatist bir

siyasal örgütlenme midir? Bu nedenle, doktrinerlik-pragmatizm tartışmasının

döneme dair açıklayıcı sorular sormadığı düşünülmektedir.

1930’lu yıllarda devletçiliğin yönetim biçimi olarak doğan planlama, bireysel

teşebbüsleri kısıtlayıcı değil, teşvik edici ve korumacı bir rol oynamıştır. Geniş

anlamda, kapitalizmin gelişme dinamiğine yine kapitalizmin araçları ile müdahale

politikasıdır. Bu nedenle, dönem “kapitalizmin gelişme seyrine içsel sonuçlar

(azgelişmişlik), kapitalizm içerisinden kapitalizmin araçları ile aşılabilir mi?”

sorusunu akıllara getirmektedir. Bu anlamda girişilen ilk ve önemli çaba olarak

Türkiye planlama deneyimi, kapitalizm içerisinde prototip olma özelliği

taşımaktadır: azgelişmiş kapitalist ülkede kapitalizmin eşitsiz ilişkilerinin kapitalist

araçlarla aşılması için ilk planlama deneyimi.

II. KLASİK PLANLAMA YAKLAŞIMININ ASKIYA ALINMASI:

YENİ DÜNYA DÜZENİ İLE BÜTÜNLEŞEN TÜRKİYE’YE DOĞRU

(1945-1947)

Arnold Toynbee’nin “yirminci asrın ikinci yarısında garp medeniyetinin bütün

muasır medeniyetleri tesiri altına almasını insanlık âleminin bir tek sosyete hâlinde

birleşmesi yolunda ilk adım olduğu” (1948) yolundaki savı, haklılık kadar yanılgıyı

da içermektedir. Toynbee, ABD egemenliğinde yeni bir dünya düzeninin gerçekten

tek bir topluluk olarak bütünleştiğini görmekle iddiasında haklı olsa da, bu

topluluğun karşısında konumlananı -her neyse- görmemekte, bu nedenle

71 İlhan Tekeli başta olmak üzere birçok araştırmacı devletçiliğin pragmatist bir tercih olduğunu

belirterek çalışmalarına başlamaktadır.

Page 152: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

136

bütünleşmenin temelini göz ardı etmektedir. Savaş bitimindeki ortaklık ve işbirliği

arayışlarında örtük duran ABD ve SSCB çatışması, 1947 yılında “dünyanın iki

ideolojik ilkeler dizisi arasında” (Truman Doktrini, 1947’den akt. Erhan, 1996:275)

bölünmesi ile başlayan Soğuk Savaş’ın tarafları olarak gün yüzüne çıkmıştır. Soğuk

savaş, tarafları ayrıştırırken tarafların içerisinde bütünleşmeyi pekiştirmiş; kapitalist

taraf, ABD öncülüğünde günümüzün AB’nin temelini atan Marshall Planı ile Batı

Bloğunu kurmuştur.

Yeni dünya düzeninde Türkiye, Savaş sonunda yükselen sınıfların talepleriyle

birebir uyumlu şekilde seçimini Batı Bloğu’ndan yana koymuştur. Bu doğrultuda,

“[k]apitalist dünya ekonomisinin savaş sonu konjonktüründe” Türkiye korumacı,

kapalı, dış ticaret dengesine dayalı içe dönük ekonomik politikasından; ABD’nin

yanında ithalatın serbest bırakıldığı dış açıklı (yabancı sermaye, dış borç ve yardıma

açık) bir ekonomiye yönelmiştir (Boratav, Ekim 2008:97). Bu dönüşüm, 1930’ların

uluslararası bütünleşme stratejisine karşı çıkan “korumacı-devletçi” yaklaşımın

sosyo-ekonomik temelini ve geleceğini yenerek yükselmiştir. Bu çatışma sonucunda,

planlama çalışmalarında 1946 itibariyle kırılma yaşanmış, “uluslararası

uzmanlaşmaya dayalı” gelecek kurgusuna göre planlama süreci başlatılmıştır.72

1945 ile 1947 yılları arasındaki iki yıllık süreçte Türkiye’de, 1930’lardan kalma

niyetlerle şekillenen yönetimin bağımsızlıkçı-planı tasfiye edilecek ve izleyen

dönemin, 1960’ların yönetim biçiminin temelleri bütünleşmeci-plan ile atılmış

olacaktır. Yükselen sınıfların bütünleşmeci-planı, toplumsal ve ekonomik yapının

dönüşümünü yansıtacak şekilde yeni hedeflere (sanayileşmeden tarıma), yeni

aktörlere (uluslararası sermaye, yabancı uzmanlar ve yükselen sınıflar/sınıf

kesimleri), yeni yönetsel biçimlere (Başbakanlık koordinasyonu) açılmıştır.

A. SAVAŞ SONRASI YENİ DÜNYA DÜZENİ: KAPİTALİZMDE

PLANLI DEMOKRASİ

İkinci Dünya Savaşı’ndan ABD “hiçbir hasara uğramamış, GSMH’sini üçte iki

oranında artırmış (Van der Wee, 1997:30) ve savaştan dünya sanayi üretiminin

neredeyse üçte ikisini gerçekleştirerek çıkmıştı[r]” (Hobsbawn, Ocak 2011:346).

72 Tırnak içerisindeki alıntılar Boratav, 2008’den alınmıştır (s.98).

Page 153: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

137

ABD, ekonomi alanındaki başarısı ile birlikte atom bombasının verdiği askeri alanda

kazandığı ayrıcalıklı konumunu da kullanmaktadır. ABD’nin ekonomik-askeri

egemenliğine karşı, tek varlığı ise savaştan zaferle çıkan “1945’de Kızıl Ordu’nun en

yüksek düzeye ulaşan 12 milyon askeri” (NY Times, 20 Ekim 1946’dan akt.

Hobsbawn, Ocak 2011:311) göstermektedir.

Savaş sonrası dönem, “her iki süpergücün hükümetleri[nin], … oldukça eşitsiz

ancak kimsenin meydan okuyamayacağı bir güç dengesine yol açan küresel güç

dağılımını kabul et[mesi]” ile şekillenmiştir (Hobsbawn, Ocak 2011:303). Soğuk

Savaş dönemini başlatan bu gelişmelerle, Dünya kapitalist ve sosyalist bloğun

kategorileri ile işlemektedir.

Dünya iki kutuplu bir dünyadır; fakat henüz dünya iki kutup arasında

paylaşılamamıştır. Savaş sonrasında “Fransa’nın (sosyalist) başbakanı, ekonomik

yardım yapılmazsa komünistlerin eline düşeceği uyarısında bulunmak için

Washington’a gel[miştir]” (Hobsbawn, Ocak 2011:309). Bu çağrıları duyan ABD

1945 yılından itibaren, “yalnız kendini değil, bütün dünyayı düşünmek zorunda

olduğuna kani olmuştur.”73

1946 yılında sonra ABD, “atom bombasının komünizmi

önlemeye yetmediğini [görüp]… kapitalizmin dünya sistemini ayakta tutmak

amacıyla harekete geçmiştir” (Avcıoğlu, 2001a:547). Eylül 1945’de Orta Doğu ve

Asya’da çeşitli sehayatlerde bulunan ABD Heyeti, Türkiye’de basına yaptığı

açıklamada “Amerikanın birinci arzusu[nun] kürenin etrafına ticaretin serbest akışını

temin etmek” olduğunu belirtmektedir (Cumhuriyet, 7 Eylül 1945).

Avrupa’nın Savaş sonrasındaki sosyo-ekonomik durumu, özellikle dış açıkları,

serbest rekabet ve serbest ticarete dayalı bir ABD Planı’nın mümkün olmadığını

göstermiştir (Hobsbawn, Ocak 2011:322). 3 Nisan 1948’de ABD Kongresi’nde

görüşülen Foreign Assistance Act of 1948, Avrupa’daki mevcut durumun kalıcı

barış, genel refah ve Birleşik Devletlerin ulusal çıkarlarının kurulması ve Birleşmiş

Milletler’in (BM) amaçlarının gerçekleştirilmesi açısından tehlikeli olduğu görüşü ile

başlamaktadır (International Economic Cooperation Foreign Assistance Act of 1948,

3 April 1948). Bu kapsamda, ABD Kongresi “European Recovery Plan” ile “güçlü

73 ABD Kongre üyesi Walt Noran’ın “Amerikanın Dış Siyaseti Ne Olacak” üzerine Cumhuriyet’te

yayınlanan yazısından alınmıştır. Cumhuriyet, 11 Eylül 1945.

Page 154: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

138

üretim çabasına dayanan, dış ticaretin genişlemesi, iç mali dengeyi yaratmak ve

korumak, ekonomik işbirliğini geliştirmek, adil döviz oranları ve ticari engellerin

giderek kaldırılması için gerekli tüm adımları atmayı” kapsayacak şekilde Avrupa’ya

mali yardım yapılmasını kabul etmiştir (International Economic Cooperation Foreign

Assistance Act of 1948 3 April 1948). Bu bağlamda, kademeli olarak uygulamaya

girmesi planlanan ticaret serbestisi, 1948 yılında kurulan GATT ile “Ticaret ve

Gümrük Tarifeleri Genel Anlaşması” imza altına da alınmıştır.

Marshall Yardımı (Foreign Assistance Act of 1948) ile sağlanacak ticari ilişkiler,

ABD’deki olası piyasa durgunluğu sorununu çözmeye yöneliktir, çünkü Amerikalı

şirketlerin savaş sonrasında Avrupa’daki yatırımları kat be kat artmıştır.74

Öte

yandan, Marshall Yardımı ile ABD Fransa’nın çağrısına yanıt vermektedir.

Sovyetleri çevreleme politikası çerçevesinde Batı Bloku kurulmasına destek

verilmekte, Avrupa’yı ortak bir imar planı içerisinde alarak Avrupa devletleri

arasında kurulabilecek federalizmi teşvik etmektedir (Erhan, 1996:278-79).

1947-1953 yılları arasında ABD egemenliğinde “kapitalizm yeniden

yapılandırıl[mış] ve reformdan geçiril[miş]”, “Altın Çağı” başlamıştır (Hobsbawn

Ocak 2011). Bu dönemde, ekonominin küreselleşmesi ve uluslararasılaşmasında

görülmemiş bir ilerleme vardı[r]” (Hobsbawn, Ocak 2011:361). Bu ilerlemenin

temelinde, Temmuz 1944’de ABD’de Bretton Woods Kasabası’nda toplanan

“Birleşmiş Milletler Para ve Finans Konferansı” ve bu toplantıda 44 ülke

temsilcisince imzalanan75

“Uluslararası Para Anlaşması”nın rolü büyüktür. Anlaşma

ile ABD dolarının altına bağlanması kabul edilmiş ve 1 ons altın 35 dolar olarak

belirlenmiş; kambiyo rejimi düzenlenmiştir. Bu yeni dünya düzeninde birikimin

dünya genelinde sürekliliğini sağlayacak IBDR [DB], IMF, GATT, BM, NATO gibi

uluslararası kurumlar oluşturulmuştur, bu kurumlar “ulusal düzeyde birikim

74 Amerikan şirketlerinin Marshall Yardımı sonrası Avrupa’daki genişleyen ekonomik etkinliklerine

dair rakamsal verilere şu kaynaktan erişilebilir: (Erhan, 1996:284).

75 Bu toplantıya, İngiltere’den John Maynard Keynes, ABD’den Harry Dexter White temsilci olarak

katılmışlardır.

Page 155: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

139

sürecinde devletin yerine getirdiği işlevi, uluslararası düzeyde yerine getirecek[tir]”

(Türkay, Mart 2003’den akt. Tuncay, 2004:10).76

ABD, “özgürlüklerin (serbest piyasalar olarak anlaşılmalı) ve özel mülkiyet

haklarının baş savunucusu” olarak “komünist olmayan dünyaya kapitalist türde

ekonomik kalkınma getirmek üzere tasarlanmış DB, IMF” aracılığıyla hareket

etmiştir (Harvey, 2004’den akt. Yılmaz, 2008). Bretton Woods sistemi olarak

anılacak bu yeni dünya düzeninde DB ve IMF aracılığı ile “ABD azgelişmiş

ülkelerin dışsal yardımlar ile içsel darboğazlarını kırabileceklerine vurgu” yaparak,

SSCB’nin (dış müdahalenin azgelişmişliğin nedeni olduğu bu nedenle gelişmenin

içsel dinamiklerle gerçekleşebileceği) kalkınma yaklaşımına alternatif üretmektedir

(Güler, 2005’den akt. Yılmaz, 2008).

Bu kalkınma yaklaşımı, 1950’lerden sonra yaygınlık kazanacak kalkınma

ekonomisini doğuracak olan ilkelerin ilkel haline denk düşer. Bu yaklaşım,

uygulamaya geçtiği 1960’lı yıllarda Türkiye konjonktürü içerisinde (İkinci Bölüm,

III.Başlık) ayrıntılı olarak açıklanacaktır. Ayrıntıya inilmeden, bu dönemde

yaklaşımın ana vurgusunu oluşturan demokrasi kavramının oluşturulma süreci ele

alınmalıdır.

ABD, sosyalizme karşı demokrasiyi sahiplenmiş, demokrasiyi kapitalizmin bir

sonucu ve gereği yapmıştır. Bu yaklaşım, Hayek’in öngörü ve liberal yaklaşımının

siyasal uzantısı olarak görülebilir. Şöyle ki, Hayek’e göre bu dönemde (1944),

“[b]eklenmeyen neticeler doğuran bu kuvvetleri bir tarafa bırakarak, “pazar”ın gayri

şahsî ve anonim mekanizması yerine, bütün içtimai kuvvetleri düşünerek

kararlaştırılmış belli gayelere doğru kollektif ve “şuurlu” bir şekilde sevk ve idare

etmeye kalkışmış” sistemlerle ferdiyetçilikten vazgeçilerek kollektivizme

76 1946 yılından sonra etkinlik gösterecek iki kurum önemlidir: Dünya Bankası (Uluslararası Yeniden

Yapılanma ve Kalkınma Bankası (IBRD) ile Uluslararası Kalkınma Ajansını (IDA) içerisinde

barındıran yapı) ile Uluslararası Para Fonu (IMF) kurulmuştur. DB, Ana Kuruluş Sözleşmesi’nin 1.

maddesine göre (1) savaş yıkıntılarının sarılmasının yanında kalkınma ve yeniden yapılanma

çabalarına sermaye aktarmak ve gelişme yolundaki ülkelerin kaynaklarının ve imkanlarının

verimliliğini ve geliştirilmesini özendirmek, (2) özel sektör yatırımlarını desteklemek ve yatırımlara

güvence vermek, (3) uluslararası ticareti özendirmek, (4) kredi kullanımlarında öncelikli, acil

alanları belirlemek, (5) uluslararası yatırımları yönlendirmek (www.worldbank.org) ile

görevlendirilmiştir (Yılmaz, 2008:22).

Page 156: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

140

(faşizme=sosyalizme) gidilmektedir (Hayek, 2004:26). Oysa kapitalizmin temeli olan

özel mülkiyet, bireysel tercih ve kararlara dayanır. Söz konusu bireysel tercih ve

kararların rekabeti ise piyasada dengenin kurucusudur. İşte, bu nedenle bireysel

tercihler ve rekabet korunmalıdır. Bunu koruyacak olan demokrasidir, çünkü

“[d]emokrasi ferdi bağımsızlığın sahasını genişletir, sosyalizm ise daraltır.

Demokrasi her insanın kıymetini mümkün olan azamî hadde kadar yükseltir,

sosyalizm her insanı bir vasıta, bir alet, bir rakam hâline getirir. Demokrasi ve

sosyalizm yalnız bir kelime ile birbirlerine bağlıdır: müsavat (denklik). Fakat aradaki

farka dikkat ediniz: Demokrasi hürriyet içinde müsavat, sosyalizm ise sıkıntı ve

kölelik içinde müsavat ister” (Tocqueville, 1818’den akt. Hayek, 2004:34).

İkinci Dünya Savaşı sonrasında yeniden üretilen demokrasi kavramı “serbest

piyasa ekonomisine dayalı toplumda birey özgürlüğünü güvence altına almak ve

ekonomik yapıya uygun siyasal örgütlenmeyi sağlama[yı]” amaçlamaktadır (Üstüner

2000, 189). Bireyler hem piyasada serbest rekabet sisteminde hem siyasal alanda çok

partili sistem içerisinde rekabet edebilmelidir (Üstüner, 2000:189).

Rekabet kapitalizmin temelidir ve öyle kalmalıdır. Hayek’e göre kollektif bilincin

bir yansıması olan “devletin büyük ve münakaşa götürmez bir faaliyet sahası vardır:

Rekabeti mümkün olduğu kadar tesirli kılacak şartları yaratmak, rekabetin tesirli

olamayacağı yerlerde onun yerine başka şey ikame etmek ve Adam Smith’in

tabiriyle “geniş bir camia için çok büyük faydalar arz etmelerine rağmen, masrafı

karşılayacak kadar istifade sağlayamayacakları için, hiçbir ferdin veya hiçbir küçük

topluluğun deruhte edemeyeceği mahiyetteki” hizmetleri ifa etmek”tir (Hayek,

2004:53). Bu bağlamda, planlama “rekabeti kaldırmak üzere değil, rekabeti

gerçekleştirmek üzere” yapıldığı takdirde kabul edilebilirdir (Hayek, 2004:56).

Dönem içerisinde tam serbesti yerine devletin ekonomiye müdahalesine ve hatta

planlamaya yer verilmektedir. İlk Bölüm’de belirtildiği gibi 1940’lı yıllarla birlikte,

egemen Amerika’da planlı demokrasilerden bahsedilmektedir. Amerikan toplumu,

“[t]oplum için planlanmak ve aynı zamanda demokratik kalmak” için “demokrasi[yi]

planlanmaya ikna etmek, ve nasıl planlanacağını göstermek mücadelesi”ni (Person

1940) sahiplenmiştir. ABD’li devlet adamı Averell Harriman, 1946’da “[b]u

ülkedeki insanlar artık ‘planlama’ gibi sözcüklerden rahatsızlık duymuyorlar…

İnsanlar hükümetin tıpkı bu ülkede yaşayan bireyler gibi plan yapmasını kabul

Page 157: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

141

etmişlerdir” diyerek durumu özetlemektedir (Maier, 1987’den akt. Hobsbawn, Ocak

2011:367).

B. SAVAŞ SONRASINDA TÜRKİYE’DE DEMOKRASİ SORUNU

Savaş dönemi Türkiye için bir kesinti dönemidir ancak bu kesinti dönemi “gelir

dağılımında fevkalade önemli değişikliklere yol açmış ve bu dönüşümler savaş

sonunun ekonomik, sosyal ve siyasi gelişmelerini büyük bir ölçüde

biçimlendirmiştir” (Boratav, 2008:82).

Bu süreçte devletin doğrudan müdahalelerini görmek mümkündür. Milli

Korunma Kanunu (MKK), devlet eliyle üretim ilişkilerinin biçimlendirilmesinin en

önemli aracı olmuştur. MKK doğrultusunda, dokuma ve çimentoya el konulmuş,

Yerli Mallar Pazarları’nda iplik dağıtımı devlet tarafından yapılmıştır (Avcıoğlu,

2001a:471). Buna ek olarak, MKK’nin 41. maddesi ile öküzlere el konulmuş, ancak

40 dönümden fazla arazisi olanların tek öküzlerini tutma hakkı tanınmıştır (Avcıoğlu,

2001a:488). Diğer taraftan, fiyat kontrolleri de devletin düzenleme alanlarından

biridir. Örneğin, 1942’de Ticaret Bakanı Behçet Uz, fiyat kontrolleri ile piyasada

satılan buğday ve zeytinyağındaki kontrollerini kaldırmıştır. Bununla birlikte,

buğday 13,5 kuruştan 100 kuruşa, zeytinyağı 85 kuruştan 350 kuruşa tırmanmıştır

(Avcıoğlu, 2001a:472).

Ücretlerin reel olarak gerilediği bu dönemde enflasyonun bu denli artması özel

sektöre kar aktarılmasını sağlamıştır. Odalar Birliği de enflasyonun özel sektörün

gelişmesine faydalarını teyit etmiştir (Odalar Birliği, 1966’dan akt. Avcıoğlu,

2001a:478):

“Meydana gelen enflasyon iki yönden yatırımların finansmanında ve özel sektörün

gelişmesinde faydalı olmuştur. Birinci, Devlet bütçesinden ödenen ücretler, fiyatlarla

aynı hızda artmadığından aradaki fark, kamu yatırımlarının finansmanına tahsis

edilen kaynakları arttırmıştır. İkincisi ekonomik gelir dağılımının değişmesidir.

Tâcir, sanayici ve piyasa şartlarına uyabilen çiftçilerin gelirlerinde önemli artışlar

olmuş, buna mukabil geniş halk kitlesinin reel geliri, dolayısıyla istihlâk azalmıştır.

Enflasyonun bu ikili tesiri, ekonomik sermaye terakkümünü hızlandırmıştır.

Enflasyonist devrenin bu yöndeki tesirleri İkinci Dünya Savaşının zaruri kıldığı

Page 158: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

142

kamu cari harcamalarındaki artış ve savaş yıllarını karaborsa kazancı ile daha da hız

kazanmıştır. 1950’yi takip eden liberal ekonomi düzenine geçiş arzularının artması

ve bunu takip eden hızlı bir özel sermaye terakümünün meydana gelmesi, devletçilik

devresinin bu özellikleri ile izah edilebilir.”

Savaş dönemi koşullarının enflasyon gibi dolaylı geliri azaltıcı etkilerine karşılık,

çalışma hayatına yapılan doğrudan müdahalelerle savaşın yükü işçilere yüklenmiş,

işçilerin üzerinden kar elde edilmiştir. 1938’deki fiyatlara göre 1944’de fiyatlar 449

katına çıkmıştır (Timur, 2001’den akt. Metinsoy, 2006:72), buna karşın reel ücretler

141 katına katılmıştır (Metinsoy, 2006). Ayrıca, savaş döneminde çıkarılan MKK ile

çalışma zamanının artırılmasına olanak sağlanmakta ve zorunlu çalışma

getirilmektedir. Uygulamadaki örneklerinden Şirketi Hayriye ücretlerde bir

değişikliğe gitmeden çalışma saatini 16’ya çıkarmıştır (Tan’dan akt. Metinsoy,

2006:73). Ayrıca, 28 Şubat 1940’da çıkarılan kararname ile Zonguldak

madenlerinde, daha önce madenlerde çalışanlara zorunlu olarak madenlerde çalışma

yükümlülüğü getirilmiştir (Metinsoy, 2006:75). Madenlerde çalışanların sayısının 10

binlere vardığı söylenmektedir ve çalışma zorunluluğu 8 yıl sürmüştür (Metinsoy,

2006:86).

Sonuç olarak, savaşın bitiminde tüccar burjuvazi ile pazara üretim yapan büyük

çiftlik sahipleri yükselen sınıflar olarak ön plana çıkmıştır (Eroğul, 2003). Savaş

devam ederken, Cumhurbaşkanı İsmet İnönü yükselen sınıflara işaret ederek, savaş

vurguncuları olarak tanımlamıştır:

“Bulanık zamanı, bir daha ele geçmez fırsat sayan eski batakçı çiftlik ağası, ve

elinden gelse teneffüs ettiğimiz havayı ticaret metaı yapmaya yeltenen gözü doymaz

vurguncu tüccar ve bütün bu sıkıntıları politika ihtirasları için büyük fırsat sanan ve

hangi yabancı milletin hesabına çalıştığı belli olmayan birkaç politikacı, bütük bir

milletin hayatına küstah bir surette kundak koymaya çalışmaktadırlar (Bravo sesleri,

sürekli alkışlar). Üç, beş yüz kişiyi geçmiyen bu insanların vatana karşı aşikâr olan

zararlarını gidermek yolu elbette vardır.”

Bu iki yükselen sınıfta oluşan karın farkındalığı, Hükümet’in iki sınıf üzerine

çıkardığı vergilerde görülmektedir: varlık vergisi (1942)77

ile toprak mahsulleri

77 4305 sayılı Varlık Vergisi Kanunu: RG: 12 Teşrisâni 1942/ 5255.

Page 159: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

143

vergisi (1943).78

Varlık vergisi, büyük toprak sahipleri ile kazanç vergisine tabi tüm

mükelleflerden varlıklarının belli bir oranında bir defaya mahsus olarak alınmış,

toprak mahsulleri vergisi ise piyasaya üretim yapan çiftçilerden %8 ile %2 oranında

alınmıştır.

“Savaş zamanı elde edilen kârlar, savaş sonrasını takip eden dönemde yatırımlara

ve sermaye birikimine” dönüştürülecektir (Avcıoğlu, 2001a:478); ancak bu kesim

“toplumsal açıdan kendilerini güvensizlik içinde” hissetmekte ve “iktidara daha

sağlam yerleşme[k]” istemektedir (Karpat’tan akt. Avcıoğlu, 2001a:522). Bu

doğrultuda, Eroğul’a göre, “karaborsadan yararlanan yeni bir zenginler zümresi

türemiştir… Türedi zenginler ise artık idarede doğrudan doğruya söz sahibi olmayı

arzulamakta[dır]” (Eroğul, 2003:18).

Söz konusu toplumsal güvensizlik, 1945 yılı Ocak ayında Meclis’e gönderilen

Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu (ÇTK) ile daha da artmıştır. Büyük toprak

sahiplerinin sert karşı çıkışları ile şekillenen ÇTK’nın Meclis Genel Kurulu’ndaki

görüşmelerinde Adnan Menderes, Celal Bayar, Refik Koraltan ve Fuat Köprülü

Meclis’de muhalif bir duruş sergilemişlerdir. Ardından 21 Mayıs’da yapılan bütçe

görüşmelerinde bütçe açıkları, ölçüsüz emisyon, vurgunculuk, dar gelirlilerin

durumu, vb. gibi konularda Hükümeti eleştiren beş kişi, bütçede aleyhte oy

kullanmıştır (Adnan Menderes, Celal Bayar, Refik Koraltan, Fuat Köprülü ve Emin

Sazak). Söz konusu gerilim devam ederken Bayar, Menderes, Koraltan ve Köprülü

tarafından Parti Grubu’na “kanun ve parti tüzüğündeki anti-demokratik hükümlerin

tasfiyesi, Meclisin Hükümeti denetlemesine izin verilmesi ve seçimlerin serbestçe

yapılması” taleplerinin yer aldığı Dörtlü Takrir’in (Önerge) sunulması sonrasında

partiden ihraçlar başlamıştır (Eroğul, 2003:28-29). Vatan Gazetesi’ndeki muhalif

yazıları nedeniyle Köprülü ve Menderes Eylül 1945’de; ardından Koraltan Ekim

1945’de ihraç edilmiş, Bayar ise Aralık’ta Parti’den istifa etmiştir.

Aralık 1945’de Bayar tarafından açıklandığı üzere, Ocak 1946’da Parti’den ihraç

edilen milletvekilleri ile Bayar tarafından Demokrat Parti kurulmuştur. Demokrat

Parti, liberalizm ve demokrasi ilkelerini sahiplenerek siyasal sahneye çıkmıştır

(Eroğul, 2003:29). Buna göre, piyasalara karışılmayacak (md.51), devlet özel sektöre

78 4429 sayılı Toprak Mahsulleri Vergisi Kanunu: RG: 7 Haziran 1943 /5423.

Page 160: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

144

destek vermekle görevli olacak (md.17), devlet kuruluşları özele devredilecek

(md.47), tarım kalkınmanın temeli olacak (md.54) görüşleri Parti Programı’nda yer

almıştır (Eroğul, 2003:31-32). Demokrat Parti, “II. Dünya Savaşı’ndan sonra,

Türkiye’de iktidara tamamen sahip olabilmek için bir halk hareketini araç edinen

asalak egemen sınıfların siyasal örgütü” (Eroğul, 2003:94) olarak devletin piyasadan

çekilmesini ve özel girişimcinin esas olduğu bir ekonomik yapıyı talep etmektedir.

Öte yandan, DP’nin programında “Devletin ele alacağı işlerin uzun vadeli bir plana

bağlanmasına” da karşı çıkılmamaktadır. Ancak “devlet iktisadî faaliyetlerinin

hudutlarının kesin olarak belirlenmesi” istenmektedir (Tekeli ve İlkin, 2009d:5).

Dönemdeki yükselen sınıfların varlığına bir diğer kanıt da “tüccar, müteahhit ve

iş adamlarından Nuri Demirağ[ın] 8 Temmuz’da Valiliğe başvurarak “Milli

Kalkınma Partisi” adında bir parti kurma konusunda girişimde bulun[masıdır]”

(Tökin, 1965’den akt. Çiner, 2009:597). Parti Programı’nda “devletçilik

reddedilmekte, seçimlerin tek dereceli yapılması, Cumhurbaşkanının millet

tarafından seçilmesi, bir âyan meclisi kurulması ve sanayide, ticarette serbest rekabet

esası savunulmaktadır. Dış politika alanında ise, “İslam Birliği – Şark Federasyonu”

istenmektedir” (Tökin, 1965’den akt. Çiner, 2009:597). Nadir Nadi, Milli Kalkınma

Partisi’nin liberalizmi savunduğunu ve artık bu ideolojinin geçerliliği kalmamış bir

sistem olduğundan, Nuri Demirağ’ın entelektüel birikiminden endişe etmektedir.

1946’dan sonra yükselen sınıflar yeni siyasal partilerde örgütlendikleri gibi,

CHP’yi de ele geçirmişlerdir. Öncelikle “[ÇTK’nın] yasalaşmasından birkaç ay sonra

Hatipoğlu Tarım Bakanlığı’ndan ayrılmış, yerine toprak reformunun en şiddetli

aleyhtarlarından toprak ağası Cavit Oral gelmiştir” (Avcıoğlu, 2001a:522), ardından

Köy Enstitülerinde bir geri adım atılarak Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel

görevinden alınarak Köy Enstitüleri aleyhtarı Şemsettin Sirer göreve getirilmiştir.

Dönemin Cumhurbaşkanı tarafından “demokrasi ile yürütülmesi güç olan şeyler”

olarak tanımlanan bu işler (Milliyet, 23 Kasım 1967’den akt. Avcıoğlu, 2001a:501)

CHP içindeki sınıfsal devir teslim sonrasında askıya alınmıştır (Avcıoğlu,

2001a:522). Devir teslim sonrasında CHP’de burjuva reformcu kanadın yerine büyük

çiftçilerin egemenliği kurulmuştur (Boratav, 2008:96). Bu dönüşüm 1947 CHP

Kurultayı’nda açık olarak kabul edilecektir. Öte yandan, savaş sonrasında, Hükümet

Page 161: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

145

çalışma yaşamına dair birçok düzenlemeye gitmiş olsa da79

“ücretli işçi

mükellefiyetinin tanığı olan halk kesimleri ve işçi sınıfı[nın] CHP’den daha da

yabancılaşarak, 1945 sonrası dönemde CHP’ye karşı oluşan muhalefetin tabanını

teşkil” (Metinsoy, 2006:102) ettiği iddia edilmektedir.80

Savaş sonrası “sosyalist hareketin siyasetin dışına itildiği” dönemde (Boratav,

2008:94), işçi sınıfının sol-sosyalist bir siyasal hareketi oluşturması

beklenmemelidir, çünkü bu dönemde SSCB ile ilişkiler gerginleşmiş, komünizme

savaş açılmıştır. “19 Mart 1945’te Sovyet Büyükelçisi Molotov, Türkiye’nin

Moskova Büyükelçisi Selim Sarper’e bir nota vererek 7 Kasım 1945’te sona erecek

olan 17 Aralık 1945 tarihli Dostluk ve Saldırmazlık Anlaşması’nın

feshedilebileceğini bildirmiştir.” Notada, 1925 tarihli Anlaşma’nın “savaşın ortaya

çıkardığı yeni koşullara uygun olmadığını ve önemli oranda geliştirilmesi gerektiğini

ifade etmektedir” (Avaner, 2009:588-89). Notada, 16 Mart 1921 tarihli Moskova

Anlaşması ile belirlenen sınırlarda bazı düzeltmelerin yapılması ile Boğazların

Sovyetler Birliği ile Türkiye tarafından ortaklaşa savunulması ve bir mutabakata

varılması talep edilmiştir (Çelik, Haziran 1969’den akt. Çiner, 2009:589). Bu talepler

doğrultusunda, Sovyetler Birliği’nden askeri bir müdahale gelip gelmeyeceği

endişesi, Savaş sonrası döneme damgasını vurmuştur.

Soğuk Savaş dönemi etkisi ile de anti-komünizm dalgası topluma yayılmıştır.

Yurtiçinde, sol görüşlü dergi, gazete ve kitaplar yasaklanmakta, toplatılmaktadır.

Hatta, 5 Aralık 1945’de “kızıllar kahrolsun” yazılı pankartlarla Atatürk ve İnönü’nün

fotoğraflarını taşıyan 20 bin kadar üniversite öğrencisi Tan, Yeni Dünya Gazeteleri

ile Görüşler Dergisi’nin matbaalarını tahrip etmişlerdir (Cumhuriyet, 5 Aralık 1945).

Türkiye’de Savaş Sonrası koşulları için, işçinin maddi üretim sürecinde baskı

79 Metinsoy, işçilerin “örgütlü, ideolojik, kolektif ve açık direniş biçimlerinin görülmediği ya da

mümkün olmadığı zaman ve mekânlarda, alt-sınıfların gündelik yaşamda, alttan alta sürdürdükleri

ve siyasi iktidarı dolaylı biçimlerde etkileyen mücadele ve direniş” pratiklerinin, “savaş sonrasında

sosyal politika alanındaki çeşitli yasal ve kurumsal düzenlemelerin yapılmasında, sosyal politikanın

kurumsallaşmasında” önemli rol oynadığını iddia ettiği çalışması döneme dair değerli bir kaynaktır

(Metinsoy, 2006:101, 69).

80 Boratav da, CHP’nin Şükrü Saraçoğlu’nun savaş vurgunculuğunu devam ettiren politikaları

nedeniyle CHP’nin emekçi yığınlarından koptuğunu belirtmektedir (Boratav, 2008:91).

Page 162: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

146

altına alınması ile sosyalizmin siyasetten soyutlanmasının ve tüccar ile toprak

ağalarının üretim ilişkilerinde kazandığı egemenliğin siyasal arenadaki yükselişle

elele gittiğini söylemek yanlış olmaz.

C. TÜRKİYE’NİN DÜNYAYLA BÜTÜNLEŞMESİ: NİYET VE

GERÇEKLERE DAİR

Hobsbawn’a göre, “kapitalist ülkelerin savaş sonrası büyük ekonomik başarı

öyküleri, nadir istisnalar (Hong Kong) dışında, hükümetlerin desteklediği,

denetlediği, yönlendirdiği, bazen planladığı ve yönettiği sanayileşmenin öyküleridir”

(Hobsbawn, Ocak 2011:361). Gerçekten, II. Dünya Savaşı’ndan zaferle çıkan

SSCB’nin askeri ve ekonomik gücü ile birçok ülkede (İngiltere, Fransa, vb.) sosyalist

/ komünist siyasal partilerin iktidara gelmesi, yeni dünya düzeninin liberal

olmayacağına dair bir işaret olarak görülmekte, devletçiliğe vurgu yapmaktadır.

Türkiye’de de hemen Savaş sonrasında karma ekonominin sahiplenileceğine dair

öngörüler Hükümete yakın çevrelerde baskındır.81

Oysa iki yıllık süre içerisinde

liberalizmin benimsenmesi ve yakın gelecekte liberal bir ekonomiye geçileceği önce

uluslararası anlaşma ve girişimlerle kayıt altına alınmış, ardından yurtiçinde

uygulamaya geçirilmiştir. Söz konusu iki gelecek kurgusu, iki alternatif planda

somutlaştırılmış ve planlar üzerinden çatışmalı olarak ilerleyen süreçte liberal

gelecek kazanmıştır. Liberal geleceğin toplumsal üretim ilişkileri içerisindeki zaferi

ve içeriği söz konusu iki yıllık çatışma içerisinde oluşturulmuştur.

1. Demokrasi Yolunda Planlama Gündemi: Savaş Sonrası Sanayi Planı ve

Programı’ndan (İvedili Sanayi Planı) Türkiye İktisadi Kalkınma

Planı’na (Vaner Planı)

Kuruluş döneminin ekonomi politikaları ile devam edileceğine dair inancın Savaş

sonrasında aldığı tavır, devletçiliğin yeniden yapılandırılması ile sınırlıdır. Necmettin

81 Nadir Nadi, Cumhuriyet’te yazdığı başyazılarında devletçiliğin öneminden bahsetmektedir. Örneğin

3 Eylül 1945’de “Her Millet Devletçi Olacak” başlıklı bir makale yazmış, 11 Eylül 1945 tarihli

başyazısında da liberalizmin artık yaşamayacağını belirtmiştir.

Page 163: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

147

Sadak “Devletçilik Siyasetimizin Gayeleri ve Hududu Üzerinde Durmak Gerekir”

başlıklı yazısında devletçiliğin “dünyanın gidişine uydurulması gerekliliği” üzerinde

durmaktadır (Akşam, 16 Aralık 1945’den akt. Avaner 2009:595, dip.35).

Devletçi-korumacı alışkanlıkların izlerine sahip (Boratav, 2008:97) 1944 yılında,

Saraçoğlu Hükümeti “Harp Sonrası Kalkınma Plan ve Programı”nın hazırlanmasına

karar vermiştir. Çalışmalar İktisat Vekaleti’nde yoğunlaşmışsa da Bakanlıklararası

bir Komisyon eliyle yürütülmüştür. Komisyon’da, Maliye Vekili Nurullah Esat

Sümer, İktisat Vekili Fuat Sirmen, Ticaret Vekili Celâl Siren ve Ziraat Vekili Şevket

Raşit Hatipoğlu bulunmaktadır. Bu komisyonun başkanlığını ise İktisat Vekaleti

Müsteşarı Nihat Odabaşıoğlu yapmakta; Komisyon çalışmalarının sekretaryasını ise

İktisat Vekaleti Sanayi Tetkik Heyeti Reisi Şevket Süreyya Aydemir yürütmektedir

(Aydemir, 2000’den akt. Çiftçioğlu, 2008:150).

“Bir sene kadar süren kesif bir çalışmadan sonra Komisyon, 7 Mayıs 1945

tarihinde – yani Savaşın fiilen bittiği 5 Mayıs 1945 tarihinden iki gün sonra- bu

planın özeti niteliğindeki öz raporu hükûmete verebilecek hale gelmişti[r]” (Tekeli

ve İlkin, 2009d, 1).

İvedili Sanayi Planı olarak anılan “Savaş Sonrası Sanayi Planı ve Programı” dört

bölümden oluşmaktadır (Tekeli ve İlkin, 2009d:2):

I. “Türk Sanayiinin Harp Zamanından Sulh Zamanına İntikal ve Sulh

Zamanının Muhtemel Şartlarına İntibak Devresinde Korunması ve Gelişmesi

ile ilgili Genel Problemler Hakkında Rapor

II. Bu raporun teknik kısımlarının hülâsası ile jeopolitik mahiyetteki umumî

görüşleri ihtiva eden “öz rapor”

III. Ele alınan konuların önemli bir bölümünü teşkil eden Sümerbank ve

Etibank’a ait projeler ve ön projeler

IV. Uygulamayı temin maksadıyla, planlama ile ilgili kuruluşlar arasında

imzalanan protokoller.”

İvedili Sanayi Planı’nın amacı (Öz Rapor’dan akt. Tekeli ve İlkin, 2009d:2),

Bu haddizatında çetin (milletlerarası) durum içinde, bir taraftan demokrasi âleminin

bir zaafı olan müstemleke ve yarı müstemleke şeriatı içine düşmemek, diğer taraftan

da “milli” tekâmülümüzün seyrini arızaya uğratacak her türlü tazyik ve tesirlerden

Page 164: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

148

korunmak ve bunun için istihsalde hem sanayi, hem ziraati geliştireceği ve ulaştırma

işlerini genişleterek memleketi süratli bir “kül” haline koyacak çareler bulmak...”tır.

Plan’ın hedefleri, 1930’lu yıllarda uluslararası uzmanlaşmaya dayalı üretim

ilişkilerine kafa tutan planlama yaklaşımının hedefleri ile benzerlikler taşımaktadır.

Planın temel amacı, 1923’den bu yana devam eden sanayileşmenin daha geniş

gereksinimlere yanıt verecek düzeye yükseltilmesidir (Thornburg, vd., 1949).82

Söz konusu hedefler kamuoyu ile paylaşılmadan, hedefler doğrultusunda harekete

geçilmiştir. Sanayi yatırımları, Sümerbank ve Etibank’ın öncülüğünde

gerçekleştirilecektir. Diğer bir deyişle, sanayileşmede devletin öncülüğü kabul

edilmektedir. Bu tercihin nedeni şöyle açıklanmaktadır (Öz Rapor’dan akt. Tekeli ve

İlkin, 2009d:4):

“Sanayileşme ‘memlekette yeni bir içtimaî tabaka yaratır ve bu tabakanın hayat

kaygıları ve şartları, kendi haricinde kalan kitlelere nazaran hususiyet arz ve içtimaî

alâka talep eder, hâlen büyük işçi kalabalığının bulunduğu muhitlerin içtimaî tetkiki

bu hususta çok şayan-ı dikkat misaller verir. Hususi sermaye, devlet kanunlarının

hesapsız kayıt ve şartları olsa dahi kâr gayesinin dışında ve binaenaleyh kendisi için

gayri kabili idrak olan bu meselelere daima bigâne, hatta menfi kalır. Binaenaleyh

artık sanayi ve maden meselelerinin bir de “işçi siyaseti” ve içtimaî bir mesele olarak

kabul etmek ve onu aslî kitlesi ile devletin müdahale ve tanzim çerçevesinde

bulundurmak lazımdır.”

Sözü edilen çalışma yaşamına dair düzenlenme gereksinimi, Refah Devleti

uygulamalarının yaygınlık kazandığı bu dönemde İngiltere (Beveridge Planı) başta

olmak üzere Avrupa’da öne çıkmaktadır. Çalışma Bakanı Dr. Sadi Irmak, önce

Kanun’un tamamen milli bir gereksinimden doğduğunu söylemekte, ardından ise

Beveridge Planı’nı anmaktadır:

“Bilirsiniz ki başka yerlerde bu sosyal dayanışma hızlı bir gelişme halindedir. Bunu

memnuniyetle ifade edeceğim ki, en ileri adımı, müttefikimiz İngiltere, Beveriç

plânında tahakkuk ettirmiş bulunuyorlar. Çalışan işçilerin durumu da

82 Söz konusu plan metnine ulaşılamamakla birlikte, plan içeriğine dair bilgiler için iki kaynaktan

yararlanılmıştır. Plan metni verilmemekle birlikte, Tekeli ve İlkin içeriğe dair alıntılar yapılmış

(Tekeli ve İlkin, 2009d); Thornburg ise kendisine 1946 yılında verilen plan özetini kitap ekine

eklemiştir (Thornburg, vd., 1949).

Page 165: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

149

arkadaşlarımızın tebarüz ettirdiği şekilde gayet tabiî olarak sosyal yardım dâvalarına

temas edecektir.” (Çalışma Bakanı Dr. Sadi Irmak, TBMM 22.06.1945, ZC D.7 C.18

B.77 O.1 s.359).

Türkiye’de bu doğrultuda atılan ilk önemli adım “Çalışma Bakanlığı’nın Kuruluş

ve Görevleri Hakkında Kanun” (RG: 27.06.1945/6042) ile “iş hayatiyle ilgili

hususları düzenleme, yürütme ve denetleme ile görevli” (4763/ md.1) Çalışma

Bakanlığı’nın kurulmasıdır. Cumhuriyet Gazetesi’nin 9 Mart 1945 tarihli haberine

göre, Çalışma Bakanlığı “Sanayi Planı” hazırlıklarının bir parçası olarak kurulmuştur

(Avaner, 2009:620).

Ağrı mebusu H. Tugaç’ın aktardığına göre, “gerekçeden ve tasarıdan

anla[şılmaktadır] ki, bu Bakanlık işçi ile işveren arasında münâsebetleri düzenlemek

ve genel olarak bütün çalışan unsurların daha verimli ve daha refahlı bir seviyede

çalışmalariyle ilgili bir yetki ve sorumluluk kurulmaktadır” (vurgular bana ait,

22.06.1945, TBMM ZC D.7 C.18 B.77 O.1, s.357). Kanun Gerekçesi’nde (TBMM

Sıra Sayı No: 445) “[y]urdumuzda Endüstrinin ve tarımın gelişmesine ve yarınki

gelişme şartlarına uygun olarak iş hayatının düzenlenmesi ihtiyacı gittikçe daha

büyük önem kazanmakta, işçilerin gerek yaşama şartlarının, gerek çalışma ve iş

başarma güçlerinin iyileştirilmesi ve rasyonelleştirilmesi bakımından geniş ölçüde

tedbirler alınması”nın gerekliliği görülmektedir.

Çalışma Bakanlığı “İş Kanununun hükmü altında bulunan müesseselerde

çalışanların durumiyle ilgilenmektedir. Şimdi bu Kanunun şümulüne giren 300 000

vatandaş vardır. Yalnız, Türkiye’de çalışan insan sayısı 300 000 değildir. Bu

kanunun şümulüne sosyal ve ekonomik sebeplerle girmeyen vatandaşlar vardır ki,

bunların sayısını da milyondan az telâkki etmemek lâzım gelir.” (Çalışma Bakanı Dr.

Sadi Irmak, TBMM 22.06.1945, ZC D.7 C.18 B.77 O.1 s.358).

1945 ve 1946 yıllarında işçi-işveren ilişkileri ile işçilerin yaşam koşullarına dair

birçok düzenleme yapılmıştır. 9 Temmuz 1945’de 4792 sayılı Kanun ile İşçi

Sigortaları Kurumu kurulmuş, 27 Haziran 1945’de 4772 sayılı Kanunla İş Kazaları

ve Meslek Hastalıkları ve Analık Sigortası kabul edilmiş, 21 Ocak 1946’da İş ve İşçi

Bulma Kurumu kurulmuş, 5 Haziran 1946 tarihli Cemiyetler Kanunu ve 20 Şubat

1947 tarihli 5018 sayılı İşçi ve İşveren Sendikaları ve Sendika Birlikleri Kanunu

kabul edilmiştir (Metinsoy, 2006).

Page 166: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

150

Plan’da sanayileşme temel hedefi doğrultusunda tarımsal gelişme sanayiye bağlı

olarak ele alınmaktadır. Tarımsal nüfusun sanayiye kayması beklenmekte ve tarımda

verimliliğin sulama, makineleşme, hastalıkların kontrolü, vb. mekanizmalarla

artırılması amaçlanmaktadır (Thornburg, vd., 1949:304). Tarımda verimliliğin

artırılması için Plan süreci devam ederken Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu (ÇTK)

ile atılan adımın, Plan hedeflerini desteklediği düşünülmektedir.

1945 yılı Ocak ayında Dönem Hükümeti’nin (Şükrü Saraçoğlu) Savaş sonrasına

dair hazırladığı “Çiftçiye Toprak Dağıtılması ve Çiftçi Ocakları Kurulması Hakkında

Kanun” (ÇTK) (4753/ RG:15.06.1945-6032), Plan hazırlıkları devam ederken Meclis

gündemine gelmiştir. “Cumhuriyetin ilk yıllarında meclisteki büyük toprak

sahiplerinin şiddetli muhalefeti karşısında gündeme dahi getirilmeden rafa

kaldırıla[n]” toprak reformu (Önal, 2010:53), İkinci Dünya Savaşı sonrasında bir kez

daha gündeme taşınmaktadır.83

Türkiye’nin Savaş sonrasındaki, ekonomik–toplumsal yapısına dair Ankara

mebusu Hıfzı Oğuz Bekata’nın 17 Mayıs 1945 tarihli oturumda ÇTK’yı inceleyen

Geçici Komisyon Raporu’ndan aktardığına göre, “Türkiye’de 5000 dönümden fazla

olan büyük toprak mülklerinin sayısı 418’dir, orta toprak mülklerinin sayısı da

5764’dür. Bunları toplarsak 6182 yapar. Bu 6182 orta ve büyük toprak mülküne

sahip olan kimselerin ellerinde 23.600.000 dönüm toprak vardır. Memleket

nüfusunun %80’inin çiftçilikle uğraştığını biliyoruz. Şu halde kendisine yeter toprağa

sahip olanların dışında hayatını bu toprağa bağlamış milyonlarca çiftçi vatandaş,

araziye sahip olanların yarıcısı, ortakçısı, ırgadı, hizmetkârı olarak boğazı tokluğuna

hayat sür[mektedir]” (TBMM ZC C. 17 B.56 O.1 s.124).

11 Haziran 1945’de kabul edilen 4753 sayılı ÇTK, mülkiyet rejiminin

değiştirilmesi gibi bir amaç gütmemekte, aksine Şevket Reşit Hatipoğlu tarafından

hazırlanan ılımlı bir tasarı ile Meclis gündemine taşınmaktadır. Buna karşın, Meclis

Komisyonu’ndaki tartışmalar büyümüş, “bilhassa [Komisyon Başkanı] Adnan

83 Bilsay Kuruç, Toprak Reformu adı ile değil ama farklı düzenlemelerle, Cumhuriyetin kuruluşundan

itibaren toprak mülkiyeti ile ilgili düzenlemelerin yapıldığını belirtmektedir: Kuruç, tarihsiz. Ayrıca,

Tekin Avaner, bu dönemde iki dış kaynaklı raporun tercüme edildiğini belirtmektedir: Olindo Gorni

(1944), Toprak Islahatı, Ankara:Başvekâlet Devlet Matbaası; M. Murdoch Tcherkinsky (1945)

(orj.1939), Avrupa’da Arazi Rejimi, Çev. Faik Üstün, Ankara: İçişleri Bakanlığı.

Page 167: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

151

Menderes son bir gayretle, ameleye toprak vermemek ve verdirmemek için elden

[gelen] gayreti sarfet[miştir]” (Saraçoğlu, 1945’den akt. Eroğul, 2003:27). Sonuç

olarak, ÇTK birçok maddesi değiştirilerek kabul edilmiştir.

Bu değişiklikler sonrasında Kanun’un amacından saptırıldığına inanan CHP’li

milletvekili Alâattin Tiritoğlu’nun görüşlerinin Dönem Cumhurbaşkanı İsmet İnönü

tarafından sahiplenilmesi ile Kanun Tasarısı’na sonradan 17. madde eklenmiştir.

Avcıoğlu’nun aktardığına göre, Tiritoğlu’nun hazırladığı ilk haliyle madde daha

devrimcidir (Avcıoğlu, 2001a:494):

“Bu kanun neşri tarihinde, Türkiye Cumhuriyeti hudutları dahilinde, herhangi bir

tarım toprağını fillen işleyen ortakçı, yarıcı ve tarım işçisi otomatik olarak işlediği

toprağa sâhip olur. Mahalli tapu idareleri, bunlara derhal tapu vermekle mükelleftir.

Mülk sâhipleri, bu kanunla istimlâk edilmiş bulunan mallarının bedelini devletten

alır.”

Oysa düzenleme Meclis’den yumuşatılarak çıkmıştır:

“Topraksız veya az topraklı olan ortakçılar, kiracılar veya tarım işçileri tarafından

işlenmekte bulunan arazi, o bölgede 39 uncu madde gereğince dağıtmaya esas tutulan

miktarın kendi seçtiği yerde üç katı sahibine bırakılmak şartıyla yukarda yazılı çiftçi

ve işçilere dağıtılmak üzere kamulaştırılabilir. Sahibine bırakılacak olan arazi 50

dönümden aşağı olamaz. Bu madde hükmünün uygulanmasında 15 ve 16 nci

maddelerin hükümleri işlemez. Geçici mevsim işçileri hakkında bu hüküm

uygulanmaz, işçinin geçici mevsim işçisi olup olmadığını Tarım Bakanlığı belli

eder.”

Bir önceki bölümde ele alındığı gibi, ÇTK görüşmeleri Türk Siyasal Hayatı’nda

çok partili döneme geçişin ilk adımıdır. ÇTK görüşmelerinde ortaya çıkan muhalefet,

1945 yılı içerisinde derinleşerek, siyasal bir örgüte, Demokrat Parti’ye varlık

kazandıracaktır.

İvedili Sanayi Planı ile ilgili aktarılması gereken önemli noktalardan bir tanesi de

planın finansmanı yöntemidir. Öz Rapor’da özel sektörün “sermaye biriktirmesi,

kredi bulması, çağdaş teknikleri kullanması, küçük ve orta ölçekli işletmeler şeklinde

örgütlenme yoluna gitmesi öneril[mektedir]” (Tezel, 1994’den akt. Çiftçioğlu,

2008:152-153). Eğer, sanayileşmenin finansmanında dış kaynaklara dayanılacaksa,

Page 168: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

152

“bunun özel sermaye yolu ile değil, fakat devlet tarafından alınacak krediler şeklinde

olması üzerinde önemle durulmaktadır” (Tekeli ve İlkin, 2009d:4).

İvedili Sanayi Planı henüz kamuoyu ile paylaşılmamış, plan doğrultusunda hayata

geçirildiğine dair işaretlerin bulunduğu bu düzenleme ve girişimler devam

etmekteyken, 28 Eylül’de çıkan habere göre “Yeni Endüstri Programı”, Ekim ayında

Ankara’da yapılacak bir Kongrede özel sektör ile paylaşılacaktır. Kongrenin

gündemi, özel sektör ile devlet tarafından kurulacak sanayi sahalarını kesin olarak

tespit etmek, ham ve yarı mamul maddelerle ilgili sorunları karara bağlamak, işçi

ücretlerini mümkün olduğu kadar sabit bir şekle sokmak (barem tayin edilebilir mi),

sanayi kar hadlerini belirlemek ve vergileri sanayinin gelişmesine zarar vermeyecek

şekle sokmaktır (Cumhuriyet, 28 Eylül 1945).

Kasım 1945’de Ticaret Odaları ile Hükümet arasındaki görüşmelerin yoğunlaştığı

görülmektedir. İstanbul, Ankara ve İzmir Ticaret Odaları84

ile görüşen Ticaret

Bakanı’na özel sektörün talepleri iletilmektedir. Talepler, olağanüstü koşullara özgü

kurulan devletin ticari etkinliklerinin azaltılması (Cumhuriyet, 13 Kasım 1945) ve

“olağanüstü hâdiseler dolayısıyla aldığı tedbirlerle hususi teşebbüs sahasını

devletçilik lehine” daraltan devletin “ferdi teşebbüs ve şahsi sermayelere iş

hayatımızda geniş yer ayrılması”nın sağlanması ile barış dönemine geçiş noktasında

toplanmaktadır (Cumhuriyet, 9 Kasım 1945). Bu doğrultuda, Ticaret Ofisi, Petrol

Ofisi, İthalat ve İhracat Birlikleri’nin lağvedilmesi, devlet bütçesinde masrafların

asgariye indirilmesi (Cumhuriyet, 10 Kasım 1945) istenmektedir. Ayrıca, özel sektör

karar mekanizmasında bulunması gerektiğini düşünmektedir. Buna göre, devlet ile

özel sektör temsilcilerinden oluşan bir Komisyon teşkil edilmesini ve ilgili

kanunların bu Komisyon’da hazırlanmasını istemektedir (Cumhuriyet, 13 Kasım

1945). İzmir Ticaret Odası Başkanı da “Ticaret Bakanlığı rapor ve kararlarımızı çöpe

atacaksa hiç beyhude konuşmayalım” diyerek baştan uyarıda bulunmaktadır.

Aralık ayında Ticaret Bakanlığı ile Odalar arasında bir mutabakata varıldığı

anlaşılmaktadır. Buna göre, takas usulü ve 510 sayılı Kararname kaldırılacak, ithalat

ve ihracat birlikleri devam edecek, Odalar Kanunu değişecek, dış kredi temin

84 1.11.1943 tarih ve 4355 sayılı Odalar Kanunu ile getirilen yükümlülüklere yalnızca Ankara,

İstanbul ve İzmir Ticaret ve Sanayi Odaları kısa sürede intibak edebilmiştir. Bu nedenle, sınıfsal

temsil açısından egemen bir konumda bulunmaktadır.

Page 169: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

153

edilmesi, devlet giderlerinin azaltılması, devletin yapamayacağı işlerin özele devri,

vb. konular üzerinden anlaşılmıştır (Cumhuriyet, 8-9 Aralık 1945). İvedili Sanayi

Planı’nda öngörülen devlet öncülüğünde sanayileşmeye karşı bir tavrın baskın

çıkmakta olduğu bu dönemde görülmektedir.

Sorunların temelinde yattığı belirtilen ve kaldırılması istenen 510 sayılı

Kararname (RG: 15.03.1945/5655) ticarette vurgunculuğu önlemek üzere tüccarları

beş gruba ayırmış (ithalatçı, ihracatçı, toptancı, perakendeci, imalatçı) ve bu

grupların birbirleri ile ticari ilişkilerini yasaklamıştır. Aralık 1945’de mutabakata

vardığı düşünülen konuda, Hükümet Nisan 1946’da harekete geçmiş; 510 sayılı

Kararname’yi kaldırmamış ancak değiştirmiştir. Özel sektör kaldırılmasını beklediği

kararnamenin memnuniyet verici bir şekle sokulmadığını görünce “sukutu hayal”e

uğramıştır (Cumhuriyet, 6 Nisan 1946).

Özel sektör aynı dönemde, 1946 yılı yazına doğru piyasalara hakim olan

durgunluk (Cumhuriyet, 5 Mayıs 1946) nedeniyle de karamsardır. Fabrikalar işçi

çıkartmakta; Ege’de üzümcülük ve pamukçuluk ölmekte; Ziraat Bankası ve

Kooperatifler, borcunu ödeyemeyen köylülerin bağlarını satmaktadır (Cumhuriyet, 5

Mayıs 1946). Tüccar ve sanayicinin “sukutu hayal”ine piyasadaki şartlar da

eklenince, özel sektör–Hükümet arasındaki ilişkiler 1946 yılının ortalarında zora

girmiş görünmektedir. Bu noktaya gelinmesinde en önemli etken, kalkınma için

gerekli görülen ve 1945 yılında temasa geçilen dış borç ya da yardımın bu döneme

kadar sağlanamamış olmasıdır.

Türkiye, ilk borç talebini 1945 yılı başında Amerika’ya iletmiştir. Amerika’dan

alınacak yardım hakkında, 25 Haziran 1945’de Meclis’de kabul edilen Anlaşma

umut vericidir. ABD’den Savaş süresince “Ödünç Verme ve Kiralama Kanunu” (İare

ve İcar Kanunu) çerçevesinde alınan borçlardan 100 milyon doların geri verilmemesi

ve yeni borçlanmaya gidilebilmesi üzerine anlaşmaya varılmıştır (Cumhuriyet, 8

Mayıs 1946).

2 Mart 1941’de ABD Kongresi’nde kabul edilen Ödünç Verme ve Kiralama

Kanunu, ABD’nin kendi savunması için önemli gördüğü Devletlerin kendi ulusal

savunmalarına, sınır ve bağımsızlıklarını korumak üzere yardımda bulunulmasına

dair yetki vermektedir (Sözcü Yanık, TBMM 25.5.1946; ZC D.7 C.18 B.78).

Türkiye Savaş sırasında ABD’den bu çerçevede kredi almış, ancak bu krediler

Page 170: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

154

herhangi bir anlaşma ile düzenlenmemiştir. Bu doğrultuda, 23 Şubat 1945’de

Ankara’da ABD ile Anlaşma imzalanmıştır.

Söz konusu Anlaşma, İvedili Sanayi Planı’nın öngörmediği bir düzenlemeyi de

içermektedir. Anlaşma’nın 7. maddesi ile “Türkiye ve ABD uluslararası ticarette her

türlü farklı muamelenin kaldırılması, gümrük tarifelerinin indirilerek ticarete engel

olan diğer düzenlemelerin hafifletilmesi konularındaki görüş birli[ği]” belirtilmekte

ve “yakın bir gelecekte toplanacak olan ticaret konferansında tartışılacak olan bu

ilkelere aykırı düzenlemelerden kaçın[ılması]” beyan edilmektedir (Tuna, 2007;

TBMM ZC D.7 C.18 B.78 sonuna ekli TBMM Sıra Sayı: 131). Diğer bir deyişle,

Türkiye’de liberalizme yönelmek zorunluluğu baş gösteriyordu.

İvedili Sanayi Planı’nın tersine esen rüzgar yardım talebi üzerine süren

müzakerelerde yoğunlaşmıştır. 1945 yılı sonunda ABD’den Türkiye’ye ziyaretler

sıklaşmaktadır. Ekim 1945’de, Amerikan Heyeti Türkiye’yi ziyaret etmektedir.

Bretton Woods’un kararlarının uygulanıp uygulanmadığı ve ülkelerin bu konuya dair

görüşlerini almak üzere Ortadoğu’yu gezen Amerikan Heyeti, 1945 Ekim ayı başında

Türkiye’ye gelmiştir. Mrs. Bolton, “Türkiye Bretton Woods anlaşmasına girdiği

takdirde kendisine daha büyük mali yardımlar temin edilebilir” şeklinde teşvik

etmektedir. Dikkat çekici olan Karl Mundt’un demecidir (Cumhuriyet, 2 Ekim

1945):

“Nefis tütününüz, üzüm ve incirleriniz gibi bizde çok yayılmış, alışılmış

mahsulleriniz vardır. Kromlarınızı da alıyoruz. Zannedersem siz de bizim

otomobillerden hoşlanıyorsunuz. Zira birçok şeylerde zevklerimiz uymaktadır.

İşinize yarayacak kamyonlarımız var. Tayyare ile gelirken birçok çiftlikler gördüm.

Her halde traktöre de ihtiyacınız vardır. Velhasıl Türkiye ile Amerikan ekonomisinin

birbirini tamamlayıcı tarafları çoktur.”

Amerika, Türkiye’ye yardım için güleryüz göstermekte ve hemen ardından ithalat

ve ihracata dair stratejiyi belirlemektedir: Türkiye hammadde ihraç edecek;

otomobil, traktör ithal edecektir. Diğer bir deyişle, Türkiye’nin sanayileşmesi değil,

tarımsal gelişmesi desteklenebilecektir.

Oysa, Nisan 1946’da çıkan haberlere göre, “Türkiye, sanayi inkişaf programını

başarmak üzere Amerikadan 500 milyon dolara yakın bir istikraz istemiştir”

Page 171: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

155

(Cumhuriyet, 13 Nisan 1946). İthalat ve İhracat Bankası ise “önce ödünç ve kira

yoluyla Türkiyeye verilmiş olan 100 bin dolarlık malzeme bedelinin ödenmesini arzu

etmektedir” (Cumhuriyet, 14 Nisan 1946). Hemen hemen bu tarihlerde Amerikan

Başkanı Truman’ın beyanatı, krediye ilke olarak onay verir niteliktedir (Cumhuriyet,

6 Nisan 1946):

“[Yakın ve Orta Doğu’da] sulhu korumak ve kuvvetlendirmek istiyorsak, buranın

yalnız muhtariyet ve istiklâlini temin etmekle iktifa edemeyiz. Yakın ve Ortadoğu

milletleri, kaynaklarını birleştirmek ve hayat seviyelerini birleştirmek istiyorlar.

Amerika Birleşik Devletleri, bu arzuların yerine getirilmesi için elinden geleni

yapacaktır.”

Gerçekten, Ortaşark A.Ş. Müdürü Hoover, müzakerede bulunmak üzere Nisan

sonunda Türkiye’ye gelmiştir. Ortaşark A.Ş., Amerika’da kurulan 340 fabrikanın

ortak olduğu bir şirkettir ve Balkanlar’da Amerikanın ticari ilişkilerini düzenlemek

üzere kurulmaktadır. Amerika’dan gelen talep, Ortaşark A.Ş.’nin “Balkanlar

üzerinden bütün bu müesseselerin yapacağı işi[n]” Türkiye merkezli yürümesidir

(Cumhuriyet, 19 Nisan 1946).

Müzakereler sürecinde, ABD’den Türkiye’ye yalnızca 10 milyon dolarlık bir

kredi açıldığı haberi gelmiştir, hem de “Amerikadan temin edilecek kredinin mahalli

sarfı ve ticari, sınaî kalkınmamızda tam manasiyle faydalı olması işiyle meşgul

olacak bir büro kurulması da mukarrerdir (karara bağlanmıştır)” (Cumhuriyet, 17

Nisan 1946). Talep edilen 300 milyon dolarla karşılaştırıldığında, alınan 10 milyon

dolarlık yardım karamsarlığı pekiştirmiştir. Buna rağmen, bu tarihten itibaren, ABD

ile varolan dostluk havası bir işbirliği havasına bürünmektedir. Başbakan, “hürriyet,

adalet, istiklâl ve insanlık davalarında Amerikanın bulunduğu saflarda

bulunacağı[nı]” açıklamaktadır (Cumhuriyet, 9 Mayıs 1946).

Hükümet ile özel sektör arasında gerilen ilişkiler ve ABD’den beklenen yardımın

sağlanamadığı bu koşullarda, Hükümet İstanbul Sanayiciler Birliği’nden Plan üzerine

görüş bildirmelerini talep etmiştir. Mayıs 1946’da Abidin Daver, “Yeni Sanayi

Hamlemize Doğru” başlıklı yazısında yer verdiği İstanbul sanayicilerinden istenen

Rapor’da öne sürülen görüşleri aktarmaktadır. Buna göre, “yeni bir sanayileşme

plânlaşması lâzımdır”, yeni sanayi tesislerinin eksikleri saptanmalı ve döviz

ihtiyacını nasıl karşılanacağına dair politika üretilmelidir, tarım mahsulü ihracata

Page 172: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

156

mamul halde girmelidir ve “Devlet sanayi ve hususi teşebbüsleri birbirine müsavi

hale getirilmelidir. Devlet hangi sanayi sahasında teşebbüslerde kalacak, hangileri

hususi teşebbüse bırakacak? Devletin girmeyeceği hususî teşebbüs sahasını

bildirmesi” gereklidir (Cumhuriyet, 18 Mayıs 1946).

Görüldüğü gibi, ne sanayicilerin ne de tüccarların planlamaya karşı olmaları söz

konusu değildir. Sanayiciler ve tüccarlar için önemli olan devletçiliğin sınırlarının

saptanması ve hatta bir an önce tasfiyesidir. Sanayi Birliği Umumî Heyeti, devletle

ferdin kuracağı sanayilerin sınırlarının tespit edilmesi ve “uzun müddet sabit kalacak

ana bir plân ve programa bağlanması”nı talep etmektedir (Cumhuriyet, 1 Haziran

1946). Ne var ki, bu açıklamalar halihazırdaki planın benimsenmediği, aksine yeni

bir plan beklentisi içerisinde olunduğunu göstermektedir.

Mayıs ayının sonunda yüzyüze görüşen Başbakan, Bakanlar ile sanayiciler bir

dönüm noktasında olduklarını belirtmektedir: “bütün bu temas ve ziyaretlerden

aldığımız neticeler ve yapılan vaidler sanayi işlerimizde bir dönüm teşkil edecek

kadar ehemmiyeti haiz bulunmaktadır” (Cumhuriyet, 28 Mayıs 1946). Görüşmelerde,

devlet ve özel sektörün etkinlik alanları belirlenmesi, vergi muafiyetleri, kredi

olanaklarının artırılması gibi konular ele alınmıştır (Cumhuriyet, 28 Mayıs 1946).

Sanayicilerin istekleri, Hükümet nezdinde karşılık bulmuştur. Ankara’da

milletvekilleri, Başbakanlık ile Ekonomi, Ticaret, Tarım, Dış İşleri, Maliye, Çalışma,

Ulaştırma Bakanlıkları müsteşar ve ilgili genel müdürleri, ithalat ve ihracat ileri

gelen tacirleriyle sanayicileri, iktisat profesörleri ve uzmanları biraraya getirecek bir

Heyet’in kurulmasına karar verilmiştir (Cumhuriyet, 2 Haziran 1946). “Bu heyetin

Ankara’da yapılacak olan toplantılarda bugünün icap ve ihtiyaçlarına göre devletin

bir iktisadî plân tasarısı hazırlanacaktır. Bilhassa anayasamızda ve CHP programında

yer alan iktisadî devletçiliğin hudud ve şumulun de kesin olarak çizil[mesine]”

çalışacağı belirtilmektedir (Cumhuriyet, 2 Haziran 1946). Çünkü, memlekette

sermaye birikimi vardır ama köklü servetlere intikal edeni yoktur, “bunun bilhassa

iktisadî plânsızlığın doğurduğu bir netice olduğu kabul edilmektedir” (Cumhuriyet, 2

Haziran 1946).

Yeni plan hazırlıklarından bahsedilirken, mevcut planın projelerinin uygulamaya

geçirilmesi yolunda, Sümerbank ve Etibank’ın harekete geçtiği, destek bulmak üzere

Page 173: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

157

Avrupa’ya gittiği görülmektedir (Cumhuriyet, 9 Ağustos 1946). Hatta, “beş yıllık

müstacel sanayi ve mâadin plânı” adı ile kabul edilen bölümü kapsamında İzmir’de

basma fabrikası, Ankara’da makine fabrikası kurulacak, Karabük demir-çelik

fabrikası bir misli büyütülecek, ayrıca bir soda fabrikası ve Kütahya’da azot fabrikası

yapılacaktır (Cumhuriyet, 9, 27 Temmuz 1946).

Dahası, planın finansmanı için 3 Haziran 1946 tarihinde 4938 sayılı Kanunla,

hükûmete üç seferde 150 milyon TL kadar iç istikraz (iç borçlanma) yapabilme

yetkisi tanınmıştır (Tekeli ve İlkin, 2009d:4). Kanun Gerekçesi’nde belirtildiği gibi,

kalkınma giderlerine harcanmak, özellikle sanayileşmek ve yeraltı ve yerüstü

madenleri işletmek üzere iç borçlanma yetkisi Hükümete verilmektedir. Söz konusu

Kanun Tasarısı’nı inceleyen Ekonomi Komisyonu, Raporu’nda, devletin bayındırlık

etkinliklerinin bütçenin genişlemesine bağlı olarak karşılanması gerektiğini

düşünmektedir. Fakat,

“...yurtta gelişme imkânları mevcut olan sınai teşebbüslerin genişlemesine, yerüstü

ve yeraltı istihsal kabiliyetimizin yükseltilmesine yarıyacak bütün teşebbüslerin

alınmasını yalnız bütçe genişlemesine bağlı tutmanın da, milletimizi muhtaç olduğu

ilerleme hamlelerinden mahrum kılabileceği mülâhazasına aynı önemle yer vermek

zarureti vardır. Böyle olunca külfetli olduğu muhakkak bulunan istikraz yoluna

gidilmesi, nimeti galip, tereddüde, hele tevakkufa mutlaka tercihi lâzım bir harekettir.

Şu kadar ki; geniş verimleri uzun yıllara bağlı, faydaları çok yıllara sâri teşebbüslerin

yükünü, ferahlık ve menfaat dağılışiyle mütenasip hale getirmek üzere iç istikrazların

yaratabildiği kudrete dış kredi imkânlarını katmanın önemini takdir eden bir

anlayışın aydınlattığı yolda alınacak mesafe, hedefimize erişme müddetini

kısaltmağa yarayacak bir başarı unsuru olarak daima göz önünde tutulmak değerini

muhafaza etmelidir. Gerekçede yazılı olandan ve Maliye Bakanımızın

komisyonumuzdaki açıklamalarından bu cihetin derpiş edilmekte olduğu kanaatini

edinen komisyonumuz tasariyle istenen yetkinin verilmesini esas itibariyle kabul

etmiştir.” (vurgular bana ait, TBMM, Sıra Sayı:166).

Komisyon, sanayileşmede iç krediler yanında dış kredilerin kullanılarak yükün de

sağlanacak çıkarlar gibi gelecek nesillere paylaştırılmasının gerekli olduğuna

inanmaktadır. Bu gerekçenin ötesinde, 1946’da Savaşın bitiminde, Türkiye’nin 100

milyon dolara yakın dış ticaret fazlası ve 250 milyon döviz rezervi bulunmasına

rağmen, dış kredi olanakları için kapıları aşındırmasının (Boratav, 2008, 99) nedeni

Page 174: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

158

“altın ve döviz rezervlerini Sovyetler Birliği ile yaşanan gerginlik ve savaş ihtimali

göz önüne alarak kullanmak” istememesidir (Y.S.Tezel’den akt. Çiftçioğlu,

2008:132).

Dış yardımın gerekliliğine dair Türkiye’de incelemelerde bulunmak üzere birçok

heyet ve uzman yurtta bulunmaktadır. Yirminci Yüzyıl Vakfı’nın ABD’nin

Türkiye’ye yardım ve yatırım olanaklarına dair rapor hazırlamak üzere 1946-1947

yıllarını Türkiye’de geçiren Thornburg’un Raporu gelecek ekonomi politikalarını

haber verir niteliktedir. Thornburg, Raporu’nu 1949 yılında yayınlamış olsa da 1947

ve 1948’de Hükümet yetkilileri ile temas içerisinde bulunduğu ve ekonomi

politikalarına dair önerileri paylaştığı anlaşılmaktadır. Örneğin, 8 Temmuz 1947’de

İzmir’de yaptığı açıklamada Türkiye özel sektöre önem vermezse Amerikan özel

teşebbüsünün Türkiye’ye gelmeyeceğini belirtmektedir (Cumhuriyet, 8 Temmuz

1947’den akt. Övgün, 2009:853). ABD’nin Türkiye’nin kalkınmasına vereceği

desteğin Türkiye’ye gelmesi için ilk yapılması gereken “ekonomik amaçların ve

kalkınmada devletin rolünün yeniden tanımlanması”dır (Thornburg, vd., 1949:205).

Bu yeniden yapılandırmada “hakların hükümete değil, insanlara ait olduğu” temel

ilke olmalıdır. “Bireyler ya da özel teşebbüslerin hakları devlet görevlilerinin keyfi,

kaprisli ve ayrımcı eylemlerinden zarar görmesinden korkmamalıdır” (Thornburg,

vd., 1949:205).

Devlet, özelin yapamayacağı alanlarda, örneğin eğitim, sağlık, posta, polis,

itfaiye, bayındırlık gibi alanlarda etkinlik göstermelidir. Bu alanların dışında sadece

yatırımlar için hazırlayıcı olmalı, insanların kapasiteleri gelişince çekilmeli ve yerini

bireylere devretmeli ve başka alanlara geçmelidir. En önemlisi “devlet ne olursa

olsun ekonomik artığı devlet-güdümlü <<beş yıllık planların>> aşırı iddialı

programlarına kullanmaktan vazgeçme[diği]” sürece teşebbüsler başlangıç

yapamayacaklardır (Thornburg, vd., 1949:207). Thornburg, İvedili Sanayi Planı’nın

eleştirisi üzerine yeni bir kalkınma modeli önermektedir. Bu modelde, devlet

“zamansız büyük-ölçekli sanayileşme programını” uygulamak yerine temel

gereksinimleri üretmeye odaklanmalıdır (Thornburg, vd., 1949:254).

Thornburg’un önerileri doğrultusunda ortaya çıkan kalkınma modeli, takip eden

dönemde benimsenerek, uygulamaya girecektir. Yeni yönelim, 21 Temmuz’da

Page 175: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

159

yapılan Genel Seçim sonrası iktidara gelen Recep Peker Hükümeti ile hayata

geçirilecektir.85

1946 yılında yapılan ilk çok partili Genel Seçimler sonrasında TBMM, 395 CHP

milletvekili, 66 DP milletvekili ve 4 bağımsız milletvekilinden oluşmuştur. Seçim

tarihinin dört ay öne çekilerek Muhalefet Partisi’ni yerelde örgütlenme imkanından

mahrum bırakma ve seçim sürecindeki birtakım engellemeler, CHP’nin, DP’nin

seçimdeki olası zaferine karşı alınmış önlemler olarak tarihe geçecek ve DP’lilerin

tepkisine neden olacaktır (1-30 Temmuz 1946, Cumhuriyet).

Seçim sonrasında, Hükümeti kurma görevi Recep Peker’e verilmiştir, Recep

Peker Hükümeti’nin programı 14 Ağustos 1946’da Meclis’de okunmuştur.

Hükümetin programında da sanayici ve tüccarların görüşleri ile Thornburg’un

önerilerine paralel olarak “harp şartlarının zaruri kılmış olduğu tahdit tedbirlerinden

arta kalanlarını, lüzumlu şartları süratle hazırlayarak, ortadan kaldır[mak]” amaç

olarak benimsenmiştir (TBMM 14.8.1946, ZC D.8 C.1 B.3). Bu doğrultuda, Savaş

dönemine özgü İthalat Birliği ve Ticaret Ofisi kaldırılacak, serbest döviz kuru ile dış

ticaret benimsenecek, özel sektör ile devlet arasında bir farklılık olmayacak, devletle

özel teşebbüs arasında işbirliği sağlanacak, devletin özel sektör tarafından

başarılabilecek sahalara yayılması önlenecek ve aykırı durumlar ortadan

kaldırılacaktır (TBMM 14.8.1946, ZC D.8 C.1 B.3 s.31). Hükümet Programı

görüşmelerinde, eski Tarım Bakanı Cavid Oral’ın ÇTK’nın ziraatin gelişmesini

engelleyecek bazı maddelerinin olduğunu, bunların kaldırılmasının gerekli olduğunu

belirtmesi dikkat çekicidir (TBMM 14.8.1946, ZC D.8 C.1 B.3 s.47). Cavid Oral,

tarıma gereken önemin verilmemesi nedeniyle şikayetçidir. Kâsım Gülek ise, sanayi

programı hazırlanması üzerinden durmuş, programın hazırlanmasına sanayi ve ticaret

85 1945 yılında da önemli görev değişiklikleri ile gidişata el konulmuştur. “Savaş Sonrası Kalkınma

Planı ve Programı”nın hazırlanması için kurulan Planlama Komisyonu üyeleri olan Maliye Bakanı

Nurullah Esat Sümer, İktisat Bakanı Fuat Sirmen, Ticaret Bakanı Celal Siren ve Tarım Bakanı

Şevket Raşit Hatipoğlu ya görevden alınmış ya da görevleri değiştirilmiştir. Bütçe görüşmeleri

sonrasında, Ticaret Bakanı Celal Sait Siren yerine Raif Karadeniz atanmıştır (Avaner, 2009:595,

dip.35). CHP Genel Sekreterliği’ne Şevket Esendal’ın sağlık sorunları nedeniyle çekilmesi ve yerine

Nafi Atıf Kansu’nun atanması da bu kapsamda değerlendirilmelidir (Avaner, 2009:595, dip.35).

ÇTK’nun yasalaşmasından birkaç ay sonra Hatipoğlu Tarım Bakanlığı’ndan ayrılmış, yerine toprak

reformunun en şiddetli aleyhtarlarından toprak ağası Cavit Oral gelmiştir (Önal, 2010).

Page 176: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

160

erbabının da dahil edilmesini savunmuştur: “Bu surette, memleketin bütün

zekâlarından, bütün kabiliyetlerinden istifade edilmiş olur ve ilerisi için bir garanti

teşkil eder.” Hatta ekonominin tümünü kapsayan kalkınma hareketinin koordinasyon

içerisinde yürütülmesi için Başbakan Yardımcılığı’nın kurulması gerektiğini

savunmuştur (TBMM 14.8.1946, ZC D.8 C.1 B.3 s.50-51).

Recep Peker Hükümeti, 7 Ağustos 1946’da göreve gelir gelmez, milletlerarası

kuruluşlardan dış yardım elde etme gayreti hız kazanmıştır (Tekeli ve İlkin,

2009d:5). Bu çabaların ilk adımı, 1945 yılı sonunda ABD Heyeti tarafından verilen,

Bretton Woods Sözleşmesinin imzalanması halinde yardımların artacağı beyanatı

çerçevesinde, devalüasyon yapılması olmuştur. “Bretton Woods Para ve Maliye

Antlaşması’nın Uluslararası Para Sandığı’na ilişkin hükümlerinden 20. maddenin 4.

kısmının 1. bendinde; “31 Aralık 1945’ten sonra aza olmak arzusunu izhar eden

hükümetlerin paralarının başa baş kıymetleri ikinci maddenin ikinci kısmının

hükümleri mucibinde tayin edilecektir” ifadesi bulunmakta[dır]” (Ekzen, 1980’den

akt. Çiftçioğlu, 2008:145). Bu madde doğrultusunda, 1 dolar karşılığı Türk Lirasının

değeri 7 Eylül 1946’da 1.28’den 2.80’e düşürülmüştür (Boratav, 2008:98).

Maliye Bakanı Halit Nazmi Keşmir’in 7 Eylül 1946 Kararları’nın ihracatın

artırılması için (Çiftçioğlu, 2008:146) yapıldığını belirtmesine karşın Recep Peker

“...7 Eylül kararlarından bahsederken Türk parasının değerinin hakiki kıymetini

tespit yolu ile az faizli ve uzun vadeli krediler bulmak mümkün olacağını

söylemiştim... Yine bu sayede kendi bütçe takatimizle pek ağır gidecek olan

kalkınma işlerimizin ana kısımlarının 5 – 7 sene zarfında tahakkuk edebileceğini...”

belirtmiştir (Ulus Gazetesi, 2 Temmuz 1947’den akt. Tekeli ve İlkin, 2009d:6).

Gerçekten, devalüasyonu takip eden 20. gün Recep Peker IMF’ye başvurusunu

yapmıştır. Bu doğrultuda ABD ile yapılan görüşmeler, bir ay kadar sonra

sonuçlanmış ve 1946 Ekim’inde 50 milyon dolarlık bir kredi alınmıştır (Tuna, 2007).

Ayrıca, Eylül 1946’da uygulamada liberal bir siyasetin benimsendiği de açıkça

görülmektedir. Ziraat Bankası altın satışlarına başlamış, Yerli Mallar Pazarları

kapatılmış, serbest döviz uygulamasına geçilmiştir (Cumhuriyet, 16, 17 Eylül 1946).

Uygulamada benimsenen ekonomi politikası, CHP Kurultayı’na da egemen olacak

ve devletçiliğin tanımından başlamak üzere CHP’de liberal bir ekonomi politikası

takip edilmeye başlanacaktır.

Page 177: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

161

Bundan sonraki süreç ise, İvedili Sanayi Planı’nın terkedilerek, yeni bir Plan

hazırlığının başlatılması olacaktır. 31 Ağustos 1946’daki bir habere göre, yeni

Hükümet sanayi planını gözden geçirecek, Sümerbank’ın “hususi teşebbüsleri daha

fazla destekleyen ve hayatı ucuzlatma çalışmalarında âmil bir hale getir[ilmesine]”

çalışılacaktır (Cumhuriyet, 31 Ağustos 1946). Bu sırada, CHP iktisatçılarından Esad

Tekeli’nin Ulus Gazetesi’ne (CHP’nin gayriresmi yayın organı) yazdığı bir yazı yeni

yönelimi çok iyi özetlemektedir. Esad’a göre, ekonomik kalkınma için hükümetin

hazırlayacağı planda birinci iş ihracatı artırmak olmalıdır, ihracatı artırmak için

paranın değeri düzenlenmeli ve zirai üretimin çoğalması ve ucuzlaması gereklidir

(Cumhuriyet, 6 Eylül 1946). Diğer taraftan, ithal mallarından kömürün yurtiçinde

üretilmesini artırmalıyız ki, dışarıya döviz verilmesin. Bunların dışında, sulama ve

yol bakımı zirai ve sınai kalkınmanın temelidir, önceliklidir. Esad’a göre “Dünyanın

birçok memleketlerinin Birleşik Amerikadan kredi buldukları bir zamanda bizim bu

hususta müsbet bir netice elde edemeyişimiz teessürle kaydedilecek bir noktadır”

(Cumhuriyet, 6 Eylül 1946). Bu nedenle, Ticaret Vekili Tahsin Bekir Balta’nın da

belirttiği gibi “yeni dünya şartlarının bahşettiği imkânlardan faydalanmak suretiyle

esaslı bir sanayileşme ve kalkınma programı hazırlama” eğiliminde olunmalıdır

(vurgular bana ait, Hükümet Programı ve Tatbikleri, 1947’den akt. Tekeli ve İlkin,

2009d:6).

1947 yılında Savaş’ın yarattığı Kriz Türkiye ekonomisinin üzerine çökmeye

başlamıştır. Dış ticaret açıkları artmakta (Boratav, 2008:102), dış borç arayışları

devam etmektedir. Aynı dönemde, İlk Kongresi’ni yapan Demokrat Parti ile CHP

arasındaki tartışma sertleşmektedir.

Tartışmaların toplumsal alanda da kaynağının olduğu sınıfsal örgütlenmelerden

görülmektedir. 1947 yılında, toplumda sınıfsal dengedeki değişimin göstergesi olarak

İstanbul Tüccar Derneği’nin kurulması önem taşımaktadır. 16 Nisan 1947’de ilk

toplantısını yapan Dernek, Ticaret ve Sanayi Odaları’nı işaret ederek, kanunî

mecburiyetlerle kurulmuş organların, tüccarın hakikî sesini aksettiremeyeceğini

söylemiştir” (Cumhuriyet, 16 Nisan 1947). Derneğin amacı, “iktisadi hürriyeti

siyaset dışında bir meslek, bir fikir davası olarak müdafaa etmek”tir. Dernek Başkanı

İzzet Akosman, resmi ağızlara seslenmektedir: “Tüccar bazı resmî ağızların

söylemekten çekinmedikleri kıravatlı haydutlar mıdır?” Akosman’a göre, devlet

Page 178: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

162

ekonomiden çekildiği takdirde vurgunculuk da ortadan kalkacaktır. Bu doğrultuda,

Akosman “devletin artık, kendisine büyük külfetler yükliyen işlerden çoğunu iş

hayatının yetişmiş ve hazırlanmış elemanlarına güvenle teslim etmesi gerektiğini

söylemiş, ancak bu suretle, piyasalarımıza ve işlerimize ferahlık vermenin, hayat

pahalılığını azaltmanın kabil olduğunu bildirmiştir” (Cumhuriyet, 16 Nisan 1947).

İstanbul Tüccar Derneği’nin CHP’nin kadrosuna yönelik bir karşı çıkış olduğu

görülmektedir. Derneğin kurulması, tüccar burjuvazinin serbest ticaret ve ekonomiye

dair sınıfsal bir refleks oluşturduğunu göstermesi açısından önemlidir. Bu refleks

DP’nin uzantısı olarak ortaya çıkmışa benzemektedir. Ayrıca, tüccar burjuvazinin

1930’larda geçici karakteri ile öne çıkan devletçiliğin tasfiyesi zamanının geldiğini

ilan edecek kadar palazlandığını da göstermektedir.

