16
SERHAN GAZiOĞLU TARİH: 5 AĞUSTOS 2011 CUMA YIL: 20 SAYI: 1055 FİYATI: 2.50 TL SAHİBİ: YENİ KIBRIS PARTİSİ 3 Avrupa Parlamentosuna YKP, nüfus konusunda son gelişmeleri değerlendirdi MEYDAN OKUNMAKTA n Avrupa Parlamentosu son Mart 2011’de onaylanan Türkiye ilerleme raporunda Türkiye ve Kıbrıslı Türk yetkililere de çağrı yaparak yeni yurttaşlık vermekten kaçınarak Cenevre Konvansiyonu ve uluslararası hukukun ilkelerine uygun davranma ve nüfus yapısını daha fazla değiştirme demişti. Avrupa Parlamentosunun bu açıklama ve raporuna rağmen yeni bir düzenleme ortaya çıkmıştır, yani Türkiye ve Kıbrıs’ın kuzeyindeki idari yapı Avrupa Parlamentosuna meydan okumaktadır n Avrupa Parlamentosu başta olmak üzere Avrupa kurumlarını kendi raporlarına sahip çıkmaya ve ses vermeye çağırıyoruz, YKP bu konuda üstüne düşüne yapacak ve konunun Brüksel’de bir daha tartıştırılması için girişimlerini yoğunlaştıracaktır. YKP, Kıbrıs Cumhuriyeti kurumlarını da konuya daha fazla taraf olmaya, Cenevre Konvansiyonunun gereklerini yerine getirmeye çağırır. Adada nüfus bu kadar hassasken daha önce iki liderin de uzlaştıklarını açıkladıkları uluslararası gözlemciler nezdinde nüfus sayımı yapılmasının pratik adımları atılmalıdır, özellikle BM Genel Sekreterliği üzerine düşeni bu konuda acil olarak yapmalıdır YKP Gençlik’in haftalık eki gazeteniz YENİÇAĞ’la birlikte orta sayfalarda...

Yenicag Gazetesi

Embed Size (px)

DESCRIPTION

Yenicag Gazetesi

Citation preview

Page 1: Yenicag Gazetesi

S E R H A N G A Z i O Ğ L U

TARİH: 5 AĞUSTOS 2011 CUMA YIL: 20 SAYI: 1055 FİYATI: 2.50 TL SAHİBİ: YENİ KIBRIS PARTİSİ

3

Avrupa Parlamentosuna

YKP, nüfus konusunda son gelişmeleri değerlendirdi

MEYDANOKUNMAKTAn Avrupa Parlamentosu son Mart 2011’de onaylanan Türkiye

ilerleme raporunda Türkiye ve Kıbrıslı Türk yetkililere de çağrıyaparak yeni yurttaşlık vermekten kaçınarak CenevreKonvansiyonu ve uluslararası hukukun ilkelerine uygun davranma ve nüfus yapısını daha fazla değiştirme demişti. AvrupaParlamentosunun bu açıklama ve raporuna rağmen yeni birdüzenleme ortaya çıkmıştır, yani Türkiye ve Kıbrıs’ın kuzeyindekiidari yapı Avrupa Parlamentosuna meydan okumaktadır

nAvrupa Parlamentosu başta olmak üzere Avrupa kurumlarını kendi raporlarına sahipçıkmaya ve ses vermeye çağırıyoruz, YKP bu konuda üstüne düşüne yapacak vekonunun Brüksel’de bir daha tartıştırılması için girişimlerini yoğunlaştıracaktır. YKP,Kıbrıs Cumhuriyeti kurumlarını da konuya daha fazla taraf olmaya, CenevreKonvansiyonunun gereklerini yerine getirmeye çağırır. Adada nüfus bu kadar hassasken daha önce iki liderin de uzlaştıklarını açıkladıkları uluslararası gözlemciler nezdinde nüfus sayımı yapılmasının pratik adımları atılmalıdır, özellikleBM Genel Sekreterliği üzerine düşeni bu konuda acil olarak yapmalıdır

YKP Gençlik’in haftalık eki

gazeteniz YENİÇAĞ’la birlikte orta sayfalarda...

Page 2: Yenicag Gazetesi

HABER 2 5 AĞUSTOS 2011 CUMA

YKP Yürütme Kurulu Sekreteri Murat Kanatlınüfus konusunda son gelişmeleri değer-lendirdi. Konu ile ilgili açıklama şöyle:

Nüfus ile ilgili tartışmalar bir kez daha gün-dem oldu.

Türkiye, 1974 yılından beri adaya nüfustaşımaktadır. YKP, bu konuyu kurulduğu1989 yılından beri çeşitli platformlarda dilegetirdi, getirmeye devam etmektedir.

Avrupa Parlamentosu son Mart 2011’deonaylanan Türkiye ilerleme raporundaTürkiye ve Kıbrıslı Türk yetkililere de çağrıyaparak yeni yurttaşlık vermekten kaçınarakCenevre Konvansiyonu ve uluslararasıhukukun ilkelerine uygun davranma ve nüfusyapısını daha fazla değiştirme demişti.

[43. Calls on Turkey and the Turkish-Cypriot authorities to refrain from any newsettlements of Turkish citizens on the island,as this would continue to change its demo-graphic balance and reduce the allegiance ofits citizens to a future common state basedon its common past; calls on Turkey toaddress the issue of the settlement ofTurkish citizens on the island, in accordancewith the Geneva Convention and the princi-ples of the International Law]

http://www.europarl.europa.eu/sides/getDoc.do?pubRef=-//EP//TEXT+TA+P7-TA-2011-0090+0+DOC+XML+V0//EN

Avrupa Parlamentosunun bu açıklama veraporuna rağmen yeni bir düzenleme ortayaçıkmıştır, yani Türkiye ve Kıbrıs’ın kuzeyinde-ki idari yapı Avrupa Parlamentosuna meydanokumaktadır…

Bunun yanında adaya artık nüfus taşınıptaşınmadığı bir başlık değildir. Erdoğanadaya gelmeden önce 18 Temmuz’daKıbrıslı gazetecilere verdiği röportajda nüfustaşıdıklarını açık şekilde itiraf etmiştir.

YKP olarak altını çizeriz ki, son yapılanFasıl 105’e 20. maddeye dayandığınainandığımız tüzük çalışması nüfus taşımayıyeni bir konu yapmaz ama Kıbrıslı Türklerinyok oluşunu hızlandıracak yeni bir girişimdir.Tüzük büyük ihtimal fasıl 105’e dayanıyordiyoruz çünkü yetkili makamlar bunu bileaçıklama gereği duymamıştır.

Bunun yanında bir de Kanun HükmündeKararname ile kaçaklara af öngörülmektedir.

Görüşmelerde nüfus konusunun al versürecinde masada olacağını bile bile böylesidüzenlemelere gidilmesi, görüşme masasınıhavaya uçurmaktan başka bir anlam taşı-mayacaktır.

Tüm bunlar yanında, adanın geleceğini bukadar yakından ilgilendiren bir sorunutoplumun tartışmasından kaçırarak KanunHükmünde Kararname veya tüzük gibideğiştirilmesi daha kolay ikinci derecedeyasasal düzenlemelerle “çözmeye” çalışıl-masını anlamak mümkün değildir.

Ayrıca bu yeni düzenleme daha önceki gir-işimler gibi kaçak işçi sorununu çözmeyecek-tir çünkü bu işçilerin çalışma koşullarındahiçbir değişiklik olmayacaktır.

YKP, bu konularla ilgili daha önce öner-mişti. Çalışma yaşamı şeffaflaştırılmazsa bukonu çözülemez. Bu nedenle yabancı işçiçalıştıracak yerlerde mutlaka ya sendikalıçalışma yoksa ücret komisyonları olmasıgerekir, tüm çalışanlar da bordolu çalıştırıl-malıdır. Özel sektördeki çalışma yaşamındaörgütlenme özgürlüğü, toplu sözleşme hakkıtanınmazsa kaçak işçi sorununun önüne aslageçilemeyecektir.

Kanun Hükmünde Kararname ve/veya

tüzük ile ilgili tartışmaların da tuhaf bir şek-ilde devam ettiği de bir gerçektir. Sanki dizifilm veya bir televizyon programı sunar gibisürekli olarak ‘detaylar az sonra’ denmesiherhangi bir politik anlayış veya yönetim etiğiile de bağdaşmaz. Ülkenin geleceğini bukadar yakından ilgilendiren bir konuda‘detaylar az sonra’ demek bir ülkenin hangizihniyetle yönetildiğini anlamamız için yeter-lidir. Şeffaflığın olmadığı yerde kimsedemokrasiden bahsedemez.

Bir kez daha tıpkı Avrupa Parlamentosuraporunda da vurgulandığı gibi Türkiye’yi veKıbrıs’ın kuzeyindeki yönetimi adanındemografik yapısını değiştirmeye yönelikfaaliyetleri durdurmaya çağırıyoruz.

Avrupa Parlamentosu başta olmak üzereAvrupa kurumlarını kendi raporlarına sahipçıkmaya ve ses vermeye çağırıyoruz, YKPbu konuda üstüne düşüne yapacak vekonunun Brüksel’de bir daha tartıştırılmasıiçin girişimlerini yoğunlaştıracaktır. YKP,

Kıbrıs Cumhuriyeti kurumlarını da konuyadaha fazla taraf olmaya, CenevreKonvansiyonunun gereklerini yerine getirm-eye çağırır.

Adada nüfus bu kadar hassasken dahaönce iki liderin de uzlaştıklarını açıkladıklarıuluslararası gözlemciler nezdinde nüfussayımı yapılmasının pratik adımları atıl-malıdır, özellikle BM Genel Sekreterliği üzer-ine düşeni bu konuda acil olarak yap-malıdır…

Avrupa Parlamentosuna meydan okunmakta...

Kıbrıs Türk Orta Eğitim ÖğretmenlerSendikası, “Yeni Vatandaşlık Yasa Tasarısı”konulu basın açıklamasında, hükümetinMeclis kapalıyken çıkardığı, “yeni vatan-daşlık yasasının”, dünyada görülmemiş biruygulama olduğunu, bu uygulamayla“kültürü ve kimliği ile yok edilmek istenenbir topluma, son olarak kefen giydirilmekistendiğini” ifade edildi.

Basın açıklamasını tam metni şöyle;“Kıbrıs Türk Toplumu kesintisiz, sistemli

saldırılar altındadır. Kendi ülkesinde sadecekararları uygulayan pozisyonundaki işbirlikçiUBP HÜKÜMETİ ise ihanet içerisinde, iyibir acenta görüntüsü vererek, koltuğunukoruma derdindedir.

Yıllardır uygulanan yanlış, politikalarlaKıbrıs Türk Toplumu üretimden koparılmış,Kıbrıs sorununu buzluğa konulmuştur. Bugün ise kriz bahane edilerek, KıbrısTürklerini fakirleştirip, mülksüzleştirecekpolitikalar geliştirilmiştir. Yapılan yanlışlıklaryıllardır varoluş mücadelesi veren KıbrıslıTürkleri yok edecek, onları bu adada eşitortak olma pozisyondan uzaklaştıracaknoktaya gelmiştir. Özellikle nüfus üzerindeoynanması, yanlış nüfus politikaları,1974’ten sonra adaya dıştan gelip yerleşentüm nüfusu riske edecek, Kıbrıslı Türkleriadadan göç ettirerek Kıbrıs’ı sadece işgaltartışmaları içerisine sürükleyecek seviyeyeçoktan gelmiştir. Bu durumu değerlendiripvatandaşlıklar konusunu , giriş-çıkışları kon-trol etme yerine yeni vatandaşlıklara kapıaçan politikalarla bu risk daha da artırılmak-tadır.

Anayasaya aykırı davranılarak ülke darbeyönetimleri gibi yasa gücünde kararnamel-erle yönetilmekte, halka polis gücü ile şid-det uygulanmakta, her fırsatta aşağılamak-ta, hiş kimseyi dinlemeyen Faşizan bir rejimprofili çizilmektedir. Kıbrıs’ın Kuzeyinin kolo-nize edilmesi yasaları zor ve şiddet de kul-lanılarak bir bir geçirilmektedir. Bu topraklarüzerinde yaşayanlar, bu ülkeyi yurt yapan-lar stratejik öneme kurban yapılmak isten-mektedir. Meclis bay-pas edildiği gibi yargıkararları ya geciktirilerek fiili durum yaratıl-makta ya da yargı kararları uygulanmamak-tadır.

Halkından kopmuş işbirlikçi UBPhükümeti, yıllarca usülsüzce dağıttığı vatan-daşlıklar yetmezmiş gibi yangından malkaçırırcasına, meclis de kapalıyken yenivatandaşlık yasası yapmıştır. Kaç kişininyararlanacağı, sonuçlarının ne olacağı bilin-

meden bu yasa yapılmıştır. En az %30 işsi-zlik olan bir ülkede , iş analizi yapılmadanresmi açıklamalarla 40 bin üzerinde yenivatandaşlıklar verilmesi planlanmaktadır.Dünyada görülmemiş bir uygulama ileyabancıların tüm haklardan yararlanacağıyeni vatandaşlık yasası çıkarılmıştır.Dünyanın herhangi bir ülkesine çalışmakiçin gidenlere kaldığı süreye göre vatan-daşlık hakları verildiği görülen bir durumdeğildir. Kültürüyle , kimliği ile yok edilmekistenen bir topluma son olarak kefen giy-dirilmek istenmektedir.

Kıbrıs Türk Toplumunun artık kabuklarınıkırma zamanı gelmiştir. Dünya vatandaşıolmuş bir toplum Sürekli saldırılar karşısın-da savunma yaparak varlığını koruyamaya-cağını anlamalıdır. Bu adayı yurt yapan herkesim esas saldırının Kıbrıs TürkToplumunun bekasına yönelik olduğunualgılamalıdır. Ekonomik kriz bahane edil-erek siyasi bir projenin yürürlüğe konulduğukavranmalıdır. Dayatana da işbirlikçilere de,yanlış politikalara da kararlılıkla karşı çık-malıdır. Her alanda kuşatılan, saldırıyauğrayan, demografik yapısı bozulmuş, göçettirilmeye, kültürüyle, benliğiyle yok edilm-eye çalışılan toplumumuz bu saldırılaracevap verecek tecrübelere sahiptir. Hep bir-likte mücadele ederek bunu göstermelidir.”

KTÖSKıbrıs Türk Öğretmenler Sendikası Genel

Sekreteri Şener Elcil, yaptığı yazılı basınaçıklamasıyla adadaki nüfus sorununudeğerlendirdi. Basın açıklamasını tammetni şöyle:

Türkiye’den adamıza 1974’den bu yanayapılan sistematik nüfus aktarımı sondönemde hız kazanmış ve gelenlerin nasılvatandaş yapılacağı konusu gereksiz şek-ilde gündemi işgal etmektedir.

Kıbrıs Cumhuriyeti’nin bozulan anayasalnizamını tekrardan tesis etmek ve toprakbütünlüğünü korumak sorumluluğu verilen“garantör” ülke Türkiye bu sorumluluklarınınaksine hareket ederek uluslararası antlaş-maları çiğnemiş ve çiğnemeye devametmektedir.

Adanın kuzeyini elinde tutmak içinayrılıkçı, kukla bir yönetim kurması, tüm sis-temi değiştirerek kendine uyarlaması,Kıbrıslı Türkler’e ait kurumlara el koymasıve adaya nüfus taşıyarak Kıbrıslı Türklerinsiyasi iradesini gasb etmesi bunu açıkcaortaya koymaktadır. Üstelik bir yandan

çözüm isteğini söyleyen Türkiye yetkilileri,uygulamaları ile çözüm konusunda samimiolmadıklarını da ortaya koymaktadırlar.Uluslararası kamuoyu, AB yetkilileri veKıbrıslı Rum yönetimini çözüm istememeklesuçlayan AKP yetkilileri, çözümü engelleyenuygulamaların kendileri tarafından ortayakonduğunu unutmaktadırlar.

Başta nüfus aktarma olmak üzere Türkiyehükümetlerinin uluslararası hukuğa aykırıuygulamaları konusunda yapılmasıgereken, hukuğa aykırı konuları uluslararasıyargıya ve alana taşımak olmalıdır. Bilindiğigibi askeri güçle girilen bir ülkeye nüfustaşımak ve 1949 uluslararası CenevreKonvansiyonu’na aykırı bir durumdur vesavaş suçudur. Kolonizsyon konusundaAKP hükümetine yalakalık yapıp suça ortakolan işbirlikçi UBP hükümeti yetkililerini deuluslararası yargıya taşıma konusundagerekli girişimleri başlatacağımızısaygılarımızla kamuoyunun bilgisine getiri-riz.

KTAMSKıbrıs Türk Amme Memurları Sendikası

(KTAMS) Başkanı Ahmet Kaptan,hükümetin muhaceret affı ile beyaz ve yeşilkimlik kartı uygulamasını “Kıbrıslı Türklereyapılan ihanet” olarak niteledi.

Basın açıklamasını tam metni şöyle:“İşbirlikci UBP hükümeti’nin muhaceret affı

ile beyaz ve yeşil kimlik kartı uygulamasıKıbrıslı Türklere yapılan bir ihanettir.

Kıbrıslı Türklerin geleceğini ilgilendirenböylesine önemli bir konunun siyasi partiler,sendikalar ve sivil toplum örgütleri ile değer-lendirilmeden yasa gücünde kararname ileçıkarılması Anayasa ya aykırıdır.Anayasamızda yasa gücünde kararna-menin sadece ekonomik konularda ivedilikvarsa çıkarılabileceği belirtilmektedir.

Geçmişte buna benzer alınan yanlışkararlardan dolayı Kıbrıslı Türkler hergeçen gün erezyona uğramakta ve gençler-imiz iş bulamadıklarından ve gelecekkaygısı gördüklerinden teker teker ülkeyiterk etmektedirler.Eğitim,sağlık ve ulaşımçökme noktasına gelmiş ve kriminal olaylar-da da büyük artış baş göstermektedir.

İşbirlikci UBP hükümetinin,AKP hüküme-tine şirin görünmek ve iktidarda kalma içinhalkıma en iyi ben ihanet ederim dercesineyaptığı bu uygulama halk tarafından aslakabül görmeyecek ve çok büyük tepki ilekarşılaşacaktır”

KTOEÖS: “Topluma kefengiydirilmeye çalışılıyor”

Page 3: Yenicag Gazetesi

Kıbrıs Türk Orta Eğitim ÖğretmenlerSendikası (KTOEÖS), döviz kurlarının yük-selmesiyle çalışanların maaşlarının dövizsepeti bazında yedi ayda yüzde 16’lık birkayba uğradığına işaret ederek, eşel-mobilinderhal uygulamaya konması için hükümeteçağrıda bulundu.

KTOEÖS Mali Sekreteri Vedat Tek yazılıaçıklamasında, Maliye Bakanı Ersin Tatar’ın“döviz kurlarındaki artıştan dolayı ülkeninucuzlayacağı” ve “eşel-mobilin unutulmasıgerektiği” yönündeki açıklamalarını eleştir-erek, “Aralık 2010 – Temmuz 2011 tarihleriarasında akaryakıt fiyatlarında benzine orta-lama yüzde 27, mazota yüzde 30 oranındazam yapılmıştır. Yedi aylık bir sürede Türklirasının döviz sepeti ortalaması ile yüzde 16değer kaybetmesi ve akaryakıt fiyatlarınınortalama yüzde 28 artış göstermesi yeni birenflasyonist dönemin başladığının gösterge-sidir” dedi.

Açıklama şöyle:

UBP hükümeti 2011 yılının I. yarısındahayat pahalılığı (HP) ödeneğini kaldırarakmaaşları dondurmuştur. Bu uygulamanınyürürlüğe girdiği tarihten beş ay gibi kısa birsüre geçmeden döviz kurlarının yükselme-siyle çalışanların maaşları döviz sepetibazında yedi ayda % 16’lık bir kayıbauğramıştır.

İşbirlikçi UBP hükümeti 2011 yılının II.yarısında maaşları eriterek çalışanları fakir-leştirme operasyonuna girişmiştir. SayınMaliye Bakanı döviz kurlarındaki artıştandolayı ülkemizin ucuzlayacağı yönündekehanetleri olmuştu. Aynı zamanda birbeyanatında eşel-mobilin unutulmasınıtavsiye etmişti. Sayın Maliye Bakanınınbeyanatından kısa bir süre sonra akaryakıtzamları gündeme gelmiştir. Aralık 2010 –Temmuz 2011 tarihleri arasında akaryakıt fiy-atlarında benzine ortalama % 27 zam, mazo-ta ise % 30 oranında zam yapılmıştır. Yediaylık bir sürede Türk lirasının döviz sepeti

ortalaması ile % 16 değer kaybetmesi veakaryakıt fiyatlarının ortalama % 28 artışgöstermesi yeni bir enflasyonist döneminbaşladığının göstergesidir.

Biz hükümete soruyoruz. Sayın MaliyeBakanının talihsiz açıklamalarından sonraçalışanların yaşam koşullarının zorlaştığı bu

dönemde ne gibi önlemler alınacaktır?Maaşların erimesi nasıl durdurulacaktır?Eşel-mobil uygulamasını kaldırmaklaçalışanlarından “cepçilik” yapıldığının farkınavarıldı mı? Bu yanlıştan hükümet olarakdönülecek mi yoksa kitlelerin mücadelesi ilemi hükümetçilik oyunundan vazgeçilecektir.

HABER 5 AĞUSTOS 2011 CUMA 3

YKP Yürütme Kurulu üyesi AlpayDurduran Kıbrıs sorununun çözüm süreci ileilgili son gelişmeleri değerlendirdi. Açıklamaşöyle:

Görüşmelerin devam etmesini dünya day-attığı için sürdüğünü görüyoruz. Haberleregöre Türk tarafı yüzlerce kez görüşülen vesık sık da değiştirilen modelde yönetim vegüç paylaşımı konusunda bazılarına göreadım sayılabilecek öneriler yapmış. AncakTürk tarafında bunu teyit eden veya redde-den bir açıklama olmamış.

Görüşmeler devam ederken HristofiasKuveyt elçisinin itimatnamesinin kabulündeyaptığı konuşmada tarafların yani Türktarafının iyi niyet göstermesini istemiş.Kuveyt Kıbrıs’ın toprak bütünlüğünü, ege-

menliğini ve bağımsızlığını desteklemiş vegörüşmelere destek vermiş. Dünya çözümisterken iyi niyet gösterilmesinin istenmesigörüşmelerin iyi niyetten yoksun suretasürdürüldüğünü görmek çok acı.