1947 yılında uluslararası ve ulusal saflarda netleşme başlamıştır. Yurtiçinde,

burjuvazi toplumsal ve siyasal örgütlenmesine sahip çıkmakta; yurtdışında ise

Türkiye’nin Batı Bloğu ile yakınlığı teyit edilmektedir. Bu teyit mesajı, Marshall

Planı’na dahil olunması ile egemen devletlerce verilecektir.

Şubat 1947’de ABD’de İhracat Bankası’nın Boğazlar Sorunu nedeniyle

Sovyetler’in işgalinden tedirginlik duyan özel bankaların Türkiye’ye kredi açmadığı

belirtilmektedir (Cumhuriyet, 11 Şubat 1947). Bir ay sonrasında ise Yunanistan

üzerinde ve Ortadoğu’daki İngiltere’nin rolünün, ABD’ye devredileceğine dair

görüşmeler yapılmakta ve ABD’nin Türkiye’ye kredi ve silah yardımı alabileceği

bildirilmektedir (Cumhuriyet, 4 Mart 1947). Mutlu haber 12 Mart’taki Truman’ın

konuşması ile gelmiştir:

“Türkiye’nin milli bütünlüğü Ortadoğu nizamı için şarttır”

12 Mart 1947’de Truman’ın Kongre’de yaptığı konuşmada, “bütün milletler[in],

hayat tarzları bakımından iki tercihten birini tercih etmek zorunda” olduğu

vurgulanarak, Yunanistan ve Türkiye gibi yardıma gereksinim duyan milletlerin

“şahsi hürriyetler”in olmadığı, “tahakküm” tarzından kurtarılmaları için

desteklenmesinin gerekliliğini belirtmiştir (Truman 1947; Cumhuriyet, 13 Mart

1947). Bu kapsamda Türkiye’ye 150 milyon dolar kadar askeri yardım

yapılabilecektir, daha da önemlisi Truman’ın konuşması, Rusya’ya bir ihtar olarak

algılanmıştır (Cumhuriyet, 14 Mart 1947). 22 Mayıs 1947’de ABD Başkanı’na

Türkiye’ye yardımda bulunmak üzere yetki verilmiştir (TBMM 1.9.1947, ZC D.8

Page 179: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

163

C.6 B.79 sonuna ekli, TBMM Sıra Sayı: 233). Bu yetkinin kullanılmasına ilişkin

elçilikle Ankara’ya bir Rapor hazırlanarak 15 Temmuz 1947’ye kadar iletmesi

istenmiştir (Korkmazcan, 2005). 22 Mayıs’da ABD’nin onayladığı Yardım

Anlaşması’na istinaden ABD Heyeti ile Türkiye arasında 22 Temmuz 1947’de

imzalanan Yardım Anlaşması 1 Eylül 1947’de Meclis’de onaylanmıştır.

Bu süreç içerisinde bir başka yardım sinyali de Haziran 1947’de George

Marshall’ın Avrupalı devletlerin bir araya gelerek bir plan hazırlamaları halinde

ABD’nin yardımda bulunabileceğini belirtmesi ile gelmiştir. Bu yardım,

öncekilerden farklı olarak askeri alanla sınırlı olmayacak, ülke bazlı olmayacak,

yeniden yapılanma amacıyla bölge bazında verilecektir (Erhan, 1996, 278-279). Söz

konusu yardımdan yararlanmak üzere 16 Avrupa Devleti, 12 Temmuz’da Paris’de bir

araya gelerek, Conference on European Economic Cooperation (CEEC-Avrupa

İktisadi İşbirliği Komitesi) teşkilatını kurmuşlardır. Paris’teki görüşmelere Rusya da

davetli olmasına rağmen, görüşmelerde aşılamayan çatışmalar nedeniyle Rusya

işbirliğinden çekilmiş (Cumhuriyet, 7 Temmuz 1947) ve ABD’nin isteği

doğrultusunda işbirliği “Avrupa Federasyonu” biçimine bürünmüştür (Erhan, 1996).

İşbirliği Komitesi’nin hazırlıkları 22 Eylül’de tamamlanarak ABD’ye sunulmuştur.

Bu süreç, Türkiye’de kalkınma modelinin ve modelin planlanma sürecinin dış

yardımlar müzakerelerine içselleştirilmesi tarihidir. Marshall Yardımı çerçevesinde

talep edilecek dış yardım için Türkiye’nin planını hazırlama görevi, Başbakan Recep

Peker tarafından 1947 Şubat ayı sonunda, İktisat Vekâleti Başmüşaviri Kemal

Süleyman Vaner’e verilmiştir (Tekeli ve İlkin, 2009d:7, 10). Yeni Heyet, Süleyman

Vaner’in başkanlığında Şefik Bilkur, Ulvi Yenal, Nejat İren, Azmi Delan, Hayri

Tokay ve Faruk Tarkan’dan oluşturulmuştur (Tekeli ve İlkin, 2009d:7). 86

5 Kasım 1947’de, Plan çalışmaları tamamlanmış ve Başbakanlığa teslim

edilmiştir. Plan’ın Marshall Planı’nın (European Recovery Plan) bir parçası olduğu,

İngilizce başlığına Turkish Recovery Program adı verilmesinden anlaşılmaktadır

(Tekeli ve İlkin, 2009d:10):

“Anlaşıldığında göre, bu plân, Marshall Plânını tetkik etmek üzere, Türkiye’nin

iştirakile Paris’te toplanmış olan milletlerarası konferansın mevzu ve kararile de

86 Türk Ekonomi Kurumu üyeleri olan isimler özel sektöre yakın durmaktadır.

Page 180: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

164

alâkalı bulunuyor. Bu plânın tatbikata konulması… 3,5 milyar Türk Lirasına baliğ

olan mali hacminin, iç gelir kaynaklarımızla birlikte milletlerarası yardımlaşma

imkânlarile de ayarlanması gerekmektedir” (Cumhuriyet, 6 Kasım 1947).

5 yılda 3,5 milyar lira sarfedilerek tamamlanacak olan Plan ile sanayide yalnızca

varolan yatırımların rasyonalizasyonu sağlanacak ve asıl olarak tarımsal gelişme

öncelikli yatırımlar yapılacaktır.

Planın hedeflerinin, Ekim 1947’de Türkiye’de incelemelerde bulunan Yirminci

Asır Vakfı adına çalışan Thornburg’un verdiği demeç ile benzer kurgusu dikkat

çekicidir. Thornburg’un Fortune Dergisi’ne verdiği “Türkiye Nasıl Yükselir?”

başlıklı demecinin ana fikri, tarımsal üretimin geliştirilmesi ve devletçiliğin

tasfiyesidir. Türkiye tarım ülkesi olarak, tarımsal üretiminin artırılmasına önem

vermelidir, ancak bu şekilde dış ticaretteki sorunlar çözülebilecektir. Diğer taraftan,

devlet işletmeleri yapıyla uyumsuzluk içinde ve ekonomik rasyonelden uzak olarak

kurulmakta ve işletilmektedir. Ayrıca, “hususi teşebbüsün teşvik görmemesi ve ilerisi

için gerekli emniyet şartlarının temin edilmemesi, sanayinin devlet sektörü dışında

inkışafını önlemiştir.” (Thornburg’dan akt. Ergin, 16 Ekim 1947).

Planın hedefleri, Marshall Yardımı’nda Türkiye’ye Avrupa’nın kalkınmasında

biçilen rolün gerektirdiği hedeflerle aynıdır. Marshall Raporu, temel olarak Truman

Doktrini’nin Türkiye’nin yardıma gereksinim duymadığı görüşünü paylaşmaktadır

(Avrupa İktisadi Kalkınma Programı, 1948’den akt. Tekeli ve İlkin, 2009d:11):

“Türkiye Harbin tahribatından masun kalmıştır ve bu sebeple Türkiye’nin karşılaştığı

meseleler, Avrupa memleketlerinin ekserisinin karşılaştığı iktisadî kalkınma

meseleleriyle kabili kıyas değildir....”

ABD’li uzmanlar, 1947 Planı’nı inceledikten sonra, “gelişme programının birçok

kısımları Avrupa Kalkınma Programının şumülü dışında kaldıkları için, Türkiye

Planının yalnız Avrupa kalkınmasına doğrudan doğruya yardımı dokunacak

kısımlarının nazarı itibare alınması mümkün olmuştur.” (Tekeli ve İlkin, 2009d:11).

Avrupa İktisadi Kalkınma Programı’nın Türkiye bölümünün ikinci kısmında

Türkiye’nin kalkınma programındaki rolü Avrupa ve dünya ihtiyaçlarına uygun olan

zaruri maddeler üretimini artırmaktır. Bu amaçla, Türkiye ziraat, ulaştırma,

madencilik teçhizatı ile diğer teçhizat ve gereken teknik yardımları alabilecektir

(Avrupa İktisadi Kalkınma Programı, 1948’den akt. Dik, 2009).

Page 181: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

165

Nitekim, 1948’de Türkiye’nin Marshall Yardımı’na dahil edilmesi sonrasında

“ABD’den gelecek yardımın %75’inin zirai kalkınmaya hasredilmesi”ne karar

verilmiştir (Cumhuriyet, 30 Haziran 1948). Yardım, 5253 sayılı Kanun ile 8 Temmuz

1948’de onaylanmıştır (Dik, 2009:953).

Tarıma yönelik kalkınma tercihi ve devletçiliğin sanayileşme ile birlikte geri

plana oturtulması, toplumsal sınıflar ve uluslararası egemen ülke tarafından dile

getirilmekle birlikte, iktidar tarafından da paylaşılmaktadır. Bu yaklaşım 1947 CHP

Kurultayı’nda Tüzük’de değişiklik yapılarak, liberal bir görüşün benimsenmesi ile

resmi bir hal almıştır. Buna göre, “devletin büyük maden işletmeleri, büyük enerji

santralleri, savunma endüstrisi ve ağır endüstri alanlarında yatırım yapacağı ve

bunların dışındaki tüm yatırımların özel sektör tarafından gerçekleştirileceği

belirtilmişti[r]. Ayrıca, devletin bu konuda özel teşebbüsü teşvik etmek, korumak ve

gerekli yardımlarda bulunmakla görevli olduğunun da altı çizilmiştir” (BCA:

0.0.1947/30.1.0.0/42.250.5’den akt. Övgün, 2009:853).

Tüzük değişikliği ile açıklık kazanan yeni yönelim, mevzuatta yapılan

değişiklikler ile Hükümet’teki kadro değişikliklerine yansımıştır. Örneğin 26 Mayıs

1947’de kabul edilen 3/5843 sayılı Bakanlar Kurulu (BK) Kararı ile Türk Parasının

Kıymetini Koruma Kanunu ile getirilen döviz ve yabancı sermaye hareketlerinin

kısıtlamalarına serbestlik tanınmakta ya da 21 Haziran 1947’de kabul edilen 3/5955

sayılı BK Kararı ile bazı mal ve maddelerin alım satımı serbestleştirilmektedir

(Övgün, 2009:854). Kadroda da yıl içerisinde dört bakanlıkta değişiklik yapılmış ve

sonunda 9 Eylül 1947’de Hükümet düşmüştür (Övgün, 2009:854).

2. Kırılma Noktası: Bağımsızlıkçı-Plana Karşı Bütünleşmeci-Planın Zaferi

İvedili Sanayi Raporu’nun temel hedefi, azgelişmişlik konumuna karşı çıkmaktır

(Öz Rapor’dan akt. Tekeli ve İlkin, 2009d:2):

Bu haddizatında çetin (milletlerarası) durum içinde, bir taraftan demokrasi âleminin

bir zaafı olan müstemleke ve yarı müstemleke şeriatı içine düşmemek, diğer taraftan

da “milli” tekâmülümüzün seyrini arızaya uğratacak her türlü tazyik ve tesirlerden

korunmak ve bunun için istihsalde hem sanayi, hem ziraati geliştireceği ve ulaştırma

işlerini genişleterek memleketi süratli bir “kül” haline koyacak çareler bulmak...”

Page 182: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

166

Söz konusu amaç, BBYSP’nin “büyük sanayici memleketler, aralarındaki bütün

siyasî ve iktisadî münazaalara ve ihtilaflara rağmen, ziraatçı memleketleri her zaman

ham madde müstahsili mevkiinde bırakmak ve bu memleketlerin piyasalarına hakim

olmak davasında müttefiklerdir” (Afetinan, 1972) yaklaşımının iki kutuplu dünyada

yeniden üretilmiş biçimidir. Bu yaklaşım, uluslararası uzmanlaşmaya dayalı ticaret

ilişkilerine karşı çıkmakta ve bağımsızlığa vurgu yapmaktadır.

Bu yaklaşımın 1930’ların Kadrocu görüşlerinin devamı olduğu sıklıkla

belirtilmektedir. Nitekim, planı hazırlayan Sanayi Tetkik Dairesi Başkanı Şevket

Süreyya Aydemir ve Sümerbank Konjonktür Müşaviri İsmail Hüsrev Tökin (Tekeli

ve İlkin, 2009d:3) BBYSP döneminde Kadro Dergisi’nde toplanmış aydınlardandır.

Plan, yaklaşım itibariyle BBYSP ve İkinci Beş Yıllık Sanayi Planı (İBYSP) ile

süreklilik göstermekle birlikte, içerik olarak ilk deneyimlerin aksine sadece sanayi

yatırımlarından oluşmamakta; sanayi ve tarım sektörlerinde “hammadde bazları, tesis

yerleri, iş ve ihtisas kadrosu, sosyal ihtiyaçları ve meseleleri, tesis seyrini tespit

edecek sitüasyon esaslarına göre hazırlanmış envestisman ve finansman safhaları ile

enerji bazları, münakale sistemi ve iktisadî reyonlaşma şartlarının kül halinde

mütalâasıyla mevcut yeni kurulacak sanayinin yurt içinde coğrafî dağılışını

gösterecek...” biçimde, geniş kapsamlı bir “İş Planı” şeklinde” hazırlanmıştır (Plan’ın

ilk bölümünden akt. (Tekeli ve İlkin, 2009d:3). Ayrıca, planlamada talep

hesaplanmasında “piyasa talebinin analizi ve / veya bunun projeksiyonuna göre

değil, fakat, eksojen (normatif) olarak alınmakta ve bunun için ayrı bir politika

istenmektedir... Böylece plan hem tüketimi, hem üretimi birlikte düzenlemiş

olmaktadır” (Tekeli ve İlkin, 2009d:3).

Plan, “polikültüre dayanan su altı ve toprak altı servetin kıymetlendirilmesine”

dayanan bir sanayileşmeyi öngörmektedir. (Tekeli ve İlkin, 2009d). Polikültür,

tarımsal alandaki gelişmeye benzer bir gelişmeyi sanayi sektörüne uygulamaktadır.

Polikültür sayesinde sanayileşme ile tarımsal gelişme arasında bir bağ kurulmaktadır.

Bu ise polikültür hedefinin bir sonucudur. Plan, tarımsal gelişmeyi etkileyecek bir

sanayileşme biçimini öngörmektedir (Çiftçioğlu, 2008:155).

Sanayileşmede “ülke içinde bölgesel ihtisaslaşmayı enerji kaynakları etrafında

sanayi kompleksleri teşkil ederek toplamak amacı” ile ele alınmaktadır (Tekeli ve

İlkin, 2009d:3). Söz konusu sanayi komplekslerinde devlet yatırımlarına ağırlık

Page 183: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

167

verilmektedir. Özel sektörün “sermaye biriktirmesi, kredi bulması, çağdaş teknikleri

kullanması, küçük ve orta ölçekli işletmeler şeklinde örgütlenme yoluna gitmesi

öneril[mektedir]” (Tezel, 1994’den akt. Çiftçioğlu, 2008:152-153).

Devletin sanayi konusunda devrede olması gereklidir, çünkü sanayileşme aslında

toplumsal üretim ilişkilerinde sermaye-işçi çatışmasının derinleşmesi demektir.

Devlet, bu konuda aslen yer almalıdır ki, özel sektörün kayıtsız kaldığı sorunlara

çözüm üretilebilsin (Öz Rapor’dan akt. Tekeli ve İlkin, 2009d:4):

“Sanayileşme ‘memlekette yeni bir içtimaî tabaka yaratır ve bu tabakanın hayat

kaygıları ve şartları, kendi haricinde kalan kitlelere nazaran hususiyet arz ve içtimaî

alâka talep eder, hâlen büyük işçi kalabalığının bulunduğu muhitlerin içtimaî tetkiki

bu hususta çok şayan-ı dikkat misaller verir. Hususi sermaye, devlet kanunlarının

hesapsız kayıt ve şartları olsa dahi kâr gayesinin dışında ve binaenaleyh kendisi için

gayri kabili idrak olan bu meselelere daima bigâne, hatta menfi kalır. Binaenaleyh

artık sanayi ve maden meselelerinin bir de “işçi siyaseti” ve içtimaî bir mesele olarak

kabul etmek ve onu aslî kitlesi ile devletin müdahale ve tanzim çerçevesinde

bulundurmak lazımdır.”

Bu açıdan İvedili Sanayi Planı, sanayileşmeye ve devletçiliğin sürekliliğine vurgu

yapmaktadır. Vaner Planı ile İvedili Sanayi Planı arasındaki temel fark da bu noktada

başlamaktadır.

Vaner Planı’nın amacı “memleketimizin toprakaltı ve toprak üstü servetleriyle su

mahsüllerini ve su kuvvetlerini değerlendirme ve böylece iş ve makine gücünün ve

toprağın verimini artırmak suretiyle başta Türk köylüsü olmak üzere, yurttaşlarımızın

yaşama seviyesini yükseltmek”tir (Tekeli ve İlkin, 2009d:49). Türkiye’nin,

“19.400.000 kişilik bir nüfusa (1947 sonu tahminine göre)” sahip olduğu ve çalışan

nüfusunun “%82’sini ziraatla iştigal etmesi itibariyle tamamen ziraî bir memleket

olduğu” açıktır (67). Ve “[b]ir memleketin umumî kalkınmasında nüfusunun büyük

kısmının mensup olduğu faaliyet sahasının ön plâna alınması aşikâr bulunduğuna

göre Türkiye’nin iktisadî bakımdan kalkınmasının ziraî kalkınmaya bağlı bulunduğu

bir hakikattir.” (67-68). Diğer bir deyişle, gelecek tarımsal alanda kalkınmış bir

Türkiye’dir.

Plan ile tarımsal üretim artırılacaktır. Bunun için “ekim sahalarını genişletmek,

hayvan sayısını çoğaltmak ve bunların verimini arttırmak maksadı ile çiftçinin

Page 184: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

168

donatım ihtiyaçlarının karşılanması ve modern aletlerle teçhizi, yeni ziraat usullerine

alıştırılması, münakale imkânlarının yol ve vasıta bakımından yeter miktarda olması

ve nihayet sulama işlerinin halli derpiş edilmiştir. Bu arada memleketin iklimi

üzerinde büyük tesirleri olan orman varlığımızın muhafazası ve genişletilmesi

modern işletme usullerine tabi tutulması da düşünülmüştür.” Bu doğrultuda,

“Türkiye İktisadî Kalkınma Plânı’nın dayandığı esas yurdun ziraî kalkınması

olduğuna ve bu da her şeyden evvel kara ve demiryolları ile denizyolları münakale

şebekesinin tamamlanmasına ve nakil vasıtalarının artırılmasına, büyük ve küçük su

işlerinin ikmaline, enerji kaynaklarının geliştirilmesine bağlı bulunduğuna göre,

ulaştırma, sulama ve enerji işlerine ait plânların ziraî kalkınma plânının birer

mütemmim cüz’ü sayılması” gereklidir (53). Ki, Plan, “tarım, ulaştırma (kara, demir

ve denizyolları, limanlar), büyük ve küçük su işleri, enerji (maden kömürü, linyit,

hidrolik ve termik elektrik santralleri), madenler (krom, bakır, kükürt, demir cevheri,

kurşun, tuz), ağır endüstri (demir ve çelik), inşaat maddeleri (çimento), sanayi

(tekstil, tütün, şeker, sentetik amonyak ve azot mürekkebatı)” alanlarını

kapsamaktadır (49).

Sanayi sadece transformasyon sanayi ile sınırlıdır, çünkü transformasyon sanayi

“ziraî mahsullerimizin değerlendirilmesi esası”na dayanmaktadır (140). Bu nedenle,

sanayiye dair “ziraî istihsalin artmasını sağlayacak Kimya Sanayiinin sun’î gübrelere

ait cüz’ü yer almış bundan başka memleket ziraî mahsullerinin değerlendirilmesi için

Tekstil, Şeker ve Selüloz tesislerinin tevsii ve mevcut Tütün Fabrikalarımızın tecdidi

ve tütün bakım ve işleme evleri ile depolarının inşası derpiş olunmuştur. Böylece

ham maddesini memleket ziraî mahsullerinden almayan her hangi bir sanayi şubesine

el atılmadığı gibi, mamûlleri yurt ihtiyaçlarına tekabül etmeyen veya bunun fevkinde

bulunan sanayi tesislerinin vücuda getirilmesinden prensip itibariyle içtinap

olunmuştur” (140).

Plan’da öngörülen tarımsal kalkınmada esas olan özel sektör yatırımları olacaktır.

Türkiye İktisadî Kalkınma Planı, ana fikir olarak “yurdumuzda hususî teşebbüslerin

faaliyet göstermek istedikleri veya isteyecekleri sahalarda tam bir serbestî ve emniyet

içinde inkişaf etmelerini sağlamak ve fertler tarafından başarılabilecek her türlü

iktisadî faaliyetlerin hususî müteşebbisler ve sermayelere hasredilmesi prensibi”ne

dayanmaktadır (51). Bu ilke, devletçiliğin alanını da tanımlayarak

Page 185: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

169

sınırlandırmaktadır. Devletin ekonomi alanındaki faaliyetlerinin sınır ve alanı açık

olarak belirtilmektedir: “madenkömürü ve büyük linyit havzaları ile büyük elektrik

santrallerinin ve demir, çelik fabrikalarının, demiryollarının tamamen ve

denizyollarının da kısmen devlet eliyle kurulması ve işletilmesi” (51). Bu alanlar

dışında özel sektör serbestçe faaliyet gösterecektir, devlet eğer kendi görev alanı

dışında işletmeye devam ediyor ya da işletmeye karar verirse de bu işletmeleri

zamanla özel teşebbüslere devredecektir (51).

Vaner Planı, geçici devletçilik ilkesi ile temellendirilmiş, tarımsal kalkınmayı

hedeflemekte, Türkiye’nin uluslararası uzmanlaşma içerisindeki konumunu

pekiştirmek üzere geleceği kurgulamaktadır. Türkiye, 1930’larda BBYSP’nin

amaçlarını oluşturan azgelişmişlikten kurtulmak ve bu amaç doğrultusunda

sanayileşmek hedeflerinden vazgeçerek; azgelişmişliği yok sayarak tarımsal

kalkınmaya yönelmektedir. Bu doğrultuda, İvedili Sanayi Planı’nın “özellikle ağır

endüstri kesimleriyle ilgili bölümlerinin uygulanmasından vazgeçilecektir” (Tekeli

ve İlkin, 2009d). Vaner Planı ile ithalata bağımlı bir ekonomi ve kapitalizminin

eşitsiz gelişim yasasını içselleştiren uluslararası işbölümü ve azgelişmişlik de verili

olarak kabul edilmiştir.

Vaner Planı ile Türkiye’ye biçilen rol, “Aç Avrupa”yı doyurmaktır.87

Avrupa’ya

ve Amerika’ya üzüm ve incirler ihraç edilecek, karşılığında da sanayi ürünleri ithal

edilecektir. Türkiye, Avrupa’nın tarım deposu olarak tarımdan elde ettiği ürünleri

ihraç edebilmelidir. 1948 yılında kurulan GATT ile “Ticaret ve Gümrük Tarifeleri

Genel Anlaşması” yürürlüğe girmiştir. Anlaşma ile birlikte, ticaret serbestisi

kurumsallaşmıştır. Vaner Planı ile gelen “[b]u sanayisizleştirme politikası,

Türkiye’nin, Amerika’nın sınai ürünleri için yeni bir pazar olduğunu göstermesi

açısından son derece önemli bir gelişmedir.” (Çiftçioğlu, 2008:133). Türkiye’yi

ziyarete gelen ABD Heyeti’nden Karl Mundt’un dediği gibi Türkiye ABD’den

gelecek traktör, otomobiller ile dolacaktır.88

Bu temel dönüşüm, yatırımların finansmanında tercih edilen yöntemleri de

belirlemektedir. İvedili Sanayi Planı, yatırımların finansmanında önceliği iç

87 1946 yılında Cumhuriyet Gazetesi’nde “Avrupa Aç” haberleri neredeyse her gün yayınlanmaktadır.

88Karl Mundt, yaptığı açıklamada, Türkiye’nin traktöre ve otomobillere ihtiyacı olduğunu

söylemektedir (Cumhuriyet, 2 Ekim 1945).

Page 186: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

170

tasarruflara verirken, Vaner Planı dış finansmana dayanmakta, dış finansman için

hazırlanmaktadır.

İvedili Sanayi Planı, iç tasarruflara önem vermektedir. Bu doğrultuda, planın

finansmanı için 3 Haziran 1946 tarihinde 4938 sayılı Kanunla, hükûmete üç seferde

150 milyon TL kadar iç istikraz (iç borçlanma) yapabilme yetkisi tanınmıştır (Tekeli

ve İlkin, 2009d:4). Kanun kalkınma giderlerine harcanmak, Gerekçe’de belirtildiği

gibi özellikle sanayileşmek ve yeraltı ve yerüstü madenleri işletmek üzere iç

borçlanma yetkisini düzenlemektedir. Kanun tasarısı hakkında Encümen Raporu’nda

ise dış finansman olanaklarının da göz ardı edilmemesi istenmektedir. İvedili Sanayi

Planı’nda dış finansman sağlanacaksa da “bunun özel sermaye yolu ile değil, fakat

devlet tarafından alınacak krediler şeklinde olması üzerinde önemle durulmaktadır.

Böylece, dışa bağımlı bir grup yaratarak, kurulmak istenilen sosyal dengenin

bozulması önlenmek istenmektedir.” (Tekeli ve İlkin, 2009d:4).

Vaner Planı ise Marshall Yardımı’ndan destek alabilmek üzere hazırlanmıştır.

1948 – 1952 yılları arasını kapsayan Plan için 3.728,8 milyon lira gereklidir. Bu

destek, DB, IMF ve ABD’nin Türkiye’nin gelecek kurgusuna dair onaylama

mekanizmaları ile elde edilecektir. 1947 sonrasında Türkiye’ye gelen yabancı uzman

ve heyetlerin temelde paylaştıkları görüş, tarıma dayalı kalkınmanın özel sektör

öncülüğünde gerçekleştirilmesidir (Thornburg, Hilts, Barker) (Güven, 1998).

“Barker Heyeti, 1947 yılında kurulmuş olan Dünya Bankası’nın görevli

kuruluşudur. Süreç, 1949 yılında CHP iktidarınca başlatılmış, 1950’de işbaşına gelen

DP hükümetiyle sürdürülmüş, sonunda ortaya “Kalkınma Planı İçin Tahlil ve

Tavsiyeler” başlıklı son derece kapsamlı rapor çıkmıştır. Bu raporda Türkiye’ye

önerilen sanayileşme değil, tarım ve hammadde üretimi, devletçiliğe son verilmesi,

her alanın özel teşebbüse açılması, yabancı sermayenin önündeki engellerin

kaldırılması; bunu için “devlet eliyle yönetilen merkeziyetçi yapının terki”, bu

yönelimi yönetecek bir “amme idaresi” kurulması, yönetim ve personel yapısına

ilişkin kapsamlı “etüdler” yaptırılması; “yeni amme idaresi” için uygun eleman

yetiştirilmesi… olmuştur” (Güler, 2008:8). Süleyman Demirel’in tabiriyle (MM

22.11.1978, ZC D.5 C.7 B.8, 279) “[s]iz, büyük sanayi kurmayın, sanayi kurmayın;

küçük küçük işletmeler kurun, tavukçuluk yapın, hayvancılık yapın, besicilik yapın;

yani, çiftçilik ve çobanlık yapın” diyen bu raporlar, 1947 sonrasında CHP’nin

Page 187: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

171

yönelimini gösterdiği gibi, 1950 sonrasında iktidara gelecek DP’nin ekonomi

politikalarının da temeli olacaktır.89

3. Örgütlenmede Değişiklik: Liberalizm ve Kamu İşletmeciliği

Savaş sonrası dönemde, planlama sürecinde siyasal olarak hayli derin bir

kırılmanın yaşandığı görülmektedir. Ne var ki, planlamanın askıya alınmasına

rağmen Savaş sonrası dönemde devletçiliğin de askıya alındığı düşünülmemelidir.

1945 yılında 3460 sayılı Kanun (RG: 4.7.1938/3950) kapsamında yer alan devlet

işletmeleri arasında Etibank, Ziraat Bankası, Sümerbank, Toprak Mahsulleri Ofisi,

Devlet Zirai İşletmeleri Kurumu, Türkiye Zirai Donatım Kurumu, Emekli Sandığı,

Şeker Fabrikası, Malatya Bez ve İplik Fabrikaları T.A.Ş., Ankara Çimento Ltd. Şti

ve Yerli Ürünler T.A.Ş. yer almaktadır. Ne var ki, söz konusu kamu teşebbüsleri

dışında dönemi tanımlayıcı nokta, Milli Korunma Kanunu olmuştur.

3780 sayılı Milli Korunma Kanunu (MKK, RG:26.12.1940/4417) ile devletçiliğin

kapsamı ve ölçeği artarak olağanüstü bir biçime bürünmüştür. Kanun’un temel amacı

Hükümet’in “halk ve milli müdafaa ihtiyaçlarını karşılayabilecek şekil ve hacimde

istihsalde (üretim) bulunmaları için lâzım gelen faaliyete sevk etmek ve tesisatta

iktiza eden tevsisatı yaptırmak (gerekli olan büyümeyi gerçekleştirmek) ve imal ve

işletme bakımından tadilâta tâbi tutmak maksadlarile sanayi ve maadin

müesseselerini kontrol e[tmektir]” (md.7). Bu doğrultuda, Hükümet sanayi ve maden

işletmelerinin üretim programlarını isteyebilecek ve işletmelere üretim programı

belirleyebilecek (md.8); iş mükellefiyeti koyabilecektir (md.9), vb.

MKK’nin düzenlemeleri ile piyasa ilişkileri; İDT’lerin özerkliği ve ticari esaslara

göre çalışma ilkeleri askıya alınmıştır. Buna ek olarak, MKK doğrultusunda

doğrudan Ticaret Vekaleti’ne bağlı olmak üzere Petrol Ofisi ile Ticaret Ofisleri

kurulmuştur. Ne var ki, söz konusu Ofisler 3460 sayılı Kanun kapsamında

tanımlanmamıştır. Söz konusu Ofisler, İDT’lerin aksine idari birer kararla kurulmuş,

muvakkat (geçici) yapılardır ve tek bir genel müdürlükten ibaret bir yönetim örgütü

89 Barker Heyeti Raporu’nun DP Hükümeti’nin ekonomi politikalarına yaptığı büyük etki, Mustafa

Albayrak’ın çalışmasında incelenmiştir: Albayrak, 2004.

Page 188: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

172

vardır. Ayrıca, Umumi Heyet ya da Umumi Murakabe Heyeti’nin denetimi yerine

Ticaret Vekaleti’ne doğrudan doğruya bağlıdır (Onar, 1941:766).

Savaşın bitmesi ile kapanması beklenen söz konusu Ofislerin kapanmaması, özel

sektörün başlıca şikayet noktalarından birini oluşturmuştur. Savaşın bitmesi ve

uluslararası dengelerin kurulmasını bekleyen Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti, 1946

itibariyle Hür Dünya cephesinin sadık bir ortağı olduğunu resmi ve gayriresmi

yollardan ilan etmiştir. 1946 tarihi ekonomik bir durgunluk dönemi olması ve

Hükümetin devletçiliğe karşıt liberal görüşleriyle yükseldiği bir dönem olarak

önemlidir.

1946’da iktidara gelen Recep Peker Hükümeti, özel sektörün öncülüğünü ve

özelleştirmeyi öne çıkarsa da dönem boyunca devlet işletmeciliği yaygınlaşmaya

devam etmiştir. Örneğin, “TCDD, PTT, Denizcilik Bankası T.A.Ş. ve DMO iktisadi

devlet teşekkülü haline dönüştürülmüş, TPAO, EBK, TDÇİ ile SEKA ve T.C.

Turizm Bankası gibi yeni teşekküller kurul”muştur (Sayıştay, 2010).

Savaş sonrası dönemin genel görünümünde, planlama askıya alınarak devlet

işletmeciliği yaygınlaşmıştır. Diğer bir deyişle, liberal bir görünüm altında plansız

devletçilik dönemine girilmiştir. Plansız olduğu kadar, özellikle 1955 sonrası

dönemde, İDT’lerin anonim şirketleşmesinin hızlandırılması ve İDT’lerin yasal

çerçevesinde parçalanmalarla devletin ekonomideki rolü takip edilemez hale

gelmiştir.

D. DEĞERLENDİRME

Şartların 1929 Krizi dönemine benzetildiği 1946 yazı, Türkiye’nin siyasal ve

ekonomik yapısı için olduğu kadar, planlama için de bir dönüm noktasıdır. 1946 yılı,

ekonomi anlamında bir kesinti yılı iken Türkiye’yi “dünya içindeki konumu ve siyasi

yapısı bakımından tamamen farklı bir gelişme doğrultusunda yöneltecek yeni güç

dengelerinin kurulmasına yol açan önemli bir ‘kuluçka dönemi’ olarak” görülebilir

(Boratav, 2008:83). Özellikle 1950’lerden sonra kurumsallaşacak “demokrasi”,

“planlama” kavramlarıyla örülen uluslararası düzenle, hızlı bir bütünleşme yarışına

girilmiştir.

Page 189: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

173

Soğuk Savaş’ın günden güne kendini gösterdiği bu süreçte, Türkiye - SSCB

ilişkilerinde yaşanan diplomatik kriz (Boğazlar Sorunu) ile eş zamanlı ABD’nin

Avrupa ile birlikte Türkiye’ye yardım (dış borç) elini uzatması, Türkiye’nin Hür

Dünya Cephesine koşulsuz biatı ile sonuçlanmıştır. Hür Dünya Cephesi, SSCB ve

sosyalist ideolojiye karşı, ABD egemenliğinde kapitalizmi ve serbest piyasayı

savunmayı misyon edinmiştir.

Söz konusu yenidüzen, kurumlarıyla birlikte Bretton Woods ardından

belirginleşmiştir. Bretton Woods düzeninin temel amacı, uluslararası ticaret

ilişkilerinin bir an önce başlatılmasıdır. Bu doğrultuda, pazarın SSCB ile

paylaşılması gereklidir. Bu savaşta, ABD SSCB’nin ve özellikle planlamanın

totaliterliğine karşı demokrasiyi piyasanın siyasal alandaki türevi olarak

kavramsallaştırarak bayrak edinmiştir. Bu bayrak altında, ABD merkezli birbirine

borçlanma ilişkisi üzerinden bağlanan ulusal piyasalar Hür Dünya’yı oluşturmuştur.

Bu bağlamda, Savaş ertesi dönemde, Hayek’in gördüğü dünya paralelinde

piyasaya öncelik verilmesi ve planlamaya (özellikle Soğuk Savaş nedeniyle) karşı

cephe alınması temel olmuştur. Liberal ideoloji siyasal sahneye çıkmış, devletçiliği

yıpratmaya başlamıştır. Türkiye’de de liberal ideoloji önce iktidar partisi CHP’nin

içerisinde gerçekleştirilen bir devir-teslim, ardından ideolojinin ruhunu taşıyan

DP’nin iktidara gelmesi ile egemen olmuş, planlama askıya alınmıştır.

Planlama sadece dış yardım anlaşmalarının alınması için gerekli bir araç

konumuna indirilmiştir. Savaş ertesinde ABD’de kreditör ülkelerde dışişlere

odaklanan politika planlamasına geçilmekte; Avrupa ve Orta Doğu’nun yeniden

yapılandırmasında (Marshall Planı) ise kalkınma plancılığının nüveleri doğmaktadır.

Kalkınma plancılığının ilkel biçimi, dış borçlar karşılığında bir koşul olarak

doğmuştur. Dış borçlanma ile gönderilen yardım ve kredilerin azgelişmiş ülkelerde

takibi sağlanabilmektedir. Takibin ötesinde, dış borçlanma ile gelişmiş ya da

azgelişmiş ülkelerin Savaş sonrası yeniden yapılanma sürecinde, uluslararası ticaretin

gelişmesi için uzmanlaşmaya dayalı olarak kendilerine biçilen rolü sahnelemeleri

sağlanmaktadır.

Türkiye, SSCB tehditi dolayısıyla bu sürece pazarlıksız girmiştir. “Türkiye’yi

yönetenler, ne pahasına olursa olsun, ABD’nin dostluğunu kazanmaya karar

Page 190: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

174

ver[erek], [y]eni palazlanmış olan sömürücü sınıfların ihtiyacına tamamen uygun

olan… politika” (Eroğul, 2003:92) ile yeni bir gelecek kurgusunu sahiplenmişlerdir.

Diğer bir deyişle, SSCB tehditinden korunduğu ve egemen sınıfların tam işbirliğini

sağladığı noktada, Türkiye’nin geleceği Hür Dünya’ya servis edilmiştir. Öyle ki

Türkiye’de 1945-1947’de planlama süreci dış borçlanma sürecinin göz hapsindedir.

Bu doğrultuda, Savaş sonrasında hazırlanan İvedili Sanayi Planı dış borçlanma

kanalında veto edilerek saf dışı bırakılmış, süreç içerisinde verilen örtük ya da açık

mesajlar doğrultusunda hazırlanan Vaner Planı sonrasında dış yardım

onaylanabilmiştir.

Oysa Türkiye Savaş sonrası döneme 1930’lardan miras kalan bağımsızlıkçı-

sanayileşmeci yaklaşım doğrultusunda gelişmiş Batı ülkeleri ile eşit şartlarda yaşama

hakkına sahip Türkiye hayali kuran bir iktidar ile girmiştir. Bu kurgunun geleceğe

dair planı olan Savaş Sonrası Kalkınma Plan ve Programı (İvedili Sanayi Planı),

1945 yılında hazırlanmış olsa da, kamuoyu ile paylaşılmaktan çekinilmiştir. Nitekim

dönemin iktidarının plan konusundaki çekingenliği ve toplumsal - ekonomik

temellerinin zayıflığı, çok geçmeden görülecektir.

Savaş kalıntıları ve yağması üzerinden yükselen tüccar burjuvazi ve büyük toprak

ağaları sanayileşmekten çok, kısa zamanda döviz getirici tarımsal ürünlerin

ihracatına yönelmek istemektedir. Yükselen yeni sınıfların devletten beklentileri,

sanayide karlı devlet işletmelerinin özel sektöre devredilmesi (İstanbul Tüccar

Derneği Başkanı İzzet Akosman, Cumhuriyet, 16 Nisan 1947) ve tarımsal

etkinliklerin kredi, makine, vb. açıdan desteklenmesidir. Bu doğrultuda geliştirilen

yaklaşım, Hür Dünya’nın talepleri ile birleşmektedir. Buna göre tarımsal gelişme

doğrultusunda bütünleşmeye dayanan bir kalkınma modeli seçilecektir.

Bu gelecek kurgusu, DP’nin 1946’da kurulması ile siyasal alanda temsiliyet

kazanmış, yükselen sınıflar iktidar partisini de ele geçirmeyi başarmışlardır. Bu

doğrultuda, planlama sürecinde iktidar partisi değişmemekle birlikte, iktidar partisi

içerik olarak değişmiştir. Bu değişim, planlama sürecindeki kırılmada netlikle

görülmüştür. 1945’de hazırlanmasına rağmen bekletilen İvedili Sanayi Planı rafa

kaldırılarak, 1947 yılında Türkiye İktisadi Kalkınma Planı (Vaner Planı)

hazırlanmıştır.

Page 191: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

175

1945-1947 dönemi, toplumsal üretim ilişkilerindeki değişikliğin üstyapıya birebir

yansımasının dikkat çekici bir örneğidir. Toplumsal ve ekonomik hayatın geleceğinin

kurgulanması işi olarak planlama, uluslararası sermaye ve yeni yükselen sınıflarca ve

bu sınıfların ekonomi politikası tercihlerince belirlenmiştir. Bu tercih, devletçiliğin

sınırlarının belirlenmesi ve zamanı gelince devletçiliğin tasfiye edilmesi amacını

taşımaktadır.

Uygulamaya giren ise devletçiliğin tüm araçlarının rant ekonomisinin hizmetine

verilerek sürdürülmesi olmuştur (ör. KİT’ler). DP iktidarında geçen 1950’li yıllar,

rant ekonomisinin talep edeceği şekilde plansız devletçilik dönemini başlatmıştır.

Diğer bir deyişle devletçilik devam etmiş, planlama askıya alınmıştır. Söz konusu

sermaye birikiminin sınırlarına 1950’lerin sonunda gelinerek, sermaye birikiminin

rasyonelleştirilmesi talebi ile DPT’li yıllar açılacaktır.

III. DEMOKRATİK PLANLAMA” VE DPT’NİN KURULUŞU: İKİNCİ

CUMHURİYET90

İLE BİRİNCİ PLANCILARIN KAVGASI (1960 –

1962)

"Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ.

Amerikan emperyalizminin yarı sömürgesiyiz, dedi Hikmet.

Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ."

Bir Ankara gazetesinde çıktı bunlar, üç sütun üstüne, kapkara haykıran puntolarla,

bir Ankara gazetesinde, fotoğrafı yanında Amiral Vilyamson´un

66 santimetre karede gülüyor, ağzı kulaklarında, Amerikan amirali

Amerika, bütçemize 120 milyon lira hibe etti, 120 milyon lira.

"Amerikan emperyalizminin yarı sömürgesiyiz, dedi Hikmet

Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ."91

90 Sözü edilen İkinci Cumhuriyet kavramı, aşağıda görülebileceği gibi 27 Mayıs Darbesi’nin ardından

Milli Birlik Komitesi’nin (MBK) beyanatlarında kullandığı bir kavramdır. Bu kavramın içinin

doldurulması tez çalışmasının sınırlarını aşmaktadır. Ancak, 2000’li yıllarda gündemde olan İkinci

Cumhuriyet tartışmalarına (Mehmet Altan’ın başını çektiği) atıf yapmadığı not edilmelidir.

91 Nazım Hikmet, Vatan Haini şiirini 28 Temmuz 1962’de kaleme almıştır. Şiirin yukarıda aktarılan

satırları, Dönemin bir sosyalist gözünden nasıl kavrandığına dair kısa ve öz bilgi vermektedir.

Page 192: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

176

A. SOĞUK SAVAŞ VE “PLANLAMA” PAROLASI

1950’lilerin sonunda Dünya “dramatik, uzun erimli ve bizi geçmişin dünyasından

koparan [bir] toplumsal değişim”den geçmektedir: “köylülüğün ölümü” (Hobsbawn,

Ocak 2011:390). Soğuk Savaş artık her ikisi de sanayileşmiş “Birinci Dünya” ile

“İkinci Dünya” arasında bir mücadeledir. Bir tarafta 1950’lilerin başında ABD

tarafından bizzat desteklenen ve hızlandırılan Birleşik Avrupa projesi (Milliyet, 10

Şubat 1953), Haziran 1959’da Avrupa Serbest Ticaret Bölgesi kurulması planının

Stockholm’de 7 Avrupa ülkesi tarafından imzalanmasına dek ilerlemiştir. Buna göre,

ilk yıl devletler gümrük resmini %20 indirecek, 10 yıl sonra tamamen

kaldıracaklardır (Milliyet, 16 Haziran 1959). Diğer tarafta ise SSCB, Çin ve Doğu

Avrupa’dan oluşan sosyalist kamp genişlemiş, sosyalizmde çeşitlilik ve hareketlilik

baş göstermektedir. Doğu Avrupa’da ve Çin’de farklı sosyalizm pratikleri doğduğu

gibi, SSCB’de Liberman Reformları olarak anılan süreç 1950’lilerde başlatılmış,

merkezi planlamada gevşeme ve ademi merkezileşmeyi getirmiştir. Kar, fiyat ve

teşvik sisteminin merkezi planlama sistemine girdisi ile sistemde piyasa indikatörleri

kullanılmaya başlanmaktadır.92

İkinci Dünya Savaşı’ndan miras kalan bu uluslararası sistemde yeni olan ise

“Üçüncü Dünya” ülkelerinin artan ağırlığıdır. Üçüncü Dünya ülkeleri, azgelişmiş

bağımsız ülkeler kategorisidir (Hobsbawn, Ocak 2011:470). Azgelişmiş bağımsız

ülkelerin artan ağırlığı 1955 yılında Endonezya’da (Bandung) bir araya gelen

ülkelerin temsiliyetinden görülmektedir. Sömürgeciliğin çözülmesi ile birlikte

bağımsızlıklarına kavuşan ülkelerin ortak noktası, maddi ve ideolojik bağımlılıklar

içerisinde kalkınma istekleridir. Azgelişmiş ülkeler, “Büyük Çöküş ve İkinci Dünya

Savaşı’nın ertesinde kapitalist dünya piyasasının (yani iktisatçıların <<kıyaslamalı

üstünlük>> doktrininin) ya da ülke içindeki kendiliğinden gelişen özel girişimin bu

sonuca ulaşılabileceğine inan[mamaktadır]” (Hobsbawn, Ocak 2011:482). Kapitalist

serbest piyasaya olan inançsızlık, iki ayrı çözüme açılmaktadır: sosyalizm ya da

kapitalizm içinde güdümlü ekonomi.

92 Liberman reformları hakkında tartışmaların derlendiği bir çalışma için bkz. Sharpe, 1966. Ayrıca

reformların desteklendiği ve tariflendiği bir çalışma için bkz. Wilczynski 1987.

Page 193: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

177

Bandung Konferansı’nda bir araya gelen bağımsız azgelişmiş ülkeler, “kendi

tarzlarında bir sosyalizm”e yelken açarken, ABD ve Batı Avrupa ittifakına yakın

duran Irak, Türkiye, Pakistan ve İran, CENTO [Bağdat Paktı] altında (Hobsbawn,

Ocak 2011:483) birleşerek kapitalist ekonomi politikasını takip etmiştir. CENTO,

NATO’yu takip eden biçimde SSCB’ye karşı kapitalist bir birlik oluşturmakta, yalnız

askeri bir örgüt kurmamaktadır. CENTO üyesi ülkelerin yerleşik olduğu Ortadoğu,

bu dönemde Soğuk Savaş’ın savaş alanıdır. Amerika ve İngiltere’nin azgelişmiş

ülkeleri kapsayan komünizme karşı Batı Bloku’nun temellerini hazırladığı planlar

NATO’da açıklanacaktır. Bu planların, Ortadoğu’da nükleer silahlandırmanın

hızlandırılmasını içerdiği belirtilmektedir (Milliyet, 10 Kasım 1957). Ortadoğu’da

Batı çıkarlarını korumak üzere kurulan CENTO, kapitalizmin içinde geliştirilecek

azgelişmiş ülkelere özgü yeni bir tür ekonomi politikasının da zemini olacaktır:

planlama ve devlet inisiyatifi.

Bağdat Paktı’nın Ocak 1958’de kabul etmiş olduğu yedi rapordan biri “iktisadi

kalkınma programları”dır (Milliyet, 19 Ocak 1958). İktisadi kalkınma planları ile

devlet “bağımsızlık sonrasında tarımsal geriliğe son verip sanayileşmek üzere”

inisiyatif alacaktır (Hobsbawn, Ocak 2011:474). Ki, bu dönemde tüm kapitalist

devletler sadece Keynesyen talep yönetimi olarak değil mamul malların üreticisi

olarak ekonomiye müdahalede bulunmaktadır (Milor, 1990:1-2). “Birleşmiş

Milletlerin Asya İktisadî Komisyonunun 1956 yıllık raporunda Hindistan, Pakistan,

Seylan, Filipin, İndonezya, İran ve Irak başta olmak üzere 13 memlekette iktisadî

plândan faydalanmak suretiyle gelişme gayretlerinin tahakkuk ettirilmesine

çalışıl[maktadır]” (Hürriyet Partisi, 1957:5).

1950’li yıllar, kapitalist blokta korumacı, devletçi yeni bir tür sanayileşme

politikasının yaygınlaştığı bir dönem olarak kabul edilebilir. Bu ekonomi politikası,

planlama parolasını sahiplenerek, kapitalizmde planlı ekonomi politikalarını

başlatmıştır.

Page 194: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

178

B. TÜRKİYE’DE PLANLI EKONOMİ GÜNDEMİNİN OLUŞUMU:

DIŞ YARDIMIN KOŞULU OLARAK PLANLAMA

1950’lilerde Türkiye’de ekonomi politikası, dünyanın aksi bir yönde

ilerlemektedir. “Avrupa ve Ortadoğu yöresinde” tek kalan “köylü ülkesi” olarak

Türkiye (Hobsbawn, Ocak 2011:392), 1948’de kabul edilen Marshall Planı’ndan

sağlanan dış yardımlarla liberal ve tarıma yönelik bir ekonomi politikası takip

etmektedir.

1950’li yılların başında, Marshall Yardımları ile ülkeye giren traktörler93

tarımda

makineleşme hamlesinin yaygınlaşmasını sağlamış, makineleşmeyle yakalanan gelir

artışı94

ekonomide kısa sürecek bir rahatlık dönemini başlatmıştır. 1950’lilerde DP

iktidarı döneminde izlenen tarım öncelikli ekonomi politikaları sonucunda,

1960’ların başında tarımda mülkiyet yoğunlaşması gözle görülür hale gelmiştir. DPT

araştırmasına göre 1960’ların başında, tarımla uğraşan nüfusun en üstteki %20 çiftçi

ailesi arazinin %61,50’isini, en alt %20 ise arazinin %1,50’sini elinde

bulundurmaktadır (DPT, 1966’dan akt. Avcıoğlu, 2001b:626). Aynı zamanda, liberal

bir ekonomi politikasında ısrarlı olan DP iktidarı, ithalat ve ihracatçılar için de altın

dönemdir (Avcıoğlu, 2001b:706).

Söz konusu büyüme seyri, 1953’de tırmanan dış ticaret açıkları95

nedeniyle

“tıkanma dönemi”ne girmiştir (Boratav, 2008). Dış ticaret açıkları nedeniyle

korumacı önlemler zorunlu hale gelmiş, 1953 ve 1954 yılında kabul edilen 4/1360-

1361 ve 4/3321 sayılı Kararnamelerle dış ticarette liberasyon dönemi kapanmıştır

(Boratav, 2008). Bu dönemde Demokrat Parti, serbest dış ticaretin yıkıcılığını

görerek, ithal ikameci bir politikaya kaymıştır. İthalatın dış ticaret açıkları nedeniyle

sürekli gerilediği bu dönemde, yurtiçi piyasaya yönelik üretimin artırılması için

gerekli yatırımlar devlete kalmıştır. Bu nedenle, devlet işletmelerini özele devretmeyi

amaçlayan DP, özel sektörün yatırım açığı çok olan diğer yatırım alanlarını tercih

93 1946’da yaklaşık bin traktör varken, 1955’de ithal traktör sayısı 43 bine ulaşmıştır. Bkz. Milor,

1990:6.

94 1950 ile 1953 arasında kişi başına düşen gelir %28 artmıştır. Bkz. Milor, 1990:6.

95 1950’de 62 milyon lira olan dış ticaret açığı, 1951’de 246 milyon liraya, 1952’de 540 milyon liraya

tırmanmıştır (Avcıoğlu, 2001b:706).

Page 195: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

179

etmesi nedeniyle (Avcıoğlu, 2001b:704) bu amacına ulaşamadığı gibi, altyapı

yatırımlarına ve KİT kurmaya devam etmiştir.

DP döneminde kamu yatırım ve harcamalarının yönelimi ve amacı belirli

değildir, planlanmamıştır. Öyle ki, tarımı önceleyen bir ekonomi politikasına sahip

çıkmasına karşın, DP döneminde tüccar ve çiftçinin elindeki kar sanayiye akmaya

başlamıştır. 1952’de yurtiçi hasıladaki sanayi payı %11,8 iken, 1957’de bu pay

%16,3’e çıkmış, aynı dönemlerde tarım payı %43’den %38’e inmiştir (Milor,

1990:6). Ayrıca, sanayicilerin profillerine ilişkin yapılan araştırmalardan da,

sanayicilerin %43’ünün eski tüccar ve %20’sinin eski çiftçi olduğu görülmektedir

(Alexander, 1960’dan akt. Milor, 1990:7).

DP politikalarının yarattığı sanayi sermayesi, DP politikalarının tasfiye nedeni de

olacaktır. 1950’lilerde güdülen sanayi sermayesini besleyen sistem, sanayide

sermaye birikiminin engelini de oluşturmaktadır. Sanayi yatırımlarının uzun dönemli

sonuçlara göre hazırlanan yatırımları, DP’nin plansız ekonomi politikasından zarar

görmektedir. Bu doğrultuda, DP politikalarına muhalefet en güçlü olarak sanayi

sermayesinden gelecektir.

Henüz 1950’lilerin başında DP’nin ekonomi politikalarına karşı Forum Dergisi

etrafında bir araya gelen aydınların “ithâl ikâmeci sanayileşme ve sosyal devlete

dayalı plânlama politikası” savunusu geliştirdikleri görülmektedir.96

Bu aydın

savunusu, 1957 Genel Seçimleri öncesindeki siyasal çatışmanın omurgasını

oluşturacaktır.

1957 Genel Seçimleri öncesinde siyasal çatışma planlama-plansızlık üzerinden

kurgulanmaktadır. Bu dönemde, “siyasal bir söylem olarak plan” ana muhalefet

partisi CHP tarafından dile getirilmeye başlanmış, hatta sahiplenmiştir. Milli

Korunma Kanunu’nun TBMM’deki görüşmelerinde CHP’liler gelişmiş ülkelerle

aradaki “mesafeyi kapamak için plân lazım” diye bağırırken, Başbakan Menderes

“hangi işimiz plânsız” diyerek yanıt vermektedir (Milliyet, 17 Mayıs 1956). CHP

Genel Sekreteri Kâsım Gülek yaptığı açıklamada, “CHP’nin müstakbel bir iktidar

için plânlarını şimdiden hazırladığı”nı, bu planların “mâarif, iktisat ve içtimaî

96 Forum Dergisi’ndeki tartışmalar ve tartışmaların niteliği için şu kaynağa bakılmalıdır: Somel,

2006:193.

Page 196: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

180

meseleler etrafında, beşer ve onar yıllık hazırlanmakta” olduğunu belirtmiştir. Bu

bilgi seçim arefesinde kamuoyu ile paylaşılacaktır (Milliyet, 20 Mayıs 1957).

Plansızlık, 1955’de DP’nin içindeki çatışmanın da anahtar sözcüğü olmuştur. 6-7

Eylül olayları ile kızışan dönemde “Feridun Ergin, Fevzi Lütfi Karaosmanoğlu, Fuat

Köprülü, Fethi Çelikbaş, Mükerrem Sarol, Menderes’i açıkça eleştirmeye ve

aleyhinde bulunmaya başla[mıştır]” (Eroğul, 2003:180). Daha sonra İspatçılar

(Basın Kanunu’nda ispat hakkı tanınmasına ilişkin verdikleri önerge doğrultusunda)

ya da 19’lar olarak anılacak bu isimler, 1955’de Hürriyet Partisi’ni kurarak yeni bir

parti çatışı altında birleşmişlerdir (Çakmak, 2008). Hürriyet Partisi’ni kuran 19’ların

DP’ye muhalefetleri, “denetimsiz, şahsi ve keyfi iktidara gid[en]” (Çakmak, 2008)

politikalara dairdir:

“Bu memlekette herkes aynı fedakârlığı yaparsa bir kalkınma olabilir. Fakat bir

tarafta halktan fedakârlık istenirken, diğer taraftan her gün 510 milyonerin doğuşu

halka ıztırap vermektedir.”97

Bu doğrultuda, Hürriyet Partisi 1957 seçimlerine DP ekonomi politikalarının

eleştirisi ve planlama üzerinden girmektedir. Parti’nin seçim beyannamesi “Hürriyet

ve Refah Yolu” kitabı doğrultusunda yayınlanmıştır. Hürriyet Partisi, “bir memleket

ekonomisinin geliştirilmesini her şeyden evvel bir plân ve programa bağlamak

suretiyle mümkün olabileceğine inanmaktadır” (Milliyet, 20 Ekim 1957). Hürriyet

Partisi, plana inancını ve bağlılığını belirtmekle kalmamış, Türkiye için beş yıllık bir

gelişme planı da (5 Yıllık İktisadi Gelişme Plânı) hazırlamıştır. Plan, Aydın Yalçın ve

Ekrem Alican’ın liderliğinde, Enver Gürel, Fethi Çelikbaş, Feridun Ergin, Muhlis

Ete, Osman Okyar ve Coşkun Kırca’nın katıldığı Komite tarafından hazırlanmıştır

(Hürriyet Partisi, 1957:Önsöz).

Hürriyet Partisi “bir demokraside muhalefetin yedek bir hükûmet olduğu temel

prensibinden hareket ederek, faaliyetini düzenlemek istemektedir”; çünkü son

yıllardaki dış ticaret açıkları ve enflasyon plansızlıktan kaynaklanmıştır. Hürriyet

Partisi’nin bu doğrultuda hazırladığı plan tartışmaya açık bir metindir, “[y]oksa,

plânı, devletin ferdlere, müstehlik ve müteşebbislere, ne yapmaları, nerede ve ne

kadar yapmaları hususunda merkezî otoritenin emirlerini ihtiva eden bir vesika

97 Emrullah Nutku’nun söylevi, Cumhuriyet, 23 Kasım 1955’den akt. Eroğul, 2003:184.

Page 197: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

181

olarak kabul etmemelidir” (Hürriyet Partisi, 1957:4). Aksine, plan fiyat ve piyasa

mekanizmasına dayandığı ve özel sektörün ekonominin temeli olduğu anlayışına

sahip çıkmaktadır. Plan, piyasa ve fiyat mekanizması yerine geçmediği için ayrı bir

bakanlık olarak değil, Başbakanlığa bağlı bir Plânlama Komitesi eliyle yürütülmesi

öngörülmektedir (4-5). Plan, gerekli bilgi ve personele erişilememesi nedeniyle

derinlikli bir sektörel iç bağıntıların hesaplanmasına girişememiş olsa da, sanayi ve

tarım sektörlerindeki amaçları ortaya koymuştur. Sanayide hafif tüketim mallarına

odaklanan ekonomi politikalarının yanlışlığı son dönemdeki krizle açığa çıkmıştır,

yeni dönemde “yatırım malları sanayiini geliştirmek zarurîdir” (39). Tarımda ise

sanayide meydana gelecek toplumsal değişimi tamamlayacak ve ihracatı

genişletilecek malların üretimine ağırlık verilmelidir. Bu gelişme planı içeriğinden

bağımsız olarak Türkiye’nin bu dönemde uzun dönemli plan yapabilmek için gerekli

maddi ve beşeri kaynaklara sahip olduğunu göstermesi açısından önemli

görülmektedir (Somel, 2009).

27 Ekim 1957’de yapılan Genel Seçimde, Demokrat Parti %47 oy ile Meclis’de

424 koltuk kazanmış; ana muhalefet partisi CHP ise %41 oy oranı ile Meclis’de 178

koltuk sahibi olmuştur. Diğer partilerin toplam koltuk sayısı 8’de kalmıştır. Oy

oranlarının birbirine yakın olmasına karşılık, temsiliyete önemli bir farkın yansıması

parlamenter sistemin krize girmesine neden olabilecek düzeydedir.

Genel Seçimlere kadar DP ithal ikameciliği ve devlet işletmeciliğini etkin olarak

kullansa da, planlamaya karşı direnmektedir. Adnan Menderes 1954 yılında

“Sanayiin kurulması için plân şart diyorlar. Hâlâ totaliter iktisâdiyattan totaliter

memleketlerin beş yıllık plânlarından bahsediyorlar. Acaba Avrupa sanayi ve büyük

Amerikan ekonomisi de beş yıllık plânlarla mı kuruldu?” (Eroğul, 1990:91, 92) diye

sormaktadır. ABD’nin New Deal ve Fransa’nın Planlama deneyimi soruya gerekli

yanıtı vermekteyse de, daha açık olan şey Türkiye’ye bu dönemde planlama

baskısının bizzat ABD’den gelmesidir.

ABD baskısı, dış yardımlar üzerinden kurulmaktadır. Dış yardımlar “dünyada

huzurun tesisi için uluslararası kuruluşlar, azgelişmiş ülkelerin gelişmelerine destek

olmaktadır” tezi (Sezen, Mayıs 1999:176) arkasında azgelişmiş ülkelerin

ekonomilerini Batı Bloğu’a bağlamakta ve ekonomik yapılarını şekillendirmektedir.

Azgelişmiş ülkelerin, sermaye yetersizliğinden kaynaklı yatırım açığı, dış sermayeyi

Page 198: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

182

ve dış yardımı zorunlu kılmakta; bunun sonucunda da borçlanma iktisadı

doğmaktadır.

Türkiye’de de 1950’lerin başında incelemeye gelen ya da davet edilen

uluslararası uzmanların ortak önerisi, kalkınma programlarına geçilmesidir. Dış

yardımların baskısı ise 1953 sonrasında Kriz koşullarına girilince artarak

hissedilecektir. 1955 yılında, Amerikan Heyeti “30 milyon dolarlık acil yardım

paketi” görüşmeleri için Türkiye’dedir. Yardım, sanayileşme ve kalkınma için

kullanılacaktır. Milliyet’in haberine göre, “Amerikan yardımlarının tatbikatı ile

meşgul olacak ve daimî plânlama yapacak bir heyet” Fatin Rüştü Zorlu’ya bağlı

olarak faaliyete geçirilecektir (Milliyet, 12 Haziran 1955). Aynı yıl, Peyami Safa,

Milliyet’teki köşe yazısında plan fikrinin yeni doğduğundan bahsetmektedir

(Milliyet, 15 Ocak 1955).

DP’nin sosyalistlikle suçladığı planlama, Türkiye’ye asıl olarak SSCB’de 24

yıldır uygulanmakta olan “beş yıllık kalkınma planları”nın başarısızlığı savı

üzerinden girmiştir. Azerbaycanlı Mirza Bala, 1953’de SSCB kalkınma planlarının

sanayileşmeyi sağlamış olsa da, Amerika’yı yakalamak ve geçmek olan amacını

başaramadığını, sosyalizme geçişi sağlayamadığını, işçi ücretleri üzerinden

savunmaktadır. Amerika’da bir işçinin bir kilo et için yarım saat, Sovyetlerde ise dört

saat çalışmasının gerektiğini örnek vermektedir (Milliyet, 4 Nisan 1953).

Sovyetlerde, askeri alanda başarılan sanayileşme halkın hayat seviyesini artırmayı,

sosyalizme geçişi sağlayamamıştır.

Soğuk Savaş’ın kızıştığı bu dönemde, ABD ve SSCB arasındaki çatışma,

azgelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler üzerinde egemenliğin artırılmasına

bağlanmıştır. Sovyetler ekonomik taarruza geçmiştir. “Gelişmemiş memleketlerle

iktisadi bağlarını kuvvetlendirmekte” ve “kendisi için menfaatler veya herhangi bir

şekilde imtiyazlar talep etmemektedir. Ve iktisaden gelişmemiş memleketlerde bu

çok daha iyi anlaşılmaktadır” (Milliyet, 24 Ağustos 1957). Türkiye’nin ABD ile

stratejik ortaklığının kurulduğu ise açıktır. 1956 yılında “ABD’nin tek müttefikinin

Türkiye” olduğu yazılmakta, ABD’nin müttefikinin kalkınma hamlesini izlediği ve

uzun vadeli yardım yapacağı konuşulmaktadır (Milliyet, 19 Ocak 1956). Aynı yıl,

ABD’nin Ortadoğu’da savaşa hazırlandığı ve Bağdat Paktı’nı topladığı bir not olarak

düşülmelidir (Milliyet, 19 Ocak 1956).

Page 199: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

183

1958 sonrasında Türkiye’nin dış yardım alabilmek için yoğun bir çaba içerisinde

olduğu dönemde, stratejik ortaklık devreye girmekte ve yardım gelmektedir. Bu

yardım, Türkiye’de planlama çalışmalarının da başlangıcı sayılmalıdır.

Uluslararası kuruluşlar “kredilerin hangi alanda, nasıl kullanılacağını ve ülkenin

geri ödeme koşullarını belirleyen ekonomik durumunu açıkça görmek, bir başka

deyişle bu kredilerin kullanımını yönetme” isteğindedir (Sezen, Mayıs 1999:167).

Türkiye’de planlamanın Avrupa İktisadi İşbirliği ve Kalkınma Teşkilatı’nın (OECD)

telkinleri ile başladığı, planlamayı kuran kadro tarafından da belirtilmektedir

(Karaosmanoğlu, Eylül 2003:12):

“1960’lardaki plânlama ile ilgili ilk hareketler OECD’nin Türkiye’de kamu

harcamalarında bir harcama disiplini kurulabilmesi için çok devamlı ve ısrarlı bir

şekilde plân yapılmasının lazım olduğu konusunda Menderes Hükümeti’ne yaptığı

teşvik ve telkinlerle başlıyor.”

1958 yılı bütçenin komisyondaki görüşmelerinde CHP Genel Sekreteri Kâsım

Gülek, imar işlerinde uzun dönemli kredilerin gerekli olduğunu, uzun dönemli

kredilerin ise plan ve programlara bağlı olduğunu belirtmektedir (Milliyet, 19 Ocak

1958). Gülek, plan ve programların nasıl olması gerektiğini de sıralamaktadır:

“Plân ve program sadece yapılacak işleri arka arkaya sıralamak değildir. Modern

mânâda program, rantabilite hesapları yapılmış, daha mühim olan mühime tercih

edilerek tertiplenmiş, eserler tamamlanınca kullanılacağı yerler evvelden tespit

edilmiş bir etüd mecmuasıdır. Bu şekilde esaslı plânların ve programların

hazırlanması memleketin umumî kalkınma ve gelişme programının hazırlanmasiyle

yakından ilgilidir.”

Sonuç olarak, “[d]ışarıdan gelen paraların hesaplı kullanılacağının teminatını

vermek lâzımdır” (İsmet İnönü’nün beyanatı, Milliyet, 15 Ekim 1958). Bu teminat,

dış yardımların karşılığı olarak, Krizin derinleştiği ve DP’nin IMF politikalarına

mecbur olduğu dönemde verilecektir.

1958 yılında alınan 4 Ağustos İstikrar Tedbirleri ile yeni bir dönem açılmaktadır

(Boratav, 2008:109):

“...1954-1961 dönemi, liberal bir dış ticaret rejimi içinde dış dengenin

sağlanamayacağının anlaşıldığı; bu nedenle dış ticaret kontrollerine gidilen, ancak

ticaret açıkları yine ortadan kalkmayan, hatta artık müzminleşen; öte yandan geniş

Page 200: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

184

kamu kesiminin özel sermaye birikimiyle işlevsel bir bütünlük içinde eklemlendiği

bir ekonomik yapının yerleştiği yıllardır. 1960 sonrasında da ekonomik yapıya ve

iktisat politikalarına egemen olmaya devam edecek olan bu özelliklerin sonraki

dönemden ana farkı, ekonomik gelişmenin bir önceki ve bir sonraki dönemlere göre

durgun bir konjonktürde bulunmasında ve plansız – programsız, günü gününe

yönlendirilmesinde yatar. 27 Mayıs 1960 sonrasında, planlı bir iktisat politikası

anlayışına yönelerek ekonomiyi yeniden genişleyen bir doğrultuya sokma çabaları ilk

meyvelerini 1962’de vermeye başlamış ve 1960, 1961 yılları bütün özellikleriyle

1958’de yürürlüğe konan istikrar programının izlerini taşımıştır.”

4 Temmuz 1958’de ABD’nin borç devri şeklinde vereceği kredinin “iktisadî

plânlarımızın gerçekleşmesi için lâzım olan kredi miktarı” tespit olunduktan sonra

verileceği açıklıkla belirtilmektedir (Milliyet, 4 Temmuz 1958). Bahsedilen Amerika

ve Avrupa İktisadi İşbirliği Teşkilatı (OEEC) ile imzalanan İstikrar Anlaşması, 1960

sonrası dönemin hazırlayıcısıdır. Diğer bir deyişle, Türkiye’de Savaş sonrasında

başlayan emperyalizmle bütünleşmenin kurumsallaşması ve İkinci Cumhuriyet’in

başlangıcıdır.

4 Ağustos 1958 tarihli İstikrar Tedbirleri ile (a) yurtiçi borçlanma ve kredilere

sınırlamalar getirilmiş, (b) paranın değerinde de facto devalüasyon gerçekleştirilmiş,

(c) 450 milyon $’lık kredi sağlanarak kısa ve orta vadeli borçların ödenmesi ve diğer

borçların ertelenmesi sağlanmış, (d) yeni kredi olanakları seferber edilmiştir (World

Bank, 1961:i).

Yardım anlaşmasının, 1957 seçimlerinden sonra Hükümet tarafından hazırlanan

planın OEEC uzmanlarının incelenmesi sonucu beğenilmesi ile imzalandığı

açıklanmaktadır (Abdi İpekçi, Milliyet, 12 Aralık 1958). Plan beğenilmiş ve planın

uygulanması için gerekli kredinin verilmesi onaylanmıştır. Bu doğrultuda, OEEC,

diğer devletlerin de kredi desteğinde bulunması için dikkati çekilmiştir.

İstikrar Tedbirleri kapsamında “Türkiye’ye 259 milyon dolar değerinde kredi

açılmıştır. 25 milyon IMF’den, 250 milyon ABD’den, 75 milyon diğer OEEC

ülkelerinden” borç alınmıştır (Cumhuriyet).

Ağustos 1958 sonrasında başlayan planlı ekonomiye dair örgütlenme, aynı

dönemde hayata geçirilmiştir. 13 Eylül 1946 tarihli 4951 sayılı Bakanlıkların

Kuruluşu Hakkında Kanunu’nun 1. maddesi “Başbakanın teklifi ve

Cumhurbaşkanının onayı” ile devlet dairelerinin "Bakanlıklara" ayrılacağını

Page 201: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

185

bildirmektedir. Bu maddeye dayanarak, 9954 sayılı RG’de (RG:14.07.1958)

Başvekil Adnan Menderes imzalı “Koordinasyon Vekâleti ihdası ile bu Vekâlete

Zonguldak Mebusu Sebatı Ataman’ın” tayini ile Koordinasyon Bakanlığı

kurulmuştur. Bu Bakanlık, İktisadi Koordinasyon Heyeti’nin alacağı kararların

iptidai tasarılarını hazırlayan ve Heyet ve Teknik Komitece alınan kararların

tatbikatını sağlayan bir teşekkül olacaktır (TODAİE 1961a:11).

İstikrar Anlaşması’nın imzalandığı gün (Ağustos 1958) ise Başbakanlığa bağlı

Tahsis ve Tevzi Dairesi kurulmuştur. “Devamlı surette artmakta olan nüfus, istihsal

ve yatırımların bazı mallar için tevlit ettiği ihtiyaçların temini ve kaynakların en

müessir ve adilâne bir şekilde kullanılması maksadiyle” kurulan teşkilatın kısa

zamanda olumlu sonuçlar vereceği umulmaktadır (Milliyet, 1 Ağustos 1958).

Teşkilat’ın yardımların takibi için bir izleme, kontrol kulesi olduğu tahmin edilebilir.

Ne var ki, bu kuruluşun ömrü uzun olmayacaktır.

Yılsonunda ise “Başvekâlete bağlı bir ‘İktisat Şurası’ kurulması”

kararlaştırılacaktır. Özellikle bilim adamlarına yer verilecek Şura’da, iktisadi ve mali

konularla ilgili plan ve programlar hazırlanacak ve Şura’nın kararları bakanlıkların

faaliyetlerine ışık tutacaktır (Milliyet, 13 Ekim 1958).

İstikrar Programı, ilk yıl piyasayı rahatlatmakla beraber, 1959 yılı ortalarında

Hükümetin kredi anlaşmaları karşılığında verdiği sözleri tutmadığı ortaya çıkmakta

ve enflasyon yeniden hareketlenmektedir. Hükümet Nisan 1959’da “İç Finansman

Fonu” kurmasına rağmen, yeni kredi anlaşmalarında söz verdiğinin aksine “gelecek

10 yıl için yatırım planı ve koordinasyon ve rasyonalizasyon” tedbirlerini sağlayacak

şekilde fonu biçimlendirmemiştir (World Bank, 1961:11-12). Üstüne üstlük,

Hükümet uzun dönemli bir takım tedbirler için 650 milyon Dolarlık yeni kredi talep

etmekte ancak krediler için sunduğu program henüz hazırlık aşamasında bir takım

projelerden meydana geldiği anlaşılmaktadır (12).

Bu şartlarda Amerika, NATO üyesi Türkiye’ye yardım etmeyi kabul etmiştir

ancak yükü paylaşmak için Almanya’nın da yardıma destek olmasını arzulamaktadır.

Bunun üzerine Alman Bakan Ludwig Erhard, davet üzerine 1959 yılında Türkiye’ye

gelmiştir. Erhard’ın önerisi, yardım alabilmek için plan yapılması olmuştur

(Çilingiroğlu, Eylül 2003:22, 28).

Page 202: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

186

Bunun üzerine, Dışişleri Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı Hasan Esat Işık

başkanlığında Envestisyon Program Komitesi kurulmuş ve üyeler kurumsal

temsiliyet bazında değil şahsen belirlenmiştir: Ziraat Bankası Genel Müdürü Akif

Çakman, Elektrik İşleri Etüd İdaresi Genel Müdürü İbrahim Deriner, Devlet Su İşleri

Genel Müdürü Süleyman Demirel, Hazine Müşaviri Kemal Siber ve Çimento Sanayi

Genel Müdürü Selahaddin Akyol (Çilingiroğlu, Eylül 2003:25). Bu isimlere ek

olarak Günal Kansu, Hazine Genel Müdürü Ziya Müezzinoğlu’nun da ismi olduğunu

söylemektedir ve İbrahim Deriner’in toplantılara üç genç yardımcısı olan Turgut

Özal, Ayhan Çilingiroğlu ve Haluk Ceyhan’ı da götürdüğünü belirtmektedir (Kansu

Haziran 2004:42). Bu kapsamda hazırlanan program, projelerin biraraya

getirilmesinden oluşmaktadır. Nitekim, Erhard Türkiye’ye gelerek Raporu

inceledikten sonra “[h]azırlıklar iyi ama, sizin aslında daha ciddi ve geniş kapsamlı

bir plana ihtiyacınız var. Bu, bizim verebileceğimiz dış yardımın nerelere sarf

edileceğinin kararlaştırılması için de şart” diyerek, geniş çaplı çalışmanın gerekli

olduğunu belirtmiştir (Kansu, Haziran 2004:44).

Geniş çaplı çalışma, OEEC’nin Tinbergen’i Türkiye’ye göndermesi ile

başlatılmıştır. Tinbergen’e yardımcı olmak üzere görevlendirilen Koopman 5 Nisan

1960’da Türkiye’de göreve başlamıştır (Kansu, Haziran 2004:46). Tinbergen ve

Koopman, IMF’nin uluslararası sermaye için gördüğü “prestij” işlevini yerine

getirecektir. Tinbergen, OEEC aracılığı ile Türkiye’nin izlenmesi ve Türkiye’nin

planlı kalkınma deneyiminin OEEC çıkarları doğrultusunda şekillendirilmesine aracı

olacaktır.98

Bu dönemde The Economist’te çıkan habere göre, “iki tanınmış Hollandalı

iktisatçı; Rotterdam’dan Profesör Tinbergen ile Lahey’den Dr. Koopman Türkiye’nin

uzun vâdeli kalkınma programı üzerinde tavsiyelerde bulunmak üzere gizli bir

anlaşma ile Ankara’ya gelmişlerdir” (Milliyet, 26 Nisan 1960). Aynı yazıya göre,

“mahdut imkânlara sahip bir memleket için, bu [hazırlanan programdaki] projelerin

98 Tinbergen’in 1962 yılında önce “kalkınmanızı sağlayacak yatırımlar için dış yardım alamadığınız

takdirde hazırlanan plânların tatbiki[nin] imkansız hale gel[eceği]”ni belirtmesi, ardından

NATO’nun kapalı kapılar ardında yapılan Türkiye’ye dış yardım verilip verilmeyeceği

müzakerelerine dair bilgi edinebilmesi ve buna dair açıklamaları bu kanının oluşmasına neden

olmuştur (Milliyet, 15 Ocak 1962; 13 Mart 1962).

Page 203: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

187

bazıları diğerlerinden daha fazla şayanı arzudur. Türkiye’nin ihtiyacı, ticaretinde

muvazene sağlayacak şekilde ihracat için istihsalini artırmaktır.”

Koopman, Envestisman Komitesi Raporu ile işe başlamıştır. Ayhan Çilingiroğlu

ve Turgut Özal ile birlikte çalışmaktadır (Kansu, Haziran 2004:46). Tinbergen gidip

gelmekte, Koopman ise Türkiye’de kalmaktadır. Tinbergen ile çalışan ekipte, Oktay

Yenal, Kenan Bulutoğlu, Sevim Gördün, Demir Demirgil, Cevdet Kösemen ve

diğerleri de bulunmaktadır (Çilingiroğlu, Eylül 2003:33).

Bu isimlerin dışında Koopman incelemelerde bulunurken Forum ve SBF

Dergilerinde Sadun Aren, Nejat Bengül, Besim Üstünel ve Attila

Karaosmanoğlu’nun yazılarını ve isimlerini görüp ve temasa geçmek istemiş, önce

sorun yaşanmış olsa da, iletişime geçilmiş ve Attila Karaosmanoğlu ile Nejat Bengül

EİEİ’ye danışman olarak atanarak Koopman ile planlama çalışmalarına katılmışlardır

(Kansu, Haziran 2004:47). Çalışmalar sonucunda, Tinbergen, 1960 yılında “Merkezi

Plânlama Teşkilatı Kurulması Hakkında Not” hazırlayarak, Hükümete sunmuştur.

Planlama çalışmaları devam ederken, Türkiye’de gündem ısınmaktadır. 1957

Genel Seçimlerinde, yakın oy oranlarına karşın Meclis’de temsiliyette farklılaşması

nedeniyle iki siyasal partinin çekişmesi parlamenter sistemi kilitleyecek noktaya

varmıştır. Üniversitelerin, gazetelerin ve sendikaların kapandığı bir toplumsal yapı

ortaya çıkmış, sıkıyönetim haricinde hareket alanı kalmamıştır. Söz konusu

sıkışıklık, 1960 yılında 27 Mayıs Darbesi ile parlamenter sistemin askıya alınması ile

sonuçlanmıştır.

C. İKİNCİ CUMHURİYET VE “DEMOKRATİK PLANLAMA”NIN

KURULUŞU

27 Mayıs 1960’da Askeri Darbe, Alpaslan Türkeş’in sesinden “NATO’ya

CENTO’ya yani Batı’ya bağlıyız, kapitalizme bağlıyız” mesajı ile duyurulmuştur.

Aynı mesaj, Temmuz 1960’da açıklanan Org. Cemal Gürsel’in başbakanlığındaki

Hükümet Programı’nda99

da tekrarlanmıştır. Hükümet Programı’na göre, “İkinci

Cumhuriyet” kurulmuştur. Bu “İkinci Cumhuriyetin Anayasası, ilmin ve geçmiş

99 Orgeneral Cemal Gürsel’in başbakanlığında kurulan kabine 29 Mayıs’da kurulmuştur (Milliyet, 29

Mayıs 1960).

Page 204: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

188

yılların acı tecrübelerinin ışığı altında” uzmanlarca hazırlanacaktır. Bu hazırlıklarda,

BM Anayasası, İnsan Hakları Beyannamesi dikkate alınmaktadır (Milliyet, 12

Temmuz 1960):

“Vazifede bulunduğumuz müddetçe, İkinci Cumhuriyet ile, kurulacak olan yeni Türk

demokrasisinin, sağlam ve hiçbir kimse veya zümrenin tasallutuna mâruz

kalmayacak kudret ve selâmette olmasını temin etmek, 27 Mayıs İnkılap Hareketinin

ve İnkılâp Hükümetimizin maddeten ve mânen mümkün olan en kısa zamanda

ulaşmak istediği bir hedef olmakta devam etmektedir.”

Bu amaçlara ulaşmak üzere “Birleşmiş Millet ile NATO ve CENTO ittifakları”

dayanak olacaktır ve bu süreçte “Amerika Birleşik Devletleri ile olan samimi ve ileri

dostluk bağlarına işaret etmemek mümkün değildir” (Milliyet, 12 Temmuz 1960).

Hükümet programı, dış ticarette serbestinin savunuculuğunu yapmakta ve bir önceki

dönemin eleştirisini içerecek şekilde “hususi tahsislere, takas anlaşmaların, çeşitli

yollarla tahakkuk ettirilen rüçhanlı muamelelere asla yer ve imkan”

bırakılamayacağına vurgu yapmaktadır:

“Memleket iktisadiyatının ahenkli bir surette gelişmesi ve halkımızın tüm olarak

hakiki refaha doğru ilerleyebilmesi için, yatırımları şahsi, indi ve iç politika

mülâhazalarından kurtarıp rasyonel ve plânlı bir temel üzerine oturtmak, çok

ehemmiyet verdiğimiz bir esastır. Bu maksatla, pek yakında bir iktisadi plânlama

dairesinin kuruluş kanunu” sunulacaktır (Milliyet, 12 Temmuz 1960).100

27 Mayıs Darbesi sonrasında, planlama çalışmaları hız ve açıklık kazanmıştır. 27

Mayıs darbesinin planlamaya desteğin ötesinde önem verdiği açıktır. 28 Mayıs

1960’da Hükümet kurulur kurulmaz, Koordinasyon Bakanlığı kaldırılmış, plan

çalışmaları Ticaret Bakanlığı’na, Cihat İren’e devredilmiştir (Mıhçıoğlu, 1983:256).

Koopman ile Cihat İren’in görüşmeleri üzerine, Cihat İren planlama örgütü

kurulması konusunu BK’nin gündemine getirmiştir. BK Devlet Bakanı Şefik İnan’a

bu görevi vermiş, Şefik İnan da görevi Muhlis Ete’ye devretmiştir.

100 Yeni dönemde, ihracatı geliştirmek üzere bir merkez kurulacak ve “kredi dağılımında ihracatçı

tüccar teşvik edilecektir” (Milliyet, 12 Temmuz 1960). Döviz açığının ithalatçı sermayeye rant

yarattığı eski düzenin kârı yeni dönemde ihracatçı sermayeye aktarılacaktır.

Page 205: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

189

Haziran ayı içerisinde, Başbakanlığa bağlı bir İktisadi Planlama Dairesi

kurulacağı açıklanmaktadır. Öncelikle, eski iktidar tarafından yapılan yatırımların

envanteri çıkarılacaktır. İnan’a göre, “10 yıldan beri memleketimizde münakaşa

konusu olan ‘plân meselesi’ ele alınmış ve tahakkuk yoluna sokulmuştur. Bundan

böyle memleketimizde yapılacak yatırımlar keyfi ve şahsi takdirlere göre değil,

objektif ve ilmi usullerle Planlama Dairesinde gerekli hesaplara istinaden

yapılacaktır. Yatırılacak her Türk lirası hangi sahada en yüksek verim verecek ise

oraya harcanacaktır. Böylece tahakkuk edecek hakiki refahtan Türk milleti tüm

olarak faydalanabilecektir” (Milliyet, 16 Haziran 1960).

Diğer bir deyişle, Türkiye’de piyasanın kendini hedef alacak kadar kişiselleşmesi

dönemi bitecek, özel sektör rasyonel ve planlı bir piyasa sistemi içerisinde

çalışacaktır. Bu mekanizmanın kurulması için büyük bir ekip çalışmaktadır.

Hollandalı Tinbergen ile Koopman’ın başını çektiği ekipte ABD’den Northrop da

bulunmaktadır. Muhlis Ete ve Osman Okyar da Hükümetin temsilcileridir. Ayrıca,

Ankara Üniversitesi ile İstanbul Üniversitesi’nden akademisyenler yer almaktadır.101

Bu sırada, TODAİE ve SBF tarafından da planlama örgütüne dair raporların

hazırlandığı ve Başbakanlığa gönderildiği belirtilmektedir (DPT, 1990:3). Ne var ki,

İnan ve Ete tarafından yürütülen çalışmaların sonucu hazırlanan plan taslağı

Koopman tarafından beğenilmeyecektir.

Bu dönemde, Albay Şinasi Orel tarafından da planlama ve planlama örgütüne

ilişkin çalışmaların yürütüldüğü anlaşılmaktadır. Bu çalışmaların içerisinde yer alan

Cemal Mıhçıoğlu’nun kişisel notlarına göre, 7 Temmuz 1960’da Başbakanlık’tan

Planlama Dairesi kurulmasına dair istenen rapor için SBF’de toplantı yapılmıştır

(Mıhçıoğlu, 1983:230).102

101 Ankara Üniversitesi’nden, Prof. Dr. Aziz Köklü, Prof. Dr. Avni Zarakoğlu, Prof. Dr. Akif Erginay,

Prof. Dr. Bedri Gürsoy, Prof. Dr. Fadıl Hakkı Sur, Prof. Dr. Mahmut Koloğlu, Prof. Dr. Reşat

Aktan, Prof. Dr. Sadun Aren, Dr. Atila Karaosmanoğlu, Dr. İsmail Türk, Dr. Ozan Kaya, Doç. Dr.

Nejat Bengül, Doç. Dr. Cumhur Ferman, Prof. Dr. Kâzım Köylü ile İstanbul Üniversitesi’nden Prof.

Dr. Atıf Kuyucak, Prof. Dr. Mehmet Uluç, Prof. Dr. Orhan Tuna, Prof. Dr. Orhan Dikmen, Prof. Dr.

Sabri Ülgener, Doç. Dr. Haluk Cillov, Doç. Dr. Haydar Fargaç, Doç. Dr Kenan Gürtav, Doç. Dr.

Oktay Yenal, Prof. Dr. Süleyman Barda.