Türk tarafı çözüm için zaman bile belirleyipacele ettiğini kanıtlamaya çalışırken kimseyiinandıramıyor. İnandıramamasının başlıcanedeni de Kıbrıslı Türkleri de inandırama-masıdır. Türkiye’den başbakan bile gelerekdünyaya çözüme destek olduğunu ileri sür-erken sözde Kıbrıslı yöneticilerin ifadeleri veuygulamalar tam tersini gösterirse çözüm-den daha çok Kıbrıs sorunundan kurtulmaçabası olarak saptanan taktik boşa çıkar.

Kıbrıs’ta iki ayrı maliye, iki ayrı ekonomi vehalkın şiddetli tepkisine rağmen sürdürülen

ve siz çocuk yapmıyorsanız size gönderirimdiyecek kadar şaşırıp iki ayrı nüfus hesabıyapanlar tabii ki iyi niyetli sayılamaz.

Su getirecek ama borusunun güzergahını,depo barajını ve çevresini bir yabancı ülk-eye devreden antlaşmayı dikte eden veRum ihtiyaç duydu elektrik bile verdik deyipaslında hala daha elektrik santralleriniKıbrıs’a devretmeyen elinde tutan Türkiyegörüşmelere iki toplumlu görüşme yakıştır-masını yapar ama kimse inanmaz.Türkiye’nin ciddiye almadığı bir yönetiminKıbrıs sorununda yetkili olduğunu kabuletmek mümkün olmaz. Görüşmeler onuniçin dön dön gene ayni konularda esastanuzak sürer.

Kimse çözüm beklemiyor ama bugünkü

durumu da dünyaya satmak mümkünolmadı ve olmayacak.

Biraz Kıbrıslı Türklere saygı varsa buduruma son verilmeli ve makul bir antlaşmaelde etmeye çalışmalıdır. Bunu hızlandır-mak için ise yapılacak tek şey iyi niyet gös-terileriyle ve barışçı yaklaşımlarla güvenvermektir. En büyük engel Kıbrıslılarınburasının efendisi olduğunu benimsemekve antlaşmadan sonra da efendi olacak-larını kanıtlamaktır.

Çözüm Türkiye’nin emrinde bir KıbrıslıTürk partner ile federasyonun kurulmaya-cağını ve ortağı başkalarının emir kuluolmayacağını kanıtlamakla bulunabilir.Yoksa çıkmaz daha çok sürecektir. Başkaçıkar yol yoktur.

YKP, Kıbrıs sorununun çözüm süreci ile ilgili son gelişmeleri değerlendirdi

Çözüm, Türkiye’nin emrinde bir Kıbrıslı Türk partner ilefederasyonun kurulacağını kanıtlanmalı ile mümkündür

MEZOPOTAMYA SOSYAL FORUMU’NA ÇAĞRIİnsanlık için, kapitalizme ve sömürüye karşı,

“ÖZGÜRLÜK KAZANACAK!”Mezopotamya Sosyal Forumu 20–25 Eylül 2011 tarihleri arasında

Amed/Diyarbakır’da tekrar bir araya geliyor. Bütün yeryüzü siyasal, sosyalve ahlaki olarak çalkalanırken bizler direniş içindeki sesimizi duyurmak vebaşka sesleri duymak istiyoruz. Birlikte yürümek istiyoruz.Ortadoğu’da halkların baharının yaşandığı bir dönemde bazı iktidarlar

yıkılırken, kimi iktidarlar da ustalaşıyor. Sömürgeciler, bombalarla, barajlarla,ilaçlarla doğayı ve insanı öldürürken, direnenler doğaya ve insana sahipçıkıyor, geleceklerini yaratıyor. Sömürgeciler tek(el)leşip canavarlaşırken,savaş piyasaları açarken ve “paketlenmiş gelecekler” sunarken, halklar farklılıklarını saygıyla yaşatıyor ve onurlu barış filizlerini yeşertiyor. Devletler halkların tarihini silmeye çalışırken, halklar ve hakikat arayışçılarıdünü unutmayıp onunla yüzleşiyor, hafızasını kuruyor. Mezopotamya Sosyal Forumu halkların alternatif arayışlarını görünür

kılmaya, seslerini birleştirmeye, Adalet, Onurlu Barış ve Özgürlük içindayanışmaya çağırıyor. Tüm sömürgeci, baskıcı ve yıkıcı yapılara karşı durmak için Ortadoğu ve

Dünya halklarını, ezilenleri ve bütün direnenleri Mezopotamya SosyalForumu’na davet ediyoruz.

NOT: Diyarbakır’da düzenlenecek Mezopotamya Sosyal Forumu Kıbrıs’tankatılmak isteyenler [email protected] veya 0533 8610908 numaralı telefonaracılığı ile mümkün olan en kısa sürede bağlantı kursun.

KTOEÖS’den hükümete: “Eşel mobil derhal uygulanmaya konmalıdır”

Hüseyin Önen ölüm yıl dönümünde anıldı

Yeniçağ: YKP’nin kurucularından veparti meclisi üyeliği yapmış olan politikmücadelesinin önde gelenlerindenHüseyin Önen 2 Ağustos, Salı günümezarı başında ailesi ve YKP tarafındananıldı. Anmada YKP’nin görüşleri doğrul-tusunda verilen mücadele ve mücadeleuğruna göğüslenen fedakarlıklar konuşul-du.

Törende siyasi yaşamda yakın arkadaşıolan Yürütme Kurulu üyesi Alpay Durdurananma konuşmasını yaptı.

Durduran insanların ikiye ayrılabileceğini,birinci kesimde kendinden ve ailesindenfedakarlık yaparak daha iyi bir dünya kav-gasına katılanlar bulunurken gerisi dekatılmayanlar sınıfındandır dedi. İnsanlıktaş devrinden günümüze birinci kesimdenolan insanların uğraşısı ile olabildiği kadarhukuk devletine ulaştı, hak hukuk anlayışıortaya çıktı ve sınıfsal çıkarlar içinmücadele ile dünyanın korunmasıdüşünceleri belirdi diyen Durduran

Hüseyin’in mücadelesini bu anmagününde hatırlarken savaşım içindüşüncelerimizi de tazeliyoruz dedi.

Hüseyin’in ve diğer mücadelearkadaşlarımızın anılması bir yenilenmeve zenginleşme olması nedeniyle YKP’yebir katkıdır diyen Durduran aramızdanayrılan arkadaşlara şükranlarını sundu.Onları anacak ve mücadelelerini sürdüre-ceğiz diyen Durduran katılanlara bumücadeleye katkılarını sürdüreceklerinesöz vermelerini istedi. Hüseyin Önenüniversite öğrenciliğinden başlayarak solmücadelenin içinde yerini almış veyaşamını sol mücadelenin tüm tehlike,zarar ve sıkıntılarıyla göğüslemeyi kabuletmiş bir kişi olarak hatırlanmaktadır diyenDurduran dünyanın bu günkü Kapitalistuygulamalarla insan yaşamının tehlikeyedüştüğü noktaya geldiğinin bilincinde idi vetüm dünyanın korunmasının ancak solpolitikalarla olsa olabileceğini kabul etmişbir kişi olarak mücadele ederdi dedi.

Page 4: Yenicag Gazetesi

YORUM - HABER4 5 AĞUSTOS 2011 CUMA

NİYAZİ KIZILYÜREK – Radikal2

Türk stratejik düşüncesinde Kıbrıs’ın yeriçok uzun yıllar “Türkiye’nin güvenliğini tehditeden Yunan adaları zincirine yeni bir halka-nın eklenmesini önlemek ve Kıbrıs Türktoplumunun milli haysiyet ve varlığını koru-mak” olarak değerlendiriliyordu.

Nitekim Türk Mukavemet Teşkilatı’nın(TMT) ilk komutanı Rıza Vuruşkan, Kıbrıs’ınönemini bu sözlerle anlatır. Türkiye stratejikgerekçelerle Kıbrıs’ın Yunanistan ile bir-leşmesine (Enosis) karşı çıkıyor, bunu“stratejik bir tehdit” olarak algılıyordu. Adanınİngiliz sömürgesi olarak kalmasından pekrahatsızlık duyulmuyordu.

Kıbrıs politikası daha sonra İngiltereadadan ayrılırsa, Kıbrıs’ın Türkiye’ye bırakıl-ması şeklinde formüle edildi. Bunun mümkünolmadığı anlaşılınca Taksim tezi gündemegetirildi ve adanın Türkiye ile Yunanistanarasında bölünmesi önerildi. Bu politikanında gerçekçi olmadığı ortaya çıkınca, Enosisve Taksim tezlerini dışlayan bağımsız birKıbrıs devleti kurulması, Türk stratejik çıkar-ları açısından uygun görüldü ve 1960’taKıbrıs Cumhuriyeti’nin kurulmasına onay ver-ildi. Türkiye, ada bağımsızlığa doğru iler-lerken iki noktayı ön plana çıkardı: 1)Kurulacak devletin bağımsızlığı, toprakbütünlüğü ve anayasal düzeni garanti altınaalınacak ve Türkiye garantör ülkelerden biriolacak. 2) Kıbrıs Türk toplumu kurulacakdevlette siyasi eşit toplum (asli unsur) olarakyer alacak ve devlet şekli federal unsurlariçerecekti. Kıbrıs Cumhuriyeti kurulurkenTürkiye isteklerini elde etti ve Kıbrıs devletifonksiyonel federal bir yapıya kavuşturuldu.Türkiye de garantör ülke oldu.

Oldu bitti ve sonrası Kıbrıs Rum liderliğinin Kıbrıs

Cumhuriyeti’nin anayasal düzenini değiştirm-eye dönük girişimleri sonucunda başlayantoplumlar arası çatışmalar esnasında Türkiyecoğrafi esasa dayalı federal devlet tezinigündeme getirdi. Ne var ki, 1964-74 arasın-da bu politikayı hayata geçirecek imkanlaryoktu.

Kısacası, Türkiye başından beri Enosis’iengelleyecek ve Kıbrıslı Türkleri ayrı birbölgede toplayacak coğrafi bir düzenlemeyiöngören bir anlayış ekseninde Kıbrıs poli-tikası üretti. 1974’te Yunan Cuntası Kıbrıs’tadarbe düzenleyince, Türkiye adaya askerçıkardı ve ülkeyi ikiye böldü. Kıbrıslı Türkleradanın kuzey bölgesinde toplandılar.Garantörlük anlaşmasını çiğneyerek yapılanbu “oldu bitti”den sonra coğrafi esasa dayalıfederal bir devlet tezinin önü açıldı. Ne var ki,Türkiye 2004’e kadar bu doğrultuda en ufakbir adım atmadı. Enosis politikasının tarihekarışmış ve Kıbrıslı Türklerin siyasi eşitliğininperçinlenmiş olmasına karşın Türkiye’ninfederal çözüm konusunda isteksiz davran-ması, hem Türkiye’ye hem de KıbrıslıTürklere büyük zararlar verdi.

Türkiye, 1974’ten tam 30 yıl sonra, 2004’teTürk-AB ilişkilerinin bir gereği olarak Kıbrıskonusunda tavır değiştirdi ve BM kararlarıçerçevesinde bulunacak bir çözüme “evet”demek zorunda kaldı. Dönemin AKPhükümeti, Kıbrıslı Türklerin ortaya koyduğugüçlü çözüm iradesinden de güç alarak,BM’nin hazırladığı kapsamlı çözüm planına“evet” dedi. Ne var ki, bu geç gelen bir “evet”idi, çünkü Kıbrıs Rum tarafı 2004’ten öncebütün Kıbrıs adına AB üyesi olmuştu. O tari-he kadar “Kıbrıs AB’ye giremez”, “Tepkimiz

limitsiz olur” diyen Türkiye, Kıbrıs’ın ABüyeliğini engelleyemediği gibi, buna adetayardımcı oldu. AB’nin 2002’de Kopenhag’tagerçekleştirilen genişleme toplantısındaKıbrıs sorununun çözümüne şans tanıyanuluslararası toplum, Rauf Denktaş’ınKopenhag’a gitmesini boşuna beklemişti.2003’ün Mart ayında Lahey’de müzakeremasasını deviren yine Türk tarafı olunca,Kıbrıs’ın AB üyeliğinden önceki son çözümşansı da heba edildi ve Kıbrıs Rum tarafıelini kolunu sallayarak AB üyesi oldu, 2004’teyapılan ve artık hiçbir yaptırım gücü olmayanreferandumlarda yüzde 76 oranında “hayır”oyu kullanmaktan çekinmedi.

Annan’ın planı Türkiye, Kıbrıs politikasını değiştirmede geç

kaldı. Bunu, dönemin BM Genel SekreteriKofi Annan da not etti. Başbakan RecepTayyip Erdoğan’ın her fırsatta sözünü ettiğive Güvenlik Konseyi tarafından benimsen-mesini istediği Kıbrıs Raporu’nda Kofi Annanaynen şöyle diyor: “Kıbrıs’ın AB üyeliği per-spektifi ile Türkiye’nin bu amaçla AB yolununaçılması dengeli bir teşvik ortamı yarattı.Kıbrıs Türk liderliği ile Türkiye, bu fırsatvarken bunu kullanmadı. Onlar uzlaşmayadayalı bir çözüm için istekli ve muktedirolduklarında, Kıbrıs Rum tarafında uzlaşmaiçin teşvikler esaslı biçimde zayıfladı. KıbrısRum liderliği daha az esnek bir politika izliy-ordu ve zaman da iyice daralmıştı.” (KofiAnnan’ın Güvenlik Konseyi’ne sunduğuKıbrıs Raporu, Haziran 2004, paragraf 79)

2004 referandumlarından sonra Kıbrısmüzakereleri ancak 2008’de başlayabildi.BM Kararları ve Talat-Hıristofyas mutabakat-ları temelinde yürütülen müzakerelerde güç

paylaşımı ve yönetim konularında ilerlemesağlandığı biliniyor. Bunlar, Türk tarafının“alan” pozisyonunda olduğu başlıklardır.Kıbrıs Rum tarafının “alan” pozisyonundaolduğu toprak ve mülkiyet gibi başlıklarda yahiç ilerleme olmadı ya da çok az bir ilerlemeoldu.

AB başkanlığı öncesi Bunca zaman kaybından sonra Türkiye

şimdi, Kıbrıs Rum tarafının 1 Temmuz 2012tarihinde başlayacak AB dönem başkanlığın-dan önce çözüm istediğini söylüyor. Bununiçin sertleşmeye, Türk-AB ilişkilerini tehlikeyeatmaya gerek yok. Birleşik Federal Kıbrısdevletinin kurulması için gerekli adımlarınatılması yeterli. Bu elbette Güzelyurt’un çoğukurumuş portakal ağaçlarını “vermem” diy-erek yapılacak bir şey değil. Türkiye,Kıbrıs’ta yakın tarihte önüne hedef olarakkoyduğu her şeyi fazlasıyla elde ettiğini akıl-da tutarak, esnek politikalarla uzlaşmayayönelmeli. Mantık da, hakkaniyet duygusu dabunu gerektirir. Bu aynı zamanda KıbrısRum tarafında çözüm iradesi olup olmadığınısınamanın da en iyi yoludur.

Bütün eşitsizliklere rağmen karşılıklı bağım-lılığın yaygınlaştığı dünyamızda Thukididis’in“güçlüler muktedir oldukları şeyleri, zayıflarda yapmak zorunda oldukları şeyleriyaparlar” deyişiyle barışa gidemeyiz. Bununiçin Ariel Dorfman’ın tavsiyesine uymalıyız:“Zayıf olan taraf onurunda ve direnişindeolduğu kadar korkularını yenmede de ısrarederse, güçlü olan taraf da sahip olduğuüstünlüğüyle kasılmaktan vazgeçer, kendi-sine karşı çıkılmasına izin verecek kadarcesur olursa, savaşın önüne geçilebilir”.Çözüm ve barışa ancak böyle gidilir…

Türkiye, Kıbrıs’ta ne yapmalı?

Birleşik Kamu, Kooperatif, Tarım ve DiğerSanat ve Hizmetler Emekçileri Sendikası(Emek - İş), Türk Alkollü İçki ve ŞarapEndüstrisi (Taşel)’de süresiz grev başlattı.

Emek-İş’in bağlı olduğu Devrimci İşçiSendikaları Federasyonu (Dev - İş) BaşkanıMehmet Seyis, “Taşel’in sendikasızlaştırıl-maya çalışılması ve 4 çalışanın işten durdu-rulması” gerekçesiyle 2 Ağustos, Salı günüsaat 15.00’ten itibaren süresiz greve gidildiği-ni ifade etti.

Mehmet Seyis 3 Ağustos, Çarşamba günüsabah grev yerinde yaptığı açıklamada,ülkede son dönemlerde kamu ortaklı şir-ketlerde ortakların, sendikasızlaştırma yolunagittiklerini savunarak, bu çerçevede Taşel’de4 işçinin sendikaya üye oldukları için işlerineson verildiğini iddia etti.

Taşel çalışanlarının işten durdurmalarakarşı “onurlu bir duruş sergilediklerini ve ‘yahep beraber ya da hiçbirimiz’ diyerek” grevegittiklerini kaydeden Seyis, greve katılımınyüzde yüz olduğunu söyledi. “Kamu iştiraklive ihracat şampiyonu olan” Taşel’desendikasızlaştırma yöntemine gidilmesininkabul edilemeyeceğini ifade eden Seyis,sorunun 1 - 2 günde çözülmesini ümit ettik-lerini, aksi takdirde süresiz grevin uzun suredevam edeceğini kaydetti.

Seyis, konu ile ilgili olarak Savcılığa suçduyurusunda bulunacaklarını da sözlerineekledi.

KTÖS

KTÖS adına Burak Maviş bir basın açıkla-ması düzenleyerek Taşel emekçileriningrevine destek belirtti. Açıklamanın tamamıise şöyle:

Adanın kuzeyinde kurdurulan ayrılıkçı

rejimin bekçileri, Kıbrıslı Türklerin ekonomik,özlük, demokratik, sosyal haklarına saldır-maya ve emekçileri güvencesizleştirmeyedevam ediyor.

Sosyal devlet anlayışının, UBP Yönetimi vesermaye işbirliği ile yıkılmaya çalışıldığı,Ankara’dan dayatılan “GÖÇ Yasası” gibi geri-ci yasalarla emekçilerin daha fazlasömürülmeye, güvencesizleştirmeye,sendikasızlaştırılmaya çalışıldığı, KTHY, DAKve DAİ’de emekçilerin işsiz bırakıldığı birdönemden geçerken, sermaye kesimi devletmekanizmasından güç bularak, emekçininüzerine yürümeye çalışmaktadır.

Taşel içki fabrikasında örgütlü bulunan

DEV-İŞ Federasyonuna bağlı Emek-İş üyesidört işçinin toplu sözleşme ve iş yasasınauymayarak işveren tarafından işlerine sonverilmesi örgütlü topluma bir saldırıdır vetarafımızdan kabul edilemez bir anlayıştır.

KTÖS olarak, Emek-İş’in başlatmış olduğusüresiz grevi desteklediğimiz belirtir, bununlaberaber, emekçinin demokratik, ekonomik,sosyal ve örgütlenme hakkına saldırı dabulunan iş yeri yönetimi ve buna göz yumanişbirlikçi UBP Yönetimi’ni protesto ediyoruz.

KTAMS

KTAMS adına Ahmet Kaptan yaptığı basınaçıklaması ile Taşel işçilerinin mücadelesine

destek verdiklerinin ve mücadelenin yollarınıaydınlattıklarını söyledi. Açıklamanın tamamışöyle:

2009 Nisan seçimlerinden sonra hükümetolan ancak hiçbir zaman iktidar olamayanUBP hükümeti, çalışanlara karşı sürdürdüğüsindirme ve yıldırma politikaları sonucubugün çalışan tüm kesimler çok zor koşullaraltında yaşamlarını sürdürmek zorundakalmışlardır.

İşbirlikçi UBP hükümetinin yasa tanımazantidemokratik tavırlarından ve uygula-malarından cesaret alan bazı işverenler deişçiyi, çalışanı daha fazla sömürmek, işsi-zleştirmek ve sendikaların etkinliğini ortadankaldırmak adına UBP’nin gösterdiği ve çizdiğiyasa tanımaz antidemokratik uygulamalariçerisine girmişlerdir.

Taşel içki fabrikasında örgütlü bulunanDEV-İŞ Federasyonuna bağlı Emek-İş üyesi dört işçinin toplu sözleşme ve işyasasına uymayarak işveren tarafından işler-ine son verildi.

2 yıldan fazladır söz konusu işyerindeçalışan dört işçi için toplu sözleşmedendoğan haklarının sendika tarafından talepedilmesine karşılık işverenin bu tavrı işbirlikçiUBP hükümetinin yasa tanımaz tavırları ileaynidir.

KTAMS olarak Emek-İş Sendikasının işv-erenin bu tutumu karşısında söz konusu işy-erinde başlatmış olduğu grevi yürektendestekliyoruz.

KTAMS her zaman emekçinin yanındaolmaya devam edecektir. Emeğe veemekçiye yapılan her türlü saldırı karşısındaörgütlü mücadelemiz sürecektir.

Taşel işçilerinin mücadelesi yolumuzuaydınlatıyor.

Emek-İş, Taşel tesisinde süresiz greve çıktı

Page 5: Yenicag Gazetesi

DEĞİRMENİN SUYUNEREDEN VE YALAKALIK

TC başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Kıbrısınkuzeyine gerçekleştirdiği ziyaret sırasında entere-san olaylar yaşandı,

Bu enteresan olaylardan göze batan en önemlisi,gelen heyete gösterilen yalakalık, yapılan yağcılık,

Bir diğer önemli enteresan husus da heyetin geçeceği güzer-gahta yapılan temizlik,

Ve aslında bir de üçüncü olay, düzenlenen devlet törenleri ilealkışçıların toparlanıp patırtı gürültü çıkarması,

TC’nin şu andaki acenta durumunda olan yerel temsilcileri, öylegörülüyor ki AKP yetkililerince çok hırpalanmışlar geçmişteki mit-inglerde yaşananlardan,

Nitekim hatırlanacağı gibi, Erdoğan kendisine karşı açılanpankartlara ses çıkarmayan hükümeti ve Eroğlu’nu suçlamıştı,

Bütün bu fırçalamalara çok bozulan hükümet Erdoğan’ın buziyaretini fırsat bilerek, kendilerini affettirmek için kolları sıvadılar,

Kıbrısta AKP yetkililerine ve bilhassa Erdoğan’a gösterilen tep-kinin kendilerine göre sadece marjinaller tarafından olduğunuispatlamak için kılıktan kılığa girdiler,

Tabii bu yağcılık ve yalakalık operasyonuna girişirken TC

Yönetimi, buradaki TC elçliğinin de desteğini aldılar.İşte bu operasyon için önce TC heyetinin geçeceği yollar ve

güzergahın temizlenmesi ile işe başladılar,Ana yollardaki bordürler boyandı,Yol ortasındaki elektrik direklerine bayraklar asıldı,Şehir içindeki bilbordlar Erdoğanın resimleri ve sloganları ile

dolduruldu,Peki, memleketin hemen hemen her yanını pislik götürürken,

bazılarına şirin görünmek için sadece TC heyetinin geçeceğigüzergaha yapılan bu temizlik işinin faturası ne kadardır ve kimveya hangi kurum tarafından karşılanmıştır,

Yani bu hovardalığın faturasını kim ödedi?Ve dahası bu güzergahta seyreden Erdoğan ve TC heyeti

memleketin her tarafının çöplük halinde olduğunu bilmiyormuydu?

Elbette biliyorlardı ama kendilerine yalakalık yapılması hoşları-na gidiyordu, çünkü onlar da bu organizasyonun içindeydiler,

Yalakalığın üst seviyeye ulaşması için alkışçılara da gerekvardı,

İstendiği zaman hazır kuvvet alkışçılar çoktan hazırdı,Uçak alanına taşındılar,Miting havası içerisinde otobüs hazırladılar, UBP marşları ile gelen heyeti karşıladılar,Kırmızı halı üzerinde Erdoğan’ın elini sıkmak, ona sırıtarak

hoşgeldin demek için 100 metrelik kuyruk oluşturdular,Acenteden hiç kimsenin eksik olmamasına özen gösterdiler,Evet kalabalıklar toplandı, halılar serildi, bayraklar asılsı, sal-

landı, UBP ve AKP marşları çalındı, KKTC miting otobüsü hazır-landı,

İyi güzel de bu tantananın faturası kim veya hangi kurumtarafından karşılandı,

Yalakaların AKP heyetine ve bilhassa Erdoğan’a ispat etmelerigereken birşey daha vardı:

Kıbrısta TC Yönetimlerine karşı olanlar kendilerine göre biravuçtur ve bunlara karşı gereken yapılmalıydı,

Güzergah boyunda Erdoğan’ın kendisine karşı eylemdüzenleyenleri görmemesi için gereken yapılmalıydı,

Önce sendika binalarına asılan ‘ Bir verip beş alıyorsun, utan-madan besleme diyorsun’ pankartın kaldırılması için polis sefer-

ber oldu.Polisin bu şekilde müdahalesi,bir bakıma olayın daha da duyul-

masını, görülmesini sağladı,Hamitköy kavşağında Erdoğan’ın geçerken eylem yapanları

görmemesi için otobüsler kondu önlerine,Zor kullanarak eylem yapanlar uzak tutulmaya çalışıldı,Ee yani şimdi Erdoğan ve heyeti bu olanı görmedi mi? Gördü

tabii, ama o da günler önce ‘ beni üç-beş marjinalin yaptıklarıKıbrısa gitmekten etkilemez’ demedi mi?

Dedi demesine ama diğer taraftan da büyük olasılıkla‘bunlarısusturun’ mesajını da iletmiştir,

İşte bizim yağcılar, ‘vurun’ talimatına ‘öldürün’ ile cevap vererekgörevlerini yapıyorlardı,

Bu çerçevede polis güçleri, sadece demokratik gösteri haklarınıkullanan insanlara saldırdı,

Karşısındakilere sanki düşmanmış gibi acımasızca saldırdılar,jopladılar, yumrukladılar, yerlerde süründürdüler,

Eylem yapan kadınlara saldırdılar,Ve bütün bu zorbalıklar sonrası başacenta çıkıp polisin yaptık-

larını övüyor,Bütün bunlar niye yapıldı dersiniz,Erdoğan ve heyetine şirin görünmek için,Yalakalık yapmak, yağ çekmek için,Ve daha önce Erdoğanın kendilerine ‘ nasıl yönetimsiniz, tedbir

almıyorsunuz’ şeklindeki fırçalamalarına yanıt vermek için,Erdoğan ve heyetine yalakalık için yola çıkanlar sonunda

faşizan baskı, saldırı, dayak ve zorbalıklarını da yaşattılar.Bundan önce de çoğu 20 Temuzlarda TC başbakanları geldi

geçti buralardan,Hiç bu denli Devlet seferber olmadı yağcılık ve yalakalık için,Bu kez bu işi, hem TC yetkilileri hem buradaki acenteleri birlikte

organize ettiler,Hem dünyaya hem de buradaki muhalefete meydan okumak

için bunu yaptılar,Yaptılar yapmasına da, bu tantananın faturası kaça mal oldu ve

kim veya kimler tarafından karşılandı?Açıklasınlar da bilelim. Açıklamazlarsa da bütçe açık veriyor vs

gibi emekçilerin haklarınasaldırmasınlar.

[email protected]

Rasıh Keskiner

GERÇEĞİ KABUL EDEMEMEK

Gerçekten daha devrimci birşey yoktur deyişi solda ünlü idi.Şimdilerde pek duymaz oldum.Lakin doğruluğuna inanırım.

Solcular arasında idealist olançok. Sol ise materyalisttir. Yani idealist birininmateryalist düşünmeyi becermesi gerekir. Tabiizordur. Aklındaki dünyayı gerçekleştirmekinsanın amacı olabilir de idealin gerçekleşmesiiçin gidilecek yol ve razı gelinecek yenilgiler,başarısızlıklar ve fedakarlıkların hesabı gerçek-lerle bağdaşmalıdır. Daha önemlisi de kendinikırdıranın idealini gerçekleştirmede şansıkalmaz. Bazen insanın ölüsü dirisinden dahadevrime hizmet eder ama bu istisnanın istis-nasıdır.

Gerçek nedir derseniz döner dolaşır insanınaklı ne için varım, neden var edildim ve bun-dan sonra ne var gibi sorulara varır.

Felsefe bunlara yanıt vermeye çalışan ve bil-imsel metotlar kullanan bir daldır, dinler deöyledir ama bilimsel metotlara yer vermez.Bilim öncelikle bilimsel kuşku denilen temeledayanır. Dinde ise kuşku küfürdür ve cehen-nem kapıdadır. Daha da belası dindar kuşkuduyanı yok etmeye görevli sayılır.

Kolay değil tabii her yerde ve her şarttakuşku duyanı yok etmek onun için yok etmeyişartlara bağlayan kurallara da yer verilir. Genede şövalye papazların günümüzdeki takipçi-lerinin aradan sıyrılması ve ölüm kararını ver-mesi an meselesidir. Kuşku duyanı öldürecek,ölümlerle korku yayıp öteki dünyadaki cennetuğruna ülkesinin ve hatta ayni görüşleri paylaş-ması gerektiğini düşündüğü ülkelerin poli-tikalarını etkilemeye kalkacak veya düşünceyaymak için uyuşturucu ticaretini kaynak olarak

kullanacaktır. Açıkgözleri ise uygun gördüğü

ortamlarda insanlara fazla baskıyapılmamasını ileri sürerek onlarındesteği ile idareye seçilip kendidüşüncelerini tepeden yaymayave kendi yandaşlarını beslemeyeçalışacak yani idareye kayırma-cılığı sokacaktır. Karşıtlarını etkisi-zleştirmek için idare içindeçeteleşecek ve sermayenin etki-lerini de fark edenleri yandaş ser-

maye sahiplerine ayrımcılıkla desek olacaktır.Böylece devlet içi çeteleriyle yandaş sermayesahipleriyle ağ kuracaktır.

Bular bugün Türkiye’de yapılmaktadır.Aslında daha çok ne çeteleri ne de ser-mayedarları onların adamları değildir.Menfaatleri onları yandaş çetelerine çekmekte-dir. Müslümanlar arasında kısa süre günahlarınvebali çekilip cennetin garanti olduğu bir dünyavaadi vardır. Sadece Allah’a bağlılık vepeygambere biat etmek cennet için yeterliolduğuna göre ve şehit olanla son dakika temizkalple bir kez tövbe etmek kafi olduğuna göreİslamiyet bulunmaz hind kumaşıdır. Aradakandillerde ibadet etmek gibi tövbe fırsatları dabulunduğuna göre iş tamamdır. Hem iyiMüslüman görünmek ve avantajlarından yarar-lanmak hem de dine göre yasak olan haramıyemek, ayrımcılığı devlete sokmak, yandaşlar-la Müslüman olsun olmasın kendindenolmayanı soymak için çetelerin himayesinigarantiye almak az avantaj değildir.

Bunların kafasında olmayanları da kendi-lerinin dediklerine yardımcı olmaları halindekarşıtlara karşı kullanma şansını da geriçevirecek değillerdir.

Böylece sanırım tablo tamamlanır ve bizdekidurumu da ifade eder. AKP’nin UBP ve diğer-leriyle ilişkisinin sırrı da böylece aydınlanmışolur.

TC-KKTC protokollerindeki ayrımcılık, kayır-ma ve ihale yolsuzluklarına karşı çalışmasıbeklenen önlemlerin hiçbirinin üzerine durulma-masının hikmetini de böylece açıklamışımdırsanırım. Örneğin sosyal fonlardan borçlanmayasaklanmış ve hatta gri ödemeler programabağlanmıştır ama Küçük hükümeti bunları hiçkale almadığı halde umursayan yoktur. Şef-faflık getirecek olan mali düzenlemelere dekulak asılmamaktadır. İdarenin hesaba çek-ilebilirliğini sağlayacak olan önlemlere ve

bankalardaki hesapları izlenebilir şekle soka-cak olanlara da önem veren yoktur.

İdarede etkinliği ve verimliliği sağlayacak olaniddialı ifadelere önem verilse idi derhal iştanımlarını, her kurumun yıl başında kendibütçesini ve onunla ilgili hedeflerini açıklamasıve yıl sonunda nereye vardığını açıklaması içinbir reform koordinasyon komitesi kurulurdu. Adıbile geçmiyor. Herhalde iş tanımları ve hede-flerle sonuçların şeffaf olarak ortaya konul-masını Ankara’da birileri yapacak değildir.

Bunu iş başında olanlar yapabilir ve yapmayadavet edilmeliydiler. İşlerini ancak oradaçalışanlar bilebilirler, Ankara’da muadilleri yok-tur ki bilebilsinler.

Bunlar çeteleşemeye son verir. Sermayedardesteklemek için ihalelere ve proje seçmeyehile karıştırılamaz. Onun için protokol buamaçlara hizmet etmeyecektir. Halkın farkındaolduğu gibi yandaş çetelerine ve yandaş ser-mayedarlara hizmet edecektir. Kıbrıslıları dahadindar yapmaya bile hizmet etmeyecek amaKıbrıs’ta yandaş yetiştirmeye hizmet edecektir.Tabii diğer yandan da devletin harcamalarınasınır getirecek ve Kıbrıslıların son kalesinindaralmasına yani kamu yönetimin eldeğiştirmesine yetecek sınıra inmesine ve kay-nakların yandaş sermayedarlara geçmesiyleyandaş nüfusun gelişmesine yarayacaktır.

Denebilir ki Kıbrısların da şikayetlerinintehlikelerini bilirler onun için bu değerlendirmeyeterli değildir ama tabii ki şikayetin ayyukaçıkmaması için önlemli olacaklardır.

İnsan bir etobur olarak öbür dünya fikrini bugünkü dünya ile değiştirmez. Onun için sonuç-ta etkili olan hep günün menfaatleridir. Öbürdünya için yaşamaya kendini adayanlar bu güniçin menfaat sağlıyorsa neden arkalarına takıl-masınlar deyip çoğunluk peşlerine takılır.AKP’nin sözde başarı hikayesi budur. Öncel-lerinin ceberut devlet anlayışı ekonomik şart-lara o kadar aykırı idi ki vurguncu sermayeyekapıyı açarak yolsuzluklara batık bir idareyeçare bulmadan bile hızlı bir büyüme sağlayabil-di. Ancak şimdi aşırı yüklü borçların bedeliniyükleyecek uysal bir halka gerek doğdu. Hembedeli ödemek hem de kalkınmayı sürdürmekbir cambazlık gerektirir; sıra ona geldi.

İdeal dünyasını yaratmak isteyen sol bu günbu gerçek durumu görüyorsa ve ben doğrutahlil yaptıysam Türkiye’de iktidara gelmedende AKP devrinde bile şeffaflığı artırmak, hesa-ba gelir bir idareye yürümek ve mali sistemi

görünür kılmak için gerekenleri sağlamayaçalışmak gerekir. Tahlilim yanlışsa bile bunlarAKP’nin imamın askeri, ordusu veya iktidarıgibi gelişmelere karşı savaşta aletler, araçlarbulmak amacıyla sağlamalıyım.

Ekonomik dedikleri aslında her konuyla ilgiliolan paketteki unsurlar ve uygulamadaki men-faat dağıtımı haksız rekabet yaratmasınedeniyle ticaret kesimi ile sanayi kesiminikarşı karşıya getirmiştir, müteahhitler kurallaristemektedirler ve saire. Bunlar sendikalarıntalepleriyle nüfus sorunlarına bağlantılıdır. Bugirdapta yol almayı becermek gerekir.

Diyalektik materyalizm her şeyin illetininkendi içinde bulunduğunu söyler. İlletini kullan-mak faydalıdır. Zaten kim söylerse söylesinkullanılmaktadır da. Sadece ideallerine bağlılık-ta aşırılığa kaçanlardan etkilenenler kullanıla-cak araçlardan ıskonto yapar. Ayinesi iştirkişinin lafa bakılmaz deyip de tepeden durumubir gözleyince gerçek anlaşılır. İnsanoğlu biretobur olarak doğasının gereğini yapar vedayanak da bulur. Vicdanı kirli olduğu için acıçeken kaç kişi tanırsınız? İnsan bir izahat bulurve yaptıklarını aklar. Mesela ev yapmasına izinverilmese inan kızar ve mülkiyet hakkınınkısıldığını ileri sürerken destek bulur; amaçobanların otlatacak yer bulamaz hale gele-ceğini söyleyenlere de bakmak gerekirkenbakılmaz.

Bir hakkın başka hakla çatışması dikkatealınmaz. İnsanın kırsal alan ihtiyacı es geçilir.Kentte ev yapana kırsala ev yapmaya kalkangibi bakılamaz. Onun mülkiyet hakkı ülkehakkıyla ve dünyayı diğer canlılarla paylaşmaşartıyla çelişir. Kırsalda gençlere konutedindirme projesiyle kır ve kent dengesi bozul-mamalıdır. Gel gör ki etobur insanoğlu gele-ceğini de mahvedecek gelişmelere meyyaldir.Başına taş düşünce uyanır ama geç kalır.

Etobur ile doğa kavga halindedir, etobur ileöteki etobur da kavga halindedir. Bu kavgayıdoğasına aykırı olsa da insan hukukla düzenle-mek zorundadır. Bir merkezi güç hukuku day-atmakla görevli, olmasa medeniyet denilengelişme olmazdı. Yeni Gine’deki hala avcılık vetoplayıcılık dönemini yaşayan insanların bizdenbir farkı varsa o da merkezi bir otoritenin olma-masıdır. Onun için nüfusları da bir kaç binkişide kalmıştır.

YORUM 55 AĞUSTOS 2011 CUMA

[email protected]

Alpay Durduran

Page 6: Yenicag Gazetesi

HABER - YORUM6 5 AĞUSTOS 2011 CUMA

Erdoğan’ın HAS acentasıErdoğan’ın ziyareti öyle hemen konuşulup hızla geçile-

cek nitelikte değildir.Birçok şey yaşandı, bunlar tekrar tekrar

konuşulması gerekiyor. En önemlisi nüfuskonusuydu.

Erdoğan’ın ziyareti öncesi ve sonrasınüfusla ilgili bu yazda üzerinde dur-mak istediğim iki önemli şey aynianda yaşandı, biri Erdoğan’ın açıkla-ması, diğer ise yaptırdığı“miting”ler…

Açıklama malum, herkes biliyor.Erdoğan, 18 Temmuz’da Kıbrıslıgazetecilere Ankara’daki buluş-masında ‘madem çocuk doğurmuy-

orsunuz, biz de nüfus taşırık’ dedi… Bu konuda hala daharesmi veya gayri resmi bir “düzeltme” de gelmedi. Katılanherhangi bir gazetecinin kaleminde ‘ben duymadım’, ‘tamöyle demedi’ gibi bir söz de çıkmadı. GenellikleErdoğan’ın kırdığı potlar, arkasından gelenler tarafındantoplanmakta, o yüzden Erdoğan genellikle basınla başbaşa çok uzun süre hazırlıksız bırakılmaz, bırakılmamayaçalışılır. Zaten gene herkesin bildiği gibi Erdoğan’ın açıkla-malarını yazan onlarca kişiden oluşan bir ekibi var. Buyönü ile “nüfus taşıdık” sözü hala masadadır…

Tam olarak ne demişti Erdoğan; “Hem doğurmuyor-sunuz, hem de oraya nüfus götürmemize karşı çıkıyor-sunuz. Madem nüfus aktarmamızı istemiyorsunuz, siz dedoğurun!”

Peki, konu nasıl yansıdı toplantıya katılan gazetecilerin

sütunlarına?Rasıh Reşat köşesinde; “Güney Kıbrıs ile güçlerin den-

gelenebilmesinin nüfustan geçtiğini ve Türkiye’de hersöyleminde yaptığı gibi, “en az üç çocuk, hatta Kıbrıslılardörder çocuk doğurmalı” ifadesini kullandı. “Hem doğur-mazsınız, hem de Türkiye’den nüfus geldiğinde dekızarsınız” diyerek espri de yapan Erdoğan aslında ileridebüyük sıkıntı yaratacak önemli bir soruna da parmak bas-mış oldu.”

Ali Baturay ise köşesinde ““Hem Türkiye’den nüfusaktarmamıza karşı çıkıyorsunuz, hem de çocuk doğur-muyorsunuz” diye espride bulundu” diye yazdı…

Sefa Karahasan ise Milliyet’e yaptığı haberde ,“Erdoğan, “Hem doğurmuyorsunuz, hem de oraya nüfusgötürmemize karşı çıkıyorsunuz. Madem nüfus aktar-mamızı istemiyorsunuz, siz de doğurun. Burada 3 amaKıbrıs için 4 çocuk öngörüyorum çünkü nüfusa ihtiyacımızvar” dedi” şeklinde konuyu aktarıyor.

Bir Milliyet muhabiri haberi bu şekilde veriyorsa, her-halde konu tam da buna yakın gelişmiştir. Burada aslındakonunun tüm yönlerini görmek mümkündür. Erdoğan“götürmemize”, “aktarmamıza” karşı çıkıyorsunuz derken,kendisinin bu işi hali hazırda yaptığını gönül rahatlığı ileortaya koyuyor yani nüfusu taşıyan Türkiye’dir diyor. Amabir şey daha yapıyor. “Nüfusa ihtiyacımız var” diyor.Kimin? Bizim! Biz kim? Bu cümle ile ‘biz’in içindeErdoğan’ın da olduğu net olarak belli oluyor, yani ‘feti-hçimiz’!

Bu konuya niçin dönüp dönüp geliyorum, çünkü dahaönceki tartışmalarda buraya gelenlerin işgücü olduğunu,kendi rızaları ile geldiklerini, Türkiye’nin nüfus aktar-madığını söyleyen onlarca politikacı, akademisyen,gazeteci vardı. Bu saatten sonra bu tartışma devam ede-bilecek mi bilmem, çünkü taraflardan biri, Erdoğan, res-men yaptığını çok açık şekilde itiraf etmiş durumda, bunuhala birileri konuşup Erdoğan’a rağmen ‘Türkiye nüfustaşımıyor’ savunması yapabilecek mi? Bilinmez!?

Bunun yanında Erdoğan’ın burada yaptığı mitingler dedikkat çekiciydi. Halkın Adalet Konseyi kendilerinin artıkKıbrıslı Türk olduklarını ve geleceklerini bu coğrafyadagördüklerini söyleyip duruyorlardı. Bu mitinglerdeki tablobunun böyle olmadığını net olarak gösterdi. HAK temsilci-leri, HAK oluşturan örgütlerin temsilcileri Erdoğan’ıTürkiye’nin bir iline gitmiş gibi karşıladılar. Kendi gerçek

başbakanlarını karşıladıklarını açıklamaları ile net olarakortaya koydular. Hep beraber “her şey Türkiye için” diyepankart açıp, “Türkiye seninle gurur duyuyor” diye sloganattılar.

Erdoğan’ın Kıbrıs ziyareti sırasında iki yerde seçimmitingi gibi mitingler yaptırıldı. Biri Ercan’da, özelTürkiye’den getirilmiş seçim otobüsü üzerinden, diğerMağusa’da… Ercan’da Erdoğan’ı karşılamaya gidenlerarasında tanıdığı kimsenin olmadığını yazdı bazı köşeyazarları, hatta bunlar içinde sağcılar bile vardı. Bununanlamı şu, Ercan’da Erdoğan’ı karşılayanların ezici çoğun-luğu Türkiye’den gelenler oluşturuyordu. Benzer şekildekimanzara Mağusa’da da yaşandı. Bu iki mitingde de‘Türkiye seninle gurur duyuyor’ sloganları atıldı.Oradakiler Erdoğan’ı “başbakanımız” diye karşıladı.Bunun yanında Erdoğan hükümetlerinin dayatmalarını,açıklamalarını protesto ederken dayak yiyenlerin eziciçoğunluğu ise Kıbrıslılardan oluşuyordu. Bu manzarayıoluşturan, bu ayrımcılığı yapan biz değiliz!

Bu manzaranın tehlikeli kısmı ise o kürsülerdenErdoğan’ın bizi hedef göstermesi idi. İşaret ettiği marji-naller, KTHY çadırı önündekiledi, Hamitköy’dekilerdi yanibu eylemleri destekleyen siyasi partiler ve sendikal plat-form Erdoğan açısından marjinaldir, bunları önemse-meyin. Bunu kime söyledi? Önündeki ezici çoğunluktakiTürkiyelilere! Peki, bu tablodan sonra soruyu tekrarsoralım, kim Türkiyeli - Kıbrıslı ayrımını körüklüyor?