102 Oysa, Şefik İnan’ın Planlama Örgütü ile ilgili tasarısı ve gerekçesi 19 Temmuz 1960’da Bakanlar

Kurulu’nda görüşülmüştür (Mıhçıoğlu, 1983:237-247). Bu nedenle, İnan ve Orel’in paralel

Page 206: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

190

Bu toplantının ardından 15 Temmuz 1960’da da Albay Şinasi Orel başkanlığında

Başbakanlık temsilcisi Muhlis Fer, Milli Eğitim Bakanlığı temsilcisi Müfettiş

Mehmet Deligönül, TODAİE’den Prof. Dr. Reşat Aktan, Cambridge

Üniversitesi’nden Prof. Dr. Nur Yalman, Ankara Üniversitesi’nden Dr. Attila

Karaosmanoğlu, Ankara Üniversitesi’nden Cemal Mıhçıoğlu ile raportör olarak

Kurmay Binbaşı Recep Ergun TODAİE’de biraraya gelmiştir (Mıhçıoğlu, 1983:230).

Bu Komisyon’un Tinbergen ve Koopman’ın çalışmalarından habersiz planlama

çalışmalarına başladığı anlaşılmaktadır.103

Toplantıda Muhlis Fer’in yabancı uzman

raporlarından söz etmesi üzerine Şinasi Orel durumu aktarmıştır (Mıhçıoğlu,

1983:233). Mıhçıoğlu bu durumu, “27 Mayıs öncesi çalışmaların gizli olduğu”

şeklinde yorumlamış, planlama örgütü kuruluşu ile görevlendirilen Komisyon

üyelerinin açıklamalarından bunun anlaşıldığını belirtmiştir (Mıhçıoğlu, 1983). Bu

durum, Tinbergen ve Koopman’ın çalışmalarının Şefik İnan çalışmalarından

ayrılarak ve Şinasi Orel’e devredildiğini göstermektedir. Şinasi Orel’in

başkanlığındaki komisyon, çalışmalarını Temmuz ayı sonunda bitirecek ve bir hafta

içerisinde BK’ye sunucaktır (Mıhçıoğlu, 1983:236).

13 Ağustos 1960’da BK’de İnan’ın ve Orel’in başkanlığındaki komisyonlarca

hazırlanan iki öneri de tartışılmış ve Şinasi Orel’in plan taslağı kabul edilmiştir

(Mıhçıoğlu, 1983:256-257). Bu olaydan hemen sonra 25 Ağustos’da Kabine’de geniş

bir tadilat yapılarak, on bakan BK’den çıkarılmıştır. Şefik İnan da BK’den ayrılanlar

arasındadır (Milliyet, 26 Ağustos 1960).

Şefik İnan’ın plan ve planlama örgütüne dair tasarısı, planlamanın ekonomik

boyutu ile sınırlıdır. Planlama Örgütü’nün yasal metninde de “Başbakanlık İktisadi

Planlama Dairesi’nin Vazife, Salâhiyat ve Teşkilatına Ait Kanun Tasarısı” olarak

adlandırıldığı görülmektedir (Mıhçıoğlu, 1983:237). Kanun Tasarısı’nda da örgütün

faaliyetleri “memleketin iktisadi kaynaklarını incelemek” olarak verilmekte ve “her

çalışmalar yürüttükleri anlaşılmaktadır. İlginç olan, Orel tarafından yapılan çalışmalara davetin

Başbakanlık’tan gelmesidir. Bu nedenle, aslında Orel’in çalışmalarına da gayriresmi demek yanlış

olur.

103 En azından Cemal Mıhçıoğlu, Hollandalı iktisatçılar tarafından yapılan çalışmalardan habersiz

çalışmalara başladığını belirtmektedir (Mıhçıoğlu, 1983:233). Oysa Atilla Karaosmanoğlu, Darbe

öncesindeki dönemde, Tinbergen ile birlikte çalışmıştır.

Page 207: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

191

iktisadi faaliyet kolunda, Devlet sektörü ve hususi sektör tarafından girişilecek”

şeklinde tanımlanmaktadır (Mıhçıoğlu, 1983:240). Ayrıca, Kanun Tasarısı

Gerekçesi’nde belirtildiği şekilde planlamanın kapsamı devlet aleyhine daraltılmıştır

(Mıhçıoğlu, 1983:239):

“Hususi sektörün tam bir serbesti içinde girişeceği faaliyetlere bırakılacak, Devlet

sadece hususi teşebbüsün, planın umum, istikametleri ve çerçevesi dahilinde gerekli

teşvik tedbirlerini almakla iktifa edecektir. Bu Türk plancılığının dayandığı temel

fikirdir.”

Şefik İnan tarafından hazırlanan Kanun Taslağı’nın en önemli özelliği, dönem

içerisinde planlamanın sadece “iktisadi alan”la sınırlı ve eski bir dava olarak

“devletin yatırım ve harcamalarını kısıtlama” amacıyla hazırlanmasıdır. Şefik İnan’ın

planlama algısı, uygulamada alan olarak genişletilerek, sosyal alanı da kapsayacak;

devlet yatırım ve harcamalarının kısıtlanması amacı yerine kamu sermaye

birikiminin özel sektör aleyhine işlememesi amacı kabul edilecektir.

27 Mayıs olmasaydı, planlamanın alan ve amaç olarak nasıl kurgulanacağı

bilinmez ama alan ve amaçtaki söz konusu farklılık iki dönem arasındaki kurgu

farkına denk düşer gözükmektedir. Bu nedenle, Şefik İnan’ın Kanun Tasarısı, Muhlis

Ete tarafından hazırlanması dolayısıyla da DP’den uzaklaşmayan Hürriyet Partisi’nin

planlama yaklaşımının devamı sayılabilir. Şefik İnan’dan görevi çalan Şinasi Orel’in

planlama anlayışı ise Batı tipi rasyonel ve planlı işleyen piyasa mekanizması ile

sanayileşmeyi sağlayacak olan anlayışı işaret etmektedir. Planlama örgütü, bu anlayış

doğrultusunda hayata geçecektir. Ne var ki, kuruluş çalışmalarında çatallanan

planlama anlayışı, uygulamaya geçerken, bir kırılma daha yaşayacaktır.

1. Planlamanın Yönetimi: Bir Yönetsel Biçim Olarak DPT104

DPT Kanunu, Eylül 1960’da MBK’de kabul edildikten sonra “Birinci

Cumhuriyetin son günlerine kadar tek müsteşarlıkla idare edilen Başbakanlık”ta

ikinci müsteşarlık kurulmuş, Albay Şinasi Orel Başbakanlık Müsteşarlığına tayin

104 Bu başlık, Esra Dik ve Aslı Yılmaz tarafından KAYFOR IX’da sunulan “Türkiye’de Planlama

Yönetimi ve Örgütünde Dönüşüm: Devlet Planlama Teşkilatı’ndan Kalkınma Bakanlığı’na” başlıklı

metnin genişletilmiş halidir (Bkz. Dik ve Yılmaz, 2011).

Page 208: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

192

edilmiştir (Milliyet, 11 Ekim 1960). Hemen ardından, “münhasıran devlet planlama

müsteşarlığının işlerini tedhir edecek” bir Başbakan Yardımcılığı kurulacaktır

(Milliyet, 19 Ekim 1960).

DPT’yi kuran 91 sayılı Kanun çıkmadan önce hazırlandığı ve TODAİE’nin

Görüş Raporu olduğu anlaşılan, 1961 yılında yayınlanan rapora göre, DPT’nin

yapısına ilişkin iki öneri akla gelmektedir: “Başvekâlete bağlamak ya da ayrı bir

vekâlet teşkili cihetine gitmek” (TODAİE 1961b, 25).

Sadece söz konusu dönem ve coğrafyada değil, planlama işlevinin merkezi

örgütlenmesinde öne çıkan iki yönetsel biçimden bahsedilmektedir:

1. Başbakanlığa bağlı olarak DPT (Müsteşarlık ve YPK)

2. Kalkınma Bakanlığı (Koordinatör Bakanlık)

DPT’nin, Başbakanlığa bağlı olarak kurulmasına karar verilmiştir.

Türkiye’de kalkınma için iktisadi, sosyal ve kültürel planlama işlevi 30 Eylül

1960’da MBK’de kabul edilen 91 sayılı Kanun ile DPT ile kurumsallaşmıştır

(RG:5.10.1960/10621). DPT’nin kurulmasına ilişkin Tasarı MBK’nin gündemine

geldiğinde Tasarı’nın gerekçesini açıklama işi Şinasi Orel’e düşer. Şinasi Orel

teşkilatın yapılanması sürecine katkı sağlayanları ve tasarının hangi kesimlerin

elinden geçerek meydana çıktığını açıklayarak sözlerine başlar. Orel’in aktardığına

göre, “15 Haziran 1960 tarihinde Başvekâlet, bir Devlet Plânlama Dairesi kurulması

hakkında bir kanun tasarısı hazırlanması emrini verir. Bu emir üzerine Âmme

Enstitüsünden ve Siyasal Bilgiler Fakültesinden profesörler ve doçentlerin bir araya

gelmesi suretiyle bir kanun tasarısı gerekçesi ile birlikte hazırlanır. Siyasal Bilgiler

Fakültesi İktisat Hocası Atillâ Karaosmanoğlu, Prof. Reşat Altan, Doç. Nuri Yalman,

Cemal Mıhçıoğlu, Âmme Enstitüsünden Nejat Bengül’ün de aralarında bulunduğu

komisyon tasarıyı hazırlar” (TM (MBK) 10.9.1960, ZC C.1 B.9 O.2).

91 sayılı Kanun ile Devlet Planlama Teşkilatı, YPK ve Merkez Planlama

Örgütü’nden oluşmaktadır (md.3). Merkez Planlama Örgütü, siyasal sorumluların

tercihlerinin şekillenmesinde ve planın hazırlanmasında teknik girdiyi sağlayan

danışma niteliğinde merkezi örgüttür ve Müsteşarlık olarak örgütlenerek

Başbakanlığa bağlanmıştır. YPK ise Başbakan (veya Başbakan yardımcısı), BK’ce

seçilecek üç bakan ile Planlama Müsteşarı ve Müsteşarlığın üç daire başkanından

(iktisadi planlama, sosyal planlama ve koordinasyon) oluşmakta (md. 4) ve YPK bu

Page 209: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

193

yapısı itibariyle atanmışlar ile seçilmişler ya da teknik bilgi ile siyasal rasyonaliteyi

bir araya getiren bir yapı olarak kurulmuştur (Ünay, 2006:124). Bu yapı bir bütün

olarak Başbakanlığa bağlanmıştır.

Planlama merkezi bir örgüt eliyle yapılmalıdır, ancak bu teşkilat devletin yönetsel

yapılanmasında nerede konumlanacaktır?

Planlama, kuvvetler ayrılığını simgeleyen üç kuvvete ek olarak dördüncü bir

kuvvet olarak tasarlanmamalıdır. DPT’nin 1961 yılında “Planlama Nedir, Niçin

Planlama Yapıyoruz” başlıklı resmi yayınında öne sürdüğü görüş şöyledir (vurgular

bize ait, Savaş, 1966:4):

“Şüphesiz demokratik bir düzende planlama devlet bünyesi içinde dördüncü bir

kuvvet olarak yer alamaz. Planları hazırlayacak olan teşkilat; teşri, kaza ve icra

organları yanında bir dördüncü unsur değildir. Demokratik memleketlerde iktisadi ve

sosyal politikanın ve hedeflerin tayini hükümete ve parlamentoya aittir. Planlama

Teşkilatı bu konuda sadece teknik çalışmalar yapmakla görevlidir.”

Merkez Örgüt, siyasi iktidarın emrindeki teknik danışma kurulu niteliğindedir.

Ekonominin hangi hedeflere ulaştırılacağı teknik deyimi ile iktisadi hedeflerin

tespiti, siyasi iktidara ait bir fonksiyondur. Planlama örgütüne düşen görev siyasi

iktidar tarafından tespit edilen hedeflere ulaşmayı mümkün kılacak alternatif çözüm

tarzlarını belirlemektir (Savaş, 1966:4). Siyasal iktidarın “hedeflerin tespiti için

gerekli bilgiye sahip olması” beklenemez, bu nedenle DPT “[m]emleketin tabii,

beşeri ve iktisadi her türlü kaynak ve imkanlarını tam bir şekilde tespit ederek takip

edilecek iktisadi ve sosyal politikayı ve hedefleri tayinde Hükümete yardımcı

ol[acak]” (91 sayılı Kanun, 2/a md.) ve daha sonra “Hükümetçe kabul edilen

hedefleri gerçekleştirecek uzun ve kısa vadeli planları hazırlayacaktır” (91 sayılı

Kanun, 2/c md.) (DPT, 1996b).

Bu nedenle, planlama işlevi yürütmenin içerisinde yer almalıdır. DPT Tasarısı

görüşülürken Suphi Gürsoytrak’ın “Başbakanlığa bağlı bir Devlet plânlama teşkilâtı

kurulacağı yerde Anayasa mahkemesi gibi müstakil bir teşkilâtın kurulması

mevzuubahis edilse. Acaba bunun fayda ve mahzurları hakkında bir mütalâaları var

mı?” önerisi kabul edilmeyecektir (TM (MBK) 10.9.1960, ZC C.1 B.9 O.2).

“Müstakil bir örgüt” olarak DPT, demokratik olmayacak, siyasal erkin yetki

alanından bağışıklık ve bağımsızlık kazanacaktır.

Page 210: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

194

Teknik girdi ile siyasal sorumluluk arasındaki iletişimi sağlayacak bir örgütsel

yapılanmanın gereksinimi bu noktada ortaya çıkmaktadır: Yüksek Planlama Kurulu

(YPK).

Kanun, YPK’nin üyelerini “Başbakan (veya Başbakan Yardımcısı), BK’ce

seçilecek üç bakan, Planlama Müsteşarı, İktisadi Planlama Dairesi Başkanı, Sosyal

Planlama Dairesi Başkanı ve Koordinasyon Dairesi Başkanı” ile sınırlı tutmuştur (91

sayılı Kanun, 4 md). Kurul’un “iktisadi ve sosyal hedeflerin tayininde Bakanlar

Kuruluna yardımcı olmak ve hazırlanacak planları Bakanlar Kuruluna sunulmadan

önce, tayin edilen hedeflere uygunluk ve kifayet derecesi bakımından incelemek” (91

sayılı Kanun, 4 md) görevi teknik bilginin tutarlığı ve siyasi hedeflerin

uyumlaştırılmasını işaret etmektedir.

Gerçekten, planın Hükümet programından öte bir anlamı olmalıdır. Tüm halkın

geleceğini belirleyen hedeflerin hem piyasalar hem siyasiler için bağlayıcı olabilmesi

gereklidir. Bu doğrultuda, planlamanın toplumsal kesimleri temsil edebilmesi ve

siyasal iktidardan görece özerk durabilmesi de gerekmektedir. Görece özerklik

doğrultusunda, YPK’nin daha katılımcı bir yapıda olmasının gündeme geldiği 1961

tarihli TODAİE Raporu’ndan görülmektedir. Rapor’da “parlamento temsilcileri ile

ilgili bakanlar, planlama dairesi başkanı, üniversite temsilcileri ile meslek grupları

temsilcileri”nin de yer alması önerilmiştir (TODAİE 1961b:23). Kanun’da böyle bir

yapı kurulmamışsa da, özel ihtisas komisyonları ile uzmanların, akademisyenlerin ve

özel sektör temsilcilerinin katılımının sağlanması kabul edilmiştir. YPK’nin teknik

girdi ile politik rasyonaliteyi bir araya getiren yapısı fazla uzun sürmeyecektir.105

Yürütme organı içerisinde yer alacak olan DPT’nin yönetsel bağlılığında hangi

ilke ve gerekçelere göre hareket edilecektir?

Tasarının görüşmesi sırasında merkezi planlama örgütünün Başbakanlığa bağlı

olması kabul edilmiştir. Tasarı görüşmesinde, Kanun Gerekçesi’ne ek olarak Atilla

105 Turgut Özal iktidarı döneminde çıkarılan 223 sayılı KHK ile YPK’deki bürokratlar çıkartılmış,

sadece Müsteşar kalmıştır. Dahası, 1987’de gelen 304 sayılı KHK ile Müsteşar da YPK’den

çıkartılmıştır (Ünay, 2006:125). Bu doğrultuda, YPK’nin bu yapısı günümüze kadar aşama aşama

erimiş ve YPK sadece siyasilerden oluşan bir iç kabine özelliğini almıştır. Bu doğrultuda, planlama

örgütünden beklenen teknik bilgi – siyasal temsiliyet uyumunun da başarılamadığı görülmüştür.

Page 211: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

195

Karaosmanoğlu’nun yaptığı konuşmada ilke ve gerekçeler seçilebilmektedir

(vurgular bize ait, TM (MBK) 10.9.1960, ZC C.1 B.9 O.2):

Gerek plânlama için toplanacak bilgilerin ve gerekse yapılacak plânın doğrudan

doğruya, icra uzvunun hareketlerini tahdid edecek bir vazife olması itibariyle bunun

doğrudan doğruya Başbakanlığa bağlanması uygun mütalâa edilmiştir. Zaten hemen

hemen plânlamayı tatbik eden her memlekette bir icra uzvuna bağlanmıştır. Ancak

icra uzvu içinden Başbakanlığa mı bağlanmalı, yoksa ayrı bir şekli hâl bulunabilir mi

suali hatıra gelir. Bu durumda plânlama ile ilgili bir bakanlık kurulması ve kabine

âzasından birisinin bu işle alâkadar olması düşünülebilir. Ortaya çıkan mesele şu,

plânlama işi bakanlar üstü bir karar vermeyi icabettirir. Onun için icra organının en

yüksek uzvu olan Başbakanlığa bağlanmasında fayda mütalâa edilir. Ancak bu

suretle bâzı problemlerin de ortaya çıkacağı muhakkaktır, Bakanlar Kuruluna giren

kimselerden, birisi olması ve âzami otoritesini bugünkü düzen içinde meselâ bir

maliye bakanının otoritesinin üzerine çıkmaması ve bunun daha yukarı bir otoritesi

olan bir kimseye bağlanması zaruretini doğurmuştur. Ancak Başbakanlığa bağlandığı

takdirde, Başbakan plânlama işleriyle ilgilenmek arzusunda değilse ve bu vazifeyi bir

başka kimseye yaptırmak gerekirse, Başbakan doğrudan doğruya ilgili olmıyacaksa,

o zaman bir Başbakan yardımcısının ilgilenmesi düşünülmüş ve kanunun birinci

maddesine bu hususta bir hüküm konulmuş bulunmaktadır.

Atilla Karaosmanoğlu bakanlar üstü karar vermeyi gerektirdiği için planlamanın

bir bakanlık olarak örgütlenmesini uygun bulmadığını belirtmiştir.

Planlamanın bakanlıkların hizmet alanlarını kesen karakteri yanında,

koordinasyon işlevinin bir gereği olarak da ayrı bir bakanlık olmaması ve

Başbakanlığa bağlanmasında karar kılınmaktadır. Planlama Başbakanlığa

bağlanmalıdır çünkü “muhtelif bakanlıkların iktisadi politikayı ilgilendiren

faaliyetlerinde koordinasyonu temin etmek için tavsiyelerde bulunmak ve bu

hususlarda müşavirlik yapmak” (91 sayılı Kanun md.2/b) görevi Merkez Teşkilatı’na

verilmektedir.

Genel olarak bakıldığında, Merkez Planlama Teşkilatı’nın bakanlıkların

“hepsinin sorumluluk alanlarını aşan, geniş bir görüşe sahip” olması hem de

“koordinasyon merkezi” olmasından dolayı Başbakanlığa bağlanması kabul

edilmiştir (TODAİE, 1961b:25).

Page 212: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

196

Söz konusu planlama örgütü / yönetimi, Türkiye’ye özgün olarak geliştirilmiş bir

model değildir. Hatta planlama örgütü / yönetimine dair tartışmalar bir on yıllık

aradan sonra Türkiye’ye gelmiştir. Modelin Türkiye’ye aktarılması, yabancı uzman

raporlarından izlenebilmektedir.

Planlama örgüt / yönetimine dair ilk görüş ve önerilere 1951 tarihli Barker

Raporu’nda rastlanmaktadır. Barker Raporu’nda, Türkiye için kapsayıcı bir planlama

tavsiye edilmemekle beraber “kamu yatırımlarının denetlenip yönlendirilmesi

doğrudan” ve “özel yatırımların etkilenmesi ise daha dolaylı” şekilde

gerçekleştirmek üzere bir “yatırım programı” ve iktisadi işlerde Başbakan adına nihai

yetki sahibi bir “iktisadi koordinasyonla görevli başbakan yardımcılığı”nın

kurulmasını tavsiye edilmektedir. Başbakan Yardımcısı, onaylanmış yatırım

programı dışında önemli yatırımların yapılmasına engel olacak ve yatırım programı

kapsamındaki yatırımları eşgüdümleyecektir. Böyle bir Başbakan Yardımcılığı

kurulduğu takdirde, buna bağlı olarak bir de “iktisadi koordinasyon kurulu” meydana

getirilecektir. Kurul, kamusal ve özel kesim temsilcilerinin yararlanabilmesi için

kurulacaktır. Kurul, TBMM, bütçe örgütü, Merkez Bankası, Maliye Bakanlığı ile

kamu kuruluşların temsilcilerinden oluşacaktır (Mıhçıoğlu, 1988:116-118). Bu

doğrultuda, Barker Raporu’nda bir örgütten değil ama Başbakanlığa bağlı bir

koordinasyon merciinin kurulmasından bahsedilmektedir.

Soysal’ın aktardığına göre, 1951 yılında yabancı uzmanlar tarafından Maliye

Bakanlığı hakkında yapılan bir incelemede de nihai sorumluluğun BK’de olmasına

dikkat edilmekle beraber az çok Barker Raporu’nun ileri sürdüğü şekilde

Başbakanlığa bağlı bir kurulun faydalı olacağı söylenmektedir (Soysal, 1958:131).

Aynı görüş, Türkiye’de iktisadi planlamaya taraftar bulunan dönemin siyasi

partilerinde de bir eğilim olarak belirmiştir. 1958 Bütçe görüşmeleri sırasında CHP

Genel Sekreteri “bakanlıkların tesirinden uzak, memleketin iktisadını yukarıda gören

bir milli iktisat dairesi”nden bahsetmektedir. Hürriyet Partisi’nin hazırladığı beş

yıllık plan tasarısında ise Başbakanlığa bağlı bir plan komitesi teklif edilmektedir

(Hürriyet Partisi, 1957).

BM, 1963 yılında planlama örgütünün, Başbakanlığa bağlı ayrı bir kurum olarak

kurulabileceğini, bu modelin başarılı olduğunu belirtmektedir (UN General

Secretary, 1963). BM tarafından hazırlanan “İktisadi Kalkınma İçin Planlama”

Page 213: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

197

başlıklı diğer bir Rapor’da da planlama örgütünün “yeterli bir statü ile kurulması ve

geniş ölçüde benimsenmesi etken bir planlama faaliyetinin gelişmesi için zorunlu

birer şart olmuştur” denilmektedir (Birleşmiş Milletler, 1967). Bazı ülkelerde

planlama kurumu Maliye veya İktisat Bakanlığı gibi bir bakanlığa bağlanmıştır.

Planlama örgütünün Maliye Bakanlığı’na bağlamasının mantığı, özel faaliyet dalının

yatırımlarına etki eden para ve maliye siyasetinin bu bakanlıkça yürütülmesi kadar,

kamusal yatırımların finansmanı için gerekli mali kaynakların harekete geçirilmesi

işinin de çok kere maliye bakanlığının yüklenmiş olmasına dayanır. Diğer bazı

ülkelerde kalkınma planlaması için özel bakanlıklar veya kurullar meydana

getirilmiştir. Ne var ki, planlama örgütünün “başbakanlığa bağlı bir uzuv olduğu

zaman tatminkar sonuçların elde edildiği sık sık görülmüştür” diyerek planlama

örgütünün Başbakanlığa bağlanması takdir edilmiştir (Serin, 1967:120-121).

Tinbergen’in 24 Haziran 1960 tarihinde kaleme aldığı “Bir Merkezi Planlama

Örgütü Kurulmasına İlişkin Muhtıra”da merkezi planlama örgütünün Başbakanlığa

bağlı, planlamadan sorumlu Devlet Bakanı’nın gözetimi altında bulundurulmasının

gerekliliği belirtilmektedir (Mıhçıoğlu, 1983:252).

1960 yılında DPT kurulmuştur ama müzakereler uluslararası alanda devam

etmektedir. Bağdat Paktı’nın himayesinde BM tarafından organize ve finanse edilen

28 Mayıs 1962’de Tahran’da toplanan “Kalkınma Planlaması” Konferansı’nda da

planlama örgütünün idari yapılanmadaki yerine dair ortak kararlar alınmıştır.

Konferans’ta Türkiye,106

İran, Pakistan, Amerika ve İngiltere temsil edilmektedir

(CENTO, 1962). Bölge ülkeleri arasında benzer sorunlara işaret etmek ve çözüm

üretmek ve bilgi paylaşımında bulunmak üzere toplanan Konferans’ta, planlama

örgütünün idari yapılanmadaki yeri, karma ekonomilerde hükümetlerin kamu ve özel

sektörün büyüklüğünü belirlemesi, planlamada kaynakların dağılımı süreci ve

sermayenin dağılımında yatırım kriteri, vb. başlıklarda deneyimler paylaşılmıştır

(CENTO, 1962:10-20).

106 Türkiye’den Ankara Üniversitesi Siyaset Bilimi Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Bedri Gürsoy, Devlet

Planlama Teşkilatı Genel Sekreteri Haydar Aytekin, Ankara Üniversitesi Siyaset Bilimi Fakültesi

İktisat Enstitüsü’nden Prof. Aydın Yalçın, Türkiye’nin İran Büyükelçiliği 1. Katibi Nejat Şahin

katılmıştır.

Page 214: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

198

Planlama örgütünün idari yapı içerisindeki yerine dair ise Dr. Barnett tarafından

dört özellik dile getirilmiş, bu özellikler Konferans tarafından kabul edilmiştir. Buna

göre, “yapısı ne olursa olsun, Teşkilatın Hükümetin başındaki kişiye bağlı olması,

planlamanın bütçeleme sürecinin ayrılmaz bir parçası olması, Teşkilatın projeler

başladıktan sonra yürütme sürecine dahil olmaması, ama değerlendirme sürecinde

bulunacak bir yerde olması ve planın işleyişi için önemli kararlarda sistematik olarak

bilgilendirilmesi”nin (vurgular bize ait, CENTO, 1962:10-11) gerektiği konusunda

ortak karara varılmaktadır. Bölge ülkeleri, planlamanın yasama ile ilişkisinde asıl

sorumluluğun da Hükümet başkanında (Başbakan ya da her kimse) olması gerektiği

ve yasama önünde planlamanın sponsoru ve sorumlusu olarak Başbakan’ın durması

gerektiğini kabul edilmiştir (CENTO, 1962:11). Bunların yanında, bütçe – plan

ilişkisine dair ayrı bir kalkınma planı bütçesi oluşturulması ya da bütçenin planlama

örgütüne bırakılması gibi öneriler de dile getirilmiştir. Buna karşın, çoğunluk

bütçenin Maliye Bakanlığı’nın sorumluluğunda olması ama bütçe hazırlanmasında

planlama örgütü ile Bakanlık arasında yakın bir ilişki kurulmasının zorunlu ve

istenen bir şey olduğunu kabul etmiştir (CENTO, 1962:11).

Planlama Merkez Örgütü, Başbakanlığa bağlanmalıdır gerekçesi, Bakanlık

olmamalıdır tezini de içermektedir. Merkez örgüt bakanlığa bağlı ya da bakanlık

olarak örgütlenmemelidir; çünkü bakanlıklar arasındaki denge planlamadan sorumlu

bakan lehine bozulacaktır. 1961 tarihli Türkiye ve Ortadoğu Amme İdaresi Enstitüsü

(TODAİE) Raporu’nda da bakanlık olarak örgütlenmeye karşı çıkılmaktadır çünkü

“planlamadan başka hiçbir vazifesi olmayan bir vekilin diğerlerinin sorumluluk

alanına tecavüz etmek temayülleri göstermesi muhtemeldir” (TODAİE, 1961b:25).

Ayrıca, koordinasyon işlevinin bir bakanlık olarak örgütlenmesi deneyimi

etkinsizliği görülerek yakın zamanda terk edilmiştir: Koordinasyon Heyeti ve

Koordinasyon Bakanlığı.

“18 Ocak 1940 tarih ve 3780 sayılı Milli Korunma Kanunu’nun 4. Maddesine

dayanılarak “hükümet programının umumî esasları dahilinde iktisadî politikayı

tanzim etmek iç ve dış kaynak ve imkânların en müessir ve memleket ekonomisine

en yararlı şekilde kullanılmasını temin etmek ve vekâletlerin bu politikaya temas

eden tatbikatını koordine etmek” üzere Koordinasyon Heyeti kurulmuştur. Heyet,

Page 215: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

199

Başbakanın teklifi üzerine ilgili bakanlardan oluşturulacaktır. Ayrıca, İktisadi

Koordinasyon Heyeti’nin işlerini verimli kılmak ve yürütmek üzere 28 Aralık 1940

tarih ve 3954 sayılı Kanunla Koordinasyon Bürosu kurulmuş ve Başbakanlığa

bağlanmıştır (TODAİE, 1961a:10). 13 Eylül 1958 tarih ve 4/10715 sayılı Kararname

ile Koordinasyon, Dışişleri, Maliye, Ticaret ve Sanayi Bakanlıklarından müteşekkil

bir “İktisadi Koordinasyon Heyeti” kurulmuştur (RG: 13.09.1958/20140). Heyete

sonradan İmar ve İskân Bakanı da dahil edilmiştir.

13 Eylül 1946 tarihli 4951 sayılı Bakanlıkların Kuruluşu Hakkında Kanunu’nun

1. maddesi “Başbakanın teklifi ve Cumhurbaşkanının onayı” ile devlet dairelerinin

"Bakanlıklara" ayrılacağını bildirmektedir. Bu maddeye dayanarak, 9954 sayılı

RG’de (RG:14.07.1958) Başvekil Adnan Menderes imzalı “Koordinasyon Vekâleti

İhdası ile bu Vekâlete Zonguldak Mebusu Sebatı Ataman’ın” tayini ile Koordinasyon

Bakanlığı kurulmuştur. Koordinasyon Bakanı’na diğer bakanlardan daha üstün bir

yetki verilecektir. Ne var ki, “Başbakanın yanında diğer üyelerinden üstün bir

bakanın olamıyacağı yapılan tatbikat neticesinde anlaşılmıştır. Bu bakanın vazifesini

yapması Başbakanın yanında kuvvetli bir nüfuza sahip olan bir şahıs ise mümkün

ol[muştur].” (TODAİE, 1961a:11).

Bu nedenle, 1960 Askeri Darbesinden hemen sonra hem Bakanlık hem Heyet

kapatılmıştır. Sonuç itibariyle DPT belli bir müzakere süreci sonucunda akademik

çevrenin ve siyasilerin hemfikir olduğu bir örgütlenme tarzı ile kurulmuştur. Bu

örgütlenme tarzında,

planlama faaliyetinin genel siyasetin ana eksenini oluşturması nedeniyle

siyasal sorumluluğun Hükümetçe taşınması,

bakanlıklar üstü karar verme ve yürütmeyi gerektirici karakteri,

özünde koordinasyon işlevi olması itibariyle

Başbakanlığa bağlı bir Müsteşarlık olarak kurulması kabul edilmiştir.

Yukarıda değinildiği gibi, planlama örgütünün Hükümeti kısıtlamasına neden

olabilecek bir konuma sahip olmaması gerekçesi çerçevesinde DPT yürütmeye bağlı

teknik bir danışma kurulu, YPK ise teknik bilgi ile siyasal rasyoneliteyi biraraya

getiren bir zemin olarak kurulmuştur. DPT aynı zamanda Başbakanlığa bağlı bir

koordinasyon mercii olarak görece özerk bir karakteri de üstlenmiştir. Ne var ki,

Page 216: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

200

BBYKP’nin yürürlüğe girmesi sürecinde, planlama örgütü bir taraftan “Meclis’e

müdahale etmekle” suçlanmakta (CHP Edirne Senatörü, Milliyet, 8 Eylül 1962);

diğer taraftan da DPT üst yöneticilerinin istifası “her gün bir sürü istifa” olması

içerisinde (Ekrem Alican, Milliyet, 30 Eylül 1962) değerlendiriliyor. Diğer bir

deyişle, DPT ne bir ajan haline gelebiliyor ne de bir aktör olabiliyor.

2. Planlamanın Hukuku: İkinci Cumhuriyet’in Anayasasında Bir Statü ya

da Hükümet Programı Olarak Planlama

91 sayılı Kanun dolayısıyla, örgütsel bağlılık üzerinden tartışmaya açılan

planlamanın niteliği (Hükümetin bir organı ya da icra dairesi olarak planlama ya da

müstakil bir kuruluş olarak planlama), 1961 Anayasa107

tartışmalarında da gündeme

gelmiştir. Anayasa’nın 128. maddesi ile düzenlenen planlama Meclis görüşmelerinde

“niteliği” üzerinden tartışılmıştır.

Öncelikle, planlamanın Anayasal bir statüye sahip kılınmasının nedeni, Darbe

öncesi dönemde “iktidarı ele geçirenlerin kendilerini dahi ve tek yetkili zannedip,

plânı programı bir tarafa bırakıp kendi bildiklerine hareket etmelerindendir” (Şevket

Raşit Hatipoğlu, TM 22.4.1961 ZC C.4 B.51 s.74). Planlamanın Anayasal bir statü

kazanması ile “bundan sonra bu memlekette plânı inkar eden, plânsız olmakla

öğünen bu memleketin mahdut [sınırlı] gelir kaynaklarını gelişi güzel kendi

kaprisleri ve partizan düşünceleri uğruna şurada burada çarçur eden bir iktidarı artık

bu memleket görmeyecektir” (Âmil Artus, TM 22.4.1961 ZC C.4 B.51 s.75).108

107 Anayasa taslağı, Kurucu Mecliste 27 Mayıs 1961’de kabul edilmiş, 31 Mayıs 1961’de halkoyuna

sunulma üzere RG’de yayınlanmıştır. 334 numaralı Türkiye Cumhuriyeti Anayasa Kanunu,

halkoylaması sonucu, 20 Temmuz 1961 tarihli ve 10859 sayılı RG’de yayınlanmıştır.

108 Planlamanın Anayasal bir statü kazanmasına rağmen, 1977 yılında iktidarda olan MC Hükümetleri,

DBYKP’yi hazırlamayacak, Kasım ayı içerisinde IMF ile müzakerelerin devamı için acele ile bir

metni Plan olarak Meclis’e gönderecektir. Bkz. İkinci Bölüm, IV. Başlık.

Page 217: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

201

Bu gerekçe ile Anayasa ile “iktisadi, sosyal ve kültürel kalkınmanın plâna

bağlan[ması]” Meclis üyeleri tarafından kabul edilmektedir.109

Ne var ki,

planlamanın niteliği ve buna paralel olarak kurulacak hukuku net değildir!

Anayasa Komisyonu adına Turan Güneş, planın “bütün iktisadi faaliyetler

Devletin kontrolü altına alınmış ve onun tarafından yürütülsün manasında tam bir

plân” olmadığını ancak coğrafi anlamda tüm ülkeyi kapsayan tam bir plan olduğunu

belirtmektedir (TM 22.4.1961 ZC C.4 B.51 s.76). Bu plan, “Hükümet[in] parlâmento

yoliyle seçmenlerin önünde mesul olabileceği”, “uzun vâdeli iktisadi politikayı tesbit

eden bir vesika”dır (Turan Güneş, TM 22.4.1961 ZC C.4 B.51 s.76-77).

Hıfzı Oğuz Bekata, planlamanın doğrudan Hükümete bağlanması ya da planlama

örgütünün “Hükümete bağlı her hangi bir teşekkül ya da daire haline” getirilmesi,

“memleket için arzu edilen neticelerin tamamen istihzal edile[memesine]” neden

olacaktır. Bu nedenle, planlamanın “Hükümetin doğrudan kontrolüne tabi olmayan”

Konseylerce hazırlanmasını önermiştir (TM 22.4.1961 ZC C.4 B.51 s.73).

Turan Güneş’in, Bekata’ya yanıt niteliğinde yukarıda anılan planlama tanımı,

planlamayı Hükümet programı statüsüne indirgemektedir. Bu nedenle, konsey gibi

korporatif bir özellik arz etmesi gerekli ve yararlı değildir. Hatta “[s]iyasi

mekanizmanın dışına çıkmanın doğru olduğu” zannedilmemektedir (TM 22.4.1961

ZC C.4 B.51 s.77).

BBYKP’de de planlama, “makro ekonomik değerler arasında denge kurmak ve

fiyat mekanizmasının tahsis fonksiyonunu tamamlayıcı şekilde özel tedbirler

almak”la sınırlı bir işleve sahiptir (vurgular bana ait, DPT, 1963:479). Bu tedbirler,

“fiyat mekanizmasının işlemesine engel olmayacak fakat ana bir çerçeve çizecek

genel düzenleyici tedbirlerdir” ve kredi ve vergi politikaları ile sermaye piyasalarının

teşekkülünden ibarettir. Bu nedenle “bu icra politikası, her demokratik düzende

109 Anayasa (334 sayılı) 128. madde: “İktisadi, sosyal ve kültürel kalkınma, plâna bağlanır. Plân

esasları, Bakanlar Kurulunca hazırlanan ve Türkiye Büyük Millet Meclisince kabul edilen bir

kanunla yürürlüğe konulur. Kalkınma, bu esaslara göre plânlaştırılır ve gerçekleştirilir. Plânların

hazırlanmasında, uygulanmasında ve değiştirilmesinde gözetilecek esaslar ve plânın bütünlüğünü

bozacak değişikliklerin önlenmesini sağlayacak tedbirler, özel kanunda; tasarının meclislerce

görüşülmesinde ve kabulünde uygulanacak usuller, meclislerin içtüzüklerinde gösterilir.”

Page 218: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

202

merkezi idarenin normal düzenleyici fonksiyonları içinde kalmaktadır. Ancak bu

politikanın esasları ekonominin bütününü içine alan bir plân çerçevesinde tespit

edilmiştir” (DPT, 1963:479).

Türkiye’de planlamanın kurucuları Jan Tinbergen ve Koopman tarafından

hazırlanan Muhtıra’da da planlamanın niteliğine dair şu tespit yapılmaktadır

(Mıhçıoğlu, 1983:250):

“Bu ülkede uygulanması uygun gibi görülen planlama türü, kamu kuruluşlarının özel

kesimin ekonomik eylemlerine çok ayrıntılı olarak karışması biçiminde bir planlama

değildir. Söz konusu planlama, daha açık, bir bütün olarak ülke ile onu oluşturan

kesimleri istenen bir biçimde geliştirecek ayrıca, yatırım alanının yanı sıra (vergiler,

yardım akçalar, kredi kolaylıkları, tecim yöneltisi, gibi) sözcüğün daha dar

anlamındaki ekonomik yönelti alanında gerekli devlet eylemlerinin biçimlendirilmesi

niteliğinde olmalıdır.”

Söz konusu planlama, Necat Erder’e göre “...1960’ların koşulları içinde,

Türkiye’de kapitalizmin akılcı temellere oturtulmasını öngören bir anlayışın

ürünü[dür]” (Erder, Eylül 2003a:xiii). Erder, sermayenin uzun dönemli çıkarları

doğrultusunda hareket etme yeteneği olmaması nedeniyle, buna gereksinim

duyulduğunu vurgulamaktadır.

DPT’nin ilk uzmanlarından Küçük de kapitalizme işlerlik kazandırma işlevini

vurgulamaktadır (Küçük, Ekim 1975:295-296):

“Birinci plan, kapitalist düzeni veri alarak, bu düzen içinde bir ileriye adım atmak

çabasıdır. İlk planda, düzeni temelli bir biçimde değiştirecek hiçbir öneriye

rastlanmaz. Fakat ilk planda ve özellikle hükümetten geçmeden önceki taslakta,

düzenin eksiklikleri, üst yapıdaki çelişkileri açıklıkla ortaya kondu. Aynı zamanda

düzeni daha işler bir biçime sokmanın ilk gerekleri serildi. Bir toprak düzenlemesi,

bir vergi düzenlemesi, kamu yönetiminin etkenliğinin artırılması, kamu ekonomik

girişimlerinin verimli bir biçimde çalışma koşullarının hazırlanması, plan

uygulamasının ilk koşulları olarak düşünüldü. <<Bunlar olmazsa plan olmaz>>

dendi; ve olmayan bir planda sorumluluk alınmayacağı belirtildi. İlk plan, felsefesi

itibariyle özel girişime karşı değil… İlk plan, kamunun derlediği kaynaklarla özel

girişimler yaratılmasına karşıdır. İlk plan, kamu kaynakların kamu ekonomik

girişimlerinin özel yararlara peşkeş çekilmesine karşıdır. Birinci plan budur.”

Page 219: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

203

Fakat planlama niteliğini uygulamaya girme sürecinde yaşanan çatışmalı siyasal

zeminde kazanacaktır. Türkiye’de planlama “İkinci Cumhuriyet” kavramının

içeriğinin kurumsallaşmasıdır. İkinci Cumhuriyet ile Türkiye’nin, soğuk savaşta Batı

(ABD) safında olacağı teyit edilmiş ve sosyalist alternatife karşı “demokrasi”ye

geçilmiştir. Türkiye’de kurumsallaşan planlama da sosyalist planlamaya alternatif bir

prototip plan modelidir. Başbakan İnönü’ye göre, “Türkiye’nin başarısı, batı

sisteminin başarısı olacaktır”, bu başarı “demokratik düzen içinde planlı

kalkınma”nın örneği olacaktır (Milliyet, 7 Ağustos 1962).

D. UYGULAMADA PLANLAMA: SINIFSAL ÇATIŞMA VE BİRİNCİ

PLANCILARIN İSTİFASI

Planlama örgütünün ve planlamanın hukukunun kurulmasının ardından beş yıllık

kalkınma planı hazırlıkları başlamıştır. 1961 yılının ortalarında Plan Stratejisi

YPK’de kabul edilmiştir.110

Buna göre, kalkınma hızı %7 olarak benimsenmiş,

kalkınmanın milli gelirden %18’lik bir tasarruf karşılığında sağlanması kabul

edilmiştir (md.5).

Tasarrufların %4’ü iç kaynaklardan sağlanacaktır. KİT’ler yeniden

yapılandırılacak, vergi reformu yapılacak ve toprak reformu hazırlanacaktır. Tüm bu

önlemlerle tasarrufların ve milli gelirin artırılması öngörülmektedir. Söz konusu

önlemlerin tümü BBYKP hazırlık sürecinde siyasal birer çatışma noktası olarak

karşımıza çıkacaktır. Yurtiçi siyasette yaşanan çatışma noktalarını işaret eden bu

noktaya yeniden dönmek üzere, planlamanın finansmanı için uluslararası kuruluşlar

ve uluslararası kuruluşlardan sağlanacak dış yardımlara değinelim.

BBYKP’nin finansmanı için öngörülen tasarrufların %14’lük bölümü dış

yardımlardan sağlanacaktır (Milliyet, 24 Haziran 1961). Bu nedenle, gündem

kendinden önceki dönemden farklı değildir: dış yardım olanaklarının araştırılması ve

kredi sağlanması.

110 29 Haziran 1961 tarihli Bakanlar Kurulu’nda kabul edilen (5/1411) Plan Hedefleri ve Stratejisi

Temmuz ayında RG’de yayınlanmıştır (RG: 5.7.1961/10846).

Page 220: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

204

Dış yardım alabilmek üzere kurulan planlama örgütü, yeni dönemde planı

uygulamaya koymak üzere dış yardım arayışına başlamıştır. Temmuz 1961’de DPT

Müsteşarı Şinasi Orel düzenlediği basın toplantısında, “kalkınması plana bağlanmış

bir ülke olarak kuvvetli dış yardım sağlayacağı[na]” inandığını belirtmiştir (Milliyet,

20 Temmuz 1961).

Bu dönemde (1961) Türkiye bir kez daha yabancı uzman ve heyetlerin baskınına

uğrayacaktır. 24 Eylül’de Türkiye’ye gelen NATO Heyeti, yardım için planları

inceleyerek, “dış yardımın şart olduğunu” belirtmektedir (Milliyet, 15 Ekim 1961).

Aynı dönemde, Amerikan Büyükelçisi Raymond Hare ile ICA Başkanı Van Dyke da

DPT’yi ziyaret etmektedir. Yeni dış yardım alınması için yapıldığı düşünülen ziyaret,

kısa bir süre önce Amerikan Parlamentosu’nda kabul edilen Kennedy’nin dış yardım

şartları çerçevesinde yürütülmektedir. Kennedy’nin dış yardım şartlarına göre, (a)

yardım alacak ülkenin dış yardım almaya kararlı olması, (b) ekonomik

kalkınmalarını planlayan projelere sahip olmaları, (c) gerekli sosyal reformları

yapmaya başlamış olması (vd.) gereklidir (Milliyet, 9 Eylül 1961).

Görüşmeler devam ederken, Türkiye hakkında Dünya Bankası tarafından kaleme

alınan Rapor’da (World Bank, 1961) 1950’li yıllardaki ekonominin durumu ile

Mayıs 1960 sonrasında başa gelen teknokratik hükümetin aldığı önlemler

karşılaştırılarak, Hükümetin ekonominin uzun dönem sorunlarını net tespit

edebildiğini ve kısa dönemde sorunların üzerini kapatıcı önlemlerden ziyade uzun

dönemde sorunları ortadan kaldırmaya yönelik önlemleri almaya çalıştığına dair

görüş bildirilmektedir.

Türkiye bu şartları taşımaktadır, ancak Ekim ayında yapılacak Genel Seçim

dolayısıyla gündem seçim sürecine odaklanacaktır.

Türkiye 15 Ekim 1961’de yapılacak Genel Seçim dönemine CHP ve AP

çatışmasında girmektedir. Adalet Partisi’nin programı, bölgecilik, devletçilik ve

sınıfsal ittifak unsurlarına dayanırken, CHP’nin seçim bildirgesinde “plânlama

sayesinde özel sektörün güven ve istikrar içerisinde çalışmasını sağla[mak]” amacı

öne çıkmaktadır (Milliyet, 13 ve 24 Eylül 1961).

Genel seçimde, %36 oy oranı ile CHP birinci parti olmuş, Millet Meclisi’ne 173

milletvekili göndermiştir. Adalet Partisi ise %34 oy oranı ile Meclis’de 158

Page 221: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

205

sandalyeye sahip olmuştur. %13’lük oy oranları ile CKMP ile YTP ise sırasıyla 54

ve 65 milletvekili ile temsil edilecektir.

Seçim sonrasında İsmet İnönü’nün başbakanlığında CHP ve AP koalisyonu

kurulmuştur. Yeni Hükümet, hedeflerinin “huzur ve plânlı kalkınma” olduğunu,

“hürriyet nizamı içinde hızlı kalkınma”yı amaçladıklarını beyan etmiştir (Milliyet, 28

Kasım 1961). Bu denli önem verilen planlama örgütüne Osman Okyar’ın müsteşar

olarak atanması ile çalışmalara hız verilecektir (Milliyet, 24 Kasım 1961).

Plan çalışmaları, Kasım 1961’de Cemal Gürsel’e teslim edilmiştir (Milliyet, 19

Kasım 1961). YPK da ilk toplantısını Aralık ayında yapacaktır. YPK’de BK’den

Turhan Feyzioğlu, Akif İyidoğan ve Şefik İnan ve DPT Müsteşar ve Daire

Başkanları hazırdır (Milliyet, 8 Aralık 1961). 1962 yılı için “Geçiş Planı”

hazırlanacak, beş yıllık kalkınma planı 1963 itibariyle yürürlüğe girecektir. Geçiş

Planı herhangi bir tartışmaya yer vermeden kabul edilmiştir.

Seçim öncesi dönemde başlatılan fakat seçim döneminde askıya alınan dış yardım

konusu 1962 yılında yeniden yoğunlaşmıştır.

Ocak ayının (1962) ilk günlerinde ABD Büyükelçisi Türkiye’ye yardım hakkında

hazırladığı Rapor’da “Türk Hükümetinin halen plânlama ve özellikle önümüzdeki

yaz tamamlamayı ümit ettiği beş yıllık plâna verdiği öneme [ABD] hükümet[inin]

büyük ilgi duymakta” olduğunu ve “plân gözden geçirildikten sonra şayanı kabul

gördüğü takdirde, hükümetin [ABD] bu plânı desteklemek üzere bir taahhüde

girmeyi mütalaa etmeye hazır bulun[duğunu]” belirtmiştir (Milliyet, 8 Ocak 1962).

Büyükelçi, planların “yalnız yabancı hükümetlerin ve milletlerararası teşkilâtların

bilgisi için değil, fakat aynı zamanda… Türk halkına kabiliyet ve maharetlerini

kullanma imkanı…” sunduğu için hazırlanması gerekliliğini hatırlatmayı gerekli

görmüştür. Mart ayında ise OECD sekreteri Kristensen Ankara’dadır. Sekreter,

DPT’de çalışmaları incelerken, Hükümetin ısrarı üzerine iş adamları ile de temasa

geçmiştir (Milliyet, 28 Mart 1962). Aynı dönemde NATO uzmanlar heyeti de

DPT’de çalışma yapmaktadır.

Planın finansmanı konusunda en büyük kredi mercii NATO’dur. Bu konuda,

müzakerelerin devam ettiği dönemde, Tinbergen yaptığı açıklamada, “1963 yılından

itibaren tatbik edilecek olan 5 yıllık plânın, ilk senesi için lüzumlu olan 300 milyon

Page 222: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

206

doların memleketinize verileceğini NATO camiası içinde yaptığım temaslardan

öğrenmiş bulunuyorum” şeklinde müjdeyi iletmektedir (Milliyet, 13 Mart 1962).

Müjde gerçek olacak ve Mayıs ayında (1962), “beş yıllık kalkınma plânının

gerçekleşmesi için NATO tarafından 1,5 milyon dolarlık yatırım yapıl[masına]”

karar verilecektir (Milliyet, 6 Mayıs 1962). Hem de her yıl 300 milyon dolar olarak

verilecek kredinin tek seferde onaylanması kabul edilmiştir (Milliyet, 13 Nisan

1962). 1,5 milyon dolarlık kredinin vadesi 50 yıl olacak ve 10 yıl sonra ödenmeye

başlanacaktır.

Soğuk Savaş döneminin yardımlarının gerekçesi, NATO ve diğer uluslararası

kuruluşlar için komünizme karşı savaş stratejisinin birer parçasıdır. “Beş yıllık plânın

başarısı yalnız Türkiye için değil, Batı alemi için de hayati önem taşımaktadır. Plan

başarıya ulaşmazsa… sarsıntının birinci plâna iteceği yeni idarecilerin Batı’ya bağlı

kalacaklarını hiç kimse iddia edemez” çünkü “sola mütemayil fikirler şimdiki halde

hâkim görünmektedir.” Bu nedenle, “Batı’nın plânı desteklemesi için kuvvetli

gerekçeler vardır” (The Times’dan akt. Milliyet, 27 Temmuz 1962). Ki, Türkiye’ye

yardım komisyonu başkanı Ripken (OEEC), kalkınma planını inceledikten sonra da

plandan çok memnun kaldığını açıklamıştır (Milliyet, 30 Ağustos 1962).

Bu dönemde, aynı kuvvetli gerekçeler özel sektör için de geçerlidir. CHP ile AP

Koalisyonun kurulması ile “uzun süreden beri piyasaya çekingen iştirak eden iş

adamları, hükümetin kurulması ile ilgili ümitlerin belirmesinden sonra ‘keyfimiz

yerinde’ mesajı” vermektedirler (Milliyet, 15 Ekim 1961).

Keyfi yerine gelen özel sektör taleplerini dile getirmeye başlamıştır. Özel sektör,

yabancı sermayeyi teşvik kanununun değiştirilmesini, özel sektöre yatırım için

gerekli bilginin toplanmasını, İcra İflas Kanununun değiştirilmesini ve kredi

likiditesinin artırılmasını, Odalar Birliği’nin yeniden örgütlenmesini, madencilik

yasasının değiştirilmesini ve vergilerin ıslah edilmesini talep etmektedir (Milliyet, 23

Mayıs 1962). Aynı talepler, daha sonra Odalar Birliği Başkanı Behçet Osmanağaoğlu

tarafından Sanayi Bakanlığı’nda toplanan plan görüşmelerinde de dile getirilecektir

(Milliyet, 16 Temmuz 1962).

İzmir Ticaret Odası başkanı Şevket Filibeli’ye göre başta, “Devlet Plânlama

Teşkilatının faaliyeti özel sektörü ürkütüyor ve herşeyin Hükümet tarafından

Page 223: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

207

yapılacağı hissini uyandır[ırken] bugün anl[aşılmıştır ki] kalkınma plânında özel

sektöre de geniş yer verilmiştir. Gerek yatırım, gerekse ihracat indiriminin kabul

edilmesi her türlü tereddüdü izale etmiştir.” Daha da önemlisi “özel sektörde,

hükümetin samimi olduğu, özel sektör ile her zaman işbirliği yapmaya hazır olduğu

ve enerjik ve cesur kararlar alabileceği kanaati uyanmış ve yerleşmiştir” (Milliyet, 26

Temmuz 1962).

Prensipte olduğu kadar BBYKP’den de memnundur özel sektör. Vergi reformu

tartışmalarının yoğunlaştığı döneme rastlayan (bilinçli olduğunda hiçbir soru işareti

olmamasına rağmen) Odalar Birliği Başkanı Behçet Osmanağaoğlu’nun beyanatına

göre, özel sektör Plan’ı desteklemektedir (Milliyet, 29 Ağustos 1962):

“Memleket kalkınmasında en büyük rolü almış ve istikbalde aynı rolü oynamaya

hazır ve azimli olan yüzbinlerce iş adamının mali ve fikri bütün kuvvet ve

kudretlerini memleket hizmetine amade tuttuklarına bilhassa işaret etmek isterim.

Beş yıllık plânda ve Hükümetçe yapılan incelemelerde hususi sektörün hizmetinden

azami istifadenin düşünüldüğü kanaatindeyim.”

Ayrıca, Odalar Birliği Başkanı planı Meclis’e sevk edilmeden gördükleri için

duyduğu memnuniyeti de belirtmektedir.

Eylül 1962’de Odalar Birliği tarafından Plan ile ilgili görüşlerin toplandığı bir

Rapor yayınlanmıştır. Rapor “Türkiye’nin kalkınması için bir plân dahilinde hareket

edilmesi” gerekliliğine olan inancın paylaşıldığının ilanı ile başlamaktadır. Ancak,

Odalar Birliği’nin planlama sürecinden beklentileri vardır. Rapor’a göre, özel sektör

Devlet sektörü gibi her alanda yatırım yapabilecektir. Özel sektörün yatırıma

başlamaması, bu alanların Devlet sektörüne terkedildiği anlamına gelmeyecektir (md

3). Ayrıca, Birlik BBYKP’yi Meclis’e sevk edilmeden görmekten memnundur ve

bundan sonra yürürlüğe girecek yıllık programlarda ve planlarda da özel sektörün

fikir ve görüşlerinin önceden alınmasını istemektedir (Milliyet, 17 Eylül 1962).

Odalar Birliği asıl olarak planların hazırlanması sırasında özel sektör ile işbirliği

yapılmasını istemektedir (Milliyet, 18 Eylül 1962). Ki, henüz planlama çalışmaları

devam ederken, Haziran 1961’de DPT Müsteşarı Şinasi Orel ve İPD Başkanı Atilla

Karaosmanoğlu tüccar ve sanayicilerle bir toplantı düzenleyerek kalkınma programı

hakkında açıklamalarda bulunmuşlardır (Milliyet, 28 Haziran 1961).

Page 224: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

208

Birliğin plana dair eleştirilerini kapsayan Rapor’un dili, Başkan’ın demeçlerinden

çok daha serttir. Öncelikle, Rapor’a göre “plânın temel felsefesi yeteri kadar açık

tespit edilmemiştir”, ayrıca “özel sektör kendisine lâyıkı veçhile önem verilmemiş

olduğu hissine kapılmış”tır. Özel sektör, “devletçiliğin plana hakim olduğuna”

inanmakta, “özel sektörün istihlâkinde bir sınırlamaya gidildiğini” görmektedir

(Milliyet, 18 Eylül 1962). Odalar Birliği’nin temel dileği, planların yol gösterici

niteliğinin daha vurgulu bir şekilde belirtilmesidir (Buğra, 2010:95). Rapor’da özel

sektörün temel unsur olduğuna dair vurgunun geliştirilmesinin önemi

vurgulanmaktadır (Rapor’dan akt. mv. Ömer Zekai Dorman, MM 16.11.1962 ZC

D.1 C.9 B:6 s.178):

“En mühim nokta olarak, 'hem özel sektörü yatırıma sevk edecek emniyet

unsurlarının gelişmesine yardım, edeceğine, hem de mukadderat birliği (halinde

bulunduğumuz Batı devletlerinden (gelebilecek yardımların tahakkukuna hizmet

edeceğine kaani bulunduğumuz şekilde, kalkınma hamlemizde özel sektörün temel

unsur olarak kabul edildiğini sarahatle ifade edilmesini zaruri görmekteyiz.”

Nitekim, BBYKP’nin “yol gösterici” niteliği, 1962 yılı içerisinde yaşanan

çatışmalı dönemde uygulamaya girecektir. BBYKP, KİT, vergi, toprak reformu

konusunda törpülenerek, özel sektörün planlama yaklaşımı çerçevesinde geri

çekilecektir.

Planlama süreci ve plan içeriği özel sektörü ne kadar kapsayıcı ve memnun edici

ise işçi sınıfı o kadar dışlayıcı bir karakter kazanmaktadır. Oysa dönem içerisinde

hem toplumsal örgütlenme hem de sosyalist kadro hareketleri artmaktadır.

1962 yılı Geçiş Planı görüşmeleri devam ettiği sırada (1961 Aralık), 150 aydın

müşterek bir bildiri hazırlayarak, Yön Dergisi’nin yayın hayatına başladığını ilan

etmekte ve “Türkiye’nin ancak sosyalist metodlarla kalkınabileceği”ne inandıklarını

belirtmektedir. Yön, sosyalist metodlarla kalkınma yolunu hazırlayacak kadronun

ortaya çıkması için bir zemin hazırlayacaktır. Bildiride, Anayasa komisonundan,

üniversitelerden, Kurucu Meclisden, eski MBK’den, TBMM’den, DPT’den, Maliye

Bakanlığı’ndan imzacılar bulunmaktadır ve gazeteciler, sendikacılar, öğretmenler,

idareciler ve mühendisler mesleki olarak temsil edilmektedir (Milliyet, 20 Aralık

1961).

Page 225: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

209

Bir yıl sonra aynı dönemde, Sosyalist Kültür Derneği kurulmuştur. Senatörler

Niyazi Ağırnaslı, Burhanettin Uluç, CHP milletvekili Sırrı Hocaoğlu ve Fakih Özlen,

YTP milletvekili Recai İskenderoğlu, öğretim üyeleri Sadun Aren, Türkkaya Ataöv,

Işıl Ersan, Mükerrem Hiç, Yahya Kanpolat, Gülten Kazgan, Mahir Kaynak,

Abdullah Kızılırmak, İdris Küçükömer, Mümtaz Soysal, Mehmet Selik, Metin

Sözen, Cahit Tanyol, Melih Teziç, gazeteciler Doğan Avcıoğlu, Şevket Süreyya

Aydemir, İlhami Soysal, Müşerref Hekimoğlu, vs. ile Türk-İş başkanı Seyfi

Demirsoy Dernek’in kurucu üyeleridir (Milliyet, 19 Aralık 1962).

Sosyalist toplumsal örgütlenme hızlanmaktadır, ki dönem içerisinde devam eden

ekonomik durgunluk çalışanların sorunlarını da katlamaktadır. İzmir’e giden Çalışma

bakanı işçilerin “açız” diye bağırdıkları eylemle protesto edilmektedir (Milliyet, 19

Kasım 1961).

Özellikle 1962 yılında işsizlik çalışan kesimin en büyük sorunudur. Planın

uluslararası bir konferansla tanıtıldığı günlerde Türk-İş, Hükümete çağrı yaparak, af

meselesini bir kenara bırakarak (aylarca siyasetin gündeminde tutulan siyasal

yasaklıların affı sorunu), işsizlik konusunu Meclis gündemine getirmesini aksi

takdirde İzmir’de eylem yapacaklarını belirtmektedir (Milliyet, 22 Mayıs 1962).

1962’de işsiz sayısı 330 binlerdedir, ancak 1967’de bu sayının 1 milyon 200 bine

çıkacağı tahmin edilmektedir (Milliyet, 22 Mayıs 1962). Türk-İş’in çağrısı

doğrultusunda, Millet Meclisi 25 Mayıs 1962 tarihli oturumunda işsizlik konusunu

ele almıştır.

Çalışan kesimin temsilcisi Türk-İş, parlamenter sistem içerisinde herhangi bir

parti ile yakın durmamaktadır. Aksine, planlama sürecinde özel sektör ile işbirliğine

özel önem veren Hükümet tarafından karar alma süreçlerine dahil edilmemesi

sebebiyle dışlandığını hissetmektedir. Türk-İş Konfederasyonu İcra Heyeti’ne göre

planda işveren baskısı vardır, oysa “milli bir plânlama hiçbir zaman muayyen bir

zümrenin çıkarını hedef tutamaz. Hele bu zümrenin etkisi altında yürüyecek plâna da

plân denemez.” (Milliyet, 22 Temmuz 1962). Türk-İş’in plan konusunda görüşünde

şunlar belirtilmiştir (Milliyet, 18 Eylül 1962):

a) %7’lik kalkınma hızı yetersizdir.

b) Planın iç finansman kaynakları gerekli açıklıkla belirtilmemiştir.

Page 226: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

210

c) Planın uygulanması ile ilgili konularda sermaye ile emeğin eşit bir şekilde

söz sahibi olması sağlanmalıdır.

d) Devletin iktisadi işletmelerde istismarcı olmaktan gittikçe uzaklaştığı

görülmektedir. Bu gidişe özel sektörün de katılması sağlanmalıdır.

Aynı dönemde, öğretmenler sendikası adına Şükrü Koç da plan finansmanı için

vergi yükünün kime yükleneceğine dair soru yöneltmektedir (Milliyet, 18 Eylül

1962). Hükümet içerisinde vergi reformunun devam ettiği dönemde, Ereğli’de Oley-

İş ile Petrol-İş’in büyük çaplı eylemleri devam etmektedir (Milliyet, 13 Ağustos

1962).

Uluslararası kredi kuruluşları ile özel sektörün desteğinde, işçi sınıfını devre dışı

bırakarak ilerleyen planlama sürecinde çatışma siyasal düzlemde kopacaktır. Planın

finansmanı çerçevesinde ele alınan vergi reformu konusu, Kabine Krizi boyutlarına

taşınacaktır.

Vergi sorunu, planın finansmanı açısından olduğu kadar varolan vergi düzeninin

sorunları nedeniyle de ele alınması gereken bir konu olarak kabul edilmektedir. Bu

doğrultuda, Cambridge Üniversitesi İktisat Bölümü öğretim üyesi Nicholas Kaldor,

DPT davetlisi olarak 1962 Nisan ayında Türkiye’ye gelmiştir. Türkiye’de yapılması

gerekli görülen vergi reformu üzerine Rapor hazırlamakla görevlendirilmiştir. Rapor,

büyük bir gizlilik içerisinde yürütülmüş ve basına açıklanmamıştır.111

Kaldor, zirai

vergilerin başını çektiği vergi düzenlemelerinde, kurumlar vergisinin oranlarının

yükseltilmesini, yol nakliyesinde yeni vergilerin koyulmasını, bina vergilerinin

değiştirilmesini, ithalat lisansları üzerinden bedel alınmasını, Devlet teşekkülerinin

fiyatlarında yeni esaslar kabul edilmesini önermektedir (Milliyet, 9 Ağustos 1962).

Kaldor’un gizli tutulan Raporu’nun sorun yaratan bölümü “zirai vergiler”

konusudur. Kaldor, Osmanlı’nın zirai vergilere dayanmasına rağmen Cumhuriyet’in

zirai vergileri azalttığını, hatta kaldırdığını; İkinci Dünya Savaşı sonrasında durumun

tarımsal kazancın neredeyse hiç vergilendirilmediği bir durum yarattığını

belirtmektedir. Zirai faaliyetin, milli gelirin %42,5’ini oluşturmasına rağmen,

vergilere katkısının 1/8 – 1/10 arasında kalması, vergi gelirlerine %20-25 katkı yapan

diğer sektörlere oranla dengesizliği ortaya koymaktadır (Milliyet, 10 Ağustos 1962).

111 Milliyet Gazetesi, 11-15 Ağustos 1962 tarihleri arasında Raporu yayınlamıştır.

Page 227: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

211

Oysa, sanayileşmek hedefindeki Türkiye’de tarımsal ürünlerin vergilendirilmesi ile

tarımdan sanayiye gelir aktarımı gerçekleştirilmelidir.

Kaldor’un Raporu’ndaki öneriler, Hükümet tarafından siyaseten “uygulanması

güç” önlemler olarak kabul edilmiştir (Milliyet, 8 Ağustos 1962). Kaldor Raporu

doğrultusunda hazırlanan BBYKP’nin finansmanı da Hükümetin tutumu karşısında

bir siyasal çatışmaya neden olacaktır.

Söz konusu tartışma, Temmuz 1962’de toplanan YPK’de112

plan görüşmeleri

başladığı sırada görünür hale gelmiştir. Öncelikle, BBYKP’nin BK’de görüşülmesi

sırasında toprak reformu ve vergi reformu bölümlerinde tartışma yaşanmış ve planda

bazı değişiklikler yapılmıştır. Başbakan İnönü’ye göre yapılan değişiklikler “esasa

dokunmayan” küçük değişikliklerle sınırlıdır (Milliyet, 4 Ağustos 1962). Fakat, söz

konusu değişiklikler ve sonrasında yaşanan çatışma giderek büyüyecektir. YPK

toplantısında “gelirleri artırıcı teklif ve prensipler üzerinde anlaşmaya

varıla[maması]” (Milliyet, 4 Ağustos 1962) nedeniyle, Hükümet, bu konuların

görüşülmesini en sona bırakma kararı almıştır (Milliyet, 2 Ağustos 1962).

YPK’de tartışmalı konuların ertelendiği dönemde, Hükümet’in vergi kanunu

tasarısını açıklaması gerginliği tırmandırmıştır (Milliyet, 8 Ağustos 1962). Vergi

reformu, özel sektörün kalkınma planı çerçevesindeki yatırımlarının gelir ve

kurumlar vergisine yatırım indirimi getirmekte, küçük esnafa vergi muafiyeti

sağlamakta ve zirai kazançları da gelir vergisine tabi tutmaktadır (Milliyet, 7 Ağustos

1962). YPK’de tartışması devam eden vergi reformu konusunda Hükümetin harekete

geçmesine DPT sert tepki göstermiştir: “…bu şartlarla plânın tespit edilen hedefe

ulaşamayacağı, durum böyle devam ettiği takdirde teşkilâtta istifalar olacağı”

açıklanmıştır (Milliyet, 8 Ağustos 1962). Buna karşılık, Ferit Melen vergi tasarısını

savunmakta ve “memnun olmayanlar rejimi değiştirmek isteyenler” diyerek DPT’yi

“sosyalist” cenaha itmektedir (Milliyet, 8 Ağustos 1962). Aynı gün, Ankara Ticaret

Odası başkanı Nuri Cintoğlu da vergi tasarısından memnuniyetini dile getirmekte ve

yayınladığı isimsiz bildiride DPT’yi sorumlu ilan ederek “planın bütün bir milletçe

112 YPK’de Hükümet Başbakan İsmet İnönü, Ekrem Alican, Hasan Dinçer, Turhan Feyzioğlu, DPT

ise Müsteşar Osman Nuri Torun ile daire başkanları Atila Karaosmanoğlu, Necat Erder ve Ayhan

Çilingiroğlu tarafından temsil edilmektedir.

Page 228: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

212

benimsenmesi uğrunda sayın Başbakan ve Yardımcılarının büyük emekler sarfettiği

bir zamanda DPT Müsteşarı Osman Nuri Torun”un çıkışını kınamaktadır (Milliyet, 9

Ağustos 1962).

YPK’de bu sırada vergi tasarıları üzerine tartışma devam etmektedir. DPT

uzmanları vergi kanunu ile işçi ve memurların zor durumda bırakıldığını

savunmuşlardır (Milliyet, 23 Ağustos 1962). Vergi reformu tartışmasında Başbakan

İnönü arabuluculuk yapmaya çalışsa da çatışmanın Hükümet içerisinde bir kırılmayı

ön plana taşıdığı anlaşılmaktadır. Turhan Feyzioğlu, “kabine buhranının söz konusu”

olmadığını belirtmekte ancak durumun kritik olduğunu da eklemektedir (Milliyet, 25

Ağustos 1962). YPK’deki tartışma DPT uzmanları ile Maliye Bakanlığı’ndan

uzmanları bulunduğu Uzlaştırma Komisyonu’na sevkedilmiştir (Milliyet, 27 Ağustos

1962).

YPK’de kabul edilen BBYKP, BK’ye gönderilmiş, BK’de Plan reformlardan

arındırılarak kabul edilmiştir (Kansu Haziran 2004, 114). Plan taslağı, YPK’de

görüşüldükten ve kabul edildikten sonra örgütlerle ve basınla paylaşılmıştır. BK’de

kabul edilmeden Plan Taslağı’nın medyaya dağıtılması siyasilerle plancıların

arasında bir kez daha gerilime neden olmuştur. Bu çatışma sonrasında Oktay Yenal,

Demir Demirgil, Sevim Görgün ve İbrahim Öngüt DPT’den istifa ederek,

Üniversite’ye dönmüşlerdir (Kansu, Haziran 2004:114).

Çatışma, 25 Eylül 1962’de DPT Müsteşarı Osman Nuri Torun ile üç Daire

Başkanı, İktisadi Planlama Dairesi Başkanı Atilla Karaosmanoğlu, Sosyal Planlama

Dairesi Necat Erder, Koordinasyon Dairesi Başkanı Ayhan Çilingiroğlu’nun istifası

ile son bulmuştur (Erder, Eylül 2003a), (Milliyet, 27 Mayıs 1962).

Müsteşar Osman Nuri Torun, Ayhan Çilingiroğlu, Necat Erder, Atilla

Karaosmanoğlu “uzun süreden beri yapılan plân çalışmalarının neticesinin hükümete

verildiği ancak, bundan böyle yapacakları çalışmanın faydalı olamayacağına kani

bulunduklarını” bildirerek istifa etmişlerdir (Milliyet, 27 Mayıs 1962). DPT

uzmanlarına göre, planda yapılan değişiklikler bütünü bozucu niteliktedir ve YTP

Grubu’nun söz konusu değişiklikleri, “Anayasaya ve memleket menfaatlerine aykırı

kısımların çıkarıldığı” şeklinde yansıtması kabul edilemezdir (Milliyet, 27 Mayıs

1962). BK’de, (a) servet beyannamelerinin kaldırılması, (b) 700 milyon liralık

Page 229: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

213

emisyona gidilmesi, (c) arazi ve nakliyat vergilerinin kaldırılması, (d) finansman

bölümünün 35 sayfadan 5 sayfaya indirilmesi, (e) YPK’de kabul edilen metinde

geçen bütün “emekçi” tâbirinin çıkarılması kararlaştırılmıştır (Milliyet, 27 Mayıs

1962). Bu değişiklikler bütünü bozucu niteliktedir, çünkü belirlenen kalkınma hızının

sağlanması ancak yine belirlenen gelirlerin sağlanmasına bağlıdır. Oysa, planda

öngörülen hiçbir reform (Kaldor’un raporu doğrultusundaki vergi reformu, toprak

reformu ve KİT reformu) dikkate alınmamış, buna karşın kalkınma hızı da sabit

tutulmuştur. Dönemin DPT Sosyal Planlama Dairesi Başkanı Necat Erder, istifa

etmelerinin nedenini; planda kabul edilen %7’lik kalkınma hedefine kaynak

yaratmanın ancak vergi gelirleri ve kamu iktisadi teşebbüslerinin verimliliğinin

artırılmasına bağlı olduğunu belirten plancıların önerilerinin YPK’de kabul

edilmemesi; ve bunun üzerine planlama uzmanlarının kalkınma hızının düşürülmesi

teklifinin de reddedilmesi olduğunu belirtmektedir (Erder, Eylül 2003c:67). Bu

durum, planın uygulanabilirliğini zedelemektedir. DPT başmüşaviri Tinbergen de

Ferit Melen’e vergi politikası tayin etmenin Hükümetin işi olduğunu ancak planın

finansmanından endişe duyduklarını belirtmektedir (Milliyet, 14 Kasım 1962).

Maliye Bakanı Ferit Melen ise, planın iç finansmanı için gereken 1 milyon 200

bin liranın dokuz yüz milyon lirasının çeşitli kaynaklardan temin edileceğini (200

milyon tekel ürünleri zammı, 200 milyon gaz hariç akaryakıt zammı, 250 milyon

ithal mallardan alınacak damga ve harçlardan, 100 milyon zirai kazançtan ve 100

milyon lira memurlara yapılacak %15’lik maaş zammının vergisinden sağlanacak);

açığın 300 milyon lira sınırlı olduğunu belirterek politikayı savunmuştur (Milliyet,

17 Kasım 1962). Ekrem Alican ise “şu sektörden şu kadar, bu sektörden bu kadar

vergi alacağız demek yanlıştır. Verginin çeşidini bulmak Maliye’nin işidir.

Plânlamanın değil!” diyerek DPT’ye karşı tavır almakta (Milliyet, 11 Ağustos 1962)

ve “plânlamanın hükümlerinin hükümeti bağladığını, bunun da doğru olmadığını”

ileri sürerek karşı çıkmaktadır.

İstifaların ardından, Başbakan İnönü daire başkanları ile ikna turları yapmış,

uzmanlar “Torun yerine dönmez ve ileri sürdükleri şartlar kabul edilmezse istifalarını

geri almayacaklarını” söylemişlerdir (Milliyet, 27 Eylül 1962). Nitekim, Başbakan

istifaları 29 Eylül’de kabul etmiş ve Müsteşarlığa Hazine Genel Müdürü Ziya

Page 230: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

214

Müezzinoğlu atanmıştır (Milliyet, 30 Mayıs 1962). Daire başkanlıklarına ise İsmail

Ertan, Enver Ergun, Atila Sönmez getirilmiştir (Milliyet, 10 Ekim 1962).

“Bu plân hiçbir şekilde kuzey rüzgarlarından mülhem bir plan değildir.”113

1962 yılında yaşanan çatışma, yurtiçinde DPT’nin prestij kaybına, yurtdışında da

Türkiye’nin kredibilitesinin düşmesine neden olmuştur. Yıl içerisinde, vergi

reformlarında olduğu gibi Edirne’ye üniversite kurulması sürecinde de DPT’nin

devreden çıkarılması114

ile planlama ve planlama örgütüne kuruluş döneminde

cömertçe verilen saygınlık zedelenmiştir. Yılsonunda, yurtdışı kredi kuruluşları

(OECD Yardım Konsorsiyumu) da “plânın iç finansmanı” için Hükümetin gerekli

mali reformu gerçekleştiremeyeceği inancına varmıştır. Yine de 1963 yılını

aksatmamak için 282 milyon dolarlık kredinin verilmesinde prensip kararı alınmıştır.

Ancak mali reform yapılmadığı takdirde, Hükümet 1963 yılında dış yardım

alamayacağı konusunda uyarılmıştır (Milliyet, 23 Kasım 1962).

1. Ekonomi Politikasında Kırılma: Rasyonel Kapitalizmden Sentez

Planlamaya

Plancıların istifasının ortaya çıkardığı asıl sorun Hükümetin dayandığı sınıfsal

çıkarlarda yatmaktadır. The Times’da çıkan bir yazı Türkiye’nin sınıfsal yapısı ile

sosyo-ekonomik durumunu inceleyerek krizi açıklama denemesi yapmaktadır:

“Tahminlere göre Mr. Kaldor bu raporunda bütün vergi sisteminin değiştirilmesi

gerektiğini bildirmiş ve şimdiki halde hemen hiç vergi ödemeyen büyük toprak

sahiplerinin ve büyük çiftçilerin, topraklarının verim oranları ile ölçülü kademeli bir

vergi sistemine bağlanmaları zaruretini ileri sürmüştür. Böyle bir verginin

sağlayacağı gelir, yapılan hesaplara göre, plânın maliyetinde görülen açıkları

kapatacaktır.” Oysa “[b]ugün Mecliste temsil edilmekte olan bütün partiler, muhtaç

113 Ferit Melen, TBMM Plan Görüşmesi’nde bu sözleri sarfetmiştir: Milliyet, 18 Kasım 1962. Tam

aksine, planın kuzey rüzgarları ile gelmediği; Batı rüzgarlarının getirisi olduğu açıktır.

114 DPT planda kurulması gerekli üniversite sayısını saptamıştır. Buna rağmen, DPT’nin öngörmediği

Edirne’de üniversite açılması Millet Meclisi’nde kabul edilmiştir. CHP Edirne senatörü, eleştirileri

Millet Meclisi’ni “DPT’nin bir şubesi gibi göstermek” olarak yorumlamakta ve bunun Meclis’e

müdahale olacağını belirtmektedir (Milliyet, 8 Eylül 1962).

Page 231: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

215

oldukları siyasi desteği sağlamak için taşradaki büyük ağaların menfaatlerini

savunmak zorundadır” (Milliyet, 27 Temmuz 1962).

The Times’ın çözümlemesi, vergi düzenlemelerinde somutlaşmıştır. Kaldor’un

önerisi hiç vergilendirilmeyen tarımsal ürünlerin vergilendirilerek, tarımdan sanayiye

gelir aktarımının gerçekleştirilmesidir. Kaldor’un önerisi, tarımsal ürünlerin artan

vergi oranlarıyla teşvik edilmesine dayanmaktadır. Çiftçiler, daha çok kazanç için

tarımsal etkinliklerde daha çok verimlilik sağlamak üzere teşvik edilecektir (Milor,

1990:23). Bu doğrultuda hazırlanan BBYKP’de de aynı amaç ve araçlar

korunmuştur. Ne var ki, plan çalışmaları devam ederken, 193 sayılı Gelir Vergisi

Kanunu’nda (GVK) yapılan değişikliklerle muafiyetler artırılacak, indirimler

çoğalacaktır.

202 sayılı Kanun ile kabul edilen GVK’da değişiklik yapan hükümlere göre, özel

sektörün kalkınma planı çerçevesindeki yatırımlarının gelir ve kurumlar vergisine

yatırım indirimi getirmekte, küçük esnafa vergi muafiyeti sağlamakta ve zirai

kazançları da gelir vergisine tabi tutmaktadır (Milliyet, 7 Ağustos 1962). Gelir

Vergisi üzerine tartışmaları anlamak için 1960’lı yıllara dönmek gerekir. MBK

tarafından çıkarılan 193 sayılı Gelir Vergisi Kanunu ile zirai gelirlere vergi

yükümlülüğü getirilmiştir. Ne var ki, “yurdun dört bir tarafından bütün partilere,

bütün milletvekili ve senatörlere gelen vatandaş feryatları üzerine, Büyük Meclis

iktidariyle, muhalefetiyle, koalisyonu ile, vatandaş feryadının arkasındaki meseleye

eğilmiş” (Ahmet Üstün, MM 7.2.1963, D.1 C.11 B.42) ve GVK’nın içerdiği zirai

gelirlerin uygulamasını ertelemiştir (RG: 1.3.1962/11048). 19 Şubat 1963’de kabul

edilen 202 sayılı “31.12.1960 tarihli ve 193 sayılı Gelir Vergisi Kanununun bazı

maddelerinin değiştirilmesi ve bu kanuna bâzı hükümler eklenmesi ve bir kısım

hükümlerinin kaldırılması hakkında Kanun” (RG: 28.2.1963/11343) ile zirai

vergilerde Türkiye şartlarına daha uygun bir düzenleme yapıldığına inanılarak

yeniden gündeme getirilmiştir.

İki düzenleme arasındaki temel farklardan ilki, zirai kazançların muafiyet

sınırlarının artırılmasıdır. 193 sayılı Kanun ile 1.nci grup için (hububat, afyon,

ayçiçeği) 150 dönüm yukarısı vergiye tabi tutulmaktayken, 202 sayılı Kanun ile bu

büyüklük 500 dönüme çıkarılmaktadır. Aynı şekilde serbest meslek vergilerinde

muafiyet sınırı 5 bin liradan 10 bin liraya çekilmektedir. Öte yandan, ek madde 2 ile

Page 232: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

216

kalkınma plan ve programlarında yer alan yatırımlara, belli şartları taşıdıkları

takdirde (bilanço hesabı tutmalı, yatırım miktarı belli bir düzeyi geçmeli, vb) yatırım

indirimi getirilmektedir.

Plan stratejisinde kabul edilen %7’lik kalkınma hızının söz konusu vergilerle

karşılanamayacağının açıklanmasına karşın, GVK’da değişiklikler kabul edilerek,

köylü ve çiftçilere tanınan muafiyet ve indirimler artırılmıştır. Dahası, plancıların söz

konusu durumda da öngörülen kalkınma hızının yakalanabileceğine inandığının

açıklanması istenmiş, istifalar bu baskı ertesinde gelmiştir (Milor, 1990:25).

Tarım alanında diğer bir uyuşmazlık konusu, toprak reformudur. Attila Sönmez’e

göre “tarımda, toprak mülkiyeti dağılımında eşitsizlik çok ileride[dir]” (Sönmez,

Eylül 2003:41-42). Bu soruna çözüm, Gıda ve Tarım Örgütü (FAO) uzmanı

tarafından hazırlanan strateji belgesi doğrultusunda hazırlanmıştır. Bu Rapor’a göre,

arazi mülkiyetinde üst sınır olmalıdır. Ayrıca Rapor’da arazi kiralarının

geliştirilmesi, makineleşme, gübreleme ve genel olarak tarım kooperatifleri

çerçevesinde bir örgütlenme önerilmektedir (Milor, 1990:22). Varolan durum

tarımsal ürünlerin artırılmasını teşvik etmemekte, aksine tarımsal artığı

düşürmektedir. Bu doğrultuda, tarımsal üretim sanayiye kayan işçileri beslemekten

uzak sınırlı bir kapasiteye sahip kalmaktadır (Milor, 1990:22). Sanayileşmek üzere

daha rasyonel bir mülkiyet rejimi kurulması BBYKP’nin ilk taslağında

amaçlanmıştır. Ne var ki, YPK’de görüşülmeden bu reform tasarısı metinden

çıkarılmıştır (Milor, 1990:22).

İçişleri Bakanlığı da “doğuda ağalığın sosyal ve kültürel sahada alınacak

tedbirlerle önleneceğine kanidir” (Milliyet, 12 Şubat 1962). Bu doğrultuda, Doğu

Kalkınma Planı hazırlanacaktır. Plan ile “doğuda güvenliği sağlamaya yönelik

tedbirler” alınacaktır. Bu tedbirler, toprak dağıtımı, bölgeye memur gönderilmesi,

kooperatifleşmeyi kapsamaktadır (Milliyet, 7 Mart 1962). Fakat Hükümetin amacı,

mülkiyet ilişkilerinde bir yeniden yapılanma değildir. Doğu kalkınma planı ile toprak

reformu öncesinde Ekonomik Hamle Derneği’nin açıklaması anlamlıdır: “piyasadaki

durgunluğu ortadan kaldırmak için yegane çare Doğu bölgesini kalkındırmak”tır

(Milliyet, 22 Ocak 1962). Doğu halkı kalkındırılarak tüketici hale getirilecek ve alıcı

Page 233: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

217

bulamayan sanayi ürünlerine pazar yaratılmış olacaktır. Diğer taraftan da, işgücüne

önemli bir destek, Doğu halklarından sağlanabilecektir.

Bir diğer çatışma noktası ise KİT reformudur. KİT’lerin işlevleri gereği

harcamaları artmakta ve gelirleri azalmaktadır. Harcamaları artmakta ve denetim

yapılmamakta; gelir getirici etkinliklerde bulunmakta ancak fiyatların düşük

tutulması nedeniyle gelir elde edememektedir. Bu nedenle, bütçe açıkları büyümekte

ve kredi hacimleri artmaktadır. Hatta birçok KİT kredilerini de ödemeyecek duruma

gelmiştir. Söz konusu kredi geri ödemelerinin faizlerinin yüksekliği, kredi

borçlarının Merkez Bankası tarafından ödenmesini gerektirmektedir. Söz konusu

durum, enflasyonist bir baskı yaratmaktadır.

KİT’ler ile ilgili ABD’den Mr. Chapman ve İngiltere’den Mr. Hansen’in DPT ile

Reorganizasyon Heyeti olarak birlikte yürütülen çalışmalarda “İktisadi Devlet

Teşekküllerinin kâr eder duruma getirilip yavaş yavaş özele devredilmesi” gerektiği

sonucuna varılmıştır (Milliyet, 16 Nisan 1961).

Plan taslağında, KİT’lerin temsil ettiği devletçilik anlayışı reddedilerek, rasyonel

bir piyasa aktörü halinde düzenlenmesi amaçlanmaktadır. Miras kalan devletçilikte

KİT’lerin işlevi özel sektöre ham ve yarı-mamul madde sağlamak ve ham maddeyi

kırsal alandan yüksek fiyattan alarak piyasanın işleyişinin zarar vereceği iki sektörü

de sübvanse etmektir (Milor, 1990:22). Plancılar, bunun yerine rasyonel bir

devletçilik önermektedir. Buna göre, KİT’lerin özel sektöre aktardığı sübvansiyonun

tespit edilerek, zararından düşürülmesi ve bu şekilde verimliliklerin

değerlendirilebilmesi amaçlanmalıdır (Milor, 1990:23). Ayrıca, piyasa şartları

içerisinde belirlenecek KİT mallarının fiyatı, devletin gelirlerini artıracak, öte yandan

özel sektöre verilen sübvansiyonun bir kısmı da tasfiye edilmiş olacaktır (Milor,

1990:23).