Halkın Adalet Konseyi temsilcileri Kıbrıslı - Türkiyeliayrışmasından bu kadar rahatsız olduğunu iddia ederken,bunca yaşanandan sonra ses çıkarmamış olması onlarınyalnızca samimi olmadıklarını, ikiyüzlü olduklarını gös-terir…

Erdoğan Kıbrıs’taki sosyo-ekonomik yapıyı dinamitleyipgitmiştir. Erdoğan’ın rüzgârı ile Halkın Adalet KonseyiErdoğan’ın HAS acentası olarak koltuğa oturmak içinharekete geçti. Silahla toprağa el kondu, tüm siyasi iradedemografik yapının değişmesi ile el değiştirdi, paketlerletüm ekonomik yapı Türkiyeli şirketlerin eline geçti.

Ekonomin yapının değiştirilmesi olan 3. Harekâtın hızlailerlediği bugünlerde, 4. Harekât yani siyasi yapıların res-men devralınmasının işaretleri belirdi, üç vakte kadarUBP’nin yerini Erdoğan’ın HAS acentası alır!

[email protected]

Merhaba Victoria, merha-ba Lefkoşa surlarının altın-da yatan faili meçhul insan-ların kemikleri, merhaba.

Saksılarda reyhan kokansokağım merhaba. Çoközledim seni be Victoria,inan çok özledim. Senigörmeyi yasakladılar bilirsin.Ben senle yaşadım, tam

tamamına yirmi yıl Victoria.Hırsız değildim, gaspçı değildim, hele

tecavüzcü hiç değildim. Sadece akşam-ları beraber çilingir sofrası kurardık, biriki kadehten sonra, çivisi çıkmış mem-leketin düzenine küfür eder dururduk.Ben Kürtçe, sen Ermenice küfürederdin. Tek suçumuz buydu bizim inanVictoria.

Nerden bilebilirdik ki; düzene küfüretmenin dili yok diye.

Ha Kürtçe, ha Ermenice etmişsin neyazar. Zulmün peşrefi çekilmişse üzer-imize, hak getire insanlığın adını ağzınaalıp güvercin uçuranlara.

Ama bu sürgün ikimizin suçu, değil miVictoria?

Ben kadehi yuvarladıkça isyanederdim ezilen halkların firavunlarına,sen yel estikçe reyhan kokunu salardınüzerime, bazen de yasemin tüterdinErmenice.

Bu düzende isyanın yasaksız diliniöğrenmek isterdim ama yok!

Bana bir türkü söyle Victoria, içindeErmeniler olsun, Maronitler olsun,Türkler olsun, Rumlar olsun, bir de senigörmesi yasaklanan bir Kürt olsun.

Hadi söyle Victoria, Zap’ın kenarınaoturmuş seni dinliyor olacam o an. İnanki duyarım seni Victoria.

Söyle bu türküyü, söyle ki cellatlarımızimana gelsin, bu ramazan ayında.

Söyle ki imamın ordusu imana gelsin.Bu ramazan aşkı için söyle tek suçum

Kürtçe isyanı mıydı?Tek suçum işgal ve imhaya karşı

gelmek miydi?Eğer suçum buysa Victoria, dağlarıma

gel. Tıpkı Mahir’ler gibi, tıpkı Che’ler gibive gerilla ol gel Victoria, dağlarımdakilergibi.

“Gel ki geceler çatlasınGel ki şafaklar tutuşsunBizim olsun alınterimizBizim olsun emeğimiz

Yağmur sele dönendeDerelerden taşta gelBiz kavgaya girendeSevdalara düşte gelGel gülüm gel”

Bu sevdayı bu dizeler ile en iyi anlatan(Grup Yorum’a teşekkürler)

Necmettin

Çapa

[email protected]

ZAPZAP

Dağlarıma gelVictoria

Mithat Sancar - Taraf

Çatışma çözümü ve geçiş süreciyle ilgilitoplantıların demirbaş sorusudur bu. Yıllardırbu konuların işlendiği toplantılara katılırım.Karşılaştırmanın tümden imkânsız olduğunuiddia edene rastlamadım henüz. Lakin farklıtoplumların tecrübelerinin düz ve indirgeyicibir mantıkla yan yana konmasına veya aynısepete yerleştirilmesine karşı da her zamanbir uyarı yapılır. Karşılaştırma yaparkendikkatli bir bakışın, incelikli bir tartının gerekliolduğu konusunda bir mutabakattan rahatlık-la söz edebiliriz yani.

Demokratik Gelişim Enstitüsü’nün(Democratic Progress Institute - DPI) yürüt-tüğü bir çalışmanın son etabının ilk günü.Londra’da, King’s College’da bir toplantı-dayız. Daha önce Türkiye’de, GalatasarayÜniversitesi’nde üç yuvarlak masa toplantısı,bir de uluslararası konferans düzenlenmişti.King’s College, bu çalışmaların hepsine katkısunmuştu; desteği burada da sürüyor.

Londra’dan sonra Belfast ve Edinburg’dadevam edecek bu çalışmanın çağrıcılarıKerim Yıldız, Mithat Sancar, Sevtap Yokuşve Yılmaz Ensaroğlu. Türkiye’den siyasilerinve gazeteci/yazarların davet edildiği toplan-tıya, çağrıcılar dışında AKP ve BDP’denüçer, CHP’den iki milletvekili ile HasanCemal, Cengiz Çandar, Ali Bayramoğlu,Bejan Matur ve Ayhan Bilgen katılıyor.

Bu sabah, Prof. Mervyn Frost’u dinledik.Benzer buluşmalarda tanıştığım bütünGüney Afrikalılar gibi çelebi bir duruşu,berrak bir bakışı ve sade bir dili var. Epeycezorlu, çokça acılı bir toplumun hikâyesiniböyle duru bir havayla anlatabilmek, her-halde acıları yaşama ve onlarla baş etmeşekliyle de ilgilidir. “Acının olgunlaştırıcı etk-isi” dediğim şeyi, en etkileyici haliyle, çatışmayıllarını ve barışma sürecini bizzat yaşamış

Güney Afrikalı dostlarda gördüm desem,abartmış olmam.

Baştaki soruya Mervyn de ilişti doğalolarak. Cevabı da, yukarıda söz ettiğimmutabakat çerçevesinin dışında değildi.Evet, hiçbir toplumun yaşadıkları, birbaşkasınınkiyle birebir kıyaslanamaz; hiçbirtoplumun çözüm yolundaki tecrübeleri, diğer-lerininkine aynen ve doğrudan uyarlanamaz.Lakin her çatışma hikâyesinde ortak olannoktalar, her çözüm yolundan öğrenilecekşeyler var.

Mervyn, farklı “cepheler”e mensup olanlarınbirbirleriyle temas etmesinin, birbirlerinedokunmasının dönüştürücü etkisinden, hay-ati öneminden söz etti. Demokratikmücadele usullerinin gelişmesinin ve etkilihale gelmesinin, şiddeti zihinlerde bir alter-natif olmaktan çıkaracağını; silahlarınkarşılaşmasının değil, “meşruiyetsavaşları”nın, diğer ifadeyle “taleplerinin hak-lılığını sıradan insana, özellikle öteki tarafınvicdanına kabul ettirebilmenin belirleyici ola-cağını anlattı.

Bir yandan Londra semalarını kaplayanyumuşak bulutlara bakıyorum. Sonra salonadönüyorum; dingin ve olgun bir havadaolduğumuzu hissediyorum. Güney Afrika’danesen bilgeliğin bunda etkisi var muhakkak.Ancak benim için büyülü söz her zamanaynıdır: Temas dönüştürür!

Temas dönüştürür!

Page 7: Yenicag Gazetesi

14 AĞUSTOS’TA

Konu ile ilgili 3 Ağustostarihinde KTÖSLokalinde gerçekleştirilenbasın toplantısında oku-nan ortak açıklama şöyle:

İki adım arayla birbirinesilahlarını doğrultmuşaskerlerin gölgesinde, telörgülerle bölünmüş birülkede yaşıyoruz.

Topraklarımızı işgaledenlerin silahları altındanefes almaya zorlanıy-oruz.

Ülkemize barış ve huzurgetirdiklerini iddia eden-ler, paraları, memurları veorduları ile irademizi

çalıyorlar. Özgür-lüğümüzü kendi kontrol-lerine almak içinyaşamımızın her alanınamüdahale ediyorlar.

Bizler, ülkemizi esir alanemperyalist kuşatmayıreddediyoruz!

Yaşamlarımızı dikenlitellerle tutsak etmeyeçalışan tüm işgal ordu-larının postallarını, şuanda hemen şimdi üzer-imizden çekmelerini istiyoruz!

Biz militarist baskıdüzeninde yaşamayı kabuletmiyoruz!

Ve biliyoruz ki; özgürlükemek ister!

Sokaklarımızda özgürceyürümek, şarkılarımızısöylemek ve dans ede-bilmek için sesimizi yük-seltiyoruz.

Ayşe’nin tatile çıkışının37. yılında bu tatile artıkson demek için toplanıy-oruz. “Evine dön Ayşe!”sloganın Lefkoşa’da vetüm Kıbrıs sokaklarındayankılandığı bu süreçte,bu sloganı daha da yük-seltmek için 14 Ağustosakşamı 21:00’da SelimiyeMeydanında buluşalım.

Anti-Militarist Barış Harekâtı konseri

YKP, BKP ve KSP gençlik örgütleri, Baraka Kültür Merkezi, Barikat Gazetesi, Kıbrıslı Gençlik Platformu (KGP)14 Ağustos, Pazar günü, saat 21:30’da Selimiye Meydanında, Anti-Militarist Barış Harekâtı konseri düzenliyor…

14 AĞUSTOS’TA 14 AĞUSTOS’TA 14 AĞUSTOS’TA 14 AĞUSTOS’TA 14 AĞUSTOS’TA

5 AĞUSTOS 2011 CUMA

Page 8: Yenicag Gazetesi

HABER2 5 AĞUSTOS 2011 CUMA

Arif Erbil Sonel

Kıbrıs’ın paha biçilmez kumsalların-dan biri olan, kaplumbağaların yaşamyeri Alagadi’de ‘tüm canlıları tehditeden’ sağlıksız elektrik üretimi devamediyor. Fuel oil ile çalışan TeknecikElektrik Santrali’nde ‘filtre sistemi’olmadığı için, çevreye yayılan zehirler,Alagadi ve civar bölgelerde yaşayaninsanların ve hayvanların sağlığınıkötü yönde etkiliyor. Sağlık uzman-ları, filtresiz çalıştırılan elektriksantralinden yükselen zehir bulut-larının akciğer kanserini tetiklediğinibelirtiyor. Yetkililerin, tüm uyarılararağmen herhangi bir önlem alma-masına tepki gösteren çevre uzman-ları, 2011’in ‘Çevre Yılı’ olacağıyönündeki açıklamaların tamamentrajikomik olduğunu belirttiler.

TERMİK SANTRALLERİNÇEVREYE VERDİĞİ ZARARLAR

Dünya’da sınırlı ve kirletici fosilyakıtların sorunları belgelendikçe veküresel iklim değişikliği tehdidikarşısında somut önlemler alınmasıgerekliliği aciliyet kazandıkça, sonsuzve temiz yenilenebilir enerji kay-nakları kullanımına artan bir yönelimolduğu gözlenmektedir. Örneğin,1997 yılında Avrupa Birliği’nce yayın-lanan yenilenebilir enerjilere ilişkinbeyaz belge, 2010 yılına kadar üyedevletlerde tüketilen tüm elektriğin %23,5’i olan 675 milyar kilowat saatinyenilenebilir enerji kaynaklarındanüretilmesini öngörüyor. Yenilenebilirenerji tanımı içine sakıncalarınedeniyle dev hidroelektrik santralleralınmamıştır. Beyaz Belge’deyenilenebilir enerjilerden üretilmesihedeflenen 675 milyar kilovat saatin,355 milyar kilovat saati (%12,4)hidroelektrik (dev barajlar hariç), 230milyar kilovat saati (%8) biokütle, 80

milyar kilovat saati (%2,8) rüzgâr, 7milyar kilovat saati (%0,2) jeotermal,3 milyar kilovat saati (%0,1) ise güneş(fotovoltaik) enerjisinden sağlanacak-tır. Üye devletlerin elektrik üretimleriiçindeki yenilenebilir enerji hedefleri2010 yılı için şöyledir: Danimarka%29; Finlandiya %21,7; Avusturya%21,1; İspanya %17,5; İsveç %15,7;İtalya %14,9; Yunanistan %14,5;İngiltere %9,3 ve Almanya %10,3 [1].

KÜL ATIKLARI ÇEVREYİ,IRMAK VE DENİZİ KİRLETİR

Termik santrallerde üretilen ener-jinin sadece %30–40 oranındaki birbölümü elektrik enerjisinedönüştürülebilmekte; kalan kısmı ise"kaçak enerji" olarak adlandırılmaktave kazanından radyasyon ile çıkmaktaya da baca gazıyla birlikte bacadanatılmaktadır. Termik santrallerin enönemli çevresel etkilerinden biri desoğutma suyuyla ilgilidir ve termiksantrallerin soğutma suyu gereksinimibüyüktür. Bu nedenle termiksantraller genellikle nehir, göl veyadeniz gibi soğutma suyu kullanılabile-cek kaynaklara yakın yerde kurulmak-tadır. Atıkların denize atılması, karaya

serpiştirme çok eskiden beri kul-lanılan sorumsuz atık yöntemidir.Deniz, akarsu ve göllerde yapılan atıkısı boşaltımlarının en az düzeyeindirilmesi; denizlerdeki biyolojikyaşamı tehlikeye sokan termal kirlilikkaynaklarının yayılmasını önlemekuluslararası düzeyde sözleşmelere degirmiştir. Termik santrallerin en çokşikâyet edilen ve çevreye zararı doku-nan ve yazımızın başında da güncelörnekler vererek açıklamayaçalıştığımız gibi kül atıklarıdır.Örneğin 100 Megawat gücünde birtermik santralde 1 yılda -3,8x10–5 Kcal/sn termik etki, 750 ton Karbonmonoksit; 45000 ton Kükürt dioksit,3500 ton katı parçacıklar; 26000 tonAzot oksit; 250 ton hidrokarbon;5560 m3 kül dışarıya saçılmaktadır.

YEŞİL BİTKİ ÖRTÜSÜGAZLARDAN KURUYACAKTIR

Termik santrallerin bacasındançıkan ve bitki örtüsünü en çok etk-ileyen gazlar kükürt dioksit ve azotoksitleridir. Bitkilerin bu gazlara enhassas olan ve etkilenen organıyapraklarıdır. Yapraklardaki stomalar

vasıtasıyla yaprak bünyesine giren bugazlar yapraktaki klorofillerin yapısınıbozmaktadırlar. Ayrıca yanık etkisi,serbest asit halinde yüzeysel olarak daortaya çıkabilmektedir. Bitkilerüzerinde kirletici etkisiyle ortayaçıkan zararlar üç ayrı boyuttagörülebilmektedir.

Bunlar akut, kronik ve gizli zarar-lardır. Akut zararlanmaya uğrayanbitkiler derhal ölmekte, kronik zarar-lanma öldürücü olmamakla birliktebitki kalitesini büyük oranda bozmaktadır. Görünmeyen (gizli)zarar ise zaman içinde ortaya çıkmak-tadır.

Kükürt dioksitin bitkilere olan budoğrudan etkisinden başka, yöredekiyağışların ve bağıl nemin fazlalığı datopraktaki asitleşmeyi artırıcı, bazlar-da fakirleştirici ve mikrobiyolojiketkinliği yok edici bir etkide bulu-narak, dolaylı yoldan bitkilerindirencinin azalmasına neden olur. Budirenç zayıflığı da zararlı böcek vemantarların üremesi için gerekliortamı oluşturur. Bu böcek ve man-tarlar bitki örtüsünü ve kalitesinigiderek yok ederler. Kükürt dioksitinyapraklardan sonra en etkili olduğuyerler bitki besin maddelerinintaşındığı iletim borularıdır. Bu borularvasıtasıyla bu gazın yaptığı zararbitkinin diğer kısımlarına yayılır. Bitkiterleme olayını kontrol edemez ve sudengesi bozulur. Bitkide solgunluk vekurumalar görülür.

Ayrıca polenler ve dişicik borularızarar gördüğünden döllenme olmazve meyve tutmaz. Meyvedeki belirtiler bitki bir yıl Kükürt dioksitemaruz kaldıktan sonra belirginleşir.Bitkilerdeki termik santrallerden kaynaklanan zararlar yaprak lekeleri, yaprak kurumaları, yaprak vemeyve dökülmeleri, büyümedeki ger-ileme, solgunluk ve ölümlesonuçlanır.

Doğal hayatı ve insanlarızehirleniyorKıbrıs Türk Tabipleri Birliği

Başkanı, Çocuk Sağlığı Hastalıkları veÇocuk Kardiyolojisi Uzmanı Dr.Suphi Hüdaoğlu, Teknecik ElektrikSantrali’nden çıkan zehirli gazların,bölgeye yayılan maddelerin insana vedoğaya büyük tahribat yaptığını söyle-di. Hüdaoğlu, Kıbrıs Türk ElektrikKurumu yetkilileri ile yaptıklarıistişarelerde kendisine TeknecikSantralı’nda filtre bulunduğunu,ancak kullanılan yakıtın ucuz vekalitesiz olmasından dolayı filtreningörev görmediğini söylediklerini kay-detti. Santrallerde kullanılan yakıtınbir ile altı arasında kalite değeribulunduğunu anlatan Hüdaoğlu,Teknecik’te en ucuz yakıtın kul-lanıldığını ve kalitesinin de düşükolduğunu ifade etti. Hüdaoğlu, şöylekonuştu: “İster ucuz mazot kullanıl-sın, ister filtre olmasın, insan sağlığıönemlidir. Çevrede yaşayan insanlarsantralin bacasından çıkan yanıcıürünleri hem soluyor hem de havakirleniyor. Solunan hava akciğeregiderek vücuda yayılıyor. Yağmurlaise toprağa inerek bölgede tarımyapılması durumunda bitkileri de etk-iliyor. Bitkilerden de yine insanageçiyor.” Santralden yayılan mad-delerin, astım, akciğer kanseri ve dahabirçok hastalılara davetiye çıkardığınıifade eden Hüdaoğlu, bunun yanındaçıkan dumanın çok kirli olması duru-munda solunum yetmezliği ve yenidoğacak bebeklerde ciddi hastalıklarayol açabildiğini söyledi. Ayrıcasantralden havaya yayılan karbon-dioksit, karbonmonoksit gibi zehirligazlar nedeniyle insanlarda çok ciddihastalıklar baş göstereceği uyarısındabulunan Hüdaoğlu, yetkililerin bukonuda en kısa zamanda önlemalması gerektiğini belirtti. Kaynakmakale: Mehmet Aslıyüksek

TERMİK SANTRALLER ZEHİR SAÇIYOR

Gommalar, sadece bir müzik grubudeğil, sosyal bir harekettir. Müziksadece bu hareketin mesajcısıdır.Gommalar, tüm insanlarla, tüm can-lılarla ve doğayla barış ve huzuricerisinde yasamayı seçen güzelinsanların topluluğudur. GommalarMüzik Savaşçıları sihirli melodileriylebu güzel insanlara çağrı yapar veonları bir araya getirir. "Güzel insan-lar bir araya gelinca guzel şeyler ola-cak, her insanin içindeki güzellik biraraya gelince dünya cennet olacak"düşüncesiyle notalarını çalanGömmeler, eğlenmek veeğlendirmek için müzik yapmanındışında, düşündürmek, bil-gilendirmek, yardim etmek, üretmek,sevgi titreşimlerini dünyaya yaymakiçin notalarını çalar şarkılarını söyler.Yapılan etkinlikler üretimin heralanını kapsar ve sadece müziklesinirli değildir.. Ve bu alanlardaherkes kendi sevdiği ve yapmak iste-diği yönde birbirine yardim eder, etk-ileşir, katki koyar ve olaylar güzelleşir,buyur, çoğalır ve güzele doğru bir

değişim baslar."TÜKETTİKÇETÜKENECEK, ÜRETTİKÇEYEŞERECEĞİZ" Sevginin gücüadına, Gommalar müzik savaşçıları

Gommalardan önemli sözler:“Bu gece bir konser değildir. Bu

gece bir varoluş şarkısıdır. Bu gece,büyük güçlerin arka çöplüğündekendi kendini büyüten çocuklarınistiklal marşıdır. Bu gece hep kara birbulutun altında yaşayan bir adaya

kucak dolusu gün ışığıdır. Bu gecehep birşeyle ve biriyle savaşan biradanın çocuklarının savaşmaktanvazgeçtiği ve birlik olmak için bir-birine sarıldığı andır. Bu gece birkonser değildir. Bu gece bizdençaldıkları Kıbrıs'ı geri alıyoruz.Çünkü kendi yüreğimizdeki Kıbrıs'ıortaya koyuyoruz.” Gommalar müziksavaşçıları, Temmuz 2011 SalamisAntik Tiyatrosu

Gommalar Müzik Savaşcıları...

Bu kale, Kıbrıs Tarihinin en önemliyapıtlarından biri. Bu tarihi mekanaulaşmak için günümüzde epeyi zah-mete girilmesi gerekiyor. Askeri kon-trol noktalarını geçerek ulaşa-bildiğiniz kale Deniz seviyesinden700 metre yüksekte oldukça sarp ikitepe üzerinde yer alıyor. Yazar RoseMacaulay ve Walt Disney kaleyi ”elfkırallarının resimsel kalesi” olaraktanımlar, Pamuk Prensesin kalesinianlatır. Günümüzde birinci dereceaskeri bölge olan bu kaleye giriş çıkışsaatleri de tamamen askerin keyfiidaresinde. Sabah dokuzdan itibarengirebildiğiniz kale akşam dört bucukdan itibaren yanına yanaşılmaz biraskeri bölge oluyor.

Lefkoşa ile Girne anayolunun da

tam ortalarında yer alan bu kaleyedöner dönmez yaklaşık beş kilometreboyunca durmak, fotoğraf çekmek,inmek, binmek kaleye varana kadaryasak, kalenin de çoğu yerindefotoğraf çekmek yasak. Yolun hertarafında da nöbet kulübeleri, silahlısilahsız her türlü savaş eğitimi içinkullanılan yüksek direkler, halatlar vemevziler bulunuyor. Kalenin etrafınıkaplayan büyük yeşil alan yolilerledikçe genişliyor fakat bu alanT.S.K ve onun kontrolündekiGüvenlik kuvvetleri’nin sayesinde,gezemediğimiz, sadece araç içerisin-den inmeden, çok fazla yavaşla-madan, sadece bakabildiğiniz fakatdokunamadığınız bir yer halinegelmiş durumda.

İşgal altındaki tarih ...

St. Hilarion Kalesi...

Page 9: Yenicag Gazetesi

HABER 35 AĞUSTOS 2011 CUMA

Kıbrıs Feminist İnsiyatifi EylemiBirçok farklı örgütten aktivistlerin

oluşturduğu “Kıbrıs Feministİnsiyatifi”, Recep Tayyip Erdoğan’ınKıbrıs gezisi öncesinde Kıbrıslı Türkgazetecilerle yaptığı görüşmede yap-tığı “Hem doğurmuyorsunuz, hem deoraya nüfus götürmemize karşı çıkıy-orsunuz. Madem nüfus aktarmamızıistemiyorsunuz, siz de doğurun.Burada 3 ama Kıbrıs için 4 çocuköngörüyorum çünkü nüfusa ihtiy-acımız var” açıklamasına, işgal, neolib-eralizm, militarizm, milliyetçilik vepolis şiddetine karşı protestoyürüyüşü gerçekleştirdiler.

Eylemde “BEDENİMDEN VEÜLKEMDEN ELİNİ ÇEK”,“Federasyon Feminizm HEMENŞİMDİ”, “WOMEN RESIST MAKEWAVES, WOMEN LET’S MISBE-HAVE” ve “BEDENİM BENİMDİRNE AYŞE NE MEHMETÇİKKİMSE İŞGAL EDEMEZ” yazılıpankartlar taşındı. Dövizlerde vetişörtlerde işgale, beden politikalarınave Recep Tayyip Erdoğan’nın KıbrıslıTürklere ‘besleme’ hitabına tepki gös-terildi.

Bedenimiz bizimdir!Bilindiği üzere Recep Tayyip

Erdoğan, Kıbrıs ziyareti öncesiKıbrıslı gazetecilerle bir konuşmayapmış ve ‘Doğurmuyorsunuz neyapalım biz da nüfus taşıyoruz’ deyip,bir kez daha kadınlara bakış açısını daortaya koyacak şekilde 4 çocuk ister-im fetvasını vererek, emekçilerin hak-larının gasp edilmesi, kurumların dayeşil sermayeye peşkeş çekilmesindensonra elini kadınların çocuk doğurmahaklarına atmıştı. Böylelikle bucoğrafyada yaşayan kadınları bireyolarak dahi görmediğini ortaya koy-muştur. Erdoğan’ın kadınların esasgörevini Türk milletinin soyunudevam ettirmek-çoğaltmak olarak

gören ve ulus devlet kavramınıyüceleştiren tavrının yanı sıra, kurum-ların peşkeş çekilmesi ve göç yasası ileşiddetlenen geçim derdini yok say-masına tepki verildi.

Kadın eylemcilere kadın polis Eylemcilere eşlik eden polisler

arasında kadın polislerin de olmasıdikkat çekti. 19 Temmuz 2011 tari-hinde KTHY çadırı önünde kadıneylemcilerin erkek polisler tarafındansürüklenmesi ve taciz edilmesi olay-larından sonra kadın aktivistlerin yeraldığı eylemde, kadın polis sayısınınfazlalığı dikkatlerden kaçmadı. PolisMüdürlüğü’nün bu kararının, polisşiddetini sonlandırmak yerine görün-tüyü düzeltmek üzerinden alınanyüzeysel bir karar mı yoksa kadınkadını taciz edemez gibi heteronor-matif bir mantık ile alınan bir önlemmi olduğu, akıllarda soru işareti bırak-tı.

Hamile feminist de olurmuşPolislerden birinin, hamile bir

eylemciyi görünce verdiği “hamilefeminist de olurmuş?” tepkisi, femi-nizmin bu coğrafyada ne kadar yanlışanlaşıldığının da bir yansıması olarak

not edildi. Feminizmi kötülemeyeçalışan iktidarın eşit işe eşit ücret,kadına yönelik şiddetin son bulması,gibi feminist politika taleplerinikötülemeyi başaramaması fakat femi-nizmin adını kirletmeyi başarmasınıyansıtan bu sözler bu coğrafyada butür eylemlerin artarak yapılmasıgerekliliğini de gösterdi.

Bildiri metniDereboyu’nda başlayan yürüyüş,

KTHY direniş çadırında son buldu.Eylem çadırı önünde İnisiyatif adınaAslı Murat tarafından okunan bildiri-de, “Kıbrıs’ı yurt bilen feministlerolarak bizler, ülkemizde yaşayan tüminsanların, dini, dili, ırkı, milliyeti,fiziksel farklılıkları, cinsiyeti veya cin-sel yönelimi dolayısıyla ayrımcılığamaruz kalmadığı; milli hamasetler vemilitarizm ile bezenmiş Türkleştirme

politikalarının son bulduğu; vebarış içinde yaşayacağımızFederal bir Kıbrıs’ın mümkünolduğunu hep birlikte haykır-manın zamanın geldiğinidüşündüğümüz için güçlerim-izi birleştirdik. Kıbrıs Feministİnisiyatifi olarak, 1974’ten berisüregelen ve toprak-nüfusaktarımı- asimilasyon poli-tikaları üçgeninde yaşadığımızkolonileştirilmenin, sondönemde TürkiyeCumhuriyeti tarafından day-atılan ekonomik paket ile bir-likte korkunç bir noktayavardığını düşünüyoruz.Eğitimden enerjiye, ulaşımdaniletişime kadar, ülkemizde

bulunan tüm sektörleri yeşil sermay-eye devretmeyi planlayan bu paketin,varlığımızı ve bugüne dek verdiğimizeşitlik, adalet, demokrasi ve barışmücadelesini yok etmeye yönelik birgirişim olduğunu düşünüyoruz.Feminist politikanın toplumsal cin-siyet eşitliği ekseninde yürütülen biradalet arayışı olduğu kadar, ırkçılığa,militarizme, sömürüye, milliyetçiliğe,ayrımcılığa ve şiddete karşı damücadele etmeyi öngören bir politikaolduğunun bilinciyle bizler KTHY veDAİ-DAK başta olmak üzere, ülkem-izdeki tüm kurumları usulsüz bir şek-ilde neoliberalizmin ellerine teslimeden; “Güzelyurt’u ve Karpaz’ı ver-mem, Maraş’ı da açmam” efelen-meleri ile federasyon görüşmelerinidinamitleyen; Protesto düzenleyen

eylemcilere polis şiddeti uygulayan;Emekçilerin %80’inin örgütlü olduğusendikaları ve örgütleri “marjinal” ilanederek onları “sığınmacılar” olaraktanımlayan; Yurdumuzdaki tüm sahil-leri devasa otellere peşkeş çekerekçevre katliamı yapan; Bu ülkeyikumar, mafya ve insan ticareti cen-netine çeviren; Kıbrıslı kadınlara “4çocuk doğurun yoksa nüfus aktarırız”ültimatomları savurarak sadeceülkemizi değil, bedenlerimizi de işgaleheveslenen; Ve sessiz kalarak bunlarınhepsine destek veren tüm kesimlereseslenerek diyoruz ki: Kıbrıs’ı yurtbilen feministler olarak ülkemizesahip çıkıyor, yıllardır sistematik birşekilde üretim kapasitemiz yokedilirken, neoliberal politikalar ileülkemizin satılığa çıkarılmasınaHAYIR diyoruz! Bizlerin mücadelesimilli hamasetlerle bezenmiş bir ulus-devlet için değil, barış içinde yaşananortak bir yurt içindir. Bu yüzden deKıbrıs’ta yaşayan tüm kesimlerin dini,dili, ırkı, fiziksel özellikleri, cinsiyetiveya cinsel yönelimi dolayısıyla ötek-ileştirilip dışlanmayacağı Federal birKıbrıs için mücadele etmeye devamedeceğiz! Bedenlerimiz ne ulusalnüfusu üreten aygıtlar ne de militaristnüfus savaşlarınızın araçlarıdır! KıbrısFeminist İnisiyatifi olarak maçosöylemlerinizin ve siyasetinizinülkemizi ve bedenlerimizi daha fazlaişgal etmesine izin vermeyeceğiz!Milliyetçi, Militarist, Ataerkil veSömürgeci Ellerinizi Bedenimizdenve Ülkemizden Çekin!” denildi.

Cemre İpciler

Müzik ve onu yaratanlar,dünyanın her yerinde direnişin vemücadelenin önemli bir öznesidir.Her ne kadar ilhamını halktanalsa da, bir an gelir kimüzik bir adım önde,bize unuttuklarımızıhatırlatan, slogan-larımıza yenilerinikatan, sönmekteolan umutlarımızıyeniden can-landıran, sesimizkısıldığında sokakta biz-imle yürüyen yoldaşımız olur.

Kıbrıs’ta devrimci müzik gruplarıve bu coğrafyaya ait mücadeleşarkılarının üretilmeye başlanmasıyeni gelişen bir olgu. Geçtiğimizhafta ikinci albümünü çıkaran SolAnahtarı, halkla birlikte hareketeden gruplar arasında üretkenliği vekimi zaman, yukarıda bahsettiğimgibi, bir adım önde yürümesiyle

ayrı bir yere sahip. “Gavur İmamİsyanı” gibi anonim şarkılarıyeniden seslendirerek bizeunuttu(ruldu)klarımızı hatırlatmakyanında, halkın birçoğunun Ankara

yönetimine ses çıkarmaya halaçekindiği bir ortamda

“Evine Dön Ayşe”şarkısını sokaklarahediye edip ve bizeyeni bir ses ve slo-gan kazandırmış,“Kıbrıs Bizim” ise

bir manifestoniteliğinde işgallere

karşı mücadeleyi haykır-mıştır.

Sol Anahtarı’na 14 Ağustos’taki“Anti Militarist Barış Harekatı”konserinde, ve Ağustos ayında ver-meyi planladıkları diğer konser-lerde başarılar dileriz. Umarız ki,müziğin metalaştırıldığı, satılıp‘tüketildiği’ bu sistemde varola-bilmeye ve başka bir dünya özlemi-ni seslendirmeye devam edersiniz.

“KIBRIS BİZİM!”

“BEDENİMDEN VE ÜLKEMDEN ELİNİ ÇEK”

Yıllardan beri Kıbrıs’ta yaşananişgal ve asimilasyon gerçeğine vurguyapan Y.K.P Gençlik, içinde bulun-duğumuz sürecin “sokakta” ve “işgalkarşıtı” olma gerekliliğini ortayakoymuştu. Yaşamış olduğumuzyakın geçmişte olan eylemlilikler vesöylemler bizi gerçeklerle bir kezdaha yüzleştirdi. Kıbrıslıların maruzkaldığı muamele, siyasi terminolo-jiyle işgal ve asimilasyon olmaktanöte, başka bir tabirle aşağılanma veyok etmeye aleni bir şekildedönüşmüştür. Bu mücadelenin “şid-det” ve “aklıselim” ile sindirilmeyeçalışılması ve toplumun gerçekler-den uzaklaştırılması için yoğun çabaharcanmakta.

Şiddet ile yıldırılıp, topluma korkuyayarak sokaktan uzaklaştırılacağızannedilen Kıbrıslı, yanıtını yinesokakta direnerek verdi.Kuklacıların kendi yarattıklarıyasalarda “eylem yapanı koruması”gereken polis, sadece pankart açıpsloğan atan halkın üzerine saldır-mıştır. Buna direniş gösterip, tutuk-lamalara polis arabalarının önünükesip içerisiden gösterici dostlarını“kurtarmaya” çalışanlar, aslındaorda o gün, kurtarıldık edebiyatıyapanlara gerçek kurtuluşun örnek-lerini vermiştir. “Aklıselim” taraf isetoplumu, kabullenmiş, teslimiyetçiiyimser, korkak bir hale sokup

sokaklardan kopararak sandıklarahapsetmek istiyor. İktidarcılık oyun-larıyla yükselen hareketi ve tansiy-onu düşürmek isteyenlere karşı damücadele etmeliyiz. Kitlesel birhareket haline dönüşmesi hiç degüç olmayan bu yaşananlar bizlere,yeniden sokakların her iki dilde debarış şarkılarının söyleneceği şenlik-ler,eylemler ve mücadeleler yaşaya-cağımızı gösteriyor.

53'üncü Yılında T.M.T:Albay Rıza Vuruşkan, ABD veKıbrıs…

T.MT’ nin örgütlenmesiAmerikan modelini temel alıyorduve Amerika Birleşik Devletleri’ndegerilla eğitimi alan subaylargörevlendiriliyordu. Kıbrısşubesinin şefi o sırada TürkiyeOrtak ABD Askeri Yardım

Misyonu Özel PlanlamaDepartmanı ( Special PlanningDepartment of the Joint US mili-tary Mission for aid to Turkey" ileçalışan Albay Rıza Vuruşkan’dı.Vuruşkan, seferberlik tetkik dairesi ‘nin Kıbrıs İstirdat (geri alma) planıdenilen planın yürütülmesini üslen-di. 22 Temmuz 1958’de Vuruşkanadaya İş Bankası Müfettişi kim-ligiyle geldi (Ali Çonan).Beraberinde öğretmen, Milli EğitimMüfettişi ve imam kılığında 11muazzaf ve 14 yedek subay vardı.

Kaynak:Cyprus, Britain’s Grim Legacy,

ITV, 26 Haziran 1984ABD Dışişleri Bakanlıgı tarihsel

bölümü: Dizin başlığı “Foreign rela-tions of united states: 1958-1960Cyprus, Greece, Turkey”

Notlar: Ediz Kanatlı “Şiddet” ve “Aklıselim”

Page 10: Yenicag Gazetesi

Yazan: Wendy BrownÇeviren: Tegiye Birey

Wendy Brown adını siyasal bilimler,politik felsefe vs. ile ilgilenenlerimiz-den kaçımız duymuşuzdur? Erkekegemen dinamiklerin bütün çıplak-lığıyla ortada olduğu okullarda, beyaz,yaşlı ve adam karakterler Avrupatabanlı düşüncelerin temelini atarakfikirleri aracılığıyla hegemonyalarınısürdürmektedirler. Bu çevirinin çokçaamaçlarından biri basitçe WendyBrown örneğini kullanarak kadındüşünürleri resmi olmayan bilgi üreti-mi platformlarına dahil etmektir.Wendy Brown düşüncelerinin içer-iğinden toplumsal cinsiyet konusunueksik etmemektedir ve bu başlı başınaönemli bir niteliktir. Ancak WendyBrown’un düşüncesinin teknolojisisiyasal bilimler ve politik felsefeçerçevelerinde başka içeriklere de ışıktutacak niteliktedir. KontrpuanlıToplumsal Cinsiyet (Gender inCounterpoint) yazısı 2003 yılındaFeminist Review akademik der-gisinde basılmıştır, buradaki deyazının tercümesinin ilk kısmıdır.Italik harflerle yazılmış kısımlarçevirenin okuma kolaylığı içineklediği notlardır.

Ustaca ve provoke edici bir şekilde“Cinsiyetin ve Toplumsal CinsiyetinÖtesinde: Kadın ÇalışmalarınınGeleceği” olarak başlıklandırılmışKadın Çalışmaları Ağı Derneği’nin(Women’s Studies NetworkAssociation) 15. kere 2001’de düzen-lenen konferansi bize Kadın Çalış-maları’nı sabit özne ve nesne sınırlarıolmaksızın yürütebilme olasılığınıdüşünmemizi talep etti. Bu süreç kuirve feminist perspektiflerin; birinci,ikinci ve üçüncü dünya ülkelerindendüşünürlerin; sosyal bilimcilerin veinsan bilimcilerinin ve postmodernteori, sosyalist teori, sömürgeciliksonrası teori, ve kültürel feminist teo-rilerinin arasında mükalemelere sebe-biyet verdi.

Bu verimli geçişlere ve üretkendizgilere ek olarak gözlemlediğimbaşka bir dinamik ise, konferanstasunulan araştırmaların çağdaş femi-nist düşüncedeki iki ayrı duruşunarasında gidip gelmeleriydi. Bu ikiduruş cinsiyet ve toplumsal cinsiyetayrımı üzerinden politika üretmekteısrar eden “direnişçiler” ve bu ayrımıbırakıp bilinen söylemin limitlerindendolayı onun dışına çıkmayı öneren“öteciler”, ya da başka bir değişletoplumsal cinsiyet çerçevesinindeğiştirici gücüne olan pozisyonakarşı kadın/erkek ikili çerçevesininradikal bir dayanaksızlığa dayandığınısavunan inanış olarak tanımlanabilir.Bir kutupta (ötecilerin dediği gibi),toplumsal cinsiyetin, cinsel kimliğin,ve cinselleştirilmiş vücutların anlam-ları ve ilişkileri devamlı olarak kayıpgiderken, öteki kutupta (direnişçilerindediği gibi) da toplumsal cinsiyetingeleneksel ve ezici üretimleri, bazenözneye meydan okuyarak ve onumütemadiyen soruşturarak, çoğuzaman bütün şiddetiyle (cinsel şid-

dette olduğu gibi) ama rutin olarak(fakirliğin kadınlaşması gibi) domi-nant varlğını hissettirmektedir.Toplumsal cinsiyet ile ilgili bu ikigerçek ayni anda “gerçek” olabilir mi?Radikal dayanaksızlık ve güç bazlıyaklaşımlar barıştırılabilir mi?

Kutupların birine veya ötekine ver-ilen önem, basitçe, bir seçim, yöntem,epistemoloji veya arastırmanın-politkanin nesnesindeki farklılıkdeğildir. Bu, basitçe, arastırmayıyapan kişinin toplumsal cinsiyetiperformans (performativity) vetemsil (representation) lens-lerinden veya iş bölümü, gibidaha maddesel lenslerden görm-eye yatkınlığından dolayıdeğildir. Ya da, araştırmacının kuircinsel uygulamalarını veya eril cinselşiddeti konusu olarak seçmesindenortaya kendiliğinden çıkan bir ayrımdeğildir bu kutupların ayrımı. Şüphe-siz, bazı tarihsel gelişmeler, teknolojil-er ve teorik anlayışlar toplumsal cin-siyetin cinselleştirilmiş vücutlardanayrımına sebebiyet vermiştir. Kuirfantazisinden tutun da transseksüelameliyatlara ve gerçekle örtüşmeyentoplumsal cinsiyet genellemelerine(kadın derken kimden bahsediyoruz?Sınıf ve ırk farkından tutun da, kişiseltecrübelere kadar uzanan değişken-likler “kadın” diye bir sosyal grubuteşhis edip tanımlamamızı zorlaştır-maz mi?), bütün bu gerçekler şunugösteriyor ki toplumsal cinsiyete bağlıanlam ve tanımlarda gerçek ve sabitolabilecek olgular kısıtlıdır. Ancak,eğer adına “kadın” denen grup haladaha “erkek”lere göre daha fakirse,vücutlarının ve cinselliklerinin dahaaz kontrolünde olabiliyorlarsa,aşağılayıcı cinsel şiddete çok daha sıkmaruz kalıyorlarsa, ve evdeki görün-mez emeğin ve duygusal emeğin aslan

payıhiçbir tahakkük veistihkak olmadan kadınların omu-zlarındaysa, öyle görünüyor ki “per-formans” olarak yapacağımız çok azşey toplumsal cinsiyeti yenidentanımlamaya ve içinde olduğumuzdurumları değiştirmeye yeterlidir.Birinci durumda (öteciler) “kadın” ve“adam” diye gruplaşmalar )dahabirçok farklılıktan dolayı) mümküngörülmezken, ikinci durumda(direnişçiler) toplumsal cinsiyet rol-lerini oluşturan ve organize edengüçler cinselleştirilmiş bir vücudunanlamlarını ve varoluş olanaklarınınçoğunu ya elinden alır, (ya da buanlamların ve varoluşların dışındakalanları ağır bedellerle dışlamış olur.)

Öyleyse, şu anda öyle gözüküyor kifeminizmin doğurduğu iki tane bir-birine karşı gerçekle karşı karşıyayız.Bir tarafta, istikrarlı bir cinsiyet vetoplumsal cinsiyet söylemi mümküngörülmezken (ki bu ileriyegötürülürse feminist bir politika izle-meyi anlamsız kılmaya kadar gide-bilir), öteki tarafta kadınlar “kadın”

olarak işaretlenmeninverdiği toplumsal

cinsiyet önerilerinin(feminist veya femi-

nist olmayan; femi-nizminden de üretilen

“kadın” tanımı kısıt-layıcı kılınabilir), ve bu

toplumsal cinsiyet öner-ilerinin kontrol ettiği cin-

sel normların kıskacındakalabiliyorlar. Pratikte

paradoksal bile olmayanbu çifte gerçeklik durumuy-

la ilgili yapılması gerekennedir? İki duruşa da teorik ve

politik çalışmalarımızdayapıcı yer verebilmenin yolu

nedir? İkisine de kendiçerçevelerinde aciliyetlerini ve

vizyonlarını geliştirmelerinenasıl izin verebiliriz, ayni zamandabirbirlerinin aciliyetlerini ve vizyon-larını geliştirmelerine bir yol bularak?Ayni zamanda cinsiyet ve toplumsalcinsiyetin limitlerini algılayıp bu lim-itlere müdahale edebileceğimiz, enazından önemlerinin azaldığı vebüyük bir ölçüde değişken ve itirazaaçık oldukları bir dünyayi nasıl yarata-biliriz?

Soruyu biraz daha farklı ortaya koy-abiliriz: eğer toplumsal cinsiyetin inti-hari ve toplumsal cinsiyetin inadiniayni anda düşünmek zorundaysak, bueşanlılığın doğası nedir? Bir osilasyonhareketi mi? Karşılıklı öğreniminorkestralaştırılması mı? Bağlam üzer-ine olan duyarlılıkta ısrar mı, yoksabağlam isyankarlığı mı?