KİT’lerin piyasada ekonomik birer aktör olarak hareket edebilmesi, KİT’lerin

siyasal özerkliğine bağlıdır. Bu özerkliği sağlayacak örgütlenme modeli olarak,

BBYKP’de ise KİT’lerin yeniden yapılandırma programı holding tipi örgütlenmeye

dayandırılmıştır. Holding sistemi ile KİT’lerin denetimi sağlanacak ve piyasada özel

sektör ile rekabete girişecek, fiyatları yükseltilerek gelirleri artırılacaktır. Holding tipi

örgütlenmede, tüm KİT’ler tek bir genel yönetim merkezinin kontrolü altında

toplanacak ve genel merkez KİT’lerin yatırım politikalarını belirleyecek ve KİT’ler

Page 234: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

218

arasında koordinasyonu sağlayacaktır (Milor, 1990:23). BBYKP’de devlet

işletmelerini piyasada bir aktör haline getiren ve kalıcı bir örgütlenme altında

toplayan öneri, Hükümet tarafından “bakanlıkların birer ajan haline getirildiği”

gerekçesiyle reddedilmiştir (Milliyet, 18 Haziran 1962). Hükümete göre, KİT’ler

ilgili Bakanlıkların elinde olmalıdır ki, Bakanlıkların piyasaya müdahale

edebilecekleri bir araçları olsun. Oysa KİT’lerin varolan durumda istihdam ve

kayırmacılık olarak siyasal hesaplarla kullanılabilen yapısını terketmesi

istenilmemektedir.

Yukarıda ele alınan üç çatışma noktası üzerinden, BBYKP’nin rasyonel

kapitalizm ve kayırmacı kapitalizm arasında bir siyasal çatışma sonrasında kayırmacı

kapitalizm doğrultusunda şekillendiği görülmektedir. Sanayileşmenin bedelini

ödemek istemeyen Hükümet, sınıfsal çıkarların doğrultusunda BBYKP’ne sentez bir

plan karakteri yüklemiştir. BBYKP, rasyonel kapitalizm ideali ile 1960’ların

öncesinden kalma plansız programsız kamu yatırımlarının sentezi olarak doğmuştur.

2. Kalkınma Ekonomisi ve İktisadi Devlet Teşekküllerinin Yeniden

Yapılandırılması: Kamu İktisadi Teşebbüsleri (KİT) Modeli

Savaş sonrası dönemin hesapsızlık ve plansızlık karakterine anti-tez olarak

görülebilecek, 1960’larda kurulan demokratik plancılık, devletin ekonomideki

etkinliklerinin planlanması ve İDT’lerin yeniden düzenlenmesini amaç edinmiştir.

Ekonomik ve toplumsal sorunların kaynağı olarak görülen KİT’ler (finansman

açıkları) ilk elden yeniden düzenlemeye tabi tutulmalıdır.

İDT’lerle ilgili ilk düzenleme 1961 Anayasası ile yapılmış, Anayasa ile Kamu

İktisadi Teşebbüsü (KİT) kavramı ilk kez kullanılmıştır. 1961 Anayasası’nda

konuyla ilgili tek fıkra “Kamu İktisadi Teşebbüslerinin Türkiye Büyük Millet

Meclisince denetlenmesi kanunla düzenlenir” ibaresidir (md. 127).

Dönem içerisinde en dikkat çekici nokta, tüm kamu kurum ve kuruluşlarında

devam eden yeniden düzenleme çalışmalarıdır. 1940’ların sonunda yabancı

uzmanların raporları ile başlayan çalışmalar (Neumark, Barker, vb.), 1960’larla

birlikte KİT’leri de kapsar hale gelmiştir. Bu amaçla, 1961 yılında 154 sayılı Kanun

ile 16 teşebbüs incelenmeye alınmıştır. Söz konusu incelemeler sonucunda ortaya

Page 235: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

219

çıkan “İktisadi Devlet Teşekkülleri ve Benzeri Müesseselerin Bünyelerinde

Yapılması Gereken Islahât Hakkında Rapor” yayınlanmıştır (Özen, 1968).

Sonrasında ise çalışmalar devam etmiştir. Çalışmalar, 440 sayılı Kanun’un

(RG:21.3.1964/11662) kabulü ile yeni bir aşamaya geçmiştir.

440 sayılı Kanun ve sonrasında, Umumi Murakabe Heyeti’nin Yüksek Denetleme

Kurulu’na, Umumi Heyetin Meclis çatısına alınarak Kamu İktisadi Teşebbüsleri

Karma Komisyonu’na devretmesi 1960 öncesindeki fotoğrafta meydana gelen

değişikliklerden ilk göze çarpanlardır.

440 sayılı Kanun ile KİT’lerin denetimi, Başbakanlığa bağlı Yüksek Denetleme

Kurulu’na verilmiştir. Yüksek Denetleme Kurumu, 1960 yılında Umumi Murakabe

Heyeti’nin adının değiştirilmiş halidir (15.07.1960 tarih ve 23 sayılı Kanunla Türkiye

Büyük Millet Meclisi’ne bağlanmıştır. Ancak Yüksek Denetleme Kurulunun Yasama

Organına bağlılığı uzun sürmemiş, 23 sayılı Kanunu değiştiren 12.05.1964 tarih ve

468 sayılı Kanunla tekrar Başbakanlığa bağlanmıştır) (Yüksek Denetleme Kurulu,

2008). Ayrıca, 12 Mayıs 1964 tarih ve 468 sayılı Kamu İktisadi Teşebbüslerinin

Türkiye Büyük Millet Meclisince Denetlenmesinin Düzenlenmesi Hakkında

Kanunla, TBMM Kamu İktisadi Teşebbüsleri Karma Komisyonu oluşturulmuş ve bu

komisyonun kamu iktisadi teşebbüslerini Yüksek Denetleme Kurulu raporlarını esas

alarak denetleyeceği öngörülmüştür” (Yüksek Denetleme Kurulu, 2008).

Fotoğrafa söz konusu değişikliklerin dışında iki yeni parça eklenmiştir: Devlet

Yatırım Bankası ile DPT. 440 sayılı Kanun ile aynı gün 441 sayılı Devlet Yatırım

Bankası Kanunu da kabul edilmiştir. Devlet Yatırım Bankası, İDT’lerin yatırım

finansman açıklarını karşılamak üzere Maliye Bakanlığı’nın ilgili kuruluşu olarak

kurulan bir İDT’dir.115

440 sayılı Kanun, en büyük değişikliği ise yapıda meydana getirmiştir. Kanun,

İDT’lerin tanımının genişletilmesine rağmen idari ve mali özerkliklerinin

törpülenmesini ve ilgili Bakanlıkların İDT yönetiminde ve denetiminde gücünü

artırmasını sağlamıştır.

115 25.3.1987 tarihli 3332 sayılı Kanun ile Türkiye İhracat Kredi Bankası’na (EXIMBANK)

dönüştürülmüştür.

Page 236: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

220

Kanun 3460’da “sermayesinin tamamı Devlet tarafından verilmek suretile

kurulan iktisadi teşekküller”i değil, “sermayelerinin yarısından fazlası tek başına

veya birlikte Devlete (Genel ve katma bütçeli idarelere) ve İktisadi Devlet

Teşekküllerine ait” teşebbüsleri kapsamaktadır. Bu bağlamda, Kanun’un düzenlediği

alanın kapsamı genişlemiştir. Kanun ile teşebbüslerin kapsama alanı genişlemesine

ek olarak yeni teşebbüsler de kurulmuştur: TESTAŞ, TEMSAN, TÜMOSAN,

TAKSAN, GERKONSAN, Seydişehir Alüminyom Tesisleri, İskenderun Demir

Çelik Tesisleri, DYB, TEK, ÇAYKUR, KBİ, DESİYAB (Sayıştay, 2010).

Bu genişleyen alanda, ilgili bakanlıkların dolaylı ya da doğrudan denetim görevi,

440 sayılı Kanun ile “Teşekkül çalışmalarının kanun ve tüzük hükümlerine uygun

olarak yürütülmesini gözetmek” ve “gerekli hallerde teşekküllerin hesaplarını ve

işlemlerini teftişe, icabında tahkike tabi tutmaya ve bunlar nezdinde iktisadi ve mali

durum tespitleri yaptırmaya” kadar genişlemiştir (md.9). Bununla beraber, İDT’lerin

siyasi, idari, mali ve yönetsel özerkliklerini pekiştirmek bir yana 3460 sayılı

Kanun’da altı çizilen “idari ve mali özerklik”, 440 sayılı Kanun ile “faaliyetlerinde

özerk”liğe indirilmiştir. Özerkliğin aşınmasının yanında, teşekküllerin icra organları

ve temsilcileri olan genel müdürlerin ve yardımcıların Bakanlar Kurulu’nca atanması

ile sermayesinin yarısından fazlası kamuya ait tüm teşebbüslerde doğrudan kontrol

sağlanabilecektir (md.10). Dahası, İDT’lerin idari ve mali özerkliğinin tasfiyesini

ispatlayacak şekilde, İDT’lerin yıllık yatırım ve finansman programlarının Maliye

Bakanlığı tarafından DPT görüşü alınarak hazırlanması ve Bakanlar Kurulu

tarafından kabul edilmesi kararlaştırılmıştır (md.15). Diğer taraftan işletme bütçeleri,

3460 sayılı Kanun çerçevesinde İdare Meclisi tarafından onaylanması ile yürürlüğe

girerken 440 sayılı Kanun sonrasında Hazine ve DPT Müsteşarlığı onayına

sunulmakta ve Hazine Müsteşarlığı işletme bütçelerinde gerekli değişiklikleri

yapabilmektedir (2011 Genel Yatırım ve Finansman Programı).

Sonuç olarak, 440 sayılı Kanun BBYKP’nin YPK’de törpülenmiş haline paralel

bir mantıkla düzenlenmiştir. Kanun, Birinci Plancıların işaret ettiği Holding Tipi’ni

benimsemez, aksine İDT’lerin özerkliklerine ve etkinliklerine siyasal, idari

müdahalelerin yolunu açar. Oysa 1960 öncesinde olduğu gibi 1970’lerde de İDT

Yeniden Düzenleme çalışmalarının merkezinde İDT’lerin ilgili bakanlıklardan özerk

olarak piyasa şartlarına göre ticari esaslara göre çalışmaması sorunu yer almaktadır.

Page 237: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

221

440 sayılı Kanun, bu sorunun büyümesine neden olabilecek türden ilgili

bakanlıkların, daha geniş bir alanda tanımlanan kamu girişimleri üzerindeki güçlerini

artırmaktadır.

Ayrıca, yatırım ve finansman programlarının hazırlanmasında yetki ve

sorumluluğun Maliye Bakanlığı’na verilmesi plan ile bütçe arasındaki ilişkiler (bkz.

Şekil 3 / (2) nolu süreç), DPT’nin görüşünün alınması ile ilerleyecektir. Ancak

DPT’nin görevinin görüş vermeye sıkıştırılması, devlet teşkilatı içinde Maliye

Bakanlığı’nın DPT’ye karşı kazandığı bir zafer olarak yorumlanmıştır.

Yeni dönemde de KİT’lerin yeniden düzenleme çalışmaları devam edecektir. 440

sayılı Kanun ile Maliye Bakanlığı’na bağlı İktisadi Devlet Teşekkülleri Yeniden

Düzenleme Komisyonu kurulmuş, KİT’lerin Kanun hükümlerine uyumlaştırılması

ile görevlendirilmiştir. Söz konusu Komisyon, çalışmalarını tamamlayarak 1968

yılında DPT bünyesine girmiştir. Komisyonun çalışmaları, 10 Rapor ve bir Genel

Rapor olarak yayınlanmıştır (Özen, 1968).

1960’lı yıllarda devletçilik kapsamı genişletilmiş, ancak devletçilik piyasa

alanından çıkarılarak idari mekanizmanın denetim ve kontrolü altına alınmıştır. Bu

bağlamda, planlama sürecinin kapsamı genişlemiş olsa da, denetim ve kontrol siyasal

ve idari çatışmalar içerisine çekilmiştir.

Page 238: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

222

ŞEKİL 3 DEVLET TEŞKİLATI İÇİNDE İKTİSADİ DEVLET

TEŞEKKÜLLERİ (440 SAYILI KANUN)

TBMM

Bakanlar Kurulu

Maliye Bakanlığı İlgili Bakanlık Başbakanlık

DPT

Yüksek Denetleme Kurulu

TBMM Kamu

İktisadi

Teşebbüsleri

Karma Komisyonu

İktisadi Devlet Teşekkülleri

İştirakler

Müesseseler

(1) İlgili bakanlık, İDT’lerin hesaplarını ve işlemlerini teftiş, tahkik edebilir, idari ve mali

durumlarını tespit edebilir; İDT’lerin kanun ve tüzük hükümlerine göre yürütülmesini

gözetir. İDT, genel müdür ve yardımcıları Bakanlığın önerisi üzerine Bakanlar Kurulu’nca

atanır.

(2) Teşekküller, kalkınma planı ve yıllık programlara uygun olarak uzun vadeli ve yıllık

yatırım ve finansman programları ile her yıl için işletme bütçesi hazırlar. Yatırım ve

finansman programları Maliye Bakanlığı tarafından DPT ve YDK’nın görüşleri alınarak

hazırlanır ve Bakanlar Kurulu’nca karara bağlanır. İşletme bütçeleri ise İDT tarafından

hazırlanarak, Yönetim Kurulu kararı ile kesinleşir.

(3) Teşekküllerin bilanço ve kar zarar hesapları YDK’ye sunulur ve YDK Raporu ile birlikte

Karma Komisyona iletilir.

(2)

(3)

(1)

Page 239: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

223

E. DEĞERLENDİRME

Türkiye’de planlamanın “Hükümetin kendi isteğinden çok, yardımların bir

önkoşulu olarak uluslararası kuruluşların zorlamasıyla başlatıl”dığı genel olarak

kabul edilir (Sezen, Mayıs 1999:70). Gerçekten, Soğuk Savaş’ın Bağlantısızlar

üzerinden uluslararası mevzi kazanımı savaşına dönüştüğü bu dönemde, “Batı’nın

plânı desteklemesi için kuvvetli gerekçeler vardır” (The Times’dan akt. Milliyet, 27

Temmuz 1962). Gerekçelerden ilki, Batı kapitalist kalkınma stratejisinin

başarısızlığının “sola mütemayil fikirler”in iktidarı ele geçirmesi riskini artırması ise;

ikincisi, Batı kalkınma stratejisi maliyetinin (dış borçlanma) takip edilebilir hale

sokulmasıdır.

Toplumsal-ekonomik alanın yönetimine dair gelecek kurgusunda, uluslararası

sermayeye ölçüsüz bir rol veren bu yargı, yanlış değilse bile eksiktir. Eksiktir, çünkü

planlama uluslararası sermaye ile yerli sanayi sermayesinin çıkarlarının birleştiği

“yeni üretici sermayenin ihtiyaçlarına cevap verecek yeni kalkınma stratejisinin

sembolü olarak” kurumsallaşmıştır (Milor, 1990:9, 13). Bu strateji, DP iktidarının

liberal ve tarım öncelikli ekonomi politikasının içerisinden gelişen sınıf tarafından

kurgulanmış ya da daha doğrusu desteklenmiştir. DP iktidarının sağladığı koşullarda

karını azamileştiren tüccar ve toprak ağaları, yeni dönemde sanayileşme sürecine

girmiştir. Bu süreçle birlikte, DP’nin keyfi teşvik, koruma politikasına karşı planlı

ekonomi özlemi yaygınlaşmıştır. Planlı yönetim ile sanayiye akan maliyeti yüksek,

geri dönüşü uzun sürece yayılan yatırımların uzun vadede istikrar ve tutarlılık

talebine yanıt verilebilir. Bu özlem, dış yardımların koşulu olarak, toplumsal alanda

sermaye örgütleri, siyasal alanda ise CHP ve Hürriyet Partisi’nin desteği ile gündeme

taşınmıştır.

1957-1958 yıllarında, kapitalizme özgü plan fikri yerleşmiştir. Hatta Türkiye

“artık bir memlekette plânlamanın uygulanıp uygulanmayacağı meselesi bir tartışma

konusu olmaktan çıktı[ğı]” ve “..devlet faaliyetlerinin ilmî anlamda bir plân

dahilinde yürütülmesi[nin] bir gerçek olarak kabul edil[diği]” (TODAİE 1961, 5) bir

dönemde planlı ekonomiye geçmiştir. Öncelikle ekonominin “plansızlıktan” krize

girdiği bu dönemde planlamanın gerekli olduğu kabul edilmiştir ancak bu plan nasıl

olmalıdır?

Page 240: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

224

Türkiye’de planlama Sovyet planlama deneyiminin başarısızlığı tezi üzerinden

kurulmuştur. Sovyetlerin aksine, kapitalizmde planlama demokratik olmalıdır, denir.

Plan buhran zamanında gereklidir ancak bu plan sosyalist biçimde değil, kısmî plan

olmalıdır (Peyami Safa, “Plân Münâkaşası”, Milliyet, 11 Şubat 1957). Özellikle,

uluslararası sermayenin baskısı altında demokratik niteliğine vurgu yapılan planlama

süreci, aksine anti-demokratik karakteri ile yerleşmiştir. Planlama çalışmalarına

akademisyenlerin dahil edilmesine karşın, işçi örgütleri temsilcilerinin dahil

edilmemesi demokraside de siyasetten arındırılmış, rasyonelleştirmeyi işaret

etmektedir. Hatta 27 Mayıs öncesi planlama süreci gizli yürütülmektedir. Planlama,

işçi sınıfını ve egemen sınıfa muhalif herhangi bir sınıfsal ya da kesimsel çıkarın

sızamayacağı bir süreçle işletilmiştir. Üstelik, 27 Mayıs Darbesi’nin ürünü olmak

itibariyle de varoluşsal bir anti-demokratik bir karakter taşımaktadır. Bu nedenle,

“demokrasi” toplumdan uzaklaştırılmış, kurgusal bir içeriğe sahiptir. Planlamanın ve

planlama örgütünün kurulmasında net bir şekilde görülen toplumdan bağışık bir

siyasal kültürü yansıtan demokrasi kavramında toplanan bu anlayış göz ardı

edilmemelidir. Ayrıca, Türkiye’nin toplumsal ve ekonomik alanının yönetimi

sürecinin gizli yürütülmesi, gayri-resmi baskı ve iletişim yollarını güçlendirmek

demektir. Bu bağlamda, en örgütlü sınıf ve kesim olarak sanayi sermayesinin sürece

en çok müdahil olan toplumsal kesim olduğu söylenebilir.

Bu tarihsel-toplumsal koşullarda, planlama sürecinin sivil siyasete dönmesi ile

çatışma sınıf kesimleri arasında patlak vermiştir. Sermaye planın finansmanı

konusunda çatışmayı düğümleme noktasına gelmiştir. Sınıf-içi çatışma, henüz

emekleyen parlamenter sistemin bir kez daha sarsılmasına neden olarak tedirgin edici

bir gelişmedir (Darbe sonrasında TSK’nın partilerarası uzlaşmadan yana tavrı, bu

çatışmanın önceden hissedildiğini gösterebilir). Sıklıkla gösterilmeye çalışıldığı gibi,

bu düğüm siyasetçi – bürokrat çatışması değil, bu çatışmayı aşan bir derinliktedir.

Çatışma siyasal alanda siyasal kavramlarla örülmekte, plan DPT’nin dışında ve hatta

siyasal iktidarın ötesinde egemen sınıfların işbirliğinde hazırlanmaktadır.116

DPT

116 Maliye Bakanı Ferit Melen, BBYKP’nin Meclis’de görüşülmesi sırasında planı komünist plan

olmakla suçlayan AP Grubu adına söz alan Demiray’a yanıtında “planı DPT yapmıyor. Sizin de

içinde bulunduğunuz siyasi kadro yapıyor” demiştir (Milliyet, 18 Kasım 1962).

Page 241: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

225

tarafından MBK stratejisi doğrultusunda hazırlanan rasyonel kapitalizmin gelecek

kurgusu, esasına varana kadar bu çatışma sürecinde değiştirilmiş, belirlenmiştir.

Öte yandan, vergi reformu, toprak reformu ve KİT reformları, DPT’nin kurgusu,

projesi olarak görülebilir mi?

Milor’a göre, DPT’nin kuruluşu ve BBYKP’nin başlatıldığı MBK döneminde,

devlet Bonapartist bir yapıdadır, bu doğrultuda teknokratların ağırlığı

hissedilmektedir (Milor, 1990). Bu yaklaşıma göre, MBK ile iktidara gelen siyasal

proje göz ardı edilmekte, asker bürokrasi genel çıkara sahip bir iktidar olarak

görülmektedir. Oysa askeri bürokratlar Darbe’nin ilk gününde ideolojik bağlılıklarını

(ABD, NATO ve CENTO) açıklıkla belirtmiş, rasyonel kapitalizme yönelik siyasal

projelerini ilk düzenlemeleri ile ortaya koymuşlardır (DPT, GVK, vb). Öte yandan,

Milor’un 1960’lara gelirken sorunun sınıf içi çatışmaların parlamenter sistemin

krizine yol açtığını (Milor, 1990) savunması haklıdır. Bu kriz Darbe ile aşılmış,

Darbe sonrasında sınıf kesimleri arası işbirliği CHP-AP Koalisyonu ile sağlanmıştır.

27 Mayıs ve DPT, sınıf-içi çatışmadan yararlanarak teknokrasinin güç

kazanmasından öte, yükselen sanayi sermayesinin iktidarı paylaşma iradesi olarak

görülmelidir. Bu süreçte, uluslararası sermaye sanayi sermayesi lehine bir

müdahaleye zemin ve siyasal güç kazandırmıştır. Nitekim bu dönemde tüm

azgelişmiş ülkelerde askeri rejimlerin yaygınlığı bir tesadüf değildir (Hobsbawn,

Ocak 2011:470). Sanayi sermayesi, rasyonel bir kapitalizm talep etmekte, bu talep

askeri yönetimin baskıcı karakteri ile yerleştirilmeye çalışılmaktadır.

1960-1962 arasında yaşanan Birinci Plancıların istifası ile sonuçlanan çatışma

sıklıkla DPT-Siyasetçi çatışması olarak sunulur. Bu görüş de DPT’nin aydın-

bürokratlarının bürokratik-teknik refleksle (Boratav, 2005) hareket ederek, politika

oluşturma ve yürütme sürecinde rasyonel ve tarafsız davranışların bekçisi olarak

siyasetçiye karşı çıktığı savına dayanmaktadır. Oysa DPT yöneticilerinin KİT, Vergi

ve Toprak Reformu gibi sosyo-ekonomik yapıyı kurucu düzenlemelerde ısrar

etmeleri, tarafsızlık ve rasyonellik refleksinin sınırlarını aşmaktadır. Öte yandan,

DPT’nin bir siyaset akademisi olması nedeniyle, DPT yöneticilerinin tepkilerini

yalnızca teknik bir karşı-çıkış olarak nitelemek haksızlık olur kanısındayız. Birinci

Plancılar başta olmak üzere DPT kadrosunda çalışan uzmanlar, Türkiye’nin siyaset

sahnesine uzun bir süre damgasını vuracaktır.

Page 242: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

226

DPT’ye kendinden menkul bir güç tanımlanması, DPT’nin sosyalist olmakla

fişlenmesine ve toplum ve siyaset üzerine tahakküm kurmaya yeltenmekle itham

edilmesine neden olmuştur. Aslında, bir siyasal proje olarak rasyonel kapitalizmi

kurma çabası, yeni toplumsal denge durumunun oluşması (AP-CHP Koalisyonu) ile

temellerini yitirince, DPT suçlu ilan edilmiştir. Diğer bir deyişle, toplumsal üretim

ilişkilerinin tarihsel süreç içerisinde değişimi, siyasal ve yönetsel sürece yansımış;

DPT’nin yönetsel konumu ve planlama bu değişim sürecinde yeniden üretilmiştir.

Yeniden üretim aşamasında, kuruluş aşamasına rengini veren karakter ve özellikler

ise suçlu ilan edilerek tasfiye edilmiştir.

IV. KLASİK PLANLAMA YAKLAŞIMININ SONU VE PLANLAMADA

“YAPISAL UYARLAMA”: DÖRDÜNCÜ BEŞ YILLIK KALKINMA

PLANI (DBYKP) VE SON SAVAŞ (1978-1980)

1970’li yıllar kapitalizm için yoğun birikim rejiminin terki ile esnek birikim

rejiminin kuruluş dönemi; planlama için ise yeni birikim rejiminde yapısal

uyarlama117

sürecinin başlangıcıdır. 1970’li yıllarda sosyo-ekonomik yapıdaki

gelişmelerin genel seyri içinde Türkiye deneyimi bir istisna değildir. Türkiye, 1980

yılı ile yeni birikim rejimine yapısal olarak uyarlanma sürecine girmiş ve planlama

bu süreçte yeniden yapılandırılmıştır.

Türkiye’de 1970’lerin sonu, retrospektif bir yaklaşımla “24 Ocak Kararları”na118

giden yol olarak, yeni birikim rejimine hazırlık aşaması olarak görülebilir. Oysa

117 Yapısal uyarlama (structural adjustment), 1980’li yıllar ile hızlanan gelişmekte olan ülkelerde

“karşılıklı bağımlılık” kuramı etrafında uluslararası esnek birikim rejiminin çıkarları doğrultusunda

devletin yeniden yapılandırılması yöntemidir. Bu yöntemde “serbest piyasaya endekslenmiş bir

demokratikleşme” süreci başı çekmektedir. Süreç, ticaretin liberalizasyonu, devletin küçültülmesi,

yerelleşme ve özelleştirme gibi politika araçlarından oluşmaktadır. Yapısal uyarlama yönetimi

hakkında detaylı bilgi için: (Güler, 2005a).

118 24 Ocak Kararları, Bakanlar Kurulu’nun 24 Ocak 1980’de aldığı, ekonomide yeni birikim rejimine

geçiş için başta ithal ikameci sanayileşme stratejisinden ihracata dönük sanayileşme stratejisine

yönelim olmak üzere yeniden yapılandırmayı getiren kararlarıdır. Bu kararlar, ihracatın ve yabancı

Page 243: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

227

1970’ler Türkiye planlama politikasının siyasal-iktisadi ve siyasal-yönetsel

çözümlenmesi, geçiş sürecinde yaşanan çatışmayı ortaya koymaktadır. 1978’den

1980’e kadar geçen iki yıllık süre, planlama siyaseti açısından yapısal değişimden

yana “toplumcu–plancılık” ile yapısal uyarlama119

yanlısı “uyarlamacı-

plancılığı”n120

çatışmasına sahne olmuştur. DBYKP üzerinden yaşanan siyasal

çatışma, uyarlamacı-plancılığın zaferi ile sonuçlanacak, uyarlamacı-plancılığın

iktidarında, planlama politikasının siyasal-yönetsel yeniden yapılandırılması

başlatılacaktır.

Araştırmanın 1970’li yıllara dair bölümü, planlamanın siyasal-iktisadi

çözümlemesi ile başlayacak; Türkiye’de planlama siyasetinin zamandizinsel süreci

içinde aktarılması ile devam edecektir. İzleyen bölümde ise siyasal çatışmanın

taraflarının, toplumcu-plancılıkla uyarlama-plancılığının siyasal-yönetsel

karakterinin açıklanmasına çalışılacaktır.

A. 1970’LERDEN 1980’LERE GEÇİŞ VE PLANLAMAYA VEDA

1970’lerin başında, ABD dışındaki ülkelerin Dolar rezervlerini –altın-para

standardı nedeniyle- artırması sonucu ABD Merkez Bankası’nın altın rezervleri

tükenmeye ve Dolar’ın değeri düşmeye başlamıştır. Durum, ABD’nin 1893’den

sonra ilk kez dış ticaret açığı vermesine yol açmıştır (DPT 1979). ABD, dövizin

değer kaybını önlemek üzere, 1944 yılında Bretton Woods’da kabul edilen doların

altın konvertibilitesi özelliğini kaldırdığını ilan etmiştir. Doların altına endekslenmesi

sermayenin teşvik edilmesi, dış ticarette ve fiyatlarda kamu denetiminin kaldırılması gibi

düzenlemeleri içermektedir (RG:24.01.1980/16880).

119 Yapısal Değişme (Structural Change) ile Yapısal Uyarlama (Structural Adjustment) kavramlarının

dönem için karşılaştırması, Galip L. Yalman tarafından yapılmaktadır. Yapısal değişme,

sanayileşme sürecinde bir ileri aşamaya geçiş için gelinen kritik eşiğin derinleşerek aşılmasıdır

(take-off). Yapısal Uyarlama ise yeni birikim rejiminde devletin yeniden yapılandırılması

yöntemidir (bkz. 117 nolu dipnot). Yalman’a göre, bu iki süreç iki farklı hegemonik projedir

(Yalman, 2009:250).

120 Toplumcu-plancılık ve uyarlamacı-plancılık kavramsallaştırması, planlama politikasının siyasal-

yönetsel karakteri doğrultusunda kurulmuştur. Kavramların açıklaması İkinci Bölüm IV.C.3. başlık

altında bulunabilir.

Page 244: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

228

rejiminin kaldırılması ile kur politikasında dalgalı kur dönemine geçilmiştir. Dalgalı

kur ile birlikte, doların değerinde düşüşler başlamıştır. Doların değerindeki düşüşten

en büyük zararı petrol ihraç eden ülkeler almıştır. OPEC (Organization of the

Petroleum Exporting Countries) doların düşmesi ile gelirlerindeki azalmaya dikkat

çekerek, 1973 yılında petrol fiyatlarını artırma kararı almıştır. Ayrıca, Ortadoğu’da

ABD destekli İsrail ile Arap ülkeleri arasındaki çatışma (Yom Kuppir) OPEC – ABD

çekişmesini artırmış ve OPEC ülkelerinin petrol ambargosu ile sonlanmıştır.121

Ambargo ile birlikte, kapitalizmin krizi başlamıştır. Kriz, kar oranlarında düşme

eğilimi ile karakterizedir. Kar oranları, bir taraftan işçi ücretlerinin yüksekliğine

karşın emek verimliliğinin sabitlenmesi ve bir taraftan teknolojik gelişmede sınıra

gelinmesi ile ortaya çıkmıştır. Sermayenin değersizleşmesi karşısında, sermaye

birikim sürecinde yeniden yapılanma gereksinimi doğmuştur. “Kapitalizmin 1974-

1975 kriziyle başlayan yakın dönemdeki en önemli eğilimi [şunlardır]: (1) Genel

büyüme hızının yavaşlaması; (2) tekel (veya oligopol) niteliği taşıyan çokuluslu

şirketlerin dünya çapında çoğalması; ve (3) sermaye birikim sürecinin

finansallaşması olarak adlandırılabilecek olgu.” (Sweezy’den akt. Foster 2011, 17).

Diğer bir deyişle, Petrol Krizi’nin ardından “uluslararası ticaret hacmi daralmış ve

ekonomik durgunluk dönemi” sermayenin dünya ölçeğinde değerlenmesinin

koşullarını hazırlamayı gerektirmektedir (Akçay, 2007:36).

1978 yılında hazırlanan ilk Dünya Kalkınma Raporu, 1980 sonrasında yaygınlık

kazanacak yeni birikim rejiminin manifestosu niteliğindedir. Önsöz’ünde Dünya

Bankası Başkanı McNamara tarafından kaleme alınan şekliyle,

“Kalkınmanın ikiz amacı, öyleyse, ekonomik büyümeyi ivmelendirmek ve

yoksulluğu azaltmaktır.

Bu amaçlara dönük daha büyük ilerleme gelişmekte olan ülkelerin büyük çabasını

gerektirmekte; bu çaba gelişmiş ülkelerin daha gerçekçi düzeyde desteği ile

birleştirilmelidir. Uluslararası ekonominin bağımlılığının giderek büyüdüğü bir

gerçektir. Bu değişim hem sanayileşmiş hem gelişmekte olan ülkelere yarar

sağlayabilir ve sağlamalıdır, fakat bunun için küresel ekonomide karşılıklı

121 Bu noktada, Petrol Krizi’nin Japonya, Avrupa’ya karşı ABD tarafından tetiklendiğine dair iddiaları

anarak geçmek yerinde olabilir (Soral, 1981: 28).

Page 245: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

229

üstünlüklerdeki değişiklikleri yansıtacak yapısal uyarlama yapılmalıdır” (vurgular

bana ait, World Bank, 1978).

Rapor’da “karşılıklı bağımlılık”, “karşılaştırmalı üstünlüklere” dayalı bir açık

ekonomisinin savunusu ile birlikte ele alınmaktadır. Buna göre, 1977-1978

döneminde hem sanayileşmiş hem gelişmekte olan ekonomilerde korumacı önlemler

artmıştır; oysa sanayileşmiş ülkeler büyüme performanslarını 1960’lı yıllarla

başlayan ticari serbestiye borçludur (World Bank, 1978:14). Örneğin, 1975 yılında

gelişmekte olan ülkelerden sanayileşmiş ülkelere ithalat 123 milyar Dolar iken

ihracat 26 milyar Dolar dolayında gerçekleşmiştir. Bu doğrultuda, korumacı önlemler

yalnızca gelişmekte olan ülkelerin ekonomilerinde değil, sanayileşmiş ülkelerin

ekonomilerinde de olumsuz etkiler yaratacaktır; çünkü, “[g]elişmekte olan ülkeler,

şimdi sanayileşmiş ülkelerin ihracatı için önemli bir pazar haline gelmiştir” (World

Bank, 1978:16-17). Bu pazarın büyümesinin devamı, gelişmekte olan ülkelerin

uluslararası sermaye piyasasından borçlanma yeteneğine; hala çoğu sanayileşmiş

ülkelere gönderilen ihracattan kazanılacak dövize dayanan borç ödeme kapasitesine

bağlıdır (vurgular bana ait, World Bank 1978, 12). İşte, McNamara’nın bir sonraki

yıl Kalkınma Raporu’na konu olacak ve 1980’lerden sonra gelişmekte olan ülkelerin

yazgısı “yapısal uyarlama” politikalarının sinyali buradadır.

Rapor’da çerçevesi çizilen strateji, 1978 – 1979 yıllarında DB’nin gelişmekte

olan ülkeler hakkında yaptığı ülke analizlerinde detaylandırılacaktır.122

DB’nin

gelişmekte olan ülkelere verdiği ortak reçete, ithal ikameci stratejinin terki ve

ihracatı teşvik stratejisine göre ekonominin yapılandırılmasıdır (Balassa, 1979). DB,

IMF ile birlikte bu dönemde gelişmekte olan ülkelerin ekonomilerinin yeni birikim

rejimine yapısal uyarlamasında karar merci haline gelecektir. DB, bunu gelişmekte

olan ülkelerin Kriz sonrası darboğazına borçludur.

Kriz, gelişmekte olan ülkelere dışa bağımlılığın yarattığı sorunları hızla

hatırlatma görevi görmüştür. Krizin patlak verdiği yıllarda, döviz rezervlerinin

büyümesi nedeniyle değer kaybı riskine karşılık dövizlerin kredi olarak verilmesi

olanağı artmışken (DPT, 1979, md:151-152), 1976’ya gelindiğinde kredi olanakları

kısıtlanmış, sanayileşmiş ülkelerden ithal edilen malların fiyatları artmış,

122 DB 1978 – 1979 yıllarında Türkiye hakkında iki Rapor hazırlamıştır: Derviş ve Robinson, 1978;

World Bank, 1979.

Page 246: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

230

sanayileşmiş ülkelere ihracat kapasitesi daralmıştır (Boratav, 2008:129). Bu

dönemde, gelişmekte olan ülkelerin dış ticaret açıklarıyla mücadelesi dış

borçlanmaya, dış borçlanma ise uluslararası kredi kuruluşları nezdinde prestij

kurumları görevi gören DB ve IMF’nin vizesine bağlıdır (Güler, 2005a:142). Dönem

Başbakanı Ecevit “birçok büyük bankalar bir ülkeye kredi verecekleri zaman,

Uluslararası Para Fonu ne düşünüyor? diye bazen yan gözle bakarlar, bazen açıktan

sorarlar” diyerek IMF’nin çağımızın bir gerçeği olduğuna vurgu yapmaktadır

(DBYKP Meclis Görüşmeleri, MM 22.11.1978, ZC D. 5 C.7 B.8 s.255,). DB ve

IMF, özellikle Kriz sonrasında dışa bağımlı ekonomik yapıları ile gelişmekte olan

ülkeler için “kurtarıcı” rolüne bürünmüştür, reçetesi ise yapısal uyum kredileridir.

1980’lerle hız kazanacak DB Yapısal Uyum kredileri ile yalnızca projeye özgü ya

da sektörel değil, tüm sosyo-ekonomik yapının ihracata dönük sermaye birikim

sürecine uyumu için yeniden yapılandırılması şartı koşulmuştur (Güler, 2005a:149).

Yeni sosyo-ekonomik yapıda piyasa, öncelikli ve merkez konuma yerleşmiş,

piyasadan bağışık alanların azaltılması amaçlanmıştır. Söz konusu yeniden uyarlama,

piyasa dışı idari kararların egemenliğinde görülen plan disiplini altındaki alanların,

KİT’lerin tasfiye edilmesini talep etmektedir. Diğer bir deyişle, ihracata dönük

sanayileşmeye dayanan yeni birikim rejimi devletin yapısal uyarlaması ile paralel

planlamanın da yeniden uyarlamasını talep edecektir. Nitekim 1980’lerle tüm

gelişmekte olan ülkelerde hızlanan “Yapısal Uyarlama” dönemi, İkinci Dünya Savaşı

sonrasında kurulan kalkınma plancılığının terkedilmesi ile başlayacaktır.

Birinci Bölüm’de açıklandığı gibi, kapitalizmin gelişme seyri içinde 1980’li

yıllara post-endüstrileşme dönemi olarak girilmiş; post-planlama dönemi başlıyor

algısı yaygınlaşmıştır. Oysa sermaye birikim rejiminin yeni gereksinimleri temelinde

planlama da 1990’lı yıllarla birlikte yeniden üretilmiştir.

Bu dönemde, oldukça popülarite kazanan Hasan Özbekhan 1976’da Abdi İpekçi

ile röportajında yeni planlama teorisinden bahsetmektedir. Özbekhan, Ackoff, Trist,

Emery gibi araştırmacılarla birlikte geliştirdiği planlama yaklaşımında sistem teorisi

içinde planlamayı değerlendirdiklerini ve siyasal, ekonomik, sosyal ve kültürel

alanları kapsayan planlama üzerinde çalıştıklarını belirtmektedir. Yeni planlama,

geleceği görmek mümkün olmadığından fütürologluğa soyunmadan; “bugünü

geleceğe göre planlama”ya çalışmaktadır (Milliyet, 9 Ağustos 1976). Özbekhan’ın

Page 247: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

231

post-modernizm kokan planlama yaklaşımında temel kavram, “dizayn etmek”tir.

Teorinin önemi, dönem itibariyle yeni planlama yaklaşımlarının serpildiğini

göstermesinde yatmaktadır. Aynı zamanda, neo-planlamayı da açıklayıcıdır. Yeni

planlama türü, “politika planlaması”na odaklanmaktadır. Politika planlaması türü,

1990’larla birlikte Stratejik Planlama olarak kurumsallaşacaktır. Bu sürecin

gerisindeki çatışma bu bölümün konusuyken, çatışma sonrasındaki tasfiye ve

yeniden kuruluş süreci bir sonraki bölümde ele alınacaktır.

B. TÜRKİYE’DE PLANLAMAYA DAİR: FİNANSMAN SORUNU,

SİYASAL İSTİKRARSIZLIK VE SINIF SAVAŞIMI

1970’li yıllar, 12 Mart (1971) Askeri Muhtırası ile açılan, 12 Eylül (1980) Askeri

Darbesi ile sonlanan, siyasal-iktisadi ve siyasal-yönetsel açıdan bir ara dönemdir.

Sermaye birikim rejiminin yeniden yapılandırıldığı bu dönemde, dünyada olduğu

gibi Türkiye’de de planlama politikasında önemli değişimler gündeme gelmiştir.

1970’lerin sonu 1980’lerin başı Türkiye için planlamada çatışma ve arayış

dönemidir.

12 Mart 1971’de dört kuvvet komutanı123

tarafından yayınlanan muhtıraya göre

“Parlâmento ve Hükümet süregelen tutum, görev ve icraatı ile yurdumuzu anarşi,

kardeş kavgası, sosyal ve ekonomik huzursuzluklar içine sokmuş, Atatürk'ün bize

hedef verdiği çağdaş uygarlık seviyesine ulaşmak ümidini kamuoyunda yitirmiş ve

Anayasanın öngördüğü reformları tahakkuk ettirememiş olup Türkiye

Cumhuriyetinin geleceği[ni] ağır bir tehlike içine düşür[müştür].” TSK, partilerüstü

bir anlayışla kurulacak “kuvvetli ve inandırıcı bir Hükümet” ile mevcut “anarşik

durumu”n giderileceğine inanmaktadır. Bu sağlanmadığı takdirde, TSK “kanunların

kendisine vermiş olduğu Türkiye Cumhuriyetini korumak ve kollamak görevini

yerine getirerek idareyi doğrudan doğruya üzerine almaya kararlıdır” (MM, C.12

B.70, 12.3.1971). Muhtıra, kamuoyunda DİSK’den TÜRK-İş’den destek görmüş

(Milliyet, 13 Mart 1971), Süleyman Demirel’in Başbakanlığındaki Hükümet’in

123 Orgeneral Memduh Tağmaç, Kara Kuvvetleri Komutanı Faruk Gürler, Hava Kuvvetleri Komutanı

Muhsin Batur ve Deniz Kuvvetleri Komutanı Cemal Eyiceoğlu imzası ile verilmiştir.

Page 248: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

232

istifasına neden olmuştur. İstifanın ardından 26 Mart 1971’de Nihat Erim Hükümeti

kurulmuştur.

12 Mart Muhtırası, sınıf içi ve sınıflar arası çatışmanın korkulan boyutlara

gelmesine dair bir önlem olarak görülebilir (Küçük, Planlama, Kalkınma ve Türkiye

Ekim 1975, 333-340).124

Ekonomideki yapısal sorunlar, Ağustos 1970’de alınan

devalüasyon ve istikrar kararları (Milliyet, 10 Ağustos 1970) ile geçiştirilmeye

çalışılmış; “geleneksel IMF modeli doğrultusundaki eksikliklerin giderilmesi” 12

Mart ile başlayan “yarı-askeri rejimin grevleri ve toplu sözleşmeleri askıya alması ve

ücretleri dondurması” ile mümkün olabilmiştir (Boratav, 2008:128). IMF, DB ve

OECD’nin Türkiye’ye “ülke içinde sanayi sermaye birikiminin, kendi gereksinimi

olan dövizi kendisinin üreteceği biçimde yeni önceliklere yönlendirilmesi,

uluslararası işbölümü içinde yeni bir yer alması”na dönük talepleri 1968 sonrasında

iletilmiştir (Gülalp, Aralık 1987:54). Söz konusu talepler, dışa açık yapıda

ekonominin ihracatı teşviğine yönelik tedbirleri kapsamaktadır. Gülalp’e göre,

OECD tarafından desteklenen askeri-yönetim ile “ihracata dönük sanayileşmeye

geçiş için hazırlık yapılmıştır ancak sınıfsal ittifaklar hazır olmadığı için içe dönük

sermaye birikimine 1980 yılına kadar devam edilmiştir (Gülalp, Aralık 1987:53).

Yeni bir sermaye birikim rejimine geçiş talebine dair sinyaller alınırken,

Türkiye’de sınıfsal çatışma artmaktadır. Sınıfsal çıkarlar, örgütlenerek etkilerini

artırmaktadır. Başta TÜSİAD ve MESS olmak üzere işveren örgütleri ile DİSK ve

Türk-İş’te örgütlenen işçi sınıfı arasındaki çatışma da artarak devam etmektedir.

TÜSİAD kuruluşunda Bretton Woods’un çöküşü ve durgunluk gibi “iktisadi

gelişmeler[in], iş dünyasında ‘kapalı ve kamu güdümlü ekonomik sistem’ korunarak

Türk ekonomisinin yola devam edemeyeceği ve devam edilmek istendiği takdirde

ülkenin ciddi refah kaybına uğrayacağı yönünde bir değerlendirme[nin]” etken

olduğunu belirtmektedir (TÜSİAD, 2012). Feyyaz Berker (TÜSİAD kurucu başkanı)

TÜSİAD’ın “1971 yılında kuruluşu[nun], işlemeyen ve kriz üreten kapalı ekonomi

sistemine iş dünyasının bir tepkisi mahiyetinde” olduğunu belirtmektedir (Milliyet,

23 Ağustos 1971). TÜSİAD’ın “özgürlük kutsaldır” ibaresi ile kapanan kuruluş

124 Küçük’e göre, Adalet Partisi’nin bütçesinin Meclis’de kabul edilmemesi, sınıf içi bir çatışmayı;

TİP’in 4. Kongresi’nde işçi örgütü deklarasyonu ve 1970 yazında Türk-İş ve DİSK önderliğindeki

işçi direnişleri de sınıflar arası çatışmayı işaret etmektedir.

Page 249: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

233

ilanında da yeni bir döneme girildiği ve “Türkiye’nin demokratik ve plânlı yoldan

kalkınmasına ve Batı uygarlık seviyesine çıkarılmasına hizmet etmek amacı ile”

Birliğin kurulduğu belirtilmektedir (Milliyet, 2 Ağustos 1971, 9). TÜSİAD, yabancı

ülkelerden ilham alarak, üyelik zorunluluğu olan meslek örgütlenmeleri (Odalar ve

Borsalar Birliği, Ticaret ve Sanayi Odaları, vb.) yanında “uzun vadeli hedefleri

planlayan, koordine eden yardımcı ve yapıcı kuruluş” olmaya aday olarak

kurulmuştur (Milliyet, 23 Ağustos 1971, Abdi İpekçi Feyyaz Berker’le Ropörtaj).

TÜSİAD, ulusal sanayicilerin önemli bir bölümünün desteği ile “TÜSİAD üyelerinin

belirli çıkarlarını korumak için değil, özel sektörün toplumsal varlığını

kanıtlama[yı]” amaçlamaktadır (Ropörtaj’dan akt. Buğra, 2010:337).

Türkiye bu dönemde dışa açılmak için yapısal değişimi yönünde küçük adımlar

atmaya çalışmakla birlikte, AET ile ilişkiler dolayısıyla dış ticarette serbestleşme

baskısı artmaktadır.

AET ile 12 Eylül 1963’de imzalanan Ankara Anlaşması doğrultusunda,

müzakerelerine başlanan Katma Protokol, 22 Temmuz 1971 gün ve 1448 sayılı

Kanun'la kabul edilmiştir.125

Protokol, 22 yıllık bir süreye yayılacak şekilde dış

ticarette serbestleştirme öngörmektedir. Serbestleşme sonucunda Türkiye Gümrük

Birliği’ne girecektir (Hiç, 1971). Katma Protokol’de Türkiye’nin Kalkınma

Planları’nda konulacak hedef ve hükümler için Protokol’e istisna getirilebileceği

belirtilmesine rağmen; Katma Protokol ile dış ticarette miktar ve oran olarak devletin

sınırlama yapma olanağı kalmamaktadır. Ancak, Protokol ile hangi mal ve

hizmetlerin dış ticaretinin ne kadar zamanda Ortak Pazar içerisinde

serbestleştirileceği karara bağlanabilmektedir. Ayrıca, Protokol’ün 51. maddesi ile

“Ortaklık Anlaşması’nın 20. Maddesinde yer alan hedeflerin gerçekleştirilmesi

amacıyla, Türkiye, bu Protokol’ün yürürlüğe girişiyle birlikte, Topluluktan gelen ve

ekonomik kalkınmasına katkıda bulunabilecek özel sermayeye tanıdığı rejimi

iyileştirmek için çaba göster[ecektir].” Bu nedenle, yabancı sermayenin Türkiye’de

yatırım yapmasının önündeki engeller de azaltılarak serbestleşme sağlanacaktır.

Tüm bunların bir araya gelmesiyle yapılandırılan dışa açık ekonomi ile

planlamada da “yeni bir dönem”in açılacağı görülmektedir. Türkiye, bu yeni döneme

125 Yürürlük tarihi 1973 yılı başıdır. Bkz. RG:03.08.1971.

Page 250: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

234

sanayileşmiş bir ülke olarak girmek istemekte; 1971 yılında bu doğrultuda planlama

hazırlıklarına devam etmektedir. Ne var ki, planlamaya dair tükeniş hissedilmeye

başlanmıştır. DPT’nin 1971 tarihli Raporu’nda Ortak Pazar’a girişi ile “Türkiye’nin

ekonomik felsefesini, sistemini ve metod anlayışını terketme[si], plânlı kalkınmadan

vazgeçmek zorunda kalma[sı]” öngörülmektedir (Milliyet, 3 Şubat 1972).

ÜBYKP, AET ile ilişkilerin şekillendirdiği 30 Mart 1972 tarihli YPK’de126

kabul

edilen Strateji’ye dayanılarak hazırlanmıştır. Bu Strateji, Türkiye’nin ikinci

Perspektif Planı’dır (İlki 1963-1977 yıllarını kapsayan İlk Perspektif). Strateji kabul

edildiği dönemde henüz İlk Perspektif’in üçüncü dilimine girildiği halde, yeni bir

Stratejiye gereksinim duyulmuştur. Yeni Perspektif Plan, AET’ye giriş için

zorunludur (DPT, 1973c).

1971 yılında imzalanan Katma Protokol’de Türkiye’nin aşama aşama Ortak

Pazar’a girmesi planlanmaktadır. Türkiye’nin bu plana göre, 1995 yılında Gümrük

Birliği’ne girmesi öngörülmüştür. 1995 yılında Türkiye’nin Gümrük Birliği’ne bir

tarım ülkesi olarak girmemesi, bu tarihe kadar Türkiye’nin sanayileşmiş ülkelerin

seviyesini yakalaması gereklidir. Perspektif Plan, “AET’ye girmenin dezavantajlarını

öngörüp önlemek üzere Avrupa’daki en düşük gelir düzeyine sahip ülkesinin [İtalya]

seviyesine gelmeyi amaçlamaktadır. Bu doğrultuda, Yeni Perspektif Plan’ın amacı,

sanayileşmek ve dış kaynaklara bağımlılığın azaltılmasıdır. Bu amaçlarla birlikte,

milli gelir atışı sağlanacak, istihdam artırılacak, sosyal güvenlik yaygınlaştırılacak ve

gelir bölüşümünde adalet sağlanacaktır, yani kalkınma sağlanacaktır. Ne var ki,

kalkınma ölçümünde bir değişiklik yapılmaktadır. “Artık kalkınma hızı sadece gelir

artışı ile değil, ekonomide yapısal dönüşümü gerçekleştirmek” ile ölçülecektir (DPT

1973c). Sanayileşmede yapısal değişiklik sağlanarak kalkınma sağlanacaktır. Bu

yapısal değişim ile sanayinin milli gelir içindeki ağırlığı artırılarak (tarımın payı

%10’a düşecek, sanayinin payı %40’a çıkacaktır) ve sanayi üretiminde ara ve yatırım

malları üretimine geçilerek kritik eşik aşılacaktır (DPT, 1973b).

126 Dönemin Yüksek Planlama Teşkilatı, Nihat Erim, Başbakan ve YPK Başkanı, Sait Naci Ergin,

Maliye Bakanı; Naim Talu Ticaret Bakanı, Mesut Erez, Sanayi ve Teknoloji Bakanı, Memduh

Aytür, Müsteşar, Hikmet Çetin, İktisadi Planlama Dairesi Başkanı, Sadi Cindoruk, Sosyal Planlama

Dairesi Başkanı, Kâmran Baydur, Koordinasyon Dairesi Başkanı’ndan oluşmaktadır.

Page 251: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

235

Perspektif Plan, karma ekonomi’yi ilkesel olarak benimsemekte ve diğer planlar

gibi kamu sektörü için emredici, özel sektör için yönlendirici planlama türünü kabul

etmektedir. Bu ekonomik sistemde, devlet sosyal sabit sermaye yatırımlarını

üstlenmekte ve sanayileşmenin altyapısını oluşturmakta ve özel sektörü

sanayileşmede teşvik edici rol üstlenmektedir. Bu nedenle, özel sektör yine ön

plandadır. Aynı zamanda özel sektörün sermaye birikiminin de ön planda olduğu

açıktır. Plan’a göre, “gelir dağılımı, istihdam ve sosyal güvenliğin yaygınlaştırılması

sanayileşmeyi yavaşlatmayacak şekilde uygulanacaktır.” (DPT, 1973c). Buna karşın,

Meclis tartışmalarında ÜBYKP’nin “çatısı sosyalist ölçülere göre kurulmuş, daha

sonra hükümetlerde meydana gelen değişmelerle plân bu ölçülerden kurtarılmaya

çalışılmış, fakat devletçilik yanı ağır basan bir doküman” olduğu noktasında

eleştiriler getirilmiştir (Turgut, 1973:11-12).127

ÜBYKP’nin bu eleştiriye maruz

kalmasında en büyük etken, ÜBYKP’nin “teknokratlar planı” olarak görülmesidir

(Çavdar, 2007:35). ÜBYKP, Erim Hükümeti’nde Başbakan Yardımcılığı yapan

Atilla Karaosmanoğlu128

ile DPT Müsteşarı Memduh Aytür129

ekibi tarafından

hazırlanmıştır. ÜBYKP’nin uygulaması ise 1973 yılında patlak veren Petrol Krizi ile

askıya alınacak, Türkiye bir plan dönemi içerisinde (1973-1977) yedi Hükümet’in

değişmesine tanık olacaktır.130

1974’de OPEC ülkelerinin petrol fiyatlarını artırmasıyla başlayan Kriz sonrasında

dış ödemeler dengesindeki kötüye gidiş, Türkiye’de 1975-1976 yıllarında kısa

dönemli dış kredilerle geçiştirilmiş, “1977 yılı, ertelenmiş ekonomik bunalımın

nesnel olarak da patlak verdiği yıl olmuştur” (Boratav, 2008:129). 1976’da açıklanan

127 Nihat Erim’in Başbakanlığındaki Hükümet tarafından başlatılan ÜBYKP daha sonrasında gelen

Hükümet’in (Ferit Melen Hükümeti 22 Mayıs 1972’de kuruldu) değişiklikleri ile kabul edilmiştir.

128 Atilla Karaosmanoğlu, DPT’nin kuruluşunda görev almış akademisyenlerdendir. Ayrıca, DB’de

çalışmıştır.

129 Memduh Aytür, Kuruç’a göre, “1961 Anayasası’nın [DPT’yi] hükümete tabi olmaktan, ondan

‘Aferin!’ alma zorunluluğundan arındıran” Müsteşar tarzının somut örneğidir (Kuruç, Mayıs

2010:367).

130 Ferit Melen (22.05.1972-15.04.1973), Mehmet Naim Talu (15.04.1973-26.01.1974), I. Ecevit

(26.01.1974-17.11.1974), Sadi Irmak (17.11.1974-31.03.1975), I.MC (31.03.1975-21.06.1977), II.

Ecevit (21.06.1977-21.07.1977) ve II.MC (21.07.1977-05.01.1978) Hükümetleri göreve gelmiştir.

Bkz. TC Başbakanlık Resmi Websitesi, http://www.basbakanlik.gov.tr/Forms/pCabinetRoot.aspx

Page 252: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

236

dış ticaret verilerine göre, dış ticaret açığı 1974 yılına göre 1975 yılında %48,6

artmıştır. İthalatta artış %25, ihracatta ise %8,6 azalma gerçekleşmiştir (DİE

İstatistikleri’nden akt. Milliyet, 21 Ocak 1976). 1977 yılında “70 cente muhtaç”

duruma gelinmiştir (Kuruç, Mayıs 2010:361). Döviz sıkıntısının kısa vadeli

kredilerle aşılmasının olanaksızlaşması ve dönemi görece rahatlatan yurtdışında

çalışan Türk işçilerinden sağlanan döviz rezervlerinin eritilmesi (DPT, 1979) ile

Türkiye dış kredi kuruluşlarının -deyim yerindeyse- eline düşmüştür. Ödemeler

dengesindeki sorunlar, döviz kıtlığı ve enerji sıkıntısı, “sınai kapasite kullanım

oranı”nın düşmesine neden olmuştur (Boratav, 2008:143).

Ödemeler dengesi sorunun ötesinde, ekonomide bir takım yapısal sorunlar da baş

göstermiştir. “[İ]çe dönük ithal ikameci sanayileşme” döneminde talep yanlı politika

nedeniyle yüksek tutulan ücretler, 1973 – 1976 döneminde artmaya devam etmiş131

ve üretim maliyetlerini artırıcı etken olarak sermayeyi rahatsız etmeye başlamıştır.

1945-1973 yılları Keynesgil ekonominin altın çağı olarak “dinamik etkinlik”

dönemidir; 1973 yılı itibariyle işçi verimliliğinde görülen düşüşe karşın, örgütlü işçi

mücadelesi ile ücretlerin yüksek tutulması “sınıfsal uzlaşı”nın sonunu getirmiştir

(Türel, 2010:429). 1973 yılı ortasında “emek ve sermaye ilişkilerinde gerginlik” en

önemli gündem maddesidir. “Gelir dağılımını olumsuz biçimlerde bozan 1971

Rejimi’nin toplumsal maliyeti, böyle bir ortamda emeği grevlere, sermayeyi ise

lokavtlara iten derin uzlaşmazlıklarda tüm ağırlığıyla bulunabilir” (Gevgili, 15

Ağustos 1973). 1973 yılında devam eden Bursa Otomotiv, Ereğli Demir-Çelik ve

petro-kimya işkolundaki grevlere karşılık, Türk-İş Genel Kurul Raporu’na göre,

1970’de 1385 olan lokavt, 1971’de 2054’e ve 1972’de 2782’ye kadar çıkmıştır

(Cem, 7 Ağustos 1973). Ayrıca, 1970’lerde ekonomi, tekelleşme ve Çok Uluslu

Şirketler’in (ÇUŞ)132

yaygınlaşması gibi yapısal unsurlarla “yeni bir aşamaya

gelindiğini duyur[maktadır]. Bu, burjuvazi içinde sınıf içi çelişkilerin keskinleştiği ve

131 Ücretlerin sınai katma değerdeki payı 1973’den 1976’ya 24,1’den 31,7’ye çıkmıştır (Boratav,

2008:137).

132 Türkiye’de faaliyet gösteren ÇUŞ’lar hakkındaki DPT’nin Raporu’na göre, imalat sanayinin

toplam cirosu içinde ÇUŞ payı 1963’de %6,9 iken, 1968’de %7,6’ya çıkmış, 1973’de ise %16,4’e

sıçramıştır (Milliyet, 3 Eylül 1975).

Page 253: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

237

yapısal değişimin bütün toplumu yeni mevzilenişlere ittiği bir tarih ânıdır” (Gevgili,

15 Ağustos 1973).

Büyük sermaye çevreleri “bu başıboş gidişe dur denilmesinin sendikaların

disiplin altına alınmasının, sermaye için gerekli güven ortamının yeniden

yaratılmasının çağrılarını 1979 yılından itibaren açıkça yapmaya başlamıştır”

(Boratav, 2008:146). İşçiler için de 1977 yılı 1 Mayıs ile başlayan örgütlü

mücadelede yükseliş devam etmektedir. İşte bu sosyo-ekonomik koşullarda, siyasal

alan içerde sermaye – emek çatışması, dışarda emperyalist aktörlerin baskısı ile

şekillenmiştir. Söz konusu “siyasi ve sosyal dengelerin sarsıldığı dönem” (142)

siyasal sisteme güçlü bir iktidarın gelmesini engelleyerek, siyasal istikrarsızlık

karakteri vermiştir.

C. “PLANLAMADA YENİ DÖNEM”E DOĞRU: DBYKP’NİN

ÖYKÜSÜ

1978-1980 yılları Türkiye’nin kalkınma planları açısından en entrikalı

dönemlerden biridir. DBYKP’nin II. MC Hükümeti tarafından önce geciktirilmesi,

ardından titizlikten uzak bir tavırla kısa sürede hazırlanmasına tanık olunmuştur.

TBMM’ye sevk edilmesine rağmen, DBYKP’nin zamanında kabul edilmemesi

nedeniyle Türkiye 1978 yılına Plansız Bütçe ile girmiştir. 1978 yılında, CHP’nin

iktidara gelmesi ile II. MC Hükümeti’nin DBYKP Taslağı geri çekilerek, yeni

DBYKP’ni hazırlamıştır. DBYKP’nin onay sürecinde ve sonrasında devreye

uluslararası sermaye ile paralel çıkarları sahiplenen yerli sanayi sermayesinin

eleştirilerinin girmesi ile DBYKP’nin da geleceği tehlikeye düşmüştür. DBYKP’nin

gayriresmi olarak tasfiyesi 24 Ocak Kararları ile gelmiş, 12 Eylül Darbesi ile

Türkiye’nin geleceğine dair kurgusu köklü bir değişikliğe uğramıştır.

Bu süreç, öncelikle tarihsel olarak incelenecek, ardından siyasal çatışmanın

siyaseti ve yönetimi çözümlenmeye çalışılacaktır.

Page 254: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

238

1. Planlama Gündemi: Eskiye Karşı Yeni DBYKP Mücadelesi ve

Uyarlamacı-Plancılığın Zaferi

ÜBYKP, 1977 yılında sonlanacaktır; 1978 yılından itibaren DBYKP’nİn

yürürlüğe girmesi gerekmektedir. Beş yıllık kalkınma planı hazırlık sürecinin 2 yıl

sürmesi nedeniyle, DPT 1976 yılı başında planlama çalışmalarına başlamıştır. Plan

hazırlıkları, 1976 – 1977 yılında, Kriz’in şiddetlendiği, döviz sıkıntısı, enflasyon,

enerji sıkıntısının devam ettiği bir dönemde başlamıştır.

1975 Mart ayından Haziran 1977 Genel Seçimi’ne kadar AP – MSP – MHP

azınlık Hükümeti Milliyetçi Cephe (MC) adıyla iktidardadır. 1 Nisan 1975’de

açıklanan Koalisyon Protokolü’ne göre, Hükümet’in temel amacı “komünizme ve

anarşiye karşı tedbir” almaktır (Milliyet, 1 Nisan 1975, 1). MC Hükümeti, solun

yükselişine karşı sağ ideolojinin birleşmesi olarak görülmektedir: Sermaye yanlısı

Adalet Partisi, ülkücü Milliyetçi Hareket Partisi, İslamcı Milli Selamet Partisi

(Çavdar, 2007:41).

Sağ ideolojinin cephesi iktidarında planlama arka plana itilmiştir. Yaz aylarında

çıkan DPT Raporlarına göre, kamu yatırımlarında gerçekleşme rakamları

%18,3’lerde seyretmekte (Milliyet, 15 Temmuz 1975), yatırımlarda gecikmeler

yaşanmaktadır (Milliyet, 4 Ağustos 1975). Durum, DPT açısından kötüye

gitmektedir. DPT’nin süs haline getirildiği dilden dile dolaşmaktadır. Bir yıl

öncesinde (1975) muhalefet partisi lideri Ecevit, Kimya Mühendisleri Odası

tarafından düzenlenen Sanayi Kongresi’nde artık DPT’nin önerilerine kulak

asılmadığını, kurumun süs haline getirildiğini belirtmekte; planlamaya önem

verilmesi gerektiği uyarısında bulunmaktadır (Milliyet, 18 Kasım 1975, 10). DPT,

1976 yılında yolsuzluk iddiaları (Milliyet, 7 Nisan 1975, 10),133

yetkilerinin

kısıtlanması (Milliyet, 26 Ağustos 1975, 9)134

haberleri ile gündemdedir. Ayrıca,

Hükümet ile DPT arasında bir soğukluk olduğu da sıkça dile getirilmekte; tersi

olması gerekirken DPT’ce belirlenmesi gereken taban fiyatlarının önce BK’de kabul

133 CHP’li Çakmur’un Meclis’e verdiği soru önergesinde MC Hükümeti Maliye Bakanı Yılmaz

Ergenekon’un DPT Teşvik Uygulama Dairesi Başkanı olduğu dönemde Demirel ailesinin sahip

bulunduğu şirketlere usulsüz kredi sağlayıp sağlamadığı sorulmaktadır.

134 1975/3 sayılı Genelge ile yıllardır DPT tarafından yapılan tasarruf ve yatırım imkânı sınırını tespit

işi, 1976 programı için Maliye Bakanlığı’na verilmiştir.

Page 255: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

239

edildiği, daha sonra DPT’ye imza için geldiği belirtilmektedir (Milliyet, 26 Ağustos

1975, 9). 1975 yılı sonunda ise “DPT 1976 yılı programını yaparken”, Maliye

Bakanlığı’nın DPT’yi bütçe hazırlık çalışmalarından çıkarması nedeniyle program –

bütçe bağlantılarının nasıl oluşturulacağı da açıkta kalmıştır (Milliyet, 5 Kasım 1975,

9). 1976 yılında da DPT’ye yönelik “devreden çıkarma” operasyonu devam etmiştir.

1976 yılı Programı DPT tarafından hazırlanarak BK’ye verilmiş, BK Program metni

üzerinden inceleme ve değişiklik yaparak RG’de yayınlatmıştır. Oysa söz konusu

değişikliklerin tekrar DPT’ye bildirilerek YPK’de onaylanması gerekmektedir.

Dahası, RG’de yayınlanan Program’da “Yüksek Planlama Kurulu’nda kabul edilen

metindir” ibaresi yer almıştır. Söz konusu değişiklikler, RG’de yayınlanan

Program’ın bazı sayfalarının YPK mührünün olmadığının farkedilmesi ile ortaya

çıkmıştır. Bunun üzerine, CHP Genel Başkan Yardımcısı Deniz Baykal, “Plânlama

Teşkilâtı’nın görüşlerinden hoşlanmayan Hükümet[in], bir gece yarısı sessizce

kendini DPT yerine koyup Program klişeleri üzerinde tahrifat yapma yoluna

git[tiğini]” iddia etmiştir (Milliyet, 12 Şubat 1976, 1). Değiştirilen maddeler,

enflasyonun MC Hükümetleri döneminde de devam ettiği ve işçi ücretlerinin

düştüğüne dair satırlardır. Hükümet ise, söz konusu değişikliklerin kendi yetkisi

dahilinde olduğunu (Milliyet, 20 Şubat 1976, 7) belirtmektedir.

Yukarıda kısaca değinilen ekonomik – siyasal koşullar ve DPT’nin zayıflatılma

sürecinde, DBYKP hazırlıkları başlamıştır. DBYKP, 17 Mart1976 tarih ve 3.1.5-

4.1.76.1160 sayılı Başbakanlık Genelgesi ile başlatılmış; 100’e yakın Özel İhtisas

Komisyonu kurulmuştur. Plan hazırlıkları, “Hükümet[in], ortaklar arasındaki çelişki

yüzünden ‘politik tercihi’ni saptayıp Devlet Plânlama Teşkilâtı’na bildirme[mesi]”

nedeniyle ‘Melen Modeli’ doğrultusunda, DPT tarafından seçilen “teknisyen tercihi”

üzerinden oluşturulmaya başlanmıştır (Milliyet, 22 Nisan 1976, 9).

Bu dönemde, Erol Manisalı, sanayileşme stratejisi üzerine tartışma olduğunu

sezdiren bir karşılaştırma yapmaktadır. Türkiye’de sanayileşme hedefi ortaktır ancak

hangi sanayileşme stratejisi kabul edilecektir?

“Birinci görüş, ekonomik gelişmenin belirli sanayi dallarında uzmanlaşarak

gerçekleştirilebileceğini savunmakta, bundan dolayı da ağır sanayi, yatırım malları

gibi ileri teknoloji ve büyük sabit sermaye yatırımı gerektiren alanlara kayılmamasını

önermektedir. Bu stratejiyi benimseyenlere göre, Türkiye uluslararası ekonomideki

Page 256: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

240

yerini, “rekabet olanağı bulunan” sanayi dallarında dışa açılma suretiyle almalıdır.

Yoksa, gücünün üstündeki sanayi alanlarına kaydığı takdirde, ekonomik gelişme hızı

azalacak, ekonomi gerek iç gerekse dış ekonomik koşullar açısından devamlı

bunalım durumunda bulunacaktır. Bu düşünce, Türkiye’yi “karşılıklı üstünlükler”

açısından ele almakta ve gıda, dokuma, deri, konfeksiyon, toprak ve orman ürünleri

gibi hafif sanayi dallarında, uzmanlaşmaya doğru itmektedir.”

İkinci görüş ise ithal ikameci sanayileşme stratejisinde ilerlemekle, “yatırım ve

ara malları endüstrilerinde de gelişmesini savunarak, gerçek anlamda sanayileşmeye

ancak bu yolla ulaşılabileceği” düşüncesine dayanmaktadır (Manisalı, 25 Temmuz

1976). Özel sektörün en önemli temsilcilerinden Odalar Birliği’nin gündeminde ise

tekelleşmenin teşvik edilmesi vardır. Odalar Birliği, “yeni plan döneminde, aynı

dalda çalışan firmaların birleşmesi için teşvik tedbirleri getirilme[sini] ve belirli

büyüklüklerin altındaki firmalara yatırım izni verilmeme[sini]” önermektedir

(Milliyet, 14 Eylül 1976). Odalar Birliği’ne göre, teknolojinin geliştirilmesi, döviz

giderlerinde azalma, yeniden yatırım oranının yüksek tutulması, vergi gelirlerinin

yüksek tutulması yönünden tekelleşmenin sağlanması gereklidir. Bu sayede, dış

piyasalara açılma bakımından da avantaj sağlanacaktır.

1976 yılında bekleyiş devam etmiş, ilk YPK toplantısı 5 Mart 1977’de

toplanabilmiştir (Milliyet, 7 Mart 1977). YPK toplantısında DPT Hükümet’e 21

kalkınma modeli sunmuş; teknisyen tercihi olarak seçilen %8,5’luk kalkınma hızını

öngören model tanıtılmıştır. Başbakan Demirel, kalkınma hızının artırılması

yönündeki isteği doğrultusunda, YPK toplantısında DPT Yönetimi’ne “Sizden

istediğim kafanızdaki rakamları büyük tutmanızdır. Büyük rakamlardan korkmayın,

büyük düşünün” tavsiyesinde bulunmuştur (Milliyet, 7 Mart 1977). YPK

toplantısında, DPT tarafından Hükümet’in plan çalışmaları ile Plan Strateji ve

Hedeflerinin istenmesi talebi iletilmiştir. Ne var ki, bu dönemde Haziran 1977’de

erken seçim kararı alınması ile süreç bir kez daha askıya alınmıştır. Seçim öncesi ve

seçim sonrasında sermaye örgütlerinden gelen açıklamalar, plan hakkındaki

belirsizliklerin giderilmesi yönündedir. Örneğin, 13 Nisan’da Ankara Sanayi Odası

Başkanı, 21 Ekim’de TÜSİAD Başkanı Feyyaz Berker plan çalışmalarını teşvik edici

yönde açıklamalarda bulunmuşlardır (Milliyet).

Haziran 1977’de Genel Seçim yapılmış, CHP %41,39’luk bir oy oranı ile en çok

oy alan parti olmuş, AP ise %36,89’luk oy ile ikinci sırada yer almıştır. CHP seçim

Page 257: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

241

zaferine rağmen Meclis’te çoğunluğu sağlayamamış ve sembolik bir Hükümet

kurmuş, güvenoyu alamadan düşmüştür. Temmuz 1977 itibariyle MC ikinci kez bir

araya gelerek Koalisyon Hükümeti’ni kurmuştur.

Demirel’in YPK toplantısında DBYKP’yi Mayıs ayı başında Meclis’e sunma

isteğine rağmen, Ağustos 1977’de Hükümet’ten YPK’ye hala bir yanıt verilmemiştir.

Trabzon CHP milletvekilli Ertöz Vahit Suiçmez Başbakan’ın yanıtlaması istemiyle

verdiği soru önergesinde plana gerekli önemin verilmediğinin görüldüğünü belirtmiş;

“Planla ne zaman ilgileneceksiniz?” diye sormuştur (Milliyet, 22 Ağustos 1977, 10).

II. MC Hükümeti, plana ilgi duymazken, Eylül 1977’den itibaren başlayan IMF

görüşmeleri sürecinde plana gereksinim duyacaktır. İlki Eylül 1977’de ikincisi Ekim

1977’de gerçekleştirilen görüşmelerde devalüasyon, ithalat, ihracat tedbirleri, KİT

malları fiyatları gibi konular ele alınmıştır (Milliyet, 5 Eylül 1977; 14 Ekim 1977).

Görüşmelerde yetkililer kurumların sağladıkları bilgi ve belgelerin birbiriyle

çeliştiği, 1978 yılı Programı’nı görmeyi istedikleri ancak Kalkınma Planının ve yıllık

programın hazır olmaması nedeniyle sorun yaşandığını belirtmişlerdir (Milliyet, 17

Ekim 1977). Tam da bu sıralarda DPT uzmanlarının DBYKP’nin yetişmeyeceğini,

ne yapacaklarını bilmediklerine dair açıklamaları basında yer almıştır (Milliyet, 5

Ekim 1977).

IMF ile görüşmelerin gidişatını etkilemesi dolayısıyla gündeme gelen Plan

çalışmaları, DPT Müsteşarı’nın (Kemal Cantürk) Daire Başkanlarına acil plan

hazırlanmasını isteğini iletmesi ile başlamıştır (Milliyet, 22 Ekim 1977). Bu istek

üzerine İktisadi Planlama ve Sosyal Planlama Daire Başkanları YPK’de kabul

edilmiş bir Strateji’nin olmadığını, Hükümet’in yükümlülüklerini yerine

getirmediğini; bu durumun DPT ile alay etmek olduğunu belirten açıklamalarda

bulunmuştur (Milliyet, 22 Ekim 1977). Öyle ki, Anayasa’nın 94. Maddesine göre

Bütçe en geç 30 Kasım akşamına kadar Meclis’e sevk edilmelidir. Ayrıca, 91 sayılı

DPT Teşkilat Kanunu 15. Maddesine göre uzun vadeli planların uygulama aracı olan

yıllık programlara dayanarak bütçe oluşturulmalıdır. Diğer bir deyişle, 30 Kasım

akşamına kadar Plan, Program kabul edilmiş olmalıdır ki Bütçe Meclis’te

görüşülebilsin.

DPT içerisinde Hükümet’in tavrına karşı ortaya çıkan tepki, Hükümet tarafından

Mustafa Ernam’ın DPT Müsteşarlığı’na vekaleten atanması sonrasındaki kadro

Page 258: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

242

değişiklikleri135

ile yanıtlanmıştır (Milliyet, 10 Kasım 1977). Atama sonrasında plan

çalışmalarına dair baskılar artmıştır. 9 Kasım 1977’de toplanan YPK’de Başbakan

Yardımcısı Erbakan “manevi kalkınma”nın önemini vurgulayarak, Plan Strateji ve

Hedefler Taslağı’nın iki gün içerisinde teslim edilmesini talep etmiştir (Milliyet, 26

Kasım 1977). Ardından 12 Kasım’da tekrar toplanan YPK’de DPT uzmanları

Strateji’yi teslim etmelerine rağmen, DPT dışında hazırlanan bir Strateji’nin

görüşülmesine tanık olmuşlardır. YPK’ye MSP ve AP tarafından hazırlanan iki farklı

Strateji’nin geldiği anlaşılmış; YPK’de bu iki Strateji’nin birleştirilmesine karar

verilmiştir (Milliyet, 15 Kasım 1977). YPK tartışmalı geçmiştir, şöyle ki kalkınma

hızı olarak %8,5’i kabul edilmesine karşılık, Hazine Genel Müdürü ile Merkez

Bankası Başkanı bu kalkınma hızının “16 milyar dolar dış borçlanma gerektirdiğini”,

Türkiye’nin bu borçlanmayı gerçekleştirmesinin olanaklı olmadığını belirtmişlerdir

(Milliyet, 14 Kasım 1977). YPK’nin ardından da, DPT uzmanları Strateji

hazırlanmasının DPT’nin görevi olduğunu fakat YPK’de görüşülen Strateji’nin DPT

dışında hazırlanması dolayısıyla planlama sürecinde “yasal kurallardan

uzaklaşıldığı”nı belirten, bu nedenle teknik sorumluluk taşımadıklarını bildiren bir

dilekçeyi Müsteşar Vekili’ne iletmişlerdir (Milliyet, 26 Kasım 1977). Bu tepki de

yine kadro değişikliğine neden olmuştur (Milliyet, 19 Kasım 1977).136

Her şeye rağmen, Uzun Dönemli Kalkınmanın ve Dördüncü Beş Yıllık Kalkınma

Planı Stratejisi, 28 Kasım 1977’de, Dördüncü Beş Yıllık Kalkınma Planı ise 29

Kasım 1977’de BK’de kabul edilmiş (RG: 28.11.1977/16123; 30.11.1930

Mükerrer/19125), Başbakanlığın 22 Aralık 1977 günlü 166/80-09050 sayılı

tezkeresine ekli olarak Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı’na sunulmuştur (CS

28.2.1978, ZC D.17 C.37 B.33 s.30). Strateji, 28 Kasım 1977 tarihli mükerrer RG’de

yayınlanmıştır. Ardından “1 günde hazırlanan plan müsveddesi”nin de Müsteşar’a

verildiği haberi verilmiştir (Milliyet, 29 Kasım 1977). Aynı gün Sosyal Planlama

135 Ernam, 1 Kasım 1977’de Sosyal Planlama Dairesi Başkanı İcen Börtücene’yi görevden almıştır

(Abdi İpekçi, 5 Aralık 1977).

136 Sosyal Planlama Dairesi Araştırma Şube Müdürü Oktay Varlıer görevden alınarak, yerine Talip

Alp vekaleten atanmıştır.

Page 259: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

243

Dairesi Planlama Şubesi Başkanı Timur Erkman ve Araştırma Grubu Başkanı Erol

İmre istifa etmiştir (Milliyet, 29 Kasım 1977).137

Kabul edilen Plan “birbiriyle bağlantısı ve tutarlılığı bulunmayan metinler ve

tabloların istiflenmesinden ibaret”tir (Kuruç, Mayıs 2010:361). Strateji ve Plan’ı

hazırlayan DPT Koordinasyon ve İktisadi Planlama Dairesi Başkanları tarafından da

iç tutarlılıktan yoksun bulunan metnin plan olmadığına dair açıklamalar yapılmıştır

(Milliyet, 3 Aralık 1977). Bu beyan da kadro değişikliğine neden olmuştur.138

Diğer

yandan, plan metninin tutarsızlıkları Müsteşar Vekili Ernam tarafından da kabul

edilmiş, Plan Meclis’e verildikten sonra Plan’ın yeniden hazırlanması talimatı

vermiş; uzmanlar ise yanıt olarak üç aylık bir süreye gereksinim duyduklarını

belirtmişlerdir (Milliyet, 20 Aralık 1977). Müsteşar Vekili’ne göre ise “bir bardak

suda koparılmak istenen fırtına, ideolojik saplantılardan kendini kurtaramayan ve bu

yolda kendilerine politik kariyer yapma umudunda olan birkaç kişinin eseridir.”

(Milliyet, 9 Aralık 1977). Ernam’a göre, Plan 3-4 günde hazırlanmamıştır, 2 yıldır

süregelen çalışmalar sonucunda ortaya çıkmıştır.

1977 yılı Plan çıkmazında kapanırken, 31 Aralık 1977’de verilen Gensoru

sonucunda II. MC Hükümeti BK güvensizlik oyu ile düşürülmüştür (MM 31.12.1977

5.Dönem C:2 B:85 s.117). Cumhuriyet tarihinde “ilk kez güvenoylaması ile

hükümetin düşmesi”ne neden olan CHP Grubu adına verilen Gensoru, Başbakan

Süleyman Demirel başkanlığındaki BK’nin “içte ve dışta güvenliği sağlayamadığı,

cephecilik anlayışıyla ulusal birliği zedelediği, Türkiye'nin gelişmesini engellediği,

halk çoğunluğunu yoksulluğa sürüklediği ve Türkiye Cumhuriyeti Devletini

Anayasanın belirlediği kurallardan ve çerçeveden uzaklaştırmaya çalıştığı” iddiası ile

verilmiştir. Gensoru sırasında yapılan güven oylaması ile BK düşürülmüştür (MM,

29.12.1977 5.Dönem C:2 B:84 s. 49).

“Aslında kamuoyundaki kanaat şudur:

Bu düşen Hükümetten daha kötü bir Hükümet olamaz.”139

137 Türkiye’de 1973 yılında itibaren Plan – Program – Bütçe yönetiminin kullanıldığı göz önüne

alındığında, bütçeden önce Uzun Dönemli Plan ile Program’ın hazırlanmasının önemi daha net

anlaşılabilir. PPB sistemi ile ilgili erken tarihli bir çalışma için bkz. Dicle, 1970.

138 Yayın Temsil Şube Müdürü Doğan Olcay görevden alınmıştır (Milliyet, 3 Aralık 1977).

139 Türk-İş Genel Başkanı Halil Tunç’un Milliyet’e yaptığı açıklama (Milliyet, 4 Ocak 1978).

Page 260: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

244

II. MC Hükümeti’nin Meclis’deki sandalye sayısı 228 olduğu halde güven

oylamasında 218 evet çıkmıştır. Söz konusu 10 kişilik fire, AP’den ayrılan iki

bağımsız milletvekili, CGP Genel Başkanı Turhan Feyzioğlu ile CGP’li vekil Salih

Yıldız, DP’li milletvekili Faruk Sükan’dan oluşmaktadır. On bağımsız milletvekili de

red oyu vermiştir (Milliyet, 1 Ocak 1978). Güvensizlik oyu sonrasında, Hükümeti

kurma görevi verilen CHP lideri Ecevit, güvensizlik oyu veren CGP, DP

milletvekillerinden ve Bağımsızlardan oluşan bir Hükümet kurmuştur (Milliyet, 6

Ocak 1978).140

Hükümet’in kurulmasından kısa bir süre sonra, DPT Müsteşarlığı’na Doç. Dr.

Bilsay Kuruç atanmıştır. Başbakan Ecevit, atamayla ilgili beyanında “Devlet

Plânlama Teşkilâtına yeniden işlerlik kazandırma ve bu çok önemli ve değerli

kuruluşumuzun… hizmetlerinden toplumsal gelişmemiz ve ekonomimiz konusunda

gereğince yararlanma olanağı[nın] yeniden elde edilmiş olaca[ğını]” belirtmiştir

(Milliyet, 28 Ocak 1978). Gerçekten, Hükümet’in ekonomideki sorunları çözme

gayretinin ilk adımı olan “Savurganlığı ve Kötüye Gidişi Önleme” çalışmaları

DPT’nin katılımı ile başlamıştır (Milliyet, 15 Şubat 1978).

Buraya kadar gelen süreç içerisinde, açıktır ki MC Hükümetleri iktidarında DPT

ve planlama siyasal iktidarın desteğinden yoksun bırakılması ile siyasal-yönetsel ve

toplumsal bir prestij kaybına uğratılmıştır. Ecevit Hükümeti ile DPT’nin ve

planlamanın konum ve işlevinde olumlu gelişmeler ortaya çıkmıştır.141

Kuruç’un Müsteşarlığa gelmesi ile yeni atamalar gerçekleştirilmiştir (Milliyet, 2

Şubat 1978).142

Kadroların da tamamlanması ile DPT’de Plan çalışmalarına yeniden

başlanmıştır. II. MC Hükümeti’nce hazırlatılan, DPT uzmanlarının Kasım 1977’de

belirttiği gibi Plana pek benzemeyen metin, Şubat 1978’de Plan Karma Komisyonu

tarafından Hükümet’e geri verilmiştir (MM 7.2.1978 5.Dönem C:2 B:102 s.544-

140 11 AP’li milletvekilinin bakanlık alma koşulu ile partilerinden istifa ederek, Hükümet’e güvenoyu

vermesi ile kurulan Hükümet, Ecevit ile AP milletvekillerinin Güneş Motel’de gerçekleştiği

söylenen pazarlık nedeniyle “Güneş Motel Hükümeti” olarak tarihe geçecektir.

141 Ne var ki, DPT – Hükümet ilişkilerindeki sıcaklığın ileriki dönemde korunamadığı sıklıkla dile

getirilmektedir.

142 Sosyal Planlama Dairesi Araştırma Şube Müdürü İsmail Karaman ile Planlama Şube Müdürü İlhan

Dülger görevden alınmıştır. Oktar Türel İktisadi Planlama Dairesi Başkanlığı’na, İcen Börtücene

[Timur Erkman mı] Sosyal Planlama Dairesi Başkanlığı’na atanmıştır.

Page 261: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

245

545). Plan Karma Komisyonu, 77 sayılı Yasa’ya göre 6 Şubat 1978 Pazartesi günü

yapılan görüşmelerin sonucunda, aynı Yasanın 2. maddesinin (d) bendine uygun

olarak Hükümet’e geri verme gerekçelerini, Karma Komisyon’un üye tam sayısının

salt çoğunluğunun oyu ile kabul etmiştir. Plan, (1) 28 Kasım 1977’de RG’de

yayınlanan Strateji ile uyumlu olmadığı, (2) makro büyüklükler ile sektörel

büyüklükler arasında bağlantı ve tutarlık sağlanmadığı ve bu nedenle bütünlükten

uzak olduğu, (3) kamu kesimi finansman dengesi bulunmaması, (4) sektörler arası ve

sektörel hedeflerin uyumsuzluğu, (5) kamu ve özel sektör yatırım ve harcamalarının

belirlenmiş olmaması, (6) gecikmesi nedeniyle geçerliliğinin kalmadığı gerekçeleri

ile Hükümet’e geri verilmiştir (MM 7.2.1978 5.Dönem C:2 B:102 s.544-545). DPT,

öncelikle ÜBYKP’nin 5. Dilimi olarak 1978 Programını hazırlamıştır. Temel hedef

ve büyüklüklerin yeniden belirlendiği Program, YPK’de görüşülerek kabul edilmiş

ve Mart ayı başı itibariyle yürürlüğe girmiştir (Milliyet, 2 Mart 1978).

1978 yılında döviz darboğazı, enflasyon ve enerji kıtlığı gibi sorunları devralan

Ecevit Hükümeti için öncelikli sorun, döviz sıkıntısını gidermek üzere kredi

olanaklarını değerlendirmek olmuştur. Bu doğrultuda, 1978 yılı başından itibaren

hem DB (16 Şubat 1978) hem IMF (Milliyet, 27 Şubat 1978) hem OECD (Milliyet,

Mayıs 1978) temsilcileri ile müzakereler başlamıştır.