Geç modernlik iki ya da fazlagerçeklikleri bir arada tutma model-lerinin limitlerini ortaya koymuştur.Diyalektik karşıtların büyülü bir şek-ilde metafiziksel birleşmesine muh-taçtır, formüllerin “karşıt” olarak tes-

firine ve ilerici bir üst anlatıya bağım-lıdır. Paradoks, hitap ettiği gerçeklik-lerin karşılıklı çözülmesine sebebiyetverdiği için anti-politikken, çelişkimüşterek iptal gerektirdiğinden felçedicidir. Ruhsal karşıtlık modelleriolan bilinç ve bilinçaltı gerçekleri poli-tik üretkenlik yerine ya erüptif bireyleme vuruş ya da tedavi ediciayarlar/baştan anlamlandırmalarönerir. Çoğulculuk göreciliğe teslimolarak çoğul doğrulukları nasıl ölçüptartacağımıza dair bir ipucu vermek-sizin eşölçülemezlği kutlar.Entegrasyon her zaman için asimi-lasyonun ağır bedellerini dikte ettirir;istisnasız bir taraf yönetir ve mutlakaparçalanmak ve değişmek zorundakalan diğerini içine alır. Ve ironi,komikçe ya da trajik olarak, açıkcagerçeklik iddialarının çokluğundan yada yokluğundan ortaya çıkan kayıpgerçekliğe yüzünü ekşitir.

Epistemolojik kabiliyetleri ve politiküretkenlikleri bakımından yetersizlik-leri yanında, bütün bu modellerinuygulanışı bir gerçekliği diğerine tes-lim etmekten geçer. Hiçbiri birbirleri-ni hem dengeleyen hem de gerçek-lerin ayni anda ayrı ayrı beslendiklerive geliştikleri bir yapı önermez.Dahası, modellerden hiçbiri gerçek-lerin kendilerinin dinamik olduğu vekendi içindeki üremelerin ve değişim-lerin bu dinamizmin bir parçası olarakkabul edildiği bir yapı sunmaz.Elimizde halihazırda bulunan model-lerin yetersizliği sebebiyle müzikten,başka bir “çoğul şeyleri bir arada tut-mak” yöntemini, yani kontrpuani,ödünç almak istiyorum. (…)

(Wendy Brown’un Kontrpuan kon-septini feminist ve politik teoriye nasıl

uyguladığını merak ediyorsanız lütfengelecek sayıya göz atmayı unutmayın.)

HABER4

insanım be ben ben de sesimi kesmem!elini çek üstümden asla burdan gitmem Kıbrısım merak etme pilimiz de bitmez gördüklerim fazlasıyla yanlış böyle gitmez

marjinal degil onlar %100 orjinal anlamazsan beynine sok bunu kim kral?saldıranlar hep çakal satılmışçasına bir malgibi hayatları frekanssa tek kanal

kan akmaya da başladı kim huzurlu?kim böyle mutlu? gelecekten kim umutlu?sistemi kim kurdu? hangisidir onurlu? bunları görünce sanki prangalar vuruldu!

Dur demek lazım olan bunca şiddete geçmişin karanlıgı ışık olmaz geleceğegelecekse bizim düşünürüm her gecebarış için savaş çözdüğüm bilmece

1988 Kıbrıs / Lefkoşa doğumlu olan EralTüzün, eski lakabıyla Keshrhyme; 2000 yılındaTürkçe Rap Müziği'yle tanıştı. Keshrhyme,İngilizce kafiye anlamına gelen rhyme kelimesin-den türetilmiş ve kafiye bağımlısı anlamınauyarlanmıştır. Daha önceden rap'i sadece

İngilizce dinleyen Eral Tüzün (Keshrhyme),ilerleyen zamanlarda kendi dilinde yapılan rap'itercih etti.

2002 yılında kendi imkanlarıyla ilk kaydını alıp2003 yılında ilk sahnesine çıkmıştır. Çıktığı busahneden tam not alan Eral Tüzün (Keshrhyme),rap'e daha çok yoğunlaşmaya karar verdi ve 2004yılında bir albümünü tamamlayıp 2005 yılındapiyasaya sürmüştür. Underground bir albüm olan"Aynalar Kırıldı" satışa da sunulmuş ve başarılıolmuştur. Sonra üretime son sürat devam edipardı ardına underground albümler çıkartmıştır:

- Aynalar Kırıldı * 2005- Durdun Sanki Dünya * 2006- Sokak Rüyası * 2007- Kıbrıs Yaparsa (Mixtape) *2008- Kim Bilir? * 2008- 1001 Kelime Oyunları * 2010 (Video Klipli)- The Best of Keshrhyme * 2011

Albümlerinin hepsi underground bir şekildeticari bir amaç olmadan üretilmiştir.

Ms Dynamite, Ceza & Funky C, SagopaKajmer, İstanbul Attack (Fuchs&Timur), CemAdrian, Mor ve Ötesi... gibi önemli isimlerin ön

sahnesine çıktı ve yerel çeşitli radyo, gazete ve TVprogramlarına katıldı.

Birçok Kıbrıslı ve Türkiyeli mc'erle, müzisyen-lerle düetleri bulunan Eral Tüzün (Keshrhyme),"Sessiz Çığlık" isimli parçasına klip çekti vepiyasaya sundu. Beğeni toplayan bu klibin ardın-dan "Gözler Sendeyken" isimli parçasına profesy-onel klip çeken Eral Tüzün (Keshrhyme), gün-den güne beğeni toplamaya kitlesini genişletm-eye devam ediyor ve studio çalışmalarınısürdürüyor.

Marjinal Değil %100 Orjinal

Kontrpuanlı Toplumsal Cinsiyet...Kontrpuanlı Toplumsal Cinsiyet...5 AĞUSTOS 2011 CUMA

Page 11: Yenicag Gazetesi

ÖZEL 115 AĞUSTOS 2011 CUMA

SerhanGazioğluHAFTANIN GETiRDiKLERi

Page 12: Yenicag Gazetesi

AKP ve KIBRISKısa bir Değerlendirme

“(...) Elbette halkın yarısını doğramayı kafasınakoymuş sapkın bir militarizminengellenmesiyle oluşan durumukastetmiyorum – ne yapılabilirdi ki?Sokakta laf eden iki çift öğrenciye,hakkını arayan bir grup işçiye revagörülen “köpek muamelesi”ni hangivicdan kaldırabilir? Yahut şuKıbrıslılara edilen “besleme” lafı.Gönlü yüce, kalbi yüce ve fakat bun-lar bu kadar yüce olduğundan zihni

“cüce kalan” bir zihniyeti, dinsel tevazuun, ahlak-sal diğerkâmlığın neresine yerleştireceğiz? Buboyutları çoğaltmak mümkün. Ancak esas önemliolan, AKP’nin, “siyasal ve iktisadi liberalizasyonu”karşılayabilecek bir ideolojik ve siyasal programı,ve dahası kültürel oryantasyonun olmamasıdır.”*

Artık kesin olarak, herkesçe kabul edilen; dahasıbelki de ağızlarda sakız edilen bir yaklaşımlabaşlamakta fayda var: Kıbrıs’ın şuan içerisindebulunduğu şartları değerlendirirken, özellikleTürkiye’de son yüzyılda gelişen tarihsel süreci deincelemek gerekir. Türkiye’de 1950 sonrası, sürek-li yaşanılan darbelerin bir getirisi olarak birbirleriyleuyum içerisinde değişen hükümet politikalarının,toplumsal yaşama yönelik etkileri; insanlarımücadele anlamında büyük ölçüde umutsuzluğasürüklemesinden ayrı olarak yaratmış olduğukorkunun sefasını şuan mevcut hükümet - AKP -sürüyor... İnsanların halen hergün o vahşet yıl-larıyla yüzleşti(rildi)ği sayısız haberler ekranlardansilinmiyorken, bu acıları/ duyguları kendisinemalzeme edinen AKP hükümeti; sözde darbeciler-

den sorulacak hesabı bahane ederekyaptığı anayasal değişikliklersayesinde şuan faşizmin dik alasını enacımasız şekilde uyguluyor.

Doğal olarak, sanat eserlerini“ucube” olarak nitelendiren; öğren-cisinden/ işçisine kadar sokaktahakkını arayan kendi insanına yöneliksergilediği vahşi tavır; AKP hüküme-tinin geleceğe yönelik yapılacakanayasal değişiklikler açısından insanıbir nebze fikir sahibi yapıyor ki buanayasal düzenlemelerin, gittikçedoğa kanunlarına dönüştürülerek

topluma entegre edilmesinden başka birşeydeğildir.

Bu zihniyet, başörtüsüz kadını perdesiz eve ben-zeterek; sahip olduğu dini-muhafazakar tutumunubile kendi postalarıyla ezerken, Kıbrıs’a yöneliknasıl bir anlayışa sahip olabilir?

Kıbrıs’ta yapılan son seçimlerin ardından tekbaşına iktidara gelen işbirlikçi UBP hükümeti, yıl-lardır TC hükümetleri tarafından uygulanmayaçalışan “ekonomik” tedbirleri kararlı bir şekildeyavaş yavaş uygularken, bu uygulamalara karşıgerçekleştirilen miting ve eylemlerden rahatsızolan TC Başbakanı Erdoğan, stratejik çıkarların-dan bahsederek aslında; stratejik olarak işgalciolduğunu da resmi kayıtlara geçirmiş oldu.

Yine aynı demecinde rahatsızlığını dilegetirirken, eylemlerde açılan pankartların dahesabının sorulması gerektiğini de kapalı kapılarardında değil direk canlı olarak emrediyor.Kanaatimce diplomasi ağızlarından pek hoşlan-mayan Erdoğan’ın üslubu bu derece bizdenolması iyi yönde değerlendirilebilir: Kibardemeçlerle üzeri örtülerek dayatılan emirlerinarkasındaki niyetin ne olduğunu en azından dahanet kavrayabiliyoruz... Çünkü Kıbrıs ile ilgili yapıla-cak yorumlarda içerisinde bulunduğu durumu TChükümetlerine yüklemek acımasızklık olur. En azonlar kadar suçlu olan yerli işbirlikçilerimizin depara ve mevki hırsı bizi bu günlere getiren önemlibir unsuz.

Sadece tek bir demecinden yola çıkarak, Türkiyeve Kıbrıs ile ilgili fikir sahibi olabileceğimiz biranlayışla karşı karşıya olduğumuzun mutluluğu ilesevgiler...

*Birikim Dergisi, sayı 263 s.45– 53, Ahmet Çiğ-dem – AKP ve Türkiye: Bir durum değerlendirmesi

12 YORUM - HABER5 AĞUSTOS 2011 CUMA

GRASOCULARINANATOMİSİ!

İnsan evladı önce yağı, Sonra Gresi, yani Grasoyu keşfetti.Her iki buluş da çook önemli idi.Fatih istanbul’u fethederken,Gemilerini tonlarca yağ kullanarak kaydırdı.

Graso ise dönmeyen çarkların,Dişlilerin dönmesini sağladı.Şimdilerde ise rejimin çarklarının dönmesi için, Yağdanlıklar ve Grasocular full mesai devrede. Hükümet ve muhalefetin görevleri,Koltuk aşkına Rejimin çalışmasını sağlamak. Bunlara halk dilinde, Yağdanlıklar ve Grasocular deniyor… Her ikisi de rejimin tekerleği dönsün diye vardırlar.Kuşkusuz ki bu iki buluş insan hayatını kolaylaştırdı,O nedenle de orijinal Graso ile Yağdanlığa,Söyleyecek sözümüz yok.Ama bunlar,Çakma Graso ve Çakma Yağdanlık!Başbakan - Başgrasocu,

Tekerleğin dönmesi onun iyi bir grasocu olmasına bağlı.Dışişleri Bakanı tanınmamış ülkenin hariciye grasocusu!İçisleri ve Yerel Yönetimler Bakanı, rejimin topluma

nüfuz etmesini sağlayan,Ve nüfus aktarılmasına başçılık eden harbi grasocu!Maliye Bakanı, sinekten yağ, karpuzdan bal çıkaran, Cici grasocu! İyi yağlar iyi grasolar, Dövizin roket gibi çıkışını bir fırsat olarak görür,Görür ama vatandaşın çoktan göçmüş olduğuna,Hiç kafacığını yormaz.Bir gecede herkes % 20 fakirleşirken,O “turist için ucuz memleket” tellallığı yapar.Yani hem yağlayıp hem grasolayan cinstendir!Milli Eğitim ve Spor Bakanı,Milli Görüş Grasocusu ve İlerici öğretmen düşmanıdır!Sağlık Bakanı-Türkiye Hastaneleri grasocusu!Tarım ve Doğal Kaynaklar Bakanı- İnorganik grasocu!Bayındırlık ve Ulaştırma Bakanlığı - Grasoyu fazla

kaçırdı,Bir yıldır kamuoyuna tahahüt ettiği yeni havayolu şirketi, Aşırı grasolanmadan patinaj yapıyor bir türlü uçamıyor,Pistten çıkması da an meselesi!Turizm Bakanı-Tur grasocu.Habire turlar da turlar,Turizm patlması ve Milyon turist sayıklar,Amma ve de lakin turizmden baska herşey vatandaşın

kafasında patlar.Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı,Ari Türk soyu grasocusu;İşi gücü adaya aktarılan nüfusun kalması için habire gra-

solamak!Ekonomi ve Enerji Bakanlığı – Genetik Grasocuların

prensi, KIBTEK satılmayacak demeçlerine rağmen, Özelleştirme için yasaları habire grasolayan bakanımız!Bir de Meclisteki muhalif yağdanlıkları unutmamak

lazım: Sonuçta çarkların dönmesi için hükümete ihtiyaç olduğu

gibi,Muhalefete de ihtiyaç var.Yağlamadan grasolama olur mu?Biri yağlayacak diğeri de grasolayacak. Yağma hasanın böreği devam edecek,Koltucuklar muhafaza edilecek,Türkiye’nin yüksek çıkarları payidar kalacak.Grasocular diyarında bu işler böyle de,Hani diyorum ki memlekette herşeyin abartıldığı gibi,Festivallerin de abartılıp suyunun çıkarıldığı bir ortamda,Son olarak Patates Festivali’nin bile gündeme gelme-

siyle,Neden hala daha bir Yağ ve Graso Festivali yapmıyoruz

diye,Hayıflanmaya başladım.Düşünebiliyor musunuz; bütün Devlet erkanımız ayni

safta dizilmiş,Her numaradan yağ ve graso,Yağla babam yağla, grasola anam grasola.Uuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuu….

GÖZDEN KAÇMAYANLAR!Döviz çıktı piyasalar dalgalandı toplum bir gecede % 20

fakirleşti ama bazı grasocular bu bize yarar demeye getir-di, ardından TC Başbakanı Erdoğan’ın açıklaması geldi:“Kriz bizi teğet bile geçmeyecek”. Halbuki son iki yılda %11 büyüdüğünü iddia eden bir ülkede kriz kelimesinikonuşmak bile abesti. Açıklamanın Türkçe tercümesi şuidi: Mesajı aldık, merak etmeyin gereğini yapacağız…Erdoğan son haftalarda milliyetçilik sopasına sarılıp kurt-lar gibi uluyup tilkiliği seçince uluslararası topluluk ona birgecede nelerle karşılaşacağını net olarak gösterdi.Meselenin özü bu işte! Kurtlar önce ulumayı seçmiş amakarşıda aslanlar kükreyince bissi kedi olmuş!

[email protected]

Yılmaz Parlan

Salih Batak

[email protected]

cozm

omili

tan@

gmai

l.com

n cMülteci tanımının

cyapıldığı ve mülteci hak-

larına ilişkin maddeler

içeren 1951 Cenevre

Sözleşmesi 60. yılına

giriyor. Türkiye, 1968’den

beri sözleşmeyi “sınırlı”

uyguluyor.

(BİA-NET) Mültecilerin HukukiDurumuna Dair CenevreSözleşmesi, Birleşmiş MilletlerGenel Kurulu’nda 1950 tarihindekabul edilmiş, 28 Temmuz 1951tarihinde imzalanmış ve 22 Nisan1954 tarihinde yürürlüğe girmişti.Türkiye sözleşmeyi 29 Ağustos1961 tarihinde, 359 sayılı kanunlaonaylamıştı.

Uluslararası Af Örgütü Türkiye(UAÖ), 29 Temmuz internetsitesinde yaptığı açıklamaylaTürkiye’yi, tarafı olduğu CenevreSözleşmesi’ni “sınırlamaolmadan” uygulamaya çağrıldı.

Sözleşme, mülteci tanımını“1951 yılından önce ve Avrupa’dameydana gelen olaylar” şartıylasınırlarken bu sınır MültecilerinHukuki Statüsüne Dair Protokolile 1967’de kaldırılmıştı. Türkiyebu değişikliği 1 Temmuz 1968’de“coğrafi sınır” şartıyla onayladı.Türkiye şu anda Avrupalı veAvrupalı olmayan mültecilerarasında bu ayrımı etkin bir şek-ilde uygulayan tek ülke.

UAÖ Türkiye’nin açıklamasındaşöyle deniyor:

“Türkiye sadece AvrupaKonseyi üyesi ülke vatandaşları-na mülteci statüsü verebilmekte-dir. Avrupa Konseyi üyesi

olmayan ülkelerden gelen kişilere“geçici sığınma” imkanı tanımak-tadır. Türkiye şimdiye kadar 27’siYunanistan, 6’sı Bulgaristan, 6’sıSırbistan-Karadağ, 3’üAzerbaycan ve 1 de Arnavutlukvatandaşı olan toplam 43 kişiyimülteci olarak kabul etmiştir. Irak,İran, Afganistan, Suriye veSomali başta olmak üzere AvrupaKomisyonu üyesi olmayan birçokülkeden her yıl binlerce kişiTürkiye’ye sığınmak zorundakalmaktadır. Türkiye sözleşmeyicoğrafi sınırlama ile uyguladığıiçin Avrupa dışından gelenleregeçici ikamet izni vererek, bu kişi-leri Birleşmiş Milletler MültecilerYüksek Komiserliği aracılığıylamülteci kabul eden ABD, Kanada,Avusturya gibi ülkelere yerleştirm-eye çalışmaktadır.”

“Uluslararası StandartlarlaUyumlu Hale Getirilmeli”UAÖ Türkiye’nin açıklamasında

Avrupa Konseyi İnsan HaklarıKomiseri Thomas Hammarberg’in28 Haziran 2009 tarihli raporunda“Türkiye’nin coğrafi sınırlamayı enyakın zamanda kaldırmasını vesığınmacı, mülteci tanımlarının biran önce uluslararası standartlarauygun hale getirilmesini” önerdiğiifade edildi.

Ayrıca TBMM İnsan Haklarınıİnceleme Komisyonu’nunTemmuz 2010 tarihinde yayın-ladığı raporda da Türkiye’ninuygulamakta olduğu coğrafi kısıt-lamayı herhangi bir gerekçeyebağlamadan kaldırması gerektiğibelirtilmişti.

Cenevre Sözleşmesi 60. Yılında...

Page 13: Yenicag Gazetesi

YORUM 135 AĞUSTOS 2011 CUMA

ETRAF ISINDIKCA ISINIYOR?

Havalar iyice ısındı. Isınmak ne demek;Resmen kaynıyoruz. Sadece havalar olsaiyi. Siyaset de etrafımızı kuşatılmış şekli ileoldukça kaynıyor. Belli olan artık bildik yerdeolmayacağın-mız gerçeği oluyor. İsterKıbrıs’ı ister bölgeye bakın gelişmeleroldukça kaoslarla el yordamıyla yol bulmaçıkmazında bulunmaktayız. Orta doğu çölfırtınasından tutun Kıbrısta artık bildikKıbrıstan kayan zeminde yaşıyoruz.Yaşıyoruz yaşamaya; Ancak gelin görün kibunu doğru dürüs yazan çizen veyakonuşan da yoktur. Güneyde artık genelese-leşen kriz açıklamaları veya kuzeyde artıkBeyaz Yeşil kartlarla nasıl direk nufusaldeğişimin kendisi yaşanıyor. Bir de şukandırmaca sözler de durmadan tekrarlanıy-or; “iki toplum lideri görüşüyor. Oldukça iyimesajlar veriyorlar”. Haydin bakalım nerdenbaşlamalı?

Yaz bu kez bir başka geçiyor. Sadeceiklimler bozulup ısılar değil etrafımızdan bizeoldukça çalkantılarla başka ısılarda buhar-laşma aşamasına geldiler. Bunların hangisiniyazayım? Üstelik önemli paradoks da vardır:Kimsenin çoğu konuda konuşma niyeti veyabilgisi de yoktur. Brakın ilgisizleri; Konuylailgileniyorum söylenticileri dahi konudanoldukça uzak. Oysa tekrarladığım gibioldukça kaynayan olaylarla artık burası bildikburası olarak kalmayacak. Tek tek olayları

anlatma yerim olmamasınedeniyle bu hafta sizişöylkesine Kıbrıstan Ortadoğuya bir siaysal geziylekısaca olanlardan söz ede-cem.

Kıbrısta taşlar oynuyor.Kuzeyde sistem kendiniyeniden üretme adına vedirek dış sermaye veyaiçeleşen Türkiye gerçeğine

daha kalıcılaştıracak net tartışmasız adımlaratılıyor. Öğretmen akademisi son kararlar venufusu tetikleyip daha yasal kılma adına“beyaz yeşil kart” uygulamaları başladı. Artıkburada değil direk Türkiye yetkilileri yenidenoluşturdukları idolojik siyasal hedflerle açık-lama yapıyorlar. Tabi çaktırmadan sermayeyerleşkesi de artıyor.Güneyde ise artık bildikyapı kalmıyor. Direnilen yapıya özelikleYunanistan ekonomik krizi, uluslar arası ser-maye örgütlerinin direk tavırları ve sanki negüzel tuhaf tesadüf gibi oluşan patlamaylayaşanılan yıkımlar hepsi bir anda işleyenyapıyı altüst yaptı. Ekonomide ve siaysetekseninde kriz ve belirsizlik öne çıktı. Bir çokkelimeyle resmi anlatılar yapılırken, bazılarıresmen bilinmesine karşın söylenmiyor.Böylesi paradoks yaşanıyor. Belli olankarma ekonomik örneği ve Akel yönetimiyıkılmakta ve Kıbrıs ismi krizlerle anılmaaşamsında oluyor. Bunlar olurken de enironik açıklamalar da güldürüye adaydır: “ikitoplum lideri çözüm için görüşüyorlar”. Budahi handikap oluşturuyor. Hem yetkilerisınırlanaıp sorgulanan, resmen Kıbrıs içinbaşkaları hesaplarını öne çıkarırken, tümyük iki lidere veriliyor. Dahası tüm koşullarısize tekrarlayacak en iyimser insanlar dahi,dönüp kendielrini yalanlarcasına da bunlarıcesaretlendirip çözüm bulacaklarını vurgular-lar. Tabi hangi çözüm ilkesi hiçseslendirilmek istenmez.