Hükümet, IMF ile müzakereler devam ederken, Mart 1978’de Türk Lirası’nın

değerinde %32,1’lik bir indirim yapmıştır (Milliyet, 2 Mart 1978).143

Devalüasyon

kararının, Hükümet’in IMF ile müzakereleri kolaylaştırmak üzere aldığı bir önlem

olduğuna dair söylentiler Mart 1978’deki gündeme oturmuştur. Nihayetinde, Mart

sonunda IMF ile stand-by anlaşması imzalanmıştır (Milliyet, 24 Mart 1978). Bu

sırada DPT’de yeni atamalar yapılmıştır (Milliyet, 22 Mart 1978).144

Nisan 1978’de ise DB Başkanı McNamara Türkiye’dedir. McNamara

“Türkiye’nin ekonomik bakımdan büyük güçlükler içerisinde olduğunu biliyoruz.

Biz Dünya Bankası olarak Türkiye’ye elimizden gelen yardımı yapmak için hazırız”

beyanı ile Türkiye’ye adımını atmıştır (Milliyet, 10 Nisan 1978). Dünya

143 Devalüasyon sonrasında 1 dolar 25 TL, 1 Alman Markı ise 11,50 TL olarak ayarlanmıştır.

144 Koordinasyon Dairesi Başkanlığı’na Algan Hacaloğlu, İktisadi Planlama Daire Başkanlığı

Sektörler Şube Müdürlüğü’ne Erol Emre atanmıştır.

Page 262: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

246

Bankası’ndan proje bazında talep edilen kredi, DBYKP açısından önem taşımaktadır

(Milliyet, 11 Nisan 1978, 14).

Mayıs 1978’de ise OECD ile görüşmeler yapılacaktır (Milliyet, 11 Nisan 1978).

IMF’nin yeşil ışık yakmasıyla borç erteleme ve yeni krediler gündeme getirilecektir.

Uluslararası kredi kuruluşlarla yapılan müzakereler haricinde, yıl boyunca Almanya,

Kuveyt ile de kredi için görüşmeler yapılmıştır (Milliyet, 9 Mayıs 1978; Milliyet, 25

Temmuz 1978).

7 Mayıs’da ise Vehbi Koç bir açıklama yaparak, Plan hakkındaki taleplerini iletir.

Temel istek, “özel ve kamu sektörleri[nin] ihracat seferberliğine yönelme[sidir]”

(Milliyet, 7 Mayıs 1978). Koç, yeni Hükümet’in dört aylık çalışmalarını

değerlendirdikten sonra bir takım uyarıları sıralamaktadır: Öncelikle, “Demokratik

sistemi benimsemiş olan memleketimizde özel sektörün çalışma sahası

daraltılmamalıdır. Türk müteşebbisini ekonomimizin itici gücü olduğu

unutulmamalıdır.” Ayrıca, “devletleştirme kararları ile ekonominin verimli çalışan

sektörleri verimsiz hale getirilmemelidir.” Özel olarak “IV. Beş Yıllık Kalkınma

Planında enerji üretimine özel sektörün katılımı öngörülmelidir.” (Milliyet, 7 Mayıs

1978). Koç, “[ç]alışma ve memlekete hizmet etme imkânı el[lerinden] alınmadığı

müddetçe Koç Topluluğu olarak yurt ekonomisinin gelişmesine katkı” sağlamaya

devam edeceğini bildirir. Koç’un açıklaması, sermayenin sınıfsal bir refleksi olarak

Hükümet’e bir uyarı niteliğindedir ve dış kredi kuruluşları ile görüşmelerin hemen

ardından yapılmış olması açısından anlamlıdır ve Plan Stratejisi hazırlıkları

döneminde verilmiş olması itibariyle doğrudan Plan’ı hedef almaktadır.

Mayıs sonunda yine sermaye örgütünden, İstanbul Sanayi Odası’ndan gelen

açıklama ise yine tekelleşmenin teşvik edilmesi yönündedir: “İzlenecek ekonomik

politikanın hedefi çok sayıda fakat küçük ölçekli yatırımlarda kullanılan sermayeyi

birleştirmek, az sayıda fakat büyük ölçekli yatırımlara yöneltmek olmalıdır. Tüm

özendirici önlemler bu hedef doğrultusunda kullanılmalıdır (Milliyet, 30 Mayıs,

1978). Bu çıkış ise, sermayenin tekelleşmenin teşviği yönündeki ısrarlı talebinin

devamıdır.

Mayıs sonunda Plan Stratejisi DPT tarafından hazırlanarak Başbakan’a

verilmiştir. Strateji, %8’lik büyüme ve vergide sosyal adaleti sağlayıcı tedbirler

önermektedir. Strateji, 7 Temmuz 1978’de YPK’de görüşülmeye başlanmış; 12

Page 263: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

247

Temmuz’da Dördüncü Plan’ın Stratejiye uygun olarak hazırlanması için karar

alınmıştır (Kuruç, Mayıs 2010:368). Aslında, Temmuz 1978’e gelindiğinde Plan

Taslağı hemen hemen bitmek üzeredir (Milliyet, 27 Temmuz 1978).

1978 yılının yaz aylarında Hükümet ile Türk-İş arasındaki görüşmeler, Toplumsal

Anlaşma imzalanması ile sonuçlanmıştır. Hükümet işçi sınıfının desteğini arkasına

almış görünmektedir. Toplumsal Anlaşma metninin imzalandığı 19 Temmuz 1978’de

Başbakan Bülent Ecevit planlama sürecinin işçilerle birlikte yürütüleceğini

açıklamaktadır (Türk-İş’den akt. Koç, 1999):

“Aslında, yönetime ve sorumluluğa katılma hükümetimizin görüşüne göre yalnız

işyeri düzeyinde de kalmamalıdır. Biz Hükümet olarak ekonomiyi yönlendirirken,

ekonomik ve sosyal politikalarımızı saptarken, hükümetle bu anlaşmaya varmış

bulunan TÜRK-İŞ’le ortak hareket edeceğiz. Ve bu birlikte hareket etmeye, üzerinde

çalışmakta olduğumuz plan stratejisinde başlayacağız.

Yıllık programda, ayrıca günlük önemli ekonomik kararların alınmasında birbirimize

sürekli danışacağız ve gelirlerle fiyatlar arasında bir uyum, bir sağlıklı denge

sağlanmasını, birlikte gözetmenin gerekli koşullarını hazırlayacağız.”

İşçi sınıfı ile imzalanan anlaşmaya sermaye sınıfının tepkisi gecikmeyecektir.

23 Ağustos 1978’de BK’de “Temel Hedefler ve Strateji” kabul edilmiştir. Bu

sırada, Strateji’nin Başbakan tarafından yeniden yazıldığı haberleri çıkmıştır

(Milliyet, 17 Ağustos 1978).145

Strateji’nin kabulü ve Plan Taslağı’nın kamuoyuna açıklanmasının hemen

ardından IMF Heyeti’nin konsültasyon için Türkiye’ye gelmesi gündeme gelmiştir.

Haberlere göre, IMF, “İstikrar Paketi” uygulanırsa kredilerin 2. dilimini

salıverecektir (Milliyet, 9 Temmuz 1978). IMF’nin bu tutumu Mart 1978’de anlaşma

imzalandığı sıradaki tutumundan farklılaşmış, Hükümeti zor durumda bırakmıştır.

Yalnızca IMF değil, OECD de yaz döneminin ardından ekonomiye daha fazla

müdahale etmeye başlamıştır (Kuruç, Mayıs 2010).146

145 Strateji metninin Ecevit tarafından yeniden yazıldığı Dönem DPT Müsteşarı Bilsay Kuruç

tarafından teyit edilmektedir (Kuruç, Mayıs 2010).

146 DBYKP’nin Millet Meclisi’nde görüşülmesi sırasında Süleyman Demirel, IMF’nin Türkiye’ye

karşı tavır değişikliğinin 1977 Haziran – Ağustos aylarında başladığını, baskının Kıbrıs sorunu ile

bağlantılı olduğunu iddia etmektedir: “Bu baskı, Türkiye’ye Kıbrıs meselesini hallettirmek için

Page 264: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

248

Plan Stratejisi ve Plan Taslağı üzerindeki baskılar içerde de farklı kesimler

arasındaki çatışmalarla yoğunlaşmaya başlamıştır. İlk huzursuzluk, TÜSİAD’ın

demeçlerinden hissedilmiştir. TÜSİAD’ın ardı ardına yayınladığı rapor ve görüşlerle

görüş ve istekleri Hükümet’e iletilmiştir (Milliyet, 17 Ağustos 1978). TÜSİAD

gidişattan tedirgindir. 1978 Yaz aylarında Amerika’dan dönen TÜSİAD Heyeti’nin

hazırladığı Rapor Kuruç’un özetlediği şekli ile şöyledir:

“Dünya Bankası’na göre, Türkiye Batı sanayi ile rekabete girişiyor. Bu yanlıştır.

Türkiye basit teknolojiye ve emek yoğun üretime yönelmeli, balık ağı, gömlek,

peynir, vs. üretmelidir. Küçük sanayiye ağırlık vermelidir. Dokuma ve tarım

ürünlerini Asya’ya ve Afrika’ya satabilir. Bütün bunlar gerçekçi kur ile olur. Türkiye

sağlıksız bir büyüme içindedir. Büyümesini Batılı dostlarının cebinden sürdürmek

istiyor. Yeni plan bu hatanın sürdüğünü gösteriyor.” (Kuruç, Mayıs 2010:374).

TÜSİAD açıklamasında, yılda %25’lik bir ihracat artışı olmasını önermektedir.

Bu ihracat artışının ancak yukarıda sayılan basit teknoloji ve emek yoğun üretimden

sağlanabileceği de açıktır. Bu nedenle TÜSİAD yatırımların sektörel dağılımının

değiştirilmesi gerektiğine de değinmektedir (Milliyet, 18 Ağustos 1978, 13). 1978

ortasındaki bu çıkışı, sermayenin artık ithal ikameci sanayileşmede derinleşme

stratejisinden ve dolayısıyla DBYKP’den desteğini çekmesi olarak

yorumlanmaktadır (Yalman, 2009:242). Ne var ki, 1980 yılına gelindiğinde

TÜSİAD’ın hala ithal ikameci stratejinin kötü uygulamasından bahsettiği ve ithal

ikameci strateji içinde ihracat teşviklerinin artırılmasından yana olduğu da

görülmektedir (Yalman, 2009:244). Bu dönemde, Kuruç’un dikkati çektiği gibi “iş

dünyasının sıkıntılı ekonomik konjonktür içinde iş adamı kimlikleri yerine ‘sermaye

sınıfı’ olarak, yani, önemli güç olarak görünmeyi tercih etmeleri ve eyleme

girişmeleri[ne]” tanık olunmaktadır (Kuruç, Mayıs 2010:376). Diğer bir deyişle,

TÜSİAD sınıfsal reflekslerle hareket etmektedir.

İzleyen Ağustos ve Eylül aylarında, Dördüncü Plan’ın geniş özetinin Tanıtma ve

Danışma Toplantıları ile geniş bir çevrenin görüşlerine sunulması gerçekleştirilmiştir

(Kuruç, 2010:368).

konmuş bir baskıdır. Ben söylüyorum! <<Ya bizim dediğimiz gibi yaparsınız, ya biz size bunu

yaptırırız>> baskısı. Bu telaffuz edilmez, bu telaffuz edilmez, etmezler de…” (MM 22.11.1978, ZC

D.5 C.7 B.8 s.291).

Page 265: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

249

Bu görüşmelerde, DBYKP Taslağı Konusunda “TMMOB ve 18 Odasının

Görüşleri”nde şunlar dile getirilmiştir:

“Gerek plan, gerekse strateji toplumun bugünkü durumunun dışa vuran

düzensizliklerini belli ölçülerde saptayabilmektedir. Fakat bu toplumsal

bozuklukların temel nedenini saptamaya yanaşmamaktadır. Bütün bu toplumsal

bozukluklar ülkemizin emperyalist-kapitalist sistem içinde geri kalmış bir ülke

olmasından ve bu sistem içindeki merkezlerde oluşturulan iş bölümü ve sınırlaması

şartlarına uyma zorunluluğundan kaynaklanmaktadır… emperyalizmle ilişkiler göz

önüne alınmadan doğru bir durum saptaması ve bunun üzerinde yükselecek gerçekçi

bir plan yapmak olanaklı değildir. Kaldı ki saptamalar açısından plan ve son strateji,

ilk stratejinin [Birinci Beş Yıllık Kalkınma Planı Stratejisi] çok gerisindedir.

Özellikle ilk stratejide hedeflenen toplum bağımsız bir kapitalist ülkenin toplumudur.

Ve bu hedefe de yapısal değişiklikler yapılmadan yalnız rasyonalize edici tedbirlerle

varılmak istenmektedir.” (TMMOB, 1978).

Emek örgütlenmesi olarak TMMOB’ye göre, bağımsız kapitalist bir toplumun

kendisi, yani emperyalizmden bağımsız bir kapitalist toplum olanaksızdır.

“Türkiye’nin kaynakları üzerinde bağımsız tasarrufta bulunabilen bir ülke olmadığı,

kaynakların kullanımının emperyalist odaklarca yönlendirildiği bilinci plana

yansımadığı için hedeflenen yapı da ulaşılması olanaksız bir yapı olmaktadır.”

(TMMOB, 1978:76-77). Planlama sürecinin anti-demokratik olduğu da

eleştirilmektedir. Planlama sürecinde, “2 Haziran DPT Stratejisinden 31 Ağustos

1978 stratejisine ve DBYKP taslağına varan zaman dilimi içinde plan hakkında bazı

kesimlerin görüşleri alınır görünürken hiçbir sonuca ulaşmamış – ancak bazı

kesimler görüş ve önerilerini plana adeta dikte ettirerek yansıtmışlardır.” Bu güçler,

“emperyalizmin uluslararası kuruluşları IMF, DB, OECD’dir. Bu güçler, yerli tekelci

sermaye kuruluşlarıdır. TÜSİAD’dır, Koç Holding’dir” (TMMOB, 1978:77). Tüm

bu gidişata karşı TMMOB, emperyalizme karşı bağımsızlığı, halk için özgürlük ve

demokrasiyi” savunduğunu belirtmiştir (TMMOB, 1978:77). Bu doğrultuda, “dış

ticaret, bankacılık ve sigortacılığın toplum yararına denetlenmesi”ni önermiştir

(Milliyet, 19 Eylül 1978).147

147 DBYKP’de “[k]aynak kıtlığının en önemli sorun durumuna geldiği IV. Plan döneminde plan

program ve projelerin finansmanı ve yönlendirilmesi bakımından olduğu gibi, dış ticaret ve

Page 266: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

250

TMMOB’nin sözünü ettiğinin aksine, bu dönemde IMF ile başlatılan

görüşmelerde, IMF DBYKP’yi inceleyerek “öngörülen dış borç dengesini ve

kalkınma hızını ‘gerçekçi’ bulmadığını” açıklamıştır. Üstelik DPT’nin DB ve

IMF’nin bu görüşlerine karşı çıktığı belirtilmiş; “Plancılar arasında dış kuruluşların

Türkiye’nin konularına ‘aşırı ölçüde’ karışmaya başladıkları görüşü ortaya çıkmış,

bu kuruluşlara ödün verilmeden de gerekli kalkınmanın sağlanabileceği görüşü

yaygınlaşmıştır” (Milliyet, 25 Ağustos 1978).

Ulusal ve uluslararası sermaye kesimlerinin değişiklik baskısı altında, DBYKP

Eylül ayında YPK’ye gelmiş (Milliyet, 9 Eylül 1978); YPK’de kabulünden sonra

Kasım 1978’de BK’de kabul edilmiştir. Plan üzerinde bir diğer çatışma da BK’de

yaşanmıştır. DPT’nin de katıldığı Program ve Bütçe çalışmalarında ortaya çıkan

büyüme hızı ile ilgili sorun BK’ye taşınmıştır. DPT DBYKP’de büyüme hızı olarak

%6,7 olmasını öngörürken, Maliye Bakanlığı büyüme hızının %5,4 olması

gerektiğini savunmaktadır (Milliyet, 23 Kasım 1978). Diğer taraftan, Sanayi ve

Teknoloji Bakanı Orhan Alp, 1979 Program’da yer alan teşvik tedbirleri nedeniyle

BK’da Plan’ı eleştirmiştir. Program’da yer alan teşvik tedbirlerinin başvuru

yenileyenlere uygulanıp uygulanmayacağı ve motor sanayiinde teşviklerin alanı ile

ilgili tartışma nedeniyle, Program teşvik tedbirleri olmadan yayınlanmıştır (Milliyet,

9 Ocak 1979).

Motor ve otomotiv sanayi ile ilgili tartışma toplumsal alanda da çok geçmeden

yankılanmıştır. Otomotiv Sanayicileri Derneği, DBYKP’ni eleştirdiği Raporu’nda,

Otomotiv Sanayi Özel İhtisas Komisyonu görüşlerinin dikkate alınmayarak, üretim

hedeflerinin düşük tutulduğunu savunmuştur (Milliyet, 28 Kasım 1978).

Tüm bu tartışmalı süreç sonrasında Plan, 3 Kasım’da TBMM’de Plan ve Bütçe

Komisyonu’nda görüşülmeye başlanmıştır. 15 Kasım’da Senato’da ve 22 Kasım’da

Millet Meclisi’nde Plan sunuşu yapılmış ve ay sonunda görüşmeler tamamlanmış ve

12 Aralık’ta RG’de yayınlanmıştır (Kuruç, Mayıs 2010:370).

bankacılık kesimlerinde elde edilen yüksek kârların toplum yararına ekonomiye döndürülmesi ve

tüm plan ve politikaların başarısı açısından bu denetim[in] büyük önem taşı[dığı]” tespiti yapılarak

para-banka ve dış ticaretin plan disiplini içinde ele alınmasının zorunlu olduğu Plan metninde yer

almıştır (md.178).

Page 267: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

251

DBYKP’nin Meclis görüşmeleri sert tartışmalara sahne olmuştur. 128 önergenin

verildiği görüşmelerde, tartışmanın ağırlık merkezi kamu öncülüğündedir. Meclis

Görüşmelerinin tamamlanmasından sonra, verilen önergelerin hiçbirinin kabul

edilmemesini gerekçe göstererek, AP, sürecin anti-demokratik olduğunu belirtmiş ve

oylamaya katılmamıştır.148

AP, tepkisini DBYKP’nin Anayasa’ya aykırı olduğu

iddiasıyla Anayasa Mahkemesi’ne dava açarak göstermiştir. DBYKP’nin ve Yıllık

Program’ın onaylanmasına ilişkin Millet Meclisi’nin 30 Kasım 1978 tarihinde kabul

edilen 6 sayılı Plan Kararı’nın Anayasa’ya aykırı olduğu gerekçesiyle iptali istemiyle

Anayasa Mahkemesi’ne açılan dava Mahkeme tarafından reddedilmiştir.149

1978 yılı Kahramanmaraş Katliamı (Aralık 1978) gibi toplumsal huzurun son

temelini de yıkan siyasal çatışmaların içerisinde bitmiş, 1979 yılına Abdi İpekçi

(Şubat 1979) Suikasti ile girilmiştir. Bu dönemde, Hükümet içerde “iç kaynakları

seferber edemeyecek” ve dışta da “IMF’den destek alamayacak” duruma gelmiştir.

Örneğin, 1978’de dış kredi kullanımının %66,6 azaldığı tespit edilmiştir (Milliyet, 9

Şubat 1979).

1979 yılında da Hükümet’e ve DBYKP’ye uluslararası ve ulusal sermayenin açık

saldırısı devam etmiştir. DBYKP kabul edilmiş olmasında rağmen, TÜSİAD Türk

ekonomisi üzerine tartışmalara devam etmektedir. TÜSİAD’ın Başkanı Feyyaz

Berker, Türkiye’nin dışa açılmasının gerekliliğine vurgu yapmaktadır. Berker’e göre,

temel sorun kamu açıklarının enflasyonist baskısıdır. Enflasyonun düşürülmesi için

kamu yatırımlarının daraltılması gerekirken, “Dördüncü Beş Yıllık Kalkınma

Planı’nda, bunun tam tersi yapılmış ve kamu yatırımlarına öncelik tanınmıştır.” Aynı

148 DBYKP, 450 üyeli Meclis’de (4 üyelik boş) 226 kişinin katıldığı oylamada 226 kabul oyu ile kabul

edilmiştir (MM 29.11.1978; ZC C.7 B.15 s.706-709).

149 Anayasa Mahkemesi, “Plân Kararının Kanun ve İçtüzük niteliğinde bir yasama belgesi

olmadığından, Anayasa Mahkemesinin görev alanına girmeyen dava”nın reddine karar vermiştir.

Kararda, kalkınma planlarının hukuki statüsüne dair şu görüş yer almıştır: “Öte yandan, kalkınma

planının içerdiği ilkeler, yasalara özgü buyurucu ve yasaklayıcı nitelikte de değildir. Anayasa

Mahkemesinin 23, 24 ve 25/10/1969 günlü ve E. 1967/41, K. 1969/57 sayılı kararında (AMKD sayı

8, S.18-31) da belirtildiği üzere, kalkınma planlarının herhangi bir kimseye doğrudan ödev

yüklemesi söz konusu olamıyacağı gibi, yürürlükteki yasaları değiştirici bir etkisi de yoktur” Bkz.

AM Karar No: 1979/018 Tarih: 12.4.1979,

http://www.anayasa.gov.tr/index.php?l=manage_karar&ref=show&action=karar&id=586&content=

Page 268: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

252

toplantıda konuşan Rahmi Koç “dışa açık bir ekonomi ile Türk Lirası değeri dalgalı

kura bırakılırsa, önce olağanüstü düşecektir. Sonra dövizlere oranla ihracatımızı

değerli kılacak, iç talep kısılacak ve yavaş yavaş dengeye” oturacaktır (Milliyet, 28

Ocak 1979). Bu süreçte yapılması gereken açıktır: “ekonomik dengesizlikleri

kamçılayıcı nitelikteki Dördüncü Beş Yıllık Kalkınma Planı’nı bir yana bırakarak,

derhal enflasyonla mücadeleye ve iç ekonomik dengeleri sağlamaya öncelik verecek

iki yıllık bir istikrar programı hazırlamak ve bunu uygulamaya koymaktır” (Prof. Dr.

M. Orhan Dikmen, İktisadi Araştırma Vakfı, Milliyet, 10 Şubat 1979).

Açıklamayı izleyen ay içerisinde, İstikrar Tedbirleri hazırlıkları başlamıştır.

Hükümet tarafından hazırlanan “Ekonomiyi Güçlendirme Önlemleri” Paketi Mart

1979’da CHP Yönetim Kurulu’na sunulmuştur. Paket, önceki Hükümetlerin

uyguladıkları sonuç vermeyen önlemlerden ibaret bulunarak eleştirilmiş, görüşmeler

sonunda önlemlerin iç kaynakların kullanımı çerçevesinde DBYKP ve 1979

Programı’na göre yeniden kurgulanması kabul edilmiştir. Bu doğrultuda, DPT’nin

devreye girmesi onaylanmıştır (Milliyet, 7 Mart 1979). Çalışmalara dahil olan DPT,

“Ekonomiyi Güçlendirme Önlemleri” Paketinde “Türkiye’nin kendi gücünü tam

değerlendirmesi, kamu denetimi dışında kalan ekonomik dinamiğin toplum yararına

değerlendirilmesi” ile hareket edileceğini beyan ederek çalışmalarına başlamıştır

(Milliyet, 9 Mart 1979). Özetle (1) kullanıma sokulmamış kamunun denetimindeki

üretimin sanayiye destek olacak şekilde değerlendirilmesi, (2) dışsatımı zorlayıcı

tedbirlerin hazırlanması, (3) kaliteli mal satmak ve ucuz mal almak, (4) Bankaların

döviz rezervlerinin kontrol edilmesi ve kısıtlanması, … (8) işçi dövizlerinin

çekilmesi, (9) turizm gelirlerinin artırılması, (10) enerji tasarrufunun

gerçekleştirilmesi,… (22) KİT’lerde istihdam artırıcı önlemlerin alınması ilkeleri ile

hareket edilecektir. Görüldüğü gibi, CHP sermayenin tüm baskısına karşın, DBYKP

ve Plan’da yer alan hedeflerde ısrarcı ve kararlıdır.

Önlemlerde ele alınan Bankaların kredi ve döviz kontrolü hakkında Nisan

1979’da BK’ye sunulan Banka Kanun Hükmünde Kararnamesi (KHK) DBYKP’nin

“dış ticaret ve bankacılık kesimlerinde elde edilen yüksek kârların toplum yararına

ekonomiye döndürülmesi” (DPT, 1979, md:718) amacına dönüktür. Söz konusu

düzenleme, başta bankalar olmak üzere sermayenin artan tepkisine maruz kalmıştır.

KHK’nin ilk Taslağı’nda Bankaların kredilerin kullanımında DPT’nin onayına

Page 269: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

253

başvurması öngörülmüşken, BK’deki tepkiler üzerine “Plan ve Programdaki

önceliklere göre kredi verilmesi” olarak değiştirilmiştir (Milliyet, 3 Nisan 1979).

Sözü edilen girişim ve açıklamaların sermaye kesiminde tedirginlik yaratacağı

açıktır, çünkü sermaye kesimine “Ecevit Hükümeti’nin bazı söz ve uygulamaları

karma model dışına çıkma izlenimi vermektedir” (Aysan, 14 Nisan 1979). Aysan’a

göre, madenlerin devletleştirilmesi yasasının çıkması, petrol arama ve üretiminin

devletleştirilmesi girişimi, belediyelerin üretim ve dağıtım işlerine girmesi, banka

tasarruflarının kamu kesimine aktarılması, DBYKP’de kamu yatırımlarının

artırılması, tarım destekleme politikasının yaygınlaştırılması, fiyat denetiminin

artması ve bazı temel malların devletçe dağıtımında olduğu gibi Hükümet’in tutumu

“Devlet işletmeciliği nereye kadar sürecektir?” kaygısı yaratmıştır (Milliyet, 14

Nisan 1979).

Aynı dönemde, DB’nin mutsuzluğu da artmaktadır. Türkiye’de bulunan DB

uzmanı Robin Sherman’a göre Türkiye’nin “plan döneminde 25 milyar dolarlık

dışsatım yapabilme[si] için öncelikle “dışsatım ikâmesi” politikasından vazgeçerek

dışsatıma yönelik sanayilere ağırlık vermesi ve ‘gerçekçi kur’ uygulamasına

başlama[sı]” zorunluluktur. Türkiye’nin halen uyguladığı politika ve kalkınma

stratejisiyle kalkınma hızının %5’i aşması beklenmemelidir (Milliyet, 26 Nisan

1979). DB uzmanı’nın konuşmasından Hükümetin kalkınma stratejisini ve

politikasını değiştirmesi gerektiği anlaşılmaktadır. Ancak yeni Strateji ne olmalıdır?

Balassa’nın 1979 tarihli İstanbul’da bir Konferans’taki sunumu, ihracatı teşviğe

dayalı açık bir ekonomik yapının kurulmasını önermektedir.

Dönem Başbakanı Ecevit’in “sermayenin muhtırası” (Milliyet, 16 Mayıs 1979)

olarak değerlendirdiği TÜSİAD’ın “Gerçekçi Çıkış Yolu” başlığı ile tüm basına

dağıttığı ilanı (15 Mayıs 1979) aynı kaygı ile yazılmıştır. TÜSİAD yaptığı açık ilan

ile döviz kıtlığı, enerji yetersizliği nedeniyle üretim ve yatırımın düştüğü, ekonomi

politikaları ve sendikaların tutumu doğrultusunda ücretlerde zorluk yaratıldığı ve

%60’lara varan enflasyonun var olduğu bu dönemde “Türkiye nereye gidiyor” diye

sormaktadır. Bunalımın asıl nedeni TÜSİAD’a göre, ekonominin yapısal özellikleri

değil “[e]konomimizi bir yasakçı ‘mevzuat ağı’ içinde boğan, kişinin teşebbüs

şevkini kıran, kişiyi yanlış yönlere sevk eden aşırı müdahaleci ve güven sarsıcı

zihniyet”tir (Milliyet, 15 Mayıs 1979). Diğer bir deyişle TÜSİAD’a göre sorun

Page 270: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

254

Hükümet’in “pazar ekonomisinden gitgide uzaklaşan” anlayışından

kaynaklanmaktadır. Bu anlayışla “ne Batı dünyasında hak ettiğimiz yeri, ne yeterli

kredileri, ne de yatırımlara gerekli dış sermayeyi bulabiliriz”, aksine bu anlayışla

“giderek rejim değişir” (Milliyet, 15 Mayıs 1979). Bu ilan aynı zamanda kuruluşunda

“demokratik ve planlı ekonomiye” inancını ifade eden TÜSİAD’ın planı

istemediğinin ilanıdır (Kuruç, Mayıs 2010:393).150

TÜSİAD’ın açıklamasını yaptığı günlerde, Ecevit IMF Heyeti’ni (Woodward ve

Whittom) misafir etmekte ve IMF Heyeti ile müzakereler devam etmektedir

(Milliyet, 16 Mayıs 1979). Başbakan Ecevit, Hükümet’in “onaltı ay süren bir

pazarlık döneminden sonra tam Batı’nın önde gelen devletleri ve kredi kurumlarıyla

anlaşmaya varılmak üzere olduğu [bu] dönemde” TÜSİAD’ın açıklamasının Batı

dünyasına Türkiye’deki Hükümetin serbest piyasa ekonomisi ile çelişen bir anlayışta

olduğu ve sermaye çevrelerinin desteğinden yoksun olduğunu bildirerek TÜSİAD’ın

“hükümeti sırtından bıçakla[dığını]” belirtmiştir (Milliyet, 16 Mayıs 1979). Ayşe

Buğra, bu müdahalelerle TÜSİAD’ın Ekim 1979’da Ecevit Hükümeti’nin

düşmesinde rol oynadığını belirtmektedir (Buğra, 2010:205). Sermayenin hırçın sesi

MESS’in 1979 yılında yayınladığı bir çalışma da doğrudan DPT’yi ve planlamayı

hedef almaktadır:

“…Demokratik düzende her siyasi partinin bir ekonomik anlayışı, programı vardır.

Seçimlerde vatandaşa verilmiş vaadları vardır… İktidar kendi programını mı, yoksa

kendisinin anlayışına zıt düşüncede olan DPT uzmanları grubunun hazırlayacağı ve

benimsemediği bir ekonomik program mı uygulayacaktır? İşte bu yüzden parti ve

iktidarlarla DPT ters düşer olmuştur… Bilimsel ve gerçekçi olmayan, tarafsız

çalışmalardan yoksun bir DPT; siyasi partilerin ekonomik programlarına yardımcı

ve yönlendirici olmadığı gibi, hür teşebbüse de yol gösterici olamamıştır. Hele

plancıların, planı ideolojik bir araç olarak kullanmaları, plana olan güven ve itibarı

150 Ayşe Buğra’ya göre, Vehbi Koç TÜSİAD kurulmadan hemen öncesinde yaptığı bir açıklamada

rasyonel bir planlamanın gerekli olduğunu belirtmektedir (Buğra, 2010:339). Bu nedenle, TÜSİAD

kamu yatırımlarının tamamen tasfiye edilmesini istememekte, “hatta yalnız yol gösterici planlama

veya klasik para politikası ve mali politikalar gibi araçları değil, belirli sektörlerde gerçekleştirilecek

kamu yatırımlarını da kullanan bir devlet müdahaleciliği”ni bile desteklemektedir (Buğra,

2010:338). Kuruç ise TÜSİAD’ın kurulurken karma ve planlı ekonomiye inandığını, ancak

sonradan plana inancını yitirdiğini belirtmektedir (Kuruç, Mayıs 2010:393).

Page 271: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

255

tamamen yok etmiştir. Bunun sonucu ve amaçlarının bir gereği olarak bir kısım

plancılar; sosyalist ülkelerin merkezi planlamasını, yani gerek devlet ve gerekse özel

kesim için özendirici değil, emredici olmasını ve mecburi uyulmasını savunur

olmuşlardır. Bugün içinde bulunduğumuz ekonomik kararsızlığın ve anarşinin

kökünde bunlar yatmakta, DPT’nin zararlı olmaya başladığı düşüncesine bizi

sürüklemektedir. Zira ideolojik amaçlı plancılarla kamu yöneticilerinin (merkezi

planlama) da anlaştıkları gün, memleketimizde teşebbüs hürriyeti yok edilmiş ve

sosyalizmin son aşaması da sessiz sedasız yerleşmiş olacaktır.”(MESS, 1979’dan

akt. Soyak, 2004:129-130).

IMF ile görüşmelerde ise iki konu gündemdedir: IMF ile yeni Stand-by

Anlaşması yapılması ve ekonominin buna göre düzenlenmesi ve orta vadeli

ekonomik desteğin OECD çerçevesinde yapılacak bir ekonomik istikrar programına

bağlanması. Görüşmelerdeki temsilcimiz Ziya Müezzinoğlu, temelde talepleri kabul

edeceklerini ancak, “istikrar programı müzakerelerinde DBYKP’de öngörülen hedef

ve politikalara tamamen ters düşecek ve Türkiye’nin ekonomik ve sosyal

gerçeklerine uymayan bir programlamanın mümkün olmadığı”nı belirtmiştir

(Milliyet, 30 Mayıs 1979). IMF Heyeti’nin ise DBYKP ve 1979 Programı’nı

gerçekçi bulmamaları nedeniyle DPT’nin görüşmelerde dışarda tutulduğu

belirtilmektedir (Milliyet, 16 Haziran 1979).

Söz konusu iddialar, OECD ile görüşmek üzere Fransa’ya gitmekte olan DPT

Müsteşarı Kuruç’a IMF ve OECD’nin DBYKP’ye son verilmesini istediği şeklinde

yöneltilmiş; Kuruç ise DBYKP’nin yürürlükte olduğunu ve uygulanacağı şeklinde

yanıt vermiştir (Milliyet, 26 Eylül 1979). Ne var ki, OECD ile görüşmelerde de

DBYKP’de öngörülen büyüme hızından vazgeçilmesi, iç tüketimin kısılması, kamu

yatırımlarının azaltılması ve işçi ücretlerindeki artışın yavaşlatılması ve TL’nin dış

değerinin serbest bırakılması talepleri IMF’nin ardından bir kez daha tekrarlanmıştır

(Milliyet, 28 Eylül 1979, 11). Günal Kansu’nun OECD Çalışma Grubu 2’ye katılan

Kuruç ve ekibinin devletçiliği bırakarak, özel sektörcülüğe kaydığını iddia etmesine

karşın (Kansu, Haziran 2004:391); Kuruç OECD Çalışma Grubu 2 toplantısında

aksine “makas değiştirmeksizin görüşmelerin devam edilmesi” ile bir umut ışığı

göründüğünü belirtmektedir (Kuruç, Mayıs 2010:404-405). Buna göre, OECD

Çalışma Grubu’nda; DBYKP ve sanayileşmede derinleşme, kırmızıçizgi olarak kabul

Page 272: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

256

ettirilmiş ve ortak bir çözüm arayışına gidilmiştir. Ne var ki, yıl sonunda

Başbakan’ın istifası ile ortak çözüm yolu kapanacaktır.

Ekim ayında ise benzer talepler DB’ce tekrarlanmaktadır. DB’nin Aralık 1979’da

yayınlanan Türkiye Raporu’nda (Vinod Dubey), Türkiye’nin üç önemli sorunu

olduğu belirtilmektedir: (a) ihracat yönelimi düşük olmasına rağmen ithalat hacmi

normal seviyelerdedir, (b) yatırım oranının yükselmesine rağmen tasarruf artış oranı

düşük kalmaktadır, (c) tarımdaki fazla işgücü sanayi tarafından emilememektedir

(World Bank, 1979:i-ii). DBYKP, durumu gerçekçi bir şekilde tahlil etmesine

rağmen, uygun bir Strateji üretememektedir. DBYKP eleştirisi olarak kaleme alınan

Rapor’da genel olarak eleştiri DBYKP’nin günümüzün sophisticated ekonomisi için

uygun olmayan bir geleneksel bir planlama anlayışı ile üretilmesine dairdir. Bu

doğrultuda, DBYKP Hükümetin politika seçimi için bir kılavuzluk yapamamaktadır

(World Bank, 1979:52). Ayrıca bu büyüme ve modernizasyon sürecinde Hükümetin

rolü, büyümenin teşvik edilmesinden ziyade faydanın bölüşümüne dair soruna

kaymalıdır (World Bank, 1979). Rapor, kalkınma hızının düşürülmesi, ağır

sanayiden vazgeçilmesi ve ihracata dönük tarımsal üretime ağırlık verilmesini

tavsiye etmektedir (Milliyet, 11 Ekim 1979). Temelde ise sorun ihracata yönelik

teşvik politikasının benimsenmemiş olmasıdır. Diğer bir deyişle ise, ihracatı teşvik

önlemleri alınmış olmasına rağmen, bu teşvik ithal ikameci strateji içerisinde

yapılmaktadır (World Bank, 1979:md:25). Rapor’a göre DBYKP’de ihracat teşvik

edilmektedir, ancak teşvik “kurumsal ve idari niteliktedir. Bu düzenlemeler KİT’lerin

ihracatını teşvik için kullanılabilir. Ancak özel sektörü ihracata yöneltmek için mali

teşvikler gereklidir. Çünkü iç pazara yönelik üretim daha kolay ve karlıdır” (World

Bank, 1979:md:63). DB Raporu’nda Banka’nın tavsiyelerine uymadığı takdirde

Türkiye’nin uluslararası arenadaki güçlüklerinin devam edeceği şeklinde tehditvari

ifadeler de yer almıştır.

1979 yılı Ecevit’in istifası ile kapanmış, Demirel Hükümeti bir kez daha iktidara

geçmiştir (12 Kasım 1979). MSP ve MHP’nin dışardan desteklediği yeni Hükümet’in

“yerleşme” döneminde Genelkurmay başkanları ile Kuvvet Komutanlarının imzasını

taşıyan 27 Aralık 1979 tarihli “TSK’nın Görüşü” başlıklı muhtıranın Cumhurbaşkanı

Korutürk’e verildiği ve Cumhurbaşkanı tarafından siyasi parti başkanlarına iletildiği

Page 273: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

257

unutulmamalıdır.151

1980 ile beraber “hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktır.” 24 Ocak

Kararları, yeni bir birikim rejiminin manifestosu olarak yeni dönemi açacak; ithal

ikameci sanayileşme stratejisi terkedilerek, ihracata yönelik sanayileşme stratejisi

kabul edilecektir. Yeni stratejinin politika hedefleri ilan edilmiştir: kur politikasının

değiştirilmesi, devlet işletmelerinde küçülme, tarım desteklerinin sınırlandırılması,

dış ticaretin serbestleştirilmesi, ithalatın serbestleştirilmesi, vb.

Kararların ilan edilmesinden hemen önce, DB temsilcisi Adi Davar yeni

Hükümet’in Başbakan Yardımcısı ve DPT Müsteşar Vekili Turgut Özal’ın davetlisi

olarak Türkiye’ye gelmiştir. Görüşmenin konusu, DBYKP’de yapılacak

değişikliklerdir. DBYKP’yi sert bir şekilde eleştiren “Türkiye: Krizden Büyümeye”

başlıklı DB Raporu doğrultusunda Plan’da gerekli değişiklikler yapılacak, “piyasa

ekonomisi kurallarını benimseme” görünümünde Yeni bir Plan yapılması

istenmektedir (Milliyet, 5 Ocak 1980).

24 Ocak Kararları “Yeni Ekonomik Yaklaşım”ın manifestosu olduğu kadar,

planlamanın yeniden üretilmesi sürecinin başlangıcıdır. 24 Ocak Kararları ekonomik

yapıdaki değişimi net bir şekilde tarif etmekle birlikte (BK Kararları); 7 Şubat 1980

tarihinde dönemin Başbakanlık Müsteşarı ve DPT Müsteşar Vekili Turgut Özal’ın

DB Başkanı’na yazdığı mektup tasfiye edileni göstermekle, konumuz açısından daha

açıklayıcıdır. Şöyle ki, Özal, Program kredilerinin devam etmesi ve yeni Program

kredilerinin alınabilmesi için “Yeni Ekonomik Yaklaşım”ı DB’ye tanıtmak ve destek

istemek için McNamara’ya bir mektup yazmıştır. Meclis’de soruşturma açılmasına

konu olan bu mektupta Yeni Ekonomik Yaklaşım ve politika araçları

açıklanmaktadır. Yeni Ekonomik Yaklaşım’ın politika hedeflerinden ilki “[m]ikro

düzeye kadar inen ekonomik planlamaya dayanmak ve planlanan hedeflere idari

kontrollerle varmak gibi uygulamalara son verilme[si] ve bunun yerine serbest piyasa

güçlerine ve mekanizmasına daha büyük oranda dayanacak bir ortam

getirilme[sidir]” (Milliyet, 15 Mart 1980). Yeni Ekonomik Yaklaşım ile başlatılacak

yapısal reformların başında da “idari kararlara değil, serbest pazar güçlerine

dayanmak, özel sektörü teşvik etmek ve aynı zamanda Türkiye’yi sanayi, tarım ve

petrol alanlarında yabancı yatırımlara” açmak gelmektedir (Milliyet, 15 Mart 1980).

151 TSK Görüşü’nün metnine şu adresten ulaşılabilmektedir:

http://www.belgenet.com/12eylul/27121979_01.html

Page 274: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

258

1980 sonrasında yeni plancılık anlayışının, Başbakanlık Müsteşarı ve DPT

Müsteşar Vekili Turgut Özal tarafından anti-plancılık152

olarak görüldüğü

anlaşılmaktadır. Ne var ki, Dünya Bankası ve IMF’nin Stand-by Anlaşmalarının ve

performans kriterlerinin izlenebilmesi için planlamaya gereksinim duyması

gecikmeyecek ve planlama politikasının yapısal uyarlanması Beşinci Beş Yıllık

Kalkınma Planı (BşBYKP) ile Sektörel Yapısal Uyarlama Kredilerinin

bütünleştirilmesi ile başlatılacaktır (Yalman, 2009:252). BşBYKP hazırlık sürecinde

verilen habere göre, DB Türkiye Çalışma Grubu “Türk hükümetinin bugünkü dış

borç yönetimini değerlendirecek ve Türkiye’nin orta vadede güvenilir bir borçlu

olabilmesi için alınması gereken önlemleri belirleyecek” ve bu önlemler Plan’ı

oluşturacaktır (Milliyet, 9 Haziran 1982).

2. Kırılma Noktası: 1978-1979 Direnç Yılları mı Kayıp Yıllar mı?

Yukarıda zamandizinsel olarak ele alınan siyasal çatışmanın tarafları kimlerdir?

Çatışmanın nedeni nedir? Çatışma ve sonuçları ne ifade etmektedir?

1970’ler petrol hammadde fiyatlarını artışı ile başlayan bir Kriz dönemidir. Kriz,

kar oranlarının düşme eğilimi ile kendini göstermiştir. Kriz’in Türkiye’de

hissedilmesi iki yıl gecikmelidir. Bu dönemde Krizin etkileri çeşitli araçlarla

ertelenmiş, 1976 yılına büyüyen sorunlarla girilmiştir. Kriz, öncelikle dış kredi

olanaklarının kısıtlanması ile başlamıştır. Bu süreçte, IMF, DB, OECD gibi dış kredi

kuruluşlarının Türkiye ekonomisi üzerinde pazarlık güçleri artmıştır. Talep sıkıntısı

içerisindeki gelişmiş ülke sermayesi ise yeni mahreçler için sabırsızlanmaktadır.

Sermaye için “dünya ölçeğinde değerlenme koşulları hazırlanmalıdır” (Akçay,

2007:36). Bu koşullar IMF, DB ve OECD’nin ihracatı teşvik ve serbestleşmeci

politikaları ile azgelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde hazırlanmaya başlamıştır. Bu

dönem gelişmekte olan ülkelerde de ithal ikameci sanayileşmenin sorgulandığı

yıllardır. 1960’lardan itibaren ithal ikameci sanayileşme stratejisi ile dışa bağımlılığı

azaltmayı hedefleyen planlama sürecinin, 1976 yılında yapılan değerlendirme

sonucunda ithal ikamesini başaramadığı gibi dışa bağımlılığı da artırdığı anlaşılmıştır

152 Kavram, Bilsay Kuruç tarafından kullanılmıştır: (Kuruç, Mayıs 2010).

Page 275: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

259

(Boratav, 2008:130-135). Diğer bir deyişle, 1970’lerin sonlarında içerde ve dışardaki

baskılar altında Türkiye ekonomisi bir eşiğe gelmiştir.

Bu eşik, 1960’larla başlatılan ithal ikameci sanayileşmede kritik eşiği aşma

zamanının geldiğini mi göstermektedir yoksa uluslararası piyasalarla bütünleşmek

için “makas değiştirme”153

zamanının mı geldiğini mi işaret etmektedir?

1978-1979 yılları arasında iktidarda olan CHP Hükümeti ve kurmaylığını

yapan154

DPT, DBYKP’de temsil edildiği şekilde ithal ikameci sanayileşme sürecini

devam ettirmek suretiyle kritik eşiği aşmaya yönelmekte, ara ve yatırım malları

üretimine geçiş için düzenlemeler yapmaktadır. DBYKP, ekonominin “makas

değiştirme”si değil, takip ettiği yönde hızlanması seçeneğidir. Diğer bir deyişle, ithal

ikameci sanayileşme stratejisi içerisinde kendinden önceki beş yıllık kalkınma

planlarının hedef ve stratejilerini benimsemekte ve politika araçlarında daha gelişmiş

araçlar sunmaktadır. Kısacası, Yeni DBYKP, ekonominin sanayileşmedeki kritik

eşiği aşması için yapısal değişimi zorunlu görmektedir.

12 Eylül 1980 Darbesi ile sağlamlaştırılan 24 Ocak Kararlarının iktidarı ise

yapısal uyarlama dönemini açmakta, sermayenin uluslararası dolaşımı önündeki

ekonomik, siyasal ve hukuki engellerin kaldırılmasını amaçlamaktadır. Sermaye

piyasalarının kurulması, devletin küçültülmesi, fiyat ve ücretlerin serbestleştirilmesi

gibi politika araçları ile kurulacaktır.

Yukarıda aktarılan iki yıllık dönem içerisindeki siyasal çatışma, dönemde

DPT’de görev yapmış iki bürokratın inceleme / anılarından rahatlıkla

görülebilmektedir. Günal Kansu’ya göre 1970’ler gecikmiş liberalizm dönemidir ve

“kayıp yıllar”dır (Kansu, Haziran 2004); Kansu’ya yanıt niteliğinde kaleme alınmış

incelemesiyle Bilsay Kuruç’a göre ise “başka bir Türkiye mümkün” demek için

yapılmış onurlu bir mücadelenin, “direncin yılları”dır (Kuruç, Mayıs 2010). Bu iki

planlama yaklaşımının siyasal-yönetsel çözümlemesi izleyen alt bölümlerin

konusudur.

153 Bu ifade, Bilsay Kuruç tarafından kullanılmaktadır: (Kuruç, Mayıs 2010).

154 Günal Kansu’ya göre DPT ile Hükümet arasında çıkan bir takım çatışmalar nedeniyle, DPT

“Hükümetin kurmay heyeti olmaktan uzaklaş[mıştır]” (Kansu, Haziran 2004:398).

Page 276: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

260

a) “Yapısal Değişme”den “Yapısal Uyarlama”ya155

Planlama: Toplumcu-

Plancılığa Karşı Uyarlamacı-Plancılık

24 Ocak Kararları ile başlatılan Yeni Ekonomik Yaklaşım, DBYKP’nin yok

sayılması demektir. DBYKP rafa kaldırılmış, görevi gayri-resmi yollardan

uyarlamacı-plancılık devralmıştır.

Temel olarak, toplumcu-plancılık ile uyarlamacı-plancılığın iki farklı birikim

rejimini temsil ettiği belirtilmişti. Yaklaşım farklılığı da bu noktada net bir şekilde

görülmektedir. Toplumcu-plancılık ithal ikameciliğin “basit” aşamasından “ileri”

aşamasına geçilmesine odaklanmaktadır. Bu doğrultuda hazırlanan ÜBYKP ile

öngörülen ilerleme sağlanamamış, kritik eşiğin aşılması DBYKP dönemine

ertelenmiştir. DBYKP, 1960’lı yıllar ile kurumsallaşan ithal ikameci sanayileşmenin

öngörüldüğü şekilde tamamlanmasını amaçlamaktadır.156

Bu bağlamda, ithal ikameci

sanayileşme stratejisinin gelişme seyrinin ihracata yönelebilmesi için kritik eşiğin

aşılması gereklidir. Başka bir ifadeyle, “kalkınma stratejileri… hükümetlerin kendi

başlarına toplumsal dinamikten uzak olarak oluşturdukları politikalar” değildir;

toplumsal yapı tarafından belirlenen kapitalizmin gelişme seyri içerisinde iki

stratejidir ve organik bir ilişki içerisindedir (Eralp, 1981:617, 618). Bu nedenle de,

“sermayenin her gelişme düzeyinde dışa dönük sanayileşme modelleri” uygulanamaz

(616).

Toplumcu-plancılığın AET konusunda takındığı tutum da ekonomik gelişmişliğin

AET’ye, dünya pazarı ile bütünleşmeye hazır olmadığı yönündedir. Toplumcu-

plancılığa göre, AET ile Katma Protokol hazırlık aşamasında ithalatın daha yavaş

tempoda serbestleştirilmesi gereklidir. Avrupa, narenciye ve tekstil gibi Türkiye’nin

ihraç ürünlerine kapıyı kapatırken, Türkiye’nin tam anlamı ile ithalat serbestisi

155 Yapısal Değişme (Structural Change) ile Yapısal Uyarlama (Structural Adjustment)

karşılaştırması, Galip L. Yalman tarafından yapılmaktadır. Bkz. Yalman, 2009.

156 DBYKP’nin ithal ikameci sanayileşmede kritik eşiği aşmasının en güçlü savunucularından biri

MSP Başkanı Necmettin Erbakan’dır. DBYKP’nin Meclis görüşmelerinde Türkiye’nin

sanayileşmeye çalıştığını, dış güçlerin ise bunu engellemeye çalıştığını savunmaktadır. Bu nedenle,

kritik eşiğin aşılması “Sheakespeare’in meşhur piyesindeki <<to be not to be>> meselesidir. Ya bir

İstiklal savaşını kazanacağız, bu ağır sanayiyi kuracağız, Türkiye take off’unu yapacak, güçlü bir

ülke olacak veya –Allah vermesin- tekrar müstemleke tipine dönülecek” (MM 23.11.1978, ZC C.7

B. 9 s.317).

Page 277: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

261

dönemine girmesi düşünülmemelidir. Son fakat en önemli nokta da, toplumcu-

plancılığın Krizi çözümleme yaklaşımıdır. Buna göre, 1980 öncesinde sanayi

burjuvazisi “pazar sorunu” ile değil, “ödemeler dengesi” sorunu ile Krizden

etkilenmekte (Pamuk, 1981:28-29);157

özel olarak gelişme stratejisinin

değiştirilmesini değil, “ödemeler dengesi” sorununun çözümlenmesini talep

etmektedir.

Uyarlamacı-plancılık ise ithal ikameciliğin beklenen başarıyı sağlayamaması,

ekonomiyi dışa bağımlılıktan kurtaramaması, döviz darboğazına sebep olması

nedeniyle terkedilmesi gerektiğini; ihracata yönelerek, ekonominin döviz açığının

kapatılabilmesinin olanaklı olduğuna dayanmaktadır. Kansu’ya göre, 1970’lerin

ortalarına doğru “[K]üreselleşmenin ilk belirtileri ortaya çıkıyor, ithal ikamesine

dayalı ekonomik yapıların kalkınmayı yavaşlatmasının belirginleşmesi üzerine, dışa

ve ihracata dönük stratejiler önem kazanıyor, piyasa sisteminin işleyişi önündeki

bürokratik ve kurumsal engeller kaldırılmaya başlıyordu” (Kansu, Haziran 2004:412-

413). Diğer bir deyişle, ithal ikameci birikimin başarısızlığı üzerine 1980 sonrasında

Yapısal Uyum Kredileri ile hayata geçirilen özelleştirme, serbestleşme süreci

başlamıştı.

Kansu’ya göre, AET ile Katma Protokolün 1970’li yılların başında

geciktirilmeden imzalanması gerekliydi. Bu sayede, gümrükler hemen açılacak ve

sanayi sun’i olarak yaşatılmayacak, pazar mekanizması içerisinde AET ile rekabet

edebilecek hazır giyim, gıda gibi hafif sanayiler gelişecekti (Kansu, Haziran

2004:446). Nitekim 24 Ocak Kararları ile gecikmeli de olsa bu sürece “nihayet”

geçilebilmiştir. Kansu’ya göre, Türkiye ise bu dönemde DPT zoruyla ters yönde

giderek KİT yatırımlarını artırmaya, fiyat denetimlerine, ihracat denetimlerine devam

etmektedir. Kansu’ya göre, Türkiye’de dünyadaki değişimin farkına varılamıyor,

157 Şevket Pamuk’a göre, tarımsal desteğin 1970’lerde artarak devam etmesi, işçilerin örgütlülüğü

dolayısıyla ücretlerin yüksek olması ve yurtdışında çalışan işçilerden gelen dövizler ile yurtiçi

talepte azalma görülmemiştir. Bu nedenle, kapasite kullanımında halen eşiğe ulaşılmamıştır.

Türkiye’de sanayi burjuvazisi gelişmiş ülkelerde yaşanmakta olan satma sorunu ile karşı karşıya

değildir. Kriz, Türkiye’de tüketim malları sanayinin ara ve yatırım mallarının ihracata dayalı yapısı

ve teknoloji transferi gereksinimi nedeniyle, döviz kıtlığı olarak hissedilmiş, sanayi burjuvazi için

asıl sorun ödemeler dengesi olarak baş göstermektedir.

Page 278: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

262

para sistemindeki değişiklikler anlaşılamıyor ve tren kaçıyordu (Kansu, Haziran

2004:409). Ne var ki, yukarıda da belirtildiği gibi DBYKP bilinçli bir tercih ile

“trenin gitmesine izin vermekte”, ithal ikameciliğin kritik eşiğinin aşılmasını stratejik

hedef olarak benimsemektedir.

Bu noktada, toplumcu-plancılığın, geleceğin bilinçli bir şekilde şekillendirileceği

felsefesini sahiplendiği; uyarlamacı-plancılığın ise uluslararası ekonomik düzenin

fırsatlarının doğruyu gösterdiği inancı ile hareket ettiği görülmektedir. Bu

doğrultuda, uyarlamacı-plancılık ekonominin giderek detaylandığı, ekonomilerin

karşılıklı bağımlılığının arttığını ve belirsizliklerin çoğaldığını örtük olarak

benimsemektedir. Uyarlamacı-plancılık, post-modern felsefenin düşünsel ortaklığına

dayanmaktadır.

Öte yandan, DBYKP ile kamu yatırımları da bilinçli bir şekilde artırılmaktadır,

çünkü toplumcu-plancılığa göre kritik eşiğin aşılması, kamu girişimciliğinin

öncülüğünde olacaktır. Bu doğrultuda, DBYKP’de de kamu öncülüğünde

sanayileşme yalnızca kamu yatırımlarının artırılması olarak anlaşılmamalıdır.

DBYKP’de kamu girişimleri, “sanayide yapısal dönüşümün öncüsü” olacaktır

(Türel, 2010). Bu amaç doğrultusunda en önemli yenilik kamu girişimciliğinin bir

sistem olarak yeniden yapılandırılması için önerilen modeldir: “Sektör Kurumu”

(Holding). Sektör kurumu, kamu girişimlerinin sermayelerinin tamamının devlete ait

olacak şekilde yatay ve dikey birleşmesini amaçlamaktadır (DPT, 1979).158

Sektör kurumu, kamu girişimciliğinin öncülüğünü kurarken, hem sermayeyi hem

de iktidar bloğundaki sağ görüşlüleri rahatsız edecek bir takım yeni düzenlemeler

getirmektedir.159

Öncelikle, kamu girişimi tanımı bu uygulama içerisinde genişletilmiş; kamu

girişimciliği “Ekonomik amaç için kamunun tahsis ettiği kaynakları kullanarak bir

158 Holding tipi örgütlenme, ilk kez 1970 yılı Programı’ndan öngörülüyor. Daha sonra 1971’de

DPT’de kurulan KİT Reform Komisyonu’nda da “devlet teşebbüsleri kurumu” olarak tekrar ele

alınmıştır (Ekzen, 1981:243). Daha öncesinde ise 1945’de hazırlanan İvedili Sanayi Planı’nda

benzer bir yapılanmaya dair kurgudan bahsedilmektedir. Bkz. İvedili Sanayi Planı bölümü.

159 Sektör Kurumu, holding kuruluşları olarak gündemde yer almaktadır. Holding tipi örgütlenme,

Sanayi Bakanı Orhan Alp ile İşletmeler Bakanı Kenan Bulutoğlu’nu da rahatsız etmiştir (Kansu,

Haziran 2004:389).

Page 279: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

263

bedel karşılığında mal ve hizmet üreten, Devletin sermaye, yönetim ya da denetim

açısından doğrudan ya da dolaylı egemen ya da söz sahibi olduğu kuruluşlar” olarak

tanımlanmıştır (DPT, 1979: md.1141). Kamu girişimleri tanımının genişletilmesi,

yalnızca kamu kesimi için emredici olan planlama türü içerisinde daha fazla

kaynağın “plan disiplini uygulaması içinde çalışır duruma gelme[si]” anlamına

gelmektedir (DPT, 1979: md.1163). Aynı zamanda, kamu girişimlerinin yeniden

yapılandırılması ile kamu girişimlerinin ekonomideki etkinliklerinin artırılması

amaçlanmaktadır. “Ellerindeki çok büyük potansiyele ve ekonomimizin bugünkü

yapısı içinde bile çok büyük işleve sahip bulun[an]” (Ekzen, 1981:252) kamu

girişimlerinin verimliliğinin artırılması durumunda, etkinliklerinin özel sektör

aleyhine artması olasıdır. Etkinliği artırmak üzere kurulan yeni yapıda iştirak

sisteminin istisnai duruma getirilmesi de söz konusu olacaktır. İştirak

mekanizmasının kaldırılması ile “ekonomik ve işletmecilik fizibilitesi olmayan

projelere kamunun katılması da önlenmiş olacaktır.” (Ekzen, 1981:255). Başbakan

Ecevit, DBYKP Meclis görüşmelerinde, iştirak mekanizmasının kaldırılmasının

nedeni ve öngörüleni şu şekilde tanımlamaktadır (MM 22.11.1978; ZC D.5 C.7 B.8

s.265):

“Biz, bazı stratejik ve kilit sanayilerde devlet öncülüğünü, devletin o alandaki

herhangi bir özel girişime katılması anlamında almıyoruz. Bunu, o anlamda

yorumlayanlar, o anlamda uygulamak isteyenler bulunduğunu bildiğim için

söylüyorum. Yani bir sanayi alanına, kilit sanayi olarak görülen bir alanda devlete

öncülük görevi verilecek ve bu öncülük görevinin gereği olarak da o alanda ne kadar

özel teşebbüs kurulursa, devlet teşebbüsü hepsine ortak olsun denecek. Bu,

devletçiliği de, özel teşebbüsçülüğü de yozlaştırmanın en açık, en kolay yoludur. Ne

devlet sektörü, devlet sektörünün sorumluluğunu bilir bu durumda; ne de özel sektör,

özel sektörün sorumluluğunu bilir. Devletin öncülük yapacağı alanlar, özel sektöre ne

ölçüde açık bırakılacaktır? Bunun kuralları belli olacaktır; o kurallar içinde devlet,

öncülüğünü, karma girişimler içinde değil, kendi başına yapacaktır. Aslında bu,

toplum yararına rekabeti kamçılamak için de yararlıdır; çünkü, yılların uygulaması,

Türkiye'nin bozuk düzeni içindeki yılların uygulaması gösterdi ki, özel sektörün

kendi içinde sağlıklı bir rekabet mekanizması işletme olanağı yoktur. Başka

ülkelerde, kapitalist ülkelerde; kapitalizmin de kendi kuralları vardır, o kurallara

uygun olarak çalıştığı ülkelerde rekabet halk yararına işler.

Page 280: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

264

Bizde nedense, rekabet büyük sermaye yararına işler. Onun için Türkiye'nin düzeni

ve ekonomik yapısı içinde özel sektörün kendi içindeki rekabetin

gerçekleşemeyeceği, toplum yararına olamayacağı görülmüştür. Ama kuralları

önceden belirlenmek koşulu ile devlet sektörü, halk sektörü ve özel sektör arasında

rekabet ortamı yaratıldığı zaman bunun hem ülke yararına, hem halk yararına, hem

de özel sektör yararına bir rekabet olacağına inanıyoruz.”

İştirak sisteminin kaldırılması kamu tasarruflarının özel kesime aktarılması

araçlarından bir tanesinin sonu ve özel sektörün stratejik alanlarda kamu sektörü ile

rekabete girmesi demektir. Üçüncü olarak, kamu girişimlerinin rekabete girmesi ile

özel sektörün kazandığı imtiyazlı konumun belli sektörlerde kaybedileceği ve hatta

dikey birleşmiş sektörde kamu kuruluşları ile rekabete giremeyeceği kestirilebilir.

Buna ek olarak “özel kesim[in], gerek hammadde gerek ara malı ve nihai mal temini

açısından gerekse de piyasada oluşan rantların aktarılması bakımından büyük ölçüde

kamu girişimlerine bağımlı durumda” olduğu kabul edilirse (Ekzen, 1981:253),

ekonominin kamu tekeline geçmesi korkusu körüklenmektedir. Bir diğer sorun da

bakanlıkların yetki alanı içerisindeki kamu girişimlerinin merkezi bir yönetimde

toplanmasıdır. Bu düzenleme daha çok Maliye, Sanayi, Ticaret Bakanlıkları ile DPT

arasında sorun yaratacak türdendir. DBYKP’de açıkça yönetsel mekanizmanın

belirtilmemiş olmasına rağmen, tüm kamu girişimlerinin tek bir elden yönetilmesi ve

koordine edilmesi gereği sezilmektedir. DPT’nin koordinasyon merkezi olarak

yapılandırılması durumunda,160

ekonominin büyük bir bölümünün bir teknik kuruma

bırakılması söz konusu olacak; bakanlıkların yetkilerinin DPT’ye devredilmesi ile

DPT ekonomik ve siyasi merkez haline gelmiş olacaktır. Nihayetinde, kamu

girişimlerinin etkinleştirilmesi, sektörlerde öncü konumuna gelmesi ve yönetiminin

merkezileşmesi, bir önceki dönemde kamu tasarruflarını özel sektöre aktaran “rant

tahsisi” mekanizmasının sonlanmasına neden olacaktır. Bu durum da özel sektörün

“ödemeler dengesi” dolayısıyla yaşadığı krizi artırıcı, ekonomideki üstünlüğünü

azaltıcı bir düzenleme olarak tepkisini çekmiştir.

Uyarlamacı-planlamaya göre, KİT’lerin istihdam ve üretim alanında

etkinleştirilmesi bir yana, piyasa ekonomisi içerisine çekilerek piyasa güdümüne

160 Ekzen, DPT’de kurulacak bir Koordinasyon Kurulu’nun sektör kurumlarını yönetmesini

savunmaktadır (Ekzen, 1981).

Page 281: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

265

girmesi gereklidir. Turgut Özal tarafından anlatıldığı şekliyle, Yeni Ekonomik

Yaklaşım ile başlatılacak yapısal reformların başında “idari kararlara değil, serbest

pazar güçlerine dayanmak” esas olmalıdır (Milliyet, 15 Mart 1980). Bu nedenle, plan

disiplini altındaki alanın değil genişletilmesi ve derinleştirilmesi, halen plan disiplini

altında işleyen ekonominin piyasa mekanizmasına devredilmesi gereklidir.

DBYKP’nin “modası geçmiş” kamu işletmeciliğini savunageldiğini iddia edenlere

göre (Kansu, Haziran 2004:392-393); Kuruç ve ekibi “[k]endilerinden birkaç yıl

sonra Özal’ın yapacaklarının aksine, …çareyi, piyasa sistemine geçişte, dışa

açılmakta, liberalizasyona gitmekte değil, yıllar boyu yozlaşmış olan devletçi sistemi

yeniden yapılandırarak güçlendirmekte, devletin ekonomik hayata müdahale

sınırlarını genişletmekte, karma ekonomi sistemindeki kamu ağırlığını artırmakta,

korumacılığın dozajını yükseltmekte bul[maktadır]” (Kansu Haziran 2004, 289).

Kansu’ya göre, DBYKP’nin modası geçmiş bir takım ısrarlarıyla başarılı

olamayacağı kesindir (Kansu, Haziran 2004:399). “Modasının geçmesi” kamu

girişimciliğinin yanlış olduğu anlamına gelmez; ekonomi açısından uluslararası

burjuvazinin yediği, içtiğinin takibi olarak algılanabilir. Bu durumda, Kansu’ya

katılmamak mümkün değildir. DBYKP, “modası geçmiş” Keynesyen bir yapıyı

meşrulaştırmakta ve “modası geçmiş” kamu girişimciliğinin öncülüğünden hareket

etmektedir. Kamu girişimciliğinin ekonomideki rolü planlama yaklaşımları arasında

yalnız bu dönemde değil, Türkiye planlama deneyiminin genelinde turnusol işlevi

görmüştür. Politik ayrışma, kamu girişimciliğinin ekonominin karar

mekanizmasındaki rolünde kilitlenmektedir. 1932’de, 1947’de ve 1962’de de olduğu

gibi 1978-1980 döneminde de kamu girişimciliğinin sınırları tartışma konusudur.

Tartışmanın düğüm noktasında da rantın devlete mi özel sektöre mi aktarılacağı

konusu yer almaktadır. Örneğin, Dönem DPT müsteşarı Kuruç, rantın Hazineye

aktarılması gerektiğini belirtmektedir (Kuruç, Mayıs 2010:399). Ne var ki, 1980’ler

ile artık çatışma birikim rejimine dairdir. 1980’lerle birlikte kamu girişimciliğinin

rolünün tespiti değil, tasfiyesi gündemdedir. Uyarlamacı-plancılık, devletin artık

üretim ve yatırım etkinliklerinde doğrudan bulunmasını değil, faydanın

paylaştırılmasında etkin olmasını talep etmektedir (World Bank, 1979).

Konu yalnız kamu girişimciliği ile sınırlı değildir. DBYKP’de “yaygın halk

girişimciliği” kavramı ile Hakkari, Bitlis ve Muş gibi geri kalmış bölgelerde yurtdışı

Page 282: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

266

işçilerin dövizleri, Anadolu küçük ve orta boy işletmecileri ve il özel idarelerinin

sermayesiyle halk sektörlerinin kurulması planlanmaktadır.

Bu ortak yatırım ve üretim etkinlikleri, rantın aktarılacağı yeri belirlemesi

yanında bölüşüm sorununa da işaret etmektedir. DBYKP’de emekçi ve üretici

kooperatifleri, toplu sözleşme düzeni, sosyal güvenlik ağının geliştirilmesi, vb.

bölüşüm araçları kullanılmıştır. DBYKP bölüşüm araçları kullanılarak rantın

Hazine’ye aktarılması ile “yeni toplumsal güçlere ekonomik varlık kazandırmak”

için bölüştürülmesini amaçlamaktadır (Kuruç, Mayıs 2010:409). DBYKP politika

araçları arasında yer alan ve 1979’da hazırlanan Ekonomiyi Güçlendirme

Hedefleri’nde tekrar beliren “para banka sisteminin ve dış ticaretin plan disiplini

içinde ele alınması” ve “dış ticaret ve bankacılık kesiminde elde edilen yüksek

kârların toplum yararına ekonomiye döndürülmesi” hedefi bölüşüm politikasının en

önemli noktalarından biridir (DPT, 1979: md:718). Ne var ki, “ilkesel varlığı kabul

edilebilecek olan, ancak uygulamaya aktarılmasında güçlükler bulunan bölüşüm

politikası araçları repertuarı, 1978-1979 döneminde yeterince kullanılamamıştır.

Sonuçta, bütün iyi niyetli çabalara karşın, 1979 sonuna daha olumlu bölüşüm

koşulları ile girildiği iddia edilemez.” (Türel, 2010:433).

Planlama yaklaşımlarında ayırt edici noktalardan bir tanesi de dış piyasa ve

aktörler ile ilişkilerdir. Kansu,” ulusal solcu” olarak adlandırdığı DPT uzman ve

bürokratlarının “kutsallaştırılmış bir ulusal sanayileşme [yalnızca teknoloji ve

sermaye yoğun sanayileşme kastediliyor, A.Y.] ve artık geçerliliğini yitirmekte olan

bir mutlak bağımsızlık tutkusu” ile hareket ettiğini belirterek kalkınmanın tek

yolunun bu olmadığını savunmaktadır (Kansu, Haziran 2004:444). Uyarlamacı-

plancılık, McNamara’nın Dünya Kalkınma Raporu’nda ilan ettiği gibi karşılıklı

bağımlılığa dayanan bir yaklaşımdır. Bu yaklaşıma göre, planlama etkinliği

uluslararası aktörlerin güdüm ve kontrolüne açıktır. Yeni Ekonomik Yaklaşım

hakkında verdiği beyanda da Turgut Özal, DB’den ekonomi politikalarında vize

alınacağını belirtmektedir (Milliyet, 15 Mart 1980).

Uyarlamacı-plancılığın iddialarına karşılık, toplumcu-plancılık 24 Ocak

Kararlarını “kendi politikalarını belirleme iradesinden vazgeçme” olarak

algılamaktadır (Kuruç, Mayıs 2010:391). Örneğin, 1978-1980 döneminde toplumcu-

plancılık ekonomideki başlıca sorunun ödemeler dengesi sorunu olduğunu

Page 283: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

267

belirtmesine karşılık, IMF kambiyo rejimi sorunu olduğu konusunda ısrarcıdır

(Kuruç, Mayıs 2010:399). Dönem Başbakanı Ecevit, IMF’yi, mali sorunları siyasal

ekonomik sınırlarından soyutlayarak ele aldığı, her ülkeye aynı reçeteyi hazırladığı

gerekçesiyle eleştirmektedir. Örneğin, IMF 1978’de ihracatta istenen artış

sağlanamadığında sorunun nedeni olarak döviz kurunun yüksekliğini göstermiştir.

Ne var ki, sorun petrol krizi nedeniyle sanayide ara ve yatırım malı fiyatlarının

artmış olmasıdır (MM 22.11.1978, ZC D.5 C.7 B.8 s.255).

Toplumcu-plancılık varolsaydı ne olurdu, tahminden öteye gidemez, ancak 1980

sonrasında ekonominin yönetiminde uluslararası aktörler adına feragat edildiği ve

planlamanın yerini yapısal uyum ve sektörel uyum kredileri yükümlülüklerinin aldığı

bir gerçektir (Soyak, 2004). “24 Ocak 1980 istikrar tedbirleri, daha sonra gerçekleşen

12 Eylül askeri darbesinden de güç alarak, ekonominin kısa süreli istikrarını

sağlamanın ötesinde, uzun dönemli birikim rejimini değiştirme ve yapısal uyumu

başlatma misyonunu yüklenmiştir” (Soyak, 2004:130). Bu eğilim, DB ve IMF gibi

uluslararası örgütlerin gelişmelerinde özellikle 1968-1980 döneminde ortaya

çıkmıştır. Bu eğilimler “IBRD’nin hızla uluslarüstü bir planlama örgütüne

dönüşmekte olduğunun kanıtları” sayılabilir (Türel, 1981:645). Bu doğrultuda,

toplumcu-plancılık 24 Ocak Kararlarını temsil eden uluslararası kredi kuruluşlarının

kredi şartlarını anti-plancılık olarak irdelemiş ve direnç göstermiştir.

Toplumcu-plancılığa göre ekonomide dışa bağımlılığın mutlak olarak azaltılması

ana hedeflerdendir. Bu doğrultuda, planlamada temel finansman yolu olarak iç

tasarruflar seçilmektedir (Kuruç, Mayıs 2010). Döviz darboğazında “1978-1979

ekonomi yönetimi dış alemden, özellikle IMF ve DB’den gelen kaynak tahsisi

öncelikleri, kur rejimi ve reel kur ile ilgili tenkidlere ciddi direnç göstermiş, politika

özerkliğini korumaya çalışmıştır… Ödemeler dengesini ve iç piyasadaki istikrarı

koruyamadığımız için standart, daraltıcı reçetenize katlanabiliriz, ama

uygulayacağınız kur rejimini seçmek ve kaynak tahsisi önceliklerini belirlemek

bizim işimizdir” şeklinde yanıt verilmiştir (Türel, 2010).

Yukarıda ele alınan özellikleri ile toplumcu-plancılık ile uyarlamacı-plancılık iki

siyasal dünya görüşünün çatışmasıdır. Sıklıkla ifade edildiği gibi, DPT’nin

Page 284: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

268

bürokratlarının “nesnel gerçeklik” arayışları ile siyasal alanın aklının karşıtlığı161

olarak görebilmek zordur. Toplumcu-plancılık “bürokratların muhalefeti” olarak

değil, aksine siyasal iktidarın desteği ile varolduğu bir dönemde; sınıfsal çatışma

sonucunda uyarlama-plancılığı tarafından ring dışına atılmıştır. Keynesyen

ekonomide sosyal refah devleti uygulamalarına özgü bölüşümcü bir hedefle yola

çıkan 1960’lar planlama yaklaşımının devamı niteliğindedir. Uyarlamacı-plancılık

ise yeni sağ ideolojiye açılmaktadır.

b) DPT’nin Yapısal Uyarlama Karargahı Olarak Kurgulanması

Toplumcu-plancılıkta planlamanın ve örgütünün yapı ve işlevi, 1960’lardaki

kuruluş özelliklerine dayanır. Bu nedenle, 1978-1980 yılları arasında DPT’nin ve

planlamanın siyasal-yönetsel ve toplumsal konumunun yeniden kuruluş seviyesine

yükseltilmesi çabası dışında hemen hemen hiç bir kurumsal değişikliğe

gidilmemiştir.162

DPT’nin yapı-işlev ve personel açısından tümüyle yeniden yapılandırılması,

yapısal uyarlama süreci ile başlamıştır. Bu süreçte, 1980-1982 dönemi Askeri Rejim

dönemi altında geçiş dönemi özellikleri göstermiş, 1982 ile 1991 yılları arasında ise

161 Şu kaynaklarda, planlamanın siyasal bir süreç olduğu vurgulansa da, çatışma, planlama bürokrasisi

ile siyasal iktidarın çatışması olarak ele alınmaktadır: Akçay, 2007; Sezen, Mayıs 1999.

162 Özellikle 1970’li yılların başında DPT’ye kuruluş günlerindeki ayrıcalıklı konum ve işlevini

kazandırmak üzere yeniden yapılandırma sürecine girilmiştir. Muhtıra sonrası iktidara gelen Nihat

Erim, 1967’de kabul edilen 933 sayılı Kanun ile DPT’ye bağlanan “Yatırımları ve İhracatı

Geliştirme ve Teşvik Bürosu”nu Dış Ekonomik İlişkiler Bakanlığı’na bağlamış; gündemin en

önemli başlıklarından olan toprak reformunun yeniden DPT eliyle ele alınması için Kalkınmada

Öncelikli Yöreler Dairesi Başkanlığı’nı kurmuştur (Sezen, Mayıs 2009:97-98).

Bunun haricinde 1970’li yıllarda gündeme gelen ancak uygulamaya geçirilmeyen bir girişimden

daha bahsedilebilir. 1975 yılında MC Hükümeti iktidarında Başbakanlık tarafından hazırlanan

“Yeni Bakanlık Örgütlenmesi” hakkında Gizli Rapor’a göre, Bakanlık sayısı yediye indirilmektedir.

Yedi bakanlıktan biri olan “Ulusal Kaynakları Derleme ve Değerlendirme” Bakanlığı’na, Yüksek

Denetleme Kurulu, İdareyi Geliştirme Dairesi, Devlet Planlama ve İstatistik Dairesi ile Devlet

Personel Dairesi bağlanacaktır (Milliyet, 17 Kasım 1975). Bu modele göre, DPT’nin Bakanlığa

bağlı, kaynakların istatistiki verilerini derleyen ve değerlendirilmesine katkı koyan bir daire

başkanlığı olarak yapılandırılması öngörülmektedir.

Page 285: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

269

yeniden kurumsallaşma çabaları ile geçmiştir. 1991-1993 yeni dönemin habercisi

ipuçlarını taşıyan yine bir ara dönemdir. 1993 sonrası ise DPT ve planlamanın

yeniden uyarlama döneminin başlangıcı olacaktır. Çalışmada geçiş dönemi

özelliklerinin açıklanmasına odaklanılacak; yeni kurumsallaşma dönemi için kaynak

yönlendirmeleri ile yetinilecektir.

Yeniden uyarlama sürecine hazırlık, DPT personel kadrosunda alışık olunmayan

ani ve büyük çaplı tasfiye ve kadrolaşma ile başlamıştır. 1960’lı yıllarda 47 uzman

yardımcısı toplam 89 personele sahip DPT’de; Ocak 1980 operasyonu ile 255 uzman

tasfiye edilmiş, 183 yeni uzman yardımcısı işe alınmıştır (Arslan, 1998:109). 1981

yılına gelindiğinde DPT’de 330 personel görev yapmaktadır (Arslan, 1998:107). Bu

durum, seçici bir sınav sonucunda istihdam edilen nitelikli uzmanlarla çalışmaya

alışılmış planlama sürecinde baştan bir dönüşüm sayılabilir. Daha da önemlisi,

DPT’nin siyasal kadroların paralelinde nöbet değişimi anlayışına evrilmesi,

siyasallaşma sürecidir.

Yeni birikim rejimi ve gelişme stratejisi, 25 Ocak 1980 tarihli RG’de yayınlanan

temel düzenlemeler ile kurulmuştur. Dış ticarette serbestleşme ve ekonomik

gelişmede piyasa mekanizmasının öncülüğüne dayanan yeni dönemin temel politika

bileşenleri, ihracatın ve yabancı sermayenin teşviğidir. Temel politika bileşenlerinin

hayata geçirilmesi, planlamanın yapı ve işlevinin de yeniden uyarlanmasını

gerektirmektedir.

24 Ocak 1980 tarihli BK’de yabancı sermayenin teşvik edilmesinin düzenlenmesi

“Yabancı Sermaye Çerçeve Kararnamesi” ile yapılmaktadır (BK Karar No:8/168).

Kararname ile “6224 sayılı Yabancı Sermayeyi Teşvik Kanunu’nun birinci

maddesinde belirtilen yatırım yapacak teşebbüsün; memleketin iktisadi kalkınmasına

yararlı olması, Türk özel sektörüne açık bulunan bir faaliyet sahasında çalışması,

tekel veya özel imtiyaz ifade etmemesi şartıyla, Türkiye’ye gelecek yabancı

sermayenin” tâbi olacağı hükümleri içermektedir. Aynı gün BK’de alınan Petrol

Arama Kararı (BK Karar No:8/178) ile “Türkiye’nin petrol ihtiyacının süratle

karşılanabilmesi maksadıyla petrol aramalarında yerli ve yabancı her türlü imkanın

seferber edilmesi milli bir politika olarak tespit edilmiştir.” Diğer temel politika

bileşeni ise ihracatı teşviktir. “İhracatı Teşvik Kararı” (BK Karar No: 8/182) ile

Page 286: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

270

“ihracat ve ihracat sayılan satış ve teslimlerin teşviki, yönlendirilmesi ve

geliştirilmesi” amaçlanmakta ve ihracat teşvikleri düzenlenmektedir. BK, kamu

iktisadi teşekküllerinin faaliyet alanını daraltmış, verilen bir takım yetki ve

görevlerini iptal etmiş ve temel mal ve hizmetler dışındaki faaliyetlerinde fiyat

belirlemekte serbest bırakılmıştır (BK Karar No: 8/180). 24 Ocak Kararları ile Fiyat

Saptama-Kontrol-Koordinasyon Komitesi de kaldırılmıştır (BK Karar No:8/173),

vb.163

Yeni birikim rejimi ile ekonomi politikasının merkezine oturan söz konusu

işlevlere ilişkin ilk kurumsal düzenlemeler de aynı gün yapılmıştır. Bu kapsamda,

Ticaret Bakanlığı’na bağlı “Yabancı Sermaye Şubesi” Başbakanlığa bağlanmıştır.

“Hizmetin daha rasyonel bir şekilde yürütülmesi ve işlemlere çabukluk

kazandırılması amacıyla” yapılan idari bağlılık değişikliği “çeşitli Bakanlık ve

kuruluşlara dağıtılmış bulunan görev ve yetkileri” Başbakanlık altında toplamaktadır

(RG:25.01.1980/16880). Diğer bir idari bağlılık değişikliği de Ticaret ve Sanayi ve

Teknoloji Bakanlığına bağlı “Teşvik ve Uygulama Genel Müdürlüğü”nün “teşvik

tedbirlerini bir merkezden yürütmek, gerekli koordinasyonu ve çabukluğu sağlamak

amacıyla” Başbakanlığa bağlanmasıdır. Adı geçen Bakanlıklar arasında paylaşılmış

bulunan görev ve yetkiler yeniden kurulması öngörülen Teşvik ve Uygulama

Dairesi’ne bağlanmaktadır (RG:25.01.1980/16880).

Görüldüğü gibi, yeni ekonomi politikasının temel işlevlerine ait görev ve yetkiler,

idari bağlılıktaki değişikliklerle Başbakanlık’ta toplanmaktadır. Bu doğrultuda,

Başbakanlık’ın ekonomi ile ilgili yürütme içerisinde dağılmış tüm görev ve yetkilerin

merkezileştirilmesi ile “yapısal uyarlama sürecinin karargahı” olarak yapılandırıldığı

açıktır.164

Dikkat çekici nokta ise, Başbakan’ın DPT Müsteşar Vekilliğini de

163 24 Ocak Kararlarının tümü için RG: 25.01.1980/16880 (1.Mükerrer).

164 Başbakanlık’ın bu dönemde çeşitli bütçe dışı fonlar vasıtasıyla mali açıdan da güçlendirildiğine

Buğra tarafından dikkat çekilmektedir (Buğra, 2010:209-210).

Page 287: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

271

yürütmesi ve merkezileştirilen görev ve yetkilerin DPT eliyle kullanılıyor

olmasıdır.165

Yapısal uyarlama sürecinde ekonomi politikasının bileşenlerine ait görev ve

yetkilerin, Bakanlıklardan kopartılarak DPT’de toplanması, DPT’nin “yürütmenin

içerisine çekilmesi”dir (Sezen, Mayıs 1999). DPT’nin, Bakanlıkların hizmet

alanlarına ait görev ve yetkilerle donatılarak, işlevsel olarak kamu politikası

sürecinde planlama sürecinden yürütme sürecine doğru kaydırıldığı doğrudur. Bu

doğrultuda, DPT’nin “danışma / müşavir” kurum niteliği yok edilmiştir. Ne var ki,

bu durum DPT’nin yönetsel yapı içerisindeki tüm imtiyaz ve üstünlüklerinin

törpülendiği anlamına gelmemelidir. Aksine, yürütmeye ait bir takım işlevler DPT’ye

bağlanarak, işlevlerin (hizmet alanlarının) önem ve önceliği artırılmıştır.

DPT açısından yürütmenin görev ve yetkilerine sahip olmak, yapısal ve işlevsel

açıdan önemli bir değişiklik dönemi demektir. Öncelikle, yürütmenin işlevlerinin

DPT’de toplanması ile DPT’nin görev önceliği ihracatı ve yabancı sermayeyi teşvik

alanına kaymıştır. Örneğin, DPT’den 1980 yılının ilk 4 ayında yayınlanan tebliğlerin

tümü “Teşvik ve Uygulama Dairesi”nden iletilmiştir. Öte yandan, DPT yürütmenin

işlevlerini üstlenerek, piyasanın doğrudan düzenlenmesi etkinliğinin içerisine

çekilmiş; hem siyasal alandan hem piyasalardan bağışıklık niteliğini kaybetmiştir.

Teşvik politikasının işlevsel ve yapısal olarak öne geçmesi yalnızca kurumsal bir

değişiklik baskısı yaratmamış, planlama yaklaşımını da değiştirmiştir. Teşvik

politikası, ihracata dönük tüm özel sektör yatırımlarının projelendirilerek

desteklenmesine dayanmaktadır. Bu anlamda, DBYKP askıya alınmışken; yeni

dönemde ekonomi yalnızca projeler demeti ile yönlendirilir hale gelmiş, bütünlükten

uzaklaştırılmıştır. DPT de bu temelde proje enstitüsüne dönüştürülmüştür. 1980

sonrası yapısal uyarlama kredilerinin ekonomiyi yönlendirmede artan etkisi ile

165 Bu dönemde her ne kadar yetkilerin birçoğu DPT’ye bağlanmış olsa da 1983 yılında Hazine ve Dış

Ticaret Müsteşarlığı gibi yeni dönemin gözde kurumlarının ortaya çıkması (13.12.1983 tarihli ve

188 sayılı KHK) ile DPT tek kalmayacaktır (Sezen, Mayıs 1999:86).

Page 288: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

272

DPT’nin uluslararası kredi örgütlerinin “ulusal ajansı” ve planlamanın da “proje

plancılığı”na dönüşümü hızlanmıştır.166

Merkez Teşkilat yürütmenin içerisinde çekilirken, YPK’nin siyasal – yönetsel

konumu, YPK’nin görev alanından çalarak kurulan iki Yüksek Kurul ile

törpülenmiştir: Koordinasyon Kurulu ve Para ve Kredi Kurulu. İki Kurul’un

sekreterliği de DPT Genel Sekreteri tarafından yerine getirilecektir.