İçseleştiğimiz Türkiyede ise artık AKPdevlet içindeki hakimiyetini resmen ilan ediy-

or. Son general istifalarında gayet doğalkarşılanması ve piysaların dahi hiç olumsuztepki vermemesi bize egemen oligarşik yapı-daki din piyasal kardeşleşmenin devlet içitamamlanmasından haberdaryapıyor.Başlayan çatışmalar ve ölüm haber-leri ise bizi gelişmeleri dikaktle ele almamızıgerekrtiren zemin haline getirdi. Tabi kimsebunun umurunda dahi değildir. Elbet tümbunları Türkiyenin bizim içsel gerçeğimizdenve orda doğu model olma açıklamalarındankoparmamak gerekir.

Suriye doğu komşumuzda ise korkunç birtaplo ile karşı karşıya bulunuyoruz. Biryanda diktatör Esat yönetimi diyer yandanartık neyin nerede olduğu çelişkleriylemuhalefet çizgileri artık kan gölü ilebüyümektedir. Devletin baskıları bir yanda,öte tarafta Amerikan Fransız elçilerinin dahikatıldığı siyasal taplo ve muhalefet çeşitlilik-leri ama hala liderlik belirsizlik zeminindekimin nerde başilatılma bilgisizlikleri ile akıpgidiliyor. Belli olan Suriyenin özelikleHamaya giden Amerikan Fransız elçilik men-suplarına karşı çıkmasından sora emperyal-istlerin Esatsız Suriye çizgisine kaydıklarıdır.Hatta şimdilik söylenmese de aslında Suriyekayışla özde Lübnandaki Hizbulah hareke-tinin direncinin kırılmasını da istemektedirler.Yeni bir siyasal seçenek de Suriye zayıfla-ması ile ve Türkiyenin alacağı rol sonucuTürkiye İsrail ekseninin daha açıkta oynamakoşulları da artacaktır. Türkiye Suriyeekseniyle siyasal kendine göre övünmealırken, İsrail de otoriter komşusunun gele-cek kırılmasını yapacak Türkiye sayesindedaha rahatlayacağı Orta doğuya ulaşacaktır.

Madem İsrail dedik; Birkaç önemli söz ede-lim. İsrailde hepimiz biliriz ki giderek din veırkçılık siayseti daha bir güçlendi. Bundandolayı hem yerleşim kurma hemde içtekidiyer azınlıklara daha da yasal baskılar yap-tılar. İsrail böylesine katı kuralarla adetameydan okurken kendi halkında bazı terslik-ler de yaşadı. Son petrol zammı ve gıda

konusundaki kararlar halkı sokaklara döktü.Gösteriler haftalarca sürdü. Buna grevlerlede destek verildi. “Görüşmem” duruşundaolan İsrail hükümeti sonuçta görüşmesedezammı geri aldı. Buna benzer başka karar-larda verildi. Burda çok önemli mesaj şudur.Halk tepkisini sokakta gösterdi. Gösterileryapıldı ve grevler ondan sora geldi. Öyle birufak zamanda birkaç sözle kalınmadı. Budirenç en acımasız İsrail hükümetini dahigörüşmesede kararlarını gözden geçirmeyezorladı.

Etrafımızdaki ısıya uyup gezmek istedik.Turislik gezi deyil siyasal gerçek anlatmakistedik. Makale sınırlı. Yalnız eklemedenolmaz: Lipyada hani şanlı denilen veTürkiyede dahi toplantıları yapılan muhalefetvar ya: Biz derdik ki bunlar belirsiz ve çelişk-ili olmaktadır. İşte hafta sonu bu şanlı ve sis-temin desteklediği kesimin askeri lideri vurul-du. Bize demokrasi ve özgürlük için yuturu-lan Natonun bonbalarının yağdırdığıLipyadaki oyunun beklide arayıp da bulamy-acağımız bir gelişmesini sundu.

Mısırda devrimin devamı için sokağa çıkankesimelrin karşısına dincilerin liberalerinçıkarılmasıyla oluşan parçalanma da değin-meden olmaz. Bunlara daha ekleyeceketrafımızı ısıtan olay çok. Ama bunlarsadece tek yanıt veriyor. Orta doğu kaygankoşularında artık eski bölge ortamı kalmıyor.Yeni sınırlar yıkımlar ve düşmanlıklarla ser-maye kazandıkça daha acımasız sömürüsürecektir. Sermaye ekonomisi ve geneldekapitalist yapı bize şunu hep öğretti: “Dündostunuz yarın düşmanımız olursunuz”.Çoğu bu günlerde suçlanan kesim dün sis-tem için çok insan canı yaktılar. Ama şimdifilimdeki rolu bitip emekli olan sanatcı gibibunlar tertipleniyor. Elbet her tertiplenme deyapanın kuralalrına göre yapılır. Sisteminişleyen makinesi de böyle. Bakalım ısınanhava yumuşayınca altından ne çıkacak?

TARİH KIBRIS SORUNUNDA ÖNEMLİ...

Makarios Druşotis’in Güney’de yayımlanıpKuzey’de Türkçeye çevrilen kitaplarını okursakson elli senede ne kadar hatalar yapıldığını dafark ediyoruz. Bence en önemli husus bu

hataların bir Kıbrıslırum aydın tarafından bulunup kitapların-da işlenmesi ve Kıbrısrum toplumuna sunulmasıdır ki birdemokrat aydının Kıbrıs Sorununa yapacağı en büyük katkıda budur.

Bu kitaplardan kronolojik olarak belirtmek gerekirse enönemlisi özellikle EOKA Dönemini ele alan”Karanlık YönEOKA” adlı kitabıdır.Bu kitapta Yazar, sf. 90’da 1970 yılındaöldürülen Kıbrıs Cumhuriyeti eski İçişleri Bakanı ve eskiEOKA’cı Yorgacis’in İngilizlerinin gönüllü muhbiri olduğunubelgelerle bizlere isbat etmektedir. Mesela aşağıdaki yazıda biz Kıbrıslıtürklere pek de yabancı değildir ve EOKA’nınbenzerlerinden pek de farkı olmadığını anlamaktayız (sf94):

“EOKA, her şeyin etrafında döndüğü kişi merkezli birörgüttü. Örgütlü kurmay heyeti yanında bilgileri değer-lendirip kimin vatansever, kimin hain olduğu yönünde güve-nilir sonuçlar elde edecek etkin bir istihbarat servisi yoktu...”denmektedir.

“Londra Konferansı’nda Zürih anlaşmalarının imzalan-masından hemen sonra yeni Kıbrıs devletinin kurulmasınınzor işi başladı. Uzlaşılanların, Kıbrıs Cumhuriyeti’ninilanının uygulamada mümkün olabilmesi için hayata geçir-ilmesi çok zor bir çabaydı. Çünkü, Enosis için verilenancak, yapısı açısından kompleks, Elen çoğunlukla Türk

azınlık arasında yetkilerin paylaşımı açısından ise kendinehas bağımsız bir devlet kurulmasına yol açan bir mücade-lenin bittiği ilkesi vardı”(sf.297).

Druşotis’in yazdıklarından EOKA içerisinde ve Kıbrısrumbürokratları arasındaki çıkar çatışmalarının da 1960 yılındaCumhuriyet’in kurulmasından sonra devam ettiğini, 1963yılı çatışmaları sonrasında da çelişkilerin kendi taraflarındaartarak devam ettiğini görmekteyiz. Bu arada kurulan hergizli örgütün enosis idealini öngörmesi de bir başka önemlinoktaydı.

Druşotis; “Kıbrıs 1963-1964-İlk Bölünme” adlı kitabındabizlere yapılan hataları yansıtmaya devam etmekte(sf.42):“...Yorgacis’in misyonu doğrultusunda sol kesimin yenidevlette etkisini azaltma amacıyla örgütlü antikomünistpropaganda mekanizması ürünüydü. AKEL, Makarios’la itti-fak kurarak savaşçıların eleştirilerinin etkilerini azalttı vekendine hükümeti destekleme rolü biçtiğini ortaya koydu.Ancak bu, AKEL’in kendi ideolojik özerk siyasi çizgisini terkederek, Kilise’nin milliyetçi propagandasının bir parçasıolduğu anlamına geliyordu”.

“BM raporlarına göre, yerleşim bölgelerinin içindeki durumkorkunçtu. Kıbrıslı Türklerin gerek kendi liderliğinin karar-ları, gerek Kıbrıs Rum liderliğinin dayatmaları sonucu içinegirdikleri izolasyon, insanlar için muazzam sosyal sorunlaryaratmıştı. Kaymaklı bölgesini terk eden 800 kişi yıllarcaLefkoşa’nın kuzeyindeki Kermia bölgesinde çadırlardayaşamıştı. Özellikle devlet memuru 4000 kişinin işini kay-betmesiyle işsizlikte astronomik artış görülmüştü.BMKıbrıslı Türk çalışanların istihdamını düzenlemeye çalışmış,ancak ne hükümet ne de onların liderliği işbirliğineyanaşmıştı. Nüfus yardımlara dayanarak yaşıyordu.120.000 kişiden, 56.000’i Kızılhaç’tan bir şekilde yardımalıyordu” (Aynı kitap, sf. 122-123).

“Bir Türk istilası durumunda Kıbrıslı Türk sivillerin canlıkalkan olarak kullanılması, anayasa değişikliği önerilerinihazırladıkları 1963’ten beri Kıbrıslı Rumların planlarında yeralıyordu. Ne zaman istila tehdidi baş gösterse, KıbrıslıTürkleri infaz etme tehdidi hemen gündeme geliyordu. 6ağustos’ta, Türk gemilerinin karaya asker çıkarmak içinKoççina bölgesine yaklaştığı bilgisi ulaştığında, ÇalışmaBakanı Tassos Papadopulos, ABD Büyükelçisi’ne Türklerinistila başlatması halinde Kıbrıslı Rumların “yerel durumudenetim altına alma” planları olduğundan söz etmişti. “EğerTürk filosu bizim on iki millik karasularımıza girerse, bunuistila başlangıcı sayarız. Kendimizi savunabilmemizamacıyla Kıbrıslı Türkleri temizlememiz için 75 dakika

kazandıracağını hesapladık. Bunu yapacak planlara vearaçlara sahibiz” (Aynı kitap, sf 259-260).

Kıbrıs sorununda dürüst bir taraf yok. Ama şunu daeklemeli. Kıbrıslıtürklerin ezen tarafa karşı 1963-74 döne-minde suçları varsa, bu teraziye konulduğunda esas etkintaraf olarak ağırlık Kıbrıslırum egemenler ve ezenlertarafındadır. Ezilenlerin kendilerini yanlışlar yapsalar bilemüdafaa etmeleri meşrudur. 1974 yılına gelinceye kadarDruşotis’in aksettirdiği kadarıyla Kıbrıs Rum egemenleri deepeyce yanlışlar yapmışlardır. Hele hele HristakisVanezos’un Derviş Ali Kavazoğlu adlı kitabını okursak bunudaha da iyi anlamaktayız. AKEL’in kendisine sığınanKavazoğlu’nun adeta üzewrinde ağırlıkmış gibi hakkındadedikodu yapması ve bunu hareketleriyle belli etmesiKavazoğlu üzerinde oldukça büyük bir baskıydı. Ben kitap-tan onun bilerek intihara gittiği konusunda bir intibaedindim. Yanlışsam beni birileri aydınlatsın. Şu andakiyaşantımızdaki duruma da o hatalardan süzülerek geldik.Elbet Türk egemenlerini de eleştireceğiz. Ama 1974 yılındaKıbrıstürk toplumunun enklavlar içerisinde müdafaa içinTMT ile ittifak yapması da kaçınılmazdı diye düşünüyorum.Çünkü karşıda kendini mahvedecek acımasız bir şövenizmvardı.Bunun yanında kendine “Komünist” diyen bir partininDruşotis’in de aktardığı gibi birçok gizli ittifakı veşövenistlerle işbirliği de sözkonusuydu. Akel komünismiüzerinde tartrışma başlatmak da bana göre oldukça önemli.“Amaca varmak için her türlü araç meşrudur” diye kabul muedelim? Elbette hayır.... Kıbrıslıtürkler etkisi pek degeçmeyecek ve travma yaratacak böyle bir ortama elbetteşimdilere kadar güvenemeyecekjerdi. Şu anda bile bu yan-lış imajların travmalarında değil mi zaten toplum? Şu andabile kendi haklarına bile Kuzey’de bunca saldırı varsa vesessizse elbette geçmişte yaşanılanların da bugünkü yan-lışlarda önemli bir payı vardır. 1974 sonrası yaşananlar dadaha önce yaşanılan ve yapılan hatalarla ilintilidir. Bunlarıkonuşmak ayıp değil ve özgürce her iki tarafta da tartışıl-malıdır. Evet, emperyalizmin de oyunları vardı da, dinamik-lerde milliyetçiliklerin etkili olmalarını gölgelemek ve tümgünahı emperyalizme yüklemenin de bir faydası yok.

Bunları konuşup tartışmak çözüm için de faydalı olacak.Çünkü geleceği belirlemek için bunlar oldukça önemli...

Not: Bu kitapları çeviren Galeri Kültür’ün de bu kitaplarınkütüphanelerimize girmesinde önemli bir katkısı olmuştur.Bunu da burada belirtmek bir borçtur diye düşünüyorum...

[email protected]

[email protected]

Ulus Irkad

ÖzkanYıkıcı

Page 14: Yenicag Gazetesi

İKİ NOKTA ÜST ÜSTE

Genelkurmay başkanı ve kuwet komutanlarının istifaetmesi ile birlikte, Türkiye; tamamen açık bir şekilde yeniyeimkanlar sunan bir kırılmayı yaşıyor.

İttihat ve Terakki’nin Osmanlıda yönetime egemenolmasıyla başlayan ve Cumhuriyetin kuruluş sürecindenson yıllara kadar etkinliğini arttırarak devam ettiren askeriyezihniyeti ve pratiklerinin toplamı; bugün Türkiye devletininyeni yol almalarına arafe olmuş durumdadır.

Cumhuriyetin kurucu kadrolarından üniformalarını çıkarıpaçık siyasete soyunanların dışında kalan ki büyük çoğun-luğu kalmıştı, siyasette bir adım geride durarak meslekiyaşamlarını sürdürmüşlerdi. Kurucu kadroların önderlerininsiyasete atılmaları, yirmi yıla yakın genelkurmay başkanlığıyapan Fevzi Çakmak’ın gözetiminde ve Mustafa Kemal’inşahsında politikanın içinde daima var olmalarını ortadankaldırmamıştı.

İkinci paylaşım savaşı ile birlikte Türkiye’nin kendisini batıittifakı içerisinde konumlandırmaya çalışması, doğal sonucuolarak o dönemde bunun en iyi anlatımı olan NATOörgütlenmesiydi. Silahlı kuwetlerin kendisini geleceğe taşı-ma çalışması bir taraftan bu örgütlenmeye katılmayı talepettirirken, diğer taraftan da kendi kadrolarından seçtiği per-sonelleri ABD’ye eğitim almaya yolluyordu.

Silahlı kuwetlerdeki general yığılmalarından dolayı, yeninesil subaylar esas olarak kıdemli albay rütbesiyle kadrosu-

zluktan emekliye sevk ediliyordu. Bu durum silahlı kuwetleriçerisinde subay kadrolarında huzursuzluğa neden olurken,diğer yandan da eğitim alan ve silahlı kuwetlerin yeni dok-trinler çerçevesinde yeniden şekillendirmeye çalışan ABDprojelerinin gerçekleşmesini engellemekteydi.

1960 darbesinin aynı zamanda Albaylar Cuntasıolmasının önemli gerekçelerinden biri de bu generallerintasfiye edilmesiydi.

Dolayısıyla dönemin siyasi konjöktürü bir yana koyduğu-muzda bunun da en az siyaset kadar değere sahipolduğunu görürüz.

Emir-komuta zincirinin parçalanması ve generallerin tas-fiyeleri yapıldıktan sonra, silahlı kuwetlerin yeni örgütlenmeşekli yaşama geçmeye başladı. Ordu evlerinin kurulması,OYAK –Ordu Yardımlaşma Kurumu- kurularak iaşe soru-nunu bu kurumun aracılığı ile giderilmesi, OYAK kurumu-nun maaşlardan yapılan kesintilerle hızla mali güç halinegetirilmesi, OYAK ve buna benzer askeri kurumlara maliyükümlülük ve denetim yapılmamasının sağlanması, silahlıkuwetlere yönelik APY –askeri personel yasası- çıkarılmasısivil yargı yerine askeri yargıda yargılanması düzenlemeleriyapılması. Kısacası; silahlı kuwetlerin toplumdanayrıcılaştırılması için tüm adımlar atılmıştır.

İttihat ve Terakki’den beri kendisini devletle eşitleyenaskeriye, 1960 darbesiyle birlikte kendisini yenidenüreterek, hem toplumdan ayrıcalıklı hale gelmiş ve hem dekendisini devletle eşitlemede daha etkin duruma gelmiştir.

1971 darbesi ile 60’tan miras aldığı orduda darbetehlikesini tasfiye ederek, emir-komuta zincirini perçinlemişve Milli Güvenlik Kurumu –MGK- yapılanmasının oluşturul-masını sağlatarak siyasetin ana aktörü haline gelmişti.

TC devletinin kuruluş yanlışları/hataları/handikaplarındandolayı; bölücülük-komünizm-şeriat üçlemesi ile siyasetidaima elinde tutmuştur. Dışa karşı bir örgütlenme olmasıgerekirken,o, içe yönelik bir örgütlenmeler yarataraktahakkümünü sürdürmüştür.

1980 darbesinden sonra, özellikle Kürt Sorunu savaşınınbaşlamasıyla birlikte silahlı kuwetler hayatı tamamen yöne-tir konumunu pekiştirmiştir. Kemalizm(!) ideolojisiyaratılarak, kendi egemenliklerini siyasette anlamlandır-maya çalışmışlardır.

Yönetmede aldıkları bu güç; NATO konseptinin kendiler-ine yaratmış olduğu imkanlar sonucuydu. Ülkenin siyasikaderine her nokta vuruşları, önce NATO karargahı tarafın-dan bilinmekte ve onay almaktaydı.

Varşova Paktının dağılması ve buralardaki siyasi iktidar-ların yıkılması ile birlikte NATO, karşıtının yok olmasındandolayı kuruluş amacını yenileyerek yola devam etmekdurumundaydı. Dolayısıyla eski örgütlenmelerin tasfiyeedilmesi ve dönüştürülmesi sonucu olarakderinNATO/gladyo/kontrgerilla örgütlenmeleri en alt nok-taya kadar geriletildi.

Bu dönem, Türkiye’de Kürt savaşının en yoğun döneminedenk düştü. Derin NATO/Gladyo/Kontrgerilla operasy-onunun yapılmadığı tek ülke Türkiye kalmıştı.

Yeni NATO konseptine uymayan bu durumunu alt sınır-lara çekmeye yanaşmayan silahlı kuwetler, Milli GüvenlikKonseyi sekreteri Tuncer paşanın ağzından: “Türkiye, ken-disinin de içinde yer aldığı Rusya-Çin-İran ittifakı yaratıl-malıdır.” düşüncesini sesli anlatmaktan kendini alıkoy-mamıştır.

Türkiye’nin AB projesi, ABD’nin Türkiye’ye İslami devletlerve Türki Cumhuriyetlerde biçtiği rol ve G20 ülkeleri konsep-tine uyabilmesi için; en büyük tıkaçlardan olan silahlıkuwetlerin eski konseptinin değiştirilmesi gerekiyordu. Vebunun olabilmesi içinde değişime ayak direyen odaklarıntasfiye edilmesi gerekiyordu.

İnternet darbeleri, post modern darbeler ve darbe planla-ma ve örgütlenmeleri bu yeni süreci ısrarla görmemeninsonucudur. Bu direnmelerine ABD ve AB’den destekgörmemeleri ve yeni NATO konseptine aykırı durumların-dan dolayı; bu anlayış ve unsurlar tasfiye olmaktadır.

Bugün, bu tasfiyeler yapılırken; hem hukuk kullanılır duru-ma getirilmiştir ve hem de hukukun yarattığı imkanlardan;bir zamanlar hakimiyetlerini sağlamak için oluşturmuşoldukları ordunun merkezi yönetmelikleri çalıştırılarak süreçtamamlanmaya çalışılmaktadır.

Silahlı kuwetler; kendisini devletle özdeşleştiren halinden,devletin bir kurumu olma haline geçiş sürecini yaşıyor.

Sorun budur.

YORUM14 5 AĞUSTOS 2011 CUMA

[email protected]

Ali Sarıtepe

Page 15: Yenicag Gazetesi

YORUM 155 AĞUSTOS 2011 CUMA

Slavoj Zizek

Yakın zamana kadar çoğu Avrupa ülkesi,seçmenlerin büyük bir kısmına hitap eden ikiana parti tarafından domine edilmekteydi: Birmerkez-sağ partisi (Hıristiyan Demokrat,Liberal Muhafazakar, Halkın Partisi vs.), birmerkez-sol partisi (Sosyalist Parti, SosyalDemokrat Parti vs.). Komünistler veyaYeşiller gibi partiler de daha ufak seçmengruplarına hitap etmekteydi.

Batı ve doğudaki son seçim sonuçları iseartmakta olan bir kutuplaşmaya işaret ediyor.Artık bir yanda merkezde duran ve küreselkapitalizmi savunan, genellikle liberal kültürelprograma sahip olan (mesela kürtaja, eşcin-sel haklarına, dini ve etnik azınlıklara karşıçıkmayan) partiler var.

Diğer yanda ise, açıkça ırkçı olan neo-faşistgrupların desteklediği ve gittikçe güçlenengöçmen karşıtı popülist partiler var. Bununen iyi örneği, komünistlerin gitmesindensonra ana partilerin Başbakan Donal Tusk’unideoloji-karşıtı liberal merkez partisi veKaczynski kardeşlerin Hıristiyan Hukuk veAdalet Partisi’nin olduğu Polonya.

Benzer eğilimler Norveç, Hollanda, İsveç veMacaristan gibi ülkelerde de bariz bir şekildemevcut. Peki bu noktaya nasıl geldik?

ARTIK KRİZ BİR HAYAT TARZIRefah devletinin on yıllar boyunca verdiği

umudun ardından, finansal kesintiler ‘geçici’olarak ilan edildikten ve her şeyin yakındanormale döneceği sözü verildikten sonra,krizin - veya sürekli olarak kemer sıkma poli-tikalarına ihtiyaç duyan (sağlık ve eğitim sis-temlerini kısan, maaşları azaltan ve iş imkan-larını daha geçici yapan) ekonomikolağanüstü halin kalıcı olduğu yeni bir çağagiriyoruz. Artık kriz bir hayat tarzı.

Komünist rejimlerin 1990’larda dağılmasın-dan sonra, devlet gücünün kullanımınınbaskın formunun, depolitize olmuş uzmanyönetimi ve çıkar uyumu olduğu bir döneme

girdik.Bu tarz bir siyasete, insanları mobilize

etmek için tutku eklemenin tek yolu korkudur:Göçmen korkusu, suç korkusu, allahsız cin-sel sapkınlık korkusu, devletin güçlenmesi vebüyümesi korkusu (devletin daha fazla vergialıp daha fazla kontrol sahibi olması), çevre-sel felaket korkusu ve taciz korkusu(siyaseten doğruluk da korku siyasetinin lib-eral formunun bir örneğidir).

Bu tarz bir siyaset, kitleleri paranoyak-laştıracak manipülasyonlara muhtaçtır -kork-muş kadın ve erkeklerin korkutucu gösteri-leri. Bu yüzden yeni binyılın ilk on yılınınbüyük olayı, göçmen karşıtı siyasetin anaakıma dönüşmesi ve göçmen karşıtlığınıaşırı sağ partilere bağlayan göbek bağınınkesilmesinden sonra meydana gelmişti.

AVRUPA’DA YA SEV YA TERK ET HİSTERİSİFransa’dan Almanya’ya, Avusturya’dan

Hollanda’ya kadar, bireylerin kültürlerine vetarihlerine dair yeni gurur hissiyatıyla anapartilerin, göçmenlerin ev sahibitoplumu tanımlayan kültürel değer-lere göre hareket etmesi gerekenmisafirler olduğunu söyleyen“burası bizim ülkemiz, ya sev yaterk et” söylemi kabul görmeyebaşladı.

İlerici liberaller, doğal olarak,böylesine popülist birırkçılık karşısındadehşete kapıldılar.Ancak yakındanbakıldığında, buliberallerinçokkültür-lülüğe toler-ansıve

farklılıklara saygısının, göçmen karşıtlarıylane kadar çok ortak noktası olduğu anlaşılıy-or. “Onlara karşı saygım var” diyor liberaller,“ama benim kişisel alanıma da çok müda-hale etmesinler. Bunu yaptıkları an, benitaciz etmiş olurlar. Pozitif ayrımcılığı tama-men destekliyorum, ama göçmenlerin çaldığıyüksek sesli rap müziğini dinlemeye hazırdeğilim.”

“Öteki”lerle araya belli bir mesafe koya-bilme hakkı olarak tanımlanan “tacizedilmeme hakkı”, ileri kapitalist toplumlardaartan bir şekilde bir insan hakkı şeklindeortaya çıkıyor: Ölümcül planlara sahip birterörist Guantanamo’da, hukukun üstün-lüğünün olmadığı bir boşlukta tutulmalı, kök-ten dinci bir ideolog da nefret yaydığıgerekçesiyle susturulmalı. Bu tarz insanlarbenim huzurumu bozan zehirli nesnelerdir.

Günümüz pazarında “zararlı” olarak tanım-lanan özelliklerinden arındırılmış bir çok ürünbulabiliyoruz: Kafein içermeyen kahve, yağiçermeyen krema, alkol içermeyen bira. Vebu liste devam ediyor: Sanal seks için seks

içermeyen seks diyebilir miyiz? ColinPowell doktrinine uygun bir şekilde

kayıp içermeyen –tabi ki yalnızcabizim tarafımız için- savaş için desavaş içermeyen savaş diyebilirmiyiz?

Günümüzde siyasetin “uzmanyönetimi sanatı” olarak yeniden

tanımlanmasıyla siyaset için,siyaset içermeyen siyaset

diyemez miyiz? Bu, bizigünümüzün“hoşgörülü” çokkültür-lülüğüne kadargetiriyor: Öteliğindenarındırılmış öteki -kafeinsiz öteki.

‘MAKUL ORANDA’IRKÇILIKBu tarafsızlaştırma, etki-

sizleştirme ve nötrleştirme mekanizması eniyi haliyle, kendisini “ılımlı” anti-semitistolarak tanımlayan ve makul anti-semitizmintarifini yapan Fransız faşist entelektüelRobert Brasillach tarafından 1938’de formüleedilmiştir:

“Kendimize bir yarı-Yahudi olan CharlieChaplin’i alkışlama, bir yarı-Yahudi olanProust’a hayran olma, ve bir Yahudi olanYehudi Menuhin’i alkışlama izni veriyoruz...Kimseyi öldürmek veya bir pogrom (örgütlübir şekilde yapılan Yahudi katliamı) düzenle-mek istemiyoruz. Ancak aynı zamanda,içgüdüsel anti-semitizmin tahmin edilemezeylemlerini durdurmanın en iyi yolununmakul, ılımlı bir anti-semitizm örgütlemektengeçtiğini düşünüyoruz.”

Bu tavrın aynısı, “göçmen tehdidi” ilemücadele eden hükümetlerimizde de yokmu? Doğrudan popülist ırkçılığı demokratikstandartlarımıza göre mantıksız ve kabuledilemez olarak adlandırdıktan sonra, “makulbir oranda” ırkçı olan korumacı yasalaraonay veriyorlar.

Bazıları sosyal demokratların içinden çıkangünümüzün Barsillachs’ları bize: “KendimizeAfrikalı ve Doğu Avrupalı sporcuları, Asyalıdoktorları, Hindistanlı yazılımcıları alkışlamakiçin izin veriyoruz. Kimseyi öldürmek veyapogrom düzenlemek istemiyoruz. Ancak aynızamanda, vahşi göçmen karşıtı hareketintahmin edilemez eylemlerini durdurmanın eniyi yolunun makul, ılımlı bir göçmen karşıtlığıörgütlemekten geçtiğini düşünüyoruz.”

Bir bireyin komşusunu zehrinden arındır-ması vizyonu, doğrudan barbarlıktan insancılgörünen bir barbarlığa geçişe işaret ediyor.Hıristiyanların komşusuna sevgi göster-mesinden, pagan dönemde barbar“öteki”lere karşı kendi kavmimize kıyakgeçmemize geri döndüğümüzü gösteriyor.

Kendisini Hıristiyan değerleri korumak adıaltında gizlese bile, kendi varlığı Hıristiyantarihine yönelik en büyük tehdittir.

* abc.net.au’dan çeviren: Onur Erem

n İçinde ‘Türk’ olan mevcut bir özerklikmodeline Türklerin ısınması mümkünolabilir mi? Bir yakınlık kurup, bununimkansız olmadığı, onlara benzerinsanların da bu durumda yaşaya-bildikleri fikrini kuvvetlendirebilir mi?

Hamza AKTAN – BİA-NET

Türkiye’de özerklik tartışmaları yapıldığındamodel gösterilen çoğu örneğin, sokaktakiTürklerin kafalarında canlandıramayacağıkadar ‘ecnebi’ kaldığı anlaşılıyor. Katalonya,Kuzey İrlanda, Bask ve İskoçya gibi örnekler‘bizden’ bir şeyler taşımadığı için ya uzak yagerçek dışı geliyor.

Türkiye’deki güçlü milliyetçilik ve değişmez‘bölünmezlik’ retoriğinin sonucu olarak buörnekler önemsenmeyebiliyor. Öyle ki özerk-lik kavramının kendisi dahi ehlileştirilemeye-cek bir ‘yabancı’ konu oluveriyor.

Peki içinde ‘Türk’ olan mevcut bir özerklikmodeline Türklerin ısınması mümkün olabilirmi? Bir yakınlık kurup, bunun imkansızolmadığı, onlara benzer insanların da budurumda yaşayabildikleri fikrini kuvvetlendi-rebilir mi?

Bir örnek Moldova’dan, küçük Gagavuzyabölgesinden. Gagavuzya, Moldova’nın Türkkökenli toplumu Gagavuz azınlığın yöneti-mindeki özerk bölge. Gagavuzlar,(Gökoğuzlar) 3.5 milyon nüfuslu Moldova’nıntoplam nüfusunun yalnızca 4.4’ünü oluştu-ruyor. Toplam sayıları ise son nüfus sayımı-na göre 155 bin. Yani Mardin (744 bin),Batman (510 bin), Ağrı (542 bin), Şırnak (430bin), Muş (406 bin), Siirt (300 bin), Hakkari(251 bin), Bingöl (255 bin) gibi görece az

nüfuslu Kürt kentlerinin her birinin nüfusoranlarının dahi altında olan bir topluluk.

Moldova’nın SSCB’nin 1991’de yıkıl-masının ardından bağımsızlığını kazan-masıyla Gagavuzlar da 1994 yılında özerkbir konuma kavuştu. Bu küçük ülkenin her-hangi bir kenti gibi dursa kimsenin şaşmaya-cağı Gagavuzya bölgesi o tarihten bu yanaçok geniş bir özerkliğin içinde ülkenin gerikalanıyla barış içinde yaşıyor.

Gagavuzya’nın özerklik koşullarınabakıldığında, Türkiye’nin İzmir gibi bir büyükşehri kadar nüfusu olan bir ülkede dahi,özerkliğin nasıl rahatlıkla mümkün olabildiğigörülüyor.

Kendine ait bir bayrağı ve marşı olanGagavuzya’da, ana dil Gagavuzca’nınyanısıra Moldovaca ve Rusça da resmi diller.Üç küçük kentten oluşan özerk bölge,Moldova anayasası ve Gagavuzya’nın özelstatüsünü belirleyen kanunlarıyla yönetiliyor.Bu yasalar da, Moldova’nın devletstatüsünde bir değişiklik olması durumundaGagavuzlara self determinasyon hakkı tanıy-or.

Türkiye’de sık tartışma konusu yapılan‘neresi Kürt bölgesi, neresi değil’ meselesiniMoldova, nüfus oranının yüzde 50’sinidikkate alarak çözmüş. Yani, nüfusu yüzde50’nin üzerinde Gagavuz olan bir bölgeGagavuzya’ya dahil ediliyor. Gagavuznüfusun genel nüfusa oranının yüzde 50’ninaltında olduğu yerlerde de referandum uygu-lanarak o bölgenin nerenin denetiminde ola-cağı belirleniyor.

Bu konuda da bir hayli esnek davranılmış,örneğin nüfusu yüzde 50’nin altındaGagavuz olan bir bölge referandumla

Gagavuzya’ya dahil olsa bile, bir yıl sonrayeni bir referandumla, yüzde 50’nin üzerinde‘evet’ oyuyla o bölgeden ayrılma hakkınasahip oluyor.

Çift bayrak, çift marşGagavuzya’nın kendine ait bayrağı ve

marşı Moldova bayrağı ve marşıyla birliktekullanılıyor. Bu küçük özerk bölge, 75 milyonnüfuslu Türkiye’nin aksine, anayasasındaresmi diller Gagavuzca, Moldovaca veRusça’nın yanısıra, yetki alanında konuşulandiğer diller veya dialektleri de koruma altınaalmayı garantiliyor. Moldova da resmi dilinyanısıra Gagavuz dilini tanıyor.

Bölge 35 milletvekili olan Gagavuzya HalkMeclisi’nce yönetiliyor. Herhangi birMoldovalı bu meclise seçilebiliyor. Buradatek kıstas, seçim dönemindeki ikametinGagavuzya olması.

Bölgeyi de bu meclisin seçtiği ‘başkan’ tem-sil ediyor. Başkan, bölgeyi Moldova sınırlarıiçinde ve uluslararası ilişkilerde temsil yetki-sine sahip.

Gagavuzya özerk bölgesinde herhangi birMoldovalı başkan seçilebiliyor, tek şart var;Gagavuz dilini iyi bilmesi gerekiyor. Bölgeninekonomisi, vergi düzenlemeleri ve bütçesiözerk bölgenin meclisi ile Moldova hüküme-tinin ortak kararlarınca belirleniyor.

Minorities at Risk Project’in (Risk AltındakiAzınlıklar Projesi) 2003 yılındaki değer-lendirmesine göre, Moldova’da 1994’ten buyana devam eden bu geniş tanınmış özerklikdurumu nedeniyle herhangi bir etnik çatışmaihtimali neredeyse yok. Değerlendirme,Avrupa Konseyi’nin Gagavuzya’ya tanınanotonomiyi ilk dönemlerde yetkileri itibariyle

‘çok fazla’ bulduğunu da not ediyor.Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi

Başkanı ve AKP Antalya milletvekili MevlütÇavuşoğlu, 15 Temmuz’daki Moldova ziyare-tinin ardından Twitter’da Gagavuzya ile ilgiliiki mesaj paylaştı.

Çavuşoğlu, “Gagavuzya otonom bölgesitek ülkede farklı milletlerin birarada yaşamasıaçısından iyi bir model. Bu nedenle diğerAvrupa ülkeleri için de bir ilham kaynağı ola-bilir” diye yazdı. Bir takipçisinin “O haldeKürtler için de uygulanabilir mi” sorusuna iseyanıt vermedi.

Sözkonusu Kürtler ve özerklik modelleriolduğunda dehşete kapılan Türk siyaseti veentelektüel kesimi için Gagavuzya neyinilham kaynağı peki?

Göçmen karşıtı siyaset: İnsancıl gözüken barbarlık

Türkler için Türkî bir model...

Page 16: Yenicag Gazetesi

ha f ta lýk s iyas i gaze teTALÝM

ATLA

YÖNETÝLMEY

E

HAYIR! ADRES: Hüseyin Tahir Apt. No: 174/4 Tanzimat Sok. Lefkoþa

www.yen icag.com.cy

TEL : 227 4917FAX: 228 8931

e-mai l :

yen [email protected]

n George Orwell’in milis olarak katıldığıİspanya Devrimini anlattığı“Katalonya’ya Selam” kitabı, içtenliğive sadeliğiyle hala ilham verici

Chris Stephenson

Hiç şüphesiz Katalonya’ya Selam sadeceGeorge Orwell’in en büyük eseri değil, aynızamanda dürüstlüğü ve akıntıya karşı gelmekararlılığı dolayısıyla 20. yüzyılın en önemlieserlerinden birisidir.

Bizzat savaşan insanların savaşa dönüktutumları epeyce farklıdır ve sadece savaşıgözlemleyen veya hatırlayanların tutumlarıylakıyaslandığında daha az kahramancadır.Orwell’in savaşın (hatta devrimci savaşınbile) günlük, rutin rezilliğini, bitleri ve hastalık-ları, fiziksel rahatsızlığı ve sıkıcılığınıanlatımı, iki büyük savaş karşıtı romanınyazarlarında yankısını bulur. Bu romancılar,İspanya İç Savaşı’nın hemen peşinden gelen

savaşı, II. Dünya Savaşı’nı anlatanSlaughterhouse - Five’ın yazarı KurtVonnegut ve Catch 22’nun yazarı JosephHeller’dir. Primo Levi de bir Nazi yok etmekampındaki yaşamı konu aldığı If This Is aMan adlı kitabında çağımızın büyük trajedi-lerinin, bizzat onları yaşayanlar tarafındannasıl tecrübe edildiğini aynı keskin, gerçekçidürüstlükle anlatır. Orwell’in içtenliği, kitapboyunca bir altın damarı gibi akıp gider.

Fakat Katalonya’ya Selam’da bundan çokdaha fazlası vardır. Orwell, Heller ya daVonnegut gibi askere alınmamıştı.İspanya’ya yazmaya değil savaşmaya git-mişti. Kitabın giriş bölümünde küçük bir hatavar: Orwell’in İspanya’ya gazetecilik yapmakiçin gittiği öne sürülüyor. Halbuki Orwell’intutumu gayet açıktır. İspanya’ya gidebilmekiçin gazetecilik referansını kullanmıştır.Ancak İspanya’ya tek bir amaç, naif bir amaçiçin gitmiştir: “Milise katıldığımda kendikendime bir faşist öldüreceğime söz vermiş-

tim -ne de olsa, hepimiz bir tane haklasakkısa sürede tükenirlerdi” (Katalonya’yaSelam, 5. Bölüm).

Orwell yaşadığı hayal kırıklığı hakkında dadürüst davranır. Faşizme karşı mücadeledebenimsediği Anglo-Saksonlara özgü pratiktutum, savaşın ve siyasetin gerçekliklerikarşısında boşa çıkar.

Orwell, faşistini öldürüp öldüremediğini aslaöğrenemeyecektir. Faşistlere karşı savaşsiyasetle ilgili olduğu kadar silahlarla da ilgi-lidir. Cephelerin arasında birkilometre olduğunda, attığınızkurşunla birisini vurup vura-madığınızı asla bilemezsiniz.Fakat hoparlörlerden yapılanpropaganda, faşist taraftakiaskerleri geceleyinCumhuriyetçilerin tarafınakaçmaya ikna edebilir. Orwellkitapta, bu “Britanya tarzı-olmayan” savaş karşısındanasıl dehşete kapıldığınıbetimler.

Orwell, tarafları açıkçatanımlanmış olan birsavaşa katıldığını düşün-müştü. Fakat İspanya’dakimlerin gerçekten faşist-leri yenmeye kararlıolduğunun pek o kadaraçık olmadığını gördü.Franco’ya karşısavaşırken boynundanneredeyse ölümcül bir kurşun yarası alanOrwell sonunda hayatını kurtarmak için ken-dini İspanya’dan kaçarken buldu. AncakOrwell’in peşindekiler Faşistler değil,İspanyol Komünist Partisi’nin Stalinistleriydi.

İspanya İç Savaşı’nın gerçekliğiylekarşılaşan Orwell, naif Anlo-Sakson deneycil-iğinin yetersiz kaldığını fark etmişti.Katalonya’ya Selam’ın iki bölümü, İspanya İçSavaşı’nın siyaset sahnesinin analizini yap-maya ayrılmıştır. Orwell, tam da KıtaAvrupa’sına has bu siyaset düşkünlüğükarşısında biraz sıkılgan davranır ve sıkılanokurlara bu iki bölümü atlayabileceklerinitavsiye eder. Bereket versin ki Katalonya’yaSelam’ın Türkçe baskısında bu bölümler,yaşamının son döneminde Orwell’in önerdiğigibi kitabın sonunda bir ek olarak değil anametin içinde olması gereken yerde bulunuy-or.

Bu iki bölümde Orwell, İspanyol Devrimi’ninStalinizm tarafından nasıl ihaneteuğratıldığını analiz eder...

Orwell’in argümanının sarih ve basit dilibize, Victor Serge ya da B. Traven’in eser-lerini hatırlatır. Serge ve Traven’in her ikisi depratik içinde olan devrimcilerdi ve Orwell’lebirlikte -Serge’in romanlarından birisinin ismiolan- aynı “Yüzyılda Geceyarısı”nı [Midnightin the Century] yaşamışlardı. Onlar dadüşüncelerini mücadelenin sıcaklığı içindegözden geçirip geliştirdiler. Serge önceleri biranarşistti, daha sonra ilk dönem Bolşevikhükümetleri için çalışmaya başladı. Fakatözgürlükçü ideallerine hiçbir zaman ihanetetmedi ve Stalin tarafından önce hapsedildi,

sonra da sürgüne gönderildi. Ölümdenancak, Avrupalı edebiyatçıların düzenledikleribir kampanya sayesinde kurtulabildi.

Gerek Serge ve Traven gerekse Orwell1930’larda, yalanın dünyaya egemen olduğubir dönemde yaşadılar. Bir yandaGöebbels’in başında bulunduğu Nazi yalanmakinesi, diğer yanda da Stalinist devletindevasa yalan makinesi vardı. Stalin’in bukorkunç yalan makinesi, SovyetlerBirliği’ndeki Stalinist yönetici sınıfın çıkarları-na karşı emekçilerin çıkarlarını savunanları

“sosyal-faşistler”, hatta dosdoğru“faşistler” diyesuçluyordu. Yalanmakinelerine yönelikeleştiriler marji-nalleştirilmişti.Orwell’in solcuyayıncısı, İspanya’daStalin’in desteklediğipolitikaları eleştirdiğiiçin Katalonya’ya Selamkitabını yayımlamayıreddetmişti. Kitabın ilkbaskısı sadece birkaçyüz adet sattı.1933-1941 yılları

arasında Hitler-Stalinanlaşmasıyla yalanmakineleri güçlerini bir-leştirdiler. Anlaşma ancak,Hitler’in anlaşmayı tektaraflı olarak ihlal etmesiylebozuldu.

İspanya’da Orwell, Stalin’in sağladığısilahların faşistlere değil, Anarşistlere,bağımsız Marksistlere ve onları destekleyençok geniş bir işçi kitlesine doğrultulduğunugördü. Bu ihanet politikalarını haklı göster-mek üzere ortaya atılan teori, bütün radikalmücadelelerin burjuvaziyle ittifak politikasınabağımlı kılınmasını talep eden “HalkCephesi” teorisiydi.

Bu teori, sadece İspanya’da değil,Yunanistan direniş savaşında, ardındangelen İç Savaş’ta ve başka yerlerde ihanetinüstünü örtmeye yarayan siyasi bir kılıf işlevigördü. “Halk Cephesi” teorisi, modernTürkiye solunun neredeyse tamamını vücudagetiren gençlik hareketlerinin TİP’ten kop-ması sırasında, bu kopuşun teorik köşe taşıniteliğindeki “Milli Demokratik Devrim”teorisinin de atasıdır. Orwell’in gayet isabetlişekilde eleştirdiği “Halk Cephesi” teorisininbaşlıca savunucusu, Temmuz-Ağustos1935’teki Komintern 7. Kongresi’nde GeorgiDimitrov’du. 1970’lerde Dimikrov’un kitapları,Türkiye solunda yaygın şekilde okunmuştur.

Dolayısıyla Orwell’in başyapıtı, çok uzaklar-da ve uzun zaman önce meydana gelmişolan bir savaşın dürüstçe anlatımından dahafazla önem taşıyor. Türkiye solunun siyasigeleneklerine de eleştirel bir ışık tutuyor.Bize öğretebileceği dersler için tekrar tekrarokunmayı hak ediyor.

* George Orwell, Katalonya’ya Selam,

Çeviren: Jülide Ergüder, BGST Yayınları,

2011.

Katalonya’ya Selam: Hâlâ öğrenebileceğimiz dersler var