Koordinasyon Kurulu’nun amacı aşağıdaki şekilde tanımlanmıştır

(RG:25.01.2012/16880, 1.Mükerrer):

“Beş Yıllık Plan ve Yıllık Programların tatbiki ile ilgili olarak memleketin ekonomik

hayatına taallâk edip, birden fazla bakanlığı ilgilendiren konularda üst seviyede

koordinasyonu sağlamak; ithalat ve ihracat rejimlerinin ve kotaların düzenlenmesi ile

ilgili esasları tesbit etmek; dış ekonomik ilişkilerde koordinasyonu temin etmek;

önemli proje ve programların koordinasyon ihtiyacını sağlamak ve gerektiğinde

Yüksek Plânlama Kurulu'na tavsiyelerde bulunmak”

Koordinasyon Kurulu’nun üyeleri şu şekilde belirlenmiştir:

“Başbakanlık Müsteşarı'nın Başkanlığında; Devlet Plânlama Teşkilâtı Müsteşarı,

Maliye Bakanlığı Müsteşarı, Ticaret Bakanlığı Müsteşarı, Sanayi ve Teknoloji

Bakanlığı Müsteşarı, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı Müsteşarı, Devlet

Plânlama Teşkilâtı İktisadi Planlama Dairesi Başkanı, Devlet Plânlama Teşkilâtı

Koordinasyon Dairesi Başkanı, Maliye Bakanlığı Hazine Genel Müdür ve

166 Proje plancılığı, Anamuhalefet Partisi Başkanı Süleyman Demirel’in planlama yaklaşımına

paralellik gösterir. Demirel konuşmasında planlamanın stratejisine dair neredeyse hiç görüş

belirtmemekle beraber, Plan’da yer alması gereken projelerin listesini teker teker saymaktadır.

Kendi Hükümetlerinin iktidarında başlatılan baraj, hidroelektrik santralleri ve otomotiv ve makine

sanayi tesislerine dair yüzlerce projenin Plan’da yer almamasından şikayet etmektedir (MM,

22.11.1978; ZC D.5 C.7 B.8 s.283). Meclis görüşmelerindeki konuşmadan anlaşılan II. MC

Hükümeti’nin Demirel – Erbakan işbirliğinde başlatılan ağır sanayi hamlesi projelerinin alt alta

dizilmesi Anamuhalefet Partisi başkanı Demirel için Plan olarak tatmin edici olacaktır. Söz konusu

planlama yaklaşımı stratejiden yoksun, projeler demetinin bir araya getirilmesidir. Planlamada

bütünlükten yoksun projeler demeti görüntüsüne 1990’lar ile beş yıllık kalkınma planlarında

rastlanacaktır. Özellikle YBYKP ile sektörel planlama rafa kaldırılacak, planlamanın bütünlüğünün

uluslararası alanda egemen devletlerin kalkınma raporlarında bulmak mümkün olacaktır. YBYKP

ile sektörel planlama da kalkmış, projeci plancılık planlama sürecine yansımıştır (Güler,

2005a:172).

Page 289: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

273

Milletlerarası İktisadi İşbirliği Teşkilâtı Genel Sekreteri, Türkiye Cumhuriyet

Merkez Bankası Başkanı, Dışişleri Bakanlığı Genel Sekreter Ekonomik İşler

Yardımcısı, Ticaret Bakanlığı Dışticaret Genel Sekreteri (kotalarla ilgili

görüşmelerin yapıldığı oturumlara Türkiye Ticaret ve Sanayi Odaları, Ticaret

Odaları, Sanayi Odaları Ticaret ve Borsaları Birliği Genel Sekreterleri de katılır.)”

Para ve Kredi Kurulu’nun görevi ise, “[p]ara ve kredi politikasının

uygulanmasında koordinasyonu sağlamak, kredilerin plan ve program ilkelerine

uygun olarak dağılımının ve finansman güçlüklerinin giderilmesini temin etmek,

destekleme fiyatlan konusunda tavsiyelerde bulunmak, ödemeler dengesindeki

gelişmeleri takip ederek gerekli tedbirleri almak”tır.

Para ve Kredi Kurulu üyeleri bürokratlardır:

“Başbakanlık Müsteşarı'nın Başkanlığında; Devlet Plânlama Teşkilatı Müsteşarı,

Maliye Bakanlığı Müsteşarı, Ticaret Bakanlığı Müsteşarı, Devlet Plânlama Teşkilatı

İktisadi Plânlama Dairesi Başkanı, Hazine ve Milletlerarası İktisadi İşbirliği Genel

Sekreteri, Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası Başkanı ve Maliye Bakanlığı

Gelirler Genel Müdürü”

“Başbakan (veya Başbakan Yardımcısı) BK’ce seçilecek üç bakan, Planlama

Müsteşarı, İktisadi Planlama Dairesi Başkanı, Sosyal Planlama Dairesi Başkanı ve

Koordinasyon Dairesi Başkanından meydana” gelen (91 sayılı Kanun,

RG:5.10.1960/10621) YPK, “iktisadi ve sosyal politika hedeflerinin tayininde

Bakanlar Kurulu’na yardımcı olmak” üzere DPT bürokratlarını Bakanlar ile eşit

temsil ve oy hakkına sahip konuma yükseltmiştir. Kurulan yeni Kurullar ile bir

taraftan YPK’nin ayrıcalıklı konumu yok edilmekte, diğer taraftan da DPT

Bürokratları “iktisadi ve sosyal politikaların tayininde” kullandıkları yetkiyi çok

sayıda bürokrat ile paylaşmaya başlamaktadır.

Görüldüğü gibi, 1980’lerin başında yaşanan yeniden yapılanma, idari bağlılık

değişiklikleri ve yeni kurullaşmalarla sınırlı kalmıştır. Diğer bir deyişle, 1980’lerin

başında DB’nin talep ettiği şekilde planlama işlevinin ve örgütünün yeniden

yapılandırması gündeme gelmemiştir. Gözle görülür en önemli değişiklik, 1980’lerin

başında DPT’nin “yeniden uyarlanma süreci”nin karargahına dönüştürülmesidir.

Page 290: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

274

Yukarıda ele alınan düzenlemeleri, 1982 yılında hızlanan örgütlenme arayışları

takip etmiştir. 1982 ve 1984 yıllarında Anayasa dahil çıkarılan bir düzine

düzenleme167

ile DPT, Bakanlık örgütlenmesi haline getirilmiştir. 1991 yılında

yapılan değişiklikler de bürokratik yapının pekiştirilmesini sağlamıştır. 1993 yılında,

511 ve 540 sayılı KHK’ler ile DPT ve planlama için yeni bir dönem açılacaktır.

24 Ocak Kararları ile DPT ve YPK dışında KİT’ler için de yeni bir dönem

başlamıştır. Yeniden uyarlama kapsamında öncelikle KİT’lerin özel sektöre devri,

özelleştirmeler gündeme gelecektir.

DBYKP “kamu girişimlerinin plan disiplini ile ilişkisi”ne odaklanmıştır. Bu

doğrultuda, DBYKP’de (Tablo 157) netlikle gösterildiği gibi özel yasalı kuruluşların

birçoğunun plan disiplini dışında olduğu görülmüştür (örneğin kamu payı %50’den

az olan 111 şirketin 95’i plan disiplini dışındadır) (DPT, 1979:311). Bu doğrultuda,

DBYKP kamu girişimlerini yeniden düzenlemeye alarak, daha etkin verimli

çalışmalarını sağlamayı amaçlamaktadır. Buna dair “sektör kuruluşu” modeli

önerilmektedir. Yatay ve dikey bütünleşmeyi sağlayacak şekilde sektör kuruluşları

kurularak, kamu girişimlerinin ortak bir yasal çerçeve içerisine sokulması

amaçlanmaktadır (DPT, 1979).

Oysa 24 Ocak Kararları ile devletin ekonomiden çekilmesi ilkesi benimsenecek

ve özelleştirmeler temel amaç haline gelecektir. Bu bağlamda BşBYKP’nda

KİT’lerin “enerji, madencilik, ulaştırma-haberleşme sektörleri ile rehabilitasyon”

sektörlerinde yoğunlaştığı öngörülmekte, ABYKP’nda özelleştirme ve

verimlilik/etkinlik ön plana çıkmakta ve YBYKP’nda da yapısal değişimle birlikte

özelleştirme hedefleri devam etmektedir. 2000 yılından sonra ise Ekonomik İstikrar

Programı ve IMF Niyet Mektupları’nda belirtilerek kredi koşulu haline getirilmiş,

özelleştirme hızlanmıştır.

1980 sonrası dönemde önce 1982 Anayasası’nda 165.maddede “[s]ermayesinin

yarısından fazlası doğrudan doğruya veya dolaylı olarak Devlete ait olan kamu

kuruluş ve ortaklıklarının Türkiye Büyük Millet Meclisince denetlenmesi esasları

167 340 sayılı Kanun, 44 sayılı KHK, 8/3967 sayılı BK Kararı, 8/4334 sayılı BK Kararı, 8/4337 sayılı

BK Kararı, 223 sayılı KHK (1984).

Page 291: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

275

kanunla düzenlenir” denilmektedir. Kamu İktisadi Teşebbüsleri adını alan kamu

girişimlerinde 1980 sonrasında yeniden genel bir düzenleme yapılmıştır.

1980 sonrası sürecin KİT öngörüsü, 233 sayılı KHK ile kurulmuştur. 233 sayılı

KHK’nın (1984) en önemli özelliği, KİT istisnalarını artırmasıdır: Atatürk Orman

Çiftliği, Ereğli Demir Çelik T.A.Ş., Türkiye İş Bankası A.Ş., Devlet Sanayi İşçi

Yatırım Bankası (DESİYAB) A.Ş., İller Bankası Genel Müdürlüğü ile il özel idare

ve belediye sermayelerinin yarıdan fazlasına tek başına veya birlikte sahip oldukları

iktisadi teşebbüsler (md.58). Bu kapsamda birçok kamu girişimi, 233 sayılı KHK

kapsamı dışında tutulmuştur. Ayrıca, 4046 sayılı Kanun ile (1994) KİT tanımına

“kamu yararı” vurgusu eklenerek, birçok teşebbüsün özelleştirilmesinin yolu

açılmıştır. Ayrıca aynı Kanun’un (4046) 37. maddesi ile özelleştirme kapsamına

alınan teşebbüslerin 233 sayılı KHK’ya tabi olmaması düzenlenmiştir. Hatta 11.

madde ile özelleştirme kapsamına alınan kuruluşlarda kamu payının %50’nin altına

düşünceye kadar TBMM ve YDK denetiminin devam etmesi, sonrasında kaldırılması

kabul edilmiştir.

Söz konusu düzenlemelerle kamu girişimlerinin yasal çerçevesi parçalı hale

gelmiş, KİT statüsünde olmasına karşın KİT’lerin yasal çerçevesinden çıkarılan

birçok teşebbüs ortaya çıkmıştır. 2010 yılında kaleme alınan Sayıştay’ın KİT Genel

Raporu’na göre,

“Anayasa’nın 165’nci maddesinde, sermayesinin yarısından fazlası doğrudan

doğruya ve dolaylı olarak Devlete ait olan kamu kuruluş ve ortaklıklarını KİT

kapsamına alınmış olmasına ve ayırım gözetilmeksizin TBMM’ce

gözetilmesinin öngörülmesine karşın, 233 sayılı KHK ve 3346 sayılı Kanunla

getirilen istisnalarla, tıpkı KİT’ler gibi kamu kaynağı kullanmak suretiyle

işletmecilik yapan bir kısım kuruluşların KİT kapsamı dışında tutularak farklı

statü ve koşullarda faaliyette bulunması, Devletin ekonomideki payının bir

bütünlük içerisinde denetlenmesi ve değerlendirilmesi imkânını

daraltmaktadır” (Sayıştay, 2010:4).

KİT’lerin 233 sayılı KHK çerçevesinde devlet teşkilatı içindeki konumu Şekil

4’de gösterilmektedir. Özellikle 1980’li yılların başında, ekonominin yönetimi

Başbakanlık’ta toplanmıştır. DPT ya da Hazine gibi rant ekonomisinin merkezi

Page 292: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

276

konumuna geçen birimlerle, Koordinasyon Kurulları da Başbakanlık altında faaliyet

göstermektedir. Bu bağlamda, KİT’lerin yönetimi ve tasfiyesini amaçlayan

özelleştirme politikaları Başbakanlık merkezli yürütülmüştür. Söz konusu yapı

içerisinde 1980’ler ve 1990’lar boyunca birçok değişiklik yapılmıştır.

1980 sonrasında Başbakanlık merkezli yürütülen KİT politikasında, kamu

teşebbüslerinin gün geçtikçe idari mekanizmaların kontrol ve denetimine girdiği;

ticari ilke ve esaslardan uzaklaştıkları görülmektedir. Bu nedenle, artık 1930’larda

başlayan devletçiliğin sonuna gelinmiş, yeni bir dönem açılmıştır. Yeni dönemde,

devletin yatırımcı ve üretimci etkinlikleri bitmeli, özel sektöre devredilmelidir. Bu

kapsamda, 1980’ler sonrasındaki KİT politikasının temeli özelleştirmedir. Bu

dönemde KİT düzenlemeleri, KİT’lerin tasfiyesini konu almaktadır. Özelleştirmeler

1990’larda hız kazanmış; 2000’li yıllarda sonuca ulaşmıştır.

Page 293: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

277

TBMM

Başbakanlık

DPT

YDK

Ekonomik İşler

Yüksek

Koordinasyon

Kurulu

Toplu Konut ve

Kamu Ortaklığı

İdaresi

Hazine ve Dış Ticaret

Müsteşarlığı

İlgili Bakanlık

Teşebbüs (KİT)

Teşekkül

(İDT)

Tekel

Kuruluş

(KİK)

Ticari

İşletme

Müesseseler

Bağlı Ortaklar

İştirakler

(1)

(2)

(4)

(1) KİT’ler, YDK’nin idari, mali ve teknik denetimine tabidir (2010 yılı itibariyle Sayıştay).

İlgili bakanlık, İDT’lerin hesaplarını ve işlemlerini teftiş, tahkik edebilir, idari ve mali

durumlarını tespit edebilir; İDT’lerin kanun ve tüzük hükümlerine göre yürütülmesini

gözetir.

(2) KİT’lerin yıllık yatırım ve finansman programları DPT’ce hazırlanır, EİYKK’ye sunulur

ve kabul edilen programlar KİT’lere gönderilir.

(3) Bilanço, netice hesapları ve faaliyet raporları KİT tarafından hazırlanarak YDK’ye

sunulur, YDK TBMM’ye gönderir. TBMM’de onaylanan raporlar RG’de yayımlanır.

(4) KİT’lerin zararları bütçeden karşılanır, finansman fazlası Hazine’ye devredilir.

(5) Teşebbüslerin tasfiye, devir, satış ve işletme hakları EİYKK’nca karara bağlanır, Toplu

Konut ve Kamu Ortaklığı Kurulu tarafından yürütülür.

*233 sayılı KHK, karar yetkisini EİYKK’ye verirken, 3291 sayılı Kanun ile (1986) yetkiler

EİYKK’den Toplu Konut ve Kamu Ortaklığı Kurulu’na verilmiş; ardından 28.12.1987 tarih

ve 304 sayılı KHK ile iki Kurul da kaldırılarak YPK Koordinasyon Kurulu olarak

tanımlanmıştır.

(3)

(5)

ŞEKİL 4 DEVLET TEŞKİLATI İÇİNDE KAMU İKTİSADİ

TEŞEBBÜSLERİ (233 SAYILI KANUN)

Page 294: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

278

D. DEĞERLENDİRME

Türkiye’de 1970’li yıllar, planlama politikası açısından hem ideolojik hem siyasal

düzlemde zengin bir dönemdir. MC Hükümetlerinin piyasanın öncülüğünde projeci-

plancılığı yaklaşımı ile CHP’nin bu dönemde geliştirdiği toplumcu-plancılık

yaklaşımı; ardından toplumcu-plancılık ile uyarlamacı-plancılık çatışması zihinsel

pratik açısından besleyicidir. Çözümlemede ele alınmayan bir diğer planlama

yaklaşımı da 1977 sonunda 1978 – 1982 yıllarını kapsayan, DPT’nin bazı uzmanların

da katıldığı (Oktay Varlıer, Mete Törüner, vb.) Türkiye İşçi Partisi (TİP) tarafından

hazırlanan “Demokratikleşme için Plan”dır (Çavdar, 2007:35).168

Her biri yapısal bir

dönüşümü amaç edinen planlama politikalarının derinlemesine çözümlemesi

Türkiye’nin geleceğine dair tasarımları ortaya çıkarmaktadır. Bu nedenle, 1970’lerin

sonu planlama siyasetinde olduğu kadar planlama ideolojisinde de akademik

çözümlemeye bol malzeme üreten bir özelliğe sahiptir.

1978-1980 yıllarında yaşanan siyasal çatışma, Türkiye’nin geleceğinin yapısal

uyarlanma sürecinin olmazsa olmaz denetimine tabi olmadığını ortaya koymaktadır.

Diğer bir deyişle, yeni sağın akıllara kazıdığı gibi Türkiye bu dönemde

“alternatifsiz” değildir. Aksine, yukarıda anılan ideolojik ve siyasal çatışmanın

tarafları Türkiye’nin geleceğine dair uzun dönemli strateji ve taktik belirleme

yetisine sahip olduğunu göstermektedir.

Alternatifsizlik söylemi ile neoliberal ideolojinin tek yol olduğu ve aslında diğer

tüm alternatiflere yönelik girişimlerin ve harcanan zamanın “kayıp” olacağı

zihinlere yerleştirilmektedir (Bkz. Kayıp yıllar mı direnç yılları mı?). Oysa 1978-

1980 döneminde üretilen tüm gelecek tasarımları Türkiye’nin toplumsal ve

ekonomik yapısının ürünüdür ve aynı derecede değerlidir. Değerlidir, çünkü her biri

Krize ve gereken yapısal dönüşüme dair bir sınıfsal reflekstir.

Süreçten galip çıkan sınıfsal proje, 1980 sonrasında yerleşen uyarlamacı-

planlama ve üzerinde yükseldiği birikim rejimi, uluslararası sermayenin mali

168 Günal Kansu, Algan Hacaloğlu ile Yalçın Küçük’ün de TİP Planı’nı hazırlayan grupta yer aldığını,

bu nedenle DPT’de kıyamet koptuğunu aktarmaktadır (Kansu Haziran 2004).

Page 295: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

279

yükümlülükler karşısında elde ettiği tavizlerin baskısı ve yerli büyük sermayenin

işbirliği ile gelmiştir.

Yapısal-uyarlamacı siyasetle hızlanan planlamanın yeniden üretilmesi süreci,

planlama politikasının yeniden yapılandırılmasını amaçlamasına karşın planlamanın

tasfiyesi olarak algılanmış ya da yansıtılmıştır. Özellikle, DBYKP’ye karşı eleştiriler,

“Batı ve ilişkili çevrelerin istikrarı bir çeşit ‘anti-plan’ platformu üzerine kurma

niyeti” üzerine oturmuştur (Kuruç, Mayıs 2010). Uyarlamacı-planlamanın, anti-

plancılık olarak algılanmasına, 1980 sonrasında planlamanın ve DPT’nin siyasal-

yönetsel ve toplumsal konum ve işlevindeki bilinçli yıpratma çabası delil sayılabilir.

Fakat planlama politikasının yeniden uyarlanma süreci burada tamamlanmamıştır;

1982 sonrasında planlama ve yönetimi, DB isteklerinden tamamen uzaklaşarak

Bakanlık örgütlenmesi şeklinde (DB’ce katı, bürokratik olarak nitelenen) yeniden

yapılandırılacaktır.

Uyarlamacı-planlamanın kuruluşunda belirleyici olan uluslararası sermaye,

planlamanın karar merciinin uluslararası alana yükseltilmesini sağlamıştır. Yeni

dönemde yapısal uyarlama kredileri ile planlama politikası, uluslararası alanın

belirlediği stratejiler içerisinde ulusal projelerin koordinasyonu mekanizmasına

evrilecektir.

Uyarlamacılığın saf dışı bıraktığı toplumcu-plancılık ise işçi sınıfının sahiplenir

gözüktüğü bir siyasal proje (olabilecek) iken, dönemin DPT Sosyal Planlama Dairesi

Başkanı’nın belirttiği gibi “1978-1979’da Türkiye’nin yurtsever, emekten yana ve

demokrat siyaset adamları ile onların vizyonunu paylaşan teknik kadroların hem

uzun vadeli strateji belirlemekte, hem de bu stratejiyi yaşatacak taktikleri

tasarlamakta yetersiz kaldıkları aşikârdır.” (Türel, 2010:439). Strateji ve taktiğin

ötesinde, ekonominin umut verici bir devreye sokulamamasıyla paralel olarak kısa

zamanda toplumsal dayanaklarından mahrum kalmıştır. Toplumsal tabanından

uzaklaşan siyasal projelerin de uzun ömürlü olamayacağı göz ardı edilmemelidir.

CHP, sendikal ve toplumsal desteğinden yoksun kaldığı andan itibaren, DBYKP’yi

da kaybetmiştir. Uluslararası ve yerli sermayenin karşısında mevzisini koruyamayan

bir iktidarın planının toplumsal ve ekonomik alanı şekillendirmesi beklenemez.

Page 296: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

280

1978-1980 arasında DBYKP üzerinden yaşanan siyasal çatışma kapitalizmde

planlama politikasının siyasal-yönetsel sınırlılıklarına dair de önemli ipuçları

vermektedir. İşçi sınıfının sahiplenir gözüktüğü ya da sahiplenebileceği bir siyasal

proje olarak CHP’nin DBYKP’yi bir kez daha sermaye-devlet tartışmalarında kamu

girişimciliğinin sınırı üzerinden rejim tehdidi olarak algılanmıştır.

Dönem içerisinde, karma ekonomi olarak kavramsallaştırılan ancak bilimsellikten

uzak “kamu ve özel sektörün yan yana yer aldığı” ekonomik sistem olarak

tanımlanan ekonomik yapı, sermaye – devlet arasındaki çatışmanın ana hattını

oluşturmaktadır.169

Bu tanımlarda anılmayan temel unsur, karma ekonominin

kapitalist ekonomik sistemin dışında olmadığıdır. Karma ekonomi, kamu ile özel

sektörün bir arada bulunduğu ekonomik yapıdır, ancak kamu ve özel sektörün rolleri

ve davranışları farklılaşmıştır. Kamu, sosyal sabit sermaye yatırımları ile özel

sektörün kalkınmasını hızlandırmak, özel sektöre yönetici ve uzman yetiştirmek ve

eğitmek, özel sektöre dolaylı ya da dolaysız faydalar sağlayan cari harcamalar

yapmakla görevlendirilmiştir (Kılıçbay, 1971:78-81). Yatırımlarda da yüksek

sermayeli, az kar getiren ve riski yüksek yatırımlar kamu girişimleri olarak

kurulmaktadır. Özel sektör ise en yüksek kar getiren sektörlerde kamu teşviği,

desteği ve güvencesi ile çalışmaktadır. Sonuçta, yatırım riski ve maliyetinin devlet

aracılığı ile toplumsallaştırıldığı sermayenin özel sektörde merkezileştiği ve

yoğunlaştığı bir sistem kurulmaktadır.

Türkiye’de karma ekonomi içinde kalarak -sosyal demokrat idelojiye yaslansın

ya da yaslanmasın-, kamu girişimciliğinin geçiciliğine karşı ya da girişimciliğin

169 Liberal ideolojinin karma ekonomi tanımı şöyledir: “azgelişmiş ülkelerde sosyo-politik koşullar

dengede değildir. Devamlı hareketlilik gösteren bir ortamda müteşebbis kısa vadede yüksek kar

getiren, riski az tüketim faaliyeti seçecektir. Bu ise, ekonomik gelişmenin olabileceğinden çok daha

yavaş olmasını doğurabileceği gibi, yatırımların toplum yararının gerektirdiği önceliklere ters düşen

yönlerde ve hacimde olmasını doğuracaktır. Kısaca, piyasa ekonomisi sisteminin özü olan

“görünmeyen el” acz içindedir. Görünmeyen el’in bu aczi nedeniyledir ki mekanizmaya yeni bir

undur ilavesi gerekli görülmüştür. Bu unsur “görünen el” yani siyasi iktidarca seçilen “planlama

tercihi”dir. Türkiye’nin iktisadi sistemi bu iki tercihin yan yana yer aldığı sistemdir. Bu iki tercihin

birbirini etkilediği sistemi ise karma ekonomi sistem olarak tanımlayabiliriz.”

(http://www.urunlu.com/BelgeOku2.aspx?ykod=64)

Page 297: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

281

sınırlarını genişletici her müdahale, rejim tehditi olarak muamele görmüştür.

DBYKP’nin sosyalist bir proje olmadığı aşikarken, söz konusu tehdit algısı ile

sermayenin siyasal ve ekonomik zora en şiddetli şekilde başvurmasına temel

hazırlanmıştır. 24 Ocak Kararları ile ekonomide rota belirlenmişken, yetinilmemiş

dokuz ay sonra Askeri Darbe ile toplumsal alanda sıkıyönetim tedbirleri ile “yeni

düzen”in kuruluşu sağlanmıştır. Bu bağlamda, 1978-1980 dönemi, kapitalizm

içerisinde toplumcu-plancılığın doğal sınırlarına dair önemli ipuçları ile doludur.

1978-1980 dönemi, yönetim sürecinde planlama yönetimi ve örgütlenmesine dair

de öğreticidir. 1978’den 1980’e planlamada köklü bir kopuş yaşanırken, planlama

örgütünde biçimsel bir dönüşümden söz edilememektedir. Aynı yapı, yeni bir birikim

rejiminde sürekliliğini korumuştur. Ancak, DPT siyasallaşma (personel politikası),

prestij kaybı (personel niteliği ve DPT’nin ayrıcalıklı konumunun yıpratılması),

plansızlığın yüceltilmesi (ekonomik program) gibi siyasal müdahalelerle kuruluş

amacından uzaklaştırılmış ve bürokratik mekanizma içerisinde çekilmiştir.

DPT’deki dönüşümün niteliği, 1980 sonrası ekonomi gündeminden takip

edilebilmektedir. 1980 sonrası DPT, piyasaya yukardan dikte etmemekte, piyasa

ilişkileri içerisinde hizmet sunmakta ve artık siyasetin karşısına dikilecek güç ve

konuma sahip olmakla suçlanmayacaktır. Aynı dönemde, devlet işletmeciliğinin

örgütlenmesinde ise radikal bir dönüşle, özelleştirme dönemine girilmiştir. 1980’lerle

birlikte kamu işletmelerinin özel sektöre devri için hazırlıklar yapılmış, süreç 2000’li

yıllarda sonuca yaklaşmıştır.

V. “GOOD BYE DPT!”:170

STRATEJİK PLANLAMANIN DOĞUŞU

MU?

2011 yılında DPT’nin kapatılarak Kalkınma Bakanlığı’na dönüştürülmesi

toplumsal–siyasal alanda sessizlikle karşılanmıştır. Yukarıda incelenen, neredeyse

170 Başlık, Wolfgang Becker’in 2003 tarihli “Good Bye Lenin!” filmine atıfta bulunmaktadır. Filmde,

Doğu Almanya’da 1990 yılında Sovyet yanlısı iktidarın yıkılması, Lenin’in heykelinin kaldırılması

ile sembolize edilmiştir. 2011 yılında DPT’nin kapatılması da yazarda aynı izlenimi

uyandırmaktadır.

Page 298: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

282

Cumhuriyetle yaşıt planlama deneyimine yaslanan yaklaşık 40 yıllık bir kurumun

kapatılmasının dirençle karşılanması beklenebilir. Oysa tepkisizlik, bir önceki devrin

fiili kapanışının, 1980’lerin başında gerçekleşmiş olması ve DPT’nin kapatılmasının

yalnızca sembolik sayılması açısından mantıklıdır. Başlıkta atıfta bulunulduğu gibi,

hali hazırda maddi ve ideolojik temellerini kaybetmiş bir heykelin yıkılışına dair

söylenebilecek fazla söz yoktur.

Bu bölümde inceleyeceğimiz 1980 sonrası dönem, söz konusu sembolik yıkılışa

kadar geçen sürede planlama politikasının maddi ve ideolojik temellerini yitirmesiyle

tedricen tükenişinin öyküsüdür. Devletçiliğin ve müdahaleci devletin tasfiyesini

temel alan 1980 sonrası neoliberal ideoloji ve yapısal uyarlama reformları sonrasında

devletçiliğin yönetsel biçimi olarak planlama politikası temelsiz kalmıştır. Tasfiye

sürecinde askıda kalan planlama süreci ve örgütü, yeni birikim rejiminin şekillenmesi

ile tasfiye edilmiş ve yeni arayışlar gündeme taşınmıştır.

Eş zamanlı olarak bu süreç, planlama politikasının yerine geçmek üzere yakın

zamanda belirginleşen yeni yönelimin öyküsünü de içerisinde barındırmaktadır,

ancak kanımızca yeni yönelim eskisiyle sürekliliklerinden çok kopuş özellikleri

içermektedir. 1980 sonrası yönetimin planlama işlevi, stratejik planlama biçimini

almıştır. Doğuş ve gelişme nedensellikleri planlama politikasından ayrılan stratejik

planlamanın tarihsel-toplumsal incelemesi tez çalışmasının boyutlarını hayli aşan ve

yeni bir çalışmanın konusu olabilecek genişliktedir. Bu bağlamda, önceki dönemin

planlama politikası ile stratejik planlama arasındaki kırılma noktalarına işaret

edilmekle yetinilmiştir. Bu nedenle, tez çalışması stratejik planlama üzerine çalışma

yapmak isteyen araştırmacılara yalnızca yol gösterici olabilir. Buna karşın, maddi ve

ideolojik temelde ortaya çıkan kopuşun soyutlanmasıyla elde edilen yeni bir

kategorinin önerilmesinden de geri durulmayacaktır: 1980 sonrası dönüşüm planlama

politikasından politika planlamasına geçiş olarak tanımlanabilir mi? Küreselleşme–

finansallaşmaya dayanan yeni birikim rejiminde devlet müdahalesinin yatırım ve

üretimden çekilerek düzenleyici faaliyetlere doğru kaydığı önermesi ışığında anlam

kazanan bu soru, önermesi ile birlikte elbette tartışmaya açıktır.

Tartışmaya açık olmakla beraber, amaçlanan dönüşümün kopuş özelliğini

göstermek üzere kategorizasyona başvurmak; 1980’lerde yaşanan birikim

Page 299: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

283

rejimindeki bir kırılmanın, düzenleme tarzında171

bir kırılmayı tetiklediğini ve yeni

düzenleme tarzının nasıl kurulduğunu göstermesi açısından önemlidir.

A. KLASİK PLANLAMA YAKLAŞIMININ MADDİ VE İDEOLOJİK

TEMELLERİNİN TÜKENİŞİ: DEVLETÇİLİĞİN TASFİYESİ

1970’lerin sonu itibariyle, yoğun birikim rejiminin sınırlarına ulaşıldığı ve

birikim rejiminde niteliksel değişikliklerin sürmekte olduğu görülmektedir. Kriz

koşullarında, değersizleşme riski karşısında sermaye bir taraftan ulusal sınırları

zorlayarak uluslararası dolaşım hacmini artırmakta, diğer taraftan sabit sermaye

yatırımlarındaki tıkanıklık nedeniyle para sermaye alanına kaymaktadır (Akçay,

2007: 33-37). Bu doğrultuda, 1980’lerin başında kurulan birikim rejiminin

sürdürülebilmesi, sermayenin küreselleşme ve finansallaşma dalgasını kısıtlayıcı tüm

ögelerinin ortadan kaldırılmasını gerektirmektedir.

1980 öncesi dönemin kurumlarının tasfiyesine işaret eden erken dönemin

kavramsal seti ve yaygınlaştırılma koşulları 1979 DB Kalkınma Raporu’na adını

veren “Yapısal Uyum Programı” (Structural Adjustment Program-SAP) ile

oluşturulmuştur. Program kapsamında verilen Yapısal Uyum Kredileri (Structural

Adjustment Loan-SAL) ile azgelişmiş ülkelerin yeni birikim rejimi doğrultusunda

toplumsal ve ekonomik yapısını yeniden yapılandırması DB tarafından finanse

edilmektedir. Küreselleşme ve finansallaşma dinamikleriyle merkez kapitalizme

bağımlılığı artan pazarlarda, yabancı sermayenin etkisi ile birlikte temsilcisi

uluslararası kuruluşların yaptırım gücü de artmaktadır. Tersinden okursak, IMF mali

destek anlaşmaları, DB kredi anlaşmaları, DTÖ anlaşmaları, AB-Gümrük Birliği

Anlaşmaları gibi uluslararası alandan gelen kısıtlılıklarla, devletin müdahale alanı ve

politika uzayı daralmaktadır (Türel, 2008). Bu çerçevede, başta SAL’lar olmak üzere

kısıtlılıklar çerçevesinde ihracata yönelik büyüme temelinde ticari–mali serbestleşme

ve piyasanın etkinliğinin sağlanması gibi ortak program bileşenleri tüm azgelişmiş

171 Söz konusu birikim rejimi ve düzenleme tarzı ara kategorilerinin ilişkisi

düzenleme teorisyenlerinin soruları kapsamında ancak genel bir düzlemde ele

alınmaktadır.

Page 300: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

284

ülkelerde hayata geçirilmiştir (www.whirledbank.org). Söz konusu bileşenler,

IMF’nin bu dönemde hayata geçirdiği Birinci Kuşak Yapısal Reformlar tarafından da

paylaşılmaktadır. 1980’lerin ilk yılları SAL’lar altında devletin yatırım

faaliyetlerinden çekilmesi, KİT’lerin özelleştirilmesi ve kalkınmanın yerelleştirilmesi

yıllarıdır. Diğer taraftan, SAL’ların temel bileşenlerinden olan ihracata dönük

ekonomik yapı, sermaye hareketlerinin genişlemesi amacıyla uluslararası piyasaların

bütünleşmesini, karşılıklı bağımlılığın kurulmasını hedeflemektedir (World Bank,

1978).

1980’lerle başlayan bu süreç, devletçiliğin tasfiye edilmesi ile devletin

küçültülmesine odaklanmıştır. SAL’ların bileşenlerini oluşturan özelleştirme ile

devletçiliğin toplumsal ve ekonomik alana dokunan KİT’leri özel sektöre

devredilmekte, yerelleştirme ile devletin siyasi ve idari yetkileri ademi merkezi

birimlere çökertilmekte ve serbestleştirme ile devletin piyasaya dönük kota, fiyat

saptama gibi kontrolleri kaldırılarak her ne pahasına olursa olsun devlet

küçültülmektedir.

Devletin küçültülmesi ile istikrarın sağlanabileceğine vurgu yapan ilk devre

yapısal uyum reformları ile “toplumun ‘rasyonel’ (ve verimli) iktisadi davranış

içinde bulunan sivil kesimi ile, irrasyonel ve verimsiz devlet arasındaki gerginli[k]”

ikiliği kullanılarak (Yeldan, 2001:105) devletin tasfiyesi ve piyasanın üstünlüğünün

kurulması amaçlanmaktadır. Dönemin felsefesini yansıtan post-modernizmin,

rastlantısallık ve belirsizliğe övgüsü ile “toplumsal yaşama müdahalenin ve geleceği

kurmanın önemli aracı” olarak planlama da bir varoluş sorunu yaşamaya başlamıştır

(Keskinok, 2005:24). Birinci Bölüm’de aktarıldığı gibi uluslararası ve ulusal bireysel

kararların alındığı piyasanın kontrol edilemezliği, finansal piyasaların hareketliliği

nedeniyle karmaşıklaşan ekonomik yapının planlanabileceğine dair inancı da

sorgulatmıştır (Bkz. Birinci Bölüm V.A.3).

Bu sayede, devletçiliğin ve Keynesyen devlet biçiminin tasfiye edildiği süreçte,

klasik planlama politikasının maddi altyapısı da ortadan kaldırılmıştır. Yeni dönemin

maddi üretim ilişkilerinin küreselleşme ve finansallaşma doğrultusunda genişlemesi

ve piyasaların bütünleşmesi, bağımsız para, faiz, döviz kuru politikası belirlemeyi,

bu doğrultuda bağımsız kalkınma stratejisi oluşturma olanağını ortadan kaldırarak,

Page 301: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

285

kalkınmacı devlet ile birlikte planlamanın da ideolojik ve maddi sonunu hazırlamıştır

(Yeldan, 2001:23).172

Yaklaşımın uygulamada sonuçları, planlama sürecinin askıya

alınması, planlama örgütlerinin kapatılması ya da işlevsel olarak değişikliğe

uğratılması olmuştur.

Özetle, 1980’li yılların ilk evresini karakterize eden “tasfiye” sürecinde, post-

planlama dönemine girildiği algısı artmıştır. Oysa uygulamaya bakıldığında,

ekonomide devletin stratejik konumunda bir değişiklik olmadığı görülmektedir.

Aksine, serbestleşmesinin yarattığı hesapsızlık ve belirsizlikler toplumsal ve

ekonomik sınırlarına ulaşmaktadır. Bu sınır bir taraftan, SSCB’nin çözülmesi ile

Doğu Avrupa’nın da kapitalist sisteme entegrasyonunu sağlayarak, kapitalist

piyasanın genişlemesiyle ertelenmektedir. Ancak, 1980’lerle dönüşen birikim

rejiminin, hedef gösterdiği çözümleri üretemediği gibi yeni sorunlarla yeni krizleri

tetiklediği de görülmeye başlanmaktadır. Kapitalizmin krizi, 1978’den 2000’li yıllara

kadar dünya ekonomisinde üç çevrimin birbirini takip etmesiyle görülmektedir:

1978-1982 arasında, 1982-1989 ve 1998-2001 dönemlerinde piyasalara durgunluk

hakim olmuş, söz konusu durgunluk dönemlerini 4-5 yıllık çıkış dönemleri izlemiştir

(Boratav, 2008:172). Birikim sürecinde kriz noktası ise 1997’de Doğu Asya’da

patlak vermiştir.

1980’li yılların ekonomi politikalarının kuramcısı ve uygulayıcısı DB, 1990’ların

sonunda Krizleri değerlendirerek faturayı yönetim biçimi ve yöneticilere

kesmektedir. DB’nin 1992 yılında yayınladığı Rapor’a göre, “iktisadi kriz ve

kalkınma sorunu, yönetişim sorununa” bağlıdır (World Bank, 1992’den akt.

Bayramoğlu, 2005a:41). Aynı Rapor’da belirtildiğine göre, yönetişim “bir ülkenin

kalkınması için, ekonomik ve sosyal kaynaklarının yönetiminde iktidarın kullanılma

üslubu”dur ve üç boyutu vardır: “(i) siyasal rejimin biçimi, (ii) bir ülkenin ekonomik

ve sosyal kaynakları yönetme yetkisini kullanma süreci ve (iii) hükümetlerin

işlevlerini yerine getirme ve siyasalarını tasarlama, formüle etme ve uygulama

kapasitesi.” DB, siyasal rejim alanı hariç diğer alanları faaliyet alanı içerisinde

görmektedir (41). DB’nin faaliyet alanı içerisinde tanımladığı alanlar tam olarak tez

172 Yeldan, yalnızca kalkınmacı devletin sonuna vurgu yaparken; kalkınma-planlama birlikteliğinden

yola çıkılarak, tespit planlamayı içine alacak şekilde genişletilmiştir.

Page 302: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

286

çalışmasının inceleme nesnesi olarak planlama sürecine işaret etmektedir. DB bu

bağlamda planlama sürecinin kendisini yönetişim kavramı çerçevesinde

dönüştürmeye taliptir. Yönetişim kavramı, DB tarafından kullanıma sokulmuş,

OECD tarafından geliştirilmiş ve BM tarafından inceltilmiştir. BM’ce yönetişim “bir

ülkenin işlerinin yönetimi için her kademede kullanılan ekonomik, siyasal ve

yönetsel yetkilerin uygulanışıdır…. Governance devleti kuşatır, ama devleti aşarak

özel sektör ile sivil toplumu da kapsar. Burada devlet, siyasal kurumlar ile kamu

sektörü kurumlarını içerecek biçimde tanımlanmıştır” (UNDP, 1997’den akt. Güler,

2005b:149). Yeni bir devlet toplum ilişkisini kurumsallaştıran yönetişim, “devlet-

toplum karşıtlığını reddede[rek], eşit statüde karşılıklı bağımlılık içeren bir ‘birlikte

yönetim’den söz e[tmektedir]” (Bayramoğlu, 2005a:29,31). 1980 öncesinde tekelci

kapitalizm aşamasında kurulan devlet – sermaye “birlikte yönetme” kuram ve

uygulaması, yönetişim kavramı çerçevesinde 1990’lı yıllarda yeniden üretilmektedir.

IMF’nin de İkinci Kuşak Yapısal Reformlar dönemine girdiği ikinci evrede,

devlet yeniden kurulmaktadır. Yönetişim kavramı çerçevesinde kurulacak devlet, ne

1980 öncesi müdahaleci devlete aittir ne de 1980’lerin başındaki küçük devlete. Bu

yönetsel süreç, yeniden işbaşına çağrılan ve yeni müdahale biçimi olarak düzenleyici

faaliyetleri yoğunlaşan etkin devlete aittir (World Bank, 1997). DB’nin devlete

yaklaşıma dair yukarıda anılan dönüşüm, kalkınma anlayışında da görülmektedir. DB

tarafından hazırlanan 1993 ve 2004 tarihli iki strateji metni iki farklı kalkınma

paradigmasına işaret eder. İlki, Dublin Konferansı ile başlayan ve bu dönemin Sınırlı

(Minimal) Devlet ve Sürdürülebilir Kalkınma çerçevesinde oluşturulan

serbestleşmeci aşamasıdır. İkincisi 1997 yılı ile birlikte Etkin Devlet ve Kapsamlı

Kalkınma çerçevesinde uluslararası işbirliğinin yeniden yapılanma dönemidir. 1990-

1998 yılları arasında liberalizasyon, özelleştirme ve deregülasyon politikaları ile

“sınırlı devlet” kalkınma yaklaşımının temeli iken, 1997 yılında “Değişen Dünyada

Devlet” başlıklı kalkınma raporu ile artık piyasa mekanizmasının tek başına yeterli

olmadığının altı çizilmektedir.173

173 Sürdürülebilirlik, kalkınma etkinliklerinin çevreye insan varlığının verdiği zarardan daha fazla

zarar vermeden yapılabilmesidir. Çevre kendini yenileyebildiğinden fazla tahrip edilmemelidir

(World Bank, 1993; World Bank, 1997; World Bank, 2003).

Page 303: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

287

Yönetişimci iktidar tarzı (Bayramoğlu, 2005a), devlet müdahalesinin bitmesini

değil, aksine farklı bir müdahale biçiminin kurulmasını işaret etmektedir.

Yönetişimci model çerçevesinde, “devlete düzenleyici ve piyasadaki bilgi

eksikliğinden doğan maliyetleri giderici bir rol” yüklenmektedir (Akçay, 2007:44).

Düzenleyici devlet vergi toplama ve harcama faaliyetleri yerine piyasa aksaklarının

düzeltilmesi, eksik bilgi ve kamu hizmeti açığı, vb.’ye yönelik kural koyma

faaliyetlerine yoğunlaşmaktadır (Majone, 1997). Toplumsal ve ekonomik alanın

yönetimi düzenleyici faaliyetlerde yoğunlaşırken, planlama sürecine özel sektör ve

STK’lar resmi olarak dahil edilmekte ve planlamanın nesnesi devletin yatırım

politikalarından devletin düzenleyici faaliyetlerine kaymaktadır. Bu bağlamda

yeniden üretilen planlama önceki dönemden bir kopuşu içermektedir, farklı

belirleyici özelliklere sahiptir. Henüz kuruluşu tamamlanmadığı düşünülen yeni

planlama yaklaşımı, düzenleyici devletin bir işlevi olarak politikanın planlamasına

odaklanmaktadır.174

Söz konusu düzenleyici faaliyetlerin planlanması, stratejik planlama olarak

biçimlenmektedir. Klasik planlama politikasının maddi ve ideolojik temellerinin

kaybolduğu noktadan stratejik planlama filiz vermektedir. Stratejik planlama olarak

planlama biçimi, küreselleşme, finansallaşma ve serbestleşme dinamiklerinin

belirleyiciliğindeki piyasa ekonomisine uygun olarak yapılandırılmıştır. Stratejik

planlama, esnek olmalıdır, katılımcı olmalıdır, vb. Stratejik planlamanın klasik

planlamanın yerine yerleşmesi, Türkiye üzerinden görülebilir.

B. TÜRKİYE’DE GERİLEME, ARAYIŞ VE ÇÖKÜŞ EVRELERİ YA

DA YENİ BİR BAŞLANGIÇ?

Türkiye’de 1930’larda ilkel biçimiyle gündeme gelen, ardından 1960 yılında

kurumsallaşan devletçiliğin yönetim biçimi olarak planlama politikası, 1980 sonrası

dönemde devletçiliğin tasfiyesi ve devlet biçiminin değiştirilmesi ile birlikte sona

ermiştir. Tasfiye süreci, 1980’den başlayarak kapitalist gelişmenin dinamiklerine

174 Ümit Akçay da Celasun’un yeni planlama yaklaşımında “planlamanın ağırlık noktasının politika

planlamasına” kaydırılması gerektiğini belirtmektedir (Akçay, 2007:42).

Page 304: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

288

paralel olarak yaklaşık 10 yıl sürmüş ve 1990’lı yıllarla birlikte yeni dönemin birikim

rejimi üzerinde yükselecek planlama işlevi için arayışlara girilmiştir. Aynı dönemde,

planlamaya dair arayışların yeniden gündeme gelmesine tanık olunmaktadır.

1990’ların sonu itibariyle stratejik planlama yönelimi ortaya çıkmış, 2000’li yıllarla

beraber stratejik planlama kurumsallaşmıştır. Bu doğrultuda, klasik planlama

yaklaşımının tasfiye edilmesi ve yeni yaklaşımın gündeme gelmesi ve

kurumsallaşması üç ana evrede ortaya çıkmıştır.

1. Gerileme Evresi: Planlamadan Uzaklaşarak Ağırlaşan DPT ve

BYKP’larının Dışına Çıkan Planlama Süreci

Birikim rejiminin değişimi ile ekonomik faaliyetin merkezi, ihracat faaliyetlerine

kayarken, yönetsel yapı ve işlevler söz konusu değişime göre yeniden yapılandırılma

sürecine girmektedir. Ancak, ilk evrede yeni bir yapı ve işlevin kurulduğu

söylenemez, daha çok eski yapının içinin boşaltıldığı ve işlevin askıya alındığına

tanık olunmaktadır.

1980’li yılların ilk yıllarında uygulanan yapısal uyum reformları ile dış ticaret

rejiminin (esnek döviz kuru, ithalat kotalarının kaldırılması, gümrük tarifelerinden

indirim) ve mali piyasaların serbestleştirilmesi (vadeli mevduat ve kredi faizlerinin

serbest bırakılması) gündeme gelmiştir. Ticari ve mali serbestleşme, ihracatın teşvik

edilmesine dayanan bir ekonomi politikası eşliğinde ekonominin lokomotif sektörü

olan imalat sanayinin ihracata yönelmesini amaçlamaktadır.

Ticari ve mali serbestleşme ile ihracata yönelim saf ekonomik mekanizmalara

bırakılmamış; yatırım teşviği, KİT’lerin fiyatlama politikası, vergi muafiyeti ve

iadesi, teşvikli kredi kullanımı gibi siyasal, kurumsal ve ideolojik uyum

mekanizmalarıyla sağlanan kar transferi ve rant mekanizmaları ile

gerçekleştirilmiştir.175

Bu nedenle, 1980’lere devletin küçültülmesi propagandası ile

giren Turgut Özal ve neoliberal ideolojinin öngördüğünün aksine, ekonomiye teşvik

175 E. Yeldan, 1980 sonrasında devletin ihracat teşvikleri ile özel sektöre kar transferini ve rant

mekanizmalarını reel ekonomi ve bölüşüm açısından derinlemesine incelemektedir: Bkz. Yeldan,

2001.

Page 305: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

289

politikaları ile bilinçli müdahale ve rant aktarımıyla devletin ekonomideki stratejik

konumunun sürdüğü görülmektedir (Yeldan, 2001).

Devletin ekonomik alanı yönetiminin merkezi yeni dönemde DPT’dir. Ekonomi

politikasının temelini oluşturan ihracat teşviği, DPT tarafından basılan teşvik belgesi

ile yürümektedir. Diğer bir deyişle, DPT bir danışma ve koordinasyon kurumu olmak

özgörevinden uzaklaşarak ekonominin yönetiminde uygulamacı birim olarak ağırlık

merkezine oturmaktadır.

DPT’deki görev değişikliğinin ilk yansıması 1982’de kabul edilen Anayasa’da

DPT ile planlama bağının koparılmasıdır. 1961 Anayasası’nda 129. madde ile

kalkınma planlarının yapılması görevi, DPT’ye verilmekteyken, 1982 Anayasası ile

bu zorunlu bağlantı kopartılmıştır. Planlama ile bağlantısının kopartılması ve

Anayasal kuruluş olmaktan çıkartılması ile DPT’nin kaderi Hükümetin bir

tasarrufuna bırakılmıştır (Sezen, 1999:246). DPT’nin yeni dönemdeki rolü, bu

bağlamda Başbakan Turgut Özal’ın kardeşi, Yusuf Özal’ın müsteşarlığında 223

sayılı KHK ile yeniden kurgulanmıştır (RG: 18.6.1984/18435 mük).176

DPT’ye

1980’li yılların ilk günlerinde eklenen Teşvik ve Uygulama Başkanlığı, Yabancı

Sermaye Başkanlığı gibi icracı birimler ve AET ile İlişkiler ve Kalkınmada Öncelikli

Yöreler Başkanlığı gibi koordinasyon birimleriyle hiyerarşisinin giderek artması ve

son olarak 223 sayılı KHK ile Müsteşar yardımcılıkları, ana hizmet, danışma ve

yardımcı birimlerin sınıflandırılması ile DPT artık daha çok bir Bakanlığa

benzemektedir. Aralık 1986’da DPT’nin yetki genişlemesinden duyulan rahatsızlık

Milliyet Gazetesi’nin “DPT Bakanlığa Dönüştürülmelidir” başlığına yansımaktadır.

Milliyet’in sahiplendiği görüşe göre, DPT hem karar yetkisine sahiptir hem de

yürütme yetkisine sahiptir, üstelik bu yetki yoğunlaşması hiçbir siyasal sorumluluk

taşımamakta ve denetlenmemektedir. DPT’de yetki yoğunlaşması ile birçok bakanlık

teklif, tavsiye merciine indirgenmiştir (Milliyet, 3 Aralık 1986).

176 1960 yılında kabul edilen ve DPT’yi kuran 91 sayılı Kanun, 1980’lere kadar ve 1980’lerin ilk

yıllarında çeşitli ekleme ve çıkartmalarla yürürlükte kalmaya devam etmiş, 223 sayılı KHK ile

bütün olarak yeni bir Kanun ile düzenlenmiştir. 223 sayılı KHK’nin incelemesi, hem Sezen hem

Akçay tarafından yapılmıştır, ayrıntılı bir inceleme için bu kaynaklara bakılabilir (Sezen, 1999;

Akçay, 2007).

Page 306: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

290

Bu yetki yoğunlaşması, bir taraftan Maliye Bakanlığı’ndan bir taraftan da Hazine

ve Dış Ticaret Müsteşarlığı’ndan (HDTM)177

rol kaparak gerçekleştirilmiştir.

Çatışma, 18 Haziran 1984’de RG’de yayımlanan 32 KHK ile bakanlıklardan

kurumlara tüm kamu yönetimi örgütlenmesinde değişiklik yapan düzenleme (RG:

18.4.1984/18435) ile sıcaklaşmıştır. KHK’li yasama düzeninin, yasama organı

dışında Hükümetin inisiyatifi ile devletin dönüşümüne soyunmasının yarattığı

huzursuzluk bir yana, yetki paylaşımındaki dengesizlik kurumlar arasında bazen

sıcak bazen soğuk savaşlara neden olmuştur.

Düzenlemelerden hemen sonra, Ekim 1984’de Maliye ve Gümrük Bakanı Vural

Arıkam ile DPT Müsteşarı Yusuf Özal arasında yatırımlar üzerine yaşanan

çatışmada, 1985 yılı Programının Uygulanmasına İlişkin BK Kararı ile DPT galip

ilan edilmiştir. BK Kararı ile yatırımlarda tek yetkili kuruluş DPT olmuştur (Milliyet,

15 Ekim 1984). Aralık ayında HDTM Ekrem Pakdemirli ile yine DPT Müsteşarı

Yusuf Özal arasında yaşanan yetki çekişmesi, DPT lehine sonuçlanmış, DPT dış

ticarette de tek yetkili merci konumuna gelmiştir. 1985 yılı İhracat Rejimi ile ihracat

teşvik tedbirlerinde Hazine’nin yetkileri DPT’ye transfer edilmiştir (Milliyet, 18

Aralık 1984). Hazine’den devredilen yetkilerin arasında bir malın ihracatını

durdurma veya şarta bağlama, müsaade, lisans veya tescile bağlı ihracatta fiyat

uygunluğu tebliğlerinin yayınlanması, vb. yetkiler bulunmaktadır. Bir sonraki yıl ise

DPT’nin yetkisi yabancı sermaye yatırımlarında da genişletilecek ve 50 milyon dolar

altındaki yatırımlarda DPT doğrudan tek yetkili olacaktır (50 milyon üstündeki

yatırımlar BK’na gidecektir) (Milliyet, 20 Ekim 1985).

DPT’de yetki yoğunlaşması 1988 yılına kadar sürmüştür, ancak yoğunlaşan

yetkilerin DPT’nin kuruluş gerekçeleri ile bir bağlantısı kalmamıştır. DPT, uzun

dönemli politikaların belirlendiği örgütsel zemin olmaktan çıkmış, rant dağıtım

merkezi haline gelmiştir. Bir önceki bölümde de aktarıldığı gibi, Türkiye’de 1980

sonrasında spekülatif yabancı sermaye hareketleri ekonomiye yön vermekte ve mali

177 HDTM, 13.12.1983 tarih ve 188 sayılı KHK ile kurulmuş, 9.2.1994 tarihli 4059 sayılı Kanun ile

Hazine Müsteşarlığı ile Dış Ticaret Müsteşarlığı ayrılmıştır. 8.6.2011 tarihli 637 sayılı KHK ile Dış

Ticaret Müsteşarlığı ile Hazine Müsteşarlığı’nın Teşvik Uygulama ve Yabancı Sermaye GM’leri

birleştirilerek, Ekonomi Bakanlığı kurulmuştur (www.ekonomi.gov.tr).

Page 307: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

291

sermayeden nemalanan bir rantiye sınıfı yükselmektedir. Tüm rant mekanizmasının

omurgasını oluşturan ihracat teşviği ve yabancı sermayenin özendirilme işlevleri

DPT’de toplanmış, DPT de rant dağıtım merkezi olarak bu işleyiş içerisinde yeniden

yapılandırılmıştır.

Rant ekonomisinin 1985’de ayyuka çıkan “hayali ihracat” deşifreleriyle gün

yüzüne çıkan işleyişi DPT’nin işlevi hakkında bilgi vermektedir. DPT adı, artık

şirket kurtarma (Milliyet, 18 Ocak 1986),178

hayali ihracatla ilgili dosyaların

kaybolması (Milliyet, 20 Temmuz 1988), usulsüz teşvik belgeleri (Milliyet 10 Mart

1989)179

ile anılmaya başlamıştır.

Rant ekonomisinin merkezi haline gelmesiyle, DPT planlama için teknik büro

olmaktan çıkarak, önce sermaye çevrelerinin ardından siyasal partilerin savaş alanı

haline gelmiştir. Sermaye, ihracat teşvik belgesi verme ve yabancı sermaye

koordinasyon yetkileri dolayısıyla DPT’nin kapısını sürekli aşındırmaktadır.

Yalnızca sermaye çevrelerinin değil, DPT siyasal partilerin, cemaatlerin savaş yeri

haline gelmiştir. 1985 yılı sonlarında DPT’ye alınacak 90 uzman yardımcısı kadrosu

için kapatılan MSP – MHP kadroları arasında bir çatışmanın varlığı açıkça ifade

edilmektedir. DPT kadrolarında MSP’nin üstünlüğü kabul edilmekte, ancak

MHP’nin de güçlenmeye başladığı belirtilmektedir. Kadro savaşı nedeniyle,

adayların siyasal eğilimlerine göre seçildiği ve başarılı adayların dahi yersiz

gerekçelerle geri çevrildiği belirtilmektedir (Milliyet, 18 Ekim 1985). 1986 yılında

yer alan bir habere göre ise DPT’de kadro çatışmasında gizli genelgelerle uzmanlar

arasında maaş ve özlük haklarında farklılaşma yapıldığı belirtilmektedir (Milliyet, 2

Ocak 1986). Kadrolaşma sürecinin geldiği boyut, DPT uzmanlarına açılan tarikat

davalarından,180

dönemin “Takunyalı Biraderler” dönemi olarak anılmasından181

ve

178 Türk Parasının Kıymetini Koruma Kanunu 25 sayılı Kararının 5. maddesine eklenen 6. Fıkra ile

Eşitleme ve Faiz Fonu’ndan “ödeme güçlüğü” çeken firmalara ödeme yapılmış. Bunların arasında

Pamukbank ve Yapı Kredi Bankası’na transfer edilen meblağların çok büyük olduğu belirtilmiştir

(Milliyet, 18 Ocak 1986).

179 DPT’nin Mehmet Saruhan’a ait Emir İnşaat Şirketine %75’i tamamlanmış otel inşaatına “komple

yeni yatırım” adı altında 13 milyon 960 milyon liralık teşvik belgesi verdiği ortaya çıkmıştır.

180 DPT uzmanı İskender Evranoğlu, tarikat davasından DGM’ce tutuklanmıştır (Milliyet, 2 Aralık

1986).

Page 308: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

292

DPT’de yakasız gömlek modası, namaz saatlerinde DPT’nin boşaldığı haberlerinden

anlaşılmaktadır (Milliyet, 8 Aralık 1986).

Bu yeniden yapılanma sonrasında (hem işlev hem personelde) DPT’de ya da

kadrolarında, değil Hükümet taleplerine karşı siyasal bir karşı duruş, bürokratik –

teknik bir refleks görmek bile mümkün değildir. Nitekim kadrolaşma ile “boyutları

çok büyük bir sistem değişikliğini amaçlayan girişimde dikensiz gül bahçesi”

yaratılmıştır (Milliyet, 26 Ocak 1987). Diğer bir deyişle, 1980 sonrasında içeriğinden

bağımsız olarak normların ve kuralların tarafsız uygulayıcısı mülkiye tipi bürokrasi

tasfiye edilerek, norm ve kuralları kişisel hesaplara göre dağıtacak tipte bürokratlar

ile yürünmüştür (Boratav, 2005). Gerçekten, Altıncı Beş Yıllık Kalkınma Planı

(ABYKP) hazırlık sürecinde Plan metninin teknik tutarlılığına yapılan siyasal bir

müdahalenin bürokratlardan herhangi tepki ile karşılaşmadığı görülmektedir.

ABYKP Stratejisi YPK’de görüşülürken Bakan Güneş Taner, Durum ve Temel

Sorunlar bölümünde belirtilen işsizlik, enflasyon, kamu açıkları, gelir dağılımı gibi

konularda yer alan bilgi ve değerlendirmelerin Hükümete karşı bir eleştiri olduğu

kanısına vararak, Plan’ın yumuşatılmasını istemiş ve talepler yerine getirilmiştir

(Milliyet, 3 Mayıs 1989). Siyasal müdahale herhangi bir çekişmeye neden olmamış,

değişiklik muhalefet tarafından basına yansıtılmıştır. Muhalefet, değişikliğe dair

müdahaleye değinerek plan metninin Hükümetin yazın dediği direktiflerden

oluştuğunu iddia etmiştir (Onur Kumbaracıbaşı, Milliyet, 13 Mayıs 1989).

Tüm bu süreç, “atanmışların seçilmişlere tahakkümünün sonu”182

propagandası

altında işletilmiştir. Gerçekten, siyasilerin talep ve isteklerinin önünde ne hukuki

(hem Anayasa hem örgütsel yapı değiştirildi), ne maddi (bütçe dışı fonlu yönetim)183

ne de teknik bürokrat refleksiyle çıkabilecek (kadrolaşma) bir engel kalmamıştır.

Aksine, önceki dönemin yönetiminde engel olarak duran yerli ve yabancı sermayenin

geniş desteği mevcuttur.

181 İlhami Soysal’a göre DPT’de Özal-Demirel döneminde “Takunyalı Biraderler” dönemi başlamıştır

(Milliyet, 19 Mart 1986).

182 Metin Toker söz konusu saptamayı yapmaktadır (Milliyet, 6 Ocak 1988).

183 DPT çalışmasıyla belirlenebilen bütçeye bağlı ve dışındaki fonların listesi 13 Eylül 1986’da

Milliyet Gazetesi’nde yayınlanmıştır. Bu listeye göre 69 Fon vardır. Oysa 1984’de dahi bu sayının

165’e çıktığı belirtilmekteydi (Milliyet, 29 Mart 1984).

Page 309: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

293

Bu destek, Başbakan Turgut Özal’a duyulan güvende toplanmaktadır. Askeri

darbe sonrası Vehbi Koç’un Kenan Evren’e yazdığı mektupta, “Turgut Özal… bu

nazik dönemde mevcudun içinde meselelerimizi en iyi bilen insandır (ve)

dedikodulara bakmadan kendisini tutmakta fayda vardır” (Sönmez’den akt. Boratav,

2005, 76) öğüdü bu güvenin en açık ifadesidir. Aynı zamanda Turgut Özal’ın DPT

Müsteşarlığı sırasında teşvik mekanizması ile kurulan özel sektör ile işbirliği

ilişkileri, daha sonrasında MESS ve TÜSİAD çevresindeki faaliyetleri ile

kurumsallaşmıştır (Boratav, 2005:75).

1980 sonrası süreçte bu ilişkiler, toplumsal ve ekonomik alanın gelecek

kurgusunun siyasal iktidar ile sermaye çevrelerinin birlikteliğinde oluşturulmasına

varmıştır. Boratav’ın tespitiyle, bu dönemde TÜSİAD’a dış temsil yetkisi verilerek,

Anayasa çalışmalarında TİSK’in görüşlerine ağırlık verilerek ve TOBB’a her türlü

kademede temsiliyet tanınarak, sermaye örgütleri “ekonomik karar alma sürecinin

aktif ögeleri” olarak ortaya çıkmıştır (Boratav, 2005:77). Söz konusu karar alma

süreci planlama ekseninde yaşanmamaktadır.

Bu dönüşümün nedeni, planın süreç içerisinde önemini kaybetmesi olabilir. 1980

sonrasında planlamanın toplumsal ve örgütsel konumunun bilinçli bir şekilde

yıpratıldığına bir önceki bölümde de değinilmişti. Bunun bir tesadüf olmadığı 1982

Anayasası’nda planlamanın devletin temel hak ve ödevler bölümünde çıkartılarak

sosyal ve ekonomik hükümler başlığı altında düzenlenmesinden görülmektedir. Bu

değişiklik ile planlama işlevinin temel hak ve ödevler kadar güçlü bir korumaya

sahip olmayacağına işaret edilmekte; sınırlandırılabilmesinin kolaylaşacağı

öngörülebilmektedir (Sezen, 1999:244).

Dönüşümün sonucu ise, planlama sürecinin DPT ve YPK’den oluşan planlama

örgütünden çıkarılmasıdır. Planlar, 1981 yılında kurulan Ekonomik İşler Yüksek

Koordinasyon Kurulu’nda (EİYKKK)184

görüşülmeye başlanarak, YPK by-pass

184 Ekonomik İşler Yüksek Koordinasyon Kurulu (EİYKK), 8/2257 sayılı BK kararı ile kurulmuştur

(RG:9.2.1981/17246). “Memleketin, yurtiçi ve yurtdışı ekonomik hayatı ile ilgili konularda; niteliği

bakımında bir bakanlığın sorumluluk alanını aşan ilgili bakanlıklar arasında doğrudan çözüme

bağlanamayan, ekonomiye etkisi bakımından ilgili bakanlıklarca müştereken incelenerek çözüm

aranması gerekli olan, çeşitli yönleri birden fazla bakanlığın uygulamasını gerektiren, uygulamaya

Page 310: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

294

edilmiştir. EİYKK’ya yardımcı olmak üzere bir alt Kurul olarak kurulan

Koordinasyon Komitesi (KK) ise DPT Müsteşarı’nın başkanlığında, Maliye, Ticaret,

Sanayi ve Teknoloji, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı Müsteşarı, DPT Müsteşar

Yardımcısı, Maliye Bakanlığı Hazine Genel Müdür ve Milletlerarası İktisadi İşbirliği

Teşkilatı Genel Sekreteri ve T. C. Merkez Bankası Başkanı'ndan oluşmaktadır (BK

Karar no:83/6689; RG:9.11.1983/18216). Bu düzenleme ile YPK’de eşit statüde bir

araya gelen DPT Müsteşarı ile siyasiler, oluşturulan iki Kurul’un hiyerarşik yapısı

içerisinde yeniden tanımlanan bir ilişki içerisinde girmektedir. Fakat, 1984 yapılan

bir düzenleme ile EİYKK’ya Başbakanlık Müsteşarı, DPT Müsteşarı, Hazine ve Dış

Ticaret Müsteşarı, ve TC Merkez Bankası Başkanı dahil edilmektedir (BK Kararı

no:84/8423, RG:21.8.1984/18496). Daha dikkat çekici olan ise Kurul’un görevleri

arasına “uzun vadeli kalkınma plânı ve yıllık programlar çerçevesinde 233 sayılı

Kanun Hükmünde Kararname hükümleri dikkate alınarak Kamu İktisadi

Teşebbüsleri ile ilgili her türlü kararı almak” şeklinde yapılan ektir. Bu çerçevede,

1984 tarihi itibariyle YPK resmi olarak devre dışı bırakılmıştır.

Esasen, ekonomik karar alma süreci de planlama sürecinin dışına çıkarılmıştır.

Bunun bir göstergesi, 1980 sonrası dönemde beş yıllık kalkınma planlarının

oluşturulma süreçlerinde planla ilgili hemen hemen hiç bir demeç ya da açıklamanın

basına yansımamış olmasıdır. Örneğin BşBYKP, EİYKK’da görüşülmüş (Milliyet, 2

Haziran 1983), plan hazırlıkları tamamlanarak Mayıs 1984’de BK’ye, Haziran

1984’de TBMM’ye gönderilinceye kadar herhangi bir toplumsal kesim tarafından

planla ilgili hiçbir görüş veya değerlendirme basına yansımamıştır. BşBYKP’nin

Temel Hedef ve Stratejisinin BK’de kabul edildiği gün, DPT eski müsteşarı Bilsay

Kuruç, planın gizli saklı hazırlandığını dile getirmiştir (Milliyet, 18 Haziran 1984).

konulması birden fazla bakanlığın resen alabilecekleri kararları etkileyecek nitelikteki hususlarda,

ülke çıkarları açısından verimli ve hızlı kararların yüksek düzeyde alınarak, aynı şekilde

yürütülmesini sağlamak amacıyla” kurulmuştur. Kurul, Başbakan’ın başkanlığında, iki Devlet

Bakanı ve Başbakan Yardımcısı, Dışişleri (ilgili oturumlarda), Maliye, Ticaret, Tarım ve Orman,

Sanayi ve Teknoloji, Enerji ve Tabii Kaynaklar bakanlarından oluşmaktadır. Kurul’un sekreteryası

DPT’dir.

Page 311: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

295

BşBYKP hakkında sayılı görüşlerden bir tanesi, IMF’nin planı beğenmediğine

dairdir. IMF BşBYKP’de öngörülen ihracat artışı hedeflerini gerçekçi bulmamış,

IMF tarafından hazırlanan “Dış Borçlar ve Ödemeler Dengesi” çalışmasında yer alan

rakamlarla Plan büyüklüklerinin değiştirilmesi gerektiğini belirtmiştir (Milliyet, 27

Ekim 1984). Söz konusu büyüklükler önemlidir çünkü DB ve IMF Türkiye’nin “orta

vadede güvenilir bir borçlu olabilmesi için alınması gereken önlemleri”n kalkınma

planında belirlenmesini dilemektedir. BşBYKP’nin de bu yaklaşım doğrultusunda

hazırlanması talep edilmektedir (Emin Çölaşan, Milliyet, 9 Haziran 1982).

1980’lerin başından itibaren Türkiye’nin geleceğine dair, IMF ve DB’nin artan

ağırlığı bilinmektedir. Ve her ne olursa olsun Turgut Özal, DB’den aldığı

formasyona bağlılığını Darbe sonrasında McNamara’ya yazdığı mektupla (İkinci

Bölüm, IV.C.2), Milliyet, 15 Mart 1980) ve fiilen de uyguladığı ekonomik-toplumsal

politikalarla göstermiştir. Örneğin, DB politikalarının bir çıktısı olan 24 Ocak

Kararları, yasal olarak halen yürürlükte bulunan DBYKP ile çatışan hedef ve

politikalara rağmen uygulamaya girmiştir (Sezen, 1999:256). Diğer taraftan, Beşinci

SAL Anlaşmasında da (RG: 28.6.1984/18445) belirtildiği gibi BşBYKP’nin

“hedefleri ile stratejisi açısından Yapısal Uyum Programına uygun olarak

tamamlanması” koşulu vardır (Sezen, 1999:260). Bu bağlamda, IMF ve DB’den

kredi karşılığı alınan sosyo ekonomik yapının dönüştürücüsü projeler, BYKP’larının

üstüne yükselmiştir. Hatta BYKP’ları uluslararası kredi kuruluşlarının program ve

projelerinin uygulama aracı haline gelmiştir (Sezen, 1999:257). Planlama sürecinden

tasfiye edilen, Türkiye’nin geleceği SAL’lar, Niyet Mektupları’ndan okunabilir hale

gelmektedir. Ayrıca, kalkınma planlarının aksine, DB ve IMF’nin yatırım ve

teknoloji için yabancı sermayeye yeşil ışık yakma, uluslararası piyasalarda

kredibiliteyi artırma ve döviz açığını kapatacak kredi olanaklarını hareket geçirmek

gibi araçlarla bağlayıcılığının yüksekliği açıktır.

IMF ve DB temsiliyeti ile birlikte yabancı sermayenin Türkiye’deki

faaliyetlerinin yoğunlaştığı da görülmektedir. 1984-1985 yıllarında IMF Heyeti 12

ayda yedinci ziyaretini gerçekleştirmektedir (Milliyet, 13 Şubat 1985). Bu ilişkilerin

yabancı sermayenin Türkiye’de faaliyetlerinin önünü açtığı da çok açıktır. Yalnızca

1984 yılında Türkiye’ye gelen yabancı sermaye, son 25 yılda gelen yabancı

sermayenin toplamına eşittir: DPT araştırmasına göre, son 25 yılda 97 milyon

Page 312: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

296

dolarlık yabancı sermaye girişi olurken, 1984 yılında 96 milyon dolar giriş yapmıştır

(Milliyet, 27 Nisan 1985). Dahası 1985 yılında ilk özel yabancı holding kurulmakta

(Milliyet, 10 Nisan 1985), 1988’e gelindiğinde, toplam sermaye içindeki yabancı

sermaye payı 1988 yılının ilk altı aylık döneminde %46,6’ya yükselmiştir (TİSK

Araştırması, Milliyet, 11 Eylül 1988).

Dikkat çekilmesi gereken, devlet adamlarının ya da toplumsal sınıfların ilgi

göstermediği kalkınma planlaması sürecine yabancı sermaye ve yabancı sermayenin

temsilcilerince önem atfedilmesidir. Toplumsal kesimlerin ya da siyasal partilerin

ilgi göstermediği ABYKP hazırlık sürecine en yoğun ilgi DB’den gelmiştir. Doğru

olup olmadığı teyit edilmemekle birlikte, 1987 yılında yapılan bir toplantıda DB

yetkililerinin ABYKP’yi hazırlamak istedikleri iddia edilmiş, DB’nin bu teklifine

DPT’nin karşı çıktığı belirtilmiştir (Milliyet, 22 Aralık 1987). İddiaların doğruluğu

bir tarafa, DYP Genel Başkan Yardımcısı Mehmet Dülger ABYKP’yi seçim

gölgesinde hazırlanmış “muhatabı belirsiz bir niyet mektubu” olmakla suçlamıştır

(Milliyet, 20 Mayıs 1989).

Yukarıda belirtildiği gibi planlama sürecinin zemininde ve biçiminde önemli bir

kayma saptanabilmektedir. 1980 sonrası süreçte planlama, sermaye ile ilişkiler

içerisinde (yerli ve yabancı) ama bürokratik mekanizma dışında (DPT ve YPK);

IMF-DB ilişkileri içerisinde gerçekleştirilmiştir. Planlama sürecinin bürokratik

mekanizma dışında çıkarılmasının sembolü, 304 sayılı KHK’dir. 304 sayılı KHK ile

(RG: 31.12.1987/19681) YPK’deki DPT temsiliyeti sona erdirilmiş, YPK onbir

bakandan oluşan bir iç kabine görünümü almıştır (Türel’den akt. Sezen, 1999:112).

Üstüne üstlük dönem içerisinde YPK toplanamadığından tüm yetki ve sorumluluk

fiilen Başbakan’a aktarılarak Başbakanlık güçlenmiştir (Sezen, 1999:112).

Başbakanlık, toplumsal ve ekonomik geleceğin rant dağıtım ve kar transferi

mekanizmalarıyla ve kişisel ilişkilerle belirlendiği bir merkez olmuştur.

1980-1988 döneminde yukarıda aktarılan birikim rejiminin belirsizlikleri artırıcı

özellikleri, bir sonraki alt-dönemin dinamiklerini içerisinde barındırmaktadır. 1980

ile başlayan 1990’lara varmadan sonuna gelen ilk evrede DPT planlama işlevinden

uzaklaştırılarak, bakanlık haline getirilmiş; planlama süreci de planlama yönetimi

mekanizmasından çıkarılarak uluslararası kuruluş ve tekelci sermayenin kişisel

Page 313: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

297

ilişkileri içerisinde kurdukları işbirliği süreçlerine kaymıştır. Planlamadaki

trajikomik dönüşüm, Ali Rıza Kardüz imzası ile Güneş Gazetesi’ndeki köşesinden

(15 Eylül 1983) Güngör Uras’ın aktardığı diyalogda saklıdır (akt. Soyak, 2004:131-

132): DB uzmanlarının hazırladığı Türkiye Raporu kamuoyuna çıkmış, OECD

Konsorsiyum’unun Ekonomi Programı hazırlanmış, IMF ise Türkiye için 1982-1984

dönemi üç alternatifli kalkınma modeli hazırlamışken, Türkiye’nin henüz bir planı ya

da modeli yoktur, ya da hazırladıysa da kimsenin haberi yoktur. Uras’ın şakayla

karışık “eloğlu, hem de bir yerde değil, ayrı ayrı yerlerde Türkiye’nin geleceği için 3

ayrı model hazırlıyor. Bizden ses yok ne biçim iş böyle” diyerek sormaktadır. Soruyu

kendisi yanıtlar: “bizim plancıların plan hazırlamaya pek vakitleri yok”, bizim

plancılar şimdi “ihracatçıya teşvik belgesi, yatırımcıya lisans, orta vadeli kredi

belgesi” dağıtıyor. Üstelik bu dağıtım karne dağıtımı gibi belli ölçütlerle de

yapılmamaktadır: “Bugün planlamanın belge dağıtımında, müteşebbis planlamaya

gidiyor. Belgeyi dağıtan müteşebbisi ölçüyor, biçiyor, değerlendiriyor, sonuca göre

ona belge veriyor, vermiyor. Yahut veriyor da rakamı küçük tutuyor, büyük tutuyor.”

Sonuç olarak, 1980 öncesinin klasik planlama politikasının yapı ve işlevi askıya

alınmış, askıya alınan planlama süreci uluslararası kuruluşlarca işgal edilmiştir. Bu

bağlamda, dönemin resmi süreçlerde planlamanın incelenmesi, post-planlama

dönemine girildiği algısını yaratmaktadır.

2. Arayış Evresi: Yine Yeni Yeniden Planlama Gündemi

DPT’nin dağıtımını yaptığı, keyfi kararlara bağlı ihracat teşviği belgeleri ile

yürüyen birikim süreci, 1980’lerin sonu itibariyle sosyo-ekonomik tıkanma noktasına

gelmiştir. 1980’lerin sonu itibariyle, birinci evrenin dinamikleri içerisinden

planlamanın yeniden doğduğu görülmektedir. Bu döneme denk gelen planlamanın

yeniden gündeme düşmesi anlamlıdır. İkinci evrenin hazırlayıcısı içsel-toplumsal

dinamiklerle birlikte dönemin uluslararası bağlılıklarla kurulu olduğu

unutulmamalıdır.

1980 döneminin en belirgin özelliği, önce askeri rejim ardından ANAP

Hükümetleri tarafından uygulanan işçi ücretlerinin baskılanmasıdır. Bu nedenle,

Boratav bu dönemi “Sermayenin Karşı Saldırısı” olarak tanımlamaktadır (Boratav,

Page 314: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

298

2008). Dönem boyunca emek verimliliğin artmasına karşılık, emek ücretlerinin

düşük tutulması ile sermaye birikimi yoğunlaşırken, emekçi kesim hızla

yoksullaşmıştır.

Emekçi kesimin durumuna dair Türkiye’nin panoraması en kısa yoldan “Orta

Direk Şaban”185

karakteriyle anlatılabilir. 1986 ile 1987 yıllarında gazeteler orta

direk ile işçinin ve emeklinin yoksullaştığına dair haberlerle doludur: memur

fakirleşti (Milliyet, 7 Mart 1986), emekli işçi geriye gidiyor (Milliyet, 12 Mart 1986),

işçi yoksullaşıyor (Milliyet, 30 Ekim 1986). Kamuoyuna yansıyan boyutundan öte,

sanayi işçisinin emek verimliliği dönem içerisinde artarken, sanayide ücret payının

1978’den 1988’e %37,2’den %15,4’e düştüğü rakamlarla sabittir (Boratav,

2008:163). DPT raporuna göre, özel sektör işçisinin durumu kamu işçisine göre daha

da kötüdür, ki ücretlerde özel sektör kamu sektörünün yarısına düşmekte, bu miktar

asgari ücretin de altında kalmaktadır (Milliyet, 5 Nisan 1986). Emekçi kesim

yoksullaşırken, bir taraftan da işsizlik artmaktadır. 1986’da toplam işgücünün

%20’si, yaklaşık 4 milyon kişi işsizdir (Milliyet, 14 Ekim 1986). Üstüne bir de

KİT’lerin satış planlarının hazırlanması, KİT’lerde çalışan 580 bin işçinin işsiz

kalacağı haberlerini tetiklemektedir (Milliyet, 16 Mayıs 1985).

İstihdam ve çalışma ilişkileri açısından yukarıda özetlenen sömürü ilişkileri, 1989

yılı Mart, Nisan ve Mayıs aylarında 600 bin kamu çalışanını greve götürmüş ve

“Bahar Eylemleri” olarak tarihe geçecek eylemlilikleri başlatmıştır. Boratav’a göre,

işçi, memur ve köylü seçmen olarak da siyaset sahnesine yeniden çıkmaktadır

(Milliyet, 20 Mart 1987). Bunun en önemli göstergesi, SHP’nin devletçi-sosyal

demokrat alternatif olarak yükselmesidir. Milliyet’e göre, SHP’nin programı

“Avrupa sosyal demokrat partilerinin ilerisinde, sosyalist parti programına yaklaşan

yeni boyutlar ve ilkeler” getirmektedir (Milliyet, 9 Eylül 1987). Program,

özelleştirmeye karşıdır ve ücretlerde ve özlük haklarında iyileştirme amaçlamaktadır.

Söz konusu Program ile SHP 1989 Yerel Seçimler’inde önemli bir başarıya imza

185 1984 tarihli Memduh Ün yapımı “Orta Direk Şaban” filmi, bir memurun sabah kahvaltısında “cam

kavanoz müzesi”ne sakladığı peynir ve zeytinle diyaloğu ile başlamakta, her dakika ayrı bir zam

haberi ile tüm emekçilerin gelirlerinin tükenişi izlenmektedir. 1980’lerin tüm toplumsal ve

ekonomik yapısı arka planında olmak üzere orta direğin yaşamı gözler önüne serilmektedir.

Page 315: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

299

atarak, %28,69 oy oranı ile birinci parti olmuş, 39 ilin belediye başkanlıklarını

kazanmıştır (Milliyet).

Emekçilerin “Bahar Eylemleri”, örgütlü direnişi ve siyasal bir alternatif

oluşturmaları ücretlerde önemli artışlar elde edebilmelerini sağlamıştır. 1989-

1993’de ücretler reel olarak %102,3 artmıştır (Yeldan, 2001:75). Ücret artışları

“ücret daralmasına dayalı ihracata-yönelik ‘birikim’ sürecinin sonuna gelindiğini”

işaret etmektedir (Yeldan, 2001:76). Diğer bir deyişle, “24 Ocak’ın emek aleyhtarı

boyutlarını sürdürmek imkansız hale gel[mektedir]” (Milliyet, 20 Mart 1987).

Toplumsal ve siyasal alanda giderek görünür hale gelen emekçi kesimin sağladığı

ücret artışları sermayeyi korkutmaktadır. ASO Başkanı İdris Yamantürk’e göre “[b]u

tür ücret artışlarına devlet kuruluşlarına ve belediyeler belki dayanabilir; ama

sözkonusu artışlar yapılırsa, Türkiye’nin milli gelirinin tümünün bu sendikalı işçilere

pay edilmesi gerekecektir.” (Güneşi 30 Ağustos 1990’dan akt. Koç, 1999).

Ücretlerin artışına paralel olarak, 1988 başından itibaren Özal’ın ikinci kez

seçimi kazanması ve Hükümeti kurmasıyla açılan dönemde ekonomiye durgunluk

hakim hale gelmektedir. Milli gelir gerilemekte (Milliyet, 30 Ekim 1985), dış

borçlarla birlikte dış ticaret açığı artmakta (Milliyet, 5 Şubat 1986), işsizlik (%20),

enflasyon sorunu (1988’de %82) devam etmektedir. Bu dönemde, sermaye birikimin

sürdürülmesine yönelik ekonomi-dışı önlemlerin arttığı görülmektedir. En çarpıcı

tedbir, birinci evredeki ticari serbestleşmeye ek olarak atılan mali serbestleşme

adımlarıdır.

Serbestleşme ile birlikte Türkiye’ye “sıcak para” giriş çıkışları egemen olmaya

başlamıştır. Sıcak paranın brüt işlem hacmi, “tarım ve sanayi sektörlerince sağlanan

yıllık reel (hizmetler-dışı) mal üretiminin toplamına ulaşmaktadır (Yeldan,

2001:139). Ne var ki, finans piyasalarının gelişmesi ile reel sektörde “tasarruf-

yatırım etkinliğinin artması ve sabit sermaye yatırımlarına yönelik kredi havuzunun

genişlemesi” gerçekleşmemiş (129), reel üretim ile finansal hareketliliğin birbirinden

kopmasına neden olmuştur (19). Söz konusu mekanizma, rantiyer tipi spekülatif

birikim anlayışı doğrultusunda kurumsallaşmıştır (157).

Rantiyer tipi spekültaf birikimin en büyük aktörü yine Devlet’tir. 1989 ile

başlayan süreçte ücret artışlarının baskısı altında sermaye birikimi diğer bir çok

Page 316: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

300

önlemle birlikte temelde düşük KİT fiyatlama politikası ve mark-up fiyatlaması ile

sürdürülmektedir (Yeldan, 2001:76). Bu dönemde, “özel sermaye, ücret artışlarını

özellikle kamu kesiminde üretilen girdilerin fiyatlarındaki gerilemeyle

dengeleyebilmiş; bu sürecin kamu işletmeciliğine maliyeti ise kamuoyuna “verimsiz

çalışan KİT sisteminin çöküşü” olarak duyurulmuştur (Yeldan, 2001: 61). Diğer bir

deyişle, piyasanın verimli çalışan rasyonel aklına karşılık irrasyonel öze sahip KİT

sistemi propagandasına malzeme olan kamu kesimi açıklarının ardında “…iktisadi

artığın sermaye kesiminde birikimini sürdürebilmesi için özel sermaye gelirini

besleyen bir dizi rant aktarımı ve kaynak transferi süreci” yatmaktadır (Yeldan,

2001:10). Diğer bir deyişle, dönem içerisinde sorun olarak gösterilen kamu açığı

“özel kesimin açıklarının kamu kesimine deplase edilmiş görüntüsü”nden başka bir

şey değildir (Önder, 2003:279).

Söz konusu sürecin daha da ilgi çekici tarafı, kamu kesimi açıklarına çözüm

olarak getirilen borçlanmanın da özele kaynak aktaran yeni bir mekanizma ile

kurulmasıdır. Şöyle ki, kamu maliyesindeki açıkların kriz noktasına geldiği 1989

yılında Türkiye yine “Borç Konsorsiyumu” önündedir (Milliyet, 15 Şubat 1989).

1970’li yılların sonunda OECD, IMF ve DB’nin oluşturduğu Konsorsiyum,

Türkiye’nin dış borçlanmaya gidebilmesi için yeşil ışık yakmalıdır. Bunun yanında,

Türkiye’nin dış borçlanma olanakları tıkandıkça Hükümet iç borçlanmaya

yönelmektedir. Türkiye’nin iç borç faiz ödemeleri, 1988’de ve 1994’de doruk

noktasına ulaşmış, 1980 ila 1999 arasında devlet harcamaları içerisinde iç borç

ödemelerinin payı %2.0’dan %35,1’e yükselmiştir (Yeldan, 2001:120). Devlet

harcamaların üçte birinin iç borç faiz ödemelerine gitmesi, ekonominin merkezine

finansal faaliyetlerin ve finansal etkinliğin en büyük aktörü olarak devletin

yerleşmesi demektir. Devlet %400’lere varan fahiş faizlerle iç borçlanmaya giderek,

rantiye kesime gelir transferini artırmaktadır (Yeldan, 2001:124). Gerçekten, özel

sanayi işletmelerinde faaliyet dışı gelirlerin toplam gelirlere oranı 1985’den 1999’a

kadar %24,1’den %219’a kadar tırmanmıştır (Yeldan, 2001:152).

Hazine bonoları aracılığı ile gerçekleştirilen iç borçlanma ekonomisinde, kamu

yönetiminde merkez HDTM’ye doğru kaymaktadır. Ekonomi yönetiminde DPT,

Hazine ve Maliye Bakanlığı çatışmasına Merkez Bankası (TCMB) da katılmıştır.

DPT ile HDTM çatışmasında, 1991’de Mesut Yılmaz Hükümeti’nin iktidarınca

Page 317: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

301

düzenlenen 437 sayılı KHK (RG: 14.08.1991/20960) ile tüm icracı birimler

HDTM’ye devredilerek, merkez ilan edilmiştir. Birinci evrede DPT’yi ekonominin

merkezine yerleştiren ve DPT’nin ağırlığını artıran icracı birimlerle, söz konusu

birimlere bağlı teşvik, onay, karar yetkileri artık HDTM’ye geçmiştir. DPT tarafında

hem hiyerarşi anlamında küçülme (anahizmet birimleri beşe inmiştir) hem kadro

bazında kısıtlama (kadro karşılığı sözleşme daraltıldı) yaşanmaktadır. YPK de

özelleştirme kurulu haline getirilmiştir.

DPT’nin zincirlerinden (belge basmak) kurtulduğu sırada, Hükümet “serbest

piyasa ekonomisinde planlama”ya dair arayış içerisindedir. 1990 yılında planlama

anlayışının değişmesi ve DPT’nin de bu yönde yeniden yapılanması gerektiğine dair

kamuoyu oluşturulmaya başlanmıştır. Planlamanın yeniden gündeme gelmesinin

gerekçesini, öncelikle birinci evrenin hesapsızlığına karşı tepkide aramak gerekir.

1980 sonrası dönemde, yukarıda anlatıldığı gibi ihracat teşviği dağıtımı, imar

izinleri, özelleştirme, şirket kurtarmaları gibi mekanizmalar kişisel rant dağıtma / kar

transferi şeklinde gerçekleşmiştir (Boratav, 2005:96). Söz konusu mekanizmalar

ancak üst düzey yönetici ve siyasi kadrolara ulaşarak alınabilecek türden

avantalardır. Bu nedenle de rant ve avanta dağıtımı kesin olarak belirlenmiş bir

düzende işlememektedir. Örneğin Anadolu Grup bu avantalardan dışlanan bir

sermayedara örnektir (Boratav, 2005:98, 101). Bu dönem, kanımızca çok kritik bir

gözlem olarak Ekrem Alican (Hürriyet Partisi kurucusu eski DP’li) tarafından

yapılmaktadır: hesapsızlıkta dönem 27 Mayıs öncesine benzemektedir (Milliyet, 29

Mayıs 1988).

Birinci evrenin kleptokrasi (hırsızlık rejimi) olarak adlandırılmasına neden olan

(Boratav, 2005:99) hesapsızlık ve sanayi sermayesinin aksine ticari ve mali sermaye

ile rantiye sermayeyi güçlendiren (Boratav, 2005:169) sanayisizleşme rejimi,186

1980-1987 arasında genel sınıfsal çıkarları (Boratav, 2005:75) doğrultusunda hareket

186 Sanayi yatırımlarından (özellikle lokomotif sektör olan imalat sanayi) devletin çekilmesi,

kendiliğinden özel sektörün doldurulması sonucunu vermemiş, kamu yatırımlarındaki daralmayla

özel sanayi yatırımları da azalmıştır. Dahası, yüksek faizli rant ekonomisi, sanayi sermayesinin yeni

yatırımlara yönelmesini engellemekte, sanayi sermayesinin rant sermayesine dönüşmesine neden

olmaktadır (Kepenek, 1999:235-238).

Page 318: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

302

eden sermayenin kesimleri arasında huzursuzluğa neden olmuştur. Ekonomide

durgunluğun başgöstermesi ile birlikte (1988-1989), sermayenin alt-gruplar (ticari,

tarım/sınai ve rantiye) arasında ekonominin gidişatına dair memnuniyetsizlik ve

çatışma artmıştır.

Dönemin TÜSİAD YK Başkanı Cem Boyner rant ekonomisine sert eleştiriler

savurmaktadır (Cumhuriyet, 5 Kasım 1989’dan akt. Boratav, 2005:80):

“Hükümetin, kaynakları önemli ölçüde rant sektörüne, rantiye sınıfına kayırdığı

kanaatindeyim… Bu ekonomik gelişmeye yararı olmayan bir politikadır… Altyapı

yatırımlarına kaynak aktararak devleti büyüttüler, iç borç ve dış borç faizi ödendi ve

iç borcun faizi parasını sadece plase etmekle yaşayan bir gruba verildi… (Bunun

sonucunda) sanayici sanayicilik yapmaktansa, kaynaklarını sanayiden, ticaretten

çekip rant sektörüne yatırmayı tercih etmiştir… İşsizliğe nefes aldıramamanın en

önemli nedeni bu olmuştur.”

Sanayici Halit Narin ise tüccar sermayeye bayrak açarak sanayicinin sesini

duyurmaktadır: “pamuk işinden menfaat sağlayan birkaç tüccar kadar ağırlığımız

yok” (Boratav, 2005:81). İSO Başkanı Memduh Hacıoğlu ise ekonomi dışı saiklere

dikkat çekmektedir: “ülke kaynaklarının önemli bir bölümünü elinde bulunduran

kamu kesimi bir takım ekonomi dışı saiklerle yönlendirilince ekonominin kamburu

durumuna düşürülmüştür” (Milliyet, 30 Kasım 1990).

Sermayenin kesimleri arasındaki çatışma arttığı gibi örgütsel fraksiyonlar ortaya

çıkmaktadır: dini referanslı bir ekonomik sistemi savunan Müstakil Sanayici ve

İşadamları Derneği (MÜSİAD), büyük sermayeyi statükocu değerlendiren ve

dinamik bir niteliğe sahip genç işadamlarının kurduğu Türkiye Genç İşadamları

Derneği (TÜGİAD), özellikle Özal döneminin birinci evresinden dışlanan

işadamlarının yoğunlaştığı Cumhuriyetçi İşadamları Derneği (CUGİAD), Fethullah

Gülen cemaatine yakın işadamlarının kurduğu İş Hayatı Dayanışma Derneği

(İŞHAD) ve Kadiri tarikatına dahil işadamlarının kurduğu Serbest Sanayici ve

İşadamları Derneği (SESİAD)…

Bunların içerisinden MÜSİAD’ın hızlı yükselişi dikkat çekmektedir. “İş

dünyasında İslam insanı”nı temsil eden (Milliyet, 27 Aralık 1994) MÜSİAD, 1991

yılında kurulmuş, 1994 yılında Yerel Seçimler’de Refah Partisi’nin (RP) sandık

Page 319: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

303

başarısının ardından altın yıllarını yaşamıştır. Dönemin MÜSİAD Genel Sekreteri

Ömer Balat, “iş dünyasında İslami inancın gerektirdiği kurallara ve uygulamalara

göre hareket edilmesini savun[makta] ve böyle bir ekonomik sistemin kurulması için

çalış[tıklarını]” belirtmektedir (Milliyet, 9 Nisan 1995). MÜSİAD’ın Anadolu

kökenli ufak tekstil işletmecisi genç erkek sanayicileri temsil ettiği tekrarlansa da

(Milliyet, 13 Şubat 1995) Ülker Gıda ve İhlas Holding gibi büyük sermayeleri de

bünyesinde barındırmaktadır.

MÜSİAD, görüşlerinin RP’ye yakınlığını belirtmekle beraber ANAP ve DYP ile

ilişkileri devam ettirmektedir (Milliyet, 10 Ekim 1993). RP ile MÜSİAD’ın ilişkisi,

basına yansıdığı kadarıyla bir küskün bir barışıktır. Ne var ki, bizim altını çizmemiz

gereken nokta, MÜSİAD’ın yükselişinden ziyade, MÜSİAD’ın RP’nin DPT’si gibi

çalışmasıdır: “Erbakan’ın DPT’si MÜSİAD”. Bu kanıya varılmasına neden olan ise

Gümrük Birliğine karşı çıkan RP’nin ekonomi politikasının MÜSİAD tarafından

şekillendirilmesidir (Milliyet, 20 Temmuz 1996). MÜSİAD, RP’nin ekonomi

kurmayları olarak çalışmakta, RP’nin muhalefetine destek vermektedir. Örneğin,

Gümrük Birliği’ne karşı pamuk birliği projesini geliştirmekte (Milliyet, 20 Temmuz

1996) ya da RP’nin karşı çıktığı sekiz yıllık eğitim yasasına karşı “kara tahta”

eylemini başlatmaktadır (Milliyet, 7 Mayıs 1997). Buna karşılık, Milli Güvenlik

Kurulu’nun (MGK) 28 Şubat (1997) Kararları ile Genelkurmay’ın uygulayacağı

İslami çevrelere alışveriş ambargosunda hedef MÜSİAD üyeleridir: Ülker, Yimpaş,

Beğendik, Kombassan, İhlas, Asya, vb. (Milliyet, 6 Haziran 1997).

MÜSİAD, TÜSİAD’a karşı önemli bir rakip haline gelmiştir. 1994’de

TÜSİAD’ın DYP-ANAP koalisyonu çağrısına, MÜSİAD erken seçim talebi ile

karşılık vermekte (Milliyet, 28 Ekim 1994); 1995’de İTO başkanlığı seçimlerinde

TÜSİAD – MÜSİAD gerilimi yaşanmaktadır (Milliyet, 14 Kasım 1995).

Sermayenin hem emekçi kesimle hem kendi alt-grupları arasındaki çatışma,

TÜSİAD’ın sınıfsal refleksle yaptığı çağrılarla yumuşatılmaya çalışılmaktadır.

Öncelikle, siyasal alanda DYP-SHP koalisyonu kurdurularak sermaye – emek

çelişkilerinin yumuşatılmasına çalışılmış, DYP-SHP koalisyonu beklenen uzlaşıyı

sağlayamayınca sermayenin yekvücut hareketi için ANAP-DYP koalisyonu

desteklenmiştir (Milliyet, 28 Ekim 1994).

Page 320: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

304

Diğer taraftan, aynı saiklerle (emek-sermaye çelişkisinin uzlaşı ile yumuşatılması

ve sermayenin bütünlüğü) 1990’larla birlikte TİSK ve TÜSİAD tarafından Ekonomik

ve Sosyal Konsey’in (ESK) kurulması talebi, yeniden gündeme getirilmektedir.187

TİSK ve TÜSİAD tarafından gündeme getirilen ESK siyasal partilerden de destek

görmektedir.188

TÜSİAD 1992 tarihli Sanayileşmede Yönetim ve Toplumsal

Uzlaşma başlıklı Raporunda “bugün ülkemizde rasyonel bir ücret politikasının

varlığından söz edilememekte, toplu iş sözleşmeleri ile öngörülecek ücret artışları

için ölçü tespit edecek bir müesseseye ihtiyaç duyulmaktadır” diyerek, ESK’ye işaret

etmektedir. Sendikalarda ise görüşler farklılaşmaktadır. Hak-İş ve Petrol-İş sendikal

hareketi baltalamak ve toplu sözleşmeye engel olmak üzere düzenlenen bir tuzak

olduğunu iddia ederek, ESK’ye karşı tavır almaktadır (Koç, 1999). Hak-İş Genel

Başkanı Necati Çelik, Hükümetlerin “1990 yıllarından sonra işçi hareketini disipline

etmek için” ESK kurulması fikrini ortaya attıklarını belirtmektedir. Hak-İş

Başkanı’nın tespitleri durumun tam bir izahıdır. İş dünyası “çalışanların ücretlerine

müdahale, ücret politikalarını belirleme giderek toplu sözleşme, toplu pazarlık

sistemine yönelik ‘törpüleme’ girişimlerine yönelme[k]” üzere ESK’yi

savunmaktadır (Milliyet, 23 Temmuz 1992). Nitekim TİSK’den yapılan açıklamada

da ESK’nin “ücret politikalarını belirlemek ve fahiş ücret artışlarını önlemek”

amacını taşıdığı belirtilmektedir (Milliyet, 23 Temmuz 1992).

TİSK, TÜSİAD ve hatta TOBB’un talebi ile 1992 yılında Başbakanlık tüm

birimlere ESK’nin kurulması için gerekli çalışmaların başlatılmasına dair genelgesini

yayınlamıştır (Milliyet, 8 Kasım 1992). Uygulamaya girmesiyle de ESK’nin devlet

temsilcilerinin ve sermaye temsilcilerinin ağırlıklı olduğu bir yapı ile ücretlerin

baskılanması ve özlük haklarının geriletilmesi için emekçilerin iknasına çalışıldığı

bir süreç olduğu ortaya çıkmıştır. Diğer taraftan, sermayenin kendi içerisindeki

187 ESK, Darbe sonrasında TÜSİAD, TİSK ve İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nin

ortak çalışması ile hazırlanan bir öneri ile Danışma Meclisi’ne iletilmiş, öneri Genel Kurul’da

Anayasa Tasarı’ndan çıkarılmıştır (Koç, 1999).

188 DYP – SHP Koalisyonu’nun 50. Hükümet Programı’nda, DYP-CHP Koalisyonu’nun 52. Hükümet

Programı’nda, ANAP – DYP Koalisyonu’nun 53. Hükümet Programı’nda ve ANAP-DYP-DSP

Koalisyonu’nun 55. Hükümet Programı’nda, ESK’nin kurulması gerektiği belirtilmiştir (Koç,

1999).

Page 321: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

305

çatışma ESK ile yumuşatılmanın aksine hızlanmıştır. ESK’de temsil yarışı TÜSİAD

- TOBB arasında gerginlik yaratmıştır (Milliyet, 30 Mayıs 1995). TOBB kendisini

“resmi ve yasal” iş dünyası temsilcisi olarak görmekte ve TÜSİAD’ın rolünü

kapmaktadır (Milliyet, 23 Temmuz 1992).

ESK’nin konumuz açısından önemi, toplumsal ve ekonomik alanın uzun vadede

kurgulanması için yeni bir platform yaratmış olmasıdır. Söz konusu merkez,

işletilebilirse planlama sürecinin yeni merkezi olacaktır. Ne var ki, ESK 1992’den

itibaren kurulmuş fakat toplanamamış, 11 Ekim 1995’de ilk kez toplantıya

çağrılmıştır (Koç, 1999). Öte yandan, ESK’de alınan kararlar dikkate alınmamıştır.

Örneğin 1997’deki ESK toplantısında eşel mobilin (enflasyon oranına göre otomatik

zam) kaldırılmasına karar verilmesine karşın iki ay sonra YPK eşel mobilin

uzatılması kararı almıştır (Milliyet, 25 Temmuz 1997). Bu nedenle, ESK yeni bir

platform olamamıştır.

ESK ile birlikte gündemi işgal eden başlıklardan bir diğeri planlamada

dönüşümdür. Çeşitli toplumsal - siyasal kesimlerin desteği ile katı olarak nitelenen

klasik planlama politikasının terkedilmesi ve “serbest piyasa ekonomisine uygun

yeni bir planlama yaklaşımı”nın benimsenmesi gerekliliği 1990’larla birlikte

gündemde yerini almaktadır. Peki, 21. Yüzyılın toplumsal ve ekonomik alanı nasıl

bir planlama yaklaşımını gerektirmektedir?

DPT’nin 30. Kuruluş yıldönümünde (1990) DPT’nin bağlı olduğu Devlet Bakanı

Işın Çelebi, DPT’de hem yapısal hem işlevsel bir takım değişikliklerin yapılacağını,

bu değişikliklerle “kuruluşun daha esnek, daha dinamik, daha hızlı karar alabilen, iç

ve dış değişkenleri daha yakından izleyebilen bir duruma” getirileceğini

belirtmektedir (Milliyet, 23 Eylül 1990). Bu değişikliklerde, serbest piyasa

ekonomisi uygulayan ülkelerdeki DPT benzeri kuruluşların faaliyetleri esas

alınacaktır. Buna göre plan ve programlar her üç ayda bir revize edilerek, statik

planlama anlayışından vazgeçilecek; DPT kamu kurumu projeleri tahsisatını

onaylamayacaktır.

Esneklik ve dinamikliğe vurgu yapılmasına karşın, 1991 yılının ilk günlerinde

yapılan 3701 sayılı KHK ile (RG: 22.03.1991/20822) DPT “tipik bir hizmet

bakanlığına döndürme” operasyonuna maruz kalmıştır (Sezen, 1999:113). Hiyerarşik

Page 322: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

306

düzenlemede aşırı bir kademelenmeye gidilmiş, anahizmet birimlerine Proje

Geliştirme Genel Müdürlüğü ile İslam Ülkeleri ile İşbirliği Genel Müdürlüğü

eklenmiştir. Ayrıca, KHK ile getirilen değişiklerden hizmetleri üçüncü kişilere

“yaptırabilme” alanı genişlemiş, personel istihdamında sözleşmeliliğin

kolaylaştırılmış olması dikkat çekicidir. Bu düzenleme, yaklaşık 5 ay sonra Hükümet

değişikliği sonrasında (Mesut Yılmaz Hükümeti) yürürlükten kalkacak, 437 sayılı

KHK ile DPT yeniden yapılandırılacaktır. Bir yıl geçmeden yine Hükümet

değişikliği sonrasında (DYP ve SHP koalisyonunda Süleyman Demirel Hükümeti)

470 sayılı KHK gelecek, 470 sayılı KHK’nin de yürürlükte kalma süresi yaklaşık

birbuçuk yıl olacaktır.189

DYP ve SHP koalisyonunda kurulan 47. Hükümet, Ekonomide Yeni Yönetim’i

açıklarken “DPT’nin ağırlıklı olarak ‘bölgesel kalkınma planları’ hazırlayan etkin bir

kuruluş” halinde yeniden örgütlenmesi üzerinde durmuştur. Ayrıca, YPK’nin de

ekonomik tartışma değil, bilgi üretme forumu haline getirilmesi planlanmaktadır

(Milliyet, 23 Kasım 1991). Yeni dönemin planlamasının bölgesel kalkınma

planlarına yoğunlaşacağı, yaklaşıma dair ilk ipuçlarından biridir.

Yeni planlama yaklaşımı’nın temeli serbest piyasa ile planlamayı biraraya

getirebilmelidir. Bir önceki DPT Müsteşarı Ali Tigrel tarafından işaret edilmiş

olmakla beraber, İlhan Kesici’nin DPT Müsteşarı olması ile “Japonya Ekonomik

Planlama Örgütü” gündeme getirilmiştir. İlhan Kesici “serbest piyasa modelli

ekonomilerde planlamanın tümüyle ‘tasfiyesi’ yerine, tüm kesimlerin görüşlerini

içeren ekonomik ilke ve politikaları oluşturacak, ekonomik politikalarda konsensüs

oluşturacak uygulamaları gerçekleştirecek biçimde örgütün reorganize edilmesi”ni

önermektedir (Milliyet, 28 Kasım 1991). Bu bağlamda, post-planlama dönemi yerine

neo-planlama dönemine dair arayışların olduğu, bizzat DPT Müsteşarı’nın

açıklamalarından öğrenilmektedir.

Gazete taramalarında rastlayabildiğimiz kadarı ile yeni yaklaşımın adını stratejik

planlama olarak anan ilk açıklama, Ege Bölgesi Sanayi Odası (EBSO) Başkanı Uğur

Yüce’ye aittir. Yüce’ye göre, ekonomide durum kötüye gitmektedir ve artık mucize

olmadığı sürece enflasyonun ikili rakamların altına çekilmesi yıllar alacaktır.

189 Düzenlemeler hakkında incelemeler için Sezen, 1999 ve Akçay, 2007’ye bakılabilir.

Page 323: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

307

Yüce’ye göre “[DPT’nin] kalan bölümü de kapat[ılmalı]” ve yerine “Stratejik

Planlama Enstitüsü kurul[malıdır]. Bu kuruluşun belirlediği planlara da toplumun

tüm kesimleri uy[malıdır]” (Milliyet, 30 Temmuz 1991). Sermaye yine yeniden

belirsizliklerden kurtulup planlamaya destek vermekte ve yönelimin adını stratejik

planlama olarak koymaktadır.

İzleyen yıl (1992) DPT Müsteşarı İlhan Kesici, DPT’nin 32. kuruluş yıldönümü

dolayısıyla yaptığı konuşmasında planlamayı değerlendirmeye açmaktadır. Kesici’ye

göre gelişmiş ülkelerdeki gibi “stratejik planlamaya” yönelinmesi gereklidir

(Milliyet, 27 Eylül 1992). Stratejik planlamaya dair kurgunun bir yıl sonra

derinleştiği görülmektedir. Kesici, “DPT olarak detaydan çekiliyoruz” diyerek,

DPT’nin proje bazında takip görevini bırakacağını “makroya kayaca[ğını]” beyan

etmiştir. Örneğin 1992’de DPT 7 bin 500 projeyi takip etmekteyken, 1993’de bu sayı

4 bin olacak, 1994’de ise bine inecektir. Projeler artık DSİ’den Karayolları’na her

kuruluşun kendi bünyesinde yürütülecek ve izlenecektir. Hatta proje sayısı 150’ye

kadar indirilecek ve “makronun da üzerine” çekilecektir. Bu şekilde DPT sadece

stratejik planlama görevini yapacaktır (Donat, 1993). Ayrıca, YBYKP ile rolling

planlamaya190

geçilecek, DPT’ye bağlı ya da yarı-otonom stratejik araştırma

enstitüsü kurulacaktır (Milliyet, 16 Ocak 1993).

1993-1995 arasında stratejik planlama gündemdeki yerini korumuştur. 1993

Eylül’ünde Doç. Dr. Hurşit Güneş, uluslararası rekabet sürecinde üstün olunan

sektörlerin belirlenmesini “ve sadece belirlenen sektörler için ‘ana planlar’

geliştirilme[sini]” savunmakta ve “artık stratejik planlama anlayışını[n]”

benimsenmesini gerekli görmektedir. Güneş’e göre, ana-planlar da ademi

merkeziyetçi şekilde katılımla yapılmalıdır (Milliyet, 16 Eylül 1993).

1994’de halen Eczacıbaşı Holding yönetim kurulu üyeliğinden bulunan Öztin

Akgüç’e göre de “Türkiye ekonomisinde 1980 sonrası yaşanan düzensizlik, büyüme

hızında şiddetli iniş çıkışlar, enflasyonun süreğenleşmesi, iç ve dış dengelerin

bozulması, stratejik bir ekonomik planlama gereğini ortaya koymuştur.” Akgüç,

190 Rolling planlama, belli zaman aralıklarıyla planın güncellendiği yöntemdir. Soyak, planın kendi

kendini yenilemesi, değişime uyum sağlaması olarak tanımlamaktadır (Soyak, 2004:143).

Page 324: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

308

stratejik planlamanın “belirsizlikleri ortadan kaldıran” özelliğine dikkati çekmiştir

(Milliyet, 28 Ağustos 1994).

Stratejik planlama, TÜSİAD’ın 1995’de kurguladığı “optimal devlet”in önemli

bir ögesidir. 1990’ların başında başlayan stratejik planlama gereksinimine dair

gündemde son sözü TÜSİAD’ın Coşkun Can Aktan’a hazırlattığı 1995 tarihli “21.

Yüzyıl için Yeni Bir Devlet Modeline Doğru Optimal Devlet” başlıklı Rapor

söylemiştir, denilebilir. Rapor’a göre, devletin küçültülmesi ile paralel olarak kamu

ekonomisinin ve kamu yönetiminin yeniden yapılandırılması gereklidir. “Kamu

ekonomisini ve kamu yönetiminin yeniden yapılanması devleti yeniden inşa etme

projesidir. Bu büyük değişim ve reform projesinin bir stratejik planlama dahilinde

yürütülmesi gerekir.” Bu yeniden yapılandırma Ekonomik ve Sosyal Konsey

tarafından gerçekleştirilmelidir (Aktan, 1995’den akt. Milliyet, 26 Nisan 1995).

1990’ların gündeminden stratejik planlamaya dair ipuçlarını çekersek, şunlar

görülmektedir: ulusüstü ve uluslararası dinamiklerle içiçe ölçek olarak bölgeyi esas

almakta, sektörel planlamayı bölge ölçeğine indirmekte; emredicilik ve

yönlendiricilik yerine esnekliğe vurgu yapmakta, mümkünse rolling planlama

yöntemini benimsemekte; sektörel bağıntıları bırakıp makro amaçlara odaklanmakta

ve katılımcı bir sürece işaret etmektedir. Söz konusu özellikleri ile klasik planlama

yaklaşımından ayrılarak stratejik planlama yeni bir biçim ve içeriğe bürünmektedir.

3. Çöküş ya da Yeni Bir Başlangıç Evresi: Planlama Politikasının Çöküşü

ve Politika Planlamasının Doğuşu

Stratejik planlamaya yönelik kurumsal ve yasal değişiklikler, 1990’lı yılların

ortasından 2010’lu yıllara kadar kademeli olarak hayata geçirilmiştir.191

Amacımız

tez çalışmasının kapsamından çok daha geniş bir çalışma alanına açılan stratejik

planlama kavram ve olgusunu açıklamak değil, stratejik planlamaya geçiş sürecini

klasik planlama politikasından kopuş noktalarına değinerek aktarmaktır.

191 Türkiye’de stratejik planlamaya geçiş sürecini uygulamadan takip eden bir çalışma için bkz.

Övgün, 2009b.

Page 325: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

309

a) Kurumsal Yapıda Değişiklik: DPT’den Kalkınma Bakanlığı’na192

Planlama işlevinin stratejik yaklaşım çerçevesinde örgütlenmesine dair

girişimlerin başlaması ile yapıda köklü bir değişikliğe neden olacak Kalkınma

Bakanlığı’nın kurulmasına kadar (2011) geçen süre, 20 yılı aşmaktadır. Başbakanlığa

bağlı bir müsteşarlık olarak örgütlenen klasik planlama politikasının yönetsel yapısı

1990’larda küçük değişikliklerle yeniden yapılandırılırken, 2011 yılında bakanlık tipi

örgütlenmeye geçilerek, tamamen yıkılmıştır. Bakanlık tipi örgütlenmenin kurumsal

altyapısı ise dönem içerisinde kamu yönetiminde yapılan değişikliklerle

hazırlanmıştır.

Stratejik planlamayı yapmak üzere DPT’nin yapı ve işlevinde gerekli

değişiklikler, ilk olarak 511 sayılı KHK ile yapılmıştır (RG: 16.09.1993/21700

mük.). 511 sayılı KHK ile planlama “1980 sonrasının kalkınma anlayışı ile uyumlu

hale getirilme[ktedir]” (Sezen, 1999:121). Uyumlaştırmanın ilk göstergeleri,

DPT’nin görevlerine uluslararası kuruluşlarla iletişim, yabancı sermayeyi teşvik, özel

sektörü yönlendirme, katılımcılık ve bölgesel gelişme programları başlıklarının

eklenmesi ve hatta baskınlaşmasıdır.

Serbest piyasada planlama anlayışı ve DPT’nin görevi netleşmiştir (511 KHK-

md.2/d): “uluslararası kuruluşlarla iletişim içerisinde çalışarak ileriye dönük

stratejiler geliştirmek ve topluma perspektif sağlayan politika önerilerini katılımcı bir

yaklaşımla belirleyerek özel kesim için orta ve uzun dönemde belirsizlikleri giderici

genel bir yönlendirme görevini yerine getirmek.” Başka bir şekilde ifade etmek

gerekirse planlama piyasanın belirsizliklerini gidermeyi amaçlamaktadır ve planlama

süreci uluslararası kuruluşlarla özel sektörün katılacağı bir süreçte belirlenecektir.

1990 sonrası dönemin finansallaşma dinamiklerini dikkate alan düzenleme,

“maliye, para, dış ticaret ve kambiyo politikaları”na gereken önemi vererek söz

konusu politikaların “kalkınma planı ve yıllık programların hedefleriyle uyum içinde

uygulanması konusunda Hükümete müşavirlik yapmak” görevini DPT’ye

vermektedir (md.2/g).

192 Kalkınma Bakanlığı’na dair incelemenin içeriği, tez çalışması devam ederken KAYFOR 9’da

(Gazi Üniversitesi) sunulan bildiride yer almıştır: Dik ve Yılmaz, 2011.

Page 326: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

310

Yeni dönem, ortaya atılan bölgeselleşme ve bölge bazında sektörel planlamayı

temel almakta, hem görevlere “bölgesel ve sektörel bazda gelişme programları

hazırlamak” eklenmekte hem de DPT’nin örgütlenmesinde sektörel birimleşme

kalkmaktadır. Yeni dönemde, DPT’de anahizmet birimleri sektörel bazda değil, konu

bazında düzenlenmektedir: Yıllık Programlar ve Konjonktürel Değerlendirme GM,

Ekonomik Modeller ve Stratejik Araştırmalar GM, Yatırımlar Sektör Programları ve

Koordinasyon GM, Yapısal Uyum Sosyal Politikalar ve Koordinasyon GM,

Kalkınmada Öncelikli Yöreler ve Bölgesel Gelişme GM, Avrupa Topluluğu ile

İlişkiler GM, Dış Ekonomik İlişkiler GM, Ekonomik ve Sosyal Yönetim Bilgi

Merkezi Dairesi Başkanlığı.

Söz konusu KHK, dayandığı 3911 sayılı Yetki Kanunu’nun

(RG:27.6.1993/21620) iptal edilmesi ile Anayasal dayanaktan yoksun kalmıştır

(RG:27.12.1993/21801). Anayasa Mahkemesi kararında 511 sayılı KHK’nin iptali ile

meydana gelecek hukuksal boşluğun kamu yararını olumsuz yönde etkileyecek

nitelikte olmasını dikkate alarak, iptal kararının RG’de yayımlanmasından başlayarak

altı ay sonra yürürlüğe girmesine karar vermiştir. Bu bağlamda, DPT’yi düzenleyen

540 sayılı KHK 24 Haziran 1994 tarihli RG’de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir

(RG:24.06.1994/21970).

540 sayılı düzenlemede belirtilen görevler, 511 sayılı düzenlemeden küçük bazı

farklılıklar barındırması dışında aynı kalmıştır. 540 sayılı KHK ile getirilen en dikkat

çekici değişiklik, PKKK’nın HDTM’den koparılarak Planlama Örgütü içerisine

alınmasıdır. DPT’nin 511 sayılı KHK ile maliye, para, kredi ve kambiyo politikaları

ile kalkınma planları ile uyumlaştırma görevi kazandığı düşünüldüğünde, bu bağlılık

anlam kazanmaktadır. DPT artık para piyasaları ile yakın ilişki içerisinde, yerli ve

yabancı özel sektöre yönlendirici tavsiyelerde bulunacaktır. 540 sayılı KHK’de

şaşırtıcı olan sektörel birimleşmeye geri dönülmesidir. 540 sayılı KHK ile DPT

örgütsel olarak sektörel kategorilere geri dönse de bu dönemde açıklanan YBYKP

Stratejisi ile başlayarak planlarda sektörel bağlantılara veda edilecektir.

Dönem içerisinde planlama yapısında yeni yaklaşım konusunda arayışlar devam

etmiştir. Dönemin en önemli çıktısı, 2000 yılında esrarengiz bir havada gündeme

düşen “Stratejik Araştırma ve Planlama Kurumu Kanun Taslağı”dır. Yürürlüğe

Page 327: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

311

girmemekle beraber 1980 sonrası dönemin birikimini ve 2000’li yılların yönelimini

ortaya koyan düzenleme, DPT’yi Stratejik Araştırma ve Planlama Kurumu’na

(SAPK) dönüştürmeyi amaçlamaktadır.

1 Ekim 2000 tarihli Gazetelerde “DPT Tarihe Karışıyor” başlığı ile verilen

habere göre, Kanun Taslağı DPT Müsteşarı Akın İzmirlioğlu’nun “çok gizli” olarak

yürüttüğü çalışmalarla oluşturulmuştur (Milliyet). Ne var ki, Başbakan Bülent Ecevit

çalışma yapıldığını yalanlamış,193

üstelik Kanun Taslağı’nı Anayasa’ya aykırı

bulmuştur. Oysa DPT’den 2002 yılında yapılan bir basın açıklamasında söz konusu

Taslağın “21.09.2000 tarihli yazıyla Başbakanlığa gönderildiği” ilan edilmiştir

(Soyak, 2004:142).

Kanun Taslağının Genel Gerekçesi’nde planlama örgütünün yapılanmasında,

planlama sürecinin ulusüstüleşme ve bölgeselleşme dinamiklerinin etkisi altında

olduğu açık bir şekilde görülmektedir.

SPAK, sürdürülebilir kalkınma kavramı temelinde uzun dönemli planları

hazırlamakla görevlidir, ancak artık araştırma ağırlıklı bir kurumdur ve “politika

üretimini analitik bir yaklaşımla gerçekleştirmek” üzere yapılandırılmaktadır. Bu

yapı içerisinde, merkezde Başbakanlığa bağlı SAPK ile Yüksek Planlama Konseyi

(YPK), Para Kredi Koordinasyon Kurulu (PKKK), Ekonomik ve Sosyal Konsey

(ESK) ile Yüksek Danışma Kurulu (YDK)’dan oluşmaktadır. Bakanlar ile toplum

temsilcileri bir araya getiren sınıfsal uzlaşı platformu olarak oluşturulan ESK ile

SAPK Başkanına danışmanlık hizmeti vermek üzere kurulan YDK yeni eklenmiş

birimlerdir. Ayrıca YPK yalnızca SAPK Başkanı ile Başbakanın belirleyeceği kadar

bakandan oluşturularak siyasetin üstünlüğünün korunduğu bir karar organına

çevrilmiştir: KİT’lerle ilgili karar alabilmekte, yatırım ve ihracat teşviği esaslarını

tespit etmekte ve Toplu Konut İdaresi ve Toplu Konut Fonu bütçesini

onaylamaktadır.

SAPK merkez örgütü dışında, “bölge içindeki faaliyetleri bölge teşkilatı

vasıtasıyla yönlendirmek, koordine etmek… her alanda devlet-millet işbirliği, kişisel

girişimcilik faaliyetlerini geliştirmek; bölgesel kalkınma projeleri ile ilgili

193 Oysa, Kanun tasarısı halen Kalkınma Bakanlığı (eski DPT) internet sayfasında yayınlanmaktadır.

Page 328: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

312

koordinasyonu sağlamak ve görev alanına gören konularda görüş vermek ve

uluslararası kuruluşlarla temas ve müzakerelere iştirak etmekle görevlendirilmiştir.”

SAPK doğrudan merkeze bağlı “Bölgesel Planlama Başkanlıkları” kurabilecektir

(md.26). Bölge kuruluşları ile sağlanacak bölgesel kalkınma “mahalli potansiyelin

harekete geçirilmesi” (28/b) ile “bölgesel gelişmişlik farklarını azaltmak” (28/a) ve

bu yönde “özel girişimciliğin güçlendirilmesi”ni (28/d) teşvik etmeyi

gerektirmektedir. Bir başka yönden de bölge kuruluşları “bölgesel gelişme amaçlı

yurtdışı kaynakların koordinasyonu ve kullandırılmasını temin etmek”le

görevlendirilmiştir (17/d). Söz konusu düzenlemeler, 2000 yılını takip eden yıllarda

önce Bölge Kalkınma Ajansı sonra Kalkınma Ajansları (KA) adı ile yürürlüğe

girecektir.

SAPK, bölgesel sermaye ile yurtdışı kaynakları ve bölgesel aktörlerle uluslararası

kuruluşları yatay ilişkiler içerisinde buluşturan bir kurum olarak

yapılandırılmaktadır. Bu sayede, “uluslararası kuruluşlarla iletişim içerisinde” ve

“katılımcı bir tarzda” özel kesim için “orta ve uzun vadede belirsizlikleri gidermek”

mümkün olacaktır (2/f). Tariflenen uluslararası kuruluşlarla iletişim ve katılımcılık,

KA’nın yönetişim tarzıyla hayata geçirilecektir.

2000’li yıllarda nerede nasıl ve kim tarafından hazırlandığı anlaşılamayan ve

dönem Başbakanı tarafından Anayasa’ya aykırı bulunan düzenlemelerin içeriği,

2000’li yıllarda KA’nın ve 2011 yılında Kalkınma Bakanlığı’nın kuruluşu ile tekrar

gündeme gelmiş ve hatta yürürlüğe girmiştir.

6 Nisan 2011 tarihinde TBMM’de kabul edilen 6223 sayılı Yetki Kanunu

(RG:3.5.2011/27923) ile BK’ye altı ay içinde kamu hizmetlerinin bakanlıklar

arasında yeniden dağıtılması, yeni bakanlık kurulması, bakanlıkların ilgili ve bağlı

kuruluşlarının hiyerarşik bağlılığında değişiklik yapılması hakkında düzenleme

yapma yetkisi verilmiştir.

Bu yetkiye dayanarak 3 Haziran 2011’de BK’de kabul edilen 641 sayılı

“Kalkınma Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde

Kararname” (RG:8.6.2011/27958) ile Kalkınma Bakanlığı kurulmuş ve DPT yeni

kurulan Bakanlığa devredilmiştir. Bu devir ile 30 Eylül 1960’dan bu yana kalkınma

için iktisadi, sosyal ve kültürel planlama işlevini yerine getiren DPT kapatılmış

Page 329: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

313

(RG:5.10.1960/10621); örgütü, personeli ve görevleri ile yeni kurulan Bakanlığa

devredilmiştir.

Kalkınma Bakanlığı’nın planlama örgüt ve yönetimindeki ilke ve gerekçelerini

incelemek bazı sınırlamalara tabiidir. Öncelikle, Kalkınma Bakanlığı, KHK ile

düzenlenmiştir. Bu nedenle, bir Kanun Gerekçesine sahip değiliz. Diğer taraftan,

Kalkınma Bakanlığı, DPT mevzuatını nerdeyse değişiklik yapılmadan alınması ile

kurulmuştur.194

Bu nedenle, Kalkınma Bakanlığı yeni bir yapı olmaktan çok yapının

yönetsel bağlılık ve yönetsel örgütlenmedeki yerinin değiştirilmesi ile kurulmuştur.

Söz konusu kısıtlar nedeniyle, Bakanlık hakkında yeni döneme dair öngörüler,

basın açıklamaları ile ilgili yeni düzenlemeler ışığında yapılabilmektedir. Kalkınma

Bakanı olarak atanan Cevdet Yılmaz, Haziran 2011’de Erzurum’da 26 Bölge

Kalkınma Ajansının katılımıyla gerçekleştirilen 1. Kalkınma Ajansları

Konferansı’nda Bakanlığın ana görevini şöyle tanımlamaktadır: “Kalkınma

Bakanlığı, bütün bu kalkınma ajanslarının bir anlamda şemsiye organizasyonudur.”

Yılmaz, Kalkınma Bakanlığının diğer misyonunun, ülkenin kalkınma tecrübesini

komşu ve çevre ülkelerle paylaşmak ve diğer ülkelerdeki reform sürecine destek

olmak şeklinde tarif edilebileceğini söyleyerek sözlerini tamamlamıştır (Yeni Şafak,

20 Haziran 2011). Temmuz 2011’de yayınlanan İşveren Dergisi’ne verdiği

ropörtajda Cevdet Yılmaz “Bilhassa bölgesel kalkınma çalışmalarını hızlandırmak ve

bölgesel kalkınmaya yönelik kamu yatırımlarını yerinden ve daha koordineli şekilde

yürütmek amacıyla, Güneydoğu Anadolu (GAP) İdaresine ilave olarak, Kalkınma

Bakanlığına bağlı Doğu Anadolu Projesi (DAP), Doğu Karadeniz Bölgesi Projesi

(DOKAP) ve Konya Ovası Projesi (KOP) için üç ayrı bölgesel kalkınma idaresi

kurul[duğu]”nu belirtmiştir (TİSK 2011).

641 sayılı KHK’de Bakanlığın merkez ve yurtdışı teşkilatından oluştuğu

belirtilmesine rağmen (3 md), Bakanın bu açıklamasından yola çıkarak, Kalkınma

Bakanlığının “bölge düzeyinde yatırımların izlenmesi ve koordinasyonun Kalkınma

Ajansları aracılığıyla sağlanması” ile görevli olduğu, KA’ların bir çeşit taşra teşkilatı

olarak ele alınacağı görülmektedir.

194 641 sayılı KHK ile Kalkınma Bakanlığı’nda DPT’den farklı olarak üç yeni birim kurulmuştur:

Yatırımlar İzleme ve Değerlendirme Genel Müdürlüğü, Kalkınma Araştırmaları Merkezi ile DAP

Bölge Kalkınma İdaresi ve KOP Bölge Kalkınma İdaresi.

Page 330: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

314

Kalkınmanın bölgesel ölçekte ele alınmaya başlaması yeni değildir. 1990’ların

başında planlamanın tartışmaya açılmasında, bölgeselleşme ilk başlıktır. Bunun

haricinde, 1996-2000 DPT Bölgesel Gelişme Raporu’nda “[s]ürdürülebilir Kalkınma

ölçeğinin bölgeselliği kanıtlanmıştır” (Bayramoğlu, 2005b:85). Aynı yaklaşım,

2000’li yıllara devretmiş, Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma Planı’da (SBYKP) DPT’nin

bölge teşkilatına sahip olması gerektiği belirtilmiştir: “planların, programların ve

bölgesel planların hazırlık, uygulama, koordinasyon ve izleme aşamalarının

etkinliğini artırmak üzere, Devlet Planlama Teşkilatı Müsteşarlığınca ihtiyaç duyulan

“merkezlerde birimlerin” oluşturulması için düzenlemeler yapılacaktır” (DPT,

2000a).

Bu doğrultuda, KA’lar, Ağustos 2003’de Avrupa Birliği (AB) ile imzalanan 2003

Yılı Katılım Öncesi Ekonomik Program’da yer alan Yapısal Reformlar başlığı

altında anılmıştır (Güler, 2005b:169). Aynı yıl, Nisan 2003’de gündeme gelen ancak

uygulamaya girmeyen Kamu Yönetimi Temel Kanunu (KYTK) Tasarısı’nda Bölge

Kalkınma Ajansları olarak düzenlenmiştir. Söz konusu KYTK Tasarısı’nın yürürlüğe

girememesi sonrasında KA, 2006 tarihli 5449 sayılı Kanun ile (RG:8.2.2006/26074)

düzenlenmiş, “kamu kesimi, özel kesim ve sivil toplum kuruluşları arasındaki

işbirliğini geliştirmek, kaynakların yerinde ve etkin kullanımını sağlamak ve yerel

potansiyeli harekete geçirmek suretiyle, ulusal kalkınma plânı ve programlarda

öngörülen ilke ve politikalarla uyumlu olarak bölgesel gelişmeyi hızlandırmak,

sürdürülebilirliğini sağlamak, bölgeler arası ve bölge içi gelişmişlik farklarını

azaltmak üzere” kurulmuştur (5449/md.1). 195

Bakanlık, KA’nın faaliyetlerini ve bölge planlarını koordine edecektir. Bu

dönüşüm, ulusal kalkınmadan bölgesel kalkınmaya geçildiğini, ulusal merkezi

örgütün yalnızca bölge planlarının koordinasyonu ile ilgileneceğini göstermektedir

(5449 sayılı Kanun, 4 md.). Artık, kalkınma birimi kalkınma ajansları ve kalkınma

ölçeği bölgelerdir.

KA’lar ile Bakanlık arasındaki ilişkiler, idari bağlılıkla ilgili bir takım

düzenlemelerle hayata geçirilmiştir. Öncelikle, 7 Temmuz’da Kuruluşların Bağlı ve

İlgili Oldukları Bakanlıkların Değiştirilmesi hakkında Başbakanlık kararını

195 KA hakkında birçok soruya yanıt veren editoryal bir çalışma için bkz. Turan, 2005.

Page 331: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

315

Cumhurbaşkanının onayına sunarak tüm bakanlıklar için bir liste oluşturulmuştur.

Karar 3046 sayılı Kanuna 3 Haziran 2011 tarihli 643 sayılı KHK ile eklenen ve

Türkiye’de uygulanan bağımsız üst kurulların özerkliklerine son veren 19/A

maddesine dayanarak hazırlanmıştır.

Madde 19/A- (Ek: 3/6/2011–KHK-643/2 md.) Bakanlık bağlı, ilgili ve ilişkili

kuruluşları (10/12/2003 tarihli ve 5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol

Kanununa ekli (III) sayılı cetvelde yer alan kurumlar dahil) Başbakanın teklifi ve

Cumhurbaşkanının onayı ile, Başbakanlıkla veya diğer bakanlıklarla ilgilendirilebilir.

Söz konusu kuruluşların özel kanunlarında bağlı, ilgili ve ilişkili olunan bakanlığa ya

da bakana verilen yetki ve görevler ilgilendirilen bakanlık veya bakan tarafından

kullanılır ve yerine getirilir. (Ek cümle: 8/8/2011-KHK-649/45 md.) Bakan, bağlı,

ilgili ve ilişkili kuruluşların (5018 sayılı Kanuna ekli (III) sayılı cetvelde yer alan

kurumlar dâhil) her türlü faaliyet ve işlemlerini denetlemeye yetkilidir.

Düzenleme ile TÜİK ve GAP Kalkınma Bakanlığına bağlanmıştır. 642 sayılı

KHK ile kurulan Doğu Anadolu Projesi (DAP) Bölge Kalkınma İdaresi ile Konya

Ovası Projesi (KOP) Bölge Kalkınma İdaresi ve Doğu Karadeniz (DOKAP) Bölge

Kalkınma İdaresi 649 sayılı Bazı KHK’lerde değişiklik yapan KHK ile Kalkınma

Bakanlığına bağlanmış, KA’lar ise bakanlığın ilgili kuruluşu olmuştur.

KA’lar ile ulusal düzeyin ilişkisi, DPT altında kurulan Bölgesel Gelişme Yüksek

Kurulu ile Bölgesel Gelişme Komitesi ile sağlanacaktır. Söz konusu komite ve kurul,

Türkiye 2011 İlerleme Raporu’nda yer almış (EU, 2011:82), 641 sayılı KHK’ye

yetiştirilememiş, 649 sayılı KHK ile sonradan Kalkınma Bakanlığı’na eklenmiştir

(RG: 17.08.2011/28028). Bölgesel Gelişme Yüksek Kurulu, Başbakan ve Kalkınma

Bakanı ile Başbakan’ın belirleyeceği bakanlardan oluşmaktadır. Kurul’un bölgesel

kalkınmaya ilişkin konularda karar organı olduğu belirtilmekte ve “Bölgesel gelişme

alanında ulusal düzeyde genel politikaları ve öncelikleri tayin etmek, bu kapsamda

bölgesel gelişme ulusal stratejisini onaylamak”la görevlendirilmektedir (646 sayılı

KHK, 23/A md). Genel olarak Kurul, sektörel, tematik ve bölgesel politikaların

merkezi düzeyde planlanması, uygulanması ve izlenmesi ve bölgesel planların

merkez stratejilere uyumunu sağlayacaktır (EU, 2011:82). Bölgesel Gelişme

Komitesi, Müsteşarın başkanlığında, Maliye Bakanlığı ve Hazine müsteşarları ile

Bölgesel Gelişme Yüksek Kurulunda temsil edilen bakanlıkların müsteşarlarından

Page 332: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

316

oluşmaktadır. Komitenin gündemine göre kamu kesimi, özel kesim veya sivil toplum

kuruluşu temsilcileri de Komite toplantılarına davet edilebilmektedir. Bölgesel

Gelişme Komitesi, bölgesel gelişme alanında ulusal düzeyde politika önerileri

geliştirmekle görevlidir (646 sayılı KHK, 23/A md).Kalkınma Bakanlığı tarafından

hazırlanan Orta Vadeli Program hedefleri arasında da “merkezi politikalar ile

bölgesel gelişme politikaları arasında planlama, uygulama ve izleme bakımından

uyum ve koordinasyonu sağlayarak yönetişimi geliştirmek amacıyla” kurulan

Bölgesel Gelişme Yüksek Kurulu ve Bölgesel Gelişme Komitesinin faaliyete

geçirilmesi yer almaktadır.

Bununla birlikte, Bakanlık “Kalkınma alanında ilgili ulusal ve uluslararası

kuruluşlarla işbirliği program ve projelerini hazırlamak, koordine etmek ve

gerektiğinde yürütmek, ülke dış politikasını destekleyecek şekilde dünya ekonomisi,

ülke ekonomileri hakkında analitik ve stratejik çalışmalar yapmak, bu görevlerin

gerektirdiği üst düzey koordinasyonu sağlamak”la da görevlidir (641 sayılı KHK,

12/c md). Bu nedenle, Bakanlık hem bölgesel kalkınma birimlerinin hem de

kalkınma birimlerine hibe sağlayan uluslararası kuruluşlar arasındaki koordinasyonu

sağlayacaktır. KA’ları da “bölgesel gelişmeye yönelik iç ve dış kaynaklı fonları”

(5449 sayılı Kanun, 4/2/c md.) “bölge plân ve programlarına uygun olarak kullanmak

veya kullandırmak”la görevlidir (5449 sayılı Kanun, 5/f md).

Finansman ve yönetim açısından ulusütü-ulusal-bölge arasındaki ilişkiler, AB

Katılım Öncesi Mali Yardım Aracı (IPA) kapsamında kurulmaktadır. 2007 yılında

AB’den aday ve potansiyel aday ülkelere aktarılan kaynaklar, IPA adı altında

toplanmıştır. Bu kapsamda, 2007–2013 yılları arasında Türkiye’ye 10,1 milyar Euro

ayrılmıştır. Türkiye nüfus ve yüzölçümü itibariyle bu kaynağın 4,9 milyar Euro’sunu

alabilecektir. Kaynak, proje karşılığında hibe olarak kullandırılmaktadır. Bu nedenle,

mümkün olduğunca fazla miktarda projenin üretilmesi gereklidir. Söz konusu

projeler, IPA bileşenlerini oluşturan beş başlık altında toplanmaktadır:

Geçiş Dönemi Desteği ve Kurumsal Yapılanma

Sınır Ötesi İşbirliği

Bölgesel Kalkınma

İnsan Kaynaklarının Geliştirilmesi

Kırsal Kalkınma

Page 333: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

317

2007 – 2009 yılları arasında kurumsal yapılanma projelerine destek sağlanmıştır,

2009 sonrasında ise bölgesel kalkınma projelerine ağırlık verilecektir

(www.abgs.gov.tr). Büyük yatırımlar içeren bu bileşen, aday ülke için bir anlamda

üyelik sonrası yapısal fonlara hazırlık niteliğini taşımaktadır (www.abgs.gov.tr).

Yapısal fonlar, üye ülkelerin yararlanabildikleri, dört ana kaynaktan

oluşmaktadır: Avrupa Bölgesel Kalkınma Fonu (ERDF), Avrupa Sosyal Fonu (ESF),

Avrupa Tarım Garanti Fonu (EAGGF) ile Avrupa Balıkçılık Fonu (FIFG). Fonların

bölge düzeyinde verilmesi, bölgelerin siyasi ve idari otoriteye sahip olması yönünde

bir baskı aracına dönüşmektedir. Amaç, AB merkezine bağlı bölgelerin ulusal

sınırlardan bağımsız olarak gelişmişlik düzeylerinin takip edilebilmesi ve kaynak

kullandırılabilmesidir. Bölgelerin siyasi temsil mercii de 1991’de Maastricht

Anlaşması ile kurulmuştur: Bölgeler Konseyi. Konsey’de bölgeler temsil

edilmektedir. Bu bağlamda, “2004-2006 Ön Ulusal Kalkınma Planı doğrultusunda,

katılım öncesi mali yardımların kullandırılması adına 11 bölgede, bütçesinin çok

önemli bir bölümü AB hibeleriyle sağlanan bölgesel gelişme programları

başlatılmıştı[r]” (Soyak, 2005:46). Tüm bunların ötesinde, IPA kapsamında yer alan

“bölgesel kalkınma bileşeni ile insan kaynaklarını geliştirme bileşeninin sektörel

düzeyde stratejik koordinasyonunun sağlanması görevi ise DPT’ye verilmekte ve bu

süreçte DPT özellikle bölgesel kalkınma alanında ön plana çıkmaktadır. Programa

ilişkin 1085/2006 sayılı Konsey Tüzüğü 31 Temmuz 2006 tarihinde Topluluk Resmi

Gazetesinde yayımlanarak yürürlüğe girmiştir” (Övgün, 2011:268). Bu çerçevede,

ulusüstü fonlama mekanizması bölgeyi temel almakta, ulusal koordinasyon

mekanizması ise DPT’ye verilmektedir. Sonuç olarak, Ulusal Program, İlerleme

Raporları ve Eylem Planlarının ortaya koyduğu hedeflerin uygulanması için bölgede

KA’lar ile merkezde Kalkınma Bakanlığı ve ilgili kurul ve komiteler görev

yapacaktır. Diğer bir ifadeyle, “küreselleşme ile birarada giden bölgeselleşme”

(DPT, 2006) dinamiklerinin planlama işlevini dönüştürücü etkisi, işlevin

örgütlenmesinde bölgesel planlama birimlerinin oluşturulması ve ulusal düzeyin

ulusüstü planlama ve fonlama birimleriyle bölgesel birimlerin koordinasyonu

şeklinde yapılandırılmasında görülmektedir.

Kalkınma Bakanlığı’nın kurulması, 1960’lı yıllarda gündeme gelen planlama

işlevinin örgütlenmesine ilişkin iki yönetsel biçim arasındaki devir teslimi göstermesi

Page 334: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

318

bakımından önemlidir: Bakanlık olarak kurulması ve Başbakanlığa bağlı ayrı bir

teşkilat olarak yapılandırılması. Kalkınma Bakanlığı’na devir ile DPT Başbakanlığa

bağlı bir müsteşarlık olarak örgütlenen yapısıyla tasfiye edilmiştir. Bu tasfiye ile

kuruluş aşamasındaki temel dokümanlardan aktarılan örgütsel özellikleri de tarihe

karışmıştır. Tasfiye ile yaşanan planlamanın örgütsel özelliklerindeki dönüşüm şu

şekilde sıralanabilir.

Öncelikle, merkez planlama örgütünün bakanlık altına alınması ile örgütün teknik

girdi sağlayan, siyaseten görece özerk karakteri ortadan kaldırılmıştır. Bu doğrultuda,

planlama örgütü Bakanın emir ve direktifleri doğrultusunda hareket eden memurlar

haline gelmiştir. Planlama uzmanlarının görece özerk karakterleri kaybolmuştur. Bu

doğrultuda, planların hazırlanması tamamen siyasal bir süreç haline gelmiş, planlama

örgütünün siyaseten görece özerk karakteri ortadan kalkmıştır.

YPK’nin kuruluşundan günümüze yeniden yapılandırılarak salt siyasi temsiliyete

sahip bir Kurul haline geldiği, merkez örgütün teknik bilgisinin temsiliyetine artık

yer vermediği görülmektedir. YPK varlığını Kalkınma Bakanlığı içinde de

sürdürmektedir. Ancak yapısında bir değişiklik görülmemektedir. Hatta, varolan

yapısı ile Başbakan başkanlığında toplanan Kurul’un bir bakanlık altına alınması ile

yeni bir çelişki yaratılmaktadır. Aynı çelişki, Kalkınma Bakanlığı altında PKKK için

de geçerlidir, ki Kurul bakanın başkanlığında toplanmasına karşın Başbakanın

belirleyeceği bakanlardan oluşmaktadır.

Diğer taraftan, planlama etkinliğinin tek bir bakanlık altında örgütlenmesi,

planlamanın genel siyaseti temsil etmemesi ve artık farklı bakanlıkların hizmet

alanlarını kesen bu nedenle koordinasyonu gerekli kılan özelliğinin de kaybolması

demektir. Diğer bir deyişle, planlama etkinliğinin bakanlıklarüstü karakteri

kaybolmuştur. Gerçekten, Kalkınma Bakanlığı ve bölgesel planlama üzerinde

durulan bir önceki bölümde söz konusu dönüşüm gözler önüne serilmiştir. Planlama

artık ulusal bakanlıklararası koordinasyon işlevi değil, ulusüstü ve bölgesel ölçekli

planların ulusal düzeyde koordinasyonundan ibaret bir karakter kazanmıştır.

Diğer taraftan, Kalkınma Bakanlığı’na “ülkenin doğal, beşeri, iktisadi her türlü

kaynak ve imkanlarını tespit ederek takip edilecek iktisadi, sosyal ve kültürel politika

ve hedeflerin belirlenmesinde Hükümete müşavirlik yapmak” (641 sayılı KHK, 2/a)

Page 335: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

319

görevi verilmektedir. Ne var ki, eşitler arası bir yapıda kurulan BK’ye bir bakan

tarafından müşavirlik verilmesi olağan yapının dışına çıkıldığını göstermektedir.

Son olarak, Bakanlıkların kuruluş ve görev esaslarını belirleyen 3046 sayılı

Kanun ile Bakanlık Teşkilatının Anahizmet, Danışma ve Denetim Birimleri ile

Yardımcı Birimlerden oluştuğu belirtilmesine rağmen (5449, 6 md) Kalkınma

Bakanlığı’nda söz konusu birimler kaybolmuştur. İlgili KHK’de Hizmet Birimleri

başlığı altına DPT’den aynen aktarılan tüm birimler yerleştirilmiştir.

b) Planlama Biçimi ve İçeriğinde Değişiklik: Ulusal Mal ve Hizmetlerin

Planlanmasından Ulusütü Politika Planlamasına

Amacımız klasik planlama politikasının tükenişi incelemek olmakla beraber,

tarihsel zemin gibi bu bölüm de stratejik planlamanın doğuş sürecini de misafir

etmektedir. Söz konusu dönüşüm, stratejik planlamanın klasik planlama politikası

sürecinden bir kopuşu içerdiğini göstermiştir. Bu başlık altında, dönüşümün ana

başlıkları ortaya konulmaya çalışılacaktır.

YBYKP, stratejik planlamaya geçişin ilk denemesi olarak görülebilir. YBYKP

(1996–2000) çalışmalarını başlatan 1993 tarihli (1993/7) Başbakanlık Genelgesi’nde

(RG: 01.04.21993/21539 Mük.) stratejik planlamaya geçildiği belirtilmektedir:

“Dünyada siyasi blokların ortadan kalktığı, her alanda liberal eğilimlerin güçlendiği,

teknolojik gelişmenin sınır tanımaz bir şekilde önemli değişimlere yol açtığı bir

dönemde yaşıyoruz. Bu gelişmeler, bizi geleneksel anlayışımızdan stratejik planlama

yaklaşımıyla ilke ve politikaların belirlenmesine daha fazla ağırlık veren esnek bir

planlama anlayışına götürmektedir.”

YBYKP ile başlayan stratejik planlama süreci ne gibi özellikler içermektedir?

YBYKP, “rekabet ve uluslararası bağımlılık sürecinde yapısal değişim ve

toplumsal dönüşüm”e zorlanan Türkiye’nin planıdır (DPT, 1996a). Başbakanlık

Genelgesi’nde de kabul edildiği şekilde, Türkiye artık küresel bir pazarda hareket

etmektedir. Küresel pazarda hareket etmek “uluslararası normların ve kuralların,

artan yaptırım gücü ile de giderek ağırlık kazandığı” (DPT, 1996a) bir dönemde

devletin etkinlik göstermesi demektir. Örneğin Uruguay Turu sonucunda DTÖ

kurulmakta ve Türkiye Anlaşmayı 1995’de imzalayarak (RG: 25.2.1995/22213),

Page 336: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

320

liberal ticaret normlarını kabul etmektedir. Bunun yanında, 1999 yılında IMF ile

imzalanan ilk Stand-by Anlaşması, üçer yıllık periyotlarda yenilenerek, 2008 yılına

kadar kredi karşılığında Türkiye’nin verdiği ekonomik taahhütlerle geleceğini

yönlendirmiştir. İlk Stand-by Anlaşması’nın Niyet Mektubu üç payanda üzerine

oturmaktadır: mali uyum, yapısal reformlar ve gelirler politikası ile desteklenen

kambiyo taahhüdü (treasury.gov.tr). Enflasyonun bir kamu maliyesi sorunu olarak

alan IMF’ye göre, kamu mali yönetiminde önemli düzenlemeler yapılmalıdır.

Bağlayıcılığı, kapsamı açısından Nazif Ekzen, Stand-by Anlaşmalarını beş yıllık

IMF-DB planı olarak adlandırmakta, Soyak da Türkiye’de uzun vadeli IMF-DB

Planının işlediğini belirtmektedir (Soyak, 2004:137).

Aynı dönemde (1999), Helsinki AB Devlet ve Hükümet Başkanları Zirvesi’nde

Türkiye’nin AB’ye aday üyeliğinin kabul edilmesi sonrasında, uluslararasından öte

ulusüstü norm ve kuralların genişliği ve bağlayıcılığı artmıştır. AB’ye katılım

sürecinde Türkiye’nin stratejisi, planı ve programı ve takibi artık bu alanda

üretilmektedir. Diğer bir deyişle, BYKP’larında aradığımız Türkiye’nin geleceğine

dair kurgu, AB’ye üyelik belgelerinde yatmaktadır. Dahası, AB’ye üyelik yolunda

hazırlanan söz konusu belgeler, yalnızca ekonomik alanla sınırlı değildir. Katılım

Ortaklığı Belgeleri (KOB) geleceğin “yol haritaları”nı çizerken, Ulusal Programlar

KOB’da yer alan hedeflerin hayata geçirilmesi için hazırlanan “kısa ve orta vadeli

program”lardır. Bu çerçevede, örneğin Dokuzuncu Kalkınma Planı (DKP) “AB’ye

üyelik sürecinin gerektirdiği Katılım Öncesi Ekonomik Program ve Uyum İçin

Stratejik Çerçeve gibi dokümanların yanında, başta Orta Vadeli Program olmak

üzere diğer ulusal ve bölgesel plan ve programlar ile sektörel ve kurumsal strateji

belgelerinin dayanağını oluşturmaktadır. Plan farklı işlevlere sahip söz konusu

dokümanların uyumlaştırılmasını sağlayarak tüm planlama çalışmalarını yönlendirici

bir işlev gör[mektedir]” (DPT, 2006).

AB’ye üyelik sürecinin ulusal planlama sürecini bağlayıcılığı, DKP’de

görülmektedir. DKP ile plan dönemi “AB mali takvimi dikkate alınarak 2007-2013

yıllarını kapsayacak şekilde 7 yıllık olarak belirlenmiştir. 28 Nisan 2005 tarihinde

5339 sayılı Yasa ile 2005 yılı sonunda tamamlanan VIII. Beş Yıllık Kalkınma

Planının ardından, hazırlanacak yeni Planın Türkiye Büyük Millet Meclisine

Page 337: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

321

sunulması bir yıl ertelenmiş ve Dokuzuncu Kalkınma Planının 2007 yılında

başlaması kararlaştırılmıştır” (DPT, 2006).

Toparlamak gerekirse, stratejik planlama dönemi uluslararası ve ulusüstü

planlama enflasyonu ile birlikte dünyaya gelmiştir. Bu anlamda, klasik planlama

politikasında rastlanmayan bir özellik olarak, stratejik planlama uluslararası ve

ulusüstü planların yönlendiricisi ve uygulama aracına dönüşmüştür. Küreselleşme ile

ulusal ekonominin “dünya kapitalizminin sermaye birikimine yönelik dinamikleriyle

belirlenmesi” (Yeldan, 2001:13) ise de sermayenin etkinliğinin optimal ölçeği ve

dolayısıyla kalkınma ölçeği bölgeselleşmektedir (Yılmaz, 2006:189). Bu çerçevede,

“küreselleşmeyle bir arada yaşanan bölgeselleşme”den (DPT, 2006) bahsedilmeli ve

söz konusu dinamiklerin planlama sürecine de yansıması beklenmelidir.

Stratejik planlamanın, bölgesel-sektörel planlar üzerinden yükseleceği ve KA’nın

sorumluluğunda olacağına dair kurumsal yapılanmadan yukarıda bahsedilmişti. Peki,

planlama süreci açısından planlamanın bölgeselleşmesi ne anlama gelmektedir?

YBYKP ile birlikte planlamada sektörler kaybolmuş, sektörler dengesi bölgesel

ölçekte ele alınmaya başlanmıştır. YBYKP’ye göre “Ülke bütününde yeralan her

bölgenin farklı imkanlara, özelliklere ve sorunlara sahip olması, sektörel tercihlerle

mekansal analizin birlikte ele alındığı yeni bir planlama yaklaşımını zaruri

kılmaktadır” (DPT, 1996a). YBYKP’nin bıraktığı yerden, yukarıda aktarıldığı

şekilde (Bkz. kurumsal yapıda değişiklik) KA’ları kurularak bölge planlamasına

doğru adım atılacaktır. 2011 yılında Kalkınma Bakanı Cevdet Yılmaz’ın belirttiğine

göre, KA ile kalkınma yerinden planlanmakta ve geliştirilmektedir (DPT, 2011:iii).

Öncelikle, KA’ların planlama kurumu haline getirilmesi, toplumsal ve ekonomik

alanın yönetimi sürecinin bölge kademesine indirilmesi demektir. Diğer bir deyişle,

Türkiye’nin planlama deneyimini aktarırken ele aldığımız siyasal-ideolojik

çatışmanın aranması gereken yer, yeni dönemde bölge yönetsel süreçleri olacaktır.

İkincisi, sektörlerin planlanmasının da bölgeselleşmesi ve ulusal düzeyde sektörel

bağlantıların kurulacağı bir kurum ya da düzlemin bırakılmamış olması, sektörlerin

karşılıklı bağlantılarının bitmesi demektir. Üçüncüsü, KA’ların yönetişim

yaklaşımına göre kurulduğu bilinmektedir. Yukarıda da belirtildiği gibi, yönetişim

yeni bir iktidar tarzıdır. Bu yeni iktidar tarzında devlet, özel sektör ve STK’lar ile

Page 338: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

322

yasama ve yürütme yetkilerini paylaşmaktadır.196

Yönetişim doğrultusunda, klasik

planlama politikasında dolaylı (ÖİK) ya da doğrudan (kişisel) kurulan Hükümet –

sermaye ilişkileri yönetsel düzlem içerisine çekilmiş ve resmiyete dökülmüştür.197

Bu iktidar tarzında somutlaşan stratejik planlamanın içeriği de klasik planlama

yaklaşımından radikal şekilde farklılaşmaktadır. Radikal farklılaşma, devletin

düzenleme tarzındaki bir değişmeye işaret etmektedir. Ticaretin serbestleştirilmesi,

1950 ve 1960’lı yılların küreselleşme olgusunun parçasıyken, “1970 ve 1980’li

yıllarda ise mali piyasaların entegrasyonu” hızlanmıştır (Genelge 93/7). Bu

ekonomik yapıya entegrasyonun sağlanması ve yapı içerisinde rekabet edilebilmesi

için devletin asli görevlerini yapması beklenmektedir. Devletin “rekabetçi piyasa

koşullarının hakim olmasını sağlamak üzere devletin kural koyma ve konulan

kurallara uyulmasını sağlama işlevi ağırlık kazan”maktadır (DPT, 1996a). Diğer bir

deyişle, devletin özelleştirme yoluyla “doğrudan mal ve hizmet üretimi yerine asli

görevlerinde yoğunlaşması” sağlanacak “politika oluşturma, düzenleme ve

denetleme işlevlerinin güçlendirilmesi esas olacaktır” (DPT, 2000b). Bu bağlamda,

DKP’de ele alınan gelişme eksenlerinden bir tanesi “Politika Oluşturma ve

Uygulama Kapasitesinin Artırılması”dır (DPT, 2006). Hatta, AB Müktesebatına

Uyum Programı (2007-2013) ilgili AB mevzuatına göre Türkiye’nin yapmakla

yükümlü olduğu yasal düzenlemelere işaret etmektedir (abgs.gov.tr). Örneğin, kamu

alımları başlığı altında 2007 yılı içerisinde çıkarılması öngörülen ikincil

düzenlemelerden bir tanesi “Elektronik İhaleye İlişkin Esas ve Usuller

Yönetmeliği”dir.

YBYKP’nda, devletin düzenleyici ve gözetici işlevlerine odaklanarak planların

esnekliğinin sağlanması amaçlanmaktadır (DPT, 1996a). DKP’de ise dönüşüm net

bir şekilde gösterilmektedir: “Devletin ticari mal ve hizmet üretiminden çekilerek,

196 Sonay Bayramoğlu, yönetişim kavramının erkler birliğine bağlı bir kavram olduğunu belirtmekte,

yasamadan alınan yetkinin yürütmeye devredildiğine dikkat çekmektedir (Bayramoğlu, 2005a:303).

197 Yazar, Birgül Ayman Güler’in, yönetişim formülünde yer alan STK’ların sermayenin

temsiliyetinin ağır bastığı yapılar olduğu ve emekçi kesimin bu iktidar tarzından resmen dışlanmış

olduğu doğrultusunda, yönetişim ile “kamu kudretinin doğrudan sermayeye teslim edildiği” ve

yönetişimin bir “burjuva diktatörlüğü” olduğu yönündeki saptamalarına katılmaktadır (Güler,

2005b:157).

Page 339: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

323

politika oluşturma, düzenleme ve denetleme işlevlerinin güçlendirilmesi esas

olacaktır” (DPT, 2006). DKP’de de açıklıkla belirtildiği gibi devletin ekonomik

alanda doğrudan üretici ve yatırımcı olarak görev alması öngörülmemekte, yeni

dönemde devletin işlevinin düzenleme alanına kaydığına vurgu yapılmaktadır. İşte bu

süreçte, devletçiliğin yönetim biçimi olarak doğan ve tarihsel olarak yeniden üretilen

klasik planlama yaklaşımının da sonuna gelinmektedir. Düzenleme işlevine kayan

devletin planlı etkinliği ise politika planlamasına evrilmektedir. Yani, İlhan

Kesici’nin beyanında işaret edildiği gibi üretimci ve yatırımcı devletin kantitatif

planlama fikri tasfiye edilerek düzenleyici devletin stratejik planlaması gündeme

gelmektedir (Milliyet, 11 Temmuz 1995).

Şöyle ki:

Devletin düzenleyici ve gözetici işlevleri, YBYKP’ye eklenen reform

paketlerinde görülmektedir (YBYKP Ek). Ekinde yer alan reform paketlerinde

eğitim, sağlık, aile ve nüfus planlaması, dışa açılma ve dünya ile bütünleşme, vb.

başlıklar yer almaktadır. Söz konusu başlıklar, bilgi ekonomisine doğru bilgi

toplumunu hedefleyen toplumsal dönüşümün parçalarını oluşturan eğitim, bilim,

araştırma ve teknoloji politikalarıdır (RG: 01.04.21993/21539 Mük.). YBYKP, bu

doğrultuda artık “üretim miktarlarını değil, dönüşüm hedeflerini” içermektedir

(Milliyet, 5 Ağustos 1995).

Bu politikalarla, özel sektörün yatırımı kolaylaştırılmak üzere kurumsal ve

makroekonomik koşullar hazırlanmaktadır. Keza, YBYKP çok genel makro

büyüklüklerden oluşmakta, makro içerik sayfa sayısı gibi planın niceliksel

özelliklerine de yansımaktadır. Örneğin milli gelir ve üretim tahminlerinde şu

saptamalar yer almaktadır: “GSYİH’in yılda ortalama yüzde 5,0-6,6 oranında

artacağı tahmin edilmektedir. Aynı dönemde GSMH ise yılda ortalama yüzde 5,5-7,1

arasında artacaktır.” YBYKP’de makro büyüklükler aralıklara dönüşmüştür. Devlet

Bakanı Aykan Doğan’a göre kalkınma hızında alt-üst sınırların belirlenmesi, DB,

OECD ve Fransa, Malezya, Endonezya’da kullanılagelen bir yöntemdir (TBMM

13.7.1995 ZC D.19 C.9 B.140).

Devletin işlevlerinde düzenleyici etkinliklere doğru ağırlık kayması, OECD’nin

“Düzenleyici Reform Programı” çerçevesinde OECD ülkelerinde 1997 yılı itibariyle

Page 340: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

324

gündeme gelmiştir (Bayramoğlu, 2005a:65). OECD’de geliştirilen düzenleyici

reformların amacı, hızlı değişim döneminde, Hükümetlerin piyasanın

gereksinimlerine karşılık verebilecek verimli politika geliştirebilme ve uygulamada

doğru araç ve teşvikleri bulabilme kapasitelerini geliştirmeyi amaçlamaktadır

(oecd.org). Çünkü, düzenleyici reformların kuramsal çerçevesini oluşturan Kurumcu

İktisat’a göre, “özel sektörün ve piyasanın gelişmesi için gerekli kapasitenin

oluşturulması ile farklı düzeylerdeki siyasal ve toplumsal örgütler arasında

eşgüdümün sağlanması işlevini en etkin biçimde yerine getirecek olan siyasi birim

devletten başkası değildir” (Bayramoğlu, 2005a:53). Düzenleyici reformların,

Türkiye’de yürürlüğe girmesi ise 2001 yılında kabul edilen “Güçlü Ekonomiye Geçiş

Programı” ile başarılabilmiştir. Program’ın amacı, enflasyonun düşürülmesi için

kamu açığı sorununun çözülmesidir. Ancak, sorunların yeniden baş göstermemesi

için “kamu yönetiminin ve ekonominin yeniden yapılandırılmasına yönelik altyapıyı

oluşturmak” gereklidir. Bu bağlamda, atılacak adımlardan bir tanesi “kamuda kaynak

tahsisi sürecinde şeffaflık ve hesap verilebilirliğin sağlanması, rasyonel olmayan

müdahalelerin bir daha geri dönüş olmayacak şekilde önlenmesi, iyi yönetişimin ve

yolsuzlukla mücadelenin güçlendirilmesi” olacaktır (tcmb.gov.tr). Program ile

özelleştirmelerin hızlandırılması ve tütün ve şeker piyasalarının düzenleyici kurullar

eliyle düzenlenmesi amaçlanmaktadır. Yönetişim yapısına sahip düzenleyici kurullar,

ilgilendikleri alanlarda piyasayı düzenleyici kararlar alabileceklerdir.198

Kurulların

görevi, ilgili piyasalarda gerekli düzenleyici kararları almaktır. Bu şekilde,

piyasaların düzenlenmesi yönetişimci yapıda, siyasal sorumluluktan uzak yapılara

devredilmektedir.

Düzenleme tarzının değişmesiyle, artık planların “ekonomik ve sosyal hayatın

tamamını ayrıntılı olarak belirlemesi ve öngörülerinin gerçekleşmesi için zorlayıcı

olması beklenmemelidir.” Hatta bu bağlamda, YBYKP’ye “Plan Uygulamasının

İzlenmesi” bölümü eklenmemiş, planın bağlayıcı olmadığı tümünün

gerçekleşmeyebileceği kabul edilmiştir (Sezen, 1999:272-275). Öte yandan, YBYKP

ile rolling planlamaya geçildiği de belirtilmektedir. 1996 yılı içerisinde alışık

198 Düzenleyici kurullar ile ilgili Türkçe’de üretilen yönetsel-hukuksal açıdan birkaç incelemeye örnek

verilebilir: Bayramoğlu, 2005a; Sezen, 2005; Tan, 2002; Avaner, 2009.

Page 341: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

325

olunmadığı şekilde YBYKP’de değişiklik yapılacağı haberleri yer almaktadır (Örn.

Milliyet, 3 Ekim, 1996). YBYKP piyasayı izlemekte ve planın hedeflerini buna göre

uyarlamaktadır. Bu doğrultuda, planların artık “toplumu dönüştürme işlevi” zaten

erozyona uğratılmıştır (Sezen, 1999:131). Plan artık izleme kurumudur, piyasayı

izleyen ve bilgiyi yatırımlarında belirsizlikleri gidermek üzere özel sektörün

kullanımına sunmaktadır.

C. DEĞERLENDİRME

Neoliberal ideolojinin, TINA (There is no alternative!) sloganının uygulamada bir

miktar payı olduğu açıktır, 1980 sonrasında yerleşen siyaset alternatifsizliklerle

karakterizedir. Klasik planlama politikası, çatışmasız bir zeminde tasfiye edilmiştir.

Kastımız, neoliberal ideoloji dışında bir gelecek kurgusunun üretilmediği ya da

iktidara ortak olamadığıdır. Buna karşın, tasfiye sürecinin kendisi dahi birikim rejimi

ile düzenleme tarzı arasındaki ilişki açısından öğreticidir.

Birikim rejiminde kırılmanın ardından gelen ilk evrede (1980-1988), eski rejimin

düzenleme tarzı ve örgütsel yapıları askıya alınmış ve eski yapılar yeni işlevlerle

donatılmıştır. Örneğin, DPT ihracat politikasının merkezi, siyasal-sorumsuz icracı bir

bakanlık haline getirilmiştir. DPT’nin planlamayı askıya aldığı bu sırada uluslararası

ve ulusüstü kuruluşların planlama sürecini işgal ettikleri anlaşılmaktadır.

Bu süreçte en dikkat çekici değişim, bürokraside gözlenmiştir. 1980 öncesinde,

Türkiye’de planlama deneyiminin yol ayrımlarında yaşanan ve DPT bürokrasisine

yüklenen tepkisellik, 1980 sonrası dönemde kaybolmuştur. Bunun en geçerli nedeni,

DPT’de yaşanan kadrolaşmadır. İlk evrede tamamlanan kadrolaşma ile siyasal

müdahale ve kişisel rant dağıtımı / kar transferi mekanizmasının ayyuka çıktığı

dönemde dahi, bürokrasiden herhangi tepki gelmemiştir. Kadrolaşma ile değişimin

ve kişisel rant dağıtım / kar transferi mekanizmasının önünde engel olabilecek

mülkiye tipi bürokrasi tasfiye edilmiştir, çünkü mülkiye tipi bürokrasi ilke ve

kuralların tarafsızlıkla herkese eşit bir şekilde uygulanmasının güvencesidir (Boratav,

2005:95). Açıkçası, bürokrasi artık politikaların adil, tarafsız uygulayıcısı değil,

bireysel rant dağıtım mekanizmasının bir parçasıdır ve siyasal iktidarla mükemmel

bir uyum içerisinde çalışmaktadır. 2011 yılında kurulan Kalkınma Bakanlığı ile

Page 342: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

326

bürokrasinin siyasallaşması ve siyasala tabiiyeti doruk noktasına ulaşmıştır. DPT

yıkılmış, yerine memurların doğrudan bakanın isteklerini yerine getirdiği bir

planlama süreci konulmuştur. Kalkınma Bakanlığı’nın kurulması bir taraftan da,

DPT’nin örgütsel yapısında görülen tarafsızlığının da son bulması demektir.

Oysa tam da söz konusu belirsizlik ve kişisellik üzerine oturan birikim sürecinde

ortaya çıkan yeni bir tıkanıklık (1989), askıya alınan yapı ve işlevi değerlendirmeye

açmak suretiyle, yeniden yapılandırma sürecini başlatmıştır. Yeniden yapılandırma

süreci kendi içerisinde sürekliliklerle birlikte değişiklikler geçirerek, stratejik

planlama yaklaşımını şekillendirmiştir. Stratejik planlama gündemi ile birlikte, 1980

sonrası dönemin post-planlama değil, neo-planlama dönemine açıldığı

görülmüştür.199

Yeni planlama yaklaşımıyla birlikte, eski yapılar yeni işleve uyarlanmaya

çalışılmıştır (1990-2011). Özellikle, AKP döneminde, altyapı yatırımlarının artması

ve AB Müzakere sürecinde DPT’nin rolünün artması DPT’ye yeni bir “reason

d’etre” kazandırmış olsa da, bu sorumluluk makro-ekonomik politikaları belirleme

noktasında değil, yerel etkinliklerin koordinasyonu ile ilgilidir (Ünay, 2006:151).

Stratejik planlama, klasik planlama politikasından kopuş özelliği taşımaktadır.

Stratejik planlama ile küreselleşme ve bölgeselleşme eğilimleri planlama ölçeğini

belirlemektedir: ulusüstü planlama ile bölgesel planlama doğmaktadır. Özellikle

2000’li yıllar sonrasında AB Plancılığı belirleyici olmuş, bölge ölçeğinde planlama

girişimleri başlatılmıştır. Ulusal planlama bölge planlarının kendi içerisinde ve bölge

ile ulusütü planlamanın koordinasyonu görevini üstlenmiştir. Bu bağlamda, ulusal bir

gelecekten ve ulusal geleceğin şekillendirilmesi sürecinden bahsetmek pek mümkün

değildir, çatışmayı ulusüstü ve bölge ölçeğinde görmek gerekecektir.

Stratejik planlama, bir düzenleme tarzı olarak, düzenleme biçimini (kural koyma

ve uygulama) alan devlet müdahaleciliğinin yansıması olarak planlamanın konusu da

politikanın planlanmasına kaymıştır. Yeni birikim rejiminde planlanan devlet

müdahalesinin içeriği yatırım ya da üretim değil; devletin düzenleyici faaliyetleridir.

199 “Neo-planlama” kavramı, Ünay tarafından kullanılmaktadır (Ünay, 2006). Akçay aynı anlama

gelmek üzere “yeni planlama yaklaşımı” kavramını kullanmayı tercih etmiştir (Akçay, 2007).

Page 343: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

327

Planlamadaki dönüşüm, “yatırım teşviklerini yeniden yapılandırma ve yönetmeden

ekonomik büyüme için gerekli görülen ölçüleri yeniden yapılandırma ve yatırımların

devamında özel sektörün başı çekmesine uygun politika ortamını yaratacak tedbirler

almaya geçiştir” (Yalman, 2009 261).

Bu düzenleyici faaliyetler “değişim yönetimi” araçlarıdır (DPT, 2006). Diğer bir

deyişle, stratejik planlama toplumsal ve ekonomik alanın geleceğini kurgulayarak

şekillendirmeyi değil, şekillenen geleceği izlemeyi ve değişime ayak uydurmayı

amaçlamaktadır.

Stratejik planlama sürecinin iktidar tarzı, yönetişimdir. Stratejik planlama,

uluslararası kuruluşlarla özel sektörün katılacağı bir süreçle belirlenmelidir; bunun

ötesinde kitlesel bir katılımcılık hedeflenmemektedir. Bu bağlamda, gündemde

planlama süreci artık yer almamaktadır. Gerçekten, ilk stratejik planlama

deneyiminin hayata geçeceği, 1995 – 1997 yılları arasında basında “DPT’nin ve

YBYKP’nin adı yok”tur. Bu nedenle, planlama sürecinin yönetişimci yapılara

hapsedilmesi ile demokratikleşmesi değil, toplumdan kaçırılması söz konusu

olmaktadır. Üstelik, ulusüstü ve bölge düzeyinde siyasal temsiliyetin olmadığı

düşünüldüğünde, planlama süreci siyasal alandan bağışık karakter kazanmaktadır.

Page 344: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

328

SONUÇ

1940’larda Hayek bir liberal kuramcı olarak İngiltere’nin faşizme, sosyalizme

doğru sürüklenmekte olduğunu görmektedir. İşçi Partisi’nin seçimleri kazanması,

sosyal politikaların artması (Beveridge), plan yapılması… Piyasayı demokrasiye,

planlamayı otoriteryanlığa eşitleyen Hayek için planlama, “pazarın gayrişahsi ve

anonim mekanizması” karşısında “bütün içtimai kuvvetleri düşünerek kararlaştırılmış

belli gayelere doğru kollektif ve ‘şuurlu’” akıldır, faşizmdir, sosyalizmdir (Hayek,

2004:26). Başka bir ifadeyle, plan ve piyasa iki farklı akıldır, özsel olarak ayrıdır.

Ekonomi ve siyaset ya da devlet ve toplumun özsel olarak farklılığı ve ayrılığı,

liberal siyaset kuramının temel argümanıdır. Hayek, söz konusu ayrılığı, plan –

piyasa ikiliği bağlamında yeniden üretmektedir. Liberal kuramın ikinci temeli ise

ayrılıklarını kabul ettiği kavramları, tarihsel ve toplumsal kökenlerinden kopararak

evrenselleştirilmesidir. Nitekim, ABD kamu yönetimi disiplini gecikmeden,

planlamayı yönetim sürecinin evrensel bir işlevi (POSDCORB) haline getirmiştir.

Oysa nesnel gerçeklik, liberal siyaset kuramının ayrılık ve evrensellik iddialarını

her fırsatta çürütmektedir. Bu doğrultuda, gerçekliğin bilgisini örten liberal siyaset

kuramının biçimsel - kuramsal ikiliklerini aşmak ve kavramları ait oldukları tarihsel

– toplumsal kökenlerine döndürmek gereklidir. Bu çaba, liberal siyaset kuramınca

esir alınan planlamayı siyasal-iktisadi çözümlemeyle tarihsel ve sınıfsal karakterine

kavuşturmayı amaçlar.

Planlama, tarihseldir; bir yönetsel süreç olarak yani “toplumsal ve ekonomik

alanın yönetiminin planlanması süreci olarak planlama” sosyalist devrimle birlikte

ortaya çıkmış, Bolşevik Rusya planlamaya içeriğini ve karakterini kazandırmıştır.

Bolşevik Rusya’nın kapitalizmden komünizme geçişi, tüm yönetsel süreci olduğu

gibi maddi üretim sürecini (ve toplumsal ilişkileri) kuran (ve tüm bu süreçlere sızan)

bir sistem olarak planlama ile gerçekleştirilmiştir (gerçekleştirilecekti).

Planlama kapitalizme özgüdür (feodalizmde planlama yoktur) ve kapitalizm

içinde tarihseldir: 1930’larda ABD’de de kapitalizmin tekelci aşamasının yönetsel

biçimi olarak ortaya çıkmıştır. Bundan önceki kapitalizmin yönetsel süreçlerinde

Page 345: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

329

planlamaya rastlanmaz. Kapitalizmde piyasanın kurucu karakterine karşılık;

planlama, sistemi düzenleyen politikalar demeti olarak doğmuştur.

Planlamanın tarihsel ve toplumsal kökenlerini, üretim tarzı ve ekonomik sistemin

gelişmişliğiyle açıklamak; planlamanın evrensel değil, tarihsel olduğunu; piyasaya

karşın değil, piyasanın gelişme seyrinin bir ürünü olarak doğduğunu vurgulamak

açısından değerlidir. Bu sayede, 1930’lu yıllar SSCB plancılığı ile 1960’lı yıllar

kalkınma plancılığının, “ekonomik sistemin serbest işleyişine yönelen devlet

müdahalesi”nin (Kapp, 1939:761) farklı ölçekleri olmadığı görülebilir (ölçek farkı

değil, niteliksel fark vardır). Ya da SSCB planlamasının doğrudan ABD tarafından

alınarak uygulandığı ya da Türkiye’de 1930’larda uygulanan planlamanın SSCB’den

transfer edildiğine dair savların dayanaksızlığı görülebilir, çünkü farklı doğuş

nedenselliğine sahip yönetsel bir biçimin, maddi koşullarından yoksun herhangi bir

sisteme nakil edilemeyeceği (yaşama şansı bulunmadığı) açıktır.

Planlamanın kapitalist gelişmenin üstyapısal bir unsuru olarak görülmesi,

yönetim biçimlerindeki değişiklik ve kopuşlar doğrultusunda planlamanın

biçimlerinin tarihsel aşamalara özgülenmesini gerekli kılmaktadır. Tekelci

kapitalizm döneminde (1930’lar) devletçiliğin yönetim biçimi olarak sektörel

planlama doğmuştur. Planlamanın doğuşu, ABD Kamu Yönetimi Disiplininin

kavramın evrensel ve teknik kavramsallaştırılması ile yürümüş; tez çalışmasında

kuruluş döneminin söz konusu kuram ve uygulama özelliklerini barındıran biçimine

klasik planlama politikası olarak atıf yapılmıştır. Savaş sonrası dönemle birlikte

tekelci sermayenin uluslararası alanda değerlendirilmesi sürecinde planlama da

dönüşüm geçirmiş, azgelişmiş ülkelerde uluslararası sistemle bütünleşme aracı olarak

kalkınma plancılığı doğmuştur. Bu dönemde azgelişmiş ülkelerde dış borçlanma ile

finanse edilen devletçiliğin yönetim biçimi olarak kalkınma plancılığı, farklılıklar

içermekle birlikte klasik dönemle süreklilik göstermektedir.

1970’lerin sonu itibariyle açılan yeni dönemde ise tekelci kapitalizmden

finansallaşma sürecine geçiş ile devletçiliğin tasfiyesi klasik planlama politikasının

ideolojik ve maddi koşullarını ortadan kaldırmıştır.200

Ancak 1990’larla birlikte

200 Yeldan’ın 1980’ler ile “kalkınmacı devletin ideolojik sonu”nun geldiğine dair tespiti, planlama için

de geçerli hale gelir (Bkz. Yeldan, 2001:23).

Page 346: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

330

planlama yeniden gündeme gelmiştir. Yeni dönemde planlama, küreselleşme-

finansallaşma döneminde düzenleyici devletinin yönetimi biçimi olarak yeniden

yapılandırılmaktadır. Bu nedenle, yeni dönem post-planlama değil, neo-planlama

dönemi olarak yeni bir planlama biçimini doğurmuştur. Stratejik planlama olarak

gündeme gelen yeni planlama biçimi, tez çalışmasında politika planlaması olarak

nitelendirilmiştir.

Yapısalcılığa yer açtığı kadar tarihsel – toplumsal bir takım noktaları da örtbas

eden planlamanın tarihselliğine dair açıklama için bir uyarı yapmak zorunludur.

Planlamayı kapitalist gelişme evrelerinde tarihsel özgüllük ilkesi ile açıklama, en

basitinden SSCB’de yönetsel planlamanın doğuşunun kapitalizmde planlamanın

doğuşu ile diyalektik bir ilişki içinde olduğunu ve bu diyalektik ilişkinin siyaset,

diplomasi ve ekonomi alanında iki sistemi de etkilediğini göstermemektedir.

Özellikle Soğuk Savaş döneminde iki sistemin her anlamda karşı karşıya gelmesinin,

bazen marjinalizasyona bazen de yakınsamaya yol açtığı yolunda yorumlanmasına

neden olmuştur. Savaş ertesinde ABD’de, SSCB uzmanı bürokratların (George

Kenan) yükselmesi ve kapitalizmde planlama için Sovyet planlama tekniklerinin

kullanılması (input-output analizi) bile sistemler arasındaki diyalektik ilişkiye işaret

etmektedir. Bu nedenle, planlamanın sosyalizmde ve kapitalizmde farklı doğuş

nedenselliklerine sahip olduğunu mutlaka bilmek, buna ek olarak sosyalist ve

kapitalist sistemlerin gelişiminde diyalektiğin ve iradi etkinliklerin rolünü de göz ardı

etmemek gereklidir.

Bu iradi etkinliklerin alanı olan siyasete yer açmak, somutun gösterdiği de bir

zorunluluktur. Maddi üretim koşullarının üstyapısal yansıması olarak alınan

planlama süreci, doğrudan devlet ya da sermaye sınıfı tarafından belirlenmemektedir.

Planlamanın içeriği ve biçimi, toplumsal üretim ilişkilerinin çatışmalı doğasınca

şekillenmektedir. Nitekim 1930’larda tekelci sermaye devlet ile işbirliğini

kurumsallaştırmakla birlikte, toplumsal alanda işçi sınıfından grevlerle önemli bir

direnç görmektedir. Ne var ki, toplumsal üretim ilişkilerindeki karşılıklı konumları

itibariyle sermaye sınıfının egemenliği açıktır ve planlama bir sermaye projesi olarak

hayata geçirilmiştir.

Page 347: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

331

Kapitalist gelişmenin bir ürünü olan ve bizzat sermayenin arzusu doğrultusunda

hayata geçmesine karşın, planlama neden her dönemde ideolojik bir silah olmakla

suçlanmıştır? Türkiye’yi ele alacak olursa, planlamanın yaklaşık 80 yıllık tarihinin

ortak özelliği her dönemde planlamanın sosyalizm tehditi olarak algılanmış

olmasıdır. 1930’larda kolektivizme gidiyoruz feryatları, 1960’larda komünizm

geliyor telaşı, 1970’lerin sonunda piyasa sisteminden uzaklaşıldığına dair sermayenin

uyarıları…

Bu tedirginliğin ortak noktası, devlet müdahalelerin artması ve Kapp’ın ortaya

koyduğu şekilde kantitatifleşmesi ile üretim tarzının değişeceğine inanılmasıdır.

Devletin doğrudan kantitatif kontrolleri201

arttıkça, piyasa çalışamaz hale gelmekte;

hatta, bu kantitatif düzenlemeler özel mülkiyeti zayıflatabilecek bir ölçeğe

gelebilmektedir (Kapp, 1939:769). Bu, serbest piyasanın düzenleyici etkisinin

tasfiyesi anlamına gelir çünkü kantitatif kontrol ile üretim devlet ya da plan

tarafından belirlenmektedir, fiyat mekanizması ile değil (Kapp, 1939:767-768). Diğer

bir deyişle, planlama daha geniş alanı kapsar ve süreklileşirse, piyasa ortadan

kalkacak ve sosyalizme geçilecektir. Bu yaklaşımın ana sorunu maddi üretim

koşullarının tarihsel bir aşamasına özgülediğimiz üstyapısal bir biçimin (planlama),

maddi üretim tarzını (kapitalizmden sosyalizme) değiştirebileceği ihtimaline

sarılmasıdır. Bu ihtimal, siyasal-yönetsel alana tek başına dönüştürücü bir güç

atfetmekle mümkündür.

Siyasal – yönetsel alanın tek başına dönüştürücü bir güç olmadığı, Türkiye’nin

planlama tarihinden izlenebilmektedir. Sümerbank ya da DPT ya da Kalkınma

Bakanlığı’nın, bürokratlar aracılığı ile hazırladıkları planlarla Türkiye’yi sosyalizme

götüremeyeceklerini açıktır: “maddi (bütçe) ve beşeri (personel) kaynağa sahip

olmayan hatta siyasi hiçbir kurumsal güç ya da özerkliği bulunmayan, aksine bir

zemin olmaktan öteye geçmeyen bir kurum olarak DPT nasıl plan yapar?” Somut

Türkiye deneyimi, yönetsel sürecin toplumsal üretim ilişkilerini yansıttığını

201 Kantitatif müdahaleler, üretim sürecinin doğrudan devlet tarafından belirlendiği önlemlerdir.

Örneğin, gümrük vergilerinin artırılması piyasanın işleyişine müdahale etmezken; “ihracat

kotaları”nda üretim miktarının piyasa tarafından değil plan tarafından belirlenmesi kantitatif bir

müdahaleyi işaret etmektedir (Kapp 1939, 767-768).

Page 348: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

332

göstermektedir. Toplumsal tabanı olsun ya da olmasın, 1945 Savaş Sonrası Kalkınma

Plan ve Programı, 1960 Birinci Plancıların Plan Taslağı ya da 1978’de DPT’nin

(Bilsay Kuruç Müsteşar) DBYKP’nin toplumsal güçlerin toplumsal-siyasal

müdahalesi ile alaşağı edildiği buna bir kanıt teşkil etmelidir.

Toplumsal ve ekonomik alanın geleceği, toplumsal üretim ilişkilerince belirlenir.

Bu doğrultuda, planlama devlet-merkezli bir yaklaşımla tek başına sistemi

dönüştürücü bir güce kendiliğinden sahip olmasa da, yönetsel sürece yansıyan üretim

ilişkilerinde egemen sınıf ya da kesimlerin müdahaleleri ile yapısal dönüşümlerin

kurucusu olabilir. Açıkçası, işçi sınıfının örgütlü ve toplumsal olarak da güçlü olduğu

bir ülkede, siyasal-yönetsel süreçte işçi sınıfının gelecek kurgusu planlamaya egemen

olacaktır. Bu bağlamda da, toplumsal ve ekonomik alanın yapısal dönüşümü

sağlanabilecektir. Ya da SSCB’de olduğu gibi kapitalizmden sosyalizme geçişin

kurucu unsuru olabilecektir.

Bu noktada, planlamanın konumuna dair genel bir sonucu aktarmanın zamanıdır:

planlama kendinden menkul bir değer değil, toplumsal üretim ilişkilerince belirlenen

çatışmaların gerçekleştiği yönetsel süreç ve örgütsel zemindir.

Yönetsel süreç olarak, toplumsal – siyasal güç dengesini doğrudan yansıtan bir

özelliğe sahiptir. Örneğin, Türkiye’de planlama deneyiminin doğuş ve gelişme

seyrinde tarihsel uğraklarda değinilen çatışmalar, toplumdaki güçlerin

denge/dengesizlik durumunu göstermektedir. 1930’larda tüccar sermayenin

sanayicilere nazaran güçlü toplumsal – ekonomik konumu planlama sürecine

yansımış, Celal Bayar’ın planlama sürecine dahil edilmesi ve Celal Bayar siyasetinin

örgütsel modeli olarak Sümerbank ile sanayi sermayesi finans sermayenin denetimi

altına verilmiştir. Ya da 1945’de bağımsızlık - sanayileşmeye odaklı gelecek

kurgusu, uluslararası sermaye ile işbirliğinde tüccar sermaye ve büyük toprak

ağalarının toplumsal – siyasal gücü karşısında yenilgiye uğramış, Türkiye rotayı

tarımcı - azgelişmişliğe kırmıştır.

Planlama örgütsel zemin olarak yönetsel sürecin egemen gücünü ve siyasetini

korumaya dönük olarak yapılandırılmakta, gücü ve siyaseti yeniden üretmektedir.

Yine yukarıda değinildiği gibi, Sümerbank modeli ile finans ve sanayi sermayenin

yanyana yer aldığı bir KİT olarak kurumsallaşması; DSO ve SKB modelinde

Page 349: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

333

somutlaşan, ekonomi politikasının yönetimini piyasadan koparıp bürokratik

mekanizmaya çeken ve yalnızca idari ya da mali görevlerle donatan siyasete nazaran

tüccar sermayeyi koruyan bir yapıdır. Ayrıca, Sümerbank’ın (devletçiliğin olarak

algılanmalı) geçici karakteri ve piyasa içerisindeki konumu itibariyle piyasada

sınıfsal güçlerin müdahalesine daha açık halde tutulduğu eklenmelidir. DPT’nin

örgütsel özelliklerinde ise uluslararası sermayenin baskınlığı hissedilmektedir.

Kuruluş aşamasında yabancı uzmanlarca kurulan ve daha sonrasında uluslararası

kredi kuruluşlarının ziyaretlerinin eksik olmadığı DPT, ulusal – uluslararası piyasa

bağlarını kuvvetlendirmektedir. Ayrıca DPT’nin yürütmenin başı Başbakanlığa bağlı

örgütsel konumu, YPK’nin üye yapısı ve özel ihtisas komisyonlarından beslenmesi

itibariyle sermaye sınıfı – içi uzlaşıyı güçlendirici bir yapıya sahip olduğu

söylenebilir. Özellikle, koalisyon iktidarı dönemlerinde Başbakanlığa bağlı bir

örgütün uzlaştırıcı karakteri ön plana çıkmaktadır. II. MC Hükümeti döneminde

planlama sürecinin tıkanmasının nedeni, Başbakan Demirel’in DPT’den sorumlu

olarak atadığı Başbakan Yardımcısı Erbakan’ın koalisyon partilerinin talepleri

arasında uzlaşmaya gitmemesidir. 2011 ile hayata geçen Kalkınma Bakanlığı ise

doğrudan yürütmenin içine çekilerek, büro haline getirilmiştir. Bu yapısı itibariyle

Bakanlık, yürütmede gücü toplamakla birlikte, ekonomi politikalarının koordinasyon

karakterini budamakta ve planlama sürecini Bakanın emir komuta zincirinde

belirleyeceği bir sürece indirgemektedir. Diğer taraftan, küresel aktörlerin toplumsal

– ekonomik alanda belirleyici rolünün açıklıkla görüldüğü günümüzde ekonomi

politikalarının ölçeğinin ulusüstüne çekildiğini, ulusal ölçeğin bölgesel esaslı

planlamanın koordinasyonunu sağlamakla yetineceğini de unutmamak gerekir.

Söz konusu zeminlerin yönetsel bağlılık, örgütsel yapı gibi özelliklerinden öte,

siyasal müdahalelerle de değiştirilebileceği belirtilmelidir. Şunu demek istiyoruz:

örgüt, yönetsel bağlılığı, konumu, yapısı yani biçimsel özellikleri değiştirilmeden de

sınıfsal güç ve siyasete göre şekillendirilebilir. 1980’lerde birikim rejimi değişirken,

DPT biçimsel olarak aynı kalmıştır. 1980 sonrasında birkaç ayda belirgin tek

farklılık, personel tasfiyesi ile eş zamanlı şişmedir. Günler içerisinde kurumdan,

yüzlerce kişi uzaklaştırılmış (emeklilik, istifa, geçiş, vb.) ve yüzlerce kişi istihdam

edilmiştir. Açıkça kurumda siyasallaştırma operasyonu yapılarak, DPT’nin kuruluşu

sonrasında değişimlere rağmen sabit kalan kuruluş görev ve sorumlulukları, hafızası

Page 350: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

334

kazınarak ve yeni rejimin zihinleri ile yer değiştirmiştir. Yeni döneme, yeni rejimin

akıl ve araçları ile girilmiştir. Diğer yandan da, piyasa öncelikli yeni birikim rejimi

doğrultusunda kurumun ayrıcalıklı konumu, gazete haberlerinde hissedilen bir takım

vurgularla yıpratılmıştır.

Köklü toplumsal – ekonomik dönüşümler yapısal dönüşümlere her zaman

yansımamakta, fakat her yapısal dönüşümün siyasal – yönetsel dönüşümlerin bir

yansıması olduğu unutulmamalıdır. Örneğin, 2011 yılında DPT’nin tasfiye edilerek

Kalkınma Bakanlığı’na dönüştürülmesi somut olarak kalkınma plancılığının bitmesi

olarak anlaşılmalıdır. DPT’nin kuruluş aşamasındaki özelliklerinden çoktan sıyrıldığı

düşünülebilirse de DPT’nin fiili ve resmi tasfiyesinin, bir heykelin yıkılışı kadar

siyasal-yönetsel bir anlamı olmalıdır. Planlama yönetimi, planlamanın niteliğinin

somutlaşmış biçimi olarak, planlamanın niteliğindeki değişimin ana göstergesi

sayılmalıdır. Bu nedenle, ulusal kalkınma plancılığı DPT ile birlikte tasfiye edilmiştir

(Dik ve Yılmaz, 2011). Kalkınma Bakanlığı ile Türkiye’nin planlama anlayışı yeni

dönemde yeniden yapılandırılacaktır.

Planlamanın bir yönetsel süreç ve örgütsel zemin olması ve kendinden menkul

değerler taşımaması, “demokratik planlama” tartışmalarını akla getirmektedir. İkinci

Dünya Savaşı ertesinde SSCB’ye karşılık ABD kapitalist batı bloğunu demokrasi

bayrağı altında biraraya getirmiş, bir on yıl sonra da kapitalist batı bloğuna

demokratik planlamayı ihraç etmiştir. Planlama sürecinin demokratikliği, bu süreçte

sınıfsal güçlerin varlık kazanması ile mümkündür. Bu süreçte varlık kazanmak ise

toplumsal üretim ilişkilerinde varlık kazanmayı gerektirir. Bu nedenle, kapitalizmde

planlama süreci toplumsal üretim ilişkilerini yansıtır. Piyasanın karakterinde yatan

eşitsizlik, siyasal – yönetsel alana da yansımaktadır. Fransa, planlama süreçlerinde

yineleme yöntemi ile (merkez – yerel arasında bilgi alış verişi) sınıfsal çıkarların

planlama sürecine sızmasına en yatkın modele sahiptir. Buna karşın Fransa’da

modernizasyon komisyonlarında devlet ve sermayenin baskın konumu, toplumsal

üretim ilişkilerinin bir yansımasıdır. Hatta, 1968 sonrasında işçi sınıfının örgütlülüğü

ve siyaseten ağırlığının artması ile planlama sürecinde öne çıkması da söz konusu

ilişkilere ve yansımaya birer kanıttır. Öte yandan, otoriterlikle itham edilen SSCB’de

benimsenen demokratik özerklik ile sınıfsal değil ama üretici birimlerin planlama

sürecine dahli zorunlu hale getirilmiş ve ençoklaştırılmıştır.

Page 351: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

335

Türkiye’nin bu bağlamda değerlendirmesi ise oldukça olumsuzdur. Türkiye’de

yönetsel sürecin sınıfsal çıkarların temsiliyetine resmi olarak verilen yer yok

denilebilir. İyi niyetli çabalarla olduğunu varsaydığımız şekilde her dönemde

planlama sürecinde içerik, konferans, sempozyum gibi platformlar yaratılarak

örgütlü toplumsal kesimlerle paylaşılmıştır. Ayrıca, özel ihtisas komisyonları

aracılığı ile uzman ve özel sektörün planlama sürecine katılması sağlanmıştır. Ancak,

bu platformların paylaşımın sınırlı kalmasına neden olacağı açıktır. Resmi yollarla

etki mekanizmasının kapalı olması nedeniyle gayri-resmi müdahale biçimleri

geliştirilmektedir. Sümerbank modelinde bu mekanizma sermayeye ortak olunan

teşebbüslerin karar mekanizmaları aracılığıyla, DPT modelinde keyfi ve şahsi

ilişkilerle yürütülmektedir. Diğer bir deyişle, kayırmacılığa dayanan bu modelde,

planlama süreciyle piyasanın eşitsizliğinden daha derin bir temsiliyet uçurumu

yaratılmaktadır. DPT uzmanlarının demeçlerinde, özellikle 1980 sonrasında Teşvik

ve Uygulama Dairesi’nin DPT’ye bağlanması sonrasında rant tahsis merci haline

gelmesi ile işadamlarının akınına uğradığı duyulmaktadır. Sadece 80 sonrasında

değil, 70’lerde ve 60’larda da planlama sürecinin söz konusu baskılara maruz kaldığı

ya da baskıları püskürtülebildiği ölçüde devam ettiği bilinmektedir.

***

Türkiye’de planlamanın doğuşu genellikle 1960’lardan başlatılır. Ki, 1963 yılında

kabul edilen beş yıllık kalkınma planı “bir”den başlatılmıştır. Bunu, bir reddiye

olarak görmek de, dönemler arasındaki planlama tekniğinin farklılığına vurgu olarak

görmek de mümkündür. En basitinden iki dönemin esin kaynakları Soğuk Savaş’ın

iki bloğudur: 1930’larda SSCB’nin başarısı, 1960’larda ise SSCB planlarının

başarısızlığı esin kaynağıdır. Her ne olursa olsun, yapılagelenin aksine Türkiye’de

planlama deneyiminin doğuşu için bir otuz yıl geriye gitmek gereklidir.

Türkiye’de planlama özgün bir doğuş nedenselliğine sahiptir. Planlamayı, tekelci

kapitalizmin (sosyalizasyon) yönetim biçimi olarak tanımlamamıza rağmen,

Türkiye’de 1930’larda tekelleşme bir süreç olarak işlese de sosyalizasyon sağlanmış

değildir. 1930 öncesi uygulanan koruma, teşvik politikası, kredi desteği, devlet

işletmeciliği ile anonim şirketleşme, kooperatifleşme körüklense de 1930’ların

başında Türkiye’de tekelci kapitalizm olduğunu iddia etmek imkansızdır. 1930’ların

baskın karakteri, korumacılıktan devletçiliğe geçiş, devletçiliğin kuruluşudur.

Page 352: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

336

Planlamanın bu dönemde yerleşmesi tesadüf değil, bizzat devletçiliğin yönetsel

biçimi olarak doğmasından kaynaklıdır. Bu bağlamda, planlama kamu kesiminin

sanayi yatırımlarının programlaştırılmasıyla sınırlı bir içeriğe sahiptir. Tarımda

mevcut küçük mülkiyetli yapıya sahip bir ekonomi, istatistiki bilgiden yoksun bir

yönetimle, sektörler arasında içsel bağlantıların kurulmasını gerektiren bütüncül bir

planlama sürecine girmek mümkün değildir. Mümkün olan, ekonomik alanda en

büyük yatırımcı ve işletmeci olarak piyasaya giren devletin faaliyetlerinin

planlanmasıdır.

Yukarıda da değinildiği gibi Türkiye’de kamu işletmeciliği/girişimciliğinin

kapsamı ve sınırları ideolojik ve siyasal bir turnusol olarak her dönemde gündemde

olmuştur. Oysa “toplumsal ve ekonomik alanın geleceğinin kurgulandığı yönetsel bir

süreç olarak planlama” inceleme nesnesi olarak seçilerek kim planlar? diye

bakıldığında, sermaye sınıfının mutlak egemenliği görülmektedir. “Nesnel

göstergelere dayalı bir değerlendirme için plan önceliklerini, politikalarını ve

uygulama sonuçlarını sürdürülen birikim tarzının ve egemen sınıf çıkarlarının

gerekleri ve empoze ettiği önceliklerle karşılaştırılarak yapılabilir: kimin öncelikleri?

İktisadi politikanın ve planlamanın egemen sınıfın çıkarlarıyla uyumlu bir şekilde”

yürütüldüğü unutulmamalıdır (Tüzün 1981, 11).

Bu bağlamda ilk elden şu görülebilir: planlama süreci devletin faaliyetlerinin

sermaye tarafından belirlendiği bir sürece dönüşmektedir. Egemen sınıfların

belirleyiciliğinde kapitalizmde kamu sektörü ile sınırlı planlama süreci, sermayenin

devleti yönetmesi sürecidir.

Türkiye’de yakalanan, ekonomideki dönüm noktalarına denk düşen planlama

krizlerinin siyasal – yönetsel çözümlemesine genel olarak bakıldığında kimin

planladığı görülmektedir. 1930’larda yerli tüccar ve büyük çiftçilerin, 1945’den

1960’lara yerli tüccar ve büyük çiftçi ile ortak amaçlara inanan uluslararası

sermayenin, 1960’lardan 1980’lere uluslararası sermaye ile işbirliğinde yerli sanayi

sermayesinin ve 1980 sonrasında küresel sermayenin planlama sürecinde egemen

konumda olduğu görülmektedir. Buna karşılık, işçi sınıfının yalnızca 1978’de

egemen konuma geldiği görülmektedir. 1978’de hem CHP’nin hem TİP’in geleceğe

dair emekçi kesimlere umut olacak kurgulara sahip olduğu açıktır.

Page 353: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

337

Vurgulanması gereken bir nokta ise Türkiye’de 1980 sonrasında “karşı-plan”

girişiminin ortaya çıkmamış olmasıdır. Karşı-planlama, iktidarın planına ya da

plansızlığına karşı toplumsal ve ekonomik alanın yönetiminde temel politikaları

bütüncül ele alan bir alternatif siyasal proje olarak alınırsa; neoliberal dönemde

Türkiye’de siyaset alternatifsizdir.

Gelişme seyrinde, uluslararası sermayenin 1930’larda hiç etkisinin olmadığı,

1945 sonrasında ulusal siyasette güçlendiği ve 1980 sonrasında giderek egemen

konuma geldiği göze çarpmaktadır. Döviz açığı nedeniyle borçlanma gereksinimi,

teknoloji ve personel açığının sağlanması amacıyla teknoloji ve uzman personel

ithali gibi mekanizmalarla uluslararası sermayenin ulusal siyasette etkinliği artmış ve

kurumsallaşmıştır.

Uluslararası sermayenin ulusal siyasetteki konumu planlama sürecinde

benimsenen politikalardan da ortaya çıkmaktadır. 1930’larda emperyalizme karşı

bağımsızlık ve sanayileşme temel ilkelerken, 1947’de bütünleşme ve tarımsal

gelişme benimsenmiştir. 1980 sonrasında ise küresel sistemle tam bütünleşme tercih

edilmiştir.

Planlama sürecinin aktörleri gibi aktörlerin sürece giriş mekanizmaları da

değişiklik göstermektedir. Örneğin, 1930’larda Meclis, çatışmaların temel zeminini

oluşturmakta, siyasal partilerin olmaması nedeniyle toplumsal alanda Odalar ve

eşrafın sesi duyulmaktadır. 1945’lerde ise ilk siyasal partileşme ile siyasal

temsiliyette farklılaşmaya gidilmekte, toplumda da sınıf ve sınıf kesimlerinin

örgütlenmesinin yoğunlaştığı görülmektedir. 1960’dan 1980’lere kadar süreçte ise

hem siyasal alanda hem toplumsal alanda çatışmalar netlikle izlenebilmektedir.

Dönemlere dair çatışmaların tarihsel anlatısında kullanılan kaynaklar da bu

değişikliği yansıtmaktadır.

Türkiye’de 2000’li yıllarda, planlama tartışmalarına hakim iki kanat vardır.

Birincisi, 1930’lu yılların incelemesinin başına prolog olarak eklenen devletçilikle

birlikte planlamayı komünistlikle eş tutan liberal görüştür (Bkz. İkinci Bölüm, I.

Başlık). Bu görüş, yukarıda aktarılan Hayek’in görüşlerinin Türkiye düzleminde

yeniden türetilmiş versiyonudur ve somut bu görüşü tartışmasız çürütmektedir. İkinci

görüş ise, 1960’ların kalkınma plancılığına nostalji üzerinde kuruludur. Bu nostalji,

Page 354: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

338

kalkınma planlaması efsanesine / ideolojisine dayanır. Gencay Şaylan’a göre,

Türkiye’de planlama ideolojisi “tipik küçük burjuva radikalizmi olarak belirlenmiş,

bilgi sahibi aydın-bürokratların politikacıya karşıtlığı üzerine oturmuştur” (Şaylan,

1981:199-200). Buna göre, aydın-bürokratlar, sınıflar üstü bir planlama anlayışına

sahiptir (Akçay, 2007). “Sınıfların üstünde, adil bir hakem rolü almış plancı, bu

ideoloji çerçevesinde toplumsal sorunları, adalet ve bilim ilkeleri doğrultusunda

çözebilecektir.” (200). Oysa planlama tartışmalarında yukarıda ele alındığı gibi

planlama toplumsal güçlerin çatışmasının yansıdığı bir yönetsel süreç ve zemindir.

Bu bağlamda, tekrar etmek gerekirse planlamanın kendinden menkul bir değeri

yoktur, teknisyen planı diye bir şey yoktur.

Dahası 1960’ların toplumsal ve ekonomik koşullarının bir ürünü olan kalkınma

plancılığına 2000’li yıllarda nostalji duymak, yönetsel süreçlerin ve örgütlerin

tarihselliğini ve toplumsallığını reddetmek demektir. 1960’ların plancılığının farklı

bir tarihsel konjoktürün, farklı sınıfsal yapısına uydurmaya çalışmak yararsız bir çaba

olur. Soğuk Savaş döneminde tekelci sermayenin uluslararasılaşma sürecinde,

azgelişmiş ülkelerin kapitalist sistemle bütünleşmesinin aracı olarak kurulan

kalkınma planlamasına, finansal emperyalizm döneminde nostalji beslemenin siyasal

ve bilimsel bir kazanımı olmayacaktır. Kısacası, planlamaya kendinden menkul

değerler yüklenmemeli, statikleştirilmemelidir. Aksine, yönetsel sürecin kendisi ve

biçimi kapitalizmin gelişme aşamalarına özgülenmelidir.

Page 355: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

339

KAYNAKÇA

Afetinan, (1972), Devletçilik İlkesi ve Türkiye Cumhuriyeti'nin Birinci Beş Yıllık

Sanayi Planı, Ankara: Türk Tarih Kurumu.

—, (1982), İzmir İktisat Kongresi 17 Şubat - 4 Mart 1923, Ankara: Türk Tarih

Kurumu.

Akbulut, Ö., (2005), Siyaset ve Yönetim İlişkisi Kuramsal ve Eleştirel Bir

Yaklaşım, Ankara: TODAİE.

Akçay, Ü., (2007), Kapitalizmi Planlamak Türkiye'de Planlamanın ve DPT'nin

Dönüşümü, İstanbul: Sosyal Araştırmalar Vakfı.

Albayrak, M., Mart 2004, “’Uluslararası İmar ve Kalkınma Bankası’nın Hazırladığı

İlk Raporun (1951) Demokrat Parti Hükümetlerinin Politikalarına Etkileri”,

Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, C.XX, S.58.

Âli İktisat Meclisi, (2009), “Türkiyede Sanayi Nasıl Teessüs ve İnkişaf Edebilir?”,

Uygulamaya Geçerken Türkiye'de Devletçiliğin Oluşumu, İlhan Tekeli ve

Selim İlkin içinde, s.E323-E342.

Altıparmak, A., 2002, “Türkiye'de Devletçilik Döneminde Özel Sektör Sanayiinin

Gelişimi”, Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, S.13.

Apaydın, T., (1991), Köylüler, İstanbul: Cem.

Arslan, O. E., (2005), Kamu Personel Rejimi: Statü Hukukundan Esnekliğe.

Ankara: TODAİE.

Arslan, O.E., 1998, “Devlet Planlama Teşkilatı: 1980 Sonrası Dönüşüm”, Amme

İdaresi Dergisi, C.31 S.1.

Atay, F. R., (1969), Çankaya Atatürk'ün Doğumundan Ölümüne Kadar Bütün

Hayat Hikâyesi, İstanbul: Doğan Kardeş.

Avaner, T., 2009, “1945: Dönüm Noktasında Türkiye”, Açıklamalı Yönetim

Zamandizini 1929-1939, B. A. Güler (ed.) içinde, s. 585-701.

—., 2006, Türkiye'de Uluslararası Alana Yeni Bir Eklemlenme Yolu: Bağımsız

Düzenleyici Kurumlar, MEMLEKET SiyasetYönetim, C.1, S.2, s. 112-137.

Avcıoğlu, D., (2001a), Türkiye'nin Düzeni Dün-Bugün-Yarın Birinci Kitap,

İstanbul: Tekin.

Page 356: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

340

—., (2001b), Türkiye'nin Düzeni Dün-Bugün-Yarın İkinci Kitap, İstanbul: Tekin.

—., Aralık 1934, “Sosyal Milliyetçiliğin Zaferi”, Kadro, C. 3 S.35-36, s. 8-22.

—., (Mart 2008), Suyu Arayan Adam, (20. Basım b.), İstanbul: Remzi.

Aysan, M., 14 Nisan 1979, “Ekonomik Model, Kamu ve Özel Kesim Dengesi”,

Milliyet.

—., (1988), Atatürk'ün Ekonomi Politikası 1. Cilt, Ankara: AÜ SBF.

Balassa, B., (1979), Growth Policies and the Exchange Rate in Turkey, World

Bank.

Barkan, Ö. L., (1980), “Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu ve Türkiye'de Zirai

Reformun Ana Meseleleri”, Toplu Eserler 1 içinde, İstanbul: Gözlem.

Başar, A.H., (1945), Atatürk'le Üç Ay ve 1930'dan Sonra Türkiye, İstanbul: Tan.

Başkaya, F., (2005), Kalkınma İktisadının Yükselişi ve Düşüşü, 5. Baskı, Ankara:

Özgür Üniversite.

Baykov, A., 1963, “Some Observations of Planning Economic Development in the

USSR”, in Economic Planning, L.J. Zimmermen (ed.), Mouton Co, s.21-44.

Bayur, H., 2009, “Gazi Mustafa Kemal'e Yazılan Rapor”, Uygulamaya Geçerken

Türkiye'de Devletçiliğin Oluşumu, Tekeli, İ. ve S. İlkin içinde, s.E33-E46.

Bayramoğlu, S. (ed.), (2010), Toprak Mülkiyeti Sempozyum Bildirileri, Ankara:

Memleket Yayınları.

—., (2005a), Yönetişim Zihniyeti Türkiye’de Üst Kurullar ve Siyasal İktidarın

Dönüşümü, İstanbul: İletişim.

—., (2005b), Türkiye’de Bölgesel Politikaların Gelişimi, Bölgesel Kalkınma

Ajansları Nedir Ne Değildir? (Derl. Menaf Turan), s. 35-120, Ankara: Paragraf.

Belge, B. A., Nisan 1933, “Liberal Emperyalizmden Dirije Emperyalizme Doğru”,

Kadro, C.2 S.16, s. 31-38.

Bettelheim, C., (1967), Studies in the Theory of Planning, India: Asia Publishing.

Bilgesay, H., Aralık 2006, “Atatürk'ün Ekonomi Anlayışı ve Planlı Kalkınma”, Türk

İdare Dergisi, S. 453.

Bilgin, K. U., 2 Haziran 2008, “Kamu Performans Yönetimi: Vali ve Kaymakamlar

Performans Ölçümü Araştırması”, Amme İdaresi Dergisi, C.41 S.2, s. 59-80.

Birleşmiş Milletler, (1967), Birleşmiş Milletler Uzmanlar Kurulu Raporu, (Çev

N. Serin), Ankara: Ankara Üniversitesi SBF.

Page 357: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

341

Bonefeld, W., 1992, “Social Constitution and the Form of the Capitalist State”, Open

Marxism: Dialectics and History, Volume 1, Bonefeld, W., G. Richard and K.

Psychopedis (eds.) içinde, Cambridge: Pluto Press, s.93-132.

Bor, M.Z., 1963, “Draft Relating to Chapters 1, 2, 3, 4”, in Planning for Economic

Development, UN Secretary General, New York: UN, s.115-156.

Boratav, K., (1973), Sosyalist Planlamada Gelişmeler, Ankara: Sevinç Matbaası.

—., (1974), 100 Soruda Türkiye'de Devletçilik, Ankara: Gerçek Yayınevi.

—., (2005), 1980’li Yıllarda Türkiye’de Sosyal Sınıflar ve Bölüşüm, 2. Baskı,

Ankara: İmge.

—., (2008), Türkiye İktisat Tarihi 1908 – 2007, 12. Baskı, Ankara: İmge.

Braithwaite, J., (2002), “Accountability and Governance under the New Regulatory

State”, Australian Journal of Public Administration, C.58, S.1 (March 1999),

s.90-97.

Buğra, A., (2010), Devlet ve İşadamları, 7.Baskı, İstanbul: İletişim.

Bunbury, H. N., October 1938, “Governmental Planning Machinery”, Public

Administration, C.16 S.4.

Carnoy, M., 1984, “Structuralism and the State: Althusser and Poulantzas”, The

State and Political Theory, Carnoy, M. (ed.) içinde, Princeton and New Jersey:

Princeton University Press.

Carr, E. H., (2011), Lenin'den Stalin'e Rus Devrimi 1917 – 1929, (Çev. L

Cinemre), İstanbul: Yordam.

Cem, İ., 7 Ağustos 1973, “Neden bu Gerginlik”, Milliyet.

Celasun, M., 1984, “Piyasa Ekonomilerinde Planlama”, ODTÜ Gelişme Dergisi,

C.11, S.3 & 4, s.325-347.

CENTO, (1962), Conference on Development Planning, Lübnan: Catholic Press.

CHP, (1935), CHP Programı, Ankara: Ulus Basımevi.

Churchward, L., April 1961, “Comtempraray Soviet Theory of the Soviet State”,

Soviet Studies, C.12 S.4, s.404-419.

Clarke, S., 2004, “Marksizm, Sosyoloji ve Poulantzas'ın Devlet Kuramı”, Devlet

Tartışmaları Marksist Bir Devlet Kuramına Doğru, Simon Clarke (ed.) içinde

(Çev. İbrahim Yıldız), s.89-134, Ankara: Ütopya.

Page 358: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

342

—., 1991a, “The State Debate”, The State Debate, Clarke, S. (ed.) içinde, London:

Macmillan, s.1-69.

—., 1991b, “State, Class Struggle and the Reproduction of Capital”, The State

Debate, Clarke, S. (ed.) içinde, London: Macmillan, s.83-203.

Cohen, S., (1969), Modern Capitalist Planning: The French Model,

Massachusetts: Harvard University Press.

Cohen, S. S., 1970, “From Causation to Decision: Planning as Politics”, The

American Economic Review, s.180-185.

Collins Cobuild Learner's Dictionary, (1996), Londra: Harper Collins Publishers.

Corrigan, P. et. al., 1980, “The State as a Relation of Production”, Capitalism, State

Formation and Marxist Theory, Corrigan, P. (ed.) içinde, s.1-25, Quartet

Books.

Çakmak, D., Kış 2008, “Türk Siyasal Yaşamında Bir Muhalefet Partisi Örneği:

Hürriyet Partisi (1955-1958)”, Akademik Bakış, C.2, S.3, s.153-186.

Çavdar, T., 2007, “Yitik Plan: 4. Plan”, MEMLEKET SiyasetYönetim, C.2, S.4,

s.30-44.

Çelebican, G., 1974, “Sosyalist Planlama Kavramı”, Ankara Üniversitesi Hukuk

Fakültesi Dergisi, C.31 S.1-4, s. 587-601.

Çelik, E., (Haziran 1969), 100 Soruda Türkiye'nin Dış Politika Tarihi, 1. Baskı,

İstanbul: Gerçek Yayınevi.

Çiftçioğlu, Ö. M., (2008), 1945 - 1960 Döneminde Şekillenen Dünya

Konjonktüründe Türkiye Ekonomisinin Gelişme ve Değişme Eğilimleri, Doktora

Tezi, İstanbul: Marmara Üniversitesi SBE İktisat ABD.

Çilingiroğlu, A., Eylül 2003, “Panel”, Plânlı Kalkınma Serüveni içinde, s. 21-36,

İstanbul: İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları.

Çınar, T., (2007), “1932: Temmuz Kararları Çerçevesinde Devletçiliğe Geçiş”,

Açıklamalı Yönetim Zamandizi 1929 – 1939, B. A. Güler (ed.) içinde, Ankara:

KAYAUM.

Dahl, R., (1961), Who Governs? Democracy and Power in an American City,

Yale University.

Davies, R., April 1958, “The Decentralization of Industry: Some Notes on the

Background”, Soviet Studies, C.9 S.4, s.353-367.

Page 359: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

343

Demirer, A., (2007), Türkiye Cumhuriyetinin İlk Yıllarında Ekonomi Politikaları,

Yüksek Lisans Tezi, Diyarbakır: Dicle Üniversitesi SBE Türkiye Cumhuriyet

Tarih ABD.

Derin, H., (1940), Türkiye'de Devletçilik, İstanbul: Çituri Biraderler.

Derviş ve Robinson, (1978), The Foreign Exchange Gap, Growth And Industrial

Strategy in Turkey: 1973-1983, World Bank (Staff Working Paper).

Devlet Planlama Teşkilatı (DPT), (1963), Birinci Beş Yıllık Kalkınma Planı (1963-

1967), Ankara: DPT.

—., (1968), İkinci Beş Yıllık Kalkınma Planı (1968-1972), Ankara: DPT.

—., (1973a), Planlama Nedir, Niçin Planlama Yapıyoruz?, Ankara: DPT Yayın

No:3.

—., (1973b), Üçüncü Beş Yıllık Kalkınma Planı (1973-1977), Ankara: DPT.

—., (1973c), Uzun Dönemli Kalkınmanın Stratejisi ve Temel Hedefleri ve

Üçüncü Beş Yıllık Kalkınma Planı, Ankara: DPT.

—., (1979), Dördüncü Beş Yıllık Kalkınma Planı, Ankara: DPT.

—., (1990), Planlı Kalkınmanın Otuzuncu Yılı ve Devlet Planlama Teşkilatı,

Ankara: DPT.

—., (1996a), Yedinci Beş Yıllık Kalkınma Planı (1996-2000), Ankara: DPT.

—., (1996b), Devlet Planlama Teşkilatı ile ilgili Mevzuat, Ankara: DPT.

—., (2000a), Uzun Vadeli Strateji ve Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma Planı (2001-

2005), Ankara: DPT.

—., (2000b), Uzun Vadeli Gelişmenin (2001-2023) ve VIII. Beş Yıllık Kalkınma

Planının (2001-2005) Temel Amaçları ve Stratejisi, Ankara: DPT.

—., (2006), Dokuzuncu Kalkınma Planı (2007-2013), Ankara: DPT.

—., (2011), 2010 Yılı İdare Faaliyet Raporu, Ankara: DPT.

Dickson, H.D., 1933, “Price Formation in a Socialist Commonwealth”, Economic

Journal.

Dicle, İ. A., Planlama – Programlama – Bütçeleme Sistemi (PPBS), 1970,

yayin.todaie.gov.tr/goster.php?Dosya=MDU3MDQ4, (19 Şubat 2012)

Dik, E., 2009, “1948: Marshall Planı ile "Hür Dünya"ya Giriş”, Açıklamalı Yönetim

Zamandizini 1940-1949, B. A.Güler içinde, s.947-1060, Ankara: KAYAUM.

Page 360: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

344

Dik, E., ve Yılmaz, A., (2011), “Türkiye'de Planlama Yönetiminde Değişim: Devlet

Planlama Teşkilatı'ndan Kalkınma Bakanlığı'na”, KAYFOR IX’a sunulan

tebliğ, Ankara:Gazi Üniversitesi.

Dinler, D., (Kış - Bahar 2003), “Türkiye'de Güçlü Devlet Geleneği Tezinin

Eleştirisi”, Praksis, S.9, s.17-54.

Dobb, M., (1981), Kapitalizm Sosyalizm Azgelişmiş Ülkeler ve İktisadi

Kalkınma, (Çev. D. D. Selik), Ankara: AÜ SBF Yayınları No: 467.

Dolan, E. G., , Spring 1966, “French Planning: Some Aspects of the System with

Comparisons to Soviet Experience”, ASTE Bulletin, C.8 S.1, s.7-14.

Donat, Y., 7 Temmuz 1993, “Bakan Utandıran Tablo ve ‘Yeni DPT’”, Milliyet.

Dror, Y., June 1971, “Planning in the United States? - Some Reactions by a Foreign

Observer”, Public Administration Review, C.31 S.3, s.399-403.

—., (1968), Public Policy Makind Reexamined, USA: Chandler Publishing

Company.

Duman, D., 1992, “Milli İktisat ve Tasarruf Cemiyeti”, Çağdaş Türkiye Tarihi

Araştırmaları Dergisi, C.1 S.2, s.127-143.

Duru, B., 2007, “1931 Tasarruf Yılı: Tek Partili Dönemin Başlangıcı”, Açıklamalı

Yönetim Zamandizin 1929-1939, B. A. Güler (ed.) içinde, s. 229-302, Ankara:

KAYAUM.

Dünya Bankası, (2010), Dünya Bankası Resmi Internet Sayfası:

www.worldbank.org.

Ekiz, C., 2010, “Kapitalist Gelişmenin Tılsımı: Rekabet İlkesi”, MEMLEKET

SiyasetYönetim, C.5, S.14, s.150-186.

Ekzen, A., 1981, “Kamu İktisadi Kuruluşlarının Yeniden Düzenlenmesi Yaklaşımları

ve Dördüncü Beş Yıllık Kalkınma Plan'ın Politikaları”, ODTÜ Gelişme Dergisi,

Özel Sayı, s.227-256.

Ekzen, N., (1980), 1946, 1958, 1970 Devalüasyonları, Ankara: Maliye Tetkik

Kurulu.

Ellman, M., (1989), Socialist Planning (2 ed.), Great Britain: Cambridge University.

Engels, F., (2010), Ailenin Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni, Ankara: Sol.

Eralp, A., 1981, “Türkiye'de İzlenen İthal İkameci Kalkınma Stratejisi ve Yabancı

Sermaye”, ODTÜ Gelişme Dergisi, Özel Sayı, s.613-633.

Page 361: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

345

Erder, N., (Eylül 2003a), “Giriş”, Plânlı Kalkınma Serüveni içinde, s. ix-xiii,

İstanbul: İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları.

—., (Eylül 2003b), “Panel”, Plânlı Kalkınma Serüveni içinde, s. 5-11, İstanbul:

İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları.

—., (Eylül 2003c), “Panel (Soru - Cevap)”, Plânlı Kalkınma Serüveni içinde, s. 5-

11, İstanbul: İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları.

Ergin, F., 16 Ekim 1947, “Thornburg'un Müşahadeleri ve Nasihatleri Karşısında”,

Cumhuriyet.

Erhan, Ç., 1996, “Ortaya Çıkışı ve Uygulanışıyla Marshall Planı”, SBF Dergisi,

C.51, S.1-4, s.275-288.

Eroğlu, H., (1981), Atatürk ve Devletçilik, Ankara.

Eroğul, C., (2003), Demokrat Parti (Tarihi ve İdeolojisi), İmge Kitabevi, 4. Baskı

Ankara: İmge Kitabevi.

Ertem, C., 12 Şubat 2010, “Şu 1925 yılı ve ‘bizim bankalarımız’”, Taraf Gazetesi.

Ete, M., (Kasım 1948), Türkiye'de Devlet İşletmeciliği, İstanbul:Türkiye İktisat

Kongresi.

European Union, (2011), Turkey 2011 Progress Report, Brussells.

Fayol, H., 1937, “The Administrative Theory in the State”, Notes on the Theory of

Organization, Luther Gulick ve L. Urwick (ed.) içinde, s.99-114, New York:

Institute of Public Administration.

Foster, J.B., (2011), Tekelci Finans Sermayesi, İstanbul: Kalkedon.

Gevgili, A., 15 Ağustos 1973, “Emek-Sermaye İlişkilerinde Gerginlikler”, Milliyet.

—., 15 Ağustos 1973, “Türk Toplumunun Gelişme Evreleri ve Yarını III”, Milliyet.

Gulick, L., 1937, “Notes on the Theory of Administration”, Notes on the Theory of

Administration, L. Gulick ve L. Urwick (ed.) içinde, s.1-46, New York: Institute

of Public Administration.

Gökalp, Z., (1990), Türkçülüğün Esasları, (M. Kaplan, Dü.), Ankara: Kültür

Bakanlığı.

Guitton, J. M., (1969), Public Economics An Analysis of Public Production and

Comsumption and Their Relations to the Private Sectors, New York: St

Martin's Press.

Page 362: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

346

Gülalp, H., (Aralık 1987), Gelişme Stratejileri ve Gelişme İdeolojileri, 2. Baskı,

Ankara: Yurt.

Güler, B. A., (2005a), Yeni Sağ ve Devletin Değişimi, 2. Baskı, Ankara: İmge.

—., (2005b), “Yönetişim: Tüm İktidar Sermayeye”, Devlette Reform Yazıları,

Ankara: Paragraf.

—., (2007a), Açıklamalı Yönetim Zamandizini 1929-1939, Ankara: AÜ Siyasal

Bilgiler Fakültesi KAYAUM.

—., (2007b), “Otuzlu Yıllarda Yönetim”, Açıklamalı Yönetim Zamandizini 1929-

1939, B. A. Güler (ed.) içinde, s. 1-20.

—., (2008), “1950li Yıllarda Kamu Yönetimi Disiplini: Disiplinin Kuruluşu Nasıl

Gerçekleştirilmişti?”, MEMLEKET SiyasetYönetim, C.3 S.7, s.6-28.

—., (2009), Açıklamalı Yönetim Zamandizini 1940-1949, Ankara: AÜ Siyasal

Bilgiler Fakültesi KAYAUM.

—., (2010a), Türkiye'nin Yönetimi: Yapı, Ankara: İmge.

—., (2010b), “Sosyalist Yönetim Düşüncesini Araştırmak”, Yönetim Üzerine Prof.

Dr. Kurthan Fişek için, İ. Ö. Sayan (Dü.) içinde, Ankara.

Güven, S., (Eylül 1998), 1950'li Yıllarda Türk Ekonomisi Üzerinde Amerikan

Kalkınma Reçeteleri, Bursa: Ezgi Kitabevi.

Hale, W., 1980, “Ideology and Economic Development in Turkey 1930 – 1945”,

Bulletin (British Society for Middle Eastern Studies), C.7 S.2, s.100-117.

Hançerlioğlu, O., (2006), Felsefe Sözlüğü, 15.Baskı, İstanbul: Remzi Kitabevi.

Harvey, D., (2004), Yeni Emperyalizm, 1. Baskı, (Çev. H. Güldü), İstanbul:

Everest.

Hayek, F. von., 1935, “The Nature and History of the Problem”, Collectivist

Economic Planning, F. von Hayek) içinde, s.1-40, Londra: Routledge & Kegan

Paul Ltd.

—., (1935), Collectivist Economic Planning, Londra: Routledge & Kegan Paul Ltd.

—., (2004), Kölelik Yolu, (Çev. Turhan Feyzioğlu ve Yıldıray Arsan), Ankara:

Liberte.

Hayward, J., January 1975, “The Politics of Planning in France and Britain: The

Transatlantic View”, Comparative Politics, C.7 S.2, s. 285-298.

Hazine Müsteşarlığı, (2011), 2010 Kamu İşletmeleri Raporu, Ankara: Başbakanlık.

Page 363: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

347

Herberg, M. E., (1981), “Politics, Planning, And Capitalism: National Economic

Planning in France and Britain”, Political Studies, C.29 S.4, s.497-516.

Hiç, M., 1971, “Türkiye-Ortak Pazar Müzakereleri ve Geçiş Dönemi Şartları”,

Türkiye'de Plânlama ve Plânlı Döneme Geçiş, Sabri Ülgener (ed.) içinde,

s.591-611, İstanbul: İstanbul Üniversitesi.

Hilferding, R., (1995), Finans Kapital, İstanbul: Belge.

Hill, M., (2005), The Public Policy Process, 5 Baskı, England: Pearson Education.

Hobsbawn, E., (Ocak 2011), Kısa 20. Yüzyıl 1914-1991 Aşırılıklar Çağı, (Çev.

Yavuz Alogan), 5.Baskı, İstanbul: Everest.

Howard, S., October 1966, “Marxist Ekonomics and Soviet Planning”, Soviet

Studies, C.18 S.2, s.169-188.

Hürriyet Partisi, (1957), Hürriyet ve Refah Yolu Hürriyet Partisinin 5 Yıllık

İktisadi Gelişme Planı, Ankara: Hürriyet Partisi.

International Economic Cooperation Foreign Assistance Act of 1948, 3 April

1948.

İpekçi, A., 5 Aralık 1977, “İcen Börtücene ile Ropörtaj”, Milliyet.

Jessop, B. (2008), State Power, Cambridge: Polity.

Kadro, Ocak 1932, “Başyazı”, Kadro, C.1 S.1, s. 1.

Kansu, G., (Haziran 2004), Planlı Yıllar Anılarla DPT'nin Öyküsü, İstanbul:

Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları.

Kapp, K. W., December 1939, “Economic Regulation and Economic Planning”, The

American Economic Review, C.29 S.4, s.760-773.

Karabulut, U., Güz 2007. “Cumhuriyetin İlk Yıllarında Sağlık Hizmetlerine Toplu

bir Bakış: Dr. Refik Saydam'ın Sağlık Bakanlığı ve Hizmetler (1925-1937)”,

ÇTTAD, C.VI S.15, s.151-160.

Karaosmanoğlu, A., (Eylül 2003), “Panel”, Plânlı Kalkınma Serüveni içinde, s.11-

21, İstanbul: İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları.

Kaynak, M., (2009), Kalkınma İktisadı, 3. Baskı, Ankara: Gazi Kitabevi.

Kemal, Y., (2011), Demirciler Çarşısı Cinayeti, 7. Baskı, İstanbul: YKY.

Kesebir, Ş., 2009, “İktisadi Vaziyetimize Dair Rapor”, 1929 Dünya Buhranında

Türkiye'nin İktisadi Politika Arayışları, Tekeli, İ. ve S. İlkin içinde, s.227-560,

İstanbul: Bilge Kültür Sanat.

Page 364: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

348

Keskin, N. E., 2007, “1930: Muhalefet Yılı”, Açıklamalı Yönetim Zamandizin

1929-1939, B. A. Güler (ed.) içinde, Ankara: Ankara Üniversitesi.

Keskinok, Ç., Ekim 2005, “Planlama ve Postmodern Tuzaklar”, Bilim ve Ütopya, s.

23-24.

Kılıçbay, A., 1971, “Karma Ekonomide Özel ve Kamu Sektörleri Arasındaki İlişkiler

(Türkiye)”, Türkiye'de Plânlama ve Plânlı Döneme Geçiş, Sabri Ülgener (ed.)

içinde, s.77-88, İstanbul: İstanbul Üniversitesi.

Kilci, M., (2011), Türkiye’de Özelleştirme Uygulamaları, Ankara: DPT.

Kilim, E. E., 19-21 Ekim 2011, “Kamu Yönetimi Disiplininde Planlamanın

Konumu”, KAYFOR IX’a sunulan tebliğ, Ankara: Gazi Üniversitesi.

Kocabaşoğlu, U., (Aralık 2001), Türkiye İş Bankası Tarihi, İstanbul: Türkiye İş

Bankası Kültür Yayınları.

Koç, Y., (1999), Türkiye’de Ekonomik ve Sosyal Konsey, Türk-İş, Ankara.

Korkmazcan, N. S., 2005, “Truman Doktrini ve Türk Siyasal Hayatına Etkileri”,

Yüksek Lisans Tezi, Ankara: Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü

Tarih ABD.

Kuruç, B., (1963), İktisat Politikasının Resmi Belgeleri (Söylev, Demeç ve

Yazılar), Ankara: Siyasal Bilgiler Fakültesi.

—., (Aralık 1987), Mustafa Kemal Döneminde Ekonomi, Ankara: Bilgi Yayınevi.

—., (2008), “AKP'nin varlık nedeni olan Anglo-Sakson modelinin sonuna geldik”,

Sol (12.12.2008), S.247.

—., (2010), “Bir Planın Anatomi Politiği: Dördüncü Plan'ın Hazırlanışı ve Sonu”,

Attila Sönmez’e Armağan Türkiye’de Planlamanın Yükselişi ve Çöküşü

1960-1980, E. Türkcan (ed.) içinde, s. 357-410, İstanbul: Bilgi Üniversitesi.

—., (tarihsiz), “1923-1946 Dönemi”, ZMO.

Küçük, Y., (1972), Endüstrileşme Sürecinin Temel Sorunları - Sovyet Deneyimi

1925-1940, İstanbul: Bilim.

—., (Ekim 1975), Planlama, Kalkınma ve Türkiye, 2. Baskı, İstanbul: Bilim

Yayınları.

—., 1981a, “Türkiye'de Planlama Kavramının Gelişimi Üzerine”, ODTÜ Gelişme

Dergisi (Özel Sayı).

Page 365: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

349

—., 1981b, “Gelişme ve Eşitsiz Gelişme Yasası”, Ekonomik Yaklaşım, C.2, S.6,

s.21-40.

Kütahya Sanayi ve Ticaret Odası Raporu, 2009, Uygulamaya Geçerken Türkiye'de

Devletçiliğin Oluşumu, Tekeli, İ. ve S. İlkin içinde, s.E73-E90, İstanbul: Bilge

Kültür Sanat.

Lange, O., Şubat 1936, “On the Economic Theory of Socialism”, Review of

Economic Studies.

Lemerle, M ve M. Cazes, (1962), Fransız Plânları ve Fransa’da Milli Ekonomi

Plânlarının Sonuçları, (Çev.A. Torun ve Ö. Ozankaya), Ankara: TODİE.

Lenin, V.İ., (Mart 1998), Kapitalizmin Son Aşaması Emperyalizm, 1. Baskı,

Ankara: Bilim ve Sosyalizm Yayınları.

—., (1976), Ailenin Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni, Ankara: Sol.

Lepawsky, A., May – June 1971, “The Progressives and the Planners”, Public

Administration Review, C.31 S.3, s.297-303.

Lindbloom, C., December 1965, “Economics and Administration of National

Planning”, Public Administration Review, C.25 S.4, s.274-283.

Lomonthe, D. de, 1961, Fransa’da Planlama, (Çev.M. Eronat), Ankara: TODAİE.

Majone, Giandomenico, (1997), From Positive to the Regulatory State: Causes

and Consequences of Changes in the Mode of Governance, Working Paper.

Makal, A., (Aralık 1999), Türkiye'de Tek Partili Dönemde Çalışma İlişkileri:

1920-1946, Ankara: İmge.

Malinin, V. A., (1979), Marksçı-Leninci Felsefenin Temelleri I - Diyalektik

Maddecilik, (Çev. V. Aytaman), Konuk Yayıncılık.

Manisalı, E., 25 Temmuz 1976, “IV. Planda Sanayileşme Stratejisi nasıl olmalı?”,

Milliyet.

Marx, K., (2007), Louis Bonaparte’ın 18 Brumaire’i, (Orj.1851-52), Ankara: Sol.

Marks, K., (2003), Kapital Cilt:I, Eriş.

Marx, K. ve F. Engels, (1997), Komünist Parti Manifestosu, (Orj.1848), Ankara:

Sol.

Merriam, C. E., Winter 1941, “The National Resources Planning Board”, Public

Administration Review, C.1 S.2, s.116-121.

Page 366: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

350

—., December 1944, “The National Resources Planning Board A Chapter in

American Planning Experience”, The American Political Science Review, C.38

S.6, s.1075-1088.

Metinsoy, M., 2006, “Gündelik Yaşam'da Sınıf Mücadelesi ve Direniş: Türkiye'de

İkinci Dünya Savaşı Sonrası Sosyal Politika Alanındaki Gelişmelerde İşçi

Sınıfı'nın Rolü”, İktisat, Siyaset, Devlet Üzerine Yazılar Prof. Dr. Kemâli

Saybaşılı'ya Armağan, Burak Ülman ve İsmet Akça (ed.) içinde, s.67-106,

İstanbul: Bağlam.

Mıhçıoğlu, C., (1983), “Devlet Planlama Örgütünün Kuruluş Günleri”, Fadıl H.

Sur'un Anısına Armağan içinde, s. 229-259, Ankara: AÜ SBF Yayın No: 522.

—., 1988, “Yine Devlet Planlama Örgütünün Kuruluşu Üzerine”, SBF Dergisi, C.43

S.1 - 2, s.113-146.

Milli Sanayi Birliği, 2009, “Ali İktisat Meclisi Umumi Katipliğine Raporu”,

Uygulamaya Geçerken Türkiye'de Devletçiliğin Oluşumu, Tekeli, İ. ve S.

İlkin içinde, s.E301-E322, İstanbul: Bilge Kültür Sanat.

Milor, V., Fall 1990, “The Genesis of Planning in Turkey”, New Perspectives on

Turkey, S.4, s.1-30.

Mises, L. von., (2000), Bürokrasi, 2. Baskı, Ankara: Liberte.

—., 1935, “Economic Calculation in the Socialist Commonwealth”, Collectivist

Economic Planning, F. von Hayek içinde (orj. 1920, Almanca).

Müller, K., 2009, “Türkiye'de Nakit İstikrarı ve Bir Merkezi İhraç Bankası Tesisi

Hakkında Mütaleaname”, 1929 Dünya Buhranında Türkiye'nin İktisadi

Politika Arayışları, Tekeli, İ. ve S. İlkin içinde, s.581-630, İstanbul: Bilge

Kültür Sanat.

Okyar, O., March 1965, “The Concept of Etatism”, The Economic Journal, C.75,

S.297, s.98-111.

Onar, S.S., 1941, “İdare Hukuku Bakımından İktisadî Devlet Teşekkülleri”, İstanbul

Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, C.7, S.4.

Ostrom, V., December 1965, “Editorial: Planning and Un-Planning”, Public

Administration Review, C.25 S.4, s.337-338.

Oxford Dictionaries Online, http://oxforddictionaries.com/ [14 Mart 2012].

Page 367: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

351

Ozan, E.D., (2012), Gülme Sırası Bizde 12 Eylül'e Giderken Sermaye Sınıfı Kriz

ve Devlet, İstanbul: Metis.

Ökçün, G., 1997a, “1909-1930 Yılları Arasında Anonim Şirket Olarak Kurulan

Bankalar”, İktisat Tarihi Yazıları, Gündüz Ökçün içinde, s.213-278. Ankara:

Sermaye Piyasası Kurulu.

—., 1997b, “1923 Yılında İzmir'de Toplanan Türkiye İktisat Kongresi'nde Kabul

Edilen Esaslar” İktisat Tarihi Yazıları, Gündüz Ökçün içinde, s.279-315,

Ankara: Sermaye Piyasası Kurulu.

Ölçen, A. N., 1982, “1923-1938 Döneminde Birinci ve İkinci Sanayi Planları”,

Atatürk Dönemi Ekonomi Politikası ve Türkiye’nin Ekonomik Gelişmesi,

Ankara: AÜ SBF.

Önal, N. E., 2010, “Türkiye'nin İktisadi ve Siyasi Tarihinde Toprak Reformu

Tartışmalarının Rolü”, Toprak Mülkiyeti Sempozyum Bildirileri, S.

Bayramoğlu (ed.) içinde, s. 49-63, Ankara: Memleket Yayınları.

Önay, A. Ş., 2009, “Türkiye Milli İktisadi ve Sanayi Meselesi Hakkında Bir

Mütalaa”, Uygulamaya Geçerken Türkiye'de Devletçiliğin Oluşumu, Tekeli,

İ. ve S. İlkin içinde, s.E49-E72, İstanbul: Bilge Kültür Sanat.

Önder, İ., 2003, “Kapitalist İlişkiler Bağlamında ve Türkiye'de Devletin Yeri ve

İşlevi”, Küresel Düzen: Birikim, Devlet ve Sınıflar, A. H. Köse, F. Şenses ve

E.Yeldan (ed.) içinde, s.249-286, İstanbul: İletişim.

Öney, E., (1980), İktisadi Planlama, 2. Baskı, Ankara: Ankara Üniversitesi Siyasal

Bilgiler Fakültesi.

Övgün, B., 2009a, “1947: Uluslararası İç Politika”, Açıklamalı Yönetim

Zamandizini 1940-1949, B.A. Güler (ed.) içinde, s.849-946, Ankara:

KAYAUM.

—., (2009b), Kalkınma Planlamasından Stratejik Planlamaya, Kamu Yönetimi:

Yapı İşleyiş Reform, Barış Övgün (ed.) içinde, s.145-164, Ankara: KAYAUM.

—., 2010, “Türkiye'de Planlama: Sektörel Gelişmeden Kalkınmaya Kalkınmadan

Stratejiye”, MEMLEKET SiyasetYönetim, C.5 S.13, s.176-204.

—., 2011, Türk Kamu Yönetiminde Yeni Bir Örgütlenme: Kalkınma Bakanlığı,

Ankara Üniversitesi SBF Dergisi, C.66, S.3, s.263-281.

Page 368: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

352

Özden, M., 2006, “Türkiye'de Halkçılığın Evrimi (1908-1918)”, Sosyal Bilimler

Dergisi, S.16.

Özelmas, E., (1963), Devletçilik ve Türkiye'de Tatbikatından Sümerbank,

Ankara: Sümerbank.

Özen, H., Ekim 1968, “Harita, Tapu, Kadastro Sektörü Hizmet Teşkilât ve

Yöntemlerinin Yeniden Düzenlenmesi, Harita ve Kadastro Mühendisliği, Yıl:

4, S:11-12, s.3-16.

Özşen, T. (1987), Planlama Yönetimi, Ankara: TC İçişleri Bakanlığı Yayını.

Öztürk, M. Y., ve Öztürk, Ö., (Ocak 2011), “Türkiye Sanayi Stratejisi Belgesi

Üzerine Gözlemler”, MEMLEKET SiyasetYönetim, C.5 S.15.

Pamuk, Ş., 1981, “Political Economy of Industrialisation in Turkey”, MERIP

Reports No: 93.

Person, H.S., Automn 1940, “Research and Planning as Functions of Administration

and Management”, Public Administration Review, C.1, S.1, s.65-73.

Pildes, R.H., C.R.Sunstein, (1995), “Reinventing the Regulatory State”, The

University of Chicago Law Review, C.62, S.1 (Winter, 1995), s.1-129.

Pokrovski, A., 1969, “Socialist Planning and Capitalist Programming: An Analytical

Comparison of the Procedures”, Public Economics An Analysis of Public

Production and Comsumption and Their Relations to the Private Sectors, J.

Margolis, J. ve H. Guitton içinde, s. 475-484, New York: St Martin's Press.

Poulantzas, N. (1978), State, Power, Socialism, New York: Verso.

Poulantzas, N., 1990, “Kapitalist Devlet Sorunu”, Kapitalist Devlet Sorunu, Murat

Belge ve Atilla Aksoy (düzl.) içinde (Çev.Yasemin Berkman), s.11-40, İstanbul:

İletişim.

Pugliaresi, L., ve Berliner, D. T., Summer 1989, “Policy Analysis at the Department

of State: The Policy Planning Staff”, Journal of Policy Analysis and

Management, C.8 S.3, s.379-394.

Reagon, P., (1999), Designing a New America: The Origins of New Deal

Planning, University of Massachusetts.

Rist, C., 2009, “Mali Durum ve Ödemeler Dengesi üzerine Türkiye Cumhuriyetine

Rapor”, 1929 Dünya Buhranında Türkiye'nin İktisadi Politika Arayışları, İ.

Tekeli, İ.ve S. İlkin içinde, s.631-674, İstanbul: Bilge Kültür Sanat.

Page 369: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

353

Sağlam, D., 1981, “Devletçilik İlkesinin Gelişmesi ve Günümüzdeki Sonuçlar”,

Ekonomik Yaklaşım, C.2, S.4, s.71-97.

Sandle, M., (2006), Communism, Great Britain: Pearson Education Limited.

Sarıdal, V., 2009, “Cihan İktisadi Buhranı Bu Vaziyet içinde Türkiye'nin Hali”,

Uygulamaya Geçerken Türkiye'de Devletçiliğin Oluşumu, Tekeli, İ. ve S.

İlkin içinde, s.E3-E32, İstanbul: Bilge Kültür Sanat.

Savaş, V., 1966, “Birinci Beş Yıllık Kalkınma Planı”, 1965-1966 Dönemi Seri

Konferansları, İstanbul: İktisadi Araştırmalar Tesisi.

Saybaşılı, K., (1992), İktisat, Siyaset, Devlet ve Türkiye, Ankara: Bağlam.

Sayıştay, (2010), Kamu İşletmeleri 2008 Yılı Genel Raporu, Ankara: Sayıştay.

Sencer, M., Aralık 1991, “Türkiye'de Kalkınma Stratejileri ve Planlama Süreci”,

Amme İdaresi Dergisi, C.24, S.4, s.25-55.

Sezen, S., (Mayıs 1999), Devletçilikten Özelleştirmeye Türkiye'de Planlama,

Ankara: TODAİE Yayın No:293.

—., 2005, Türkiye’de Düzenleyici Kurulları Kimler Nasıl Yönetiyor?, Amme

İdaresi Dergisi, Ankara: TODAİE, C.38, S.4, s.85-115.

Sharpe, M. E.(ed), (1996), The Liberman Discussion A New Phase in Soviet

Economic Thought, Vol. 1, New York: International Arts and Sciences Press.

Simon, H. A., (1958), Administrative Behaviour, New York: The Macmillan

Company.

Somel, A., ve Ekiz, C., (2005), Türkiye'de Planlama ve Planlama Anlayışında

Değişme, GETA Tartışma Metinleri, Ankara: AÜ SBF.

—., (2006), 1930'lardan 1960'lara Geçişte Devletçilik ve Planlamanın Dönüşümü:

Forum Dergisi'ndeki Tartışmalar, Yüksek Lisans Tezi, Ankara Üniversitesi

Sosyal Bilimler Enstitüsü.

—., 2009, “Türkiye’de Kalkınma Planlaması Efsanesi”, Modern Türkiye'de Siyasi

Düşünce Cilt 9: Dönemler ve Zihniyetler içinde, s.319-333, İstanbul: İletişim.

Soral, E., 1981, “Yol Ayrımındaki Türk Ekonomisi”, Ekonomik Yaklaşım, 1981,

C.1, S.2.

Soyak, A., 2003, “Türkiye'de İktisadi Planlama: DPT'ye İhtiyaç Var mı?”, Doğuş

Dergisi, C.4 S.2.

Page 370: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

354

—., (2004), Ulusaldan Ulusüstüne İktisadi Planlama ve Türkiye Deneyimi,

İstanbul: Der.

—., Ekim 2005, “Türkiye'de planlamanın geleceği üzerine bir not”, Bilim ve

Ütopya, s.45-47.

Soysal, M. (1958), Demokratik İktisadi Planlama için Siyasi Mekanizma,

Ankara: Ankara Üniversitesi SBF ve TODAİE Ortak Yayını.

Sönmez, A., (Eylül 2003), “Panel”, Plânlı Kalkınma Serüveni içinde, s. 37-42,

İstanbul: İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları.

Sweezy, P., (2007), Kapitalist Gelişme Teorisi, (Çev. Gülsüm Akalın), İstanbul:

Kalkedon.

Şabudak, Ö., (2009), Unutulmuş Bir Devletçi İktisat Vekili: Mustafa Şeref

Özkan, İstanbul: Libra.

Şaylan, G., (2003), Değişim Küreselleşme ve Devletin Yeni İşlevi, 2. Baskı,

Ankara: İmge.

—., 1981, “Planlama ve Bürokrasi”, ODTÜ Gelişme Dergisi, Özel Sayı, s.183-205.

Tan, T., 2002, Bağımsız İdari Otoriteler veya Düzenleyici Kurullar, Amme İdaresi

Dergisi, C.35, S.2, s.11-37.

Tayanç, T., 1980, “Türkiye'de Planlama Kavramının Oluşumu Üzerine Değinmeler.”

Ekonomik Yaklaşım, C.1 S.3, s.85-100.

TC Başbakanlık Resmi Websitesi,

http://www.basbakanlik.gov.tr/Forms/pCabinetRoot.aspx

Tekeli, İ., ve S. İlkin, (1982), Uygulamaya Geçerken Devletçiliğin Oluşumu,

Ankara: ODTÜ İİBF No:9.

—., (1983), 1929 Dünya Buhranında Türkiye'nin İktisadi Politika Arayışları,

Ankara: ODTÜ İdari İlimler Fakültesi.

—., (2009a), Akılcı Planlamadan Bir Demokrasi Projesi Olarak Planlamaya (1.

Baskı b.), İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları.

—., (2009b), 1929 Dünya Buhranında Türkiye'nin İktisadi Politika Arayışları,

İstanbul: Bilge Kültür Sanat.

—., (2009c), Uygulamaya Geçerken Türkiye'de Devletçiliğin Oluşumu, İstanbul:

Bilge Kültür Sanat.

Page 371: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

355

—., (2009d), Savaş Sonrası Ortamında 1947 Türkiye İktisadi Kalkınma Planı,

İstanbul: Bilge Kültür Sanat.

Tezel, Y. S., Kasım 1993, “1934 Programı ve Türkiye'de İktisadi Devletçilik

Tarihindeki Yeri”, TÜSİAD Görüş Dergisi.

—., (1994), Cumhuriyet Döneminin İktisadi Tarihi, İstanbul: Tarih Vakfı Yurt

Yayınları.

Thornburg, M. W., vd., (1949), Turkey An Economic Appraisal, New York:

Twenteeth Century Fund.

Tinbergen, J., (1959), “Problems of Planning Economic Policy”, International

Social Science Journal, C.11 S.3, s.351-360.

TMMOB, 1978, “Dördüncü Beş Yıllık Kalkınma Planı Taslağı Konusunda DPT

Tarafından Düzenlenen Toplantıya Sunulan TMMOB ve 18 Odasının Görüşleri”,

Jeoloji Mühendisliği, s. 75-93.

TODAİE., (1961a), Planlama Teşkilatı İncelemeleri, Ankara: TODAİE.

—., (1961b), Planlama ve Türkiye'de Uygulaması, Ankara: TODAİE.

Toynbee, A., 1948, “Medeniyetler Çarpışması”, SBF Dergisi, C.3, S.1, s.247-254.

Tökin, F. H., (1965), Türkiye'de Siyasi Partiler ve Siyasi Düşüncenin Gelişmesi

(1839 - 1965), Elif Yayınları.

Tökin, İ. H., 1934, Şubat, “Millet İçinde Sınıf Meseleleri”, Kadro, 3 (26).

Tör, V. N., Mayıs 1932, “Kronikler: Kadro’yu teyit eden bir eser: die Zukunft des

Kapitalismus, Werner Sombart”, Kadro, 1 (5).

—., Teşrinievvel 1933, “İktisatta İstiklal”, Kadro (22).

Tretyakova, A., I.Birman, April 1976, “Input-Output Analysis in the USSR”, Soviet

Studies, V.XXVIII, N.2 (April 1976), s.157-186.

“TSK’nın Görüşü”, 27 Aralık 1979,

http://www.belgenet.com/12eylul/27121979_01.html

Truman, 12 March 1947, “Truman Doctrine”, US History, http://www.u-s-

history.com/pages/h1780.html (11 Nisan 2012)

Tuna, S., 2007, “Cumhuriyet Ekonomisinin İlk Devalüasyonu: 7 Eylül 1946”,

Akdeniz İİBF Dergisi, C.13, s.86-121.

Tuna, S., (2009), Türkiye’de Devlet İşletmeciliği ve Sümerbank, İstanbul:Derlem.

Page 372: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

356

Tuncay, E., (2004), Dünya Bankası'nın "Gelişme" Söyleminin Gelişimi, Yüksek

Lisans Tezi, İstanbul: Marmara Üniversitesi SBE İktisat ABD.

Turan, M. (derl.) (2005), Bölgesel Kalkınma Ajansları Nedir Ne Değildir?,

Ankara: Paragraf.

Turgut, M., (1973), 3.Beş Yıllık Plân Tenkidi (Bursa Milletvekili Mehmet

Turgut'un Millet Meclisi'nde Demokratik Parti Adına Yaptığı Konuşma).

Türel, O., 1981, “Planlama ve Uluslararası Örgütler: Türkiye'nin Dünya Bankası ile

İlişkileri Örnek Olayı”, ODTÜ Gelişme Dergisi, Özel Sayı, s.635-653.

—., 2008, Türkiye’de Sanayi Politikalarının Dünü ve Bugünü, Bağımsız Sosyal

Bilimciler web sayfası

(http://www.bagimsizsosyalbilimciler.org/Yazilar_Uye/TurelJan08.pdf), Erişim

Tarihi: 13.05.2012).

—., 2010, “Türkiye'de 1978-1979 Bunalımı ve Merkezi İktisadi Planlama”, Attila

Sönmez'e Armağan Türkiye'de Planlamanın Yükselişi ve Çöküşü 1960-1980,

Ergun Türkcan (ed.) içinde, s.411-441, İstanbul: Bilgi Üniversitesi.

Türkay, M., Mart 2003, “Karar Alma Süreçlerinin Özelleştirilmesi”, İktisat Dergisi.

Türkeş, M., (1999), Kadro Hareketi Ulusçu Sol Bir Akım, 1. Baskı, Ankara: İmge.

—., February 2001, “A Patriotic Leftist Development Strategy Proposal in Turkey in

1930s: The Case of Kadro (Cadre) Movement”, International Journal of

Middle East Studies, C.33 S.1, s.100-108.

TÜSİAD Resmi Web Sitesi, www.tusiad.org (3 Ocak 2012).

Tüzün, G., 1981, “Bunalım, Ekonomi Politikaları, Planlama ve Devlet: Bir Yaklaşım

Önerisi”, ODTÜ Gelişme Dergisi, Özel Sayı.

UN Secretary General, (1963), Planning for Economic Development, New York:

UN.

Unakıtan, K., (15 Temmuz 2007,), “Satıyoruz satıyoruz bitmiyor ne komünist

ülkeymişiz”, Hürriyet.

Urwick, L., 1937, “The Function of Administration”, Notes on the Theory of Public

Administration, Gulick, L. ve L. Urwick (ed.) içinde, s.115 – 130, New York:

Institute of Public Administration.

Ülkü, H., 2007, “Planlanarak Yabancılara Satılan Türkiye”, MEMLEKET

SiyasetYönetim, C.2 S.4, s.44-59.

Page 373: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

357

Ünay, S., (2006), Neoliberal Globalization and Institutional Reform: The

Political Economy of Development and Planning in Turkey, New York: Nova

Publishers.

Üstüner, F., 2000, “Türkiye'de demokrasi tartışmalarının düşünsel arka plânı: 1945-

1950”, ODTÜ Gelişme Dergisi, C.27, S.1-2, s.183-206.

Vedel, G., (1966), Siyasal İktidar ve Planlama, AÜ Hukuk Fakültesi 40. Yıl

Armağanından Ayrı Baskı, (Çev. P. D. Topçuoğlu ve P. D. Kapani), Ankara:

Ajans Türk.

Yüksek Denetleme Kurulu, (2008), 2008-2012 Stratejik Planı, Ankara:

Başbakanlık.

Wilczynski, J., (1987), Toplumcu Ekonomi, Bursa: Örnek Kitabevi.

Wilson, W., June 1887, “The Study of Administration”, Political Science

Quarterly, C.2, S.2, s.197-222.

World Bank, (30 October 1961), The Economy of Turkey, Washington: World

Bank.

—., (1978), World Development Report: Prospects for Growth and Alleviation

of Poverty, Washington: World Bank.

—., (1979), Turkey: Policies and Prospects for Growth Volume 1 & 2, Staff

Working Paper, Washington: World Bank (Economic Report).

—., (1992), Development and the Environment, World Development Report,

Oxford University Press, Washington.

—., (1993), Water Resources Management, Washington: World Bank.

—., (1996), World Development Report: From Plan to Market, Washington:

World Bank.

—., (1997), World Development Report: The State in a Changing World,

Washington: World Bank.

—., (2003), Sustainable Development in a Dynamic World, World Development

Report, Washington: Oxford University Press.

Yalman, G. L., (tarih yok), Aydınlamadan Günümüze Siyasal İktisat.

—., (2009), Transition to Neoliberalism The Case of Turkey in the 1980s,

İstanbul: Bilgi Üniversitesi.

Page 374: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

358

Yaşlı, F., 2011, “Türkiye'de Liberalizm: Eklemlenme İdeolojisi”, MEMLEKET

SiyasetYönetim, C.6, S.15, s.139-166.

Yeldan, E., (2001), Küreselleşme Sürecinde Türkiye Ekonomisi Bölüşüm,

Birikim ve Büyüme, İstanbul: İletişim (3. Baskı).

—.,Yaz 2002, “Neoliberal Küreselleşme İdeolojisinin Kalkınma Söylemi Üzerine

Değerlendirmeler”, Praksis.

Yenal, O., (2010), “Planlama'ya Dair Dünyada ve Türkiye'de İktisadi Planlama

Kuram ve Uygulamaları”, Attila Sönmez’e Armağan Türkiye’de Planlamanın

Yükselişi ve Çöküşü, E. Türkcan (Dü.) içinde, s. 511-526, İstanbul: Bilgi

Üniversitesi.

Yeşilay, R. B., 2005, “Devletçiliğin Türkiye Ekonomisindeki İzdüşümleri”, Atatürk

Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Dergisi, C.19 S.1, s.117-132.

Yıldırım, S., Aralık 2008, “Meşrutiyetten Cumhuriyete Bir Hukukçu ve Siyasetçi:

Mustafa Şeref Özkan (1885-1938)”, Modern Türklük Araştırmaları Dergisi, 5

(4), s.122-142.

Yılmaz, A., 2012, “1925: ‘Karşı Devrimciliğin Tasfiyesi’ ve Yönetsel Kuruluş”,

Açıklamalı Yönetim Zamandizini 1919-1928, N. E. Keskin (ed.) içinde,

Ankara: AÜ KAYAUM (baskıda).

—., 8-10 Kasım 2010, “Yeni Bir Kavram Kategorisi Önerisi: Planlama Sistemi ve

Planlama Politikası”, 8 Kasım Dünya Şehircilik Günü Kolokyumuna Sunulan

tebliğ (Planlamanın Dili), Kayseri: Erciyes Üniversitesi.

—., Ocak – Şubat 2008, “Dünya Bankası ve Su Politikası”, Toplum ve Hekim, C.23

S.1, s.20-30.

Yılmaz, K.R., Yaz 2006, “Eleştirel Bir Kalkınma Anlayışına Doğru; Ölçek

Bağlamında Kalkınmayı Yeniden Düşünmek”, Praksis, C.15, s.183-207.

Internet Kaynakları:

Avrupa Birliği Bakanlığı resmi websitesi: www.abgs.gov.tr

Dünya Bankası resmi websitesi: worldbank.org

Milliyet Gazetesi online veri tabanı: gazetearsivi.milliyet.com.tr

T.C. Merkez Bankası resmi websayfası: www.tcmb.gov.tr

Page 375: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

359

Gazeteler:

Cumhuriyet Gazetesi (1944 - 1948)

Milliyet Gazetesi (1950 – 2010)

Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) Zabıt Cerideleri (ZC):

TBMM ZC D.2 C.17

TBMM ZC D.2 C.18

TBMM ZC D.2 C.20

TBMM ZC D.2 C.33

TBMM ZC D.3 C.21

TBMM ZC D.3 C.25

TBMM ZC D.3 C.4

TBMM ZC D.4 C.10

TBMM ZC D.7 C. 17

TBMM ZC D.7 C.18

TBMM ZC D.8 C.1

TBMM ZC D.8 C.6

Millet Meclisi (MM) Zabıt Cerideleri (ZC):

MM ZC D.1 C.9 B:6 s.178

MM ZC D.5 C.7 B.8 s.291

Cumhuriyet Senatosu (CS) Zabıt Cerideleri (ZC):

CS ZC D.17 C.37 B.33

Kurucu Meclis – Temsilciler Meclisi (TM) ve Milli Birlik Komitesi (MBK) Zabıt

Cerideleri (ZC):

TM (MBK) ZC C.1 B.9 O.2

TM ZC C.4 B.51 s.74

Page 376: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

360

ÖZET

Planlama yazınına egemen olan liberal siyaset kuramı, devlet-toplum ve siyaset-

ekonomi ikiliklerini planlama-piyasa ikiliği temelinde yeniden üretir. Bu bağlamda,

planlama işlevi, tarihsel - toplumsal kökenlerinden kopartılarak evrenselleştirilir ve

teknikleştirilir. Oysa nesnel gerçeklik, planlama işlevinin tarihsel ve toplumsal bir

olgu olduğunu göstermektedir.

Planlamanın tarihsel ve toplumsal kökeni, planlama sürecinden izlenebilir. Bu

doğrultuda tez çalışmasında, “toplumsal ve ekonomik alanın yönetim süreci olarak

planlama” inceleme nesnesi olarak tanımlanmıştır. Planlama sürecinin doğuş ve

gelişme dinamikleri, tarihsel maddeci yaklaşımla tarihsel uğraklarına özgülenmiştir.

Söz konusu tarihsel uğraklarda, planlama sürecinin, toplumsal üretim ilişkilerinin

belirlenimine alan tanıyan ilişkisel devlet kuramının araçları ile siyasal iktisadi

çözümlemesi amaçlanmıştır.

Çözümleme sonucunda, planlamanın doğuş ve gelişme nedenselliklerinin özü

itibariyle, iki kavramsal kategoride ele alınabileceği görülmüştür:

(a) Sosyalist sistemi kurucu bir işlev olarak planlama sistemi

(b) Kapitalist sistemi düzenleyici bir işlev olarak planlama (kamu) politikası

Diğer taraftan, kavram kategorilerinin kendi tarihsel-toplumsal gelişimlerine göre

yeniden üretildiği ve farklı biçimler aldığı görülmüştür. Örneğin, 1930’larda tekelci

kapitalizmde devletçiliğin yönetim biçimi olarak kurulan klasik planlama yaklaşımı,

1980’ler ile tasfiye edilmiş; finansal emperyalizmin yönetim biçimi olarak yerini

stratejik planlamaya devretmiştir.

Çalışmanın örnek olayı olarak Türkiye planlama deneyimi, yukarıda aktarılan

kavramsal kuramsal çerçevede çözümlenmiştir. Türkiye planlama deneyimi kuruluş,

dönüşüm ve kopuş uğraklarında, tarihsel uğraklara özgü siyasal-yönetsel çatışması

içerisinde incelenmiştir: Temel tarihsel uğraklarda, ilk olarak planlama sürecinde

yaşanan siyasal-yönetsel çatışma tarihsel incelemeye tabi tutulmuş, ardından

çatışmanın siyasal çözümlenmesine çalışılmıştır. Son olarak, çatışma sonucunda

kurulan yönetim ve örgüt incelenmiştir.

Page 377: TÜRKİYE’DE PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/24423/asli_yilmaz_tez.pdfT.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ

361

ABSTRACT

Liberal political theory, dominating the literature on planning, reproduces the

dichotomies of politics – economy and state – society within the framework of

planning – market dichotomy. In this context, planning is detached from its historical

and social roots and attached a universal character to it. However objective reality

shows that planning is a historical and social phenomenon.

It is possible to examine historical and social roots of planning by following the

process of planning. For this reason, the object of inquiry of this thesis is planning

which is limited to the “the process of administration of society and economy.”

Employing a historical materialist approach, emergence and development dynamics

of planning is analyzed by making reference to its historical flux. Than, by utilizing

the theoretical tools provided by relational state theory, the political economy of

planning in these historical flux is analized.

As a result of the analysis, planning is classified within two conceptual categories

in terms of its emergence and progress causality:

(a) Planning holding a founding function within a socialist system is categorized

as planning system,

(b) Planning holding a regulatory function within the capitalist system is

categorized as planning policy.

Due to its historical and social characteristics, planning is reproduced in the

course of capitalist development and it can be explained in terms of its specificity to

the historical haunts. For instance, in the monopolist capitalist system of 1930’s,

planning is established as the administrative mode of statism, constitutes the classical

approach to planning, whereas planning is evolved to be strategic planning under

the hegemony of global capitalism with 1980’s.

As a case study, planning experience of Turkey is elaborated by making

references to its historical turning points determined as the political struggle. In those

historical turning points, planning process in political – administrative realm is

observed. Then, the analysis focuses on the nature of conflict and its implications on

the organization and administration of planning.